(HAYZ BAHSİ). 3

1- Hayzlı Kadına Gömlek Üzerinden Mübaşeret Babı. 3

Hadisi Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır. 4

2- (Hayzlı Kadınla Bir Yorgan Altında Yatma Babı). 5

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 5

3- Hayızlı Kadının Kocasının Başını Yıkayıp Taramasının, Cevazı, Artığının Temizliği, Kocasının Onun Kucağına Yaslanarak Orada Kur'an Okumasının Cevazı Babı. 6

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 8

(Mezi Babı). 9

Hadis-i  Şeriften  Aşağıdaki  Hükümler  Çıkarılmıştır. 10

5 - Uykudan Uyanınca Yüzü ve Elleri Yıkama Babı. 10

6- Cünüp İken Uyumanın Cevazı;( Uyku İçin Abdest Almanın, Yemek İçmek Yahut Uyumak veya Cima' Etmek İstediği Zaman Cima' Uzvunu (Yıkamanın Müstahab Oluşu Babı). 10

Hadisi Şerifin Muhtelif Rivayetlerinden Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır. 12

7- Meni Gelmekle Kadına Yıkanmanın Vacib Olması Babı. 14

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:. 16

8- Erkekle Kadın Menilerinin Sıfatını ve çocuğun Her İkisinin Menisinden Halk Olunduğunu Beyan Babı. 16

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir. 18

9- (Cünüblükten Yıkanmanın Sıfatı Babı). 18

Hadisi  Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır. 19

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 20

10- Cünüplükten Yıkanırken Müstahab Olan Su Miktarı ve Aynı Haldeki Erkekle Kadının Bir Kaptan Yıkanması, Birbirlerinden Artan Su İle Yıkanmaları Babı. 21

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 22

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder :. 23

Ebü Ömer Bu Hususta Beş Mezheb Olduğunu Söylüyor. 24

Hadis-i Şeriften Ulema İki Hüküm İstinbat Etmişlerdir. 25

11- Başa ve Diğer Yerlere Suyu Üç Defa Dökünmenin Müstahab Oluşu Babı. 26

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 26

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 27

12 - Yıkanan Kadının Peliklerinin Hükmü Babı. 27

13- Hayzdan Yıkanan Kadının Kan Gelen Yere Bir Perça Misk Sürmesinin Müstehap Oluşu Babı  29

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 31

14- Müstehaze, Müstehazenin Yıkanması ve Namazı Babı. 31

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 33

15- Hayızlı Kadına Namaz Değil Yalnız Orucun Kazası Vacip Olması Babı. 35

16- Yıkanın Kimsenin Elbise ve Ona Benzer Bir Şeyle Örtünmesi Babı. 36

Hadisi Şerif Muhtelif Rivayetleri İle Şu Hükümleri İhtiva Eder. 37

17- Başkalarının Avret Yerlerine Bakmanın Haram Kılınması Babı. 37

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:. 38

18- Tenhada Çıplak Yıkanmanın Cevazı Babı. 39

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 40

19- Avret Yerini (Açılmaktan) Korumaya Dikkat Gösterilmesi Babı. 40

Hadisi Şerif Şu Faideleri İhtiva Eder. 41

20- Kazay-ı Hacet İçin Örtülecek Şey  Babı. 42

21- «Sü Ancak Sudan Dolayı İcab Eder» Hadisi Babı. 42

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 43

Hadis-i Şeriften  Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 45

22- Şu Ancak Sudan Dolayı Vacib Olur Hadisinin Neshi ve Sünnet Mahallerinin Birbirlerine Kavuşması İle Guslün Vacib Olması Babı. 45

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 46

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 48

23- Ateşte Pişen Şeylerden Abdest Lazım Gelmesi Babı. 48

24- Ateşte Pişen Şeylerden Dolayı Abdest Lazım Gelmesinin Neshi Babı. 49

Yukarıki Hadislerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 51

25- Deve Eti Yemekten Abdest Lazım Gelmesi Babı. 51

26- Abdestli Olduğunu Yakinen Bilen Bir Kimse Sonra Abdestinin Bozulduğundan Şüphe Etse O Abdestle Namaz Kılabileceğinin Delili Babı. 52

Babımız Hadisinden Murad. 53

Hadisten Çıkarılan Hükümler. 53

27- Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Babı. 54

28- Teyemmüm Babı. 56

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 59

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler. 62

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 63

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder. 64

29- Müslümanın Necis Olmıyacağına Delil Babı. 64

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 64

30- Cünüplük Halinde ve Diğer Hallerde Allah Tealayı Zikir Babı. 65

31- Abdestsizin Yemek Yemesinin Cevazı, Bunda Hiçbir Kerahet Bulunmadığı ve Abdest Almanın Hemen Vacib Olmadığı Babı. 66

32- Helaya Girmek İsteyenin Ne Okuyacağı Babı. 67

Hadisten Çıkarılan Hükümler. 67

33- Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Babı. 68

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır. 68


(HAYZ BAHSİ)

 

Bu bahisde hayzm bâzı ahkâmı görülecektir. Hanefîlere göre hayzın en az müddeti üç gün üç gece en çok müddeti de on gün on gecedir, Üç günden az ve on günden çok gelen kan hayız değil, istihâza yâni hastalık kanıdır. Şafiîlere göre hayzm en azı bir gün bir gece, en çoku on beş gün­dür. Mâlike göre ise en azı kanı görecek kadar zamandır velev bir saat olsun.

 

1- Hayzlı Kadına Gömlek Üzerinden Mübaşeret Babı

 

1- (293) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshak b. İbrahim rivayet ettiler. İshak: Bize haber verdi tâbirini kullandı. Öteki­ler: Bize Cerir Man sûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Aişe-den naklen rivayet etti. dediler. Aişe   (Radıyaîlahu Anhâ)   şöyle   demiş:

«Bizden, birimiz hayzıni gördüğü zaman Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona emreder o da bir peştamal kuşanır sonra ona mü­başeret eylerdi.

 

2- (.,.) Bize yine Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Ali b. Müshir Şeybani'den rivayet etti. H.

Bana Ali b. Hucur es-Sa'dî dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk, Abdurrahman b. Esved'den o da babasından o da Âişe'den naklen haber verdi. Şöyle de­miş.

«Bizden birimiz hayızh olduğu zaman Resulüllâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) ona hayızmm şiddetli zamanında peştamal kuşanmasını emre­der; sonra ona muhaşeret eylerdi. Sizin hanginiz Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   gibi nefsine malik olabilir!..»

 

3- (294) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid b. Abdiîlâh Şeybani'den o da Abdullah b. Şeddâd [1] dan, o da Meymûne'-den naklen haber verdi. Şöyle demiş: «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   kadınlarına hayızh iken gömlek üzerinden mübaşeret eylerdi»

Bu hadisi Buhârî «Kitâbu'l Hayz» da EbûDâvûd, Tirmîzî, Nesâî ve İbni Mâce Kitâbu't - Tahâre» de muh­telif râvilerden muhtelif lâfızlarla tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetleri hayzın ahkamını bildirmektedir.

Hayz: Lûgatta akmak manasınadır. Bazıları çıkan kan manasına gel­diğini Söylemişlerdir.    Şeriat İstılahında:    Küçük ve hasta olmayan bir kadının rahminin dışarıya attığı kandır. Lisanımızda buna aybaşı hali yahut âdet görmek denilir. Âdet halindeki kadına araplar «hâiz» derler. Fasih ve meşhur olan lûğât budur. Kelime müerinese sıfat olduğu halde sonuna niçin müennes alâmeti olan (tâ) getirilmediği Nahiv ulemâsı ara­sında ihtilaflıdır. İmâm Halil b. Ahmed'e göre bu kelime fiîl mânâsında kullanıldığı için ism-i mensup hükmündedir. Sibeveyhe göre müzekker bir mevsûfun sıfatı olup mevsufu mahzûftur. Şey, insan yahut şahıs diye takdir edilir. Yanî «insanün hâidûn» yahut «şahsım hâi-dun» takdirindedir. Küfe ulemâsının mezhebine göre ise bu sıfat kadın­lara mahsus olduğu için sonundan müennes alâmeti atılmıştır. Fakat Kü-fe'lilerin mezhebine itiraz edenler vardır. Çünkü hem müennese hem müzekkere sıfat olduğu halde sonundan müennes alâmeti atılan bazı kelimeler vardır.

Ezherî hayzi : «Bulûğa eren kadın rahminin mu'tâd vakitlerde rahimin dibinden attığı kandır.» diye tarif eder.

Kerhî: «Hayz bir kandır ki; çıktığı andan itibaren onunla kadın bu­lûğa erer» demektedir. Daha başka tarifler de vardır. 

İstihâza: Kadın rahminden vakitsiz olarak gelen kandır. Hanefî-lere göre istihâza kadından üç günden az yahut on günden çok gelen kan­dır. Buna biz hastalık kanı deriz.

Cümlesindeki «kâne» fi'linin müzekker olarak kullanılması Nahiv imamlarını bir hayli meşgul etmiştir. Rivayet bu şekilde sahihtir. Sîbe-veyhe göre bazı araplar cümlenin faili müennes olduğu halde fi'li müzek­ker kullanırlar. Meselâ  derler. Bunu Nahiv imamlarından

Ebu'l Hüseyin b. Harûf dahi nakletmiştir. Dîğer Nahiv ulemâsı buradaki kâne'nin şan ve kıssa manâsına geldiğini söylemişler­dir. Bu takdirde cümlenin manâsı: «Kıssa şu ki: birimiz hayzini gördüğü zaman Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona emrederdi» demek olur. Bu günkü arap gramercileri «kâne» yi doğrudan doğruya lisânımız­da olduğu gibi yardımcı fiil kabul ederler. Bu takdirde hadisteki kâne «emere» fiilinin yardımcısı olurki «Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   emrederdi» mânâsına gelir.

Mübaşeret: Teni tene değdirmektir.

îttizâr : Gömlek giymek peştemal veya çarşaf gibi bir şeye bürünmek demektir. Burada ondan murad göbekten diz kapağın altına kadar olan yerleri Örtmektir. Hadisteki hayızın fevrinden murâd: Hayz kanının en şiddetli ve çok geldiği zamandır.

İrb : Cima' âletinden kinayedir. Bâzıları bu kelimeyi «erab» şeklinde rivayet etmişlerdir. Erab; Hacet demektir. Bundan murâd cima' arzusu­dur. Bu takdirde hadisin mânâsı: «Sizin hanginiz nefsine mâlik olurda böyle bîr muhaşeret esnasında haram irtütâb etmekten yani hayız ha­lindeki o kadınla cima'dan kendini koruyabilir» demek olur.

Hattâbî bu rivayeti kabul etmiş birinci rivayeti ihtiyar eden hadis ulemâsını ayıplamıştır.

 

Hadisi Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Hayızlı kadına mübaşeret caizdir. Mübaşeret erkeğin teni kadı­nın tenine dokunmaktır. Bu kelime cima' mânâsına da gelirse de burada bilicma' teni tene dokundurmak manasınadır. Hayızlı kadına mübaşeret üç şekilde tasavvur olunabilir.

a) Hayızlı kadına cima' etmekle olur. Bu bilicma' haramdır. Hattâ bunun helâl olduğuna îtikad eden kâfir olur. Haram olduğunu bilerek ya­pan büyük günah işlemiş olur. Böylesinin Allah'a tevbe ederek bir daha bu işi yapmaması gerekir. Keffâret lâzım gelip gelmiyeceği ulemâ arasın­da ihtilaflıdır. Bâzılarına göre keffâret vermesi lâzımdır. Katâde , Evzâî, Ahmed b. Hambel, İshak ve eski mezhebine gö­re İmam Şafiî 'nin kavilleri budur. Şafiî 'nin yeni mezhebine göre keffâret lâzım değildir. Hanefilerle Ekseri ulemânın kav-]ide budur. Şafiîlerden Nevevî diyorki: «Hayız halindeki cima'ın helâl olmadığına îtikad eden bir kimse onu unutarak yahut hayız hali olduğunu bilmeyerek yahut o hâlde cima'ın haram olduğundan biha­ber bulunarak veya cima';ı mecbur edilerek yapsa o kimseye günah ve kef­fâret yoktur. Eğer hayz halinde olduğunu ve bu halde cima'ın haram kı­lındığını bildiği halde kasten yaparsa ma'siyet irtîkâb etmiş olur. Onun büyük günah olduğunu Şafiî nassan bildirmiştir. O kimseye tevbe vâcib olur. Keffâret vacip olup olmaması hususunda iki kavil vardır. Bun­ların esah olanına göre o kimseye keffârat lâzım değildir. Üç mezhep ima­mının yani Ebû Hanjfe, Mâlik ve Ahmed b. Hanbe1in ve cumhur-u selefin kavilleride budur. Seleften At â' İbni Ebi Müleyke, Şa'bi, İbrahim Nehaî, Mekhûl, Zühri, Ebu'z-zinâd, Rabîa, Hammâd b. Ebi Süleyman, Eyyub-u Sahtiyâni, Süfyan-ı Sevri ve Leys b. Said   (Rahimehûmûllah) bunlar meyanındadır.

Şafiî 'nin zayıf olan eski kavline göre keffâret lâzımdır. Bu kavil İbni Abbâs (Rcıdiyallahıı anhiimâ) ile    Hasan-ı   Basri, Saîd b. Cübeyr, Katâde, Evzâî ve İshak 'tan da rivayet olunmuştur. Bir rivayete göre İmam Ahmed b. Hambelin kavlide budur. Bu zevat keffâretin ne olacağı hususunda ihtilâf etmişler­dir. Hasan-ı Basrî, Saîd b. Cübeyr ve diğerlerine gö­re bu cima'm keffâreti ya bir altın yahut onun yarısıdır. Bir dinar keffâ­retin hayızm evvelinde, yarım dinarın hayzm sonunda yahut bir dinarın hayzın şiddetli zamanında, yarım dinarın hayız bittikten sonra lâzım ge­leceği meselesi dahi aralarında İhtilaflıdır. Delilleri: İbnî Abbas (Radiyallahu anhiimâ) dan merfu' olarak rivayet edilen:

«Her kim hayz halinde karısına yakınlık ederse, bir altın yahut yarım altın tasadduk etsin.» mealindeki hadistir.

Fakat bu hadis bilittifâk zayıftır. Doğrusu keffâret lâzım gelmemek­tir.

b) Göbeğin üst tarafına ve dizden aşağıya öpmek dokunmak veya sarmaşmak sureti ile yapılan mübaşerettir. Bu bilicma' helâldir. Yalnız Ubeydetü's  - Selmanî   ile     diğer bazılarından bu  yerlerin  hiç birine mübaşeretin caiz olmadığı rivayet edilmişsede bu rivayet şaz ve münkerdir.   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemjin gömlek üze­rinden mübaşerette bulunduğunu bildiren sahih    hadisler bunu reddet­mektedir.

c) Ön ve arkaya olmamak şartiyle göbekle dizler arasına yapılan mübaşerettir. İmâm A'zâma göre bu haramdır. Bir rivayete gö­re İmam Ebû Yusuf 'un   Kavlide bu olduğu gibi Şafiî1erce sahih olan kavilde budur Mezkûr kavil   İmam Malik 'ten­de rivayet olunur. Ulemâdan Saîd b. el-Müseyyeb, Kaadi Şüreyh, Tavus, Atâ', Süleyman b. Yesâr, Katâde gibi bir nice zevat dahi bu kavli tercih etmişlerdir. Hanefî-lerden İmâm-ı-Muhâmmedle bir rivayette İmam Ebû Yûsuf 'a   göre yalnız kan gelen yerlerden korunmak suretiyle müba­şeret caizdir.   îkrime   ile   Mücahid,   Şa'bî,   İbrahim Nehaî,   Hakem,   Süfyân'ı   Sevri,   Evzâî,   Ahme-d b.   Hambel,   İshâk   b.   Râhuye, Ebû Sevr, İbnî'l Münzir ve Dâvûd-u Zahirî 'nin mezhebleride budur. Bu kavil delil itibarı ile sair kavillere nazaran en kuvvetli kavildir.  Zîra Enes (Radiyallahu anh)  hadîsinde:

«Her şeyi yapın, yalnız cima1 müstesna.»   Duyurulmuştur.

Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in gömlek üzerinden mü­başereti  bu işin  müstehab  olduğuna  hamledilmiştir. İmam Muhammedin kavli Hz. Ali, İbni Abbâs ve Ebû Ta1ha (Radiyallahu arihüm) hazeratmdanda nakledilmiştir. Kurtubî'nin Mücâhid 'ten rivayetine göre cahiliyet devrinde Araplar hayz-lı kadınlara arkadan cima'da bulunurlarmış. Hıristiyanlar hayızlı kadın­lara cima' eder yahudilerle mecûsiler ise bilâkis o halde kadınlardan, son derece uzak kalır; hattâ hayz kesildikten bir hafta sonraya kadar onlara yaklaşmazlar; kitaplarının emri bu olduğunu söylerlermiş.

2- Mübaşeret halinde kadının mutlaka bir şeyle örtünmesi lâzımdır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n)   Âişe (Radiyallahu Anhâ) ya bunu emretmiştir. Maksat kadının cima'dan korun­masıdır.

3- Mübaşeret ancak o halde cima' etmiyeceğine    itimadı olanlara caizdir. Nefsine itimadı olmayana mübaşeret de caiz değildir. Zira bir hadis-i şerifte varid olduğu üzere korunan bir yerin etrafında dolaşan çobanın koyunlarını oraya kaçırması işten bile değildir. Şafiî 'lerden bazısının kavli de budur. Nevevî bu kavli beğenmiştir.

4- Hadis-i Şerifte gömlek giymenin hayzın şiddetli zamanı ile tak-yîd buyurulması onun iptidası ile devamı arasında fark olduğuna delil­dir. Nitekim îbni Mâce 'nin «Sünen» inde  Hz. Ümmü Selem e (Radiyallahu Anhâ) dan rivayet ettiği bir hadiste   «Resulül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kanın şiddetli geldiği üç gün zarfında ko­runur ondan sonra mübaşerette bulunurdu» denilmesi de bunu gösterir.

Nevevî'nin beyânına göre kadın hayzı kesilip yıkanmadıkça ya­hut teyemmüm etmedikçe cima* haramdır. Mübaşereti haram sayanlara göre onun hükmü de budur. İmam Mâlik ile îmâm Ahmed ve diğer bir çok ulemâ dahi buna kaail olmuşlardır. İmam A'zama göre kan hayz müddetinin son haddi olan on günde kesilirse yıkanmadan cima'a dahi helâl olur.

Übbî diyor ki: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in zevce­lerine mübaşeret yapması nefsânî şehvetini tatmin için değil onun caiz olduğunu göstermek içindir. Mübaşereti zevcelerinin her birine yapması onun yayılıp şüyu' bulmasını ifade eder. Nitekim çok kadınla evlen­mesinden maksat da ahkâmı neşrederek belletmekti. Çünkü zevcelerin­den her biri gördüğünü ümmete haber verecekti...» Bundan sonra Übbî her kocanın ailesine kızlarına ve hizmetçilerine öğretmesi gerekti­ğini tenbih ederek fürûat kabilinden bir çok meseleleri ele almış ve on­ları misallerle izah etmiştir. Biz sözü daha fazla uzatmamak için onları buraya nakletmedik. Ancak mes'ele Übbînin dediği gibi pek mühimdir. Anne ve babaların nazar-ı dikkatini celb eder kendilerine:

«Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden mes'ulsünüz.» hadis-i Şerifi ile Teâla hazretlerinin:

«Ey iman edenler!     Kendinizi ve aile efradınızı  cehennemden  koru­yun!..» ayet-i kerimesini hatırlatırız.

 

2- (Hayzlı Kadınla Bir Yorgan Altında Yatma Babı)

 

4- (295) Bana Ebu't-Tâhîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb, Mahrama'dan rivayet etti. H.

Bize Harun b. Said el-Eylî ile Ahmed b. İsa da rivayet ettiler. Dediler-ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahreme babasından, o da İbni Abbâs'ın azatlısı Küreyb'den naklen haber verdi. Küreyb [2] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Meymûneyi şöyle der­ken İşitmiş:

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben hayzlı iken benimle be­raber yatardı. Aramızda bir elbise bulunurdu.

 

5- (296) Bize Muhammed   b. el-Müsennâ rivayet etti.    (Dedi ki) :

Bize Muâz b. Hîşâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Yahya b. Ebi Kasîrden rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Selemetü'bnü Abdirrahmân riva­yet etti. Önada Zeynep [3] binti Ümmü seleme rivayet etmiş. Önada Üm-mü Seleme [4] rivayet etmiş. Demişki: Bir defa ben Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) le beraber kadife bir çarşaf altında yatarken hayzı-mi gördüm hemen sıvışarak hayz esvabımı giydim. Resulüllah (Sallallafıü Aleyhi ve Sellem)   bana:

«Hayzını mı gördün?»   dedi.

«Evet» dedim. Müteakiben beni çağırdı ve onunla kadife çarşafın al­tında beraber yattım.

Zeyneb: «Ümmü Seleme ile Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüblükten dolayı ikisi bir kabta yıkanırlarmış» demiş.

Bu hadisi Buhar i «Kitâbu'l Hayz'ın bir iki yerinde ve «Kitâb't-Tahâre»de; Nesaî dahi «Kitabu't-Tahare»de muhtelif ravilerden tah-riç etmişlerdir.

Gerçi Ebu Dâvûd Hz. Aişe 'den buna muarız bir hadis rivayet etmişdir. O Hadiste Hz, Aişe: «Ben hayzımı gördüğüm za­man yataktan hasırın üzerine inerdim. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana yaklaşmazdı; ben de temizleninceye kadar ona yaklaşmaz-dım. demişsede de Aliyyû-1' Kaarî: İhtimal bu hadis mensuh-dur; diyor. İbni Kesir ise onun tenezzüh ve ihtiyata hamledil-diğini söylüyor. İbni Abbas (Radiyallahû anh) Hayz zamanında karısından uzaklaşirmış. Halası Meymûne (Radiyallahû anh) bunu duyunca; ona haber göndererek: «Sen Resulullahm sünnetinden yüz mü çeviriyorsun! Vallahi o hayızh kadınlarından biri ile yatar aralarında diz­leri geçecek kadar bir Örtüden başka bir şey bulunmazdı.» demiş

Hamile yahut hâmil: Saçaklı kadife demektir. Hadîsin bâzı rivayet-, lerinde kelimenin yerine «hamîsa» zikredilmiştir. Hamîsa dört köşeli ve iki çizgili çarşaftır. Bâzıları siyah ve kırmızı çizgili bir kumaş olduğunu'

söylerler.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Hayzh kadınla br yorgan altında yatmak Caizdir. Yalnız çıplak tenlerin göbekle diz arasında biri birine değmesine mani bir perde bulun­ması lâzımdır. Ulemânın beyânına göre gömlek üzerinden hayzh kadın­dan istifade edildiği gibi kadının mayiattan bir şeye elini sürmesi koca­sının başını taraması ekmek ve yemek pişirmesi gibi  şeylerde  mekruh değildir.

2- Kadının mu'tâd elbisesinden başka hayız için elbise kullanması müstahabdır.

3- Hayızh kadının teri temizdir. Gerçi Teâlâ Hazretleri: «Hayız hafinde kadınlardan uzak kalın!» buyurmuştur:

Fakat bunun mâ'nâsı, onlarla cima' etmeyin, demektir.

4- Hayızla nifâsın, namaz ve oruca mâni olmak mescide gireme­mek, kâbeyi tavaf edememek, kur'an okuyamamak, ve mushafa dokuna-mamak hususatmda hükümleri birdir. Burada her ne kadar nifastan bah-sedilmemişsede onun hakkında da bir çok hadisler vardır.

Nifas: Çocuk doğurduktan sonra gelen kandır. Azı için hudûd yoksada son haddi kırk gündür. Ondan sonra kan gelse bile hastalıktan dolayı ol­duğu için kadının namaz oruç gibi ibadetlerine manî değildir. Ekseri ule--mâ ve fukahânm kavilleri budur. Hasan-ı Basrî'den nifâslı kadının elli gün namaz kılamayacağı rivayet olunmuştur. Atâ' ise bu müddeti altmış güne çıkarmıştır.

 

3- Hayızlı Kadının Kocasının Başını Yıkayıp Taramasının, Cevazı, Artığının Temizliği, Kocasının Onun Kucağına Yaslanarak Orada Kur'an Okumasının Cevazı Babı

 

6- (297)  Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi kj: Mâlike İbni Şîhâb'daıı  duyduğum onunda  Urveden,  onunda  Amre [5] den, onunda Aişe'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum, Aişe şöyle "demiş:

«Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seîîem) îtikafe girdiği vakit başı bana yaklaştırır; bende onu tarardım. İnsanın hacetinden başka hiçbir ş< için eve girmezdi» demiş.

 

7 - (...)  Bize Kuteybetü'bnü Sa'id rivayet etti.   (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. Dedi ki: Bize Leys, İbni Şi-hab'dan, o da Urve ile Amre binti Abdirrahman'dan o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi ki Aişe şunları söylemiş :

«Ben  (îtikafta iken) hacet için eve girerdim. Evde hasta bulunduğu halde onun halini ancak geçerken sorardım. Resulüllah     (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) dahi mescidde (itikâfda) iken başını bana uzatır; bende saçını (hayzh olduğum halde) tarardım. Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfta iken eve ancak hacet için girerdi.»

İbni Rumh (hadisi) : «İtikâfta bulundukları zaman de  (ye tefsir et) mistir.»

 

8- (...) Bana Harun b. Sa'îd el-Eylî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris Muhnmmd b. Abdirrahman b. Nevfel [6] den o da Urvetü'bnü Zübeyr'den o da Peygam­ber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Aişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:

«Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)    kendisi  mücavir  iken   mes-cidden başını   bana çıkarır bende hayzh olduğum halde başını yıkardım.»

 

9- (...) Bize Yahya b. Yalıya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme Hişâm'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bize Urve Aişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş:

«Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ben hücremde iken başını bana yaklaştırır; bende hayzh olduğum halde onun başını tarardım.

 

10 — (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin b. Ali, Zâide'den, o da Mansûrdan, o da İbrahim'den, o da Eşved'-den, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aişe:

«Ben hayzlı iken Resulüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in başını yıkardım» demiş.

 

11- (298) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Yahya: Bize Haber verdi tabirini kullandı. Öte­kiler bize Ebû Muâviye*, A'meş'ten o da Sabit b. Ubeyt [7] ten, o da Kaasim b. Muhammed [8] ten o da Aişe'den naklen rivayet etti dediler, Aişe: «ResulüIIah   (Sallaltafıü Aleyhi ve Seîlem)    bana mescidden:

«Şu seccadeyi bana uzatıver.»   buyurdular. Ben hayzliyim dedim. Bunun üzerine:

«Senin elinde hayz yokfur.»  buvurdnioı-

 

12- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide Haccac ile Ebû Ganiyye'den, onlarda Sabit b. Ubeyt'ten o da Kaas-sim b. Muhammed'den o da Aişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«Bana     Eesulüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve Selle/n)   kendisine  seccadeyi uza ti vermemi mescidden emretti. Ben hayalıyım dedim. Bunun üzerine: «Sen onu bana uzat. Çünkü senin elinde hayz yokfur.»   buyurdular.

 

13- (299) Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Kâmil ve Muhammed b. Hâtım toptan Yahya b. Said'den rivayet ettiler. Züheyr dediki: Bize Yah­ya Yezid b. Keysan'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den nak­len rivayet etti. Şöyle demiş. Bir defa ResulüIIah (Salîaiiahü Aleyhi ve Seliem)   mescidde iken:

  «Ya Âişe! Bana elbiseyi uzat.» dedi. Aişe:

  «Ben hayzlıyım» dedi. Bunun üzerine:

— «Şüphesiz ki, senin elinde hayz yokfur.» buyurdular. Aişe de elbi­seyi kendilerine verdi.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbu'I-İ'tikâf»m muhtelif yerlerinde Ebû Dâvûd ile Tirmizî ve îbni Mâce «Kitabu's-Savm» da Nesaî   «Kitabu'I İ'tikâf»ta tahrîc etmişlerdir.

Hadisin bütün rivayetleri hayzlı bir kadının i'tikâfta bulunan kocası­nın başını taramak ve yıkamak ona seccade vermek gibi hizmetlerinde bulunabileceğini ve hayızlı kadının bedeni ile terinin temiz olduğunu gös­termektedir.

İ'tikâf: Lûgatta bir yerde durmak; iyi veya kötü birşey için nefsini hapsetmek mânâlarına gelir. Şeriat istilahmda ise; Allah'a ibadet niyeti ile nefsini mescidde hapsetmektir. İ'tikâfm sıfat ve ahkâmı inşaallah i'ti­kâf bahsinde görülecektir. İ'tikâfa giren kimseye mu'tekif derler. Hadîsin bir rivayetinde zikri geçen mücavirden murâd da budur.

Hamre: Seccade demektir. Nevevî'nin beyânına göre bundan murad* yüzünün secde edeceği yere serilen hasır veya kumaş parçasıdır. Hattâbî 'ye göre hamre yalnız başın secde edeceği yere değil tnitfün vücüde kâfi gelcek derecede büyük seccadedir. Ebû Dâvûd 'un İbni Abbâs (Radiyallahu anhümâ)dan rivayet ettiği bir hadis Hattabî 'nin kavlini te'yid eder.

ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) in insanın hacetinden başka hiçbir şey için eve girmemsinden murâd Zührî'nin beyânına göre büyük ve küçük abdest bozmaktır. Ulemâ bunların i'tikaf hükmün­den istisna edildiğinde müttefiktirler. Fakat hasta dolaşmak cuma ve ce­naze namazları gibi başka ihtiyaçlardan dolayı mutekifİn mescidden çıkıp çıkamayacağında ihtilâf etmişlerdir. Ashâb-ı kiramdan bazıları ile diğer bir takım ulemâya göre bu gibi ihtiyaçlardan dolayıda mescidden çıkabi­lir. Sevrî ile İbnî Mübarek'in mezhebleri budur. 'Bâzıları mu'tekifin kazâ-i Hacetten başka hiç bir sebeple mescidden çıkamıyacağına kaildirler. Tirmizî şöyle diyor: «Ulema bir şehirde cuma kılınan cami bulunursa o camiden başka yerde İtikâf yapılamıyacağını söylemiş­lerdir. Çünkü mu'tekifin bulunduğu mescidden çıkmasını mekruh görür­ler. Cuma namazını terk etmesine ise cevaz vermezler...»

İmam Ahmed b. Hambel: «Mu'tekif hasta dolaşamaz; cenaze arkasından gidemez, demiştir. İshak'a göre ise i'tikâfa girer­ken bu gibi şeyleri şart koşan onlar için mescidden çıkabilir.

İ'tikâfta bulunan kimsenin ilim meclislerine iştirak edip edemiyeceği dahi ihtilaflıdır. İmam Mâlik'e göre iştirak edemez, ve i'tikâfla alâkası olmayan hiç bir kurbette bulunamaz. Namaz kılan nasıl başka iba­detleri meşgul olamazsa mu'tekifin halide öyledir. Diğer ulemâya göre bu caiz hatta ilim meclislerine iştirak ederek ilimle meşgul olmak müsta-haptır. Çünkü tahsil-i ilim en makbul ibâdetlerdendir. Onlara göre mes­cidin şanına yakışan dikiş dikme gibi bir sanatla meşgul olmak ve mubah olan şeyler hususunda cemaatla konuşmakta caizdir. İmam Malik'-ten bir rivayete göre mu'tekif mescidde kendi sanatı ile meşgul olursa i'tikâfı bâtıl olur.   Han ef ilerin   «el-Bedâyi» namındaki fıkıh ki­tabında: «Mu'tekif abdest bozmaktan mada hiç bir ihtiyaç için gece veya gündüz mescidden çıkamaz yemek içmek uyumak, hasta dolaşmak ve ce­naze namazı kılmak içinde çıkamaz. Çıkarsa i'tikâfı bozulur.   Bu hususta kasten çıkmakla unutarak çıkmak arasında fark yoktur. Zorla çıkarılır. Veya mescid yıkılırda çıkar ve hemen başka bir mescide girerse istihsa-nen i'tikâfı bozulmaz» deniliyor. Bazıları    mu'tekifin beş şeyden dolayı mescidini değiştirebileceğini söylemişlerdir. Bunlar: Mescidin yıkılması, mescidin cemaati dağılarak oraya kimsenin gelmez olması, hükümet ta­rafından çıkarılması, zâlim tarafından çıkarılması ve mütegallibenin ca­nına veya malına kastetmelerinden korkması halleridir.

İmam Şafiî'ye göre kasten mescidden çıkmak i'tikâfı bozarsada unutarak çıkmak bozmaz. Ona göre yemek içmek için evine çıkmak dahi caizdir. Şafiî' imamlarından bazıları bunu caiz görmemiş bu mese­lede Han ef Herle birleşmişlerdir. Bu rivayetler kadının rızâsı ile ona başını yıkatmak; ekmek ve yemek yaptırmak gibi hususatın caiz ol­duğuna da delildirler. Bu babta icma vardır. Fakat kadının rızası olma­dan onu bu gibi hizmetlerde kullanmak caiz değildir. Çünkü kadının va­zifesi cima' hususunda ona itaat ve evi ne kapanıp oturmaktan ibarettir.

 

14- (300) Bize Ebû Bekr, b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler.  (Dedilerki) : Bize Vekî' Mis'arla Süfyan'dan, onlarda Mikdam b.

Şüreyc'den o babasından, o da   Âişeden naklen rivayet etti.    Âişe şöyle demiş:

«Ben hayz halinde ikn bir şey içer; sonra onu Peygamber (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) e verirdim. O da ağzını benim ağzımın değdiği yere koyarak içerdi. Ben hayızh iken kemiğin etini ısırır sonra onu Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ye Sellem} e verirdim. O da ağzını benim ağzımın değ­diği yere koyar  (ak ısırır) di» Züheyr:  «içerdi» cümlesini zikretmedi.

Ark : Üzerinde et bakiyyesi bulunan kemiktir. Kelimenin meşhur mânâsı budur. Bazılarına göre; bir miktar et demektir. İmam Ha­lil b. Ahmed'e göre ark etsiz kemik demektir. «Etearraku» kemi­ğin etlerini dişlerimle ısırırdım. Manasınadır. Hadis-i Şerif hayızh kadı­nın artığı ile bedeninin temiz olduğuna delildir. Bazıları İmam Ebü Yû­suf'a göre bedeninin necis olduğunu söylemişlersede bu rivayet doğru de­ğildir.

 

15- (301) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâ-vûd b. Abdurrahman el-Mekkî [9], Mansur'dan, o da annesinden, o da Aişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:

«Ben hayızh iken Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} kucağıma yaslanır da kur'an okurdu»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-Hayz» ile «Kitabu't Tevhidi» de Ebû Dâvûd, Nesâ-i veîbni Mâce dahi «Kitabu't-Ta-hare» da muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir. cümlesi    şeklinde de rivayet

olunmuşsada Kurtûbî bunun doğru olmayıp bir vehimden ibaret olduğunu söylmiştir. Buhârî 'nin rivayetinde: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başı benim kucağımda olduğu halde kur'an. okurdu» denildiğine göre buradaki yaslanmadan murad da başını onun dizine koy­ması olacaktır. Safi î'lere göre mu'tekif mescidde su bulanmazsa su içmek için dışarıya çıkabilir. Su bulursa bir kavle göre yine çıkabilirsede esah olan kavle göre çıkamaz. Nevevî : «Vacip olan i'tikâfta mu'­tekif hasta dolaşamaz, cenaze için de çıkamaz. Veîevki cenaze vazifesi alettayin ona düşsün; ama vacib olmayan i'tikâfta hasta dolaşmak ve ce­naze namazı kılmak caizdir» diyor. Ancak Şafiî 'lerden bazıları bu­na itiraz ederek bu gibi şeylerden dolayı nafile i'tikâftan da çıkılamı-yacağını söylemişlerdir. Bu mesele hakkında Şafiî1er dört hal mü­lâhaza ederler.

1- Hasta dolaşmak ve cenaze namazı kıldırmak gibi vazifeleri te-hammül ve edâ alettayin mu'tekife teveccüh etmez;

2- Tehammülü mu'tekife düşer fakat edası ona teveccüh etmez. Bu iki halde mu'tekifin mescidden çıkması i'tikâfmı bozar.

3- Vazifenin tehammülü değilde edası mu'tekife teveccüh eder. Bu haldede mescidden çıkmakla i'tikâf batıl olur.

4- Vazifenin hem tehammülü hem edası mu'tekife teveccüh eder.

Bu halde Mescidden çıkmak î'tikafı bozmaz.

«Mescidden bana elbiseyi uzat!»  buyurdu» cümlesindeki «mescid­den» sözü   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kavline mü­tealliktir. Yani bana söylediklerini mescidden söyledi demektir. Bazıları bu sözün: «Bana mescidden bir seccade ver» mânâsına geldiğini iddia ede­rek hayzlı kadının bedeninde necaset olmamak şartiyle bir hacetten dola­yı mescide girebileceğini söylemişlersede bu doğru değildir. Çünkü Peygam'be r (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) zaten mescidin içinde idi. Aişe (Raâıyallahu Anhâ)dk kendi hücresinde bulunuyordu ve hayz ha­linde idi. Onun özür beyân ederek seccadeyi vermek istememesi hayz ha­linde kolunu mescide uzatmaktan çekindiği içindir. Eğer   Resulül­lah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) ona mescide girmeyi emretmiş olsaydı: «Senin elinde hayz yoktur.» diye eli tahsis etmenin bir mânâsı kalmazdı. Zira bu cümlenin mâ'nâsı: «Mescide sokulmaması icâbeden hayız kanı se­nin elinde yoktur» demektir.

İbni Rümh'un «i'tikafta bulundukları zaman» diye tefsirde bu­lunması ümmehat-ı' mü'mininin de i'tikâfa girdiklerini gösterir. Filhakika öuhârî 'ninde rivayet ettiği vecihle Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinin bâzılarına mecsidde kendisi ile beraber îtikâfa girmelerine izin vermişti.

ibni Dakiki'lIyd:    «Bu hadîsde hayzlı   kadının kur'an okuyamıyacağına işaret vardır.    Çünkü caiz olsaydı onun dizinde kur'an okumanın  doğru olmadığı hâtıra gelmez ve okunabileceğini bildirmeye -lüzum kalmazdı» diyor.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- Hayzlı kadına dokunmak caizdir. Çünkü temizdir.

2- Nevevî: «Bu hadiste necaset mahalline yakın yerlerde Kur'an okumanın caiz olduğuna delil vardır» demişsede   Aynî buna itiraz etmiş ve: «Hayzlı kadın temizdir. Pis olan ondan gelen kandır. Kan hayz zamanlarının hepsinde pistir. Nevevî *nin dediğine bakılırsa helaya karşı Kur'an okumakta mekruh olmamak îcab eder halbuki kur'an-ı

kerîme ta'zim için helaya karşı onu okumamak gerekir. Çünkü bir şeye yakın olan onun hükmünü alır.» demiştir.

 

16- (302) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-durrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd b. Seleme ri­vayet etti (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den naklen rivayet ettiki: Yahudi­ler, aralarında kadın hayz gördüğü zaman onunla beraber yemek yemez­ler ve evlerde onunla bir araya gelmezlermiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabı (bu hususu) ona sormuşlar bunun üzerine Allah Teâlâ:

«Sana hayz meselesini soruyorlar. De ki : O bir ezadır. Binaenaleyh siz hayz halinde kadınlar (ınızla cima) dan sakının...» [10]

ayet-i   kerimesini   sonuna   kadar   inzal   buyurmuş   Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   de:

«Her şeyi yapın, yalnız cima' müstesna.»  buyurmuş.

Yahudiler bunu duymuşlar ve: «Bu adam bizim işlerimizden bize mu­halefet etmedik hiç bir şey bırakmak istemiyor» demişler. Az sonra Üseyd   b.   Hudayr   ile   Abbâd   b.   Bişr   gelerek:

«Ya Resulüllah! Yahudiler şöyle şöyle diyor. Şu halde biz hayzlı ka­dınlarla düşüp, kalkmayalım mı?» demişler.

Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in  çehresi  derhal değişmiş: ,  (Ashab) biz onlara darıldiğıni zannettik demişler.

Müteakiben Üseyd ile Abbâd dışarıya çıkmışlar. Derken karşılarına

Peygamber (Salîaîîahü Aleyhi ve Sellem) e hediye-süt götüren biri çıkmış Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) o sütii bunların arkasından gön­dererek onlara içirmiş. Böylelikle Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in kendilerine darılmadığım anlamışlar.

Nefs-i hadistende anlaşılıyorki ashab-ı kiramın hayzlı kadın hakkın­daki sualleri bu babtaki âyet nazil olmazdan evveldir. Onlar bunu; bizden önceki şeriatlar bizim içinde şeriattır» zannederek sormuşlardı.

Nevevî diyorki hadiste zikredilen ayetteki birinci mahîzdan murad kandır. İkinci mahîz ihtilaflıdır. Bizim mezhebimize göre hayzdır. Bâzı Ulemâ bundan muradın fere olduğunu diğer bazılarıda hayz zamanı ol­duğunu söylemişlerdir.

Üseyd ile Abbâd (Radıyallahu Anhâ) nin; «Hayızlı kadınlarla düşüp kalkmayalım mı?» şeklindeki suallerinden neyi kaşdettikleri Ule­mâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları: Bundan maksad; kadınlarla bir arada yaşamak, beraber yiyip içmektir.

Übbî'ye göre bu suali eski şeriatleri kendileri içinde şeriat zannet­tikleri için sormuşlardır. İhtimal bu zevat Hayızlı kadınları ile cinsi mü-nasebetde bulunmak istemiş ve bu suretle yahudilere muhalefet kasdet-mişler; Fakat dilekleri şeriata aykırı olduğu için Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)   in canı sıkılmıştı diyenler vardır.

Resulüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) in Üseyd ile Abbâd (Radıyallahu Anhüma) nın arkalarından kendilerine süt göndermesi hatırlarını hoş etmek ve gönüllerini almak içindir. Yani yüzündeki değişikliği görerek canının sıkıldığını anlayınca üzülmüşlerdir diye göndermiştir. Bu Fahr-i Kainat (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin son derece müşfik ve merhametli olduğuna delildir.

 

(Mezi Babı)

 

17- (303) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Veki' ile Ebû Muaviye ve Hüşeym, A'meş'den o da Münzir b. Ya'lâ [11] dan-ki bu zât Ebû Ya'lâ künyesini taşır- o da İbni'l Hanefiyye' [12] den, o da Ali'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«Ben çok mezî* gören bir adamdım. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) e sormağa da kızının bende olması dolayısıyle utanıyordum. Binaenaleyh Mikdad b. Esved'e emrettim de o sordu Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Zekerini yıkar ve abdest alır.» buyurdu.

 

18- (...) Bize Yahya b. Habib el-Harisi de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâbib yani İbni'l Haris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman haber verdi. (Dedi ki) :Münziri Muham-med b. Ali'den o da Ali'den naklen rivayet ederken işittim. Ali şöyle de­miş:

«Fatime'den dolayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e meziyi sormaktan utandımda Mikdad'a emrettim o sordu. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ondan abdest lâzım gelir.» buyurdular.

 

19- (...) Bana Harun b. Sa'id el-Eyli ile Ahmed'b. İsa dahi rivayet ettiler. Dedilerki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahreme-tü'bnü Bükeyr, babasından, o da Süleyman b. Yesâr'dan o da İbnİ Abbâs'-tan nalden haber verdi. İbnİ Abbâs şöyle demiş:

Ali b. Ebî Tâlib: Mikdad b. Esved'i Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Selienı) e gönderdik de ona insandan çıkan nıeziyi ne yapacağını sordu-. ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Abdesf al; fercini de yıka.»  buyurmuşlar, dedi.

Bu hadisi Buharî Taharet ve -İlim bahislerinde Nesaî Ta­haret bahsinde Ebû Dâvûd ile Tirmizî'de ayni bahiste tah-rîc etmişlerdir. Müslim'in Harun 'dan tahriç ettiği ikinci riva­yetin senedindeki Mahreme hakkında söz edilmiş ve babasından işitmediği söylenmişsede hadisin metni sahihtir. Nitekim diğer rivâyet-leride bunu gösterir.

Hadîsin rivayetleri muhteliftir. Nesâi'nin rivayetinde Hz. Ali (Radiyallahû anh) m: «Ben çok mezî gören bir adam idim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızı da nikahım altında idi. Bu sebeple sormaya utandım da yanı başımda oturan bir zata: Şunu sor dedim. O da sordu ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Mezide abdest vardır.» buyurdular» dediği; Tîrmizî'nin. rivaye­tinde meseleyi bizzat kendi sorduğu Resu1ü11ah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)   in cevaben:

«Meziden abdest, menidense gusul lâzım gelir.» buyurduğu; Ebû   Dâvûd 'un rivayetinde   Ali (Radiyallahû anh) in:

«Ben çok mezi gören bir adamdım. Bu sebeple her mezi gördükçe yıkamaya başladım. Hattâ sırtım çatladı. Nihayet bunu Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)e söyledim. Yahut söylendi. ResulüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bunu yapma, mezî gördüğün zaman zekrini yi kayr ver ve abdesfini al.» buyurdular.» dediği; İmâm-ı Ahmet Taberanî ve Nesâî'nin bir rivayetinde soran zatın   Ammar   olduğu bildirilmektedir.

Görülüyor ki bâzı rivayetlerde Resulüllah'a soranın Mikdad b. Esved, bazılarında Ammâr (Radiyallahû anh) bir ri-vâyettede bizzat A1i (Radiyallahû anh) olduğu zikredilmektedir. İbni Hibbân bu rivayetlerin arasını te'lif edrek: « Hz. Ali (Radiyallahû anh) Mikdad'a sormasını emretmiş fakat sonra kendisi sormuştur. Yahut sorduğu için mecazen kendisi sordu denilmiştir.» diyor. Hz. A1i (Radiyallahû anh) 'm-hem Mikdad'a hem Ammar'a sordur-w"- olmasıda mümkündür.

Mezi: Ekseriya zevcesi ile oynaşırken gelen berrak sudur. Kadınlar­da erkeklerden daha çok görülür. Bu kelime mezy ve meziy şekillerinde de okunabilir. Hattâ bâzıları şedde ile meziyy şeklinde okunmasını daha fasih görünürler.

Vedy: Bevlden sonra gelen sudur. Bunu da şedde ile vediyye şeklinde okuyanlar vardır.

Hz. Ali (Radiyallahû anh) m buradaki arkadaşlarına emri vücüb ifade eden emir değildir. Buna ilmi tâbiri ile İltimas denilir: Hadiste zik­ri geçen fercten murâd zekerdir. Lafzın mutlak zikredilmesi bütün zeke­rin yıkanmasını İcab edersede burada murâd küllü zikir cüz'ü irade ka­bilinden yalnız pisliğin çıktığı yerdir. Maamafih bütün zekeri yıkamak lâzımdır diyenlerde olmuştur.

 

Hadis-i  Şeriften  Aşağıdaki  Hükümler  Çıkarılmıştır.

 

1- Meziden dolayı    yıkanmak lâzım gelmezsede    abdest bozulur. Çünkü mezî necistir.    Zekerin yıkanması bundan dolayı emredilmiştir. İmam1 Şafiî'ye göre bütün zekeri yıkamak vacip değildir. Yalnız mezinin bulaştığı yerleri yıkamak kâfidir. Bu bâbta   İmam-ı Ma1ik'ten muhtelif rivayetler vardır.

2- İstiftâda vekâlet caizdir. Yani bir kimse bir meseleyi sormak için başka birini vekil edebilir.

3- Damadın kayın pederine karşı adab-ı muaşerete riayet etmesi ve gerek onun grekse kayın validesinin huzurunda cima'a dair sözler söy­lememesi müstahabtır. Bu hüküm kadının sair akrabaları hakkında da böyledir.

4- Mezînin mutlak surette abdest îcâb ettiğine İmam-ı Azam ile İmam-ı Şafiî bu hadisle istidlal etmişlerdir.   Mâ1ikiyye ulemâsına göre ise hadisten murad karısı ile oynaşırken gelen mezidir. Bu meziden dolayı abdest almak lâzım gelirsede başka bir sebeple veya bir illetten dolayı gelen mezî abdest icab etmez. Ma1ikîlerin bu sözü cumhûr-u ulemânın kavline muhaliftir.

Şâfiilerden Nevevî diyor ki: «Bu hadis taşla istihcânın yalnız mûtâd olan bevlle kazurat hakkında caiz olacağına delildir. Kan ve mezî gibi nâdir vuku bulan hallerde mutlaka su ile temizlenmek îcâb eder. Mezhebimize göre esah olan kavil budur.»

 

5 - Uykudan Uyanınca Yüzü ve Elleri Yıkama Babı

 

20- (304) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Vekî' Süfyân'dan, o da Selemetü'bnü Küheyl'den, o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'tan naklen rivayet ettiki: Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Seîlem) geceleyin kalkmış; Kazâ-i hacet etmiş sonra yüzünü ve ellerini yıkamış ve uykuya yatmış.

Bu hadisin şerhinde Nevevî şunları söylemiştir: Allah-ü A'lem kazâ-i hacetten murad abdest bozmak olacaktır. Kaadi lyâz'da aynı şeyi söylemektedir. Yüzü yıkamaktaki hikmet uyku eserini gidermektir el yı­kamaya gelince Kaadi lyâz: «İhtimal ellerine bulaşan bir şey­den dolayıdır» demiştir.

Bu hadis geceleyin uyandıktan sonra tekrar uyumanın mekruh olma­dığına delildir. Selefin bazı zâhid ve âbid zevatından bunun mekruh ol­duğu nakledilmiştir. İhtimal onlar bundan vazifeye mâni olacak derece­de dalarak uyumayı kastedmişlerdir. Bu takdirde uykuyu kerih görme­leri Resulü İlah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) in fi'line muhalif de­ğildir. Çünkü (Aleyhisselâtii vesselam) efendimiz vazife ve evradına mani olacak  derecede uykuya dalmazdı.»

 

6- Cünüp İken Uyumanın Cevazı;( Uyku İçin Abdest Almanın, Yemek İçmek Yahut Uyumak veya Cima' Etmek İstediği Zaman Cima' Uzvunu (Yıkamanın Müstahab Oluşu Babı)

 

21- (305) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler: Dediler ki: Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihab'dan, oda Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki, Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Seîlem) cünüb iken uyu­mak isterse uyumazdan önce namaz abdesti gibi abdest ahrmış.

 

22- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Uleyye ile Vekî' ve Gunder, Şu'be'den, o da Hakem'den, o da İbrahim'­den o da Esved'den, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: ResuIüllah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   cünüp  olurda  yemek  veya  uyumak isterse namazına aldığı abdest gibi abdest alırdı.

 

(...) Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz dahi rivayet etti. Dedi ki: Bize babam ri­vayet etti. Dedi ki: Bize Şu'be bu isnâdla rivayet etti.

İbnü'I Müsennâ kendi rivayetinde: «Bize Hakem rivayet etti. İbrahîmi rivayet ederken işittim dedi» ibaresini kullandı.

Bu hadisi Buhârî «Kitabul-gusl» de muhtelif ravîlerden tahriç etmiştir. Nitekim Müslim de burada muhtelif râvîler vasıtasiyle onu Hz. Aişe. İbnî Ömer Ebû Saîd-i Hudrî ve Ene &(Radiyallahu anhüm) tahriç etmiştir. Bu babta Ebu Davud ve başkaları Hz. Ali (Radiyalîahû anh) dan merfu' bir hadis rivayet etmişlerdir. O hadiste:

«Şüphesiz ki içinde köpek, suret ve cünüb bulunan eve melekler gir­mez.»  denilmektedir:

Bazıları babımız hadisi için: «Buhârî bunu   Ebû   Dâvûd   hadî­sinin zayıf olduğuna işaret olmak üzere   tahrîc etmiştir» demişlerdir. Fa­kat bu söz doğru değildir. Çünkü evvelâ   Ebû   Dâvûd   hadisi zayıf değil sahihtir. Onun sahih olduğunu İbni Hıbban ve   Hâkim tasrih etmişlerdir. Zayıf olduğunu söyleyenler isnadında   Nüceyy-i Hadramî   bulunduğunu bu zattan yalnız oğlu   Abdullah   riva­yet ettiğini onunda meçhul olduğunu söylersede mezkûr   Abdullahm meçhul değil mevsuk bir zat olduğunu Iclî beyân etmiştir. Binaenaleyh hadisin sıhhatma bir diyecek yoktur.

Sonra bu hadîsten murad yıkanmaya kulak asmayrpta cünüp gezmeyi âdet edinen ve cünüb olduğu halde üzerinden bir veya birkaç vakit na­maz geçenlerdir ki zamanımız hakkında pek mühim bir hüccettir. Çünkü bu gün bir çok kimselerin boyuna cünüb gezdiklerini hattâ bir çoklarının cünüblük nedir; bu babta ne gibi bir vazife vardır   bilmediklerini kimi gıyaben kimi şifahen işitiyoruz. İşte hadis-i şerif böyle    müslümanlara şiddetli bir ihtardır. Ve âdeta kulaklarından çekercesine:  «Eğer müslü-mansanız nıüslümanliğm şerait ve adabını Öğrenin! Bu perişan halinizle sizin evlerinize melekler girmez. Müslüman olduğunuza şehadet edecek kimse bulunmaz; tuttuğunuz şeytanî yol göz baka baka sizi esfel-i sâfilî'ne götürür...» demektir. Hadisin maazallah dinden dönmüş mürtedlerle ya­hut müslüman olmayanlarla alâkası yoktur. Onun ihtarı müslüman oldu­ğu halde bu gibi cürümleri irtikâb edenlerdir.

Babımız hadîsine gelince; o da muhtelif rivayetleri ile cünüblüğün hükmünü bildirmektedir. Hulâseten söylemek lâzım gelirse hüküm, şu­dur. Cünüb olan bir kimseye derhal yıkanmak müstehab olmakla beraber farz değildir. Yıkanmayı namaz vakti gelinceye kadar yahut Kur'an-ı ke­rimi ele almak, okumak. Kâbeyi tavaf etmek ve secde-i tilâvet gibi cü­nüp olarak yapılması memnu olan bir ibadeti yapmak isteyinceye kadar tehir edilir. Fakat bunlardan hiç birini cünüb olarak yapamayacağı için o anda yıkanması farz olur. Hadîsin geri kalan hükümlerini inşallah bütün rivayetlerini sıraladıktan sonra göreceğiz.

 

23- (306) Bana Muhammed b. Ebî Bekr el-Mukaddemi İle Züheyr b. Harb da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Yahya -ki İbni Saîd'dir- Ubey-dullah'tan rivayet etti H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr dahî rivayet ettiler. Lâ­fız onlarındır. İbni Nümeyr: Bize babam rivayet etti dedi. Ebû Bekr ise: Bize Ebû Üsâme rivayet etti dedi. Her ikisi: Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da (babası) Ömer'den naklen rivayet etti dediler. Ömer:

— «Ya Resulâllah! Bizden birimiz cünüb olduğu halde uyuyabilirini?» demiş. Resulüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Evet, abdest alırsa (uyuyabilir).»  buyurmuşlar.

 

24- (...) Bize Muhammed b. Rafi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ahdurrezzak, İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi ki: (babası) : Ömer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    den fetva istiyerek:

— «Bizden birimiz cünüp olduğu halde uyuyabilir mi?» diye sormuş ResûlüIIah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

- «Evet, abdest alsın; sonra y.kanmak istediği vakte kadar uyusun.»

buyurmuşlar.

 

25- (...) Bana Yahya b. Yahya da rivayet etti. Dedi ki: Abdullah b. Dinar'dan dinlediğim, onunla İbnî Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadisi Malik'e Okudum. İbni Ömer şöyle demiş:

Ömerübnü'l-Hattâb geceleyin bâzan cüniib olduğunu    Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)   e anlattı.

Resulüllah  (Salîaliahü Aleyhi ve Seüem)  ona:

«Abdest al; zekerini yıka; sonra uyu.» buyurdular.

 

26- (307) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Muaviyetü'bnü Salih'den, o da Abdullah b. Ebî Kays [13] tan naklen rivayet etti. Abdullah: Aişe'e Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'in vitir namazını sordum diyerek hadisi zikretmiş ve sözüne şöyle dvam et­miş. (Aişe'ye) cünüblük hususunda ne yapıyordu? Uyumazdan Önce yı­kan ıyormuydu? Yoksa  yıkanmazdan öncemi uyuyordu? dedim. Aişe:

«Bunların her ikisini de yapıyordu; bazı defa yıkanır da öyle uyur; bazen de abdesf ahr uyurdu.»   dedi.

— Ben: «Bu işte serbesti halk eden Allah'a hamd olsun» dedim.

 

(...) Bana bu hadisi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman b. Mehdî rivayet etti. H.

Bana bunu Harun b. Said el-Eylî dahi rivayet etti. (Deki ki) : Bize İbni Vehb. rivayet etti. Bunların ikisi de Muaviyetü'bnü Salih'tan bu is-nadla bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir.

 

27- (308) Bİze Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Gısas rivayet etti. H.

Bize Ebu Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide ha­ber verdi, H.

Fana Amru'n-Nâkid ile îbnü Nümeyr dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mervân b. Muâviyete'I-Fezârî rivayet etti. Bunların üçü de Âsım'-dan, o da Ebu'l Mütevekkil [14] den, o da Ebû Said-i Hudrî'den naklen ri­vayet etmişler. Ebû Said şöyle demiş: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bîriniz ehline yakınlık eder de sonra onu tekrarlamak isterse abdest alıversİn.» buyurdular.

Ebû Bekr kendi rivayetinde:

«İkisinin arasında abdest alıversin.» ibaresini ziyade etmiş ve yeûde fi'linin yerine yuâvide fiilini zikrederek  demiştir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Hz. Ömer (Radiyallohû anh) Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e cünüb olarak uyumanın hükmünü sormuştur. Buradaki rivayetlerin zahirine ba­kılırsa bazı geceler cünüp olan Hz. Ömer'in kendisi isede Nesaî'nin rivayet ettiği bir hadisten bunun İbni Ömer olduğu an­laşılıyor. Çünkü o hadiste:

«İbni   Ömer  cünüb  olmuş   da   (babası)   Ömere  gelerek  bunu   soyle-. mis. Ömer   (Radiyaîîahû anh)  da Resulüllah    (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem)"& giderek bu hususta ne emir buyuracağını sormuş. Resulüllah      (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem):

«Abdesf alsın da öyle uyusun.»  buyurmuşlar, deniliyor.

Binaenaleyh babımızın 25 numaralı hadîsinde   Resulüllah (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem)m

«Abdest al; zekerini yıka; sonra uyu.» emri Hz. Ömer 'e değil oğlu   Abdulahadır.

Anlaşılan mes'eleyi sormak için Resûlu Ekrem (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem)evvlâ Ömer (Radiyaîîahû anh)gitmiş sonradan oğ-luda gelmiş ve   Resulüllah   (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem) cevabı doğ­rudan doğruya ona vermiştir. Böyle olmasa bile bu emir babası vasıtasiy-le yine   Hz.   Abdullah 'a   aid olmuş olur. Çünkü verilen cevab bizzat sorana hitaben söylenmiş de olsa sordurana aiddir. Mezkûr rivayet­te:   «Abdest al; zekerini yıka; sonra uyu.» buyurulmuş yani evvelâ ab­dest sonra zekerini yıkama zikredilmişsede cümleler   biribirinin üzerine . (vav)la atfedildiği için evvelâ abdest almak ondan sonra zekerini yıka­mak icab etmez. Çünkü atıf edatı olan vav tertibe delâlet etmez o yalnız iki şey'in bir araya toplanmasını ifade eder. Şu halde mânâ «Abdest al­makla zekerini yıkama işlerinin ikisini birden yap» demek olur. Evvelâ zeker yıkanıp sonra abdest alınacağı malumdur. Hatta hadisin   İmam Mâlik 'ten rivayet edilen lâfzı:

«Zekerini yıka; sonra abdesf al; sonra uyu.» şeklindedir.

Asıl olanda budur. Bu rivayet kitabımızdaki rivayetin zahirine göre hüküm vererek: «Evvelâ abdest alınır; sonra zeker yıkanır.» diyenlerin sözünü reddeder. Çünkü bu abdest hadesle bozulan abdest değil sırf te-abdüd için alınan hususi bir abdesttir.

 

Hadisi Şerifin Muhtelif Rivayetlerinden Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Cünüb olan bir kimsenin uyumadan önce abdest alması meşru'-dur. Ancak bunun müstehabmı yoksa vacibmi olduğu ihtilaflıdır. Sevri,   Hasan  b. Hay, Sa'id b. el-Müseyyeb ile hanefilerden İmam Ebu Yusuf 'a göre cünüb olarak uyumakta bir beis yoktur. Onlar bu hususta Tirmizî'nin rivayet ettiği Hz. Aige hadisiyle istidlal ederler. Mezkûr hadiste Aişe (Radiyaîîahû anhâ) Peygamber (Saîlaiîahü Aleyhi ve Sellem)- Cima'dan sonra (eğer her hangi bir farzın edası zamanı değilse)   uyur suya   temas   etmezdi.»    demiştir.

Ayni hadîsi İbni Mâce ile İmam Ahmed b. Han-belde tahriç etmişlerdir. Tahâvî onu yedi tarikten rivayet eder-ki bunların birinde şöyle denilmektedir: «Aişe: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidden döndükten sonra Allanın dilediği kadar na­maz kılar; sonra döşeğine uzanır ve zevcesinin yanına yatardı. Bir ihti­yacı olursa onu kaza eder sonra olduğu gibi her hangi bir farzın edası zaman değilse uyur suya dokunmazdı» demiştir.

2- Evzâî. Leys , İmam Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, Şafiî., İmam Mâlik, İmam Ahmed b. Hanbel, İshâk, İbni Mübarek ve diğer ulemâya göre cünüb olan kimse uykuya yatmadan namaz abdesti gibi abdest alır. Ancak bu abdestin sıfatı ve hükmü hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Ahmede göre; cünüb olan kimsenin uyumazdan yahut ikinci defa ci­ma' etmez'den veya. yeyip içmezden önce zekerini yıkayarak abdest al­ması müstehaptır. Bu kavil ashab-ı kiramdan Hz. Ali ile Ab­dullah b. Ömer (Radiyaîîahû anh) den rivayet edilmiştir. Sa'­id b. el-Müseyyebe göre cünüp olan kimse yemek yiyeceği zaman ellerini yıkar ve mazmaza yapar. Bu kavil İmam Ahmedle İshak'tan da rivayet olunur. «Mücâhit yalnız ellerini yıkar demiştir. İmam Malik'e göre ellerine pislik bulaşmışsa onları yıkar. Ule­mâdan Ebû Ömer: «Et - Temhid» nam eserinde şöyle demekte­dir: «Cünüp olan kimseye uyumazdan evvel abdestin vâcib olup, olmadığı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Fukahânın ekserisine göre bu vacip değil mendüp ve müstehabdır.

Bazılarına göre cünüb kimsenin me'mur olduğu abdestten murad: pis­liği zekerini ve ellerini yıkamaktır, ki temizlikten İbarettir. Araplarcâ temizliğe de abdest denilir. Bu zevat İbni Ömer (Radiyaîîahû anh) m uykudan evvel tam abdest almazdığını söylerler ve hadîsi riva­yet eden odur. Hangi hususta söylendiğini en iyi bilende odur. Derler İmam Mâlik cünüp olan kimse namaz abdesti gibi abdest alma­dıkça uykuya yatamaz; fakat abdest almadan cima' edebilir. Yemekte yi­yebilir. Yalnız ellerinde pislik varsa onları yıkar. Hayzlı kadın abdest al­madan uyuyabilir; demiştir. Bütün bu hususatta İmam Şafiî'nin mezhebi-de budur. İmam Ebû Hanîfe ile Sevrî:   Cünüb olan kimsenin abdestsiz uyumasında bir beis yoktur. Amma abdest alması bizce daha makbuldür. Bir şey yemek isterse ellerini yıkar ve ağzını suyla çal­kalar» demişlerdir. Hasan b. Hayy'in kavlide budur. Evzaî: Hayzlı kadınlar cünüb bir şey yemek istedikleri zaman yalnız ellerini yıkarlar» diyor, Leys b. Sa'd ise: «Cünüb olan bir kimse erkek ol­sun kadın olsun abdest almadıkça uyuyamaz» demektedir. «Ebu Ömer'in sözü burada sona erer.

3- Mâliki 'lerden   İbni   Habîb'e göre cünüb kimsenin uyumazdan evvel abdest   alması farzdır.   Dâvûd-u   Zahir î'nin mezhebide budur.İbni Hazm bu meselede Dâvûdu Zâhîri'den ayrılarak: «Cünüb bir kimsenin j^mek yiyeceği, ;' uyuyacağı, selâm alacağı ve Allah'ı zikredeceği    zaman abdest alması müstehabtır. Bu abdest vacip    değildir»  demiştir.   İbnü'l   A'rabî   îmam Mâlik 'le   İmam   Şafiî 'ninde vücûbe kail   olduklarını   söyler. Onlardan sonra gelen ulemâdan bazıları bu nakli inkâr etmiş ve Şa­fiî 'nin böyle bir şey söylemediğini;   Şâfiîyye   ulemâsının bunu söylediğini bilmediklerini ileri sürmüşlerdir. Aynî   diyorki: «Sonra gelen ulemânın   Şafiî 'den nakledilen bu sözü kabul etmemeleri mü-cerred bir inkârdır. Binaenaleyh ispata mukavemet edemez. Şafiîyye   ulemasının mezkûr kavli bilmemeleri   Şafiî 'nin onu söylememiş olmasını istilzam etmez.»

Resûlüllâh (Saîîalîahü Aleyhi ve Sellem) in cünüb iken suya do­kunmadan uyuduğuna dair az yukarıda zikri geçen Hz. Aişe hadî­sine Tahâvî şu mukabelede bulunmuştur; «Hadîs ulemâsı bu ha­disin yanlış olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu hadis muhtasardır. Onu uzun bir hadisten   Ebû   İshâk   kısaltmış ve kısaltırken de hatâ et­miştir...» Ebû Dâvûd diyor ki:  «Bize   Hüseyn  elvâ­sitî   rivayet etti. (Dedi ki) : Yezid b. Hârunu bu hadis yani Ebû İshâk   hadisi vehimdir derken işittim. Bir rivayette Yezîd : Bu hadis sahih değildir demiş»    Tirmîzî   ile   Ebû Ali et-Tu-s î:» Bir çok kimselerin Esved  tarikiyle Hz. Aişe'den rivayet ettiklerine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüblükten   do­layı namaz için aldığı abdest gibi abdest alırmış. Bu rivayet Ebu   İshak'm rivayetinden daha sahihtir. Ulemâ Ebû İshâk hadîsini Ebû İshâk'm bir hatâsı gibi kabul ederlerdi» demişlerdir.

Dâre-Kutnî, Beyhaki ve İbni Kuteybe gibi ba­zı hadis ulemâsı mezkûr Hz. Âişe hadisini sahih çıkarmağa çalış­mışlardır* Dâre-Kutnî: «Hz. Aişe 'den gelen iki şekildeki rivayetin ikiside doğruya benziyor. Çünkü Aişe:   Bâzan evvela yıkanır bazan sonra yıkanırdı demiş. Nitekim gudayf, Abdullah b.Ebi Kays   ve başkaları da Aişe  (Radiyallahû anh) dan onu bu şe­kilde rivayet etmişlerdir. Câizki Esved bunu bellemiş Ebû İshak'da    Esvedden    abdesti gusulden sonra aldığı cümlesini; İb­rahim ile Abdurrahman   ise abdesti gusulden 'önce aldfığı şıkkını bellemişlerdir. Bu babta İbni Kuteybe şunları söyle­miştir: «İhtimâl her iki şekilde vaki' olmuştur. Abdest alması onun müs-tehab olduğunu; almamasıda caiz  olduğunu göstermek içindir. Şayet Ebû   İshâk   hadisi doğru ise en güzel çare-i hal şudur; Hz. Aişe Esved'e Resulülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bazen ab­dest aldığını bazanda abdest ile güslü sabaha doğru bırakdığını haber vermiştir.  Esved'de   İbrahim 'e   rivayet ederken  tesu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in abdest alırdığı Ebû İshak'a rivayet ederkende guslû tehir ederdiğini söylemiştir.»   Aynî   bu tev­cihi daha güzel bulmaktadır. Gerçi Âişe (Radiyallahû anha) dan birin­ci rivayetine muhalif rivayetler nakledilmiştir. Bu rivayetlerin birinde Resulüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) in cünüb iken bir şey ye­mek isterse yalnız ellerini yıkadığı; diğerinde namaz aböesti gibi abdest aldığı beyan edilmişsede   Tahâvî abdest rivayetinin ellerini yıka­ma rivayeti ile nesh edildiğini söylemiştir.   Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in cünübken uykudan evvel abdest aldığını   İbni Ömer (Radiyallahû anhümâ) dahi rivayet etmişsede sonraları kendisi yalnız ellerini yıkamakla iktifa etmiştir. Buda abdest hadisinin nesh edil­diğine delildir. Çünkü ravi bir hadisi Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet eder de sonra o rivayetin hilâfına harekette bulunur. Yahut hilâfına fetva verirse bu o rivayetin neshedildiğini bildiğine ham­ledilir. Çünkü öyle olmasa kendi rivayet    ettiği hadîsin hilâfiyle amel edemez.

İbni Cevzî 'nin beyânına göre cünüb olan kimsenin uykuya yat­mazdan önce ya abdest alarak yahut elleri ve ağzı yıkamak suretiyle ya­pılan temizliğin hikmeti melekler kirden pastan ve pis kokulardan kaç­tıkları içindir.

 

28- (309) Bize Hasan b. Ahmed b. Ebî Şuayb el-Harranî [15] rivayet etti (Dedi ki) : Bize Miskin [16] yâni Bükeyr el-Hazzâ', Şu'be'den, o da. Hişâm b. Zeyd [17] den o da Ens'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bir gusül ile bütün kadınlarını dolaşırmış.

Bu hadisi Buhârî tiraz lâfız farkiyle «Kitabu'I Gusul» de bir iki yerde Nesaî dahi «Işratü'n-Nisâ» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Buhârî 'nin bir rivayetinde o gün Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dokuz zevcesi diğer rivayetinde onbir zevcesi oldu­ğu beyân ediliyor. Bu cihet ulemâ arasında ihtilaflıdır. Tafsilâtı Bu­hârî   şerhlerindendir.

Hadîs-i Şerifteki tavaftan murad cima'dir. Buhârî 'nin rivaye­tinde   Katade'nin:

«Enes'e Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna daya-nabîliyormuydu? dedim Enes:

Biz aramızda ona otuz erkek kuvveti verildiğini konuşuyorduk ce­vabını verdi» demeside bunu gösterir.

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bir gusulle bütün ka­dınlarını dolaşmasının birkaç veçhe ihtimali vardır, Şöyleki:

1- Bunu seferden geldiği zaman yapmıştır. Çünkü o zaman Kasım denilen zevceler arasında adalete riayet lâzım değildir.   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sefere çıkarken zevceleri arasında kur'a çek­tirir; .kur'a kime düşerse beraberine onu alırdı. Döndüğü zaman kasme yine başlardı. Fakat başlarken bu hakta bütün zevceleri müsavi olduğu için hiç birini tercih etmez bir defada hepsinin yanma uğrar kasme ondan sonra başlardı.

2- Birden tavaf meselesi zevcelerinin rizası ile olmuştur.

3- Mühelleb'e göre bu iş zevceleri arasında kur'a çektirerek sefere çıkacağı gün olmuştur. Çünkü kur'adan sonra kasme riâyet lâzım değildir.

Ancak bu te'viller Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''e zevceleri arasında devam üzre müsavata riâyet farzdır diyenlere göredir, ki ekseri ulemânın kavli budur. Ona kasm vacip değildir diyenlere göre hadisi te'vile hacet yoktur. İbnü'l Arabî diyor ki: Allah nikâh babında bazı şeyleri Peygamberine tahsis buyurmuştur. Onlardan biride kendi­sine bir saat tahsis etmesidir o vakitte zevcelerinin onun üzerinde hakkı yoktur. Onların hepsinin yanma, girer kendilerine dilediği muameleyi ya­par sonra nevbet sırası hangisininse ona döner. Müslim'in kitabında I fa­rıi Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste bu saati'n ikindiden sonra .olduğu bildirilmektedir.»

Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) m zevcelerini bir gu­sulle fakat ayrı ayrı abdest alarak tavaf etmiş olması muhtemeldir. Ya­hut abdest almadan bir gusulle hepsini dolaşmış ve bununda caiz oldu­ğunu göstermek istemiştir. Ebû Davud'un «Sünen» inde rivayet ettiği bir hadîste:

«Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) bir gece bütün kadınlarını ziyaret etti ve her birinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine:

Ya Resulâllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Neden bir defa yıkan­makla iktifa etmiyorsun? dediler. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Böyle yapmak daha pâkf daha temiz ve daha iyidir.» buyurdu­lar, denilmektedir.

Ebû Dâvûd evvelki rivayetin bu rivayetten daha sahih oldu­ğunu söylemiştir. Rivayetlerin ikisi de sahih olduğuna göre bazan arada yıkanmış bazan yıkanmamış demek olur.

Nevevî cima'dan evvel alman abdestin hikmeti hakkında şun­ları söylüyor: «Ulemâmız hikmeti ;hadesi hafifletmesidir. Çünkü abdest azadan hadesi giderir. Diyorlar. Ebû Abdillâh Mâzirî di-yorki: Bu abdestin sebeb-ü hikmeti ihtilaflıdır. Bazıları uyku esnasında ölürüm korkusu ile iki taharetten biriyle gecelemiş olmak için almıştır, demiş; bir- takımları da ihtimal abdest alması yıkanmaya neşatı açılsın içindir demişlerdir. Aynî hilaf hayzlı kadının uykudan önce abdest alması hususunda da mevcuttur. Geceyi temiz geçirmekle ta'lil edenlere göre kadının abdest alması müstehabtır. Mazirinin sözü budur.

Ulemâmıza gelince: Onlar Hayz ve nifaslı kadınlara abdest almanın müstehab olmadığında ittifak etmişlerdir. Çünkü bu kadınların hadesleri-ne abdestin bir tesiri yoktur. Kadının hayzı kesildimi cünüb gibi olur.»

Babımız hadisleri cünüblükten yıkanmanın fevrî olmadığına yani derhal yıkanmak farz değil namaz gibi temizliğe mütevakkıf bir ibadet yapılacağı zaman farz olduğuna delildirler. Bu babta bütün ulemâ müt-tefİKtir.

 

7- Meni Gelmekle Kadına Yıkanmanın Vacib Olması Babı

 

29- (310) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ömer b- Yûnus el Hanefî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrimetü'bnü Ammâr ri­vayet etti. Dedi ki: İshak b. Ebî Talha: Enes b. Mâlik bana şunu rivayet et­ti dedi. Enes şöyle demiş.

Ümmü Süleym [18] —ki bu kadın râvî İshâk'm ninesidir— Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) e gelerek Aişe;de onun yanında olduğu hal­de:

Ya Resulâllah! Erkeğin uyku esnasında gördüğünü kadın da görür. Binaenaleyh erkeğin kendinde gördüğünü kadın da görüyor, demiş bunun üzerine Aişe:

— Ya Ümme Süleym kadınları kepaze ettin. Allah hayırını versin de­miş. Resulüllah   (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) Aişe'ye.

  «Bilâkis  sen!..  (Bu  söze  sen  daha   lâyıksın.)  Allah  senin  hayırını versin. Evet, ya Ummü Süheym kadın da bunu gördüğü zaman yıkanma­lıdır.»  buyurmuşlar.

 

30- (311) Bize Abbâs b. Velid [19] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zîd b. Zürey, rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Said, Katadeden naklen riva­yet etti. Onlara da Enes b. Mâlik rivayet etmiş. Ona da Ümmü Süleym söylemiş ki kendisi Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) e uykusu es­nasında erkeğin gördüğünü gören kadının ne yapması lâzım geldiğini sor­muş Resulüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem):

  «Kadın bunu görürse yıkansın.»    buyurmuş. Ümmü Süleym demiş ki:

  «Ben bundan utandım, (ama yine de) Bu olurnıu? diye sordum» Nebiyyyullah   (Salîallahü Aleyhi ve Selîem)

  «Evet! Ya  benzerlik nereden oluyor.    Erkeğin suyu  (menisi)  koyu beyazdır; kadınınla ise sıvı ve sandır. Bunlardan hangisi üstün yahut ön­ce gelirse benzerlik ondan olur.» buyurdular.

 

31- (312) Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sa­lih b. Ömer [20] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Mâlik-i Eşcâî, Enes h, Mâlik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:

  Bir kadın Resulüllah   (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) e uykusu esna­sında erkeğin gördüğünü gören kadınm ne yapması lâzım geldiğini sordu Resulüllah   (Salîallahü Aleyhi ve Selîem):

  «Erkekten gelen kadından da gelirse yıkansın.» buyurdular.

 

32- (313) Bize Yahya b. Yahya et-Temimî de rivayet etti. (Dedi ki):    Bize Ebû Muâviye, Hişâm b, Urveden, o da babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen haber verdi. Ümmü Sele­me şöyle demiş:

— Ümmü Süleym Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek:

  Ya Resulâllah!   Şüphesiz kî Allah hak (ki beyân buyurmak)    dan haya etmez. Acaba ihtilâm olduğu vakit kadına da gtısul lâzım mı? diye sordu. Resuliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Evet! Suyu (meniyi) görürse lâzımdır.» buyurdular. Bunun üzerine Ümmü Seleme:

  Ya Resulüllah kadın ihtilâm olurmu? dedi Resulüllah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Allah hayrını versin. Ya çocuğu ona neden benziyor?» buyurdular.

 

(...) Bize Ebû Berkr b. EM Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî rivayet etti. H.

Bize îbnî Ebi Ömer de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. Bunlar hep birden Hişâm b. Urveden bu isnadla bu hadîsin mânâca benzerini rivayet etmişlerdir. Yalnız Süfyân:

«Ümmü Seleme dedi ki ben kadınları rezîl ettin dedim» cümlesini ziyâde etmiştir.

 

(314) Bize Abdülmelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Ba­na babam dedemden rivayet etti.. (Demiş ki) : Bana Ukayl J>. Hâlid, 1b-nî Şihab'dan rivayet etti. İbnî Şihâb şöyle demiş:

  Bana Urvetü'bnü Zübeyr haber verdi ona da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    in zevcesi Aişe   (Radiyallahû anh)   haber vermişki Ümmü Süleym -yani Ümmü Benî Ebî Talha- Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına girmiş... Âişe Hişâm hadisi mânâsında rivayette bu­lunmuş; Yalnız bu hadiste: «Râvî şunu söylemiş:

«Aişe dedi ki: Ben de ona: Yazık sana! hiç kadın bunu gÖrürmü? de­dim cümlesi vardır.

 

33- (...) Bize İbrahim b. Mûsâ er-Râzî [21] ile Sehl b. Osman ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû Küreybindir. Sehl «haddesenâ» tabirini kullandı, ötekiler: «Bize İbni Ebî Zâİde, babasından, o da Mus'ab b. Şeybe'den, o da müsâfî' b. Abdillâh [22] dan o da UrvetüVnü Zübeyr'-den, o da Aişe'den naklen haber verdi dediler. Âişe şöyle demiş:

  «Bir Hanını Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Kadın ihti­lâm olurda suyu görürse yıkanacakmı? diye sordu. Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Evet» cevabım verdi Âişe kadına: «Allah hayrını versin. Kahro­lası!» dedi. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Bırak onu.  Benzerlik bundan başka bir sebebten mi olur? Kadı­nın suyu erkeğin suyuna galip gelince çocuk dayılarına  benzer; erkeğin suyu kadınınkine galip gelirse çocuk amcalarına benzer.»  buyurdular.

Bu hadisi Buhâri «Kitabu't-Tahâre», «Kitabu'İ Edep» ve «Halk-ı Adem» de Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesâî ve İbni Mâce  «Kitabu't- Tahâre»de muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşılıyor ki Resulüllah (SaUalkıhü Aleyhi ve Seîlem) e Suali soran kadın Ünımü Süleym'-dir. Müslim 'in Abbâs b. Velid .den tahriç ettiği 30 numa­ralı hadiste: «Ünımü Süleym ben bundan utandım (ama yinede) Bu olur-mu diye sordum dedi.» buyuruluyor. Hafız Ebû Ali el-Gassânî bunun yerine bâzı nüshalarda Ümmü Seleme zikredildi-ğini söylemişsede Kaadî Iyâz: «Doğrusu Ümmü Süley m'-dir. Çünkü bu hadiste suali soran Ümmü Süleym, ona itiraz eden Ümmü Seleme 'dir. Önceki hadiste ise itirazı yapan Aişe (Radiyalîahû anha) dır. Âişe ile Ümmü Selemenin hep bir­den itiraz etmiş olmaları da muhtemeldir» diyor.

Ümmü Süleym (Radiyalîahû anha) Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e uyku esnasında kadının ihtilâm olmasının hükmünü sormuştur. Kadınların bu meseleyi erkeklere açması âdeten ayıp ve uta­nılacak bir şey sayıldığı için Hz, Ümmü Süleym suâlini ken­dine hâss bir nezâketle kapalı bir şekilde sorduğu halde Aişe ve Ümmü Seleme (Radiyalîahû Anhüma) dayanamayıp itiraz etmişlerdir. Hz. Âişe' nin: «Ya Ümme Süleym kadınları kepaze ettin» diyerek onların dâima sakladıkları utanılacak bir sıfatlarını söylediğinden dolayı Ümmü Süleym'i muâhaze etmiştir. Çünkü kadınlardan menî gel­mesi onların erkeklere karşı     fazla şehvetli olduklarına    delâlet eder.

cümlesinin asıl mânâsı sağ elin topraklansın demektir. Evvelce de beyân ettiğimiz gibi bu cümle hakkında gerek selef gerekse halef ulemâsı arasında pek çok ihtilâf edilmiştir. Muhakkikinin tesbit et­tiği on sahih kavle göre bunun asıl mânâsı «fakir olasın» demektir. Lâ­kin araplar onu bu mânâda kullanmazlar. Söz gelişi türkçede olduğu gibi «Allah hayırını versin, Allahtan bul, Allah müstehakım versin» mânâsın­da kullanırlar. Nitekim lisanımızda da bu ve emsali    sözler ekseriyetle beddua makamında değilde bâzan takdir bâzan leaccüb bâzan da ta'yib için kullanılırlar. Araplar bu mânâda: «Allah belâsını versin, annesiz kal­sın, babasız kalsın, annesi ağlasın, vay anasının haline» gibi sözler kulla­nırlar. Bunları onlar da kimi zem kimi medih, teşvik ve teaccüb maka­mında   söylerler.   Meselâ :    derler   ki    bunun    asıl mânâsı «Allah belâsını versin ne cesur adammış» demektir. Fakat bu cüm­le ile o kimseye beddua değil takdir murâd edilir. Ve âdeta: «Aferin ne cesur adammış» denilmiş gibi olur. Bâzıları mezkûr cümlenin hakikaten beddua mânâsında kullanıldığım iddia etmişlersede kabul  edilmemiş­tir.  Kaadi İyâz:  «Bu söz arapların konuşma âdetine göre bir şeyi inkâr yahut takdir ve'î'câb için söylenir;  Araplar bunun asli mânâsını kasdetmezler» diyor. Hâsılı bu gibi sözler yerine göre mânâlandırüırlar.

Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) in ayni cümleyi Aişe (Radiyalîahû anha) ya iade etmesi: «Bu sözü asıl sana söylemeli. Çünkü Ümmü Süleym bir kusur işlemedi. O ancak dinine âid kendisine terettüp eden bir vazifeyi sordu. Bundan dolayı ona itiraz olunur mu? Asıl itiraza lâyık sensin. Zira itiraz edilmeyecek bir şeye itiraz ettin» mâ'nâsmadır.

Bazı nüshalarda bu cümleden sonra bir «hayır» kelimesi zikredilmiş­tir. Bü kelime cümlenin tefsiri sayılır. Bir çok müshalarda burada olduğu gibi zikredilmemiştir. Zikredilen nüshaların bâzısında da «haber» şeklin­de zaptedilmiştir. Kaadi Iyâz haber şeklindeki rivayetini beğen­meyerek: bu bir şey csğildir» demişsede Nevevî her ki şeklinde doğru olduğunu söylüyor. «Hayır» kırâetine göre «ben bu cümle ile bed­dua kastedmedim; senin hayrını murâd ettim mânâsına gelir. Haber kira-etine göre ise: «Ben bu cümle ile beddua kasdetmedim; bu bir haber cüm­lesidir. Hakikatıkastedilmez» demektir. Aişe (Radiyalîahû anhâ)mn bir rivayette mezkûr cümle ile beraber «ve Üllet» demesi dahî ayni mânâya­dır. Bu kelimenin aslı «eline harbî batsın» demektir. Fakat hakîkî mânâ­sı maksut değildir. Bir rivayette Hz. Âişe sual sahibine «uf» de­miştir. Bu kelime «sıkılıyorum» mânâsına gelen bir ism-i fiildir. Bunun­la bıkkınlık sıkıntı ve tiksinti ifade edilir.

Hadisin bir rivayetinde Hz.Ümmü Seleym sualine baş­larken: «Şüphesiz ki Allah hakkı beyân buyurmaktan haya etmez» de­miştir. Bu söz bir iktibastır. Çünkü âyet-i kerîmedir. Allah'ın hakkı be­yandan haya etmemesi, onu beyandan çekinmemesi manasınadır. Çün­kü hayanın asıl mânâsı ayıplanmak veya zemmedilmek korkusu ile insa­na arız olan kırıklık ve değişmedir. Biz buna utanma deriz. Utanmanın hakikati Allah Teâlâ hazretleri hakkında müstahildir. Binaenaleyh .bu söz burada bir istiâre-i tebaiyye kabîlindendir.

Hazreti Ümmi Süleym'in sorduğu suali Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Havle binti Hakîm, Sehle    binti    Süheyl ve daha başka kadınlarda sormuşlardır.

Refu1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in cevaben «Evet! Ya benzerlik nereden geliyor?»   sözünün mânâsı:

Çocuk erkekle kadının menilerinin karışmasından meydana gelir. Bunların hangisi galebe çalarsa çocuk ona benzer demektir. Bu sözü mü­teakip:

«Erkeğin suyu (menisi) leoyu beyazdır; kadınınla İse sıvı ve sarı.» buyurmuştur.

Bu îzâhât meninin sıfatı hakkında büyük bir kaide olmuştur. Sağlam oîan erkek ve kadınların ekseriyetle menilerinin sıfatı budur. Ulemânın beyânına göre erkek menisinin üç hassası vardır.

1- Yaş olduğu zaman kokusu hamur kokusuna; kuru olduğu zaman ise yumurta kokusuna çaldırır.

2- Atıla atıla gelir.

3- Dışarıya lezzetle çıkar; çıktıktan sonra da bir gevşeklik arız olur.

Ekseri ulemâya göre bu üç sıfatta erkekle kadın menileri arasında fark yoktur. Mezkûr sıfatların bir tanesi meniyi İspat için kâfidir. Bu sı­fatlardan hiç biri bulunmazsa çıkan suya meni hükmü verilmez.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Dînî bir meseleyi âdeten utanılacak husûsâta ait olsa bile sor­mak îcâb eder. Çünkü hakikatta böyle bir mesele karşısında utanmak ha­ya sayılmaz. Hayadan ancak hayır doğar. Bu gibi yerlerde utanarak sor­maktan çekinmek ise hayır değil şer doğurur. Unutulmamalıdır ki Hz. Aişe (Radiyalîahu arihâ)   «Ensârın kadınları ne iyi kadınlardır. Utanmak dinde fakîh olmalarına engel teşkil etmedi.» demiştir.

2- Erkek ve kadının meniyi gördüğü zaman yıkanmaları farzdır. Çünkü   Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selîem) in bir kişiye verdi­ği hüküm umûma şâmildir. Meğerki; o hükmün husûsi olduğunu bildiren bir delil buluna.

3- Kadının da erkek gibi menîsi vardır.

4- Hadîs-i Şerif kıyasın sübûtuna delildir. Zira uyku esnasında ih-tilâm olan kadına ayni hal başına gelen erkeğin hükmü verilmiştirki bu. nâzîri nazire kıyastan başka bir şey değildir.

 

8- Erkekle Kadın Menilerinin Sıfatını ve çocuğun Her İkisinin Menisinden Halk Olunduğunu Beyan Babı

 

34- (315) Bana Hasan b. Alî el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Ebû Tevhe [23] —ki Rabî' b. Nâfi'dir— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye yânı" İbni Sellâın, Zeyd'den yani kardeşinden naklen rivayet etti. Zeyd Ebû Sellâm'dan dinlemiş. Demiş ki: Bana Ebû Esma' er-Rahabî [24] rivayet etti. Ona da Resulüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) m âzâdhsı Sevbân rivayet etmiş.'Demiş ki: Resulüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)1ın vâyet etti. Önada Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em)ın yanında ayak­ta duruyordum. Derken yahudi ulemâsından bir âlim gelerek esselâmu aleyke yâ Muhammedi dedi. Bunun üzerine ben onu öyle bir it-timki az daha yere yuvarlanıyordu.

— Beni Niçin itiyorsun? dedi.

— Yâ Resulâllah desene! dedim. Yahudi:

  Biz onu ancak ailesinin verdiği ismiyle çağırırız; dedi. Bunun üze­rine Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Hakikaten benim adım ailemin bana isim olarak verdiği Muham-med'dir.» buyurdu. Müteakiben yahudî :

  Sana  bazı  şeyler    sormaya  geldim; dedi.     Resulüllah   (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

  «Acaba söylersem  sana  bir faydası olur mu?»  dedi Yahudi:

  Kulaklarımla   dinlerim;  cevabını  verdi.  Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanındaki bir sopa ile yere bir takım çizgiler çizerek:

  «Sor.» dedi. Yahudî!

  Yerle göklerin başka bir kılığa değiştirileceği gün insanlar nerede olacak? dedi. Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Köprünün yanında karanlık içinde olacaklar.»       cevâbım verdi. Yahudi:

  «Peki insanlardan   (köprüyü)  ilk geçen kim olacak?    diye sordu.

  «Fakİr muhacirler.»-buyurdu. Yahudi:

  Ya cennete girerken onların hediyesi ne olacak? dedi.

  «Balık  ciğerinin  ziyâdesi!»   buyurdular.

  Onun arkasından yiyecekleri ne olacak? diye sordu.

  «Onlara  cennetin etrafında  otlayan cennet Öküzü  kesilecek.» buyurdu,

  Onun üstüne ne içecekler? dedi.

  «Orada Selsebîl adı verilen  bir kaynakfan  (içecekler).» buyurdular Yahudi:

  Doğru söyledin; dedi    ve şunu ilâve etti:    Hem ben sana yer yü­zünde yaşayanların bir peygamberden    yahut bir veya iki kişiden başka hiçbirinin bilmeyeceği bir şeyi sormağa geldim. Resulüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Acaba söylersem sana bîr faydası olur mu?» buyurdu. Yahudi:

— İki kulağımla dinlerim; dedi ve ilâve etti: Sana çocuğun nasıl mey­dana geldiğini sormaya geldim. Resulüllah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Erkeğin menisi beyaz, kadının menisi ise sarıdır. Bunlar bir yere gelirde, erkeğin menisi kadınınkine galebe çalarsa Allah'ın izni ile erkek çocuk doğururlar.  Kadının  menisi  erkeğinkine  galebe  çaldığı  zaman  da Allah'ın izni ile kız doğururlar.»   buyurdular. Yahudi:

  Vallahi doğru söyledin sen gerçekten bir Peygambersin; dedi son­ra çekilip gitti. Müteakiben Resulüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Hakikaten bu adam bana soracağını sordu. Ama ben onun sor­duklarından bir şey bilmiyordum. Tâ ki Allah onları bana bildirdi.» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bana Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Hassan haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâ-viyetü'bnü Sellâm bu isnadda bu hadîsin mislini rivayet etti. Yalnız o:

«Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in   yanında   oturuyordum»   dedi. Birde:

«Batık ciğerinin  zaidesi. »

«Çocuk doğurur; kız doğurur.»  dedi.

Çocuk doğururlar kız doğururlar.» demedi.

Yahudi âliminin Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gel­mesi ya onun doğruluğunu deneyerek îman etmek için yahut sırf imtihan maksadı iledir. Zahire bakılırsa cevaplarını tastik ettiği halde iman et­meden oradan ayrılmıştır. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm vermesi ve Hz. Sevban (Radiyallahû anh) kendisini ittiği halde ona unf-u şiddetle cevap vermemesi ilminin kendisine kazandırdığı edep ve terbiyeye delâlet eder: Biz onu ancak ailesinin verdiği ismiyle çağırırız» demesi de âlime yakışan bir cevaptır. Halbuki Kureyş Hudey-biye musâlehasmda; «Senin hakikaten Resulüllah olduğunu bilsek se­ninle harb etmezdik» demişlerdi. Maamafih Yahudi âliminin nezâket gös­termesi o anda başka bir şey elinden gelmediği için de olabilir;

«Kulaklarımla dinlerim» demesi: «Senin söylediklerini dinler doğru­mu dcgilmi düşünürüm» manasınadır. Yoksa bununla senin sözlerin bir kulacımdan girer bir kulağımdan çıkar manasını kastedmemiştir.

Resulüllah (Saüallahü Aleyhi ve Selletn) in elindeki değnekle ye­ri kazması öteden beri arap büyüklerinin âdeti olan,bir iştir. Onlar mü­him bir mesele karşısında düşünceye daldıkları zaman böyle yaparlardı.

Yahudi âliminin, ilk Suali kıyamete dair olmuştur. Gerek onun sua­linden gerekse Fahr-i kâinat (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)efendimizin ver­diği cevaptan anlaşilıyorki kıyamet gününde yer yüzünün yalnız sıfatı değil bizzat kendisi değişecektir. Çünkü yeryüzünün yalnız sıfatı değişse meselâ dağlar vadiler dümdüz edilmek sureti ile yeryüzü bugünkünden başka bir hal alsa yahûdî âlimine bunu anlamak müşkil gelmezdi.

Ayni suali Resu1ü11ah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)e Aişe (Radiyallahu anhâ) nın dahi sorduğu rivayet olunur. Resulüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in:

«Onlar köprünün yanında karanlıkta olacaklardır.» buyurmasıda bu değişmenin zat itibarı ile olacağına delildir. Köprüden murâd sırattır. Nitekim Âişe (Radiyallahu anhâ)ya. verilen cevapda tasrih edilmiştir.

Değişen yerin dümdüz beyaz olacağı gizlenecek hiçbir yeri bulunma­yacağı Hz. Seh1 (Radiyallahu anh) m rivayet ettiği bir hadiste be­yan buyurulmuştur. Bunun keyfiyetini Allah bilir.

Yahûdinin: «Sıratı ilk defa kimler geçecek?» sualine Resû1u Ekrem (Sallalîahü Aleyhi ve Sel!em)«fakır muhacirler.» cevabını ver­miştir. Bu sözün umumu fakir muhacirlerin zenginlerden efdal olmasını iktizâ edersede   Hz. Osman ve Abdur rahman b. Avf {Radiyallahu anhüm) gibi zenginlerin Ebû Hüreyre ve  Ebû
Zerr   (Radiyallahu anhüm) gibi bakirlerden efdal olduğuna icmâ'ı ümmet vardır. Bâzan bir zât kendisine hâss bir meziyetten dolayı üstünlük vasfı . iiezikrolunabilir. Bu onun mutlak surette başkalarından üstün olduğuna delâlet etmez. Bu sebepledir ki böyle hadislerle fakirliğin zenginlikten da­ha makbul olduğuna istidlal edilemez. Ashab-ı kiramın kendi aralarında fakirlikmi daha makbul dür, Zenginlik mi? meselesini münakaşa ettik­leri ve neticede zenginliği daha makbul buldukları rivayet olunur. Çün­kü zenginlerin mallan ile kazandıkları dereceleri fakirler kazanamaz. Fa­kirle zenginin ibâdet ve tâât hususunda müsavi olduklarını kabul edersek zengin mâli ibadetleri    sayesinde fakiri geçer. Resul Ekrem (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in  zikrettiği  fakirler  kendi   zamanındaki   fa­kirlerdir. Yoksa sırattan önce geçmek için muhacirlerin aleddevam fakir kalmaları şart değildir.

Yahûdinin üçüncü suali cennete girerken ehl-i cennete ne gibi iz-zet-ü ikramda bulunulacağı meselesidir. Tuhfe: ikram için bir kimseye verilen hediyedir. Bu suâle cevaben    Resûl-ü Zîşân (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bir rivayette «Balık ciğerinin ziyadesi.» diğer bir riva­yette «Balık ciğerinin zaidesi.» buyurmuştur. Bu iki kelime manâca bir­dir. Ve ciğerin kenarındaki çıkıntı demektir ki; ciğerin en güzel yeri de orasıdır. Cennete girer girmez yiyecekleri şey evvelce kendileri için tah­sis edilip cennet bahçelerinde otlamakta olan öküzün eti, içecekleri de selsebil ismindeki kaynağın suyu olacaktır. Bunların hakikatlarım Allah bilir.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir.

 

1- Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)in:    «Benim adım ailemin bana isim olarak verdiği Muhammed'dir.»   buyurması onun son derece insaf ve yüksek ahlâk sahibi olduğuna delildir.

2- Bir kimse bililtizam iman ve itikad etmedikçe «doğru söyledin silâmiyet yüce bir dindin;    Muhammed      (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Peygamberdir» gibi sözlerle müslüman olmuş sayılmaz.

3- Bu hadis gâibden haber veren bir cûcizedir.

4- Mühim bir iş karşısında yeri sopayla kazmak mürüvvete ay­kırı sayılmaz.-

 

9- (Cünüblükten Yıkanmanın Sıfatı Babı)

 

35- (316) Bize Yahya b. Yahya et - Temîmiî rivayet etti. (Dedi ki) :

Bize Ebû Muâviye, Hişâm b. Urveden, o da babasından, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. Aişe şöyle demiş: Kesulitflah  (Sallallahü Aleyhi ve Seiletn) çünüblükten yıkanacağı zaman, evvelâ    ellerinden başlar onları yıkardı. Sonra sağ eliyle sol eline su dökerek avret yerini yıkardı. Sonra namaz abdestî gibi abdest alırdı sonra suyu alır ve parmaklarını saçlarının diple­rine sokar (ak başını güzelce yıkar) di. İyice temizlendiğine kanaat getir-dimi başına üç avuç su atar,    sonra bütün vücüdüne su dokunurdu  (en) sonra ayaklarını yıkardı.

 

(...) Bize bu hadîsi Kuteybetü'bnü Said ile Züheyr b. Harb da riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bize Ali b. Hucr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Alî b. Müshir riva­yet etti, H.

Bize Ebû Küreyb dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbnî Nümeyr ri­vayet etti. Bunların üçü de Hişânıdan bu isnadla rivayet etmişlerdi. On­ların hadisinde ayakların yıkanması yoktur.

 

36- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Veki' rivayet ettit (Dedi ki) : Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «çünüblük­ten yıkanmış ve evvelâ üç defa ellerini yıkamış...» Bundan sonra râvi hadîsi Ebû JVtuâvîyeninki gibi rivayet etmiş. Fakat (o da) ayakların yı­kanacağını zikretmemiştir.

 

(...) Bize bu hadisi Amru'n-Nâkid dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bizt Muâviyetü'bnü Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zaide Hîşâm'dan riva­yet etti. Demişki: Bana Urve, Âişe'den naklen rivayet ettiki: Resulü I lalı

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çünüblükten yıkanacağı zaman evvelâ elle­rinden başlayarak onları kaba daldırmazdan önce yıkar; sonra namaz için aldığı abdest gibi abdest alırmış.

Bu hadîsi    Buhârî    «Kitâbu'1-Gusl» de Nesâî    «Kitâbu't-Tahâre» de tahrîc etmişlerdir.

Re sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in evvelâ ellerini yıka­ması ya temizlik; yahut uykudan uyandıktan sonra elleri yıkamanın meşru olduğunu göstermek içindir. «Namaz abdesti gibi abdest alırdı» cümlesiyle lügaten abdest denilebilen el yıkamadan ihtiraz olunmuştur.

Bu bâbta Nevevî şunları söylemiştir: «Ulemâmız diyor ki çü­nüblükten temizlenmenin kemâli şöyle olur. Yıkanan kimse ellerini kaba daldırmazdan önce onları üç defa yıkayarak taharet mahallerini ve bede­ninin sair yerlerini pislikten temizledikten sonra tamamiyle namaz ab­desti gibi abdest alır. Sonra parmaklarının hepsini suya daldırarak bir avuç su a,hr. Onunla başının ve sakalının saçlarını hilâllar ve başına üç avuç su atar. Bedeninin koltuk altı, kulak ve göbek gibi çukur yerlerine, ayak parmaklarına dikkat eder. Bunların her yerine suyu ulaştırır. Sonra başına üç avuç su döker sonra da vücûdunun sair yerlerine üçer defa su dokunur; ve her defasında elinin erebildiği yerleri ovalar. Eğer nehirde veya gölde yıkanıyorsa üç defa suya dalar ve suyu vücûdunun her yerine, sık veya seyrek bütün saçlarının dışına ve içine ta saç bittiği yerlere ka­dar ulaştırır. Müstehab olan sağ taraflardan ve bedeninin üst kısımların­dan başlamaktır. Kıbleye karşı durmalı ve gusul sona erdikten sonra şe-hadet getirmelidir. Gusle başlarken niyet etmeli ve niyyet gusul bitin­ceye kadar devam etmelidir. İşte guslün kemâli budur: Bütün bu vazife­lerin içinde farz olanı suyun ilk cüz'ü vücuda temas ettiği anda niyet et­mek ve suyu bütün bedenine, saçlarına ta'mim etmektir. Bedenin neca­setten temiz olması guslün şartıdır. Bundan geriye kalanlar sünnettir. İb­rik gibi bir kabla yıkanan kimsenin şu inceliğe dikkati gerekir. İstincâ ede­cek istincâ yerini su ile temizledkten sonra o yeri birde çünüblükten te­mizlemek niyetiyle yıkamalıdır. Çünkü onu o anda yıkamazsa sonra unu­tabilir. Ve yeri yıkamadığından dolayı da guslü sahih olmaz...»

Nevevî şafiîlere göre bu izahatı verdikten sonra: «Bizim mezhebimiz ve bir çok imamların mezhebi budur. Yıkanırken veya abdest alırken ovunmanın farz olduğuna İmam Malik ile Müzenî'den başka kail olan yoktur. Diğer ulemaya göre ovunmak sünnettir; onu terkedenin ab­desti de, guslü de sahihtir. Çünüblükten yıkanılacağı zaman abdest al­mak yalnız Davûd-u Zahirîye göre farzdır. Şâir ulema onun sünnet oldugunu söylemişler. Bir kimse abdest almadan bütün vücudune su dökünse guslü sahihtir; onunla namaz kılması ve diğer ibadetleri yapması caiz olur. Lâkin efdal olan yukarıda zikrettiğimiz gibi-guslün ya başında ya sonunda abdest alarak onun faziletini kazanmaktır. Guslün başında abdest alan sonunda almaz. Bir gusülde iki defa abdest almanın müstahab ol­madığında bütün ulemâ müttefiktir." diyor.

Hanefîler   göre gerek abdest de gerekse gusül de niyet farz değil sünnettir.

 

Hadisi  Şeriften Aşağıdaki Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Abdest ve gusülden önce elleri yıkamak müstahabtır. Ancak el­lere pislik bulaşmışsa o zaman elleri yıkamak farz olur.

2- Gusülden Önce abdest almak sünnettir. Bu husustaki kavilleri daha evvel görmüştük. Resûlül'lâh (Salîalîahü Aleyhi ve Seliem) İn gusülden Önce tam abdest alması ayakların gusülden sonra yıkanmaya­cağına delildir.   Şafiî 'den rivayet olunan esah kavilde budur. İkinci kavline göre ayaklar gusülden sonra yıkanır Üçüncü kavline göre ise yer temiz olduğu takdirde ayaklar önce yıkanır, temiz değil veya su azsa so­na bırakılır.    Hazreti   Şafiî   bu babdâkı hadislerin arasını bu suretle birleştirmiştir.

Hanefîlere göre:  Ayakların altında su birikiyorsa guslün sonunda, birikmiyorsa başında yıkamak icâbeder.   îmâm   Mâlik'in mezhebide budur.

3- Gusülde sakal ve baştaki saçların aralarını güzelce hilâllayarak  suyu saçların diplerine ulaştırmak   Hanefîlere   göre farzdır, Abdestde bu sünnettir.

Malîkîler 'den bir rivayete göre sakalı hilâllamak vâcib, diğer rivayete göre vâcib değildir. İbni Battal gusülde baştaki saç­ların Mallanmasının vâcib olduğuna icmâ' nakletmiştir. Mâ1ikiyye ulemâsı sakalıda buna kıyâs ederler.

4- Bâzılarına göre yıkanırken başa üç avuç su atmak ve bedenin şâir yerlerinide üçer defa yıkamak müstehaptır. Mâlikilerden Kurtubî ile Mârûdî üçer defa yıkamanın müstehab olmadığını söyle­mişlerdir. Kurtûbî :

«Başına üç avuç su atmasından, başını üç defa yıkadığı anlaşılmaz; zira gusülde tekrar meşru' değildir. Tekrarda meşakkat vardır. Resû1ü11âh (Sallatlahü Aleyhi ve Seliem) in başına üç defa su atması, başmın sağ tarafından başladığı içindir; sonra sola geçmiş: Sonra da başı­nın orta yerinden dokunmuştur; nitekim Buhârî ile Ebû Dâvûd 'un rivayet ettikleri Hz. Aîşe hadisinde de ayni şekilde yı­kandığı bildiriliyor.» demiştir.

5- Hz.   Âişe 'nin: «Sonra vücudunun sair yerlerine suyu dök­tü» sözünden vücudunu ovuşturdu mânâsı  çıkmaz.  Ovuşturmak Hanefilerle ve Hambelîlere göre müstehabtır. Mâlikiler 'den bazıları da bu kavli tercih etmişlersede İmam Mâlik ile Müzenî ovuşturmanın farz olduğuna kaildirler. Onlar guslü ab-deste kıyas ederler. Hattâ İbni Battal: «Bu lâzımdır» demiştir. Fakat diğer ulemâ ovuşturmanın abdestde dahi farz olduğunu kabul et­mezler.

6- Gusül ederken parmakları suya daldırmak caizdir.

 

37- (317) Bana Ali b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İsâ b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : O Bize A'meş Salim bin Ebi'l- Câ'd' [25] dan o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'tan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana teyzem Meymûne rivayet etti. Dedikİ: Resuiüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüblükteıı yıkanmak için suyunu getirdim. Evvelâ elerini iki yahut üç defa yıkadı. Sonra elini kaba daldırdı. Sonra ondan .aldığı suyu avret mahalline dökerek onu sol eliyle yıkadı. Sonra sol elini yere sürerek onu şiddetle oğdu. Sonra namaza- abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra başına avuç dolusu üç avuç su döktü, sonra bedeninin sair yerlerini yıkadı, sonra bulunduğu yerden çekilerek ayaklarını yıkadı; sonra ben kendisine havluyu getirdim. Fakat o bunu kabul etmedi.»

 

(...) Bize Muhammed b. Sabbâh ile Ebû Bekr b. Ebi Şeybe, Ebû Kü-reyb, Eşecc ve îshak toptan Vekî'den rivayet ettiler. H.

Bize bu hadisi Yahya b. Yahya île Ebû Küreyb de rivayet ettiler. De­diler ki: Bize Ebû Muâviye rivayet etti. Vekî' ile Ebû Muâviye'nin ikisi-de A'meş'den bu isnadla rivayet etmişler. Yalnız onların hadisinde, başına üç avuç su döktüğü ibaresi yoktur. Vekı'in hadisinde nıazmaza ve istîn-şâki da zikretmek suretiyle bütün abdestin tavsifi vardır. Ebû Muâviye'­nin hadîsinde ise havlu kaydı yoktur.

Bu hadisi Buhârî gusl bahsinin «Mazmaza ve istinşak» babında tahriç etmiştir. Bâzıları «Buhâri'nin onu burada Gusl bahsinde zikretmek­ten muradı Mazmâzâ ile İstinşâkm Gusûlde farz olmadığına işaret için­dir. Gusül için abdest almak bilicmâ' farz değildir. Mazmaza ile istin­şak ise abdest de tabî olan şeylerdir. Asıl olan abdest farz olmayınca onun tabileri bulunan mazmaza ile istinşak ta farz değildir.» demişlerdir. Fakat bu istidlal doğru değildir. Zira hadîsin bir rivayetinde mazmaza ile istin­şak tasrih edilmişlerdir.

Resûlüllâh (Sallallahii Aleyhi ve Selleın) in onlara   devam üzere yaptığı şüphesizdir. Bu ise vücûb ifade eder.

Hadîsin buradaki rivayetinde Resû11ü1Iâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) .in kurulanmak için getirilen havluyu kabul etmediği; Buna-r î 'nin rivayetinde ise onunla kurulanmadığı bildiriliyor ki mânâ itiba­riyle ikiside birdir. Hz. Âişe (Radiyallahu anhâ) dan rivayet olunan' bir hadîste Resûlüllâh (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in yıkandıktan sonra kurulanmak için bir bezi bulunduğu bildirilmektedir,

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Sü ile taharetlenen kimsenin ellerini sabunla yahut onun yerini tutacak bir şeyle hiç olmazsa toprakla yıkaması müstahabdır. Çünkü, bu gibi şeyler pisliğin kokusunu daha iyi giderirler.

2- Yıkandıktan sonra mümkünse kurulanmamak müstahaptır. Nevevî diyor ki: «Ulemâmız abdestde olsun gusülde olsun azanın ku­rulanması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu hususta beş kavil vardır. Bun­ların en meşhuruna göre kurulanmamak müstahaptır. Fakat kurulanmak da mekruh değildir. İkinci kavle göre kurulanmak mekruhtur.   Üçüncüye göre mubahtır. Biz de bu kavli ihtiyar ediyoruz. Çünkü kurulanmak mem­nudur, veya müstahabdır demek için delil lâzımdır. Bu hususta bir delil yoktur. Dördüncü kavle göre müstahabdır. Çünkü kurulanmakta, kirden pastan korunmak Vardır. Beşinci kavle göre kurulanmak yazın mekruh, kışın mekruh değildir. İşte ulemâmızın kavilleri bunlardır. Diğer ulemâ ile ashab-ı kiram kurulanma hususunda İhtilâf etmişlerdir. Onlardan da üç kavil rivayet olunur.

a) Abdestte olsun gusülde olsun kurulanmakta beis yoktur. Enes b. Malık (Radiyallahu anh)  ile   Süfyân-ı   Sevrî 'nin mezheb-leri budur.

b) Abdestte ve gusülde kurulanmak mekruhtur. İbni Ömer (Radiyallahu Anhüma) ile (îbni Ebî Leylâ)'m kavilleri budur.

c) Kurulanmak yalnız abdestte mekruhtur. Gusülde mekruh değildir. İbni Abbâs (Radiyallahu Anhüma) nm mezhebi de budur. Buradaki hadisle diğer sahih bir hadiste Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m havlu kullanmadığı; hattâ bir rivayette yıkandıktan sonra ba­şından su damlayarak çıktığı bildiriliyor. Ashab-ı Kiramdan bir cemâat onun kurulandığını da bir çok vecihlerden rivayet etmişlerdir. Yalnız bu rivayetlerin senedleri zayıftır. Tirmîzî bu babda  Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den hiç bir sahih hadis rivayet olun­madığını söyler.

Ulemâdan bâzıları bir rivayette Meymûne (Radiyallahu anha) nm: «Eliyle suyu şöyle şöyle yapıyordu» diyerek suyu silktiğini göstermesi ile istidlal etmiş ve kurulanmanın mubah olduğuna kail olmuşlardır. Zira silkmek mubah olunca kurulanmak da Öyle hatta evlâ olmak îcâbeder. Çünkü suyu gidermekde her ikisi müşterektir.

3- Yıkanan kimseye suyunu hazırlayarak getirmek müstahabtır.

 

38- (...) Bize Ebû Bekr b. Ehî Şcybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdıis, A'meş'den, o da Sâlİnı'den o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan, o da Meymûne'den naklen rivayet etti. Ki Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve SeHem)e bir peşkir getirilmiş. Fakat o buna dokun­mamış ve suyu şöyle yapmaya yani silkmeğe başlamış.

Bu rivayet Abdest ve Gusülden sonra elleri silkmekte bir beis olma­dığına delildir. Nevevînin beyânına göre Şâfiîyye ulemâsı bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Meşhur kavle göre elleri silkmemek müs-tehabdır. Fakat mekruh değildir. İkinci kavle göre elleri silkmek mek­ruhtur. Üçüncü kavle göre mubahtır. Bizzat Nevevîde bunu ih­tiyar etmekte; el-silkmenin mekruh olduğunu bildiren hiç bir hadis sa­bit olmadığını söylemektedir.

 

39- (318) Bize Muhammedü'bnül - Müsennâ el - Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Âsim Hanzaletü'bnü Ebî Süfyan'dan o da Kaasım'-dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

Resûlüllâh {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cünüblükten yıkanacağı za­man külek [26] gibi bir şey isterdi. (Ondan) iki avucu ile (su) alır; (yıkan­maya) haşinin sağ tarafından başlar; sonra sol tarafını yıkardı. Sonra iki avucu ile (tekrar) su alarak onu başının üzerine dökerdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitabü'I Gusl» de tahrîc etmişdir. Buhârî onun için bir bâb tahsis ederek: «Yıkanmaya hilâb veya koku sürünme ile başlayanın babı» demişsede bu hususta kendisine üç fırka tarafından îtîraz edilmiştir.

Birinci fırka: Bu hususta Buhârî 'nin vehm ve hatâya düştüğünü İddia ederler. Hattâ İ smaîl î «Müstahrec» inde şöyle der: «Allah Ebû Abdi11âh Buhârî'ye rahmet eylesin. Hatâdan kim salim olabilir ki? Hazret, hilâbı koku sanmış. Gusülden önce kokulanmanın ne mânâsı olabilir? Hilâb ancak içine süt sağılan k^b demektir. Buna Mihleb de derler...»

İkinci Fırka : Hadis'te tashif yapıldığını iddia ederler. Onlara göre kelimenin aslı hilâb değil cüllâb yani gülsuyu demektir. Kelimenin aslı Fârisîdir.   Ezherî   de bu fırkadandır.

Üçüncü fırka : Buhârî 'nin sözünü te'vil ederek: Korkudan, örfî manâsını kasdetmediğini bu sözle bedeni temizleyerek, kiri pası ve neca­seti gidermeyi, hilâb kelimesiyle de su kabını muiâd ettiğini söylerler. Taberî   de bunlardandır.

Aynî bu üç fırkanın kavillerini sıraladıktan sonra her birine ay­rı ayrı cevap vermiştir. Şöyleki:

1- Buhârî hilâb kelimesiyle koku sürünmeyi kasdetmemiştir. Çünkü koku sürünmeyi hilâbm üzerine atfetmiştir. Matufla, matufun aleyhin hükümleri ise başka başka şeylerdir. Onun hilâbdan maksadı su kabıdır. Hattabî'nin beyânına göre hilâb bir devenin sütünü alacak kadar kabtır.

2- Ezherî 'nin de dahil olduğu ikinci fırkanın tashif iddiası doğ­ru değildir. Kelime hilâb şeklinde rivayet olunmuştur.  Hattâ Kurtûbî :    Bu kelime ancak hâ'nm kesri ile hilâb okunur. Başka türlü oku­mak doğru değildir. Onu koku zanneden   vehmetmiştir.    Fârisî    de gülsuyuna cüllâb değil, cülâb derler. Aslı gülâbdır. Bu da maruf çiçeğin adı olan gül ile su mânâsına gelen «âb» kelimelerinden mürekkebdir. On­larda kaide muzâfun ileyhin muzâftan önce gelmesidir. Keza sıfat da mev-sufundan önce gelir. Cüllâb içilen meşrubatın ismidir.» demektedir.

3- Buhârî biri kab diğeri koku olmak üzere iki şey zikretmiş; bunları biri biri üzerine atfeyle mistir. Fakat maksadı onlardan birini an­latmaktır. Onu âdeti, ekseriya babın evvelinde bir şey zikretmek, sonra bir sebebten dolayı o şeye dair hadis rivayet etmemektir. Burada da Öyle yapmıştır.

Hasılı hilâbdan murad koku sürünmek değil su kabıdır. Kabı zikret­mekle gusl için ne kadar su harcanacağı beyân edilmek istenilmiştir.

Hadisin buradaki rivayetinde: «Eliyle aldı» denilerek, el müfred ola­rak zikredilmişse de diğer rivayetlerde «elleriyle» denildiğine göre bura­daki elden murâd iki elidir. Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in elleriyle suyu alarak başına dökmesi «kaale» kelimesiyle ifâde edilmiş­tir. Bu kelimenin asıl mânâsı söylemekse de, arablar onu yapmak mânâsında bütün işlerde kullanırlar. Meselâ: «Kaale bi yedihî keza» derler ve «eliyle şöyle yaptı» mânâsını kasdederler. Burada da öyledir.

Hadis-i Şerif yıkanan kimseye su hazırlamanın ve yıkanırken evve­lâ başın sağ tarafına; sonra sol tarafına; sonra da ortasından dökerek yı­kamanın müstehab olduğuna delildir. Hz. Âişe'nin: «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) yıkanmak istediği vakit şunu isterdi» demesi, âdetinin devam üzere bu olduğunu gösterir.

 

10- Cünüplükten Yıkanırken Müstahab Olan Su Miktarı ve Aynı Haldeki Erkekle Kadının Bir Kaptan Yıkanması, Birbirlerinden Artan Su İle Yıkanmaları Babı

 

40- (319) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike İbni Şihâbdan dinlediğim onun da Urvetü'bnü Zübeyr'den, onunda .Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum:

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) cünüblükten dolayı farak denilen bir kabtan yıkanırdı.»

 

41- (...) Bize Kuteybetü’bnü Said rivayet etti. ( Dedi ki ) : Bize Leys rivayet etti. H. 

Bize İbni Rumh da rivâyet etti. (Dedi ki) : Bize Leys haber verdi. H.

Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Bekr b. Şeybe, Amrü'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb dahi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Siifyan rivâyet etti. Bunların ikiside Zührî'den, o da Urve'den o da Âişe'den naklen rivâyet et­mişlerdir. Âişe şöyle demiş:

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)   kadeh denilen bir kabda yı­kanırdı ki o da farak demektir. Bir kaptan hem ben hem o yıkanırdık.» Süfyân'ın hadisinde «Bir kaptan» denilmiştir. Kuteybe şöyle demiştir: «Süfyân: Farak üç sâ'dır, dedi»

Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî dahî tahrîc etmişlerdir.

Farak : Onaltırıt1 su alan kabtır. Hadîs ulemâsı bu kelimeyi «fark» şeklinde okurlar. İbni Esîr'in beyânına göre farak on-altı, fark ise yüz yirmi ntl su alan kablardır. Müs1im'in buradaki ri­vayetine göre Siifyan b. Uyeyne farakı üç sâ' alan kaptır, diye ta'rif etmiştir. Nevevî cumhûr-u ulemânın bu kavli tercih ettiğini söyler. Bâzıları: «Farak: İki sa' alan kaptır» demişlerdir. Üç sa'takriben dokuz litre eder.

Rıtl: Takriben dört yüz altmış gramlık bir ölçüdür.

Müdd: İki rıtl alan ölçüdür. Hadîsin bir rivayetinde «Kabdan», diğer rivayetinde «Kabda» yıkanıyordu, denilmişsede ikisindende maksat bir kaptan yıkanmasıdır. Zaten «Kabdan» mânâsını ifâde eder «min» edatı burada cinsi beyân eder. Yâni o kabdaki sudan yıkanıyordu, demektir. Kabdaki suyun hepsini sarfediyordu mânâsına değildir.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- Erkekle kadın bir kabdan yıkanabilirler. Ayni kabdan abdest al­maları dahi bilittifâk caizdir.

2- Erkekten artan su ile yıkanan kadın cünüplükten temizlenir. Cumhura göre bunun aksi de caizdir. Yanî kadından artan su ile erkek de yıkanabilir. Bu hususta Nevevî şunları söylemiştir:

«Erkek ve kadının gerek bir anda bir kabdan gerekse birbirlerinden artan su ile yıkanmaları caizdir. Abdest veya gusle yetecek su bir miktar­la tayin edilmiş olmayıp guslün şartı, yani bütün âzânın yıkanması te'min olunursa bu hususta az suyun da çok suyun da kifayet edeceğinde bü­tün müslümanlar müttefiktir. İmam Şafiî (Rahimehullah):

«Bâzan idareli davranılır azsu yeter. Bazanda idaresiz davranılarak çok su yetmez» demiştir. Ulemânın beyânına göre gusülde müstehab olan bir sâ'dan azı, abdestte müstahab olan ise bir müdden az su kullanmamak­tır...

Deniz kenarında bile olsa suyu israf etmenin memnu' olduğunda bü­tün ulemâ müttefiktirler. Zahire göre; bu memnûiyetden murâd kerâ-het-i tenzîhiyyedir. Ulemâmızdan bazıları: «İsraf haramdır»  demişlerdir.

Erkekle kadının bir kabtan yıkanmalarına gelince: Bu da bütün müs-lümanlarm ittifakı ile caizdir. Delilleri bu babın hadisleridir.

Kadının erkekten artan su ile yıkanması bilittifak caizdir. Erkeğin kadından artan su ile yıkanması ise İmam Mâlik ve Ebû Hanîfeye hûtan su ile yıkanması ise İmam Mâlik ve Ebû Hanîfeye ve cumhûru ulemâya göre caizdir. Bu hususta kadının evvel yıkanması ile sonra yıkanması arasında fark yoktur. İmâm Ahmed b.   Hambel   ile Dâvûd-u Zâhîri'ye g kadın yalnız başına suyu kulanarak yıkanırsa ondan artan su yıkanması caiz olmaz. Bu kavil   Abdullah b. Sere İs  ile Hasan-ı Basrî 'den de rivayet olunmutu

Ahmed b. Hambel ile Dâvûd-u Zâhîri'ye göre evvelâ kadın yalnız başına suyu kulanarak yıkanırsa ondan artan su ile erkeğin yıkanması caiz olmaz. Bu kavil Abdullah b. Sere İs ile san-ı Basrî 'den de rivayet olunmuştur.    Bir rivayette   İm Ahmed   bizimle beraberdir.   Hasan-ıBasrî ile Said b. el-Müseyyebin   kadından artan suyu mutlak surette mekruh gör­dükleri rivayet edilir. Muhtar olan. cumhurun kavlidir. Çünkü; Resu­lü11âh (Salîaîlahü Aleyhi ye Sellem) 'in zevceleri ile birlikte ve keza birbirlerinden artan suyla yıkandıklarını bildiren hadisler    şahindirler. Kadının yalnız yıkanmasının bu hususta hiç bir tesiri yoktur. Nitekim hadisin bir rivayetinde   Peygamber   (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) in zevcelerinden birinden artan suyla yıkandığı bildirilmektedir. Bu ha­dîsi   Ebû   Dâvûd,   Tirmîzî,   Nesâî   ve diğer Sünen sahip­leri tahrîc etmiş;   Nesâî   onun hakkında;   «Hasen sahih bir hadistir» demiştir. Vakıa karıkocanın birbirlerinden artan suyla yıkanmasını me-neden bir rivayet vardır. Fakat Ulemâ bu hadise muhtelif cevablar ver­mişlerdir.

Evvelâ; başta Buhârî olmak üzere Hadîs imamları mezkûr hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. İkinci cevap: O hadisteki nehiy-den murad kadının âzasından dökülen sudur. Bittabi o su müsta'mel olur.

Üçüncü cevap : Hadisteki nehiy müstehab ve efdal şekli beyân için­dir. Mezkûr hadîs sahîh bile olsa nesh edildiğine hüküm olunur.

3- Cünüb ile hayzlı kimseden artan su temizdir.

4- Derâverdî'ye göre bu hadis karı ile kocanın bir birlerinin avret yerine bakabileceklerine delildir.

 

42- (320) Bana Ubeydııllah b. Muâz el - Anberî rivayet etti. Dedi ki Bize babam rivayet etti. Dedi ki: Bize Şu'be Ebû Bekr b. Hafs'dan, [27] o da Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan naklen rivayet etti. ŞÖyle demiş: Âişe'nin süt kardeşi ile birlikte, onun yanına girdim. Süt kardeşi ona Pey­gamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) in cünüblükten nasıl yıkandığını sordu. Bunun üzerine Aişe bir sâ' kadar (su alan) bir kab isteyerek yıkan­dı. Onunla aramızda bir perde vardı. Ve başının üzerine üç defa su dökün-dü Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) in zevceleri saçlarını kısaltır­lar perçem gibi olurdu.

Bu hadîsi    Buhârî    «Kitabû'l Gusl» de tahrîc etmiştir.

Bazıları Hz. Âişe’nin yanma giren zâtın kardeşi Abdur-rahman, diğer bazıları anne bir kardeşi Tufey1 olduğunu söy-lemişlersede doğru değildir. Buradaki rivayet o iddiaların fâsid olduğunu gösteriyor. Hakikatta onun yanma giren zat süt kardeşidir. Bâzıları onun Abdullah b. Yezîd olduğunu söylerler ve bu hususta Müslim'in Cenaze bahsinde rivayet ettiği bir hadisle istidlal ederlersede bu da doğ­ru değildir. Çünkü o hadîs bu hâdiseye ait değildir. Gerçi onda süt karde­şi Abdullah b. Yezid zikredilmiştir. Fakat orada zikredildi diye buradakinin de aynı zat olması icâb etmez. Çünkü; Âişe (Radİyallahu anhâ)mn Kesir isminde bir süt kardeşi daha vardır. Bu sebeple buradakinin hangisi olduğunu ta'yine imkân yoktur.

Âişe (Radiyallahû anha) mn süt kardeşi ile birlikte yanma gelen Ebû Seleme onun kız kardeşi Ümmü Külsüm 'ün süt oğlu­dur. Yani Âişe (Radiyallahû anha) onun teyzesidir. Kaadi Iyâz diyor ki: «Anlaşılan bu iki zat Hz. Âişe 'nin başını ve vücudunun mahrem zevata haram olmayan üst kısmını yıkarken görmüşlerdir. Çünkü görmeyecek olsalar su istiyerek onların huzurunda temizlik yap­masının mânâsı kalmazdı.  Onların  görmiyeceği  bir yerde  olsa bu sefer de: «Bize şöyle anlattı» diye hikâye ederlerdi. Demek ki mahrem zevatın görmesi helâl olmayan yerlerini örtmek için araya bir perde koymuştur.

Vefre : Kulakları geçmeyen salınmış saç demektir. Bazıları vefre lim-me'den daha çok olan saçtır, demiş. Bir takımları bilâkis, vefrenin, lim-meden daha az olduğunu söylemişlerdir. Limme omuz başlarına kadar sarkan Örülmedik saçtır. Kaadî Iyâz (Rahimehullah, m beyânına göre; arap kadınlarının âdeti saçlarını pelik yaparak örmekti. İhtimal Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Selîem) 'in zevceleri onun vefatın­dan sonra ziyneti terk ettikleri için pelik uzatmaktan vaz geçmişlerdir. Kaadî 'nin bu kavli başkalarından da rivayet olunmuştur. Ümmehât-ı mü'minin Resulü İlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatında böyle bir şey yaptıkları nakledilmediği gibi vuku'u tahmin dahi olunma­mıştır.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder :

 

1- Bir şey'i fi'len öğretmek ve Öğrenmek müstehabtır. Çünkü fiilin tesiri sözden daha çoktur.

2- Yıkanan kimsenin suyu vücudüne tekrar tekrar dökünmesi şart değildir. Bu hususta muayyen bir abdest yoktur. Şart olan yalnız suyun bütün bedeni kaplamasıdır.

3- Hîn-i hacette kadınların saçlarını bir parça keserek hafifletme­leri caizdir.

 

43- (321) Bize Harun b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahremetü'bnü Bükeyr, baba­sından, o da Ebû Selemte'bni Abdirrahman'dan naklen haber verdi. Ebû Seleme şöyle demiş: Âişe dedi ki: ResûlüIIah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) yıkanmak   istediği vakit sağından başlar sağ eline su dökerek onu yıkardi. Sonra vücudundaki pisliğin üzerine sağ eliyle su döker; onu sol eliyle yıkardı. Bu işleri görünce başına su dokunurdu. Resulüllâh (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)    ile ben cünüb iken bir kabtan yıkanırdık.»

 

44- (...) Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezîd [28] den o da Irak'dan, o da Hafsa binti Abdirahman b. Ebî Bekr'den — bu kadın Münzirü'bnü Zübeyr'in zevcesidir — naklen rivayet etti. Önada Âişe haber vermiş ki: Kendisi Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ile üç müdd yahut ona yakın (su) alacak bir kabdaıı yıkanırlarmış.

 

45- (...) Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. Dedi ki: Bize Eflâh b. Humeyd [29], Kaasim b. Muhammed'den, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

«Resulüllâh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) ile ben cünüblükten dolayı bir kabdan yıkanıyorduk. Ellerimiz o kabın içine girib çıkıyordu.»

 

46- (...)Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Haysem'e, Âsım-ı Ahvelden, o da Muâze [30] den, o da Âişe'den naklen haber verdi: Âişe şöyle demiş:

Resulüllâh (Saiîaiiahü Aleyhi ve Seliem) ile ben aramızdaki bir kab-dan yıkanırdık. O benden evvel davranır; ben kendisine bana bırak; bana bırak derdim. Âişe her ikisinin cünüb olduklarını söylemiştir.

 

47- (322) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe hep beraber İbnİ Uyeyne'den rivayet ettiler. Kuteybe dedi ki: Bize Süfyan Amr'dan, o da Ebu'ş- Şâ1 sâdan, o da İbnİ Abbâs'tan naklen rivayet etti* İbni Abbâs şöyle demiş:

«Bana Meymûne haber verdi ki kendisi Peygamber (Salîaîîahü Aleyhi ve Seliem) ile bir kabdan yıkanırlarmiş.

 

48- (323) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Hatim rivayet ettiler. İshâk: Bize haber verdi tâbirini kullandı. İbni Hâtİm ise: Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti, dedi. Muhammed. demiş ki; Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Amr b. Dinar haber verdi. Dedi ki: Galiba bildiğime ve hatırımda kaldığına göre bana Ebû'ş - Şa' sâ haber verdi. Önada İbni Abbâs haber vermiş ki:

Resûlüllâh  (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) Meymune'den artan su ile yıkanırmış:

49- (324) Bıze Muhammed b. el - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) Bize Muazb. Hışam r.vayet etti. Dedi ki: Bana babam, Yahya b. Ebî Ke-sır'den nvâyet etti. (Demis ki) : Bize Ebû Selemete'bni Abdirrahman ri­vayet ett, Önada Zeyneb hinti ümnıi Seleme rivayet etmiş. OnadTümmü Seleme anlatmış ki: Kendisi Resûlüllâh   (Sallaîlahü Aleyhi ve Sel(em) ile cünüblükten dolayı bir kabtan yıkanırlarmış.

Bütün bu rivayetler erkekle kadının bir kabtan beraberce veya biri diğerinden artan suyla yıkanmalarının caiz olduğunu göstermektedir. Ulemânın bu husustaki kavillerini yukarıda gördük.

 

Ebü Ömer Bu Hususta Beş Mezheb Olduğunu Söylüyor.

 

Şöyleki :

1- Kadın cünüb veya hayzlı değilse; ondan artan suyla erkeğin yı­kanmasında beis yoktur.

2- Erkek ve kadının birbirlerinden artan suyla yıkanmaları mek­ruhtur.

3- Kadından artan suyla erkeğin yıkanması mekruh ise de erkek­ten artan suyla kadının yıkanmasında kerahet yoktur.

4- Erkekle kadının beraberce başlıyarak abdest almalarında beis yoktur. Kadından artan su da zararsızdır.   İmam.   Ahmed b: Hambe1'in mezhebi budur.

5- Erkekle kadının birbirlerinden artan suyla yıkanmalarında beis yoktur. Bu hususta beraberce yahut ayrı ayrı aynı kaptan yıkanmaları hükmen müsavidir. Cumhur-u Fukahânm kavli budur. Erkekle kadının bir kabdan   yıkanabileceği hususunda Tahâvî, Kurtubî ve Nevevî   ulemânın müttefik olduklarını nakletmişlerdir. Bu mes'ele Ashâb-ı Kiramdan Ali b. Ebi Tâlib, İbni Abbâs, Câbir, Enes,  Ebû Hüreyre, Âişe, Ümmü  Seleme, Ümmü    Hâni   ve Meymûne (Radiyaîlahu anh'ûm) hazerâtmdan rivayet  olunmuştur. Hz. A1i hadisini  İmam Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbas   hadisini «El' Kebir» inde Tabarânî, Cabîr hadisini «Musannef» inde İbni Ebî  Şeybe, Enes   hadisini Buhârî, Ebû Hüreyre hadisini  « Müsned» inde Bezzâr, Âişe hadisini  Tahâvî ile Beyhâkî, Ümmü   Seleme hadisini İbnî Mâce ile Tâhavî, Ümmû Hâni hadisini Nesaî, Meymûne  hadisini Tirmîzî tahrîc etmişlerdir. Mezkûr hadislerin hepsi sahih olup «erkekle ka­dın birbirlerinden artan su ile yıkanamaz» diyenlerin aleyhine delildir­ler.

Erkekle kadının ayni kaptan hangisinin evvel başlıyacağı meselesine gelince bir hadiste peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zev­celerinden birinin cünüblükten yıkandığı ve Resûlüllâh (Sallaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in ondan artan su ile sbdest almak ve yıkanmak iste­diği zevcesinin: «Ya Resûlâllâh! Ben cünübtüm» dediği Fahr-i kâi­nat   efendimizin ona:

«Su cünüb olmaz» buyurduğu rivayet edilmiştir. İbnî Mâce ile Tahâvî de abdest hakkında buna benzer hadisler rivayet etmiş­lerdir. Hattâ Tâha vî, hadîsi rivayet ettikten sonra: «Bu gösteriyor ki suyu biri diğerinden sonra ahrmış» demektedir. Vâkıâ Resû1ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in erkekle kadının birbirinden ar­tan suyla yıkanmalarını men ettiğini bildiren rivayetler de vardır. Fakat bu rivayetler itirazdan salim değildirler. Hattâ bâzıları hakkında hadîs ulemâsı    «Sahih değildir» demişlerdir.

İbni Tîn bazı ulemâdan naklen eskiden erkeklerle kadınların bir kaptan ayrı ayrı abdest aldıklarını rivayet edersede mezkûr zevat her halde ecnebi erkeklerle ecnebi kadınları kasdetmiş olsalar gerektir. Çünkü bir adamın kendi ailesiyle bir kabdan beraberce yıkanabileceğim babımız hadîsleri göstermektedir.

 

50- (325) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. el- Müsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahman yanî İbnî Mehdî rivayet etti. İkisi de demişler kî: Bize Şu'be Abdullah b. AhdiIIâh b. Cebr'den rivayet etti. Demiş ki: Enes'i şöyle derken işittim. Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beş mekkûk ile yıkanır bir mekkûk (su) ilede abdest alırdı.

İbnü'l- Müsenna: «Beş Mekâkî dedi.

İbnî Muâz da: «Abdullah b. Abdillâh'dan naklen dedi. tbnî Cebr'i zikretmedi.

Görülüyor ki rivayetlerin birinde İbnî Cebr lâfzı zikredilmiş diğerinde edilmemiştir. Nevevî bunların ikisinin de sahih olduğu­nu söylüyor. Ulemâdan bazıları İbnî Cebr'in yanlışlıkla zikredildi-ğini, doğrusunun İbnî Cabîr olacağını söylemişsede buradaki ha­tâ itiraz edendedir. Çünkü Abdullah b. Abdillâh'a hem İbnî Cebr hemde İbnî Câbir denilir. Bu iki vechi İmam Buhârî beyân etmiş; ona Mis'ar b. Kidânı, Şu'be ve Abdullah b. İsâ gibi zevatın İbnî Cebr dediklerini söy­lemiştir.

Mekkûkün cem'i Mekâkîk ve Mekâkiy gelir. Nevevî .burada on­dan «Müdd» kastedilmiş olmasını muhtemel görüyor. Übbî: «Mekkûk Iraklıların kullandığı bir ölçektir. Medine sâ'i ile bir buçuk sâ' alır» diyor.

 

51- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Mis'ar'dan o da İbnî Cebir'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir müd (su) ile abdest alır. Bir sş'dan beş müdde kadar (su ile) yıkanırdı.

 

52- (326) Bize E>û Kâmil el- Cahberî ile Amir b. Alî ikisi birden Bişr b. Mufaddal'den rivayet ettiler. Ebu Kâmil dedi ki: Bize Bişr riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Reyhâne, Sefine'den rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i cünüblükten bir sâ' su yıkar bir müdd (su) da abdestine yeterdi.

 

53- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize İbnî Uleyye rivayet etti. H.

Bana Ali b. Hucr dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Ebû Rey-hâne [31] den, o da Sefine [32] den naklen rivayet etti. Ebû Bekr bu Se-fîne için Resûlüllâh (SallaUahü Aleyhi ve Seilem) in sahabisi olan Sefine dedi- Sefine şöyle demiş: Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bir sâ' (su) ile yıkanır bir müdd (su) ilede abdest alırdı.»

İbni Hucr hadisinde: «Yahut onu bir müdd su temizlerdi» dedi, İba­resi vardır. Ebû Rey hâne:

«Ama Sefine ihtiyarlamışti. Ben onun hadisine (pek) güvenemiyor-dum» demiş.

Bu hadisi  Buhâri   «kitabu'l Vudû» da tahric etmiştir.

Hadis-i şerif muhtelif rivayetleri ile Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) abdest ve guslü için ne kadar su sarf ettiğini göster­mektedir. Müdd ile Sâ'ın neler olduğu yukarıda kısaca arz edilmişti. An­cak sâ' hakkında muhtelif rivayetler vardır. Bu husustaki tafsilâtı «Tec-rid-i Sarîh» mütercimi merhum Ahmed Naîm beyden dinleye­lim. Naîm bey şöyle diyor:

«Sâ': Beş rıtl-ı Bağdadî ile bir sülüs rıtl (1/3) istîab eden kaba de­nir. Bir müdd de bir sâ'ın dörtte biri miktarıdır. Bu Şafiîler-den Nevevî 'nin verdiği hesaptır. Ancak bu ölçek pek ihtilaflı oldu­ğundan ihtilâfların derecesini anlamak istiyenler Kamus Tercemesi'nden müdd, sâ', mekkûk, rıtl kelimelerine müracaat edebilirler. (Aleyhisselâtü vesselam) Efendimiz hazretlerinin muhtelif miktarlarda su ile abdest alıp iğtisal buyurduklarına dâir diğer pek çok rivayetler de vardır. Buradaki miktarlar orta yapılı bir kimsenin yıkanacak âzası üzerinden akacak su­yun en az miktarını gösterir. Bedenin azası üzerinden su aktıktan sonra bu mikdarlardan da az su ile hades giderilebilir. İsraf dedirtmeyecek zi­yadesiyle de caizdir. Medine-i Münevvere'de kullanılan müdd -ki fuka-

hâ arasında    «Müdd-ü    Nebevi» namıyla maruftur- (4/3) rıtıl miktan alan bir hacim ölçüsüdür. Dört müdd bir sâ'dır. Ancak müdd ile sâ'ın miktarlarını anlamak, mikyas tutulan ritim ne miktar olduğunu bilme­ye bağlıdır. Ritim ise Bağdadîsi, Şâmîsi vardır. Yani birinin küsuru İran, diğerinin ki Roma ölçüleri olup hesap edilince takrîbî bir miktar gösteren iki ölçektir.   Rıtl-ı   Bağdadî    (130) daha doğrusu   İmam   Nevevî 'nin tahkikine göre (900/7 ) dirhemdir. Esah olan ikinci takdir isede kesirli olduğundan buna (10/7) dirhem; diğer ta-

birle bir miskâl katarak kesirsiz (130) dirhem itibâr edilmiştir, deniliyor.

 (4/3)   rıtl olan bir müdd-ü nebevi bu   hesaba göre    (1200/7) veya (130) dirhem   hesabına göre (520/3) dirhem eder ki en doğru hesap ve takdire göre bir dirhem (3.0898) gram ettiğinden bu miktar su (0,530) yani yarım litreden biraz ziyadece bir şey tutar. Bu miktar bu gün sucu* ların kullandıkları su bardaklarından üçünün aldığı sudan azdır. Bu, İmam Şâfîî ile Hîcâz fukahasmm takdiri olup Ebu Hanife ile Irak fukahasma göre ise müdd, iki rıtl olduğundan abdest suyunun miktarı (1,06) litre eder ki; beş kadehten biraz ziyadecedir.

Rıtl-ı Şâmî : Kamus Tercümesi'nin rıtl maddesinde beyân edildiği­ne göre (12) okiyye ve her okiyye (40) dirhem olduğundan bu hesaba gö­re (480) ve bir müdd (620) dirhem olmak lâzım gelirse de yine kamusun mekkük maddesinde tafsil edildiğine göre bir okiyye (5/3) istâr bir istar

 (9/2 )  mıskal, bir miskâl de  (10/7) dirhem olduğundan bir rıtl- yine İmam Nevevi 'nin bildirdiği üzere - (900/7) ve bir müdd (1200/7) dirhem olmuş olur. Bu hesaba göre okiyye Kamus müterciminin  rıtl maddesinde dediği gibi    kırk dirhem değil    Hicazlılarm"   takdirine göre (75/7) ve Iraklıların takdirine göre (150/7) dirhem olmuş olur. Meğer ki o maddede dirhem nâmiyle gösterdiği, başka ölçü ola.

Kesûl-ü Ekrem (Aleyhisselâtü vesselam) Efendimiz hazretlerinin -bu­radaki rivayete nazaran - abdest suyu işte bu kadar az miktardadır. Gusül için kullandıkları su da - bu rivayete nazaran - dörtten beş müdd kadardır ki; o da (4800/7) den (6000/) dirhem eder ki aşağı yukarı (2,120)  den (2,650) litreye kadar eder. Irak fukâhasının müddû iki rıtl itibâr et­tiklerine göre ise bu miktar takriben (4,24) den (5,3) litreye kadardır.

Müs1im'in burada Ebû Bekr b. Ebî Şeybe 'den riva­yet ettiği son hadisdeki tefsirinden anlaşılıyorki Ebû Bekr b. Ebi Şeybe Sefine'yi Resûlüllah (SailallaHü Aleyhi ve Sellem) in sahâbisi olmakla vasıflandırmış; Ali b. Hucr ise bu tavsifi yap­mayarak sâdece ismini anmakla iktifa etmiştir. Hadisin sonunundaki: «Ihtiyarlamişti da ben onun hadisine itima d edemiyordum» cümlesini söyleyen Ebu Reyhâne ihtiyarlıyandan maksad da Hz. Se­fine 'dir. Müslim (Rahimehullah) bu Hadisi ssir hadislere mütâbaat için rivayet etmiştir.

 

Hadis-i Şeriften Ulema İki Hüküm İstinbat Etmişlerdir

 

1- Resûl-ü Ekrem (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)  bir sâ' su ile yıkanırdı. Bazen bu miktarı beş müdde kadar arttırırdı. Bu gösteriyorki; gusl için yetecek su bir miktarla tayin ve tahdid edilmemiştir. Binaena­leyh vücûdun her yerini ıslamak şartı ile az su ile de, çok su ile de yıkan­mak caizdir. Ancak gusül ve abdestde hadislerin gösterdiği miktardan daha az su kullanmamak müstehabdır. Vâkıâ Enes (Radiyallahû tmh) beş müddü Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)in gusülde kul­landığı saya hudut göster mişsede bazı ulemânın kanâatlerine göre o. daha ziyade kullandığını duymamış olacaktır. Yoksa Âişe (Radiyallahû artha) dan Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)m farak denilen büyük bir kaptan yıkandığı rivayet edilmiştir. Maamafih Hz. Enes'in «Beş müdde kadar suyla yıkanırdı» demesinden. «Bundan öteye geçr mezdi, bundan aşağiyada bırakmazdı» manasını çıkararak daha fazla kul­landığını onun duymamış olmasına hamletmek doğru değildir. Çünkü Enes (Radiyallahû anha) gördüğünü hikâye etmiştir. Onun gördüğü bu.miktardır. Fakat hâller ihtiyaca göre değişebilir. Hz. Âise (Radiyallahû anha) Hadis'inde farak denilen o kabın dolu olup olmadığı ve keza içindeki suyun bitinceye kadar sarfedilip edilmediği zikredilmemiştir. Binaenaleyh beş müdden daha fazla su harcadığı hususunda o hadis delil olamaz.

Bazıları Mâ1ikiler 'den İbni Şaban ile Hanefi1erden bir takımlarının müdd ve sâ'ın miktarında bu hadis'e muhalefette bu­lunduğunu, fakat yinede hadis'te zikredilen miktarla abdest ve gusl'su-yurıu ta'yin ettiğini söyliyerek hadis'i onların- aleyhine hüccet göstermek istemişse de buda doğru değildir. Gerçi î bn i Şaban abdest ve gu­sül suyunu vacip olmak üzere bir miktarla tayin etmişsede Hanefî-1 erden miktar gösterenler onu vâcibdir diye göstermemiş yalnız ki­fayet edeceğini söylemişlerdir.Hanefi1er 'don buna kail olan yal­nız İmam Muhammed 'dir. İmam Mulıammed 'in «Gusül için kullanılan su bir müdden az olursa bedenin her tarafına kâfi gelmez» dediği rivayet olunur. Ama bu mesele yıkanan şahısların vücudlarına gö­re değişir. Onun için İzzüddin b. Abdisselâm abdest alan ve gusl eden kimselerin hallerini üçe ayırmıştır.

a) Vücudça    Resûlüllah   (SulUıflahü Aleyhi re Sellem) Efendi­miz gibi mu'tedil hilkatta bulunanlar bir müdd ve hadım az su kullanma­mak hususunda ona uymalıdırlar.

b) Vücudça zaif ve nahif olanlar gusül ve abdeslte suyu    Resû­lüllah {Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in kullandığı nisbete göre kullanma­lıdırlar.

c) Vücudça pek uzun.    geniş ve şişman    olanlara yine    peygamber (SaUallahii Aleyhi ve Sellem) in kullandığı müdd ve sa'a nisbetle kullanma­ları müstehab olur.

2- Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) Efendimiz bir müdd ile abdest alırlardı. Hanefîler'e göre bir müdd ile iki rıtl, Şafiîlere göre bir Irak rıtlı ile onun üçte biridir. Sa' ise İmam Ebû Yusuf 'a göre Irak rıtlı ile (16/3 ) rıtlıdır. İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtmın kavilleri de budur. İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammet!'e göre Sâ': Sekiz rıtldır.

 

11- Başa ve Diğer Yerlere Suyu Üç Defa Dökünmenin Müstahab Oluşu Babı

 

54- (327) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Yahya: Bize haber verdi tâbirini kullandı öte­kiler: Bize Ebü'l Ahvas, Ebû İshak'dan, oda [33] Süleyman b. Surad'dan, [34] Oda Ciibeyr b. Mut'im'den naklen rivayet etti, dediler. Cübeyr şöyle demiş: Ashab Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle/n) in huzurunda gusüî hakkında münakaşa ettiler. Cemaatten biri:

— Bana gelince, ben başımı şöyle ve şöyle yıkarım, dedi. Bunun üze­rine Resulüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) :

«Bana gelince : Ben de başıma üç avuç su dokunurum.»  buyurdular.

Bu hadis'i    Buharı «Kitabü'l Gusl» de Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce  «Kitabü'l - Tahâre»de tahrîc etmişlerdir

İfâda : Suyu akıtmak, dökünmek demektir. Hadeste taksime delâlet eden «Emmâ» kullanılmış, fakat ibarenin bâzı kısımları hazfedilmiştir. Mânâ şudur.: «Bana gelince: Ben suyu başıma üç avuç döküyorum, fakat başkalarının ne yapardığım bilmiyorum. Yahut başkaları böyle yapmı­yor.» Maamafih mezkûr edat tahkik edilirse mahzûf takdirine dahî hacet kalmadığı görülür. Çünkü «Emmâ» şart tafsil ve te'kid bildiren bir edât-dır. Te'kid bildirdiğini Zemahşerî beyân etmiştir. Burada da te'kid için­dir. Binaenaleyh taksime giderek mahzûf takdirine hacet yoktur.

Ashab-ı kiram'ın münâkaşası guslün sıfatı hakkındadır. Bazısı gusül şöyle yapılır; bazısı böyle yapılır demiş Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) de sünnet vecihle guslün nasıl yapılacağını kendilerine öğretmiştir.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- İlim hakkında münazara ve mübahase yapmak caizdir.

2- Büyükler huzurunda münazara ve mübahase yapılabilir.

3- Gusülde âzâyı üç defa yıkamak sünnettir. Bu hususta bütün ule­mâ müttefiktir. Fakat bütün bedeni bir defa yıkamak bilicmâ farzdır. Mazmaza ile istinşâkm farz olup olmadığı ihtilaflıdır. Hanefîlere göre gusülde bunlar da farzdır. Bu husustaki hilaf meşhurdur. Nevevî'nin beyânına göre bilumum Safi ilerce, yıkanırken suyu üç defa başa dökmek müstehabdır. Bedenin şâir kısımları da başa ve abdest uzuvlarına kıyasla üçer defa yıkanır. Hattâ Gusülde her uzvu üç defa yı­kamak abdestdekinden evlâdır. Çünkü abdest tekerrür eder. O tahfif esa­sı üzerine mebnîdir. Binaenaleyh Abdestde âzâyı üçer defa yıkamak müs-tehab olunca guslde bu iş evleviyette kalır. Nevevî; Bu hususta «El-Hâvi» sahibi Kaâdi'l kudât İmam Ebul Hasen Mârûdi'den başka ulemâmızdan   muhalefet eden kimse   bilmiyoruz. Mârûdi: Gusülde tekrar müstahab değildir demişse de bu söz şazz ve met­ruktür» demektedir.

 

55- (...) Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki):   Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Ebû ishâkdan, o da Süleyman b. Surad'dan, o da Cübeyr b. Mut'im'den, o da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seîiem) den naklen rivayet etti ki: (Aleyhisseîâtü vesselam) efendimizin huzurunda cünüblükten yıkanmak (meselesi) ko­nuşulmuş da:

«Bana gelince ben başıma üç defa su dokunurum.» buyurmuşlar.

 

56- (328) Bize Yahya b. Yahya ile İsmail b. Salim rivayet ettiler. Dediler kî: Bize Hüseyni, Ebu Bişr'den, o da Ebu Siifyan'dan, o da Cabir b. Abdillâh'dan aklen haber verdi ki: Sâkif hey'eti Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) e sorarak:

— Bizim memleketimiz soğuktur. Acaba yıkanma işi nasıl olacak? de­mişler, Resulü Ekrem   (Saliallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Bana gelince, ben başımın üzerine üç defa su dökerim.» buyurmuşlar.

îbni Salim kendi rivayetinde şöyle dedi: «Bize Hüşeym rivayet etti, (Dedi ki) : «Bize Ebû Bişr haber verdi» bir de: «Sakif heyeti dedilerki.. Resûlallâh!...» dedi.

İmam Müslim (Rahimehullah) bu hadîsin rivayetinde de za­man zaman gösterdiği ilmî dirayet ve vukufunu göstermiştir. Şöyleki: Ka­vilerden Hüşeym müdellistir ve Ebû Bişr 'den rivayet eder­ken hadis imamlarınca ihtilaflı olan «an» sığasını kullanmıştır. Bir mü-dellisin bu sîga ile rivayet ettiği hadis hüccet olarak kabul edilmez. Me­ğer ki o hadisi şeyhinden işittiğini ispat eylesin. İşte Müslim, Sa­lim 'in rivayetinde Hüşeym'in bize Ebû Bişr haber verdi dediğini göstermekle şeyhinden işittiğini ispat etmiştir. Bu rivayetler de yukarıkilerih delâlet ettikleri Ahkâmın delillerindendir.

 

57- (329) Bize Muhammed b. El Müsenna da rivayet etti (Dedi ki) : Bize Abdülvehhab yâni Es - Şekafî [35] rivayet etti (Dedi ki) : Bize Ca'-fer babasından, o da Cabir b. Abdillahtan naklen rivayet eyledi. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) cünüplükten yıkana­cağı zaman başına üç avuç su dökerdi.

Bunun üzerine Hasan b. Muhammed Cabir'e: [36] «Ama benim saçım çoktur» demiş. Cabir denıişki bende ona; «Ey kardeşim oğlu   Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) in saçı se­nin saçından daha çok ve daha temizdi, dedim.»

Bu Hadis-î Buharı Kitâbü'l Gusl»ün bir iki yerinde Nesâî dahî aynı bahiste tahrîc etmişlerdir.

Hasan b. Muhammed Hz. Câbir'e «Benim saçım çoktur» demekle başını yıkamak için üç avuç suyun yetmiyeceğini anlat­mak istemiştir. Hz. Câbir de ona «Be kardeşim oğlu Resûlüllah (Sa'.allahü Aleyhi ve Sellem)in saçı senin saçından daha güzel ve daha te­mizdi» Cevabını vererek üç avuç su ona bile yeterdi sana mı yetmeye­cek demek istemiştir.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Selef-i   Sâlihîn   Peygamber  (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) in fiilleri ile ihticâc eder ve ona râm olurlardı.

2- Suyu israf etmek mekruh'tur.

3- Saç çok da olsa başı üç avuç suyla yıkamak kâfidir.

4- Yıkanırken  evvelâ başa  ondan  sonra vücûdun  sair yerlerine  su dökülür.

5- Dinî husûsâtı ulemâya sormak gerektiği gibi bilenlerin cevap ver­mesi de vâcibdir.

6- Hadîs-i Şerîf,  Resu1ü11ah  (Salîaîlahü Aleyhi ve Selîem) in dai­ma başını üç avuç suyla yıkadığına delildir.

 

12 - Yıkanan Kadının Peliklerinin Hükmü Babı

 

58- (330) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n - Nâkıd, İshâk b. ibrahim ve İbni Ebî Ömer hepsi birden İbni Uyeyne'den rivayet etti­ler. İshak dediki: Bize SÜfyan, Eyyüb b. Musa'dan [37] o da Saîd b. Ebî Saîd el- Makburî'den, o da Ümınü Seleme'nin âzâdlısı [38] Abdullah b,

Râfi'den, o da Ümmü Seleme'den naklen haber verdi Ümnıü Seleme şöyle demiş.

«Yâ Resûlüllâh. Ben başımın peliğini ören bir kadınım, cünüplükten yıkanmak için onu çözeyim mi?» dedim.

«Hayır! Başına yalnız üç avuç su atman sana yeter; sonra üzorine suyu dökünür ve temizlenirsin.»  buyurdu.

 

(...) Bize Amru'n - Nâkıd'da rivayet etti (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Hâ-rûn rivayet etti. H. Bize Abd b. Humeyd dahi rivayet etti ( Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi (Yezid ile Abdürrezzak) demişlerki bize (Sevri, Eyyüb b. Musa'dan naklen bu isnadla haber verdi.

Abdürrezzak hadîsinde «Onu hayz ve cünüplük dolayısîyle çözeyim mi?

(Peygamberimiz) Hayır, dedi «cümlesi vardır. Sonra râvî Hadîs-i İbni Uyeyne hadîsinin manâsîyle zikretmiştir.

 

(...) Bu Hâdîs-î bana Ahmed ed-Dârimi dahî rivayet etti. (Dedi ki) Bize Zekeriyâ b. Adiy rivayet etti. (D.edi ki) : Bize yezîd yanî İbni Zürey, Ravh b. Kaasim'den rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyüb b. Musa bu isnad­la rivayet etti. ve: «Onu cünüplükten dolayı çözerek yıkayayımmı?» dedi Hayzı zikretmedi.

 

59- (331) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ye Ali b. Hucr toptan İbni Uleyye'den rivayet ettiler. Yahya dediki bize İsmail b. Uleyye Eyyüb'deıı, o da Ebu Zübeyr'den, O da Ubeyd b. [39] Umeyr'-den naklen haberlerdi. Demiş ki: Aişe Abdullah b. Amr'in [40] kadınlara yıkanacakları zaman peliklerini çözmelerini emrettiğini duymuş. Bunun üzerine; «Şu İbni Amr'a şaşarım, kadınlara, yıkanacakları zaman pelikle­rini çözmeyi enıredernıiş, başlarını tıraş etmelerini eniretmiyormuş bârî,

Vallahi, ben ve Resulüllah   (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)  bir kaptan  yıka­nırdık .Başıma üç defa su dökmekten fazla bir şey yapmazdım» dedi.

Bu rivayetler gusül ederken kadının saçını çözmesi îcap etmediğini bildirmektedir.

Dafr : Saç örgüsü yani pelik demektir. Bazıları bu kelimenin «Dufur» şeklinde okunacağını, dafr kırâetinin yanlış olduğunu iddia etmişlerse de bu iddia doğru değildir. Kelime iki şekilde de okunabilir. Ancak sabit ve muttasıl Hadislerde «Dafr» şeklinde zaptedildiği için o şekilde okunması tercih olunur.

Hafne: Avuç dolusu demektir. Hâdis-i rivayet eden Ümmül Mü­minin Seleme (Radiyalîahû anha)nın ismi Hind'dir. Hadîs'in ah­kâmı hakkında Nevevî şunları söyler.:

«Cumhur ulemâ ile bizim mezhebimize göre yıkanan kadının saçları­nın içine ve dışına su işlediği zaman onları çözmek vacip değildir. Pe-liklerini çözmeden içlerine su işlemiyecekse çözmek vacip olur. Ümmü Seleme Hadisi onun saçlarına çözmeden su işlediğine hamle­dilir. Çünkü suyu saçların her tarafına vardırmak vâciptr. Hattâ İb­rahim Nehâi 'den rivayet olunduğuna 'göre saçların içine su işle­sin, işlemesin her halde onları çözmek vaciptir. Hasan-ı Bâsrî ile Tavus «Hayzdan yıkanırken saçların çözülmesi vacip, cünüplükten yıkanırken vacip değildir, demişlerdir. Bizim delilimiz Ümmü Se­leme Hadis'idir. Erkeğin başında peliği bulunursa onun hükmü de kadın gibidir.»

Hanefîlere göre yıkanırken su saçların dibine işlemek şartıyle kadı­nın peliklerini çözmesi vacip değildir. Hattâ Sahîh rivayete göre pelik-lerini ıslatmak dahî lâzım değildir. «Hanefîlere» Bu Hadis haber-i vahit­tir. Binaenaleyh onunla Tealâ    hazretlerinin

«Cünüp olursanız tertemiz yıkanın.» âyet-i kerimesine ziyâde edile­mez, şeklinde bir itiraz da vârid olamaz. Çünkü saç her cihetle bedenden değildir. Âyet-i Kerîmedeki emirse bedenin temizlenmesine aittir. Bir de gözlerin içi gibi zaruret yerleri yıkamaktan istisna edilmiştir. Zira bunda güçlük ve zarar vardır. Kadının saçını çözmesinde zarar yoksada güçlük vardır.

Peliklerin ıslatılmasına gelince: Sahîh Kavle göre bu da vacip değil­dir çünkü bunda da güçlük vardır. İmam Hasan b. Ziyâd'm Ebû Hanîfe‘den bir rivayetine göre saçlar üç defa ıslanır ve her defasında sıkılır. Bu suretle aralarına suyun işlemesi temin edilir. Pelikler zaten çözülmüş ise Fakîh Ebû Cafer 'den bir rivayete göre onları ıslatmak vacip olur.

Erkeğin başında pelik bulunursa çözüp çözmeyeceği ihtilaflıdır. İh­tiyaten çözmesi vaciptir.

Nevevî diyorki; «Gerek cünüplükten gerekse hayz ve nifâs gibi şeylerden yıkanma hususunda erkekle kadının hükmü birdir. Yalnız hayz ve nifâstan yıkanan kadınların misk kullanmaları müstehabdır. Erkekle­re Misk kullanmak müstehab değildir. Kadın bakire ise yıkanırken suyu fercinin dahiline ulaştırması vacip değildir. Bakire değilse fercinin kaza-i hacete oturduğu zaman açılan yerlerini yıkaması vacip olur. Çünkü o yerler bedenin dış kısmı hükmündedir. İmam Şafiî ile ulemâmı­zın ekserisi bu ciheti nassan beyân etmişlerdir. Ulemâmızdan bâzılarına . göre bakire olmayan kadmm dahili fercini yıkaması vacip değildir. Bâ­zıları da bunun hayz ve nifâstan temizlenirken vacip olduğunu, cünüp­lükten temizlenirken vacip olmadığını söylerler. Fakat Sahîh olan birin­ci kavildir.

Hanefilere göre kadının fercinin dış kısmını yıkaması vaciptir. Zira ağız hükmündedir. Parmağını dahile sokarak yıkaması vacip değildir. Fetvada buna göredir. Yâni bu meselede Hanefilerle Şafiiler hemen hemen ittifak etmiş gibidirler. Sünnetsiz erkeğin avret mahallindeki kı­lıfın içini yıkaması müstehabtır. Hattâ «En - Nevazil» nam eserde yıkan­masının vacip olduğu bildiriliyorsa da esah olan birinci kavildir.

Hz. Abdullah b. Amr'in yıkanırken kadınlarına saçlarını çözmelerini emretmesi bunu vacip gördüğüne hamledilir. Şu halde yı­kama emrini vermesi ya suyun ulaşması îcap eden saç diplerinin yıkan­ması içindir. Yahut onun mezhebine göre yıkanacak kadının mutlaka sa­çını çözmesi vaciptir. Nitekim İbrahim Nehâi 'nin mezhebi de budur. Bu takdirde İbni Amr (Radiyalîahû anh) Ümmü Sele­me .ve Âişe (Radiyalîahû Anhüma) hadîslerini duymamış demektir. Mamafih İbni Amr'm bu emri müstehab olmak üzere ihtiyaten vermiş olması da ihtimal dahilindedir. Allahüâlem.

 

13- Hayzdan Yıkanan Kadının Kan Gelen Yere Bir Perça Misk Sürmesinin Müstehap Oluşu Babı

 

60- (332) Bize Amr b. Muhammed en - Nâkıd ile İbni Ebi Ömer hep beraber İbni Uyeyne'den rivayet ettiler, Amr dediki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Mansûr b. Safiyye'den [41] o da annesinden [42] o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

«Bir kadın Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) e hayzmdan nasıl yıkanacağını sordu.»

Müteakiben Âişe Resulüllah (Saltallahü Aleyhi ve Selîem) in kadına nasıl gusül edeceğini sonra bir misk kırıntısı alarak onunla nasıl temizle­neceğini anlattığını söylemiş ve demişki:

«Kadın fcen o misk kırıntısı ile nasıl temizleneceğim» dedi Resulüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onunla temizlen işte! Sübhânallâh!» buyurdu, ve örtündü. Süfyan b. Uyeyne eliyle yüzünü kapayarak nasıl örtündüğünü bize işaret etti -Âişe demişki:

«Ben kadını kendime doğru çektim ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ne demek istediğini anlayarak kadına: onu kanın geldiği yere sürersin dedim.»

îbni Ebî Ömer kendi rivayetinde;

«Onu kanın eserleri Üzerine sürersin dedim» şeklinde söyledi.

 

(...) Bana Ahmed b. Saîd ed-Dârimi'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vübeyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr Annesinden o da Âişe'den naklen rivayet ettiki bir kadın pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e;

«Ben hayz'rmdan temizlendiğim vakit nasıl yıkanacağım?» diye sor­muş Resûlallah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Üzerine misk sürülmüş bir bez parçası al da onunla temizlen.» bu­yurmuşlar. Sonra Mansûr hadîsi' (geri kalan kısmını) Süfyân hadîsi gibi anlatmış.

 

61- (...) Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. îbni'l Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b.    Ca'fer rivayet etti.

{Dedi ki) : Bize Şube, İbrahim b. el Muhacir'den [43] rivayet etti. Demiş ki, Safiyye'yi Âişe'den naklen rivayet ederken dinledim. Şöyleki Esma' Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) e hayz'dan nasıl yıkanılacağım sormuş Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sizden biriniz suyunu ve sidresini alır da temizlenir. Temizliği de güzel yapar. Sonra suyu başına dökerek başını şiddetle ovalar, ta ki su saç diplerine kadar ulaşsın. Sonra vücuduna su dökünür, sonra üzerine misk sürülmüş bir bez parçası alarak onunla temizlenir.» buyurmuşlar. Es­ma:

«Onunla   nasıl    temizlenecek    ya?»    diye sormuş,    Resül-ü  Ekrem

«Sübhanallah! Onunla temizlenirsin işte!» buyurmuş. Bunun üzerine Aişe galiba sözünü gizlemek isteyerek (Fısıltı ile Esma'ya) «Kanın yeri­ne sürersin» demiş.

Esma «Peygamber (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) e cünüplükten nasıl yıkanılacağım da sormuş Resûlüllah  (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Su alarak temizlenir ve güzelce paklanır. Yahut mübalağalı şekilde paklanır. Sonra onu başına dökerek başım ovalar. Tâ ki su saçların dibi­ne varsın, sonra üzerine suyu dökünür.» buyurmuşlar. Bunun üzerine Âişe:

«Şu ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Dinlerini öğrenmek hususunda kendilerine haya mâni olmuyor» demiş.

 

(...) Bize Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Bu isnadla bu hadis-in mislini rivayet etti. Ve şöyle dedi. «Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sübhanallah! Onunla temizlen işte.»   buyurdu ve örtündü.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebi Şeybe dahi hep birden Ebül Ahvâs'dan o da İbrahim b. Muhâcir'den, o da Safiyye binti Şeybe'-den, o da Âişe'den naklen rivayet ettiler. Âişe şöyle demiş:

«Esma binti Şekel Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) in huzu­runa girerek:

— Yâ Resülâllah! Bizden birimiz hayzdan temizlendikten sonra nasıl yıkanacak? dedi...

Râvi hadîsi nakl etmiş, fakat hadîste cünüplükten yıkanmayı zikret­memiştir.

Bu hadisi Buhârî «Taharet» ve «Hayz» bahislerinde, Ebû Dâvûd ile Nesâi dahi «Taharet» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Yalnız Müslim'in, Muhammed b. El Müsennâ ve İbni Beşşâr tarikiyle tahrîc ettiği (61) numaralı rivayeti Buhâri kitabına almamıştır. Çünkü mezkûr rivayetin senedinde İbra­him b. Muhacir, vardır. Bu zat Buharı 'nin şartına uygun değildir. Bununla beraber Alî b. El Medîni 'nin ondan kırk tane hadîs rivayet ettiğini yine Buhâri söylemiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ile Süfyan onun hadisini kabulde beis gör­memişlerdir. Fakat İbnil Cevzî onu zayıflar arasında zikretmiş­tir.

Buraya kadar geçen hadîslerde erkek ve kadının nasıl yıkanacakları görülmüştü. Bu bâbta hassaten hayz'dan temizlenen bir kadının sünnet veçhiyle nasıl temizleneceği beyân ediliyor. Hayz'dan ve keza nifas'dan temizlenen bir kadın evvelâ güzelce yıkanıp paklandıktan sonra bir pa­muk veya bez parçasına misk yahut gül yağı gibi güzel kokular sürerek onunla fercini ve kan bulaşan yerlerini güzelce oğuşturarak temizliği bu suretle tamamlayacaktır. Nevevî bütün kan bulaşan yerlerin güzel koku sürülmüş bezle silinmesi îcap ettiğini yalnız «Elmuknî»:

Sahibinin söylediğini bunu başka yerde bulamadığını kaydederek ga­rip görüyorsa da nefsi hadiste Hz. Aişe 'nin:

— Ben kadına o bezle kan m eserlerini sil, dedim cümlesi bu garabe­te mahal bırakmamakta ve «Elmuknî» sahibinin haklı olduğunu göster­mektedir. Yine Nevevî'nin beyânına göre güzel koku sürünmenin hikmeti hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Cumhuru Ulemânın kabul ettikleri Sahih kavle göre bunun hikmeti o yerlerdeki pis kokuyu gider­mektir. Bu bâbta Şafiilerden Mârûdi iki vecih nakletmiştir. Bun­lardan biri pis kokuyu gidermek, diğeri güzel koku sürmenin gebeliği ko-laylaştırmasıdır. Birinci Kavle göre misk bulamayan onun yerini tuta­cak güzel kokularla kanın yerinde kalan pis kokuyu giderir. İkinci kaville amel edilirse kadın misk yerine kust ve ezfâr gibi şeyler kullanacaktır. Kust bir nevî güzel kokulu nebattır.

Ezfâr : Diş büyüklüğünde yapılmış siyah renkli güzel kokulu bir şey­dir. Onun ne zaman kullanılacağı dahi ihtilaflıdır. Pis kokuyu gidermek için sürülür, diyenlere göre gusülden sonra, gebeliğe faydası olur, diyen­lere göre gusülden önce kullanılır. Fakat bu ikinci kavle Nevevi itiraz etmiş:

«Onun bâtıl olduğunu ispat için Müslim'in buradaki rivayeti kâfidir» demiştir.

Hadîsi Şerifde zikri geçen sidreden murad dahi yıkanırken kullanılan sidre yaprağıdır. Sidrenin Nebik ağacı demek olduğunu Miraç hadisinde görmüştük. Rivayete göre bu ağacın yapraklarını kurutarak döğerler ve onunla hamamda yıkanırlarmış. Az evvel işaret ettiğimiz vecihle Nevevî : «Güzel koku sürünmekten Murâd kadının çabuk gebe kalması­na sebep olmasıdır «sözünü zaif hattâ bâtıl bulmakta. Ve şu mütâlâayı dermeyan etmektedir: Çünkü bunun muktezasmca kokuyu yalnız evli ve hemen cimâı tasavvur olunan kadın sürecektir. Halbuki bizim bildiğimiz ulemâdan böyle bir şeye kail olan yoktur. Doğrusu koku sürünmekten maksat o yeri temizlemek ve pis kokuyu gidermektir. Evli ölsün olmasın Hayz ve Nifasdan temizlenerek yıkanan kadınlara bu müstehaptır. Ve yıkandıktan sonra sürülür. Kadın misk bulamazsa onun yerine herhangi bir güzel koku sürebilir. Onu da bulamazsa toprak ve benzeri şeylerle pis kokuyu giderir. Ulemâmızın kavilleri budur. Kadın pis kokuyu gide­recek bir vasıta bulamazsa su ile yıkanması kâfidir. Ancak vasıta bul­duğu halde kullanmaması mekruh bulamadığı takdirde su ile iktifa et­mesinde kerahet yoktur.

Fırsat: Bez veya pamuk parçası demektir. Misk herkesçe malum olan kokudur. Umumiyetle ulema onu bu manâya almışlardır. Bâzıları keli­meyi meşk şeklinde okumuş ve onun üzerinde kılları bulunan deri parça­sı mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kaadı İyâz «Meşk» rivaye­tinin daha çok olduğunu söylemiş, Ebû Ubeyd ile İbni Kü­teybe Fırsat kelimesini kabul etmiyerek doğrusunun (Karda) olaca­ğını iddia etmişler hatta bazıları karsa denileceğini söylemişlerdir. Vakıa «karda» ve «korsa» kelimelerinin mânâsı da parça demektir. Fakat bu iddiaların hepsi zaîfdir. Doğrusu kitabımızın rivayetidir.

Mümesseke : Üzerine misk sürülmüş demektir ki, Bu da o şeyin yün veya pamuktan bir parça olduğunu gösterir.

Rivayetlerin mecmu'undan anlaşılıyor ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e sual sormağa gelen kadın ensardan Esma'binti Şeke1'dir. Sahih ve meşhur olan da budur. «Elmetâli» sahibi Şeke1'in «Şek» okunacağım söylemiş; Hatibi Bağdadi ile diğer bazı Ulemâ ise soran kadının Esma'binti Yezid b. Seken olduğunu kendisine «Kadınların hatibi» denildiğini söylemişler. Hattâ İbni Cevzî İle Dimyatı buna cezmen kail olmuşlardır. Dimyâti, Müslim'deki ismin tashif olduğunu söylemiştir. Esma (Radiyallahû anha) nın babası Yezid olup kendisine Şeke1 lâka­bı verilmiş olması ihtimâl dahilindedir. Hadisin birçok kitaplardaki riva­yeti Müslim'in buradaki rivayeti gibidir. Ebû Dâvûd gibi bâzı hadîs imamları Esmâ'yi babasının adını zikretmeden rivayet etmişlerdir. Nevevî her iki vechi zikretmiş, fakat hangisinin tercih edi­leceğini söylememiştir. Ebû Tâhir ve Ebû Mûsâ gibi bâzı zevat bu hususta Nevevî'ye tabi olmuşlardır.

Sonradan yetişen bazı Ulemâ Hatibi Bağdadi 'nin sözünü doğru bulmuş ve ensar içersinde Şeke1 isminde bir kimse bulunma­dığını söylemişlerdir. Vak'amn müteaddit olduğunu söyleyenler de var­dır.

Hz. Esma 'nın sualine karşı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin «Sübhanallöh» buyurması hayretinin ifadesidir. Resulü Zîşan (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle herkesin düşün­meden anlıyabileceği bir sözü Hazreti Esma'nın anlıyamamasma şaşmıştır. Sübhanallah kelimesinin böyle yerlerde taaccüp için kullanıldı­ğını yukarıda görmüştük.

Hadisin bir rivayetinde «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) utanarak yüzünü çevirdi» denilmiştir. Müs1im'in rivayetinde yüzü­nü kapadığı bildiriliyor. Diğer bir rivâyetde Hz. Aişe (Radiyallahû anha) «Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in utandığını görünce ka­dına Öğrettim» demiştir. Müs1im'in rivayetinde bu Ta'limİn fısıltı ile konuşarak yapıldığına işaret olunmuştur.

Cünüplükten yıkanma sualine Resulüll ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Su alarak temizlenir ve güzelce paklanır. Yahut mübalâğalı şekilde paklanır.» cevabını vermiştir. Burada Ravinin şek ettiği anlaşılıyor. Yani Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Güzelce paklanır» mı «yoksa «Mübalâğalı şekilde paklanır» mı buyurduğunu kestirememiştir. Kaadî lyâz'a göre bu cümlede birinci defa zikredilen temizlikten murad pislik ve hayz kanıdır. Fakat Nevevî bununla abdest kas-dedilmiş olmasını daha vârid bulmaktadır. Abdest bahsinde gördüğümüz hadisler Nevevî'nin kavlini te'yid ederler.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- Hayız ve Nifastan sonra yıkanan bir kadının hayz kanı bulaşan her yerine güzel koku sürünmesi müstehabtır.

2- Dînî bir meseleyi sormaya Âr' etmemelidir.

3- Bir şeye hayret edince Sübhanallah denilebilir.

4- Avret yerlerine dair söz edilirken onları kinaye suretiyle anlat­mak müstehabtır. Şâir müstehcen sayılan şeylerde de hüküm budur.

5- Kadın utandığı hallerini dahi bir alime sorabilir. Hattâ Hz. Aişe bundan dolayı ensâr kadınlarını medhetmiş ve «Şu ensâr kadınları ne iyi kadınlardır dinlerini öğrenmek hususunda kendilerine haya mani olmu­yor» demiştir.

6- Soran kimseye anlatmak için cevab tekrar edilebilir.

7- Alimin anlatiğı bir meseleyi    anlayamayana, o meseleyi    alimin huzurunda başkasının izah etmesi caiz'dir. Elverirki alimin bundan mem­nun kalacağını bilsin. Bu suretle anladığı o meseleyi o alimden dîye nak­letmek caizdir.

8- Bir alimin huzurunda ondan daha aşağı mertebede olan birinden ilim öğrenilebilir.

9- Bir alimi dinleyenlerin onun her söylediğini bellemeleri şart de­ğildir.

10- Öğreniri mevkiinde bulunan bir kimseyi mazur görerek kendisi­ne rıfku mülâyemetle muamelede bulunmak gerekir.

11-  Bir kimsenin kusurlarını ört bas etmelidir.

12- Hadis-i Şerif Fahri Âlem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin yüksek ahlâkına delildir.

 

14- Müstehaze, Müstehazenin Yıkanması ve Namazı Babı

 

62- (333) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki Bize Vekî, Hişânı b. Urve'den, o da Babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş. Fâtime Binti Ebi Hubeyş Pey­gamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek:

— Ya Resûlâllah, ben (daimî surette) istihâzah bir kadınım, hiç te­mizlenemiyorum,    acaba namazı bıraksam mı?  diye sordu Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Hayır! O bir damar kanından ibarettir, hayz değildir. Hayz geldi mi namazı bira ki ver, gittiği vakit kanı yıka ve namazını kıl.» buyurdular.

 

(...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti (Dedi ki) : Bize Abdülâziz b. Muhammed ile Ebû Muâviye haber verdiler. H.

Bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti (Dedi ki) : Bize Cerîr riva­yet eyledi H.

Bize İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti H.

Bize Halef b. Hişâm da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hamnıâd b. Zeyd rivayet etti. Bunların hepsi Hişâm b. Urve'den, Veki'in hadisi ve isnadı gibi rivayette bulunmuşlardır.

Ruteybe'nin Cerîr'den naklen rivayet ettiği hadisde:

«Fâtıma binti Ebî Hubeyş b. Abdilmuttalip b. Esed geldi. O bizden bir kadındır» sözleri vardır. Hammad b. Zeyd hadisinde ise ziyade bir söz vardır, biz onu terk ettik.

Bu hadisi Buhâri «Kitâbül - Vudu'» da taline ettiği gibi Ebû Davûd, Tirmizi ve Nesâi dahi rivayet etmişlerdir. Hadisi rivayet eden Fâtime Binti Ebî Hubeyş b. Muttalib b. Esed !dir. Ebu Hubeyş'in ismi Kays b. Muttalib'-dir. Müslim'in ekseri nüshalarında Abdulmüttalib diye zikre­dilmiştir. Bâzıları bunun yanlış olduğunu iddia etmişlerdir. Hattâ Nevevî «Ulemâ bunun Vehm olduğunda müttefiktirler. Doğrusu Fatime 'nin dedesinin ismi    Abdulmüttalib değil sadece Mutta1ib'tir.» demiştir. Aynî dahî bunu tasdik ederek «Doğrusu bu­dur Zehebide (Tecridü's - Sahabe) adlı eserinde onun Kays b. Mutta1ib b. Esed olduğunu söylemiştir. Bu Fatime bir hadiste üç defa boşandığı zikredilen Fatime binti Kays değildir» diyor.

İstihâzanın hayz kanı değil hastalık sebebiyle kadından gelen kan ol­duğunu hayz bahsinde görmüştük. Bu kan bazı hadîslerde bildirildiğine göre azil denilen bir damardan çıkar. Halbuki Hayz kanı Rahmin dibin­den gelir.

İstihâzalı bir kadının ibadetleri hususundaki hükümleri fıkıh kitapla­rında tafsilatıyla îzâh edilmiştir. Biz burada Nevevi'nin işaret etti­ği bazı noksanlara temas edeceğiz.

Birçok hususda istihâzalı kadının hükmü temiz kadınlar gibidir. Bi-.naenaleyh kan geldiği halde mezhebimize ve Cumhûr-u ulemâya göre kocası o kadana yakınlık edebilir. İbni'1 Münzir (el-İşrak) nâm eserinde bu kavli -İbni Abbâs (Radıyallahu Anhiima) ile Sâid b. el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Ata' b. Ebi Ra-bâh, Saîd b. Cübeyr, Katâde , Hammad b. Ebi Süleyman, Bekr b. Abdillah el-Müzeni, Evzâi, Süfyan-ı Sevri, İmam Mâlik, İshâk ve Ebû Sevr Hazerâtından nakletmekte ve kendisininde buna kail olduğunu söylemektedir. Yine İbnil Münzir 'in beyânına göre Hazreti Aişe istihâzalı kadına kocasının yakınlık edemiyeceğini söylemiştir. İbrahim Nehâi ile Hakim'in mezhepleri de budur. "İbni Şîrîn'e göre istihzah kadınla cima' etmek mekruhtur. İmam Ahmed b. Hanbe1'den bu hususta iki kavil rivayet olunur. Birinci kavle gö­re İstihâzalı kadınla cima' caiz değildir. Meğerki hastalığı uzun zaman devam ede. İkinci kavle göre yine caiz değildir. Ancak kocasının zina et­mek ihtimali karşısında caiz olur. Bu kaviller içersinde muhtar ve makbul olanı Cumhurdun kavlidir. 'Cumhur'un delili İkrime'nin rivayet et­tiği Hamne binti Cahş (Radiyallahû anha) hadîsidir. Mezkûr hadisde Hz. Hamne 'nin istihâzalı bir kadın olduğu ve kocasının ken­disi ile cima' ederdiği beyân olunur. Hadisi Ebû Dâvûd ile Beyhâki ve diğer imamlar tahric etmişlerdir. İmam Buhâri Sahih'in-de İbni Abbâs'm «İstihâzalı kadınla kocası cima' edebilir» de­diğini rivayet eder. Böyle bir kadın namaz, oruç, v.s. ibadetler hakkında teiniz sayılınca, cima hakkında da temiz addedilmesi gerekir. Birde bir şeyin haram olması ancak şeriat'le sübut bulur. İstihâzalı kadınla cimâ-nm tahrimi hususunda Şer'i bir delil yoktur.

Namaz, Oruç, İ'tikâf, Kur'an okumak, mushafa el sürmek ve üzerinde taşımak, secde-i tilâvet, secde-i şükür ve diğer ibadetlerin üzerine farz olması hususunda istihâzalı kadın ulemânın ittifakı ile temiz hükmün­dedir. Yani bunlarla mükelleftir. Yalnız namaz kılmak istediği vakit ge­rek hadesten, gerekse necasetten temizlenmesi ihtiyaten lâzımdır. Bi­naenaleyh abdest veya teyemmümden önce fercini yıkaması ve içine pa­muk yahut bez parçası gibi birşey sıkıştırarak necaseti gidermesi hiç ol­mazsa azaltması îcab eder. Eğer gelen kan az olur da bu kadarcığı ile önü alınırsa başka bir şeye hacet yoktur. Kan çok gelirse bundan başka kuşak kullanması icap eder. Bu şöyle olur: Kadın beline bezden veya ipten bir kuşak sarar sonra iki tarafı ip şeklinde uzun başka bir bez parçası alarak fercinin üzerine yerleştirir. Ve bir tarafını önünden, diğerini de arkasın­dan almak üzere belindeki kuşağı sımsıkı bağlar. Bu suretle fercine yer­leştirdiği pamuğu güzelce yerine yerleştirerek kanın akmasına mâni olur. Şafiilerce bu vaciptir. Buna teleccüm, istisfâr, veya tâsîb derler. Kuşak kullanmak onlara göre yalnız iki yerde vacip değildir. Biri pamuğun üze­rinde toplanan kan çok gelerek vücudu yaktığı ve rahatsız ettiği, diğeri oruçlu bulunduğu zamandır. Bu iki surette pamuk kullanmaz sadece ku­şak kullanır.

Şafiîlere göre, gerek pamuk kullanmak gerekse üzerine kuşak sarmak abdestden önce vâcib olan vazifelerdir. Kuşağı sarar sarmaz vakit kay­betmeden abdest alması icab eder. Şayet aradan biraz zaman geçtikten sonra abdest alırsa o abdestin sahih olup olmaması hususunda iki kavil vardır. Bunların sahih olanına göre o abdest makbul değildir.

Kadın tarîf edildiği şekilde pamuğu kullanır, kuşağı sarar da sonra kendi taksiri olmaksızın kan gelirse abdesti ve namazı bozulmaz. O ab-destle farz namazını kıldığı gibi dilediği kadar nafile namaz da kılabi­lir. Çünkü kadın kendine düşen vazife hususunda kusur etmemiştir. Ge­len kanı durdurmak ise elinde değildir. Fakat gerek pamuğu tıkıştırmak­ta, gerekse kuşağı bağlamakta kusur ederde ondan dolayı kan dışarıya çıkarsa abdesti bozulur. Bu hal namazda vâki olursa namazı bâtıl olur. Farz namazı kıldıktan sonra olursa abdest bozulduğu için nafile kılamaz.

Her farz namaz için fercini yıkamak ve oraya pamuk doldurarak bağ­lamak îcap edermi? Etmezmi? meselesine gelince bakılır. Eğer sargı ye­rinden kaymışda etrafından kanın çıkmasına mani olamıyorsa yeniden yıkayarak sargıyı tazelemesi îcab eder.

Sargı yerinden oynamış, kan da çıkmamışsa esah olan kavle göre yi­ne sargıyı ve abdesti tazelemesi icap eder.

Şafiilere göre istihâzalı kadın bir abdestle, eda olsun kaza olsun yal­nız bir farz namazı kılabilir. Fakat aynı abdestle farzdan önce ve sonra dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Bir kavle göre hiç nafile namaz kı­lamaz. Çünkü nafile kılmasında zaruret yoktur. Bunların doğrusu birinci kavildir. Ulemâdan Urvetüb'nü Zübeyr, Süfyan-ı Sevri, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr 'in mezhebleri de budur.

Hanefilere göre istihâzalı kadının temizliği vakitle mukayyetdir. Vakit çıktımı abdesti bozulur. Müteakip namaz için tekrar abdest alması îcab eder. Bevlini tutamayan, daima burnu kanıyan ve yarasından daima kan sızan mazurların hükmü de budur. Yalnız İmam Züfer'le Ebû Yûsuf'a göre ikinci namazın vakti girdiği zaman tekrar abdest almak îcap eder. Meselâ özürlü bir kimse güneş doğduktan sonra abdest alsa İmam Â'zam ile İmam Muhammed'e göre o abdestle öğleyi kılabi­lir. Fakat İmam Züfer'le Ebû Yûsuf'a göre kılamaz. Öğlenin vakti girdiği zaman tekrar abdest alması îcab eder. Hasılı özürlülerin abdesti İ-mam Âzam'la İmam Muhammed'e göre vaktin çıkması ile İmam Züfer'e göre vaktin girmesi iîe, İmam Ebû Yûsuf'a göre ise hem çıkmasiyle, hem girmesiyle bozulur. Bu ihtilâfın faydası yalnız yukarıki misâlde arz ettiğimiz vecihle güneş doğduktan sonra abdest alan mazur hakkında zahir olur. Vakit içinde alınan abdestle mazurlar istedikleri kadar farz, nafile, ve kaza namazı kılabilirler.

İmam Mâlik ile Rabia ve Dâvud-u Zahiri 'ye göre istihâza kanı abdesti bozmaz. Kadın abdest aldığı zaman o abdesti kandan başka bir sebeple bozuluncaya kadar dilediği farz namazları kı­labilir.

İstihâzeli kadına yalnız hayz vakti geçtiği zaman yıkanma vacip olur. Selef ve halef ulemâsının cumhuru buna kaildirler. Ashab-ı Kiram­dan Ali İbni Mes'ud, İbni Abbas, ve Aişe (Radiyaîîahu anhüm) ile onlardan sonra gelen Urvetü'bnü Zü­beyr, Ebû Selemete'bni Abdirrahman, Ebû Hanife, 'Mâlik ve Ahmed b. Hanbel Hazeratmm kavil-leride budur. Abdullah b. Ömer, İbni Abbas, İbni Zübeyr, Ata b. Ebî Rabâh hazerâtmın «İstihâzalı kadına her namaz için yıkanmak vaciptir.» dedikleri rivayet olunur. Hz. Aişe 'den bir rivayete göre her gün bir defa, Saîd b. el Müseyyeb ile Hasan-ı Basri 'den bir rivayete göre öğleden öğleye daima yıkanması îcâb eder.

Cumhurun delili : Esas itibarı ile bu gibi mazurlara şeriatın vâcib kıldığı ibadetlerden başka hiç bir şeyin vacip olmamasıdır. Peygamber (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) îstihazalı kadına yalnız hayzı geçtikten sonra yıkanmasını emretmiştir. Bu bâbta başka bir emri yoktur. Vâkia Ebû Dâvûd ile Beyhâki 'nin ve diğer bâzı hadis ulamasının eserlerinde Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) in istihâzalı kadına yıkanmasını emrettiği bildirilîyorsa da bu rivayetler sabit değildir. Onların zayıf olduğunu Beyhâki ile ondan önceki bâzı ulemâ beyân etmişlerdir. Bu babta sahih olan rivayet Buhâri ile Müs1im'in tahrîcettikleri Ümmü Habîbe Binti Cahş hadîsidir ki az sonra görülecektir. Mezkûr Hadiste Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ümmü Habîbe'ye;

«Bu ancak bir damar kanıdır, sen yıkanıver de namazını kil.» buyur­muş, bu emre binâen Ümmü Habîbe (Radiyallahû anha) da her na­maz için yıkanmaya başlamıştır. İmâm Şafiî; «Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yalnız yıkanıp namaz kılmayı emretmiştir. Bundan her namaz için yıkanmayı emrettiği anlaşılmaz. Şüphesiz ki; emrolunmadiği halde yıkanması inşaallah tetavvu olur. Bu ona kalmış bir iştir.» demiştir. Şafiî'nin üstadı Süfyan b. Uyeyne ile Leys b. Sa'd ve daha başkaları buna yakın sözler söylemişlerdir.

İstihâza bahsinin sair ahkâmı fıkıh kitaplarında görülebilir. Hadis-i Şerif de

«Hayır o bir damar kanından ibarettir. Hayz değildir. Hayz geldi mi namazı bırakıver, gittiği vakit kanı yıka ve namazını kıl» buyurulmaktadır.

Hayızın bittiği hanefilere göre âdet zamanının geçmesi ile bilinir. Ka­dın adet zamanını şaşırırsa teharri eder. Yani araştırma yapar. Eğer adet günlerinin geçtiğine kanaat getiremezse bildiği günlerin en azı ile amel eder.

Şâfiilere göre hayzm bittiği kanın renginden anlaşılır. Hayzm bitti­ğine en kuvvetli delil kanın siyah renkte gelmesidir. Ondan sonra sıra ile kırmızı sarımtırak, sarı ve bulanık renkler gelir. Bu renklerin en kuvvet­lisini gördüğü günlerde kadın hayızlıdır. Zayıfını gördüğü zaman hayzı bitmiş olur. Hayz zamanını ayırmak için Şafiilerin üç şartı vardır.

1- Kanın kuvvetli renkte geldiği günler onbeş günü geçmeyecektir.

2- Kuvvetli renkte gelen kan hayz sayılabilmek için en az bir gün bir gece devam edecektir.

3- Zayıf renkte gelen kan kadının hayızdan temizlenmesine delil ola­bilmek için en az onbeş gün devam etmelidir. İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel 'in mezhebleri de budur. Nevevi :

«Hayzın bittiğine ve temizlik devresinin başladığına alâmet,  kanın, sarılık ve bulanıklığının kesilmesidir.  Ondan  sonra beyaz  bir  akıntının gelip gelmemesi mühim değildir.» demektir.

Bir çok fıkıh kitaplarında Resulüllah (Saîialîahü Aleyhi ve Sellem) in

«Bu ancak koparak boşanan bir damar kanıdır.» buyurduğu rivayet edilirse de Nevevî bu cümle hakkında; «Mânâsı doğru olmakla be­raber Hadisteki bu ziyade maruf değildir» diyor.

Hadîsin sonunda Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in «Gittiği vakit kanı yıka ve namazını kıl.» buyurmuş olması zahiren müş­kül görünür. Çünkü yıkanmayı emretmemiştir. Fakat her ne kadar bu rivayette yıkanmayı zikretmese de yıkanmak yine vaciptir.. Zira Hadis'in başka rivayetlerinde yıkanma emri vardır. Rivayetler birbirini tefsir ederler.

İkinci rivayetteki «Bizden bir kadın» dan Murâd Benî Esed kabile­sinden demektir. Bu söz ya Hişâm b. Urve 'nin yahut babası Ürvetü'bnü Zübeyr 'indir. Aynı rivayete Hammâd b. Zeyd 'in naklettiği ziyâdeyi Ebû Dâvûd ve başkaları abdest deye tahric etmişlerdir. Kaadi İyâz'm beyânına göre mezkûr zi­yade «Kendinden kanı yıka da abdest al.» cümlesidir. Bu ziyâdeyi Nesâi ile başkaları tahric etmişlerdir. Müs1im'in ondan Sarfı nazar etmesi yalnız Hammad b. Zeyd rivayet ettiği içindir. Nesâi :

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bu hadisde «Abdest al» dediğini Hammad 'den başka rivayet eden bilmiyoruz.» demiş, Ebû Dâvûd dahi abdest rivayetlerinin hepsinin zayıf olduğunu söylemiştir.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- Dini hususlarda kadın bizzat erkeklerden fetva sorabilir.

2- Şer'i bir ihtiyaç karşısında kadının sesini dinlemek caizdir.

3- Hayz günlerinde istihâzalı bir kadının namaz kılması haramdır. O günlerde kıldığı namaz bütün ulemanın icma'ı ile fasittir. Bu hususta farz ve nafile namazlar arasında bir fark yoktur. Kabe'yi tavaf, cenaze namazı, secde-i tilâvet ve secde-i şükür dahi namaz hükmündedir.

4- Hadis, kanın pis olduğuna delildir.

5- Hayız biter bitmez kadına namaz farz olur, Binaenaleyh kadının derhal yıkanarak eriştiği vaktin namazını kılması icap eder. Çünkü te­miz hükmüne girmiştir. Artık namaz ve oruç gibi ibadetlerini bırakamaz. İmam    Şafii 'nin mezhebi de budur. İmam Malik 'den üç kavil ri­vayet olunur. Birinci rivayete göre hayız günleri geçtikten sonra üç gün yıkanır. Buna «istithâr» denir. Kadm ondan sonra istihâzalı sayılır. İkin­ci kavlime göre kadın onbeş gün namaz kılmaz. Ona göre hayzm en uzun müddeti onbeş gündür. Üçüncü rivayete göre, Hanelilerle beraberdir.

6- Hanefilerden bazıları ön ve arkadan başka yerlerden çıkan kanın abdesti bozduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü Resûlül1âh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  taharetin bozulduğuna sebeb, kanın da­marlardan akmasını göstermiştir.    Vücuddan çıkan her kan ise mutlaka bir damardan gelir.

7- Özür sahiplerinin her namaz için mi, yoksa her namaz vakti için mi abdest alacakları Hânefilerle Şâfiîler arasında ihtilaflıdır. Hânefiîere göre her namaz vakti için alırlar. Çünkü hadisin bir rivayetinde bu cihet tasrih edilmiştir. Şâfiîlere göre ise her farz namaz için ayrı abdest alır. Ancak o abdestle bir çok nafile namaz kılabilirler.

 

63- (334) Bize Kuteybetü-bnü Said rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leyş rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize leys, İbni Şihab'dan o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:

— Ümmü Habibe Binti Cahş Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den fetva isteyerek;  «Ben     istihâzahyım,  dedi.»     Resulüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«O sadece bir damar (kanı) dır, yıkanıver, sonra namazını kıl.» bu­yurdular. Artık Ümmü Habibe her namaz için yıkanıyordu.

Leys b. Sa'd «İbni Şihab» Rcsûlüllah (SalkıUahu Aleyhi ve Sellem) İn Ümmü Habibe biııti Cahş'a her namaz için yıkanmasını emrettiğini söylemedi, lâkin bu iş Ümmü Habibe'nin kendiliğinden yaptığı bir şeydir» demiş.

İbni Itıımh kendi rivayetinde: İbnetÜ Cahş dedi: Ümmü Habibe'yi söylemedi.

 

64- (...) Bize Muhammed b. Selemete'I - Muradı de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vchb, Anır b. el- Hâris'ten, o da İbni Şihab'-dan, o da Urvetü'bnü Zübeyr ile Amra Biııti Abdirrahman'dan, onlar da

Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'dcn naklen riva­yet ettiler. Ki Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) in baldızı ve Ab-durrahman b. Avf'ın zevcesi Ümmü Habibe binti Cahş yedi sene İstihâza görmüş ve bu babda Resûlüllah (Saüalîahü Aleyhi ve Sellem) e fetva sor­muş Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki bu hayz değildir, lâkin bu bir damar (kanı) dır. Binaen­aleyh sen yıkan ve namazını kıl.»  buyurmuşlar.

Âişe demişki:

«— Artık Ümmü Habibe kız kardeşi Zeynep binti Cahş'in odasında bir leğen içinde yıkanıyor, hatta kanın kızıllığı suyun üstüne çıkıyordu.»

İbni Şihap şöyle demiş:

— Ben bu hadisi Ebu Bekr b. Abdirrahman b. Haris b. Hişam'a nak­lettim, de Ebu Bekr:

«Allah Hind'e rahmet eylesin, bu fetvayı o işitseydi vallahi ağlardı, çünkü kendisi namaz kılmazdı, dedi.»

 

(...) Bana Ebu İmran Muhammed b. Ca'fer b. Ziyad dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim yani İbni Sa'd, İbni Şihâb'dan, o da Amra binti Abdirrahman'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş.:

«Ümmü Habibe Bînti Cahş Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)e geldi kendisi yedi sene istihâza görmüştü...»

Ravi hadîsi «Hâttâ kanın kızıllığı suyun üstüne çıkıyordu» cümlesine kadar Amr b. Haris hadisi gibi rivayet etmiş; sonunu söylememiştir.

 

(...) Bana Muhammed übnü'l Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Süfyan b. Uyeyııe, Zühri'den, o da Amra'dan, o da Âîşe'den naklen ri­vayet etti. Aişe bu rivayette de ötekilerin hadisinde olduğu gibi.

«Binti Cahş yedi senedir istihâza görüyordu» demiş.

 

65- (...) Bize Muhammed b. Rumh rivayet etti (Dedi ki) Bize leys, haber verdi. H. Bize Kuteybetüb'nü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezİd b. Ebi Habib'den, o da Ca'ferden, o da.Irâk'dan, o da Urve'-dcn, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Ki Aişe söyle demiş: Ümmü Ha-bibc Kesûlûllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) e (İstihaza) Kanı(ni) sordu, ben onun leğenini kanla dolu gördüm. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)   ona:

«Hayzın seni hapsettiği müddet bekle, sonra yıkan ve namazını kıl.» buyurdu.

 

66- (...) Bana Musa [44] b. Kureyş Et - Temimi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Bekir b. Mudar [45] rivayet etti. (Dedi ki) : Ba­na babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ca'fer b. Rabia Irak b. Malik'den, o da Urvetii'bnü Zübeyr'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Aişe'den naklen rivayet etti: Aişe şöyle demiş: [46] «Abdur-rahman b. Avf'ın zevcesi Ümmü Habibe binti Cahş Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) e (İstihaze) kan(m) dan şikâyet etti. Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Hayzın seni hapsettiği müddet bekle, sonra yıkan!» buyurdular. Ar­tık Ümmü Habib'e her namaz için yıkanıyordu.

Bu hadisi bütün Kütübü - Sitte sahihleri tahric etmişlerdir. Hadis-i şerifte Resû1ü1ah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) e sual sorduğu bil­dirilen Hz. Ümmü Habîbe Ümmehat-ı Mümininden Zeynep binti Cahş (Radiyallahû anha) nın kız kardeşidir. Vâkidi ile Harbi isminin Habîbe, künyesinin Ümmü Habîb olduğunu söylemişler, Dare Kutni dahi bunu tercih etmiş isede sahih rivayetlerdeki meşhur künyesi Ümmü Habîbe 'dir. İmam Ma1ik'in (El-Muvatta) ında Hz. Abdurrahman b. Avf'ın zevcesi Zeyneb binti Cahş olduğu, istihaze kanını da onun gördüğü rivayet edilmiştir. Bazıları bunun vehmolduğunu, diğer bazıları da vehim değil, doğrusunun bu olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre bu kadının ismi   Zeyneb,   künyesi   Ümmü   Habîbe 'dir.

Ümü'l Mü'minin Zeynep (Radiyallahû anha) ya gelince Onun asıl isminin Birre olduğunu sonra Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) onu değiştirerek kız kardeşinin ismini verdiğini söy­lerler. Çünkü kız kardeşi künyesi ile meşhur olduğuna göre ona Zey­neb demekle bir iltibas vaki olmamıştır. Hz. Ümmü Habibe 'nin Hamne isminde bir kız kardeşi daha vardır. Ulemadan ba­zıları Ümmü Habibe ile Kamne 'nin ikisininde istihazalı olduğunu diğer bazıları Ümmü1-Mü'minin Zeynep (Radiyallahû anha) nın dahi istihazalı olduğunu söylerler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında on- kadının istihazalı olduğu riva­yet edilmiştir. Bunlar, Ümmü Habibe binti Cahş, Ü m -raü'l Mü'minin Zeynep binti Cahş, diğer kız kardeşi Hamne binti Cahş, Ümmü1 Mü'minin Meymune (Radiyallahû anha) nın anne bir kız kardeşi Esma, Fatime bin­ti Ebi Hubeyş, Sehle binti Süheyl, Ümmü'l Mü'minin Şevde binti Zem'a, Zeynep binti Üm­mü Seleme, Esma el Harisiyye ve Badiye binti Gay1ân'dır.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hz. Ümmü Habibe'ye verdiği yıkanma emri mutlaktır. Bunun her namaz için yahut bazan yıkanma ihtimali vardır. Ebu Davud 'un tahric ettiği bir ri­vayet her namaz için yıkanması lâzım geldiğini bildirmektedir. Çünkü o rivayette «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona her na­maz için yıkanmayı emretti» denilmiştir. Beyhaki bu rivayetin yanlış olduğunu söylemiştir. Müs1im'in buradaki rivayetinde Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in her namaz için yıkanmayı emretmediği Hz. Ümmü Habibe 'nin kendiliğinden yıkandığı bildirliyor. Bu hususta rivayetler muhteliftir. Bazılarında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ümmül Mü'minin Zeynep Binti   Cahş'a:

«Her namaz için yıkan.»   diye buyurduğu, diğer bazılarında :

«Her namaz için abdest al.»  dediği bildiriliyor. Hattâ  Mûslîm'in Hammâd b. Zeyd 'den rivayet ettiği hadiste, Hammâd yalnız başına rivayet etmiştir diye kitabına almadığı cümle dahi bazıla­rınca budur. Mezkûr cümleyi yalnız Hammâd " değil Ebû Avâne ve başkaları dahi rivayet etmişlerdir. Bununla beraber onu yalnız Hammâd rivayet etmiş olsa bile kabul edilmesi lâzım gelir. Çünkü Hammâd mütemed bir ravidir. Mutemed ravinin ziyadesi ise mak­buldür.

Bazıları bu hadisin Fatime binti Ebi Hubeyş hadisi ile nesh edildiğini söylerler. Çünkü Hz. Aişe, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra Fatime hadisiyle fetva vermiş, bu suretle Ümmü Habîbe hadisine muhalefette bu­lunmuştur. Bundan dolayı Ebu Muhammed el-îşbîlî; «Fatime hadisi istihaza hakkında rivayet edilen en sahih hadistir.» demiştir. Az yukarıda İmam Şafii 'den naklen onun da; «Ümmü Habibe'nin her namaz için yıkanması Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in emri ile değil kendi fiilidir.» dediğini söylemiştik. Cumhur'u Ulemanın kavli de budur. Yani istihazalı bir kadına her namaz için yıkanmak vacip değildir. Hattabi (319 - 388); «Bu haber muh tasar» dır. Onda kadının hal-u şanı beyan edilmemiştir. Her istihzah ka­dına her namaz için yıkanmak vacib değildir. Yıkanmak aucak müptelâ kadına vaciptir.                                                                                    

Müptelâ : Gelen kanın hayz'mı istihaza mı olduğunu ayıramıyan ya­hut gününü, vaktini ve sayısını unutan kadındır. Böylesi hiçbir namazını terk edemediği gibi her namaz için yıkanması da vacibtir, diyor.

Ebu Bekr b. Abdirrahman'm; «Allah rahmet eylesin» diyerek zikrettiği Hind'in onun zevcesimi yoksa akrabasımı olduğu­na dair hiçbir yerde bir malûmata tesadüf edilememiştir. İbni Hacer'in «El-İsâbe» adlı eserinin sonunda bir Hind'den bahsedilmiş fakat kim olduğu beyan edilmemiştir.

 

15- Hayızlı Kadına Namaz Değil Yalnız Orucun Kazası Vacip Olması Babı

 

67- (335) Bize Ebu'r Rabi'ez Zehram rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammâd Eyyub'dan, o da Ebu Kılâbe'den, o da Muaze'den naklen rivayet etti. H.

Bize Hammâd da Yezid er-Rişk [47] den, o da Muâze'den naklen riva­yet etti ki bir kadın Aişe'ye:

«Bizden birimiz hayz günlerindeki namazını kaza edeceknıi?» Diye sormuş. Aişe'de:

— «Sen Haruriye'misin? Muhakkakla bizden her birimiz Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında hayz görür; sonra hiçbir kaza ile Me'mur olmazdık» demiş.

 

68- (...) Bize Muhammedü'bnü'I - Müsenna da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti: (Dedi ki) : Bize Şu'he Yezid'-den naklen rivayet eyledi. Demişki.

— Ben Muâze'den dinledim. Kendisi Aişe'ye «Hayzlı bir kadın nama­zı kaza edeceknıi» diye sormuş. Aişe:

«Sen Har ur i yemisin? Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ka­dınları elbette hayz görürlerdi: Kendilerine onun yerine bir şey emr bu-yurdumu? Cevabını vermiş.

Muhammed b. Cafer: «Aişe bu sözü ile kazayı Murad ediyor» demiştir.

 

69- (...) Bize Abd bin Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Asım'dan, o da Muâze'-den naklen haber verdi demişki: Aişe'ye sordum, neden hayzlı kadın oru­cu kaza ediyorda, namazı kaza etmiyor» dedim. Aişe :

«Sen Harûriyemisin? dedi.

«Haruriye değilim ama soruyorum işte.» Dedim Aişe:

«(Vaktiyle) Bu iş bizim başımıza gelirdi de orucu kaza etmekle emro-lunur; namazın kazası ile me'mur olmazdık» cevabını verdi.

Bu Hadis-i bütün Kütüb-ü Sitte sahipleri muhtelif ravilerden tahric etmişlerdir. Hadisin birinci rivayetinde Hz. Aişe'ye sual soran kadı­nın ismi zikredilmemiş. Diğer rivayetlerinde soranın bizzat Muâze olduğu bldirilmiştir. Hadisin muhtelif rivayetlerinin ifade ettiği mana kadının suali ve Hz. Aişe (Radiyallahû anha) nm cevabıdır. Kadın: «Hayzhlar neden orucu kaza ediyorda, namazı kaza etmiyorlar?» diye sor­muş Aişe (Radiyallahû anha) da «Sen haruriyyemisin yoksa» diye söze başlayarak Sahib-i Şeriat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kendilerine böyle emrettiğini anlatmıştır.

Harûrâ: Kûfe'ye yakın bir köydür, Hz. A1i (Radiyallahû anh) aleyhine kıyam eden hariciler ilk defa burada toplanmışlardı. Bunlar Hz. Ali 'nin, Ebu Muse1 Eş Jari ile Amr b. Âs'ı ha­kem tayin etmesine şiddetle itiraz ediyorlardı. Hatta kendisine «Allah'ın emrinde şekk ettinde düşmanını hakem yaptın» demişlerdi. Husumetleri gitgide artarak nihayet bir sabah kumandanları Abdullah 'm ida­resi altında 8.000 nefer toplanarak Hz.. A1i aleyhine kıyam ettiler. Hz. A1i kendilerine Abdullah İbni Abba s(Radıyallahu Anhüma) yi gönderdi. İbni Abbâs (Radiyallahû anha) onlarla münazarada bulundu, kendilerine nasihatlar verdi. Bunun üzerine 2.000 nefer yaptık­larına pişman olarak muhalefetten vaz geçtiler. 6.000 i inatlarında ısrar ettiler Hz. A1i (Radiyallahû anh) da üzerlerine ordu göndererek onlar-la harb ve kendilerini perişan eyledi. Bunlar din babında pek şiddet gös­terirler. Hayzlı kadının namazları kaza edeceğine kail olurlardı. Hariciler aslen altı fırka olup hepsi Hz. Ali ile Osman (Radiyallahû anh) dan teljerri ederler ve onlardan uzak kalmayı her ibadete tercih eylerler­di. Nikâhlarında bile bunu şart koşarlardı. Halbuki bu yaptıkları tama­mıyla dalâlet ve İcma'ı Ümmete muhalefet idi. İşte Aişe (Radiyallahû anha) nm (Sen harûriyemisin) diye sorması bundandır. Yani; bu sual da­lâlet fırkalarından haricilerin soracağı bir sualdir. Çünkü onlar hayzlı kadinin namazları kaza edeceğini kaildirler. Sen de bu çirkin tarikatamı mensupsun? demek istemiş sonra, Resûlüllah (Sallallahil Aleyhi ve Sellem) zamanında bütün ezvac-ı tâhiratın hayz gördüklerini fakat Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) in yalnız orucu kaza etme­lerini emir buyurduğunu, namazın kazasını emretmediğini, kazası lâzım' gelse onu da emrederdiğini anlatmıştır. Bunun üzerine kadın kendisinin Haruriye' olmadığını yani haricilerle bir alâkası bulunmadığını, yalnız meseleyi iyi anlamak için sorduğunu söyleyerek özür beyan etmiştir.

Hayzlı kadının yalnız orucu kaza edip namazı kaza etmiyeceğine bü­tün müslümanlarm icma'ı vardır. Bu hususta nifaslılar da aynı hükümde­dir. Yalnız hâriciler Ehl-i Sünnetin bu icma'ına muhalefet etmişlerse de onların muhalefetinin hiçbir kıymet ve tesiri yoktur. Ulema-i kiram na­mazla oruç arasındaki farkı şöyle izah ederler. Namazların sayısı çoktur. Çünkü onlar günde beş defa tekerrür ederler. Bu sebeple günlerce kalan namazları her hayızdan temizlendikçe kaza etmek güç olur. Oruçda ise bu güçlük yoktur. Çünkü oruç senede bir defa gelir. Hayz günleride ek­seriyetle birkaç günü geçmez. Binaenaleyh orucun kazasında hiçbir güç­lük yoktur. İşte orucun kaza edilip, namazın edilmemesi bu hikmete meb-nidir. Selefi Sâlihinden bazıları namaz vakti geldikçe hayzlı kadına ab-dest almasını ve kıbleye karşı oturarak Allah'ı zikretmesini emrederler-miş. Bu kavil Ukbetübnü Âmir (Radiyallahû anh) ile Mekhu1'den rivayet olunmuştur. Atâ'; «Ben böyle bir şey duymadım ama bu pek güzel bir iştir» demiştir. Ebu Ömer ise; «Bu emir fukaha indinde metruktür. Hatta onu mekruh görürler diyor.» Ebû Kılâbe dahi; «Bu meseleyi soruşturduk fakat aslı olduğunu Öğrenemedik.» demiş­tir. Said b. Abdilâziz; «Biz bunu bilmiyoruz ve mekruh gö­rüyoruz» mütelaasmda bulunmuştur. Hanefilerih «Münyetül - Müfti» nam eserinde hayzh kadının her namaz vakti abdest alarak evinin mes­cidinde bir namaz miktarı oturması, teşbih ve tehlilde bulunması müs-tehabdır.» denildiği gibi «Ed-Dirâye» nam kitapda da; «Böyle yapan ka­dına kıldığı en güzel namazın sevabı yazılır» denilmektedir.

Hayzlı kadın oruçla muhatap değildir; orucun kazası ona ayrı bir emirle lâzım gelir. Bazıları onunda oruçla muhatap olduğunu fakat hayz halinde onu terketmesi emredildiğini söylerler. Bunlar «Abdestsiz bir kimsede namazla muhatabdır. Ama Abdestsiz olarak namazını kılamaz» derlersede bu doğru değildir. Çünkü kadına hayz halinde iken oruç tut­mak haramdır. Bir kimsenin haramı işlemekle muhatap olması caiz değil­dir. Bu Mes'ele Abdestte kıyas edilemez, zira Abdestsiz bir kimsenin ab-dest alarak namazı kılması mümkündür. Lâkin hayzlı bir kimsenin Ab-dcst dahi alsa namaz kılması, caiz değildir.

 

16- Yıkanın Kimsenin Elbise ve Ona Benzer Bir Şeyle Örtünmesi Babı

 

70- (336) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti dediki Malike Ebü'n Nadr'dan duyduğum ona da.Ümmü Hânî binti Ebi Talib'in [48] azadlısi Ebü Mürre'nin [49] haber verdiği şu hadisi okudum. Ebu Mürre Ümmü Hâni binti Ebi Talib'i şunları söylerken işitmiş.

«Mekke'nin fethedildiği sene Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) e gittim. Onu yıkanırken buldum kızı Fatime'de kendisine bir elbise ile perde tutuyordu.

 

71- (...)Bize Muhammed b. Rumh b. el Muhacir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize leys Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da Said b. Ebi Hind'den naklen haber verdi. [50] Said'e de Akîl'in azadlısi Ebu Mürre rivayet etmiş, ona da Ümmü Hani Binti Ebi Talib söylemişki rivayet etmişki: Kendisi Mek­ke'nin fethedildiği sene Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'­nin yukarısında bulunduğu bir sırada onun yanına gelmiş, Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem)   yıkanmıya kalkmış,    Fatime'de onun üzerine perde  tutmuş.     Sonra    Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Selle/a)     Elbisesini alarak ona sarınmış, sonra sekiz rekât kuşluk nafilesini kılmış.

 

72- (...) Bize bu hadisi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu Üsame, Velid b. Kesîr'den, o da Said b. Ebi Hİnd'den bu isnadla ri­vayet etti. Said :

«Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) e (yine) kendi elbisesi ile kızı Fatime perde tuttu yıkandığı zaman elbisesini alarak ona sarındı son­ra kalkarak sekiz rekât namaz kıldı. Bu kuşluk zamanında idi» demiş.

Bu Hadis-i Buhari «Kitabu's - Salât», «Kitabu't - Tahâre» «Ki-tabü'l - Ed*.b» de bir hayli lâfız farkıyla tahric ettiği gibi Müslim buradan başka «Kitabu's - Salât» da Tir mizi «Kitabü'I - İstizan» da Nesai ile İbni Mâce'de «Kitabu't - Tahâre» de muhtelif ra-vilerden tahric etmişlerdir. Tirmîzî İmam-ı Ahmed 'in. Bu bab-ta vârid olan en sahih şey Ümmû Hân'i hadisidir.» dediğini nakle­der, ki doğrudur.

Hadisde de beyan olunduğu vecihle Ümmü Hâni Resulül­lah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem)in Amcası Ebu Ta1ib'in kızı ve Hz. A1i 'nin kız kardeşidir. İsmi ihtilaflıdır. Bazılarına göre Fâhite diğer bazılarına göre Fatime 'dir. Hind olduğunu söyleyenlerde vardır. Hâni ismindeki oğlunun adı ile kün yel en m iştir. Ümmü Hânî (Radiyallahû anha) Mekke'nin fethedildiği gün müsiüman olmuş­tur. Mekke hicretin 8 nci yılında fethedilmişti.

 

Hadisi Şerif Muhtelif Rivayetleri İle Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- Bir kimse arada perde olmak şartı ile mahrem    akrabasından bir kadının yanında yıkanabilir.

2- Erkek yıkanırken kadın ona perde tutabilir.

3- Sekiz rekât kuşluk namaz kılmak meşru'dur. Hadisdeki «Bu kuşluk zamanında idi» cümlesini bazıları «Bu kuşluk namazı idi» şeklinde tefsir ederler. Mezkûr cümle kuşluk namazının sekiz rekât olduğuna delil de­ğildir, diyenler olmuş ve Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) in o anda kıldığı sekiz rekât kuşluk namazı diye değil Mekke feth edil­diği içindir, mütelâasmı ileriye sürmüşlersede bu söz bir hayalden iba­rettir. Çünkü Hadisin ikinci rivayetinde Hz. Ümmü Hâni «Sonra sekiz rekât kuşluk nafilesini kıldı» demiştir ki bu söz o namazın kuşluk zamanına mahsus bir sünnet olduğunu sarahaten ifade eder. İbni Abdi1berr «et Temhîd» nanıındaki eserinde ikrime tarikiyle Ümmü Hânî 'den şu hadisi rivayet etmiştir. Ümmû Hâni demişki: Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye geldi de sekiz rekat namaz kıldı.

Ben bu nedir? diye sordum.

«Bu kuşluk namazıdır.» buyurdular.

Müslümanlar öteden beri kuşluk namazının sekiz rekât olduğuna bu Hadisle ihticac edegelmişlerdir.

Hadisin üçüncü rivayetinde «Sekiz secde namaz kıldı» denilmiştir. Bundan maksad: Sekiz rekâttır. Her rekâtda mutlaka secde bulunduğu için Cüz'ü zikir, küllü murad kabilinden mecazen rekâta secde denilmiş­tir.

 

73- (337) Bize İshak b. İbrahim El - Hanzali rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Müse'I [51] Kaari haber verdi. (Dedi ki), bize Zaide A'meş'den, o da Salim b. Ebil Ca'd'dan o da Küreyb'den, o da İbni Abbas'dan, o da Mey-mune'den naklen rivayet etti. Meymune;

«Ben Peygamber (Salîalîahü A leyhi ve Sellem) e su koydum ve ona perde çektim de yıkandı» demiş.

Bu hadis de yukarıdakiler gibi yıkanırken başkalarının göremiyece-ği şekilde kapalı bir yerde bulunmanın vücubuna delâlet eder. Bir kim­senin zaruret olmadıkça başkasına avret yerlerini göstermesi caiz olmadığı gibi yine zaruret olmadıkça başkasının avret yerine bakması da caiz değildir. İbni Batta1'm de naklettiği vecihle peştemalsız hama­ma giren kimsenin şehâdeti kabul edilmiyeceğine Fetva imamlarının it­tifakı vardır. İmam A'zam (80-150), Mâlik (93-179), Şafii (150-204) ve Süfyanı Sevri 'nin kavilleri budur. Hatta hamamda yıkanacağı havuza girerken peştemalmı atarak avreti görünen kimsenin şehâdeti dahi İmam Ma1ikle Şafii'ye göre sakıttır. İmam A'zam'la Sevri bu kadarını özür saymışlardır. Çünkü bundan korunmak imkansızdır. Ulema karı kocanın birbirlerinin avretlerini göre­bileceklerine ittifak etmişlerdir.

 

17- Başkalarının Avret Yerlerine Bakmanın Haram Kılınması Babı

 

74- (338) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize zeyd b. Hubab, Dâhhak b. [52] Osman'dan naklen rivayet etti Demiş ki, Bana Zeyd b. Eşlem, Abdurrahman b. Ebi Said'i [53] Hudrî'den o da ba­basından naklen haber verdiki Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Erkek erkeğin, kadın da kadının avret yerine bakamaz ve bir elbi­senin içinde erkek erkeğe yanaşamaz. Kadın dahi bir elbisenin İçinde ka­dına yanaşamaz.»   buyurmuşlar.

 

(...) Bana bu hadisi Harun b. Abdillah ile Muhamıned b. Râfi'dc ri­vayet ettiler dediler ki bize ibni Ebî Füdeyk [54] rivayet etti. (Dedi'ki) : Bize Dahhak b. Osman bu isnadla haber verdi. Harünla Muhanımed (Av­ret yerine)  Erkeğin uryesİ, Kadının uryesi tabirlerini kullandılar.

Urye kelimesi, «ırye» ve «ureyye» şekillerinde de okunabilir. Lügat ulemasının beyanına göre manası; soyunmuş ve çıplak demektir.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Erkekler erkeklerin kadınlar kadınların avret yerlerine bakamaz-lar. Bu cihet ulemanın ittifakı ile haram olduğu gibi erkeklerle kadınla­rın birbirlerinin avret mahalline bakması dahi bil ıcma' haramdır. Pey­gamber (Saiîaîlahü Aleyhi ve Sellem) erkeklerin birbirlerinin avret ma­hallerine bakmalarını men etmekle onların kadınların avret mahalline bakmaları dahi memnu olduğuna işaret buyurmuştur. Hatta erkeğin av­ret mahalline bakmak memnu olunca kadmınkine bakmanın memnu ve haram olacağı evliyette kalır. Yalnız bu tahrim ecnebi erkeklerle ecnebi kadınlar hakkındadır. Karı kocaya gelince Hanefilere göre karı koca bir­birlerinin avret yerlerine bakabilirler. Hatta İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma)dan rivayet edildiğine göre lezzet-i tahsil için bakmak daha mües­sirdir. Bazıları bakmamanın evlâ olduğunu çünkü bakmanın unutkanlığa sebebiyet verdiğini söylemişlerdir. Bu bâbda Re sûl üllah (Saiîaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz ehline yakınlık etmek istediği zaman mümkün olduğu kadar örtünsün, merkep gibi çırılçıplak soyunmasınlar.» buyurmuştur.

Erkek erkeğin avretinden başka her yerine bakabilir. Kadının ecnebi bir kadına bakması da erkeğin erkeğe bakmasına kıyas olur. Yani göbe­ğinden diz kapağının altına kadar olan yerlerine bakamaz. Kadının er­keğe bakması da aynı hükme tabidir. Maamafih erkeğe bakmakla şeh-vetlenir veya bakarsa şehvetleneceğini tahmin ederse fitneden korun­mak için bakmaması icab eder. Bakılması caiz olan yerlere şehvetlenme-mek şartiyle dokunmak da caizdir.

Erkek kendi cariyesinin bütün bedenine bakabilirsede başkasının ca­riyesinin ve nikâhı haram olan akraba kadınların yalnız yüzlerine, başlanna, göğüslerine, kol ve baldırlarına, saçlarına bakabilir. Ecnebi hür bir kadının ise şehvetten emin olmak şartiyle yalnız yüzü ile ellerine ba­kabilir.

Şehvetten emin olmayan onlarada bakamaz. Bundan yalnız hâkim ile şahit müstesnadır. Ecnebi hür bir kadına şehvetten emin olsa bile dokun­mak caiz değildir. Sahibesine karşı köle ecnebi bir erkek hükmündedir.

2- Şafii'lere göre bu meseleleri   Nevevi   Şöyle anlatmaktadır.

«Karı koca birbirlerinin avret mahallerine bakabilirler. Yalnız bun­dan fere müstesnadır. Bu hususta ulemamızın üç kavli vardır. Esah olan kavle göre karı kocanın hacet yokken birbirlerinin ferclerine bakmaları mekruhtur. Haram değildir. İkinci kavle göre ikisininde bakmaları ha­ramdır. Üçüncü kavle göre erkeğin karısının fercîne bakması haram ka­dının erkeğinkine bakması mekruhtur. Kadının fercinin içine bakmak da­ha şiddetle mekruh ve haramdır.

Erkeğin cariyesine nispetle hükmü : Onunla Cima'a hakkı varsa ka­rı kocanın hükmü gibidir. Eğer cariye neseben erkeğe haramsa meselâ kız kardeşi, halası, veya teyzesi gibi yakın akrabası ise yahut süt kızkardeşi veya, nikah dolayısiyle haram olan kaynana ve onun kızı yahut oğlunun karısı olursa hür kadınlar gibidir. Şayet cariye mecusi, Mürted, putperest, veya iddet beklemekte yahut mükatebe olursa ecnebi cariye hükmünde­dir.

Erkeğin nikâhı haram olan akraba kadınlara bakması ve keza o ka­dınların erkeğe bakmaları sahih olan kavle göre göbekten yukarı ve diz kapaktan aşağıya olmak şartıyla mubahtır. Bazıları yalnız hizmet esna­sında açılan yerlere bakabileceklerini söylemişlerdir.

Hanefilere göre avret mahallinin hududu erkeklerde göbeğin altın­dan başlıyarak diz kapağın altına kadar olan yerlerdir. Diz kapak avret­tir. Çünkü Peygamber (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir Hadis-i Şe-rifde :

«Diz kapak avrettendir.» buyurmuştur. Cariyenin avret mahalli da­hi, erkeğin gibi İsede onun karnı ile sırtı da avrettir. Çünkü bu yerler şehvet yerleridir. Binaenaleyh göbekle diz arasına benzerler. Bu hususta bütün cariyeler hatta mükâtebe, müdebbere ve ümmü veled olanların hükmü hep birdir. Hürre bir kadının elleri ile yüzünden başka her yeri avrettir. Ayaklan hakkında iki rivayet vardır. Sahih rivayete göre ayak­lar namaz dışında avret, namaz İçinde değildir.

— «Ed - Dürrû'l - Muhtar» da şöyle deniliyor.: «Genç kadının erkekler arasında yüzünü açması menedilir. Bu, yüzü avret olduğu için değil, fitneden korktuğundan dolayıdır.»

Şafiilere göre ecnebi erkeklerin birbirlerine nisbetle avretleri göbek­le diz arasıdır. Kadınların birbirlerine nisbetle hükümleri dahi budur. Ancak göbekle dizlerin a.vret sayılıp sayılmıyacağı hususunda Şafiiyye ulemasının üç kavli vardır. Esah kavle göre bunlar avret değildir. İkinci kavle göre ikiside avrettir. Üçüncü kavle göre göbek avret, dizler değil­dir. Erkeğin ecnebi bir kadının neresine olursa olsun bakması haramdır. Kadının erkeğe bakması dahi böyledir. Bu hususta şehvetli olup olma­manın hiç bir ehemmiyeti yoktur. Bazıları 'Şehvetsiz olmak şartıyla ka­dın erkeğin yüzüne bakabilir.» demişlersede Nevevi bu sözün hiç bir kıymeti olmadığını söylemiştir. Ecnebi hür kadınla ecnebi cariye hü­küm itibarı ile müsavidirler.

Erkeğin güzel ve yalabık gençlerin yüzüne bakması şâfiilerce haram­dır. Bu hususta şehvetle veya şehvetsiz bakmanın bir farkı olmadığı gibi fitneden emin olup olmamanın da bir tesiri yoktur. Hz. Şafii 'nin nassan beyan ettiği mezhebi budur. Delili «Böyle bir gencin kadın hük­münde olmasıdır. Çünkü güzellikçe kadına benzediği gibi şer hususuna böyleleri kadınlardan daha yakındırlar. Binaenaleyh onlara bakmak.ev-leviyetle haramdır. Ancak şer'i bir ihtiyaç dolayısiyle meselâ alışverişde, doktor muayenesinde ve mahkeme huzurunda şehadet ederken bakmak caizse de o halde şehvetle bakmak yinede haramdır.

Zira bakmak ihtiyaç için tecviz edilmiştir. Şehvete ihtiyaç yoktur. Şafiiyye ulemasmca karı koca ile cariye sahibinden başka her insana şeh­vetle bakmak herkese haramdır.

4- İki erkeğin ye keza iki kadının bir örtü altına girmeleri tahrimen memnu'dur.

5- Bir kimsenin avret mahalline vücudunun hangi uzvuyla olursa ol­sun dokunmak haramdır. Bu hususta ulema müttefiktirler. Nevevi diyorki:

«Bu mesele birçok kimselerin hamamlarda dikkat etmedikleri umu­mi bir belvâdır. Böyle bir yere giren kimseye gözünü, elini ve diğer azası­nı başkasının avretinden koruması kendi avretini de başkalarından mu­hafaza etmesi gerekir. Böyle bir şeyin vukuunu gördüğü zaman gördük­lerine tenbih ve ihtarda bulunması vacibdir. Ulema tenbihin fayda ver-miyeceğini zannetmekle bu vazifenin sükut etmiyeceğini inkârın beheme­hal vacip olduğunu söylemişlerdir. Meğerki kendisi veya başkası hakkın­da fitne çıkacağından endişe ede.»

6- Nevevi'nin beyanına göre kimsenin görmiyeceği bir yerde er­keğin- bir ihtiyaçtan dolayı avret mahallini açması caizdir. İhtiyaç yoksa mesele ihtilaflıdır.. Ulemadan bazıları mekruh olduğunu söylemişlerdir. Şafii'lerin esah kavline göre haramdır.

 

18- Tenhada Çıplak Yıkanmanın Cevazı Babı

 

75- (339) Bize Muhammed b. Rafi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hammâm b. Münebbih'-den rivayet etti. Hemmâm bize Ebu Hüreyre'nin Resûlüllah Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) den rivayeti şudur, diyerek bir takım hadisler söylemiş  ez-cümle:   Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Benî İsrail çıplak olarak yıkanırlar; birbirlerinin avretlerine bakarlar­dı. Musa (Aleyhisselâm) ise yalnız başına yıkanırdı. Benî İsrail :

  Vallahi  Musa'yı  bizimle  beraber yıkanmaktan  olsa  olsa  fıtıklılığı men ediyor, dediler. Bİr defa Musa (Aleyhisselâm) yıkanmaya gitti ve el­bisesini  bir taşın  üzerine koydu, derken tas elbisesini  kaçırdı. Musa :

  Aman  taş elbisemi, aman taş elbisemi  bırak, diyerek arkasından alabildiğine koştu. Böylelikle Benî İsrail, Musa'nın avret yerini gördüler de:

  Vallahi  Musa'da  hiç bir kusur yokmuş, dediler.     Müteakiben  taş durdu ve Musa İyice görüldü; sonra elbisesini alarak taşı dövmeye başla­dı.»,   buyurdular demiş. Ebu Hüreyre:

«Vallahi Musa'nın taşa vurmasından taşta altı veya yedi tane bere izi kalmıştır» demiş.

Bu hadis-i Müslim «Ehadisü'I - Enbiyâ» bahsinde tahric etmiş­tir. Buhari'de ise «KitabıTl Gusl» dedir.

Kaadi İyaz'm beyanına göre Beni İsrail'in çıplak yıkanarak birbirlerinin avret yerlerine bakmaları Hz. Mûsâ'ya ve onun şer'iatma muhalefet içindir. Bu hadisin bizim için delil teşkil etmesi şer'atınıızdan önce geçen seri'atların bizim içinde şeri'at olması esasına istinad eder. Mesele ihtilaflıdır. Esah olan kavle göre bizden önce geçen şeriatlar Al­lah'veya Resulü tarafından red ve inkâr edilmemek şaratıyla bize hikâye edilirse bizim için de seri'attırlar.

Beni İsrail : İsrail oğulları demektir. İsrail, Yakup (Aleyhisselâm)m ismidir. Yakup (Aleyhisselâm) İshak'in, İshak'da Ha-lilullah ibrahim (Aleyhimesselâm) m oğludur. Beni İsrail Yakup (Aleyhisselâm)m oniki oğlundan türemiş ve üremişlerdir.

A' der : Fıtıklı ve poluç demektir.

Musa (Aleyhisselâm) m taşa hitab ederek, (Elbisemi ver ey taş) de­mesi taş elbisesini kaçırdığı için ona akıllılar muamelesi yaptığmdandır. Taş elbisesini vermeyince onu dövmesi de bundandır. Ulemadan bazıları «Hz. Musa 'nm taşı dövmesi, onda iz bırakarak mucize göstermek içindir. Bunun vahiy suretiyle yapılmış olması da muhtemeldir. Taşın be­ni İsrai1'e doğru yuvarlanarak elbiseyi götürmesi Musa (Aleyhisselâm) m ikinci bir mucizesidir.» diyorlar.

Hz. Ebu Hüreyre 'nin taşta altı veya yedi darbe izi bulundu­ğunu yeminle ifade ettiğini söyleyen zât bazılarına göre Ravi Hemmâm 'dır. Fakat Kirmanî bu söz doğrudan doğruya Ebu Hü­reyre 'nin olduğuna kaildir Hemmâm'm sözü olarak kabul edil­diğine göre bu söz müsneddir. Ebu Hüreyre 'nin sözü olduğuna göre ise mürseldir. Fakat her iki takdire gorede Hadis Merfu hükmünde­dir. Çünkü Ebu Hüreyre (Radiyallahû anh) Hazretlerinin böyle bir sözü kendiliğinden söylemesine imkân yoktur. Onu mutlaka Resû1ü1Iah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den duymuştur.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder.

 

1- Kimseye görünmemek şartıyla tenha bir yerde yıkanmak için ve­ya başka bir sebeple soyunmak mubahtır.

2- Tedavi yahut bir kusurunu ispat veya kusurdan salim olduğunu göstermek gibi mücbir zaruret karşısında bir kimsenin avret yerine bak­mak caizdir.

3- Bir şeyi haber verirken Hz. Ebû Hüreyre 'nin yaptığı gibi yemîn etmek caizdir.

4- Allah Tealâ hazretleri hilkat ve ahlâk cihetiyle    peygamberlerini-

bütün noksanlıklardan nezîh yaratmıştır.

5- Hz. Musa (Aleyhisselâm)'d, beşeriyet galebe ederek taşı dövmüş­tür. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Avret yerini açmak Peygam-ber'ân-i İzam şöyle dursun bizlere bile haramdır. Şu halde bunu Musa (A leyhisseîâm) gibi büyük bir peygamber nasıl yapmıştır?.

Cevap : Bu bizim şeriatımızda böyledir. Onların şeriatında avret ma­hallini açmak memnu değildi. Buna delil Beni İsrai1'in çıplak ola­rak yıkanmaları, Musa (Aleyhisselâm)' kendilerini gördüğü halde men etmemesidir. Haram olsa mutlaka men ederdi. Bu sefer de Musa (Aleyhisselâm) m neden tenhada yıkandığı suali ortaya çıkar. Bunun cevabı: Vacib olduğu için değil, utandığından bunu yapardı. İhtimal üze­rinde ince bir gömlek varmıştır da, suda ıslanınca tenine yapışmış; aza­sını  Beni İsrail görmüşler ve bu suretle şüpheleri zail olmuştur.

Saîd b. Cübeyrin beyanına göre Musa (Aleyhisseîâm)m elbisesini götüren taş seferlerde daima yanında bulundurduğu taştır. İcabında ona vurur ve su kaynamağa başlardı. (Allah'u A'lem)

6- Hadîs-i Şerif Mûsâ  (Aleyhisselâm)m mucizelerine delâlet et­mektedir. Bunlar taşın elbiseyi Benî İsrail 'den bir cemaate gö­türmesi, Hz. Mûsâ 'nın taşa nida etmesi ve taşı döverek onda iz bırak­masıdır.

 

19- Avret Yerini (Açılmaktan) Korumaya Dikkat Gösterilmesi Babı

 

76- (340) Bize İshâk b. İbrahim El - Hanzalî ile Muhammed b. Ha­tim, b. Meymûn hep birden Muhammed b. Bekr'den rivayet ettiler. Mu­hammed: Bize îbni Cüreyc haber verdi demiş. H.

Bana İshâk b. Mansûr ile Muhammed b. Râfi' dahi rivayet ettiler. Lâ­fız onlarındır. İshâk (Ahberanâ İbni Râfi ise) (Haddesanâ) tabirlerini kullandılar. İbni Râfi dedi İd; Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc' haber verdi (Dedi ki) : Bana Amr b. Dînâr haber verdi ki Câbir b. AbdiIIah'ı şöyle derken işitmiş. Kabe bina edilirken Peygam­ber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) ile Abbas taş getirmeye gittiler. Abbas, Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e.

— Taşlardan korunmak için esvabını omuzuna koy! dedi. O da Öyle yaptı. Fakat derhal yere düştü ve gözleri semaya dikildi. Sonra kalkarak; esvabımı - ver esvabımı   dedi. Abbas'da üzerine esvabını kuşattı.

îbni Râfi Kendi rivayetinde: «Boynuna...» dedi; «Omuzuna...» demedi.

 

77- (...) Bize Zühey b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Dînâr rivayet etti. Dedi ki;

Câbir b. Abidillah'ı şöyle rivayet ederken işittim Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kureyş'le birlikte Kabe'ye taş i1 [55] taşıyormuş. Üzerin­de de esvabı varmış. Amcası Abbas ona:

Ey kardeşim oğlu esvabını çözsende onu omuzuna taşların altına koy-sana, demiş.

Râvi diyorki: Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu çözerek omuzumuı üzerine koydu. Fakat hemen bayılarak düştü. Ar­tık o günden sonra bir daha çıplak olarak görülmedi.

Bu hadis-i Buharı «Kitâbü's - Salât» ile «Bünyânü'l Kabe» de tahric etmiştir. Vak'a R,esû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in çocukluğunda geçmiştir. İbni Battal ile İbni Tîn'in beyan­larına göre Kureyş Kâbe'yi bina ederken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yaşı onbeş idi. Hişâm; «Kabe'nin bina edilmesi ile Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Peygamber olarak gönderilmesi arasında beş senelik bir müddet vardır, demiştir. Bir riva­yete göre Kabe Resullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğumundan 36 sene sonra bina edilmiştir. Beyhâki; «Kabe'nin bina edilmesi, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hatice (Radiyallahû anha) ile evlenmesinden öncedir» diyor. Meşhur kavle göre Kureyş Kabe'yi Hz. Hatice 'nin evlenmesinden 10 sene sonra bina etmiştir. Şu halde R e-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in o zaman yaşı135 olur. Ni­tekim Muhammed b. İshak'ın kavli de budur. İbni İs­lı âk'm beyânına göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) küçüklüğünde görüp geçirdiği ve Allah'ın kendisini muhafaza buyurduğu bazı şeyleri hikâye ederken şöyle demiştir.

«Kendimin Kureyş çocuklarının arasında bulunduğumu hatırlarım.. Bir­birimize oynamak için taş taşırdık, hepimiz soyunmuş, esvabını boynuna asmış, üzerlerinde taş taşıyorduk, ben de onlarla beraber aynı halde gidip geliyordum. Birden bana birisi bir tokat vurdu, kim olduğunu göremedim. Yalnız canımı yakan bir tokat olduğunu hatırlıyorum. Sonra bana (elbiseni kuşan) dedi, ben de elbisemi alarak kuşandım ve taşları elbisemi kuşan­mış olarak arkadaşlarımın arasında ensemde taşımaya  başladım.»

Sühey1i : « İbni İshak'in bu hadisi salıihse vak'anm iki de­fa cereyan ettiğine hamledilir. Biri küçüklüğünde biride Kabe yapılır­ken vuk'u bulmuştur.» diyor. Buharı ile Müs1îm'in tahric et­medikleri bir rivayette Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e bir melek inerek esvabını bağladığı bildiriliyor.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in düşüp bayılmasına sebep avret mahallinin açılmasıdır. Bu vak'adan sonra kendileri hiç bir zaman açık saçık görülmemişlerdir.

 

Hadisi Şerif Şu Faideleri İhtiva Eder

 

1- Resûl-ü Ekrem  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Efendimiz kü­çüklüğünden beri çirkin şeylerden cahiliyet ahlâkından ve her türlü re-zâilden muhafaza buyurulmuş, peygamberliğinden önce ve sonra daima en nezîh bir hayat yaşamıştır.

2- (Aleyhisselâtü vesselam) Efendimizi Cenab-ı Hak, en güzel ahlâk ve en mükemmel hâyâ fıtratı ile yaratmıştır. Kendileri evinden çıkmayan bakire bir kızdan daha utangaç idiler. Onun için de avret mahalli açılın­ca düşüp bayılmış, ve bir daha asla çıplak görülmemişlerdir.

3- Çıplak gezmek ve avretinin görüneceği şekilde halk arasında açık saçık dolaşmak caiz değildir. Ulemanın beyanına göre buradaki Abbâs (Radiyallahû anh)  Hadisi hem halk huzurunda    hemde tenha bir yerde çıplak gezmenin caiz olmadığına delildir. Bazıları bunun o hâle mahsus olduğunu söylerler. Çünkü Kâbe'yi bina ederken Kureyş'in    kadını erkeği taş taşımışlardı.  Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seüem):

«Ben böyle bir yerde çıplak gezmekten men edildim.» demek istemiş­ti. Eğer buradaki nehiy her zaman ve mekâna şamil olsaydı kimsenin göremiyeceği tenha bir yerde cünüplükten yıkanan kimseyede açılmayı yasak ederdi. Halbuki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yalnız görülecek yerde çıplak bulunmaktan men etmiştir.

Avret yeri görülecek şekilde oturmak da çıplak gezmek hükmünde­dir. Onun içindir ki Şarî' hazretleri peştamalsız hamama girmeyi yasak etmiştir.

Vâkı'a Hz. Ali: «Bir kimse avret yerini açarsa melek ondan kaçar» demiş. Ebû Mûse'l-Eş'arî 'nin dahi: «Ben Rabbimden utandığıma karanlık evde yıkanırım. Belimi bile doğrultmam» dediği rivayet olunmuşsa da bu rivayetler o halde örtünmenin müstahab olduğu­na hamledilmişlerdir. «Et - Tevdih» nam eserde: «Tenha yerde de Ör­tünmek vacibdir dediğimize göre acaba nehir ve kaynak sularına peşta­malsız girmek câizmidir? Bu hususta iki kavil vardır:

Birinci kavle göre caiz değildir. Çünkü nerede olursa olsun çıplak gez­mek yasak edilmiştir.

İkinci kavle göre caizdir. Çünkü su avret yerini örtme hususunda peştamal yerini tutar. Allah-u A'lem» deniliyor.

 

78- (341) Bize Saîd b. Yahya el - Emevî [56] rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Osman b. Hakûn b. Abbâd Tt. Huneyf el - Ensârî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebu Ümâmete'bnü Sehl b. Huneyf [57], Misver b. Mahreme'den naklen haber verdi. Misver şöy­le demiş: Taşımakta olduğum ağır bir taşı getirdim. Üzerimde hafif bir esvab vardı. Taş üzerinde iken esvabım çözülüverdi. Taşı bırakamadım ve (o vaziyette) yerine kadar götürdüm. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Don de elbiseni al. Çıplak gezmeyin!» buyurdular.

Bu hadisleri müslümanların dikkatle okumaları îcâb eder. Müslüma-mm diyenler bir kere Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in «Çıplak gezmeyin» emrine baksınlar. Bir de kendilerinin ve ailelerinin bu günkü hallerini düşünsünler.Ondan sonra söyleyecek bir şey bulabi­lirlerse lütfen söylesinler. Burada mini etekten, deniz kıyılarındaki üryan ve perişan hallerden bahsederek sözü uzatmaya lüzum görmüyoruz. Müs­lümanlıktan istifa ederek onunla alâkasını kesenlere ve maruf tabiriyle gayri müslimlere de sözümüz yoktur. Ancak müslümanlara ve müslümanlık iddiasında bulunanlara söylenecek pek çok sözler vardır. Emr-i bil maruf ve nehy-i ani-1' münker müslümanların en mümtaz ortak vazifesi olduğuna göre, biz de bu kabilden sayılmak üzere, mümlümanları kendi hallerini kontrole davet ediyoruz. Sunuda hatırlatmak isterizki «Zama­nın icâbı böyle» diye bir kaide olmadığı gibi «Modadır, modaya uymak icab eder» şeklinde bir kaide de yoktur. Bunlar islâm düşmanları tara­fından müslümanlar arasına salınmış mikroplar, Tabîr-i âharlâ, zehirli gazlardır. Bu kabilden olmak üzere «Zaman sana uymazsa sen zamana uy.» şeklinde uçurtmalar îcad olunmuş. Bugün bunlar hâşâ emr-i ilâhi imiş gibi dillere destan edilmiştir.

Hülâsa İslama taban tabana zıd mânâ taşıyan bu saçmaların islâmda asla yeri yoktur. Müslüman zamana değil Kur'an'a ve Nebî-i Zîşan Efendimizin hadislerine uymakla mükelleftir. Onlar da müslüman-lara açık saçık üryan ve perişan bir halde gezip dolaşmamalarını müslü-manlığm vakar ve şerefi ile mütenasip bir şekilde giyinerek avret mahal­lerini her zaman ve her yerde örtmelerini emretmektedirler. Bu hadisde «Çıplak gezmeyin» buyurulması, çıplak gezmenin haram olduğuna delil­dir.

 

20- Kazay-ı Hacet İçin Örtülecek Şey  Babı

 

79- (342) Bize Şeyban b. Ferrûh ile Abdullah b. Muhammed b. Esmâ'ed-Dubaî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mehdî -ki İbni Meymûn'-dur- rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Abdillâh b. Ebi Yakûp [58] Hasan b. Alî'nin âzadlısı [59], Hasan b. Sa'd'dan, o da Abdullah b.

Ca'fer'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Birgün Resûlüllah (Saliallahii Aleyhi ve Sellem) beni terkisine aldı. Bana sur olarak öyle bir söz soy-lediki ben onu insanlardan hiç bir kimseye söylemem. Resûlüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Seilem) in def-i hacet için, kendisi ile siperlenmeyi en sevdiği şey ya bir tepecik yahut hurmalık idi.

İbni Esma' kendi rivayetinde «Yâni bir hurma bahçesi» dedi.

Hâiş : Hurma kümesi demektir. Kelimenin kendi lâfzından .müfredi yoktur: Buna Hâs ve Huş' da denilir. Hadiste bu kelime hurma bahçesi diye tefsir edilmiştir.

Hedef : Tümsek yer ve tepecik manasına gelir..

Hadis-i Şerîf kazâ-i hacet esnasında bahçelik veya çukur bir yere oturarak kimseye görünmemenin sünnet olduğunu bildirmektedir.

 

21- «Sü Ancak Sudan Dolayı İcab Eder» Hadisi Babı

 

80- (343) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya h. Eyyiib, Kuteybe ve İb­ni Hucıır rivayet ettiler. Yahyr. b. Yahya «Ahberanâ» diğerleri ise «Had-desana» tabirlerini kullandılar. (Dediler ki) : Bize İsmail - ki İbni Ca'fer'dir [60] Serik'ten yani ibni Ebi Nemr'den, o da Abdurrahman b. Ebi Saîd el - Hudrî'den, o da babasından naklen rivayet etti demiş ki:

Pazartesi günü Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellenı) ile birlikte - kuba'ya (gitmek üzere yola) çıktım Benî Salim (in bulunduğu yer) e vardığımız zaman Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi-ve Sellem) Itbâ'nıri kapısı önünde durarak ona seslendi, İtbân esvabını sürükleyerek çıktı. Resûlül­lah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Adama acele ettirdik.» buyurdu, İtbân :

«Ya Resûlallah ne buyurursun, bir adam karısı İle cima halinde iken acele ettirilirde meni indirmezse    ona ne lâzım gelir? dedi.    Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Su ancak sudan dolayı icab eder.»  buyurdular.

 

81- (...) Bize Harun b. Said el - Eyli rivayet etti (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, İbni Şihâb'dan nak­len haber verdi. Ona da Ebu Selemete-bnü Abdirrahman, Ebû Saîd-i Hud-rî'den o da peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet et-mişki,. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Su ancak sudan dolayı icab eder.» buyurmuşlar.

Bu hadîs'in şerhinde Nevevî şunları söylemiştir.:

«Malumun olsun ki şimdi Ümmet inzal vaki olsun olmasın cima'lâ gusl'ün vacip olacağına ittifak etmiştir. Ashab-ı Kirâm'dan bir cemaat guslün ancak meninin inzali ile vacip olacağına kaildiler. Sonra bazıları bu kavilden döndü ve diğerlerinin vefatından sonra icma «Münakid oldu.» Buhâri ile Müs1im'in ittifaken rivayet ettikleri aşağıda görüle­cek bir hadisde Zeyd b. Hâlid el-Cüheni 'nin Osman b. Affan'a:

«Bir adam karısı ile cima1 ederde meni gelmezse buna ne dersin?» "di­ye sorduğu,    Osman (Radiyallahû anh)m;

«Namaz abdesti gibi abdest alır ve zekerini yıkar» dediği Hz. Os­man'ın bunu Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ye Sellem) 'den işittiği ve   Ali b. Ebi-Ta1ib,   Zübeyrü'bnü'l-Avvam, Ta1hatü'bnü Ubeydillâh ve Ubeydü'bnü Kâ'b (Radiyallahû Anhüm) hazeratma da sorduğu onların da abdest almayı ve zekerin  yıkanmasını  emrettikleri bildiriliyor. Babımız  hadisinde  dahi:

«Su ancak sudan dolayı icab eder.» buyurulmaktadır. Fakat bu Babdan sonra Müs1im'in rivayet ettiği bir hadiste cima' halinde, meni nazil olsun olmasın gusül lâzım geldiği beyân olunmaktadır. İşte ulemâ bu hadisle amel etmişlerdir.

«Su ancak sudan dolayı icab eder.» hadisi sahabenin cumhuru ile onlardan sonra gelen ulemaya göre mensuhtur. Onlara göre buradaki ne-sihden murad vakti ile meni nazil olmaksızın yapılan cima'dan dolayı yı­kanmak sakıt iken sonra vacip olmasıdır. İbni Abbas (Radiyallahû anh) ile başkalarına göre hadis mensuh değildir. Ondan murad uyku ha­linde ihtilâm olupda meni görmiyenlere guslün vacip olmamasıdır. Bu hüküm şüphesizki bakidir.

Hadîsin mânâsı gusül ancak meninin çıkması dolayısiyle vâcîb olur demekdir. Yani Hadisteki birinci sudan murad hakîki su, ikinciden ma-radda menidir. Buna Bedi' ilminde «Cinası tam» derler:

 

82- (344) Bize Ubeydullah b. Muâz el - Anberi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize el- Mu'temir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'l-Alâ'İbnü'ş-Şİhhİr [61] rivayet etti Dedi ki: Kur'-an'ın bazı âyetleri birbirini nasıl neshederse Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) in bazı hadisleride birbirini neshederdİ.

Müs1im 'in Ebu -1. Â1â'da naklolunan bu haberini burada ri­vayet etmekten muradı yukarıda geçen:

«Su ancak sudan dolayı İcab eder.» hadisinin mensuh olduğunu an­latmaktır.

Ebu'1  Âlâ 'nm: «Sünnet de sünneti neshederdİ» sözü doğrudur.

Ulema sünnetin sünnetle dört şekilde neshediHiğini söylerler. Şöyle ki:

1- Mütevâtir hadis yine kendisi gibi mütevâtir olan bir hadisle nesh edilir.

2- Haber-i Vahid, Haber-i vâhidle neshedilir.

3- Haber-i vâhid mütevâtir hadisle nesh edilir.

4- Mütevâtir Haber-i vâhid ile nesh edilir. Bu dört vecihten üçü bil-ittifâk câizsede  dördüncüsü ihtilaflıdır.  Cumhur'u Ulemâya  göre  müte­vâtir bir hadis haber-i vahid ile neshedilemez. Zahirîlerden bazıları bunu tecviz etmişlerdir.

Usûl-ü Fıkıh ulemâsı neshin kitapla sünnet arasında da cereyan etti­ğini söylerler. Onlara göre kitap kitapla sünnette sünnetle neshedildiği gibi sünnet kitapla ve kitap sünnetle dahi neshedilebilir. Ancak kitabı neshedecek sünnetin kitap derecesinde olması îcab eder. Bundan murad sünnetin mütevâtir olmasıdır. Mütevâtirden bir derece aşağı olan Haber-i meşhur ile kitap üzerine ziyade meselesi usul uleması arasında ihtilaflı­dır.

Kitap âyetlerinin birbirlerini neshetmesi de üç şekilde tasavvur olu­nabilir.

1- Bazen bir âyetin başka bir âyetle hem tilâveti hem hükmü neshe­dilir, Yani artık o âyetin hükmü ile amel edilemediği gibi namazda okun­ması da caiz değildir.

2- Tilâveti nesh edilmekle beraber hükmü baki kalir.

3- Hükmü nesh edilir, tilâveti kalır. Yani o âyetin hükmü ile amel olunmaz. Fakat âyet Kur'an'da yazılıdır, namazda okunabilir.

 

83- (345) Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeyhe livâyet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder Şu'be'den rivayet etti. H.

Bize Muhammedü'bnü'l - Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler.

Dediler ki. Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Hakem'den, o da Zekvan'dan, o da Ebu Saîd'i Hudri'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ensardân bîr zatın yanına uğramış ta kendisini çağırtmış. O zat başından su damlayarak çıkmış bu­nun üzerine Peygamber

«Galiba sana acele ettirdik.»  buyurmuş. O zat:

«Evet Ya Resûlüllah» mukabelesinde bulunmuş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şayet acele ettirilir veya meninin tıkanmasına maruz kalırsan, sana gusül lâzım değil, yalnız abdest icab eder.» buyurmuşlar.

İbni Beşşar :

«Acele ettirilir veya meninin tıkanmasına maruz bırakilırsan.» demiş­tir.

Bu hadîsi Buhârî   «Kitâbu'l Vudu'» da tahrîc etmiştir.

Hadîsin buradaki rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ensârdan bir zatın evine uğrayarak kendisini çağırttığı, Bu­harı 'nîh rivayetinde ise evine uğramaktan bahsedilmiyerek ensardân bir zatı çağırttığı bildiriliyorsada hâdise bir olduğuna göre Resûlül­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zatın evine uğrayarak kendisine ha­ber göndermiş demektir. Mezkûr zatın Itban (Raâiyallahû anh) oldu­ğunu .Müs1im yukarıki rivayetlerinden birinde tasrih etmişti. İtbân b. Mâlik (Radiyallahû anh) Bedr gaza'sına iştirak eden en-sardandır/ Bazı rivayetlerde Resûlüllah (SaÛallahü Aleyhi ve Sellem) in çağırttığı zatın Salih ismini taşıdığı bildirmiştir. Bu takdirde hâdise ayrı ayrı iki yerde tekerrür etmiş demektir. Aksi tak­dirde MüsIim'in rivayeti daha sahihtir.

İkhât : Asıl itibarı ile yağmursuzluk ve yerin bu sebeple çoraklaması demektir. Burada ondan murad istiare tarikiyle cima' esnasında meninin tıkanması ve dışarıya çıkmamasıdır.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Karine'ye göre hüküm vermek caizdir. Çünkü Hz. İtbân çağ­rıldığı dakikada beklenilen süratle çıkmamış, çıktığı zaman da üzerinde yıkandığını gösteren alâmetler görülmüş; Bundan cima ile meşgul oldu­ğu anlaşılmıştır.

2- Yıkanmaya devam müstehabdır. Zira Peygamber  (Saîîallahü Aleyhi ve Seliem) yıkandığı için  geciken İtbân (Radiyallahû anh) a birşey dememiştir.

3- Bu hadisin hükmü mensuhtur.    Yalnız   Hişâm b. Urve, A'meş,  Süfyan b. Uyeyne ve Dâvûd-u Zahirî 'nin neshe kail olmadıkları rivayet edilir. İnzal olmaksızın yapılan cima'nın gusül icab etmiyeceği Osman b. Affan,   Ali b. Ebi Tâlib Zübeyrü'bnü'l-Avvâra  Talhatü'bnü   Ubey-dillah,   Sâ'dü'bnü   Ebî Vakkas,   Abdullah   b.   Mes'ud, Rafi' b. Hadîc, Ebû Saîd-i, Hudrî, Übey b. Kâ'b, Eyyubel-Ensâri, İbni Abbâs, Nu'mân b. Beşir,   Zeydü'bnü Saîd (Radiyallahû Anhüm)  Hazerâtı  ile Cumhur'u Ensârdan ve tabiinden Ata' b. Ebi Rabâh,   Ebû Selemete'bnü Abdurrahman, Hişam b. Urver A'­meş ve bazı zahirîlerden rivayet edilmişsede bu zevatın irtihallerinden sonra mes'elenin guslü îcab edeceğine icma'ı ümmet mün'akîd olduğunu yukarıki hadislerde arz ettiğimiz vecihle Nevevî beyân etmiştir. Maamafîh İbni Hazm'in beyânına göre İnzâlsiz cima'nm gusül icab edeceğine Ashab-ı Kiram'dan Ümmü-1 Mümin'in Aişe, babası Ebû Bekr-i Sıddık, Ömer b. Hattab, Ab­dullah b.   Ömer, Osman b. Affan, Ali b. Ebi Ta1ib, Abdullah b. Mesud ve İbni Abbas (Radiyaîlahü anhüm) ile muhacirîn-i kiram kail olmuşlardır. Görülüyorki; inzâlsiz ci­ma'nm gusül icap etmiyeceğine kail olan birçok Ashab-ı kiramdan guslü icap edeceği de rivayet olunmuştur. Mezheb imamlarından Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmet   b. Hanbel   Hazerâtı ile bu zevatın mezheblerine tabi birçok ulema hatta zahirîlerden bazıları inzâlsiz cima'nın guslü icap ettiğine kaildirler.   İbrahim   Nehai ile   Süfyan-ı   Sevrî 'nin mezheblerİ de budur.

 

84- (346) Bize Ebü'r - Rabî'ez - Zebram rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm b. Urve rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb Muhammed b. A'lâ dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişam baba­sından, o da Ebû Eyyub'dan, o da Übey b. Ka'b'dan naklen rivayet etti. Übey şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) e kadınla cima7 ederken menisini getirmeyen erkeğin hükmünü sordum.

«Kadına temas eden nesneyi yıkar, sonra abdest alarak namaz kılar.» buyurdular.

 

85- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hişâm h. Urve'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana babam mutemed bir zat­tan, - bununla Ebu Eyyub'u kastediyor - O da Übey b. Ka'b'dan, o da Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) den naklen rivayet etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ehliyle cima' edip de meni indirmeyen erkek hakkında :

«Zekerini yıkar; ve abdest alır.» buyurmuşlar.

Bu Hadîs-i   Buharı   «Kitabû'l - Gusl» de tahric etmiştir.

«Kadına temas eden nesneyi yıkar...» cümlesinden murad kadının fercine temas eden zekerini yıkar demektir. Burada Buhâri sarih­lerinden Kirmâni şöyle diyor:

«Eğer bundan maksad kadının fercinden bulaşan rutubeti yıkamak-sa, o halde bu söz bu manaya nasıl delâlet ediyor? Zahire göre kadına mutlak surette temas eden el ve ayak gibi uzuvları yıkamak vacib değil­dir? dersen, ben de derim ki: Bu sözde izmar vardır. Yahut bu söz kina­yedir. Çünkü şöyle takdir edilir. «Erkek kadının fercine temas eden uzvu yıkar» bu ise lâzımı zikir, melzumu murad kabilinden kinayedir. Zira ka­dına temas lâzım, rutubet bulaşması da melzumdur.»

Anlaşılıyorki; erkek evvelâ avret mahallini yıkayacak, sonra abdest alacaktır. Hatta hadîsin bir rivayetinde namaz abdesti gibi abdest alacağı tasrîh edilmiştir.

Buhârî bu hadîsi rivayet ettikten sonra «Yıkanmak daha ihti­yattır» demiş ve hadîsin mensûh olmadığına işaret etmiştir. Fakat Cumhur'u ulemâya muhalefet ettiği için İbnü'l A'râbî (468-543) kendisine şiddetli tariz de bulunmuş: «Meni gelmese bile her cima'mn gusl icab edeceğine Ashab-ı Kiram ve onlardan .sonra gelen ulemâ ittifak etmişlerdir. Bu bâbda Davud-u Zahirî 'den başka muhalif yok­tur. Onun muhalefetine de itibar yoktur. Binaenaleyh din imamlarından ve müslüman ulemasının en büyüklerinden biri olduğu halde nasıl olur­da İmam Buharî burada guslün müstehab olduğunu söyleyebilir. Ama ihtimâl o bu sözü ile «dinde ihtiyat olan yıkanmaktır» manasını kas­tetmiştir. Bu mesele Usul-ü dinde meşhur bir babtır. İmam Bu­harî 'nin ilmine ve imamlığına yakışan da bu mânâdır» demiştir.

İbnü'l A'rabî 'nin ittifak iddiası söz götürür. Çünkü az yukarı­da da arz ettiğimiz vecihle bu mesele hakkında Ashab-ı Kiram arasında­ki hilaf meşhurdur. Yalnız Nevevî'nin dediği gibi bu mesele hak­kında ihtilâf eden Ashab ile tabiinden sonra icma' vak'i olmuştur denile­bilir. Tahâvî'nin (238-321) rivayet ettiği bir habere göre Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Selîem) in ashabı Ömerü'. bnü'l Hattab'm huzurunda cünüplükten yıkanma meselesini müzakere et­mişler. Bazıları: «Sünnet mahalli sünnet mahallini geçtimi gusül vacip olur demiş, diğer bazıları yıkanmak ancak meninin çıkması ile vacib olur» idiasında bulunmuşlar. Bunun üzerine   Ömer (Radiyallahû anh)

«Sizler en hayırlı insanlar, Bedr gazileri olduğunuz halde hu mese­lede böyle ihtilâf ederseniz, sizden sonra gelenlerin hali ne olur? de.mîş. Hemen   Ali b. Ebi Tâ1ib söz alarak;

«— Ya Emire'l Mü'minin. Bu meseleyi öğrenmek istersen Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) in zevcelerine birini gönderde sorduruver» demiş.

Ömer (Radiyallahû anh) 'da Aişe (Radiyallahû anha)ya bir adam gön­dererek sordurmuş. Hz.   Aişe:

«Sünnet mahalli, sünnet mahallini geçtimi muhakkak gusl vacib olur»

cevabını vermiş.

O zaman   Ömer (Radiyallahû anh) şunu söylemiş :

«Bundan sonra gusül ancak meninin çıkması dolayisiyle vâcib olur diyen birini işitmeyeyim, yoksa şiddetle cezalandırırım.    « Tahâvi bunları kaydettikten sonra şöyle demektedir.

«İşte Ömer. Halkı Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) in ashabı huzurunda bu meselede yıkanmaya teşvik etmiş kendisine hiçbir itiraz eden bulunmamıştır.»

Hâsılı, Ashab-ı Kirâm'dan sonra bâzı zevat menî nazil olmayan ci-ma'dan gusül lâzım gelmiyeceğine kail olmuşlarsada ulemânın büyük ekseriyeti lâzım geleceğine ittifak ettiklerinde şüphe yoktur. Bu sebeple bu mesele hakkında icma'ı ümmet vaki olduğu söylenmiştir. Atâ' ;

«Bu meselede nâs ihtilâf ettikleri için ben en sağlam bir mesnede is-tinad etmiş olmak maksadıyle yıkanmadıkça canım rahat etmiyor» der­miş.

 

86- (347) Bana Züheyr b. Harb ile Abd b. Hümeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdüssamed b. Abdülvârîs rivayet etti. H.

Bize Abdülvâris b. Abdüssamed'de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bana babam, dedemden, o da Hüseyin b. Zekvân'dan, o da Yahya b. Ebî Kesir'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ebû Seleme haber verdi, ona da Atâ' b. Yesâr haber vermiş, ona da Zeyd b. Hâlid el - Cühenî haber vermiş, ki Kendisi Osman b. Affan'a sormuş ve şöyle demiş.:

«Bir adam karısı ile cima' ederde menisini indirmezse ne buyurur­sun?» dedim. Osman:

«Namaza abdest alır gibi abdest alır ve zekerini yıkar» dedi ve şun­ları ilâve etti. :

«Ben bunu Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) den işittim.»

 

(...) Bize yine Abdülvâris b. Abdüssamed rivayet etti. (Dedi ki) : Ba­na babam dedemden, o da Hüseyin'den naklen rivayet etti. Yahya demiş-ki: Bana Ebû Seleme'de haber verdi. Ona da Urvetü'bnü Zübeyr haber vermiş. Ona da Ebû Eyyûb kendisinin bu hadîsi Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) den işittiğini haber vermiş.

Bu Hadîsi Buhâri «Kitabü'l Vudû» ve «KUâbü'l - Gusl) de tah-ric etmiştir. Osman (Radiyaîlahû anh) m evvelâ abdest almayı sonra zekerini yıkamayı zikretmesi, bu işin bu tertib üzere'yapılmasını îcâb et­mez. Çünkü cümleler birbiri üzerine atıf edatlarından (vav) ile bağlan­mıştır. Vav tertibe delâlet etmez. O mutlak surette cemi' bildirir. Yani iki iş birden yapılacaktır. Binaenaleyh ibarede her ne kadar zekerin yı­kanması sonra zikredilmişsede fi'len evvelâ o yıkanacak sonra abdest alı­nacaktır. Nitekim bunu tasrih eden rivayetler de vardır. Mamaafih evvelâ abdest alsada sonra zekerini yıkasa abdesti bozulmaz.

 

Hadis-i Şeriften  Şu Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Karısı ile cima' ederek menisini indirmeyen kimseye yıkanmak va-cib değildir. Ona vâcib olan yalnız zekerini yıkamak ve namaz abdesti alır gibi bir abdest almaktır. Ancak yukarıda da beyân ettiğimiz gibi bu hadîs mensûhtur. Binaenaleyh bugün onunla amel edilemez. Maksat: Bu hadîs mensûh olmasa ondan bu hüküm çıkardı demektir. Onun hükmünü nesheden hadis bu bâbdan sonra görülecektir.

2- Ulema bütün zekerin mi yoksa ona mezi gibi pislik bulaşan yerin mi yıkanacağında ihtilâf etmişlerdir.   İmam   Mâlik 'e göre bütün zekeri yıkamak Şafii'ye göre ise yalnız pislik bulaşan yerini yıkamak vacibtir.   Malikîlerden   bazıları bu meselede Hz.    Şafiî   ile beraberdirer. Zührî'den bir rivayete göre hayalara mezi bulaşmamışsa onları yıkamak lâzım değildir. Ekseri ulemânın kavlide budur. Hanbe1î'lerden îbni Kudâme  (541 - 620) «El - Mugnî» nam ese­rinde; «Mezî abdesti bozar, mezi şehvet sebebiyle çıkan kaygan bir sudur. Zekerin başında bulunur.  Bunun hükmü hususundaki rivayetler  muh­teliftir. Bir rivayette istincâ ve abdest îcab etmez. İkinci bir rivayete gö­re mezîden dolayı zekeri ve hayaları yıkayarak abdest almak vacibtir.» diyor. Tahâvî: «Peygambe r (Sallaüahü Aleyhi ve Seltem) in edep yerlerini yıkaması vacib olduğu için değil büzülsünde mezi çık­masın diyedir. Buna delil   Müs1im'in sahihinde rivayet ettiği:

«Abdest al ve fercinin üzerine su serp.» hadisidir. Hanefîlerle Şâfiî ve Mâ1ik'in ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur.» demiştir.

 

22- Şu Ancak Sudan Dolayı Vacib Olur Hadisinin Neshi ve Sünnet Mahallerinin Birbirlerine Kavuşması İle Guslün Vacib Olması Babı

 

87- (348) Bana Züheyr b. Harb ile Ebû Gassân el - Mismaî rivayet ettiler. H.

Bize bu hadîsi Muhammed b. el - Müsennâ ile tbni Beşşâr dahi riva­yet ettiler. Bu ravilerin hepsi dediler ki. Bize Muâz b. Hişam rivayet etti dedi ki: Bana babam, Kâtade'den, Matar'da Hasan'dan, o da Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den    naklen    rivayet ettiler ki    Nebiyullar (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Erkek kadının dört şu'besi arasına oturup da onu yorarsa kendisine yıkanmak vacib olur.»  buyurmuşlar.

Matar'ın hadîsinde :

«Meniyi indirmese bile.» kaydı vardır. Râvilerden Züheyr : «Kadının dört eş'ubu arasına.» diye rivayet etti.

 

(...) Bize Muhammed b. Amr b. Abbâd b. Cebele rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ebî Adiy rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. el-Müsennâ dahi rivayet etti.    (Dedi ki) : Bana Vehb b. [62] Cerir rivayet etti. Bunların ikiside Şu'be'den, O da Kâtade'-den bu isnadla b uhadîsin mislini rivayet ettiler. Ancak Şu'be'nin hadi­sinde:

«Sonra varını yoğunu sarfederse.» kaydı vardır. «Meni indirmese bile.» dememiştir.

Bu Hadîs-i Buhâri «Katâbü-I - Gusl» de, Ebû Dâvûd (202 - 275) Nesâi (215 - 303) ve İbni Mâce (209 - 273) dahi «Kitabü-t Tahâre» de tahrîc etmişlerdir.

Şu'ab : Şu'be'nin cem'idir Şu'be, İbni Esîr'in beyânına göre herşeyin bir kısmı ve parçası demektir. Hadîsin bir rivayetinde şu'ab ye­rine «Eş'ub» denilmiştir. Eş'ub toplanmak manasına gelen şâabm cem'idir.

Hadîsdeki dört Şu'beden ne kastedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunlar elerle ayaklardır. Bir takımları ayaklarla uyluklar olduğunu söylemişlerdir. Kâadi İyâz (476-544)'a göre bundan murad kadının dört tarafı yani kollariyle bacaklarıdır. En akla yakın mânâ ellerle ayaklar yahut ayaklarla uyluklar olmasıdır. Bununla kinaye suretiyle cima' kastedilmiştir. U44Ş-  < cümlesini bazıları :

«Sonra kadına var kuvvetini sarfederse.» şeklinde, bir takımları da : «Kadını yararsa» mânâsında tefsir etmişlerdir.    .

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Gusl icab etmek için meninin gelmesi şart değildir. Haşefe yani sünnet mahallinin kaybolması ile erkeğe de kadına da gusl lâzım gelir. Bugün bu mesele hakkında hiç bir hilaf yoktur. Hilaf ilk zamanlarda mevcuttu. Yukarıda da beyân ettiğimiz gibi. ulemâdan bazıları menî gel­memek şartıyla yapılan cima'ın gusülü icap etmiyeceğine kail olmuşlar­dı. Bu zevat: Hz. Osman ve Ubey b. Ka'ab (Radıyallahu Anhüma) hadisleri iîe ve bu bâbda Buharı 'nin Ebu Saîd' Hudri'den; İbni Mâce'nin Ebû Eyyûb-u Ensâri'-den; Tâhâvi'nin Ebû Hüreyre 'den; îmam Ahmed b. Hanbel'in İtban-ı  Ensâri ile  Râfi b. Hadîc'den; Ebû Ya'1a'nin Abdur rahman b. Avf 'dan, Bez-zar'm Abdullah b. Abbas 'dan tahric ettikleri hadislerle istidlal etmişlerdir. Bu hadislerde guslü ancak meninin inmesi îcab, edece­ği bildirilmektedir. Cumhurun delilleri de sadedinde bulunduğumuz Müslim hadisleri ile Tahâvi ve Tirmizi'nin rivayet ettik­leri Hz. Aişe hadisidir. Mezkûr hadisi birçok hadîs ulemâsı muhtelif senetlerle rivayet etmişlerdir. Tirrnizî onun hakkında: «Bu hadîs hasen sahihtir, demiştir.» Bu eserler Resûlüllah (Sallaliahli Aleyhi ve Sellem) in filini yani meni gelmese bile cima'dan sonra yıkandığını haber vermektedir. İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) dan rivayet edildiğine göre:

«Gusl ancak meni gelmekle vâcib olur.» hadisi ihtilâm olanlar hak­kındadır. Yani bir kimse rüyasında cima ettiğini görsede meni gelmese ona gusl lâzım değildir, demektir. Babımızın hadisi muhaliflerin istid­lal ettikleri rivayetleri neshetmiştir. Vakıa buradaki rivayette neshe dair bir kayıt yoksa da Ebû Dâvûd 'un «Sünen»mde rivayet ettiği bir hadiste Übey b. Ka'b (Radiyallahû anh) Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bu işi islâmiyetin başında halka bir ruhsat olsun diye yapmıştı. Çünkü o zaman sebat azdı, sonra bize yıkanmayı emretti: Bunu nehy buyurdu... demiştir. Ebû Dâvûd H. Übeyy'in işaretle anlatmak istediği şeyin: «Gusul ancak menî gelmekle vacib olur» hadisi olduğunu söylemiştir. Bu mânâda başka bir Jıadîsi Ebu Dâvûd, İbni Mâce ve Tirmizî tahric etmişlerdir. Tirmizi onun hakkında da «Hasen sahih bir hadistir.» demiştir.

2- Ebû Bekr Ed-Dekkâk ile Hanbelîlerden bâzıları «Bir şeyi alem yani ism-i hassı ile zikretmek, hükmün o şeyden başkasında bu­lunmamasını îcab eder» diyerek menî gelmemek şartıyla yapılan cima'-nın gusl icab etmiyeceğini ileri sürmüşler ve şunları söylemişlerdir. «En-sar menîsiz cima'nın guslü îcab etmeyeceğini Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Su ancak sudan dolayı İcab eder.» hadîsi şerifinden anlamışlardır. Hadîsteki birinci sudan murad gusl, ikinci sudan murad menidir. Yani yıkanmak ancak menî sebebiyle vacib olur demektir. Bittabi Ensâr-i Kiram ehl-i lügat ve Fasih araplardandılar. Onlar bu hadisten yıkan­manın yalnız meni geldiği surete mahsus olduğunu anladılarda menî gel­memek şartıyla vâki olan cimanm gusl icap etmiyeceğine bu hadîsi delil getirdiler. Eğer hadiste su isminin betahsis zikredilmesi ondan başkasın­da bu hüküm bulunmayacağına delâlet etmemiş olsaydı ensarm istidlal­leri de sahih olmamak îcâbederdi.

Bunlara Buhârî şârihi Aynî şu cevabı vermiştir. Hadîste su­yun zikredilmesi hükmün ona tahsisi kabilinden değildir. Su «Elif - lâm» ile ma'rife olarak zikredilmiştir. Elif Lâm'm hükmü ortada malum ve ma'hud bir şey bulunmadığı zaman istiğrak ifâde etmektir. Biz de En-sar-ı Kiramın anladıkları gibi bu sözün istiğrak ve inhisar mânâsı ifâde ettiğine kailiz. Lâkin başka bir delil, yâni; icma' hay^ ile nifastan dolayı yıkanmanın vâcib olduğunu bildirince; bunlardan mâda yerlerde artık inhisara mahal kalmamıştır; ve mânâ şöyle olmuştur: «Meniye müteallik bütün yıkanmalar suya münhasırdır. Bu hüküm başkasına sabit değildir.» Gerçi burada da meni inmeden yapılan cima'da gusl lâzım gelmemek îcâb eder gibi bir sual hatıra gelebüirsede buna şöyle cevap verilir. Meni ba­zen ıyânen bazen de takdîren sabit olur. Nitekim erkekle kadının sünnet mahalleri birbirlerine kavuştuğu zaman hakikaten meni yoktur; fakat takdiren vardır. Çünkü maruf tabiri ile iltika-i hıtâneyn denilen bu iş meninin gelmesine sebeptir. Hakikatini görmeğe imkan olmayan böyle gizli yerlerde sebep müsebbinin yerine ikame olunur. Nitekim uyku ha­linde insanın abdesti bozulup bozulmadığını anlamasına imkan olmadığı için abdestin bozulmasına sebep olan uyku müsebbeb yerine ikame edil­miş ve uyku abdesti bozar denilmiştir.

 

88- (349) Bize Muhammed b. el - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Muhammed b. Abdillah el [63] Ensarı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize

Hişam b. Hassan rivayet etti.  (Dedi ki) : Humeyd b. Hilâl  [64] Ebu Bür-de'den,   o da Ebû Mûs'el - Eşari'den naklen rivayet etti. H.

Bize yine Muhammed b. el - Müsenn'â rivayet ettj. (Dedi ki) : Bize Ab-dül Â'lâ rivayet etti. Bu hadis onundur. (Dedi ki) :Iîize Hişâm, Humeyd b. Hİlâl'den rivayet etti, o: Ebû Musa'dan demiş: Halbuki ten bu hadisin yalnız Ebû Bürde'de rivayet edildiğini bilirim. Ebû Mûsâ şöyle demiş.

Bu bâbta Muhacirlerle Ensâr'dan bir cemaat ihtilâf ettiler. Eıısâr;

«Gusl ancak defkden yahut meniden dolayı lâzım gelir, dediler  Muhacirler ise:

«Hayır, Cima' varını? gusl vacibdir» mukabelesinde bulundular.

Râvi diyorki, Ebu Musa şöyle dedi:

«Ben sizi bu münakaşadan kurtarayım dedim ve kalkarak, Aişe'nin ya­nına girmek için izin istedim. Bana izin verildi. Aişe'ye dedim ki; Ey an­neciğini; yahut ey müminlerin annesi! Ben sana birşey sormak istiyorum, ama senden de utanıyorum.» Aişe :

«Seni doğuran annene sorabileceğin bîrşeyi bana sormaktan utanma; çünkü ben de senin annenim» dedi ben :

«Öyle ise guslü icab eden nedir?» dedim Aişe :

«Bilene rastladın; Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seîîem):

«Erkek (cadının dört şu'besi arasına oturur da sünnet mahalli sünnet mahalline temas ederse gusl vacib olur.» buyurdular, dedi.

Deik : Meninin atıla atıla gelmesidir. Aslında suyun şiddetle dökül­mesi manasınadır. cümlesi «Tam sorduğunun haki­katini bilen mütehassısına rastladın manasınadır.

Bu cümleyi ilk defa arap hükemasmdan Malik b. Cübeyr söylemiş. Sonraları darb-ı mesel olarak kalmıştır. Hz. Hasan bey'at için Irak'a giderken yolda meşhur şair   Ferezdak'a rastlamış;

— Kendisine ne var ne yok diye sorunca; Ferezdak şu cüm­leyi kullanmış.

«Halkın kalpleri seninle amma kılıçları Beni Ümeyye ile beraberdir.» demiştir.

Hadisdeki: «Mess» den murad cima'dır. Hıtân dahi sünnet olmak ma­nasına gelirsede burada murad sünnet yeridir.

«Sünnet mahalli sünnet mahalline temas ederse...» cümlesinden mu-rad cima eder de erkeğin aletinden haşefe miktarı kadmm fercine dahil olursa gusl vacip olur, demiştir. Yoksa; sırf dokunmak değildir. Çünkü zekerin sırf kadının sünnet mahalline dokunması bütün ulemânın itti­fakı ile guslu icap etmez, İbni Kudame «el Mugni» nam eserin­de şunları söylemektedir.

«Guslü icab eden şey haşefenin ferce dahil olmasıdır. Bu hususta ci-ma'mn öne yapılsın arkaya yapılması insana veya hayvana; ölü veya diri­ye, gönüllü veya zorla, uyurken veya uyanık olarak îka-ı müsavidir.

Hanefîlere göre; erkekle kadının sünnet mahalleri birbirine kavuşurda haşefe miktarı duhul vâki' olursa gusl vacibdir. Haşefe mik­tarı duhul yoksa sırf sünnet mahallerinin birbirine değmesi guslü icab etmez. Yalnız imâm Âzam'la İmam Ebû Yusuf'a göre abdest almak lâzım gelir. İmam Muhammed'e göre abdestte lâ­zım değildir. Hanefîlerin «el-Muhit» adlı kitabında; «Bir adanı bakire olan karısına yakınlık etse menî gelmedikçe gusl icab etmez. Zira kadının hâlâ bakire kalması duhul olmadığına delâlet eder. Lâkin bakire kadın fercinden başka bir yerine cima edilmek suretiyle gebe kalsa hem kadına hem kocasına gusl vacib olur. Buna sebep meninin gelmesidir. Çünkü meni olmakasızm gebelik sübut bulamaz.

Ebû Hanîfe (Rahimehuîlah) Hayvana veya ölüye cima etmek­le gusl vacib olmaz meğerki; menî gele demiştir.

Babımızın hadislerini şerh ederken Nevevî (631-676) şunları söylemiştir. «Hadîsin mânâsı şudurki: Guslün vacip olması için menî gel­mesi şart değildir. Her ne zaman haşefe ferce dahil olursa, hem erkeğe hem kadına gusl vâcib olur. Bugün bu meselede hilaf yoktur. Eshâb-ı Ki­ramdan bâzıları ile onlardan sonra gelen zevat buna muhalefet etmiş­ler.. Fakat sonraları söylediğimiz şekilde icma'ı ümmet vâki olmuştur. Bu­nu yukarıda da beyan etmiştik. Ulemâmızın beyanına göre; erkeğin haşe­fesi kadının veya erkeğin dübürüne veya bir hayvanın ferci ile dübürün-den birine dahil olsa gusl îcab eder. Bu babda insan veya hayvanın ölü veya diri, küçük veya büyük olmaları ve keza o işin kasten veya unuta­rak yapılması, kendi arzusu ile veya zorla îkâ edilmesi müsavidir. Erkek uyurken onun aletini kendi aletine idhal etmesi ve keza zekerin intişar edip etmemesi, erkeğin sünnetli veya sünnetsiz olmasının bir farkı yok­tur. Bütün bu suretlerde hem faile hem mef'ûle gusül vacip olur. Meğer­ki; faille, mef'ûlden biri sabîy ola. Bu takdirde ona gusl vacip olmaz. Çün­kü mükellef değildir. Fakat cünüp olmuştur; denilir. Eğer sabîyy-i mü­meyyiz olursa ona yıkanmasını  emretmek velisine  vacib olur.  Nitekim abdest almasını da emretmek vacibtir. Böyle bir sabî ve sabiyye yıkan­madan namaz kılsalar kıldıkları namaz sahih olmaz Âkil baliğ olmazdan önce yıkanmayan sabiye baliğ olduktan sonra yıkanmak vacibtir. Sabî iken yıkansada sonra bulûğa erse tekrar yıkanması lâzım gelmez.

Ulemâmız cima'da nazar-ı itibâra alınacak cihetin, sağlam kimseler­de haşefenin duhulü olduğunu söylerler. Bu cihet ittifâkîdir. Haşefe ta-mamiyle görünmez olursa bu cima'a bütün hükümler taalluk eder. Bütün zekerin duhulü bi-1' ittifak şart değildir. Haşefenin yalnız bir kısmı dahil olsa buna da bir ittifak hiç bir hüküm terettüp etmez. Yalnız- bazı ulemâ­mız şazz bir kavil olmak üzere buna da bütün haşefe hükmü verilir demiş-lerse de mezkûr kavil yanlış, münker ve metruktür.

Erkeğin aleti kesilmiş olursa bakılır. Eğer haşefeden az bir miktarı kalmışsa ona hiçbir hüküm taalluk etmez. Kalan haşefe miktarı olursa görünmez olacak derecede girdiği takdirde bütün hükümler taalluk eder. Kalan miktar haşefeden fazla ise bu hususta ulemamızdan iki meşhur ka­vil vardır; bunların esah olanına göre ahkâm haşefe miktarına, taalluk eder.

İkinci kavle göre : Kesildikten sonra uzvun geriye kalan kısmı ta-mamiyle görünmez olmadıkça hiçbir hüküm terettüp etmez.

Bir kimse zekerine bez sararak bir kadının fercine idhal etse bu hu­susta ulemâmızın üç kavli vardır. Bunların sahih ve meşhur olanına göre erkeğe ve kadınada gusl vacibtir. İkinci kavle göre ikisinede bir şey lâ­zım değildir.

Üçüncü kavle göre; sarılan bez kalın olurda lezzetin ve ıslaklığın geç­mesine mâni teşkil ederse gusl vacib değildir. Aksi takdirde gusl vacibtir. Bir kadın fercine hayvan zekeri idhal etse yıkanması vacip olur, kesilmiş zeker idhal ederse esah kavle göre kadına yine gusl vacip olur.» Nevevî'nin sözü burada nihayet bulur.

 

89- (350) Bize Hârûn b. Maruf ile Hârûn b. Said el-Eylî rivayet et-tüer. Dediler ki: Bize İbni vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İyâz b. Abdillah, Ebû Zübeyr'den o da jCâbir b. AbdîIIah'dan, o da [65] Ünımii Kül-süm'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zevcesi Âişe'deıı naklen haber verdi: Âişe şöyle demiş.

«Bir adam ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) 'e, zevcesi ile ci­ma' yaparak menisini inzal etmiyen kimsenin hükmünü sordu. Bu karı kocaya gusl vacip olur mu? dedi, Aişe'de orada oturuyordu, Kesûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve S elle m):

«Sununla  ben,  ikimiz bunu yapıyoruz, sonra  yıkanıyoruz.»: buyurdu­lar.

İksâl : Meniyi zaptetmek inmesine mâni olmaktır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Sununla ben, ikimiz bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz.» buyura­rak Aişe (Radiyallahû anha) yi göstermesi onu bizzat kendisinin de yap­tığına beyândır. Çünkü böyle söylemesi soran zata daha ziyâde tesir eder.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fiilleri vücûp ifa­de eder; aksi takdirde bu söz soran zâta cevap teşkil etmez. Fakat mesele ulemâ arasında tafsilâtlıdır. Bir defa fiil Kasdî yapılmış olmalıdır. Kasıt­sız olarak meselâ; uyku halinde yaptığı fiiller bundan hâriç kaldığı gibi zelle tabii fiiller, mücmeli beyan ettiği fiiller ve ResûlüIIah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in zâtına mahsus fiilleri de hariçtirler.

Zelle : Hata sureti ile yaptığı fiildir. Hz, Adem'in memnu' olan ağaçtan yemesi Musa (Aleyhisselâm) 'm-kıpti ye dokunmakla ölümüne sebep olması gibi.

Tabii fiillerden murâd yiyip -içmek, oturup- kalkmak gibi mubah olan fiillerdir.

Mücmeli beyandan murâd : Anlaşılması izaha muhtaç olan âyetlerin izah ve tefsiridir. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu hu­sustaki beyânı âyete tabidir. Tabi' için ise ayrı hüküm yoktur. Âyet o fiilin vâcib olduğunu bildiriyorsa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in fiili de vaciptir. Mubah olduğunu bildiriyorsa onun fiili de mubahtır.

Resûl-ii Ekrem (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) efendimizin zatına mahsus yâni ümmetine değil de yalnız ona vâcib olan bir takım fiilleri vardır. Teheccüd denilen gece namazı ile duha ismi verilen kuşluk na­mazı bunlardandır. Mezkûr namazları kılmak ümmeti için farz değil fa­kat onun için farzdır.

İşte bu saydığımız fiiller ümmet için hüccet değildirler. Bunlardan başka işlediği fiillere gelince: Evvelâ fiilin sıfatına bakılır. Eğer Resû­lüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında o fiil vâcib ise ümmeti hakkında da vâcib, müstahab ise ümmeti hakkında da müstahabtır. Fi'lin Peygamber-i Zişan (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkındaki sı­fatı bilinmiyorsa o fiilin yakînen bilinen en aşağı derecesi ile amel olu­nur ki; o da mubah olmasıdır.

2-  (Aleyhisselâtü vesselam) Efendimizin Hz. Aişe'ye işaretle :

«Sununla ben ikimiz bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz» buyur­ması hin- hacette böyle bir sözün zevcenin yanında söylenebileceğine de­lildir. Bir maslahata mebni olduğu için bu söz çirkin sayılmaz. Ancak böy­le bir sözü maslahat ve hacetten dolayı değil de bir sırrı ifşa maksadı ile söylemek çirkindir.

 

23- Ateşte Pişen Şeylerden Abdest Lazım Gelmesi Babı

 

90- (351) Bize Abdülmelîk b. Şuayb b. Leys rivayet etti. Dedi ki: Bana bahanı dedemden rivayet e"tti. Demiş kii Bana UkayI b. Halici riva­yet etti, dedi ki: İbni Şihab şunu söyledi. Bana Abdülmelik b. Ebî Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişâm [66] haber verdi, Ona da Haricetü'bnü Zeyd el - Ensâri [67] haber vermiş ki babası Zeyd b. Sabit şunları söy­lemiş: Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i :

«Abdest; ateşte pişen şeylerden dolayı icab eder.» buyururken işit­tim.

 

... - (352) İbni Şihab dedi ki: Bana Ömer b. Abdilâziz haber verdi, ona da Abdulah b. İbrahim b. Kaariz [68] haber vermİşki kendisi Ehu Hü-reyre'yi mescidde abdest alırken bulmuş, Ebû Hüreyre:

«Ben sadece yediğim keş kırıntılarından dolayı abdest alıyorum. Çün­kü Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'i:

«Ateşte pişen şeyleri yedikten sonra abdest alın.» buyururken işit­tim,» demiş.

 

... - (353) İbni Şihâb dedi ki: ana Said b. Hâlid b. Amr b. Osman [69] haber verdi. Ben kendisine bu hadîsi rivayet ederken o da ateşten pişen şeylerden dolayı abdest almak lâzım gelip gelmiyeceğini Urvetü'bnü Zü-beyr'e sorduğunu söyledi. Urve Şöyle demiş: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in zevcesi Aişe'yi «Resülüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Ateşte pişen şeyler (İ yedik) den sonra abdest alın.» buyurdular, derken işittim.

Buradaki birinci rivayetin senedindeki Abdülmelik b. Ebî Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam yerine bazı nüshalarda Abdullah b. Ebî Bekr denildiği yani Abdü1me1ik'in yerine Abdu11ah'm konulduğu görülmüşse de bunun hatâ olduğunu Ebû Ali el-Gassani ve başkaları be­yân etmişlerdir. Doğrusu burada zikredilendir.

İkinci rivayetteki Abdullah b. İbrahim b. Kaariz'-m yerine Müslim Cuma bahsinde İbrahim b. Ab, dillah b. Kaarız'ı zikretmiştir. Bu isim hakkında ulemâ ihtilâf etmişler­dir. İmam Müslim adeti vecihle burada da evvelâ mensûh ha­disleri, sonra onlan nesheden rivayetleri zikretmiştir. Diğer hadîs imam­larının dahi bu gibi yerlerde adetleri Müs1im'in âdeti gibidir. Filha­kika yukarıdaki üç rivayet ateşte pişen et ve süt gibi şeyleri yemenin ab-desti bozduğuna delâlet ediyorsada aşağıdaki hadisler bozmadığını gös­termektedirler. Ebû Hüreyre hadîsi mescitte abdest almanın caiz olduğuna delildir.

 

24- Ateşte Pişen Şeylerden Dolayı Abdest Lazım Gelmesinin Neshi Babı

 

91- (354) Bİze Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Malik, Zeyd b. Eslem'den, o da Ata b. Yesar'dan, o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti. Ki: Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) bir koyun küreği yemiş sonra namaz kılmış abdest almamış.

 

(...) Bize Züheyr b. Harb'da rivayet etti, dedi ki: Bize Yahya b. Said,

Hişam b. Urveden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Vehb b. Keysân [70] , Muhammed b. Amr b. Ata' [71] 'dan o da İbnİ Abbâs'dan naklen haber verdi. H.

Bana Zührî de Ali b. Abdillah b. Abbâs' [72]'dan, o da İbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti. H.

Bana Muhammed b. Ali dahi babasından, o da İbni Abbas'dan naklen rivayet ettiki Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve SeUem) etli bir kemik ya­hut et yemiş, sonra namaz kılmış fakat abdest almamış; suya da el değdir-memiş...

 

92- (355) Bize Muhammed b. Sabbâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zühri, Ca'fer b. Amr b. Ümeyyete'd-Damrî'den o da, babasından naklen rivayet etti. Babası Re-sûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Selîem) 'i bir (Koyun) kürek(in)den kesip yerken görmüş, sonra namaz kılmış, fakat abdest almamış.

 

93- (...) Bana Ahmet b. İsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Haris, İbni Şihâb'dan, o da Cafer b. Amr b. Ümeyyete'd Damri [73] den o da babasından naklen haber verdi. Babası şöyle demiş: Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'i bir koyun kü­reğinden kesip yerken gördüm, Müteakiben namaza davet edildi. Hemen kalkarak bıçağı attı ve namaz kıldı, fakat abdest almadı.

İbni Şihâb : «Bunu bana AH b. Abdillah b. Abbâs babasından, o da Re-sûlülfah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) den bunu rivayet etti» demiş.

 

... - (356) Amr demiş ki, Bana Bükeyr b. Eşec dahî İbni Abbâs'ın azadlısı Küreyb'den, o da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in zev­cesi Meymûne'den, o da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den nak­len rivayet etti ki: Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) Meymûne'nin yanında kürek yemiş. Sonra namaz kılmış, fakat abdest almamış.

 

(...) Amr : Bana Ca'fer b. Rabîa, Yâkup b. Eşecc [74] den, o da İbni Abbâs'ın azadlısı Küreyb'den, o da Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve SeUem) in zevcesi Meymûne'den naklen bunu rivayet etti» demiş.

 

94- (357) Amr demiş ki : Bana Said b. Ebi Hilâl, Abdillah b. Ubey-dillâh b. Ebi [75] Râfi'den, o da Ebu Gâtâfan'da, o da Ebu Râfi'dan nak­len rivayet etti. Ebu Râfi :

«Şahadet ederim ki: Ben Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem)'e koyuıuııı  ciğerini kızartırdım. Sonra namaz kılar,     fakat abdest almazdı» demiş.

 

95- (358) Bize Küteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Ukayl'den o da Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdullah'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) süt içmiş sonra su isteyerek ağzını çalkalamış ve:

«Bunun yağı vardır.»  buyurmuş.

 

(...) Bana Ahmed b. İsa dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana da Amr haber verdi. H.

Bana Züheyr b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yâhyâ b. Saîd, Evzâ'i'den rivayet etti. H.

Bana Harmeletü'bnü Yâhyâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus rivayet etti. Bunların hepsi ibni Şihab'dan Ukayl'in Zühri'den naklettiği isnadla bu hadisin mislini rivayette bulunmuşlardır.

 

96- (359) Bana Ali b. Hucr rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize İsmail b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhamnıed b. Amr b. [76] Halhale, Muhammed b. Amr b. Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaiiaiUıhü Aleyhi ve Sellem) esvabını üzerine toplayarak na­maza çıkmış. O esnada kendisine ekmekle etten müteşekkil bir hediye ge­tirmişler. Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ondan) üç lokma yiyerek cemaata namaz kıldırmış, hiçbir suya da el değdirmemiş.

 

(...) Bize bu hadisi Ebû Küreyb'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Velid b. Kesır'den rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Amr b. Atâ rivayet etti. Ben İbni Abbâs'Ia beraberdim...» diyerek hadîsi İbni Halhale hadisinin mânâsı île rivayet etti.» Bu hadiste «İbni Abbâs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu yaptığına şahit olmuş» cÜmlesîde vardır. Birde «Namaz kıldı» demiş. Fakat «Cemaata kıldırdı» kaydını söylememiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Abdest» bahsinde muhtelif râvîlerden muh­telif lâfızlarla rivayet ettiği gibi diğer (Kütüb-ü Sitte) sahipleri dahî ri­vayet etmişlerdir. Hadîsin bir rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir koyunun kürek etinden yediği diğer, rivayetin­de kendisine koyunun içi yani böbrekleri ile ciğerlerinin kızartıldığı baş­ka rivayetinde süt içip ağzını çalkaladığı daha başka bir rivayetinde ken­disine hediye olarak getirilen et ve ekmekten üç lokma yediği fakat bü­tün rivayetlerde bundan dolayı abdest tazelemeye lüzum görmiyerek na­maz kıldığı bildirilmektedir. Buharı 'nin bu bâbda rivayet ettiği bir hadiste. Ebû Bekr, Ömer ve Osman (Radiyallahû Anhûm) Hazeratmm da et yedikleri fakat abdest almadıkları bildiriliyor. Aynı ha-disî birçok imamlar tahric etmiştir. Hattâ Tahavî onu on tarikden rivayet eder. Tahavî Ashab-ı Kiram'dan birçoklarının et vesaire yedikten sonra abdest almadıklarını da kaydeder. Buharı 'nin Ashab hadîsini rivayet etmekten muradı ateşde pişen şeyleri yemekle abdest bo­zulmayacağına İcma'i sükuti vâki olduğunu anlatmaktır.

İcma'ı Sükûtî : Bir asırda yetişen müctehidlerin bir mesele hakkında bir kısmının hükmü beyân etmesi, diğerlerinin de o meseleyi duydukları halde birşey söylemeyip susmalarıdır.

Görülüyorki; ateşte pişen herhangi bir yemeğin bâ husus etin abdes-ti bozduğuna ve bozmadığına dâir rivayetler vardır. Bu sebeple ulemâ iki kısma ayrılmışlardır. Bir kısmına göre ateşte pişen herhangi bir şeyi ye­mek Abdesti bozar. Hasan-ı Basrî Zührî, Ebû Kılâbe, Ebu Miclez ve Halife Ömer b. Abdi Haziz hazerâtı buna kail olanlardandır. Ashab-ı Kiram'dan Zeydb. Sabit, Ebû Talha, Ebu Mûse'l -Eş'ari, Ebû Hüreyre Enes b. Malik, Ümmü'l-Mü'minin Aişe ve Ümmü Habîbe ile Ebû Eyyüb el-Ensarî (Radiyalîahâ Anhûm) haze-ratinm mezhebleri de budur. Delilleri Müs1imıin bu babta rivayet ettiği hadislerle Nesaî (215 - 303), Taberanî (260-360) ve Tahâvî (238 - 321)'nin rivayet ettikleri Zeydü'bnü Sabit (RadiyaUahû anh) hadisi; yine Tahâvî ile Tabâranî 'nin ri­vayet ettikleri Ebu Talha hadisi Tirmizî (209-279) ile İmam Ahmed b. Hanbel'in (164-241) rivayet ettikleri Ebu Hüreyre hadisi ve Tahavî 'nin rivayet ettiği Seh1 b. Hanza1e hadisidir. Mezkûr hadisler ateşte pişen şeylerin abdestin bozacağına delâlet ederler.

Selef ve Halefin cumhuruna göre ateşte pişen herhangi bir yemeği yemekle Abdest bozulmaz. Nitekim Ashab-ı Kiram'dan Ebu Bekri Sıddik, Ömer b. Hâttab, Osman b. Affân Ali b. Ebi Tâlib, Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Ab-bâs, Abdullah b. Ömer, Ebud-Derdâ, Cabir b. Semura, U"bey b. Ka'b, Amir b. Rabia ve Ebü Ümâme (RadiyaUahû anhûm) hazerâtı ile diğer birçoklarının .mezheb­leri bu olduğu gibi Cumhur-u tabiin ve Mezheb imamlarından E b'u. Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel de bu­na kaildirler. Aynı kavil hadis imamlarından İshâk b. Rahuye, Yâhyâ b. Yâhyâ, ve Ebu Sevr gibi zevattan da riva­yet olunmuştur. Bu zevatın delilleri de babımızın neshe delâlet eden ha­disleri ile İbni Abbâs 'dan, Amr b. Ümeyye 'den ve da­ha başkalarından rivayet edilen birçok hadislerdir. Bu hadisler ateşte pi­şen birşeyi yemekle abdestin bozulacağını bildiren hadisleri neshetmiş-lerdir. Bâ husus Câbir (RadiyaUahû anh)'dan rivayet edilen bir hadis bu bâbda soylecek söz bırakmamıştır. Zira Hz. Câbir «Bu iki şıktan Resûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve Seîlem) 'in son olarak yaptığı ateşte pişen bir şeyden dolayı abdest almamalttı» demiştir. Bu hadis abdest îcab eden hadislerin nesh edildiğini sarahaten göstermektedir. Hadisi Tahavi, Ebu Dâvud, Nesai ve İbni Hibban rivayet etmişler­dir.

Gerçi nesh ancak tarihle bilinir. Müslim 'in rivayetlerinde tarih zikredilmemiştir. Lâkin «El-Muvâtta» da hâdisenin Huneyn gaza­sında, geçtiği  tasrih edilmiştir. Bu gaza  ateşte pişmiş yemeğin  abdesti bozacağım bildiren hadislerin söylenmesinden çok sonradır, Câbir hadi­si de son olarak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) 'in pişmiş yemekten sonra abdest almadığını bildirir Du bâbda İbni Abbas ile Ebu Hüreyre münazara yapmışlar, İbni Abbâs:

«Ateşten pişen şeyden abdest lâzım gelirse kaynak su ile abdest al­mak da caiz olmamak icab eder» demiş.    Ebu    Hüreyre:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bir hadis rivayet olunurken ona misâl getirme» mukabelesinde bulunmuştur.

İkinci bir delilleri de abdest icab ettiğini gösteren delillerden mura­dın Şer'î değil lügavî abdest alması ihtimalidir. Yani et ve süt gibi yağlı şeyler yiyenin elini ağzını yıkaması emrolunmuştur. Lügaten buna da abdest denilebilir.

Son rivayette «İbni Abbas, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu yaptığına şahit olmuş» denilmesi Hz. İbni Abbâs‘ın ilk rivayetinden doğacak bir şüpheyi gidermek içindir. Şüp­he şudur; bundan önceki rivayetin senedinde sıra İbni Abbâs (RadiyaUahû Anhüma) gelince «İbni Abbas'da Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmiş» denilmiştir. Bundan İbni Ab­bâs (RadiyaUahû Anhüma) 'nm hadiseyi gözüyle gördüğü yüzde yüz an­laşılmamakta görmüş olması ihtimali muhtemel olduğu gibi, görmeyip başkasından işitmiş olması ihtimali de çıkartabilmektedir. Başkasından işittiği takdirde ise; hadis mürsel olur. Gerçi; Cumhurun kavline göre onunla yine istidlal edilebilirse de Ebu İshâk el-Esferai 'nin kavline göre böyle bir hadisten hüccet olamaz. İşte İmam Müslim bu ciheti nazar-ı dikkate alarak ikinci rivayette İbni Abbâs haz­retlerinin vak'ayı bizzat müşahade ettiğini bildiren rivayeti göstermekle, bu bâbdaki şüpheyi gidermiş ve hadise hiçbir diyecek olmadığını anlat­mak istemiştir.

 

Yukarıki Hadislerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Ateşte pişen et, süt vesaire gibi yiyecekleri yemekle abdest bozul­maz.

2- Eti bıçakla kesmek caizdir, vakıa Ebu Davud'un «Sünen» inde rivayet ettiği bir hadiste bundan menedilmişsede o hadis zayıftır. Sabit olsa bile ihtiyaç olmadığı zaman bıçak kullanmak memnudur, diye tahsis olunur.

3- İmamları namaza davet etmek caiz hatta müstehabdır. Resû1ü11ah  (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) 'i namaza davet eden  Bi1â1-ı Habeşî   (Radiyaîlahû anh) 'dır.

4- Nefî üzerine şahadet etmek caiz ve makbuldür, Elverirki; nefiy edilen şey burada olduğu gibi mahsur bulunsun. (Burada mahsur bulunan şey abdest almadı cümlesidir.)

5- Yemekten ve süt gibi yağlı şeyleri içtikten sonra ağzı çalkalamak müstahabdır. Bundan maksat ağzın temizlenmesi ve yağlı maddelerle, ye­mek kırıntılarının  dişlerin arasında kalarak namaz esnasında  yutulma­sına mani olmaktır.

6- Yemekten önce ve sonra elleri yıkamanm hükmü ulema arasında ihtilaflıdır. Makbul olan kavle göre bunların ikisi de müstehabdır. Me­ğerki ellerin tertemiz olduğu yüzde yüz bilinsin. İmam   Malik (Radiyaîlahû anh) «Eller temizse yemekten önce ve sonra onları yıkamak müstahab değildir. Ancak yemekten evvel eller kirli yemekten son­rada yemeğe kokacak şekilde bulaşık olursa  yıkamak müstahabdır» de­miştir.

 

25- Deve Eti Yemekten Abdest Lazım Gelmesi Babı

 

97- (360) Bize Ebû Kamil Fudayl b. Hüseyin el - Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne Osman b. AbdiIIah b. Mevheb'den, [77] o da Ca'fer b. Ebû Sevr'den, [78] o da Câbir b. Semure'den [79] naklen rivayet ettiki. Bîr zat Resûlüllah  (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) 'e :

  «Koyun eti yedikten sonra abdest alayım mı?» diye sormuş Resû­lüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) :

  «İstersen al, istersen alma.» cevabını vermiş. O zat :

  Deve eti yedikten sonra abdest alayım mı?» diye sormuş Resûl-ü Ekrem   (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem):

  «Evet, deve eti yedikten sonra abdost al.» buyurmuşlar. O zat :

  «Koyun ağıllarında namaz    kılabilirmiyim?»     demiş    Resûlüllah  (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) :

  «Evet!»   cevabını vermiş.

  Deve ireklerinde namaz kılabilirmiyim?» diye sormuş Efendimiz (Buna) :

  «Hayır!»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâvi-ye b. Amr rivayet etti. (Dedi (ki) : Bize Zaide, Simâk'tan rivayet etti. H.

Bana Kaasim b. Zekeriya'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydul lah b. Musa Şeyban'dan, o da Osman b. Abdillah b. Mevheb ile Eş'as b. Ebi'ş- Şa'sa'dan [80] naklen rivayet etti. Bunların her biri Ca'fer b. Ebi Sevr'den, o da Câbir b. Semura'dan, o da Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seîlem) den naklen Ebû Kanıil'in Ebû Avâne'den rivayet ettiği hadis gibi rivayette bulunmuşlar.

Bu hadis deve eti yemenin abdesti bozacağını bildiriyor. Ulemâ bu hususta da ihtilâf etmişlerdir. Başta Hulefa-i Râşid'în Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (Radiyaîlahû Anhûm) olmak üzere Ab­dullah b. Mes'ud, Übey, b.    Ka'b,   Abdullah   İbni Abbâs, Ebu'd-Derdâ, Ebû Talhâ, Amir b. Ra-bia ve Ebû Ümame (Radiyalîahû anhûm) ile Cumhuru tabiin, Ebû Hanîfe, Malik, Şafii ve bu mezheplerin ulemâsı deve" eti yemenin abdesti bozmadığına kail olmuşlardır.

İmam Ahmed b. Hanbel ile İahâk b. Râhuye, Yâhyâ b. Yahya, Ebû Bekr İbni'l-Münzir İbni Huzeyme ve Ebû Bekr Beyhakî'ye göre deve eti ab­desti bozar. Bu kavil mutlak surette hadis ulamasından ve bir kısım Sa-habe-i Kiramdan rivayet olunur.

Abdestin bozulduğuna kail olanlar, babımızın hadisîyle istidlal eder­ler. Berâ b. A2 îb (Radiyalîahû anki 'dan rivayet olunan bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e deve eti yemenin abdesti bozup bozmadığı sorulduğunda, abdest almayı emir buyurduğu bildiriliyor. İmam Ahmed'le İshak b. Rahuye bu bâb-da biri Câbir diğeri Berâ (Radiyalîahû Anhüma) dan olmak üze­re iki sahih hadis bulunduğunu söylemişlerdir. İmam Nevevi (631 -676) bu mezhebin delilini daha kuvvetli buluyor.

Cumhuru ulemâ bu hadise Hz. Câbir hadisiyle cevap vermişler­dir. Yukarıda da' gördüğümüz vecihle Câbir (Radiyalîahû anh) hadi­sinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son icraatı ateşte pişen bir şeyden abdest almamaktı» denilmiştir.

Koyun ağıllarında namaz kılmak bilittifak mubahtır. Deve ireklerin-de namaz kılmaz ise kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur. Buradaki kera-hatin sebebi ihtilaflıdır. Bazıları koyun ağılından daha pis koktuğu için mekruh olduğunu söylerler. Zira koyun ve deve sidiklerinin necis veya temiz olması hususundaki ihtilâf müsavidir. Yani birinin necaset veya ta­hareti diğerininkine tercih edilmiş değildir. İmam Malik her iki cins hayvanın bevillerinin temiz olduğuna, İmam-ı A'zam Ebu Hanife ile İmam Şafii ise her ikisinin necis olduğuna kail­dirler. Bazıları «buradaki nehyin deve ireklerine kazâ-i hacet için oturul-masıdır» derler. Bir takınılanda develer ürkerek namaz kılan kimseyi korkutacağı veya meşgul edeceği için orada namaz kılmanın men edildi­ğini söylemişlerdir,

Ibnü-1 Kâtip buradaki nehyi mûtad olan deve ireklerine tah­sis etmiştir. Ona göre geceleyin develerin yanında yatan bir kimsenin onların yanında namaz kılması mekruh değildir. Çünkü, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) seferde devesine karşı durarak namaz kılmıştır.

 

26- Abdestli Olduğunu Yakinen Bilen Bir Kimse Sonra Abdestinin Bozulduğundan Şüphe Etse O Abdestle Namaz Kılabileceğinin Delili Babı

 

98 - (361) Bana Amru'n - Nâkid ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. Bunlar hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Amr dedi ki, bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'-den, o da Saîd ile Abbad [81] Temîm'den, Abbâd da amcasından naklen rivayet etti ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e namazda iken; hayaline abdesti bozuldu gibi gelen kimsenin hükmü arz olumuş. Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Böyle bîr kimse ses İşitmedikçe veya koku duymadıkça namazdan çıkamaz.»   buyurmuşlar.

Ebû Bekr ile Züheyr b. Harb kendi rivayetlerinde. «Soran zât Abdul­lah b. Zeyd'dİr» dediler.

 

99- (362) Bana Züheyr b. Harb'da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rîr, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet et­ti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüliah (Salkiîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz karnında bir şey hisseder de ondan bir şey çıkıp çıkmadığını kestiremezse ses İşitmedikçe veya koku duymadıkça sakın mescidden çık-masın.»   buyurdular.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü'l Vudu'un müteaddit yerlerinde ve «Kitâbü'l Bûyû'» da Ebû Dâvud, Nesâi ve İbni Mâce dahi «Kitabü't Tahâre» de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

Bu manada daha birçok hadisler varid olmuştur. Ez cümle İbni Huzeyme (223-311) İbni Hibban ( -354) ve Hâkim (321 - 405)'in tahric ettikleri Ebû Saîd'i Hudr î(Radiyallahû anh) hadisinde: «Resûlüliah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Birinize şeytan gelir de abdestin bozuldu derse, yalan söyledin de­yiversin; ancak burnu ile bir koku duyar veya kulağı ile ses işitirse o başka!» buyurdular, denilmektedir. İmam Ahmed b. Hanbe1'in «Müsned» inde dahi bu manada bir hadis vardır. Ebu Saîd (Radiyallahû anh)   hadisindeki :

«Yalan söyledin deyiversin.» cümlesini İbni Huzeyme:

«İçinden yalan söyledin dersin.» şeklinde tefsir etmiştir. Doğrusu­da budur. Çünkü namazda olan bir kimsenin dili ile bunu söylemesi caiz değildir. İbni Hibbân'm «Sahih'inde yine Hz. Ebu Saîd'den Merfu olarak rivaye tettiği bir hadiste:

«Birinize şeytan gelir de, sen abdestin i bozdun derse, içinden, yalan söyledin, deyiversin!»   buyurulmuştur ki bu da   İbni Huzeyme'nin tefsirini te'yid eder.

 

Babımız Hadisinden Murad

 

Namazda olan kimsenin yellendiğini ya koku duymak, yahut ses işitmek sureti ile bümesidir. Bunlardan birini iyice bilmedikçe namazdan çıkmak doğru değildir. Sesi kulağı ile işitmek, kokuyu da burnu ile duy­mak bil icma' şart değildir. Çünkü sağır olan bir kimse sesi işitmez, bur­nu tıkalı olan da kokuyu duyamaz. Binaenaleyh bunların mevcut oldu­ğunu bilmek kâfidir.

Hattabi (319 - 385) : «Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki nevi hadisi zikretmekle hükmün onlara mahsus olduğunu anlatmak istememiştir. Onun verdiği cevap soran zatın sualine uygun düşmek için bu tarzda varid olmuştur. Ön ve arttan çıkan her şey bu ma­nâdadır. Bazan namaz kılan yellenir de sesini işitmez kokusunu da duy­maz fakat bu halin vuku bulduğunu iyi bilirse yeniden abdest alması icab eder...» diyor.

Hadisin birinci rivayetinde Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sual soran zatın kim olduğu tasrih edilmemişse de Ebu Bekr ile Züheyr rivayetlerinde bu zatın Abdullah b. Zeyd olduğu bildirilmiştir. Yalnız bunu ezanın râvisi olan Abdul­lah b. Zeyd (Radiyallahû anh) ile karıştırmamahdır. Çünkü o-nun ismi Abdullah b. Zeyd b. Abdirabbih 'dir. Ve yalnız ezan hadisini rivayet etmiştir. Buradaki Abdullah ise; Ab­dullah b. Zeyb b. Âsim 'dır ki buradan başka bazı yerlerde mesele abdestin sıfatı ve «Sâlâtü'l - İstiska» bahislerinde hadîsleri vardır.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler

 

1- Bu hadis islâmın temellerinden ve Fıkhın kadelerinden birini teş­kil eder. Bu kaide «Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye»'nin onuncu maddesinde: «Bir zamanda Sabit olan Şey'in hilâfına delil olmadıkça bekası ile hük-molumır.» Şeklinde hülâsa edilmiştir. Buna mâruf tabiri ile «İstishab» derler. Ulemâ mezkûr kaidede müttefik iseler de onun nasıl kullanılaca­ğı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Kaidenin misâli babımızın meselesidir. Yani bir kimse abdestli olduğunu yakînen bilirde bozulduğunda şüphe ederse o kimsenin abdestli olduğuna hükmedilir. Şüphenin namaz içinde veya dışında olmasının bir te'siri yoktur. Fukaha bu hususa ittifak et­mişlerdir. Yalnız    İmanı   Mâlik 'den iki rivayet vardır.

Birine göre namaz hâricinde abdestinde şüphe eden kimseye abdest almak lâzım, fakat namaz içinde şüphe edene lâzım değildir.

İkinci rivayete göre; her iki hâlde de abdest alması lâzım gelir. İmam Ma1ik'in birinci kavli Hasan-ı Basrî 'dende rivayet olunur. Ancak Şafiî1er  mezkûr kavli şazz olarak kabul ederler.

Mâ1ik'in ikinci kavli Şafiilerdende rivayet olunmuşsa da bu ka­vil garib görülmüştür. İbni Kaani' İmam Malik 'ten üçüncü bir kavil rivayet eder.Bu kavle göre  İmam Malik hazretleri

Cumhur-u ulemâ ile beraberdir. Yani şüphe ile abdest bozulmaz demiş­tir. Mâlikİlerden İbni Habib bu şüphenin yalnız yellenmeğe mah­sus olduğunu, diğer hadeslere şümulü bulunmadığını söylemiştir.

Abdestsiz olduğunu yüzde yüz bildiği halde abdest alıp almadığında şüpheye düşen bir kimse ulemânın ittifakı ile abdestsizdir. Şekk meselesi ayrıca Mecelle'nin dördüncü maddesinde «Şek ile yakın zail olmaz.» şek­linde hülâsa edilmiştir. Bir kimse karısını boşayıp, boşamadığında veya kölesini azad edip etmediğinde yahut temiz suyun pislenip, pislenmedi­ğinde veya pis bir şeyin temizliğinde şüphe etse, keza namazı üçmü kıldı, dörtmü, rükû ile sücûdu yaptımı yapmadımı, oruca veya namaza niyet-lendimi, niyetlenmedimi? gibi. hususlarda ibadet esnasında şüpheye düş­se bütün bu şüphelerin hiçbir tesiri yoktur. Çünkü kaide icabı: Hadis [82] olan şey yok hükmündedir. Şafiîier bu kaideden on küsur me­seleyi istisna ederler.

2- Şafiilere göre şekkin iki tarafının müsavi gelmesi hadesîn mevcut olup olmamasmda ve iki ihtimalden birisini  tercih hususunda tesirsizdir. Onlara göre şek yakînın zıddıdır. Bu tarif Usûl-ü Fikh ulemâ­sının Istılahına uymazsada lügat ulemâsının ıstılahına muvafıktır. Böyle müsavi şekilde tereddüt eden yani abdestli    olduğunu ne kadar tahmin ederse abdessiz olduğunuda o derece tahmin eden kimseye ihtiyaten ab­dest almak müstahab olur.

3- Hâ11âbi «Bu hadiste içtiği görülmeyen yahut içtiğine şahit bu­lunmayan bir kimseye itiraf etmese bile üzerinde içki kokusu bulunması sebebile had vurulur, diyenlere delil vardır.» demişsede Aynî bunun söz götürdüğünü söyleyerek. «Şer'i hadler şüphe ile sakıt olur. Burada şüphe vardır» diyor.

4- Hadis-i Şerif Vuk'u bulan hâdiselerin ulemâya sorulmasının ve on­ların da cevap vermesinin meşru olduğuna delildir.

5- İlim hususunda utanmak yoktur. Zira Peygamber  (Satlallakü Aleyhi ve Seîlem) ashabına herşeyi Ta'lim buyurmuştur.

6-  Haber-i vâhid makbuldür.

7- Bir hâlde bulunan kimse o halin hilafı vuku bulmadıkça başka hâ­le intikal edemez.

8- Hadisi şerif Ashabın her hususta Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem)e müracaat ederdiklerini göstermektedir.

 

27- Ölü Hayvan Derilerinin Dibagatla Temizlenmesi Babı

 

100- (363) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe, Am-ru'n-Nâkıd ve İbni Ebû Ömer Toptan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler, Yahya dedi ki, Bize Süfyan b. Uyeyne Zührî'den, o da Ubeydullah b. Ab-dillah'dan, o da İbni Abbas'dan naklen haber verdi. İbni Abbas şöyle de­miş: Meymûne'nin azadlı bir cariyesine bir koyun tasadduk edilmiş. Ko­yun ölmüş. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) de onun yanından ge­çerek :

«Bunun derisini alsanız da tabaklayıp ondan faydalansanız ya!» buyurmuş oradakiler.

— «O Ölüdür, dediler» bunun üzerine Resul-u Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Onun ancak yenmesi haramdır.» buyurmuşlar.

Ebû Bekr ile İbni Ebî Ömer kendi rivayetlerinde Meymûne (Radiyallahû anha) dan   dediler.

 

101- (...) Bana Ebut' Tâhir ile Harmele'de rivayet ettiler, dediler ki: Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihab'dan, o da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den, o da İbni Abbâs'dan naklen ha­ber verdi ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Ölü bir koyun bul­du. Bu koyun Meymunenin azadlı bir cariyesine sadaka malından veril­mişti. Bunun üzerine: Resulüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Seîlem):

  «Bunun derisinden istifade etseniz ya!»  buyurdu. (Oradakiler)

  «O ölüdür» dediler. Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

  «Onu.i ancak yenmesi haramdır.»  buyurdular.

 

(...) Bize Hasan el-Hulvânî ile Abd b. Humeyd hep birden Ya'kup b. İbrahim b. Sa'd'dan rivayet ettiler. Demiş ki, Bana babam Sâlih'den, o da tbni Şihab'dan bu isnadla Yunusun rivayeti gibi rivayette bulundu.

 

102- (...) Bize İbni Ebî Ömer ile Abdullah b. Muhammed ez Zührî [83] de rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Ömer'indir. Dediler ki Bize Süfyân, Amr'dan, o da Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: Resu­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) atılmış bir koyun ölüsünün yanına uğ­radı. Bu koyun Meymunenin azadlı bir cariyesine sadaka malından veril­mişti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Bunun derisini alarak tabaklasalar da ondan istifade etseler ya!» buyurdular.

 

103- (364) Bize Ahmet b. Osman en - Nevfeli rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbni Cüreyc rivayet etti. (De­di ki) : Bana Amr b. Dinar haber verdi. (Dedi ki) : Bana hayli zaman önce Ata haber verdi. Dedi ki Bana İbni Abbâs haber verdi. Önada Meymûne haber vermiş ki: Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) zevcelerinden bi­rinin bir koyunu varmış; koyun ölmüşde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

«Onun derisini alsanız da ondan istifade etsenizdi ya!»    buyurmuş­lar.

 

104- (365) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrahim b. [84] Süleyman, Abdülmelik b. Ebî [85] Süleymandan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Meymûne'nin âzâdh bir cariyesine âid (ölü) bir koyunun yanından geçmiş   de.»

«Bunun derisinden istifade efsenizdi ya!»   buyurmuşlar.

 

105- (366) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süley­man b. Bilâl, Zeyd b. Eslem'den naklen haber verdi. Ona da Abdurrahman b. [86] Va'le haber vermiş ki Abdullah b. Abbâs şöyle demiş:

Ben Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Deri tabaklandığı vakit femiz olur.»   buyururken işittim.

 

(...)Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Anıru' - Nâkıd da rivayet ettiler. Dediler ki Bize İbni Uyeyne rivayet etti. H.

Bize Kuteybetü'bnü Saîd'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülaziz yani İbni Muhammed rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb ile İshâk b. İbrahim dahî hep birden Vekfden, o da Süfyan'dan naklen rivayet ettiler. Bunların hepsi Zeyd b. Eslem'den, o da Abdurrahman b. Va'Ie'den, o da İbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den bunun yani Yahya b. Yahya hadîsinin mislini riva­yet ettiler.

pw X™r Cu \Bana İshfk b- Mansû' "e Ebû Bekr b. İshâk rivayet ettiler Ebu^Bek^Haddesenâ» Ibni Mansûr ise; «Ahberanâ» tabirini kullandılar

İbni Mansur dedi ki. Bize Amr b. [87] Rabî haber verdi dediki, bize Yahya b. Eyyüb, Yezid b. Ebî Habib'den naklen haber verdi. Ona da Ebu'l Hayır [88] rivayet etmiş demiş ki. İbni Va'Iete's Sebe'î- [89] nin üzerinde bir kürk gördüm, de ona dokundum. İbni Va'le :

«Ona neden dokunuyorsun? Ben Abdullah b. Abbâsa sordum. Dedim ki biz Mağrİbde bulunuyoruz yanımızda Berberîlerle, Mecusiler de var. Bazan onların kestikleri bir koç bize getiriliyor, ama biz onların kestiklerini ye-miyoruz. Bize içine hayvan yağı koydukları tulumları da getiriyorlar?» İb­ni Abbâs şu cevabı verdi.»

— Biz bu meseleyi Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e sorduk. «Deriyi tabaklayan şey, onun temİzleyiçişidir.»   buyurdular.

 

107- (...) Bana İshak b. Mansûr ile Ebû Bekr b. İshâk da Amr b. Rabî'dan rivayet ettiler. (Dediler ki) ; Bize Yahya b. Eyyüb, Ca'fer b. Ra-bîa'dan, o da Ebu'l Hayr'dan naklen haber verdi. Ebu'l Hayr demişki, Bana İbni Va'Iete's - Sebei rivayet etti dedi ki. Ben Abdullah b. Abbas'a sordum. Ve:

— Biz Mağrib'de bulunuyoruz. (Ba'zan) bize Mecusîler içlerinde su ve hayvan yağları bulunan tulumlar getiriyorlar dedim. İbni Abbâs sadece «iç» diye cevap verdi bunun üzerine ben :

  «Bu senin düşündüğün bir reymidir?» dedim. îbni Abbas Ben Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : i :

  «Deriyi tabaklayan şey, onnu tem izley içişidir.» buyururken    işit­tim dedi.

Bu Hadîsi Buhârî Kitabii' - Zekât «Kitabu'I - Buyu ve «Kitabuz Zebâih» da Ebû Dâvûd «Kitaâbu'I - Libas'da», Nesâî «Kitâbu'z - Zebâih» da tahric etmişlerdir..

Hadis-i Şerif burada olduğu gibi birçok tarîklerden muhtelif lâfız­larla rivayet edilmiştir. Bunların bazılarında ölen koyunun Ümmü'1 Müminin Şevde Bin ti Zem'a (Radiyallahû anha) ya di­ğer bazılarında Ümmü Seleme (Radiyallahû anha) ya, bir takımla­rında da Zeynep (Radiyallahû anha) ya âit olduğu bildiriliyor. Hâdi­senin ayrı ayrı geçmiş olması muhtemeldir.

Bütün bu rivayetler eceli ile ölen bir hayvan derisinin tabaklanmak­la temizleneceğini bildirmektedir. Gerçi Ölü hayvanın hiçbir yerinden is­tifade edilemiyeceğini bildiren hadisler de vardır. Fakat o hadisler zayıf­tır. Bunların bazıları «Tabaklanmadan istifade edilemez» şeklinde te'vil dahî edilmişlerdir. Tabaklanmakla derinin temizleneceğini bildiren ha­disler ise sahihtirler. Binâenaleyh nesih iddiasına da lüzum kalmadan onlarla amel olunur.

Babımız hadîsleri ile gerek Ashab-ı Kiramdan gerekse tabiin hazerâ-tından pek çok zevat istidlal etmiş ve ölü hayvan derisinin tabaklan­makla temizleneceğine kail olmuşlardır. Ezcümle İbni Mes'ud (Radiyallahû anh) ile Saîd b. El-Müseyyeb, Atâ b. Ebû Rabâh, Hasan-ı Basrî, Sa'bî ibrahim Nehâî, Salim ibni Cübeyr Katade Dalıhak, Yahye'l Ensarî Leys, Evzâi,- Süfyan'i Sevri ve Abdul­lah b. Mübarek hazerâtı buna kail oldukları gibi Hanefi1er'le   Şafiîler'in mezhebleri de budur.

Bu Hadîsler «Ölü hayvan derisi tabaklansa bile ondan istifade caiz değildir.» diyenlerle «Ölü hayvan derisinden tabaklanmadan dahi isti­fade edilebilir.» diyenlerin kavillerini reddetmektedir. İbni Şihâb-ı Zühri ile Leys b. Sa'd , Meşhur olan kavilerine göre ölü hayvan derisinden tabaklanmadan dahi istifade edilir demişler­dir. Maamafih aynı zevattan bunun hilafı da rivayet olunmuştur. Ma1mer b. Raşid'in rivayetine göre Zührî derinin tabaklanma­sına lüzum görmez ondan ne surette olursa olsun istifade edilebileceğini söylermiş. Ebî Abdillah Mervezî «Buna Zührî'den önce hiçbir kimsenin kail olduğunu bilmiyorum, Zühri ise hadisin zahi­rine bakarak hüküm veriyordu. Çünkü Hadiste «Onun yalnız yenmesi haramdır, buyurulmuştur.» diyor. Tahavi (238-321)    Leys

«Tabaklanmamış Ölü hayvan derilerinin satılmasında beis yoktur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlardan istifade etmeğe izin vermiştir. Satmak ta bir istifadedir.» dediğini rivayet eder.

«Tabaklanmamış ölü hayvanın derisinin satılabileceğine fukahâdan Leys 'den başka hiçbiri kail olmamıştır.» demektedir. İmamı Ma1ik'den dahi îbni Şihâb'ın mezhebine benzeyen bir kavil rivayet olunmuştur. Hz. Mâlik; «Bir kimse ölmüş bir hayvan derisi satın alırda onu tabaklar ve ayakkabı yapmak için parçalarsa kurumadan onu satamaz.» demiştir ki bu söz onun mezhebine göre tabaklanmamış ölü hayvan derisinin satılabileceğini gösterir. «El-Tavdîh» nam eser­de ölü hayvan derisinin tabaklanması ve temizlenmesi hususunda yedi kavil zikrediliyor. Şöyle ki:

1- Tabaklanmakla köpek ve domuz derisinden mâda bütün derilerin içi ve dışı temiz olur. Artık bu deriler yaş ve kuru bütün yiyecekler hu­susunda kullanılabilir. Ölen hayvanın eti yensin yenmesin derisi kullanı­labilir. Ashab-ı Kiramdan Ali b. Ebî Ta1ib ile Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahû anhûma.) 'nın ve İmam Şafii 'nin mezhebleri budur.

2- Ölü hayvanın hiç bir yeri temizlenemez. Bu kavil selefi sâlihin'den bir cemâatin mezhebidir. Hz. Ömer ile   Oğlu Abdullah ve Aişe (Radiyallahû anhûm) hazeratının mezhebleri bu olduğu söy­lenir. İmam Ahmed b.   Hanbel'in Meşhur kavli bu olduğu gibi bir rivayette   İmâm   Malik'in mezhebi de budur.

3- Tabaklanmakla yalnız eti yenen hayvanların   derileri temiz olur. Evzâi, İbni Mübarek ve Ebû Sevr 'in mezhebleri budur.

4- Domuzdan mâda bütün hayvanların derileri tabaklanmakla temiz olur. İmam Âzam Ebû Hanife 'nin mezhebleri budur.

5- Tabaklanmakla bütün hayvanların derileri temiz olursa da bu te­mizlik derilerin içlerine değil dışlarına aittir , İçleri temizlenmez. Deri­ler yalnız kuru yiyeceklerde kullanılabilir. Sıvı yiyeceklerde kullanıla­maz. Derilerin tüylü taraflarında yani dışlarında namaz kilınabilir. Fa­kat içlerinde kılınamaz. Mâlikiyye imamlarının rivayetlerine göre İmam Mâ1ik'in meşhur olan mezhebi budur.

6- Köpek ve Domuz da dahil olduğu halde bütün hayvan derilerinin içi ve dışı tabaklanmakla temiz olur.   Dâvud-u Zahirî (202 -270) iîe diğer zahiriye ulemasının mezhebleri budur. Bu kavil Hanefîler-den İmam   Ebû   Yusuf  (113 - 182) dan da rivayet olunur.

7- Ölü hayvan derilerinden tabaklanmadan dahi istifade edilebilir. Onları kuru ve yaş bütün yiyecekler hususunda kullanmak caizdir. Züh-r î ile Şafiilerden bazılarından söz olarak rivâye-t edilen kavil budur. Nevevî bu kavle şafiilerden hiçbir kimsenin iltifat etmediğini söy­lüyor.

Lügat ulaması «îhâb» kelimesinin mânâsında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre ihâb: Mutlak surette deri demektir. Diğer bazıları ise tabaklanmayan, deriye ihab denildiğini tabaklandıktan sonra ona «Edîm» ıtlak edildiğini söylemişlerdir.

Derinin ne ile tabaklanacağına gelince: Hanefîlere göre derinin bo­zulup kokmasını önleyen her şeyle hatta güneşte kurutmak, topraklamak ile dahi deri tabaklanmış olur. Hayvanı Şer'i usule göre kesmek dahi ayni işi görür. Bu surette kesilen hayvanın eti de temiz olur. Yalnız hayvan, eti yenrniyenlerden ise eti temiz olmakla beraber yenmez. Fakat hayvanı ehil olmayan birisi meselâ bir Mecusî keserse o hayvanın derisi kesmekle temizlenmez. Ayrıca tabaklanmak îcâb eder.    .

Yine Hanefîlere göre ölü hayvanın hayat girmeyen cüzleri temizdir. Binaenaleyh kemikleri, tüyleri, gagaları, sinirleri, tırnakları, temizdir. İnsanın kemik ve killanda bu hükme dahildir. Şafiî1ere göre hayvanın derisi çürüyüp bozulmayı menedecek nar kabuğu karaz vesaire ile tabaklanırsa da güneşte kurutmak, topraklamak, kül veya tuz serpmekle esah olan kavle göre deri temizlenemez. Necis ilâçlarla temizlenip temizlenemiyeceği hususunda iki kavil vardır. Bu kavillerin esah olanına göre temizlenir. Yalnız tabaklandıktan sonra deriyi yıkamak ister. Temiz bir şeyle tabaklandıktan sonra dahi yıkamak icab edib etme­yeceği hususunda yine iki kavil vardır. Şafiî 1 ere göre deriyi mut­laka bir Fail-i muhtarın tabaklaması şart değildir. Deriyi rüzgâr tabak­haneye uçursa temiz sayılır. Tabaklanan deri şafiîîerce bilittifak temiz olursa da satılıp satılamıyacağı hususunda îmam Safi (Radiyaiîahû artha) 'den iki kavil rivayet olunur. Bunların esah olanına göre o deriyi satmak caizdir.

Ölü hayvanın üzerinde bulunan tüyleri muhtar olan kavle göre temiz değildir. Çünkü dibağatın onlara bir tesiri yoktur. Şafîîyye ulemâsı ölü hayvan derisinin tabaklanmadan önce yaş şeylerde kullanıla-mıyacağma fakat kuru şeylerde kullanılabileceğine kail olmuş fakat bu­nun mekruh olduğunu söylemişlerdir.

 

28- Teyemmüm Babı

 

108- (367) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti, dedi ki, Mâlik'e Ab-durrahman b. [90] Kaasim'den dinlediğim, onunda babasından, onunda Aişe'den rivayet ettiği şu hadisi okudum. Âişe şöyle demiş:

— Seferlerinin birinde ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) ile bir­likte (yola) çıktık. Beydâ' yahut Zatü'l - Ceyş denilen yere vardığımızda gerdanlığım koptu. Onu aramak için ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o yerde bekledi, Cemaat da onunla beraber beklediler. Halbuki su başında olmadıkları gibi yanlarında su da yoktu. Bunun üzerine halk Ebû Bekr'e gelerek: Aişe'nin yaptığını görüyormusun? Hem ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i, hemde yanındaki insanları yollarından alı­koydu. Bunlar su başında değiller yanlarında su da yok, dediler. Derken Ebu Bekr yanıma geldi ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını di­zime koymuş, uyumuştu. Ebu Bekir (bana) :

«Sen hem Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i, hem de yanında­ki insanları yollarından alıkoydun. Bunlar su başında değiller, yanlarında su da yok!» dedi. (Hasılı) Ebu Bekr beni (adamakıllı) azarladı ve Al­lah'ın dilediği kadar söylendi. Eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Kıpır­damama ancak Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Selîem) Jin dizimde bulun­ması mâni oluyordu. Böylece Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) uyu­du ve susuz olarak sabahladı. Bunun üzerine Allah Teâla teyemmüm âye­tini indirdi ve Ashâb teyemmüm ettiler. Nakîblerden biri olan Üseyd b. Hudayr.

— Bu sizin ilk bereketiniz değildir, Ey Ebu Bekr hanedanı! dedi. «Aişe demiş ki:

Müteakiben  üzerinde  bulunduğum deveyi     kaldırdık gerdanlığı  da altında bulduk.

 

109- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe rivayet etti dedi ki, Bize Ebü Usame rivayet etti, H.

Bize Ebu Küreyb'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu Üsame ile İbni Bişr, Hişâm'dan o da babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti ki; Aişe kızkardeşi Esma'dan emaneten bir gerdanlık .almış bu gerdanlık kay­bolmuş da Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Selîem) ashabından bazı zeva­tı onu aramaya göndermiş. Namaz vakti gelince gerdanlığı arayanlar abdestsiz olrak namaz kılmışlar ve Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Selîem) in yanına geldikleri vakit vaziyeti kendisine şikayet etmişler. Bunun üze­rine teyemmüm ayeti inmiş, Üseyd b. Hudayr (Hz. Aişe'ye : (Radiyallahû anha) :

«Allah sana hayır ihsan eylesin. Vallahi senin başına birşey gelme­miştir ki Allah sana ondan bir mahlas ve Müslümanlara onda bir bereket halk etmesin.» demiş.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbüt - Teyemmüm» «Kitâbü'n Nikâh» «Fadlu Ebû Bekr» «Kitâbü't - Tefsir» ve «Kitâbü'I - Muharibin» de muhtelif râvilerden tahric ettiği gibi Ebû Dâvûd ve  Nesâi'de riva­yet etmişlerdir.

Beydâ' : Ebû Ubeyd el-Bekr'in beyânına göre Mekke'ye Zülhüleyfe'den daha yakın bulunan bir yerdir. Yine Ebû Ubeyd bu yerin Zülhüleyfe 'nin karşısındaki Şerif oldu­ğunu söylemiştir. Kirmanı Beydâ' ile Zatü'l-Çeyş'in Medine ile Mekke arasında iki yer olduğunu söylemiştir. Hâdisenin Beydâ 'da damı yoksa Zatü'1-Ceyş 'demi geçtiğinde şüphe eden Aişe (Radiyallahû anha) 'dır.

Hz. Aişe 'nin kaybettiği gerdanlık hadisin ikinci rivayetinde tas­rih buyurulduğu vecihle kız kardeşi Esmâ'ya ait olup oniki dirhem kıymetinde ucuz bir şeymiş. Bundan dolayı babası Ebu Bekr-i (Radiyallahû anh) Sıddık Hz. Aişe 'yi nıuâhaze etmiş hattâ böğrüne dokunmuştur. Aişe (Radiyallahû anha) 'nin hâdiseyi anlatırken babam demeyip «Ebu Bekr beni azarladı» demesi onu ecnebi menzilesin­de tuttuğu içindir. Çünkü Babalık makamı Merhamet ve şefkat iktizâ eder. Ebû Bekr  (Radiyallahû anh) 'in tekdiri ise buna muhaliftir.

Bahsedilen seferin hangi sefer olduğu ihtilaflıdır. İbni Abdilber (368-463) «Et - Temhîd» nâm eserinde bunun Benî Mustalik gazası olduğunu nakletmiş «El - İstizkâr» adlı eserinde de seferin bu ol­duğunu kati bir lisânla anlatmıştır. Ondan önce İbni Sa'd ile İbni Hibban dahi aynı şeyi söylemişlerdir. Beni Mustalik gazasına Gazve-i Müreysî' adı da verilir. Meşhur İfk kıssası bu gazada geçmiştir. Müreysi' gazası İbni Sa'd'm rivayetine göre Hicretin beşinci yılın­da vuku' bulmuştur. «El-îklil' sahibi Ebû Abdill ah dahi bunu tercih eder. Buharı 'nin İbni İshâk 'dan rivayetine göre ise Hicretin altıncı senesinde vaki' olmuştur. Hatta Mûsâ b. Ukbe'nin rivayetine göre Hicretin dördüncü yılındadır. İbnül-Cevzi, İbni Habib'in: «Aişe (Radiyallahû anha) 'nin gerdanlığı hicretin dör­düncü yılında Zatü'r-Rika' gazasında düşmüştür. İfk hadisesi ise Beni Mustalik gazasında vuku bulmuştur.» dediğini söylerse de, bu rivayet Taberanî 'nin rivayetine muhalif düşer. Taberânî'nin rivayeti­ne göre İik hâdisesi teyemmümün meşru1 kılınmasından öncedir. Onun rivayetinde şöyle denilmektedir. «Aişe dedi ki:»

«Benim gerdanlığım hadisesi geçtikten ve iftiracılar sözlerini söyle­dikten sonra Resûlüllah (Saliallahü. Aleyhi ve Selîem) ile birlikte başka bir gazaya çıktım ve yine gerdanlığım düştü de onu aramak için ordunun beklemesine sebep oldu, Fecr doğdu, ben de Allah'ın dilediği kadar Ebû Bekr'den tekdir yedim. Bana;

«Kızcağızım her seferde âlemin başına belâ ve çile kesilirsin insanla­rın yanında su yok dedi,

«Bunun üzerine Allah teyemmüm hakkındaki ruhsatını indirdi, Ebû Bekr'de bana; Senin ne mübarek olduğunu ben anlayamamışım, dedi.»

Bu hadisin isnadı güzeldir ,bazıları Taberânî 'nin bu rivayetine bakarak vak'anın ayrı ayrı seferlerde geçtiğini iddia etmişlerdir. Hattâ Muhammed b. Habîb-i Ensârî buna cezmen kail olmuş ve «Aişe'nin gerdanlığı hem Zatûr -' Rika, hem de Benî Müstalik gazasın­da düşmüştür,» demiştir. Sonra gelen ulemâdan bir takımları gerdanlığın Müreysi gazasında düşmesini ihtimalden uzak görmüşler ve Müreysi de­nilen yerin Mekke tarafında olduğunu Vak'anın ise Hayber taraflarında geçtiğini söylemişlerdir.. Onlar bunu Hz. Aişe'nin Beyda'a yahut, Zatü1-Ceyş'e vardığımız zaman...» Sözünden almışlardır. Bu yerlerin Medine ile Hayber arasında bulunduğunu söylerler. Nitekim Nevevî de buna cezmetmiştir, fakat doğru değildir. Beyda, Zülhüleyfe'dir. Ebû Ubeyd'in beyânına göre Zatü'I-Ceyş, Medine'ye bir konak mesafede bulunan bir yerdir. Ve Medine ile Mekke arasına düşer. Humeydjî'-nin rivayetinde gerdanlığın Ebva gecesi düştüğü bildirilmektedir. Ki bu da Vak'anın Mekke ile Medine arasında cereyan ettiğini gösterir. Çünkü Ebvâ, Mekke ile Medine arasındadır. Hadisin Ali b. Müshir ri­vayetinde gerdanlığın düştüğü yerin ismi «Salsal» diye zikredilmektedir. Bunun Zfilhüleyfe'de bir dağ olduğunu Bekrî söylemiştir. «el-Ubâb» sahibi; « (Salsal) Medine yolu üzerinde bir yerdir. Aslen Salsal, Yemâme yakınlarında Benî Aclan kabilesine ait kızıl bir tepenin içinden kaynayan bir sudur» demiştir.

Hasılı İfk vak'ası ile bu hadiste beyan edilen gerdanlık düşürme hâ­disesi ayrı ayrı iki-seferde vuk'u bulmuştur.

«Bu sizih ilk bereketiniz değildir ey Ebu Bekr hanedanı!» di­yen zat ikinci Akabe begâtmda nâkib seçilen zevattan biri olan Üseyd b. Hudayr (Radiyaîlahû anh) hazretleridir. Hicretin yirminci yılında vefat etmiş, cenazesini bizzat Hz. Ömer (Radiyaîlahû anh) kıldırarak Medine'nin  «el-Bakî» nammdaki kabristanına defnedilmiş tir.

Hadisin İbni Nümeyr rivayetinde «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adam gönderdi o da gerdanlığı buldu» denilmek­te   Mâlik 'in rivayetinde ise «Deveyi kaldırdık ve gerdanlığı bulduk»

buyurulmaktadır. Zahiren bu iki rivayet birbirine zıd gibi görünürse de El-Mühe11eb'in beyânına göre aralarında tearuz yoktur. Çünkü ihtimal gerdanlığı aramaya Üseyd b. Hüdayr hazretleri gönderilmiş fakat gittiği yerde bulamayıp döndükten sonra bulmuştur. Gön­derilen zevat dönüp geldikten sonra gerdanlığı bizzat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in deveyi kaldırırken bulmuş olması da muh­temeldir. Binâenaleyh iki rivayetinde arasında tenâ'kuz yoktur. Maama-fih yukarıda da işaret ettiğimiz gibi vak'a iki defa cereyan ettiği için El-Mühelleb'in te'viline hacet dahi yoktur. Rivayetin biri vak'a­nın birine diğeri de ötekine aittir, demekle ortada tearuz kalmaz. «Hane­dan» diye tercüme ettiğimiz «Âl» den murad bizzat Ebû Bekr (Radiyaîlahû anh) dır. Ebu Bekr (Radiyaîlahû anh) ile birlikte aile­si efradı ve ona tabi olanlar da kastedilmiş olabilir. Bu kelime eşraf hak­kında kulanılır. Gerçi Kur'an-i Kerîm'de «Âl-i Fir-avn» buyurulmuşsa da bu, ya fir'avnm tesavvuruna göre böyle zikredilmiş yahut tehekküm ve istihza içindir.

Zatü'r-Rika' ile Beni Müstalik gazalarının hangisinin evvel vuk'u bul­duğu Siyer ulemâsı arasında ihtilaflıdır. İbni Ebi Şeybe 'nin Hz. Ebu Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadise göre Zatü'r - Rika gazası Beni Müstalik seferinden sonradır. Buharî'ye göre de Za­tü'r - Rika' Ebu Muse'l-Eş'ari (Radiyaîlahû anh) Hazretleri­nin gelişinden sonra vuk'u bulmuştur ki bu da o seferin Beni Müstalik gazasından sonra olduğuna delâlet eder.

Teyemmüm ayetine gelince: Bu bâbda İbnü-1 Arab.î şunla­rı söylemiştir:

«Bu mesele müşkildir. Ben bunun derdine bir çare bulamadım. Çünkü Âişe (Radiyaîlahû anha) 'nın iki teyemmüm âyetinden hangisini kasdet-tiğini bilmiyoruz» İbni Battal (... — 444) Acaba bu ayet Sûre-i Nisa ayetimidir, yoksa Mâide süresindeki ayetimidir, diyerek tereddüdü­nü ifade etmiş; Kurtubi ise Sure-i Nisa'daki teyemmüm ayeti ola­cağını söylemiştir. Çünkü Maide Süresindeki ayete abdest ayeti derler. Sûre-i Nisa'daki ayetde ise abdest zikredilmemiştir. Vahidi «EsfcaV-ün - Nüzul» de bu hadisi Nisa Süresindeki- âyetin yanında zikretmiştir. Bu bâbda daha birçok sözler söylenmiştir.

Hadisdeki kelimesinin fi'li mazi ve emr-i hâzır olması ihtimali vardır Fi'li mazi olduğuna göre «Teyemmüm ayeti indikten son­ra ashab teyemmüm ettiler» mânâsına gelir. Emir olduğuna göre Kur'an'-m nazmini beyan yahut âyeteki lâfızdan bedel olur. Yani; Allan Teâlâ «Teyemmüm edin» ayetini indirdi demek olur.

Bu hadisin şerhinde safiîlerden Nevevî (631-676) şu izahatta bulunmuştur:

«Teyemmüm lügatte kasdetmek mânâsına gelir. İmam Ebû Mansur el-Ezherî Arap lisânında teyemmüm kast mânasına ge­lir» demiştir.

«Teyemmüm Kitab, sünnet ve icma'i ümmetle sabittir, O Allah Teâlâ'-nın bu ümmete tahsis buyurduğu bir imtiyazdır. Ümmetin ulemâsı gerek küçük gerekse büyük abdestden dolayı teyemmümün yalnız yüzle ellere yapılacağına ittifak etmişlerdir. Yalnız nasıl yapılacağı ihtilaflıdır. Bizim mezhebimizle ekseri ulemânın mezheplerine göre elleri iki defa toprağa vurmak ve biri ile yüze diğeriyle de dirseklere kadar kollara mesh etmek lâbübdür. Ashab-ı kiramdan Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Ömer, Hasan-ı Basri, Şa'bi, Salim b. Abdil-lah b. Ömer, Süfyan-ı Sevri, İmam Malik, Ebû Hanife ve eshab-ı rey (Radİyallahû anhûm) hazerâtı ile diğer bir­çoklarının mezhebleri budur.

Ulemâdan bir cemaate göre teyemmüm için eller yalnız bir defa top­rağa vurulur. Ve onunla hem yüze hem kollara mesh edilir. Ulemâdan Atâ, Mekhul, Evzâi, Ahmed b. Hanbel, İshak ve İbni Münzir ile bilumunr hadis imamları buna kaildirler. Zührî'nin «KoNar©koltuklara kadar mesh etmek vacibtir» dediği ri­vayet olunur. Ulemamızın ondan rivayetleri budur. İmam. Ebû Sü­leyman Hattâbi ise: «Dirseklerin arkasını mesh etmek lâzım gelmiyeceği hususunda ulemanın hiçbir ihtilâfı yoktur» demiştir. Ulemâ­mız İbni Sîrîn'in «Teyemmüm için elleri üçden daha az topra­ğa vurmak kâfi değildir. Eller bir defa toprağa vurularak yüze mesh edi­lir, ikinci vuruşla ellere, üçüncü vuruşlada kollara mesh edilir.» dediği­ni rivayet ederler.

Ulema küçük Abdest için teyemmüm etmenin caiz olduğuna ittifak ettik­leri gibi cünüp, hayz ve nifash olanlar için dahi teyemmümün cevazına bütün şehirler uleması ile onlardan önce geçenler ittifak eylemişlerdir. Halef ve selefden bu babda muhalefet eden bulunmamıştır. Yalnız •Ömerü'bnü'l Hattab ile Abdullah b. Mes'ud (Radİyallahû anhûma.j'nm bu meselede muhalefetleri rivayet olunmuştur. Aynı kavil tabiinden İmamı İbrahim Nehai'ye dahi nisbet edi­lir. Maamafih Ömer'le İbni Mes'ud hazeratmın muhalefet­ten rücu' ettikleri söylenmektedir. Teyemmümün cünüp için de caiz ol­duğunu gösteren birçok sahih ve meşhur hadisler vardır.

Cünüp olan bir kimse teyemmümle namazını kıldıktan sonra yıkan­ması bilittifak vacib olur. Bu hususta muhalefet eden yalnız tabiinden Ebû Selemetü'bnu Abdirrahman 'dir. Ona göre yı­kanmak lâzım gelmez, ise de bu mezheb ondan evvelki ve sonraki ulema­nın icma'ı ve bu bâbdaki sahih ve meşhur hadislerle terkedilmiştir, R e-sûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) suyu bulduğu zaman cünüp kimsenin yıkanmasını emretmiştir.

Abdestsiz olan kimsenin bazı uzuvlarında nesacet bulunsa ve ondan dolayı teyemmüm etmek istese bizim mezhebimizle Cumhur-u ulemanın mezheblerine göre bu teyemmüm caiz değildir. İmam Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) «Pislik bedene bulaşmışsa teyemmüm caiz­dir. Elbisede ise caiz değildir.» demiştir. Böyle bir kimseye namazını tek-' rar kılmak icab etmediği hususunda Hanbeliyye uleması ihtilâf etmiş­lerdir. İbni Münzir diyorki «Sevri, Evz.ai ve Ebu Sevr,   necaset yerini toprakla silerek namazını kılar derlerdi.

Teyemmümle kılman namazın iadesine gelince: Bizim mezhebimize göre hastalık veya yara gibi birşeyden dolayı teyemmüm eden kimseye namazını iade lâzım değildir. Ama su bulamadığından dolayı teyemmüm etmiş ise bakılır. Yolculuk gibi ekseriyette su bulunmayan bir yerde ise namazı iade etmesi vacib değildir. Fakat suyun nadiren bulunmadığı bir yerde teyemmüm etmişse sahih olan mezhebe göre namazın iadesi vacib olur.

Kendileri ile teyemmüm caiz olacak şeylerin cinsi hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Şafii, Ahmed b. Hanbel, İbni Münzir, Davud-u Zahirî, ve ekseri fukahaya göre teyem­müm ancak azaya yapışacak tozu bulunan temiz toprağa yapılır. Ebu Hanife ile Mâlik yer cinsinden olan herşeye hatta yıkanmış taşa bile teyemmümün caiz olduğunu söylemişlerdir. Malikiler'den bazı­ları daha ileriye giderek yere bitişen ağaç vesaire gibi şeylere de teyem­müm etmenin caiz olduğunu beyan etmişlerdir. Kâr üzerine teyemmüm hususunda İmam Ma1ik'in iki rivayeti vardır. Evzai ile Süfyan-ı Sevrî'ye göre gerek kar gerekse yer üzerinde bulunan herşeyle teyemmüm caizdir.

Teyemmümün hükmü : Bizim mezhebimizle ekseri ulemanın mezhe­bine göre teyemmüm hadesi gidermez. Yalnız namazı mubah kılar. Onun­la farz namazları ve dilediği kadar nafile kılmak mubahtır. Yalnız bir te­yemmümle iki farz kılınmaz. Bir kimse farz namaz kılmak için teyem­müme niyet etse onunla farz ve nafile kılabilir. Fakat yalnız nafile namaz için niyet ederse o teyemmümle nafile kılar, farz kılamaz. Bir te­yemmümle birkaç cenaze namazı kümak caiz'dir. Keza bir teyemmümle bir farz namazı birkaç cenaze namazı kılabilir: Namaz vakti girmeden teyemmüm edilemez. Su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan bir kimse namazda iken suyu görse namazı bozulmaz onu tamamlaması icab eder. Ancak üzerine iade lâzım gelenlerden ise böylesinin namazı suyu görmekle bozulur. Allahu A'lem. Nevevi'nin izahatı burada sona erdi.

Hanefilere göre suyu bulamayan veya kullanmaya kudreti olmayan kimse temiz olmak şartıyle toprak ve yer cinsinden olan kum, kireç, taş, vesaire gibi şeyler üzerine teyemmüm edebilir. Ancak İmam Ebû Yusuf toprakla kumdan başka birşey üzerine teyemmümü caiz görme­miştir. Abdestsiz, cünüp, hayz, ve nifaslı kimselerin teyemmümle namaz kılmaları caizdir. Teyemmümde niyet farzdır. Yalnız taharete yahut na­maz kılmak için teyemmüme niyet etmek kâfidir. Abdestsizliği ve cü-nüplüğü gidermek için niyetlenmek şart değildir. Teyemmüm eden kim­se onunla istediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Abdest aldığı tak­dirde yetişemiyeceğini tahmin eden bir kimse cenaze ve bayram namazla­rı için teyemmüm edebilir. Fakat cuma namazı için teyemmüm edemez. Çünkü Cumanın halefi vardır. Ona yetişemiyenler öğleyi kılarlar, vaktin daralması dahi teyemmümü mubah kılamaz. Zira namazın kazası vardır.

Abdesti bozan herşey teyemmümü de bozar. Ayrıca suyu kullanmaya kudreti olan kimsenin suyu görmeside teyemmümünü bozar. Tafsilât fıkh kitaplarmdadır.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Bazıları bu hadisle istidlal ederek susuz bir yerde kalmanın ve su­suz bir yola gitmenin caiz olduğunu söylemişlerse de onların bu kavli söz götürür. Çünkü hadiste mevzuu bahis olan Ashab-ı Kirama Medine yakın­dı. İhtimal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Ashabın ya­nında su olmadığını bilmezdi. Yanlarında su bulunmamasından murad ab­dest almaya yetecek kadar su da olabilir. İhtimâl içecekleri kadar suları varmıştır.

2- Kadın evli bile olsa icabında babasına şikâyet edilebilir. Ashabı Kiramın Aişe  (Radiyallahû anha) 'yi Hz..   Ebû Bekr'e şikâyet etmeleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uykuda bulun du-ğundandir. Maamafih uyanık dahi olsa hatırı kırılmasın diye onu baba­sına şikâyet etmiş olabilirler.

3- Bir işi sebebine nisbet etmek caizdir. Zira Ashâb-ı Kiram «Aişe'nin yaptığını görmüyormusun» diyerek orada    kalmalarına sebep olduğu için susuz bırakmayı ona nisbet etmişlerdir.

4- Bir kimse mübaşeret halinde olmamak ve  damadının rızası bu­lunmak şartıyla kocasının yanında da kızını ziyaret edebilir.

5- Bir kimse kocadaki kızını dahi te'dib ve terbiye edebilir. Müreb-bînin terbiyesi de bu hükümde dahildir.

6- Uyuyan bir kimseyi rahatsız etmemek için hareketi mucib olan bir hâl karşısında sabrederek kıpırdamamak müstahabdır. Namaz kılan Kur'an okuyan veya ilimle meşgul olan kimselere karşıda aynı şekilde hareket olunur.

7- Seferde teheccüd namazını terketmeye bu hadisle istidlal edile­rek ruhsat verilebilir

8- Abdest almak için su aramak ancak vakit girdikten sonra vâcib olur. Çünkü hadîsin Amr. b. Haris  rivayetinde

«Namaz vakti geldi de su aradı.» denilmiştir.

9- Hadîs-i Şerîf, abdest ayeti inmezden önce de müslümanlara abdest vâcib olduğuna delildir.  Ashab-ı  Kiramın  susuz kaldıklarından Ebû Bekr (Radiyallahû anh) 'a şikâyetleri ve önün da Aişe (Radiyallahû anha) 'yi muâhaze etmesi bunu gösterir. İbni Abdilber (368-463} «Bütün siyer ulemâsmca mâlumdurki    Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz farz kılındıktan sonra  abdestsiz namaz kılmamıştır. Bunu kimse inkâr edemez. Meğer ki cahil veya inatçı ola!»  de­miştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Abdest daha önceden farz kılındığına göre sonradan abdest âyetinin indirilmesinde ne hikmet ola­bilir?.

Cevap : Bunun hikmeti abdestin farz kılındığı âyetle okunmuş olmak­tır. Abdest ayetinin baş tarafı evvelce nazil olup müslümanlarm onunla amel etmesi sonra geri kalan kısmının nazil olması da muhtemeldir. Bu1 takdirde âyete teyemmüm ayeti denilmesi küllü zikir cüz'i murad kabi­linden mecaz olur. Lâkin hadîsin Amr b. Haris rivayetinde âyetin bütünü zikredilmiştir. Yani abdest ve teyemmümü farz kılan âyet bu kıssada tam olarak indirilmiştir. Şu halde evvelce abdest yalnız sün­netle sabit olmuştu; sonra abdestle teyemmüm beraberce bu ayetle meşru kılınmışlardır. Yalnız Hz. Aişe teyemmümü zikretmiş, abdesti söyle­memiştir. Çünkü burada maksat teyemmümdür denilir.

10- Teyemmümde niyet farzdır, zira teyemmümün mânâsı, kasdet-mektir. Evzâi ile İmam Züfer'den mâda bütün fukahânın ka­villeri budur.

11- Teyemmüm hususunda hasta, sağlam, abdestsiz ve cünüp müsa­vidir. Bu hususta Hicaz, Irak, Şam, Mağrib ve Maşrık'da bulunan bütün şehirler ulemâsı ittifak etmişlerdir. Yalmz Hz. Ömer'le İbni Mes'ud (Radıyallahu Anhüma) 'nın  «cünüplüğü sudan başka hiçbirşey temizleyemez» dedikleri rivayet olunursa da bu babdaki hadisler sahih ve sabit oldukları için fukahadan onların kavlini tercih eden bulunmamış­tır.

12- Seferde teyemmüm caizdir. Bu cihet ittifaki ise de hazarda yani evinde bulunana  teyemmümün  caiz olup  olmayacağı  ihtilaflıdır.  İmâm Malik   ile diğer Malikiyye ulemâsına göre teyemmüm seferde de, ha­zarda da caizdir. Su bulamıyan yahut hastalık, şiddetli korku ve vaktin çıkması gibi bir özürden dolayı suyu    kullanamayan kimse teyemmüm eder. Ebû Ömer: «Bütün bunlar Ebû Hanife ile İmam Muhammed'in kavilleridir» demiştir. Ancak bu iddia doğru değildir. Zira vaktin çıkacağından korkmakla   Ebû   Hanife 'ye göre teyem­müm caiz olmaz.

İmam Şafii'ye göre evinde bulunan sağlam kimseye teyemmüm caiz değildir. Meğerki telef olmak korkusu bulunan. Bu hususda Taberi'de Şafii ile beraberdir. Hanefîler'den İmam Ebû Yû­suf ile İmam Züfer'e göre evinde olan kimseye hastalık, kor­ku, vaktin çıkması gibi sebeplerle teyemmüm caiz olamaz. Leys, Taberî ve İmam Şaiii'ye göre evinde su bulamayan sağlam veya hasta bir kimse vaktin çıkmasından korkarsa teyemmüm ederek namazı­nı kılar ve sonra o namazı iade eder. Atâ b. Ebi Rebâh «Su bulunursa ne hasta teyemmüm edebilir ne de sağlam» demiştir.

13- Emniyet bulunmak şartiyle gaza ve diğer seferlere kadınlarla çıkmak caizdir. Bir adamın üç veya dört karısı bulunsa onlardan hangisi­ni dilerse seferde onu yanma alabilir. Sefere çıkmazdan önce kur'a çekti­rerek kime düşerse onu götürmesi müstehabdır. İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre kura çektirmek vâcibtir.

14- Helâl mal muhteremdir. Az da olsa kıymetini bilmek ve muha­faza etmek gerekir. Çünkü Hz. Aişe'nin kaybettiği gerdanlık 14 dir­hem kıymetinde ehemmiyetsiz birşeydi. Böyle iken yine de arayıp buldu­lar.

15- Mal muhafazası vakit içinde susuz kalmaya bile sebep olsa yine caiz ve meşrudur.

16- Bir kimseden emaneten bir mal almak ve sahibinin izni bulun­mak şartiyle o malla sefere gitmek caizdir.

17- Kadınların gerdanlık ve zinet takınmak suretiyle kocalarına kar­şı süslenmeleri caizdir;.

Maalesef bugün birçok kadınların bunun tam tersine hareket ettik­leri yani kocalarına karşı süslenmeyip sokağa, çarşıya, pazara çıkarken kendilerini başkalarına beğendirmek için alabildiklerine süslendikleri ve bu uğurda birçok mahrem yerini de gösterdikleri herkesin malûmudur. Bu hale karşı caiz demek şöyle dursun sadece haram demek bile az gelir. Zira irtikâb edilen menhiyat yalnız bir cihetten değil müteaddit yollar­dan olduğu için tabir caizse buna katmerli haram demek îcab eder.

18- Erkek başını karısının dizine koyarak uyuyabilir.

19- Bir maslahattan  dolayı meşakkate tahammül caizdir Çünkü Aişe (Radiyallahû anha)  «Kıpırdanmama Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dizimde yatması mâni oluyordu» demiştir.

20- Hadis-i Şerif Hz. Aişe ile babası Ebû Bekr'i Sıddık (Radıyallahu Anhüma) 'nın faziletine ve onlardan birçok defalar be­reket geldiğine delildir.

21- Hadîsin ikinci rivayetinde «Namazlarını abdestsiz olarak kıldı­lar» denilmesi su veya toprak bulamayan kimsenin abdestsiz namaz kı­labileceğine delildir. Mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefîler'den İmam   Âzam 'in kıyasına göre su ile teyemmümden birine kudret kazanmcaya kadar bekler, namaz kılmaz İmam Ebu Yusuf'a göre teşeb-büh maksadıyla namaz kılar sonra namazı iade eder. İmam Muhammed'in bu husustaki kavli muztaribtir.

Nevevî, İmam Şafii 'nin bu mesele hakkında dört kavli bu­lunduğunu söylüyor. Mezkûr kavillerin en sahihine göre: Abdestsiz nama­zı kılarak sonra iade etmek vâcibtir. İkinci kavle göre o namazı kılmak vâcib değil müstehabtır. Fakat onu kılsın kılmasın kaza etmesi vâcibtir.

Üçüncü kavle göre: Abdestsiz bir kimsenin namaz kılması haramdır. O namazın iadesi vâcibtir.

Dördüncü kavle göre:   Abdestsiz kılması vacib, iadesi lâzım değildir.

Müzeni 'nin mezhebi de budur. Nevevî delil itibariyle bu kavlin en kuvvetli olduğunu söylüyor ve bu hadisle benzerleri hadisler onu teyid eder mahiyettedir. Zira böyle bir namazın iadesi lâzım geldiği Peygamber (Sailailahü Aleyhi ve Selletn) 'den nakl olunmamıştır. Muh­tar olan kavle göre kaza yeni bir emirle vâcib olur. Halbuki bu babda bir emir sabit olmamıştır. Binâenaleyh kaza vâcib değildir»  diyor.

 

110- (368) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve İbni Nümeyr toptan Ebû Muâviye'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dediki: Bize Ebû Muâviye [91] A'meşden, o da Şakîkdan naklen rivayet etti. demiş ki; Ben Abdullah ve Ebû Musa ile birlikte oturuyordum. Ebû Musa'ya:

«Yâ Ebâ Abdirrahman [92] bir adam cünüp olşada bir ay su bulama-sa ne buyurursun.

«— Bu adam namazı ne yapacak.» dedi Abdullah:

— «Bir ay suyu bulanıasada teyemmüm edemez» cevabını verdi. Bu­nun üzerine Ebû Mûsâ :

  «Ya Maide süresindeki şu :

(Eğer su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm [93] ediverin) âyeti­ne ne dersin?.» dedi Abdullah:

  Eğer bu ayette bu adamlara ruhsat verilmiş olsa nerdeyse suyu soğuk buldukları zaman toprakla teyemmüme kalkışırlar.» dedi. Bu sefer Ebû Musa Abdullah'a  şunu söyledi.:

  «Sen  Ammar'm: Beni Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Seltem) bir hacet peşinde gönderdi. Ben cünüp oldumda su bulamadım ve toprakda hayvan yuvarlanır gibi yuvarlandım. Sonra Peygamber    (Sailailahü Aleyhi ve Selletn) 'e gelerek bu vak'ayı kendisine anlattım. Resûlüllah   (Sailailahü

Aleyhi ve Sellem) :

«Ellerinle şöyle yapman sana yeterdi.» buyurdular dediğini işittin mi? Sonra elerini bir defa yere vurarak sol eliyle sağ eline, avuçlarının dışına ve yüzüne mesh etti. Abdullah'da:

  «Ya sen Ömer'in Ammar'm sözüne kanaat getirmediğini görmedin mi?» Cevabım verdi.

 

111- (...) Bize Ebû Kâmil el-Cahderî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : bize Abdülvâhid [94] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş Şakik'ten riva­yet etti. Şakik; Ebû Musa, Abdullah'a şöyle dedi diyerek. Hadîsi bütün kıs­sası ile Ebû Muaviye hadisi gibi rivayet etmiş şu kadar varki o Resûlül­lah    (Sailailahü Aleyhi ve Sellem):

«Şöyle yapman sana yeterdi.» buyurdu, demiş. Ve ellerini yere vur­muş. Sonra ellerini silkereJc yüzüne ve kollarına mesh etmiş.

 

112- (...) Bana Abdullah b. Hâşiftı el-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yani İbni Saîd el-Kâttan, Şu'be'den rivayet etti. Demiş ki [95] bana Hakem [96] Zerr'den o da Said b. Abdirrahman b. Ebzâ [97] dan, o da babasından naklen rivayet etti ki, bir adam Ömer'e gelerek:

  Ben cünüb oldum da su bulamadım, demiş. Ömer :

— Namaz kılma, cevabını vermiş. Bunun üzerine Ammar :

  Hatirlarmisın ya Emire1 - Müminin! Hani senle ben bir seriyye-deydik ve ikimizde cünüb olmuş fakat su bulamamıştık, sen namaz kıl-mamıştın ama ben toprakda yuvarlanarak namazımı kılmıştım da  Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sana sadece ellerini yere vurman, sonra üfürerek onlarla yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterdi.» buyurmuştu, demiş. Bunun Üzerine Ömer:

  Allahtan kork ya Ammâr» demiş Ammâr:

  İstersen bunu hiç söylemiyeyim mukabelesinde bulunmuş. Hakem diyor ki: Bu hadîsi bana İbni Abdirrahman b. Ebza da babasından Zerr'in hadisi gibi rivayet etti.  (Dedi M):    Bana  [98]  Seleme de Zerr'den naklen Hakem'in zikrettiği bu isnadla rivayet etti. Ömer: (Ammâr'a) :

«Üzerine aldığın mesuliyeti sana bırakıyoruz» demiş.

 

113- (...) Bana Ishak b. Mansûr'da rivayet etti". (Dedi ki) : Bize Nadr b. Şümeyl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Hakem'den naklen haber verdi demiş ki: Zerr'i İbni Abdurrahman b. Ebzâ'dan naklen riva­yet ederken dinledim. Şunları söyledi: Hakem dedi ki: «Ben bu hadîsi İbni Abdurrahman b. Ebzâ'dan, o da babasından naklen rivayet ederken din­ledim ki: Bir adam Ömer'e gelerek:

  Ben cünüb oldum da su bulamadım; demiş, İbni Abdirrahman ha-r dişi rivayet etti ve ona şunu ziyade eyledi. Ammar :

— Ya Emîre'l Mü'min'in istersen Allah'ın üzerime farz kıldığı (İtâât) hakkın için ben bunul kimseye söylemiyeyim, demiş. Fakat «Bana Seleme Zerr'den rivayet etti.» cümlesini söylemedi.

Bu Hadisi Buhâri «Kitâbü't - Teyemmüm» ve «Kitâbü't - Taha-re»de; Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesâî ve İbni Mâce «Kitabü't-Tahâre» de tahric etmişlerdir.

Hadîsin birçok muhtelif rivayetleri vardır. Kütüb-ü Sitte sahibleri onu kimi uzun kimi muhtasar olarak rivayet etmişlerdir. Buhâri ile Müs1îm'in rivayetleri dahi muhtasardır. Bâzı rivayetlerinde çölden bir bedevi gelerek Hz.    Ömer (Radiyallahû anh)'a sual sorduğu, keza bazı rivayetlerinde teyemmüm için ellerin toprağa bir defa, diğer riva­yetlerinde iki defa vurulacağı zikredilmektedir. Ebû Dâvud bu hadisin tamamını Abdurrahman b. Ebzâ   (Radiyallahû anfy) dan rivayet etmiştir. O rivayetde Abdirrahman (RadiyaUahû anh) şöyle demiştir. «Ömer (RadiyaUahû anh) 'm yanındaydım. Ona bir a-dam gelerek; Biz bir yerde bir veya iki ay kalıyoruz, cünüp oluyor su bulamıyoruz, dedi. Ömer: Ben su bulmadıkça namaz kılmam diye cevap verdi. Bunun üzerine Ammar ;

«Ya emire'l - Mii'ıtıinin hatırlamazmısın hani seninle ikimiz devele­rin basındaydık. İkimiz de cünüp olduk. Ben yerde yuvarlandım. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek bunu kendisine anlat­tım» da:

«Sana sadece şöyle yapman yeterdi.» buyurarak ellerini yere vurmuş sonra onları üfleyerek yüzüne ve yarıya kadar kollarına mesh etmiş­ti, dedi. Ömer:

«Ya Ammar Allah'tan kork.» mukabelesinde bulundu.  Ammar :

«Ya  emire'l - Mü'minin! İstersen  vallahi ben  bunu ebediyyen kim­seye söylemem» dedi.

Ömer: «Hayır vallahi biz senin üzerine aldığın mesuliyeti sana bı­rakıyoruz.» dedi.

Hz. Ömer, Ammâr (RadiyaUahû mıha)'a    «Allahtan kork» ihtarım yapmakla rivayet ettiğin hadise dikkat et! Belki unutmuşsundur, ihtimal bunu başka bir hadîsle karıştirmışsmdir, demek istemiştir. Ammâv (Radiyallahû anha) dahi «İstersen bunu kimseye söylemiyeyim» diye­rek şayet söylememekde bir maslahat varsa söylemiyeceğini, çünkü Emirü'l-Mü'minine itaatin kendisine borç olduğunu anlatmıştır. Hz. Ammâr (RadiyaUahû anh) âzâdhlardan ve Bedr gazasına iştirak eden As-hab-ı Kiramdandır. Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) onu Hz. Huzeyfe ile kardeş vsnmKtif

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler

 

1- Hz. Ömer  (RadiyaUahû anh) cünüp İçin teyemmümü caiz görmemiştir. Buna delil hadisin bir rivayetinde Hz. Ammâr'a «Sen namaz kılmadın» demiş olmasıdır.

2- Bu hadîs kıyâsın  sahih  olduğuna  delildir.   Çünkü Ammar (RadiyaUahû anh)  «Bana gelince ben yerde yuvarlandım» demiştir. Bu gösteriyor ki Hz Ammâr ictihad etmiş ve cünüplük halinin abdest-sizliğe benzemediği zanniyle onu gusîe kıyas eylemiştir. Anlaşılıyor ki Hz. Ammâr teyemmümün aslını biliyormuş. Bu içtihadını Pey­gamber (Saiiallahii Aleyhi ve Sellem) 'e haber verince Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem} teyemmümün nasıl yapılacağını ve bu bâbda cünüplük ile abdestsizliğin müsavi olduğunu kendisine tâlim buyurmuş­tur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ictihâd caiz-midir?, değil midir meselesi Usûl-ü fıkıh, ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Esah kavle* göre caizdir. Bir kavle göre hiç caiz değildir. Bir kavle göre ise onun huzurunda caiz değil fakat gıyabında caizdir.

3- Bu hadis teyemmümün sıfatın beyân etmekte ve teyemmüm için ellerin bir defa toprağa vurularak yüz ve kolların mesh edileceğini bildir­mektedir. Nitekim Atâ 'mn bir rivayette Şa'bî'nin ve meşhur kav­line göre Evzâi 'nin mezhepleri bu olduğu gibi İmam Ahmed bin Hanbel, İshak, Taberi, ve Ebu Ömer'de buna kail olmuşlardır. Bu babda Hz. Ammar 'dan rivayet edilen en sahih hadîs budur. Ammâr (RadiyaUahû anh) m diğer rivayetleri ihtilaflı­dır. Ancak bu hadis hakkında İbni Ebî Hâzim Şunları söyle­miştir. «Ammâr 'in bu hadisi iki şeyden hâli değildir. Yani Ammâr bu teyemmümü ya emirle yapmıştır, yahut emirsİz. Eğer Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Selieıu) den emir almadan yaptıysa, Peygamberin bu­nun hilâfına teyemmüm ettiği sabit olmuştur. Emirle yaptıysa hadis men-suhtur. Hem de Nâsihi yine   Ammâr   hadisidir.»

Ulemâ teyemmümün nasıl yapılacağında İhtilâf etmişlerdir. Hane-fîler'Ie, Malikîler'e ve Şafiîler'e göre teyemmüm için eller iki defa temiz toprağa vurulur. Bunların birincisi ile yüze İkincisi ile dirseklere kadar kollara mesh edilir. Leys b. Sad'm mezhebi de budur. Ancak İmam Ma1ik'e göre elleri bileklere kadar mesh etmek farz, dirsek­lere kadar mesh etmek farz değil İhtiyaridir. İbni E bi Leylâ ile Hasan b. Hayy'a göre dahi teyemmüm için eller iki defa toprağa vurulur. Fakat her vuruşta yüze ve dirseklerle beraber kollara mesh edilir. Hattâbi (319-388) «Benim bildiğime göre bunlardan başka ulemâdan bu söze kail olan yoktur.» demiştir. Zührî (50-124) teyemmümde kolların koltuklara kadar mesh edileceğine kail olmuştur. Ulemâdan bazıları teyemmüm için ellerin yere dört defa vurulacağını iki­siyle yüze, ikisiyle de kollara mesh edileceğini söylemişlerse de bu sözün sünnetten hiçbir delili yoktur. Bâzılarıda cünüplükten dolayı yapılan te­yemmümde kolların omuzlara kadar, abdestsizlikten dolayı yapılan te­yemmümde ise bileklere kadar mesh edileceğini söylemişlerdir. Bu kavil dahî zayıftır. İmam Mâlik 'ten bir rivayete göre eller üç defa toprağa vurulur, bunların ikisi farz üçüncüsü müstahabdır. İbni Sirîn 'den dahi böyle bir kavil rivayet olunur. Ona göre üçüncü defada toprağa vurularak birinci ile yüze, ikincisiyle ellere, üçÜncüsüyle de kollara mesh' edilir.

Hz. Ammâr'dan bu bâbdaki rivayetler muhtelif ve muztarip ol­duğu için her rivayetine kail olanlar bulunmuş; bu sebeple birçok kaviller ortaya çıkmış olduğundan Kitabullah'ın zahirine müracaat olunmuş ve abdeste kıyasen teyemmüm, için ellerin iki defa toprağa vurulacağına bunların biri ile yüze diğeri ile ellere dirseklerle beraber mesh edileceği-.ne hükmolunmuştur. Nitekim hadîsin bu şekli gösteren rivâyetleride var­dır. Bunların bâzılarını Tahâvi, Taberâni, Dâre Kutni, Beyhâki, Hâkim, İbni Ebi Şeybe, Bezzâr ve di­ğer hadîs imamları tahric etmişlerdir. Mezkûr hadislerin bâzısı mevkuf bâzıları merfu'dur. Ancak mecmuu birbirlerini takviye ve teyid ettikleri cihetle hasen derecesinden de aşağı düşmezler. Binaenaleyh onlarla ihti-câc olunabilir.

4- Ebû Hanîfe'ye göre üzerinde toz bulunmayan taş üzerine teyemmüm caizdir. Zira ellerin tozlanması muteber olsa Resulül1ah ( Sallalîahü Aleyhi ve- Seliem)   ellerini üfürmezdi.

5- Teyemmümde ellerini üfürmek veya silkmek sünnet yahut müstahabtır.

 

114- (369) Müslim der ki: Leys b. Sa'd, Cafer b. Rabîa'dan, o da Abdurrahman b. Hürmüz'den, o da İbni Abbâs'ın azadlısı Ümeyr'den nak­len rivayet etti ki, Abdurrahman Umeyr'i şöyle derken işitmiş.:

«Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in zevcesi Meymûne'nin âzâdhsı Abdurrahman b. Yesâr ile ikimiz geldik ve Ebû Cehm b. Haris b. Sımmete'l - Ensârî'nin yanına girdik. Ebû Cehm şunu söyledi, Resûlül-lah (SalldUahü Aleyhi ve Seliem) Bi'r-i Cemel tarafından geldi, kendisine bir adam rast gelerek selâm verdi, ise de; Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) hemen onun selâmını almadı: (Oradaki) bir duvara varınca yü­züne ve ellerine mesh etti, sonra selâmı aldı.

Bu hadisi Buhârî «Kitabü't-Teyemmüm» de Ebû Dâvûd, ile Nesai'de «Kitabü't - Tahare» de tahric etmişlerdir.

Müs1im'in bütün rivayetlerind ebu hadis burada olduğu gibi Müs1im 'le Leys'in arası münkatı' olarak rivayet edilmiştir. Böyle hadislere muallâk denildiğini kitabın mukaddimesinde görmüştük. Müs­lim'in Sahih'inde ondört yahut oniki münkatı' hadis vardır.

Bu Hadisin senedindeki Abdurrahman b. Yesar hata olarak zikredilmiştir. Doğrusu Abdullah b. Yesâr 'dır. Bu-hârî, Ebû Dâvûd, Nesai ve diğer hadis imamları onu doğ­ru olarak Abdullah b. Yesâr diye rivayet etmişlerdir. Kaadî Iyâz (476-544) «Sahih-i Müslim 'in bizim rivayet etti­ğimiz Semerkandî tarîkmda bu isim Abdullah b. Yesâr şeklinde doğru olarak tesbit edilmiştir. Bunlar dört kardeştir. Abdul­lah, Abdurrahman, Abdülmelik ve Meymûne 'nin azadlısı Atâ' » diyor. Yine bu hadîsteki Ebû Cehm ismi hatâ­dır. Doğrusu Buharı ile diğer Hadis İmamlarının tesbit ettikleri ve-cihle Ebû Cuheym 'dir. Ayni ismi Müslim dahi «Esma'ül Rica'I» nâm eserinde Ebu Cüheym şeklinde tesbit etmiştir. Bu zatın ismi Abdullah 'tır. Namaz kılanın Önünden geçmenin hükmü­ne dâir hadîs rivayet etmiştir. Tam ismi Abdullah b. Haris b. Sım'mete'l.-Ensârî 'dir. «Hamisa» hadîsinde ismi geçen Ebû Cehm başkadır. Bi'r-i Cemel, Medine'ye yakın bir yerin ismi­dir.

Hadîs-i Şerif Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in o defa su bulamadığı için duvardan teyemmüm ettiğine hanılolunmuştur. Çünkü su bularak onu kullanmaya kaadir olan kimseye teyemmüm caiz değil­dir. Bu hususta namaz vaktinin daralmasının da bir te'siri yoktur. Vakıa Şafiilerden Beğavi (214-310) bazı Şafiiyye ulemâsından nak­len vakit daralınca teyemmüm ederek farz namazın kılınacağını sonra ab-dest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu kavil Şafii1er arasında ma'ruf ve makbul değildir. Onlara göre vaktin daralması sebebiyle bayram ve cenaze namazları için bile teyemmüm edilemez. Ha-nefîler'e göre cenaze ve bayram namazları için yetişememek endişesiyle su bulunduğu halde dahi teyemmüm caiz olduğunu az yukarıda görmüş­tük.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- Duvara teyemmüm caizdir. Yalnız Şâfiilerle diğer birçok ulemaya göre üzerinde toz bulunması şarttır.

2- Hanefîler'den  bazıları taş üzerine  teyemmüm edilebileceğine  bu hadisle istidlal etmişlerdir. Çünkü Medine'nin duvarları kara taştan yapı­lırdı.

3- Tahavî (238-321) Cenaze namazı için teyemmüm caiz oldu­ğuna bu hadisle istidlal etmiştir. Küfe ulemâsı ile   Leys ve Evzâi'nin mezhebleri de budur. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fırsatı kaçırmamak için duvara teyemmüm ederek selâmı al­mıştır.

4- Nafile ibadetlerle Secde-i tilâvet, Secde-i Şükür ve Mushafa do­kunmak gibi fazilet sayılan işler için de teyemmüm edilebilir. Bu husus­ta bütün ulema müttefiktirler. Şafîiler'den bazıları:  «Teyemmüm ancak farz için caizdir» demişlersede bu kavil şazz ve münkerdir.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Sahibinin izni olmaksızın Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) o duvardan nasıl teyemmüm etmiştir.

Cevap : Duvarın sahibsiz orta malı olması ihtimali vardır. Sahibli olsa bile Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) o zatın bu işe kızma­yıp memnun kalacağını bildiği için duvarına teyemmüm etmiştir. Rizâ halinde sahibine sormadan başkasının malından istifade etmek yalnız Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) e değil bütün ümmetine ca-iz'dir; bunu evvelcede gördük.

5- Teyemmüm yüze ve ellerle kollara meshetmek suretiyle yapılır.

 

115- (370) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Dahhâk b. Osman'dan, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki; Re­sûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdest bozarken (yanından) bir zat geçmiş de kendilerine selâm vermiş fakat Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)    onun selâmını almamış.:»

Bu hadîsin muhtelif rivayetleri vardır. Ez cümle Taberânînin «El-Evsât» daki rivayetinde «Adam yolda görünmez olmak üzere iken Resûlülllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini duvara vurarak kollarına meshetti sonra o adamın selâmını aldı ve :

«Senin   selâmını   almama   bir  mâni   yoktu   ama   ben    abdestsizdim.»

buyurdu. Keza Bezzâr'm sahih bir senedle haric ettiği rivayette «Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) küçük abdest bozarken yanın­dan bir adam geçti de ona selâm verdi, o da selâmı aldı, adam geçi.t» git­tikten sonra Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) arkasından seslendi ve :

«Senin selâmını almama sebep, gider de ben Peygambere selâm ver­dim ama selâmımı almadı, dersin diye endişelenmemdir. Bir daha beni bu halele görürsen bana selâm verme, çünkü versen de selâmını almam!» buyurdu.» denilmektedir. Bu bâbda daha başka rivayetler de vardır. Bu rivayette; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine abdest alırken verilen selâmı almadığı, Abdesti bitirdikten sonra özür dileyerek Allaha'ın ismini abdestsiz olarak anmak istemediğini bildirdiği görül­mektedir.

Bâzıları; bunun islâmiyetin ilk zamanlarına mahsus olduğunu, sonra­ları abdest alırken verilen selâmı kabul ettiğini söylerler. Tahavî Şerhinde «Selâm almamak meselesi abdest ayeti ile neshedilmiştir. Bazı­ları Aişe (Radiyallahû anha) 'dan rivayet edilen hadisle nesh edildiği­ni söylemişlerdir: Mezkûr hadiste Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi-ve Sellem) 'in her zaman Allah'ı zikrederdiği beyân ediliyor» denilmekte­dir. Hattâ Abdullah b. Alkame 'nin babasından rivayet ettiği bir hadisde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest almak istedi­ği zaman biz kendisiyle konuşmazdık, o da bizimle konuşmazdı ona selâm verirdik, fakat o bize selâm vermezdi, bu hâl ta ruhsat âyeti (yani) :

«Ey mü'minler! Namaza kalkmak istediğiniz vakit yüzünüzü yıkayın.» kavl-i kerimi ininceye kadar böyle devam etti» denilerek nesh meselesi tasrih edilmiştir. Bâzıları neshe.gitmeyerek hadisi istihbab manâsına te'-vil etmişlerdir. Onlara göre abdestsiz selâm almak caizse de abdest bit­tikten sonra selâm almak müstahabdır

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder

 

1- Abdest alırken selâm veren bir kimse selâm sımayı hak edemez. Bu cihet ittifâkidir.

2- Kaza-i hacet esnasında selâm vermek ve almak mekruhtur. O hal­de bulunan bir kimsenin zikir, teşbih, tehlil ve aksıran kimseye teşmitte bulunması dahi aynı hükümde dahildir. Müezzinin ezanını takip ederek okuyamaz. Bütün bunlar cima halinde dahi mekruhturlar. Kendisi aksır-sa dili ile söylemiyerek içinden Allah'a hamdeder. Ancak Nevevi'nin beyanına göre buradaki kerahet, tahrim için değil kerahet-i tenzîhiy-yedir.

Kaza-i Hacet esnasında her nevi söz mekruhtur. Yalnız zaruret halin­de meselâ kuyuya düşmek üzere bulunan bir âmâyı yahut yılan, akrep gibi bir insana zarar vermek üzere bulunan hayvanları gördükte'konuş­mak mekruh değil bilâkis vâcibtir.

Mevzu-i bahis kerahet meselesi Şafiilerle ekseri ulemânın mezhebidir. İbni Münzir onu İbni Abbâs, Atâ,  'id-i Cüheni  ve İkrime hazerâtırun  kavilleri olmak üzere rivayet etmiştir. İbrahim Nehâi ile İbni Şirin'in konuşmakda

beis görmedikleri rivayet olunur.

 

29- Müslümanın Necis Olmıyacağına Delil Babı

 

(371) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yani ibni Saîd rivayet etti. Dedi ki: Bize Hunıeyd rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Uleyye, Humeyd-i Tavü'den, o da Ebû Rafi'den, O da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki Ebû Hüreyre cünüp olarak Medine yol­larından birinde Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e rastlamış ve hemen sıvışarak gitmiş, yıkanmış, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) onu araştırmış, Ebû Hüreyre geldiği zaman :

«Nerede kaldın ya Eba Hüreyre?» diye sormuş. Ebû Hüreyre :

«Ya Resulâllah bana cünüp halimde tesadüf ettin. Ben de yıkanma-dikça  senin yanında oturmayı doğru bulmadım;  demiş.' Bunun  üzerine

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sübhânallah! Mü'm İn necis olmaz.» buyurmuşlar.

Bu Hadîsi Buhârî «Kitâbü'I - Gusl» ün bir iki yerinde tahrîc ettiği gi­bi Ebû Dâvûd, Tirmîzî, Nesâi, ve İbni Mâce dahi muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadis-i Şeriftedi yani (Sıvıştı) kelimesi biri bu olmak üze­re dokuz şekilde rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin bazılarıda denilmiştir. Mezkûr kelimeler (Geriledim, Çekildim) ve (Dön­düm) mânâlarına gelirler. Bâzı rivayetlerd yani (Koştum) di­ğerlerinde yani (Kendimi necis itikad ettim), bir rivayette yani (Şitab ettim), diğer rivayette yani (Kendimi nok­san buldum), başka bir rivayette, yani (Kendimi Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yürümekten men ettim), diğer bir rivâyettede yani (Sıvıştım) denilmiştir.

«Sübhânallah» kelimesi evvelce de arz ettiğimiz gibi taaccüb ve hayret makamında kullanılır. Bu kelime mahzûf bir fi'lin mef ulüdür. «Seni tenzih için teşbih ettim yâ Rabbî!..» takdirindedir. Daha başka tak­dirlerde yapılmıştır. Hattâ bazıları Sübhânallah»m mânâsı: «Tâat husu­sunda Allah'a koşarım» demektir. Mütâlâasında bulunmuşlardır.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Mü'min necis olmaz, o cünüp de olsa abdestsizde bulunsa temizdir. Hattâ onun dirisi, ölüsü, artığı, teri, salyası ve gözyaşı dahî temizdir. Daha doğrusu bütün Ben'i Âdem temizdirler. Çünkü bu hususlar da^kâfir de mü'min gibi temiz hükmündedir. Ölü hakkında İmam Şafii 'den iki kavil vardır. Bunların esah olanına göre Ölü temizdir. İmam Buhârî'-nin «Sahİh»inde İbni Abbas (Radıyallahu Anhütna) 'dan ta'lîk su­retiyle rivayet ettiği bir hadisde :

«Müslüman diri iken de, ölü iken de necis olmaz.» buyurulmuştur. Aynı hadisi Hâkim- «El-Müstedrek» inde mevsûl olarak rivayet et­miştir. Hâkim bu hadisin Buharı ile Müs1im'in şartları­na uyduğunu, fakat onu kitaplarına almadıklarını söylemiştir. Mezkûr ha­dis müslümanm dirisinin de ölüsünün de temiz olduğu hususunda büyük bir asıl ve kaidedir. Müslümanm dirisi bilicmâ, temizdir. Hatta bir kadın çocuk düşürse, fer cin den çocuğun üzerine bulaşan ıslaklık bile temizdir. Bu hükümde kâfir de müslüman gibidir. Dâre-Kutn î 'nin riva­yet ettiği Hz. Âişe hadisinde Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m bedene ve yere cünüp hükmü vermediği beyân olunmuştur. İbni Abbâs(Radıyaîlahu Anhüma) «Dört şey vardırki cünüp olmaz­lar. İnsan, elbise, su, ve yer» demiştir. Begavî'nİn tefsirine göre bu­nun mânâsı; Cünüp olan bir kimseye temas eden insan, elbise, yer cünüp olmadıkları gibi yine cünüp bir kimsenin elini daldırdığı su dahi necis olmaz demektir. İbni Münzir; «Bilumum ulemâ Cünüp olan kimsenin terinin temiz olduğuna ittifak etmişlerdir.'Bu hüküm İbni Abbâs., İbni Ömer ve Aişe (Radiyallahû anhûm) 'den de sa­bit olmuştur. Ebû Hanîfe ile Şafiî 'nin mezhepleri budur. Başkalarından onların kavline muhalefet eden de bilmiyorum, demiştir.

Kurtûbi, İmam Şafii'ye göre kâfirin necis sayıldığını söy­lemiştir. İbni Münzir «Yahudi, Hristiyan, ve Mecûsînin teri bence temizdir.» demiş. İbni Hazm ise Müşriklerin terlerinin ne­cis olduğuna hükmetmiştir. Delili :

«Müşrikler ancak necistir.» âyet-i kerimesinin zahiri ile babımız hadî­sinin mefhum-u muhalifidir. Yani ona göre hadis-i şerifde:

«Mü'min necis olmaz.» buyurulnıası, kâfir necis olur mânâsına gelir.

Bu delillerle İbni Hazm kâfirin necis-i ayn olduğuna hükmetmiş­tir. Fakat kendisine cevap verilmiş ve «Ayet-i Kerîmeden murad kafir­lerin bedenleri değil itikad ve fiillerinin necis olmasıdır. Buna delil Teâlâ hazretlerinin Ehl-i Kitaptan kız almayı müslümanlara mubah kılmasıdır. Malumdur ki; Ehl-i kitap bir kadınla evlenen kimseye beraber yattıkları vakit onun teri bulaşır, bununla beraber ondan dolayı yıkanması emre-dilmemiştir. Şu halde diri olan bir insan ayn değildir. Zira er­keklerle kadınlar arasında hüküm itibarı ile bir fark yoktur, denilmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Müslüman'ın dirisi de ölüsü de temiz olduğuna göre cenazesi niçin yıkanıyor.

Cevap : Hanefiyye ulemâsı cenazenin niçin yıkandığı hususunda ihti­lâf etmişlerdir. Bazılarına göre;  cenazenin yıkanması necis olduğu için değil, hadesden dolayıdır. Çünkü ölen kimsenin mafsalları gevşediği için kendisinden hades zuhur eder. Yoksa insan ölüsü Allah tarafından bir ik­ram olmak üzere necis sayılmamıştır. Necis sayılmış olsa sair hayvanlar gibi yıkamakla temizlenmemesi icab ederdi. Burada sağlığında olduğu gi­bi ona yalnız abdest aldırmakla iktifa etmek gerekirdi. Lâkin sağlığında hades daima tekerrür ettiği, ölüm sebebi ile ise tekerrür etmediği için ölüm halindeki hades cünüplüğe benzetilmiş ve bütün azanın yıkanması îcab ettiğine hükmolunmuştur. Çünkü bu yıkama bir defaya mahsus ol­duğu için onda hiçbir güçlük yoktur.

Irak ulemasına göre cenaze hadesten dolayı değil ölüm sebebi ile pis­lendiği için yıkanır. Çünkü insanda kan vardır, bu sebeple Ölüm halinde insan pislenir ve diğer necis şeylere kıyas olunur. Cenaze necis olmasa su kuyusuna düşerek Ölen insanın oradaki suyu pislemesi ve keza cenaze üzerinde iken namaz kılan bir kimsenin namazının sahih olması icab eder­di. Halbuki insan ölmekle kuyunun suyu pis olduğu gibi üzerinde cenaze bulunan kimsenin namazı da caiz değildir.

2- Fazilet sahiplerine hürmet ve ta'zimde bulunmak, onların ya­nında en güzel kılık ve kıyafet, terbiye ve nezâketle oturmak müstehab-tır. Ulema, hocasının yanında, talebenin kendini çekip çevirerek temiz, pak bir hâlde oturmasını, onun yanma giderken sünnet vecihle traş ol­masını, tırnak ve bıyıklarını keserek üzerinden kir ve ter kokularını gi­dermesini müstehab görmüşlerdir.

3- Âlîm bir zât kendisine tâbi olanlardan birinin hatâya düşeceğini anladığı zaman o meseleyi açarak doğrusunu anlatmalı ve hükmünü bil­dirmelidir.

4- Kendisine gusl icap eden bir kimse yıkanmayı bir parça gecikti­rebilir; ancak bu gecikmenin namaz vaktini geçirecek kadar fazla olma­ması şarttır.

5- Namaz vaktini geçirmemek şartı ile cünüp kimse yıkanmadan ba­zı işlerine bakabilir.

6- Hadis-i Şerif müminlerin gönüllerini hoş etmeye, fakirlere yardı­ma ve Allah için tevazu göstererek onun emirlerine tabi olmaya işaret etmektedir.

 

116- (372) Bize   Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb'de rivayet ettiler. Dediler ki Bİze Veki', Mis'ar'dan o da Vasıl'dan, o da Ebû Vail'den, o da Huzeyfe'den naklen rivayet ettiki, Huzeyfe cünüp iken kendisine ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seliem) tesadüf etmiş. Huzeyfe hemen sı­vışarak (Gitmiş) yıkanmış sonra gelerek:

Ben cünüptüm demiş Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) : «Müslüman necis olmaz.» buyurmuşlar.

Müslim (Rahimehullah) bu rivayeti yükarkini takviye için zik­retmiş olsa gerekir. Çünkü yukarki rivayetin isnadı hakkında söz edilmiş­tir. Kaadı Iyaz, Ebû Abdillah Mâzerî 'nin, «Bu isnâd münkâtı'dır. Hadisi Humeyd, Bekir b. Abdillah el Mü­zenî'den, o da Ebû Râfi 'den, rivayet etmiştir. Onu Buhârî ile Ebû Bekir b. Ebi Şeybe'de böyle tahric etmişlerdir.» dediğini söylemektedir. Filvaki' Buhârî öyle rivayet ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, İbni Mâce ve diğer hadis imamlarida'aynı şekilde tahric etmişlersede Müs1im'in böy­le münkâtı rivayet etmesinin metn-i hadîse hiçbir zararı yoktur. Çünkü hadîsin" metni 'Munkati1 senedli Ebû Hüreyre rivayetinde ne ise buradaki muttasıl senedli rivayetinde de odur.

Huzeyfe rivayetinin senedine bir diyecek yoktur. Râvîlerinin hepsi Kûfelidir. Yalnız Huzeyfe (Radiyallahû anh) ekseriyetle Me-dâin'de yaşamıştır.

 

30- Cünüplük Halinde ve Diğer Hallerde Allah Tealayı Zikir Babı

 

117- (373) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Ala ile İbrahim b. Mûsâ rivayet ettiler dediler ki; Bize İbni Ebî Zaide babasından, O da Hâlid b. Seleme [99] den, o da Behiy' [100] den, o da Urve'den, o da Âişe'den nak­len rivayet etti. Aişe: Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) (zamanı­nın) her anında Allah'ı zikrederdi» demiş.

Bu hadis bütün hallerde Allah Tealâ'yı zikir, teşbih, tehlil,  tekbîr

ve tahmîd'in caiz olduğuna delildir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedir. Yalnız cünüp ile hayzlı kimselerin Kur'an okuyup okuyamaması husu­sunda ihtilâf vardır. Cumhuru ulemaya göre, cünüp ve hayzlı kimse­lerin Kur'an okuması haramdır, Hattâ Şâfiilere göre; bu hususda bütün âyetle yarım âyetin farkı yoktur. İkisini de okumak haramdır. Onlara gö­re cünüp bir kimsenin Kur'an kasdı ile (Bismillah), yahut (Elhamdülillah) demesi haramdır. Bunlarla zikri kasdeder; Yahut hiçbirşey niyet, etmez­se haram değildir. Cünüp ve hayzlının kalplerinden Kur'an okumaları ve mushafa bakmaları caizdir. Yıkanmak istedikleri zaman zikir kasdiyle (Bismillah) demeleri müstahabdır.

Hanefîlere göre; kur'an kasdiyle (Bismillah) yahut (Elhamdülillah) demek mekruhtur. Fakat bunları nimete şükür yahut sena kasdiyle söy­lemekte kerahet yoktur.

İmam Mâlik Hayzlı kadına Kur'an okumayı tecviz 'etmiştir. Tahâvî'ye göre Cünüp ve hayzlılar yanın âyet okuyabilirler. Bu ka­vil İbni Semâ'a tarikiyle İmam Âzam 'dan da menkûldür. Onlara göre hayzlı bir muallime Kur'an-i Kerîm'i kesik kesik kelimeler şeklinde okutabilir. Hattâ dua ve sena niyetiyle fatihayı okumak dahî caizdir.

«Fetâvâ'i Zâhiriyye» adlı kitabda, «Hayzlı ile cünübün Tevrat, Ze­bur, ve incili okumamaları gerekir. Çünkü hepsi kelâmullahtır. Vitir dua­sını okumalarıda mekruhtur. Zira Übey b. Ka'b (Radiyallahû anh)   kunut duasını Kur'an-ı Kerîm'den iki sûre saymıştır.

Büyük veya küçük abdest bozarken ve cima halinde zikrin mekruh olduğunu teyemmüm babında görmüştük. Şu halde Hadis-İ Şerif o hallerle tahsis olunmuş demektir. Yâni bu hadisten maksat o hallerden gayri Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) 'in her zaman Allah'ı zikir ettiğini anlatmaktadır. Bu hususta abdestli abdestsiz veya cünüp bulun­makla ayakta, oturur, yürür veya yatar halde bulunmak arasında hiçbir fark yoktur.

 

31- Abdestsizin Yemek Yemesinin Cevazı, Bunda Hiçbir Kerahet Bulunmadığı ve Abdest Almanın Hemen Vacib Olmadığı Babı

 

118- (374) Bize Yahya b. Yahya et - Temîmî ile Ebu'r Rabî' Ez -Zehrânî rivayet ettiler. Yahya: Bize Hammâd haber verdi dedi. Ebu'r Rabî' ise; Bize Hammâd, Amr b. Dinar'dan o da Saîd b. el - Huveyrİs'den [101] o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti, ki Peygamber (Saîlalîohü Aleyhi ve Sellem) heladan çıkmış, kendisine yemek getirmişler ve Abdest lâfı    etmişler. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve" Sellem) :

«Ben namaz kılmak mı istiyorum ki, abdest alayım.» buyurmuşlar; dedi.

 

119- (...) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe'de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan b. Uyeyne, Anır'dan, o da Saîd b. el-Huveyris'den naklen ri­vayet etti. Demiş ki:

Ben İbni Abbâs'dan dinledim. Şöyle diyordu:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik. Heladan gel­miş de kendisine yemek getirmişlerdi. Abdest almayacak mısın, dediler. Resulüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Niçin? Namaz mı  kılacağım  ki, abdest alayım.»  buyurdular.

 

120- (...) Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Müslim et - Tâifî, [102] Amr b. Dinar'dan, o da Sâib oğul­larının âzâdlısı Saîd b. Huveyrİs'den naklen haber verdi ki, Saîd, Abdul­lah b. Abbâs'i şöyle derken işitmiş, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya gitti; geldiği zaman kendisine yemek takdim ettiler ve:

  Ya    Resûlüllah!     Abdest    almayacakmısın?    dediler.    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

  «Niçin?  Namaz için  mi?»  buyurdular.

 

121- (...) Bana Muhammed b. Amr b. Abbâd b. Cebele dahî riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim, İbni Cüreyc'den rivayet etti. Demiş ki: Bize Saîd b. Huveyris rivayet etti. Saîd, İbni Abbâs'ı şöyle derken işit­miş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helada kazâ-i hacet etti de kendisine yemek getirildi. O (bundan) yedi, fakat suya falan dokunmadı.

İbni Cüreye demişki: Bana Amr b. Dînâr, Said b. Huveyrİs'den nak­len sunuda ziyade etti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)':

— Sen abdest almadan, demişler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Namaz kılmak istemedim' ki, abdest alayım.» buyurmuşlar. Amr bu­nu Said b. Huveyrİs'den dinlediğini söyledi.

Bu hadis-i Şerifin bütün rivayetleri abdestsiz bir kimsenin .yemek yiyebileceğini göstermektedir Ulemâ abdestsiz yemek yemek, su içmek,

Allah'ı zikretmek ve Kur'an-ı Kerim okumak gibi şeylerin caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Bıa hususta hiçbir kerahet yoktur. Bütün sahih hadis­ler bunların cevazına delâlet ettiği gibi icma-ı ümmet dahi mün'akid ol­muştur. Abdest almak ancak namaz vakti daraldığı zaman vacib olur.

Buradaki rivayetlerin metinlerinden de anlaşılacağı vecihle mevzu-i bahis olan abdestden murad: Şer'î abdesttir. Bununla beraber Kaadî îyâz onu lûgavî abdest mânâsına almış ve elleri yıkamaktan ibaret olduğunu söylemiştir. Kaadi İyaz yemekten önce el yıkamanın müstehap veya mekruh olduğu hususunda ulemânın ihtilâf ettiğini ve îmam Mâlik'le Sevrî 'nin bunun kerahetine kail olduklarına nakletmişse de Hadîsden murad! Neveyî 'ninde beyân ettiği vecihle el yıkamak değil Şer'i abdesttir. Allah-u A'lem.

 

32- Helaya Girmek İsteyenin Ne Okuyacağı Babı

 

122- (375) Bize Yâhyâ b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd b. Zeyd haber verdi, Yahya şunu da söyledi. Bize Hüşeym haber verdi. Bunların ikisi de Ahdulaziz b. Suheyb'den o da Enes'den naklen rivayet etmişler.

Hammâd'uı hadîsinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) helaya gireceği vakit...» Cümlesi, Hüseyin'in hadisinde: Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)   kenîfe gireceği zaman...» ibareleri vardır.    Resûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya girerken :

«Ya Rabbi, Hübs ve Habâisden sana sığınırım.»   dermiş.

 

(...) Bize Ebû Bekr h. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb'da rivayet etti­ler. Dediler ki: Bize İsmail -ki İbni Uleyye'dir - Abdulazİz'den bu isnadla rivayet etti ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Hubs ve Habâisden Allah'a sığınırım.» dediğini söyledi.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü'l - Vudû» ile «Kitâbü'd - Deavât» da Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesaî ve İbni Mâce «Kitâbü't - Tahâre» de tahric etmişlerdir.

Hattâbî (319-388)'nin beyânına'göre; huds, habisin cem'i, ha-hâis ise habîsenin cem'idir. Bu iki kelimeden murad Şeytanların erkek ve dişileridir. Yani Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) helaya gi­rerken erkek ve dişi şeytanlardan Allah'a sığmırmış.

Hattabî umumiyetle hadîs ulemasının bu kelimeyi «Hubs» şek­linde «ba»nm sükûnu ile telâffuz ettiklerini, fakat bunun hata olduğunu, kelimenin doğru olarak Hubus şeklinde okunacağını söylemiş ve sözle­rine şunu ilâve etmiştir. Çünkü şeytanlar helalarda bulunurlar. Helalar Allah'ın zikre dilmediği yerlerdir. Bu sebeple Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şeytanlardan korunmak için evvelâ Allah'a sı­ğmırmış. Fakat Hattabî'nin hata iddiası doğru değildir. Çünkü tahfif için sakin okumak caizdir. Kelime burada olduğu gibi başka yer­lerde de hubs şeklinde bâ'nm sükûnu ile rivayet edilmiştir. Ulemâdan Ebî Ubeyd Kaasim b. Sellâm, Fârâbi ve Fârisî gibi zevat mezkûr kelimenin bu şekilde okunduğunu rivayet et­mişlerdir. Meşhur- olan rivayetide budur. Yalnız bazıları kelimenin mastarının da aynı şekilde gelmesine bakarak birbirlerine karışmasınlar diye bunun hubus okumanın evlâ olacağı söylenebilir, demişlerdir. Bazı­ları Huhs'dan murad küfür, Habâîs'de şeytanlardır, demişlerdir. İbni Battal ( -444)'a göre hubus kelimesi bilumum kötülüklere şamil bir kelimedir. «Hubs» şeklinde okunursa pislik mânâsına masdardır. Bâ-zan da isim olarak kulanılır. Habâis'den murad ona göre de şeytanlardır. Bu kelime hakkında İbnü1-A'rabî şu tafsilâtı verir «Arap li­sanında» Hubs'un aslı kerih görülen şey mânâsına gelir. Bu kelime söz hakmda kullanılırsa sövmek, dinler hakkında kullanılırsa küfür, yemek­ler hakkında haram, içilen şeyler hakkında zararlı, mânâlarına gelir. Ba­zıları «Hubs» iyi ve makbul olmayan fiil yani kötülük, Habâis ise; bilcümle kötü fiiller ve çirkin huylar mânâsına gelir demişlerdir.

Kenîf, Hela ve mirhâd, aynı manâya gelen sözlerdir. Bunlardan mu­rad bizim de hela dediğimiz ayak yoludur.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler

 

1- Helaya girileceği zaman Resûlüllah1 (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)  'in yaptığı gibi istiâ'zede bulunmak bütün ulemâya göre müstahabdır .Bu hususta evlerdeki helalarla ovanın farkı yoktur. Çünkü ovada Kazâ-i hacete oturmak da hela hükmündedir.   Helaya girerken istiâ'zeyi unutan kimsenin helaya girdikten sonra istiaze etmesi Hz. İbni Abbâs ile diğer bir   takım ulemâya göre mekruh, İbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) 'nın da dahil olduğu bir cemâate göre caizdir.

2- İbni Battal bu hadisle istidlal ederek helada Allah'ın zik-redilebileceğine kail olmuştur. Maamafîh bu hususdaki rivayetler muh­teliftir. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Bi'ri Cemel de­nilen yere kazâ-i hacet için giderek döndükten sonra bile teyemmüm etmeden selâm almadığını az  yukarıda  görmüştük.  Bu  sebeple ulemâ ihtilâf etmiş. Bâzıları helada Allah'ı zikretmenin mekruh olduğunu, diğer bâzıları da caiz olduğunu söylemişlerdir. İbni Abbâs (Radiyallahâ anh) Atâ', Mücâhid ve Şa'bi kerahete kail olanlardır. îkrime    dille değil, kalple zikrin caiz olduğunu söylemiştir. Hz. Abdulah b. Amr'in helada Allah'ı zikreddiği, îbni Vehb'den rivayet olunmuştur. Azramî diyorki Şâ'bî 'ye; «Ben helada aksırırsam Allah'a hamd edeyim mi? diye sordum: «Hayır, oradan çıkma­dıkça hamdetme!» dedi. Müteakiben Nehâî'ye giderek bu meseleyi sordum o «Allah'a hamdet!» dedi. Ona Şa'bî'nin sözünü naklettim, Nehaî; «Hamd yukarı çıkar aşağı inmez» dedi. îbni   Şîrîn ile İmam Mâ1ik'in kavlide budur.

Buharı 'nin Atâ'dan rivayet ettiği bir habere göre üzerinde ismullah yazılı yüzükle helaya girmekde beis yoktur. Hasan- Bas­rı ile Said b. el-Müseyyeb'in nıezhebleri de bu olduğu rivayet edilir. Ulemâdan bâzıları üzerinde ismullah yazılı yüzük vesaire ile helaya girmeyi doğru bulmamışlardır. Buhârî,; «Bunun haram olmaması sahihtir» diyerek kerahet-i tenzîhiye ile mekruh olduğuna işa­ret etmiştir.

Bi'r-i Cemel hadisini ulemâ ihtiyata ve fazilete hamletmişlerdir. Çün­kü abdestsiz selâm almamak şart değildir. Taberî (224-310) «Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in abdestsiz selâm almaması müslümanlarm birbirlerine abdestsiz selâm vermemelerini ta'lim ve te'dib içindir» demiştir.

3- Helaya girerken yapılacak istiâze  gibi sözlerle olur.

4- Peygamber (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) 'in istiaze etmesi Allah'a kulluğunu ifade ve ümmete bunu talim içindir. Yoksa Fahri Kâinat efendimiz bütün ins-ü cinnin şerlerinden mahfuz idiler. Hat­tâ cinlerden birini mescidin direğine bağlamıştı. Bu onun cinlerede ha­kim ve mutasarruf olduğuna delildir.

5- İstiâzeden Önce Bismillah demek müstehabdır. Mamer'inin rivayet ettiği bir hadisde besmele tasrîh olunmuştur.

 

33- Oturarak Uyumanın Abdesti Bozmayacağına Delil Babı

 

123- (376) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize is­mail h. Uleyye rivayet ettu H. Bize Şeyban b. Ferrûh dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvaris rivayet etti, bunların ikisi de Abdülaziz'den, o da Enes'den, naklen rivayet etmişler. Enes şöyle demiş:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birisine yavaşça birşey söy­lerken namaza ikâmet getirildi. (Abdülvaris'in hadisinde: Nebiyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birisiyle gizlice konuşurken denilmiştir) fakat cemaat uyuyuncaya kadar kendisi namaza kalkmadı.

 

124- (...) Bize Ubeydullah b. Mûâz el-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be Abdüllaziz b. Süheyb'den, o da Enes b. Mâlik'den işitmiş olmak üzere rivayet etti. Enes şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamla gizlice konu­şurken namaz için ikâmet getirildi. Fakat kendileri ashabı uyuyuncaya kadar gizli konuşmaya devam ettiler, sonra gelerek onlara namaz kıldır­dılar.

 

125- (...) Bana Yahya b. Habîb el-Hârisi dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Halid —ki îbnil Haristir— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Kâtade'den, naklen rivayet etti. Demiş ki: Enes'i şöyle derken dinledim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlemjm. ashabı uyurlar sonra abdest al­madan namaz kılarlardı.

Şu'be demiş ki:

Katâde'ye «Sen bunu Enes'den mi işittin?» dedim:

Evet   İyvallah!» cevabını verdi.

 

126- (...) Bana Ahmed b. Saîd b. Sahr ed - Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habbân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad, Sâbit'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki şöyle demiş: Yatsı namazına ikâmet getirildi. Bu sırada bir zât; benim bir hacetim var, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onunla gizlice görüşmeye gitti. Tâki cemaat yahut cemaatten bâzıları uyudular; sonra namazı kıldılar.

Bu hadîsi Müslim «Namaz» bahsinde de tahric ettiği gibi Buhârî «Ezan» bahsinde. Ebu Davud 'da namaz bahsinde tahric et­mişlerdir. Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Ashab-ı Kiram yatsı namazını kılmak üzere toplanmışlar, namaz için ikâmet ge­tirilmiş. Tam bu sırada bir kavmin büyüğü olduğu söylenen bir adam gelerek Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüş­mek istemiş, o da mescidin bir köşesine çekilerek kendisi ile gizlice uzun uzun görüşmüş ve onu İslama yatıştırmaya çalışmış. Aynî diyorki; «Gelen bu zatm bir melek olması En es (Radiyallahû anh) 'in onu insan suretinde görmesi ihtimalden uzak değildir.

Hadis muhtelif rivayetleri  ile uykunun  abdest boznuyacağma  delâlet etmektedir. Yine Enes (Radiyallahû anh) 'dan bir rivâyetde;

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabı yatsıyı beklerken uyurlar hatta başları göğüslerine düşerdi; sonra namazı kılarlar, abdest almazlardı» denilmektedir.

Hadîsin bir rivayetinde Katâde «Enes rivayet ederken işit­tim» dediği halde Şu'be' nin ona; «Sen bunu Enes'den mi işittin» diye sorması, işitip işitmediğini iyice tesbit etmek içindir. Çünkü Katâde (Rahimehullah) Müdellislerdendir. Şu'be ise tedlîsi son derece hor görenlerdendir. Hattâ «Zina etmek tedlis yapmaktan ehvendir» dediği rivayet olunur. Evvelcede arzettiğimiz gibi müdellisin «an» edatı ile «fi­lândan» diyerek rivayet ettiği hadisle ihticac olunmaz. Filândan işittim derse ancak o zaman hadisi makbul olur. Bu sebepten Şu'be (Rahimehullah) Katâde 'nin hadîsi işitip işitmediğini iyice tesbit et­mek istemiştir. Her halde Katâde dahi onun bu fikrini anlamış olacakki hadîsi   Enes 'den işittiğini Allah'a yemin ederek söylemiştir.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Bir cemâat huzurunda iki kişinin gizlice konuşmaları caizdir. An­cak bir yerde bir kişiyi yalnız bırakıp da iki kimsenin gizli   konuşmaları yasak edilmiştir.

2- Zaruret îcâbı olarak namazla ikametin arasını ayırmak caizdir. Gerçi Ulemâdan   İbrahim   Nehâi,   ile   Zührî   ve Hançfî-ler ezanla ikâmet arasında konuşmayı kerih görmüş; İmam Mâlik'-in dahî İkametle namaz arası uzarsa ikametin iadesi müstahabdır. dediği rivayet olunmuştur. Fakat Hanefîler'in konuşmayı kerîh görmesi zaruret olmadığına göredir. Hattâ onlarca zaruret yokken konuşmak haramdır. Zaruret bulunduğu zaman konuşmak onlara göre de mekruh değildir.

3- Namaz vaktin evvelinden biraz sonraya geciktirilebilir.

4- Birçok meseleler bir araya gelince evvelâ en mühim olanın çare­sine bakılır.

5- Oturarak uyumak abdesti bozmaz. Babımız hadisinde asıl maksat budur. Ulemâ uykunun hades olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzı­larına göre uyku bizzat hades yani abdesti bozan şeylerden bindir. Di­ğerleri uykunun bizzat hades olmadığına onun yalnız bir mazınne-i hades yâni abdestin bozulduğu zannını veren bir hâl olduğuna kaildirler. Bir şeyin künhünü anlamak mümkün olmazsa sebebine o şeyin hükmü verilir. Meselâ seferde dört rekâtlı namazların ikiye indirilmesi meşak-katdan dolayıdır. Fakat meşakkati yüzde yüz tahdid mümkün olmadığı için ona sebeb olan yolculuk meşakkat yerine geçirilmiş ve şer'an mute­ber olan bir mesafeye gidilirse namazlar ikişer rekât'kılınır, denilmiştir. Burada da öyledir. Haddi zatında uyku abdesti bozmamakla beraber, uyku halinde bulunan bir insan abdestinin bozulup bozulmadığını kontrol im­kânına sahip olmadığı için uyku hades yerine geçirilmiş ve onunla ab­destin bozulduğuna hükmedilmiştir.

Uyku hakkında ulemâdan dokuz kavil rivayet edilmiştir.:

a) Uyku hiçbir surette abdesti bozmaz. Bu kavil Ebû Mûse1, Eş'arî (Radiyalîahû anh) ile Saîd b. El-Müseyyeb, Ebû Miclez, Humeyd b. Abdİrrahman, e1-A'rac ve Evzâi 'nin mezhebi eridir Hattâ İbni Hazm 'in beyânına göre Ashab-ı kiramdan bir cemaatle îbni Ömer (Radiyalîahû anh) Mekhûl ve Ubeydetü's-Selmanî dahi buna kaümişler.

b) Uyku herhalde abdesti bozar. Hasan-ı Basrî, Mü­zeni, Ebû Ab dillâh Kaasim b. SeZlâm ve î s-hâk b. Râhuye buna kaildirler. îbni Münzir: Bu ka­vil garip olarak İmam. Şafiî 'dende rivayet edilmiştir. Ben de bu­na kailim demiş; aynı kavlin mânâ itibarı ile İbni Abbâs, Enes ve Ebû Hüreyre (Radiyalîahû anhûm) hazerâtından rivayet o-lunduğunu söylemiştir.

İbni    Hazm'e göre haddizatında uyku hadestir ve az olsun,

çok olsun abdesti bozar. Bu hususta oturarak uyumakla, ayakta uyuma­nın ve keza namaz içinde yahut namaz dışında rükû ve sücûd halinde ve­ya dayanarak yahut uzanarak uyumanın bir farkı olmadığı gibi yanmda-kilerin, uyuyan kimsenin abdesti bozulmadığını yakînen bilip bilmeme­lerinin de bir tesiri yoktur.

c) Çok uyku abdesti bozarsada az uyku hiçbir hâlde abdesti bozmaz. İbni Münzir   bu kavlin Zührî, Rabîa , Evzâi,   İmam Mâlik bir rivayetde İmam   Ahmed b. Hanbe1'in mezhebi olduğunu söylüyor. Bâzıları akla galebe çalacak kadar derin olursa uy­kunun abdesti bozacağına kail olmuştur.

d) Uyku rükû, sücûd, kıyam ve kuûd gibi bir namaz hey'etinde olursa abdesti bozmaz bu hal namazın içinde olsun, dışında olsun hükmen müsavidir. Fakat birşeye dayanarak veya sırtüstü yatarak uyuyan kimse­nin abdesti bozulur. Ebû Hanîfe ile Dâvûd-u Zâhi-r î 'nin mezhebleri budur. Garîb bir kavil olarak imam Şafiî 'den de rivayet olunur. Hammad b. Ebî Süleyman ile Süf-yan-ı Sevrî dahi buna kail olmuşlardır.

e) Uyku yalnız rükû hâlinde olursa abdesti bozar İbni Tîn bunu İmâm Ahmedb. Hanbel'in bir kavli olmak üzere rivayet etmiştir.

f) Yalnız secde hâlinde uyku abdesti bozar. Bu kavil de İmam Ahmed'den rivayet   olunmuştur.

g) Namazda secde halinde uyuyanın abdesti  bozulmaz. Fakat  na­maz dışında  secde  halinde  uyuyanın  abdesti  bozulur.  Namazda  kasten uyuyanın abdesti dahî bozulur. Bu kavil   İbni   Mübarek 'indir.

h) Namazda uyumak abdesti bozmaz, namaz dışında uyumak bozar. Bu kavil İmam Şafii 'den rivayet olunur.

i) Oturarak ve Mak'admı yere yerleştirerek uyuyan bir kimsenin abdesti bozulmaz. Bu hususda az veya çok uyumakla namaz içinde veya dışında bulunmak müsavidir. İmam Safi (Rahimehullah) 'm mezhebi budur.

Ebû Bekr İbni'l- Arabi «Ulemâmız uykuya dair birbirine muarız olarak rivayet edilen hadislerden çıkarılan uyku mese­lelerini tetkik etmiş ve bunların onbir hale inhisar ettiğini görmüşlerdir ki, bunlar uyku, yürüme, ayakta durma, dayanma, rükû, bağdaş kurarak oturma, dizlerini dikerek ve ellerini önden bağlıyarak oturma, yaslanma, hayvan üzerinde bulunma, secde, yatma ve bir yerde karar kılıp oturma şekillerinden birine mahsustur.» demiştir.

Fakat bütün bunlar yalnız ümmet hakkındadır. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin uykusu onun hasâisinden olmak üzere hiçbir surette abdestini bozmaz.

Nevevî diyor ki: Delilik, baygınlık, içki veya ilâçtan mütevellid -sarhoşluktan dolayı aklın zail olması bilittifak abdesti bozar. Bu hususta azlığın ve çokluğun vesâirenin de bir farkı yoktur. Uyuklamak abdesti bozmaz. Sünnet budur. Uyumanın alâmeti akla galebe çalması göz ve di­ğer hassaların muattal kalmasıdır. Uyuklamak ise akla galebe çalmaz. On­da hasselerde  muattal kalmaz.  Yalnız gevşerler. Bir kimse  uyudumu, uyukladımı şüphe etse abdest alması vacip değil müstehab olur. Uyuduğu­nu yüzde yüz bilsede mak'adımn yere döşenip döşenmediğinde şüphe et­se abdesti bozulmaz, yalnız onu tazelemesi müstahâb olur. Oturarak uyuşa da. Sonra mak'adı yahut mak'adınm bir tarafı yerden ayrılsa bakılır; eğer bu iş uyanmadan olmuşsa abdesti bozulur. Çünkü makadı yere yerleşme­diği halde bir müddet uyumuştur. Uyandıktan sonra yahut uyanırken makadı yerden ayrılır yahut ne zaman ayrıldığında şüphe ederse abdesti bozulmaz. Makadmı yere döşeyerek kendisi de duvar gibi bir şeye da­yanarak uyursa abdesti bozulmaz. Bu hususda dayandığı şey alındığı tak­dirde kendisi yere düşecek derecede uyusun uyumasın fark yoktur.

Dizlerini dikerek ve ellerini önden sararak oturan ve bu halde uyu­yan hakkında Şafiiler'den üç kavil nakledilir. Bir kavle göre bağdaş ku­rup oturan gibi bunun da abdesti bozulmaz. İkinci kavle göre yatarak u-yuyan gibi bunun da abdesti bozulur. Üçüncü kavle göre makadı yere yerleşmeyecek derecede zayıfsa abdesti bozulur. Şişmansa abdesti bozul­maz.

Hanefîlere görede uyuklamadan abdest bozulmaz.

6- Hanefîlere göre ikametle namazın arası yemek ve çok konuş­mak gibi amel-i Kesîr sayılan bir şeyle ayrılırsa ikamet yeniden getirilir. Az bir amelle ayrılırsa ikamet tekrar edilmez. Çünkü onun tekrarı meşru olmamıştır. Mâlikîlerden Übbî'de ve Namaz gecikirse ikamet tek­rarlanır.» diyor.

 

 



[1] Ebu'l Velid Abdullah b. Şeddad b. Hâd: Kûfe'lidir. 81 tarihinde nehirde bo­ğularak vefat etmiştir.

[2] Küreyb  b,  Ebî  Müslim:   İbni  Abbas   radiyallahu   anhümanın  azadlısıdır.  Sahi-hayn  râvîlerindendir.  Vefat tarihi  98  dir.

[3] Zeynep biati Ümmi Seleme (Radiyallahû anha): Asıl ismi Bİrre olup Resulul-lah (S.A.V.) kendisine Zeynep ismi vermiştir. Resulüllah (S.A.V.) den hadîs rivayet etmiş­tir.  Hadîsleri   Buhâri  ve  Müslim'dedir.

[4] Ümmiil Mİİ'mİnin Ümmü Seleme  (Radiyallahu anha):  îsmi  Hİnd binti  Ümey-ye'dir.  Hz.  Zeyneb'in  annesidîr.

[5] Aınra   binfi   Abdjrrahnıan   b.   Es'ad:   Sahihayn   râvîlerindendu.    103   tarihinde 77 yaşında  vefat etmiştir.

[6] Muhammed   b. Ahdirrahman b. Nevfel:   Medine'lidir. Urvetü'bnü   Zübeyr'in yetimidir.   119  tarihinde  Mısır'da vefat etmiştir. Sahihayn  râvîlerindendir.

[7] Sabit b.  Ebcyd  el-Ensari:  Müslim'in râvîlerindendir.

[8] Kaasim z. Muhammed b. Ebi Bekr: Sahihayn râvîlerindendir.   102 tarihinde 73 yaşinda vefat  etmiştir

[9] Ebu  Süleyman  Davud b. Abdirrahman  el-Mekki:  Sahihayn râvîlerindendir

[10] Sûre-i   Bakara,   âyet:   222.

[11] Ebû  Yala   Miinzir  b.   Ya'lâ   cs-Sevrî:   Kûfe'lidir.   Sahihayn, râvîlerindendir

[12] Ebu'l-Kaasîm Muhammed b. AH- b. Ebî Tâlib : Hz.  Ömer zamanında doğmuş, 80,  81 veya   114 tarihinde Medine'de vefat ederek   «eI-Baki'»a defnedilmiştir.

[13] Ebu'l-Esved Abdullah b. Ebİ Kays: Azadlılardandır. Müslim'in râvîlerindendir.

[14] Ali b. Davud.

[15] Ebu Müslim Hasan b. Atamed b. Ebi Şuayb: Halife Ömer b. Abdilaziz'in azad-r.   Müslim'in   râvîîerindendir.

[16] Ebu   Abdirrahman   Miskin   b.   Bekeyr   el-Hazzâl   el-Cezerî:   Sahihayn   râvîlerindendir.

[17] Hişâm  b.  Zeyd   el-Ensarî:  Hz.  Enes b.   Mâlik'in  torunudur.

[18] Hz.   Enes   b.   MaHk'in   annesidir.   tsmi   ihtilaflıdır.   Sehle   diyenler   olduğu   gibi Muleyke  ve   daha  başka  olduğunu   söyleyenler  de  vardır.   Meşhur   bir   sahabİyyedir.

[19] Ebu'l Abbas b. Velid b. Nasr:  Sahihayn râvîlerindendir

[20] Salih b. Ömer el-Vâsîfi: Hulvan'da yaşamıştır. Müslim'in râvîlerinden olup bir hadîs  rivayet etmiştir.

[21] Ebu  İshak  İbrahim  fa.  Musa  er-Râzî:  Sağır lâkabı   ile mâruftur.  Sahihayn   râ-vîlcrindendir.   220   tarihinden   sonra   vefat   etmiştir

[22] Bu   ismin  hata  olduğu  söylenir,  doğrusu  Abdullah  b. Musâfi'dir:  Müslim'in   râ-vîlerinden   olup   bir  hadîs   rivayet   etmiştir.

[23] Ebu Tevbe Rabi' b. Nâfİ el-Halebı: TarSUS ta   yaşamıştır.   Sahihayn   râvîlerindendir

[24] Ebıı   Esma1   er-Rahabî  Anır  b.   Mersed : şam’lıdır Müslim’in ravilerindendir

[25] Salim b.  Ebi'I  Ca'd  Rafi'  el-Eşcaî:   Kûfe'ii  azadlılardandır.   89 tarihinde vefat etmiştir.

[26] İçerisine süt  sağılan   kaptır.

[27] Ebu   Bekr Abdullah  b.  Hafs  b.  Ömer:   Müslim'in   râvîlerindendir.

[28] Yezîd  b.  Ebi  Habîb.

[29] Ebu Abdirrahman  Eflâh  b.  Humeyd  b.  Nâfi'  el-Ensâri: Azadhlardandır.  Sa-hihayn râvîlerindendir.

[30] Muaze  binU Abdillâh  el-Adeviyye:   Basra'lidır.  Sahihayn   râvîlerindendir.

[31] Ebu  Reybâne Abdullah  b.  Matar  yahud Ziyâd  bin  Malar:  Basrali azadlılar-dandır.  Müslim'in râvîlerindendir.

[32] Sefine Ebu Abdirrabmsn Mihran b. Ferrâh: Resûlüllâh (S.A.V.) in veya Üm-mü  Seleme  (R.A.)'nm âzadhsıdır.  İsmi  ihtilaflıdır.  Sefine onun   lâkabıdır.  Bİr gazada çok yük taşıdığı  İçin Resû'-ü  Ekrem  (S.A.V.)  kendisine:   «Sen  sefinesin  (gemisin)»  demiş   bir daha bu lâkabla anılır olmuştur.

[33] Süleyman 4».  Surad  el-Huzâi  (R.A.):  Kûfeli   meşhur bir Sahabi-i   Celildir.   65 tarihinde  Eteezire'de  Vali  iken  şehid  edilmiştir

[34] Cübeyr b.  Mut'im  b. Adiy  (R.A.): Ashab-i   Kirâm'dan olup Hz. Muaviye'nin hilâfeti  zamanında Medine'de vefat etmiştir

[35] Ebu Muhammed Abdülvehhab b. Abdilraecİd  Es-Sekafi:  Basra'lıdir.  Sahiheyn râvîlerindendir.   110 tarihinde doğmuş   194 de vefat etmiştir.

[36] Hasan bin Muhammed ibnil Hanefiye:  Hz.  Ali'nin  torudunur,  Ömer b. Ab-dilaziz   zamanında   vefat   etmiştir.

[37] Ebu Musa Eyyüb b. Musa b. Amr: Mekke'İidir. Sahihayn  râvîlerİndendir

[38] Ebu Rafi' Abdullah  b.  Râfi:  Medine'Iidir.  Hz. Ümmii  Seleme'nin  azadlısıdır. Müslim'in   râvîlerindendir.

[39] Ebu Abdiliâh Ubeyd b. Unıeyr b. Kalâde: Mekke'lilerin kadisıydı. Sahihayn râvîlerindendir

[40] Bazı   nüshalarda bunun   îbni   Ömer   (R.A.)   olduğu   zikredilmiştir.

[41] Mansur   b.   Safiyye:   Sahihayn   râvîlerindendİr.   Babasının   adı   Abdurrahman1-dır.  Ancak   annesinin   adıyla meşhurdur

[42] Safiyye   bînti   Şeybete'l-Kureşiyye:   Müsafi'nin   kız   kardeşidir.   Sahihayn   râvî-lerindendir

[43] İbrahim  b.   Muhacir  el-Beceli,   Müslim'in   râvîlerindendir.   Kûfe'lidir.

[44] Musa  b,  Kureyş  b.  Nafi'et-Tcmimi:  Müslim'in   râvîlerindendir.

[45] Ebu Yakup İshâk b. Bekr b. Mudar: AzadJılardandır. Mısırlılardan sayılır, Müslim'in   râvîlerindondir.

[46] Saflığında cennetle müjdelenen on sahabeden biri ve Resûlüllah (S.A.V.) in bacanağıdır.   Bedr   gıızilerindendir.   33   tarihinde   irtihal   etmiştir.

[47] EbıTl-Ezher Yezid b. Ebî Yezîd ed-Dabıii: Azatlılardandır, Basralılardan sa­yılır, Mekke'nin arazisini bir defa hac mevsiminden evvel, bir de hac mevsiminde ölçmüş; ikinci Ölçümde mesahanın daha geniş olduğu görülmüş. Bundan hac mevsiminde bir mu­cize olarak Mekke arazisinin genişlediği anlaşılmıştır. 130 tarihinde Basra'da vefat etmiş­tir. Kendisine neden Risk denildiği ihtilaflıdır. Fârİsîde risk : Taksimci, gayretli, uzun sa­kallı ve akreb manâlarına gelir. Filhakika bu zat hem  taksimci, hem  de uzun sakallı  idi.

[48] Ümmü Hâni Fâhite binti Ebi Talib:  Hz.  Ali'nin  kız kardeşidir.   Fetih  yılın­da   Müslüman   olmuştur.

[49] Ebu  Miirre Yezîd:  Ümmü Hani'nin  azadlısi  olup, ondan  hadîs  rivayet etmiş-lir. Sahihayn râvîlerindendir.

[50] Said   b.   Ebî   Hind:   Medine'Iİ   Selemetü'bnü   Cündep   (R.A.)'ın   azadlisıdır.   Sa­hihayn râvîlerindendir.

[51] Muse'l-Kaari:   Müslim'in   râvîlerinden   olup,   abdest  hakkında   Zâide'den   hadis rivayet etmiştir.

[52] Ebu Osmam Dahhâk b, Osman El-Kureşi : Medine'licıir. Hakîm b. Hizam'ın kardeşi  oğludur.   Müslim'in  râvîlerindendir.

[53] Ebu Cafer Abdurrahman b. Ebî Saîd'i-Hudri (?-112): Mcdine'lidir. Müs­lim'in  râvîlerindendir

[54] İbni Ebi Füdeyk Ebu İsmail Muhammed b. İsmail: Azadlılardantlir. Sahîhayn râvîierindendir.  200 veya  201   tarihlerinde vefat etmiştir

[55] Süheylî, Kabe'nin beş defa -bina edildiğini söyler. İlk defa Hz. Âdem'in ha­yatında Şit (A.S.) tarafından; ikinci defa İbrahim (A.S.); üçüncü defa Islâmiyetten önce Kureyş tarafından; dördüncü defa İbni Ziibeyr zamanında Kabe yanarak İbni Zübeyr ta­rafından; beşinci defada Abdülmclik tarafından bina edilmiştir. Da!ıa sonra Ebu Ca'fer-el Mansûr'da Kabe'yi yıkarak yeniden yapmak istemişse de bu iş oyuncak olur ve Kabe'nin heybeti kalmaz endişesi  ile İmam  Malik  (R.A.)'e kendisine  mani olmuştur.

[56] Ebu  Osman  Saîd  b.   Yahya   b.  Saîd  el-Emevî:   Bağdat'lıdır.   Sahihayn   râvîlerindendir.

[57] Ebu Ümâmete'bnü Sehl: Es'ad b. Sehl b. Huneyf (R.A.), Peygamber (S.A.V.)'e yetişmiş,   fakat   ondan   hadîs   rivayet   edememiştir.   Sahihayn   râvîlerindendir.   Vefat   tarihi 100 dür.

[58] Muhammed  b.  Abdillah  b.  Ebi  Yakup :  Basra'lidır.   Sahihayn   râvîlerindendir.

[59] Hasan  b.  Sa'd:   Hasan   b.   Ali'nin   azadlisıdır,   Kûfe'Iidir,   Müsl'm'İn   râvîlerin­dendir

[60] Ebu  Abdillah  Şerik  b.   Abdillah  b.  Ebi  Nemr  el-Kurcşi :   Sahihayn   râvîlerin-dendir.

[61] Ebu'l Alâ Yezid b. Abdillâh b. Şihhir el-Âmiri: Sahihayn  râvîlerindendir.

[62] Ebu'l-Abbas  Vehb   b.   Cerir  b.   Hâzim   (? - 206) :   Basra'lıdir.   Sahihayn   râvîle-rindendir. 588

[63] Muhammed  b. Abdillah b.  el-Müsenna el-Ensari  (118-215):  Medine kadısıdır. Sahihayn   râvîlerindendir

[64] Ebu  Nasr Humeyd  b.  Hilâl  el-Hilâlî:  Basra'hdır.   Sahihayn   râvîlerindendir.    

[65] Ünınıii  Küîsiim binti  Ebî  Bekr:  Müslim'in   râvîierindendir.   Hz.  Âi^e'den  hadîs rivinet etmiştir.

[66] Abdülmelik b. Ebi Bekr;  Mecline'lidİr. Sahihayn râvîlerindendİr. Hişam b. Ab-dilmelik zamanında vefat etmiştir.

[67] Haricetü'bnü   Zeyd   b.   Sail   el-Ensârî:   Medine'üdir,   Sahihayn   râvîlerindendİr.

[68] Abdullah   b.   ibrahim   b.   Kaarız   ez-Zührî:   Medine'lidır.   Müslim'in   râvîlerindendir.

[69] Ebu  Osman  Sa'id  b.  Halİd  b.  Amr  b.  Osman  b,  Affan  el-Kureşi :   Medine-lidir.   Müslim'in   râvîlerindendİr.

[70] Ebü   Nuaym.   Vehb   b.   Keysân:   Hz.   İbni   Zübeyr'in   âzâdlısıdır.   Medine'lidı'r. Sahihayn   râvîlerindendir.

[71] Ebü AbdİIIah  Muhammed  b.  Amr b.  Atâ  b.  Ayyaş:  Medine'li   âzâdlılardan-dır.  Sahihayn   râvîlerindendir.  Pek  heybetli ve  mürüvvet  sahibi bir zat olduğu  için  Halife olması   bile  konuşulurmuş

[72] Ebü   Muhammed   Ali   b.   Abdillah   b.  Abbas   e]   Hâşimî:   Müslim'in   râvîlerin-dendir.   110 veya   117 tarihlerinde Şam'da vefat etmiştir

[73] Cafer b. Aııır b. Ümeyyete'd-Damrî: Medıne'lidİr. Halife Afadiilmelik b. Ver-van'ın   mi t   kardeşidir.   V'elid  b.   Abdülnıelİk   zamanında  vefat   etmiştir.

[74] Ya'kup   h.   Abdillah   b.   el-Eşecccl-Mahzunıi:   Azadlılardandır.   Müslim'in   râvî­lerindendir.

[75] Abdullah   b.   Ubeydillah   b.   Ehi   Râfi':   Müslim'in   râvİlerindendir.

[76] Muhammed  b. Amr b. Halhale:   Medinelidir.   Sahihayn   râvîlerindendir.

[77] Osman b. Abdillah b. Mevheb El-A'rac el-Kureşî: Aslen  Medine'li olup Irak'­la  yaşamıştır.  Sahihayn  râvîlerindendir

[78] Ebu   Sevr   Ca'fer  Ebî   Sevr  tkrinıe :   Müslim'in   râvîlerindendir.

[79] Ebû   Abdillah   Cabir  b.   Semura   b.   Cünâde   (R.A.) :   Ashab-ı   kiramdandır.   74 tarihinde   Kûfe'de  vefat etmiştir.

[80] Eş'as  b.  Ebi   Şa'sa'  Süleym   b.   Esved :   Kûfe'İidir.   Sahihayn   râvilerindendir.

[81] Abbad b. Temim el-Eosari:  Medİne'lidir.   Sahihayn   râvîlerindendİr.

[82] Hadîs olmak :  Sonradan  meydana  gelmek;   yeni   olmak   demektir.

[83] Abdullah   b.   Muhanmıed   b.   Misver   Ez-Zütıri:   Basra'lıdir.   Abdest   ve   Cihad bahislerinde  Süfyan   b.   Uyeyne'den   hadîs   rivayet  etmiştir.

[84] Ebu   Ali   Abdürrahim   b.   Süleyman   el-Kİnâni:   Kûfe'de   yaşamıştır.   Sahihayn râvîlerindendir

[85] Ebu   Abdillah   Abdülmelik   b.   Ebi   Süleyman   el-Fezart:   Kûfe'lidir.   Müslim'in râvîlerindendir

[86] Abdurrahman  b.   Va'le  es-Sebe'i : Mısırlıdır.  Müslim'in   râvîlerindendir

[87] Amr b. Rabî' b. Tarık:  Mısır'lıdir, Sahİhayn  râvîlerindendir.

[88] Ebul-Hayr Mersed b.  Abdullah  el-yezenî.

[89] Abdurrahman   b.   Va'le   es-Sebe'i:   Mısır'lıdır.   Müslim'in   râvîlerindendir

[90] Ebu  Muhammed  Abdurrahman b.  Kaasim  b.  Muhammed  b.  Ebi Bekr es-Sıddık : Zamanının en fâzıl ve âlimi olduğu söylenir.   126 tarihinde  Medine'de vefat etmiştir.

[91] Ebu   Muaviye  Muhamıned   b.   Hazim

[92] İbni Mes'ud'un  kîinyesidir.

[93] Sure-i Mâide, âyet: 6.

[94] Abdülvâhid b. Ziyad el-Abdi.

[95] Hakem   b.   Uteybe

[96] Zerr  b.  Abdillaîı   el-Hemdanî :   Kûfe'lidir.   Sahihayn   râvîlerindendir.

[97] Said  b.   Abdirrahman  b.   Ebzâ:   Azadlilardandir.   Kûfe'lidir.   Müslim'in   râvîle­rindendir

[98] Selemetii'bnü  Köbeyl.

[99] Hâlid   b.   Sclcmetc'1-Mahzûmî   el-Kureşi:   Kûfe'lidir.   Müslim'in   râvîlerindendir

[100] Behiy :  Ebı'ı   Mulıamnıed  Abdullah b. Beşşâr; Kûfe'lidir.  Müs'ab b.  Zübeyr'in âzadlısıdsr.

[101] Saîd   b.   El-Huveyris   yahut   İbni   Ebî   Huveyris:   Mekke'lidir.   Sâib   oğullarının âzadlisidir.

[102] Muhammed   b.   Müslim   el-Tâifî:   Müslim'in   râvîlerindendir.