Abdülaziz'lilere
Çete'ce Yapılanlar!
Yüzbaşı
Çerkeş Hasan Bey'in Seng-İ Kitabesi
5. Mehmed
Murad'ın Hanımları Ve Çocukları
5. Murad'ın
Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları
Babası Annesi Doğum
Tarihi Vefat Tarihi Saltanat MM. Türbesi
Sultan Abdülmecid Han
Şevk-efeâ Kadın Efendi
1840
1904
18761876
İstanbul'da, Yeni
Camii.
Osmanlı İslâm
Devletinin 33. padişahı olarak tahta çıkan veliahd Mehmed Murad Efendi, tâbiri
diğerle Mehmed Mu-rad-ı Hâmis, hamisin karşılığı beş rakamı olup, 4.
Mu-rad'dan, sonraki 5. Murad'ı kastetmesidir. Çırağan Sarayında Sultan
Abdülmecid'in ilk şehzadesi olarak Şevkefza valide-sultan'dan 22/Eylül/1840'da
dünya'ya gelmiştir. Vefatida doğduğu saray'da, 29/Ağustos/1904'de, 63 yaşını,
11 ay, 6 gün aştığında vukubulmuştur. Padişahlığı, 93 gün sürmüş olup, hâl
olunan amucası Sultan Abdülaziz'in yerine tahta çıkarak, hâlden haberdar ve
şerik olarak işin içinde olduğundan millet sevgisi kendisine müyesser
olamamış, münevver takım denen bir avuç batı hayat tarzı taraftarları kendisine
te'sir etmiş olduklarından ahali ile bir gönül köprüsü tesis edememiştir. Tahta
çıkması, 30/Mayıs/1876'da olmuşsa da, 31/Ağustos/1876'da 93 gün sonra fetva ile
tahtdan infisal ettirilmiştir. Yerine küçük kardeşi Şehzade Abdülhamid Efendi
getirilmiştir. Veliahtlığında, kışları İstanbul cihetindeki saraylarda başda
Dolmabahçe olarak ikamet ederken, yazları Kadıköy'de Kurbağalıdere kenarındaki
yalısında sayfiyeye çıkmış olurdu. Kurbağalıdere daha 1950'lerde, Kuşdili Çayırına
doğru Moda koyundan gelen denizin dalgaları ile Yoğurtçu köprüsünün altında
buluşur ve dereye doğru bir feyezan husule getirir dereye kıyı, ahşap konak ve
yalıların önündeki sandalları oynatır ve bunu gören bizler rahmetli Arif Sami
Toker'in, "Kız sandalı kalbim gibi oynatma yerinden" mısraını
terennüm ederdik. Diyeceğim odur ki, bizler dahi Kurba-ğalıdere'nin zerafetine
ve yazının güzelliğine yetiştiğimize göre Veliahd Murad efendinin günümüzden
135 sene önce orayi tercihi elbette zevk sahibi olduğunu gösterir. Başını sağa
çevirip, Moda Burnunu görürken, sola çevrilen baş ise Kalamış koyuna bakmakla
bir huzur bulurdu.
Tahtdan indirilmesine
sebeb olan fetva geçici delilik, yâni cinnet-i muvakkateye istinat
ettirilmiştir. Öztuna Bey, Hanedanlar adlı eserinde 2. cild 289. sahifede daha
sonra iyileşti demektedir. Sanatkâr bir anlayış hâkim olup, bizzat ince marangozluk,
riyaziyeci (matematikçi), şâir, bestekâr, piyanist, flütist, violonist, udî,
kemençecİ idi. 1862'de daha sonra İn-giltereye 7. Edvard adıyla kral olacak
olan Galler Prensi ile İstanbul'a gelmiş olması sayesinde tanışmıştı.
Birbirlerinden hoşlandılar. Üzün zaman mektuplaştılar ve nihayetinde 1867'de
Sultan Aziz'in avrupa seyahatinde buluştular vede bu prensin dâvetiylede mason
locasına İntisap etti, bizim Murad Efendi o tarihdeyse, 27 yaşındaydı ve çocuk
değildi. Zâten Ziya Nur Aksun Bey; altı ciltten müteşekkil, değerli eseri olan
Osmanlı Târihi adlı çalışmasının 4. cildinin 159. sahifesinde şu sözleri beyan
eder:
".Daha şehza
deliğinde Mason oluşu, gayet kozmopolit bir zümrenin mümessili görünüşü,
hanedanının hukukunu dahi tehdit edecek bir temayül taşıyan komitacı paşalar
kliği ile temasta bulunuşu, onun başlıca talihsizliklerini teşkil etti.
Şehzadeliğinde iyi bir tahsil görmüştü. Pederinin garib temayülleri icâbı,
garblı bir prens gibi yetiştirilmişti. Guatelli Paşa ile Augusto Lombardi
isimli iki İtalyan'dan piyano dersleri almış ve bâzı şarkılar bestelemişti.
Gardet isimli bir Fransız-dan Fransızca öğrenmişti. Yakışıklı, hassas, nazik,
serbest mizaçlı, heyecanlı bir zât idi Pek fazla te'sir altında kaldığı,
etrafındaki güruhun telkinleriyle hafif davranışlarda bulun-, duğu, bunların
kendisinin hiffetine ve ananelere karşı lâubaliliğine verildiği rivayet
edilmektedir." Diyen Ziya Nur Aksun Bey, şunları ilâve etmektedir: "..Yeni Osmanlılar güruhu, onun etrafını
almışlar, kendisini türlü medhiyelerle bedmest ederek, istedikleri yola imâleye
ça lışmışlar, telkin ue te'sirleri altında bırakmışlardı. Şehzadenin
Kurbağalıdere'deki köşkünde toplanan eclâf onu içkiye alıştırmışlar, sabahlara
kadar cereyan eden soh bet oe rezalet âlemlerinde sarhoş etmişlerdir. O
sıralarda 2. ueliahd olan Saltan Abdülhamid: "Biraderimin, meşhur Kemâl
beyle ahbâb olduğunu, gece sabahlara kadar İçtiklerini bir gün şâire,
ağabeysini bu kadar içkiye teşuik etmemesini manen sebeb-i meuti
olacağını" söylediğini anlatmakta ve "sık sık meükti muhtelifede
toplanarak hâl ue kârları Sultan Aziz'i zem ü kadeh etmek ue yerli, yabancı
efkarı aleyhine çevirmek üzere plânlar tertibi ile müşarünileyh hazretlerini
bir an evvel makamından düşürerek, yerine veliahdı geçirmek hususundan
ibaretti." Demektedir.
Hakikaten sevgili
okurlarım, insanın çevresi onun teşekkül bulmasında çok önem arzeder. Bu bir
şehzade dahi olsa böyledir. Şimdi düşünelim ki, bir Lala var her an kulağının
dibinde bir telkinle, sen azîm bir padişah olacaksın, millet-i merhume senden
öyle memnun kalacak ki adın kıyamete kadar anılacak, sayende ecdadın minnet ve
rahmetle anılacak! Sen kimseye önem verme, işine yarayanları kullan sonra da
nis-yan çukuruna kaldır at. Geriye bakma, şah yalnız yaşamak gerek, insanlar
senden mutlaka bir şeyler isterler onlara yaklaşman bunları vermeni
kolaylaştırır, bu sebebden kimseye fazla yüz verme gibi ifsat edici,
insanlardan tecrit edici nasihatlerle yetişen bir şehzade nasıl olacak da, o
yüce makam olan padişahlık ve buna inzimamen makam-ı hilafette adalet ve
insaniyet örneği olabilecektir? Bir de böyle, 5. Murad'ın başına topladığı
kimselerin, meniyata düşkünlükleri, kendilerinden onbeş yaş küçük şehzadeyle
sabahlara kadar sohbet ve içkili toplantılarla ümmet-i Muhammed'e hizmeti
umulur bir insanı ne hâle getirdikleri görülmeye değer bir emsaldir, yukarıda
Ziya Nur Aksun Beyefendinin yazdıkları. İnsanlar gençliklerini dikkatli geçirir
ve muzır işlerle iştigal etmezlerse hele bir de iyi eğitim almışlarsa sağlıklı
ve malumatlı bir insan olarak kendisine terettüp eden işlerde başarılı olurlar
misâli, bir hanedan üyesi olan şehzade, cidden az rastlanır bir eğitim almış
ve de kabiliyetiyle bundan haylice müstefit olmuştur. Lisan-ı ecnebiyeye
vukufiyeti de ayrıca bir avantaj olup, dünya'yı başka bir lisanla takip ve
olandan bitenden haberdar olması bakımından ayrıca bir nimetken, etrafını almış
olan batıcılar ve tatlisu frenk hayatını benimsemiş olan Ziya, Namık Kemâl ve
Yeni Osmanlı'ların mensupları kavmi-yetçi düşünce sahipleriyle, varılan mertebe
milletimizi millet yapan İslâm ahlâk anlayışına fransız kalmak, hududullah'a
riayet etmemek, yüzyıllardır temadi ettirilen belki bir âyet ve hadis olmayan
ancak, eslafın yaptığı veya bulduğu güzelliklerle dünyanın en güzel milleti
olmuş aziz milletimizin bu hasletlerinden uzak yetişmesi, milletin kalbinde yer
tu-taca-ğına sofra yâranıyla iktifa etmesi yetersiz bir şehzade, gösterişli
fakat dini ve milli hasletlere yaban duran insan olarak yaşamayı sürdürmesi
milletle gereken mânevi telefonu kurmasını engellemiştir. Bütün bu
memnuniyetsizlik belirten satırların sebebinin alıştırıldığı içki âlemlerinin
üzerinde tevlid ettiği hâl olduğunu hemen ifade edelim.
Ziya Nur Aksun,
yukarıda adı geçen eserinde şu tesbitie bizim yukarıdan aşağıya geldiğimiz
ifadelere bir te'yit bakımından değerli okurlarımıza eserinin 160.
sahifesinden şu alıntıyla sayfamızı süsleyelim dedik: ".Bu suttan maalesef
daha veliahdliğinde mitti fikirlerden tamamen uzak bulunan kozmopolit cephenin
ağına düşmüş ve onların mümessili addedilmeğe başlanmıştı. Bu sebeble onun
taht'a geçişi dışarıda ue İçeride Jön Türklerin bir muvaffakiyeti ve zaferi
olarak görülmüştü. Muhafazakâr kitlelerin gayr-i memnunluğunun en büyük
sebebini de bunlar teşkil etmekteydi. Onun meşruti ve parlamenter rejim taraftarı
olduğu, hürriyete meclîıb bulunduğu söylenmiştir. Bunun düşünülerek uerümiş
dû-rendişane bir kanaat meselesi olmaktan ziyade etrafının telkinleriyle
husule gelmiş bir hevesin mahsûlü bulunduğunu kabul etmek lazımdır. Esasen
şahsiyeti ve hayatı da bunu açıkça göstermektedir." Değerli bir Târih
sahibi ve kıymetli bir tarihçi olan Ziya Nur Aksun Beyefendi, dini ve milli
terbiye ve anlayışa sahip bir zât olması hasebiyle bu anlayışa dayalı fikri
süzgeci 5. Murad'ı süzdüğünde çıkan muhassala, aynı ölçülere sahip olup,
hükümleri o kıstas içinde görmeye ve de tahlile çalışan fakır de aynı kanaate
varmaktan 5. Mu-rad hesabına üzülüyorsada, neticenin de bu olduğunu görmekten
başka çâremiz kalmıyor. Nitekim İngiliz sefiri ve Mid-hat Paşanın akildânesİ
Mister Elyot, dostu olan 5. Murad için, Abdülaziz'in hâl'i esnasına yakın
günlerde kendini yine içkiye vermişti, demektedir. Nitekim de Seyid Bey, 5.
Murad'in biat merasiminde bu vazifeyi yerine getiremeyeciğini, dalgınlık,
çekingenlik hatta yılgınlık içinde olduğunu gözlemlemiş Erbab-ı dikkat, daha o
gün padişahın rahatsızlığı bakımından müşterek bir teşhise varmış, Taht-ı
Osmaniye 2. veiiahd Ha-mid Efendinin çıkışı ayan beyan hissedilmiştir. Şimdi
biz, bir rivayete göre hâl'in bir gün önceye alınması ve hâl'in neticelenmesi
esnasında Süleyman Hüsnü Paşanın Sultan yapılacak veli ahdin ikametgâhına
gidip de almak üzere varışında kapıyı çalıp taht-ı saltanata geçme zamanınız
geldi hayrol-sun demesini o güne kadar hiç rûberu yâni yüzyüze gelmediği
Süleyman Hüsnü Paşayı tanıyamaması ve hâl işininde bir gün evvele alınmış
olmasını Zât-ı Şahane tertibi öğrendi, müşevvikler toplanıyor diye
yorumladığından olacak korkuya kapıldığı ve meydana gelen rahatsızlığın bu
hadiseye istinat ettiği pek yaygındır.
Muhterem okurlarım,
günümüzde parti liderleri başbakanların muttali olabildikleri her işi, o
işleri yapanlar hakkında da malumat toplarlar, hâttâ görüşürler onlara
tavsiyede bulunurlar, bazen yardımcı da olurlar, menfi bir işde ise devr-i sabık
olabileceğiyle de tehdit bile ettikleri olabilir. Veiiahd demek ise, devletin
başının ehemmiyetli bir müşaviri olduğu hatırlanırsa, padişahın ani bir
gaybubetinde vekil veya asil olarak vazife düşeceğinden, ricâl-i devleti
tanımak bir hayli mühim vazaifdendir.
Hele, cihet-i askeriyenin
en mühim makamlarından biri olan Askerî Mektepler Nazırlığı makamında oturan
Süleyman Hüsnü Paşayı tanımamış olması velîahdlik görevinde de be-şarıh
olmadığının göstergesi değildir de nedir?
Yine Ziya Nur
Beyefendinin eserinden şu anekdotu aktarmadan geçemeyeceğim: sahife 160:
".Sultan Murad tahta geçtiği gün, Ziya bey (paşa.) başkâtip tâyin etmiş ve
başta Kemâl Bey olmak üzere Jön Türkler'i İstanbul'a getirtmek İçin emir
vermiştir. Ziya Bey bu emri, Sadnazam Rüşdî Pa-şa'ya tebliğ etmiş ve ondan <her
işiniz bitti de bu mu kaldı? Bu şımarıklar on gün sonra gelirse kıyametmi
kopar. Dünyamı yıkılır? Bu işleri yapan hep sizsiniz, padişahımıza söyleyecek
söz bulamadınızmı?" cevabını veren sadrıazama Ziya Bey aksi bir cevap
verdiğinde, yerine Sadullah Paşa tâyin edilivermiştir. *
Tabii bu hâl işinde
sadrıazamında haylice rolü olması hasebiyle bunlar hepsi beraberdi nedir bu
ayrılık, sorusu akla geldiğinde bir hırsızdan öğrendiğim ifadeyi aktarayım, biz
soygunda yakalanmadık, paylaşırken öyle gürültü çıkarttıkki polis bizi eliyle
koymuş gibi buldu. İşte ihtilalciler yaparken birlik sonrada hân-ı yağmada
birbirlerine düştüler. Meşhurdur Yusuf Kâmil Paşanın, hâl sonrasında bu güruha
"İyi b. k yediniz" demiş olması herhalde bundan kinayedir.
Bu arada meydana gelen
tebeddülatı bildirmek Hâriciye Nazırının vazaifinden olduğundan, Râşid Paşa
tahaddüs eden yâni meydana gelen hususâtı ecnebi devlet reislerine ve
meslektaşlarına bildirmekte çektiği sıkıntılardan, sadaret mektupçusu Merriduh
Bey'e şikâyetlerde bulunuyordu hemen ilâve edelimki bu Memduh Bey, meşhur
Sağır Memduh Paşadırki, valilik, dahiliye nazırlıkları yapmıştır ve son. devir
Osmanlı muharrirle-rinden Refi Cevad ülunay'ın kaimpederidir. Ki Râşid Paşa,
mahlû padişahın vefatı sonrasında bunları tatmin imkansızlaşmıştı demekte
zannıma göre bu tertibin kendi ülkelerinde de kullanılması endişesi bunları bu
kadar hassas yapıyor dediği rivayet ediliyor idi. Hakikatende bu olayda
Osmanlı devleti, Rus Çarlığı politikasına meyelan gösteren tarzı ucundan
hissettirmişti. Bunun İngilizler tarafından kendi menfaatlerine mugayirliği
görününce İstanbul'daki b. elçileri Elyot vasıtasıyla/Osmanlı'nın hâin ve
ahmaklarını harekâta geçirerek cinayete kadar giden fecî bir olayı gerçekleştirmişler
kanaati bey nelşümul siyaset arenasında perde arkası bilgiler olarak cevelan
ediyordu.
Sultan 5. Murad'ın
rahatsızlığı yüzünden okunur hâle gelmiş, dikkatli kimseler ise artık bir
değişimi her an bekler olmuşlardı. Bu husûsda Cİss-i İnkılap yazarı Süleyman
Hüsnü Paşa: <.Hüseyin Avni Paşanın bir mecnûn padişahı taht-ı sal-tanatda
bi'I-ibkaa (devama) kuvve-i askeriye ile zimâm-ı hükümeti (askeri güç
sayesinde hükümetin idaresini) kendi dest-i istibdadına (kendi ellerinin
istibdadına) alacağının anlaşıldığım yazmaktadır. Bu paşanın askeri mektepler
nâzın olan paşa olduğunu da burada hemen hatırlatalım ve de ilk ve mühim
Türkçülerden biri olduğunuda vurgulayalım. Böyle bir seraskerin Abdülaziz hânı
şehid ettirmeye vardıracak çetenin fiili reisi olması bir padişah için büyük
talihsizlik ise de, onun padişah yaptığı bir veliahd içinde vak'adan önce durumdan
haberdar ve tarafdar olması hasebiyle hiyanet değil-de nedir? Sultan
Abdülhamid, amucasını seven bir yeğen olarak, İslamların Halifesi, Osmanlıların
Padişahı Sultan Aziz hakkında her çirkinliği bildirmiş olmasını ahlâk ölçüleri
içinde değerlendirmeye kalkipda kendisi hakkında menfi kanaat ihzar edenler,
yukarıdaki tahlilde ortaya koyduğumuz, Mu-rad' in davranışına hürriyet
mücahidliğimi diyeceklerdir, kai-leşâne bir yeğenlikten çıkan işe.
Topkapı Sarayına
getirildiğinde, ahalinin söylediği şu beyit millet üzerindeki mahlû padişahın
kendine bulduğu makamdır:
Seni tahttan
indirdiler/Üç çifteye bindirdiler
Topkapuya
gönderdiler/üyan Sultan Aziz uyan/Kan ağlıyor bütün cihan
Hele bu şiir Sultan
Abdülaziz'in şehid edilmesiyle birlikte mahalle kahvelerinde ve askerin
kışlalarında gazelhanlar tarafından irticâli olarak okunan nice hazin
ifadelerle okunuyor, ipil ipi! gözyaşları akıtılıyordu. Halk zâten başka bir
şey yapmaz ancak mersiye söyler, ağıt yakar sonra da devam eden dünya'ya kendi
şajısi kıyametini bekleyene kadar işine bakar. Milletin göz bebeği gibi sevdiği
insanlar siyase-ten olsun alenen olsun ortadan kaldırılsın, ahaliye düşen
gözyaşı dökmektir. Ahali böyle iken, Abdülaziz Hân Topkapı Sarayına getirilmiş,
bir rivayete göre, 3. Selim'in, başka bir rivayete 4. Mustafa'nın katlolunduğu
odaya konmuştur. Bundan pek üzüntüye giriftar olan Sultan Aziz, buradan
şikâyetle başka yerde ikamet arzusunu Mâbeyn Müşiri Nuri Paşa vasıtasıyla
padişaha bildirebilmiş ve Sultan 5. Murad'da, Hafız Mehmed Bey'e amucası için,
korkmasınlar, hangi sarayı arzu ediyorlarsa oraya buyursunlar. Zâten ben
Topkapı sarayına gönderilmesine muhaiifdim ancak vükela gönderdi dedikten sonra
Abdülaziz Hân'a pek hürmetkar bir dille yazılmış nâmede "Esbab-ı huzur ve
âmizişlerine bezl-i mesâi olunacağını" ifade ile Sultan Aziz'e
okuduğunda, Fesübhanallah dedirtmiş ve acaib bunu kendimi yazdı diye sormaktan
kendini alamamıştır.
Sultan Abdülaziz'in
İhtilâl günü Validesultana; gökten Cebrail inse benim artık tahta dönüşüm
bahse konu olamaz dediğini Reşad Ekrem Koçu ileri sürersede biz ihtiyatla
karşılarken, hemen şunu da burada zikredelim ki, eski mabeyncisi Hafız Mehmed
Bey'e pek mükemmel bildiği Osmanlı devletinin derin târih malumatından aldığı
ilhamla şunları seslendirmiştir: "Benim hilafgirlerim olduğu gibi beni
sahihan seven ve muhabbet edenler dahi uardır. İki tarafın zıt fikirleri
ma-azallahü tealâ bir büyük kargaşanın zuhuruna, sebeb verir; bu da Rabbim
göstermesin, encâm-ı nâkabil-i indifa, bir ihtilal ika edebilir. Eğer bir hâl'
vukubulursa, hem benim yüzümden bir çok mazlum kant heder olur hem de vücudumun
hilafgiran elinde lime lime olmasını intaç eder. Allah aşkına eğerçi böyle bir
hâl hissetmekte iseniz, vatan evlâdına yekdiğerinin kanını döktürmeden, her
nasıl ederseniz ediniz, bana bir miktar zehir tedarik edip yetiştirin, ben ve
millet kurtulsun" Demek suretiyle başına gelecekleri sezdiğini bu şehadet
ortaya koyuyor. Yine buna benzer bir tezkereyi yazan Sultan Aziz'in hattını
görüp tanıyan Ahmed Cevdet Paşa yazıyı okuyabilmişse de, nüshasını istinsah
edememiştir.
Sultan Abdülaziz'in
mektupları, 5. Murad'ın ilgisi Fer'iye Sarayına nâkil işini sağlamakla beraber,
kader ağlarını örmeye başlamıştı. Çünkü rakip olduğu kayıktan inen Abdülaziz
Hân, Fer'iye rıhtımına geldiğinde yolların süngü takmış durumda iki sıra
hâlinde dizili askerlerle kaplı olduğunu müşahede etti. Eski padişahın
yanında, Mabeyncisi Hafız Mehmed Bey ile 2. mabeynci Fahri Bey olduğu halde
saray'ın kapısından gireceklerken, Hafız Mehmed Bey'in yanına gelen İzzettin
Binbaşı adlı birisi, eski başmabeyincinin omuzuna dokunarak, bilhassa size
saraya girmek yasaklanmıştır tebliğinde pek çirkin şekilde bulunulmuş ve Hafız
Mehmed Bey, velinimetinden tefrik olunmuştur. Çok geçmemiş vâlidesul-tan ile
harem halkı gelmişsede, bunların harem ağalarını saraya almamışlar Topkapı
Sarayına geri gönderilmişlerdir. O güne kadar belinde kuşanmış olarak duran
palasını da vâli-desultan'a yaptırdıkları rica ile aldırmaya muvaffak olan gaflet
bekçileri padişahın, "artık benim işim Allah (c.c)'e kalmıştır" deme
kertesine getirmişlerdi. Bu andan sonra Sultan Aziz bol bol nevafil namazı
kılıyor, Kur'an-ı Kerîm tilâvet ey-liyor, zikre zaman ayırmıştı. Ancak Hüseyin
Avni Paşayı nâ-paşanın seçtiği nöbetçiler birer Osmanlı münkiri olup, uluorta
hakaretlerde bulunmaktaydılar. İşte bunlardan bir tanesini aşağıda sizlere
nakle cesaret edelim: Ziya Nur Aksun Beyefendinin yukarılarda adı geçen
eserinin 164. sahifesinden alıyoruz: ".Kendisinin muhafazasına bilhassa
en cibiiiyetsiz zabitler tahsis edilmiş ve bunlara davranışları hakkında, herhalde
Serasker-i erâzil(rezil serasker)tarafından kat'ı emir verilmiştir. Öyleki,
sabık padişah Sultan Murad'ın mabeyncisi ile bahçede dolaşırken bir subay
tarafından <Burada durmak yasaktır, içeri giriniz> hitabıyla
karşılaşmıştır. Sultan Abdülaziz, Edhem Bey'e <belki sizi bilemediler, bigâne
zannettiler. Kendinizi tarif ediniz!> demiş bunun üzerine başma-beynci
kendi memuriyetini bildirerek, hitâb ettiği zâtın Sultan Abdülaziz olduğunu
fısıldamıştır. Fakat subayı merkum, yüksek sesle Edhem Bey'e: <size
söylemiyorum. Aziz Efendiye hitâb ediyorum> ceuab-ı mekruhunu vermiştir.
Bunu duyan Ha- kan-ı sabıkın üzerine fenalık gelmiş ve kollarına girilerek
dâiresine çıkarılabilmiştir." Demektedir. Bu olayın cereyanı Sultan
Aziz'in kuvve-i mâneviyesinde derin hüzü nese-beb teşkil etmiştir. 1 1/cemaziyelevvel/l 293-4/Hazi-ran/1876'da
Pazar sabah namazından sonra abdest alıp, odasına dönmüş ve ezânî saatle 2'de,
zevali saatle 9. 36'da bileklerinden kan fışkırdiğı halde can çekişirken
bulunmuştur.
Sultan Aziz;
Vâlidesultan'dan aldığı makasla sakalını düzelteceğini söylemiş bir de ayna
taleb etmiş. Bu nakış maka-sıyla her iki kolun damarlarını kesmiştir. Böylece
seyelânı dem neticesinde vefat etmiştir. İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal merhum,
bu makasın sakal düzeltecek kadar büyük olmadığını söylediği bilinmektedir.
Harem'de bulunanların şahadetinde, padişahın odasından hırıltılar geldiği kapı
zorlanarak açılıp girildiğinde Sultan Aziz'in naşı ile karşılaşmışlarda.
Vâlidesultan, oğlunun cesedine kapanmış ağlamaya başlamıştır. Bu arada da,
Serasker Hüseyin Paşa, Fer'iye Sarayına gelmiş cenazeyi, Fer'iye Karakoluna
naklettirip, bir ot şilte üzerine koydurduğu nâşın üstüne pencereden kopararak
aldığı bir perdeyi örtmüştür. Devlet erkânına haber göndermiş ve bu arada da
hekimler yerli ve ecnebi olmak üzere Karakola celbedilmiş, ceset uzaktan
gösterilmiş ve doktorlardan rapor talep olunmuştur. Muayenenin sık elenip,
dokunulduğu söylenemez tarzda yapıldığı pek açıktır. Daha yakından görmek
isteyenlere, Serasker Avni Paşa bu bakkal Ahmed Efendinin cenazesi değil,
koskoca padişah cenazesidir dernek suretiyle, güya saygı gösterisi
sergilemiştir. Bu raporda 19 hekimin imzası olup, isimleri şöyledir: Dr. Marko,
Dr. Şato, Dr. Espanyol, Dr. Mark Markel, Dr. Patropulo, Dr. De Kastro, Dr.
Maroen, Dr. Jül Melincen, Dr. Kostantin Karato-dori, Dr. Dikson, Dr. Vitales,
Dr. Edvar Esparado, Dr. Melyan Bey, Dr. Nuri, Dr. Abdannur, Dr. Servet, Dr.
Nuricân, Dr. Mustafa ve Dr. Mehmed Beylerdir.
Biz bu doktorlar
heyetinin imzaladığı rapor hakkında yapılan bir analizi alıntılamak suretiyle
şüpheleri gıdıklayalım ve intihar fikrine kail olanların düşüncelerine biraz
katkıda bulunalım. Ziya Nur Bey'in eserinin 167. sahifesinde şöyle denmektedir:
".Önce bir mikrazdan bahsedilmekte, sonra kendilerine birden ziyade âlet
gösterildiği ifade edilmektedir. Ra-por'un bilhassa neticedeki üç maddesi
mühimdir. Bunlara göre, vefata kol büklümlerindeki damarların kesilmesinden
hâsıl olan kan akması sebeb olmuştur. Bu malum ve doğrudur. Kendilerine
gösterilen adi makasın bu yaralan husû le getirebilmesi mümkün görülmektedir.
Yâni ikinci şıkta bir katiyyet yoktur ve yaralar <bu makasla vücûda
getirilmiştik denmemektedir, üçüncü şıkda <yaraları husule getiren alet-i
câriheden bahsedilerek, bir intihar yani telef-i nefs vukua geldiği istidlal
olunuyor> yollu gayet kaypak bir ifade kullanılmıştır. Bu mazbatadan da
anlaşılmaktadır ki, hekimler vücudu tamamen muayene edememişler;ancak yüz ve
kolları görmüşler, intihar için kat'i delil teşkil edecek bir rapor da
vermemişler, gayet üstünkörü, iki tarafa çekilebilecek kaypak bir hükümle işin
içinden sıyrılmışlardır. "
Demektedir ki biz de
buna Nizameddin Nazif Tepedelenli-oğlu'nun ünlü "Komitacılar" adlı
eserinde Sultan Abdülhamid Hân'a uzun yıllar müdavi hekim olarak hizmet veren
Dr. Mavroyeni'nin, dönemin en meşhur ve başarılı hekimi olmasına rağmen bu
heyetin içinde adını görememeğe dikkat çektiğini okuyoruz. Dr. Mavroyeni bu
işin karışıklığı hususunda itikadı olduğundan, kendisine eğelen dâvetçiye
hastayım dedirtmek suretiyle meşkûk bir rapora dâhiİ olmaktan kendini
alıkoyabilmekle doğrusu pek ciddi bir davranış sergilemiştir.
Sultan 5. Mehmed
Murad; Serasker çetesinin oyuncağı hâline geldiğini, idrak etmeye başlamıştı.
Ancak yapacağı pek birşey yoktu çünkü cidden içki, şuurunu âdeta muhtel hâle
getiriyordu. Bir takım ipe sapa gelmez davranışlar ortaya koyuyordu. Yeni
padişahın bu hâli rical-i devleti iki karar arasında düşündürüyordu birincisi,
5. Murad'ın hâl'i ve yerine kimin geleceğiydi. Bunun Sultan Abdülaziz olması
hâlinde bu çetenin halaç pamuğu gibi atılması demekti, Hiç kimse kendi ilmiğini
kendi boynuna geçirmek istemeyeceğine göre bu hâinler çetesi bunun üzerinde
durup da yeniden taht'a ic-lâs etmeye lüzum görmeyip, ifna etme yolunu
seçtiler. Bu hususu kuvvetlendirecek bir mektupla Abdülaziz Hân'ın katli
meselesiyle ilgili olarak ifadelerimizin geri kalanını, Sultan 2. Abdülhamid'in
devrini anlatırken, meşhur Yıldız Mahkemesi bölümünde daha da geniş bir şekilde
siz okurlarıma takdime gayret edeceğim. Aşağıya alacağımız rivayetin sahibi,
Sultan 5. Murad'ın lobisine mensuplar arasında yeri ehemmiyet kesbeden
kimselerden Ali Şefkati Bey, olup bahse konu rivayeti Şâiriâzam Abdülhak Hâmid
(Tarhan)e' anlattığını İbnül Emin Bey şöyle naklediyor: "Saltan
Abdülaziz'in halinden sonra ifnasını, Hüseyin Aoni Paşa teklif edince, Sultan
Murad telâşa düşüb ben kaatil olamam diyerek teklifi şiddetle red etti. Aunî
Paşa <o halde yine telâsı lâzım gelir, dehşetli fenalıklar zuhur eder>
tarzında tehdid ve ihâfede bulunması üzerine Sultan Murad; <beni ielâs
ederken reyimi sordunuz-mu ki, onun ifnasında benden müsaade istiyorsunuz? dedi
kemâl-i teessürle
odadan çıktı. Hüseyin Auni Paşa bu cevabı irâde hükmünde telakki ve katle
tasaddi etti."
Sultan 2. Mahmud'un
hanımlarından Pertevpiyale Nevfi-dan kadınefendiden dünya'ya gelen Adile
Sultanhanım; baba bir, anne ayrı kardeştiler. Abdülaziz Hân ile Nevfidan
kadıne-fendi'yi gerçekten herkes ana-oğul sayacak kadar yakın bulurdu bunun
sonucunda, Abdüiaziz Hân'ın sevgisinin kızkar-deşi Adile Sultanhanım saygı ve
sevgileri cân-ı yürekten olup, ecdad-ı izamından Kaanuni Sultan Süleyman Han'ın
meşhur divânını tanzime muvaffak olan ve tabettiren Adile Sultanhanım
kardeşinin bu akıbetini edebiyatın güzel örneklerinden sayılan şu şiirle ne
kadar güzel şekilde dile getirdiğini kaydederek buraya yazmak suretiyle
sayfamızı süsleye-lim. Bu şiiri Adile Sultanın Kütüphaneci Ali Emin Efendinin
<Qsmanlı Târih ve Edebiyat Mecmuası'nda> neşrettiğini biliyoruz:
"Nasıl yanmam
kime oldu olanlar şah-ı devrâna
Bilinmez oldu hâli
kıydılar ol zilli Yezdâna;
O gitdi mülk-i ukbâya
firakı geçti tâ câna;Saraya velvele saldı cihanı koydu efgâna
Cihan matem tutup kan
ağlasun Abdülaziz Hâna; Meded Allah mübarek cismi boyandı kızıl kâna
Hilafet mesnedinde
olmuş ilçen bir muazzam şâhr
Dayanıp Hakk d'ın-ü
milleti eyler idi agâh; Hulûs ile öpenler payını yüz döndürüp nâgâh, Meded-kâr
olmadı hiç kimseler ahvaline eyvah.
Cihan matem tutup kan
ağlasın Abdülaziz Hâna
Meded Allah mübarek
cismi boyandı kızıl kâna
Buna kim yanmaz, etd-i
terki cân nâmus-u gayretle Bilinmezdi yazıklar ola kadri hakk-u nisfetle; Âmân
bulmadı, zâlim elinde kaldı hayretle; Feda etdi âlemi nihayet kasd-u İra-detle
Cihan matem tutup kan
ağlasun Abdülaziz Hâna Meded Allah mübarek cismi boyandı kızıl kâna Duyup bu
hâl-i cân sûzı dedim Yâ Rab muin ol sen; Refik- hur-ı ayn oisun dahi cennet ona
mesken; Edip hem nûr-ı Fahr-i Âlem ile kahrın rûşen; Firakı kaldı canlarda
cihanı etdi pür şiuen Cihan matem tutup kan ağlasun Abdülaziz Hâna Meded Allah
mübarek cismi boyandı kâna Şecî uü hem halîm-ü pâk-niyet şâh idi, hayfâ;
Muuaffak olmadı bir yâr-u sâdık bendeye zira; Figân-ü âh geçmezdi sanursun
bî-vefâ dünya; Birini âhı buldı hak adalet eyledi amma Cihan matem tutup kan
ağlasun Abdülaziz Hâna Meded Allah mübarek cismi boyandı kızıl kâna. Nasıl
hemşiresi bu Âdile yanmaz o hakana Ki kıydı bunca zâlimler karındaş-ı
cihân-bâna.
Sultan Abdülaziz'in
hâl'inden sonra onun takımı denen mensuplarının zulme mâruz kalışları başlamış
oldu. Bu hâl işini gerçekleştirenler, insaniyetten yoksun cibilliyetlerini ortaya
koymaktan içtinab etmediler. Geçmiş târihi vak'alardan da ders almadılar işin
kötü tarafı bunlar ve âletleri daha sonraları da tahta çıkan Hamid Efendi'nin,
açmış olduğu Yıldız~
Muhakemesi sayesinde,
bu alçakların maskesi biraz aralanmış ve geçmişte vur- dukları tokatların
acısının bir bölümünü kendileri de tatmış oldular. Tabii ki, cezây-ı kat 'i
olan Yüzbaşı Çerkeş Hasan Bey'in, baskınla Serasker Hüseyin Avni Pa-şa'y]
ortadan kaldırması, yanındaki zevatın kiminin mevtine, kiminin yaralanmasına
sebeb olayı, icrasının peşinden gelen bu tahkikat ve karar, hakk'ın tesciline
yüreği yanmışlann müteselli olmalarına vesile olmuştur.
Evlâdının naşı üzerine
kapanmış bir anneyi, ciğerparesi evlâdı için gözyaşı döküp, dövünerek ağıtlar
yakan Vâlide-sultanı, sarıldığı biruh nâş'dan kabaca ayıran Nazif isimli bir
zabit, bu işlemi yaparken Vâlidesultan'ın kulaklarından küpelerini,
parmağından da yüzüğünü gasp etmekten içtinab etmemiştir. Saklı olduğunu ileri
sürdükleri servetinin yerini söylemesi için bu hayırhah valideye yapmadıkları
eziyet, etmedikleri hakaret kalma mıştır. Daha sonra da kendisi söyleyip,
yazısı güzel olan birisine yazdırdığı "Sergüzeştnâme" adlı risalede
şunları yazdırmaktan kendini alamamıştır: <Yaş-maksız, feracesiz, ayaklan
çıplak olduğu halde Karakolhane Meydanına götürülüp, oradan oraya çekilip,
bütün vekillere seyrettildiğini, şehzade ve sultanhanımların, büyük validemizi
nereye götürüyorsunuz?> diye ağlaşmakta olduklarını belirtmiştir. Bu zülûmu
bir halifenin annesine, padişah validesine, yine aynı günlerde halife ve
padişahlığı ihraz etmiş bulunan 5. Murad' in babasının diğer bir hanımı olan
üvey anne de diyebileceğimiz bir insana yapılabiliyor idi. Bu hanımefendi
Aksaray'daki Pertevniyal Valide Sultan Câmiinin bâniyesiydi. Heyhat!
Efendim, büyük bir
biyografi üstadı olan İbnül Emin Mah-rnud Kemâl İnal merhum Atıf Beyden şunu
nakleder: "O aralık Aoni, mal derdine düşüp, askerlere cariyelerin
şalvarına varıncaya kadar taharri (aratıldığını) ettirildiğini ue
Valide-saltan, oğlunun üstüne kapanarak bîhuş olduğu sırada ağzında mücevhere
müteaallik (benzer) bir şey olmak me'mu-lilyle (umarak) birinin parmağını
sokarak eğreti dişlerini söktüğünü tâziyet için validemi kendilerine
gönderdiğimde ağlıyarak hikaye buyurmuşlardır.. Başda Au.nl olduğu halde alçak
sadrıazam ve mahalle imâmı tabiatlı birden! (alçak) olan müfit (Hasan
Hayrullah) ve sair küâb, haremde Efendimizin ve Vâlidesultan'ın yatak
odalarına giderek, uel-li nimetlerinin oturdukları mahalleri (yerleri) her
biri vücûd-ı levs-âlüdlarıyla telvis eylediklerini Kızlarağası Cevher Ağa
'görünce dayanamıyarak dili döndüğü mertebe <bu âna kadar nice hâl'ler
vukubulmuş, fakat hiç bir vakitte vükelânın harem dâiresine girdikleri ve
hizmetkâr güruhu tarafından veli-inlmetleri hakkında bu derece hetk-i hürmete
cüretleri işidil-memiştir. Maksad mal ise, pâdişâhın malı ceyb-i hümayun
defterlerinde yazılıdır. > demişse de, havene-i erbaada (Rüş-dü, Avnî,
Midhat, Hayrullah) utanacak yüz olmadığından, Koca Mütercim , <Lala, 25
milyon lira vardır diyorlar, biz onu arıyoruz!> demiş ve Ağa <padişahın
validesinin yattıkları odalarda bu miktar para dur ur mu? Eğer maksud akçeyse,
mabeyin de serkurena ve başkâtipten ve şâirinden sorarsınız. İktizasına göre
önünüze düşüp hazineyi gösteririm. Maksud hâsıl olmazını? cevabını ver mistir
> Sonrada Hâkan-ı merhuma müteallik kâffe-i cevari âzad olunup, bâzıları
şehirde bildikleri mahalle re gönderilmişse de, ekserisinin yeri yurdu olmadığından,
yatakları hamallar ve kendileri yer bilmez bir takım bîçâre ve aceze şurada
burada kapılan çalıp, kabullerini istirham ettikleri vâkidir"
Yine İbnül Emin Bey
merhum tarafından bizlere duyurulan şu hâzin, hâzin olduğu kadarıyla da doğru
olan ve Sultan 2. Abdülhamid Hân tarafından verilmiş bir hatıradan hareketle
şunları kaydetmektedir meâlen veriyoruz: "Fer'iye dâiresinde erkekler ve
bayanlar dahil, bütün hanedan üyelerinin üzerinde tatbik olunan mezâlimin
tarifi gayrikabildir ve dâire halkının üstleri başlan ile mahrem yerlerine
varıncaya kadar harem ağalan ve zâbitan tarafından aranmak suretiyle senelerce
padişahlarına hizmetleri esnasında nail oldukları beş-on paralık akçe ve
mücevherlerine vede bir kaç lirayı geçmeyen değerde ki saatlerine varıncaya
kadar zabt ve müsadere yapıldığı gibi, merhum padişahın da eşyası tevkif
olundu. Fe-ri'ye sarayından nakledilen 4. kadınefendi olan Neşerek hanımefendi,
ateşli bir hastalığa mâruzken, rahatsızlığı göz önüne alınmayıp, kayığa
bindirilmiş ve de kayıkta üzerine örtmüş bulunduğu şalı, Necip isimli bir
zâbit-i hâin şalı çektiği gibi mallan müsadereye memur edilmiş kişiye
vermiştir. Padişah hanımı bu bayan şer'i örtünme durumunun dışına düşürülmüş,
ahali ve kayıkçılar ile askerlerin içinde namusun fanusu olan örtüsünden
mahrum halde pek muzdarip olmuştur, seyredenlerin ise gözyaşlarını
tutamadıkları da ilâve olunabilir ve ağlayanların arasında daha sonra taht'a
çıkacak olan 2. Abdülhamid hân'da bulunmaktaydı. Nitekim Neşerek hanım, bu
mecburi deniz seyahatinde rahatsızlığı menfi yönde inkişaf etmiş ve Sultan
Aziz'in vefatının haftasında ecel şerbetini içmiştirki, bu hanım Çerkeş Burahay
kabilesi reisi olup, Kafkasya' dan gelip Silivri'ye yerleşmiş olan Gazi İsmet
Bey'in kızı idi. Bu kadınefendi'nin kardeşi Yüzbaşı Çerkeş Hasan Bey'in
bilhassa bu bed muameleden kardeşinin muta-zarrr olmasının cesurâne baskınının
esas sebebi saysak yeridir, yüzbaşı daha o sırada 26 ya- şında olup, genç
yaşda canını fedaya hazır bir mücahid olarak yâd olunur.
Topkapı Sarayına naki
edilen nâş, burada Hırka-i Saadet Dâiresi önünde gasledilmiş ve kılınan
namazdan sonra hızla Sultan 2. Mahmud Türbesinde defnolunmuştur. Tarihçi ve
devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa, daha sonraları 2. AbdüN hamid Hân'a verdiği bir
varakada, merhum padişahın tezkiyesini şu ifadelerle belirtmekte biz de meâlen
nakle çalışalım: "Sultan Abdülaziz Hân hazretleri bir hafta evvel ülkenin
padişahı iken, herkes padişahın gözüne girmek için bir vesile ararken, cenaze
namazına niyet edilirken, erkişi niyetine sözü ne derece orada bulunan
cemaatin sinirlerine tesir eylediğini tarif etmem kabil değildir. Haklarında
efkâr-i âmme çeşitli idi. Çünkü kendini katletmiş yâni intihar etmiş olduğu
yayıldığından bir kısmı Allah affeyleye diyerek mağfiret-i ilâ -hiyeye nail
olmasını dilediler. Durumdan şüphelenenler ve öylemi, böylemi diyenler ise
Allah rahmet eyleye dediler. Bâzı dikkat sahibi zevat ise kol damarlarını
kesmesinin imkânı olmadığını idrak ettiklerinden Allah şefaatine nail eyleye diyerek
böylece merhumun şehadetini imâ ettiler. Bir takım hainler de, kemiklerinin
ilikleri bile onun yedirip, içirdikleriyle yaşamış olmalarına rağmen, o zâtın
hayatını İzâle ettiklerinden başka, intihar etti yalan dolanlarını yaymak suretiyle
ahirete günahkâr gittiğini işaret etmeye lüzum görmüşlerdir. Zât-ı
kerâmat-âyât-ı hazreti hilafetpenahi bu kere hakikat-i hâli ortaya çıkarmıştır.
Hâinlerin cezalarının verilmesinden evvel isnalarımızın lisanlarında merhumun
şehid unvanıyla yâd olunduğu memnuniyetle müşahede edilmektedir.
Yeni padişah 5. Murad
yemek yediği sırada kendisine amucasınn vefat ettiği haberi verildiğinde derhal
kalkmış; "eyvah! Gitti, amma bunun şimdi halk benden bilir dedikten sonra
bayılmıştı. Bayılmadan evvel elindeki çatalı düşürmüştü. Bu arada da özel
doktoru Kapolyon Efendi de, bir yanlış tedavi uygulamış, padişah'ın önce
hamamda biraz kalmasını istemiş, bilahirede şakaklarına 36 adet sülük yapıştırmıştır.
Bu da her halde beyne giden kan damarlarından kan eksiltmesi yapmış
olacağından beyinde problemlere kapı açmıştır. Mütercim Rüşdü Paşa, seneler
sonra yapılan sorgusu esnasında, 5. Murad'da gördüğü ahvâli şöyle
anlatmaktadır: ".Perşenbe günü mabeyne çağırmıştı. Gittim ayak üzerinde
buldum. Kapuya avdetimde kendileri Yıldız'a gitmişler;orada o akşam arızanın
ucu kendisinde zuhur etmiş. Beşiktaş Sarayına gelmiş; sarayda da bâzı ufak
tefek karışık hareketler görülmüş. Ertesi gün selamlık resmî alî 'sine
çıkarmışlar. Benim hâla haberim yok. Selâmlık resminde de, Câml-i şerif
merdiveninden çkarken inmek, inerken çıkmak ve hayvana ters binmek gibi bâzı
hâller zuhur etmiş. Ferdası Cumartesi günü erkenden Serasker Paşa bana geldi ve
şunları hikâye etti. Ben o vakit yalıdan doğru saray-ı hümayuna geldim. Nuri
Paşayı gördüm. Bu hâllerin vukuunu o dahi bana söyledi. Bunun üzerine Sultan
Murad şimdi nerede ve ne haldedir diye sual ettim.. Olduğu odaya girdim.
Yatakta yatıyordu. Bir temenna edip durdum. Hemen kendisini karyoladan gecelik
ile ayak üzerine aşağı attı ve <Paşa, ben iyiyim> dedi.
<Elhamdülillah bir şeyiniz yok> dedim. Amma beğenmedim. Daha biraz
lâkırdı söyledi. Amma karışık. <Başım ağrı-yor> dediği için, <Biraz
yatınız, baş ağrısı geçer> dedim. Odadan çıktım." diyen eski sadrıazam,
kendini havuza atmak, 1. Mustafa misâli, padişahlık istemem! Kan istemem! gibi
beyanları olmuştur. Bu bakımdan selâmlık merasimlerine çıkarılmama yoluna
gidilirken, Hüseyin Avnİ Paşanında fecî akıbetide her geçen dakika
yaklaşıyordu. Öte yandan ihtilâlciler her ne kadar meşrutiyet ilânı için
sözleşerek harekâtlarını gerçekleştirmişlerse de, aralarında ittihat sağlanamamış,
paşaların kimi Âl-Î Osman gider, Al-Î Midhat gelir! hülyalarını kuruyor, kimi
de mecnun bir padişahı elinde oyuncak gibi idare edip, keyfince vazifede
bulunmak gayre-tindeydi. Süleyman Hüsnü Paşa ise, teşkilât-ı esasiyenjn yayımlanmamasından
dilgir, meşrutiyet meclisinin açılmamış olmasından şikâyetçi idi. Bunlar
zannediyorlardıki, meşrutiyet ilân olununca ne Girid, ne balkanlarda ki
kaynama nede Mısır ve Şark ülkelerindeki huzursuzluklar kalacak her şey güllük
gülistanlık olacak meclis-i mebusan bu problemleri tez ve güzel bir tarzda
sonuçlandıracak diye çürük ipliğe hülya diziyorlardı.
Padişah Abdülaziz'in
vefatı peşinden, İstanbul'da ahalinin kısm-ı âzami babayiğit padişahın
katledildiğine kanaat getirmiş ve böylece bir şehid gözüyle baktığı Efendisini
bir hafta sonrasında 4. kadınefendisi Neşerek hatun'un vefatı vuku-bulmuştu. Bu
hatunun sonunu yukarıda anlattığımız gibi, bir zabitin üzerinden aldığı şal,
hasta halde Fer'iye'den Topkapu sarayına getirilirken üşümesine yol açmış,
mevcud hastalığı ilerlemiş akıbetin de irtihal vukubulmuştur. Ahali bu vefatın
vukuu üzerine kadınefendi'nin cenazesine öylesine büyük bir alâka ve iştirak
göstermiştirki nice padişah cenazeleri bunun yanında sönük kalmıştır. Çünkü; bu
kadınefendi kocası Ab-dülaziz Hân gibi zâlimlerin tatbikatından dolayı terk-i
dünya etmişti diye kabul görüyordu. Bu iştirakle de Ahmed Cevdet Paşanın dediği
gibi, <Harem-i hümayun hakkında reva görülen muamelat-ı hakaretkâranenin
avâm-ü havasa son derece te'sir ettiğini ve efkârıumumiyenin defaten (yeniden)
hey'et-i hâzıra aleyhine> döndüğünü yazmıştır, değerli târihinde.
Yüzbaşı Çerkeş Hasan
Bey, Gazi İsmet Bey'in oğlu olup, Abdülaziz Hân, bu Yüzbaşının eniştesi
oluyordu. Çünkü; Neşerek Kadınefendi ile kardeşti. Çerkeş kavminin
birbiriierine olan sadakatleri herkesin malumudur. Hanedan-i âl-I Osman üyeleri
bu muhacir ve pek kimsesi olmayan hanımlarla izdivaç yaparak, Moskof zulmünün
vatancüda ettiği, hanımlara sahip çıkmış oluyordu. Hemde bunların fazla
kimseleri olmadığından günü- müzde olduğu gibi pekde, yeğen-yiyen hâdiseleri
zuhur etmiyordu. Bilindiği gibi, Pertevniyal Vâlidesul-tan da bu Çerkeş kavmine
mensup olup, mâruz kaldığı hakaretler son derece, hazmı gayri kâbi!
husûsattandı.
Şurada pek dikkat-i
câlib bir husus vardır ki, Midhat Paşanın Tabsıra'da yazdığına göre, Abdülaziz
Hân'ın halledilmesinden iki hafta önce Hüseyin (Avni) Paşa, İzzeddin Efendi
ile Göksu Mesiresinde iken, Çerkeş Hasan Bey, Seraskeri orada öldürmeğe
kalkışmışsada, arkadaşları engel olup, ettikleri nasihatle, niyeti icraaya
koymaya fırsat vermemişlerdi durum bu tarzda olunca, Yzb. Hasan Bey, Seraskeri
neden öldürmeğe kalksın?
Bu soruya cevab arayan
Ziya Nur Aksun Beyefendi, tahmin yürüterek, hâl düşüncesinin dışarı sızması
sonucunda ve bunu Çerkeş Hasan Bey'in duymuş olması, veyahut da, Rüş-dü Paşanın
Yusuf İzzeddin Efendiye yaptığı ihbarın neticesinde olabilir demektedir. Ancak
diğer bir rivayetae, padişahın kaimbiraderinin tâyinini Bağdat ordusuna
çıkartan, Seras-ker'İn, bu tâyin yüzbaşıdan duyduğu çekinme dolayısıylamı,
yoksa padişah ile aralarında mesele ihdas etmek içinmi, yakınına hücum ile
savaşı ilânmıydı. Fakat hâl gününe kadar tâyinin yapıldığı yere gitmeyen
Yüzbaşı Çerkeş Hasan, hâl'-den önce paşayı katletme işine kalkıştığına göre,
kendisiyle uğraşılmasından memnun olmadığını gösteriyor ve padişahın yakını
olma, nüfuzunu kullanarak, tâyin bölgesine gitmediğini, tesbit karşımıza
çıkıyor. Hâl'den sonra Serasker, Çerkeş Hasan'ı yanına getirtmiş; ya
hapishane, yada tâyin yerin, diye bir görüşme yaptığı rivayeti pek yaygındır.
İcraatını yapmaya karar vermiş olan Hasan Yüzbaşı tâyin yerine gideceğini, bu
bakımdan bir günlük müsaade iste diğini, Seras-ker'e söyleme soğukkanlılığını
göstererek, bu müsaadeyi elde etmeyi başarmıştır. Konağında kalmakta olduğu
hala'sı-nın kocası merhum Kapdan-ı derya Âteş Mehmed Paşa'nın Cibali semtinden
ayrıldığında yanına dört tane rovelver ve birde kanca almıştı. Veda etme
bahanesiyle Serasker'in Üsküdar'da Paşalimanında bulunan sahilhanesine gitmiş,
Serasker'in Midhat Paşa'nın Bayezid'de Soğanağa mahallesinde bulunan
konağında vükelâ toplantısına gittiğini öğrenmiş Sirkeci'ye geçerek bindiği
sürücü beygiriyle Bayezid'e çıkmıştır. Bu sırada, Sağır Memduh Paşa'nın
tabiriyle: <taamda-n evvel neşeler serşar ve simalarda âsar-ı ibtisam
bedîdar> olduğu halde Girid ve Karadağ meselelerini görüşüyorlardı.
Paşaların bir kısmı yukarıda kafaları çekerlerken alt katta da bunların
uşakları meygüzar olmuşlar ve böylece öyle bir konak vardı ki, Yüzbaşı Çerkeş
Hasan Bey'in önünde efendile-ride, hizmetçileri de serhoş idi. Hasan Beyin
gittiği konak bu halde İdi ve bir müddet ağaların odasına girerek
nefeslendik-ten sonra, Serasker'i sordu. Buradadır cevabını alınca kendisini
Tayyar Paşanın gönderdiğini ifade ile haber göndermiş, paşaya haber vermek
üzere çıkan uşağın peşinden merdivenleri tır manmaya başlamıştır. Salon
kapısına geldiğince hızla kapıyı ardına kadar açarken, "davranma
serasker" diye kükremiş ve silahını Hüseyin Paşa'ya doğrultmuş ve iki el üstüste
endaht ettirmiştir. Serasker ellerini dizlerine vurarak ayağa kalktığında
karnına isabet etmiş bulunan mermilerin tesiriyle sofa'ya kaçmışsa da burada
yere yıkılmıştır. Mütercim Rüşdü, Kayserili Ahmed, Hâriciye Nâzın Râşid, Ahmed
Cevdet, Defter-Î Hakanî Nâzın Yusuf, Midhat, Hasan Rıza, Şerif Hüseyin ve Halet
Paşalar ile sadaret müsteşarı Said Efendi, Mektupçu Memduh, âmedci Mahmud
Celaieddin Beylerden mürekkep onüç kişiyi çil yavrusu gibi dağılmış, bunlar
girecek delik aramaya başlamışlardır. Râşid Paşa yalnızca bayılmış olduğundan
yerinden kalkamamıştır. Ahmed Cevdet Paşa, Râşid Paşanın korkusundan can
verdiğinin anlaşılmış olduğunu yazmaktadır. Ancak herkes bu işin, Hasan Bey'in
değil, kalabalık bir baskın ekibinin işi zannetmişlerdir. Hem saldırıya mâruz
kalan paşalar hem de aşağıdaki uşaklar ve paşaların refakatçileri aynı kanaati
beslemişlerdir. Çerkeş Hasan Bey, sofa da yere çökmüş bulunan Serasker'in
vücuduna kamasını sokup çıkarmaya başlamıştır. Yaşlı fakat cesur bir adam olan
Kayserili Ahmed Paşa Çerkeş Hasan'ın ellerini arkadan gelip tutmaya çalışmıştır
ancak kamayı bu paşaya çeviren yüzbaşı, parmaklarını doğrayıp, kulağını
kesmiştir kapdan-ı deryanın. Bu vaziyette firara kalkan Ahmed Paşayı kovalamaya
başlayan Çerkeş Hasan Bey, Öü-nünde beliren Râşid Paşayı görmüş ve bir mermi
sıktıktan sonrada, gırtlağını elindeki kamayla kesmiştir Râşid Paşa o gece
davetli olmadığı gibi cereyanda kaldığından Ahmed Cevdet Paşa ile yer değişmiş
adetâ eceline koşmuştur. Paşalar bir odaya kapanmışlar ve kapıyı arkadan
destekliyerek, Hasan Bey'in girmesini engelliyorlardı ki, Hasan Bey, Rüşdü Paşaya
seslenerek Kayserili'yi talep etmiştir. O kapıyı zorlarken, Midhat Paşanın bir
uşağı elindeki yatağan ile Çerkeş Hasan Bey'i sırtından yaralamışsada, arkasını
dönen Hasan Bey, bir kurşunla bu uşağıda yere sermiştir. Alt katta bulunan
yaverler, uşaklar, ağalar, çavuşların sayısı otuz kişiyi bulmasına rağmen bir
şey yapamamışlar Hasan Paşa Karakolu ile Serasker kapısından asker gelmesini
beklemişlerdir. Bunlar da geldiğinde hemen silahlarını ateşlemişler ve üst katı
ateş yağmuruna tutmuşlardır. Sonunda bir binbaşı ateşi kestirmiş ve yukarı
asker sevk etmiştir. Perdeleri tutuşturup yangın çıkarmaya çalışan Çerkeş Hasan
Bey, karşısına gelen gencecik askerleri görünce, ben evlatlarıma ateş etmem diyerek,
rovelverini teslim etmiş ve askere tâbi olmuştur. Merdivenleri mevcutlu olarak
inerken, Bahriye kolağası Şükrü Bey, hem ağır sözler söylemeye başlamış hem de
kılınanı çekmeye başlayınca, Hasan Bey, çizmesinin koncunda sakladığı diğer
bir rovelverle kol ağasını bir mermide öldürmüştür.
Takvimler bu sırada 16/Haziran/1876'yı
gösteriyordu divan-ı harbde verdiği ifadede Serasker ile hariciye nazırını ve
bir de kendisini bıçaklayan Midhat Paşanın uşağını öldürdüğünü başkasını
vurmadığını söylemiş doktorların yarana bakalım demesine, zaten ben asılacağım
veya kurşuna dizileceğim, gerek yok diyen Hasan Bey, ne yaptıysa millet için
yaptığını ifadesinde belirtmiştir. 17/Haziran/1876 târihinde, Çerkeş Hasan Bey,
şimdiki İstanbul Üniversitesinin büyük kapısı önünde bulunan dut ağacına
asılarak idam olunmuştur. Midhat Paşa; Tabsıra'da, bu idam hükmünün mahkeme
kararı olmayıp, heyet-i vükelânın karan olduğunu yazmak suretiyle itiraf
etmiştir. Meşrutiyetçilerin, mahkeme kararına lüzum görmeden, heyet-i vekile
kararıyla adaleti(!) yerine getirmeleri meşrutiyete ne kadar uygundur? Halk
arasında Hasan bey idamdan sonra Bayezid'de çok deveran etmiştir şeklinde
rivayetler uzun zaman dillenmiştir. Çerkeş Hasan Bey, ahali arasında milli bir
kahraman olarak yâd olunmuştur, Bur- sa'lı Senih Efendi, Serasker Hüseyin Avni
Paşanın katline:
"Halk şeninden
emin olmaz iken kati olunup; Zahir oldu eseri küllî mazurun yükte I" yine
başka bir şiirinde de: "Kafi kıymışlar idi safın cihâna o zaman; İdüp
isyan, unudup ni'meti bir kaç havâne. " Eşref Paşa ise Sultan Abdülaziz
hakkında yazdığı mersiyesinde şu güzel beyt'i söyler:
"Rabb-i İzzet
cennet etsün kabrini Çerkeş Hasen Kaamet-i Avnî'ye ol esnada biçmişdi kefen,
"dedikten sonra, Müderrisinden Mehmed Hilmi Efendide, aşağıdaki kıta ile
ahalinin duygularına tercüman olmuştur.
"Fi'l-hakika
sâdık-ı devlet imiş Çerkeş Hasen; Ol vakitki fi'lini şimdi görür gibi hasen;
Bunda zî-medhal olan kalsun mı yâ sağ-ü esen; Var mıdır dünya'da hiç mikraz ile
kolun kesen?" Yüzbaşı Çerkeş Hasan Bey, Serasker Hüseyin Paşa'nın kafasından
geçenleri tatbike koyabilmesini, onun vücudunu ortadan kaldırmak suretiyle
önlemiştir. Bunu hemşiresine yapılan hakaretin öcü olarak düşünmekde yanlış
olmaz, hane-dan-ı Osmandan biri katledilirken kanı damlamasın diye yay
kirişiyte boğma istikametinde hareket edilirken, Avni gibilerin bu hanedanın
aynı zamanda reisi olan Osmanlı Padişahına ve Müslümanla- rın halifesine el
kaldırmayı, yapan, düşünen ve buna teşvikçi olmayı plânlayanlara, Çerkeş Hasan
Bey'in uygulamaya koyduğu aksiyoner davranış, hükümdara kalkan elin hiç umulmaz
şekilde cezaya maruz kalacağını hatırlatmıştır ki, ihtilâlci zihniyetler,
kozmopolitler ve beynel-milelizmin uşakları paniğe kapılmışlardır. Devlet
adamı, büyük Tarihçi ve âlim Ahmed Cevdet Paşa şunu anlatıyor: "Sultan
Aziz'ln hâl mes'elesi vukubul duğunda Hâriciye teşrifatçısı. Kâmil Bey ile
birlikte vapura binmiştik, Boğazi-çin'den İstanbul'a geçerken söz hâl'den
açılınca Kâmil Bey, ah ucundan kıyısından bizimde bu işde elimiz ve adımız olsaydı
diyerek işin dışında kaldığına esef etmişti. Çerkeş Hasan vak'asından sonra
yine vapurda karşılaştığımızda, nasıl beyefendi, ucundan kıyısından bir hisse
istermisin? Dediğimde, <Aman Allah saklasın, söyleme dedi> bu hadise nicelerinin
düşüncelerini değiştiriverdi" der meâlen.
Çerkeş Hasan Bey'in bu
fevkalbeşer harekâtı, millet içinde kendisine manevî bir kürsü ihdas
eylemişsede, Sultan Ab-dülhamid Cennetmekân bu Gazi ve şehidin kabrini yaptırarak,
aşağıdaki ifadeyi kabir taşına silinmez harflerle kazıtmıştır ve nazikâne
vak'aya bigâne olmadığını da sergilemiştir.
"Ve kefâ billahi
şehîdân Muhammeden Rasûlullah. Meşa-hir-i ümera ve guzzât-ı Çerâkiseden Diş
Buraktzâde Gazi İsmail Bey'in mahdumu olup, Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye'de ikmâl-1
tahsil eyleyerek kolağalık rütbesini ihraz etmiş iken, genç yaşında oell-i
ni'meti uğrunda fedâry cân eden merhum ve mağfurunleh Çerkeş Hasan Bey'in
rûhiy-çün Fatiha. Sene 1293/1877
Merhum Reşad Ekrem
Koçu, Osmanlı Padişahları adlı eserinin, 419. sh. de, Mütercim Rüşdü Paşa,
Serasker heyulasının ortadan kalkmasıyla ve şuuru muhtel bir padişah ile
ülkeyi idare edeceğini sanmakla beraber, meşrutiyet'e samimiyetle taraftar
Süleyman Hüsnü Paşa ve diğerleri ki, aralarında Midhat Paşa'da vardır, teşkilât-ı
esasiye yapmak, mec-lis-i mebusan kurma hususunda ısrarlıydılar ve bu sadrıazam
bu zevata karşı direnecek kadar metanetli bir adam değildi. Ancak meşrutiyetin
padişahı, zıvanası oynamış bir Sultan Murad ile kâbil-i telif değildi. Rüşdü ve
Midhat Paşalar, Kâğıdhâne Kasrında oturmakta olan 34 yaşındaki şehzade
Ab-dülhamid Efendiyi ziyaret ediyorlar, konuşup birbirlerini tartıyorlar ve
Abdülhamid, sadrıazama iş başına geldiğinde görevine devam ettireceğini tebşir
ederken, Midhat Paşa'ya da, "Meşrutiyet ve meşveret usûlüne dayanmadan
saltanatı zâten kabul edemem" demek suretiyle, meşrutiyete saygılı bir
padişahın karşısında olduklarını ihsas ederken, bu zat'lardan Midhat Paşa'ya,
üzerindeki gömlekte bulunan pırlanta kol düğmelerini çıkarıp, hediye etti.
Midhat Paşa'nın vârisleri yıllar sonra avrupada. bir kuyumcuya dörtbin Osmanlı
altununa satmışlardır. 2002 yılı râyiciyle bu rakamın 44 milyar lira civarında
bir paraya denk olduğu görülür. Bu hediye İlede Sultan Abdülhamid, otuzüç yıl
parlayacak bir siyaset güneşi olarak Kâğıthane Kasrından cihan siyaset
adamlarının üzerine doğmaya başlamıştı. Kâğıdhâne görüşmesinden sonra ricâl-i
devlet, 5. Mehmed Murad Hân'ın kifayetsizliğinde karar kıldı mekanizmayı
işletti doksan üç günsüren ve kendisinin, ızdırapmı? Saltanatını? Ne olduğunu
pek fehmedemedi-ği vazifesi doksanüç günde tamam olmuş idi. Şerullah Hayrullah
bir fetva daha kaleme aldı. Bu fetvâ-yı şerifeyi aşağıya alıntılıyoruz:
"İmâmü'l müslimîn
cünûn-ı mutbık ile mecnûn olmağla imametten maksûd fevt olsa, uhdesinden akd-i
imamet münhal olur mu? F, Beyan buyrula.
-El ceuab: Allâhu
a'tem, olur. Ketebehü'l -fakir, Hasan Hayrullah ufiyeanhü
Bu fetva üzerine
31/Ağustos/1876'da Salı günü 5. Murad Hân Taht-ı Osmaniye vedâya mecbur oldu.
Bir şâir de şu be-yiti inşaa etti:
"Doksan üçde
doksan üç gün padişahı dehr olup/ Göçdü uzletgâhina Sultan Muradı nâ
Murad"
Taht'dan indirildikten
sonra şifayab olan mahlû padişah Murad Hân, kardeşi Abdülhamid Hân'ın nâzik ve
merhametli idaresinde ömrünü mûsikî ile ve torunlarına ders vermekle geçirdi.
Bu menkubiyeti 27 sene, 11 ay, 29 gün sürmüş ve 64 yaşında olduğu halde
29/Ağustos/1904'de, vefatı vuku-bulmuş Yenicâmi Türbesinde Validesi Şevkefza
Kadının yanına defnolunmuştur. Ömrünü; girdiği saraydan bir daha dışarı adım
atmayarak tamamlamıştır. Kendisini, tahta geçirmek için 20/Mayıs/1878'de ikiyüz
kadar Rumeli muhacirini peşine takarak, Sultan 2. Abdülhamid'i hâl ve 5.
Mehmed Mu-rad'ı tahta iclâsa kalkışan sarıklı ihtilalci diye adlandırılan,
maceraperest Ali Suavi Bey, Beşiktaş Muhafızı Hacı Hasan, nâm-ı diğerle
Yedi/Sekiz Hasan Paşa'nın kuvvetli, kolunun indirdiği bir sopa darbesi, bu
mecnun adamın hayatının nihayete ermesine yetti. İşte bu teşebbüs, evhamlı bir
insan olan Abdülhamid Hân'ı huzursuz ettiğinden, biraderinin sa-ray'dan
dışarıya adım atmasına müsaade vermedi. Ancak eski padişahdan gelen her isteğe
evet demiş, Sultan-ı sabıkda, padişahın evet demeyeceği hiç bir şeyi talep
etmeme nezaket ve basiretini göstermiştir.
Tabiiki; Osmanlı
devlet zirvesinde bir şeyler oluyor, diye hayat durmuyor, mecrasında akıp
gidiyordu. Abdülaziz'in tahttan indirilme tasavvurlarını kuvveden fiile
çıkarmaya çalışanlar faaliyetine devam ededursunlar, Rusya'nın drije ettiği
küçük balkan devlerinden olan Sırbistan ve Karadağ'ı ve bunların reisi oian
Sırbya'da Prens Milân, Karadağ'da ise Nikola iç ittifaklarını teminden sonra,
Sırbistan ve Karadağ savunma işbirliği an laşmasını gerçekleştirmişlerdi.
Dışarıya borçlanan bu iki devletçik, hayli silahlanmıştı. 16/cemaziye-levvel/1293/9/haziran/1876'da
Bulgaristan isyan hareketinin bastırıldığı gün, sadaret müsteşarlığı, sadnazam
adına Miiân ve Nikola'ya gönderdikleri bir istizah (soru) yazısında, bir şeyler
düşünüyorsunuz galiba, seferberlik hâline geçtiğinize muttali olduk, işin aslı
nedir mealinde bir cevap verilmesini isteyen bir talepti.
Milan; verdiği
cevapda, yakın bir zamanda İstanbul'a adam göndereceğini, bu özel vazifelinin
durumları izah edeceğini bildirmişti. İki hafta sonra ise, babıâli karşısında
özel vazifeli beklerken, bir ültimatom buldu. Bu ültimatomda Bosna-Hersek
hattından dolayı hayli sıkıntılı vaziyet yaşadığını, zararlarının tadat
edilşmeyecek kadar çok olduğunu, başıbozuk kuvvetlerin kendi köylerine
saldırılarda bulunduğunu bildirmiş ve Bosna'yı istemiştir. Akabinde Karadağ
Prensi Nikola'da aynı yavelerle dolu bir yazı göndererek, o da Hersek için
benzer talebde bulunmuştur. Bunlara verilen ret cevaplan karşısında, Milan
isyan etmiş ve bunun sebebini bir ilânname ile efkârı umumiyeye duyurmuş, 2/T
Temmuz/l 876'da harekâtı başlatmıştır. Bu durum karşısında da Osmanlı hükümeti
yapa askerî harekâtın esbab-ı mûcibesini resmî bir beyanname hâlinde yayımlamış
ve asâkir-i.şahaneye isyanı durdurun, isyancıları tenkil emri hükümet tarafından
emredilmiştir.
Hemen her şeyden evvel
ortaya koymak gerekirki, meydana gelen bu kıyam hadisesini iç mesele addetmek
elzemdir zira Sırbiya bize teba olup, bu bakımdan hadise iç mesele olarak
mütalaa olunur ne varki, Ortodoksluğu kullanmayı yaklaşık bir asırdır hayli
kullanan Rusya, bu hareketin a'jita-törü olduğu, onlarda pek üst seviyede bu
hususda avrupalı devletlerin müsamahasına nail olduğundan hükümet-i Osmaniye
biraz yavaş hareket etmek mecburiyetinde kalmıştı.
Arkadan durum mühim
bir savaşa dönüşebilir endişesiyle, her ne kadar Sultan Abdülaziz Hân,
dünya'nın 2. büyük donanmasını vücuda getirmiş ve itibarımızın birazcık
yükseldiği görülüyorsa da, balkan âlemi bir barut fıçısı olarak duruyor ve o
fıçıyı patlatacak kıvılcım bizim hareketlerimizden sıçra-mamalıydı. Yapıla
bilen istihbar! çalışmalar neticesinde, Mi-lân'ın 30 süvari bölüğü, 120 bin
piyade askerine ve üçyüz adetde, topun sahibi olarak bu işe kalkıştığını, Üss-i
İnkılab adlı eserde görebilmek kâbildirki, buna İnzimamen Kardağ ve Beyleri Nikola
ellibin kişiye varan isyancıyla harekâta iştirak edince yekûn olarak ikiyüzbin
silahlı mevcuduyla bir güç karşımızda belirmiş oldu. Osmanlı genel kurmayı bu
kıyamı bastırmak üzere yüzbih asker tahsis etmiş, ancak bu güce kara ve deniz
üzerinden takviye yapabilecek tarzda da tedbire sahip bir plânlamanın
içindeydi. Üstelik, Osmanlı askerleri çok sıkı bir talimli orduyu sergiliyor,
yeniçeriliğin ilgasından sonra geçen yarım asır sonunda avrupa tarzı
sistemlere muntazam devam eden, kılıcımda kılıcım demeyip, savaşın gerektirdiği
bütün silahları istimalde kararlı ve bunu fevkalâde güzel kullanmayı öğrenmiş
bir Osmanlı muharip askerleri vardı. Toplarımız, Krup savaş sanayiinin imâl
ettiği en son sistemdeki toplanmızdı. Seri atış yapabilen tüfenklerimiz her
mücahidin omuzunda asılıydı.
Rusların sadece
ajitatör olarak değil gönüllüler adı altında bir çok zabit ve askeri bu isyan
içinde bulundurduğu görülüyordu. Sultan Abdülaziz bölümünün baş taraflarında
bahsettiğimiz gibi balkanlarda birbirini takip, eden kıyamlar, komitacılıklar
bu bölgede dünyayı yönetmek isteyen zihniyetlerin istediği anarşiyi yaşaması
elbette tesadüf değildi.
Bu bölge, bölge
parçala, yut politikasının sahibi emperyalistlerin ve onların beyni olan
siyonizmin tezgâhlaması olduğunu dönemin Osmanlı ricali fark etmiyor,
Kâğıdhane'deki adam Veliahd Abdülhamid Hân, bunlar büyük bir belânın habercileri
olan vak'alardır düşüncesini kafasında şekillendiriyordu.
Gerek Sırp, gerekse
Hersek ve gereksede Karadağlıların ittifak hâlindeki kuvvetlerine Rus
generallerinden Çernayef kumanda ederken, Almanya'nın matbuatı, bu isyan değil,
Osmanlı-Rus harbi diye yazmalarına sebeb olarak Çerniyef i ve mezun Rus
zabitlerini göstermekten kendini alamıyordu. Bahse konu Çernayef, elinde bir
sigara olduğu halde yaşıyor ve yakmak için ateş vermeyi teklif edenlere,
İstanbul'a girdiğimizde yakacağım sözleriyle mukabele mukabele ediyordu. Fakat
kader bu Çernayef'e, Rus Çar'ına yazdığı mektup da, şu satırları yazmayı nasip
ediyordu: "Burada hiç yoktan ordular yapmak mümkün; bu orduları ölüme
sürmek mümkün. Ben bu imkânlardan bol bol istifade ediyorum. Fakat yarattığım
orduları sendeleten bir kuvvet var: Osmanlıların yaşayan hatıraları. üç~dört
yüzyıl evvel her milleti ve her kudreti yenen asakir-i osmaniye şimdide silinmez
hâtırala-rıyla, her teşebbüsü sendeletiyorlar. Ölümden korkmayanlar bu
hâtıralardan korkuyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demekki
yalnız Türkleri değil, onların târihimde yenmek lâzım. Bu vaziyette ben
Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar
milletleri bir kere yeniyorlar; fakat kazandıkları zaferi ruhlarda ve nesillerde
yaşatmayı biliyorlar. Bir değil bir kaç ihtilâl dahi Türk'ün iliklere işleyen
gizil hâkimiyetini yıkmağa kafi gelemeyecek. Türklerde yalnız sonsuz bir
cesaret değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekâsı da varmış. Zâten
yarı aurtıpayı, asırlarca boyunduruk altına almak, başka türlü mümkün
olamazdı."Şeklinde Çar'a mektubunda yazması, biz de, mücerreb, yâni bizzat
denenmiştir mânasına gelen bu kelimeyi nasılda hatırlatıyor, milletimizin bu
mümeyyiz vasfını karşılaştığı vak'alar ve nihayette uğradığı mağlubiyet kafasına
dank ettirmiş böylece bizzat yaşadığı tecrübeyi taksiratını aşılmaz sebeblere
yüklemek için buna kani olmuş görünüyor. Netice itibarıyla bu kıyam hareketini
teskin düşüncesi, aşağıda nakle çalışacağımız surette tatbike konuldu ve başarıyla
sona erdirildi ve devletin tepesinde fırtınalar koparken, asker balkan
ovalarında satvet-i Osmanî'yi temine muvaffak olmuştu. 5. Murad döneminde
Hüseyin Avni'nin akıbetinden sonra aynı zamanda serdar-ı ekremlikde dâhil olmak
üzere; Seraskerlik makamına Çırpanlı Abdülkerim Nâdir Paşa Paşa getirilmişti.
Sergerdelerle çarpışmalar parça parça ve çeşitli bölgelerde yapıldıktan bir
müddet sonra Ahmed Eyüb Paşayı ordu kumandanlığına getirip ve bu orduyu Niş'de
toplayıp bir nizama soktuktan sonra yürüyüşe geçirip, önce Grame de, sonra
Kınazvaç üzerine gidilmiş, bu arada Süleyman Paşa fırkasıyla birleşilmiş düşman
perişan edilmiş, Knazvaç şehri ise bir yangının enkazı hâline gelmiştir. Daha
sonrada Alek-sinaç üzerine yürüyüş sürdürülmüş o sırada Morava Nehrini aşıp
gelen Ali Sâib Paşa kuvvetleriyle ittihat olunmuş, Alman askerî otoritelerinin
bu Aleksinaç istihkâmlarını, Kırım'da Sivastopol istihkâmlarıyla müsavi
saydıkları basın âleminde zaman zaman yer almaktaydı. Bütün varlığıyla
Aleksinaç üzerine yüklenen Osmanlı ordusu büyük bir zafer kazanırken, isyancı
Prens Milân telâş içinde Avrupa devletlerine arabuluculuk talebinde bulunmaya
baş vurmaktan başka çâre kalmadığını görmüştü. Sultan 5. Murad yerini 2.
Abdülhamid unvanı ile Osmanlı'nın başına geçişine bırakmıştı. Bu bakımdan
aslında Sultan Hamid isyan bastırmış, avrupa topraklarında seri savaşlar
kazanmış bir devletin padişahı olarak cülus etmiştir.
Sultan 5. Mehmed Murad
unvanıyla Osmanlı tahtına çıkmış bulunan, 5. Murad ontane izdivaç yapmıştır.
Bunlardan ilki; 6/Ağustos/1835 Tiflis doğumlu Eleron Mevhibe baş-kadınefendi
ile 2/Ocak/1857'de Dolmabahçe Sarayında gerçekleşmiştir. Bu hanımefendi uzun
bir ömür sürmüş, 101 yaşında olduğu halde 21/Arahk/1936'da Şişli'de vefat
etmiştir. Padişah'a bir çocuk verememiştir. Kocasından beş yaş büyüktü.
Defnedildiği yer malumumuz değildir.
Sultan 5. Murad'ın 2.
izdivacı, Reftar-ı Dil Kadınefendi ile 4/Şubat/1859'da Dolmabahçe Sarayında
yapmış olup, Genceli'li olan bu hanımıda kendilerinden iki yaş büyük idi. Bu
hanımefendi de 3/Mart/193O'da OrtakÖy'de vefat etmiştir. Vefatında, 97 sene, 8 ay,
28 gün gün süren bir ömür geçirmişti. Selahaddin Efendinin annesi bu hanımdır.
Sultan 5. Murad'ın 3.
evliliği de 4/Ocak/1853 senesinde Hopa'da dünya'ya gelmiş Şayan Kadınefendi ile
vukubuldu-ğunda, takvimler 5/Şubat/1869 târihini gösteriyordu. Bu hanımefendide
pek uzun bir ömür sürmüş, 15/Mart/1945'de İstanbul Ortaköy'de vefat etmiştir.
Hadice Sultanhanımı dünyaya getirdi. Bu kadınefendininde makberesi hakkında malumata
sahip değiliz.
Meyl-i Servet
Kadınefendi, 5. Murad Hân'ın 4. evliliğini yaptığı hanımıdır. 21/Ekim/18 54 'de
Batum'da doğmuş olan Meyl-i Servet Kadınefendi, 51 yaşında olduğu halde
kocasından önce 9/Aralık/1903'de Çırağan Sarayında vefat etmiştir. Fehime
Sultan Hanımı 1 l/Haziran/1875'de dünya'ya getirmiştir. Bu hanımefendinin de
makberesi hakkında malumat mevcud değildir, ancak Yenicâmi türbelerinde olma
ihtimali pek büyüktür.
Artvin'de,
28/Mart/1860'da dünya'ya gelmiş bulunan Re-sân Kadınefendi, 5. Murad Hân'ın 5.
izdivacını yaptığı hanımefendidir Fatma ve Aliyye Sultanhanımefendiler
padişahın bu izdivacının meyveleridir. İzdivaçları Çırağan Sarayında
vu-kubulduğunda 2/Kasım/1877'di de vukubulmuşturki, Sultan Murad'ın hâl'inden
sonradır, makberesi Eyüb Sultan semtinde olan, Kapdan-ı Derya Dâmad Mehmed Ali
Paşa Türbesindedir.
Sultan 5. Murad'ın 6.
izdivacının Cevherriz Kadınefendi ile olduğu ancak bu hanımefendinin doğum yeri
hakkında bilgi olmamakla beraber müthiş derece Fransızcaya mâlik olduğu rivayet
olunur bu bilgi ve vukufiyeti, üvey çocuklarına öğretme görevini severek
yüklendiği bildirilir, hatıratlarda. 1940 senesinde vefat ettiğinde 78
yaşındaydı ki 1905 senesi sonrasında yâni kocasının vefatından sonra, 2.
Abdülhamid'in berberbaşısı bulunan Hüsnü bey ile izdivaç yapmiştırki vefatında
nereye defnolunduğu hakkında malumatımız olamamıştır.
7.
Kadınefendi Nev-Dür Hanımefendi olmakla birlikle bir malumata vukufiyetimiz
olamamıştır.
8. Kadınefendi olarak gördüğümüz Remiş Nâz
Hanımefendi, 5. Murad Hân'dan hemen önce vefat etmiştir.
9. Kadınefendi olan Filiz-ten Kadınefendi, 1865'de doğmuş, 1945'de dâr-i bekaya intikal
etmiştir. Vefatında 80 yaşındaydı.
10. hanım ise Visâl-i Nur Hanımdır ki malumat
yoktur, T. Yılmaz Öztuna Bey, bu hanımın odalık olduğunu kaydetmektedir.
Ayrıca eski sadrıazamlardan Kıbnsla Mehmed Paşanın damadı olan Osman Bey,
Sultan Murad'ın amucasıyia çıkılan Avrupa seyahati dönüşünde, yanında bir
İngiliz matmazeli getirmiş ve bundan hem İngilizce, hem İngiliz gelenekleri
hakkında malumatlar edinmiş tabii bu arada metresi olarak istihdam ettiğini
<Les Imams etles Derviches, Paris 1881, sh. 214-5)> yazmış bulunduğunu T.
Yılmaz Öztuna Bey kaydetmektedir. Bu bayanın İngilizlerin ajanı olduğu hiç
şüphe götürmez.
Demek ki, Sultan 5.
Murad, amucası Abdülaziz Hân'ın bir İngiliz Prensesiyle evliliği önlerken bunun
sebebini hiç tefekkür etmeyerek olacak, kendine bir müstefreşe almak suretiyle
ömrü boyunca muhalefet ettiği amucasına bu bahiste de muhalefete devam etmiş
görülüyor.
Sultan 5. Murad'ın
çocuklarına gelince, dört kızı ile üç oğlu dünya'ya gelmiştir. Bu kızlarından
ilk doğan Hadice Sul-tanhanim olmuşturki sene olarak 5/Mayıs/1870'e müsadiftir.
Moda koyunda Kurbağahdere'deki şehzadenin köşkünde doğan bu hanimsultan 67
sene, 10 ay, 9 gün süren bir ömürden sonra 13/Mart/1938'de Beyrut'da vefat
vetti. Şam şehrinde Yavuz Selim Camiindeki makberesine defneolundu. Bu
hanımsultan ilk İzdivacını pederinin sağlığında 12/Ey-lül/1901'de Yıldız
Sarayında kıyılan nikâhla, diğer sultanha-nımlardan Emine ve Fehime
sultanhanımlar ile aynı günde evliliğini yapmış oldu. Hadice sultanhanima dâmad
olarak, 1870 doğumlu Ali Vasfi Paşa seçilmişti ki bu evlilik 7 yıl sonra
boşanma ile neticelendi. Dah'a sonra Hadice Sultanhanı-ma dâmad olarak 1871
doğumlu Rauf Hayreddin Paşa münasip görüldü. Bu zat, Beyrut'da 1936'da vefat
etti. Hadice Sultanhanımin bu iki izdivacından dört çocuğu olmuş, Ayşe
Sultanhanım ilk evliliğinden diğer üç. çocuk ikinci izdivacından dünya'ya
gelmiştir.
Sultan 5. Murad'ın
ikinci kızı olarak 2/Ağustos/1875'de Dolrnabahçe Sarayında doğduğunu
görüyoruzki, kendisine Fehime adı veriliyor, vefatı 15/Eylül/1929'da onu 54
yaşında verem'den ecel yakalıyor, Suriye'nin Şam şehrinde Yavuzsul-tan Selim
Camiinde Osmanlı'nın vatancüdâ olmuş azalarına ayrılmış bölümde defnolunuyor.
Bu hanımsultanın çok zeki ve kültürlü olduğu bir çok mahfillerde beyan
edilmiştir. İlk izdivacını Ali Galib Paşa ile yapmıştır, ablası Hadice Sultan
hanımla ve Emine Sultanhanım'la bir likte yapılan düğünle Yıldız Sarayında
12/EylüI/1901'de evlilik gerçekleşmiştir. 4/Kasım/1908'de ise Ortaköy Sarayında
talak vukubulmuş-tur. Bu Ali Galib Paşa, 2. Abdülhamid Hân'ın bendelerinden
Hafız Mehmed Tevfik Bey'in mahdumudur. Bu zat da 26/ Ha-ziran/1950'de vefat
etmiş olup, pek yüksek makamlarda başarıyla vazife yapmıştır.
Fehime Sultanhanım, 2.
izdivacını Ortaköy Sarayında 1880 doğumlu Mahmud Bey adlı bir yüzbaşı ile
5/Hazi-ran/1910'da yapmıştır, o sırada Osmanlı tahtında bulunan Sultan Reşad bu
evliliği tanımamıştır. Bu evliliğin Sultanha-nım'ın vefatıyla bittiğini göz
önüne alırsak bir güzel evlilik diye vasıflandırmak kabildir diye düşünüyor
insan.
Sultan 5. M. Murad'ın
Fatma Sultanhanım adlı kızı 19/Ha-ziran/1879'da doğmuştur ki eski padişah
menkubiyetinin 4. senesi içindeydi. Fatma sultanhanım, 53 sene, 5 ay, 1 gün
süren bu dünya
macerasını Bulgaristan'da Sofya'da noktala^ di. Takvimler, 20/Kasım/19 32
târihini gösteriyordu. Hanedan üyleri 1924'de TC hududlarına çıkarıldığında
Sofya' ya yerleşti. Evliliğini, 1887 doğulu Karacehennemzâde Dâmad Refik (İris)
Beyefendi ile 29/ Temmuz/1907'de yaptı. Kabri Sofya'dadır.
5. Murad Hân'ın 4.
kızı Aliyye Sultanhanım 24/Ağus-tos/1880'de dünya'ya gelmiş 23 sene, 26 gün
yaşadıktan sonra verem hastalığından mütevellid 19/Eylül/1903'de vefat ettiki,
bu Sultan Murad'in evlâd acısını tatmasına vesile olmuştur, bunun üzüntüsünü
yaşayan baba 11 ay, 10 gün sonra Yenicâmi türbelerinde adına tahsis olunana
doğru son yolculuğuna çıkmıştır.
Osmanlı devletinin 33.
padişahı, 24. Osmanlı hâlifesi olan Sultan 5. Murad'ın erkek çocuklarına
gelince bunların sayısı üç tanedir. Bunlann ikincisi ve üçüncüsü, babalarından
önce, hele 1866'da doğan ve aynı yıl vefat eden Süleyman adı verilen
şehzadeden sonra Seyfeddin Efendi adı verilen bir şehzade de 1872'de doğmakla
beraber aynı yıl irtihal-i dâr-ı beka eyleyip, ilk erkek çocuğu kendisinden
sonraya kalan 15/Ağustos/1861'de Dol mabahçe Sarayında doğmuş bulunan Mehmed
Selahaddin Efendi olmuştur. Bu zâtında rnüd-det-i ömrü, 29/Nİsan/1915'de
Feneryolu Sarayında nihayete ermiştir. Yaşadığı 53 sene, 8 ay, 15 gün süren
zaman dilimi içinde beş izdivaç yapmıştır. Bu hanımlardan doğan evlatlarından
Osman Fuad Efend^, Kars'da
19/Ağustos/1872'de dünya'ya gelen Jâlefer hanımefendiden tevellüd
etmiştir ki, Trablusgarb'a devletin gönüllüler adı altında vatan toprağını
savunan bu günkü Libyalıların cedd-i olan Trablugarb ve Su-nûsi tarikatı
üyelerinin yanına gönderdiği subaylarımızın kumandanı olarak herkesin
hayranlığını kazanmış bir askeri liderdir. Onun emrinde çalışan, Kuşçubaşı
Eşref Bey, Süleyman Askeri ve Salih Tunûsî Beylerle daha sonranın paşaları,
Enver, M. Kemâl, Nuri (Conker), Ali
Fuad'lar Osman Fuad Bey'e büyük hürmet ve sevgi göstermişlerdir. Mehmed
Sela- haddin Efendi, bu evladıyla
yaşasaydı kimbilir ne kadar iftihar ederdi. Osmanlı devletinin yerine kurulan
Cumhuriyet idaresi, hanedan üylerini yurt dışına bir gecede sürerken M. Kemâl
Paşanın, ben bunu Osman Fuad Efendiye nasıl reva görürüm diye günlerce uykusuz
kaldığını ve dayanamayıp, hâl-i perişanını kendisine mektupla bildirmek
hususunu vicdani bir borç bilmiş ve ahvali ve özrünü bildirmek için gerekeni
yapmıştır. Daha sonra Arabistan da bu Osman Fuad Efendinin Krallığı söz konusu
olmuşsa, İngilizler bu mert Osmanlı kumandan ve şehzadesini ellerinde
oynatamayacığını bildiklerinden Arap diplomatların üzerinde nüfuzlarını tatbik
etmişler ve bunlarda meşhur <bukra> anlayışıyla kuvvenin fiile çıkmasını,
yâni Osman Fuad Efendiyi Kral yapma projesini bertaraf ettikleri görülmüştür.
Sultan 5. Murad,
amucası Sultan Abdülaziz Hân'ın tahtdan indirilmesinin akabinde Osmanlı tahtına
oturduğunda ma-kam-i sadaretde Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa bulunuyordu. Paşa,
bu seferki sadaretine yâni, 4. sadaretine 12/Ma-yıs/1876'da mahlû padişah
Sultan Aziz tarafından getirilmişti. 5. Murad'a kendi sağlığından uğraşmakdan,
kim sad-rıazam, kim şeyhülislâm diyebileceği hâli yoktu. Nitekim devleti böyle
bir padişahın elinde istediği gibi yöneteceğine kanaat getiren Mütercim Mehmed
Rüşdü Paşa diğer paşaların ve bilhassa Hüseyin Avni Paşanın, Yüzbaşı Çerkeş Hasan
Bey tarafından pek cesurâne baskınıyla hayatına son vermesinden sonra, nüfuzu
çoğalan Askeri Mektepler Nâzın Süleyman Hüsnü Paşa, meşrutiyet üzerine
hassaslığını sürdürdüğünden, Midhat Paşaysa, 2. sadareti meşrutiyetle birlikte
tahayyül ettiğinden o da Mütercim Rüşdü Paşaya me saj vermeye çalışıyordu. Bu
arada da, 5. Murad iyice bozulmuş kuvvetli bir tedavi bunun içinde tahtdan
istinkâfı gerekiyordu. Bu hususda, sadnazam ve şeyhülislâm ile diğer ricali
devlet ittifak edip padişahı hâl ettiler. Böylece sadnazam olarak makamda
bulduğu zatın, uğurlamasıyla padişahlığı bırakmış oldu. Hükümdar olduğu 93
günü bir sadrıazamla geçirmiş oldu diğer tâbirle ne mühür aldı ne de verdi.
5. Murad'ın
şeyhülislâmlarına gelince, doksanüç gün süren saltanatında, hiç bir
şeyhülislâm değişiklik olmamıştır. Saltanata geldiğinde makam-i meşihatdeyse
İmâm-ı Sultani (müfsid imâm )Hâfız Hasan Hayrullah Efendi bulunuyordu. Selefini
hâl'e fetva veren bu şeyhülislâm, 5. Murad'ın halifeliğinin ilgasinada fetva
vermekten içtinab etmedi. Böylece tek sadrıazamla saltanat dönemini bitiren 5.
Murad, şeyhülislâm hususunuda aynen bitirmişti. Hasan Hayrullah Efendi'nin ilk
şeyhülislamlığı 1 ay, 18 gün sürmüş bu makama gelen 152. şeyhülislâm olmuştur.
Yerini Akşehirli Hasan Fehmi Efendiye bıraktığında, takvimler 19/Temmuz/1874'ü
gösteriyordu. Bu zâtın 2. meşihati 1 sene, 9 ay, 23 gün, sürmüş Hasan Hayrullah
Efendi 2. meşihatine 1 l/Mayıs/1876'da başlamıştı. 1 sene, 2 ay, 16 gün
sürmüştür bu görev fakat 5. Murad bu dönem içinde padişahlık nöbetindi tutup
yoluna gitmişti. Bu padişahın muasırları, gerek Abdülaziz'in gerekse
Abdülhamid-i sâni döneminin ilk yıllarındaki zevat olarak kabullenilebilir.
Padişah olarak 5. Murad'ın 93 gün süren dönemi vefat târihi olan 1904'e kadar
sürdüğünden o dönem ricâl-i dâhili ve hâricilerinin de muasırı sayılsa yeridir