.

İZMİR VALİLİĞİNİN İSTEĞİ ÜZERİNE YAZILAN “VATANDAŞ KARDEŞLİĞİ MİTİNGLERİ” HAKKINDAKİ RAPORDUR

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

Bir iş, nerede nasıl ne kadar ne zaman ve kimler tarafından yapılır, sorusu bugünkü medeniyette cevabını bulamayacak kadar ağır bir sorudur. Çünkü bu soruyu cevap verebilecek kimsenin fizik ve metafiziği bilmesi gerekir. Hâlbuki zamanımızdaki okullarda değil metafizik ile fizik ilmini birleştirmek, fen bilimleri ile sosyal bilimler bile birbirinden ayrılarak bölücülük yapılmıştır. Burada örnek vererek bir tespit yapmak gerekirse mesela ülkemizdeki okullar, din ve bilim okulları diye ikiye ayrılarak bir bütünün ikiye bölünüp parçalanmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Oysa eşyanın tabiatında böyle bir ayrım olmadığı gibi, tam tersine insan, hayvan bitki ve cansızlardan meydana gelen kâinat, insan bünyesine benzer dörtlü bir sistem ile birlikte bir makine gibi çalışmaktadır. Yani bugünkü kültürde birlik ve beraberlik değil, bölünmüşlük ve parçalanmışlık vardır. Onun için Türkiye’nin, İslam âleminin ve hatta tüm dünyanın bu temel esaslara göre yeniden yapılanması gerekir. Bu sebepten dolayı devleti temsil eden cumhuriyet kurumları ile milleti temsil eden demokratik kuruluşlar, aynı bisikletin ön ve arka tekerleklerinde olduğu gibi hem ayrı ve hem de birlikte çalışmalıdırlar. Bu esasa göre devlet ve millet, cumhuriyet ve demokrasi, resmi ve sivil derken bu terimlerin içerikleri, anlamları ve bu anlamların sınırları bize göre çok çok önemlidir. Zira bunlardan birisi ile diğeri birbirlerine köstek değil destek olurlar, engel değil, dayanak olurlar.  Biri diğerinin aleyhine çalışmaz ve kendi sınırını aşmaz, haddini bilir ve tecavüz etmez. Mesela devlet, ben hukuk devletiyim diyorsa, hukuki alanda kalır, dini ve ahlaki alan olan kadınların başörtüsü ile uğraşmaz ve uğraşamaz. Eğer bir ülkede böyle bir şey olursa biz o devlete primitiv - ilkel devlet deriz. Fakat devlet, veli olduğu için, bir fayda sağlama veya bir tehlikeyi önleme durumunda, yani anormal şartlarda giyim kuşamı veya sadece başörtüsünü bir forma sokmak isterse, bir şekil gösterip tüm vatandaşlara böyle yapacaksınız der ve böylece fotokopi bir ortam çıkar. Böyle bir yasaya da herkes uyar. O zaman bu davranış yani hem devletin ve hem de vatandaşların hareketi hukuki alanda bulunmuş olur. Çünkü devlet, tüm vatandaşların ortak bileşkesidir. Başka bir deyişle devlet, tüm vatandaşların ortak alanlarının bir bileşkesidir.

Burada devlet, millet derken konunun güzel bir şekilde, tamamen anlaşılabilmesi için bir örnek daha vermenin yarar sağlayacağı görüşündeyim. Buna göre biz, insanın birey ve toplum olarak serbest iradeleriyle meydana getirdikleri hareket ve davranışlarını, akıcı ve değişken olmalarına rağmen, bir evin sabit ve durağan olduğu halde tavan ve tabanına benzetebiliriz. Çünkü tavan ile taban, birbirini tamamlayan iki öğeden biridir. Onun için de biri diğerine ters düşmez ve aleyhinde olmaz dersek herhalde hata etmiş olmayız.

Birey ve toplumu ilgilendiren başka bir husus da bütün canlılarda görülen normal ve anormal durumlar, sağlık hastalık, savaş ve barış gibi kural ve kanunları değiştiren hallerdir. Çünkü zamanın geçmesiyle bütün canlıların sistemlerin ve düzenlerin bünyesinde meydana gelen değişikliklerdir ki, batılılar buna entropi derler.

Bugün Türkiye’miz bölge ve dünya açısından çok önemli günler yaşamaktadır. Küçük ve basit bir olumsuzluk bu millete çok pahalıya mal olabilir. O yüzden her türlü tehlikeyi önlemek için son derece dikkatli ve hem de titiz davranmak zorunluluğu vardır. Mesela fesat odağı PKK ve onun meşru gibi görünen yandaşları bu millet için bünyemize girmiş zararlı mikroplar gibidir. O sebeple hasta olan bu toplum bünyesini toplum-bilim kanun ve kurallarına uyarak tedavi etmek mecburiyetindeyiz. Bir taraftan devlet bu konuda çalışma yaparken diğer taraftan da millet destek ve hizmetini göstermelidir. Tam bu noktada Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendinin yanında hizmetli olan babam Ahmet Eskicioğlu’nun bana anlattıkları aklıma geliyor. Babam dedi ki, yavrum bu ülke kolay kurtulmadı. Gece gündüz çalışanlar, sırf Allah için canını ve malını verenler. Fikir ve düşünce üretip bunu eyleme koyanlar…İşte bunlardan birisi de Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendidir. O bana gösterdiği bu faaliyetlerin hepsini anlattı.:  İstanbul hükümetinden ümit kesildi. Artık biz hep kendi derdimize düştük. Ben gizli bir şekilde İzmir’e vali Sakallı Paşa ile görüşmeye gittim. Ona İzmir’i bırakın, Yunan buraya gelir, savunamayız, siz askersiniz, savunmayı ve savaşı bizden daha iyi bilirsiniz. Lütfen Denizli’ye geliniz, orada devlet kuralım, siz bu devletin başına geçin. Denizli ve çevresi olarak hep birlikte hareket edelim, dedim. Fakat bu olmadı. Ben, Yunanlıların İzmir’i işgal edeceklerini biliyordum. Denizli merkez ve kazalardan gelen delegelerle görüşmeler neticesinde bir miting yapılmasına karar verdim. Asker elbiselerimi giydim ve askerlik şubesine gittim. Onlara ne duruyorsunuz, uyuyor musunuz, memleketin halini görmüyor musunuz dedikten sonra onları ikaz edip ne yapacaklarını söyledim. Hemen oradan Lise müdürüne gittim. Ona durumu anlatıp öğrencilerin 15 Mayıs 1919 Cuma günü namazdan sonra Bayramyerinde miting yapılacaktır diye öğrencilerin sokak sokak dolaşıp bütün Denizli halkının meydanda toplanmasını sağladık… diye olayları anlatmıştır.

İşte bu gün de ülkemizin bir yerinde aynı Ahmet Hulusi Efendi’nin yaptığı gibi, bir halk hareketi başlatılmalıdır, diye düşünüyorum. Bu hareket, tüm vatandaşları kucaklayan, onları kardeş yapan bir hareket olmalıdır. Bu da olsa olsa Kuranda Şuara suresinde geçen[1] Nuh, Hud, Salih ve Lut peygamberler için hemşerileri-vatandaşları yerine “kardeşleri” buyrulmasıyla düşündüğümüz ancak “VATANDAŞ KARDEŞLİĞİ” ya da “VATANDAŞLAR KARDEŞTİR”, sloganını göğsünde taşıyan bir mitingle olabilir.

Arap baharı adı verilen hareketin, bir gün Türkiye’mizi de istila etmesinden hiçbir kimse emin olamaz.  Bu hareketler, kanaatimize göre son derece doğal kanunlar ile yürümekte ve yürütülmektedir. Bu konuyu daha güzel ve bilimsel bir şekilde açıklayabilmemiz için örnekler vermek suretiyle ve daha geniş anlatımla şunları söyleyebiliriz: 

   Yerçekimi kanununu yani düşmeyi koyan Allah’tır, vücut sıcaklığını yani bünyedeki ısıyı koyan Allah’tır, toplumdaki üretimi, tüketimi, alış verişi ve paylaşımı, insanların toplum halinde yaşamalarını ve bütün bunların kanun ve kurallarını koyan Allah’tır. Varlık âleminde gerek fizik ve fen kuralları olsun, gerekse sosyal ve hukuk kanun ve kuralları olsun bunların her ikisine de sünnetüllah adı verilir. Bu her iki kanun da din ve bilim yoluyla öğrenilir. Bu dine ve din kanunlarına dayalı olarak irade ile meydana getirilen olaylar ile bilime ve bilim kanun ve kurallarına dayalı olarak meydana gelen olayların her ikisi de sünnetüllahtır. İşte biz insanoğluna bu dünyada düşen, iki bilgi kaynağı olan Allah’ın koyduğu din ve bilim kanun ve kurallarını bulup öğrenip ona göre uygulama yapmaktan ibarettir. Zira Elmalılı merhumun dediği gibi      "gerçekten Allah Teâlâ, âlemlerin rabbi olduğundan, kâinatın hepsinde onun kanunları geçerlidir." [2]

Yerçekimi kanununun bir gereği olarak her cisim bulunduğu yerde durur. Bu demektir ki, onun ağırlık merkezi kendi içerisinde bulunur. Eğer ağırlık merkezi, cismin dışına çıkarsa bu taş, insan veya başka bir şey ne olursa olsun, düşer ve yuvarlanır. Yani bulunduğu hal ve durumu bozulur.   Vücut ısısını da insan ve hayvanların bünyesine koyan Allah’tır. Bünyede tam denge varsa ve tüm hücreler ve organlar görevlerini yerine getiriyorlarsa bu bünye sağlıklıdır, denir. Eğer arıza varsa ve bir enfeksiyon söz konusu ise bu bünyenin dengesi bozulur, ısısı yükselir ve vücudun ateşlendiği görülür.  

Cisimlerde olduğu gibi bazen toplumlar da hareketlenir, yuvarlanır, düşer ve ateşi yükselip hastalanır; kargaşa çıkar, ortalık karışır, sonra da ya düzelir, ya da bozulur. Bunun için toplumdaki sosyal, siyasal ve ekonomik alanlar için konulmuş olan dengelere, kanun ve kurallara uymak gerekir. Doğal-İlahi bir düzenin kanun ve kurallarına uyulduğu zaman dışarıdan gelen etkiler ve kışkırtmalar zarar veremez. Bilim ve din kurallarını bünyesinde birleştirip ona göre hareket eden birey ve toplumlara kimse bir şey yapamaz. Çünkü Kuranda böyle olan bir görevli misyon sahibi kişinin (ve dolayısıyla toplumların) Allah’ın koruması altında olduğu bildirilmektedir.[3]

Eğer bir toplumda halk, âlimler cahiller, teorisyenler pratisyenler, zenginler fakirler, üst tabaka alt tabaka gibi kısımlara ayrılır ve toplumu meydana getiren bu kesim ve kısımlar arasında uçurumlar bulunursa o toplum sağlıklı değildir, karışmaya ve kargaşaya hazırdır ve sosyal patlamaya aday durumundadır. Mesela gelir dengesi anormal, çok farklı ve geçim vasıtalarının dağılımındaki bozukluklar, toplumu sarsar ve tehlikeye sokar. Kuranda geçim vasıtalarını gereği gibi kullanmayıp bunların hukukuna riayet etmeyen toplumların helak olduğundan bahsedilmektedir. “Biz, geçimlikleri hakkında kural dışına çıkıp taşkınlık yapmış nice şehir halkını helak ettik.”[4] Ayetin aslında geçen “batırat” kelimesi hakkında Rağıb şunları söylemiştir. Bu kelime, nimeti kötüye kullanmak, hakkına riayet etmeyi ihmal etmek ve uygun olmayan yerlerde harcamaktan kaynaklanan bir tür hastalık halidir.[5] Bu ayetin anlamına Türkçemizdeki “biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar” özdeyişi çok uygun düşmektedir. Böylece bir toplumda tüketim işlerinin çok önemli bir mesele olduğu ortaya çıkmaktadır. Onun için İslam ekonomisinde üretimde mülkiyet, tüketimde ise şüyuiyet esastır. Bu demektedir ki, gelir dağılımındaki dengesizlikler, paylaşım ve tüketimdeki adaletsizlikler sosyal patlamalara sebep olur.

            Netice olarak şunu söylemek istiyoruz ki, bugün ülke, bölge ve dünya konjonktürünün devlet ve milletimizi getirdiği bu noktada Devlet ve Millet bütünlüğünü sağlayabilmemiz ve insanlık âlemine geçmişimizde olduğu gibi, hak ve adalet götürebilmemiz için yukarıda bahsettiğimiz doğal-ilahi kanun ve kurallar muvacehesinde yeni hizmetler üretmemize ihtiyaç, hatta zaruret ve belki de bir mecburiyet vardır. İşte bu cümleden olarak “VATANDAŞ KARDEŞLİĞİ” mitingini ilk defa İzmir’den başlatma teklifimi İzmir Valiliğimize sunmayı milli, dini ve vicdani bir görev telakki ettiğimi saygıyla arz ederim.

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu

D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi

İslam Hukuku Öğretim Üyesi

İZMİR  28-09-2011

 



[1] Şuara 26/ 105-161

[2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, I, 126

[3] Maide 5/ 67

[4] Kasas 28/ 58

[5] Rağıb el-İsfahani, Müfredat, “batar” maddes


*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.