.

Kur'anın Ekonomik Tefsiri


Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

“Rahman ve Rahim olan Allah adına…”

 

Besmelede hazif bulunduğunu, besmelenin başındaki Ba harfinden anlamaktayız.[1] Bu hazfin takdiri, ya besmeleden hemen sonra başlanılan fiilin kendisi veya o işin adıdır. Mesela besmele ile işe başlayan bir kimse, “Bismillahirrahmanirrahim” (Rahman ve Rahim olan Allah adına) diyerek besmele çekip işe başlayacağı gibi, “Rahman ve Rahim olan Allah adına” diye, işine uygun olarak, “okuyorum, yazıyorum” veya “hüküm veriyorum” diyebilir. Böylece birincisinde fiilin kendisi hazfedilmiş, ikincisinde ise fiilin adı hazfedilmiş yani söz hazfedilmiş olur.

Herhangi bir kimse, yapmak istediği bir işi kalbinde gizleyerek, besmele çekip hemen işine başlar. İşler ve iş yapanlar çok çeşitli ve sayısız olacağı için, bunu ifade etsin diye, burada hem fiil ve hem de fail hazfedilmiştir.[2]

İşlenilen her iş ve yapılan her hareket, ancak Allah’ın izni ile ve O’nun adına olduğundan, insanoğlu, ne yaparsa yapsın, ne işlerse işlesin, o her yaptığını Allah’ın kulu olarak, O’na vekâleten, O’nun emriyle ve izniyle yaptığını ifade etmek için, besmele çeker. İşte bu anlamda her işin başlangıcında ve okunan her surenin başında bu besmele sözü tekrar edilir. Besmele ile başlanmayan önemli bir işin, neticesiz kalacağı hakkında Hz. Peygamber’in hadisleri vardır.[3] 

Ba harfi: Bu harf, Türkçede ismin i, e, de, den halleri yerine geçen kelimelerden birisidir.  Bu kelimelere Arapçada Cer Harfleri adı verilir ki, bunlar, hangi ismin halini gösterecekse, o ismin başına gelirler. Aslında Cer harfleri bir fiilin başlaması ile bitmesini sınırlayan isimlerin başına gelir.[4]

Cer harfleri şunlardır:

Min   : den, dan (İşin başladığı yeri gösterir; işe tesiri yoktur).

İla     : e, a (İşin bittiği yeri gösterir; işe tesiri yoktur),

‘An    : den, dan (İşin başladığı yeri gösterir; işin yere tesiri vardır).

‘Ala    : e, a (İşin bittiği yeri gösterir; işin yere tesiri vardır).

Ba      : i, ı (İşin başladığı yeri gösterir; işe tesir eder, tesir devamlıdır).

Lam  : e, a (İşin bittiği yeri gösterir; işe tesir eder; tesir devamlıdır).

Fi      : de, da (İşin yapıldığı yeri gösterir).

Hatta: e, a (İşin son parçasını gösterir).[5]

Demek ki, besmeledeki Ba harfi, yaptığımız bir işin veya söylediğimiz bir sözün kaynağını göstermekte ve bu kaynağın bütün iş ve söz süresince devamlı olduğunu ifade etmektedir. “Ben bu işe veya bu söze Allah’ın emri ve talimatı ile başlıyorum ve sonuna kadar da O’nun emir ve talimatı ile devam edeceğim”, demek olur.

İ s m : Ad. Bir varlığın zatını gösteren, zatını işaretleyen veya şekillendiren her şeye “isim” denir. İsim, bir söz olabileceği gibi, aynı zamanda bir şekil ve bir hareket de isim olabilir. Yani kişinin zatını tanıtan her şey isimdir. Bunun için bir insanın fotoğrafı kendisinin ismi olduğu gibi, bedeni, görünüşü, siması, sanatı ve hatta konuşma üslubu bile onun isimleri olur. Subayların apoletleri bile birer isimdir.[6]

İsim kelimesi, aslında “sümüv” (yükselmek) kökünden gelir.[7] “Vesm” mastarından gelmesi de mümkündür. İsimler, bilinmeyen nesneleri ve meçhul şeyleri insan zihnine yükselterek bilinir hale getirirler; meçhulü malum yaparak yüce makama ulaştırırlar. Bu sebeple söylediğimiz bu işleri yapan her şeye isim denir. İsme bu adın serilmesinin sebebi budur. Sıfatlar da isim sayılırlar.[8]

Allah’ın isimleri de vardır. Hadislerde Allah’ın 99 isminden bahsedilmektedir.[9] Kâinat içinde cereyan eden her şey, her olay ve bütün düzen, tabiat ve tabiat kanunları adı verilen bütün esaslar, Allah’ın isimleri ve O’nun sıfatlarının birer tezahürüdür.[10] Razi, Allah’ın dört bin kadar ismi olduğunu, müminlerin bunlarda ancak bin kadarını bildiklerini, bu binin üç yüzü Tevrat’ta, üç yüzü İncil’de, dört yüzü de Kuran’da olduğunu, doksan dokuz tanesinden bir tanesinin ise gizli olduğunu söyledikten sonra hadise dayanarak, bunları ezberleyen kimsenin Cennet’e gireceğini söyler.[11]   

İşte besmeleyi okuyan bir kimse, Allah’ın bu imkân ve düzeni içinde, o düzenin gereklerine uyarak, hareket edeceğini söyleyip böylece Allah’ın kelamının tabiat kanunları haline gelmiş olduğunu, bir de dili ile ikrar ve ifade etmiş olur.

Ancak insan, Allah’ın zatı ile temas kurup hareket etmez. O’nun adına iş yapar ve O’nun adına hareket eder. Yani insan, Allah’ın kendi zatı ile ilgi ve münasebet kurmaz ve kuramaz. O, ancak Allah’ın yarattığı kâinat düzeni ile ilgi ve münasebet kurar ve bu kâinat düzeni içinde bir takım hareketlerde bulunur. Bunun için insan, Allah’ın koyduğu tabii ve değişmez kural ve kanunlara uymak zorundadır. İktisadi ekollerden biri olan fizyokratlar, bu konularda İslam’i görüşle aynı paralelde bazı görüşler ileri sürmüşlerdir. İşledikleri tabii düzen, ticaret serbestliği ve devletin ticari hayata müdahalede bulunmaması gibi konular buna örnek olarak gösterilebilir.[12]    

Allah : Gerçek tanrının özel ismidir. Kainatı var eden, ona bir düzen veren, insanı da bu düzen içersinde vazifeli kılan, şuurlu ve mutlak irade sahibi varlık Allah’tır.

Gerçek tanrı tekdir ve O’nun adı Allah’tır. Diğer tanrı sayılan şeyler ise birer puttur ve insanların uydurdukları şeylerdir. Her şeyi Allah var etmiştir. O, hiçbir şeye benzemez. Allah’a bazen yarattıkları şeylere izafeten başka isimler de verilebilir. Mesela “tanrı” kelimesi de böyle bir isimdir. Sabahın ağarmasına, güneşin doğuşundan önceki aydınlığa Türkçede tan adı verilir. Tanrı ise her şeyi karanlıktan aydınlığa çıkaran demektir. Mecazi olarak sanki yokluğu varlığa dönüştüren bir ışık demektir. Yalnız böyle isimler, Allah’ın zatının ismi olamazlar; olsa, olsa ancak onun sıfatlarının isimleri olabilirler.[13]     

Allah’ın zatını üçüncü şahıs zamiri ile “O” diyerek ifade edebiliriz. Gerçekten Arapçada o manasına olan “Huva” zamiri, Allah’ın zatının bir adıdır. Diğer üçüncü şahıslardan ayırmak için bu kelimenin başına bir şeyin eklenmesi gerekir. Bu da malum-bilinen anlamında olan tarif harfi (article) getirilmek suretiyle yapılmaktadır. Gerçi zamirler maarifedir, ama buradaki tarif harfi, maarife yapmak ve belirlemek için değil, Allah’ın zatını anlatabilmek için, kural dışı olarak gelir. Elmalılı bu hususta Basralıların görüşünü naklederek, Allah kelimesinde tarif harfi olan “el”den sonra geriye kalan “lah” kelimesinin de bir isim olduğunu söylemektedir. Hâlbuki bu “el” kelimesinin tarif harfi olmadığını söyleyenler de vardır. Tarif harfinden sonraki kelimenin “elilah” olduğunu söyleyenler de vardır.[14] Ancak biz, tarif harfinden sonra gelen “lam” harfinin “zalike” ism-i işaretinde olduğu gibi, uzağı gösteren bir harf olabileceğini düşünüyoruz.

Tarif harfi Arapçada “el”, Fransızcada “le”, İngilizcede ise “The” sözcükleri ile ifade edilir. Her ne kadar Türkçede tarif harfi yok ise de bugünkü Türkçemizde kullanılan üçüncü şahıs zamiri olan “o”nun aslı “ol”dur. Eski eserlerde bunun örneklerini bulmak mümkündür. Mesela nekre-bilinmeyen anlamında “bir adam” denirken, belli-bilinen anlamında “ol adam” veya “o adam” denilir. Burada netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, “L” harfi birçok dillerde maarife-belirlilik edatı olarak kullanılmaktadır. İşte “biline o” anlamını ifade eden ve Allah’ın zatının ismi olan başka hiçbir anlam taşımayan ve Arapça dili gramer kurallarına göre müştak (türetilmiş) olmayan “Allah” kelimesi böyle bir isimdir.[15] Bu kelimenin hiçbir dilde karşılığı yoktur. Bu konuda aynı kanaatte olduğunu söyleyen Fahruddin Razi, büyük bir gramerci olan İmam Halil b. Ahmed ve Sibeveyh’in hatta birçok usulcü ve fıkıhçıların da aynı şeyi söylediklerini nakletmektedir.[16]     

Allah kâinatı yaratmış ve insanları kendisine halife yapmıştır.[17] O, kendi iktidar emanetini insanlara vermiştir.[18] Yeryüzünün halifesi ise insanın bir türü olan âdemoğullarıdır. İnsanlar yeryüzünde Allah’ı temsil ederler. Fakat insanlar, Allah’ı fert, fert, aile ve hanedan olarak teker, teker temsil etmez; tüm olarak topluluk halinde, bir cemiyet şeklinde temsil ederler.[19]  

Yeryüzünde Allah adına hüküm icra edecek merci ise ammedir, kamudur ve devlettir.[20] Dolayısıyla yeryüzünde Allah’ın hak ve vazifeleri, kamunun-devletin hak ve vazifeleri olarak yerine getirilir. Ömer Nasuhi Bilmen de bu hak ve vazifelerin Allah’a izafe edilmesi hakkında şöyle demektedir: “İşte hukukullah denilen bu haklar, şahıslara mahsus olmayıp ammenin menfaati icaplarından olduğu cihetle bunlara “amme hukuku” da denir ki, bir cemiyetin bekası, intizamı, itilası ancak bu haklara riayete kaimdir. Bu haklar, mertebelerindeki şereften, mahiyetindeki ehemmiyetten dolayı Hak Teâlâ Hazretlerine nispet olunmuştur. Ve illa halk ve icad ve teşri itibariyle bütün haklar, Allah’ü Azimüşşana nispette müsavidirler.”[21] Yani bu demektir ki, yeryüzünde Allah’ı devlet temsil eder, diyebiliriz. Bunun için İslam hukukunda Bilmen’in dediği gibi, amme haklarına (devlet haklarına) hukukullah-Allah’ın hakları denilmektedir. Mesela İslam’da zenginlerin vermekte olduğu zekât (vergi)lar, hukukullah sayılıp devlete verilmesi mecburidir. Devleti temsil ettikleri için fertlere de verilebilir.    

Bu kamu-amme haklarının Allah’a izafe edilerek, hukukullah denilmesinin sebebini açıklayan Molla Hüsrev, “Hukukullah, herhangi bir şahsa mahsus olmaksızın umumi menfaatlerinin bütün insanlara ait olan şeylerdir” diye bir tarif yaptıktan sonra bunların faydaları da çok, zararları da çok olması sebebiyle Allah’a nispet edildiğini açıklamıştır.[22]       

Kuran’da geçen Allah kelimesinin birçoğunu da bu görevleri yerine getirecek olan kamu-amme ve devlet şeklinde tevil edip yorumlamak mümkündür. Mesela bir ayette Allah’a güzel bir ödünç verin diye emredilmektedir.[23] Burada Allah’a vermeden maksat, Allah için onun kullarına yani topluma vermektir. Nitekim bir kutsi hadiste de Allah, kendisini kullarının yerine koyarak “Ey âdemoğlu, ben hasta oldum, beni ziyaret etmedin; acıktım yemek istedim, yemek vermedin; susadım, su istedim su vermedin”, buyurmuşlardır.[24] Yani netice olarak, buna göre “Allah” dünya açısından ele alındığı zaman toplum, kamu ve devlet ile tevil edilir.[25]

Allah’ı kamu-toplum ve devlet anlamı ile düşündüğümüz zaman besmelenin anlamı, “Rahim Rahman olan devlet adına ben bu işi yapıyorum”, şeklinde olacağı ortaya çıkar. Her fert bütün davranışlarında besmele ile işe başlayacağına göre böylece o, her işini bir içtimai mukavele (Contract Social) ile yapmış olmaktadır.[26] Böylece insan vücudu hücre, doku, organ ve organizma olarak bir bütünlük arz ettiği gibi, toplumun bünyesi de tüm birey ve kurumlarıyla bir bütün olduğu anlaşılmaktadır. 

İşte besmele, insanın, her işin, her hareket ve davranışın başında Allah ile yaptığı sözleşmenin bir tescili olarak görülebilir. Böylece toplumdaki tüm vatandaşlar, bütün hareket ve davranışlarını devamlı olarak kontrol altına almış olurlar.

Rahman : Yaşatan. Rahm, kadının rahmine, döl yatağına denir.[27] Burada çocuk meydana gelip yetişir. Sonraları bu kelime, merhamet edilecek şahsa olan şefkat ve esirgeme duygusu anlamında kullanılmaya başlanmıştır.[28] Bu da ananın çocuğunu analık duygusu ile yetiştirip büyütmesidir, denilebilir. Sonraları daha genel olarak karşılık beklemeden sadece ihsan anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bu kelimenin Kuranda pek çok yerde ihsan-eksiksiz iyilik yapmak anlamında kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz.[29] Birçok yerde de Allah’ın rahmetinden bahsedilmektedir.[30]

Ekonomik açıdan baktığımız zaman bize göre bu kelimenin esası, merhamet edilen şahsın bütün ihtiyaçlarının giderilmesi anlamında hiçbir karşılık beklemeden eksiksiz olarak tam bir iyilik yapılmasıdır, diyebiliriz.

Rahman sığası, sıfattan yapılmış bir ism-i faildir. Bu kalıp hiçbir zaman ism-i meful olarak kullanılmaz. Biz bunu Türkçede insanın her türlü ihtiyacını, hiçbir karşılık almadan, eksiksiz temin eden diye tercüme edebiliriz. Biz bunu tek kelime ile ifade edecek olursak, bunun karşılığında ancak yaşatan kelimesini bulabileceğimizi söyleyebiliriz. Allah, insanlara ve diğer tüm varlıklara ana rahminden hayatlarının sonuna kadar geçen zaman esnasında kendileri için gerekli olan her türlü ihtiyaçlarını, hiçbir karşılık almadan, temin etmiş ve böylece onlara yaşama imkânı sağlamıştır. Bunun için de tüm fiziki, biyolojik ve sosyal şartları hazırlamıştır.

Allah’ın yeryüzünde görevli bir temsilcisi olan devlet de hiçbir karşılık beklemeden, genel sosyal güvenliği sağlayıp fertlerin yaşamaları için ihtiyaç duyulan gerekli düzeni kurmalıdır. İslam esaslarına göre devlet, vatandaşların bütün hayati ihtiyaçlarını temin etme hususunda görevli olup bu konuda gerekli hizmetleri yapmaya ve şartları hazırlamaya mecburdur.[31] 

Bugünün devlet anlayışına göre üretilen kelimeler arasında sosyal devlet, refah devleti, sosyal adalet ve sosyal güvenlik gibi terimler vardır.[32] Bunlar farklı olmakla beraber bize İslam’ın toplum anlayışına yaklaşıldığını göstermektedir, diyebiliriz.

İmam Ebu Yusuf, bireylere ait olmayan, mesela su kanalları gibi bütün insanların ortak olarak faydalandıkları kamuya ait olan yerlerin her türlü işinin devlet tarafından görüleceğini ve bunları yapmanın devletin görevi olduğunu söylemektedir.[33] Kuran-ı Kerim’de de anormal şartlarda mesela kıtlık, ekonomik kriz ve buhran dönemlerinde devlet hazinesinin faaliyete geçirileceğine işaret edilmiştir.[34] Yusuf Peygamber’in, devlet hazinesinin başına geçtiği zaman ihtiyatlı davranarak iyi idare ettiği için yedi yıl süren kıtlık döneminde ambarların dolu olduğu tarihen sabit bir gerçektir.[35]      

Rahim : Çalıştıran (İş veren). Bu da Rahm kökünden gelen bir kelimedir. Karşılıksız, istekle, severek iyilik eden anlamınadır. Bu kelime de aynı Rahman kelimesi gibi, sıfattan yapılmış bir ism-i faildir. Ancak ondan farkı, bu kalıbın meful olarak da kullanılmasıdır. Bu kelime rahmet eden anlamına geldiği gibi, rahmet olunan anlamına da gelmektedir. Çünkü “failün” kalıbı, hem fail, hem de meful için kullanılır yani her ikisi için müşterektir.[36] 

Bu kelime, Allah için kullanıldığı zaman ism-i fail anlamına geleceği şüphesizdir. Ancak Rahman’dan da farklı bir mana taşıdığı bilinmelidir. Biz bu farkı ekonomik açıdan şöyle yorumlamak istiyoruz: Allah herkese rahmet eder ve bunun için de bir karşılık beklemez. Yalnız çalışanlarla çalışmayanları da bir tutmaz. Mesela çalışanlara fazla olarak çalıştıklarını karşılığını yani ücretleri verir. Ücretin artmasında çalışmanın önemli bir yeri vardır. Bu sebeple bu rahmet işinde rahmet edilenin de önemli bir yere sahip olduğu açıktır. İşte biz bu anlamı ifade etmek için bu kalıbın kullanıldığı düşünüyoruz.

Allah ekonomik düzeni koyan olmakla aynı zamanda da onun sahibi olur. Ancak O, bu düzeni kendisi için değil, tüm insanlar, çalışanlar ve işçiler için kurmuştur. Yapmış olduğu bu iyilik, kendi yönünden karşılıksız ve eksiksizdir. Sadece bizim yönümüzden çalışmamızın ücretini aldığımız için bir bedel ve karşılık vardır. İşte bu durum, ancak rahm kökünün fail kalıbı ile ifade edilebilir. Biz bunu Türkçe karşılığı olarak ekonomik açıdan çalıştıran kelimesi ile tercüme etmek istiyoruz. Bu sebeple amme, kamu yani devletin aynı zamanda genel anlamda herkese işveren bir kurum durumunda olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Bütün bu açıklamalardan sonra “Yaşatan çalıştıran Allah adına…” (Yani yaşatan çalıştıran Allah adına ben bu işi yapıyorum) diye tercüme edebiliriz.

Besmelenin ekonomik anlamına gelince, onun dünya açısından ifade edeceği mana, içtimai yani sosyal işlerle ilgilidir. O zaman besmele “yaşatan ve çalıştıran devlet…” anlamını taşır ki, yukarıda açıkladığımız gibi, “…devlet adına alıyorum, satıyorum, çalışıyorum, vergi tarh edip topluyorum” demek olur. Bu sebeple her Müslüman, tüm hareket ve davranışlarında besmele ile işe başlayarak Allah’la ve dolayısıyla O’nu temsil eden devletle bir sözleşmede bulunmuş olur. Böylece birey ve bireyler her türlü hareket ve davranışlarını bir şekilde şuurlu hale getirmiş olurlar.

İsim Cümlesi : Besmelede hazfedilmiş bir fiil yerine o fiilin veya hareketin kendisi konularak, fiil cümlesi, isim cümlesi haline getirilmiştir. İsim cümleleri devamlılık ve genişlik ifade ederler ve zamanın dışına çıkarlar.[37] Burada kullanılan bu isim cümlesi, toplumdaki bu ahdi ve sözleşmeyi genişletmiş ve devamlı hale getirmiştir.

Hazif : Bazı kelimeler, çeşitli sebeplerle cümleden hazfedilir. Mesela icaz yapmak için hazfedilir ve başka sebeplerle hazfedilir.[38] Muhtelif yerlerde bir takım sebeplerle yapılan bu hazifler, çeşitli anlamların ifade edilmesine yardım ederler ve çeşitli manaların çıkmasına neden olurlar. İşte bu besmelede de böyledir. Kelimenin yerine bizzat fiilin, yani hareket ve davranışın kendisi konulmakta ve aynı cümle, hiçbir değişikliğe tabi tutulmadan, her türlü fiil ve hareketlerde kullanılmaktadır. Bunun için besmele, her yerde uygulanabilen bir formül haline gelmiştir dersek aşırı gitmiş olmayız. Bu erkek ve kadın herkes tarafından söylenebileceği gibi, bir topluluk tarafından da söylenebilir. Böylece tekil, ikil ve çoğul kalıpları için de kullanılmış, yine erkeklik ve dişilik de bir çözüme kavuşturulmuş olur. Yani besmeleyi söyleyen kimse erkek olsun, kadın olsun, bir kişi veya bir topluluk olsun fark yoktur, bir şey değişmez. Kişinin kendisi söylemiş gibi olur. Hâlbuki besmelede hazif yapılmamış olsaydı, Arapçadaki tekil, ikil ve çoğul kalıpları bulunduğundan ifadeler de değişik ve çok olacaktı. İşte hazif bulunmakla bu durum önlenmiştir, diyebiliriz.    

Takdim : Bir cümlenin elamanlarından bazıları yer değiştirmek suretiyle meydana gelen takdim ve tehirler, anlam bakımından birçok değişikliklerin meydana gelmesine sebep olurlar. Bunlardan birisi de hasr ve tahsistir.[39]

Mesela Türkçede “Kalemi aldım” yerine kalemden başka bir şey almadığımızı belirtmek için “Aldığım kalemdir” deriz. Arapçada fiiller failden önce gelir. Hâlbuki konumuz olan besmele işinde besmele önce gelip fiil sonra gelmektedir. Yani besmele takdim, fiil ise tehir edilmiştir. Böylece besmele çekerek çalışmaya başlayan bir insan, sadece Allah adına (veya ekonomik olarak kamu adına) hareket ettiğini ifade etmiş olmaz, aynı zamanda, başka bir kimsenin adına hareket etmediğini ve etmeyeceğini, hareket ve davranışlarını yalnız Allah’a bağlayacağını ve O’ndan başka kimseyi dinlemeyeceğini bildirip ilan etmiş olur.

Mutabakat : Aralarında anlam bakımından ilgi bulunan iki veya daha fazla kelimeleri bir arada kullanmaya mutabakat veya tıbak derler.[40] Herhangi bir cümlede kullanılan bir kelimeden sonra onun anlamına uygun vasıflardan bahsetmek yani onun manasına uygun kelimeler getirmek de böyledir. Mesela “Kahraman ordu düşmanı yendi” ifadesi böyle uygun bir cümledir. Fakat bunu böyle değil de “Kahraman ordu çok güçlüdür” cümlesiyle söylersek bu ifade yüzünden cümledeki ahenk ve anlamdaki birlik ve uygunluk kaybedilmiş olur.

İşte besmelede de çalıştıran ve yaşatan sıfatları kullanılarak, her türlü davranışın Allah adına yapıldığı ifade edilmekle ve başka türlü bir davranışın da olamayacağı belirtilmekle şu husus ortaya çıkmış oluyor ki, insanoğlunu varlığındaki esas, yaşama ve çalışmaktan ibarettir. Bunu yapan da yanız Allah’tır. Dolayısıyla dünya açısından ekonomik olarak kamudur, ammedir ve devlettir.

Besmele Ayetinden Çıkarılan Ekonomik Esaslar:

1- İnsanın esası, yaşayıp çalışmaktan ibarettir. (Ekonomi, çalışıp yaşama ilmidir diye yapılan tarif bu esasa uygundur.)

2- Yaşatan ve çalıştıran toplumdur, kamudur ve devlettir.

3- Birey ve kuruluşlar devletin kendisiyle değil, düzeni ile karşı karşıyadırlar. Dolayısıyla herkes, her türlü muameleyi devletle yapmış olur.  



[1] Fahruddin er-Razi, Tefsir-ul Kebir, I, 168.

[2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, I, 39.

[3] Bedrüddin el-Ayni, Umdet-ül Kari, I, 11; Keşf-ül Hafa, II, 174.

[4] İbn-ül Hacib, el-Kafiye, s. 95.

[5] Serahsi, Usul-üs Serahsi, I, 218–227; Molla Hüsrev, Mirat, s. 142; İbn Melek, Şerh-ul Menar, s. 150.

[6] Fahruddin er-Razi bu konuda uzun, uzun bilgi verir; bak. I, 100–150.

[7] Asım Efendi, Kamus Tercümesi, IV, 1012.

[8] Elmalılı, I, 18

[9] Buhârî, Deavât 68; Müslim, Zikr 2, (2677); Tirmizî, Deavât 87, (3502)

[10] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, s. 12–19.

[11] Razi, XXII, 11–14.

[12] Sabahaddin Zaim, İktisadi Doktrinler, s, 26; Feridun Ergin, İktisat, s, 52

[13] Elmalılı, a.g.e. I, 24–25

[14] Elmalılı, a.g.e. I, 27.

[15] Bilgi için bak, Tecrid-i Sarih, XI, 34.

[16] Bak. Razi, a.g.e. I, 156; Allah kelimesi ve Allah’ın isimleri hakkında bak. Esmaü’l-Hüsna Şerhi, s, 19.

[17] Bakara 2/ 30–31.

[18] Ahzab 33/ 72.

[19] Ebu’l Ula el-Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s. 33.

[20] Biz burada devleti hükümet anlamında değil, daha geniş manasıyla cemiyet anlamında kullanıyoruz. Bu kelimeyi tezde hep bu anlamda ele alıp kullanacağız.  

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, I, 226.

[22] Molla Hüsrev, Mirat, s, 312.

[23] Müzzemmil 73/ 20.

[24] Müslim, Birr, 13, Hadis No: 2569

[25] Bak. H. Han Şirvani, İslam’da Siyasi Düşünce ve İdare, s, 179.

[26] Elmalılı, VII, 5465.

[27] Rağıb el-İsfehani, Müfredat, s, 191.

[28] Kamus Tercümesi, IV, 300

[29] Bakara 2/ 83; Yunus 10/ 26; Nahl 16/ 30, 90; Rahman 55/ 60

[30] Bakara 2/ 157; Ali İmran 3/ 107; Enam 6/ 147; Araf 7/ 56; Kehf 18/ 82.

[31] M. F. Ansari, Komünizme Karşı İslam, s, 24

[32] Bak. Ak İktisat Ansiklopedisi, s, 791, 848, 849.

[33] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, (tercüme: Ali Özek) s, 164.

[34] Yusuf 12/ 55.

[35] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 147.

[36] Sarf Cümlesi Maksud, s, 188

[37] Bak. Elmalılı, a.g.e. I, 62; Muhammed b. Abdurrahman, Telhis, s. 3.

[38] Muhammed b. Abdurrahman, Telhis, s, 94

[39] Bak. Telhis, s, 54.

[40] Muhammed b. Abdurrahman, Telhis, s, 136.

 

*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.