.  

İslam ve Sosyal Dayanışma

Prof.Dr.Osman Eskicioğlu*


Bugün hemen hemen bütün dünya batı medeniyetini yaşıyor diyebiliriz. Batı medeniyeti ise tamamen deney ve tecrübeye dayandığı için laboratuara girmeyen ve giremeyen şeyleri de deneye tabi tutması sebebiyle zaman zaman tabiatın direnişi ile karşılaşmıştır.

Böylece girdiği çıkmaz sokaklardan geri dönmek mecburiyetinde kalmış ve o çıkmaz sokakların alternatiflerini arayıp bulmaya çalışmıştır. İşte tamamen batı patentli ve o kültürün ürünü olan “Sosyal Dayanışma” teori ve pratik arayışları da bundan başka bir şey değildir. Çünkü ilk kendisini göstermeye başladığı zamanlardan beri bireyciliği ve bireyin menfaatini ve çıkarcılığı ön planda tutan bu Rönesans düşüncesi, bu bireycilik  bataklığının yanlış ve zararlarını toplumun her tarafında görmesi sebebiyle sosyalizasyon yollarını aramaya başlamıştır. Biz de kendi olamayan, o yüzden onların arkasından giden, onların takipçileri, artçıları ve artıkları olduğumuz için, arızalı toplumun, hastalıklı ekonomisinin pansuman tedavisi gibi bir şey olan sosyal dayanışma fantezileri   ile vakit geçiriyoruz.

Bu girişten sonra artık “İslam ve Sosyal Dayanışma” başlığının son derece ehemmiyet kazandığı kanaatindeyim. Çünkü yazdığım bu cümlelerden ne demek istediğimi çok iyi anlayan değerli okuyucular, acaba bu işler yani mali ve nakdi yardımlaşmalar, iktisadi ve içtimai dayanışmalar acaba  İslam’da nasıldır diye kendi kendilerine sormaya başlayacaklardır. İşte ben hemen şimdi onların bu dört gözle cevabı bekler durumda olmalarından güç alarak ifade etmeye başlıyorum.

İslam, bugünkü sistemlerde olduğu gibi ne sadece bireyci ve birey merkezli bir dünya, ve ne de toplumcu ve toplum merkezli bir alemdir. İslam hem bireyi ve hem de toplumu tutan, bireyi toplumla, toplumu da bireyle tamamlayan bir teori ve pratiktir. Sosyal dayanışma açısından düşündüğümüzde bireye bireysel açıdan bakacak olursak, onun kendi iradi ve ihtiyari hareket ve davranışlar içersinde sadaka, hayır ve bağışlarla çepeçevre kuşatıldığını görürüz. Aynı bireye toplum açısından baktığımız zaman eğer o zengin ise hukuki-mecburi-zorunlu bir davranış ile, yani İslam toplumunun vergisi olan zekat yükümlülüğü ile karşı karşıya olduğunu müşahede ederiz. Buradan anlaşılıyor ki, birey bir taraftan kendisine göre serbest bir şekilde, bir sivil toplum hareketi gibi mali bir yardımlaşma yapmakta, diğer taraftan da topluma zorunlu bir şekilde ödeme yapıp sosyal yardımlaşmaya hukuki bir katkıda bulunmaktadır.

O halde İslam’da resmi ve sivil hareket birbirini tamamlayan iki unsur gibidir. Zaten İslam’ın dünyevi meselelerde bilhassa ekonomik alanda resmi-sivil gibi hep ikili sistem uyguladığı görülür. Kuran’da Tevbe Suresinin 60. ayetinde devlet bütçesinde payları olan 8 sınıf  zikredilmektedir.

Bunlar içersinde bilhassa iki sınıf sosyal yardımlaşmanın omurgasını teşkil eden, belki hasta, belki de iş gücü olmayıp çalışamaz durumda olduğu için devlet bütçesinden bugünkü ifade ile aylıklarını alan hak sahipleri vardır. İkinci sınıf ise iş gücü var, çalışabilir, belki de bir meslek sahibi, ama parası ve sermayesi olmadığı için çalışamayan üretemeyen kimselere yine devlet bütçesinden makine, alet, araç ve gereçlerin temini için verilen paylarla üretime kazandırılan kimselerdir.

Bu sosyal bir yardım değil, bir atıfet değil, bir yardımlaşma değil, devletin resmi-hukuki ve mecburi olarak bütçeden hak sahiplerine yaptığı bir ödemedir.  

Yine resmi bir devlet geliri olan savaş gelirlerinin beşte biri Enfal Suresinin 41. ayetinde ifade edildiği gibi, 6 sınıf arasında Allah, resul, akrabalar (bu sınıf yaşlı olan kimselere bakanlar  olarak da yorumlanabilir), yetimler, yoksullar ve yolcular gibi kimseler arasında eşit olarak paylaştırılır. Bu sınıflar aynı şekilde Haşr suresinin 7. ayetinde fey gelirlerinden bahsedilirken de anılmaktadır. Burada Allah hakkı olarak zikredilen pay, ilgili şuranın kararı ile toplumun muhtaç olduğu hastane, mescit, cami ve yol gibi her yere harcanabilir.

Bakara Suresini 177. ayetinde akrabalar, yetimler, yoksullar, yolcular, dilenciler ve köleler (işçiler ve memurlar gibi dar gelirlilerden) bahsedilmektedir.

Ayrıca yine aynı surenin 215. ayetinde de ana-babalar, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolculardan bahsedilmektedir. Bu sınıflar da kişilerin yardım ve yardımlaşmaya verdikleri değer kadar kendi gönüllerinden ihtiyari olarak yapacakları maddi yardımlarla kendilerine düşen hisselerini almış olacaklardır.
İslam insanı ev ve cami olmak üzere iki büyük dayanışma ile kuşatmış bulunmaktadır. Bireysel ihtiyaçlar evde giderilir. Ev bireyin bireysel yönünü temsil eder. Ev bireyin inşa edildiği bir yer olup cami kadar kutsaldır. Bir evin içinde olan tüm fertler birbirlerine hem hukuki ve mecburi, hem de ihtiyari ve ahlaki bağlarla bağlıdırlar. Böylece ilk sosyal dayanışma evde, insanın doğup büyüdüğü, yetişip kişiliğini aldığı, toplumun bir hücresi ve temel taşı olan ailede, yuvada başlamış olmaktadır. Toplumsal ihtiyaçlar cami ve cami etrafında kümelenmiş divan
merkezlerinde görülür. Cami de toplumu ve toplumun toplumsal yönünü temsil eder. Toplumu ilgilendiren tüm çalışmalar ve her türlü dayanışmalar buralarda yürütülür.
  
Özet olarak İslam hukukunda nafaka, miras, hayır ve sadakalar, zekat, fey, ganimet, öşür ve humüsler, velayet-i amme ve velayet-i hassa kurumları dayanışmayı hem bireysel ve hem de sosyal dayanışmayı birlikte sağlarlar. Bu ise bir sistem meselesidir. Her sistem de kendi bünyesi içersinde geçerli olur.      
                         
Kadını ve kadın haklarını tanımadıkları için onu adeta ezmeleri sebebiyle feminizmi ortaya çıkaran, çevreyi tanımayan onu sömürmek isteyen, hayvan, bitki ve cansız varlıkların hak ve hukuklarına saygı göstermedikleri için çevrenin bozulduğunu görüp o sebeple  yeşil barışı öne sürenler, yanlış insan ve toplum anlayışlarından kaynaklanan bir takım arızalar sebebiyle sosyal dayanışma gibi bir slogan ortaya koymuşlardır.

Bugün tüm insanlığın yaşamakta olduğu dini, ilmi, içtimai, idari, siyasi, iktisadi ve ailevi problemlerin çözümü için tek çıkar yol İslam’dır.

İslam yeniden anlaşılıp yorumlanıp ve bir program halinde insanlık alemine sunulması lazım gelen tek dindir. Bütün müslümanlar İslam’ın temel iki kaynağı olan Kur’an ve Sünneti anlama ve anlatma, yaşama ve yaşatma konusunda katkıda bulunmaları gereken kimselerdir. Bu anlamda bir niyetleri, düşünce ve faaliyetleri yoksa bundan dolayı dinen sorumlu olduklarına ve olduğumuza inanıyorum. Sosyal dayanışmanın da ancak İslam inanç, kültür ve ameliyle gerçekleşebileceğini düşünüyorum.

*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.