ÇANAKKALE
AHMET MİROĞLU
Yüzyılın son centilmen savaşları
Çanakkale Savaşları, yüzyılın son centilmen savaşları olarak
değerlendirilir. Bu değerlendirme, özellikle karşı karşıya gelmeden
sadece teknolojik üstünlüğe dayanarak yüzlerce, hatta binlerce kilometre
öteden füzelerle, gemilerle ve uçaklarla yapılan günümüzün ahlâksız
savaşlarına kıyasla, savaş ahlâkı ve kuralları açısından bakıldığında
son derece farklıdır.
Bu
savaşta askerlerimiz, iman hassasiyetleriyle bütün dünyaya büyük bir
insanlık dersi vermişler ve savaşın merhamet boyutunu, düşmanlığın
dostluğa dönüş örneklerini göstermişlerdir. Onlara göre düşman cephede
iken düşmandır; kurtarılmayı bekleyen bir acziyet içinde iken ve esir
alınmışsa artık misafirdir. Çünkü insandır. Savaş cephe dışında değil,
cephede yapılır. İşte birkaç örnek:
Son zamanlarda Türklerle iyi iletişim kuruyoruz. Siperlerine,
Mısır'daki kamplarımızda tutulmakta olan Türk savaş esirlerinden gelen
ve çok iyi bakıldıklarını anlatan mektuplarıyla, sağlıklı ve mutlu
olduklarını gösteren fotoğraflarını atmıştık. (Gerçi bizim askerler bunu
yapmamızı pek istemiyorlardı ama...) Karşıdan şu cevabı aldık: Sadaka
ile yaşayan bir adam, domuzun, lânetin tekidir. Karnımız tok olduğu gibi,
yedek yiyeceğimiz de bol. Ellerimizde tüfeklerle hazırız. İngilizlerin
çok silah ve cephanesi olabilir. Ancak, bizim de süngülerimiz ve
inancımız var. Eğer iddia ettiğiniz gibi büyük bir millet iseniz, neden
üstün ilkeler doğrultusunda hareket etmiyorsunuz da, başkalarının aklını
çelerek sadakatlerini bozmaya çalışıp alçalıyorsunuz?... (Gazeteci
C.E.W. Bean'ın 10 Kasım 1915'te günlüğüne Türkler: Yaşamın Güzel
Yanları başlığıyla düştüğü notlardan.)
Türkler çok dürüst savaşçılar. Kahramanlık ve cesaretleri tartışılmaz.
İşkence, zulüm ve domdom kurşunu konusundaki tüm iddialar yalandır.
Geçen gün, yanlışlıkla atılan bir şarapnel ile Kızılhaç katırlarından
birisini öldürdüler. Anında özür dilediler. Daha önce de yaralılarımızla
ilgilendiler. Onları, kıyıya bırakıp bize haber verdiler. (Avustralyalı
bir albayın Ekim ayı sonunda ülkesine yolladığı mektupta Siperlerdeki
Yaşam ve Türkler başlığı altındaki ifadelerinden.)
...Hastaneye ateş edilmiyor, zehirli gaz kullanılmıyor. Triumph (savaş
gemisi) isabet alıp batmaya başlayınca, tekrar ateş edilmiyor. Türkler
asla ikili oynamıyorlar. Bunun aksini iddia edenler Gelibolu'ya gelmiş
değillerdir. ( Otago Times Gazetesi, 1 kasım 1915, Savaşçı Olarak
Türk başlıklı yazıdan)
...Şu ana kadar bu cephede Türklerin savaş yöntemlerinin adaletli
olduğunu kabul etmek insaf gereğidir. Türklerle Avustralyalılar
arasındaki savaş mertçe cereyan etmektedir ve sonuna kadar böyle
kalacaktır. Bu savaştan önce Türkleri hor görürdük. Artık böyle bir şey
söz konusu değil. (The Age adlı Avustralya gazetesi, 11 Aralık 1915,
Gaz Bombası Saldırısından Korkulmuyor başlığıyla yayınlanan yorum
yazısı.)
Fatih Sultan Mehmed'in kurduğu şehir
Yunan egemenliğine, Pers hakimiyetine şahit olmuş, İskender'in eline
geçmiş, Bergama, Roma ve Bizans krallıklarını görmüş, Slav ve Hun
saldırılarını göğüslemiş bir yöre... 6. ve 7. yüzyıllarda müslüman
Arapların akınlarına maruz kalmış... Sonra Türkmenlerle tanışmış...
Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklusu, Karesi Beyliği... Ve I. Murad
Hüdavendigar Dönemi (1360-1389)... Artık Osmanlı toprağıdır. Yıldırım
Bayezid Han, Çelebi Sultan Mehmed, II. Murad derken, Fatih...
Çanakkale boğazından geçişi kontrol altına almak isteyen Sultan,
İstanbul'un fethinden 10 yıl sonra Anadolu yakasında Kocaçay (Sarı Su)
ağzındaki bir düzlük üzerine Kal'a-yı Sultaniyye adında bir kale
yaptırdı (1463). Kale stratejik öneme sahipti. Venediklilerle Osmanlılar
arasındaki mücadelelerde sık sık saldırıya uğradı, büyük savaşlara tanık
oldu.
18.
asrın ortalarında ipekçilik, yelken bezi ve çanak-çömlek imalatı ile
şöhret buldu. Artık Kal'a-i Sultaniyye yerine Çanak-Kal'ası adı
kullanılmaya başlanmıştı. Zamanla bu isim Çanakkale'ye dönüştü ve bu
yerleşim birimi bağ ve bahçelerle çevrili, çınarların gölgelediği bir
şehir halini aldı.
Fatih, Kal'a-yı Sultaniyye'nin karşısına Rumeli tarafına bir başka kale
daha yaptırmıştı. Ona da Kilîdü'l-bahr (Kilitbahir, deniz kilidi) adını
vermişlerdi. IV. (Avcı) Mehmed zamanında (1648-1693) Sadrazam Köprülü
Mehmed Paşa Çanakkale Boğazı'na Fatih'in yaptırdığı kalelerin biraz daha
güneyine iki kale daha yaptırdı. Rumeli kıyısındakine Seddülbahir (Deniz
seddi, engeli), Anadolu yakasındakine ise Kumkale adı verildi.
Acılı günlere doğru
Fatih Sultan Mehmed'in hatırası olan Çanakkale, tarihinin en acılı
günlerini 20. yüzyıl başında Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşadı.
O
dönemde rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa'yı ikiye
bölmüştü. Almanya-Fransa ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişme
gerginliğe dönüştü. 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan Veliahdının
bir Sırp tarafından öldürülmesi, bu gerginliği zirveye taşıdı.
Avusturya'nın 28 Temmuz 1914'te Sırbistan'a seferberlik ilanıyla I.
Dünya Savaşı başladı: Bir yanda Almanya, Avusturya-Macaristan, yani
İttifak Devletleri, öbür yanda İngiltere, Fransa ve Rusya'dan oluşan
İtilaf Devletleri...
Bu
arada Osmanlı Devleti dışta ve içte bunalım üstüne bunalım yaşıyor,
toprak ve güç kaybediyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları
ile arka arkaya yenilgiler almış, Doğu Trakya dışında Avrupa'daki bütün
topraklarını kaybetmiş, saygınlığını yitirmişti. Son facialarla devletin
Afrika kıtasıyla ilişiği kesilirken, Avrupa'da çok küçük bir toprağı
kalmıştı. Afrika'da 1.200.000, Rumeli'de ise 250.000 km²' lik yer elden
çıkmıştı. Artık Osmanlı Devleti'nin ölümü bekleniyor, paylaşım plânları
yapılıyordu.
Mesela, Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedefliyor,
İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunu Osmanlı baskısından kurtarmayı,
ayrıca Orta Avrupa'ya sızan Alman-Avusturya ordularını arkadan çevirmeyi
tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya'nın kontrolünü düşlüyor;
Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya'ya
sahip olmak istiyordu.
Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse
de, Rusya'nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı'yı Almanya saflarına
yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914'te yapılan gizli bir antlaşma ile
Alman-Türk ittifakı kesinleşti.
Güvenliğini sağlama almak için seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan
eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914'te İngiliz donanmasından kaçan
Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine
izin verdi ve boğazları tüm yabancı gemilere kapattı.
Nerede o eski Osmanlı Donanması?
Goeben ve Breslau'ın boğazlardan geçmesi İtilaf devletlerinin tepkisine
yol açtı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce
İngilizlere sipariş ettiği ve hatta parasını ödedikleri halde alamadığı
iki gemi yerine satın aldığını açıkladı. Osmanlı Devleti bu konuda
haklıydı. Zira bir zamanlar Akdeniz'i adeta Türk Gölü haline getiren
Osmanlı Donanması ne yazık ki o tarihlerde kayıplara karışmıştı. Düşman
da durumun farkındaydı. Nitekim Kraliyet Armadası Birinci Lordu Earl
Selbourne , 1903'te İngiltere'deki bir brifingde Osmanlı Donanması için
Mevcut bile değil! demekteydi.
Devlet, donanmayı güçlendirmek için teşebbüse geçmiş ve İngiltere'ye
40'a yakın irili-ufaklı gemi siparişinde bulunmuştu. Başlangıç için
günün değerleriyle 4 milyon Sterlin'e iki Drednot (Drednot tipi gemiler
daha hızlı hareket edebiliyorlardı, yüzen bir filo gibiydiler, fakat
yeni deneniyorlardı) ısmarlanmıştı. Birine o dönemde tahtta bulunan
Sultan 4. Mehmed Reşad'dan dolayı Reşadiye, diğerine de Sultan Osman-1
adı verilmişti. Gemilerin alınabilmesi için bütçe yeterli olmadığından
geniş bir bağış kampanyası düzenlenmiş, kahvelerde, halkın toplu olarak
bulunduğu yerlerde, müsamerelerde ve eğlencelerde, hatta öğrencilerin
eline kumbaralar verilerek bayramlarda bile para toplanmıştı. Yüksek
miktarda bağışta bulunanlara Donanma İane Madalyası veriliyordu.
Fakat işler umulduğu gibi gitmiyordu. Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya
Savaşı'na sürüklendiği günlerde İngiltere gemileri vermekte tereddüt
ediyordu. Churchill, Sultan Osman'a el koymanın çok büyük bir diplomatik
karmaşaya sebep olacağını bilmekle beraber, İngiliz Armadasının önüne
çıkabilecek böylesi bir gemiyi teslim etmek istemiyordu. 3 Ağustos
1914'te Sultan Osman ve Reşadiye'ye el konduğu resmen açıklandı.
İşte Goeben ve Breslau, daha önce İngilizlere sipariş edilip parası
ödenen söz konusu iki gemi yerine satın alınmış oluyordu. Yavuz ve
Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi böylece Osmanlı Donanması'na
katıldı.
27
Eylül 1914'te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla
çıktığı Karadeniz'de Ruslar'a ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını
bombalayınca, 1 Kasım 1914'te Ruslar Kafkasya'da sınırı geçerek fiilen
savaşı başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş oldu.
Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan boğazlar, konumları nedeniyle
özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyordu. Stratejik, ekonomik
ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydi (hâlâ da öyledir). İtilaf
Devletleri'nin boğazları açmak istemelerinin baş sebebi, işte bu
stratejik mevkie hakim olma arzusuydu. Böylece Rusya'ya yardım
edebileceklerdi. Aynı zamanda Almanya'dan yeterli yardım alamayacağı ve
fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı yalnız bırakılmış ve barışa
mahkum edilmiş olacaktı. Ayrıca boğazlara hakim olmak, İstanbul'u ele
geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma yol açmak
anlamına geliyordu. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarı sayesinde
İtilaf Devletleri'ne katılacaktı.
Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm müslüman
sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız edecek
hiçbir olay yaşanmayacaktı.
Denizlere hakim olan dünyaya hakim olabilir, ama Çanakkale'ye asla...
İngilizler, denizlere hakim olan dünyaya hakim olur düşüncesiyle
hareket ediyordu. Boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli
olacağına inanmışlardı. Bu sebeple harekâtın donanmayla
gerçekleştirilmesine karar verildi. Tarihinde hiç yenilgi almamış olan
İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveni
tamdı. Fransa'nın da desteği ile dünyanın en büyük armadası
oluşturulmuştu. Hiçbir gücün bu donanmaya karşı gelemeyeceği
düşünülüyordu. İngilizlere göre yıpranmış, teknolojik açıdan iyice zayıf
düşmüş ve parçalanmak üzere olan Osmanlı Devleti, bu armada ile asla baş
edemezdi.
Batılı kaynaklarda Gelibolu Savaşları adıyla da anılan Boğazlara yönelik
harekâtın ilk deniz hücumu 3 Kasım 1914'te iki İngiliz harp gemisinin
Ertuğrul ve Seddülbahir , iki Fransız gemisinin de Kumkale ve Orhaniye
tabyalarını bombardıman etmesiyle başladı. İtilaf Devletleri 5 Kasım
1914'te Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti de buna
11 Kasım'da çıkan bir irade ile cevap verdi. Fakat asıl deniz harekâtı
19 Şubat 1915'te başladı. Şubat-Mart 1915'te düşman gemileri tabyaları
top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı.
Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan ve bu iş için tahmini 1
aylık bir süre biçen düşman, Osmanlı'nın kararlı direnci karşısında bu
işin o kadar da kolay olmadığını anlamaya başlamıştı. Bir ay boyunca
yapılan bombardımana rağmen, kayda değer bir gelişme elde edilememişti.
18
Mart'a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli
yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki
Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Böylelikle boğaza giriş
kapıları aralanmıştı ama ileride olacaklar hâlâ belirsizdi.
Kara bulut gibi gemi dolu. Hangisine atarsan at!
18
Mart 1915 sabahına böyle gelinmişti. Kimse neyle karşılaşacağını
bilmiyordu. Müttefiklerin plânına göre; 18 Mart sabahı 3 deniz
tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi.
Yenice-Çınarcık Köyü'nden Ahmet Başaran 1981 yılında o günü şöyle
anlatıyordu: Tahir Oğlu Ahmet benim adım. 1303 (1887) doğumluyum. 94
yaşındayım. 6 yıl askerlik yaptım. Çanakkale Boğazı kara bulut gibi gemi
doluydu o gün. Hangisine atarsan at.
11.30'da merkez tabyalarına ateş başladı. Saat 14'e doğru Suffren büyük
bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet'de onu izlemekteydi. Derken
Bouvet'de bir-iki patlama oldu ve 3 dakikada suların altına gömüldü.
Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki
bütün gemiler ateşi kesmiştiler. 12.30 sularında Goulois isabet almış ve
ağır yaralarla boğazı terk etmişti. 15.30 sularında mayına çarpan
Inflexible'ın durumu kötüydü ama yoğun bir çabayla Bozcaada'ya
ulaşabilmişti. Saat 15.14'de İrrisistible'ın yanında korkunç bir patlama
duyuldu, 16.15'te de tabyalardan uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı.
18.05'te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Tahir oğlu Ahmet'in
anlatımıyla: O gün batanı battı, batmayanı geri çekilip kaçtı...
Gittiler... İngiliz ve Fransız filoları mevcutlarının yüzde 35'ini
kaybedip çekilmek zorunda kalmıştı.
Teknik detaylara girmeden söyleyecek olursak, savaş, daha sonra 18 Mart
1915'ten itibaren yaklaşık 10 ay denizde olduğu kadar karada da devam
etti. Bu dönemde Osmanlı askeri dünyanın en güçlü zırhlılarınca
sürdürülen cehennemî bombardımanlar altında saldırganlara karşı yılmadan
aylarca direnmiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda
bırakmıştır.
Derin ve kalıcı etkiler
Onca çabaya ve üstünlüğe rağmen İtilaf güçlerinin başarısızlığıyla
sonuçlanan Çanakkale muharebeleri, Birinci Dünya Savaşı'nın seyrini
değiştirip uzamasına sebep olduğu gibi Çarlık Rusyası'nın çöküşünü de
hazırlamış ve İngiltere'de hükümet değişikliğine yol açmıştır.
Bir
yıldan fazla süren ve dünya savaş tarihinde farklı bir yeri olan bu
muharebelerde her iki taraf büyük kayıplar vermiştir. İtilaf Devletleri,
Çanakkale'ye 410 bin İngiliz, 79 bin Fransız asker göndermiş, sadece
İngiliz kuvvetlerinin toplam kaybı 213.980 kişiyi bulmuştur. Çanakkale
muharebelerine katılan Osmanlı kuvvetleri (yaklaşık 700 bin kişi)
genellikle kısım kısım kullanıldığından, zayiatın belirlenmesi güçleşmiş
ve çeşitli rakamlar ortaya atılmıştır. Bu rakamlar 190 bin ilâ 350 bin
arasında değişmektedir. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt
Başkanlığı'nın resmi kayıtlarına dayanarak tespit ettiği şehit sayısı
ise 213.882'dir.
Milletimiz bu savaşta çok sayıda yetişmiş insanını (kesin olmayan
tahmini rakamlara göre, o günün şartlarında ülkenin beyin takımını
oluşturan 100.000'den fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk
ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirilmiştir.) kaybetmesine rağmen,
Balkan Savaşı'ndan kalma ezikliği üstünden atarak büyük bir askeri
başarı kazanmıştır.
Çanakkale zaferi bütün İslâm dünyası ve ezilmiş milletler için yeni bir
ışık olmuş, Türk edebiyatında halkın hislerini dile getiren pek çok
esere de konu teşkil etmiştir.
Kaynak: Semerkand dergisi, 03-2004

|