4. Sünnetin
Evrensel Bütünlüğü Sünnetin tüm hayatı ya da hayatın tüm
safhalarını bütün boyutlarıyla kucaklayıcı bir yapıya sahip olduğu açıktır. Bu
durum, sünnetin evrensel bütünlüğü demektir.
"De ki, ey
insanlar! Ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim"
12 ayeti ve konuya ait diğer ayetler, bir
taraftan İslam'ın cihanşümul bir din olduğunu ilan ederken bir taraftan da Hz.
Peygamber'in elçiliğinin ve dolayısıyla onun sünnetinin, yaşama tarzının evrensel
boyut ve karakterini ortaya koymaktadır.
İslam tebliğine muhatap
olan insanlar arasında çeşitli açılardan farklılıklar olacağı pek tabiîdir. Bu
farklılıklara rağmen her insan veya topluluk, yatıp kalkmak, yiyip içmek, ağlayıp
gülmek, alış veriş, hayır-hasenat yapmak, öğrenip öğretmek, hastalanıp tedavî
olmak gibi hayatın bütün hallerinde kendilerine örnek alacakları bir rehbere
muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç, ruhî ve hissî alanlarda ve ilişkilerde daha büyük
boyutlardadır.
İşte bütün toplum
kesimlerinin bütün ihtiyaçlarını ferd, aile, millet, ümmet ve insanlık seviyesinde
ve evrensel çerçevede karşılamak, şekillendirmek, örneklendirmek sünnetin
sorumluluğu ve özelliğidir. Allah Teala'nın Hz. Peygamber'i "en güzel
örnek" diye tanıtması, onun hayatında bütün bu hayat şart ve şekillerine
göre İslam çerçevesinde örnek alınabilecek ahenkli bir çeşitlilik, zenginlik,
seyyaliyet ve uygulanabilirlik bulunduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber'in hayatını
ve ondaki çeşitliliği ashab-ı kiram, "O bir peygamberdir, bizden farklıdır. Biz
kendi işimize bakalım" yorumu ile değil, "Onun bütün hareketlerinin bize
bakan bir yönü mutlaka bulunmaktadır. Biz onu örnek almalıyız" yaklaşımı
içinde algılamışlardır. Hz. Peygamber'in hayatını ciddiyet ve insaf ile tedkik eden
herkes neticede, "tarih boyunca başka hiçbir kimsede toplanmamış, hayatın her
yönünü etkileyen, şekillendiren üstün özelliklerin Resül-i Ekrem'de bir arada
görüldüğünü" itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Hz. Peygamber'in temiz bir
geçmişe sahip olduğu, hem Kur'an-ı Kerîm'in şehadeti hem de Mekkelilerin kendisine
"el-Emîn" lakabını vermelerinden anlaşılmaktadır. Peygamberliğine karşı
çıktıkları zaman o kendisini "daha önce yıllarca aralarında yaşamış
olduğu"nu hatırlatarak savunmuştur. Bu demektir ki, Hz. Peygamber'in, peygamberlik
öncesi hayatı bile örnek alınabilecek temizliktedir.
Onun peygamberlik günleri,
hemen hemen her safhasıyla gözler önündedir.
Örnek alınacak şahsın
pratik bir hayat sahibi olması fevkalade önem taşımaktadır. Bu da örneğin, çok
yönlü bir yaşayış deneyimine sahip olmasıyla mümkündür. Ümmet için Hz.
Peygamber'in yegane örnek oluşu biraz da bu açıdan ele alınmalıdır. Zira sünnet,
Hz. Peygamber'in, Allah'ın emirlerine uygun hareket etmek maksadıyla seçip yaşadığı
hayat, gittiği yol demektir. Bir anlamda sünnet, son ilahî kitap Kur'an'ın, "son
peygamber", "alemlere rahmet ","üsve-i hasene", "büyük
ahlak sahibi", "mü'minlere düşkün ve onların sıkıntıya uğraması
kendisine çok ağır gelen" bir Allah elçisi olarak Resülullah tarafından
evrensel planda ortaya konmuş nebevî yorumudur. Bu sebeple de Kur'an-ı Kerîm,
beşerî, coğrafî, tarihî, sosyal, meslekî ve ekonomik farklılıklarına rağmen
bütün insanları Resülullah'ın siretine, hayat modeline uymaya, onun izinden gitmeye,
onun yoluna koyulmaya davet etmektedir. Çünkü onun sünneti, muhtelif toplum
kesimlerinin hepsine birden örnek olabilecek zenginliktedir. Onun hayatı, canlı Kur'an
niteliğiyle insan hayatına tam bir uygulama örneği ve ışığıdır. Herkes onda
örnek alabilecek bir yön bulabilir. Sünneti bu bütünlük, zenginlik ve evrensellik
içinde düşünmemek, Hz. Peygamber'i ve onun şekillendirdiği İslam hayatını
kavramakta ve tabiatıyla Resülullah'ı anlamakta çekilen güçlüklerin ve düşülen
yanlışların gerçek sebebidir. Konuya ait bütün olumsuz ve temelsiz düşünce ve
beyanların düzeltilebilmesi, sünneti evrensel boyut ve bütünlüğü içinde
algılayabilmeye bağlıdır.
Hz. Peygamber'in
sünnetinin evrensel boyutta uygulanabilir bir bütünlüğe ve esnekliğe sahip olduğunu
gösteren ashab-ı kirama ait bir kaç tesbiti şöylece sıralayabiliriz:
Yapılabilecekleri emrederdi: Hz. Aişe anlatıyor: "Resülullah sallallahu aleyhi ve
sellem ashabına emrettiği zaman, daima kolaylıkla üstesinden gelebilecekleri amelleri
emrederdi".13
Ümmetini düşünürdü:
İbni Abbas radıyallahu anhüma, Hz. Peygamber'in, "Ümmetimi meşakkate
sokacağından endişe etmeseydim, yatsı namazını geç saatlerde kılmalarını
emrederdim" buyurduğunu 14; Ebü Hüreyre
radıyallahu anh de "Ümmetime zor geleceğinden endişe etmeseydim, onlara her
abdest alırken misvak kullanmalarını emrederdim" buyurduğunu 15 haber vermektedirler. Yine Ebü Hüreyre radıyallahu anh'ın
bildirdiğine göre Hz. Peygamber "Sizi bir şeyden menettiğim zaman ondan
kesinlikle kaçının. Bir şey emrettiğimde ise, onu gücünüz yettiğince yerine
getirin"16 buyurmuştur.
Resül-i Ekrem Efendimiz
gösterdiği yolda, dinî gayretle de olsa, aşırı davranılmasını asla tasvip
etmemiştir. "Bazılarına ne oluyor ki, benim yaptığım bir şeyi yapmaktan
çekiniyorlar. Allah'a yemin ederim ki, içlerinde Allah'ı en iyi tanıyan ve O'ndan en
çok korkan benim"17 buyurarak kendisinden
daha ileri bir müslüman olma imkanının bulunmadığını dile getirmiştir.
"Yapılabilecekleri
emretmiş" olmasına rağmen, onun emirlerini önemsemeyerek karşı çıkanları da
asla hoş karşılamamıştır. Seleme ibni Ekva anlatıyor: Resülullah sallallahu aleyhi
ve sellem sol eliyle yemek yiyen Büsr İbni Rai'l-ayr'i gördü ve kendisine:
- "Sağ elinle
ye!" buyurdu. Büsr:
- Yapamıyorum, dedi. (Müslim'in rivayetinde onun, bu sözü kibirlenerek söylediğine
işaret edilmektedir). Hz. Peygamber:
- "Yapamaz ol!" buyurdu. Ravi Seleme İbni Ekva diyor ki, "Bundan sonra
adamın sağ eli ağzına ulaşamaz oldu".18
Hz. Peygamber çevresine
karşı duyarlıydı, cemaatini gözetirdi.
Enes ibni Malik
radıyallahu anh'ın şu müşahedeleri bunu göstermektedir:
"Resülullah
sallallahu aleyhi ve sellem, hiç bir şeyi eksik bırakmaksızın, insanların en hafif
namaz kıldıranıydı."
"Resülullah
sallallahu aleyhi ve sellem namazdayken, annesinin yanında mescide gelmiş bir çocuğun
ağlamasını işitir de kısa bir süre okuyuverirdi".19
Kolaylaştırma onun temel
prensibiydi. Hz. Peygamber bu prensibi "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.
Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!"20
şeklinde tesbit ve ilan etmiştir.
Bütün bu nakillerden çok açık bir şekilde anlaşılacağı gibi sünnet,
kolaylaştırma ve sevdirme çizgisinde İslam'ın uygulanışından ibarettir. Bu sebeple
de her insan ve toplum Hz. Peygamber'in hayatında ve sünnetinde kendilerine örnek
olacak bir çok yön ve olay bulabilir. Çünkü bütün insanlığı bir şahsiyette
toplayıp misallendirmek Allah Teala için asla zor değildir. Bu sebeple Hz. Peygamberin
sireti, hayatın her safhasını kapsayan bir bütünlük içindedir. O Allah'ın
kendisine verdiği yetki ile, ülkelerinde krallara, devlet başkanlarına; yollarda,
yaylaklarda çobanlara; mekteplerde hocalara; sınıflarda öğrencilere; obalarda
fakirlere; köşklerde zenginlere; otağlarda, kışlalarda ordulara, komutanlara;
yuvalarda analara-babalara, yavrulara kısaca bütün insanlara aynı çağrıyı
yapmakta, kendisini izlemeye davet etmektedir. Çünkü onun sireti, bütün insanlık
için en güzel örnektir. Çünkü onun sünneti, dünyayı kucaklayıcı bir zenginlik,
çeşitlilik, pratiklik, bütünlük ve ahenk manzumesidir.
Hz. Peygamber'in harb-sulh,
ibadet-ticaret, hak ve adalet, suç-ceza gibi ciddi ve önemli konularla meşgul olması
hemen herkes tarafından pek tabiî karşılandığı halde, onun, günlük insan
hareketlerinin biçim ve şekilleriyle de meşgul olmasını bazıları akıllarına
sığdıramayabilirler. Nitekim Selman-ı Farisî'ye bir müşrik biraz da alaylı bir eda
ile şöyle dedi:
- Görüyorum ki dostunuz
Muhammed, size her şeyi, ama her şeyi, hatta helaya nasıl oturacağınızı bile
öğretiyor?
Selman, gayet ciddî bir
eda ile:
- Evet, gerçekten de
öyle, diye onu tasdik ettikten sonra Hz. Peygamber'in tuvalet adabıyla ilgili
tavsiyelerini sıraladı.21
Hiç kuşkusuz işlerin ve
konuların önemlerine göre sıralanması esastır. Ancak insan hayatındaki her şeyin
belli şekillerle ıslah edilmesi, inanç sisteminin gereklerine uygun hale getirilmesi de
aynı derecede önemlidir. Hz. Peygamber ümmetine bir baba gibi her konuyu öğretmiş,
onların izzet ve şerefine yaraşır davranışları göstermiştir. Bunda "küçük
işlerle meşguliyet" gibi bir basitlik değil, "en küçük ayrıntıyı bile
ihmal etmeme derecesinde bir ciddiyet, sorumluluk ve insanı bir bütün olarak
değerlendirme" gibi derin ve anlamlı bir hassasiyet yatmaktadır. İşte Selman,
bunun farkındaydı ve aklınca alay etmek isteyen "bir peygamber de böyle şeylerle
uğraşır mıymış?" demeye getiren devrin çağdaş müşrik kafasına gerçeği
bütün safiyeti ve açıklığı ile haykırıyordu:
"Evet, herşeyi bize o
öğretiyor!."
Abdullah İbni Ömer
radıyallahu anhüma da kendisine:
- Biz hazar namazı ile,
korku (havf) namazını Kur'an'da buluyoruz. Fakat sefer (yolculuk) namazını Kur'an'da
bulamıyoruz. Nasıl oluyor bu? diyen Ümeyye İbni Abdullah İbni Halid'e;
- Bak yeğenim! Biz hiçbir
şey bilmezken Allah bize Muhammed'i peygamber olarak gönderdi. Biz, Muhammed'i neyi,
nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız"22 diyor, ashabın bilgi kaynağının ve her sahada örneğinin Hz.
Peygamber olduğunu açıkça ifade ediyordu.
Hz. Peygamber'in
sünnetinin, evrensel karakteri, onun ashab-ı kiram tarafından değiştirilmesine mani
olmuştur. Nitekim Hz. Aişe: "Eğer kadınların yeni yeni icad ettikleri halleri
Resülullah görseydi, -İsrailoğullarının kadınlarının men olunduğu gibi- onları
mescidlere gitmekten menederdi"23 demekle
beraber, böyle bir yasaklama yoluna ne kendisi gidiyor, ne de halifelerden böyle bir
yasak getirmelerini istiyordu. Çünkü "Allah'ın hanım kullarını, Allah'ın
mescidlerinden men etmeyiniz!"24 hadîs-i
şerîfi ona bu yetkiyi vermiyordu.
Sünneti evrensel
bütünlüğü içinde düşünmek ve onu her hareketimizde çıkış noktası olarak
benimsemek, kendi içimizde tatmin edici bir yoruma kavuşturamadığımız sünnet
verilerini hemencecik reddedivermekten bizi kurtaracaktır. Hatta onların da geçerli
olacağı yöre ve dönemlerin bulunabileceği fikrine ve rahatlığına
ulaştıracaktır. Bu ise İslam kültürü olduğunu belirttiğimiz sünnete dair hiçbir
bilgi ve belgenin zayi olmamasını gerektirir. Hz. Peygamber bütün hayatı boyunca,
söz ve davranışları ile Kur'an'da bildirilen hakikatların izahını yapmıştır. Bu
sebeple Zührî'nin dediği gibi, "Peygamberlik Allah vergisidir. Resül'e tebliğ,
bize de teslimiyet düşmektedir" 25.
Netice itibariyle bir kere daha vurgulamamız gerekirse, sünnetin temel özelliğini
gerçekçilik, evrensellik ve esneklik yani uygulanabilirlik olarak tesbit etmemiz
mümkündür. Aslında bunlar, bizzat İslam'ın temel özellikleridir.
İslam, en son ve en
mükemmel din, Hz. Muhammed de en son peygamberdir. Kıyamete kadar geçerli olan Kur'an
ve onun birinci dereceden açıklaması ve uygulama biçimi demek olan sünnet, her
türlü şart altındaki insanların meselelerine çözüm getirmek ve müslümanlar
arasında inanç ve davranış birliğini sağlamakla yükümlüdür. Böyle olunca da
sünnetin gerçekleri esas alması, insanı tanıması, ona her türlü imkan ve şartta
yaşayabileceği genel esasları tedricî olarak öğretmesi, aynı konuda uygulanabilir
farklı şekil ve biçimleri sunması pek tabiîdir. Bu söylediklerimiz,
cihanşümullüğün yani evrenselliğin bir sonucudur.
Aynı konuda farklı
bilgiler ve değişik uygulama imkanları sunan hadislerin, bu açıdan bakıldığı
zaman tabiîlikler manzumesi oldukları, bu bahis konusu farklılıkların ya da seçenek
imkanlarının ümmet için tam bir rahmet vesilesi olduğu açıktır. Zira İslam belli
bir yöre veya şehir halkına gelmiş değildir. Eğer öyle olsaydı, daha net ve
değişmeyen uygulamalar teklif ederdi. Halbuki İslam, bütün insanlara gelmiş bir
dindir. Bu yüzden de getirdiği esasların kıyamete kadar dünyanın her tarafında
uygulanabilir olması, kendisine inananların hidayetlerini temin edebilmesi açısından
hayatî bir zorunluluktur.
12 A'raf süresi (7), 158
13 bk. Buharî, İman 13
14 Buharî, Mevakît 24
15 Müslim, Taharet 42
16 Buharî, İ'tisam 2
17 Buharı, İ'tisam 5
18 bk. 161, 614, 742 numaralı hadisler
19 Buharî, Ezan 65; Müslim, Salat 37, 187
20 Buharî, İlim 11
21 bk. Müslim, Tahare 57-58
22 Nesaî, Taksîru's-salat 1
23 Buharî, Ezan 163; Müslim, Salat 144
24 Buharî, Cum'a 13
25 bk. Begavî, Şerhu's-sünne, I, 217 |