|
Suheyb-i Rûmî (r.a)
Zühdü
MERCAN
FEDAKÂRLIK ÂBİDESİ
SUHEYBİ RÛMÎ (r.a)
Hz. Suheybi Rûmî, Hz. Peygamber (sas)le arkadaşlık edenlerin başında
gelen bir sahabidir. Mekkeye sonradan gelmesine rağmen, kendini onlara
kabul ettirmiş, büyük simadır. Başta Hz. Peygamber olmak üzere,
Hz. Ömer gibi, Ashabın önde gelenlerinin takdirine mazhar olmuş,
Altın Kuşakın mümtazlarından biridir.
İslâm Öncesi
Musula yakın Dicle kıyılarında Übülle isimli bir şehirde
dünyaya gelmiş. Ailesi hakkında detaylı bilgimiz yoktur. Babasının
adı Sinan b. Malik. Hz. Suheyb durumunu şöyle anlatıyor: Ben
Musul ahalisinden Nemr b. Kasıt hanedanına mensubum. Küçük bir çocuk
iken esir edildim ve ailemi kaybettim. Bir kısım rivayetlere göre
dedesi, buraya İran hakimi Kisra tarafından şehrin idarecisi
olarak tayin edilmiştir.
Fakat küçük yaşlarda iken, oturdukları Übülle kenti, Rumların
yağmasında kaçırılıp esir edildiği ve köle
olarak Mekkede İbn Cedaya satıldığı için Rûmî
nisbesiyle meşhur olmuştur. Burada Allahın hikmetini görmemek
mümkün değildir: Allahu Tealâ, Peygamber Efendimize arkadaş (sahabî)
olacak bu zatı, uzun yollardan dolaştırarak, farklı mekânları
gezdirerek değişik insanlarla tanıştırmış
ve sonunda Mekkeye getirtmiştir. Burada yanan İslâm meşalesinin
etrafında halkalanan ilklerden olma şerefini ihraz ettirmiştir.
Kim bilir, babasının yanında kalsa, ailesi ile müreffeh bir
hayat sürse bu şerefe nail olabilecek miydi? Evet, Allah nasip
edecektir; lâkin aramadan, ter dökmeden asla.
İbn Ceda, daha sonra Hazreti Suheybi azat etmiş, hayatının
geri kalan kısmına, o kabilenin halifi (anlaşmalısı,
o günkü Arap toplumunda, sonradan Mekkeye gelen birisi, orada mukim bir
kabile ile anlaşarak oraya yerleşebilirdi.) olarak devam etmeye başlamıştır.
Bu sıralarda İslâm da arzın merkezinde nurunu neşretmeye
başlamıştı. Tanıştığı Ammar b.
Yasir vasıtasıyla Nurun kaynağı ile temasa geçmiş ve
Onu (sallallahü aleyhi ve sellem) görünce hemen nuraniler halkasına
dahil olmuştu. Ve dahil olmasıyla, Mekkede güçlü bir aşirete
mensup olmayan Müslümanların maruz kaldığı işkencelere
o da maruz kaldı.
Onlar için artık ikinci bir devre başlıyordu: Hicret devresi.
Malından, yurdundan, eşinden.. herşeyden ayrılma, Allah rızası
için bütün bunları terketme devri başlamıştı.
Hicret Yolunda
Hicret, Allah yolunda olursa kutludur. Onun rızası uğrunda
olmadan yapılan tüm yolculuklar ve göçmeler, basit birer yer değiştirmedir
sadece. Hz. Suheyb, azat edildikten sonra iyi bir demirci olmuş, atölye
işletmeye başlamıştı. Birinci sınıf bir
demirci olarak bir şeyler artırmıştı da. Hicret emri
gelince, gizlice hazırlıklarını yapmış, kimseye
farkettirmeden çıkmanın yollarını aramaya başlamıştı.
Lâkin etraflarından insanların birer ikişer kaybolmaları,
Mekkelileri huylandırmıştı. Bunun için Hz. Suheybin
Mekke çıkışında etrafını kuşattılar. İyi
bir okçu olarak temayüz etmiş Hz. Suheyb, sadağını çıkarıp
önüne koydu. Bir eliyle de kılıcını tutarak onlarla
pazarlığa girişti. Onlara kendisinin iyi ok tattığını,
okları bitinceye kadar kimsenin yanına gelemeyeceğini, sonra
da kılıçla bu işin uzayacağını hatırlattı.
Olayın bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:
Peygamber (sa), Hz. Ebu Bekir (ra) ile birlikte Medineye doğru yola
koyuldu. Ben de onlarla birlikte gitmeye niyetlenmiştim.. Ama karşıma
Kureyşli gençler çıktı. O geceyi hep ayakta geçirdim. Hiç
oturamadım. Mekkeliler; Allah (cc) sizi Mekkenin ortasında bırakarak
alıkoydu, Peygamber'e yetişemediniz dediler. Ben halimden şikayetçi
değildim. Bazıları beni ısrarla yolumdan geri döndürmek
istediler. Onlarla pazarlığa oturdum: Size keseler dolusu altın
ve iki güzel elbise versem bana güvenir ve yolumu açar mısınız?
dedim. Teklifimi kabul ettiler. Onları Mekkeye geri gönderdim ve hemen
yola koyuldum. Peygamber (sa), hicret yolunda konakladığı Kubadan
hareket etmeden önce ona yetiştim. Peygamber (sa) beni görünce Ey Yahyanın
babası! Alışverişin ne kadar kârlıydı, bir
bilsen diyordu. Ben de ona şöyle dedim: Ya Rasülallah! Kimse sana
benden önce gelmedi, haber vermedi. Öyleyse seni benden haberdar eden Cibril
(as) olsa gerektir dedim.
O da kârlı bir alışverişle imanını satın
aldı, hicretini satın aldı, âhiretini satın aldı. Açsusuz
Medine yolundaydı artık. Gecesi gündüzü ile günler sürecek yolculuğuna
başlamıştı. Artık gündüzlerini güneşin tüm yakıcılığı,
gecelerini de çölün ayazları dolduracaktı. Ama buna baştan razı
olmuştu. Allahın rızası o gün bundaydı çünkü...
Medineye ulaştığında tüm takatını tüketmiş,
tükenmenin ne olduğu bütün dehşetiyle görmüştü. Medine gözlerinin
önünde tüllendiği zaman, ayakta duracak hali kalmamıştı
artık. Hemen Sad b. Hayseme hazretlerinin evine misafir edildi. Bir müddet
dinlendikten sonra ancak kendine gelebildi. Bu arada kendini araştıran
Resuli Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, ondan yolculuğunun
hikayesini dinlemiş ve şöyle buyurmuştu: Kârlı bir alış
veriş yaptın Ya Ebu Yahya buyurmuş,ardından da şu âyeti
kerimeyi okumuştu: İnsanlardan öylesi vardır ki, Allahın
rızasını kazanmak için kendini fedâ eder. (2, Bakara:207).
Nitekim bu âyetin Hz. Suheybi Rumi hakkında nazil olduğu rivayet
edilmiştir.
Onun dini uğrunda katlandığı bu fedakârlığı,
Yüce Rabbimiz karşılıksız bırakmamış, gönderdiği
bir âyetle tescil etmiş ve kıyamete kadar gelecek Müslümanlara da
ibretle okutmaktadır.
Gazveler Dönemi
Resûli Ekrem Efendimiz ve Müslümanlar, Kutlu Medineye gelince iş
bitmemiş, aksine yeni başlamıştı. Artık önlerinde
yeni ufuklar açılmıştı; Allahı anlatmada yeni imkânlar
ortaya çıkmıştı; İslam binasını, asırları
da kuşatacak şekilde inşa etmek görevi yeni başlıyordu.
İslâmı daha geniş kitlelere duyurma vazifesi vardı. Bütün
bunlar yapılacaktı: lâkin, insanlar buna henüz hazır değillerdi.
Nurun yayılmasına engel olmaya çalışanlar çıkacaktı.
Bunun için Resuli Ekrem Efendimiz tedbirini almış, Medinede
bulunan diğer gruplarla bir anlaşma imzalamıştı. Böylece
Medinede nispî bir rahatlık vardı. Artık tüm güçleriyle dışarı
açılıp Allah adını duymayanlara duyurma görevi kendilerini
bekliyordu. Bedir bu görevin duraklarından biriydi; Uhud, bir diğeri;
baştan sona her şeyiyle zorluk demek olan Tebuk bir diğeri...
Suheybi Rûmî hazretleri bu gazvelerin hapsine katılmış,
kendinden bekleneni yerine getirmişti. İyi ok attığına
daha önce temas etmiştik. Bu maharetini her savaşta konuşturmuş,
Resuli Ekremin övgülerine mazhar olmuştu. Kendisi o günleri şöyle
anlatır: Suheybin torunu, dedesinden naklediyor: Rasülullah (sas)ın
bulunduğu her yerde ben de vardım. Ona bîat edilirken oradaydım.
Bir seriyye (öncü kuvvet) gönderilirken orada ben de bulunurdum. Peygamber (sas)in ilk
savaşından son savaşma kadar, ya sağında ya da
solunda yer aldım. Ordunun önünde onu korurdum. Düşmanlar kaçarken
onları arkalarından kovalardım. Resuli Ekremi hiç düşmanla
başbaşa bırakmadım.
Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem onun için Suheyb, ne güzel kuldur
buyurmuştu. Gökler ötesinin bu ve daha önce geçen senalarına
mazhariyet az bir şey değildi; hayatına bir köle olarak başlamış,
imkânsızlıklarla boğuşmuş, türlü işkencelere
tahammül etmiş Hz. Suheyb, Allahın ve sevgili Resûlünün takdirine
mazhar olmuştu.
Vefatı Nebiden
Sonra
Efendimiz'den sonra da hayat devam etmişti. Şimdi, İslamın
sadece Onun şahsına bağlı olmadığının
tescili yapılacaktı. Hz. Suheyb ve diğer Ashabı Kiram
Efendilerimiz, bu ağır görevin yükü altında idiler. Bu dönemde
Hz. Suheybin ne yaptığını kaynaklarımızda
bulamıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla, Hz. Ömerin şehadetinden
sonra kendi yerine imam olarak tayin edilen zat olarak karşımıza
Hz. Suheyb çıkıyor. Hz. Ömer Efendimiz'in sevip takdir ettiği
insanların başında gelen bu zat, böylece ümmete üç gün de olsa
imamlık, yani halifelik yapmış oluyordu. Yeni Halife seçilinceye
kadar bu görevini sürdürmüştü. Ki, bu görevin, pek çok sahabenin hayatta
olduğu bir dönemde ona teslim edilmesi, onun liyakatini gösterdiği
gibi, insan değerlendirilmesinde liyakat dışında başka
bir ölçünün geçerli olmadığını işaretlemiş
oluyordu.
Vefatı
Hicretten sonra, 38. senesinde, Medinedeki evinde, gün görmüş, yaş
yaşamış bir insan olarak 73 yaşında vefat etti. Resuli
Ekremden sonra ortaya çıkan fitnelere iştirak etmemişti. Baki
mezarlığına defnedildi.
Hayatından ve Ahlâkından Kesitler
Malını infak edebilen, canını Allah (cc) için tehlikeye
atabilen, dinini iyi bilen ve Rabbine düşkün olan Hz. Suheyb,
muhacirlerden, cömert bir tüccardı. Orta boylu, kırmızı
tenli bir insan olan Hz. Suheyb, yüksek ahlâka sahip bir zattı. Fazilet
ve kemal sahibi idi. Hazır cevap birisi olarak lâtifeleri meşhurdu.
Çok cömertti.
Torunu, dedesi Hz. Suheybden şöyle bir olay nakleder: Hz. Ömer (ra)
bana sordu: Suheyb! Senin künyen var. Ama çocuğun yok. Araplar arasında
yetiştin. Ama sen Rumî lâkabını taşıyorsun. Bu nasıl
oluyor? Ben şöyle cevap verdim:
Ey müminlerin emîri! Peygamber (sas) bana Ebu Yahya diyerek künye verdi, çocuğum
olmasa ne olur? Rum soyundan olmama gelince, ben Nemr b. Kasıt
kabilesindenim. Çocukken Musulda esir edilmiştim. Onları ailem
bildim.
Suheyb (ra) ın bereketlenen yemeği: Yine torunu Hamza b. Suheyb
anlatıyor: Suheyb çok yemek yedirirdi. İkram etmeyi severdi. Hz. Ömer
(ra) sordu: Ya Suheyb! Sen çok ikram ediyorsun, çok yemek yediriyorsun. Bu
malda israfa yol açmaz mı? Suheyb şöyle cevap verdi: Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu: Sizin en hayırlılarınız,
yemek yedirenleriniz ve selâmı alanlarınızdır. Ben de bu
sözden dolayı yemek yedirmeyi severim.
Hz. Suheyb anlatıyor:
Peygamber (sas) efendimiz için yemek yaptım. Onu çağırmaya
gittiğimde bir grup insanla birlikte sohbet ettiğim gördüm. Uzaktan
karşısına geçip anlatmak istediğimi gözümle ima ettim. O
da bana ; Ya bunlar, bunlar da gelsin mi? diye ima ile cevap verdi. Ben, hayır
anlamına gelen bir işaret yapınca o cevap vermedi. Yerimden
kalktım. Rasulullah (sas) tekrar bana baktı. Ben yine işaret
ettim. O da aynı
şekilde bunlar? diye sordu. Ben iki ya da üç defa hayır
dediysem de sonunda kabul ettim. Evimde çok az yemeğim vardı.
Peygamber (S.A.V) yanındakilerle birlikte geldi. Hepsi yediler. Yine de
yemek arttı.
Kaynak: Yeni Ümit dergisi, sayi
49
|
.
|