FUSSILET SURESI  calig42.jpg (23558 Byte)

Kur'an-i Kerîm'in kirkbirinci suresi.

Mekke'de nâzil olmustur. Ellidört ayet ve yediyüz kelimedir; fâsilasi: Dât, Zi, Ti, Sâd, Be, Zi, Ri, Dâl, Nun, Mîm harfleridir. "Fussilet, uzun uzun ve ayrintili olarak anlatmak demektir. Sure adini üçüncü ayette geçen "Tegabün Fussilet" (Tafsilâtli Kitap) lâfzindan almistir.

Kur'an-i Kerîm'in tafsilâtli kitap olmasi söyledir:

Onda yüzondört sure, altibinalitiyüzaltmisalti ayet bulunmaktadir. Bütün kitapta mucizevî bir üslûp, belig ifadeler hakim olup; temel olarak inanci Allah'in varligi ve birligi, kudretinin delilleri, ahiret günü, müminler, münâfiklar ve kâfirlerin durumlari, emirler, yasaklar, ögütler, kissalar yeralmaktadir.

Kur'an'da geçmis, hal ve gelecege iliskin temel bilgiler yeraldigi için bu kitap tafsilâtli bir kitaptir. Bu bilgiler kesindir ve baska hiçbir bilgi onlarin verdigi malûmati ihtiva etmez. Hangi yaklasimla okunursa okunsun her okuyan onun çok anlamli mucizevî bir metin oldugunu farkedebilir. Allah, kullarina acimis ve bütün hakikatleri bu kitapta bildirmistir. Yeryüzündeki milyonlarca kitap iste bu Kur'an'a dayanmakta ve onu tefsir etmektedir. Kur'an öyle tafsilâtlidir ki, hemen her surede birbirine benzer veya tekrar tekrar vurgulanan gerçekler, birbiriyle baglantili olarak birçok açidan degisik meseleleri islemektedir.

Bu sebeple tarih boyunca yüzlerce tefsir yazilmistir.

Yirmiüç yilda ayet ayet, sure sure tamamlanan bu kitabin koruyucusu Allah'tir ve O, kitabini Arapça indirmisse bunun mutlaka dil açisindan bir hikmeti vardir. Kur'an'in iki kelimesini anlatmak için sayfalarca tercüme yapilmasi da buna basit bir delildir. Ve hiçbir kitap onun gibi göze, kulaga, bütün ruha tesir etmez. Hiçbir musiki onun tilâveti kadar insani rahatlatmaz, duygulandirmaz. Bu yüzden o indirildigi zaman sairler siirlerini Kâbe duvarindan indirmisler, herkes onun ilâhî bir nur oldugunu anlamistir.

Fussilet suresinin ilk ayetleri söyle baslamaktadir:

"Hâ, Mîm. Bu Kur'an, Rahman ve Rahîm olan Allah tarafindan bilen bir kavim için ayetleri çesitli biçimlerde teker teker açiklanmis, Arapça bir Kur'an ve müjde verici bir uyarici olarak indirilmistir. Böyleyken onlarin çogu bunu düsünüp kabul etmekten yüz çevirmistir. Arlik onlar dinlemezler. Onlar, Bizi davet ettigin seye karsi kalplerimiz bir örtü içindedir, kulaklarimizda bir agirlik, bizimle senin aranda bir perde vardir. Artik sen dinince yapabilecegini yap, biz de dinimize göre hareket ederiz.' derler" (1-5).

Surenin basindaki mukattaa harflerinin manasini ancak Allah bilir. O nedenle sureye Hâ-Mîm ve Secde olmak üzere iki kelimeden olusan Hâmîm secde adi da verilmistir. Ayrica Mesâbih, Secde, Akvât adlari da verilmektedir.

Surenin nüzûl sebebi olarak su rivâyet nakledilir: Ebû Cehil ve Kureys'in ileri gelenleri biraraya gelirler; Muhammed (s.a.s)'in durumunu arastirmak üzere sihir, kehânet ve siirden anlayan birini arastirirlar. Utbe b. Rabia, "Ben, bu hususlardan anlarim; Muhammed'in bu gibi islerle bir ilgisi varsa, bunu ortaya çikaririm" der. Utbe, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gider ve, "Ey Muhammed' sen mi daha hayirlisin, Hâsim mi; sen mi daha hayirlisin, Abdûlmuttalib mi?" der. Bu sözleriyle, peygamberlik gelse gelse bunlara gelirdi, demek ister. Peygamber (s.a.s.), cevap vermeden dinlemeye devam etti. Utbe, sözlerini sürdürdü: "Ilahlarimizin aleyhinde konusuyorsun, atalarimizi sapiklikla itham ediyorsun. Reislik istiyorsan seni reis edinelim, mal istiyorsan, seni zengin kilacak kadar mal verelim. Kadin istiyorsan, Kureys kizlarindan begendigin on tanesini seç, al. Hasta isen seni tedavî ettirelim." Hz. Peygamber (s.a.s.), hep susuyor, Utbe'nin sözlerini bitirmesini bekliyordu. Sözünü bitirdiginde, Resulullah (s.a.s.) "Sözlerin bitti mi?" dedi ve, "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek Fussilet suresini okumaya basladi: "Eger yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerinin basina gelen yildirima benzer bir yildirima karsi uyardim" ayetini okuyordu ki, Utbe, yerinden firladi ve Peygamber (s.a.s.)'in agzini eliyle kapadi, devam etmemesi için yalvardi.

Utbe, okunan ayetlerin etkisi altin da kalarak, birkaç gün Kureyslilere görünmedi. Ebû Cehil, Utbe'yi arayarak onu buldu. Utbe, olayi anlattiktan sonra söyle devam etti: "Bundan böyle ben Muhammed'e hiçbir sey söylemeyecegim. Bana öyle birseyle cevap verdi ki, Allah'a yemin ederim, Muhammed'in okudugu ne sihir, ne siir, ne de kehânet türünden birseydir. Bilirsiniz, Muhammed'in söyledigi yalan çikmaz Onu rahat birakin. Basiniza bir azap gelmesinden korkuyorum" (Razî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XXVII, 3: Ibn Hisâm, I, 313 vd., Ibn Kesir, IV, 90 vd.).

Rivâyetten de anlasildigi gibi, sure indigi siralarda Kureysli müsrikler, bu tür meselelerin dedikodusunu yapiyor; Kur'an'i sihir, kehânet ve siir olmakla itham ediyorlardi. (Araplara göre siir de cin isidir. Her saire siiri imlâ ettiren bir cinni vardir Böylece Kur'an'i anlasilmaz kapali sözler manzumesi olmakla suçluyorlardi.

Sure, iddia ettikleri gibi Kur'an'in anlasilmaz sözlerden degil, Arapça bir da kitap oldugu ve sözlerinin apaçik oldugunu anlatmakla konuya giris yapar. Hem Hz. Peygamber de aralarindan çikmis bir insandir. Kur'an'in onun eseri olmasi mümkün degildir; ve o, herseye gücü yeten yüce Allah'in eseridir.

Sure, girisinde konusunu belirlemektedir: Konu, Kur'an-i Kerîm'dir; Allah'in bu indirdigi ayetleri, kâinatta her an olup biten ayetleridir. Ayrica kâfirlere karsi deliller getirilmekte, müminlerin özelliklerine deyinilmektedir. Ibret alinsin diye azaba ugrayan kavimlerin haberleri anlatilirken onlarin neden helâk edildikleri açiklanmaktadir.

Surede Kur'an hakkinda indirilen ayetlerde söyle buyurulmaktadir: "O küfredenler, söyle dedi: "Bu Kur'an'i dinlemeyin. Onun hakkinda (okunurken) manasiz yaygaralar yapin; belki üstün gelirsiniz (susturursunuz)."iste biz o kâfirlere en çetin bir azabi tattiracagiz. Onlari yapageldiklerinin en kötüsüyle cezalandiracagiz. Halbuki o Kur'an cidden sarp bir kitaptir ki, ne önünden ne ardindan ona hiçbir bâtil yanasip gelemez. O, bütün kâinatin hamdettigi o yegane hüküm ve hikmet sahibi Allah'tan indirilmedir. Eger biz onu yabanci dilden bir Kur'an yapsaydik muhakkak ki, " Ayetleri açiklanmali degil miydi? Arabra, Arapça olmayan bir Kur'an mi?" diyeceklerdi. Onlara de ki: "O Kur'an, iman edenler için bir hidayet ve sifâdir. Iman etmeyenlerin ise kulaklarinda bir agirlik vardir. Onlar Kur'an'i duymazlar, duymak istemezler. O Kur'an bunlara karsi bir körlüktür. Onlar, uzak bir yerden çagrilip da duymayan kimseler gibidir. Andolsun ki biz Musa ya kitap (Tevrat'i) verdik de, onda da ihtilâf edildi. Eger Rabbinden bir söz geçmis olmasaydi (hesab gerektirilmemis olsaydi), aralarinda olup bitirilmisti (helâk olmuslardi). Herhalde onlar bundan, süpheci bir tutum içindeler. De ki: Eger o Kur'an Allah nezdinden gelmis de sonra siz ona küfretmisseniz, bana haber verin, haktan uzak bir muhâlefette bulunanin ta kendisi olan sizden daha sapkin kim vardir?"

Günümüzde de inanmak istemeyenler, Kur'an'in Arapça bir kitap olarak indirildigini ve onun yalniz Araplara geldigini söylerler. Halbuki, herhangi bir kitabin ve bu Kur'an'in bütün yeryüzüne sâmil olmasi için yine yeryüzü dillerinden biriyle indirilmesi kadar dogal bir sey olamaz. Aslinda onlarin her birine tek tek de Kur'an indirilse onlar yine inanmazlar. Kaldi ki Allah'in elçisi ve sevgili kulu Muhammed (s.a.s.) Arap toplumunda dogdu ve ona -o ümmiye- Kur'an Arapça indirilmeseydi de meselâ Ibranice indirilseydi, bu sefer de Allah'in buyurdugu gibi "Arap'a Arapça olmayan bir kitap mi?" diyeceklerdi. Kisaca, kâfirler, yolu yokusa sürmek için her zaman saçmasapan iddialarda bulundular. Kâh onu Muhammed uydurdu" dediler, ama o ümmî idi; kah "Bunlar defi saçmasi" dediler ama onun gibi bir ayet dahi getiremediler. Yine onlar ayetlerin mucizeligini reddettiler; siyak ve sibakini, ayetlerin anlam örgüsünü bozarak ayetleri asil manalarindan baska manalara tefsir ederek sapittilar. Ama, Kur'an'in hiçbir bilgisini yalanlayamadilar. Kur'an'in dogrulugu her zaman ortada var oldu ve var olup gidecektir. Onlar Muhammed'e "mecnun" dediler ama onun dogumundan beri aralarinda yasayan en dürüst insan oldugunu da reddedemediler. Allah onlara ayetlerini gösterdi. Her peygamberi ve onlara verilen kitabi da geçmiste kavimleri yalanlamislardi. Ama baslarina korkunç azap gelmis Meselâ Âd ve Semud bunlardandi. Dogru yol gösterildigi halde körlügü tercih etmislerdi. Allah da onlari alçaltici azabin yildirimi ile yakalayiverdi. Ancak iman edenleri ve sakinanlari kurtardi. Allah söyle buyurmaktadir: "Iste siz kulak, göz ve derileriniz aleyhinizde Sahitlik eder diye korunuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarinizin birçogunu Allah'in bilmeyecegini saniyordunuz. Iste bu sizin zanniniz, Rabbiniz hakkindaki zanniniz sizi bir yikima ugratti; böylelikle de kayba ugrayanlar olarak sabahladiniz" (22-23). Hz. Peygamber, (s.a.s.) bu ayeti çok veciz bir sekilde açiklamistir: "Rabbin, kulum beni nasil tasavvur ederse ben öyleyim, der." Yani insan Allah'i nasil tasavvur ederse, amellerini ona göre ayarlar. Müminin amelinin dogru olmasi, kâfirin amelinin yanlis olmasi gibi.

Suredeki ahlâkî kaideler:

1. "Allah'a çagiran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben müslümanlardanim diyenden daha güzel sözlü kimdir? Iyilikle kötülük esit olmaz. Sen en güzel olan tarzda kötülügü uzaklastir; o zaman görürsün ki, seninle arasinda düsmanlik bulunan kimse sanki sicak bir dost oluvermistir. Buna da sabredenlerden baskasi kavusturulmaz. Ve buna büyük bir pay sahibi olanlardan baskasi da kavusturulmaz. Sayet sana seytandan yana bir kiskirtma gelecek olursa hemen Allah'a sigin. Çünkü O isitendir, bilendir" (33-36). "Kim sâlih bir amelde bulunursa kendi nefsi lehinedir, kim de kötülük ederse o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullara zulmedici degildir... Insan hayir istemekten bikkinlik duymaz, fakat ona bir ser dokundu mu artik o umutsuzluga kapilir" (46, 49). "Insana nimet verdigimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer, ona bir ser dokundugu zaman ise artik o genis dua eden biridir" (51).

Bu âyetlerde Allah, insan psikolojisinin degismez gerçeklerini bildirmekte, mü'minlerin amellerinin bosa gitmeyecegini, fazlasiyla karsiligini verecegini, beyan edip onlari cennetle müjdeleyerek tesvik etmektedir. Daha önce kötü insanlara kötü, iyi insanlara iyi arkadaslari nasib ettigini haber veren Allah Teâlâ, müslümanlar henüz az bir grup iken ve Mekkeli kâfir çogunlugun baskilariyla bunalirken, onlara kötülügün tabiati icâbi zayif ve çökmeye mahkum bulundugunu beyan etmekte; iyilik ve dogrulugun iddia ettikleri gibi zayif degil, aksine hakiki fethedici bir güç oldugunu bildirmektedir. Kaldi ki, mü'minlerin en büyük vasfi, kötülüge iyilikle karsilik vermektir. Hiçbir kötülük, iyiligin yüceligi karsisinda tutunamaz, çöker. Iste Allah mü'minlerin bu vasfini "büyük bir pay" diye nitelendirmektedir. Çünkü gerçekten bunu herkes yapamaz. Genellikle insan, kötülüge kötülükle mukabele etmek ister; hatta insan kinci ve intikamcidir. Ancak o en güzel ahlâka sahip Rasûlullah'(s.a.s.)'dir ki, kendisine her kötülügü yapanlari, hattâ zehirlemek isteyenleri bile affetmistir. Iste müslümanin tavri budur.

Üstelik müslümanin bu tavrindan seytan kahrolur. Çünkü o her zaman müslümanin hatali bir tavrini yakalamak ister. Seytanin kiskirtmasi iste budur. Onun tuzagi müminlerin açigini kollamaktir. Ebû Hûreyre bu konuda söyle demektedir: "Bir gün birisi Resulullah'in yaninda Ebû Bekir'e geldi ve ona sürekli sövmeye basladi. Ebû Bekir susuyor, cevap vermiyor, Resulullah da sesini çikarmiyordu. Ebû Bekir sonunda tasti ve sert bir karsilik verdi. Resulullah'in çehresi hemen degisti ve oradan uzaklasti. Hz. Ebû Bekir ona yetiserek niçin böyle davrandigini sorunca o söyle buyurdu: "Sen sessiz durdugun sürece bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Fakat sen agzini açtiginda yanina seytan geldi. Bense seytanin oldugu yerde bulunmam. " Bu tavir, müminlerin her zaman Allah'in hiçbir seyden habersiz olmadigini dâima hissetmektir. Zaten kâfirler haksiz yere kötülük çikarirlar; giderek bunalima düserler; sürekli sek ve süphe içinde hastaliga yakalanmis gibi olurlar ve sonunda hevâ ve hevesleri onlari helâka götürür. Allah hiçbir zaman zulmetmez, salih amelleri zayi etmez ve kötülükleri de cezasiz birakmaz.

Nihayet sure su ayetlerle sona ermektedir:

"Biz ayetlerimizi hem âfakta hem de (enfüsde) kendi nefislerinde onlara gösterecegiz. Öyle ki, süphesiz onun hak oldugu kendilerine besbelli olsun. Herseyin üzerinde senin Rabbinin sahit olmasi yetmez mi? Dikkatli olun; gerçekten onlar Rablerine kavusmaktan yana derin bir kusku içindedirler. Gözünü aç; gerçekten O, herseyi kusatandir" (53-54).

Müfessirler ayetlerin gösterilmesi konusunda su önemli görüsleri ortaya koymuslardir:

1. Onlar, Islâm'in kisa bir sürede çevreye yayilacagini, ve kendilerinin de teslim olacaklarini tahmin edemezler. Nitekim Islâm'in adâleti her yere yayilinca herkes ayetleri gördü.

2. Allah insanlara kendi vücutlarinda, yeryüzünde, gökyüzünde ayetlerini göstermektedir. Her devirde bilimin yeni bulgulari kesifler ve icatlar buna bir isarettir.

3. Tabiî ölüm halinde veya ölmeden önce ölerek herseyden hakki görmekle ayetler gösterilecektir.

4. Bu ayetler, indikleri tarihsel ortam içerisinde Bedir zaferi, Mekke'nin Fethi vb. olaylara isaret ederek mucizevî haberler yakin gelecekte gerçeklestigi gibi; dünya döndükçe genelde tüm insanlar ve toplumlar üzerinde de gerçeklesecektir.

Genel Olarak Fussilet Suresi su mesajlari tasir:

1. Allah'in kelâmi Arapça'dir; bir müjde, bir uyaricidir; dileyen akil sahipleri onu okursa gerçegin farkina varir. Kalpleri kapanmis kisiler ise onu anlayamazlar.

2. Inkârcilar ne yaparlarsa yapsinlar kendi aci sonlarini hazirlamaktan baska birseye nâil olamazlar. Allah'in bir oldugu gerçegi degismez.

3. Ne kadar aptal beyinsizdir su inkârcilar. Allah onlari yoktan varetmis, iste su kâinatta sayisiz nimetleri onlarin emrine vermis, su âlemin nizamini saglamis oldugu halde ve kullarina hidâyete iletmek için Islâm'i bildirdigi halde ona inanmiyorlar ve üstelik elçisini, kitabini yalanliyorlar. O halde geçmis ümmetlerin anlatilan aci âkibetleri de onlari düsündürmüyorsa, cehennem atesinde yanmalari kaçinilmazdir.

4. Simdi müminlere karsi güçlü gibi görünen, seytanin da her kötülügü güzel gösterdigi, akilsiz güruh, kiyâmette birbirini bile tanimayacaktir.

5. Kur'an, istenildigi kadar mesaji engellenmeye çalisilsa da tahkim edilmistir ve kimse onun insanlara ulasmasini önleyemez.

6. Allah herseyi yaratandir; yaratiklarina karsi çok merhametlidir ve o yarattiklarini basibos birakmaz, onlara dogru yolu gösterir; bu onun büyük bir fazlidir. Zaten hayat bir imtihandir, bir oyalanmadir.

7. Peygamber de bir insandir ve aldigi vahyi teblig eder.

8. Allah riziklari dört günde takdir etti; sonra kendisi duman halinde olan göge yöneldi; yeri ve gögü yedi gök olarak iki günde tamamladi ve her bir gökte kendi emrini vahyetti; dünya gögünü de kandillerle süsleyip donatti ve bir koruma altina aldi. Iste bu üstün ve güçlü olan, bilen Allah'in takdiridir. O halde nasil O'na ortaklar kosabiliyorlar? Allah'a karsi edepsizlik edip de Resulünü tanimiyorlar ve,

"O dileseydi bize melek gönderirdi" diye yalanliyorlar? Veya Kur'an'i Arapça diye küçümsüyorlar?

9. Müminler, kâfirlerin bu dünyadaki geçici üstünlüklerine aldirmasinlar. Seytan ve dostlari bir tarafta, müminler ve melekler bir taraftadir. Müminler, cennete gitmekle müjdelenirler ve onlara, "Orada artik tüm sikintiniz, çileniz bitti, sonsuz nimetler sizin," denilir. Oysa kâfirler "bir yolcunun agaç gölgeliginde dinlenmesi gibi olan su kisacik oyalanma dünyasindan" sonra cehennem'e giderler. Onlar da orada ebedî kalicidirlar.

Sait KIZILIRMAK