İÇİNDEKİLER
(Konu Başlıklarına Tıklayarak İlgili Bölüme
Gidebilirsiniz)
GİRİŞ
Araştırmanın Amacı ve Sınırları
(İçindekiler`e
dönüş.)
Allah-ü Teâlâ (c.c.), Yüce Kitabımız Kur`ân-ı Kerîm`de şöyle
buyurmaktadır: "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım."1
Dünyaya gönderiliş sebepleri âyet-i kerîmede bu şekilde belirtilen insanlardan
bazıları bu görevlerinin bilincinde olarak Müslüman olmuş; bazıları da -bilerek
veya bilmeyerek- başka yollara sapıp değişik inanışlar ve isimler altında, âyette
belirtilen kulluk görevlerini ihmal etmişlerdir.
Bu araştırmamızda, Rab olarak Allah-ü Teâlâ`dan, Peygamber olarak Hz. Muhammed
Aleyhisselam`dan, din olarak da İslâm`dan razı olmuş insanlar olan Müslümanlar`ın
en büyük tesellî, güven, mutluluk ve başarı kaynaklarından birisi olan
"Tevekkül" inancı incelenecek; konu ile ilgili bazı âyet, hadis ve
âlimlerin sözleri ortaya konacak; bu konudaki yanlış anlayışlara dikkat çekilip,
bunların düzeltilmesine ve tam anlamıyla Tevekkül`ün nasıl olması gerektiğinin
anlaşılmasına çalışılacaktır.
Gayret bizden, başarı Allah`tandır...
BÖLÜM I
Tevekkülün Tanımı
(İçindekiler`e
dönüş.)
Arapça`dan dilimize geçmiş olan tevekkül kelimesinin sözlük
anlamı: "Vekil kılmak, başkasına havâle etmek."2 şeklindedir.
Tevekkül kelimesi ile aynı kökten gelen "vekîl" kelimesi; kişinin kendi
işini gördürmek üzere yetki verdiği insan anlamına gelir. Avukat da bir vekildir.
"Müvekkil" vekil edinen, "tevkîl" ise vekil kılma, vekil edinme
demektir. Aynı kökten olan "ittikâl" biraz da tembellik içeren ve boşa
gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı anlatır. Tevekkülde, kelimenin Arap dilindeki
kalıbı gereği bir zorlama vardır. Bu da herhangi bir konuda aklî ve bedenî gücü,
yani metod ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp îtimat edilecek yere bunun
sonucunda dayanmayı ifade eder.3
Tevekkülün ıstılâhî anlamı ise: "Kişinin, şartlarını yerine getirerek,
işlerini Allah-ü Teâlâ`ya bırakması bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan
sonra O`na güvenmesi; kalbin, her işte Allah`a îtimat etmesi, güvenmesidir."4
"Tevekkül, dine veya dünyaya ait herhangi bir hususta, insan olarak bizim
alabileceğimiz bütün tedbirler alındıktan, konu ile ilgili tüm girişimler
yapıldıktan sonra, o işin neticesinin Allah`a bırakılmasıdır."5
"Tevekkül, insanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin
sonucunu Allah`a bırakması, O`nun yaratacağı neticeyi güven ve rızâ ile
karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması; kısaca Allah`a güvenip,
âkibetinden endişe etmemesidir."6
"Tevekkül, kalbin Allah`a tam îtimat ve güveni, hatta başka güç kaynakları
düşünmekten rahatsızlık duyması mânâsına gelir. Bu ölçüde bir güven ve
îtimat olmazsa, tevekkülden söz edilemez; kalp kapıları Allah`tan başkasına açık
kaldığı sürece de hakîkî tevekküle ulaşılmaz."7
Konumuzla İlgisi Bakımından Allah`ın İsimlerinden EL-VEKÎL () İsm-i Şerîfinin Mânâsı
(İçindekiler`e
dönüş.)
Kur`an-ı Kerîm ve hadislerden öğrendiğimiz Allah-ü Teâlâ`nın
mübârek isimleri (Esmâ'ul Hüsna) bizim O`nu daha iyi tanımamıza yardımcı
olurlar. Bu sebeple burada, konumuzla alâkalı bulduğum bazı ism-i şeriflerin
mânâlarını vermeyi uygun buldum. Aslında çoğu ismi şerîf hakkında biraz
düşündüğümüzde tevekkül kavramıyla alâkasını kurabiliriz ama, ben dikkatleri
biraz bu tarafa yöneltebilmek için en açık şekilde ilgili görebildiklerimi buraya
aldım.
El-Vekîl ism-i şerîfi, Arapçadaki kelime yapısı bakımından tevekkül kelimesi ile
aynı kökten gelmektedir. Kur`ân`da ondan fazla yerde geçmekte olup 8
mânâsı: "İşlerini gerektiği şekilde kendisine bırakanların işini düzeltip,
onların yapabileceğinden daha iyisini temîn eden."9 şeklindedir.
Âyette şu şekilde geçmektedir: "...Allah`a tevekkül et; vekîl olarak Allah
yeter." (Nisâ 4/81, Ahzâb 33/3)
Kendisine iş ısmarlanan kişiye vekil denir. Bilindiği gibi vekil yapılacak kişinin,
vekil olacağı iş hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olması, o işi yapmaya gücü
yetmesi, kendisini vekil edenin her bakımdan güvenine layık olması gerekir. Şu halde
tevekkül, emin ve kuvvetli bir vekile güvenerek, işlerini ona bırakmaktır.
Allah-ü Teâlâ, kendisine yoluyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi bir neticeye
ulaştırır. Gerçi O`na hiçbir şey vâcip değildir, hiçbir şeyi yapmaya veya
yapmamaya mecbur değildir, irâdesi çerçevelenemez, isterse yapar; istemezse O`na bir
işi zorla yaptıracak yoktur. Fakat O`nun râzı olacağı şekilde işler kendisine
bırakılırsa, hayırlı ve kârlı olanı yapar; âdeti ve hikmeti budur.
Gerçek vekil ancak Allah-ü Teâlâ`dır. Çünkü her işi bütün sırlarıyla bilen ve
her zorluğu açan yalnız O`dur.10
Konumuzla İlgisi Bulunan Diğer İsm-i Şeriflerin Mânâları
(İçindekiler`e
dönüş.)
El-Veliyy(): İyi kullarının, inananların dost ve yardımcısı
anlamındadır. Kur`an`da bu anlamda, veliyy ve mevlâ şeklinde geçmektedir.11
Bir âyette şöyle buyurulmaktadır:
"...Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah`a sımsıkı sarılın. O, sizin
mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır ne güzel yardımcıdır." (Hac 22/78)
El-Hasîb(): Bu isim iki mânâya gelmektedir: 1- Kullarına
yeten; 2- Kullarını hesaba çeken. Konumuzla ilgili olan ilk mânâdır. Bu ismi şu
âyette görebiliriz:12 "Bir kısım insanlar mü`minlere:
``Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının
onlardan!'' dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve: ``Allah
bize yeter. O ne güzel vekildir!'' dediler." (Âl-i İmrân 3/173)
- Allah`ın doksan dokuz ismi dışındaki isimlerinden13
konumuzla âlâkalı olanların anlamları:
El-Kâfî(): Allah kendisine inanan, kendisine bağlanan ve
kendisine güvenip dayananlara kâfî gelir, onlara yeter. Usûl ve kâidelerine uyularak
kendisine bırakılan işleri, hayırlı ve kul için en güzel ve faydalı sonuca
ulaştırır. İnsan için Allah`tan daha güzel ve sağlam bir dayanak ve vekil olamaz.14
Bir âyette şu şekilde geçmektedir: "Allah kuluna kâfî değil mi?..."
(Zümer 39/36)
El-Vâfî(): Kâfî, yeten, sözünün eri; va`dini mutlak yerine
getiren anlamına gelir.
En-Nasîr(): Yardım eden, teyid ve takviye eden anlamındadır.
Bir âyette şu şekilde geçer: "...Bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel
sahip ve ne güzel yardımcıdır."
(Enfâl 8/40)
Hayru`n Nâsırîn(): Yardım edenlerin en hayırlısı anlamına
gelmektedir. Âyette şöyle geçmektedir: "...Sizin yardımcınız Allah`tır ve O
yardım edenlerin en hayırlısıdır." (Al-i İmran 3/150)
El-Müste`ân(): Yardım kendisinden istenen anlamındadır. Âyette:
"...Bizim Rabbimiz Rahmân`dır. Sizin anlattıklarınıza karşı yardımı
umulandır." şeklinde geçer. (Enbiyâ 21/112)
BÖLÜM II
Tevekkül İhtiyacı
(İçindekiler`e
dönüş.)
Bir insanın gerek şahsıyla ilgili konularda, gerek aile işlerini
idârede; çocukların terbiyesinde, sağlık konularında; bir tüccarsa ticârî
ilişkilerinde veya bir memursa resmî işleri etrafında, kısacası hangi meslektense
ona göre iş ve gücünün hergün çeşitlenen pürüzleri
karşısında, kâr-zarar düşünülerek, işler ne kadar hesaplı tutulursa
tutulsun, yine de insanın karşısına hiç hesapta olmayan şeylerin çıktığı
görülür. Alınan tedbirler, yapılan istişâreler hatır ve hâyâle gelmedik nice
sebepler yüzünden hükümsüz kalabilir. Yerden, gökten beklenmedik nice âfetler;
insan gücünün, fen kudretinin önleyemeyeceği nice engeller belirir veya insanlarla
olan ilişkilerimizde bizim düşündüğümüzün dışında, umulmadık gelişmeler
meydana gelir ve böylece bütün hesaplar alt üst olabilir, bütün hayaller suya
düşebilir.
İşte bu sebeplerden dolayı, isteklerimize ulaşmak için elimizden gelen bütün
gayreti sarfederek çalışıp çabaladıktan sonra, ilerisi için telaş ve heyecana
kapılmayarak, bütün sebepleri emir ve fermânı altında tutan Allah-ü Teâlâ`ya
tevekkül etmek gerekir.
Burada tevekkülün mânâsı, sarf ettiğimiz bu gayretlerin mahsûl vermesi, boşa
gitmemesi için Allah`tan başarı ve yardım dilemek ve ancak O`na güvenmektir. Bu ise
maddî kuvvetten sonra manevî kuvveti de kazanmayı istemektir. Şu halde tevekkül,
mânevî bir yardım isteme anlamına gelir ki, her işte her Müslümanın buna
ihtiyâcı vardır.
Tevekkül, görevlerini yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itmi`nân, ve
güven olayıdır. Tamamen materyalist ve pozitivist bir bakışla dahî tevekkülün
bulunması birşey kaybettirmeyeceği gibi; bulunmaması durumunda moral ve psikolojik
açıdan bir kayıp söz konusudur. Tevekkül eden kişi "İnsan için ancak
çalıştığının karşılığı vardır."15 kuralı karşısında aklî
ve bedenî görevini yapacak, bundan öte Allah vekîlimdir deyip işini O`na havâle
ederek, sonuç ne olursa olsun ona rızâ duygusuyla, bir de iç yorgunluk
yaşamayacaktır. Tevekkül etmeyenin de maddî olarak fazladan yapacağı birşey yoktur.
Hatta maddî vesîleleri bir emir telakkî etmediğinden, belki de sebeplere daha az
sarılacaktır. Sonra da telaşlı, sıkıntılı bir bekleyişe girecek ve umduğu sonucu
alamayınca da dövünecek, üzülecek, dayanacak bir teselli kaynağı bulamayacak,
sinirleri gerginleşecek; sonuçta bunalıma girecektir.16
Tevekkül denilen mânânın bir gönülde yer tutması, sahibi için dünyanın en zengin
hazinelerine sahip olmaktan daha kıymetlidir. Çünkü bir insan için gönlünün
rahatlığı ve huzuru en büyük nimetlerdendir. Maddî, mânevî kazançlar, âfiyet ve
huzur içinde gönül rahatlığına bağlıdır.
Fikir selâmetini, gönül huzurunu öldüren başlıca sebepler şunlardır: Gereğinden
fazla hırs, istek, rekâbet gibi insana huzur ve rahat nedir bildirmeyen haller; iflâs
edersem, vereme yakalanırsam, işimden atılırsam gibi kendi kendine zihinde kurulan
mânâsız korku ve endişeler; başa gelen felâket ve musîbetlerin giderilemeyen
ıztırapları.17
Kendisinde bu haller bulunan insanlar, hayatlarında dünyalarına ve âhiretlerine yarar
bir şeye sahip olamazlar, vesveselidirler, hiçbir iş beceremezler; ürkektirler,
hiçbir işe girişemezler. Bunların günleri ah, vah ile; vesvese ve evhamla geçer
gider. Bu hallerini bir takım maddî imkânlarla da gidermek mümkün olmaz.
Ancak gönlüne, Allah`a tevekkülü hakkıyla yerleştirebilmiş bir Müslüman asla
böyle değildir; o, her zaman mutlu ve çok rahattır. Çünkü o, kendine düşeni
yaptıktan sonra bilir ki sonsuz rahmet sahibi Allah-ü Teâlâ sevdiği kulunu,
kulun kendisini düşündüğünden daha fazla düşünür ve korur.
Demek ki gönüllerde kuvvetli bir tevekkülün, hem de gerçek mânâsıyla bir
tevekkülün yer tutmuş olması lazımdır. Bir Müslümanın işini yoluna
koyduktan sonra ötesini Allah`a havâle edip de O`na güvenmesi ve O`nun en iyisini, en
güzelini, en doğrusunu, en hayırlısını nasîb edeceğine inanması, kalp için çok
büyük bir kuvvettir. Günümüz insanının ve özellikle de günümüz Müslümanının
bu inanca ve bu kuvvete çok fazla ihtiyacı vardır.
Tevekkül Nasıl Olmalıdır?
(İçindekiler`e
dönüş.)
Çalışmanın ve sebeplere yapışmanın ihmâli tembellik demek
olduğuna göre, tevekkül ile tembellik arasında bir zıtlık vardır. İslâm
dînînde tevekkül vâcib, tembellik haramdır.
"Tevekkül demek, görevin îfâsını Allah`a havâle etmek değildir; emri ve
kararı Allah`a bırakmaktır. Allah`ın emrini canla başla yerine getirmeye
çalışmaktır. Kısacası tevekkül, "tefvîz-i vazife" (görevi havâle)
değil; "tefvîz-i emr" (kararı havâle)dir. Birçokları bu konuda gaflete
düşerek tevekkülü, vazifeyi terk etmek sanırlar. Yani kulluk görevlerinin yerine
getirilmesini Allah`a havâle edip, emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek
isterler. Sanki kul vazifesiz oturacakmış, namaz, oruç, zekat, cihad vs. gibi
görevleri Allah-ü Teâla ona emredip yaptırmayacakmış da (hâşâ) onun yerine Allah
yapacakmış gibi bâtıl bir zihniyet taşırlar. İsrâiloğullarının vaktiyle Hz.
Musa`ya: "Git, sen ve Rabbin ikiniz savaşınız, işte biz burada oturup
duracağız." (Maide 5/24) dedikleri gibi demek isterler. Bu ise Allah`a tevekkül ve
îtimat değil; O`nun emrine güvensizliktir, tevekkülsüzlüktür ve Allah korusun
küfürdür. "Allah hakkında o çok yanıltıcı (şeytan) sizi yanılgıya
düşürmesin." (Lokman 31/33) âyetinde de uyarıldığı gibi, bu olsa olsa şeytan
yanıltmasıdır. İyi bilinmelidir ki, tevekkülün belirtisi emre gönül vermek ile
vazife sevgisidir."18
Başta da belirttiğimiz gibi tevekkül kelimesinin anlamında Arap dilindeki kalıbı
gereği bir zorlama vardır. Bu da herhangi bir konuda aklî ve bedenî gücü, yani metod
ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp îtimat edilecek yere bunun sonucunda
dayanmayı ifade eder. "...Bir kere azmettin mi artık Allah`a tevekkül et."19
âyeti buna açıkca işaret eder. Allah`ın sözleri arasında çelişki olmayacağına
göre tevekkülün, hiçbir iş yapmadan Allah`tan birşey beklemekle ilişkisi olamaz.
Allah kuluna çeşitli ibâdetler yüklemiş, çalışmasını, ilim öğrenmesini,
rızkını aramasın, düşmanlarına karşı güç hazırlamasını, bilmediğini bilene
sormasını, işlerinde istişâre etmesini, kendisine yakarmasını, duâ etmesini, âdil
olmasını, yani herşeyi en uygun yerine koymasını, bunun için metot ve yöntem
bilmesini emretmektedir. Diğer yönden kendisine tevekkül etmesini istemekte ve
tevekkül edenleri sevdiğini söylemektedir. Demek ki tevekkül, bütün bu emirleri
yerine getirdikten sonra duyulan huzur ve güvendir.20
Tevekkül Konusunda Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
(İçindekiler`e
dönüş.)
1- Tembellik etmemek: Bir maksadın ele
geçmesi için, insanlarca ötedenberi bilinen ve başvurulan sebepler, tedbirler ve
çareler ne ise, onları tatbik etmek vâciptir. Çünkü Allah-ü Teâlâ bu âlemde
herşeyin, her hâdisenin meydana gelmesini birtakım sebeplerin ve çârelerin
uygulanmasına bağlamıştır. Buna "tesbîb hikmeti" denir. Yâni birşeyin
yaratılması, bir isteğin verilmesi, onunla ilgili sebeplerin meydana gelişinden
sonra gerçekleşir diye Allah, bir düzen koymuştur. O`nun âdeti hep bu şekilde devam
etmektedir. Allah`ın âdetinde de değişiklik olmayacağından; olumlu veya olumsuz,
istediğini bulmak için, insanın sebeplere dikkat etmesi, kendine düşeni yerine
getirmesi gerekmektedir.
Sebeplere sarılmadan Allah`a güvenmeye tevekkül değil, "ittikâl" denebilir.
Kelime, Arapçadaki mânâsı itibariyle pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur.
Onun için Resûlullah (s.a.v.) "Lâilâhe illallâh diyen herkes Cennet`e
girecektir." deyince Hz. Ömer (r.a.): "Ey Allah`ın Resûlu, bunu halka
söylemeyelim; ittikâl ederler." demişti ki; sebeplere sarılmadan ve Allah`ın
diğer emirlerini yerine getirmeden Cennet`e girmeyi ümit ederler demektir. Bu konuyu
belki de en güzel açıklayan Resûlullah Efendimizdir. "Devemi bırakıp tevekkül
edeyim." diyene "Bağla da öyle tevekkül et." buyurmuşlardır.21
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Bakara Suresi 60. ayetin tefsirinde sebeplerin önemi
hakkında şahsen benim çok anlamlı bulduğum bir tesbit yapmaktadır. Ayet-i Kerîme
şöyledir: "Hani bir zamanlar Musa kavmi için su istemişti, biz de:
"Asânla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar
fışkırmıştı..." Elmalılı Merhum burada şunları söylüyor: "Hz.
Musa, susuzluktan ve kuraklıktan yanıp kavrulan kavmi için Cenab-ı Hak`tan su diliyor,
yağmur duasına çıkıyor. Cenab-ı Allah da bu duayı kabul ile istenilenden daha
büyük harikulade bir nimet ihsan ediyor. Gelip geçici bir yağmur yerine,
İsrailoğulları`nın on iki boyundan her birine mahsus ayrı ayrı on iki pınar
fışkırtıyor ve bununla yüce varlığına ve ilâhî inâyetine açık bir belge
bahşediyor. Öylesine bahşediyor ki, duanın arkasından fiilî bir teşebbüsün
lüzumunu emrediyor, "asân ile taşa vur!" diyor. Demek ki, o sırada Hz Musa,
farzedelim bu ilahi emre derhal uymayıp da "asâyı taşa vurmanın suyla ne ilgisi
var?" gibi aklî ve indî bir kıyas yapmaya ve kendi kendine fikir yürütmeye
kalkışsaydı, bu nimet teclli etmeyecekti, dualar ve yapılan araştırmalar belki de
boşa çıkacaktı. O halde harikanın en büyük sırrı, bu sebebin ilhamında ve bu
büyük nimetin o sebebe bağlanmış olmasındadır: Kuru taşları yarıp pınarlar
fışkırtmaya kâdir olan Allah Teâlâ, istenen suları doğrudan doğruya ihsan etmiyor
da bir manevî sebeple bir maddî sebebe teşebbüs üzerine ihsan ediyor. Esasen manevi
sebep olan dua, maddî sebebin ilhamına da vesile oluyor. İlham olunan maddi sebebin
teşebbüse dönüşmesi, yani asânın taşa vurulması ile de sular fışkırıyor.
Böylece hidayet bürhanı tamamıyla tecellî ediyor... Hakikaten Allah, bir şeyi murad
edince sebeplerini kolaylaştırır ve sebepler o kadar çeşitli ve sonsuz boyuttadır
ki, beşer aklı ne kadar yükselse bunları ayrıntılarıyla kavrayamaz... Hak
Teâlâ`nın nimetlerinin tecellisi her zaman böyle manevi sebeplerle maddî sebeplerin
birleşmesinde gizlidir. Ne kaçan fırsatlar karşısında ümitsizliğe düşmeli, ne de
fırsatları ve sebepleri ihmal etmelidir. Allah Teâlâ`ya yürekten ve ihlas ile dua
etmeyi hiçbir zaman elden bırakmamalı, aynı zamanda duanın en büyük semeresinin
ruhî inkişaflar olduğunu bilmeli ve Rahmânî ilhamlardan istifade ederek, en umulmaz
sebeplere dahi başvurup, onu uygulamalıdır.22
Sebeplere sarılmakla ilgili olarak İmam Gazâlî de şöyle demiştir: "İnsanı
zarardan koruyan sebepler arasında tesiri kesin olan veya tesir ihtimâli yüksek olan
sebepleri bırakmak tevekkülün şartı değildir. Hırsız girmesin diye evin
kapısını kilitlemek, tehlikeli yerde silah taşımak, düşmandan sakınmak tevekküle
mani değildir."23
Sebepleri ihmâl etmek, üzerine düşen görevi yapmamak kısacası tembellik etmek, bir
bakıma Allah`ın koyduğu tesbîb hikmetini görmemezlikten gelmekle beraber, göz göre
göre kendisini câhilliğin, hastalığın, fakirliğin dişleri arasına atmak demektir
ki, bunların hepsi de dînen haramdır.
Eğer kişi, bu bahsettiğimiz şekilde sebeplere önem verir, üzerine düşeni yaparsa;
bir isteğinin gerçekleşebilmesi için elinde mevcut bütün kuvvet ve araçlar ile
Allah`a yönelmiş olur ki, bu durum elbette daha ciddî, daha samîmî ve daha
kıymetlidir.
2- Sebeplerin gerçek kıymetini bilmek: Bunların kıymeti,
Allah`a karşı birer dilek vâsıtası olmaktan ibârettir. Aslen tesir Allah`tandır.
Yâni sebepler, İlâhî tesirin meydana gelmesi için, birer yol olmak üzere yine Allah
tarafından bize öğretilmiş, düzenlenmiştir. Kendisinden ancak o yollarla yardım
istemek gerekir. Fakat maksadın meydan gelmesini, -bir Müslüman olarak- sebeplerden
değil, onları yaratıp bize bildiren Allah-ü Teâlâ`dan beklemek gerekir. Çünkü
herşeyin yaratıcısı ve yönlendireni O`dur. Bu durumla ilgili olarak bazı âlimler
derler ki: "Bir iş için çalıştık, çabaladık; artık o ister istemez olacak
demeyin. Tesiri Allah`tan bekleyin; biz istedik, Allah da müsade ederse olur deyin."24
Elmalılı M. Hamdi Yazır da sebeplerin kıymeti hakkında şöyle demektedir:
"...Her durumda Allah emrini yerine getirir. Murâdını muhakkak yapar, hiçbir
işinden geri kalmaz, hepsinin hakkından gelir. Hükmünü istediği gibi yürütür.
Kendisine tevekkül edilse de edilmese de yürütür. Nihâyet herşeyin sonu gelir.
Dünyada acı da geçer tatlı da geçer; sıkıntı da geçer, refah da geçer. Ecel
gelince, takdir edilen ölüm, dakika geçirmeksizin pençesini takar, âkibet gelir
çatar. İyiler iyiliği ile, kötüler kötülüğü ile kalır. Herkes ameliyle
toplanır. Ancak, Allah`a tevekkül de, O`nun emridir. Tevekkül edenin murâdı da,
Allah`ın irâde ve rızasına teslim olmaktan ibâret olursa, Allah da onun
mükâfâtını büyütür. Hakîkat şudur ki; Allah herşey için bir ölçü takdir
etmiştir, bir sınır ve miktar tahsis etmiştir ki, o şeyi ona göre yürütür. O
sınır ve miktardan ileri geçirmez. Bu hüküm öyle bir kanundur ki herşey hakkında
geçerlidir. Ve herşeyin hükmü, kıymeti Allah`ın ona tahsis ettiği ölçü ile
uygunluk arzetmektedir. Gerçekte birşeyi bilmek de onu, o ölçü ve sınırıyla
seçmek demektir. Bu cihetle sebeplerin bir dereceye kadar kıymet ve îtibarı yok
değilse de, bunlar, zatî (aslî) değil, değişken ve sınırlıdır. Tesir ve
hüküm sebebin değil, Allah`ındır. Asıl ilim ve kudretine itibâr edilecek; işler,
hüküm ve irâdesine havâle edilecek hâkim, sebepler değil, sebepleri yaratan
Allah`tır. Herşey geçer, leh ve aleyhte olan her sebep tükenir, takdir edilen kaderi
biter, başında ve sonunda bütün kudretiyle Allah kalır. Hem Allah takdir
buyurmamışsa hiçbir şey diğerine tesirini gösteremez. Takdir buyurmuş ise,
Allah`tan başka hiçbir şey de onun önüne geçemez. Ateş, Allah`ın yak dediğini
kendi miktarınca dediği kadar yakabilir. Rızık da Allah`ın doyur dediğini kendi
miktarınca dediği kadar doyurabilir. Demek ki sebeplere îtimat sonlu, Allah`a îtimat
sonsuzdur. O halde kuvvet ve kesin bilgi, sebeplere güvenmekte değil, Allah`a
dayanmaktadır. Tevekkül de, gururla kendini sayıp koyuvermek değil, Allah`ın
gösterdiği yolda gücü yettiği kadar vazîfesine önem vermek, takvâ sahibi olmak,
kusurunu îtirâf ile berâber, Allah`ın kudretine îtimat edip netice hakkında telaşa
düşmeksizin, O`nun irâdesine teslim olmaktır."
25
Seyyid Kutub da sebepler konusunda şöyle demektedir: "...Allah`ın değişmez
kâinat kanunu sebep ve netice düzeniyle yürüyor. Ancak neticeyi meydana getiren
yalnız sebepler değildir. Asıl etki eden, fâil-i mutlak olan Allah-ü Zülcelâl`dir.
Allah, kendi takdiri ve istemesi ile sebep ve netîce düzenini sağlıyor. O yüzden
Allah, insandan çalışıp çabalamasını, üzerine düşen vazifeleri îfâ etmesini
istiyor. İnsan bu vazifeleri îfâ ettiği kadar, Allah netîceleri düzenleyip tahakkuk
ettiriyor. Böylece sebep ve netice Allah`ın isteği ve takdirâtı ile ilgili olarak
uzuyor. Yalnız O`dur ki, istediği zaman, istediği şekilde neticelerin meydana
gelmesine izin verir. İşte bu şekilde Müslüman`ın düşüncesiyle çalışması
arasındaki birlik sağlanıyor. Müslüman gücünün yettiği kadar çalışıp
çabalar. Fakat bu çalışmanın sonucunu Allah`ın takdirine ve isteğine bırakır. Ona
göre sebep ve netice arasında mutlak kat`iyyet yoktur. O, hiçbir şeyde Allah`a
kat`iyyet yüklemez."26
3- Her hususta Allah`tan başka hiçbir şeye güvenmemek:
Nice insanlar vardır ki, ellerindeki servete, sahip oldukları mevkîye, büyük
insanlarla olan yakınlıklarına veya yüksek tahsil görmüş oğluna veya kızına
güvenmektedir. Onların varlığı gönlünü doldurmuş, yarına emniyetle bakıyor,
Allah-ü Teâlâ`dan gaflet halindedir. Her teşebbüsünü bu kuvvetlerle başaracağına
inanmıştır. Halbuki bütün bunlar ve sahip olduğu herşey, bir anda yok olabilir. O
zaman yalnız bunlara dayanan insanın hâli ne olur...27 Müslüman ise böyle
değildir; o, nelere sahip olduğunun farkında olup, şükrünü îfâ edecek, bunları
akıllıca kullanacak; fakat her zaman yalnız Allah`a güvenecektir.
BÖLÜM III
Bu bölümde, yaptığım araştırma sonucu tevekkül ile ilgili
olarak Kur`ân-ı Kerîm`de tesbit edebildiğim âyetler, tevekkül ile ilgili
kısımlarına dikkat çekilerek verilecektir. Ayrıca âyetler, içerisinde geçen
tevekkül ile ilgili kelimeye göre tasnif edilecektir.
Tevekkülle İlgili Âyetler
(İçindekiler`e
dönüş.)
- İlgili kelimenin, Arapçası "tevekkel()"; Türkçe anlamı "tevekkül et, güven,
dayan" şeklinde olmak üzere emir fiil durumunda geldiği âyetler:
"O vakit Allah`tan bir rahmet ile onlara (mü`minlere) yumuşak davrandın.
Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp
giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş hakkında
onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah`a dayanıp güven. Çünkü
Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever. (Âl-i İmrân 3/159)
"(Münâfıklar) "Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan
bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice
kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah`a dayan; sana vekil olarak Allah
yeter." (Nisâ 4/81)
"Eğer onlar (düşmanlar) barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah`a
tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir." (Enfâl 8/61)
"Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah`a aittir. Her iş ona
döndürülür. Öyle ise O`na kulluk et ve O`na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gâfil
değildir." (Hûd 11/123)
"Ölümsüz ve daima diri Allah`a güvenip dayan. O`nu hamd ile tesbîh et.
Kullarının günahlarını onun bilmesi yeter." (Furkân 25/58)
"Sen, O mutlak gâlip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan." (Şuarâ
26/217)
"Rabbin şüphesiz, onlar (inkârcılar) arasında hükmünü verecektir. O, mutlak
gâliptir, herşeyi bilendir. O halde sen Allah`a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık
hakîkat üzeresin." (Neml 27/78,79)
"Allah`a güven. Vekil olarak Allah yeter." (Ahzâb 33/3)
"Kâfirlere ve münâfıklara boyun eyme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah`a
güvenip dayan. Vekîl ve destek olarak Allah yeter." (Ahzâb 33/48)
- İlgili kelimenin, Arapçası
"tevekkelûv()"; Türkçe anlamı "tevekkül edin, güvenin,
dayanın" şeklinde olmak üzere emir fiil durumunda geldiği âyetler:
(Musa Aleyhisselâm`ın kavminde) "Korkanların içinden Allah`ın kendilerine
lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir
girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer mü`minler iseniz ancak Allah`a
güvenin." (Mâide 5/23)
"Musa da kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Siz gerçekten Allah`a iman ettinizse ve
onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş Müslimlerseniz, artık Allah`a tevekkül edin.
Onlar da dediler ki: Biz ancak Allah`a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizi, o zâlim kavmin
fitnesine düşürme. Ve bizi, rahmetinle o kâfir kavimden kurtar." (Yûnus 10/84,
85, 86)
- İlgili kelimenin, Arapçası "yetevekkel()"; Türkçe anlamı "1- tevekkül etsin, güvensin,
dayansın; 2- tevekkül ederse, güvenirse, dayanırsa; 3- tevekkül eder, dayanır,
güvenir" şeklinde olmak üzere istek, şart veya geniş zaman mânâsını ifade
ederek geldiği âyetler:
1.Anlam
"O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların
yardımcısı idi. Mü`minler, yalnız Allah`a dayanıp güvensinler." (Âl-i İmrân
3/122)
"Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi
bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Mü`minler ancak Allah`a güvenip
dayansınlar." (Âl-i İmrân 3/160)
"Ey iman edenler! Allah`ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk
size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah`tan
korkun ve Mü`minler yalnızca Allah`a güvensinler." (Mâide 5/11)
"De ki: Allah`ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim
mevlâmızdır. Onun için mü`minler yalnızca Allah`a dayanıp güvensinler."
(Tevbe 9/51)
"Sonra (Yakup Aleyhisselâm) şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan
girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah`tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden
savamam. Hüküm Allah`tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O`na
dayandım. Tevekkül edenler yalnız O`na dayansınlar." (Yûsuf 12/67)
(Nuh, Âd, Semûd ve onlardan sonraki kavimlerin) "Peygamberleri onlara dediler ki:
Evet, biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Fakat Allah nîmetini kullarından
dilediğine lütfeder. Allah`ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkân
yoktur. Mü`minler ancak Allah`a dayansınlar. Hem bize yollarımızı göstermiş olduğu
halde ne diye biz, Allah`a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette
katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah`a tevekkülde sebât etsinler."
(İbrahim 14/11,12)
"Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı
ve Peygamber`e karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvâyı konuşun. Huzuruna
toplanacağınız Allah`tan korkun. Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri
üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah`ın izni olmadıkça, mü`minlere hiçbir zarar
veremez. Mü`minler Allah`a dayanıp güvensinler." (Mücâdele 58/9,10)
"Allah; O`ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Mü`minler yalnız Allah`a dayanıp
güvensinler." (Teğâbün 64/13)
2.Anlam
"O zaman münâfıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için): Bunları
dinleri aldatmış diyorlardı. Halbuki kim Allah`a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak
gâliptir, hikmet sahibidir." (Enfâl 8/49)
"...Kim Allah`tan korkarsa, Allah ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu
ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah`a güvenirse Allah, ona
yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah herşey için bir ölçü
koymuştur." (Talâk 65/ 2,3)
3.Anlam
"Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan, elbette Allah`tır
derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse,
Allah`ı bırakıp da taptıklarınız O`nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah
bana bir rahmet dilerse, onlar O`nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah
yeter. Tevekkül edenler ancak O`na güvenip dayanırlar." (Zümer 39/38)
- İlgili kelimenin, Arapçası "tevekkeltu
()"; Türkçe anlamı "tevekkül ettim, güvendim,
dayandım" şeklinde olmak üzere geçmiş zaman durumunda geldiği âyetler:
"(Ey Muhammed)! Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O`ndan başka ilah
yoktur. Ben sadece O`na güvenip dayandım. O, yüce Arş`ın sahibidir." (Tevbe
9/129)
"Onlara Nuh`un haberini oku. Hani o kavmine gelmişti ki: Ey kavmim! Eğer benim
(aranızda) durmam ve Allah`ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben
yalnız Allah`a dayanıp güvendim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp
yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra
(vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin." (Yunus 10/71)
(Hûd Aleyhisselâm dedi ki:) "Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah`a
dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş
olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır." (Hûd 11/56)
(Şuayb Aleyhisselâm) "Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından
(verilmiş) apaçık bir delîlim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse
buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak
istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam
ancak Allah`ın yardımı iledir. Yalnız O`na dayandım ve yalnız O`na
döneceğim." (Hûd 11/88)
"Sonra (Yakup Aleyhisselâm) şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan
girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah`tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden
savamam.
Hüküm Allah`tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O`na dayandım.
Tevekkül edenler yalnız O`na dayansınlar." (Yûsuf 12/67)
"(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği
bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahmân`ı inkâr
ediyorlar. De ki: O benim Rabbimdir. O`ndan başka ilah yoktur. Sadece O`na tevekkül
ettim ve dönüş sadece O`nadır." (Ra`d 13/30)
"Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah`a mahsustur.
İşte bu Allah, benim Rabbimdir. O`na dayandım ve O`na yönelirim." (Şûrâ 42/10)
- İlgili kelimenin, Arapçası "tevekkelnâ
()"; Türkçe anlamı "tevekkül ettik, güvendik,
dayandık" şeklinde olmak üzere geçmiş zaman durumunda geldiği âyetler:
(Şuayb Aleyhisselâm dedi ki:) "Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra
tekrar sizin dîninize dönersek Allah`a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah
dilemiş başka, yoksa o (dîne) dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin
ilmi herşeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah`a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz
arasında adâletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın." (A`raf 7/89)
"Musa da kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Siz gerçekten Allah`a iman ettinizse ve
onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş Müslimlerseniz, artık Allah`a tevekkül edin.
Onlar da dediler ki: Biz ancak Allah`a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizi, o zâlim kavmin
fitnesine düşürme. Ve bizi, rahmetinle o kâfir kavimden kurtar." (Yûnus 10/84,
85, 86)
"İbrahim`de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek
vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah`ı bırakıp
taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah`a inanıncaya kadar,
sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir. Şu kadar var ki
İbrahim babasına: Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah`tan sana
gelecek herhangi birşeyi önlemeye gücüm yetmez demişti. (O mü`minler şöyle
dediler): Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak
sanadır." (Mümtehine 60/4)
"De ki: (sizi imana davet ettiğimiz) O (Allah) çok esirgeyicidir; biz O`na iman
etmiş ve sırf O`na güvenip dayanmışızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık içinde
olduğunu yakında öğreneceksiniz!" (Mülk 67/29)
- İlgili kelimenin, Arapçası "netevekkelu
()"; Türkçe anlamı "tevekkül ederiz, güveniriz,
dayanırız" şeklinde olmak üzere şimdiki ve geniş zaman durumunda geldiği
âyet:
(Nuh, Âd, Semûd ve onlardan sonraki kavimlerin) "Peygamberleri onlara
dediler ki: Evet, biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Fakat Allah nîmetini
kullarından dilediğine lütfeder. Allah`ın izni olmadan bizim size bir delil
getirmemize imkân yoktur. Mü`minler ancak Allah`a dayansınlar. Hem, bize yollarımızı
göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah`a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize
verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah`a tevekkülde
sebât etsinler." (İbrahim 14/11,12)
- İlgili kelimenin, Arapçası
"yetevekkelûvn ()"; Türkçe anlamı "tevekkül ederler, güvenirler,
dayanırlar" şeklinde geniş zaman durumuna geldiği âyetler:
"Mü`minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine
Allah`ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnızca Rablerine dayanıp
güvenen kimselerdir." (Enfâl 8/2)
"(O muhacirler), (müşriklerin eziyetlerine) sabredenler ve Rablerine tevekkül
edenlerdir." (Nahl 16/42)
"Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun
(şeytanın) bir hakimiyeti yoktur." (Nahl 16/99)
"Onlar, (müşriklerin eziyetlerine) sabreden kimselerdir ve yalnızca Rablerine
tevekkül ederler." (Ankebût 29/59)
"Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah`ın yanında
bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine
dayanıp güvenenler içindir." (Şûrâ 42/36)
BÖLÜM IV
Tevekkülle İlgili Bazı Hadisler
(İçindekiler`e
dönüş.)
Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah`ın şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: "Kuvvetli mü`min, Allah katında zayıf mü`minden daha hayırlı, (daha
üstün) ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sana
yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah`dan yardım dile ve asla acz gösterme.
Başına birşey gelirse, ``Eğer (keşke) şöyle yapsaydım, şöyle olurdu!'' diye
hayıflanıp durma. ``Allah`ın takdiri bu. O, ne dilerse yapar.'' de. Çünkü
"eğer (keşke)" kelimesi, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını
açar."28
İbni Abbas (r.a.), Resûlullah`ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "Bana
(geçmiş) bütün ümmetler arzolunup gösterildi. Bir peygamber gördüm ki yanında
(kendisine iman etmiş ancak) yedi sekiz kişi vardı. Bir (başka) peygamber gördüm
onun da yanında bir iki adam vardı. Öyle bir peygamber de gördüm ki beraberinde tek
bir kişi dahi yoktu. Derken uzaktan bana büyük bir karaltı gösterildi. Onları benim
ümmetim sandım. Bana: "Bu, Musa Peygamber ile kavmidir. Sen ufka bak."
denildi. Ufka bakınca büyük bir kalabalık gördüm. Bana: "Şimdi de öteki ufka
bak." denildi. Orada da müthiş bir kalabalık vardı. "Bu senin ümmetindir.
Onların arasında yetmiş bin kişi var ki hesapsız, azapsız Cennet`e
gireceklerdir." denildi.
(Râvî der ki) Resûl-ü Ekrem (bu hitâbesinden) sonra kalktı evine girdi. Bunun
üzerine (orada bulunan) cemaat, hesapsız ve azapsız Cennet`e girecek olan bu
kişiler(in vasıfları) hakkında konuşmaya başladılar. Bazıları: "Onlar
Resûlullah`ın ashâbı olsa gerek." dediler. Kimileri de: "Herhalde onlar
İslâm devrinde doğmuş, Allah`a şirk koşmamış olanlardır." dediler ve (daha
pekçok) ihtimaller ileri sürdüler. (Bu münâzarayı duyan Resûlullah) hemen onların
yanına çıktı ve: "Ne hakkında dalmış konuşuyorsunuz?" diye sordu. Onlar
da (münâzara mevzusunu) söylediler. Bunun üzerine Resûlullah: "Onlar büyü
yapmayanlar, yaptırmayanlar; birşeyi uğursuz sayma fiilini yapmayanlar ve yalnıca
Allah`a güvenenlerdir." buyurdu... (Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)29
İbn-i Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah buyurdu ki: "Ya Rab! Yalnız senin
hükmüne teslim oldum, yalnız sana iman ettim, yalnız sana tevekkül ettim, yalnız
sana döndüm, yalnız senin için mücadeleye girdim. Ya Rab! Dalâlete düşmekten
izzetine sığınırım, senden başka ilâh yok. Sen ölümsüz daimâ diri olansın.
Oysa cinler ve insanlar ölümlüdür." (Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)30
İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir: İbrahim (a.s.) ateşe atıldığı zaman
"Hasbunallahu ve ni`mel vekîl (Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.)" dedi.
Muhammed (s.av.) de onu söyledi. Şöyle ki: (Kendisine) "İnsanlar size karşı
ordular hazırladılar, o halde onlardan korkun." dedikleri zaman, bu (söz) onların
imanını artırdı ve: "Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir." dediler.
(Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)
İbni Abbas (r.a.), gelen bir diğer rivâyete göre şöyle demiştir: İbrahim (a.s.)
ateşe atıldığı zaman son sözü "Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir."
olmuştur.31
Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah`ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Cennet`e bir
takım kavimler girer ki, bunların gönülleri (rızıklarını aramada Allah`a tevekkül
etmiş) kuşların gönülleri gibidir." (Yani tevekkül sahibidirler.) (Müslim
rivâyet etmiştir.)32
Ömer (r.a.) demiştir ki: Resûlullah`ın şöyle dediğini işittim: "Eğer siz
Allah`a nasıl tevekkül etmek lazımsa öyle tevekkül etseniz; açlıktan karınları
çekilmiş olduğu halde sabahleyin yuvalarından çıkan ve akşamları karınları
doymuş olarak yuvalarına dönen kuşlara rızık verdiği gibi hiç şüphesiz size de
rızık verirdi." (Tirmizî rivâyet etmiş ve hadis hasendir demiştir.)33
Ebû Umâre el-Berâ b. Azib (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah buyurdu ki: "Ey
filanca, yatağına girdiğinde: ``Allah`ım kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana
yönelttim, işimi sana bıraktım, senden ümitvâr olarak, azabından korkarak
sırtımı sana dayadım. Senden sığınacak ve korunacak yer yine sanadır. İndirdiğin
kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.'' de. Eğer o gece ölürsen iman üzere
ölürsün. Eğer sabaha çıkarsan hayra ulaşırsın." (Buharî ve Müslim rivâyet
etmişlerdir.)34
Ebû Bekir (r.a.) şöyle demiştir: "Biz (Hicret esnasında) mağarada iken,
başımız ucunda (bizi arayan) müşriklerin ayaklarına baktım da Resûlullah`a: ``Ey
Allah`ın Resulu, birisi ayaklarına bakacak olsa muhakkak bizi görür.'' dedim. Bunun
üzerine Resûlullah: ``Ey Ebû Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kimse hakkında
zannın (endişen) ne?'' buyurdu. (Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir.)35
Ümmü Seleme (r.a.)` dan rivâyet edilmiştir: Resûlullah evinden çıkarken şöyle
derdi: "Bismillah. Allah`a tevekkül ettim. Allah`ım! Sapmaktan, saptırılmaktan;
(senin yolundan) kaymaktan, kaydırılmaktan; zulüm yapmaktan, zulme uğramaktan;
saygısızlık etmekten, bana karşı saygısızlık edilmesinden sana
sığınırım." (Ebû Dâvud ve Tirmîzî rivâyet etmiştir.)36
Halid`in oğulları Habbe ve Sevâ (r.a.) anlatıyor: Resûlullah birşey tamir etmekte
iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık konusunda umutsuzluğa
düşmeyin. Zîrâ insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı
halde doğurur. Sonra Azîz ve Celîl olan Allah onu her çeşit rızıkla
rızıklandırır."37
Amr Bin As (r.a.) anlatıyor: Resûlullah buyurdu ki: "Şüphesiz her vâdide
Âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp herşeye karşı bir ilgi duyar).
Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vâdide helâk
olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah`a tevekkül ederse, kalbinin herşeye (ilgi
kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter.38
Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim insanların en şereflisi olmak isterse
Allah`tan korksun. Kim insanların en güçlüsü olmak isterse Allah`a tevekkül etsin.
Kim de insanların en zengini olmak isterse, kendi elindekinden çok Allah`ın
nezdindekine bel bağlasın."39
Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Birşey istediğin zaman yalnız
Allah`tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah`tan dile. Şunu iyi bil ki bütün
yaratılmışlar elbirliği ile sana bir menfaat bahşetmek isteseler, Allah`ın sana
yazdığından daha fazlasını bağışlayamazlar. Yine yaratılmışların tümü
elbirliği ile sana bir zarar vermek isteseler, Allah`ın sana takdir ettiğinden
fazlasını yapamazlar."40
Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ey Ebû Hureyre! Allah`tan başka hiçbir şeye
ümit bağlama. Allah`a tevekkül eyle. Bir arzun varsa Allah-ü Teâlâ Hazretleri`nden
iste. Allah-ü Teâlâ`nın âdet-i ilâhiyyesi (işi, kânunu) şöyledir ki; herşeyi
bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allah-ü
Teâlâ`nın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibârettir."41
BÖLÜM V
Tevekkül Hakkında Söylenmiş Bazı Sözler
(İçindekiler`e
dönüş.)
...Sen yalnızca Allah`a ibâdet et. O`na kulluk eyle ve ona tevekkül
eyle. Her işte emir ve kumandayı, yetkiyi O`na verip, O`na güvenip, O`nun emirlerine
uygun hareket eyle! Yani, ibadetsiz ve amelsiz kuru kuruya tevekkülün de faydası
yoktur. Sen kulluğunu yap, O`nun emrini yerine getir ve öyle tevekkül eyle.
(Elmalılı M. Hamdi Yazır)42
Tevekkül, bazı cahillerin zannettiği gibi insanın kendini ihmal etmesi demek
değildir. Böyle olsa idi, (...Şu halde onları affet; bağışlanmaları için duâ et;
iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah`a dayanıp
güven. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever. (Âl-i İmrân 3/159)
âyetinde belirtilen) müşâvere emri tevekküle mâni olurdu. Tevekkül, insanın
esbâb-ı zâhireye riâyet etmesi, ve lâkin kalbini onlara bağlamayıp, Hak
Teâlâ`nın ismetine dayanması demektir. (İmam Fahruddin Râzî)43
Hakîkî mânâda tevekkül; Allah`tan başkasından korkmamak, O`ndan başkasına
güvenmemektir. (Fudayl Bin İyaz)
Tevekkül, olan şey ile yetinmek, olmayan şeye razı olmaktır. (Muhammed Bin Hafîf)
Üç haslet evliyâ sıfatıdır: Allah`a tevekkül etmek, Allah`tan başkasına niyazda
bulunmamak, kanaat eylemek. (Yahya Bin Muaz)44
Sebeplere yapışmak, tevekküle mânî değildir. Bilakis sebeplere yapışmak, sebepleri
araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir. (Ahmed Fârukî)
Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir. Bir işe başlamak ve başlanan
işi başarmak için tevekkül olunur. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek
için tevekkül olunur. (S. Abdulhakîm Arvâsî)
Tevekkülün alâmeti üçtür: Kimseden birşey istememek (dilenmemek), verileni
reddetmemek, ele geçeni biriktirmek. (Sehl Bin Abdullah)
Allah-ü Teâlâ`ya tevekkül ettim diyen kimsenin, Cenâb-ı Hakk`ın, kendisi
hakkındaki muamelesine, yani takdir ettiği şeylere de râzı olması lazımdır.
Aksi takdirde yalan söylemiş olur. (Bişr-i Hâfî)45
Bil ki tevekkülün mahalli kalptir. Zâhire göre hareket etmek kalpteki tevekküle zıt
değildir. Yeter ki kul, güvenin Allah`a olacağını bilsin. Birşey zorlaşırsa bu
O`nun takdiriyledir; eğer kolaylaşırsa bu da O`nun kolaylaştırmasıyladır. (Ebu`l
Kâsım el-Kuşeyrî)
Tevekkül, kişinin kendisini Allah`ın dilediği şekle bırakmasıdır. (Sehl Bin
Abdullah)
Tevekkül, Allah`a güvenle birlikte O`nunla iktifâ etmektir. (Ebû Osman el-Cebrî)46
Tevekkelin (tevekküllünün) gemisi batmaz (eşeğini kurt yemez). (Atasözü)47
Gelir elbet zuhûra ne ise hükm-ü kader,
Hakk`a tefvîz-i umûr et, ne elem çek ne keder. (Enderûnî Vâsıf)
Hakk şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif ânı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen Hakk`a tevekkül kıl
Tefvîz et ve rahat bul
Sabreyle ve râzı ol
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler (Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri)48
Kime şekvâ edeyim âh-ı sehergâhımdan
Kime feryâd edeyim tâli-i bedbâhımdan
Mâidi-zâre safâ bahşeder elbet bir gün
Kesmem ümmîdimi ben Hazret-i Allah`ımdan (Maide Hasibe Hanım)49
Mehmet Âkif Ersoy`un Tevekkülle İlgili Bazı Mısrâları
(İçindekiler`e
dönüş.)
Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,
Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri!
O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
"Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;
Belânı istedin Allah da verdi... Doğrusu bu.
Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
"Çalış!" dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun,
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmîl edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür; Vazîfesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi keyfine bak!
Onun hazîne-i in`âmı kendi veznendir!
Havâle et ne kadar masrafın olursa... Verir!
Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;
Levâzımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;
Senin hesâbına küffârı hâk-sâr edecek!
Başın sıkıldı mı, kâfî senin o nazlı sesin:
"Yetiş!" de, kendisi gelsin, ya Hızr`ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;
Şifâ hazînesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki: Her şeyin Allah... Yanaşman, ırgadın O;
Çoluk çocuk O`na âid; Lalan, bacın, dadın O;
Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;
Alış seninse de, mes`ûl olan verişten, O;
Denizde cenk olacakmış... Gemin O, kaptanın O;
Ya ordu lâzım imiş... Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;
Tabîb-i âile, eczâcı... Hepsi hâsılı O.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!
Hudâ`yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür`ete... Ha?!
Yehûd Üzeyr`e, Nasârâ Mesîh`e ibnu`l-lâh
Demekle unsur-i tevhîd olur giderse tebâh;
Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı îmâna?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân`a?
Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur`ân...
Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan!
Bütün evâmire i`lân-ı harb eden şu sefîh,
Mükellefiyyeti Allah`a eyliyor tevcîh!
Görür de hâlini insan, fakat, bu derbederin;
Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin?
Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba,
Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba?
Hamâkatin aşıyor hadd-i i`tidâli, yeter!
Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!
"Kader" senin dediğin yolda Şer`a bühtandır;
Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrandır.
Kader ferâiz-i îmâna dâhil... Âmennâ...
Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma`nâ.
Kader: Şerâiti mevcûd olup da meydanda,
Zuhûra gelmesidir mümkinâtın a`yânda.
Niçin, nasıl geliyormuş... O büsbütün meçhûl;
Biz ihtiyârımız sûretindeniz mes`ûl.
Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh;
Senin vazîfen itâ`at ne emrederse İlâh.
O, sokmak istediğin, şekle girmesiyle kader;
Bütün evâmiri Şer`in olur bir anda heder!
Neden ya, Hazret-i Hakk`ın Resûl-i Muhterem`i,
Bu bahsi men` ediyor mü`mînine, boş yere mi?
(...)
Tevekkülün, hele, ma`nâsı hiç de öyle değil.
Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil,
Nihâyet oynayarak dîne en rezîl oyunu,
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu!
(...)
Tevvekkül öyle yaman bir şiâr-ı îmandı,
Ki kahramân-ı fezâil denilse şâyandı.
Yazık ki: Rûhuna zerk ettiler de meskeneti;
Cüzâma döndü, harâb etti gitti memleketi!
Tevekkül olmasa kalmaz fazîletin nâmı...
Getir hayâline bir kerre Sadr-ı İslâm`ı:
O bî-nihâye füyûzun yarım asırlık bir
Zamân içinde tecellîsi hangi sâyededir?
(...)
Nedir bu hârikanın sırrı? Hep tevekküldür;
Ki i`timâd-ı zaferden gelen tahammüldür.
Tevekkül olmaya görsün yürekte azme refîk;
Durur mu şevkıne pervâne olmadan tevfîk?
Cenâb-ı Hak ne diyor bak, Resûl-i Ekrem`ine:
"Bütün serâiri kalbin ihâta etse, yine,
Danış sahâbene dünyâya âid işler için;
Rahîm ol onlara... Sen, çünkü, rûh-i rahmetsin.
Hatâ ederseler aldırma, afvet, ihsân et;
Sonunda hepsi için iltimâs-ı gufrân et.
Verip karârı da azm eyledin mi... Durmıyarak,
Cenâb-ı Hakk`a tevekkül edip yol almaya bak."
Demek ki: Azme sarılmak gerek mebâdîde;
Yanında bir de tevekkül o azmi te`yîde.
Hülâsa, azm ile me`mûr olursa Peygamber;
Senin hesâbına artık, düşün de bul, ne düşer!
Şerîat`in ikidir en muazzam erkânı;
Kimin ki öyle müzebzeb değildir îmânı;
Ayırmaz onları, bir addedip tevessül eder...
Açıkça söyliyeyim: Azm eder, tevekkül eder.
Ne din kalır, ne de dünyâ, bu anlaşılmazsa...
Hem anlayın bunu artık, hem anlatın nâsa...
(...)
Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi...
Ne yaptı "Biz mütevekkilleriz" diyen kümeyi.
Dağıttı, kamçıya kuvvet, "Gidin, ekin!" diyerek.
Demek: Tevekkül eden, önce mutlakâ ekecek;
Demek: Tevekküle pek sığmıyormuş, anladın a,
Sinek düşer gibi düşmek şunun bunun kabına.50
--- *** *** *** ---
O îmân kuvvet ihzâriyle emretmişti... Lâkin, biz
Tevekkelnâ deyip yattık da kaldık böyle en âciz!
O îman, farz-ı kat`îdir diyor tahsîli irfânın...
Ne câhil kavmiyiz biz müslümanlar, şimdi, dünyânın!51
--- *** *** *** ---
Allah`a dayan, sa`ye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.52
--- *** *** *** ---
"Allah`a dayandım!" diye sen çıkma yataktan...
Mâ`nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
Ecdâdını zannetme asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt`ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid.
Âlemde tevekkül demek olsaydı "atâlet",
Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş`al-i tevhîdi sönerdi;
Kur`ân duramaz, nezd-i İlâhî`ye dönerdi.53
BÖLÜM VI
Sonuç
(İçindekiler`e
dönüş.)
Bu araştırmamızın sonucunda açıkça anladık ki; tevekkül
meselesinde en tehlikeli durum, tevekkülü yanlış anlayarak tembelliğe düşmek,
vazifesini yerine getirmemek ve bunun sonucunda da başarsızlığa uğramaktır.
İlk emri "Oku!" olan İslâm Dininin mensupları olarak, biz Müslümanların
en önemli görevlerinden biri, hangi meslekten olursak olalım çalışmak, bize düşen
görevi en güzel şekilde yerine getirmek; bütün bunların sonucunda da büyük bir
gönül huzuruyla Allah-ü Teâlâ`ya güvenmek, O`na tevekkül etmektir. Tabiri caizse,
tembellik bizim kitabımızda yer almamalı; en çok korkmamız, en uzak kalmamız gereken
bir vasıf olmalıdır. Öyle ki Peygamber Efendimiz: "Ümmetim adına en çok
korktuğum şey göbek iriliği, uyku düşkünlüğü ve tembelliktir." buyurmak
sûretiyle, tembelliğin bizler için ne büyük bir tehlike olduğuna işaret etmiştir.
III. Bölümde sıraladığımız âyetleri incelediğimizde, Allah`a tevekkül ettiğini
belirten Peygamberlerin ve mü`minlerin, o sözleri söylerken bir mücadele,
çalışma, gayret içinde olduklarını görüyoruz. Hiçbiri oturdukları yerden,
yorulmadan, belli bir zorluğa katlanmadan bu sözleri söylemiyorlar. İşte bu da bize
gösteriyor ki; ancak çalışan Müslümanın tevekkül etmeye, "Allah`a
güvendim!" demeye hakkı vardır. Tembel ise, tevekkül ettiğini söylese bile
ancak kendini kandırıyordur ve sonu hüsrân olacaktır.
IV. Bölümde gördüğümüz hadisler ve V. Bölümde incelediğimiz sözler de bu durumu
doğrular niteliktedir. Mehmet Âkif Ersoy`un şiddetle karşı çıktığı, yerden yere
vurduğu tevekkül ve mütevekkil kavramı da işte bu tembel kişilerin sahte
tevekkülleridir.
Bana göre tevekkül meselesinde diğer bir önemli husus da dünya hayatının Müslüman
için bir imtihan yeri olduğunun unutulmaması gerektiğidir. Çünkü bazı
durumlarda insan bütün çabasını sarfetse de, elinden geleni yapsa da İlâhî Takdir
bazı hikmetler sebebiyle buna izin vermediği için başarılı olamayabilir, isteği
gerçekleşmeyebilir. İşte burada tevekkülün diğer yönü ortaya çıkar: En
umutsuz gibi görünen durumlarda bile Allah`a olan güveni kaybetmemek.
Allah-ü Teâlâ herşeyin teferruatını en ince ayrıntısına kadar bilir. Belki bizim
istediğimiz, gerçekleşmesi için çalıştığımız bir şey aslında bizim
zararımıza; buna karşılık istemediğimiz bir şey ise aslında yararımızadır.
Sonsuz rahmeti sebebiyle Allah-ü Teâlâ da sevdiği kullarını, o kulların
kendilerini düşündüğünden daha çok düşüneceğine; onlara kendilerine
acıdıklarından daha çok acıyacağına göre Müslümanlar olarak bizlerin -hem
dînî, hem dünyevî görevlerimizi yaptığımız müddetçe- hiçbir şeyden
dolayı tasalanmamıza gerek yoktur. -İnşâallah- sonuçta mutluluk bizim olacaktır.
Bir amacımıza, isteğimize ulaşamadıysak Vekîlimiz olan Allah-ü Teâlâ bize olan
sevgisiden dolayı, o istediğimiz şeyden her bakımdan bize daha hayırlısını nasîb
edecektir.
Bu görüşümü çeşitli âyetlere dayandırmaktayım. Ben bu konuda Kehf Sûresinde
çok büyük bir müjde görüyorum. Kur`ân-ı Kerîm Allah`ın kelâmı olduğuna göre
ve biz Müslümanlar da bunu şeksiz şüphesiz kabul ettiğimize göre, bu âyetler bizim
için gerçekten büyük mutluluk kaynağıdır. Bu âyetlerde Allah-ü Teâlâ bizlere
gayb hazinesinden birkaç sırrı açıklamaktadır. Sadece bu sırları anlamak bile
bizlere çok şey kazandırır. Şöyle ki Kehf Sûresi 60. ilâ 82. âyetler arasında Hz
Musa Aleyhisselâm`ın, Hızır Aleyhisselâm olduğu rivâyet edilen Allah`ın kendisine
katından bir rahmet ve ilim verdiği birisiyle olan yolculuğu anlatılır. Olaylar
şöyle gelişmektedir: Hızır Aleyhisselâm, önce Hz. Musa`ya kendisiyle yolculuk
etmeye sabrının yetmeyeceğini söylerse de; Hz. Musa sabredebileceğini belirtir. Bunun
üzerine kendisi anlatmadan önce Hızır Aleyhisselâm`a hiçbir şey sormamak şartıyla
yolculuğa başlarlar. Bu yolculuk sırasında Hızır Aleyhisselâm Allah`ın emriyle
önce bir gemiyi deler; sonra bir erkek çocuğu öldürür; ardından da kendilerine
yemek vermeyecek kadar cimri bir köy halkının yıkılmak üzere olan duvarını para
almadan tamir eder. Bu işlerin hikmetini bilmeyen Hz. Musa Aleyhisselâm, onun bu
yaptıklarını garipser, sözünü unutarak her olayda soru sorar ve nihâyetinde
berâber yolculuk edemeyeceklerini anlayarak ayrılmaya karar verirler. Ayrılmadan evvel
Hızır Aleyhisselâm, Allah`ın emriyle yaptığı bu işlerin hikmetini Hz. Musa`ya
şöyle açıklar: "(Deldiğim) gemi varya, o, denizde çalışan yoksul
kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam)
gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mü`min
kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından
korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve
daha merhametlisini versin. Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da
onlara ait bir hazine vardı; babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin istedi ki o iki
çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini
çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin
şeylerin içyüzü budur." (Kehf 18/79...82)
İşte bu büyük sırlar bana göre, biz Müslümanlar için büyük müjdedir. Bu
âyetleri şöyle bir düşünürsek şunları görebiliriz: Gemileri delinen o fakir
kimseler aslında Allah`ın kendilerine olan rahmeti, acıması sebebiyle gemilerini
kaybetmekten kurtulmuşlardır. Belki de onlar başta bu kazaya üzülüp,
telâşlanmışlar; ama sonuçta arkadan gelen kötü kralın varllığını öğrenince
bu kazaya uğradıklarına sevinmişler; belki de Allah`a şükretmişlerdir.
Çocuklarını kaybeden o mü`min anne baba belki önce buna çok üzülmüşler ama bir
süre sonra ondan daha iyi bir çocuğa kavuşmuşlardır. (Hatta Elmalılı Hamdi
Yazır`ın bu âyetin tefsirinde belirttiği bir rivâyete göre bu anne-babanın o
çocuktan sonra bir kızları olmuş ve bu kız da bir peygamber annesi olmuş ve o
peygamberin eliyle ümmetlerden bir ümmet hidâyete ermiştir.) Bu anne-baba sonraki
çocuğun ölenden daha hayırlı olup olmadığını belki anlamışlar belki
anlamamışlardır ama Allah-ü Teâlâ onları geniş rahmeti sebebiyle bu çocuk
sebebiyle düşecekleri sıkıntılardan kurtarmıştır. Belki onlar da, birgün gelip bu
yeni çocuğun kendileri için daha hayırlı olduğunu anlamışlar ve Allah`a
şükretmişlerdir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur ki; bu insanlar
evlatlarını kaybediyorlar. Evlat acısı ise insanların kabul ettiği en büyük
acılardan, üzüntülerden birisi. Demek ki bu kadar büyük üzüntülerin bile
arkasında yine Allah`ın rahmeti sebebiyle Müslüman için nice gizli hayırlar ve
sevinçler bulunabiliyor. İşte bu da yukarıda tevekkülün diğer yönü diye ortaya
koyduğum fikri destekliyor: "En umutsuz gibi görünen durumlarda bile Allah`a olan
güveni kaybetmemek."
Dünya, Müslüman için bir imtihan yeri olduğundan dolayı unutulmaması gereken diğer
bir nokta da; herşeyin sonucunun sadece bu dünyada alınmadığıdır. Biz
Müslümanlar, âhiret inancına da sahibizdir ve zaten dünyada da âhiret için -o
ebedî hayat için- çalışırız. O halde, belki de yaşadığımız büyük bir
üzüntü, yorgunluk veya sıkıntıya göstereceğimiz sabır; Allah katında derecemizin
yükselmesine, öbür dünyada büyük mükâfatlar kazanmamıza sebep olacaktır. Bu
fikrimde de dayanağım şu âyettir: "...Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi
eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayî etmeyiz. Âhiret mükâfâtı
ise, iman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için daha hayırlıdır." (Yusuf
12/56,57)
Araştırmamız burada sona eriyor. Eksiklik ve hatalarımızdan dolayı Allah-ü
Teâlâ`dan bağışlanma dileyerek, konumuzu bitiriyoruz...
"...Kim Allah`tan (emirlerine uymak; yasaklarından kaçınmak
sûretiyle) korkarsa, Allah ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder. Ve
ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah`a güvenirse Allah, ona yeter. Şüphesiz
Allah emrini yerine getirendir. Allah herşey için bir ölçü koymuştur." (Talâk
65/2,3)" Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan, elbette
Allah`tır derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek
isterse, Allah`ı bırakıp da taptıklarınız O`nun verdiği zararı giderebilir mi?
Yahut Allah bana bir rahmet dilerse, onlar O`nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki:
Bana Allah yeter. Tevekkül edenler ancak O`na güvenip dayanırlar." (Zümer 39/38)
Dipnotlar
(İçindekiler`e
dönüş.)
1- Zâriyât Sûresi 51/56.
2- Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, 1996, s.1072.
3- Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Sosyal Hayatımız, Nûn Yayıncılık, İstanbul
1994, s. 225.
4- Dînî Terimler Sözlüğü, İhlâs Yayıncılık, c. II, s.263.
5- İsmet Kızılca, Allah`ın Mübârek İsimleri, c. II, s.136.
6- Faruk Beşer, a.g.e., s. 225.
7- İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Akçağ Yayıncılık, c. XVII, s.596.
8- Kur`ân-ı Kerîm`de Vekîl ism-i şerîfi için şu ayetlere bakılabilir: Âl-i
İmrân 3/173; Nisâ 4/8,132,171; En`âm 6/102; Hûd 11/12; Yusuf 12/66; İsrâ 17/2,65;
Kasas 28/28; Ahzâb 33/3,48; Zümer 39/62; Müzzemmil 73/9.
9- A. Osman Tatlısu, Esmâü`l Hüsnâ Şerhi, Seha Neşriyat, 1993, s.147.
10- A. Osman Tatlısu, a.g.e., s.148.
11- Veliyy ism-i şerîfi için şu âyetlere bakılabilir: Âl-i İmrân 3/122; Mâide
5/55; A`raf 7/155; Sebe` 34/41; En`âm 6/127. Mevlâ ism-i şerîfi için de şu âyetlere
bakılabilir: Bakara 2/286; Âl-i İmrân 3/150; En`âm 6/62; Yunus 10/30; Enfâl 8/40;
Tevbe 9/51; Hac 22/78; Muhammed 47/11; Tahrîm 66/2,4.
12- Hasîb ism-i şerîfi için ayrıca şu âyetlere bakılabilir: Âl-i İmrân 3/173;
Enfâl 8/62,64; Tevbe 9/59,129; Zümer 39/38; Talâk 65/3.
13- Bkz. İsmet Kızılca, a.g.e.
14- İsmet Kızılca, a.g.e., s.134.
15- Necm 53/39.
16- Faruk Beşer, a.g.e., s. 226.
17- A. Osman Tatlısu, a.g.e., s.149.
18- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur`ân Dili, Azim Dağıtım, 1992, c.
IV, s.362.
19- Âl-i İmrân 3/159.
20- Faruk Beşer, a.g.e., s. 225.
21- Faruk Beşer, a.g.e., s. 226.
22- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., c. I, Bakara Sûresi âyet 60`ın tefsiri,
s.307,308.
23- İsmail Özcan, Özlü Sözler, Erkam Yayınları, İstanbul 1992, s.119.
24- A. Osman Tatlısu, a.g.e., s.151.
25- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., c. VIII, Talâk Sûresi âyet 3`ün tefsiri,
s.27,28.
26- Seyyid Kutub, Fî Zilâl`il Kur`ân, Çev. E.Emin Saraç, İ.Hakkı Şengüler, Bekir
Karlığa., Akit Gazetesi, 1996, c.II, Âl-i İmrân Sûresi ayet 159`un tefsiri, s.506.
27- A. Osman Tatlısu, a.g.e., s.151.
28- Hadisin Yeri: Müslim, Kader 34. Tercüme: İsmail L. Çakan, Hadislerle Gerçekler,
Erkam Yayınları, İstanbul 1990, s.231.
29- İmam Muhyiddin-i Nevevî, Riyazü`s Sâlihîn, Çev. Sıtkı Gülle, Akit, 1995,
s.87,88, Hadis no:74.
30- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.88, Hadis no:75.
31- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.88,89, Hadis no:76.
32- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.89, Hadis no:77.
33- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.91, Hadis no:79.
34- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.92, Hadis no:80.
35- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.93, Hadis no:81.
36- İmam Muhyiddin-i Nevevî, a.g.e., s.93, Hadis no:82.
37- İbrahim Canan, a.g.e., c. XVII, s.595, Hadis no:1281.
38- İbrahim Canan, a.g.e., c. XVII, s.595, Hadis no:1282.
39- İsmail Özcan, a.g.e., s.118.
40- İsmail Özcan, a.g.e., s.118.
41- Dînî Terimler Sözlüğü, İhlâs Yayıncılık, c. II, s.263. (Orada belirtilen
kaynak: Ey Oğul İlmihali).
42- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., c. V, Hûd Sûresi âyet 123`ün tefsiri,
s.26.
43- Fahruddin Râzî, Mefâtîhu`l Gayb, c. IX, s.69,70.
44- Son üç söz: İsmail Özcan, a.g.e., s.118.
45- Son dört söz: Dînî Terimler Sözlüğü, İhlâs Yayıncılık, c. II, s.263.
46- Son üç söz: İbrahim Canan, a.g.e., c. XI, s.96.
47- Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara 1984, c. I, atasözü no:1908, s.363.
48- Son iki şiir: İbrahim Canan, a.g.e., c.XVII, s.599.
49- Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, "Maide Hasibe Hanım" maddesi,
s.122.
50- Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Neşre Hazırlayan: M.Ertuğrul Düzdağ, Gonca
Yayınevi, İstanbul 1989, Dördüncü Kitap, "Fâtih Kürsüsünde", s.
233...240.
51- Mehmet Âkif Ersoy, a.g.e., Beşinci Kitap "Hâtırâlar", s.280.
52- Mehmet Âkif Ersoy, a.g.e., Yedinci Kitap "Gölgeler", "Yeis Yok"
isimli şiirden, s. 428.
53- Mehmet Âkif Ersoy, a.g.e., Yedinci Kitap "Gölgeler", "Azimden Sonra
Tevekkül" isimli şiirden, s. 430.
Bibliyografya
(İçindekiler`e
dönüş.)
- Kur`ân-ı Kerîm...
- Kur`ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Türkiye Diyânet Vakfı, Ankara 1993.
- Kur`ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâl-i Âlisi, Ali Fikri Yavuz, Sönmez Neşriyat, 1984.
- Aksoy Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara 1984.
- Beşer Faruk, Fıkıh Penceresinden Sosyal Hayatımız, Nûn Yayıncılık, İstanbul
1994.
- Canan İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Akçağ Yayıncılık.
- Çakan İsmail Lütfi, Hadislerle Gerçekler, Erkam Yayınları, İstanbul 1990.
- Dînî Terimler Sözlüğü, İhlâs Yayıncılık.
- Doğan Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, 1996.
- Elmalılı Muhammed Hamdİ Yazır, Hak Dîni Kur`ân Dili, Azim Dağıtım, 1992.
- İmam MuhyiddÎn-i Nevevî, Riyazü`s Sâlihîn, Çev. Sıtkı Gülle, Akit Gazetesi,
1995.
- Kızılca İsmet, Allah`ın Mübârek İsimleri.
- Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Neşre Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, Gonca Yayınevi,
İstanbul 1989.
- Özcan İsmail, Özlü Sözler, Erkam Yayınları, İstanbul 1992.
- Seyyid Kutub, Fî Zilâl`il Kur`ân,Çev. E.Emin Saraç, İ.Hakkı Şengüler, Bekir
Karlığa.,Akit Gazetesi,1996.
- Tatlısu A. Osman, Esmâü`l Hüsnâ Şerhi, Seha Neşriyat, 1993.
Kaynak: İBRAHİM
@ Ekrem Yolcu |