Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:
Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Dahi Çıkarılmışdır:
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
2- Cuma Günü Koku Sürünmek ve Misvak Tutunmak Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
Bu Haislerden Çıkarılan Hükümler:
3- Cuma Günü Hutbe Esnasında Susma Hakkında Bir Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler;
4- Cuma Günündeki İcabet Saati Hakkında Bir Bab
6- Bu Ümmetin, Cuma Gününe Hidayet Buyurulması Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
7- Cuma Şer'an Haftanın İlk Günüdür
7- Cuma Günü (Namaza) Erken Gitmenin Fazileti Babı
8- Hutbe Esnasında Susarak Dinleyen Kimsenin Fazileti Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler
9- Cuma Namazının, Güneş Zevale Erdiği Zaman Kılınması Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:
10- Cuma Namazından Önce İki Hutbe Okunduğunu ve Bunlardaki Oturuşu Beyan
Babı
Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler :
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
12- Cuma'yı Terk Edenler Hakkında
Gösterilen Şiddet Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
13- Namazı ve Hutbeyi Hafif Tutma Babı
Hadisi Şerifden Çıkarılan Hükümler :
14- İmam Hutbe Okurken Tehiyye Namazı Kılma Babı
15- Hutbe Esnasında Birisine Bir Şey Öğretme Hadisi Babı
16- Cuma Namazında Okunacak Süreler Babı
17- Cuma Günü Okunacak Süreler Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler
18- Cuma'dan Sonra Kılınan Namaz Babı
Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:
Cumua kelimesi Vâhidî'nin
nakline göre cuma ve cuma şekillerinde hattâ Zeccâe'm beyânına göre cumia dahî
okunmuşsa da, meşhur olan kırâeti birincisidir. Nitekim buradaki hadîslerde de
cumua olarak zaptedilmişdir.
Cuma, ictimâ'dan
alınma bir isimdir. İçtimâ': toplanmak demekdir. Gerçi cemaatla kılınan her
namazda toplanma vardır. Fakat cuma namazı, içlerinde cum'a kılınmayan
mescidlerin cemaatlarını dahî bir araya topladığı için âdeta cemaatlar
cemâatidir. Zâten bu mânâda ona «câ-miu'I-cemâat» (yânî cemaatları bîr araya
toplayan) derler.
Câhiliyet devrinde
cuma gününe araplar «Arûhe» derlerdi.
Bu güne ne için cuma
denildiği ashâb-ı kiram arasında yine de ihtilaflıdır. İbni Abbâs. (Radiyallahû
anh) 'dan rivayet olunduğuna göre: Bu güne cum'a denilmesi, Allah Teâlâ, Âdem
(Aleyhisse'âm)'m bütün azasını bu günde halk edip; bir araya getirdiği içindir.
îbni Huzeyme'
(223-311) nin Hz, Se1mân (Radiyallahû anh) 'dan merfû' olarak rivayet ettiği
bir hadîsde: Resûl-i Ekrem (Salîallahü Aleyhi ve Seliem):
Yâ Selmân! Cuma gününün
ne olduğunu bilirmisin?» diye sordu. Ben: — Allah ve Resulü bilir!., dedim.
Resulü!lah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
«Babanın (yahut
babanızın) âzası bu günde bir yere toplanmışdır.» buyurdular., denilmektedir.
Bâzılarına göre Kureyş
Dâru'n-Nedve'de bu günde toplandığı için ona cuma denilmişdir.
Bir takımları Kâ'b b.
Lüeyy'in kavmini bu günde toplayarak, kendilerine va'z-u nasîhatta bulunduğu
ve Kâbeyi ta'zîm hususunda emir verdiği, ileride buradan bir Peygamber gönderileceğini
söylediği için o güne cuma denildiğini iddia ederler.
Bir takımları da bu
ismin namaz için cemâatin toplanmasına bakarak islâmiyet devrinde verildiğini
söylemişlerdir.
Cum'a gününe bu ismi
ilk verenlerin Medine 'Hler olduğu dahî söylenir. Rivayete nazaran Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) henüz Medîne'ye hicret etmezden önce Medine'de
Ensâr bir araya toplanarak yahudi1er'in her yedi günde toplandıklarını;
hıristiyanlarm dayahudîler gibi toplantı günleri olduğunu müzâkere etmişler ve:
«Biz de toplanmak için bir gün tahsis edelim! O günde Allah'a şükredelim; zikirde
bulunalım; namaz kılalım!..» demişler. Neticede eskiden arûbe dedikleri günde
toplanmaya karar vermişler. Hz. Es'ad'in evinde toplanarak onun arkasında iki
rek'at namaz kılmışlar ve.bu güne cum'a demişler. Es'ad (Radiyallahû anh) bir
koyun keserek onlara ikramda bulunmuş. O gün
Medîne'de müslümanlarm adedi hen'üz azmış.
Cuma namazı kitap,
sünnet, icmâ-ı ümmet ve kiyâs-i fukahâ ile sübût bulmuş muhkem bir farizadır.
Binâenaleyh onu inkâr eden dinden çıkar.
Kitap'dan delili «Ey
îmân edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah'ın zikrine
şitâb edin [1]! Ve alışverişi bırakın!»
âyet-i kerîme-sidir. Tefsirlerin beyânına göre bu âyetdeki zikirden murâd:
Namazla hutbedir.
İslâm ulemâsı cum'a
namazının bir farîza-i muhkeme olduğuna icmâ' ve ittifak etmişlerdir.
Sünnet'den delili :
Bahsimizde göreceğimiz hadîslerdir.
Kıyâs'dan delili de
şudur: Biz cum'a günü öğle namazını, cum'a kılmak için terk etmeğe me'mûr olduk.
Hâlbuki öğle namazını kılmak farzdı. Binâenaleyh onu terk etmek, yerine ancak
ondan daha kuvvetli bir farzı îfâ için caiz olabilir.
Cuma namazının şâir
namazlardan fazla olarak bir takım şartlan vardır ki, bunlar: Biri Vücûbunun,
diğeri sıhhatinin şartları olmak üzere iki nev'îdir.
Vücûbunun şartları:
Cuma namazı farz olmak için hür, erkek, mukîm ve sağlam olmak el ve ayakları
sakat olmamak gibi şeylerdir.
Sıhhatinin şartları
ise: Cuma kılınacak yerin şehir hükmünde olması, cemâat, hutbe, devlet reisi
veya naibi, vakit, umûmî izin gibi şeylerdir. Mezkûr şartların bâzısı
bulunmadığı zaman cum'a kılınamaz.
1- (844)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Muhammed b. Bumh b. EI-Muhâcir rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Leys rivayet etti, H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Nâfi'-den, o da Abdullah'dan
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) 'i:
«Biriniz Cumâ'ya
gelmek isterse yıkansın!» buyururken işittim.
2- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. Dedi ki: Bize Leys rivayet etti. H.
Bize İbni Rumh dahi
rivayet etti. Dedi ki: Bize Leys, İbni Şihâb'dan, o da Abdullah b. Abdillâh [2] b.
Ömer'den, o da Abdullah b. Ömer'den. o da Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Selletn) 'den naklen rivayet etti ki, minber üzerinde ayakta iken :
«Sizden kim cumâ'ya
gelecekse yıkansın!» buyurmuşlar.
(...) Bana
Muhammed b. Râfî' rivayet etti. Dedi ki: Bize Abdurrazzâk rivayet etti. Dedi
ki: Bize İbni Cüreyc rivayet etti. Dedi ki: Bize İbni Şi-hâb, Abdullah b.
Ömer'in oğullan Salim ile Abdullah'dan, onlar da İbni Ömer'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
(...) Bana
Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi ki
: Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan, o da Salım b. Abdil-lâh'dan, o da babasından
naklen haber verdi. Babası;
«Resûlüİlah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) 'i şöyle buyururken işittim...» diyerek yukarki
hadîsin mislini rivayet etmiş.
Bu hadîsi Buharı
(194-256); Tirmizî (209-279); Nesâî (215-303) ve İbni Mâce (209-273) «cum'a»
bahsinde muhtelif râ-vîlerden tahrîc etmişlerdir.
Yine bu hadîsi İbni Hibbân
( ?-354) «Sahîh» inde; Ebû Avane ( ?-3l6) de «Müstahrec» inde tahrîc
etmişlerdir. Onların rivayetinde: «Erkek ve kadınlardan her kim cum'aya
gelecekse yıkansın'..> buyur ulmakta dır.
Hadîsin İbni Huzeyme
(223-311) rivayetinde: «Cum'aya gelmeyen erkek ve kadınlara gusûl lâzım
değildir.» ziyâdesi vardır.
Bu hadîsi Bezzâr (
?-294), Hz. Âişe ile Abdullah b. Büreyde 'den; îbni Mâce Abdullah b. Abbas
(Radiyallahû anh) 'dan tahrîc etmişlerdir. İbni Abbâs rivayetinde:
«Resûlüİlah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Şüphesiz ki bu günü,
Allah, insanlara bir bayram günü yapmışdir. Şu hâlde kim cum'aya gelirse
yıkansın! buyurdular.» denilmişdir.
Taberânî (260-360) bu
hadîsi Hz. Ebû Eyyûb E1-Ensâr.î 'den rivayet eder. Bu hadîsin pek çok tarîkler
vardır. îbni Mendeh Nâfi' tarîki ile, Abdullah İbni Ömer 'den rivayet edenleri
saymış; 300 kişiye baliğ olmuşlar; İbni Ömer 'den başka râvîlerini saymış;
24'sahabîy.e baliğ olmuşlardır.
1- Zahirîler'e
göre bu hadîsdeki yıkanma emri vücûb ifâde eder. Binâenaleyh onlar «Cum'a
namazına gidecek bir kimsenin yıkanması farzdır.» derler. Fakat Zahirîler 'in
bu istidlali doğru değildir. Çünkü hadîsdeki yıkanma emri, bir sebep üzerine
verilmişdir. O sebep zail olunca hüküm de zail olmuşdur. Az ileride görülecek
Hz. Âişe hadîsinden anlaşılacağı vecihle buradaki emrin sebebi: iş güç sahibi
olan halkın terlemeleri ve kirlenmeleridir. Onun için kendilerine «siz
yıkan-sanız a!..» denilmişdir.
Hanefîler 'den
bâzılarına göre bu hadîs : Mensûhdur. Onu Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in :
«Bir kimse cum'o günü
abdest alırsa ne âlâ!... Fakat yıkanırsa bu daha faziletlidir.» hadîsi nesh
etmişdir. Bâzıları nesih hadîsinin zayıf olduğunu ileri sürerek: «Şahîh bir
hadîsin bununla nasıl neshedildiğine hükmolu-nabilir?» diye i'tirâz etmişlerse
de, i'tirâzları doğru değildir. Çünkü zayıf dedikleri bu hadîsi, ashabı kiramdan
yedi zât yâni Semüratü'bnü Cündeb, Enes, Ebû Saîd-iHüdrî, Ebû Hü-reyre, Câbir,
Abdurrahman b. Semura ve îbni Abbâs
(Radiyallahû anh) hazerâtı
rivayet etmişlerdir.
Hz. Semura hadîsini
Ebû Dâvûd, Tirmîzî ve Nesâî tahrîc etmişlerdir. Enes (Radiyallahû anh) hadîsini
İbni Mâce, Tahâvî, Bezzâr ve Taberânî; Ebû Saîd hadîsini Beyhakî ile Bezzâr;
Ebû Hüreyre hadîsini Bezzâr ile İbni Adiyy; Câbir (Radiyallahû anh) hadîsini
yine İbni Adiyy; Abdurrahman b. Semura hadîsini taberânî; İbni Abbâs
(Radiyallahû anh) hadîsini Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî; «Bu hadîs
hasendir.» demişdir.
AUâme Aynî
diyor ki: «İ'tirâzçımn sözünü kablû etsek bile zayıf
hadîsler biribirine
katılınca hükümde kuvvet kazanırlar.»
Beyhakî ve diğer hadîs imamlarının kavilleri de budur.
Hanefîler'in
muhakkiklarına göre bu hadîs: Haberi vâhiddir. Binâenaleyh kitaba muâraza
edemez. Çünkü kitap, abdesti olmayanların namaza kalkacakları zaman vücûdun üç
azasını yıkamalarını; başa da meshetmelerini emir buyurmaktadır. Bu emrin
karşısında guslün de farz olduğunu söylemek, haber vâhidle kitap üzerine ziyâde
etmek olur ki, caiz değildir.
Aynî: «Hadîsdeki emri
istihbâb mânâsına alır ve bu suretle iki hadîsin arasını bulursak başka bir
şey'e hacet kalmaz.» diyor.
Bu husûsda imam Şafiî
(Radiyallahû anh) şunları söylemişdir: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in cunra günü yıkanmayı emir buyurması, vücûb için değil; fazilet
kazanmak için ihtiyara bırakılmış bir iş olduğuna Hz. Ömer hadîsi delildir...»
Hz. Ömer hadîsi
aşağ:da görülecekdir.
2- îbni
Dakiki'1-îd (625-702) : «Bu hadîsde yıkanma emrinin cum'âya gitmeye bağlı
olduğuna delîl vardır.» diyor.
3- İmam
Mâlik (93-179) Bu hadîsle istidlal ederek cum'a günü yıkanmanın, cum'âya
gitmeye muttasıl olması îcâbettiğine kaail ol-muşdur. Bu husûsda Evzâî (88-157) veLeys de Hz. Mâ1ik'e muvafakat
etmişlerdir.
4-
Cumhûr-u ulemâya göre, cuma günü fecir doğdukdan sonra
yıkanmak emre imtisal için kâfidir.
Hanefîler 'den
«El-Hidâye» sahibi Mergînânî: «Bu gûsül imam Ebû Yûsuf'a göre,, cuma namazı
içindir. Yâni onunla cuma namazını kılmadıkça sevap kazanamaz. Hattâ bir kimse
cuma namazından sonra yıkansa yahut sabahdan yıkanıp da, abdesti bozulsa, sonra
abdest alarak cumayı kılsa, cuma guslünün sevabına nail olamaz. Sahîh olan da
budur.» demişdir. «Hidâye» sahibi «Sahîh olan da budlur.» sözü ile Hasanu'bnü
Ziyâd'm kavlinden ihtiraz etmişdir, Zîrâ ona göre cum'a günü yıkanmaz, namaz
için değil; günün faziletini göstermek içindir. E1-Mebsût» da: «İmam Muhammed'in
kavli de budur.» denilmektedir.
«El-Muhît» nâm eserde
ise bunun imam Ebû Yûsuf'dan da bir rivayet olduğu kaydediliyor. Şu hâlde bu
mes'ele hakkında imam Ebû Yûsuf 'dan iki kavil rivayet olunmuş demekdir.
Cuma ile bayram veya
arafe aynı güne tesadüf etseler, her ikisi için bir gusül kâfidir. Hattâ:
«Perşembe veya cuma akşamı yıkanmakla sünnet yerini bulur.» diyenler vardır.
Çünkü cuma günü yıkanmakdan mak-sad: Ter kokusunu gidermekdir.
3- (845)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. Dedi ki : Bize İb-ni Vehb rivayet etti.
eDdi ki: Bana Yûnus İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Salim b.
Abdillâh, babasından naklen rivayet etti ki, Ömeru'bnü'l-Hattâb bir cuma günü
cemaata hutbe okurken Resûlülîah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından
biri (mescide) girmiş. Ömer ona :
— Bu saat hangi saatdir diye nida etmiş. Gelen zât:
— Ben,, bu gün çalıştım, evime dememeden ezanı
işittim de abdest al-makdan fazla bir şey yapamadım; cevâbını vermiş. Ömer:
— Abdestle yetinmen de öyle! Bilirsin ki
Kesûlüllüh (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) yıkanmayı emrederdi., demiş.
4- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. Dedi ki: Bize Velîd b. Müslim, Evzâî'den
rivayet etti. Demiş ki: Bana Yahya b. Ebî Kesir rivayet etti. Dedi ki: Bana
Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebû Hüreyre rivayet
etti. Dedi ki: Bir cuma günü Ömeru'-bnü'I-Hattâb cemaata hutbe okurken Osman b.
Affân mescide giriverdi. Ömer ona ta'rîzde bulunarak:
— Bâzı kimselere ne oluyor ki ezan okundukdan
sonraya gecikiyorlar? dedi. Bunun üzerine Osman:
— Yâ Emîre'l-Mü'minîn ezam işittikden sonra
abdest almakdan fazla bir şey yapamadım; sonra buraya geldim! dedi. Ömer :
— Abdest de öyle! Siz Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)'i: «Biriniz Cumâ'ya gelecek mi, yıkansın!» buyururken
işitmedinizmi?
dedi.
İbni Ömer hadîsini
Buharı «Kitâbu'I-Cumua» da; Tirmizî dahî «Kitâbü's-Salât» da tahrîc
etmişlerdir.
Birinci hadîsde,
mescide giren zâtın ismi tasrîh edilmemişse de, sonraki rivâyetde onun Hz
Osman b Affân olduğu bildirilmişdir.
Buhârî'nin rivayetinde
gelen zâtın ilk muhacirlerden olduğu kaydedilmektedir. Şa'bî'nin beyânına göre
ilk muhacirlerden murâd : Bey'at-ı Ridvân'da bulunan zevâtdır.
Bâzılarına göre
bunlar: Her iki kıbleye (yâni hem Kudüse hem de Kâbe'ye) doğru namaz
kılanlardır.
Zemaşerî , «Tefsir»
inde ilk muhacirlerden murâd Bedir gazileri olduğunu söylemişdir.
Hz. Ömer'in : «Bu
saat, hangi saatdır?» diye sorması, sitem ve tevbîh içindir. Bu sözle: «Sen
neiçin bu saate kadar geciktin?» demek istemişdir. Maksadı: mescide erken
gidilmesine tenbîhdir. Çünkü mescide gidilmesi tavsiye buyuruları saatler
geçtikden sonra melekler defterlerini dürer; bir daha gelenleri yazmaz olurlar.
Bu cihet, hadîs-i şerifle sâbitdir.
Hz. Osman (Radtyallahû
anh) Ömer (Radiyallahû anh) 'm ne demek istediğini derhâl anlamış ve geciktiği
için özür düemişdir. Bir ri-vâyetde: pazara gittiği için geç kaldığını tasrîh
etmişdir.
«Abdest de öyle!.,»
cümlesinden murâd; «Abdestle kanâ'at etmen de senin İçin ayrı bir fazilet
kaybıdır.» demekdir. Çünkü Hz. Ömer'in: «Bu saat, hangi saatdır?» diyerek
yaptığı ta'rîz ve inkârın mânâsı: «Sana vakti geciktirmek suretiyle kaybettiğin
faziletin zararı yetmiyor mu ki, buna bir de yıkanmamak ve sâde abdestle kanâat
etmek suçunu ilâve .ettin?» demekdir.
Görülüyor ki Hz. Ömer
iki kelimelik bir cümle ile iki satırlık mânâ ifâde etmişdir.
Bu cümleyi buradaki
gibi atıf sureti ile rivayet edenler olduğu gibi (vâv) in. hazfi ile rivayet
edenler de vardır.
Kurtubî'ye göre (vâv)
la rivayet hemze'den ivaz olur. (Vâv) haz-fedilirse kelime yâ müptedâ haber
olmak üzere merfû' yahut mahzûf bir fiilin mef ûlü olmak üzere mansûb okunur. Hz. Ömer'in :
«Bilirsin ki
Resûlüllah (Saîîaiîahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü yıkanmayı emrederdi.» sözü,
cuma günü yıkanmanın farz olmadığına delâlet eder. Çünkü yıkanmak farz olsaydı
Hz. Osman'm mescide girmesine kat'iyyen müsâde etmez; yıkanmak için onu
mutlakaa geri çevirirdi.
1- Hutbeyi
ayakta okumak, okumak için minber üzerine çıkmak: Hutbenin sünnetlerındendir.
2- Hükümdarın
raıyyesi ile meşgul olması, onların hâllerini soruşturarak dînî mesâlihi
kendilerine emretmesi, fazileti ihlâl edenlere karşı inkârda bulunması
îcâbeder.
3- Küçüklere
bir ibret olmak üzere, hükümdarın bizzat büyükleri yüzlerine karşı muâhaze
etmesi gerekir.
4- Hutbe
esnasında iyiliği emir, kötülüğü yasak etmek hutbeyi if-sâd etmez.
5- Âmirlere
karşı özür beyân etmek caizdir ,
6- Cuma günü
ezan okunmazdan Önce bir işle meşgul olmak mu-bahdır. Velev ki bu meşgûliyyet
cumâ'ya erken gitmeye mâni' olsun. Zîra meşgûliyyet mubah olmasaydı Ömer (Radiyaliahû anh) bu mes'eleden sonra, o gün pazar
kurulmasını yasak ederdi.
7- İmam
Mâlik, cuma günü ezandan önce pazar kurmanın memnu' olmadığına bu hadîsle istidlal
etmişdir, Zîra kıssa Hz. ömer zamanında bizzat onun huzurunda ve Hz. Osman
(Radiyaliahû anh) 'm da hazır bulunduğu bir meclisde geçmişdir. Hâlbuki cuma'ya
gitmenin vücûbu ve alışverişin haram olması minberin önünde okunan ezanla
tahakkuk eder. Çünkü asıl ezan o'dur. İmam Şafiî ile imam Ahmed'in ve ekseri
fukahanın kavilleri de budur.
Sonra ulemâ ezan
okunurken yapılan alışverişin haram olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Han
ef ilerle, imam Şafiî'ye göre: o anda alışveriş ciâz fakat mekruhdur. İmam
Mâlik ile imam Ahmed'eve Zahirîler 'e göre o alışveriş bâtıldır.
8- Fazilet
sahibi insanların pazara gitmesi caizdir.
9- Cuma*ya
gitme fazileti, ezan okunmazdan önceye âiddir.
10-
Bâzıları bu hadîsle istidlal
ederek «cuma günü
yıkanmak farzdır.» derler.
5- (846)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Safyân b. Süleym'den
dinlediğim, onun da Atâ' b. Yesâr'dan, onun' da Ebû Saîd-i Hudri'den naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Rssûlüllah
«Cuma günü yıkanmak
her ihtilâm olan kimseye vâcipdir.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'lrEzân», «Kitâbü'l-Cumu'a» ve «Kitâ-bu'ş-Şehâdât» da; Ebû Dâvûd
«Kitâbu't-Tahâre» de; Nesâî «Kitâbu's-Salat» da; îbni Mâce dahî «Kitâbu's-Salât»
da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Vâcib:
Müteekkid; demekdir. Burada ondan farz mânâsı rourâd olunmamışdır. Nitekim bir
çok sahîh hadîsler bu te'vîlin doğruluğuna şe-hâdet etmektedirler. Meselâ Hz.
Semura hadîsinde :
«Bir kimse obdest alırsa
ne âlâ! Fakat yıkanırsa, yıkanmak daha faziletlidir.» buyurulmuşdur. Şayet
yıkanmak farz olsaydı, abdest alan için «ne âlâ!..» demez; yıkanmanın da yalnız
faziletinden bahsetmez; farz olduğunu söylerdi.
îhtilâm olan : Bulûğa
eren manasınadır. îhtilânı olmak bulûğa ermeyi istilzam ettiği için mecazen
bulûğa eren yerine, ihtilâm olan tâbiri kul-lanılmışdır. Burada hakikat mânâya
manî olan karine: İhtilâmla beraber, inzal de bulunduğu takdirde cuma olsun
olmasın her zaman yıkanmanın lâzım gelmesidir.
1- Zahirîler'e
göre cuma günü yıkanmak farzdır. Bu kavil Hasan-ı Basrî ile Atâ' b. Ebî Rabâh
ve Müseyyeb b. Râfi'den de
rivayet olunur. «El - Hidâye» sahibi
cuma gus-lü için imam Mâlik'in de «Vâcibdir.» dediğini sö'ylemişse de, bu nakil doğru
değildir. Çünkü Mâlik î'lerden
îbni Abdilberr «El-îs-tizkâr» adlı eserinde: «Zahirî 'lerden başka (cuma günü yıkanma
kvâcibdir) deyen bir kimse bilmiyorum. Yalnız onlar bunun vücûbuna kaail
olmuşlardır.» demektedir. Bittabi ibni
Abdilberr, imam Mâlik'in kavlini başkalarından daha iyi
bilir. Onun için bu izahatından sonra şu malûmatı vermişdir: « İbni Vehb'in imam
Mâlik 'den rivayetine göre Mâ1ik'e
:
— Cuma günü yıkanmak vâcibmidir? diye sormuşlar;
— O, bir sünnet ve ma'rûfdur.. cevâbını vermiş.
Kendisine :
— Ama hadîsde vâcib olduğu bildiriliyor!
demişler; buna da :
— Hadîsde her vâcib denilen şey, vâcib olmaz.,
cevâbını vermiş.» Keza Mâliki 'lerden
Eşheb'in rivayetine göre imam Mâli k'e cum'a günü yıkanmanın hükmü vacip
midir? diye sorulmuş; Hz. îmam:
— Vâcib değil, güzeldir; cevâbını vermişdir. Bu
rivayet Mâliki'-Iere göre cuma günü
yıkanmanın müstehab olduğunu gösterir. Çünkü onlara göre
müstehabb'm derecesi: Sünnetden aşağıdır.
2- Hanefîler
'den bâzılarına göre bu ve emsali hadîsler
Hz . Semura hadîsi ile neshedilmişlerdir.
Bu bâbda az yukarıda
tafsilât verilmişdi.
6- (847)
Bana Hârûn b. Saüd El-Eylî ile Ahmed b. îsâ rivayet etti ler. Dediler ki: Bize
İbni" Vehb rivayet etti. Dedi ki: Bana Amr, Ubeydıd lah b. Ebî Ca'fer'den
naklen haber verdi. Ona da Muhammed b. Ca'feı Urvetü'bnü'z-Zübeyr'den naklen
rivayet etmiş. Urve de Âişe'den rivâye etmiş ki, Âişe şöyle demiş: «Halk
cumâ'ya yaylalardaki evlerinden gelir lerdİ. Aba içinde gelirler de toza
bulanırlar; kendilerinden (ter) koku (su çıkardı. (Bir defa) Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) benim yanımd iken ona, bunlardan bir adam geldi.
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellen (onun hâlini görünce) :
— Siz bu gün için
temizlenseniz e!...» buyurdular.
Bu hadîsi Buhar î
«Kitâbü'l - Cumua» da; Ebû Dâvûda «Kitâbu's-Salât» da tahrîç
etmişlerdir.
Yây1â» diye tercüme
ettiğimiz «Avâlî» âliyenin cem'idi: Âliye: Yüksek yer, yayla; demekdir. Burada ondan murâd: Medîne'nin doğusunda
bulunan, ikiden sekiz mil'e kadar uzaklıktaki köyleı dir. Bâzıları, bunların en
yakın olanları ile Medine arasında dört m mesafe bulunduğunu
söylerler.
Hadîsin son cümlesini,
temenni mânâsına almak caizdir. Bu takdîrd cümlenin cevâba ihtiyâcı kalmaz.
Fakat şart mânâsına almak da mün kündür. O zaman cümle cevap ister. Ve cevâbı
«İyi olurdu...» şeklind takdîr olunur; ve cümlenin tamâmı «Siz bu gün için
yıkansaniz iyi olurdu!» şekline girer.
1- Ulemâ
şehir hâricinde yaşiyanlara, cuma namazının farz ok olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. Bir taifeye göre geceleyin evine dön.eh lecek olan kimselere, cuma
namazı farzdır. Bu kavil Ebû Hureyre,
Enes, Abdullah b.
Ömer ve Muâviy (Radiyallahû anhûm) hazerâtından rivayet olunmuşdur. Onlardan
sonra gelen Nâfi', Hasan-ı Basrî, îkriine, Hakem, İbrahim Nehâî,
Ebû.Abdirrahman Sülemî, Atâ', Evzâî ve Ebû Sevr'in mezhepleri de budur.
Bu zevat Tirmizî ile
Beyhakî 'nin merfû' olarak rivayet ettikleri Ebû Hüreyre hadîsi ile de istidlal
ederler. Mezkûr haclîsde :
«Cuma namazı, gecenin
ailesi nezdine döndürdüğü herkese farzdır.» buyuruhnuşsa da, Tirmizî ile
Beyhakî onu zayıf bulmuşlardır. Hattâ imam Ahmed b.. Hanbel'in: «Bu hadîs bir
şey etmez!» dediği rivayet olunur. İmam Ahmed onu rivayet edene iki defa
«Rabbine istiğfar et!» «Rabbine isfiğfâr et!»
demişdir.
Gecenin ailesi nezdine
döndürmesinden murâd: Cuma namazını imamla beraber kılıp da, gece karanlığı
basmadan evine dönebilmekdir.
2-
Ulemâdan bâzılarına göre, ezanı
işitenlere cuma namazı kılmak
farzdır. Bu kavil Abdullah b.
Ömer (Raâiyallahû anh) 'dan
rivayet olunmuşdur. Tirmizî onu,, imam
Şafiî ile Ahmed b. Hanbe1 ve İshâk'm kavilleri olmak
üzere naklet-mişdir. Mezkûr kavli
İbnü'l - Arabî, imam Mâlik 'den de rivayet eder. ..
Bu kavle zâfaib
olanlar, Ebû Davud'un tahrîc ettiği Abdullah b. Amr hadîsi ile dahî istidlal
ederler. Mezkûr hadîsde Resûî-i Ekrem (SallalUzhü A îeyhi ve Seîlem) :
«Cuma namazı, ezanı
işidenlere farzdır.» buyurmuşlardır. Yalnız Ebû Dâvûd'un beyânına göre hadîsi bir
cemâat Hz. Abdullah b. Amr'a mevkuf olarak rivayet etmişlerse de, Dârakutnî onu
Velîd b. Müslim ve Züheyr. b. Muhammed tariki ile merfû' olarak da rivayet
etmigdir. Bu iki zât «Sahîh» ricâlin-dendirler.
Dârekutnî ayni hadîsi
daha başka yoldan da rivayet etmişdir. Ancak o rivayetin râvîleri arasında
zayıflar vardır.
3- Bir
takımlarına göre cuma namazı: Şehir içindekilere farz, şehir dışındakilere
farz değildir. Bu hussûda ezanı işidip işitmemenin bir te'sîri yokdur.
Bâzıları bu kavli İmam
A'zam'a nisbet etmişlerdir. Kaadi Ebû Bekir îbni - Arabî bunu kabul ederek
«Zahir Ebû Hanîfe (Radiyallahû anh) ile beraberdir.» demişdir. Lâkin bu söz
imam A'zam'm mezhebini tam olarak ifâde edememektedir, îmam A'zam'm mezhebine
göre cuma namazı ya cem'iyyetlî bir kasabada yahut kasabanın namazgahında
kılınır.
«Et - Tuhfe» gibi
Hanefî kitaplarında : «Bize göre cums ancak cem'iyyetli bir kasabada yahut
şehir hükmünde bir yerde mesels bayram namazgahında kılınır.» denilmektedir.
« Yenâbî '» nâm eserde
: «Bir kimsenin evi şehir hâricinde ise c kimseye cuma namazı farz değildir. Bu
bâbda söylenen en doğru söz de budur.» deniliyor.
Bu bâbda imam Ebû Yûsu
f'dan muhtelif rivayetler vardır, îmam Muhammed'e göre ise şehirden bir, iki
veya üç mil uzakta bulunan kimseye cuma namazı farzdır. İmam Mâ1ik'in kavli de
budur.
Cuma namazının kimlere
farz olduğunu bildiren daha birçok mez-hebler vardır.
4- Hadîs-i
şerif, hocanın talebesine karşı merhametli davranması lüzumuna işaret ettiği
gibi ehl-i hayır kimselerle oturmak için temiz bulunmanın müstehab olduğuna, müslümana
ne suretle olursa olsun ezâ vermekden sakınmak gerektiğine delildir.
5- Yine bu
hadîs, ashabı kiram'm kendilerine güç bile gelse emre
imtisâle son derece haris olduklarına delildir.
(...) Bize
Muhammed b. Rumh rivayet etti. Dedi ki: Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da
Amra'dan o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Âişe şöyle demiş:
«Halk İş göç sahibi
İdiler. Kendilerine bakacak kimseleri yokdu. Bu sebeple nahoş koktukları
olurdu. (Onun için) kendilerine siz cuma günü yıkansanız a!...» denildi.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Cumua» da; Ebû Dâvûd da Kitâbu't-Tahâre» de tahrîc etmişlerdir.
Buharı 'deki
rivayetinde: Âişe (Rctdiyallahû anha) «Halk kendilerinin hizmetkârı idiler.
Cumâ'ya gittikleri vakit kendi iş güç kılık kıyafetleri ile giderlerdi. Bu
sebeple onlara ResûlüIIah (Saîlailahü Aleyhi ve Seilem):
— Sh yıkansanız a!.,
buyurdular.» demişdir.
MüsIim'in rivayetinde,
kirli paslı iş elbiseleri ile mescide gelenlere, yıkanma emrini verenin kim
olduğu tasrîh edilmermşse de, sözün gelşİnden onun ResûlüIIah (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) olduğu pek âlâ
anlaşıldığı gibi Buharı 'nin
rivayetinde sarahaten beyanda edilmişdir. Hadîs-i şerif:
Cuma namazına
gitmezden önce yakanmanın müstehab olduğuna delildir. Çünkü kir ve ter
kokusundan hem insanlar hem de melekler eziyyet duyarlar.
7- (846)
Bize Amru'bnü Sevvâd El-Âmirî rivayet etti. Dedi ki: Bize Abdullah b. Vehb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amru'bnü'l-Haris rivayet etti. Ona da Saîd b.
EM Hilâl ile Bükeyr b. Eşecc, Ebû Bekir b. Müiv kedir'den, o da Amru'bivü
Süleym'den, o da Abdurrahmân b. Ebî Saîd'il-Hudrî'den, o da babasından naklen
rivayet etmişler kî, Resûliillah (Sallallahü A leyhi ve Seîlem);
«Cuma gönü yıkanmak,
her ihtilâm olana farzdır. Bir de misvak fru-îunmak!... Bulabildiği kadar koku da sürünür.» buyurmuşlar.
Yalnız Bükeyr,
Abdurrahmân'i zikretmemiş; koku hakkında da: demiştir. «Velev kadının
kokusundan!..» demiştir.
8- (848) Bize Hasanü'I-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Rav-hu'fcnü Ulâde riivâyet
etti. (Dedi ki) : Bize İhnİ Cüreyc rivayet etti. H.
Bana Mufaammed b.
Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurraz-zâk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbrahim b. Meysera, Tâvûs'dan,
o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in cuma günü yıkanmak hususundaki hadîsini anlatmış.
Tâvûs diyor ki: Ben,
İbni Abbâs'a : «Şayet ailesi nezdinde güzel koku yahut yağ varsa, ondan da
sürünür mü? dedim; İfcni Abbâs:
— Onu bilmiyorum!.,
cevâbını verdi.
(...) Bize,
bu hadîsi İshâk b. tbrâhîm dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Bekir haber verdi. H.
Bize Hârûn b. Abdülâh dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk b. Mahled rivayet etti. Bu râvîlerin
ikisi de İbni Cüreyc'den bu isnâdla rivâ-yetde bulunmuşlardır.
Bu hadîsleri Buhârî
«KÜâbü'l-Cumua» da; Ebû Dâvûd ile Nesâî
«Kitâbü't-Tahâre» de tahrîc etmişlerdir.
Tıyb : Güzel
koku.
Diihn :
Kokulu veya kokusuz yağ demekdir.
Hadîsdeki:
«Bulabildiği kadar
koku da sürünür.» cümlesi hakkında Kaadi Iyâz : «Bu cümle, bulabildiğini
sürünmesi hususunda te'kîd İçin yahut çok sürünmek istediğini anlatmak için
söylenmiş olabilir. Birinci mânâ daha zahirdir.» diyor.
«Velev ki kadının
kokusundan!...» cümlesi de bu mânâyı te'yîdet-mektedir. Çünkü kadına mahsûs
olan kokuyu erkeklerin sürünmesi mek-ruhdur. O devirde bu koku renkli idi. Ve
pek keskin değildi. Böyle bir kokunun erkeğe mubah kılınması: Koku sürünmenin'
bit'te'kîd matlûb olduğuna delildir.
Görülüyor ki cuma günü
cemaata eziyet verecek kerih kokuların her cihetle önüne geçmek emrolunmuştur.
Cemaata ve meleklere eziyet verecek kerîh kokular ya terlemeden yahut ağızdan
hâsıl olur. Terlemeden hâsıl olan kokuyu gidermek için evvelâ yıkanmak, sonra
bir de bulabildiği güzel kokuyu sürünmek; ağız kokusunu gidermek için de ağzı
güzelce mİsvaklamak, emir buyurulmuşdur. Mânevi temizliğin yanısıra maddî
temizliğe de bu derece ehemmiyet veren başka bir dîn bilmiyoruz.
Tâvûs 'un, Hz. İbni
Abbâs'a: «Şayet ailesi nezdinde güzel koku yahut yağ varsa, ondan da sürünür
mü?» diye sorması «hadîsin metninde bu ibare de yokmuydu?» manasınadır. İbni
Abbâs (Rûdiyallahû anh) bunun hadîsden olup olmadığını hatırlayamarmşdır.
1-
Hattâbî: «İmam Mâlik, cuma günü
yıkanmanın farz olduğuna kaaildir.» demişdir. Ekseri fukahâya göre ise cuma
günü yıkanmak farz değildir. Onlar bu hadîsleri yıkanmaya tergîb ve teşvik
mânâsına te'vîl etmiş ve teşbih sureti ile, o gün yıkanmanın farz gibi
te'-kîdle matlûb olduğunu söylemişlerdir.
Nevevî (63İ-676): «Bu
hadîs, bulûğa ere nbir kimse için -cuma namazına gitmeyi murâd etsin etmesin-
yıkanmanın meşru olduğunu gfcs-terîyor. Başka hadîsler bulûğa eren her
müslümanın cuma namazına gitmek için yıkanması vâcib olduğunu, bâzıları
cum'âya gidecek sabilerle kadınların bile yıkanmaları gerektiğini
bildirmektedir. Bu hadîslerin arasını bulmak için: cum'âya gidecek herkese
yıkanmak müstehabdır. Fakat erkekler hakkında- emir, kadınlarla çocuklardan
daha te'kîdlidir denir. Bizim mezhebimizin meşhur kavline göre cuma namazına
gitmek isteyen herkese yıkanmak müstehabdır. Ulemâmızdan bir rivayete göre.
yalnız erkeklere; başka bir rivayete göre yalnız kendilerine cuma farz olanlara
müstehabdır. Kadınlarla çocuklara, kölelere ve yolculara müs-tehab değildir.
Başka bir kavle göre ise cuma günü herkesin yıkanması farzdır. Bu hussûda
cum'âya gitmek veya gitmemek niyeti müessir değildir. Sahih olan birinci kavidir.»
diyor.
Rivayete nazaran Hz.
Abdullah îbni Ömer her cuma günü elbisesini kokularmış. Muâviy etü'bnü Kurra:
«Ben, Miizeyne kabilesinde bunu yapan otuz kişiye yetiştim.» demişdir.
Mücâhid, Hz. îbni
Abbâs ile Ebû Sâîd-i Hudrî, Abdullah b. Mugaffel ve Abdullah İbni Ömer'in bunu
yaptıklarını rivayet etmişdir.
2- Zahirîler
'den İbni Hazm , erkek ve kadınlara cuma günü yıkanmanın ve keza koku sürünüp;
misvaklanmanm farz olduğunu kabul etmemişdir. Ona göre, yalnız koku sürünmek
meşrû'dur. Çünkü mescidlerin kapılarında bekleşen melekler oraya evvel beevvel gelenleri yazarlar; bazen
onlarla musâfaha dahî ederler. Yahut dokunup geçerler.
3-
Yolcuların cuma günü yıkanmaları lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf olunmuşdur. Abdullah
b. Haris, Talk b. Kabîb, Ebû
Ca'fer Muhammed b. Aliy ve Talhatü'bnü Musarrif
hazerâtma göre cuma günü yolcuların da yıkanmaları gerekir. İmam Şafiî: «Ben,
suyu bir altın'a bile satın alsam yine cuma günü yıkanmayı, hazarda olsun
seferde olsun terk etmedim.» demişdir.
Alkame, Abdullah b.
Amr, İbni Cübeyr, Mücâhid Tâvûs, Kaasim b. Muhamnıed, Es-ved ve İyâs b. Muâviye
hazerâtı ise cuma günü yolculara yıkanmak lâzım gelmediğine kaail olmuşlardır.
Ebû Sevr'e göre cuma günü yolcuların dahî yıkanması müstehabdır.
9- (849)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Behz rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Tâvûs, baabsmdan,
o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Scdlallahu Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
rivayet etti. Efendimiz:
«Her yedi günde bir
gusül edip, başını ve bedenini yıkamak her müs-lüman üzerinde Allanın bir
hakkıdır.» buyurmuşlar.
10- (850)
Bize Kuteybetü'bü Saîd, Mâlik b. Enesden, ona da Ebû Bekir'in âzâdlısı
Sümeyy'den naklen okunan; Sümeyy'in de Ebû Salih Es-Semmân'dan, onun da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet ettiği hadîsler cümlesinden olmak üzere şu hadîsi rivayet etti:
Resûlüllalı (Saiîaİlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir kimse cuma günü
cünüplükden yıkanır gibi yıkanır da sonra (cuma namazına) giderse bir deve
tesadduk etmiş gibi olur; ikinci saatde giderse bir stğır tesadduk etmiş gibi;
üçnücü saatde giderse boynuzk1 bir koç tesadduk etmiş gibi; dördüncü saatde
giderse bir tavuk tesadduk et'miş gibi; beşinci saatde giderse bir yumurta
tesadduk etmiş gibi (sevaba nâii) olur. İmam minbere çıktımı artık melekler
hutbeyi dinlemeye gelirler.» buyurmuşlar.
Hz. Ebû Hüreyre'nin
buradaki iki hadîsinden birincisini Buharı. «Kitâbü'l-Cumua» ile «Benî İsrail»
bahislerinde; Nesâî dahî «cuma» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Buhârî'de bu hadîs,
başka bir hadîsin sonunda zikredilmektedir. Hadîsin tamâmı şöyledir:
Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bİz kıyamet gününde,
bizden önce kendilerine kitap verilenleri geçecek olan sonra gelenleriz. Hem
bize onlardan sonra kitap verilmişdir. İşte bu gün onların, hakkında ihtilâfa
düştükleri gündür. Bize ise Allah hidâyet vermişdir. Yârın yahudiler İçin,
yarından sonraki gün de Hıristiyanlar içindir.» buyurdu. Sonra «'Öyle İse her
yedi günde bir gusül ederek başını ve bedenini yıkamak her müslümanın boynuna borçdur.»
buyurdular.
Yahudilerle
hıristiyanların, hakkında ihtilâf ettikleri gün: Kıyamet günüdür.
«Yarın yahudüer
içindir...» cümlesinden murâd: cumartesi günü, ondan sonraki hıristiyanlarm
toplanmasına âid olan gün de: pazardır^. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu sözleri ile dünyâda cumartesi günü yahudilerin; pazar günü de
hıristiyanlarm toplantı günü olduğu gibi, âhirette de herkes kendi gününde
hesaba çekilecek demek istemiş olsa gerekdir.
İkinci hadîsi Buhârî yine
«Kitâbü'l-Cumua» da; Ebû Dâvûd ile Tirmizî «Kİtâbu's-Salât» da; Nesâî «Melâike»
bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Nesâî'nin bir
rivayetinde hadîsin lâfzı şöyledir :
«Melekler mescidlerin
kapıları başında oturarak (cemaata gelen} insanları derecelerine göre
yazarlar. Bu husûsda cemâatin kimisi bir deve, kimisi inek, kimisi koyun,
kimisi tavuk, kimisi serçe; bâzısı da bir yumurta tesadduk etmiş gibidir.»
Hadîsi İbni Mâce dahî
rivayet etmişdir.
Cemaata ilk gelenlerle
onlardan sonra peyderpey gelenlerin kazanacakları sevaplar muhtelif rivayetlerde
az çok farklarla temsil büyurul-muşdur. Bütün rivayetlerin ittifak ettiği
husus, hatîb minbere çıktıkdan sonra defterlerin kapanması ve sevap yazan
meleklerin hutbeyi dinlemek için câmi'e girmiş olmasıdır.
Ebû'1-Fadl Cezvî 'nin
«Kitâbü't - Tergîb» nâm eserinde Hz. İbni
Abbâs 'dan şu hadîs rivayet olunmuşdur :
«Cuma günü geldimi
meleklere homd sancakları verilerek kılınan mescidlere gönderilirler. Cebrail
Aleyhisselâm da Mescİd-i Harâm'a gelir. Her Meleğin yanında bir kitap vardır.
Meleklerin yüzleri Bedir gece-sİndeki ay gibidir. Beraberlerinde gümüşden
kalemler ve gümüşden kâğıtlar vardır. Gelen cemâati derecelerine göre
yazarlar, imamdan önce câmi'e gelen sâbikînden (evvel gelenlerden) yazılır.
İmam minbere çıktık-dan sonra gelen, hutbeye yetişti, namaz kılınırken gelen
cum'âya yetişti... diye yazılır. İmam selâm verdikden sonra melekler cemâatin
yüzlerini, gözden geçirirler. İçlerinden eskiden câmi'e ilk gelenlerden birinin
gelmediğini görürlerse: (Yâ Rabb! Filancayı göremedik. Bu gün ne sebeple
gelmediğini bilmiyoruz. Eğer ruhunu kabzettinse, ona rahmet eyle! Hasta ise,
şifâ ver! Yolcu ise, kendisine iyi arkadaşlar nasibet!) derler. Beraberindeki
diğer yazıcı melekler de (Âmin!) derler.
Bu hadîsin umûmunda
erkek, kadın, hür ve köle olmak üzere kendilerinden ibâdet beklenilen herkes
dâhildir.
Ulemâdan bâzıları
«cünüplükden yıkanır gibi...» tâbirinden, hakikat mânâsı kasdedildiğini
söylemişlerdir. Onlara göre nefsi teskin etmek ve gözü harama bakmakdan korumak
için cima ederek yıkanmak müs-tehabdır. Bu husûsda müdde alarmı isbât için Hz.
Evs-i Şekafî'nin rivayet ettiği bir hadîsle de istidlal ederler. Evs hadîsini
Tirmizî beğenmiş ve hakkında «Hasendir» tâbirini kullanmışdir.
Ekseri ulemâya göre
ise hadîsdeki teşbih: hüküm için değil; keyfiyet itibârı ile yapılmışdır.
Bu hadîsdeki saatleri
imam Mâlik «lâtîf lâhzalar» diye tef-sîr etmişdir.
Revâh : Bâzılarına
göre, zevalden sonra bir yere gitmekdir. Kaadî Hüseyin ile imâmü'l-Harameyn'in
kavilleri budur. Onlar mezkûr kelimenin lûgatda bu mânâya geldiğini iddia
ederler. Fakat cumhûr-u ulemâya göre revâh'dan murâd: Zevâl'den evvel, erken
gitmek manasınadır. İmam Şafiî ile Mâlikîler 'den Ibni Habîb dahî buna
kaaildirler. Onlara göre hadîsde zikri geçen saatlerden murâd: Günün evvelidir.
Revâh ise: Günün evvelinde ve âhirinde bir yere gitmek demekdir.
Ezherî: «Arap dilinde
revâh : Gitmek mânâsına gelir. Günün evveli ile âhiri hattâ gece bu hussûda
müsavidir.» demişdir. Doğrusu da budur.
Hâsılı cumhûr-u ulemâ
hadîsde zikri geçen saatleri şâir günlerde olduğu gibi zaman saati mânâsına
hamletmişlerdir.
Nesâî'nin rivayet
ettiği bir hadîsde dahî saatler bu mânâya alınarak: «Cuma günü oniki saatdir.»
buyurulmuşdur.
İlm-i mîkaat âlimleri
ise «gündüzün saatlerini gündüzün başlangıcı mânâsına almışlardır.
Bir rivâyetde Şafiî'lerin
kavli de budur. Başka bir kavle göre Şafiî'Ier bu mes'elede imam Mâ1ik ile beraberdirler.
Şâfiî1er'den rivayet olunan dördüncü bir kavle göre saatden murâd; Güneşin
yükselmesidir.
Râfiî : «Saatlerden
murâd: Gün ile gecenin taksim edildiği yir-midört parça değildir. Maksad:
Dereceleri tertibe koymak ve en Öne gelenin, diğerleri üzerine fazileti
olduğunu bildirmekdir.» diyor.
Tekarrub mes'elesine
gelince: buradaki tekarrubdan murâd: Tasad-duk'dur. Yâni cuma namazına erken
giden kimse bir deve tasadduk etmiş gibi ;dndan sonra giden bir sığır tasadduk
etmiş gibi... ilâh... olur; demek-dir.
Bâzıları bunu:
«Cumâ'ya erken gidene, kendisine kurban meşru olan bir kimsenin deve kurban
etmekden kazandığı sevap kadar sevap vardır.» diye tefsir etmişlerdir. Onlar:
«Çünkü bu ümmete kurban kesmek, eski ümmetlere meşru olduğu keyfiyyetde
emrolunmamışdır.» derler.
Bir takımları da: «Bu
hadîsden murâd: Cumâ'ya erken gidenlerin sevap itibârı ile bîribirlerinden
farklı olduklarını, cami'e ikinci olarak varanın birinciye nisbeti kıymet
itibârı ile sığırın, deveye nisbeti gibidir.» demişlerdir, kasdedilmişdir.
Çünkü mukaabilinde sığır zikredilmektedir.
Bedene: «deve» ve
«sığır» demek ise de burada ondan bil'ittifâk deve kasedilmiştir. Çünkü mukabilinde
sığır zikredilmiştir.
1- Cuma günü
yıkanmak müstehabdır.
2- Cumâ'ya
erken gitmek fazîletdir.
3- Her
insanın fazileti,,ameline göredir.
4- Kurban ve
sadaka lâfızları, aza da çok'a da itlak edilebilir.
5- Tavuğa ve
yumurtaya «Kurban» demek caizdir. Çünkü buradaki kurbandan murâd: Tesaddukdur.
Tavuk ve yumurta gibi şeyler ise te-sadduk olunabilirler.
6- Kurban
için deve, sığırdan daha makbuldür. Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem) evvelâ deveyi sonra sığın zikretmişdir. «Hedy» kurbanı hususunda
devenin, sığırdan efdal olduğunda ittifak, olunmuşsa da, bayramlarda kesilen
kurbanlar hakkında ihtilâf edilmişdnf.
Îmam A'zam ile imam Şafiî'ye
ve cumhûr-u u1emâ'ya göre deve, burada
da sığırdan efdaldir.
İmam Mâlik'e göre
kurban bayramında efdaî olan koyun kesmekdir. Ondan.sonra sıra sığıra daha
sonra deveye gelir. Çünkü Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki dâne
koç kurban etmişdir. Hz. İsmâî1 (Aleyhisselâm) 'in yerine de koç kurban
edilmişdir. Cumhûr-u ulemâ babımızın hadîsleri ile bir de «Hedy» kurbanlarına
kıyâsla amel ederler. Onlara göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin fi'li, koç kesmenin efdal olduğuna değil; ce,vâzına delildir.
İhtimâl başkasını bulamadığı için koç kesmişdir. Nitekim sahih hadîsde vârid
olduğuna göre Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınları için sığır
kurban etmişdir.
Gerçi Ebû Dâvûd ile
İbni Mâce 'nin sahih bir isnâdla rivayet ettikleri Ubâdetü'bnü's- Sâmit
(Radiyallahû anh) hadîsinde :
«Kurbanın en hayırlısı
: Boynuzlu koç'dur.» buyurulmuşdur. Fakat bu hadîsden murâd koyundan kesilen
kurbanın en hayırlısını beyândır.
İmâmü'l- Haremeyn (419-478) :
«Deveden kurban
edilmeye en lâyık olanı : dişi devedir.» demişdir.
7- Bu
hadîsde zikri geçen melekler, hafeza melekleri değildir. Bunların vazifeleri :
Yalnız cuma namazına gelenleri yazmakdır. Mârû-dî (382-450) ile Nevevî'nin
kavilleri budur. İbni Bezîze «Bunlar hafeza meleklerimidir, değilmidir;
bilmiyorum!» demişdir.
Aynî dahî Mârûdî ile
Nevevî 'nin sözlerine iştirak etmiş; bu meleklerin hassaten cuma namazına
gelenlerin derecelerini yazdıklarını kaydettikden sonra: «Hafeza melekleri
tevkil edildikleri' kullardan ayrılamazlar.» demişdir.
8- Hatîb
minbere çıktığı zaman melekler hutbe dinlemeye gelirler. Zira.hadîs i şerifdeki
zikirden murâd: Hutbe'dir.
11- (851)
Bize Kutcybetü'bnü Saîd ile Muhammedü'bnü
Rumh b. EI-Muhâcir rivayet ettiler, ibni Rumh dedi ki: Bize Leys,
Ukayl'den, o da ibni Şihâb'dan naklen hafcer verdi. (Demiş ki) : Bana
Saîdü'bnü'l-Müsey-yeb haber verdi. Ona da Ebû Hüreyre haber vermiş ki,
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına (sus!)
dedinmi boş yere takırdı etmiş olursun!» buyurmuşlar.
(...) Bana
Abdülmelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, dedem'den
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâîid, İbni Şihâb'dan, o da Ömeru'bnü
Abdilazîz'den, o da Abdullah b. İbrahim b. Kaariz ile İbni'l-Müseyyeb'den naklen
rivayet etti. Onlar da Ebû Hüreyre'den rivayet etmişler ki, Ebû Hüreyre:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim..» diyerek yukarki
hadîsin mislini rivayet etmiş.
(...) Bana,
bu hadîsi Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni
Şihâb iki isnadı ile birden bu hadisin mislini haber verdi. Yalnız İbni Cüreyc:
«İbrahim b. Abdîllâh b. Kaariz...» demiş. [3]
12- (;,.)
Bize İbni Ebî Ömer dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân,
Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :
«Cuma günü imam hutbe
okurken arkadaşına (sus!) declinmi lagv yapmış olursun.»
Ebû'b-Zinâd ; «Bu
(lâğîte) Ebû Hüreyre'nin lügatidir. O(nun doğrusu) ancak Iâğavte'dir.» demiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Cumua» da tahrîc ettiği gibi bütün «Sünen» sahipleri dahî rivayet
etmişlerdir. Tirmizî bu hadîsi rivayet ettikden sonra: «Bu bâbda İbni Ebî Evfâ
ile Câbir b. Abdillâh 'dan dahî rivayetler vardır.» demişdir.
İbni Ebî Evfâ
(Radiyallahû anh) hadîsini İbni Ebî Şeybe «Musannef» inde rivayet etmişdir. Bu
hadîs mevkuf da olsa yine merfû' hükmündedir. Çünkü bir kimsenin kendinden
söyliyeceği sözler kabilinden değildir.
Câbir (Radiyallahû
anh) hadisini yine İbni Ebî Şeybe «ıMusannef» inde, Bezzâr ile Ebû Ta'lâ
(220-307) da «Müsned» lerinde rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîsde beyân
edildiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkaas (Radiyallahû anh) cuma günü bir zâta (senin
namazın olmadı!) demiş; o zât bunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
söylemiş, ve :
— Yâ Resûlâliah! Sad ,
bana, Namazımın namaz olmadığını söyledi.. demiş. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«N'ıçin yâ Sa'd?» diye
sorunca, Sa'd:
— Çünkü sen hutbe okurken o konuşuyordu...
cevâbını vermiş. Be-sûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sa'd doğru
söylemiş.» buyurmuşlar.
Aynî'nin de beyân
ettiği vecihle bu bâbda îbni Abbâs, Ebû Zerr, Ebu'd-Derdâ', Abdullah b. Mes'ûd,
Abdullah b. Amr ve Alîyyü'bnü Ebî Tâlib (Radiyallahû anhûm) hazerâtmdan da rivayetler vardır.
İbni Abbâs
(Radiyallahû anh) hadîsini imam Ahmed ile Bezzâr «Müsned» îerinde; Taberânî de
«EI-Kebîr» inde tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde
îbni Abbâs şöyle demektedir :
Resûlüüah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) : cuma günü imam hutbe okurken konuşan kimse, kitap taşıyan
eşek gibidir. Ona (sus) deyenin de cum'ası yokdur; buyurdular»
Ebû Zerr ile
Ebu'd-Derdâ' hadîslerini Taberânî
rivayet etmişdir.
Bu hadîslerde beyân
edildiğine göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü minber
üzerinde bir sûre okumuş. Bunun üzerine Ebu'd-Derdâ', Übeyyü'bnüKâ'b'ı d*ürterek :
— Bu sûre ne zaman nazil oldu Ben, bunu şimdiye kadar hiç işitmedim;
demiş. O da, ona:
— Sus! diye işaret etmiş. Namazdan çıkınca Übeyy :
— Senin kıldığın namazdan ettiğin kâr yalnız
yaptığın boş boğazlık-dır! demiş. Ebu
'd - Derdâ' (Radiyalİahû anh) da bunu Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Seîlem) 'e haber vermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ubeyy doğru
söylemiş.» buyurmuşlar.
Abdullah b. Mes'ûd
hadîsini, İbni Ebî Şeybe «Musannef» İnde; Taberânî de «El-Kebîr» inde rivayet
etmişlerdir. O hadîsde Hz. İbni Mes'ûd: «İmam minbere çıktığı vakit
yanındakine (sus!) demen boşboğazlık nâmına kâfiîdir.» demişdir. Bu hadîs
mevkuf da olsa, yine merfû' hükmündedir. Zîra mevsuk râvî-ler tarafından
rivayet olunmuşdur; böyle bir sözü bir kimse kendinden söyleyemez.
Abdullah b. Amr
hadîsini Ebû Dâvûd tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlardır :
«Cuma'ya öç nevi'
kimseler gelir:
Birincisi :
Boşboğazlık yapmağa gelen kimsedir. Böylesinİn c um'adan nasibi, yaptığı
boşboğazlıkdır.
İkincisi : Duâ etmek
için cuma namazına gelen kimsedir. Böylesi Allah Teâlâ'ya duâ etmişdir, ona
dilerse verir dilerse vermez.
Üçüncüsü : Cuma
namazına sükût ederek dinlemek için gelen ve hiç bir müslümanın boynuna basıp
geçmeyen, kimseys eziyet vermeyen adamdır. İşte bu yaptığı ondan sonra gelecek
cumâ'ya kadar ve üç günlük de ziyâde günahlarına keffâretdİr. Çünkü Allah Teâlâ
(Her kim bir hayır işlerse, kendisine o hayırın on misli sevep vardır.) buyurmuşdur.»
Hz. Ali (Radtyallahû
anh) hadîsini İmam Ahmed b. Hanbe1 merfû' olarak tahrîc etmişdir. Bu hadîsde:
«Ve kim (sus!) derse,
konuştu demekdir. Konuşan kimsenin ise cum'ası yokdur.» buyurulmuşdur.
Lâgv : Ahfeş'in
beyânına göre: Aslı olmayan bâtıl sözler konuş-rriakdır. Bâzıları lâgv'in :
«doğru olan vecih'den sapmak.» mânâsına geldiğini söylerler.
Bir takımları da:
«Ecir zayi oldu, fazilet kalmadı.» mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kelime
nâkıs-ı vâvî'dir. Hz. Ebû Hüreyre onu nâkıs-ı yâî gibi okuduğundan
Ebu'z-Zinâd.: «Bu Ebû Hüreyre 'nin lügatidir.»
demişdir.
1- Cuma
namazında hutbe okunurken konuşmak memnudur. Çünkü ulemânın beyânlarına göre
hutbe iki rek'at namaz makamına kaaim-dir.
Hutbeyi dinlemek bütün
ulemâya göre matlûb ise de aksinin haram olup olmadığı ihtilaflıdır. İmam Şafiî
'nin yeni mezhebine göre, hutbe esnasında konuşmak haram değildir. Hutbeyi
dinlemek sünnetdir. Urvetü'bnü'z-Zübeyr, Saîdu'bnü Cübeyr. Şa'bî, İbrahim
Neehaî, Süfyân-ı Sevrî ve Dâvûd-u
Zahirî 'nin mezhepleri de budur.
İmam Şâfi î'nin eski
mezhebine göre, hutbe esnasında konuşmak, haramdır. İmam A'zam, İmam Mâlik,
İmam Ahmed b. Hanbel ve Evzâî de buna kaaildirler.
İbni Battal: «Hutbeyi
dinlemek, ekseri ulemâya göre sünnetle vâcibdir. Bâzıları onu farz
addetmişdir.» diyor.
Mücâhid 'den rivayet
olunduğuna göre :
«Kur'ân'ı dinlemek
yalnız iki yerde yâni namazda ve hutbe esnasında vâcibdir.» demişdir.
Ekseri ulemâya göre
hutbeyi dinleyip susmak, onu işitene de işit-meyene de vâcibdir. İmam Mâlik'in kavli de budur.
Urve, hutbeyi
işitmeyen bir kimsenin konuşmasında bir beis görmezmiş. İmam Ahmed dahî:
«Hutbeyi işitmeyen kimsenin Allah'ı zikredip Kur'ân okumasında bir beis
yokdur.» demişdir.
İbni Abdilberr: «Benim
bildiğime göre hutbeyi işiden kimseye dinlemek vâcib olacağı hususunda
şehirler fukahâsı arasında hilaf yokdur. İhtilâf yalnız onu işîtmeyenler
hakındadır.» demektedir. Filvaki bu husûsda ihtilâf olunmuşdur.
Hanefîler'e göre :
İmam hutbe okurken cemâatin namazı bozan şeylerden kaçınması îcâbeder. Çünkü
Teâlâ Hazretleri bu bâbda «Dinleyin ve susun!» byurmuşdur. Konuşmayı yasak eden
hadîsler de meydandadır. Binâenaleyh hutbe esnasında selâm almak ve aksırana
teşmît'de bulunmak mekrûhdur. Yalnız İmam Şafiî 'nin yeni mezhebine göre
bunlar caizdir.
Bâzıları «Hutbe
dinlemenin farz olması Peygamber (Sallalkthü Aleyhi veSeîlem) zamanına
mahssûdu.» demiş; bir takımları da, birinci hutbeyi dinlemenin farz olduğunu,
ikinci hutbeyi dinlemenin farz olmadığını, çünkü onda zâlim hükümdarlar
rnedhedildiğini söylemişlerdir.
îmam A'zam 'dan bir
rivayete göre, hutbe dinleyen kimse kendisine verilen selâmı kalben alır.
İmam Ebû Yûsuf 'dan
bir rivayete göre, hutbe okunurken selâm almak ve aksırana teşmît'de bulunmak
caizdir. İmam Muhammed'den bir rivayete göre ise bunları hutbe bittikden sonra
yapmak gerekir.
2-
Hanefîlere göre: Susmak, mücerred hatibin minbere çıkması ile vâcib olur.
Nitekim İbni Ebî Şeybe «Musannef» inde A1iy , İbni Abbâs ve İbni Ömer
(Radfyallahû anhûm) hazerâtmm da imam minbere çıktıkdan sonra konuşmayı kerîh
görürdüklerini rivayet etmişdir.
Şâfiîler'e göre susmak,
yalnız hutbe esnasında vâcibdir. Nevevî, imam Mâlik ile cumhûr-u ulemânın da
buna kaail olduklarını söylüyor.
13- (852)
Bize Yahya b. Yahya rivayet eît. (Ded ki) : Mâlîk'e okudum. H.
Bize Kuteybetü'bnü
Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Ebu'z - Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû
Hüreyreden naklen rivayet etti ki, ResûlüIIah (Salîallahü Aleyhi ve Setlem)cumâ
gününü anarak :
«Onda öyle bir saat
vardır ki, şayet bir müslüman kul namaz kılarken o saate rastlar da, Allahdon
bir şey isterse Allah, ona dilediğini mutlaka verir.» buyurmuşlar.
Kuteybe, kendi
rivayetinde: «Onun az olduğuna eli ile işarette bulunmuş.» ifâdesini ziyâde
etti.
14- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmâîl İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Eyyûb, Muhammed'den, o da El Hüreyre'den naklen rivayet etti,
Ebû Hüreyre şöyle demiş: Ebû'l-Kaasi
«Hakîkaten cum'âda
öyle bir saat vardır ki eğer bir m üs! uman kail namaz kılarken ona rastlar da,
Allah'dan bir hayır dilerse, Allah dilediğ ona mutlakaa verir.» buyurdular. Ve
eliyle onun azlığına, ehemmiy. sizliğine işaret etmiş.
(...) Bize
İbnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Adi; İbni Avn'dan, o da
Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den, naklen rivâ: etti. Ebû Hüreyre:
«Ebû'l-Kaasîm (SaîlaUahii Aleyhi ve Seîîem) şöyle buyı du...» diyerek yukarıki
hadîsin mislini rivayet etmiş.
(...) Bana
Humeydü'bnü [4] Mes'adete'l-Bâhilî rivayet
etti. (D ki) : Bize Bişr (yâni İbni Mufaddâl) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Sele —ki İbni Alkame [5] dir—
Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den n; len rivayet etti. Ebû Hüreyre :
-Ebû'l-Kaasim
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu..." diyeı yukarki hadîsin
mislini rivayet etmiş.
15- (...)
Bize Abdurrahman b. Sellâm El-Cumahî rivayet etti. (dedi ki) : Bize RaM' (yânî
İbni Müslim) Muhammed b. Ziyâd'dan, o da I Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen vâyet etti ki, şöyle buyurmuşlar :
«Hakikaten cum'âda
öyle bir saat vardır kir şayet
bir müslümaı etmiş ve: «Bu hadîs mevkûfdur; onumerfû' rivayet eden vehme
kapılmış-dır.» demişdir.
Ebû Râfi' hadîsini
Dârekutnî «El-İIel» inde rivayet eder.
Ebu'l-Ahvas rivayetini
yine Dârakutni rivayet etmiş ve: «Galiba bu hadîs îbni Mes'ûd 'dan rivayet
edilmiş ola-cakdır.» demişdir.
Ebû Bürde ile Mücâhid
rivayetlerini dahî Darakutnî tahrîc
etmişdir.
Ya'kûb b. Abdirrahmân
rivayetini: Ebû Ömer îbni
Abdilberr tahrîc etmiş ve sahih
olduğunu söylemişdir.
«Namaz kılarken...» ve
«Altah'dan bir şey dilerse.»cümleleri müteradif yahut mütedâhil birer hâl
cümlesidir.
Bâzıları bunların
«müslüman» a sıfat olduklarını söylemişlerse de, doğru değildir. Çünkü
hadîsdeki «Müslim» kelimesi «Abd» in sıfatıdır. Sıfat ile mevsûf bir şey
hükmündedirler. Nekire olan «Abd» kelimesi, sıfat alınca ma'rife hükmüne
gİrmişdİr. Binâenaleyh ondan sonra gelen cümleler sıfat olamazlar. Çünkü
ma'rifeden sonra gelen cümleler hâl olurlar.
Bir rivayette «namaz
kılarken», diğer rivâyetde «kalkıp namaz kılarken.» buyurulmuş olması hakîkaten
ayağa kalkarak namaz kılmaya ihtimâlli olduğu gibi, bundan duâ, intizâr ve
devam gibi mânâların kas-dedilmiş olması da mümkündür.
Nevevî diyor ki:
«Bâzıları (namaz kılarken) cümlesinin, (duâ ederken) mânâsına geldiğini; (ayağa
kalkarak) sözünden de (devam) mânâsı kasdedildiğini söylemişlerdir. >
Nevevî'nin bu
ihtimâlleri nakletmesi, curnâ günündeki icabet saatini tâyin hususunda vârid
olan iki sahîh hadîs hakkında işkâl çıkmaması içindir. Bu hadîslerden biri
icabet saatinin hatîb minbere çıkıp oturduk-dan namazın sonuna kadar devam
ettiğini; diğeri ikindiden sonra başlayıp, güneş kavuşuncaya kadar sürdüğünü
bildirmektedir.
Görülüyor ki birinci
hadîse göre icabet saati hutbe halindedir. Bu hâl ise hakîkaten namaz değildir.
İkinci hadîse göre
dahî namaz hâlinde değildir.
Rivayete nazaran Hz.
Ebû Hüreyre o hadîsi rivayet ettik-den sonra şunları söylemiş:
«Müteakiben Abdullah
b. Sellâm'a rastlayarak, ona bu hadîsi söyledim. Abdullah:
— Ben, bu icabet
saatini biliyorum; dedi. Ben : saata rastlar da Ailah'dan bir hayır dilerse,
Allah onu kendisine mutlakça verir.»
((Ebâ Hüreyre) : O hafif bir saattir., demiş.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. Kâfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrazzâk
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Müneb-bih'den, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
etti. Yalnız: «o, hafif bir saatdir.» cümlesini söylemedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâfoü'I-Cumua» da tahrîc etmişdir.
Hadîsi: Ebû Hüreyre,
İbni Abbâs, Ebû Mûsâ (Radiyallahû atthûtn) ile Muhammed b. Şîrîn, Ebû
Se-lemete'bnü Abdirrahmân, Hemınâm, Muhammed b. Ziyâd, Ebû Saîd-i Makburî,
Saidü1-bnü'l-Müseyyeb, Atâ' b. Ebî Rabâh, Ebû Râ-fi', Ebu'I-Ahvas, Ebû Bürde,
Mücâhid ve Ya'kûb b. Abdirrahmân
hazerâtıda rivayet etmişlerdir.
İbni Abbâs
hadîsini Nesâî «Yevm ve Leyle»
bahsinde tahrîc etmişdir.
Ebû Mûsâ hadîsini
Dârekutnî «El-İlel» nâm eserinde rivayet eder.
îbni Şîrîn rivayetini
Buhârî «Talâk» bahsinde tahrîc etmişdir.
.Ebû Seleme hadîsini
Ebû Dâvûd tahrîc etmişdir. Mezkûr hadîsde Hz. Ebû Hüreyre: «ResûliiIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Üzerine güneş doğan
en hayırlı gün cum'a günüdür... buyurdular». demişdir. Hadîs uzundur. Ayni
hadîsde :
«O gönde öyle bîr saat
vardır ki eğer bir müslüman leul namaz kılarken o saate rastlar da, Ailah'dan
bir hacet dilerse, Allah mutlaka a ona, o haceti verir.» ifâdesi de vardır.
Mezkûr hadîsi Tirmizî ile Nesâî dahî muhtelif rıâvîlerden tahrîc etmişlerdir:
Hemmâm b. Münebbih ile
Muhammed b. Ziyâd rivayetlerini Müslim
tahrîc etmiçdir.
Ebû Saîd-i Makburî ile
Saîdü'bnü'i-Müseyyeb rivayetlerini Nesâî «Yevm ve Leyle» bahsinde tahrîc
etmişdir.
Atâ' b.
Ebî Rabâh rivayetini
Dârakutnî tahrîc
— Onu, bana haber ver! Ne olursun cimrilik
etme! dedim, Abdu11ah:
— O, ikindiden sonra başlar, güneş kavuşuncaya
kadar devam eder; dedi. Ben :
— İkindiden
sonra nasıl olabilir? Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) (Eğer müslüman bir kul namaz kılarken o
saate rastlarsa...) buyurdular. Hâlbuki
(senin söylediğin) bu saâtde
namaz kılınmaz? dedim. Abdullah b. Sellâm:
— Canım, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seîlem):
(Eğer bir kimse namazı
bekleyerek bir yerde oturursa, o kimse namazdadır.) buyurmadı mı? dedi;
— Evet! cevâbını verdim.
— İşte bu, o'dur! dedi.»
Hz. Ebû Hüreyre 'nin bu
anlattıkları gösteriyor ki: Nama-:-dan murâd: Duâ; ayakta bulunmakdan maksad
da: Devâm'dır. Onun için bâzı rivayetlerden «ayakta» kaydı düşmüşdür.
Ebû Ömer İbni
Abdilberr (368-463): «Bu ziyâde Mâlik, Verkaa' ve daha başkalarından rivayet
eden Ebu -Zinâd'dan bellenmişdir. Muhammedü'bnü Vaddâh mezkûr ziyâdenin
hadîsden atılmasını emrederdi. Çünkü söylediğimiz işkâlı, mûcib olmaktadır.
Lâkin buna arzettiğimiz şekilde cevap verilmişdir.» diyor.
Eliyle işaret ederek
icabet saatinin azlığım gösteren bizzat Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seüem)
'dir. Nitekim Ebû Mus'ab 'm, imam Mâlik 'den naklettiği rivâyetde tasrîh
edilmişdir.
Taklîl ile tezhîd'in
ikisi de: azlığını beyân etmek, mânâsına gelirler.
Taberânî'nin
«El-Evsat» da Hz . Enes'den rivayet ettiği hadîsde: «İcabet saati şu
kadarcıkdır.» buyurularak bir tutam olduğu gös-terilmişdir.
Aynî 'nin beyânına
göre ulemâ icabet saati hakkında muhtelif ve-cihlerden söz etmişlerdir. Şöyle
ki :
a) Saat
kelimesinin hakikati: Zamanın bir cüz-i mahsûsdur. Bazen günle gecenin
yirmidört cüz'ünden birine, bazen de mecaz yolu ile herhangi bir zaman cüz'üne
ıtlak olunduğu gibi, şimdiki zamana dahî saat denildiği vardır.
İlm-i nücûm ve hendese
ile meşgul olanlar gece ile gündüzü onikişer kısma bölerek her parçaya saat
adını verirler. Bu takdirce saat, yerine göre bazen uzun bazen kısa olur.
b) İcabet
saatinin zamanımıza kadar devam edip etmediği ihtilaflıdır. Ulemâdan
bâzılarına göre bu saat, Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Selîem) devrinde mevcûd idi. Sonradan kaldinlmışdır. bu
kavli İbni Abdilberr hem rivayet etmiş hem de çürütrnüşdür. İbni Abdilberr
Abdürrazzâh'm rivayet ettiği Ebû Hüreyre1 hadîsi ile istidlal eder. Hadîsi rivayet
eden Hz. Muâviye'nin kölesi
Abdullah şöyle demişdir: «Ebû Hüreyre'ye :
— Cuma günündeki icabet saatinin kaldırıldığını
söylüyorlar; dedim.
— Onu söyleyen yalan yapmış! cevâbını verdi.
— Şu hâlde bu saat ileride göreceğim her
cum'âda devam ediyor mu? diye sordum;
Ebû Hüreyrre:
— Evet! cevâbım verdi.» Hadîsin isnadı
kuvvetlidir.
İbni Abdilberr: «Bütün
haberler, bu minval üzere müte-vâtir olmuşlardır.» diyor.
Buna mukaabü Hâkim'in
«Salıîh» inde rivayet ettiği Ebû Seleme
hadîsinde şöyle denilmektedir:
«Dedim kî : Yâ Ebâ
Saîd! Ebû Hüreyre bize cuma günündeki icabet saatinden bahsetti. Senin bu saat hakkında malûmatın var mı Ebû
Saîd :
— Biz, bu saati Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)'e sorduk da :
— Ben onu biliyordum ama sonradan kadir gecesi gibi o da bana unutturuldu., buyurdu.»
İbni Zencûye 'nîn, Muhammed
b. Kâ'b E1-Kurazî'den rivayetine nazaran ikindiden sonra ResûlüllaJı (SaUallahü
Aleyhi ve Selîem) 'in mescidi içinden bir köpek geçmiş. Bunu görünce sahabeden
bir zât:
~ Yâ Rabbî! Şunu
öldür! diye duâ etmiş ve köpek hemen ölmüş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
«Yemîn olsun kî bu zât
duaların müstecâb olduğu saate rastladı!» buyurmuşlar.
c) İcabet
saati bakî olduğuna göre acaba her cuma varmıdır yoksa seneni nyalnız bir
cum'âsma mı münhasırdır? Bunda dahî ihtilâf edil-mişdir. Kâ'bü'1-Ah bâr'a göre icabet saati, senede
bir gündür.
Hz. Ebû Hüreyre her
cuma günü icabet saati olduğunu söylemiş ve: «Kâ'b Tevrât»'ı okumuş» dedikden
sonra: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğru söylemiştir.» cümlesi
ile sözüne nihayet vermiş; Hz. Kâ'b da onu dediğine gelmişdir.
Bu hadîsi Ebû Dâvûd
ile Nesâî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.
d) İcabet
saatinin vakti hakkında pek çok sözler snylenmişdir. Şöyle ki:
1) Bu saat
Kadir gecesi gibi gizlidir. Cuma gününün neresinde olduğu belli değildir. îbni
Kudâme 'nin kavli budur Mezkûr kavil Hz. Kâ'bü'l-Ahbâr 'dan rivayet olunur. Bu
saatin gizlenmesin-deki hikmet, onu bulmak maksadı ile bütün günü ibâdetle
geçirtmekdir. Nitekim Teâlâ Hazretleri sulehâya hüsn-ü zann olunsun diye velî
kullarının kimler olduğunu gizlemişdir.
2) İcabet
saati: Her cuma bir olmayıp, yer değiştirir. İmam Gazâ1î (450-505) : «Bu bâbda
söylenenlerin en güzeli budur.» demiş-dir.
İbni Asâkir ile diğer bir takım ulemâ kat'î olarak buna
kaa-ildîrler.
3) İcabet
saati : Cuma sabahı müezzinin ezan okuduğu saatdir. Bunu ibni
Ebî Şeybe söylemişdir.
4)
Tanyerinden başlıyarak güneş doğuncaya kadar devam eder. Bu kavli ibni Asâkir,
Mücâhid tarîki ile Hz. Ebû
Hüreyre'-den rivayet etmişdir. Bir rivâyetde :
«Ve ikindiden, güneş
kavuşuncaya kadardır.» ibaresini de ziyâde etmişdir. Bâzıları buna imamın
minberden inerek, namaz için tekbîr alıncaya kadar.» ibâresiin de ziyâde
etmişlerdir. Şu hâlde icabet saati hakkında Hz. Ebû Hüreyre 'nin üç vakit
gösterdiği anlaşılıyor. Filhakika Ebû
Hüreyre (Radiyallahû anh)'m :
«Cuma günündeki icabet
saatini şu üç vakitde arayın!..» dediği rivayet olunur. Yâni onun kavline göre
cuma günü icabet saati, tanyerinden güneş doğuncaya kadar, ikindiden güneş
batıncaya kadar ve imam minberden inerek namaz için tekbîr alıncaya kadar
aranacakdır.
5- İcabet
sati güneşin doğmasını ta'kîb eden
zamandır. Bu kavli Muhibb-i Taberî
rivayet etmişdir.
6- Güneş
doğarkendir. Bu kavli imam Gazâlî
«İhyâû'l -Ulûm» da rivayet eder.
7- Günün
üçüncü saatinin scnundadır.
8- Zevalden
başlıyarak, bölge yarım arşın uzayıncaya kadar devam eder. Bu kavli dahî
Muhibb-i Taberî rivayet etmişdir. Bâzıları
ayni kavli tercîh etmekle beraber icabet saatinin, her şey'in gölgesi bir arşın
oluncaya kadar devam ettiğini söylerler. Bu kavli Kaadı Iyâz,. Kurtubî ve
Nevevî rivayet etmişlerdir.
9- İcabet
saati : Güneş zevalden sonra bir karıştan bir arşın oluncaya kadar devam eder.
Bu kavli İbni Münzîr
ve İbni Abdi1berr
kuvvetli bir isnâdla Hz. Ebû Zerr'den rivayet etmişlerdir.
10- İcabet
saati: müezzin cuma ezanını okuduğu zamandır. Bu kavli îbni Münzir, Hz Âişe'den rivayet etmişdir. Âişe (Radiyallahû anha):
«Cuma günü arafe günü
gibidir. Onda gök kapıları açılır ve onda öyle bir saat vardır ki, o saatde
kül, Allah'dan bir şey dilerse dilediğini ona mutlaka verir.» demiş; kendisine
bu saatin ne zaman olduğu sorulunca :
Müezzin cuma ezanını okuduğu zamandır.» cevâbını
vermişdir.
11- İcabet
saati: Zevalden başlıyarak, namaza girinceye kadar devam eder. Bu kavli İbni
Münzîr, Ebu's-Sevvâr 'dan
rivayet etmişdir.
12-
Zevâl'den başlar, imamın minbere çıkışına kadar devam eder.
13- Zevalden
başlar; güneş kavuşuncaya kadar devam eder. Bu kavil Hasan-ı Basrî 'den rivayet
olunmuşdur.
14- İmamın
minbere çıkmasından başlar; namaza başlayıncaya kadar devam eder. İbni Münzîr
bu kavli dahî Hasan-ı Basrî'den
rivayet etmişdir.
15- İcabet
saati: İmamın minbere çıktığı zamandır. Bu kavil de Hasan-ı Basrî 'den rivayet olunmuşdur.
16- İmamın
minbere çıkmasından başlar, namaz edâ edilinceye kadar devam eder.
17- İcabet
saati cuma günü alış verişin haram, olduğu saatden başlar, helâl kılındığı
saate kadar devam eder. Bu kavli Saîd b. Man-sûr ile
İbni Münzîr Şa'bî 'den rivayet etmişlerdir.
18- Cuma
ezanından başlar, namaz bitinceye kadar devam eder. Bu kavil Hz. İbni Abbâs'dan
rivayet olunmuşdur.
19- İmamın
minber üzerine oturmasından başlar,, namaz edâ edilinceye kadar devam eder.
Bunu Müslim ile
Ebû Dâvûd, Hz. İbni Ömer 'den rivayet etmişlerdir.
20- İcabet
saati : Ezan okunurken, imamın hutbe esnasında cemaata Allah'ı hatırlattığı
zaman ve bir de ikaamet getirildiği sıradadır. Bu kavil Avf b. Mâlik-i Eşcaî (Radiyaîîahûanh)'âsn rivayet
olunmuşdur. Bâzıları bu kavle pek cüz'î kelime farkları ile kaail olmuşlardır.
21- İcabet
saati: İmamın hutbeye başlamasından, onu bitirinceye kadardır. Bu kavil zayıf
bir isnâdla Hz. İbni Ömer 'den
rivayet olunmuşdur.
22- İcabet
saati: Hatibin minbere varması ile hutbeye başlamasının arasındadır. Bu kavli
de imam Gazâlî (450-505)
«lhyâü'1-Ulûm» da rivayet etmişdir.
23- İki
hutbe arasında hatîb oturduğu zamandır.
24- Hatîb
minberden indiği zamandır.
25- Cuma namazına
ikaamet getirildiği zamandan başlar,
imam mihrabdaki yerine duruncaya kadar devam eder.
26-
İkametden başlar, namaz tamam oluncaya kadar devam eder. Bu kavli Tirmizî
ile İbni Mâce merfû' olarak
rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîsde
ashâb-ı kiram'm: «Bu saat ne zamandır ya Resûlallah?» dedikleri.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de :
«Ikaametden
başlıyarak, namaz bitinceye kadar devam eder.» buyurduğu beyân edilmişdir.
Hadisin isnadı kuvvetlidir.
27- îcâbet
saati: Resûlüllah (SaîlallahüAleyhiveSellem) 'in cuma namazını kıldığı saatdir.
Bu kavli ibni Asâkir sahih bir isnâdla ibni
Şîrîn 'den rivayet etmişdir.
28- îcâbet
saati: İkindi namazından başlıyarak, güneş batıncaya kadar devam eder.
29- îcâbet
saati : Cuma günü kılman ikindi namazındadır. Bu kavli Abdürrazzâk mürsel olarak Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etmişdir.
30- İkindi
namazından başlar; ihtiyarî vaktin sonuna kadar devam eder. Bu kavli dahî imam
Gazâ1î «İhyâü'I-Ulûm» da rivayet etmişdir.
31- İcabet
saati: Mutlak sûretde ikindiden sonradır.
32- Güneşin
sararması ile başlar; kavuşuncaya kadar devam eder.
33- Güneşin
yarısı battıkdan tamamen kavuşuncaya kadardır. Bu kavli Taberânî «EI-Evsat» da; Dârakutnî
«El-İlel» de ve Beyhakî «Şuab»
ile «Fedâilü'l-Evkaat» da Alî b.
Hüseyin'den rivayet etmişlerdir.
Görülüyor ki: îcâbet
saatinin vakti hususundaki kaviler pek çokdur. Bizim bâzılarını birleştirerek
bir rakkam ile gösterdiğimiz kaviller de ayrı ayrı sayılmak şartı ile bu bâbda
tam kırk kavil olduğu meydana çıkar. Maamâfîh mezkûr kavillerin bir çoklarını
birleştirmek mümkündür.
Muhibb-i Tâberî: «Bu
husûsda en sahih hadîs, Ebû Mûsâ hadîsi; en meşhur kavil de Abdullah b. Se11âm'm
kavlidir.» diyor.
Ebû Mûsâ hadîsinin en
sahîh hadîs olduğuna imam Müs1im ile Beyhakî, İbnü'l-Arabî ve daha bir çok
hadîs ulemâsı kaaildirler.
Kurtubî : «Bu hadîs, hilaf yerinde nass'dır.
Binâenaleyh başkasına bakılmaz.» demişdir. Ayni hadîs için Nevevî: «Sahih olan
hattâ doğru olan hadîs budur.» demektedir.
Bir takımları Abdullah
b. Seli âm'in kavlini tercih etmişlerdir. Hattâ Tirmizî, imam Ahmed b.
Hanbel'in: «Hadîslerin ekserisi bu kavle uymaktadır.» dediğini rivayet eder.
Ebû Mûsâ hadîsi az aşağıda
görülecekdir. Tirmizî, Enes ve Ebû Hüreyrf (Radiyallahâ anhûma) hadîslerini
rivayet ettikden sonra bu bâbda Ebû Mûsâ, Ebû Zerr, Selmân, Abdullah b. Sellâm,
Ebû Ümâme ve Sa'd b. Ubâde (Radtyallahû anhûm) 'den de hadîsler rivayet
edildiğini söyle-mişdir.
Aynî bunlara Câbir,
Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, Ebû Saîd-i Hudrî, Fâtime binti Nebiyy (Aleyhmelâm) ve
Meymûne binti Sa'd (Radiyallahû anhûm) hazerâtının isimlerini d& ilâve
etmişdir.
Arzettiğimiz vecihle
Ebû Mûsâ hadîsini Müslim rivayet etmişdir.
Abdullah b.
Sellâm hadîsini: İbni Mâce ; Ebû Ümâme
hadîsini: Yine İbni Mâce ; Sa'dü'bnü Ubâde hadîsini:
tntam Ahmed ile Bezzâr;
Câbir hadîsini:
Ebû Dâvûd ile Nesâî; Alîyyü'bnü Ebî
Tâlib hadîsini: Bezzâr; Ebû Saîd hadîsini:
İmam Ahmed b.Hanbel;
Hz. Fâtıme
(Radiyallahû anha) hadîsini: Taber.ânî «El-Evsat» da;
Meymûne binti Sa'd
hadîsini : Yine Taberânî «El-Kebîr» inde rivayet etmişlerdir.
Bâzılarına göre bu
bâbda en sahîh hadîs: Ebû Hüreyre hadisidir. Hakikatte Ebû Hüreyre hadîsi ile
Ebû Mûsâ hadîsi arasında ihtilâf ve tebâyün yokdur. İhtilâf Ebû Mûsâ hadîsi
ile icabet saatinin ikindi-den sonra yahut ikindinin son saatinde olduğunu
bildiren diğer hadîsler arasında mevcüddur. Bunların arasını bulmak için ya
cemi' yahut tercih yoluna gidilir. İcabet saatinin yer değiştirdiği kabul
edilmek sureti ile rivayetlerin arasını bulmak mümkündür. Böyle denilmezse
tercihe başvurulur. Şüphesiz ki icabet saatinin ikindiden sonra olduğunu
gösteren hadîsler toem daha çok hem de muttasıl oldukları ciftetle daha ziyâde.
16- (853)
Bana Efcu't-Tâhir ile Alîyyü'bnü Haşrem rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni
Vehb, Mahramctü'bnü Bükeyr'den naklen haber verdi. H.
Bize Hârûn b. Saîd
EI-Eyîî ile Ahmed b. îsâ da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Mahrame, babasından, o da Ebû Bürdete'bnü Ebû
Mûse'l-Eş'arî'den naklen haber verdi. Şöyle demiş: Bana, Abdullah b. Ömer:
— «Babanın cuma saati hakkında Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den
hadîs rivayet ettiğini işittin mi?» dedi. Ben:
— Evet, babamı şöyle derken işittim dedim:
Resûlüllah (SalîaHahü A leyhi ve Sellem) 'i:
«İcabet saati, imamın
(minber üzerinde) oturması ile namazın edâ edilmesi arasındadır.» buyururken işittim.
Bu hadîs hakkında
Dârakutnî imam Müslim'e istid-râkde bulunmuş ve şunları söylemişdri: «Bu hadîsi
Mahrame 'nin babasından, onun da Ebû Bürde 'den rivayet etmesi suretiyle
yap-tıığ müsned rivâyetden başka, müsned olarak rivayet eden yokdur. Onu bir
cemâat Ebû Bürde 'den kendi kavli olmak üzere -rivayet etmişlerdir. Bâzıları,
senedi Ebû Mûsâ'ya kadar götürmüş fakat hadîsi Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve
Sellem) 'e ref etmemişdir. Doğrusu Hadîs Ebû Bürde 'nin sözüdür. Onu Yahya
El-Kattân dahî Sevrî'den, o da Ebû tshâk 'dan, oda Ebû Bürde'-den naklen bu
şekilde rivayet etmişidr. Vâsıl-"ı Ahdeb ile Muhalid dahî Yahyâ'ya tâbi
olarak onu Ebû Bürde 'nin sözü olmak üzere rivayet etmişlerdir. Nu'man b.
Abdisselâm, Sevrî'den, o da Ebû îshâk 'dan naklen: Ebû Bürde 'nin, babasından
rivayeti mevkûfdur. (Babasından) sözü sabit değildir; demiş-dir.
Ahmed b. Hanbel,
Hammâd b. Hâlid'in Mahreme 'ye: Sen babandan bir şey işittin mi? dedim. Hayır
cevâbını verdi.. dediğini söyler.»
Nevevî diyor ki:
«Dârakutnî 'nin yaptığı bu istidrâk kendince ve ekseri muhaddisînce ma'rûf olan
bir kaaideye binâendir. Mezkûr kaaideye göre bir hadîsin iki rivayeti
biribirîne tearuz eder; meselâ biri merfû' biri mevkuf olursa mevkuf olduğuna
hükmedilir. Ancak bu kaaide zayıfdır. Sahîh olan, usûl-i fıkıh ulemâsı ile
fukahânın ve Buhârî ile Müslim gibi Muhakkik hadîs âlimlerinin tarîkidir. Bu
tarika göre o hadîsin merfû' olduğuna hükmedilir. Çünkü hadîsde mevsuk râvînin
ziyâdesi vardır. Böyle bir ziyâde makbuldür. Bu mes'ele kitabımızın
mukaddimesinde görülmüşdü.
Beyhakî'nin «Sünen»
inde Ahmedii'bnü Seleme'nin şöyle dediği rivayet olunuyor: «Mahrame 'nin
rivayet ettiği bu hadîsi Müslim b. Haccâc ile müzâkere ettim; Müslim: Bu hadîs
cuma saatini beyân hususunda en güzel ve en doğru bir hadîsdir; dedi.>
17- (854) Bana
harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Yûnus,
İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Abdurrahmân EI-A'rac haber
verdi ki, Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Üzerine güneş doğan
en hayırlı gün cuma günüdür. (Zîra) Âdem o gün cennetden çıkarıldı.»
buyurdular.
18- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-gîra (yâni El -
Nizamî) Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet
etti ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Üzerine güneş doğan
en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratı İdi; o gün cennete konuldu ve o
gün cennetden çıkarıldı. Kıyamet de ancak cuma
günü kopacakdır.» buyurmuşlar.
Cuma gününün en
hayırlı gün olması: Haftanın şâir günlerine nis-betledir.
Nevevî'nin beyânına
göre, senenin günlerine nisbetle en hayırlı gün arafe günüdür. Bazıları cum'anm
arafe gününden efdal olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerse de esah kavle göre
arafe daha faziletlidir. Aliyyü'1-Kaarî: «Cuma günü arafeye tesadüf ederse
mutlak surette günlerin en faziletlisi olur. O günde işlenen amel de en
faziletli ve makbul olur, Hacc-ı ekber bundandır.» diyor.
Kaadı Iyâz bu hadîs
hakkında şunları söylemişdir: «Zahire bakılırsa bu hadîsde zikri geçen
kazıyyeler Hz. Âdem'in faziletini beyan için değildirler. Çünkü Âdem
(Aleyhisse!âm)'ı cennetden çıkarmak ve kıyameti ncumâ günü kopması fazilet
sayılamaz. Bunlar o gün vâki olacak büyük hâdisâtdır. Tâ ki kul, sâlih ameller
işleyerek Allah'ın rahmetine nâü olmaya, gazabını defe hazırlansın...»
Ebû Bekir İbnü'l
-Arabi dahî: «Bütün bu faziletler ve Hz. Âdem'in cennetden çıkarılması
zürriyetinin ve bu büyük neslin, enbiyâ, mürselîn, sâlihîn ve evliyâ'mn
vücûduna sebepdir. Hz. Âdem cennetden- kovulduğu için çıkarılmış değil, bâzı
vazifeler görerek sonra tekrar oraya dönmek İçin çıkarılmışdır. Kıyametin
kopması, enbiyânın, sıddîkin ile evliyanın şeref ve kerametlerini göstermek ve
mükâfatlarını acele vermek İçin bir sebebdir.» demişdir.
Hasılı Hz. Adem'in
cennetten çıkarılması ihanet için değil, halifelik makamı içindir. Bu izlâl
değil, ikmâldir.
Hadîs-i şerif cuma
gününün fazilet ve meziyyetine delildir.
Şevkânî: «Bu hadîs Hz.
Adem'in cennette değil, dışarıda yaratılarak sonra cennete konulduğuna
delildir.» demektedir.
Neve vî diyor ki: «Bu
hadîs garîb ve güzel bir mes'eleye de delildir. Mes'ele şudur: Bir adam,
karışma (sen günlerin en faziletlisinde boşsun) dese, ulemâmıza göre bu
mes'elede iki vecih vardır. Esah olan veçhe göre: Kadın arafe günü'boş olur.
îkinci veçhe göre:
Cuma günü boş düşer. Delili de bu hadîsdir. Yalnız bu kaviller o adamın niyeti
olmadığına göredir. Şayet bu sözü ile senenin en faziletli gününü niyet
ederse, o zaman kadın alettâyîn arafe günü ,boş olur. Hafta günlerinin efdalini
murâd etmişse, boş düşmek için cuma günü teayyün eder.
O adam «gün» yerine
«gece» tâbirini kullanarak (sen en hayırlı ge-. cede boşsun) derse, kadın
alettâyîn Kadir gecesi boş olur.
Ulemâmız ile cumhûr'a
göre Kadir gecesi Ramazan ayının son on gecesi içersindedir. Eğer bu söz
Ramazandan. kalan on gecenin biirncisinde söylenmişse, kadın son gecenin ilk
cüz'üde boş olur. Şayet Ramazan !dan kalan on gecenin biri yahut bir gecenin
ekserisi geçtikden sonra söylenmişse, gelecek senenin o gecesinin o cüz'ünde
boş olur. (Leyle-i Kadir her sene başka başka gecelerde olur) deyenlere göre,
bu sözle kadın o ayın son gecesinin ilk cüz'ünde boş olur.»
19- (855)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne,
Ebu'z-Zinâd'dan, ö da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Bizler en son
gelenleriz; ama kıyamet gününde herkesi geçenler de biz olacağız. Şu kadar var
ki her ümmete kitap bizden önce verilmiş, bize onlardan sonra verilrorşdir.
Sonra Allah'ın bize farz kıldığı şu gün yok mu! Allah bizi ona hidâyet
buyurmuştur. Şâir İnsanlar bu husûsda bize tabidirler. Yahudilerin bayramı
yârın, hıristiyanlartnki ise öbür göndür, buyurdular.
(...) Bize
İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ebu'z-Zinâd'dan, o da
A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den; bir de (yine Ebu'z-Zi-nad) İbni Tâvûs'dan o da
babasından, o da Ebû HÜreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre: BesûlÜllah
(Sailaİİahü Aleyhi ve Sellem):
Bizler en son
gelenleriz; ama kıyamet gününde herkesi geçenler de biz olacağız...»
buyurdular., diyerek hadisi yukarki.gibi rivayet etmiş.
20- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Said ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Cerîr, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet
etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: BesûlÜllah (StOMIahü Aleyhi ve Seüem) :
«Bizler (dünyâda) en
sonra gelenler, kıyamet gününde en öne geçecekleriz. Cennete ilk girenler de
biz olacağız : Şu kadar var ki onlara kitap bizden önce, bize onlardan sonra
verildi. Onlar ihtilâfa düştüler. Bizi be Allah, onlar ihtilâf ettikleri hakka
hidâyet buyurdu. İste bu gün onların -hakkında- ihtilâfa düştükleri gündür.
Allah bizi, ona (yânı cuma gününe) hidâyet buyurdu. Binâenaleyh bu gün bizim,
yânn yahudilerin, yârından sonraki gün de hıristiyanlanndır.» buyurdular.
21- Bize
Muhammed b. Rafi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdur-razzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Vehb b. Münebbih'in kardeşi Hemmâm b. Münebbih'den
naklen haber verdi. Hemmânı şöyle demiş: Ebû Htireyre'nin, Allah'ın. Resulü
Muhammed (SaUallahü Aleyhi ve
Sellem)'den bize rivayet ettiği şudur: Dedi ki: Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem):
«Bizler (dünyâda) en
sonra gelenler, kıyamet gününde en öne geçecekleriz. Şu kadar var ki onlara
bizden önce, bize ise onlardan sonra kitap verilmişdir. İşte bu gün onlara farz
kılınıp da, hakında ihtilâfa düştükleri gündür. Allah bizi bu güne hidâyet
buyurdu. Binâenaleyh bu hu-sûsda onlar bize tâbidir. Yahudilerin bayramı yarın,
hıristiyanlarınki ise Öbür gündür.»
buyurdular.
22- (856)
Bize Ebû Küreyb ile Vâsıl b. Abdila'lâ rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Fudayl, Ebû Mâlik-i Eşcaî'den, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den bir de
Rib'î b. Hirâş'dan, o da Huzeyfe'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre ile
Huzeyfe şöyle demişler: Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bizden önce geçenleri
Allah cum'âdan şaşırtmışdır. Bu sebeple ya-hudîlerin günü : cumartesi,
hırİstİyanların da pazar olmuştur. Sonra Allah, bizi dünyâya getirmiş ve bize
cuma gününü bulmaya hidâyet vermişdir. Bu suretle cuma cumartesi ve pazar
günlerini (ibâdet içinî vaz1 etmişdir. Yine böyle kıyamet gününde onlar bize
tâbi olacaklardır. Biz dünyâ ehlinin en sona kalanlarıyız; fakat kıyamet
gününde, en başta bulunanlar ve bütün kullardan önce kendilerine hüküm
verilenleriz.» buyurdular.
Vasıl'in rivayetinde
«Aralarında hüküm verilecek.» ibaresi vardır.
23- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide, Sa'd b.
Târık'dan, naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana Rib'î b. Hırâş, Huzeyfe'den
rivayet etti. Huzeyfe şöyle demiş: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) :
«Biz, cum'âyı bulmağa
hidâyet olunduk; ama bizden önce geçenlere Allah onu şaşırttı...» buyurdular,
.diyerek ibni Fudayl hadîsi mânâsında rivâyetde bulunrmışdur.
Bu hadîsi ,Buhârî
«Kitâbü'1-Vudû*», «Kitâbü'I-Cumua», «Kitâ-bü'1-Cihâd», «Kitâbü'l-Eymân
Ve'n-Niizûr», «Kitâbü'd-iDyât», «Kİtâbü't-Tâbîr ve «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc
ettiği gibi Nesâî dahî rivayet etmişdir.
Muhtelif rivayetlerinden
anlaşıldığına göre hadîsin mânâsı şudur: «Biz zaman îtibârı ile sonra gelsek
de, kıyamet gününde.derece itibârı ile en öndeyiz. Evvelâ herkesden önce bizim
hesabımıza bakılacak; ve lehimize hüküm verilerek. Cennete ilk girenler biz
olacağız.»
Bu hadîse daha başka
mânâ verenler de olmuşdur. Şöyle ki:
1) Hadîsin
mânâsı :
»Bizden önce geçen
kavimlere, bizden evvel kitap verilmek İçin biz geriye bırakılmazdır. Fakat
Allah'ın bize olan hidâyeti hususunda, biz herkesden önceyiz.» demekdir.
2) Biz bütün
ümmetlerden sonra gelmiş bir ümmetiz. Ama kıyamet gününde durak yerine
herkesden evvel varacak, cennete
de herkesden önce girecek olanlar biz'iz. Nitekim Ebû Hüreyre ile Huzeyfe hazerâtmın rivayeti
bu mânâyı te'yîd eder.
3) Bu
hadîsdeki «öncelik» deli murâd: Fazî]etçe önde bulunan cuma gününün faziletini
kazanmakdir.
4) «Öncelik»
den murâd: Eh1-i Kitâ'b'ın. mahrum kaldıkları tâat ve kabuldür. Çünkü onlar
Allah'ın emirlerine karşı: «işittik ve isyan ettik> demişlerdi.
«Beyde» : Hem vezn'en
hem de manen «gayra» gibi istisna edatıdır.
İmam Halîl ile Kisâî cezmen
bu mânâya kaail olmuş; başkaları ise tercîhan bu mânâya geldiğini kabul
etmişlerdir. Bu takdirde hadîsin ibaresi medhi, zemrae benzeyen bir sözle
te'kîd kabilinden olur=' Yâni biz kıyamet gününde herkesden önce fazileti ihraz
ederiz. Şu kadar var ki yahudîlerle hıristiyanlara bizden önce kitap
verilmişdir. Reyde «Bundan dolayı» ve
«Bu şartla» mânalarına da gelir.
Bu hadîsde mârife
olarak zikredilen kitabın elif-lâm'ı cins içindir. Bundan murâd Tevrat ile
İncil 'dir.
Vâkıâ Aynî:
«elif-lâm'ıri cins için alınması doğru değildir.» demişse de, onun bu sözü
delilsiz bir dâva sayılarak kabul edilmemişdir.
E1îf-1âm'm ahd-i zihnî
için gelmiş olması muhtemel ise de, cins için olması zahirdir. Murâd: Tevrat,
Zebur ve îcnîl 'dir.
«Bizden önce
kendilerine kitap verildi...» sözünden murâd: Yahudilerle hıristiyanlardır.
Hadîs-i şerif de:
«Sonra Allah'ın bize farz kıldığı bu gün...» diye işaret edile ngünden mur'ad:
Cumâ'dır.
Rivayetlerin birinde:
«îşte Yahudilerle Hıristiyan1ara farz kılınıp da, hakkında ihtilâf ettikleri
gün budur.» denilmiş-dir. Şu hâlde anlaşılıyor ki cuma gününü ta'zîm bize
emredildiği gibi Yahudilerle, Hıristi yanlara da emredilmişdir. Filhakika İbni
Ebî Hatim'in Süddî 'den rivayet ettiği bir hadîsde beyân olunduğuna göre Allah
Teâlâ Hazretleri Yahudilere cuma gününü ta'zîm etmelerini emir buyurmuş; Yahudiler:
— Yâ Mûsâ ! Allah,
cumartesi günü hiçbir şey halk etmemişdir; sen bize cumartesini tahsis et!»
diye itirazda bulunmuşlar; o da, o günü Yahudilerin aleyhine tesbît etmişdir.
Yahudiler cuma günü
ibâdette bulunmak için teayyün etmişmidir, yoksa onu başka bir günle
değiştirmek mümkünmüdür? mes'elesinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Bu bâbda ictihâd
etmişlerse de, ictihadlarmda da hatâdan kurtulamamışlardır.
Müslim Sarihlerinden
Übbî ( ?-827)'nin nakline göre Mûsâ (Afeyhissefâm) Yahudilere ibâdet günü
olarak cum'âyı ta'ym etmiş ve onun son derece faziletli bir gün olduğunu
kendilerine haber vermiş; fakat Yahudiler «cumartesi günü daha faziletlidir.»
diye i'tirâzda bulunmuşlar. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri Hz. Mûsâ'ya «onları
ihtiyar ettikleri günle başbaşa bırak!» diye vahy buyurmuş.
«İrşâdü's-Sârî» de
şöyle deniliyor: «Zahire bakılırsa Hz. Mûsâ cuma gününü Yahudiler'e ibâdet günü
olarak tâyin etmişdir. Çünkü hadîsin siyakı o günü bıraktıkları için
yahudilerin zemmedildiğİne delâlet ediyor. Binâenaleyh o günü onlara tâyin
etmiş olmasj. îcâb eder. Zira tâyin etmeyerek ibâdet gününü seçmeyi onların
ictihâdlarına bırakmış olsa Yahudilere gayr-i muayyen'bir günü ta'zîm lâzım
gelirdi, îctihâdları ile onlar da bu günün cumartesi yahut pazar olduğunu tâyîn
edince, o günde ibâdet etmeleri »günah olmamak lâzım gelirdi. Çünkü müc-tehidİn
içtihadı sayesinde vâsıl olduğu netice ile amel etmesi gerekir. Nitekim
hadîsde (işte onlara farz kılman gün budur! Onlar bu gün hakkında ihtilâfa
düştüler.) buyurulmuş olması buna şâhiddir. Çünkü mezkûr cümle tâyîn hususunda
zahir yahut nassdır. Yahudilerin bu muhalefetleri şaşılacak bir şey değildir.
Çünkü onlar (işittik ve isyan ettik.) deyen bir milletdir.»
îbni Battal diyor ki:
«Maksad: Cuma günü aletta'yîn yahudî-lere farz oldu da, onu terk etitler demek
değildir. Çünkü mü'min olduğu hâlde bir kimsenin üzerine Allah'ın farz kıldığı
bir şey'i terk etmesi caiz değildir. Allah-ü A'Iem bu hadîs cuma gününün onlara
farz kılınarak, o gün şeriatlarını ikaame etmeleri hususunda kendilerine
serbesti verildiğine; onların da bu günün hangi gün olduğunda ihtilâfa
düştüklerine, ne-tîcede cuma gününe isabet edemediklerine delâlet etmektedir.»
Kaadı Iyâz bu kavle
meyletmiş ve: «Eğer cuma onlara aletta'yîn farz kılınsaydı, ondan i'râz
ettikleri vakit (ihtilâfa düştüler.) denilmez, (muhalefet ettiler.)
denilirdi.» diyerek, onu tercih ettiğine işâ-retde bulunmuşdur.
Nevevî'ye göre
yahudîlere sarahaten cuma günü ibâdet emredilmiş olabilir. Onlar aynen bu
günde mi ibâdet edileceği yoksa değiştirmesi kaabil mi olduğu hususunda
ihtilâfa düşmüş; bu husûsda ictihâd ederek hatâ işlemişlerdir.
Maamâfîh hadîsin
muhtelif rivâyetlerindeki ihtilâfdan, yahudîlerle hıristiyanlarm ihtilâfı da
kasdedilmiş olabilir.
«Allah ona, bizi
hidâyet buyurdu.» cümlesinden murâd: «Allah, onu bize nassan emretti.» yahut
«Allah ictihâd yolu ile bizi ona irşâd etti.» demekdir.
Abdurrazzâk'm sahîh
bir isnâd ile Muhammed ü'bnü Şîrîn 'den
rivayet ettiği şu haber ikinci ihtimâle şâhiddir.
îbni Şîrîn şöyle
demişdir: «Medîneliler Resûlüllah (SalLiHahü Aleyhi ve Seltem) oraya gelmezden
ve cuma âyeti inmezden evvel bir yere toplanmışlar. Ensâr : Yahudilerin her
yedi günde bir toplandıkları günleri var. Hıristiyan1ar'in da öyle. O hâlde
biz de toplanıp Allah'ı zikredeceğimiz, namaz kılıp; ona şükürdü bulunacağımız
bir gün tâyîn edelim! demişler; neticede Arûbe gününü kendilerine toplantı günü
tâyîn etmişler; ve Esad b. Zürâra'nın yanmda toplanmışlar. O gün namazı
kendilerine Hz. Es'ad kıldırmış; ondan sonra Allah Teâlâ Hazretleri (cuma günü
namaz için ezan okunduğu vakit...» âyet-i kerimesini indirmiş.>
Bu haber her ne kadar
mürsel de olsa, onun güzel bir isnâdla.rivayet olunmuş bir şahidi de vardır.
Mezkûr şahidi imam Ahmed, Ebû Dâvûd ve îbni Mâce rivayet etmişlerdir. Ayni
nadîsin Kâ'b b. Mâlik rivayetini Îbni Huzeyme ile birçok hadîs imamları sahîh
bulmuşlardır.
îbnî Sîrîn fin mürsel
olan bu rivayeti gösteriyor ki: o gün toplanan ashâb-i kiram ibâdet için cuma
gününü ictihâd sûregşile seçmişlerdir. Ama onların bu
içtihadı Peygamber (SallaUahuAleyhi ve Sellem)'in Mekke 'de iken
mes'eleyi vahy sureti ile telâkki edip de, orad; ifâsına imkân bulamamış
olmasına munâfî değildir. Filhakika bu bâbd; Hz. İbni Abbâs 'dan bir nadîs
rivayet etmişdir. Bundar dolayıdır ki Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Medîne*y« gelir gelmez ashabına cuma kıldırmışdır. Demek oluyor k icumâ
günüm hidâyet iki cihetden yânî hem beyân hem de tevfîk sureti ile vâki' ol
muşdur.
Bâzı ulemâya göre
ashabın cum'âyı seçmelerindeki hikmet Âdeir (Aleyhissetâm) 'm o gün halk
edilmesidir. însan ancak ibâdet için hal-kedilmişdir. Bu sebeple o günde ibâdet
ile meşgul olmak münâsib düş-müşdür. Bir de Allah Teâlâ bütün mevcudatı o gün
ikmâl etmiş; onlardar istifâde eden insanı da o gün yaratmişdır. Binâenaleyh o
gün Allah'a ibâdet etmekle şükranda bulunmak münâsib olur.
«Şâir insanlar bize
tabidirler.» sözünden murâd ne olduğu «Yahudilerin bayramı yârın, Hıristiyanlarınki
ise öbüi gündür.» cümlesi ile îzâh buyurulmuşdur. Yâni Yahudilerin bayramı
cumartesi, Hıristiyan1ar 'in bayramı ise pazar günleridir. Bu ibarede «Bayram»
kelimesi zikredilmemişse de, onu mukaddei saymaya mecburuz. Tâ ki zarf-ı
zamandan cüsseye haber yapılmış olmasın. Çünkü bu caiz değildir.
Kurtubî'ye göre
«Gaden» kelimesi zarf olmak üzere mansûbdur, Müteallâk'ı hazf olunmuşdur. Cümle
: «Yahudiler yârını ta'zîm ederler.> şeklinde takdir olunur. Öbür gün dahî
ayni vecihle halledilir.
Yahudilerin ibâdet
için cumartesin] seçmeleri zu'mlarmca Allah Teâlâ Hazretleri mahlûkaatmı
yaratma işinden o gün fariğ olduğu içindir.
Hıristiyanların pazar
gününü seçmeleri ise Allah mahlûkaatmı yaratmağa o gün başladığı içindir.
Onlarca o gün, içerisinde yapılan ta'zîme bu sebeble müstehak olmuşdur.
1- Cuma namazı
farzdır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizin:
«Allah, onlara farz kıldı da, onun hakkında ihtilâfa düştüler. Allah da o güne
bizi hidâyet eyledi.» sözleri bunu ifâde eder. Çünkü cümlenin takdiri
şöyledir: «Allah, cum'âyı hem onlara hem bize farz kıldı. Fakat onlar saptı;
biz hidâyet bulduk.»
2- Hidâyet
ve idlâl AHah'dandır. Ehl-i sünnet ulemâsının kavilleri budur.
3- İcmâ'ın
hatâdan salim olması bu ümmete mahsûsdur.
4- Hadîs-i
şerif bu ümmetin geçmiş milletlerden daha faziletli olduğuna kuvvetli bir
delildir.
5- Nassın
karşısında kıyâs sakıt olur.
6- Hadîs-i
şerîfde ihtiyarı terkedip, umuru tefvize işaret vardır. Çünkü yahudiler'le
Hıristiyanlar ihtiyarda bulundular.
Müslümanlar'sa ihtiyarı sâhib-i hakîkisine tefviz ettiler. Neticede o da
kendilerine hidâyet vermek sureti ile ihsanda bulundu.
24- (850)
Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele ve Amru'bnü Sevvâd El -Âmiri rivayet ettiler.
Ebû't - Tâhir (bize rivayet etti.) tâbirini kullandı.. Ötekiler: (Bize İbni
Vehb haber verdi.) dediler, (tbni Vehb demiş ki:) Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan
naklen haber verdi. (Demiş kî) Bana Ebû Ab-dillâh EI-Egarr haber verdi ki,
kendisi Ebû Hüreyre'yî şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sattallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Cuma günü oldumu
mescidin bütün kapılarında melekler bulunur. Bunlar evvel beevel gelenleri
yazarlar. İmam (minbere) oturduğu vakit sabiteleri dürerler de, hutbeyi
dinlemeğe gelirler. Evve? gelen bir deve kurban etmiş gibi olur; ondan sonra
gelen, inek kurbeüt eîmiş gibi; ondan sonra gelen koç kurban etmiş gibi; ondan
sonra gelen tavuk kurban etmiş gibi; ondan sonra gelen de yumurta kurban etmiş
gibi olur.» buyurdular.
(...) Bize
Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâkıd, Süfyân'dan, o da Züh-rî'den, o da Saîd'den, o
da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
yukarki hadîsin mislini rivayet etti.
25- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya-kûb (yânî tbni
Abdirrahmân) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hireyre'den naklen rivayet
etti ki, Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem}:
«Mescidin her
kapısının üzerinde, evvel beevvel gelenleri yazan bir melek vardır. (Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evvelâ deve kurban etmekle temsil yapmış. Sonra
gelenlerin derecelerini indire İndire yumurta kadar küçültmüş). İmam minber
üzerine oturunca sahîfeler dürülör ve melekler hutbe dinlemeğe gelirler.»
buyurmuşlar.
Bu hadîsde : «îmam
minbere oturduğu vakit, buyuruluyor. Başka bir hadîsde ise «İmam minbere
çıktığı vakit...» denilmişdir. Zahiren iki hadîs arasında tearuz var gibi
görünüyorsa da, hakîkatda tearuz yokdur. Çünkü hadîslerin arası bulunarak
«Melekler, hatîb minbere çıkarken içeri girerler; minbere oturduğu zaman
sahîfelerini dürerler.» denilebilir.
Tehcir :
îmam Ha1î1 b. Ahmed ile diğer bir takım lügat ulemâsına göre erken gitmek,
erken davranmak mânâsına gelir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Tehcirde neler olduğunu bilseler, onun için müsabaka yaparlardı.» hadîs-i
şerifi bu mânâya tefsir edilmişdir. Yâni hadîsden murâd: «Her namaza erken
gitmekde ne derece sevab olduğunu bilseler, her kes evvelâ mescide ben varayım
diye acele eder, bu husûsda âdeta müsabaka yaparlardı.» demekdir.
âlimlerinden
tehcîr'in, hâcirede (yânî güneş
semânın ortasına dikildiği zaman)
yürümek mânâsına geldiği rivayet olunmuşdur.
Kaadî Iyâz: «Burada
sahîh olan, erken gitmek mânâsına gelmesidir.» diyor.
Hadîsde zikri geçen
deve, inek ve koç gibi hayvanlar kurbanlıklar cinsindendirler. Tavukla yumurta
kurbanlık cinsinden değildirler. Bununla beraber onlara da «kurban» denilmesi,
müşâkele kabîlindendir, Maksad tavuk ve yumurta tesadduk eden gibidir;
demekdir.
Hadîs-i şerîf hatîb
minbere çıktığı zaman ezan okununcaya kadar o-turmasımn müstehab olduğuna
delildir.
İmam Mâlik ile imam
Şafiî 'nin ve Cumhûr-u ulemâ n 'm mezhepleri budur.
İmam A'zam ile bir
rivâyetde imam Mâlik'e göre ha-tîbin burada oturması müstehab değildir.
26- (857)
Bize Ümeyyetü'bnü Bistâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd (yânî ibni
Zürey') rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh, Süheyl'den, o da babasından, o da
Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem)'den naklen
rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Bir kimse gusûl eder,
sonra c um'aya gelir ve kendisine mukadder olan namazı kıtar, sonra hatîb
hutbesini bitirinceye kadar dînler, sonra onunla beraber cuma namazım kılarsa,
o kimsenin o cuma ile öbür cum'a arasındaki günahları; üç günlük de fazla
günahı affolunur.»
27- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler.
Yahya (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: (Bize Ebû Muâviye
rivayet etti.) dediler. Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etmiş. Ebû Hü-reyre şöyle demiş: Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir kimse abdest alır
ela, onu tertemiz almayı becerir sonra cum'âya gelerek susar ve hutbeyi
dinlerse, gelecek cum'âya kadar işleyeceği (küçük) günahları ile üç günlük
fazla günahı affolunur. Her kim de yerden çakıl taşı alırsa, abesle iştigâl etmiş
olur.» buyurdular.
İnsât ile istimâ*
bazen ayni mânâda kullanılırlarsa da, hakikatte aralarında fark vardır. însât:
susmakdır. Bu "kelime üç bâbdan (yâni «En-sate», «Nasate» ve «İntasate»
bâblarından) kullanılabilir.
Bâzıları, «intasate»
şeklinin vehim olduğunu söylemişlerse de Nevevî: «Bu bâbdan kullanılması, vehm
değil; sahih bir lûgatdir diyor; ve lügat ulemâsından Ezherî'nin beyânına göre
bu kelimenin üç bâbdan kullamldıığnı söylüyor.
Bu hadîsdeki lağıvdan
murâd abes yânî lüzumsuz şeylerle meşgul ol-makdır. Çünkü yerden ufak taşları
alan kimse hem kendisi meşgul olur hem de onun taş aldığını gören ve sesini
işitenleri meşgul eder.
Ulemânın beyânına göre
iki cum'a arasındaki günahlarla üç günlük fazla günahdan murâd küçük
günahlardır.
Üç günün ilâvesi ile
cuma günü, hadîs-i şerîfde beyân buyurulduğu vecihle, hareket ederek hutbe
dinleyen ve cuma kılanlar hakkında on misli İle katlanan bir hasene gibi
olmuşdur.
1- Cuma günü
yıkanmak vacip değil, bir fazîletdir.
2- Abdesti tertemiz
almak müstehabdır. Bundan murâd abdesti bütün farzlarına, sünnetlerine ve
müstehablarına dikkat ederek gurre ve tahcîlini uzatarak almakdır.
3- Cuma günü
hatîb minbere çıkmazdan önce nafile namaz kılmak müstehabdır. Cumhûr-u
ulemânın mezhebi budur.
4- Mutlak
nafilelerin haddi hudûdü yokdur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in
«Kendisine mukadder olan namazı kılarsa...»
buyurması buna delildir.
5- Hutbe
okunurken susarak dinlemek gerekir.
6- Hutbe
bittikden sonra namaza niyetlenmeden konuşmakda beis yokdur.
7- Hutbe
okunurken her türlü abesle iştigâl memnudur.
8- Hutbe
okunurken dinleyenlerin bütün kalpleri ve bedenleri .ile ona yönelmeleri
gerekir.
28- (858)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Ebû Bekir
dedi ki: Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasan [6] b.
Ayyaş, Ca'fer b. Muhammed'den, o da babasından, o da Câbir b. Abdillâh'dan
naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: «Biz cuma namazını Resûlüllah
(Sallallahii A leyhi ve Seliem) ile bîrlikde kılar; sonra döner de su
taşıdığımız develeri dinlendirir dik.»
Hasan demiş ki: «Ben,
Ca'fer'e: Bu hangi saatde oluyordu? dedim. Ca'fer :
— Güneşin zevâH
vaktinde., cevâbını verdi.
29- (...)
Bana Kaasim b. Zekeriyyâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet
etti. H.
Bana Abdullah b.
Abdirrahmân Ed-Dârimî de rivayet etti. -{Dedi ki) : Bize Yahya b. Hassan
rivayet etti. Her iki râvî birden demişler ki: Bize Süleyman b. iBlâl,
Ca'fer'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, babası Câbir b. Abdillâh'a
:
— Resûlüllah
(Sallalîahü A leyhi ve Sellem) cuma namazını ne zaman kılardı? diye sormuş;
Câbir:
— (Bİze) cuma namazını kıldırır, sonra develerimizin
yanına giderek onları dinlendirirdİk.»
cevâbını vermiş.
Abdullah kendi
rivayetinde: «Güneş zevale erdiği vakit., yâni su taşıyan develeri...»
ibaresini ziyâde etmişdir.
30- (859)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb ile Yahya b. Yahya ve Alîyyü'bnü Hucr
rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı; ötekiler: (Bize,
Abdülâzîz b. Ebî Hâzim rivayet etti.) dediler. Abdülazîz, babasından, o da
Sehl'den naklen rivayet etmiş. Sehl: «Biz ancak cuma namazından sonra kaylûle
yapar; yemek yerdik.» demiş.
İbni Hucr: «Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) zamanında...» ifâdesini ziyâde etti.
31- (860)
Bize Yahya b. tbrâhîm rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Ya'lâ b. Haris [7]
El-Muhâribî'den, o da İyâs b. Selemete'bni Ek-va'dan* o da baabsından naklen
haber verdi. Şöyle demiş:
«Biz, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde güneş zevale erdiği vakit cuma
namazını kılar; sonra bölgeyi araştırarak dönerdik»
32- (...)
Bize İshâk b. İbrâhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Hişâm b. Abdilmelik hafcer
verdi (Dedi ki) : Bize Ya'Iâ b. Haris, İyâs b. Şelemete'-bi Ekva'dan, o da
babasından naklen rivayet etti. İ>âs'm baabsı şöyle demiş:
«Biz, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) ile birlikde cumâ'yı kılar da dönerdik. Ama
(henüz) duvarların, gölgeleneceğimiz kadar gölgesini bulamazdık.»
Kaylûle hadîsini
Buharı «Kitâbü'l-Cumua» da, gölge hadîsini de «Kitâbü'l-Megâzî» de tahrîc
etmişdir.
Gölge hadîsini Ebû
Dâvûd , Nesâi ve İbni Mâce «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Kaylûle:
Öğle istirâhati, demekdir.
Gadât : Kaba
kuşluk; gadâ ise: Kuşluk yemeği mânâsına gelir.
Güneşin zevalinden.
murâd: Semânın ortasından batıya doğru biraz yanlamasıdır. Nitekim Buhâri'nin
«cuma» bahsinde Hz. Enes'den rivayet ettiği bir hadîsde: «Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) cum'a namazını güneş (semânın ortasından) yanladığı vakit
kılardı.» de-nilmişdir. Mezkûr hadîsi Tirmizî ile Ebû Dâvûd dahî rivayet
etmiş; Tirmizî onun hakkında «Hasen sahîhdir.» tâbirini kullanmış ve «Bu bâbda
Selemetü'bnü Ekvâ' ile Câbir ve Zübeyr b. Avvam 'dan da hadisler rivayet
edilmişdir. demiştir.
Yine bu bâbda Sehl b.
Sa'd , Abdullah b. Mesûd, Ammâr b. Yâsir, Sa'dü'l-Kurazî ve Bilâl (Radiyaîlahû
anhûm) hazerâtmdan da rivayetler
vardır.
Selemetü'bnü Ekva
hadîsini Tirmizî 'den maâdâ bütün kütüb-i sitte sahihleri tahrîc etmişlerdir.
Gölge hadîsi nâmını
verdiğimiz bu hadîs, babımızın son rivayetidir. Mezkûr hadîsdeki «Gölgeyi
araştırarak dönerdik.» ifâdesinden murâd: Gölgenin azlığını beyândır. Gölgenin
en az olduğu zaman ise güneşin tam gökyüzünün ortasında bulunduğu andır. Ondan
sonraki zamana zeval denir. Râvî bu sözü ile cuma namazının zeval vaktinde
kılındığına işaret etmişdir. Çünkü güneşin tam gökyüzünün ortasında bulunduğu
zamanda namaz kılmak mekruhdur.
Câbir (Radiyaîlahû anh)
hadîsini Müslim ile Nesâî rivayet etmişlerdir. Babımızın birinci ve ikinci
rivayetleri bu hadîse âiddir.
Zübeyrü'bnü Avvâm
hadîsini imam Ahmed b. Hanbe1 tahrîc
etmişdir. Mezkûr hadîsde :
«Biz, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde cuma namazını kılar; sonra namazdan
çıkarak kale duvarlarına koşuşurduk.
Fakat gölge nâmına ancak
ayaklarımızı koyacak kadar
bir şey bulabilirdik.»
denilmişdir.
Sehl b. Sa'd hadîsini
Buhârî, Müslim, Nesâî ve Tirmizî tahrîc etmişlerdir.
Abdullah b. Mes'ûd
hadîsini imam Ahmed b. Hanbel «Müsned» inde rivayet etmişdir.
Ammâr b. Yâsir
hadîsini Taberânî «El-Kebîr» inde rivayet etmişdir. Bu hadîs Selemetü'bnü Ekva'
hadîsi gibidir.
Sa'dü'l-Kurazî
hadîsini İbni Mâce tahrîc etmişdir.
Bilâl (Radiyallahû
anh) hadîsini dahî Taberânî «El-Kebîr» inde rivayet etmişdir. Bu hadîsde :
«Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü gölge nalın bağı kadar olduğu ve
Peygamber (Scdlallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerine oturduğu zaman ezan
okunurdu.» denilmektedir.
Sa'd-ı Kurâzî
hadîsi dahî hemen hemen bunun gibidir.
1- Ulemâ
cuma vaktinin zevalden sonra girdiğine ittifak etmişlerdir. Yalnız bir
rivayete göre Mücâhid :
— Cuma namazı bayram
namazının vaktinde kılınabilir. Çünkü bu da bir bayram namazıdır, demişür.
2- îmam
Ahmed b. Hanbel'e göre cuma namazını zevalden önce kılmak caizdir. Bu kavli İbni.
Münzir, Ata' ile îshâk'dan rivayet ettiği gibi Mârûdî dahi îbni Abbâs
(Radiyallahû anh)'dan n a ki etmişdir.
Hanbelîler 'den İbni
Kudâme (541-620) «EI-Muk-ni'» nâm eserinde: «Cuma sahih olmak için dört şey
şarttır. Bunlardan birincisi vakitdir. Vaktin evveli, bayram namazının evvel
vaktidir...» demektedir.
Bâzıları İbni Mes'ûd,
Câbir, Sa'd ve Maâviye (Radiyallahû anhûm) hazerâtmm cuma namazını zevalden
önce kıldıklarını rivayet ederler.
Hanbelîler 'den bâzı
zevat Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in cuma hakkında: «Bu gün
Allah'ın müslümanlar için bayram olarak halkettiği bir gündür.» hadîsi ile
istidlal ederek: «Madem ki Allah Teâlâ, bu güne bayram demiş, o hâlde bu günün
namazı da Fitir ve Kurban bayramı namazları vaktinde kılınabilir.» demişlerdir.
Fakat Aynî, bu kavle îtirâz etmiş: «Cum'a gününe bayram denilmesinden, onun
bütün bayram hükümlerine şâmil olması lâzım gelmez. Buna delü ; Bayram günü
mutlak sûretde oruç tutmanın haram kılınmasndr. Cuma günü ise bil'itti-fâk oruç
tutulabilir.» demişdir.
İbni Battal ( -444),
bu hadîslerde Hanbelîler'e delil olmadığını söyledikden sonra: «Çünkü
cum'a'dan sonraki vakte: Kahvaltı zamanı denilmez. Bü'akis Ashâb-ı Kiram o
zaman cum'âya hazırlanmak için sabah kahvaltısı ile öğle iştirana tin deri
bile vazgeçerlerdi. Namazı kıldıktan sonra istirahat ederler ve yemek yerlerdi.
Bu suretle onların istirahat ve kahvaltıları cum'a'dan sonra olurdu...»
demişdir.
33- (861)
Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîrî ile Ebû Kâmil El -Cahderî hep birden
Hâlid'den rivayet ettiler. Ebû Kâmil dedi ki: Bize HâIid b. Hârİs rivayet etti.
(Dedi ki) : "Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet
etti. İbni Ömer şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü ayakta hutbe okur; sonra oturur; sonra
(yine) kalkardı. Tıpkı sizin bu gün
yaptığınız gibi.»
34- (862)
Bize Yahya b. Yahya ile Hasanu'bnü'r-Rabî' ve Ebû Bekir b. Ebî Şeybe*rivâyet
ettiler. Yahya (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize
Ebû'I-Ahvas, Simâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivayet etti. dediler.
Câbir :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi Sellem)n iki hutbesi vardı. Aralarında oturur; Kur'ân okur ve cemaata
hatırlatma yapardı.» demiş.
35- Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Biez Ebû Hayse-me, Simâk'dan naklen
haber verdi. Demiş ki: Bana Câbir b. Semura haber verdi. (Dedi ki) :
«Resûlüflah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta hutbe okur; sonra oturur; sonra (tekrar)
kalkarak ayakta hutbe okurdu. Sana kim oturarak hutbe okuduğunu haber verdiyse
muhakkak yalan söylemiş. Vallahi ben, onunla birlikde ikibinden fazla namaz
kılmişımdır.
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Cumua»
da; Tirmizî «Kitâ-hü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
İmam Ahmed ile Bezzâr,
Ebû Ya'lâ ve Taberânî onu İbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet etmişlerdir.
1-Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbeyi ayakta okurdu. Bâzıları hatibin her iki
hutbeyi ayakta okumasının şart olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir.
Onlara göre aciz hâlinde hutbe oturarak okunabilir. İmam Şafiî ile bir rivâyetde
imam Ahmed b. Hanbe1'in mezhepleri budur. Fakat hadîs-i şerif ayakta durmanın
§art olduğuna değil, ancak sünnet olduğuna delildir.
«Et-Tevdîh» nâm
eserde: «Hutbe esnasında ayakta durmak, muktedir olanlar için hutbenin
sıhhatinin şartıdır. Şafiî ile onun mezhebinde bulunan ulemâya göre iki hutbe
arasında oturmak da böyledir. Ayakta durmakdan âciz kalırsa yerine başkasını
geçirir. Fakat acizden dolayı o-turarak veya yatarak hutbe okumak kat'iyyetle
caizdir. Nitekim namaz da öyledir, O hâlde kendisine uymak da sahîhdir. Bize
göre bir vecih daha vardır ki, o da ayakta durmağa kudreti olan kimsenin
oturarak hutbe okumasının sahîh oluşudur. Bu kavil şazdır. Evet; bu kavil Ebû
Hanîfe ile Mâ1ik'in ve imam Ahmed'in mezhepleridir. Nitekim böyle olduğunu
imam Nevevî de-rivayet etmişdir. Bunlar bu mes'eleyi ezana kıyâs etmişlerdir.
İbni Battal, imam
Mâlik'in Şafiî ile beraber olduğunu;
îbni Kassâr ise Ebû Hanîfe ile beraber olduğunu nakletmişlerdir...» deniliyor.
Bâzıları imam Şâfiî'ye
delil olarak Müs1im'in rivayet ettiği Kâ'b b. Ücra hadîsini gösterirler. Mezkûr
hadîsde beyân edildiğine göre Hz. Kâ'b mescide girmiş: Abdurrahman b.
Ebî'l-Hakem oturduğu yerden hutbe okuyormuş. Kâ'b (Radiyatlahû anh) :
«Şu hatibe (bir
rivâyetde şu habise) bakın, oturduğu yerden hutbe okuyor! Hâlbuki Teâlâ
Hazretleri (onlar seni ayakta bıraktılar.) buyuruyor.» demiş. îbni Huzeyme 'nin
«Sahîh» inde Hz. Kâb'm : «Ben bu günkü gibi müslümanlara oturduğu yerden imam
olup; hutbe okuyan hiç bir imam görmedim.» demiş; bu sözünü iki defa
tekrârlamış-dır.
Fakat Şafiî1er'in bu istidlaline
cevap verilmiş ve: Hz , Kâ'b'in inkârı, Abdurrahman sünneti terk ettiği
içindir. Eğer ayakta durmak şart olaydı, bir farzı terk ettiği hâlde cemâat
onun arkasında namaz kılmaya devam etmezlerdi.» denilmişdir.
2- îmam
Nevevî, Hz. Câbir'in: «Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
ikibinden fazla namaz kıldım.» sözünü, beş vakit namaza hamletmişdir. Çünkü bu
namazları cumâ'lara hamletmeye imkân yokdur. îkibinden fazla namaz kırk seneden
fazla zaman alır.
Aynî ise bu sözü
doğrudan doğruya mübâleğaya hamletmişdir. Çünkü siyâk-ı kelâm cum'âlar
hakkındadır. Cuma hakkında .söylenen bir sözü beş vakit namazla te'vîl doğru
değildir.
Kanâat-ı âcizemce Hz.
Kâ'b'in bu sözünü: «Een içlerinde bir çok cum'âlar da bulunmak üzere Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ile bir-likde ikibinden fazla namaz kıldım,»
mânâsına almalıdır. Bu suretle hem hadîse daha muvafık bir mânâ verilmiş hem de
Nevevî ile Aynî'nin sözlerinin arası bulunmuş olur.
Şâfiîler bir de îbni
Ebî Şeybe 'nin Tâvûs'dan rivayet ettiği şu hadîsle istidlal ederler : Tâvûs :
«Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir, Ömer ve Osmân ayakta hutbe okudular. Minber
üzerinde ilk oturan Muâviye olmuşdur.» demişdir. Şa'bî: «Muâviye 'nin oturarak
hutbe okuması, karnının İç yağı çoğaldığı ve et tuttuğu zaman olmuşdur.* Der.
Bunlara Aynî şu cevâbı verir :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ayakta hutbe okuduğunu bildiren bütün hadîsler
cemâatin onu ne hâlde bıraktıklarını ve Resûlül-l«h (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in faziletli olan bir şey'e devam ederdiğini, bunun aksinin de caiz
olduğunu haber vermekden ibâretdir.
Buna biz de kaailiz...»
3- Filvaki
Hanefîler'e göre oturarak hutbe okumak caizdir. Zira bununla da zikir ve
nasîhatdan ibaret olan maksad yerini bulur. Ancak sünnete muhalefet olacağı
için özürsüz oturarak hutbe okumak mek-ruhdur.
Aynî'ye göre Hanefî1er'in
bu husûsdaki en kuvvetli delili Buhârî'nin rivayet ettiği Ebû Saîd-i Hudrî
hadîsidir. Bu hadîsde Peygamber (ScîUaliahü Aleyhi ve Seîlem)'in bir gün minber
üzerine oturduğu, ashabın da etrafını çevirerek oturdukları bildiriliyor.
Hanefîler'e delîl olan
hadîslerden biri de Sehl b. Sa'd hadîsidir. Mezkûr hadîsde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ensâr'dan bir kadına haber göndererek:
«Doğramacı kölene
emret de, bana birkaç basamak yapsın! Cemaata söz söylediğim zaman, onların
üzerine oturayım.» buyurmuşdur. Mezkûr hadîsi dahî Buhârî
tahrîc etmişdir.
4- Cumhûr-u
ulemâya göre hutbeyi ayakta okumak farzdır. Delilleri babımızın Câbir b. Semura hadîsidir.
5- Zahirî
'lerle siz adhi sahih olur. Bu kavli
İbni Macişun, imam Mâlik,
Hasan-ı Basrî'ye göre cuma namazı hutbeden de rivayet etmişdir.
6- Ebû
Hanîfe, Mâlik ve Cumhûr-u ulemâya göre iki hutbe arasında oturmak şart
veya vâcib değil; sünnetdir. İmam
Şafiî bunun farz ve hutbenin
sıhhati için şart olduğuna kaa-ildir, Tahâvî bu kavle imam Şafiî 'den başka hiç
bir kimsenin tarafdâr olmadığını söylemişdir.
7- İmam Şafiî babımızın Câbir b. Semura hadîsi ile istidlal ederek, hutbe esnasında hatibin
va'z edip Kur'ân okumasının şart
olduğunu söylemişdir. Ona göre her iki hutbede Allah'a hamd-ü sena, Resulüne
salât-ü selâm ve cemaata va'z-ü nasihat hutbenin vâcibâ-tındandir. Hiç olmazsa
iki hutbenin birinde bir âyet okumak, ikinci hutbede mü'minlere duada bulunmak
vâcibdir.
8- İmam
A'zam ile imam Mâlik'e ve cumhur'a göre hutbe ismi verilecek kadar konuşmak
kâfidir. İmam A'zam'la imam Ebû Yûsuf'a
göre hutbe namına bir defa tahmîd veya tes-bîh yahut tehlilde bulunmak kâfidir.
Bu kavil imam Mâlik 'den de rivayet
olunur.
Nevevî bunun zayıf
olduğunu, çünkü bir teşbihe hutbe denilemi-yeceği gibi, bununla hutbeden maksad
dahî hâsıl olamıyacağını söylemiş; bir tahmîd veya teşbihin Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den
rivayet olunan sahih hadîslere de muhalif olduğunu bildirmişdir.
36- (863) Bize
Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim ikisi birden Cerîr'den rivayet ettiler.
Osman dedi ki: Bize Cerîr, Huseyn b= Abdirrah-mân'dan, o da Salim b.
Ebî'l-Ca'd'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) cuma günü ayakta hutbe okuyormuş. Bu sırada
Şam'dan bir kervan gelmiş. Derken cemâat ona doğru sökün etmişler. Hatta on
iki kişiden başka kimse kalmamış. Bunun üzerine Cuma süresindeki şu âyet nâzîl
olmuş:
(Onlar [8] bir
ticâret veya eğlence gördükleri vakit ona doğru sökün ettiler de, seni ayakta
bıraktılar.)
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b.
İdrîs, Husayn'dan bu isnâdla rivayet etti. (Yalnız o) : «Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) hutbe okurken...» demiş «ayakta» kelimesini söylememişdir.
37- (...)
Bize Rifâatü'bnü [9] Heysem El-Vâsitî rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yâni Tahhân) Husayn'dan, o da Salim ile Ebû
Süfyân'-dan, onlar da Câbir b. AbdiIIâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle
demiş: Cuma günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) ile beraber bulunuyorduk.
Derken bir kervan geldi. Cemâat hemen onun yanına çıktılar. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında oniki kişiden başka kimse kalmadı. Ben
kalanların, içinde idim.
Bunun üzerine
Allah (Celle Celâlühü) :
(Onlar bir ticâret
veya eğlence gördükleri vakit ona doğru sökün ettiler de, seni ayakta
bıraktılar... ilâh.) âyet-i kerimesini
indirdi.
38- (...)
Bize İsmail b. Sâlâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin haber verdi. (Dedi
ki) : Bize Husayn, Ebû Süfyân ile Salim b. Ebî'1-Ca'd'-dan, onlar da Câbir b.
AbdiIIâh'dan naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş:
«Bir cuma günü
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayakta (hutbe okumakda) iken Medine'ye
bir kervan geliverdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı hemen
ona doğru koşuştular. Bİnnetîce yanında oniki kişiden başka kimse kalmadı.
Kalanların içinde Ebû Bekir ile Ömer de vardı. (Bunun üzerine) şu âyet nazil
oldu :
(Onjar bîr ticâret
veya eğlence gördükler! vakit ona doğru sökün ettiler...)
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'l-Cumua», «Kitâbü'1-Büyû'» ve «Ki-tâbu't-Tefsîr» de; Tirmizi «Kitabu't-Tefsîr»
de; Nesâî dahî «Kitâbu't-Tefsîr» ile «Kitâbu's-Salât»da muhtelif râvîlerden
tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin buradaki rivayetlerinde:
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in ayakta hutbe okunıakda iken bir
kervan geldiği bildiriliyor.
Buhârî 'nin
rivayetinden ise kervan geldiğinde namazda bulunduğu anlaşılıyor. Bu suretle
zahiren iki rivayet arasında münâfât olduğu göze çarpıyorsa da, ulemâ iki
rivayetin arasını bulmuş ve: «Buhârî'-nin rivayetin deki (Namaz kılarken.)
tâbirinden murâd: Namazı beklerken, demekdir. Ebû Nuay m'ın rivâyetindeki
(Namazda) tâbirinden de: (Hutbede) mânâsı kasdedilmişdir. Bu, bir şeye berâberindekinin
adını tesmiye kabilinden mecazdır.» demişlerdir.
Nevevi dahî iki
rivayetin manen biribirine uyması için Müslim'in rivâyetindeki: «Namazdan
murâd: Hutbe hâlinde onu beklemek-dir.» demişdir.
Beyhakî de: «Bu
hâdisenin hutbe hâlinde olduğunu bildiren rivayet sahih olacağa daha çok
benziyor.» demişdir.
îr: Ticaret
mallarını taşıyan develer, demekdir. Taşman malların yiyecek kabilimden olup
olmaması müsavidir. Kelime müennes olup, kendi lâfzından müfredi yokdur.
Bâzıları: «îr: Merkep
kaafilesidir. Sonraları bu kelime kullanıla kullanıla her kaafileye ıtlak
olunmuşdur.» demişlerdir.
Bunlar mezkûr kelimeyi
herhalde «ayr»m cem'i olarak telâkki etmektedirler. Gelmeyi «îr»/e isnâd etmek
mecazdır. Murâd: îr'in sahipleridir.
Gelen kervanın kime
âid olduğu burada zikredilme misse de Taberî'nin rivayetinde Dihyetü'l-Kelbî
Hazretlerine âid olduğu tasrîh edilmişdir.
Hadîs ulemâsının
beyânına göre Hz. Dihye develerine Şam'dan zahire ve buğday yükleyerek
Medine-i Münevvere'ye getirmiş, halk yiyeceğe pek ziyâde muhtâc oldukları için
kervanın geldi-#ini duyar duymaz minberde hutbe okvayan Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem)'i yalnız bırakarak ona doğru koşmuşlar.
îbni Merdûye 'nin
Dahhâk tarîki ile İbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadîse
göre gelen kervan Hz. Abdurrahman b.
Avf'a âidrniş.
Bu iki rivayetin
arasını bulmak için ulemâ ticâretin Abdurrahman br Avf Hazretlerine âid
olduğunu Dihye'nin ise onun tarafından gönderilmiş, onun mallarını sevk-u
idare eden bir vekîl vazifesi gördüğünü söylemişlerdir. Ayni kervanda, her
ikisinin müşterek olmaları dahî mümkündür. Bu takdirde kervanın ikisine de
nisbeti sahîh olur.
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellemym yanında kaç kişi kaldığı ihtihâfhdır. Buhârî ile Müs1im'in
rivayetleri ide oniki kişi kaldığı bildirilmişdir. Dârakutnî 'nin rivayetinde,
bunların kırk kişi olduğu; Ferrâ'in rivayetinde sekiz; Abd b. Humeyd'in tefsirinde
yedi; Taberî ile İbni Ebî Hatim'in sahih bir isnâdla Hz. Katâde 'den rivayet
ettikleri bir hadîsde oniki erkekle bir kadın; başka bir rivâyetde iki kadın;
îb'ni Merdûye 'nin rivayet ettiği ibni Abbâs hadîsinde yedi kadın oldukları
bildirilmişdir. Ancak İbni Abbâs hadîsinin isnadı zayıfdır.
Kalanların kim
olduklarına gelince babımızın Hâlid-i Tahhân rivayetinde Hz. Câbir kalanlardan
birinin kendisi olduğunu; Hüşeym rivayetinde kalanlar arasında Ebû Bekir ile
Ömer (Radiyallahû anhÛmaymn da bulunduğunu beyân etmişdir. İsmail b. Ebî
Ziyâd'm tefsîrinde Ebû Huzeyfe 'nin âzâd-lısı Sâ1im'in de bunlar arasında bulunduğu
kaydediliyor. Ukay1î'nin ibni Abbâs (Radiyallahû an.h)'dc\n rivayet ettiği bir
hadîsde dört halîfe ile Hz. İbni Mes'ûd 'un ve Ensâr'dan bir takım zevatın
mescidde kalanlar arasında bulundukları bildiriliyor. Sühey1î'nin rivayetine
göre Esed b Amr munkatî' bir senedle mescidde kalan oniki kişinin sağlıklarında
cennetle müjdelenen on zât ile Bilâl ve îbni Mes'ûd haaerâtı olduklarını
bildirmişdir. Bir rivâyetde İbni Mes'ûd yerine Hz. Ammâr zikredilmiş; Hz. Câbir
dahî kalanlar arasında olduğu hâlde ihmâl edil-mişdir.
Babımız hadîsinin
zahirine göre âyet-i kerîmenin inmesine sebep: Mezkûr kervanın gelişi ve cemaatin
ona koşmasıdır. Fakat Ebû Dâvûd'un «Merâsîl» inde Hz. Mukaati1 b. Hayyân 'dan
rivayet olunan bir hadîsde :
«Resûlülİah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cunıâ namazını bayramlarda olduğu gibi hutbeden
önce kılardı.» Bir cuma günü yine namazı kıldırdıktan sonra hutbe okurken
mescide bir adam girerek :
— Dihye ticâret mallan
ile gelmişdir! dedi. Dihye bir yerden geldiği vakit onu yakınları deflerle karşılardı.
Derken cemâat hutbe dinlemeyi, terk etmekde bir şey yokdur zannederek dışarıya
çıktılar. Allah Teâlâ da mezkûr âyeti indirdi. Bunun üzerine Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü hutbeyi evvel Okumaya, namazı ondan
sonra ki. -dirmağa fcaşladı, Bu bâbdaki nehiyden sonra artık Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den şehâdet parmağı İle işaret etmek sureti ile
izin İsteyerek, o da eliyle işaret suretiyle izin vermedikçe burun kanama veya
abdesti bozulma gibi sebeplerden dolayı hiç bir kimse dışarıya çıkmaz oldu.»
denilmektedir.
Süheylî: «Bu hadîs
sabit bir yoldan nakledilmemiş de olsa sahabeye hüsn-ü zanda bulunmak onun
doğru olmasını icâb eder.» diyor. Kaadî Iyâz: «Ashabın haline en yakışanda
budur. Onlardan beklenen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ile beraber
kıldıkları namazı bırakmamaktır. Lâkin namaz bitince mescidden ayrılmayı caiz
sanmışlardır.» demiştir.
Yine Kaadı Iyâz'm
beyânına göre ulemâdan bâzıları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in
cuma naamzından sonra hiç bir zaman hutbe okumadığım söylemişlerdir.
îmam Şafiî
(Rahimehullah) 'm «Sünen» inde İbrahim b. Muhammed tarîki ile rivayet ettiği
bir hadîsde şöyle denilmektedir:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selle m i cuma günü hutbe okurdu. Medîne'l ilerin Bathâ' denilen bir
pazar yeri vardı ki, Beni Süleym kabilesi oraya at, deve ve yağ getirirlerdi.
(Bir defa yine) oraya geldiler. Cemâat, ResO\ü\\a\\ (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i yalnız bırakarak onların yanına çıktılar. Beni Süleym'in bir eğlence
âleti vardı. Ensâr'dan biri evlenirse onu çalarlardı. Bu âlet davuldu. İşte
Allah Teâlâ onları bundan dolayı ayıpladı. Ve (Bîr ticâret yahut eğlence
görürlerse, ona doğru sökün ederler.) buyurdu.»
Bu hadîs mürseldir.
Fakat Ebû Avâne ile Taberî onu mevsûl olarak da rivayet etmişlerdir.
Taberî. 'nin rivayetinde
Câbir (Radiyallahû anh) « Medîne Tilerden biri evlenirse, cariyeler onun
düğününda kaval çalarlar, halk onların başına üşüşür ve Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'i ayakta bırakırlardı. Ondan dolayı bu âyet nazil oldu.»
demişdir.
Abdullah b. Humeyd'in
tefsirinde rivayet olunan Dihye hadîsinin sonunda şu ibare de vardır: «Bunun üzerine
Peygamber (Saîlattahü Aleyhi ve Sellem) :
— Nefsim kabz-i
kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki benimle hiç bir kems» kal m ayın caya
kadar birİbirİnizin peşinden gitseydiniz şu vâdî mutlakaa sizin üzerinize ateş
akıtırdı; buyurdular.»
İbni Abbâs tefsirinde
bu hâdiseyi Enes (Radiyallahû anh) şöyle anlatıyor: «Bir cuma günü biz
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in yanında, onun hutbesini dinlerken
mesciddekiler anîden davul zurna sesleri işittiler. Medîneliler'eŞam 'dan bir
kervan buğday ve kuru üzüm getirdiği vakit sevinçlerinden onu çalgılarla karşılarlardı.
O gün Feygamfcer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okurken Dihye'nin kervanı
gelmişdi. Derken cemâat Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'i bırakarak dışarı
çıktılar. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :
«Burada kimler kaldı?»
diye sordu. Ve orada Ebû Bekir, Omer, Osman, Ali, İbni Mes'ûd ve Ebû
Huzeyfe'nin âzadlısı Salim kaldığını, kalanların oniki erkekle bir kadından
mürekkep bir cemâat olduğunu gördü. Bunun üzerine (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
Efendimiz :
Sonrakileriniz,
evvelkilerinize tâbi olaydı, şu vâdî sizin üzerinize ateş kesilirdi. Lâkin
Allah bana sizin sebebinizle ihsanda bulunarak mescidden
çıkanlardan azabı
kaldırdı.» buyurdu. Ve mezkûr âyet indi. Buna benzer başka rivayetler de
vardır.
1- Cuma
namazında cemaata hatibi terk ederek dağılırlarsa, kalanlarla imamın namazı
hâlleri üzere devam eder.
İbni Battal diyor ki:
«İmam cuma namazına cemaatla niyet ettikten sonra cemâat dağılırlarsa,
kılınacak namaza ne hüküm verileceği hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Sevrî'ye
göre, bütün cemâat dağılır da yalnız iki kişi kalırsa imam namazı iki rek'ât
olarak kıldırır. Bir kişi kalırsa dört rek'ât üzerinden kılar. Ebû Sevr: İmam,
bu namazı cuma olarak kıldırır; demişdir.»
Hanefî1er'den imam
A'zam'a göre, cuma namazında cemâat imama uyduktan sonra cemâatin dağılmalarını
îcâb eden bir arıza vuku bulur da, bütün cemâat dağılır; imam yalnız başına
kalırsa rükû' veya secde etmemiş olmak şartı ile imam namazı yeniden kılar;
fakat bu sefer öğleye niyetlenir. îmam Ebû Yûsuf ile imam Muhammed'e göre, cemâat,
namaza niyetlendikden sonra dağılırlarsa, imam o namazı cuma olarak tamamlar.
Bir rivâyetde Müzeni 'nin kavli dahî budur.
Cemâat rükû' veya
secdeden sonra dağılırlarsa bil'ittifâk cuma olarak tamamlar. Yalnız imam
Züfer'e göre: İmam bu namazı Öğle olarak kılar.
îmam Mâlik'e göre:
Cemâat namaza niyetlendikten sonra dağılırlar daf dönmelerinden ümîd kesilirse
imam o namazı dört rek'ât olarak tamamlar. Aksi takdirde o namaız nafile
olarak kılar ve cemâatin gelmelerini bekler. Cemâat, imamla bir rek'ât
kıldıktan sonra dağılırlarsa Eşheb ile Abdülvahhâb'a göre, imam o namazı cuma
olarak tamamlar. Müzeni 'nin ihtiyar
ettiği kavil budur.
Sühnûn'a göre, bu
suret dahî niyetlendikden sonra dağılmak gibidir.
İshâk : «Eğer imamla
beraber oniki kişi kalırsa, imam o namazı curnâ olarak kıldırır.» demişdir.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in zahir olan sözüne bakılırsa, cuma namazı kılınmak için aleddevâm kırk
kişilik cemâat bulunması lâzımdır.
Nevevî diyor ki: «İmam
cuma namazı için şart olan kırk kişilik cemâat ile namaza niyetlense de, sonra
cemâat dağılsalar, bu mes'ele hakkında beş kavil vardır. Esah olan kavle göre
imam o namazı öğle olarak tamamlar.»
Müzeni'nin bu
mes'elede iki kavli vardır. Birinci kavle göre: İmam o namazı yalnız başına
cuma olarak tamamlar.
İkinci kavle göre:
Şayet, iki secdesi ile birlikde bir rek'ât kilmışsa, o namazı cuma olarak
tamamlar.
Bâzıları: «İmam ile
birlikde bir kişi kaldıysa, imam o namazı cum'a olarak tamamlar.» demişlerdir.
İbni Münzir: «İmam İle
birlikde iki kişi kalmışsa, imam o namazı cuma olarak tamamlar.» demişdir.
Büveytığ'nın rivayeti de budur.
Hâsılı her namazda
kırk kişi cemâat kalmasının şart olup olmaması hakkında iki kavil vardır. Şart
değildir dediğimiz takdirde bir kaç kişinin kalması şart mıdır, değilmidir? Bu
husûsda iki kavil vardır. «Birkaç kişi şart değildir.» dersek, ilk rek'at ile
ikinci rek'at arasında fark olup olmaması babında yine iki kavil vardır.
«Vardır.» dediğimiz takdirde kaç kişinin bulunması şart olacağı hususunda yine
iki kavil vardır. Birinci kavle göre üç, ikinciye göre iki kişi bulunması
şartdır.-
Aynî şöyle diyor:
«Bunu kısaca ifâde etmek istersen, bu mes'elede beş kavil vardır, dersin. Şöyle
ki:
a) Cuma
namazını ne suretle olursa olsun imam öğle olarak tamamlar. Sahîh olan kavil
budur.
b) Ne suretle
olursa olsun cuma olarak tamamlar.
c) İmamla
birlikde iki kişi kalırsa, cuma olarak; aksi takdirde öğle namazı olarak
tamamlar.
d) İmamla
beraber bir kişi kalırsa imam, o namazı cuma olarak tamamlar.
e) Bütün
cemâat yahut cemâatdan bâzıları secdeleri ile birlikde bir rek'at kıldıktan
sonra dağıtırlarsa, imam o namazı cuma olarak tamamlar. Aksi takdirde öğle
olarak kılar.»
2- Bir
kişinin cuma namazı kılması sahîh olamıyacağına icmâ-ı ümmet vardır. Yalnız
Zahirî 'lerden İbni Hazm (384-456)'in rivayetine göre bâzı kimseler bir
kişinin de öğle namazı gibi cuma kılacağına kaail olmuşlardır.
3- İmam
A'zam'a göre: Cuma namazında imamdan mâada en az üç kişilik cemâat bulunmak
iktizâ eder. îmam Züfer ile L'eys b. Sa'd'in kavi.Heri de
budur.
Îbnü'l-Münzir mezkûr
kavli Evzâî'den ve birer kavil olmak üzere Sevrî ile Ebû Sevr 'den rivayet
etmişdir. Müzenî dahî bu kavli ihtiyar etmişdir.
İmam Ebû Yûsuf la imam
Muhammed'e göre: İmamdan mâada iki kişilik cemâatin bulunması kâfidir. Bir
kavle göre Sevri ile Ebû Sevr de buna kaaildirler. Hasan-ı Basrî. 'nin mezhebi
dahî budur.
4- Cuma
namazının cemâat sayısı hakkında zikri geçen iki kavilden mâada onîki kavil
daha vardır. Şöyle ki:
a) Nehaî ile
Hasan b. Hayye ve zahirîlere göre. İmamdan mâada bir cemâat kâfidir.
b) İkrime'ye
göre yedi kişi;
c) Rabîa 'ya
göre dokuz;
d) İbni
Habîb'in imam Mâlik 'den rivayetine
göre: Otuz;
c) Ömeru'bnü Abdilâzîz'e göre: Mevâlîden olmak çartı ile
kırk kişi;
f) İmam
Şafiî ile İmam Ahmed'in zahir olan kavline göre: Yaz kış göç etmeyen hür,
mukîm, âkil ve baliğ kırk kişi;
g) îmam
Ahmed 'den bir rivayete göre: elli kişi;
h) Mâzirî'nin
bir rivayetine göre: Seksen;
ı) Yine
Mâzirî'nin bir rivayetine göre: Muavyen olmayan bir
j) Rabîa ile
imam Mâ1ik'e göre: oniki;
k) İmam
Mâlik 'den bir rivayete göre onüç;
1) Başka bir
rivayete göre yirmi kişi ile cum'a namazı kılınır.
39- (864) Bize Muhammedü'bnü'I-Müsennâ ile İbni Beşşâr
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şu'be, Mansûr'dan, o da Amr b. Mürra'dan, o da Ebû Ubeyde'den, o da Kâ'b
b. Ucra'dan naklen rivayet etti. Demiş ki :
«Kâ'b, mescide girdi.
Abdurrahmân b. Ümmi Hakem oturduğu yerden hutbe okuyordu. Kâ'b :
— Şu habise bakın!
Oturduğu yerden hutbe okuyor. Hâlbuki Allah Teâlâ (onlar bir ticâret veya
eğlence gördükleri vakit, ona doğru sökün ettiler de seni ayakta
bıraktılar.) buyuruyor; dedi.»
Hadîsin isnadında Hz.
Ka'b'm mescide girdiğini ve «şu habise bakın!..» dediğini söyliyen zât ya Ebû
Ubeyde yahut bizzat Kâ'b Ucra'dır. Böyle kendisi için «Ben» demek lâzımken,
ismini söyliyen râvîlere çok tesadüf olunur. Onlar, bunu ya tevâzuan yahut da
başka bîr nükteden dolayı yaparlar.
Hz. Kâ'b'm okuduğu
âyeti istidlali şöyledir: Allah Teâlâ Hazretleri, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)Jin ayakta hutbe okumakda olduğunu haber vermişdir. Binâenaleyh
Abdurrahmân'm da hutbeyi ayakta okuması îcâb ederdi. Çünkü Teâlâ Hazretleri
«Sizin için
Resûlüliah'da güzel bir örnek vardır» buyurduğu gibi, bir bir âyetde : «Ona
tâbi' olun!»,'başka bir âyetde de «Resul size ne getirirse, onu hemen
alın!» buyurmuşdur.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) dahî «Benİ nasıl namaz kılarken gördüyseniz, siz de öyle
kılın!» emrini vermişdir.
Hz. Kâ'b'm bu sözleri
büyüklerin münkerât işlediğim görünce onları, bundan vazgeçirmeye çalışmak
lâzım geldiğine delildir.
40- (865) Bana Hasen b. Aliy El-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Tevbe rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Muâviye —ki İbni Seliâm'dır—, Zeyd'den (yâni kardeşinden)
naklen rivayet etti. Zeyd, Ebû Sel-lâm'dan dinlemiş. Ebû Sellâm demiş ki: Bana,
Hakem b. Mînâ [10] rivayet etti. Ona da
Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre rivayet etmişler. Onlar da Resûlüllah
(Saîiallahü Aleyhi ve Sellem)'i minberinin basamakları üzerinde şöyle
buyururken işitmişler :
«Yâ bir takım adamlar
cuma namazlarını terk etmekden vazgeçerler yahut Allah, onların kalplerine
muhakkak sûrefde mühür vurur,da bir daha gafillerden olurlar!»
Ved':
Terketmek, demekdir. Nahiv ulemâsı «Yedeu» kelimesinin masdan ile mazisinin
araplar taarfmdan kullanılmadığını iddia etmişlerdir. Hadîs-i şerif onların bu
iddiasını reddetmektedir. Resûl-İ Ekrem (Scdlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
araplann en fasihi olduğunda şüphe yokdur. Bu hadîsde «yedeu» fiilinin
masdarını, başka bir hadîsde de mazisini kullandığına göre nahiv ulemâsının bu
husûsdaki iddiaları yersiz kalır.
Hatm :
Mühürlemek ve Örtmek, mânâlarına gelir. Reyn de ayni mânâya kullanılır.
Bâzıları aralarında fark görmüş ve: «Reyn: Biraz mühürlemek; tab': Biraz
kilitlemek; ikfâl: muhkem sûretde kilitlemek, mânâlarına gelir.» demişlerdir.
Kaadı İyâz'ın beyânına
göre bu lâfızların mânâsı hususunda kelâm ulemâsı ihtilâfa düşmüşlerdir. Ehl-i
sünnet ulemâsı : «Bunlardan murâd: Kalpde küfrü halketmekdir.* demişlerdir.
Bâzıları, lütuf ve
hayır sebeplerinin yokluğu mânâsına geldiğini, bir takımları da bunlar cuma
namazına gelmiyenlerin aleyhine şehâdet kas-dedildiğini söylemişlerdir. Hattâ:
«Bu bir alâmetdir, Allah Teâlâ onu cuma namazına gitmeyenlerin kalplerinde
yaratır. Melekler hangi kulun medhe hangisinin zemme lâyık olduğunu, bu
alâmetden anlarlar.» diyenler olmuşdur.
Ehl-i sünnet
ulemâsından bâzılarına göre lütuf : Tâatı halk etmekdîr. Bir takımları: «Tâata
kudret halketmekdir.» demişlerdir. Binâenaleyh hadîs-i şerîfdeki «kalperi
mühürleme»den murâd: Ehl-i sünnete göre küfrü halketmekdir.
İbni Mâce 'nin Hz.
Câbir'den rivayet ettiği şu hadîs de bu mânâyı te'yîd eder :
«Allah Teâlâ cum'âyı
size bu sene, bu ayda, bu günde, benim şu ma-kaamımda kıyamete kadar farz
kıldı. İmdi her kim benim hayâtımda veya benden sonra âdil yahut zâlim bir
imamı olduğu hâlde cum'âyı hakîr görerek veya inkâr ederek kılmazsa, Allah
onun İki yakasını bir yere getirmesin ve işinde ona bereket vermesin! iyi bilin
ki tevbe edinceye kadar o kimsenin namazı, zekâtı, haca ve orucu yokdur. Onun
hiç bir hayrı yokdur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder.»
Gerek bu sözü gerekse
onun üzerine atfedilen gaflet mes'elesini: «Allah Teâlâ'nm lütfü değil de,
onun zıddı olan hizlânı yaratmasıdır.» şeklinde, tefsir mu'tezilenin kavlidir.
Onlar kalplerin mühürlenmesini bu mânâya almışlardır. Mu'tedle taifesi «Kul,
fi'lini kendi yaratır.-» iddiasında bulundukları için lütfü bu iddiaya muvafık
sûretde tarife çalışmış ve: «Lütuf, Allah Teâlâ'nm kulda yarattığı beyyine,
akıl ve idrâk gibi bir şeydir ki, o şey bulunduğu vakit kulun îmân edeceğini
bilir.» demişlerdir..
1- Cuma
kılman câmi'lere minber yapmak bilittifâk sünnetdir.
2- EkserTi
ulemâ bu hadîsle ve cuma âyeti ile istidlal ederek, cuma namazının farz-ı ayın
olduğunu kabul etmişlerdir. Şâfiî1er'den bâzılarına göre cuma namazı farz-ı
kifâyedir. Bunlar:
«Cemaatla kılınan
namaz sizden birinizin yalnız kıldığı namazdan daha faziletlidir » hadîsi ile
istidlal etmiş; ve «Hadîsin umûmunda, cuma namazı da dâhildir. Görülüyor ki
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sçllem) yalnız kılman namaza da fazilet isbât
etmişdir. Çünkü cemaatla kılınan namazın efdaliyyeti bunu iktizâ eder.»
demişlerdir.
Bâzıları İbni Vehbin,
imam Mâlik 'den «cuma namazı,-sünnetdir.> dediğini nakletmişse de, bu nakil
doğru değildir. Çünkü İmam Mâlik hiç bir zaman cuma namazının sünnet olduğunu
söylememişdir. Yalnız köyler hakkında: «Evleri biribirine bitişik olan
köylüler, İmamları emrettiği takdirde cuma namazını kılmalıdırlar. Çünkü cuma
sünnetdir.» demişdir. Hz. İmam bu sözü ile köyün, kasaba ve şehir sıfatında
olmadığını anlatmak istemişdir.
Bâzıları: «Köylüler,
şehirlilere kıyâsen cuma kılarlar. Eğer cuma namazı kılmalarını, köyün âmiri
emrederse imam Mâ1ik'e göre cuma kılmaları daha müekked şekilde lâzım olur.»
demişlerdir.
Şu hâlde imam Mâlik
kendi İçtihadı ile hükmettiği bu mes'eleye «sünnet» demişdir. Yoksa ona göre de
cuma namazı farzdır.
41- (866)
Bize Hasen b. Rabî' ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Ebu'l-Ahvas, Simâk'den, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivayet etti.
Câbir şöyle demiş :
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kılardım Onun namazı orta, hutbesi dahî orta idi.»
42- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe île İbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) . Bize Ze-keriyyâ rivayet etti. (Dedi
ki) : Bana Simâk b. Harb, Câbir b. Semura'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle
demiş:
«Ben Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bir çok namazlar kılıyordum. Onun namazı orta, hutbesi de orta İdi.»
Ebû Bekr'in
rivayetinde: «Zekeriyyâ' Simâk'den» denilmiştir.
Kasd :.Orta
demektir. Araplar orta boylu adama ve orta halde yaşayışa kasd derler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Hep kim cemaata namaz
ktldmrsa hafif futsun!» buyurmuşlardır. Çünkü namazı uzun tutmak bahusus yaz
gecelerinde cemaata zorluk verir. Bir de uzatmada bir nevi' tesannu vardır.
îmam olan kimsenin
cemaatin hâlini göz önünde bulundurarak ona göre hareket etmesi gerektiğini
evvelce görmüştük.
43- (867)
Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvehhâb b.
Abdilmecîd, Cafer b. Muhammed'd en, o da Babasından, o da Câbir b.
AbdiIIâh'dan naklen rivayet etti. Demiş ki :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem); hutbe okudu mu gözleri kızarır; sesi yükselir,
ve hiddeti artardı. Hatta bir orduyu tehdîdde bulunarak: (düşman) akşama sabah
size baskın yapacak diyen (ordu kumandanı) gibi olur; ve şehâdet parmağı ile
orta parmağını yan yana getirerek:
«Ben kıyamete şunlar
(in bir birine olan yakınlığı) gibi yakın (bir zamanda) gönderildim.» der; ve
şöyle devam ederdi:
«Bundan sonra (malûmunuz
olsun ki) sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Irşadların en hayırlısı da
Muhammed'in irşadıdır. Umurun en kötüsü, sonradan çıkarılanlarıdır. Her bid'at
dalâlettir.» der; Sonra :
«Ben her mü'mine kendi
nefsinden ileriyim. Bir kimse (ölürken) mal bırakırsa o mal onun yakınlarına
âiddir. Fakat borç veya çoluk çocuk bırakırsa bana âid ve benim
üzerİmedir.» buyururlardı.
44- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Mahled rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl rivayet etti. (Dedi kî) : Bana Ca'fer b.
Muhammed, babasından naklen rivayet etti. Demiş ki: Câbir b. Abdülâhı :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in cuma günkü hutbesi şöyle idî : (evvelâ) Allaha hamdü sena
eder, sonra onun ardınca sesi yükselmiş olarak konuşurdu... diyerek yukariki hadîs gibi
rivayet ederken işittim.
45- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Süfyân'dan, o
da Ca'fer'den, o da babasından, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Şöyle
demiş:
«Resûlüilah
(Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem) cemaate hutbe okurken. (Evvelâ) Allaha lâyık
olduğu veçhile hamdü sena eyler; sonra :
«Bir kimseye Allah
hidâyet verirse artık onu saptıracak yoktur; Allanın saptırdığına da hidâyet
verecek yoktur. Sözün en hayırlısı Allanın Kitabıdır.» buyururdu. Bundan sonra
râvî hadîsi Sakafî'nin hadisi gibi rivayet etti.
Resûlüilah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'in hutbe esnasındaki hiddeti hakkında Kaad îIyaz şunları
söylemiştir: «Tehdîd eden ve korkutan kimsenin hükmü budur. Hiddetinin
artmasından murâd: Resûlül-lah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemyin hiddetli bir
kimse sıfatı takınmasıdır. Bu şekilde hareketi; şeriata muhalif gördüğü bir
hareketi yasak etmek için de olabilir. Vaizin sıfatı dahî böyle konuşacağı şeye
uygun olmalıdır...»
Nevevî : «Resûlüilah
(Saîlalîahü Aleyhi ve Sellemf'in fazla hiddetlenmesi ihtimâl büyük bir inzâr
ve tehdîdde bulunacağı zamana mahsustur.» diyor.
Hadîsdeki «saat»
kelimesi hem merfû' hem de mansûb olarak rivayet edilmişse de mansub rivayeti
daha meşhurdur. Bu takdirde kelime mef-ûlü ma'adır.
«Yakrunu» kelimesi
dahî bazı rivayetlerde «yakrinu» şeklinde zapte-dilmiştir. Fakat onun da meşhur
ve fasîh olan kıraati «yakrunu» dur.
Sebbâbe: şehâdet
parmağı demektir. Bu kelime sebbetmek yani söğ-mekden alınmadır. Araplar
söğerken şehâdet parmağı ile işaret ettikleri için ona bu isim verilmiştir.
Kaadî Iyâz'in beyanına
göre Besûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ?in şehâdet parmağı ile orta
parmağını bir yere getirerek: «şunlar gibi...» buyurması ya birbirlerine pek
yakın olduklarını temsildir. Yânı şu iki parmağın aralarında nasıl başka bir
parmak yoksa, kıyametle benim aramda da başka peygmber yoktur; demektir. Yahud
aralarındaki müddetin yakınlığını takriben beyandır. Nitekim bir hadîsde :
«Dünyanın Ömrü yedi
basamaktır; ben yedinci basamakta gönderildim»
buyurulmuş; başka bir
hadîsde,de: « İsrâfî1i gördüm. Sûru kapmış; üfürmek için kendisine izin
verilmesini bekliyor.» denilmiştir.
«Emmâ ba'dü» İmam
Sîbeveyh'e göre «her ne olursa olsun-» ma'nasma gelir. Bu ta'bîr, sözün evveli
ile sonunu bir birinden ayırmak için kullanılır. Ferrâ' bunun «emmâ ba'den».
«emmâ ba'dü» ve «emmâ ba'dün» şekillerinde okunmasını tecviz etmiştir.
«El-Muhkem» nam eserde
bunun: «Sana ettiğim duadan sonra...» ma'-nasına geldiği bildiriliyor.
Bazıları: «geçen sözden sonra» yahut «bana ulaşan haberden sonra» ma'nasına
geldiğini söylemişlerdir.
— Bu sösü ilk defa
kimin söylediği ihtilaflıdır. Taberânî'nin merfû' olarak rivayet etti Ebû
Mûse'1 Eş'arî hadisine göre Hz. Davûd (Ateyhisselâm)'dır. Bir çok\nüfessirler
bunun «fasl-ı. hıtâb» olduğunu ve Hz. Davûd (Aleyhîsselâm)'a verildiğini beyan
etmişlerdir. Muhakkak ulemâya göre fasl-ı hıtâb: hakla bâtılın arasını
ayırmaktır.
Mezkûr ta'bîri ilk
defa Ya'rub b., Kahta rî kullanmıştır; diyenler bulunduğu gibi, Kuss b. Sâide'nin
söylediğini iddia edenlerde vardır. Bu gün «emmâ ba'dü» ta'bîri hutbelerde
hamdü sena ile hatibin söylemek istediği asıl mevzuun arasında ve tasnîfâtda
kullanılır,
«Hüdâ» kelimesi Müs1im'in
«Sahîh» inde hânın zammîle rivayet olunmuşsa da başka yerlerde hânın fethî ve
dalın sükunu ile «hedy» şeklinde zaptedilmiştir. Herevî, «hedy» i yol diye
tefsir etmiştir. Bu tefsire göre hadîsin ma'nası: «yolların en güzeli
Muhamnıed^n yoludur.» demek olur.
Hûda : irşâd ve
delâlet ma'nasına, geldiği gibi bâzan: kalpde îman
halketmek ma'nasında
da kullanılır: «gerçekten sen doğru yola hidayet edersin» ayet-i kerîmesi
birinciye,
«Şüphesiz ki sen
dilediğine hidâyet veremezsin; lâkin dilediğine Allah hidâyet verir, âyet-i kerimesi ikinci ma'nâya misâldir.
- «Kul kendi fi'linin
ve bu meyanda îmân ve hidâyetinin halikıdır» diyen Kaderiyye taifesi «hidayet»
keilmesinin her yerde dua ve ir-' şâd ma'nasına geldiğini iddia etmişlerdir.
Fakat Teâlâ Hazretlerinin :
«Allah D5r-ı Selâma
daVet eder; ve dilediğini doğru yola hidâyet buyurur.» âyet-i kerimesi onların
bu fâsid mezhebini reddeder. Çünkü âyet duâ ile hidayetin bir olmadığını
göstermektedir.
Bid'at: eskiden örneği
olmayı pyeni çıkarılan şey demektir. Bu kelime ekseriyetle dînde çıkarılan
yenilikler ma'nâsında kullanılır Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«her bid'aî dalâlettir.» sözü bir âmm-i mahsustur. Bu ifâde ile o: «ekseri
bid'atlar dalâlettir.» demek istemiştir
Ulemâ bid'atı: Vâcib,
mendûb, haram, mekruh ve mubah olmak üzere beş kısma ayırırlar. Meselâ:
1- Kelâm
ulemâsının usulünce deliller tertîb ederek dinsizlere red cevabı vermek ve
emsali vazifeler vâcib;
2- İlmî
kitaplar tasnif etmek, mektepler ve kışlalar yapmak gibi şeyler mendûb;
3- Muhtelif
yemekler ve çeşitli meşrubat kullanmak mubahtır. Haram ile mekruh belli
oldukları için onlara misâl vermeye lüzum görülmemiştir.
Nevevî diyor ki:
«Söylediklerim böylece bilindikden sonra anlaşılır ki bu hadîs âmm-ı
mahsustur. Buna benzeyen sair hadîsler de öyledir. Hz. Ömeru'bnü'l-Hattâb
(Radiyallahû anh)'m terâ-vîh hakkında: «Ne güzel bidat bu!» demesi bizim
söylediklerimizi te'yîd eder.»
Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Ben her mü'mine kendi
nefsinden ileriyim» sözü Teâlâ Hazretlerinin :
«Peygamber mü'm ini
ere kendi nefislerinden İleridir...» âyet-i kerimesine uymaktadır. Buradaki
evleviyyetten murâd: daha yakın yahut daha haklı olduğunu bildirmektir. Çünkü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mü'minlere dâima din ve dünyalarına
yarayacak, onları iki cihan-de mes'ud edecek şeyleri emreder. Nefis ise tabiatı
iktizası şerre daha
meyyaldir. Onun
içindir ki Hz. Yusuf (Aleyhtsselâm)
«Ben nefsimi temize
çıkarmıyorum; zîrâ nefis cidden kötülüğü emredicidir.» demişti.
Ashab-ı Kiram
hakîkaten Resulü Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizi kendi
nefislerinden ileri tutarlardı. Başta Uhud gazası olmak üzere bütün gaza ve
seferlerdeki hareketleri bunu isbât eder.
îmam Nevevî bu
hususta; şunları söylemiştir: «Ulemamız diyor ki: Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) bir kimsenin yiyeceğini almaya muztar kalsa o kimsenin pek ziyade
ihtiyaç;, bile olsa onu alabilir. Sahibinin hiç bir mumâneat göstermeyip
yiyeceği ona vermesi icâbeder. Yalnız bunun vukuu görülmemiştir.
Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) .«Her kim borç veya çoluk çocuk bırakırsa bunlar bana aid ve
benim borcumdur» buyurmakla kendinin her mü'mine kendi nefsinden ileri olduğunu
tefsir ve izah buyurmuştur. Filvaki' islâmiyetin ilk zamanlarında bir kimse
borçlu ölür, de borcunu ödeyecek mal bırakmazsa Resulü Zîşân (Salialiahü Aleyhi
ve Sellem) Efendimiz onun cenaze namazını kılmaz; bu suretle ashabının nazar-ı
dikkatlerini celbederek ihmalkârlıktan onları men' ederdi. Sonraları müyesser
olan fütuhat sayesinde müslümanların maddî vaziyetleri düzelince böy-lelerin
borçlarını bizzat Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) üzerine aldı ve bil
fiil ödemeye başladı.
Nevevî bu hususda da
şunları söylemektedir: «Böyle bir borcu ödemek Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve
Sellem)1e vacibmi idi yoksa onu sırf lütfü kereminden mi ödüyordu? bu husus
ulemamız arasında ihtilaflıdır. Esah olan kavle göre vâcibtir. Bunun
Peygamfcei (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) 'in hasâisinden olup olmadığında dahî
ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre onun hasâisındandır. Binaenaleyh geride
hiç bir mal bırakmadan borçlu olarak vefat eden kimsenin borcunu devlet
reisinin Beytül-malden ödemesi lâzım gelmez; velev ki Beytülmal Zengin olsun ve
bunda daha mühim bir iş de bulunmasın.
«Fakat borç veya çoluk
çocuk bırakırsa bana âid ve benim üzerime-dir.» cümlesinde hem leffi neşr-i
müretteb hem de îcâz vardır. Cümleden murâd: «çocuklarına bakmak bana âid,
borcunu ödemek de benim üzerime düşen bir vazifedir.> demektir.
Çocuklara Beytülmalden
ilk defa nafaka veren Hz. Ömer (Radiyallahû anh) olmuştur. Ebû Bekr
(Radiyalîahû anh) Beytül-malden nafaka verme hususunda müslümanlar arasında
fark yapmaz ve: «Bunlar Allah için çalıştılar; binâenaleyh ecirleri de Allah'a
âiddir. Bey-tülmaldeki nafaka ise gelip geçici bir arazdır. Ondan iyiler de yer
kötüler de. Bu onların amellerinin karşılığı değildir.» dermiş.
Hz. Ömer (Radiyallahû
anh) bilâkis müslümanlar arasında teremde bulunur: «Ben Resûlüllah (Salialiahü
Aleyhi ve Seîlemj'e karşı harbe-' denleri, onunla birlikde düşmanına karşı harb
edenlerle bir tutamam.» ermiş. Çocuklara Beytülmalden yiyecek, yağ ve para
verir; fakat memedeki çocuklara bir şey tahsis etmezmiş. Hatta bir akşam emmek
isteyen bir sabîye rastlamış. Annesi onu emzirmi'yörmuş. Hz. Omer (Radiyallahû
anh) emzirmesini emredince. Kadın': «emzirirsem Ömer buna Beytülmalden bir şey
vermez» demiş. Hz. Ömer (Radiyallahû
anh): «Hayır!
Ömer ona nafaka takdir
eder.» diyerek çocuğun emmesini te'mîn etmiş. Ondan sonra yeni doğan çocuklara
senede yüz dirhem nafaka bağlamış.
1- Hatibin,
hutbeyi büyük göstermek için sesini yükseltmesi, sözünü düzgün ve konuşacağı
mevzua uygun bir şekilde ayarlaması
müste-habtır.
2- Va'zlarda,
cuma ve bayram hutbelerinde ve keza tasnif edilen kitapların başlarında «emmâ ba'dü» ifâdesini kullanmak müstehaptır. Buhârî bunun
müstehab olduğunu beyan hususunda bir bâb tahsis
etmiştir.
3- İmâm Şafiî
bu hadîsle istidlal ederek: «Hutbede Allah'a hamdetmek farzdır. Başka
bir kelime hamdin yerini tutamaz.» demiştir.
46- (868) Bize İshâk b. İtrâhîm ile Muhammed b. Müsennâ ikisi birden
AbdüTa'lâ'dan rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki: Bana Ab-dül'a'lâ —ki Ebû
Hemmâmdır— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvûd, Amr b. Saîd [11]'den,
o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbas'dan naklen rivayet etti ki Dımâd
Mekke'ye gelmiş. Kendisi Ezd-i Şenûe kabilesinden olup delilere okurmuş.
Mekkeli bazı alçakların «Muhammed delidir» dediklerini işitmiş. Bunun üzerine
(kendi kendine) : «Şu zâtı bir görsem!.. belki Allah ona benim elimde şifâ
nâsîb eder» demiş. Sonra ona tesadüf ederek: «Yâ Muhammedi Ben delilere okurum;
hem Allah benim elimde dilediğine şifâ ihsan eder. Okumamı istermisin?» demiş.
Resûiüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu mukaabelede bulunmuş:
«Şüphesiz ki hamd
Allaha mahsustur. Biz ona hamd eder; ondan yardım dileriz. Her kime Allah
hidâyet verirse artık onu şaşırtacak kimse yoktur. Kimi şaşırtırsa onu da
hidâyete erdirecek yoktur. Ben Allahdan başka ilâh olmadığına, bir Allah olup
şeriki bulunmadığına; Muhammed'in de onun kulu ve resulü olduğuna şehâdet
ederim. Bundan sonra. ...» Dımâd :
— Şu sözlerini bana
bir daha tekrarla! demiş.
Resûiüliah (Satlallahü Aleyhi ye
Sellem) bunları ona üç defa tekrarlamış. Bunun üzerine Dımâd: «Vallahi ben
kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şâirlerin sözlerini de
dinledim; ama senin şu sözlerin gibi
hiç bir söz işitmedim. Bunlar gerçekten
deryanın dibine vardı. Ver elini sana islâmiyet üzerine bîat edeyim!» diyerek ona bîat etmiş. Resûiüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kavmin için de mi?»
buyurmuşlar. Dımâd :
—(Evet) kavmim nâmına
da., demiş. Derken Resûiüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir tarafa) bir
seriyye göndermiş. Bunlar Dımâd'm kavmine uğramışlar. Seriyyenin kumandanı
askerlerine:
— Bunlardan bir şey aldınız mı? diye sormuş.
Oradakilerden biri:
— Ben onlardan bir matara aldım; demiş.
Kumandan:
__ Onu sahibine iade
edin; çünkü bunlar Dımâd'm kavmidir; mukaa-
belesinde bulunmuş.
Dımâd, Sa'd b. Bekir
kabilesine mensûbdur. İsminin Dımâm olduğunu söyliyenler de vardır. Rivayete
nazaran câhiliyet devrinde Resûiüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dostu
imiş. Sa'd b. Bekir kabîlesi/Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin süt
dayıları sayılır. Çünkü sütannesi Halime
(Radiyallahû anha) bu kabileye mensûbdur. Kabile İbni tshâk'uı beyânına göre
dokuzuncu Hi< rî yılında müslüman olmuşdur.
Hadîs-i şerif deki
,«Rîh»"den murâd: Delilik ve cin çarpmasıdır. Bâ; rivayetlerde «Ruhlardan
dolayı okurdu.» deni mişdir. Ruhlardan murâd: Cinlerdir. İnsanlara
görünmedikleri cihed] rüzgâr gibi olduklarından, kendilerine bazen «rûh», bazen
de «rîh» deni mişdir. Binâenaleyh mezkûr cümleden murâd: cin çarpmasından dola^
okuyup üflemekdir.
«Nâûs» kelimesi
«Kaamûs» şeklinde de rivayet e'dilmişdir. Kaad Iyâz, Müslim 'den başka hadîs
imamlarının, onu hep «Kaamûs şeklinde rivayet ettiklerini, Müslim'in ekseri
nüshalarında ise k< Hmenin «Kaaûs» olarak zaptedildiğini, Ebû Muhammed b.
Saîd ise onu «Tâûs» diye rivayet ettiğini beyân etmişdir. Lügat ulemâsn dan
bâzılarının beyânına göre «Kaamûs» : Denizin ortası; diğer bâzılar na göre:
Derin yeri, demekdir. «Denizin dibi» mânâsına geldiğini söyl yenler de vardır.
«Kaaûs» un dahî
«Kaamûs» mânâsına geldiğini söyliyenler vardı Müs1im'in rivayetinde burada görüldüğü
vecihle «Nâûs» şeklinde zat tedilmişdir. Bu husûsda Ebû Mûse'l-Asgahânî şunları
sö; lemektedir: «Sair rivayetlerde bu kelime: Kaamûs, diye rivayet edilmi dir.
Kaamûs: Denizin ortası ve derin yeri, demekdir. Bu kelime Müs1im'in rivayet
ettiği İshâk b. Râhuye 'nin «Müsned» ine mevcut değildir.
Müs1im'in bu gibi
lâfızları rivayet etmesinin sebebi şudur ki, iı san bazen bir kelimeyi arar da,
hiç bir kitapda bulamaz ve neticede ş sırır kalır. Müslim benim kitabıma
bakınca bu kelimenin aslını ı mânâsını anlamışdır.»
Resûlüllah {Saltaltahü
Aleyhi ve Sellem) bütün hutbelerine hamdü sei ile başlar, ondan sonra ekseriya
şehâdet de getirirdi. Daha sonra «Emn ba'dü» der ve maksada geçerdi. Konuşması
gayet açık, sâde ve k' olurdu. Bütün hutbelerine hamd-ü sena ile başlaması
gerek Kitâbu1ah'a uymak, gerekse bütün nimetleri Allah Teâlâ'nm ihsan ettiği
düşünmek nokta-i nazarından pek mâkûl ve yerinde bir hareketdir.
Fahr-i Kâinat
(ScdUûlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hutbelerinde e seriyetle Kur'ân-ıKerîm
âyetlerinden bahsederdi.,Üstelik kendileri] Allah tarafından bir lütf-u ihsan
olmak üzere «Cevâmiu'l-Kelîm» yânı sözle pek çok mânâlar ifâde edebilme hasleti
bahşolunmuşdu. Bu sebep söylediği sözler, dinleyenler üzerinde dipsiz derya
hissi uyandırıyordu. T1 tekim Hz. Dımâd' üzerinde de ayni te'sîri icra
etmişdir.
47- (869)
Bana Süreye b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahmân b. Abdilmelik [12] b.
Ebeer, babasından, o da Vâsıl b. Hay-yân'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Ebû
Vâil şunları söyledi: Bize Am-mâr hutbe okudu, ama hutbeyi hem kısa; hem de
feelîğ bir şekilde okudu. Minberden inince (kendisine).
— Yâ Ebe'l-Yakzân! Hakîkaten vecîz ve belîg bir
hutbe îrâd ettin. Biraz daha uzatsan iyi ederdin, dedik. Bunun üzerine Ammâr:
— Ben, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)'i:
«Şüphesiz ki kişinin
namazı uzun, hutbeyi kısa tutması anlayışlı olduğuna alâmetdir. Binâenaleyh
siz, namazı uzun tutun fakat hutbeyi kısa kesin. Muhakkak beyânın sihir olanı vardır.»
buyururken işittim, dedi.
Bu hadîsin isnadı hakkında
Dârakutnî istidrâkde bulunmuş ve: «Hadîsi Vâs1ı1'dan yalnız îbni Ebcer rivayet
etmişdir. A'meş'in rivayeti buna muhâlifdir. Hâlbuki A'meş, Ebû Vâil hadisini
daha iyi bellemişdir. O, bu hadîsi Ebû Vâil 'den, Ebû Vâil de Hz. İbni Mesûd
'dan rivayet etmişdir, demişse de, evvelce de gördüğünüz vecihle bu gibi
istidrâklerin bir kıymeti yokdur. Çünkü İbni Ebcer mevsuk ve mütemed bir
râvîdir. Mevsuk rivayeti ise makbuldür.
Hadîs-i şerif namazın
hafif kılınmasını emreden meşhur hadîslere muhalif değildir. Zira babımızın
birinci hadîsinde Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in gerek namazının,
gerekse hutbesinin orta derecede olduklarını görmüştük. Buradaki namazın
uzunluğundan murâd: Alelıtlak değil, hutbeye nisbetle namazın daha uzun
olmasıdır. Yâni hutbe esâs/it-tibârı ile kısa olacak; ona nisbetle namaz, biraz
daha uzun tutulmakla yine or,ta dereceyi bulacakdır.
.
«Muhakkak beyânın
sihir olanı vardır.» cümlesi hakkında Kaadı îyâz iki te'vîl bulunduğunu
söylemişdir. Birinci te'.vîle göre bu cümleden1 murâd: Zemm'dir. Çünkü beyânın
bâzısı kalpleri cezbeder. Ve adetâ sihirlemiş gibi onları istediği yere çekerek
tıpkı sihir gibi günâha girmesine sebeb olur. Bundan dolayıdır ki İmam Mâlik «El-Mu
vatta'» da bu hadîsi mekruh sözler meyânında zikretmişdir. Bu hadîs hakkında
onun mezhebi de budur.
İkinci te'vîle göre,
bu cümle medh ifâde eder. Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri kullarına beyânı
öğretmiş olmakla imtinânda bulunmuş ve onu sihire benzetmişdir. Zîra sihire
olduğu gibi beyâna da kalpler meyleder. Esâs itibârı ile sihir, sarfetmek yâni
değiştirmek, demekdir. Beyân da kalpleri değiştirerek davet ettiği tarafa
çeker.
Nevevî bu ikinci
te'vîlin sahîh ve muhtar olduğunu söylemektedir.
48- (870)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeyhe AU Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan, o da Abdüla-zîz b. Ruf ey [13]'den,
o da Temîm b. Taraf e'den, o da Adiyyu'bnu Hâtîm'-den naklen rivayet etti ki,
Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında hutbe okuyarak :
— Her kim Allah ve
Resulüne itaat ederse, muhakkak doğru yalu bul-tnuşdur. Onlara isyan eden ise
muhakkak sapmişdır; demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Sen ne fena hatîbsİn!
(onlara diyeceğine) Allah ve Resulüne isyan eden İse muhakkak sapmışdır de.»
buyurmuşlar.
îbi»i,;Nünıeyr «Gavâ»
kelimesini «Gaviye» şeklinde söyledi.
Kaadı îyâz'in beyânına
göre, ulemâdan bir cemâat: «Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellemyin hatibe
îtirâz etmesi: zamiri ortak kullanarak, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SellemYi Allah Teâlâ ile müşterek yaptığı içindir. Zîra tesniye zamiri
müsâvaat îcâb eder. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir zaman
Allah Teâlâ ile müsavi tutulamı-yacağı cihedle cümleyi tesniye zamiri ile değil, ayrı ayrı
isimlerini zikrederek atıf sureti ile tertîb etmesi gerekirdiğini kendisine
tembih buyür-muşdur. Nitekim Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) başka bir
hadîsde:
(Sizden biriniz Allah
ile filan zât dilerse, demesin. Lâkin Allah dilerse sonra filan da dilerse,
desin.) buyurmuşlardır.» diyorlar. Fakat Kaadi İyâz bu ta'lîli beğenmemiş, ve
şunları söylemişdir: «Doğrusu Re-sûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in o
hatibi nehiy buyurmasına sebeb şudur ki: Hutbelerde esâs, açık ve izahlı
olmakdır. Onlarda rumuz ve îşâ-retden sakınmalıdır. Bundan dolayıdır ki sahih
rivayetlerde sabit olduğuna göre Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bir
kelimeyi söyledimi, iyice anlaşılması için onu üç defa tekrar edermiş. Birinci
kavil bir çok sebeplerden dolayı zayıfdır. O, sebeplerden biri de şudur:
Bu gibi tesniye
zamirleri Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)’in bir çok sahîh
hadîslerinde tekerrür etmişdir. Nitekim Peygamber (SalMlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Mü'mine, Allah İle
Resulü başkalarından daha sevgili olmalıdırlar.» buyurmuşlardır. Bu gibi
hadîsler çoktur. Mezkûr hadîslerde tesniye zamî-ri kullanması, vaaz hutbesinde
söylenmiş olmadıkları içindir.
Bu hadîsler, bir hükmü
öğretmekden ibâretdirler. Böyle yerlerde söz ne kadar az olursa, bellemek de o
kadar kolaylaşır. Va'z hutbelerinde ise hâl böyle değildir. Onlardan murâd:
Söylenilenleri bellemek, değildir. Maksat, ibret almakdan ve nasihati tutmakdan
ibâretdir: Ebû Davud'un sahîh bir isnâd ile îbni Mes'ûd (Radîyallahû anh)'dan
rivayet ettiği şu hadîs de ayni müddeâyı te'yîd eder :
«Resûlüllah
(SalUıllahü Aleyhi ve Seîlem), bize hacet hutbesini öğretti. Bu hutbe şöyledir
: Hamd Allah'a mahsûsdur. Biz, ondan yardım diler; ondan mağfiret niyaz eyler;
nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Al-lah kime hidâyet verdiyse
artık o kimseyi yoldan çıkaracak yolcdur. Bir de kîmi şaşırttı ise, ona da
hidâyet verecek yokdur. Ben, AllahMan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim;
Muhammed'in, onun kulu ve Resulü olduğuna da şahidim. Allah, onu hak dînle bir
beşîr ve nezir olarak kıyametin önünde göndermişdİr. Her kim Allah ve Resulüne
itaat ederse, muhakkak doğru yolu bulmuşdur. Onlara isyan eden ise şüphesiz
yalnız kendisine zarar vermişdir.
Allah'a hiç bir zarar îraz edemez.»
Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) Ashâb-ı kirâm'ma hitabet tâlimleri yaptırmışdır. Sa'd b. Cübeyr
tarîki ile Hz Ebû'd-Derdâ *dan rivayet olunan bir hadîsde :
«Bir defa Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kısa bir hutbe okudu. Sonra : Yâ Ebâ Bekir! Kalk,
bir hutbe de sen oku! buyurdu. Ebû Bekir kalkarak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve SeHern^ın hutbesinden daha kısa bir hutbe okudu. Sonra Ömer'e :
— Yâ Ömer! Bir hutbe de sen oku! buyurdu.
Ömer de Ebû
Bekir'inkînden daha kısa bir hutbe okudu. ResûlüMah (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem) daha başkalarına da bu minval üzre emir buyurarak hutbeler
okuttu. Nihayet :
— Ey Ibnİ
Ummi Abd! Şimdi de sen bir hutbe oku! buyurdu.
İbni Mes'ûd hemen ayağa kalkarak Allah Teâlâ'ya hamd-ü senadan sonra şunları
söyledi :
— Ey cemâat! Rabbimiz Allah Teâlâ'dır. Dînimiz
: Azız islâm dîni; -Eliyle
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem\e işaret ederek.- Peygamberimiz de şu zâtdır. Allah ve Resulünün bizim
için seçtikleri her haberi biz de beğendik; ona razı olduk. Es-Selamü aleyküm.
Bunun üzerine
Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
— İbni Ummü Abd isabet etti; İbni Ümmü Abd
doğru söyledi, buyurdular.»
denilnüşdir.
Kaadı İyâz diyor ki: «
Müs1im'in iki rivayetinde (Gavâ) kelimesi vav'ın fetih ve kesri ile zaptedilmiş
ise de, doğrusu fetihle oku-makdır. Bu kelime, şerre düşkünlük göstermek,
mânâsına gelen (gayy)'-dan alınmışdır.
Yâni İbni Nümeyr'in
(gaviye) şeklindeki rivayetini Kaadi İyâz doğru bulmamışdır.
49- (871)"
Bize Kuteybetü'bnu Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve İshâk-i Hanzalî top dan
İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Kuteybe dedi ki: Bize Süfyân, Amr'dan naklen
rivayet etti. Anır, Atâ'dan, o da Safvân b. Ya'lâ [14]'dan,
o da babasından naklen haber verirken işitmiş. Ya'lâ, Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellemyi minber üzerinde:
«Cehennemlikler [15] : Ey
Mâlik! diye çağrışacaklar.» âyet-i kerimesini okurken işitmiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu Bed'i'l - Halk» in bir iki yerinde ve «Kitâbu't-Tefsîr» de; EbûDâvûd
«Hurûf bahsinde; Nesâî dahî ayni bahis ile
«Tefsir» de muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir.
Mâlik:, cehennemi bekleyen meleğin ismidir. Burada
kelime tam olarak zikredilmişse de, Buhârî'nin rivayetinde «Yâmâli» şeklinde
murahham münâdâ yapılmışdir. Murahham olduğuna göre bu kelimeyi «Yâmâli» ve
«Yâmâlu» şekillerinde okumak caizdir.
Hadîs-i şerif hutbede
kıraatin meşru olduğuna delildir. Bu bâbda ihtilâf yok ise de, bunun vâcib
olup olmadığı ihtilaflıdır.
Nevevî, Şâfiîler'i
kastederek: «Bizce sahih olan kavle göre vâ-cipdir. Kıraatin en azı bir
âyetdir.» diyor.
Yine bu hadîs,
cehennemle korkutmanın caiz olduğuna delildir.
Peygamber (Salfallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin hutbede okuduğu âyet-i kerime (Zuhruf)
sûresindedir. Bu âyetin biraz yukarsmda kıyâmetde mü'minlere yapılacak hüsn-ü
muamele ve ikram beyân buyu-rulmakta, ondan sonra küffârın hâllerine
geçilmektedir. Onlar hakkında da:
«Şüphesiz ki mücrimler
ebedî olarak cehennem azabında kalacaklardır. Kendilerine hiç bir hafiflik
gösterilmeyecek; azâb içinde ümitsiz bir hâlde susup kalacaklardır. Onlara biz
zulmetmedik fakat onlar kendileri zâlimdiler. Cehennem muhafızına :
— Ey Mâlik! (Ne olur) Rabbin bizim işimizi
bitir i versin (yâni bizi öldürsün), diye çağrışacaklar; o da:
— Siz mutlaka bekliyeceksiniz. Vallahi biz, size hakkı getirdik lâkin
çoğunuz hakkı çirkin gördünüz, diyecek.»
buyurulmuşdur.
50- (872)
Bana Abdullah b. Abdirrahmân ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Hassan haber verdi. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da
Amra binti Abdirrahmân'dan, o da Am-ra'mn bir kız kardeşinden naklen rivayet
etti. Demiş ki: Ben Kaaf sûresini cuma günü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem)'in ağzından öğrendim. Onu her cuma minberde okuyordu.
(...) Bu
hadîsi bana Ebû't-Tahir dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İn-ni Vehb, Yahya
b; Eyyûb'dan, o da Yahya b. Saîd'den, o da Amra'dan, o da Amra binti
Abdirrahmân'ın kendinden büyük olan bir kız kardeşinden naklen Süleyman b.
Bilâl hadîsi gibi haber verdi.
Bu hadîsin senedinde
Hz. Amra 'nm kız kardeşinin, ismi beyân edilmemişse de, hadîs-i şerif yine de
hüccet olmağa sâlihdir. Çünkü Amra (Radiyaliahû anha) 'nın kendinden büyük
olduğu bildirilen bu kız kardeşi dahî sahâbîyyedir. Ashâb-ı kiram'm hepsi âdil
ve mevsûk-durlar. Binâenaleyh onlardan herhangi birinin isminin bilinmemesi
hadîsin sıhhatine zarar vermez.
Ulemâ mezkûr kadının
ezberlemek, için neden Kaaf sûresini ihtiyar ettiğini beyân etmiş ve ezcümle :
«Çünkü bu sûre ölümü,
Öldükden sonra dirilmeyi, şiddetli va'zları, te'-kidli yasakları ihtiva
eder.» demişlerdir.
Hadîs-i şerif bundan
önceki hadîs gibi hutbe esnasında Kur'ân okumanın meşru olduğuna delildir. Yine
bu hadîs hutbede Kaaf sûresini veya hiç olmazsa onun bir kısmını okumanın
müstehab olduğuna delildir.
51- (873)
Bana Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) :. Bize, Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bijte Şu'be, Huheyb'den, o da Abdullah b. Muhammed [16] b.
Ma'n'dan, o da Hârisetü'bnu Nu'mân'm bir kızından naklen rivayet etti. Şöyle
demiş :
«Ben, Kaaf sûresini
ancak Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem). 'in (mübarek) ağzından
belledim. Onu her cuma hutbede okurdu. Bizim tandırımızla, Resûlüllah
(Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem)'\n tandırı
birdi.»
52- (...)
Bize, Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Ya'kûb b. İbrâhîm b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam,
Muhammed b. İs-hâk'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana Abdullah b. Ebî Bekir b.
Muhammed b. Amr b. Hazm EI-Ensârî, Yahya [17] b.
Abdillâh b. Abdirrahmân b. Sa'd b. Zürâra'dan, o da Ümmü Hişâm [18] binti
Hârisete'bni Nu'mân'dan naklen rivayet etti. Ümmü Hişâm şöyle demiş :
«Gerçekden iki sene
yahut bir seneden biraz fazla müddet zarfında bizim tandırımızla Kesûlullah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem/in tandırı birdi. Ben Kaaf sûresini ancak
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)>'in dilinden öğrendim. Onu her cuma
cemaata hutbe îrâd ederken minberde okurdu.
Bu hadîsin senedindeki
Sa'dü'bnu Zürâra hakkında bâzıları Es'adü'bnu Zürâra demişlerdir. Fakat Kaadı
İyâz 'in beyânına göre doğrusu burada olduğu gibi Sa'd 'dır. Bütün nüshalarda
bu isim Sa'd olarak zikre dilmişdir. Yanlız Hâkim (321-405) : «Doğrusu, Es'ad'dır.
Bâzıları Sa'd olduğunu söylemişlerdir.» demiş ve bunu böylece Buharı 'den
rivayet ettiğini bildirmiş-se de, Buhârî'nin târihinde bunun zıdmm kaydedildiği
görülmektedir. Buhâri: «Bu zât'ın ismi Sa'd'dır. Es'ad olduğunu söy-liyenler
de vardır. Fakat bu bir vehimden ibâretdir.» demektedir. Bu suretle Hâkim 'in sözü kendi aleyhine inkilâb etmiş
olur.
Es'adü'bnu Zürâra,
Hazrec kabilesinin reisidir. Bu hadîsde zikri geçen Sa'dü'bnu Zürâra onun
kardeşidir. Sa'd Yahya ile Amra 'nın dedeleridir. Sa'd islâmiyete yetişmişdir.
Ancak kendisi bazılarınca münafıklar zümresinden sayıldığı için bir çok siyer
ulemâsı onu sahabe meyânında zikretmemişlerdir.
Hadîsin birinci
rivayetinde Hârisetü'bnu Nu'mân'm kızı Nekire olarak zikredilmişse de, ikinci
rivâyetde isminin Ümmü Hişâm olduğu
bildirilmişdir. Hz. Ümmü Hişâm:
«Bizim tandırımızla,
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)'in
tandırı fcirdi.» demekle, evinin Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in evine pek yakın olduğuna ve bu suretle Peygamber (Salîallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in hâllerini herkesden ziyâde vâkıf olup, onları bellediğine işaret
etmişdir.
53- (874)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdrîs,
Husayn'dan, o da Umâratu'bnü Rueybe'den naklen rivayet etti. Rueybe, Bişru'bnü
Mervân'ı minber üzerinde ellerini kaldırırken görerek: Allah bu ellerin
cezasını vçrsin! Vallahi ben Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) (duâ
ederken) gördüm; ellerini şu kadarcıktan fazla kaldırmıyordu; dediğini
söylemiş; ve şehâdet parmağı ile (ne kadar kaldırdığına) işaret etmiş.
(...) Bize
bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne,
Husayn b. Abdirrahmân'dan naklen rivayet etti. Hu-sayn: «Ben Bişru'bnü Mervân'ı
cuma günü ellerini kaldırırken gördüm. Bunun üzerine Umâratü'bnü Rueybe şunları
söyledi...» diyerek yukarıki hadis gibi rivayet etmiş.
Bu hadîsde fi'le kavil
denilmiştir.: Arapçada bu caizdir. Araplar:
«elile şöyle yaptı»
ma'nasına: derler. Hadîs-i şerîfden şu hükümler çıkarılmıştır:
1- Hutbede
duâ ederken el kaldırmamak sünnettir. İmam Mâlik ile Şafiî1er'in ve diğer bâzı
ulemanın mezhebleri budur. Kaadîlyâz selefin bâzıları ile bâzı Mâ1ikî1er'in el
kaldırmayı mubah gördüklerini nakletmiştir. Bunlar Peygamber (Sallülahü Aleyhi ve Sellem) 'in
yağmur duası okuduğu cuma hutbesinde ellerini kaldırdığını gösteren hadîsle
istidlal ederler.
El kaldırmaya kaail
olmayanlar: «Resûlüllab. (Sailattahü Aleyhi ye Sellem) o hutbede yağmur taleb
ettiği için ellerini kaldırmıştır; bu arızı bir sebebtir.» derler.
2- Bu
hadis Ashâb-ı kirâm'in dîn babında son derece dikkatli davrandıklarım
gösterir.
54- (875)
Bize Ebu'r-Rabî' ez-Zehrânî ile Kuteybetü'bnü Saîd rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Hammâd —ki İbni Zeyddir— Arar b. Dinar'dan, o da Câbir b.
Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
«Bir cuma günü
Peygamber (SallaltahüAleyhi veSellem) hutbe okurken bir adam çıka geldi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ona :
«Namaz kıldın mı ey
fülân!» diye sordu. Gelen zât:
— Hayır; cevâbını
verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kalk namaz kıl!»
buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ije Ya'kubu Devrakî, İbni Uleyye'-den, o da Eyyûb'dan, o
da Amr'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Hammâd'ın
dediği gibi rivayet etti. Yalnız (burada râvî) iki rekâtı zikretmemiştir.
55- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile îshâk b. İbrâhîm rivayet ettiler. Kuteybe (Bize
rivayet etti) ta'bîrini kullandı. İshâk ise: Bize Süf-yân, Amr'dan naklen haber
verdi, dedi. Amr, Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işitmiş ;,
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) cuma günü hutbe okurken mescide bir adam girdi. Peygamber (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Sen namaz kıldın mı?»
diye sordu. Adam :
— Hayır; dedi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kalk da iki rekât
namazı kıl!» buyurdular.
Kuteybe'nin rivayetinde:
«Kalk iki rek'ât namaz kıl! buyurdu.» denilmiştir.
56- (...)
Bana Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. İbni Kâfi' dedi ki:
Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İb-ni Cüreyc haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Amr b. Dînâr haber verdi. O da Câbir b. Abrîillâhı şöyle derken
işitmiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü minberde hutbe
okurken bir adam geldi. Resûlütlah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) ona :
«Sen iki rekât namaz
kıldın mı?» diye sordu Gelen zât :
— Hayır; cevâbını
verince Resûlütlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kıl!» buyurdular.
57- (...)
Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed —yânî tbni
Ca'fer— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr'-dari rivayet etti. Amr şöyle
demiş: Ben Câbir b. Abdillâh'dan dinledim ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem) hutbe okurken :
«Sîzden biriniz cuma,
günü imam minbere çıktıkdan sonra mescide gelirse iki rek'âf namaz kılsın!»
buyurmuşlar.
58- (...)Bize
Kuteybetti'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. E.
Bize Muhammed b. Rumh
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ebu'z-ZübeyrMen oda Câbir'den naklen haber
verdi, ki şöyle demiş: Cuma günü Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)
minber üzerinde otururken Sü-leyk-i Gatafânî geldi; ve îıamaz kılmadan oturdu.
Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) ona:
«Sen iki rek'ât namaz
kıldın mı?» diye sordu. Süieyk :
— Hayır, cevabını
verdi. Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kalk da onları
kıl!» buyurdular.
59- (...)
Bize İshâk b. İbrahim ile Aliyyü'hnü Haşrem ikisi birden îsâ b. Yûnus'dan
rivayet ettiler. İbni Haşrem dedi ki: Bize îsâ, A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan,
o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câ-bir şöyle demiş: Cuma günü
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okurken Süleyk-i Gatafânî geldi
ve oturdu. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) ona :
«Yâ Süleyk! Kalk iki
rek'ât namaz kıl! ama onları hafif tut!» buyurdu. Sonra şunları söyledi:
«Biriniz cuma günü
imâm hutbe okurken gelirse hemen iki rek'ât namaz kılsm; ve onları hafif
tutsun!»
Bu hadîsi Buhârî
«cuma» ve «Teveccüd» bahislerind.e, Ebû Davud, Tirmizi, Nesaî veîbni Mace
«Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki bazı rivayetlerinde ismi tasrîh edilmeden sadece
«bîr adam» diye zikri geçen zât Süleyk b. Hüdbete-1 Gatafâni (Radiyallahû
anh)'dır. Hz. Süleyk fukaradan olup üstü başı yarı çıplak denilecek derecede
pejmürde imiş. Binaenaleyh cemaat onun halini görsünler de kendisine
tesadduk-da bulunsunlar diye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbeyi
keserek iki rek'ât namaz kılmasını emir buyurmuş; o namazını bitirmeden hutbeye
devam etmemişlerdir.
İmam Nevevî (631-676)
bu hadîsin şerhinde şunları söylemiştir: «Bütün bu hadîsler Şafiî, Ahnıed,
İshâkve fakîh mu-haddislerin mezhebine sarahaten delâlet etmektedirler. Onların
mezhebine göre bir kimse cuma günü imam hutbe okurken girse iki rek'ât
te-hiyye-i mescid namazı kılması müstehab olur. Oiîıi kılmadan oturmak mekruhtur.
Bu namazı hafîf tutmak da müstehabtır; ta ki ondan sonra hutbeyi dinlemeye
imkân bulsun. Bu mezheb Hasan-ıBasrî ile başkalarından da nakledilmiştir.
Kaadî Iyâz, İmam Mâlik
ile Ley s, Ebû Hanîfe ve Sevrî 'nin sahabe ve tabiînin cumhurunun buna kaail olmadıklarını
söylemiş: bu kavil Ömer, Osman ve Alî (Radiyatlahû anhûm) hazerâtından da rivayet olunmuştur,
demiştir.
Bu zevatın hüccetleri
imamı dinlemeyi emreden hadîsdir. Onlar bu hadîsleri te'vîl ederek: Sü1eyk'in
çıplak olduğunu söylemişler; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)'in onu
kaldırarak namaz kıldırmasını, cemâat görsün de ona sadaka versinler ma'nasma
almışlardır. Bu te'vil bâtıldır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in (Biriniz cuma günü imam
(Biriniz cuma günü
imam.hutbe okurken gelirse iki rek'at namaz ktlı-versin ve bu iki rek'atı hafif
tutsun!) hadîsi onu reddetmektedir. Mezkûr hadîs asla te'vîl götümeyen bir
nassdır. Ben bu sahîh hadîsi duyan bir âlimin ona muhalefette bulunacağını
zannetmem.» Nevevî'nin sözü burada sona erdi.
Hanef îler'den Kemâl
İbni Hümâm (788-861) «Fethü'l-Kadîr» adlı meşhur eserinin «Cuma» bahsinde
«Kütübü Sitte» imamlarının Hz. Ebu Hüreyfe 'den tahrîc ettikleri insât
hadîsini ele almış ve: «Cuma günü imam hutbe okurken yanındakine sus dersen
boş bo-ğazlık etmiş olursun» mealindeki mezkûr hadîs hakkında şöyle demiştir:
«Bu hadîs delâlet
tarîkîle hutbe okunurken namazın ve tehıyye-i mescidin memnu' olduğunu
gösterir. Çünkü rütbe rtibarîle sünnetten ve te-hiyye-i mescidden daha yüksek
olan emri bîl ma'ruf hutbe esnasında yasak edilirse bunların yasak edilmesi
evleviyyette kalır. Şayet bir kimse tehiyye-i mescid namazını kılarken imam
minbere çıkarsa iki rek'atta selâm verir. Şöyle bir i'tiraz vârid olur da:
«Muâraza vukuunda ıbâre delâlete tercih edilir. Muâraaz da sabit olmuştur. Zîrâ
bir hadîsde: (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okurken bir adam
geldi. Resûlüllah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
{Namaz kıldın mı ey
fülân? diye sordu. O zât hayır, cevabını verdi. Efendimiz: iki rek'at namaz
kıl, ama hafif tut! buyurdular.) denildiği ileri sürülürse cevâbı şudur:
Bundan muâraza lâzım
gelmez. Çünkü o zât namazını bitirinceye kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in hutbeyi kesmiş olması caizdir; netekim öyle de olduğunu Taberânî
«Sünen» inde Hz, Enes (Radiyallahû anh)'d&n Katâde tarîkîle rivayet
etmiştir. Enes (Radiyallahû anh) şöyle demiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) hutbe okurken mescide bir adam girdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ona : Kalk da iki rek'at namaz kıl! dedi. Ve o zât namazını
bitirinceye kadar hutbeyi kesti» Taberâni,
bu hadîsi Muhammed b. Ubeyd el-Abdî 'nin müsned olarak rivayet ettiğini
fakat bu hususta vehme kapıldığını söylemiş; sonra ayni hadîsi î-maiîı Ahmed b.
Hanbel 'den tahrîc etmiş; ve: «doğrusu işte .bu mürsel olan rivayettir»
demiştir. Biz mürsel hadîsin hüccet olduğuna kaailiz. Binaenaleyh bize onun
muktezasmca i'tikad dahi vâcib olur.
Sonra hadîsin merfu'
rivayeti bir ziyâdedir. Çünkü daha önceki rivayete muâraza etmemiştir. Önceki
rivayetlerde Resûlüllah (Sallaiİahü Aleyhi ve Sellem) 'İn hutbeyi kesip
kesmediğine dair br şey yoktur. Mevsuk ra-vînin ziyadesi ise makbuldür.
Mücerred ziyadeden dolayı râvînin hatâ ettiğine hükmolunamaz. Aksi takdirde
hiç bir ziyadenin kabul edilmemesi lâzım gelir. Müs1im'in bu hadîsdeki
ziyâdesine gelince: Mezkûr'ziyâdede: «Biriniz imam hutbe okurken gelirse hemen
iki rek'at namaz kılsın; ama bu rek'atları hafif tutsun!» buyuruluyor ki bu
söz, namazın hatîb sustuğu zaman kılınması istenmesine münâfî değildir. Zîrâ
Peygamfcer (Sallcdlahü Aleyhi ve Sellem) 'in hutbeyi kestiği sabit olmuştur.
Yahut Hz. Sü1eyk'in bu namazı henüz hutbe esnasında namaz kılmanın haram
edilmediği zamanlara tesadüf etmiştir. Bu suretle bu delâlet muârazadan da
salim kalır.»
Buhâri şârihi Aynî,
Nevevî 'nin sözlerini naklettikden sonra- şunları söylemişdir: «Ulemâmız bu
hadîsleri Nevevî'nin söylediği şekilde te'vîl etmemişlerdir ki, onlara
bu,derkçe-teşnî'tte bulunmaya hakkı olsun. Onlar mezkûr hadîslere başka
cevaplar vermişlerdir...»
Aynî verilen cevapları
sıralarken evveîa' Kemâl İbni Hümam'm söylediklerini tamâmiyle nakletmiş, sonra
sözüne şöyle devam etmişdir:
«îkinci cevap: Hz.
Süleyk'in gelişi, Peygamber (Sallaiİahü Aleyhi ve Sellem) 'in hutbeye başlamasından
önce idi. Nitekim Nesâî «Sünen» inde Sü1eyk hadîsi için bir bâb tahsis etmiş,
sonra Hz. Câbir (Radiyâllahû anh)'m rivayet ettiği Süle-yk hadîsini şöyle
tahrîc eylemişdir. Resûlüllah (SalUtlUthü Aleyhi ve Sellem) minber üzerinde
otururken Süleyk-i Gatafânî geldi ve namaz kılmadan oturdu. Peygamber
(Sallcdlahü Aleyhi ve Sellem) ona :
— İki relc'ât namaz kıldın mı? diye sordu;
Sü1eyk:
— Hayır! cevâbını verince:
— Kalk da onları kıfıver! buyurdular.
Üçüncü cevap: Bu
hâdise, namazda konuşmak nesh edilmezden önce vukuu bulmuşdur. Sonraları
konuşma neshedilince hutbe esnasında namaz da nesh edilmişdir. Çünkü hutbe
cuma namazının yarın yahut şartı hükmündedir. Tahâvî diyor ki: Cuma günü imam
hutbe okurken yanımdakine (sus!) diyenin muhakkak sûretde lağv etmiş olduğunu
Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bildiren rivayetler tevatür
derecesine varmışdir. Bir kimsenin, arkadaşına hutbe esnasında (Sus!) demesi
lağv olursa, imamın bir adama (Kalk namaz kıl) demesi dahi lağv olur. Böylelikle
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sü1eyk'e verdiği emrin nehiyden
önce olduğu sübût bulur...
İbni Şihâb : İmamın
minbere çıkması, namaza nihayet verdiği gibi, hutbeye başlaması da cemâatin
konuşmasına son verir; demişdir.
Sa'lebetü'bnu Ebî Mâlik:
Ömer (Radiyaüahû anh) hutbe için minbere çıktımı biz susardık; diyor.
Kaadı İyâz: Hz.Ebû
Bekir, Ömerve Osman (Radfyallahû atrhûm)'ün hutbe esnasında namaz kılmayı men
eder-diklerini söylemişdir. İbnü'l - Arabî dahî: O anda namaz kılmak üç
vecihden dolayı haramdır, diyor ve bunları şöyle îzâhediyor:
a) Teâlâ
Hazretleri «Kur'ân okunduğu vakit siz onu dinleyin.» buyuruyor. Şu hâlde
i-mamln başlamış olduğu bir farzı mescide giren nasıl terkeder de, farz olmayan»
bir-şeyle: iştigâl edebilir?
b) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in:
(Yanındakine: Sus! de dinmi. muhakka lâğv etmiş-olursun) buyurduğu sabit
-olmuşdur.. Bu mes'e-lede asıl rükün ve farz. olan emri bilmaİFÛr, nehiy
anilmünker hutbe esnâ-i sında haram olunca, nafile ibâdetin haram olması e^leviyyette
kalır..
c) Bir adam
cuma namazı kılınırken camiye gû"se nafile namaz Joit. maz.. Hutbe de bir
namazdır. Çünkü namazda hararmolan amel ve konuş-, ma hutbede:de haramdır.ı
Süleyk hadîsine gelince: mezkûr,hadîsjbû kaaidelerje dört vecihden muarız değildir:
a) Çünkü bu*
hadîs haber-i vâhitdir.
b) Hâdisenin
namaa esnasında konuşma mubah olduğu zaitıanlarda geçmiş olması ihtimâli
vardır. Çünkü târihini bilmiyoruz.
c) Peygamber
(SaHttUakil Aleyhi -veSellem) Hz. Süleyk ile konuşarak ona (kalk namaz kıl!)
deyince, hutbe dinlemenin farziyyeti Süleyk (Radryallahâanh)'dan sakıt
olmuşdur. Zira o esnada hutbe
kesilmiş, Eesûîüllah (Sallallahü AkyhiveSelîem)'m ona verdiği emirden başka
dinleyecek bir.-şey kalmamışdır.
d) Hz.
Süleyk'in üstü-başı pelrziyâde pejmürde idi. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onun bu hâlini cemâat görsünler de, kendisine tesaddukda bulunsunlar
diye namaz kılmasını emretmişdi. Hattâ îbni Bezîze'nin rivayetinde Sü1eyk'in
çıplak olduğu hildirilmişdir ,Hutbe, esnasında
namaz kılmayı tecviz etmiyenler Hz.
Ebû
fiaîd-i Hudrî
hadîsi ile de istidlal ederler. Merfû olarak rivayet edilen bu hadîsde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem): (İmam hutbe okurken namaz kılmayın!)
buyurmuşdur.
Bir delilleri de Hz.
Osman cuma guslünü terkettiği vakit Ömer (Radiyallahû anh)'m ona inkârda
bulunmasıdır. Hz. Ömer, Osman (Radiyallahû anhûma) yıkanmadığından dolayı
muâhaze etmiş fakat mescide girdiğinde ne iki rek'at namaz kılmasını emrettiği
ne de Hz. Osman'in böyle bir namazı kendiliğinden kıldığı asla
nakledil-memişdir. Bu husûsda başka deliller de vardır. Ezcümle Hâ1id-i
Hâzzâ'in rivayetine nazaran Hz. Ebû Kılâbe cuma günü imam hutbe okurken mescide
gelmiş ve namaz kılmadan oturarak, hutbe dinlemişdir. Hz. Ukbetü'bnu
Âmir'in:
— îmam minberde iken namaz kılmaz-günahdır,
dediği rivayet olunur, İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunan bir
hadîsde ResâHüfcriı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— (Biriniz, imam minberde iken
mescide gelirse, namaz kılması ve konuşması memnudur.) buyurmuşdur.
îmam Şafiî 'nin
mezhebine göre imamın minbere oturması ile iki rek'at Tahiyyetü'I-Mescid namazı
sakıt olur. Binâenaleyh Sü1eyk hadîsi ona delîl olamaz.
Bâzıları Hanefîi1er'in
delillerini çürütmek için: Hanefiî1er'in gösterdikleri bütün deliller merdûtdur.
Çünkü bir şeyde asıl olan adem-i husûsiyyet yâni sebebine mahsûs olmayıp, bütün
efradına şumû-!lü bulunmasıdır, demişlerdir. Buna Hanefiîler tarafından verilen
cevap şudur: Evet, husûsiyyet için karine bulunmazsa bu söz doğrudur. Fakat
burada husûsiyyet için karîne vardır ve şudur: Ebû Saîdi Hudrî (Radiyallahû
anh) 'dan Nesâî'nin tahrîc ettiği hadîsde: (Cuma günü Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) hutbe okurken pejmürde kıyafetli bir adam geldi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ona :
— Namaz kıldın mı? diye sordu. Gelen zât:
— Hayır! cevâbını verdi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) :
— İki rek'at namaz kıl! buyurdu ve cemâtı
sadaka vermeye teşvik etti. Bunun
üzerine cemâat bir takım elbiseler getirdiler.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) bunlardan iki tanesini o
zâ,a verdi. Ertesi cum'a zât yine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) hutbe okurken geldi. Pey-qamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) cemâati sadaka vermeye teşvik
ediyordu. O zât hemen üzerindeki iki elbiseden birini vermek istedi bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
:
— Bu adam gecen cum'a günü pejmürde bir
kıyafetle geldi de, ben cemaata ona sadaka vermelerini emrettim; cemâat bir
takım elbiseler verdiler. Ben, kendisine bunlardan iki tanesinin verilmesini
emrettim, şimdi gelmiş benim sadakayı emrettiğimi görünce kendisine verdiğini
iki «İbneden birini tasadduk etmek istiyor. Sen, elbiseni at! buyurarak o zâtı
sadaka vermekden nehyetti.) buyurulmuşdur.
Görülüyor ki: Resulü
ilah (Sallallahü Aleyhi ve Seüemyin o zâta iki rek'at namaz kılmayı emir
buyurması, cemâat onun pejmürde hâlini müşâhade etsinler de, kendisine sadaka
versinler diye imiş. Çünkü maksadı bu ria-mazla sünneti ikaame ettirmek
olsaydı, Ebû Hüre y re hadîsinde: (İmam hutbe okurken arkadaşına: Sus! dedinmi
muhakkak lağv etmiş olursun.) buyurmazdı. EbûHüreyre hadîsi bilittifâk
şahindir. Onun sıhhati hakkında hiç bir kimsenin hilafı yokdur. Hattâ tevatür
derecesine yakındır. Hutbe hâlinde farz olan emr-i bilma'rûfu menederse,
sünneti yahut müstahabı ifâdan menetmesi evleviyyette kalır.»
Aynî bundan sonra
muhalifleri tarafından Hanefiîler'e yapılan bütün itirazları ve kendilerine
verilen cevapları sıralamış ve sözlerine şöyle devam etmiştir: «İmam hutbe
okurken camiye gelen kimsenin naam zkılmakdan menedilmesi bir çok sahabe ve
Tabiîn (Radiyallahuanha)'dan dahî rivayet olunmuşdur.
Bu bâbdaki Sahâbe-i
kiram 'dan murâd: Ukbetü -bnü Âmir, Sa'lebetü'bnö Ebî Mâlik,, Abdullah b.
Safvân, Abdullah b. Ömer ve,Abdullah b. Abbâs (RadiyaUahû anhûm)'düx,
Ukbetü'bnü Âmir 'den
rivayet olunan eseri Tahâvî tahrîc etmişdir. Bu eserde Hz. Ukbe:
(İmam minberde iken
namaz kılmak günahdır.) demişdir.
Sa'lebetü'bnü. Mâlik
(Radiyallahû anh) 'in eserini dahî sa-hîh bir isnâdla Tahâvî rivayet
etrnişidr Hz. Sa'lebe:
(İmam'ın minber
üzerinde oturması, namaz kılmaya nihayet verir.) demişdir.
Abdullah b. Safvân
Hazretlerinin eserini sahîh bir isnâdla yine
Tahâvî rivayet eder. Mezkûr
eserde Hişâm b. Urve
:
(Abdullah b. Safvân b.
Ümeyyeyi cuma günü mescide girerken gördüm: Abdullah b. Zübeyr minberde hutbe
okuyordu. İbni Safvân'm Üzerinde bir gömlek ve cübbe ile iki de mest vardı.
Başına sarık sarmışdı. Rüknü istilâm [19]
etti. Sonra Selâm sana, AHah'ın rahmeti ve bereketleri de sana! diyerek oturdu;
namaz kılmadı.) demişdir.
Abdullah b. Ömer ile
Abdullah b. Abbâs (.Radiyallahû anhûm) ıün eserlerini de Tahâvî rivayet
etmişdir. Bu eserde :
(îbni Ömer ile İbni
Abbâs, cuma günü imam minbere çıktığı vakit konuşmayı ve namaz kılmayı kerih
görürlerdi.) denilmektedir.
Tabiîn 'den murâd:
Şa'bî ÜeZührî, Âlkame, Ebû Kılâbe ve Mücâhid
hazerâtıdır.
Şa'bî 'nin eserini
Tahâvî sahîh bir isnâdla Şureyh 'den rivayet etmişdir. Mezkûr esere göre Şa'bî,
imam minbere çıktıkdan sonra camiye gelirse, nafile namaz kıZmazmış.
Zührî 'nin eserini
Tahâvî yine sahîh bir isnâdla tahrîc etmişdir. Bu esere göre Zührî 'ye cuma
günü imam hutbe okurken mescide giren bir kimseni nne suretle hareket edeceği
sorulmuş; Zührî:
(Oturur; nafile namaz
kılmaz.) cevâbını vermişdir.
Al karne, Ebû Kılâbe
ve Mücâhid hazerâtmm eserlerim dahî sahîh isnâdlarla Tahâvî tahrîc etmişdir. Bu
eserler dahî bâzısı kavlen, bâzısı da fi'len olmak üzere imam hutbe okurken nafile
namaz kılınamiyacağına delâlet ederler.
Görülüyor ki Sahabe ve
Tâbiîn'in büyüklerinden olan bu zevat .S.üleyk hadîsi ile amel etmemişlerdir.
Onunla amel olunacağını iblseler, elbette onuu terketmezlerdi. Şu hâlde
mu'terizin yaptığı îti-râz bâtıl olur.
Gerçi hadîs
imamlarından bir cemâatin rivayet ettikleri Ebû Katâde hadîsinde Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in::
(Biriniz mescide
girdimi, oturmadan önce iki rek'at namaz ki Is versin.) buyurduğu
bildirilmişdir. Mezkûr hadîs âmm'dır. Cuma günü imam hutbe okurken mescide
girenlere de, daha başkalarına da şâmildir. Ancak hadîs mutlak değil; namaz
kılmanın helâl olduğu hâllerde camiye girenlere mahsûsdur. Görülmüyor mu ki
güneş doğarken, batarken veya semânın tam ortasında iken mescide giren bir
kimse bu zamanlarda namaz kılamamaktadır. Çünkü mezkûr zamanlarda namaz kılmak
yasak edü-mişdir. Cuma günü de Öyledir. Hutbeyi dinlemek vâcib olduğu için hutbe
okunurken giren kimse nafile namaz kılamaz. Çünkü o anda kılınan namaz,
hutbeyi dinlemeğe manîdir...»
Hâsılı Aynî
muhalifleri taarfından Hanefiîlerin delilleri hakkında söylenilen bütün sözleri
en mukni' nakli delillerle reddetmiş, bu suretle «imam hutbe okurken camiye
giren kimsenin nafile namaz kılması mekrûhdur.» c.yenlerin haklı olduklam
meydana çıkmışdır.
60-(876)
Bize, Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Mugîra
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd b. Hilâl rivayet etti. Dedi ki: Ebû
Rifâ'a şunları söyledi:
Peygamber (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) 'in yanına vardım; hutbe okuyordu :
— Yâ Resûlallah!
Yabancı, dînini sormaya gelmiş; dîninin ne olduğunu bilmeyen bir adamım,
dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) bana döndü ve
hutbesini bırakarak tâ yanıma kadar geldi. Kendisine bir sandalye getirdiler.
Zannederim ayakları demirdendi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
sandalyenin üzerine oturarak, Allah'ın kendisine öğretmiş olduğu bilgilerden
bana da öğretmeye başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek, onu sonuna kadar
tamamladı.»
Bu hadîsde zikri geçen
«Hasibtu» fiili «Sahîh-i Müslim den başka kitaplarda «Hiltu» şeklinde rivayet
edilmişidr. Bu fiillerin ikisi de «zann ederim» manasınadır.
Kaadı îyâz'm beyânına
göre İbni Hazza' rivayetinde bu fiiEn yerine «Haşeb» denilmiş; İbni Kuteybe 'nin
kitabında ise kelime «Hulb» şeklinde zaptedümişdir. Haşeb: Odun, demekdir.
«Hulb» veya «Hulûb» lîf yâni hurma kabuğu mânâsına gelir. Fakat Kaadi İyâz,
bunların hatâ olduğunu söylemiş: «Doğrusu: Zannederim, mânâsına gelen
(Hasibtu)'dur/Nitekim «Sahîh-i Müslim» ile diğer mûte-med kitaplarda da
böyledir.» demişdir.
Hz. Ebû Rifâa 'nın
kendisi için «Yabancı bir adam ilâh...» denıesi, suâl soran kimsenin nezaketli
davranması ve suâlini âlim bir zâta sorması lüzumuna delildir. Bundan mâada
hadis-i şerifden şu hükümler çikarılmışdır:
1- Bu hadîs.
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selîem) 'in tevâzu'una ve müslümanlara karşı
beslediği nihayetsiz şefkat ve merhamete delildir.
2- Fetva
isteyen bir kimseye hemen cevap vermek ve mühimmat ehemmiyetlerine göre en
mühimlerinden başlamak suretiyle halletmek
gerekir. İhtimâl ki EbûRifâa (Radiyallahû cınh) 'nın suâli, dinîn en mühim
kaaidelerine âitdi. îmânı ve İslama nasıl girileceğini sormaya gelen bir
kimseye derhâl icabet ile, kendisine lâzım gelen talimatı vermenin vâcib
olduğunda bütün ulemâ müttefîkdir.
Resûliillah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin sandalye üzerine oturması, cemâat kendisini gölrsün ve
söylediklerini işitsin, diyedir.
3-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
o gün okuduğu hutbenin cuma
hutbesi olmaması muhtemeldir. Onun için de bu derece uzun bir fasıla ile
hutbeyi kesmişdir. Maamâfih cuma hutbesi olması da ihtimâl dahilindedir. Bu
takdirde «Hutbeyi yeni baştan okumuş.» demekdir. Konuşmanın uzun sürmemiş
olması ve hutbeye müteallik konuştuğu
için, onun da hutbeden sayılması birer ihtimâldir.
61- (877)
Bize Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman
yâni İbni Bilâl, Ca'fer'den, o da babasından, o da tbni Ebî Râfi'den naklen
rivayet etti. İbni Ebî Kâfi' şöyle demiş: (Medine valisi) Mervân, Ebû
Hüreyre'yi kendi yerine bırakarak Mekke'ye gitti. Bu sebeple bize cumayı Ebû
Hüreyre kıldırdı da ilk rek'atta cuma sûresini okudukdan sonra son rek'âtda
Münâfikûn sûresini okudu. Namazdan çıktıkdan sonra Ebû Hüreyre'ye yetişerek:
— «Gerçekden sen, Alî b. Ebî Tâlib'in Kûfe'de
iken okuduğu iki sûreyi okudun.» dedim. Ebû Hüreyre:
— «Çünkü ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhive
Sellem)'i cuma günü bu sûreleri okurken işittim.» dedi.
(...) Bize,
Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize, Hatim b. İsmail rivayet etti. H.
Bize, Kuteybe rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize, Abdülazîz yâni Derâverdî rivayet etti. Bu râvîlerin
ikisi birden Ca'f er 'den, o da babasından, o da Ubeydullah [20] b.
Ebî Râfi'den naklen rivayet etmişlerdir. Ubeydullah:
«Mervân, Ebû
Hüreyre'yi kendi yerine bıraktı...» diyerek yukarkî hadîsin mislini rivayet
etmişdir. Şu kadar var ki Hâtim'in rivayetinde:
«Brinci rek'atda cuma
süresini, son rek'atda da Münâfkûn sûresini okudu...» ibaresi vardır.
Abdülazîz'in rivayeti
Süleyman b. Bilâl'ın hadis gibidir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in cuma namazında bu iki sûreyi okumasının hikmeti, Cuma
sûresinde, cuma namazının farz olduğundan ve cuma namazının sair ahkâmından
bahsedildiği tevekkül ve zikre teşvik buyurulduğu içindir. İkinci rek'atda
Münâfıkûn sûresini okuması, cum'ya gelenleri tevbîh ve kendilerini tevbeye
teşvik gibi maslahatlardan dolayıdır. Çünkü bu sûrede bir çok kaaıdeler mevcûtdur.
Ashâb-1 kirâm'm en ziyâde toplandıkları namaz ise cuma namazı idi .Bazen Resûlüllah
(SdüdÜahÜ Aleyhi ve Sellem) cuma namazının ikinci rek'atında Gâşiye sûresini
okurdu. Çünkü bu sûrede pek çok va'z-ü nasîhatlar ve âhiret hayâtına âid ibret
âmiz safhalar vardır
Hadîs-i şerif, mezkûr
sûrelerin cuma namazında tam olarak okunma-laarmın müstahab olduğuna delildir.
Nevevî: «Bizim
mezhebimiz ile diğer bir çok ulemânın mezheb-lerı budur.» diyor.
62- (878)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ve İshâk toptan Cerîr'den
rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Cerîr, İbrahim b. Muhammed [21] b.
Münteşîr'den, o da babasından, o da Nu'mân b. Beşîr'-in azatlısı Habîb b. Sâîim
[22]*den,
o da Nu'mân b. Beşîr'den naklen haber verdi. Nu'mân şöyle demiş:
«Resulüİlah
(Salîalkthü Aleyhi ve Sellem) bayramlar ile cumâ'da A'lâ ve Gâşiye sûrelerini
okurdu.
Bayramla cuma ayni
güne tesadüf ederse, bu sûreleri her iki namazda okurdu.»
(...) Bize,
bu hadîsi Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne,
İbrahim b. Muhammed b. Münteşir'd en bu isnâdla rivayet etti.
63- (...)
Bize Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Damratü'bnü [23]
Saîd'den, o da Ubeydillâh ibni Abdillâh'dan naklen rivayet etti. UbeyduHah
şöyle demiş:
«Dahhâk b. Kays,
Nu,?mân b. Beş'r'e mektup yazarak BesûlÜIlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
cuma günü, Cuma sûresinden başka neyi okuduğunu sordu.. Nu'mân :
— Gâşiye sûresini
okurdu, cevâbım verdi.»
Bu hadîste Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bayram namazlarında A'lâ ve Gâşiye
sûrelerini okurduğu bildiriliyor. Başka bir hadîsde Bayram namasmda Kaaf ile
İkterabet sûrelerini okuduğu beyân edilmişdir.
Nevevî diyor ki: «Bu
rivayetlerin ikisi de sahîhdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı vakitler
cuma namazında Cuma ve Münâfikûn sûrelerini, bazen de A'lâ ve Gâşiye sûrelerini
okur; icâbında bayramlarda Kaaf ile İkterabet sûrelerini, kimi de Sebbih ve
Gâşiye' sûrelerini okurdu.»
Hadîs-i şerif,
bayramlarda bu sûreleri okumanın müstahab olduğuna delildir.
Bayram ile Cuma bir
güne geldikleri vakti her iki namazda da bu sûrelerin okunması müstahab olur.
Bundaki hikmet: Cuma namazını hafif tutmak ve bu suretle uzaklardan cuma
namazına gelenlerin bayram gününü mümkün mertebe aileleri arasında geçirmelerini
sağlamakdır.
64- (879)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdetü'fanü
Süleyman, Süfyân'dan, o da Muhavvel b. Râşıt [24]'dan,
o da Müslhn-i Batin [25]'den,
o da Şaîdü'bnü Cübeyı'den^ o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeH^m) cuma günü sabah namazında Secde ile
Hel'etâ sûrelerini; cuma namazında ise Sûre-i Cumua ile Sûre-i Münâfikûn'u
okurmuş.
(...) Bize
İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet et-
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî'
rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi de Süfyân'dan bu hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir.
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muham-med b. Ca'fer rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Muhavvel'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini her
iki namaz hakkında da Süfyân'ın dediği gibi rivayet etti.
65- (880)
Bana Züheyru'bnü Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Süfyân'dan, o da
Sa'd b. İbrahim'den, o da Abdurrahmân EI-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti ki, Kesûlüllah
(Sallâllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz cuma günü sabah namazında Secde ile
Hel'etâ sûrelerini okurmuş.
66- (...)
Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize4bni Vehb, İbrahim b. Sa'd'dan,
o da tabasından, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü sabah namazının ilk
rek'atmda Secde sûresini, ikincide Hel'etâ'yı okurmuş.
Ebû Hüreyre hadîsini
Buhâri «Kitâbü'I-Cumua» da, Nesâî
ile.İbni Mâce «Kitâbu's-Salât- da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Kirmanı ?-786),
ulemânın: «Bu gibi terkipler devam ifâde eder.» dediklerini nakletmişdir.
Bundan murâd: Yardımcı bir fiil olan «Kâne»nin devam bildirmesidir. Yâni
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma günü sabah namazında filân ve
filân sûreleri okurdu.» demek, onlara göre «bu sûreleri okumaya devam eder; her
cuma sabahı onları okurdu.» mânâsına gelir. Hâlbuki ekseri ulemâ bu fikirde
değildir. Onlara göre yardımcı fiil «Kâne» devam iktizâ etmez. Bir çok
hadîsler bunu göstermektedir. Meselâ bundan önceki bâbda gördüğümüz Nu'mân b.
Beşîr hadîsinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayramlarla cumâ'da
Amâ ve Gâşiye sûrelerini okurdu.» denilmekte yine Hz, Nu'mân 'dan rivayet
edilen diğer bir hadîsde Nu'mân (Radiyaliahû anh) 'in.:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) cuma günü Sûre-i cuma ile Sûreİ Gâşiye'yi okurdu.» dediği
bildirilmektedir. Babımız hadîsinde ise «Sûre-i Secde
ile Hel'etâ 'yu okuduğu
bildiriliyor.
Bu hadîsler «Kâne»
yâni «idi» fiilinin devam bildirmediğini gösterirler. Çünkü devam üzre iki
sûreyi okumuş olsa, başka sûreleri okuduğu ileri sürülemezdi. Anlaşılıyor ki
Fahr-ı Kâhînât (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Efendimiz zaman zaman bu
sûrelerin hepsini okumuşdur.
1- Namazda
muayyen bir zaman için muayyen kırâet yokdur. İmam Fatiha 'dan sonra istediği
sûreyi okuyabilir.
2- İbni Battal
( ?-444) ekseri ulemânın bu hadîsle amel ettiklerini
söylemişdir. Hz. Alî ile îbni
Abbâs (Radtyallahû anhûmaymn
mezhepleri bu olduğu rivayet edilir.
îbrâ/h.îm Nehaî ile îbni
Şîrîn bu hadîsde beyân edilen sûrelerin okunmasını müstahab
görmüşlerdir. Küfe ulemâsı ile îmam
Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve
îshâk , b. Râhuye'nin kavilleri de budur. Onlar «cuma sabahı Secde
ile Hel'etâ sûrelerinin okunması, sünnetdir.» derler.
İmam Mâlik'in bu
husûsdaki kavli muhtelifdir. İbni Vehb'in rivayetine göre: «Farz namazda imamın
Secde sûresini okumasında beis yokdur.» demiş; Eşheb'in rivayetine göre ise
bunu mekruh £örmüşdür. Yalnız imamın arkasındaki cemâat az olur da, kargaşalık
mdan endîşe edilmezse, o zaman okunmasında beis görmemişdir.
Küfe ulemâsının
mezhebine göre Kur an-ı Kerîm'in bir sûresini muayyen bir namaza tahsis etmek,
meselâ: Her cuma sabah namazında Secde ile He1'etâ sûrelerini betahsîs okumak
mek-rûhdur. Tahâvî bunu şöyle îzâh eder: «Bu sûreleri «vâcipdir.» diye okumak yâni
o namazda bunlardan başka sûre okumak caiz değildir, yahut mekrûhdur, îtikaadı
ile bunları okumakda kerahet vardır. Fakat ayni sûreleri teberrüken yahut
Peygamber (Saîhİîahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize uymuş olmak veya kolay
geldikleri için okumakda hiç bir kerahet yokdur.
«El-Muhît» nâm eserde:
«Zaman zaman bu sûrelerin yerine başkalarını okumak şartdır. Tâ ki câhiller
bunlardan başkası caiz değildir, zannetmesinler.» deniliyor.
2- Ebû
Ömer îbni Abdilberr «Et-Temhîd» nâm eserinde imam
Mâlik'in : «Bayram namazında iman sûre-i A'1â ile
Veşşemsi gibi sûreleri okur.»
dediğini rivayet etmişdir.
3-
Hanbelîl.er 'den İbni Kudâme
(541-620) «El-Muğnî» nâm eserinde: «Bayram namazının ilk rek'atmda Sebbih sûresini, ikincide de Gâşiye'yi
okumak müstahabdır. İmam Ahmed'in kavli budur.» demişdir.
4- İmam
Şafiî: «Bayram namazında imam Kaaf ve înşikaak
sûrelerini okur.» demişdir. Hz. Şafiî 'nin bu bâbda-ki -delili Ebû Vâkıd-i
Leysî hadîsidir.
Zahirîler 'den İbni
Hazm (384-456): «Bizim ihtiyar ettiğimiz kavil Şafiî ile Ebû. Su1eymânı'n
ihtiyar ettikleri mezhebdir.» demişdir.
5- Cuma
namazında hangi sûrelerin, okunacağı ulemâ arasında ihtilaflı bir mes'eledir.
İmam Mâlik 'den bu
husûsda muhtelif kaviller rivayet edilmişse de, îbni Abdi1berr'in beyânına
göre İmam Mâlik cuma namazında Cuma sûresi ile birlikde Gâşiye ve A'lâ
sûrelerinin okunmasını müstahab ve muvafık görmüşdür. Başkalarını okumak
isâetdir. Bununla beraber namazı bozulmaz.
İmam Şafiî ile Ebû
Sevr'e göre cuma namazının ilk rek'atında sûre-i Cumua V1) ikinci rek'atmda da
Sûre-i Mü-nâf ikûn'u okumak müstahabdır. Ulemâdan İmam Mâlik, İmam Şafiî, Ebû
Sevr ve Dâvûd-u Zahirî cuma namazında behemahâl Cuma sûresini okumanın
müstahab olduğuna kaaildirler.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin cuma günü sabah namazında Secde sûresini okuduğu ve secde
ettiği rivayet olunmuşdur.
Cuma günü Secde sûresi
ile He1'etâ'nın okunmasmdaki hikmet: Bu sûrelerde Hz. Âdem 'in yaratılması,
kıyamet ahvâli ve kıyametin cuma günü kopacağı zikredilmiş olmasıdır.
67- (881)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdülâh,
Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi, Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şiriniz cuma'yi
kıldımı arkasından dört rekat namaz daha kılsın.» buyurdular.
68- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şey be ile Amru'n-Nâkid rivayet ettîîer. Dediler ki: Bize
Abdullah b. tdrîs, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Besû-Hillah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Cuma'dan sonra namaz
kılacaksanız dört rek'ât kılın.» buyurdular.
Amr kendi rivayetinde
şu ibareyi ziyâde etmişdir: «İbni İdris dedi ki:
(Süheyl şunları
söyledi: Eğer seni her hangi bir şey acele ettiriyorsa, mescide!e iki rek'at
namaz kıl; evine döndüğün zaman iki rek'at daha
69- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir rivayet etti. H.
Bize Amru'n-Nâkıd ile
Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Süfyân'dan rivayet
etti. Cerîr ile Süfyân'ın ikisi birden Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etmişler. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve SeV.em):
«Sizden her kim
cumâ'dan sonra namaz kılacaksa dört rek'ât kılsın.» buyurdular.
Cerîr'in rivayetinde:
«Sizden.» tâbiri yokdur.
70- (882) Bize
Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Leys
"haber verdi. H.
Bize Kuteybe de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Nâfi'den, o da Ab-dullah'dan naklen
rivayet etti ki Abdullah cumâ'yı kıldımı mescidden giderek evinde İki rek'at
namaz ki;ar sonra :
«Resûlullah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) böyle
yapardı, dermiş.
71- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e Nâfi'-den duyduğum, onun da
Abdullah b. Ömer'den naklettiği şu hadîsi okudum: Abdullah, Resûlullah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in nafile namazını tavsif ederek, şöyle demiş:
«Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) cuma namazından sonra mescidden ayrılmadıkça (nafile) namaz
kılmazdı. Sonra evinde iki rek'âf namaz kılardı.»
Yahya : «Zannederim
sonra kılardı, diye okudum; yahut: Yüzde yüz öyle okudum.» dedi.
72- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe ile Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr rivayet ettiler.
Züheyr dedi ki: Bize Siifyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Arar,
Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallcthü Aleyhi ve Seîlem) cuma "ti an sonra iki rek'ât namaz
kılarmiş.
73- (883)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, İbni
Cüreyc'den rivayet etti. Demiş ki: Bana Ömer b. Atâ' b. Ebi'l-Huvâr haber verdi
ki Nâfi' b. Cübeyr, kendisini Sâib ibni Uht-i Nemir'e göndererek Muâviye'nin
namaz hususunda onda gördüğü bir şey'i sordurmuş. Sâib şu cevâbı vermiş:
«Evet, ben onunla
birlikde Maksûre'de cuma namazını kıldım. İmam selâm verince ben olduğum yerde
ayağa kalkarak namaz kıldım. (Muâvi-ye) içeriye girince bana:
— Bir daha böyle
yapma! Cumâ'yı kıldığın vakit konuşmadıkça yahut oradan çıkmadıkça ona başka
namaz ekleme. Çünkü Kesûlüllah (SalMlahü Aleyhi ve Seltem) bize, bunu (yani
)konuşmadıkça yahut mescıdden çıkmadıkça hiç bir namazın, başka namaza
eklenmemesini emretti dıye^ıaber gönderdi.»
(...) Bize
Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haccâcu bunu Muhammed rivayet
etti. Dedi ki: İbni Ciireyc: Bana Ömer b. Ata' haber verdi ki, Nâfi' b. Cübeyr,
kendisini Sâib b. Yezîd İbni Uht-i Nemir'e göndermiş... diyerek hadisi yukarki
hadîs tarzında rivayet etti. Şu kadar var ki Arar (burada) :
«Selâm verince olduğum
yerde ayağa kalktım.» demiş: «imam»! zik-retmemişdir.
Bu hadîslerin bâzıları
cuma namazından sonra dört rek'at, bâzıları da iki rek'at sünnet kılınacağına
delâlet etmektedirler.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîslerin cumâ'nm farzından sonra sünnet kılmanın müstahab olduğu ve sünneti
kılmağa teşvik olduğu gibi sünnetin en az iki. en çok da dört rek'at
kılınacağına tenbih vardır. Yâni Resû-lüllah
(Sallallahü A leyhi ve Selîem) :
Biriniz cumâ'dan sonra
namaz İcılacaksa, Dört rek'at olarak kılsın; buyurmakla sünnetin dört rek'at
kılınmasına tembih buyurmuş, emir sî-gasi ile de buna teşvîkde buluntnuşdur.
(Sizden kim namaz
kılacaksa...} buyurması, bu namazın vâcib değil; sünnet olduğuna tenbîh
içindir, ört rek'atı faziletinden dolayı zikretmiş, bazen de sünnetin en az iki
rek'at kılınacağını beyân için, onu iki rek'at kılmışdır. Malûmdur ki
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ekseri vakitlerde cuma namazının
sünnetini dört rek'at olarak kılardı. Çünkü dört kılmayı bize de emir buyurmuş;
teşvîkde bulunmuşdu. Emrettiği bir hayrı işlemeğe kendisi elbette herkesden
ziyâde rağbet ve hırs gösterir ve bu husûsda herkesden evlâdır.»
Babımızın (71
numaralı) hadîsinde râvî Yahya 'nın: «Zannederim sonra kılardı, diye okudum.
Yahut: Yüzde yür öyle okudum.» demesi. «Sonra kılardı.» ifâdesini okuyup
okumadığında tereddüt ettiğindendir. Aficak buradaki tereddütü zan ile yakîn
arasındadır. Yâni bu kelimeyi ya yüzde yüz okudum, yahut okuduğumu
zannediyorum, demek istemişdir. Yahya büyük bir âlim ve hafız olmakla beraber
pek ziyâde verâ' ve takva sahibi olduğundan bir çok hadîslerin lâfızlarında
şüphe edermiş. Hattâ Ka adı İyâz'in beyânına göre kendisine «şekkâk» yâni şüpheci Yahya
derlermiş.
Maksure : Mescidin
içine yapılan odacıkdır. Bunu ilk defa ihdas eden Hz. Muâvİye
olmuşdur.
1- İbni
Battal'm beyânına göre ulemâ cumâ'nm farzından sonra kılınacak sünnet hususunda
ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki :
a) Ulemâdan
bir taifeye göre cumâ'nın farzından sonra herkes evinde ikişer rek'at sünnet
kılar. Bu kavil Ömer ve Imrân b. Huşa
y n (Radiyallahû anhûma) ile
İbrahim Nehaî 'den rivayet
olunmuşdur.
İmam Mâlik: «İmam
cumâ'yı kıldırdıktan sonra mescidde sünnet kümamahdır. Zira Resûlüllah (Sallaiiahü
Aleyhi ve SeUem)'in cumâ'dan sonra mescidden ayrihrdığı, orada sünnet
kılmazdığı rivayet olunmuşdur. Cemâatin dahî farzdan sonra dağılmalarını,
mescidde nafile kılmamalarını dilerim. Fakat kılarlarsa caizdir.» demişdir.
b) Bâzılarına
göre, cumâ'nın farzından sonra evvelâ iki, sonra dört rek'at sünnet kılınır. Bu
kavil, Alî b. Ebî Tâlifo, Abdullah
b. Ömer ve Ebû Mûse'l-Eş'arî (Raâiyallahû anhûm) ile
Atâ' Süfyân-ı Sevrî
ve Hanefiîler 'den İmam Ebû Yûsuf 'un mezhebleridir. Yalnız İmam Ebû
Yûsuf'a göre cumâ'nm farzından sonra evvelâ dört, sonra iki rek'at sünnet
kılınır.
İmam Şafiî: «Bir kimse
cuma namazından sonra ne kadar çok nafile kılarsa, bence o kadar makbul bir
amel olur.» demişdir.
c) Diğer bir
takım ulemâya göre, cumâ'nın farzından sonra bir selâmla dört rek'at sünnet
kılınır. Bu kavil İbnİ Mes'ûdl
(Radiyallahû anh) ile Alkame ve İbrahim Nehaî 'den rivayet olunmuşdur.
İmam A'zam ile İshâk b. Râhuye 'nin mez-hebleri de budur.
Mezkûr taifelerin her
birine delîl olacak hadîsler rivayet edilmişdir.
2- ÜIü'l-Emir
lüzum görürse mescide maksure yapmak câ-?zdir. Kaadı İyâz'm beyânına göre:
Maksurede cuma namazı kılmak ihtilaflı bir mes'eledir. Sele fin bir çokları
bunu caiz görmüş ve maksure içinde cuma kılmışlardır. Hasan-ı Basrî, Kaasim b.
Muhammed, Salim ve diğer ulemâ bunlar meyânın-dadır,
Abdullah b. Ömer
(Radiyallahû anh) ile Şa'bî, îmam Ahrned b. Hanbel ve İshâk b. Râhuye maksure
içinde cuma namazı kılmayı kerîh görmüşlerdir. Hattâ îbni Ömer (Radiyatlahû
anh) cuma ezanı okunurken maksurede bulunursa, namazı kılmak için mescidin
İçine çıkarmış.
Bâzıları : «Maksurenin
içine girmek için herkese izin verilmişse, onun içinde cuma kıîmabilir. Fakat
maksure yalnız bâzı kimselere mahsûs olup, başkalarının girmesine müsaade edilmezse
içinde cuma kılınamaz. Çünkü cami' hükmünden çıkmişdır.» derler.
3- Nafile
namazları kılmak için yer değiştirmek
müstehabdır. Mümkünse onları evde kılmak; değilse farz kılınan yerden başka
tarafa çekilerek kılmak efdaîdır .Bu suretle hem secde yerleri çoğaltılmış, hem
de nafile namazın şekli, farzdan ayrılmış olur.
4- Farz ile
sünnet namazların arası, konuşmakla daayrılabilir, lâkin arzetiiğimiz
sebeplerden dolayı yer değiştirmek sureti ile ayırmak daha faziletlidir.
[1] Sûre-i cum'a âyet 9.
[2] Künyesi Ebû Abdirrahmândir. Hz. Ömer'in torunudur. Hişâm b. Abdilmelik zamâmnda Medîne'de
vefat etmişdir.
[3] Bundan önceki rivayette zikri geçen Abdullah b.
lbrâhîm b. Kaariz ile bu rivayetteki İbrâhîm b. Abdillâh b. Kaajİz ayni
şahıstır. "İbni Maîn burada Zührî*nin hata ettiğini löylemiştir.
[4] Ebû Alî Humeyd b. Mes'adete'l-Bâhilî: (2-244)
Basralidır, Müslİmin râvîl dendir.
[5] Ebü Bisr Sclemetü'bnü Al kamet e't-Temîmî: Basralıdır,
sahîheyn râvîlerinde
[6] Ebû Muhammed Hasan b. Ayyaş: Kûfelİ âzâdlılardandir. MUslimin râvîlcrin-dendtr.
[7] Ebû'l-Hâris Ya'lâ b. Haris EI-Muhâribî: Kûfeüdir.
Sahîheyn râvîlerindendir
[8] Sûre-i Cumua âyet 11.
[9] Müslim'in
râvîlerindendir. Namaz hakkında hadîs rivayet etmişdir.
[10] Medînelidir. MÜslimin râvîlerindendir
[11] Ebü Ümeyye Amr b.
Saîd b. Âs El-Kureşî El-Emevî : Hz. Osman'dan hadîs rivayet etmiştir.
[12] Küfelidir. Namaz ve zekât hakkında babasından hadîs
rivayet etmiştir
[13] Ebû Abdillâh Abdülazîz b. Rufey* El-Esedî: Mekke'İi
olyp, Kûfe'ye yerleşmiştir Sahîheyn râvîl e rintleridir.
[14] Mekkelidir. Sahîheyn râvîierindendir.
[15] Sûre-i Zuhruf âyet 77.
[16] Medîne'lilerden sayılır. Müslimİn râvîlerindendir
[17] Medînelidir. Müslîmin râvîlerindcndır.
[18] Sahâbiyyedir.
Resûlüllah (S. A.
V.) den hadîs
rivinel
[19] İstilâm : Hacer-i Esved'i öpmek yahut eliyle ona
dokunarak elini öpmekdir. Hacer-ı Esved'inbulıınduğu köşeye rükn-i yamânî
derler. Hadîsdeki rükünden murâd: Kabe'nin rükn-i yamânî adı verilen Hacer-i
Esved kösesi olacakdır.
[20] Ebû Râfi'in
ismi Eslem'dir. Resûlüllah (S.A.V.)'in azaltılısı idi.
[21] Mesrûk-u Hemdânî'nin
kareli oğludur, Küfelidir.
Sahİheyn râvilerindendİr
[22] Ş^üsjimin râvîlerindendir.
[23] Müstimin râvîlen'ndendir.
[24] Ebû Esed Muhavvel b.'Râşid: Mücâhid'in
kardeşidir. Buna Muhavvel b.
Ebî'l-Mııcâhid dahî derler. Küfeli azatlılardandır.
[25] Ebû Abdillâh Müslim-i Batin b. Ebi İmrân : Sahîheyn
râvîlerindendir.