SAD SÛRESI

Kur'an-i Kerim'in otuz sekizinci suresi. Seksen sekiz âyet, yedi yüz otuz iki kelime, üç bin altmis dokuz harften ibarettir. Fasilasi "ba, cim, dal, ra, sad, ti, kaf, lam, mim ve nun" harfleridir. Mekkî surelerden olup, Kamer suresinden sonra nâzil olmustur. Adini birinci âyetin ilk harfi olan "Sad" harfinden almaktadir.

Süre, diger Mekkî sürelerde oldugu gibi tevhid ve risalet gerçegini islemekte, Rasûlüllah (s.a.s)'e gelen vahye Mekke'nin ileri gelen müsriklerinin itirazlarinin tutarsizligini ortaya koymakta; müsrikler, geçmis kavimlerden ve peygamberlerden örnekler verilerek, davet edildikleri din karsisinda gösterdikleri direnmeden dolayi baslarina gelecek azaplarla uyarilmaktadirlar.

Rasûlüllah (s.a.s)'in, Allah tarafindan peygamber seçilip, bir uyarici olarak gönderildigini açikladigi ve insanlari almis oldugu vahye uymaya çagirdigi zaman, müsrikler bunu hayret ve saskinlikla karsilamislardi. Onlarin, Muhammed (s.a.s)'in peygamberligini inkâr etmelerinin sebebi, onun söyledigi seylerde gerçekte bir yanlislik görmeleri degildi. Onlar, risaletin verilmesi gereken kimsenin, toplumun zengin ve ileri gelenlerinden biri olmasi gerektigini zannediyor, bu özelliklere sahip olan kendi aralarindan birisinin degil de, yetim ve hiçbir dünyevî iktidara sahip olmayan birisinin seçilmesini anlayamiyorlardi. Aslinda onlari buna sevkeden sey gurur, haset ve kinleriydi.

Diger taraftan atalarinin dinine körü körüne bagli kalmak istemeleri de onlari inada sürüklüyordu.

Allah Teâlâ, sürenin ilk âyetinde Kur'an-i Kerim'e kasem ederek meselenin inkâr edenlerin iddia ettikleri gibi olmadigini; Sad, seref ve ögüt dolu Kurân'a yemin olsun ki durum kafirlerin iddia ettigi gibi degildir" (1) ifadesiyle bildirdikten sonra, onlarin Islâm'in karsisinda bu sekilde bir tavir almalarinin sebebini su sekilde açiklamaktadir:

"Bilakis onlar, bos bir gurur ve ihtilaf içindedirler" (2).

Allah Teâlâ peygamberlerini sürekli olarak, gönderildikleri toplumlarin arasindan seçmistir: "Biz, her peygamberi gönderildikleri insanlara kolayca anlatabilmeleri için, kavimlerinin diliyle gönderdik..." (Ibrahim, 14/4). Aslinda bu, insanlar için bir rahmettir. Çünkü peygamber olarak seçilip görevlendirilen kimse kendi aralarinda bulundugu ve günlük hayati beraber yasadiklari için onu her haliyle tanirlar. Dolayisiyla onun bir yalanci mi yoksa dogru söyleyen biri mi oldugunu yakinen bilirler. Ayrica dini ögrenme konusunda onunla rahatça ünsiyet kurarak getirdigi mesajin gerçeklerini ögrenebilirler. Durum böyle oldugu halde, tarih boyunca inkâr eden toplumlar, gönderilen peygamberlerin bir melek degil de kendileri gibi yiyip içen, gezip dolasan kendi aralarindan biri olmasini her zaman yadirgamislar ve bunu tuhaf karsilamislardir. Kur'an-i Kerim degisik âyetlerde bunu dile getirmektedir. Nuh (a.s)'in kavmi, onun için söyle demisti: "Bu, sizin gibi bir beserden baska bir sey degildir. Yediklerinizden yer, içtiklerinizden içer" (el-Müminûn, 23/33). Nuh (a.s)'dan sonra, çok uzun zamanlar geçtigi ve nice kavimler yalanladiklarindan dolayi helâk edildikleri halde inkâr mantigi bir degisime ugramamisti. Mekkeli müsrikler, inkârda atalari olanlar gibi "... Bu, sizin gibi beserden baska bir sey midir? Gözünüz göre göre sihre mi gidiyorsunuz?" (el-Enbiya, 21/3) diyorlardi. Aslinda onlar Rasûlüllah (s.a.s) için "sihirbazdir" derlerken iddia ettikleri seyin dogru olmadigini biliyorlardi. Müsrikler, her türlü iskenceye ragmen iman edenlerin Islâm'a bagli kalmalari karsisinda acze düsmüsler ve bunu insanlarin zihinlerini bulandirmak için bir yöntem olarak seçmislerdi. Süre, Mekke müsriklerinin bu durumunu;

"Aralarindan bir uyaricinin gelmesine sasmislardi, kafirler; "Bu, pek yalanci bir sihirbazdir. Ilahlari tek bir ilâh mi yapti? Dogrusu bu tuhaf bir seydir" dediler" (4-5) âyetiyle dile getirmektedir.

Allah Teâlâ, onlarin vahiy karsisinda takindiklari süphe içersindeki hallerini cevaplarken kendisinin güç ve kudretinden ne kadar habersiz olduklarini belirterek söyle demektedir:

"Yoksa göklerin, yerin ve aralarindakilerin mülkü kendilerine mi aittir? Öyle ise, yollarini bulup göklere çiksinlar" (10).

Insanlarin bu konuda aci içerisinde bulunduklari ve hiç bir güce sahip olmadiklari halde, Allah Teâlâ'nin peygamber seçimi konusunda itirazda bulunmalari kadar mantiksiz bir sey yoktur. Kâinâtin yaraticisi ve tek mâliki olan Allah Teâlâ'nin seçimine itiraz etmeye kimin gücü yeter. Pesinden gelen âyette Islâm'a itirazda bulunan ve müslümanlara kötülük yapmak için gece gündüz ugrasan müsriklerin her zaman maglup olmaya mahkum olduklari bildirilmektedir:

"Onlar, orada çesitli gruplardan meydana gelen, maglup olmaya mahkum derme çatma bir ordudur" (11).

Allah Teâlâ, Nuh kavmi, Ad, Firavun, Semud, Lût kavmi ve Ashabul-Eyke'nin yalanlamalari ve azabi haketmelerini misal vererek, müsriklerin, inkârlarindan dolayi: "Rabbimiz! Hesap gününden önce payimiza düsen azabi hemen gönder" (16) demelerinin sonuçlari karsisinda onlari uyarmakta ve bunun kendisi için zor bir sey olmadigini bildirmektedir: "Onlar ancak bir çigligi bekliyorlar. Onun geri dönüsü yoktur" (15).

Pesinden gelen âyetler de Allah Teâlâ Rasûlüllah (s.a.s)'e, müsriklerin inkâr ve asiri düsmanliklarina sabrederek teblige devam etmesini bildirirken, daha önce göndermis oldugu, Davud (a.s), Süleyman (a.s) ve diger bazi peygamberlerin kissalarini zikrederek mülkün kendi elinde oldugunu, kullarindan diledigini diledigi sekilde riziklandirdigini misaller vererek açiklamaktadir. Bu arada kâfirlerin, yerin ve göklerin yaratilisi hakkindaki sapik düsüncelerine ve kendilerinin yer yüzünde basibos birakildiklarini zannederek hiç bir ilâhî yükümlülügü kabul etmemelerine "Biz gögü, yeri ve aralarindakileri bosu bosuna yaratmadik. Bu, kâfirlerin zannidir. O ates sebebiyle vay o kafirlerin haline" (27) seklinde cevap verilmektedir. Iman edip salih amel isleyenlerle, inkar edip bozgunculuk çikaranlarin bir tutulmayacaklari gerçegi vurgulandiktan sonra, Kur'an-i Kerim'deki âyetlerin akil sahibi kimselerin ibret almâlari için indirildigi bildirilmektedir:

Bu Kur'an, âyetlerini iyice düsünsünler, akil sahipleri ibret alsinlar diye sana indirdigimiz mübarek bir kitaptir" (29). .

Rasûlüllah (s.a.s)'e ve onun sahsinda bütün iman edenlere hitaben, önceki peygamberlerden bazilarinin isimleri zikredilerek onlarin durumlarinin hatirlanmasi istenmektedir. Bundan gözetilen maksadin ne oldugu ise su sekilde açiklanmaktadir: "Bu kissalar bir hatirlatmadir. Süphesiz Allah'tan korkanlar için güzel bir akibet vardir" (49).

Allah'tan korkan ve O'nun emirlerini hiç bir beseri gücün baskisindan korkmadan yerine getirmeye çalisan kimseler için Cennetteki mükafatlar zikredildikten sonra, inkâr edip haddi asanlar için hazirlanmis olan Cehennemdeki korkunç azaplar hatirlatilir.

Dünyada birbirini Islâm'a karsi düsmanlik için yönlendiren kimseler kiyamet gününde içine girecekleri Cehennem azabini gördükleri zaman bu duruma düsmelerine sebep olanlari suçlayacaklardir. Ancak, Allah'a ortak kosmada müsriklere önderlik eden kimseler bir mazeret bulamayacaklari için durumlarini kabul etmek zorunda kalacaklar ve kendilerine Cehenneme girmek üzere gösterilen dünyadaki baglilarina hiç iltifat etmeyeceklerdir. Öte taraftan onlara tabi olmus kimseler de onlardan yüz çevireceklerdir:

"Kâfirlerin önderlerine; "Iste dünyada size uyan su gruplar da sizinle birlikte Cehenneme atilacaktir" denir. Onlar ila; "Onlara merhaba yok. Çünkü onlar da Cehenneme gireceklerdir" derler. Bunun üzerine dünyada onlara uyan gruplar da "Asil size merhaba yok. Bu Cehennemi bize siz hazirladiniz. Ne kötü yermis. Ey Rabbimiz bunu bize kim hazirladiysa, onun azabini Cehennemde kat kat artir" derler" (59-61).

Insanlar O'ndan yüz çevirirler, ancak Kur'an'da haber verilenler büyük bir haberdir:

"Sen söyle de: "Söylediklerim, çok büyük haberdir. Siz ise O'ndan yüz çeviriyorsunuz" (67-68).

Daha sonra, iman etmekten yüz çevirmenin gerçek sebebinin cahilce kibirlenme ve büyüklük taslamadan baska bir sey olmadigi, inkârin temeline inilerek ve Iblis'in, Adem (a.s)'a secde etmekten kaçinarak rahmetten kovulmasi olayi anlatilarak ortaya konmakta ve onun kiyamete kadar sürecek olan fonksiyonu dile getirilmektedir: "Iblis; "Ey Rabbim! Insanlarin tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi. Allah da "Sen vakti belli olan bir güne kadar mühlet verilenlerdensin" dedi. Iblis "Izzet ve serefine yemin olsun ki, onlardan ihlasli kullarin hariç, bütün insanlari yoldan çikaracagim" dedi. Allah (c.c) söyle dedi: "Ben Hak'kim hakki söylerim. Yemin olsun ki ben, Cehennemi sen ve onlardan bütün sana uyanlarla dolduracagim" (79-85).

Süre, bütün bu anlatilanlardan sonra, insanlari bir defa daha uyararak son bulmaktadir:

"Bu Kur'an, sadece âlemlere bir ögüttür. Onun haberlerinin dogru oldugunu bir müddet sonra mutlaka ögreneceksiniz" (87-88).

Ömer TELLIOGLU

Hazirlayan: Muhammed Faruk