ALMANYA'DA OKULLARDA VE ÜNIVERSITELERDE
BASÖRTÜSÜ OLAYI

Yasemin KARAKASOGLU

Almanya Essen Üniversitesi'nden Yasemin Karakasoglu-Aydin'in bu makalesiToplum ve Bilim Dergisi, Güz 1999 sayisindan alintilanmistir.

Kiz ögrencilerin üniversiteye basörtüsüyle girip giremeycekleri tartismasi, Türkiye'de bir türlü bitmiyor. "Türban sorunu", laik devlet anlayisini savunanlarla kamunun her alaninda varlik göstermeye çalisan Islami olusumlar arasinda, ideolojik tartisma noktasini olusturmaktadir. Son dönemde, "basörtülü ögrenciler" hakkinda farkli yaklasimlari olan degisik yazar ve arastirmacilar tarafindan degisik açilardan birçok sosyolojik arastirma yayimlandiysa da, bunlar, uç yaklasimlari savunanlar arasindaki siyasi tartismanin gerginligini gidermede etkili olmadi. (Örn. Aktas, 1990; Göle, 1991; Ilyasoglu, 1994; Saktanber 1996; Özdalga, 1998) Kadin avukatlarin basörtüsüyle mahkemeye girip giremeyecekleri tartismasindan sonra, en son Merve Kavakçi olayi bu tartismanin odagina oturdu. Tartismada, Fransiz modeline dayanan ve kendini din ve devlet islerinin birbirinden ayrilmasi olarak tanimlayan laiklik ilkesinin kati biçimde devam ettirilmesinin gerekliligi, dinler karsisinda nötr veya tarafsiz Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasi açisindan vurgulanmaktadir.1 Bundan yola çikarak devlet kurumlarinin bir parçasi olarak görülen kisilerin -ister devlet üniversitesinde okuyan bir ögrenci, ister milletvekili olsun- nötr bir giyime sahip olmalari gerektigi, devletin din konusundaki tarafsizliginin bir geregi olarak görülmektedir. Böyle bir anlayisin sonucu, bu kimseler laik düzenin temsilcileri haline getirilmektedir.

Din ile devlet islerinin ayriligi konusundaki ilkesel tartismaya, basörtüsünün Islamciligin bir simgesi, yani siyasi amaçlar güden Islami köktendinciligin bir simgesi olarak görülerek ikinci bir boyut eklenmektedir. Türkiye'de, kullananlar tarafindan "türban" olarak adlandirilan basörtüsünün Müslüman bir kadinin geleneksel ve dolayisiyla "masum" örtünme biçimiyle es tutulamayacagi ve dini-siyasi bir inanisin yansimasi oldugu sürekli olarak vurgulanmaktadir. Türban kullanan birinin, dini inancini provokatif biçimde göstermesiyle uzun erimde devletin laik düzenini ihlal ederek yerine Islami temellere dayali bir devlet yerlestirmeye çalistigi vehmedilmektedir. Türkiye'deki tartismaya burada sadece kaba hatlariyla isaret edilmeye çalisildi ama ayrintisina girilmeyecek, çünkü bu tartisma kendine özgü tarihsel-toplumsal bir çerçevede cereyan etmektedir. Bu yazida, ayni konunun, farkli bir yaklasimla ele alindigi Almanya'da nasil tartisildigi incelenecektir.

Almanya'daki yaklasim, bir yandan devletin sekülarizm anlayisiyla, öbür yandan Hiristiyanligin ve kurumlarinin toplumun kültürel etkilenisiyle ayrilmaz biçimde içiçe girmistir. Önünüzdeki yaziya bu konuda belli basli arastirmalarin yani sira 1996-1999 döneminde Almanya'nin Ruhr bölgesinde ögretmen adayi ögrenciler hakkinda nitel yöntemle (qualitativ) gerçeklestirilen ampirik bir arastirma kapsaminda basörtüsü takan 12 pedagoji ögrencisiyle biyografik nitelikli derinlemesine mülakatlar yapilmistir. Bu mülakatlardan alintilar da yer alacaktir.

Almanya'da Islam'a bakis, isçi göçmen azinliginin dini olarak algilanmasi gerçeginden etkilenmektedir. Bundan dolayi Almanya'daki Islam, toplumsal bir normalite olarak algilanmadan henüz uzaktir. Almanya'daki birçok siyasi karar verici, gazeteci ve egitimci için Islam'in demokrasi ve insan haklariyla ne denli bagdastigi sorusu tam olarak açiklik kazanamamistir. Islam'da din ve devletin bir oldugu yolundaki anlayisa isaret edilerek Batili demokrasi anlayisiyla temelde bir bagdasmazlik söz konusu oldugu iddiasi, ender rastlanan bir yaklasim degildir. Bu baglamda özellikle kadinin konumuna isaret edilmektedir. Kadinin konumu açisindan Islami ve Batili seküler deger ve normlarin bagdasmadigi tekrar tekrar dile getirilmektedir. Örnegin Hür Demokrat Parti'nin bir kadin milletvekili, 1994 yilinda Kuzey Ren Vestfalya eyalet meclisinin önüne getirdigi bir soru önergesinde, din özgürlügü temel hakkinin "Islam'da kadinin konumu" açisindan esitlik ilkesi ile bagdasmasi konusunda kuskusunu dile getirmisti (Drucksache 11/6592). Öbür yandan Islam'in bir dünya dini oldugu, bu dine mensup kisilerin büyük Hiristiyan kiliselere mensup kisiler kadar din ve ibadet özgürlügüne sahip olduklari yadsinmamaktadir. Türkiye'dekine benzer birbirinden çok farkli gruplar olan yüksek ve ilk veya orta ögrenim ögrencileriyle devlet memurlarini ilgilendiren giyim kusam kurallarinin olmasi, Almanya'da din özgürlügü hakkina isaretle düsünülemez. Buna karsin Almanya'da bu siralarda artan bir yogunlukla, (Hiristiyan olmayan) dindarligin ne derece görünürlügü sekülarizm anlayisiyla bagdasabilecegi tartisilmaktadir.2 Bu tartismayi dogru konumlandirabilmek için, bir yandan Federal Almanya'nin kendine özgü sekülarizm anlayisina göz atmak, öbür yandan da basörtüsünün Alman kamuoyunca nasil algilandigini dikkate almak gerekiyor.

Almanya'da Din-Devlet Iliskisi

Federal Almanya'nin sekülarizm anlayisinin önemli bir özelligi, devletin kendisini dünya görüsleri karsisinda tarafsiz olarak görmesidir. Bu, devletin dini olmadigi, ayni zamanda da devletin, çatisi altinda var olan dinlere karsi tarafsiz davranmasi gerektigi anlamina geliyor: "Devlet artik bir devlet olarak bir dine 'sahip' ve o dini 'temsil eder' durumda degildir (Böckenförde, 1996: 288). Seküler hukuk devletinin din veya dünya görüsleri karsisindaki tarafsizligi, devleti din veya dünya görüslerinin üstünde bir konuma getirmiyor. Devlet, tarafsizligiyla insanlarin bu konudaki erginliginin bilincinde olarak "insanlarin müdahale etmemesi gerektigi inançlarina saygili oldugunu, bunlarin özgürce gelisme ve ifade edilme kosullarini siyasi ve hukuki olarak güvence altina aldigini" kanitlamaktadir (Bielefeldt, 1998: 487). Bundan, dinin toplumda artik rol oynayamayacagi sonucu çikarilamaz. Bunun tam tersi geçerlidir, çünkü dine "bireysel ve toplumsal özgürlükler alaninda faal ve etkin olma hakkini tanimaktadir" (Böckenförde, 1996: 93). Din topluluklari araciligiyla bir din toplumsal ve siyasal bir öneme de kavusabilir. Almanya'da geçerli olan "Subsidiaritatsprinzip"3 sayesinde kiliseler örnegin toplumdaki sosyal hizmetler alaninda hakim bir konum elde ettiler. Bu ilke uyarinca, halka sosyal hizmet sunma konusunda devlet, eger devletten bagimsiz kurumlar (örnegin kamu hayir kuruluslari ve kamu hukuku kurumlari; ikisinde de kiliseler agirlikli bir konuma sahiptir) gereksinimi karsilayamazlarsa faaliyete geçmektedir. Sosyal angajmanlarina süreklilik kazandirmak için, bu özerk kuruluslar devlet tarafindan sübvansiyon alir. Bu uygulamanin bir sonucu olarak sadece Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde kres ve hastanelerin yüzde 80'i kiliselerin elindedir. Bunlardaki personel, kiliselerin bizzat koydugu mevzuata göre çalistirilmaktadir. Seküler devlet ile kiliselerin içiçeligi, kiliseye üye olan kisilerin kilise vergisinin devlet tarafindan diger vergilerle birlikte otomatikman her ay maaslardan kesilmesinden belli olmaktadir. Kilisenin kürsüleri devlet üniversitelerinde de bulunmaktadir ve kürsüye getirilen kisi kilise tarafindan belirlenir. Hiristiyanligin bayramlari, mezheplerin eyaletlerdeki sayisal agirliklarina göre, ayni zamanda resmi tatil günleri oluyor.4

Kilise benzeri bir yapiya sahip olmayan, ancak birçok dernek ve çati örgütüyle örgütlenmis bulunan Almanya'daki Islam'in, devletle iliskilerinde, içerisinde bir konum için ugrasmasi gerektigi çerçeve budur. Siyasal güç alaninda Islamcilarla devletin karsi karsiya geldigi Türkiye'den farkli olarak, diyasporadaki Islam'in sözcülerinin dile getirdigi istemler baska bir düzlemde, toplumsal ve siyasal esitlik alanindadir. "Dinin sözcüleri göç alan ülkenin siyasi sisteminden sadece dini cemaat olarak saglamlasmalarini saglayacak seyleri istemektedirler ve bu ugurda bütün siyasi akimlarla (asiri sagcilara kadar) uzlasma ve anlasmaya varmaya çalismaktadirlar." (Bauböck, 1994: 242). Almanya'daki Türk-Müslüman toplulugunda yeni bir kusagin sahneye çikmasi ve Türk-Müslüman derneklerinin müslümanlarin sözcüsü konumuna gelmeleri sonucu, bu toplumsal kesim, son zamanlarda daha çok ve gayet olagan bir biçimde, dini ve kültürel yönelimlerinin kamu yasaminda ve devlet kurumlarinda esit biçimde dikkate alinmasini talep etmektedir. Bunu yaparken Alman devlet ve kurumlari karsisinda Müslümanlarin çikarlarinin temsilci rolünü üstlenmektedirler. Kendi kres, sosyal hizmet kuruluslari ve kendi okullarini kurma çaba ve istemlerini bu baglamda degerlendirmek gerekir. Kendileri Almanya'da devlet ile din iliskileri konusunda bir gelenegi olusturan "Subsidiaritatsprinzip"e uyarken, Türklerin laik örgütleri, muhafazakar veya Islamci derneklerin açacagi Islami kuruluslarin Almanya'daki Türk göçmenlerine dini bir baski uygulayabilecekleri tehlikesine karsi uyarmaktadirlar. Mahkeme yoluyla (ultra-) ortodoks müslümanlar kendi istemlerini devlete karsi kabul ettirmede bazi basarilar elde ettiler. Örnegin Müslüman kizlar, yürürlükteki yasal uygulamalara göre, din özgürlügü temel hakkina dayanarak spor dersinden muaf tutulabiliyorlar ve okullara basörtüsü veya çarsafla girebiliyorlar.

1998 yilinda hukukçularca hazirlanan bir bilirkisi raporu, bunun "dini duygu ve düsünüsün bir ifadesi olarak nitelendirilmesi" gerektigi degerlendirmesine vararak, "Basörtüsünün kulanilmasi okul yasasina göre yasaya aykiri bir durum veya yasaya göre suç sayilamaz" saptamasinda bulunmaktadir.5

Almanya'daki Türk Kadinlari ve Basörtüsü: Bir Gerçeklik Üzerine Notlar

Basörtüsü takan genç Türk kizlari, Federal Almanya'daki okullarda artik gündelik yasamin bir parçasi olurken, bu ülkede egitilmis ilk basörtülü ögretmenler egitmenler ve hukukçular vs. üzerinden "hosgörü"nün tanimi ve Islam ile iliski konusunun yeniden inceden inceye arastirilip arastirilmayacagi da bir beklentidir ve su siralarda bu beklenti gündemdedir. Daha simdiden taraflar, bu grubun toplumda bir kamuoyu olusumu sürecine fiilen katiliminin, çalisacaklari kurumlarin kendi kendilerini tanimlama süreci açisindan ne gibi sonuçlara yol açagini soruyorlar. Akademik egitimden geçmis Müslüman göçmenlerin, giderek, dinsel inançlarinda ve dinsel sembollerde israrli olduklari gerçegi, müslüman olmayan toplumsal karar vericileri de laik müslümanlar gibi sasirtiyor.

Bunun bir arka plani var. Örnegin, dinsel giysilerin -bu noktada bunun çok açik bir ifadesi olarak Müslüman göçmen kadinlarin basörtüsü anilabilir- belli kavramlara karsilik gelmesi. Bu kavramlar, modern ile çelisir görünmektedir, tipki kati bir dinsellikle baglantili, her alani kapsayan dinsel bir yasam sürdürmek gibi... Bundan, tam tersi bir sonuç da çikariliyor. Bu sonuç, Batili ölçülere göre modern bir elbise dolabinin Müslüman göçmen kadinlarda Islam diniyle daha gevsek bir iliskinin kaniti oldugu kanaatinde veya sözkonusu giysi dolabi dine karsi kayitsizlikla es tutulmasinda gözlenebilir. Bu kayitsizlik, bu mantiga bakilirsa, basarili bir uyum için iyi bir önkosul olarak görülüyor. Batili, modaya uygun ve açik giyinmis, görünürde "entegre olmus" bir Türk kadinin tümüyle Islamiyet'e çok bagli olabilecegi, bu bagliligin giyimde degil, ama Islami beslenme kurallarinin izlenmesinde (domuz eti ve alkol yasagi) veya bes vakit namazda ifadesini buldugu, yani giyimden otomatikman zihniyete yönelik sonuçlar çikarilamayacagi, birçok Batili arastirmacinin pek farkina varamadigi, göremedigi birsey olarak kaldi. Ayni sey, akiskan geçisler için de sözkonusudur. Bu geçisler, örnegin özellikle, basörtüsü takmakla takmamak arasinda kalan dinsel egilimli Türk kadinlari için mevcuttur (Özdalga, 1998).

Basörtüsü konusunda, basini bu sekilde kapatmayi seçen iki kusak arasinda, kendi gerekçelerine bakarak bir ayrim yapmak mümkündür. Burada, bu ülkeye geçenlerin ilk kusagi ve onlarin kizlariyla, kiz torunlari sözkonusudur. Gözlemlerim sonucunda bu insanlarin her birinin, din ve buna uygun olarak basörtüsü takma pratigine yönelik özgün bir anlayisa sahip oldugunu saptamis bulunuyorum. Bu ise, kendi göç tarihleriyle baglantili birsey. Adi geçen gelisimi, burada kisaca, Alman toplumu tarafindan algilama biçimleri arka planinda çizmek istiyorum.

Almanya'daki Ilk Kusak Türk ve Müslüman Göçmen Kadinlar

Su ana kadarki gözlemlerden hareketle, Almanya'daki Türk kadin göçmenler arasinda büyük bir bölümün, söyle ya da böyle, bir Türk-Islam kimligini korumaya ve gelistirmeye deger verdigi söylenebilir. Dindar müslüman kadinlar olarak ise sadece dis görünümleriyle de böyle izlenim birakabilenler algilanmaktadir. Bunlar dindar Türk ve müslüman kadinin simgesidirler; ayrica da tutumlari, gelenekçilik ve modernite düsmanligiyla bir tutulmaktadir. Basörtüsü, kocanin iradesine basegme, yani pedersahiligin kabulü ve çogunluk toplumu karsisinda bir kapanmayi, yani uyuma yeterince hazir olmamayi simgeler görünmektedir. Islam'a yönelme ise pasif bir biçimde "Federal Almanya'daki gündelik hayat pratiginden geri çekilme" olarak degerlendiriliyor (Attia, 1994). Alman toplumunun paradigmalarinin elestirisi, hemen hemen hiç yapilmamaktadir. Oysa bu paradigmalar, kadinlarin hareket alaninin sinirlandirilmasina katkida bulunmaktadir. (Bu konuda istisnai bir örnek için bkz. Mihçiyazgan, 1993, 1994; Waltz, 1996).

Alman-çogunluk toplumu, böylece, toplumun "kadin alanlari" ve "erkek alanlari" olarak bölünmesini, birçok Türk göçmen kadinin kökeninin bulundugu kirsal bölgelerde uygulandigi gibi, tanimamaktadir. Almanya'da geneldeki çikis noktasini, büyük bir çogunlukla erkekler ve kadinlar ortaklasa kullandiklari kamu ve özel alanlari olusturur. Böyle düsünülür. Ancak Müslüman göçmen kadinlar, geldikleri bölgelerde sadece eve bagimli degildir. Bir defa, onlar için sözkonusu bölgelerde, özgün yari-kamusal alanlarda (örnegin çesme basi) ve komsularda, kadinlara özgü alanlar da mevcuttur. Bunun disinda, onlari çevreleyen toplum Islami damgalidir ve kadinlarla aileleri, degerlerini ve normlarini geleneksel-uygun davranislarda bulunmalari halinde kamuoyunun kabullenecegi noktasindan hareket edebiliyorlardi.

Almanya'da ise bu serbest alanlar, büyük ölçüde bulunmuyordu ve bu da, ilk kusak kadinlarin çogunlukla yoksul ve yetersiz donanimli evlerin darligina kapanmisligini kolaylastiriyordu (Waltz, 1996: 151). Kendi baslarina birakilarak kadinlar, toplumsal kosullar üzerinden dislanmis oluyordu. Arka planda bu vardi ve böyle olunca, basörtüsündeki gibi bir gelenekte israr, alisilmis bir "Outfit" içinde kendine güvenir bir tarzda ortaya çikarak kültürel özgüveni sagliyordu. Kadinlarin daha aktif biçimde çalistigi cami derneklerinde 80'li yillarin ortasindan beri bu kadin grubu için bos zaman etkinliklerine yönelik olanaklar genislemis bulunuyor. Okuma-yazma, Almanca, dikis ve yemek pisirme kurslari, evin disinda, esleri ve diger kadinlarca da "kabul edilmis" bir çevrede degisiklik ve grup halinde bir korunma saglanmis oluyor. Cami, Türkiye'dekinin tersine, Almanya'da bütün katilanlarin hepsinin orada bulunanlarin kesinlikle kendileri için de önemli norm ve deger yargilarina sahip çikacaklarini hesaba kattiklari bir yerdi.

Inançli Müslümanlarin birinci kusaginin tavri, genel sosyal durumlarindaki olumsuzluklar (düsük egitim düzeyi, mesleksizlik veya niteliksiz, düsük ücretli islerde çalismak, güvencesiz, ese bagimli oturma izni vs.), çektikleri dil güçlükleri ve sürekli yaptiklari geri dönüs hesaplari toplum içine mümkün oldugu kadar az çikma çabasi ve Islami örgütlerin tek tek sunumlarindan pasif biçimde yararlanma olarak ortaya çikarken, durum ikinci kusak için farklidir. Bununla demek istedigimi; örnek olmasi açisindan, dinsel pratiklerini türban giymek suretiyle vurgulayan ikinci kusaktan genç Türk kadinlarindan hareketle daha açik bir biçimde aktarmak istiyorum.

Ikinci Kusak Kadin Göçmenlerde Islami Yönelim

Disardan bakan gözlemciler, birinci kusak kadin göçmenlerin geleneksel giyinme aliskanliklarini sürdürmelerini, göçün yol açtigi güvensizlige tepki ve Türkiye'ye yönelik bagliliklarina yorarken ve bu yoruma dayanarak saygi göstermeseler bile bunu kabullenirken, ayni tutumu ikinci kusak basörtülü kizlar için sergilemede epey zorlaniyorlar. Göçteki ikinci kusagin "Islami giysi"den yana karar vermesinin arkasindaki neden olarak, simdiye degin en basta velilerin arzuladigi veya empoze ettigi geleneklerin sürdürülmesi görülüyordu. Ne var ki basörtülü genç kizlarin hepsi annelerinin taktigi ve saçin ucunu açikta birakan ve çene altinda dügümlenen "geleneksel basörtüsünü" degil, türbani kullaniyor. Bununla da annelerin gelenekselci Islam anlayisi redediliyor. Kendi anlayislarina göre geleneksel basörtüsü, tasraliligin, "demode"ligin ve gayri profesyonelligin bir nevi simgesidir. Buna karsin baslarini örtmek için seçtikleri "türban"in, Türklerin kültürel günlük yasamlarindan çikarsanabilecek bir yönü yoktur ve dünya çapinda genç Müslüman kadinlarin kullandiklari bir basörtüsüdür. Bununla türban ayni zamanda enternasyonalist bir Islami modernizm fikrinin de sembolü haline gelmis bulunuyor.

Iste tamda bu yönü, son yillarin Islamcilik tartismalarinda türbanin salt siyasi Islam'in sembolü olmasina bir kanit olarak gösteriliyor. Bu baglamda Islamcilik çogu zaman fanatiklikle es sayilarak genellestirici bir mücadele slogani olarak kullanilmaktadir. Fundamentalizm tartismasinin bir uzantisi olarak, kadinlara, basörtülerinin geldikleri ülkenin geleneklerine pasif bir bagliligin (ilk kusakta oldugu gibi) bir isareti olmakla sinirli kalmadigi söyleniyor ve kendi kaderini tayin ve birey olma gibi Batili degerleri açikça reddettikleri suçlamasi da getiriliyor (Kreile, 1992: 29-27). En iyi durumda Islamcilarin naif araçlari olmakla, en kötü durumda ise Islamciligi benimseyip türbani bir mücadele araci olarak kullanmakla itham ediliyorlar. Almanya'da bugüne kadar Islamciligi geriye dönük bir ideoloji, türbani ise Islamcilikla baglantili olarak kadinin erkek tarafindan ezilmesi (baskalari tarafindan zorla giydirilen) olarak degerlendirme egilimi mevcuttur (Pinn/Wehner, 1992: 101-102). O yüzden gelenekselci, fundamentalist ile modernist Islam'in temsilcileri arasinda pek ayrim yapilmamaktadir.

Bu, ayni zamanda Batili kamuoyunun basörtülü kadin ve genç kizlarin kamuya açik alanlarda, örnegin okul ve üniversitelerde, sayica artmasi yüzünden yasadigi tedirginligin de asil nedenidir. Bundan ise, Islam'a baglilik, dini giysi ve toplumdan geri çekilme arasinda varsayilan iliskiye dair basmakalip düsüncelerin kiriliyor olmasinin yarattigi saskinlik yansiyor. (Bununla ilgili söylem analizi için bkz. Pinn/Weber, 1995:99). Göç kosullarinda özgün sembolik degerler tasiyan bir giysi parçasi oldugu kamuoyu tarafindan henüz algilanmiyorsa da, görgül nitel arastirmalarla basörtüsü takan kadinlarin saiklerini kesfetmeye çalisan bazi göç arastirmacilari tarafindan algilaniyor. Mihçiyazgan'a göre müslüman kadin göçmenler "türban" üzerinden sadece dini aidiyetlerini degil, ayni zamanda kamuoyunda bedenselligin Islami anlayisini ve kadin olarak kimliklerini Batili anlayisa karsi ayakta tutma ve savunma isteklerini gösteriyorlar (Mihçiyazgan, 1994: 100; ayni zamanda bkz. Lutz, 1991: 27; Waltz, 1996: 492-494). Su anda Müslüman kadin göçmenlerde "türban" ile ifade edilen bir kendi kaderini belirleme sürecinin de gözlemlenebildigi görüsünü savunuyorlar. Bununla Müslüman bayan göçmenler "giderek (...) farkli gerçeklik ve kadinlik taniminin taninmasi yolundaki hakki da ifade ediyorlar" (Mihçiyazgan, 1994: 100). Lale Yalçin-Heckmann ise daha genellestirci bir biçimde basörtüsünün göç kosullarinda bir "indeks, yabanci bir ortamda etnik ve cinsel kimligin bir göstergesi" islevini kazandigi saptamasinda bulunuyor (Yalçin-Heckmann, 1994: 189). Nitekim, basörtüsü takan üniversite ögrencileriyle yapilan mülakatlar da bu islevi onayliyor. Örnegin 22 yasindaki ögretmenlik ögrenimi gören üniversiteli Zehra, basörtüsünün kendi Müslüman kadin kimligini güçlendirdigini ve dolayisiyla kendi degerlerine duydugu güveni arttirdigini düsünüyor:

"Çok rahat hissediyorum kendimi. Bilmem, kadinlik duygumu daha kabartiyor, böyle daha sey yapiyor, daha feminist demeyeyim de (gülüyor) yani böyle hanimlik duygularimi daha çok sey yapiyor, yani kadin oldugumu hatirlatiyor. Bilmiyorum, bir yere bagli oldugumu hatirlatiyor bana."

Oysa basörtüsü ayni zamanda Alman toplumundaki hukuki, siyasi ve sosyal esitsizlige, özellikle de yabanci düsmanligina bir tepki olarak da görülebilir, zira "dini sembollerin benimsenmesi, toplumsal dislanmislik ve daha az degerli görülme tecrübeleri, önü kesilmis dönüs yoluyla kültürel olarak bas etmenin bir yoludur" (Bauböck, 1994: 242). Tepkisel yönüyle ele alindiginda böyle bir asimilasyonun, yani dis görünüsüyle çogunluk toplumuna uyum üzerinden entegrasyon konseptinin reddi, öbür yandan toplumun dayattigi "kültürel farkliliklarin özel yasama hapsedilmesi" (Bauböck, 1994: 242) gibi bir paradigmanin reddi anlamina da geliyor. Çünkü dis görünüsüyle uyumun derecelerinden bagimsiz olarak Almanya'da yasayan tüm göçmenlerin tecrübe edindikleri hukuki ve toplumsal esitsizlik, farkli ve alternatif kimlik tasarimlarinin olusturulmasini gündeme getiriyor. Dindar kadin göçmenler için burada bir seçenek olarak gündeme gelen, "kendilerine has ve ait" olani sembolize eden, çogunluk toplum tarafindan olumsuz anlamlarla yüklenen "basörtüsü"dür. Çogunluk toplumunun bu sembolü reddetmesiyle "basörtüsü", kullananlar için daha degerli hale geliyor ve kendi deger ve normlarini görünür sekilde sahiplenmede kendilerini hakli görüyorlar. Gilles Kepel'in sözleriyle, "komünitarist bir kendini onaylama sembolü" (Kepel, 1996: 323) degeri kazandigini söylemek de mümkün.

Bir orta ögretim veya üniversite ögrencisinin "türban" takma karari vermesinin olasi baska bir nedeni daha var ki, o da, birçok Müslüman kiz ve kadinda basörtüsünden yana verilen kararda belirleyici olabiliyor, bu neden Alman kamuoyunun bu konudaki algilayisi disinda kaliyor.

Geleneksel Türk velilerinin bir bölümü, karsi karsiya kaldiklari Alman çogunluk toplumunun kurumlarinda çocuklarinin otomatikman onlarin egitim normlarinin etkisi altinda kalmasina ve dolayisiyla kendi egitim normlarinda yasadiklari tedirginlige bir tepki olarak çocuklari göze çarpan bir katilikla egitmeye çalistilar. Özellikle kizlara diger gençlerle her tür temas yasaklandi ve evden çikmalar okul, is veya üniversitedeki ders saatleriyle sinirlandirildi. Bazi genç kizlar "türban"i meslek hayati, egitim veya toplumsal yasama katilim konusunda kendi görüslerini velilerine kabul ettirmede bir araç olarak görüyorlar. Basörtüsü üzeriden, dis dünyaya Islami deger ve normlara sadik kaldiklarini kanitliyor ve genç erkeklerin muhtemel yaklasma çabalarina karsi "dokunulmaz" hale geliyorlar. Basörtüsünü, kizlarinin uygun davranisinin va ayni zamanda -ki bu da önemli- Türk toplumunca "namuslu kiz" olarak algilanmasinin bir garantisi olarak gören veliler, bu kosul altinda kizlara daha genis bir hareket ve karar verme özgürlügü taniyorlar. Basörtüsü takmak, din hakkinda bilgi edinme veya Islam'la entelektüel bir düzeyde ugrasma ile yakindan baglantilidir, ama ayni zamanda, kiz ve ailesi disindaki dindar fakat din konusunda oldukça bilgisiz Türk toplumunda, özel bir saygi kazanmasina da neden oluyor. Bu saygi, onlarin hareket etme özgürlügünü genisletiyor ve ayni zamanda -sinirli ölçüde kalsa bile- bir iktidar kazandiriyor. (Schiffauer, 1991: 20-223).6 Aynur, kendisiyle yapilan mülakatin asagida alintilanan bölümünde üniversitenin ikinci yarisinda okula basörtüsüyle gelmeye basladiktan sonra, Türk ögrencilerin kendisine karsi davranislarindaki olumlu degisimi anlatiyor:

"O kadar saygi, o kadar sevgi gördüm ki anlatamam. Yani sanki benim sözüm o anda... birsey söylesem, kanun gibi geçiyordu (gülüyor) inanmazsin, böyleydi. Yani o kadar ilgi gördüm ki, ondan önce de ilgi vardi, fakat ondan sonra böyle buralarinda gezdirdiler. Aman Aynur geliyor, hemen bir sandalye getirmeler veya 'daha ne içersiniz, Aynur hanim?'. O bana önceden 'ninya' diyen arkadaslar mesela, Müslümanlikla hiçbir alakasi yok sanki, gerçekten böyle asimile olmus hani ne bileyim, mesela domuz eti olsun veya Almanca konusmasi olsun, Türkçesi çatpat, yani tamamen asimile olmus, Islamiyetle hiçbir alakasi yok. O kisiden bile acayip sekilde ilgi gördüm. 'Aman Aynur var', 'aman Aynur var' hep yani o sekilde ilgi gördüm. Çok da Allah razi olsun hepsinden, çok da sevdim." (Aynur, 25 yasinda, pedagoji ögrencisi).

Tesettür ve basörtüsüyle, geleneksel/dindar ailelerden gelen genç kizlarin bir bölümü için, hem velilerine ve dinden etkilenmis kendi kültürlerine bagliligi ispatlama, hem de modern yasam tarzlarini bunlar arasinda en basta çok normal sayilan egitim ve ev disina bir meslek hayatini sahiplenme olanagi dogmaktadir.

Okul ve Üniversitelerde Basörtüsü

Çogunluk toplumun kurumlarinin tartismali bir sembol olarak görülen basörtüsü ve çogunlukla onunla özdeslestirilen Islami cinsiyet ayrimina ne tür tepki gösterdigi konusu, bu bölümde ele alinacak. Ilk önce, Almanya'daki tartismanin Fransa veya Türkiye'ye göre daha az politik düzeyde cereyan ettigi tespitinde bulunmak gerekir. Bunun bir nedeni, Müslüman göçmenlere henüz açikça daha düsük bir hukuki ve siyasi statü taniyan Almanya'ya göre Fransa ve Türkiye'nin basörtülü yurttaslarini laik toplumsal konsensüsün daha somut bir "tehdidi" olarak görmeleri olabilir. Kamuoyunun olusum süreçlerinin bunca disinda ve bu nedenle de "tehlikesiz" görüldükleri için, Almanya'da konuyla ilgili tartismada dini hosgörü adina devlet kurumlarinda dini sembollere izin verme egilimi, ayni zamanda içten içe bir "Islamcilik" suçlamasi olsa bile, belki daha güçlüdür.

Hosgörünün sinirlarinin nerede çekilmesi gerektigi konusundaki kararlar Almanya'da da mahkemeleri araya katmadan verilemiyor. Bu da, toplumun genis bir kesiminin, yeni bir din olan Islam'a karsi nasil davranilmasi gerektigine dair kaygilarini açikça gösteriyor. Bunun bir sonucu, Islam'in Almanya'da hukuken yerlesmesi konusuna hukukçularin artan ilgisidir (Bkz. Langenfeld, 1998; Hillgruber, 1999). Mahkemeler, simdiye kadar, Almanya'nin kendine özgü din özgürlügü ve sekülarizm anlayisini göz önünde bulundurarak genellikle davada taraf olan icra düzleminde kati Müslümanlarin lehine kararlar çikartmislardir. Bunlara bir örnek, Berlin'deki Federal Idare Mahkemesi'nin 1993 yilinda Müslüman kizlarin karma spor dersinden muaf tutulabilecekleri yönündeki karardir. Davanin baslangiç tarihinde 12 ve 13 yaslarinda olan iki Türk kizi, devam ettikleri okula, karma beden egitim dersine dini nedenlerle katilamayacaklarini bildirmislerdi. Okulun beden egitimi dersine basörtüsüyle ve bol elbiselerle katilim teklifini (yüzme dersinden muaf tutulmuslardi), basörtüsünün spor sirasinda yerinden kayabilecegi ve bundan dolayi dini ar hissinin rencide olabilecegi, bunun disina spor sirasinda istenmeden karsi cinsten ögrencilere bedensel temaslarin meydana gelebilecegi ve bu nedenle din temelli ahlak anlayisinin zedelenebilecegini ileri süren bu kizlar ve velileri, reddetmislerdi. Sonuçta mahkeme, Alman anayasasinin 4. maddesinde geçen din özgürlügünün daha yüksek bir deger sayilmasi gerektigi kanaatine vararak kizlarin karma beden egitimine katilmaya zorlanamayacaklarina karar verdi. Ancak beden dersinden muaf tutulma hakkindan yararlanma, okulun, kendilerine cinslere göre ayrilmis beden egitimi dersini bir alternatif olarak sunamamasi kosuluna baglanmistir. (Mahkeme karari Deutsches Verwaltungsblatt'in (DVBL), 1 Subat 1994 sayisinda, s. 163-168'de yayinlanmistir.)

Müslüman kiz ögrencilerin okulda basörtüsü tasimasi konusundaki hukuki tartismada, su siralarda agirlik kazanan görüsü, Spies su sekilde özetliyor: "Alman hukukuna göre bir okul, Müslüman bir kiz ögrencinin basörtüsü takmasini esas olarak yasaklayamaz" (Spies, 1993: 640), zira ögrenciler giysilerini seçmede ve dini inançlarini ifade etmede özgürdürler. Çünkü sadece kendilerini temsil etmektedirler. "Böylesi bir yasak, Alman hukukuna göre velilerin dini egitim ve kizin da dinini özgürce yasama hakkina müdahale olur." (agy). Devlet, bir dinin, kendi inananlarina belirli bir giyimi zorunlu kilip kilmadigi konusunda, kesinlikle yorum yapma hakkina sahip degildir. Belirleyici olan, "dini kurallarin, temel hak sahibinin, yasamin vazgeçilmez ve baglayici bir parçasi oldugu"dur (agy.: 638). Tek bunu kanitlamasi gerekiyor. Gözleri disinda yüzünü kapatan kiz ögrenciler içinde aynisi geçerlidir. (Nitekim Asagi Saksonya eyaletinde böylesi bir olay üzerine hazirlanan bilirkisi raporu, bu sonuca variyor. Bkz Mahrenholz, 1998: 287). Demek oluyor ki, kiz ögrencilerin basörtüsü, baska bir yoruma olanak tanimayacak ölçüde din özgürlügünün bir parçasidir ve kiz ögrencinin sahsi inancinin bir ifadesi olarak ögretmenler tarafindan yasaklanamaz. Din özgürlügü ve ona dayanan inancini giyimle ifade veya yansitma hakki, kiz ögrenciler için teoride hukuken genis ölçüde güvence altindadir. Pratikte ise manzara, çogu zaman farklidir. Bugün artik okul müdürlerinin ve ögretmenlerin Müslüman kiz ögrencilerine basörtüsünü yasakladiklari bile oluyor. Bunu okullarda geçerli olan kiyafet yönetmeligi ile degil -Almanya'da böyle bir yönetmelik yok çünkü- çocugun çikarlari ile gerekçelendiriyorlar. Açik basin, kizin çogunluk topluma uyumuna yardim etmesi isteniyor. Ögretmenler, kizlari geleneksel namus anlayisi çerçevesinden kurtarmayi ve veli ile sinif arkadaslari karsisinda kurtuluslarini kendi görevleri olarak görüyorlar.7 Kullanilan baska bir gerekçe, kiza seyirci rolünün zorla kabul ettirilmemesidir. Ayni açiklama ile, beden egitimi dersinin topluluk bilincini ve saglikli gelismeyi tesvik ediciligi vurgulanarak, kati inançli velilere, kizlarin karma beden egitimi dersine göndermeleri için baski yapilmaktadir. Bazen kötü not verme tehdidi baski araci olarak kullanilmaktadir. Kimi durumlarda ögrencileri siniftaki siralara belli bir biçimde oturtarak yeni pedagojik normlar uygulanmaktadir. Her erkek ögrencinin yanina bir kiz ögrencinin oturtulmasi kuralinin amaci, Türk göçmen ailelerinde varsayilan cinsler arasindaki "temas korkularini" azaltmaktir. Basörtüsü tartismasinda mahkemeler konuya daha çok din özgürlügü açisindan yaklasirken, ögretmenler özellikle egitsel argümanlar ileri sürmektedirler. Bu baglamda, ögretmenler, çikartilan her basörtüsünü bir uyum basarisi olarak degerlendirmekte, ne ki, saglandigi varsayilan uyumun kisilerin görüsünü etkileyip etkilemedigi sorgulanmamaktadir.

Almanya'daki Türk üniversite ögrencileri arasinda da, "türban"a artan bir egilim gözlemek mümkün. Onlarin bu kararlari aynen okullarda oldugu gibi, Alman Anayasasi'nin 4. maddesinin güvencesi altindadir. Üniversite, ögrencilere giyim konusunda kural koyamaz. Türk devletinin laik yapisi ve üniversitenin Islami olusumlara karsi "laikligin kalesi" olarak görülmesi nedeniyle, üniversiteye türbanla girmek, mevcut yasal çerçeveden dolayi, bir Alman üniversitesine göre, Islami yönelimin çok daha siyasi bir sembolü halini almaktadir. Alman üniversitelerinde ögrencilerin giyim veya 'outfit'i, ki bu yesil saç da, sort da olabiliyor, kisisel tercih veya gençlerin belirli bir altgruba (Punkçu, Hip-Hopçu, Gruftici vs.) aidiyetlerini gösteriyor. "Türban"in bu ortamdaki islevi "Islama aykiri" yasalari sorgulamak veya devletin bir uygulamasina karsi direnmek degildir.

Buna karsin "türban" Almanya'da da, bunu takan ögrenci için bir tür gösterge haline geldi. Çogunluk toplumun elit kurumu olan üniversitede "kendine özgü" olana bagliligi ifade ediyor. Hem de, "kendi kültürünün" çok dikkat çekici bir parçasina, o güne kadar düsük egitimin ve geri kalmisligin bir isareti olarak degerlendirilen basörtüsüne olan bagliligi. Bununla yaftanin olumlu biçimde tersyüz edilmesi gerçeklestiriliyor. Amerika'daki 70'li yillardaki zenci hareketine paralel olarak "Islam is Beautiful" sloganiyla anlatilabilir bu. Asagidaki mülakat alintisindan, egitim, modernite ve basörtüsünün, onu takan ögrencinin kimliginin üç ögesi oldugu anlasiliyor. "Basörtülüler" hakkindaki basmakalip imaji kirmak için kendi kimligini bu kombinasyonda çogunluk topluma göstermek istiyor:

"Besinci sinifta annemle bareber okula gittik. Giyimime annem de çok önem verir, yani güzel giyinmemizi çok ister annem. Bazi diger Türk arkadaslardan daha böyle güzel giyindigimizi zannediyorum su anda. Yani ki, bayan ögretmen 'vay be, sen çok modern bir ailedensin' demisti, o sekilde düsünüyordu. Annem toplantiya geldiginde kadin 180 derece degisti, çünkü annem kapali. Tavirlari bana karsi biraz daha degisti. Ben öyle hissettim, belki de öyle degildir, öyle hissettim yani... Orada ilk defa öyle bir sey anladim. Anladim ve bütün bunlar basörtüsü takmamin sebebi de... Herseyden önce tabii ki dinime inandigim için, ve dogru olduguna inandigim için. Bir de böyle basörtülü kadinlarin hiçbir zaman geri kalmayacagina inandigim için ve basörtülü birisinin de, en az basi açik, modern bir insan kadar modern olabilecegine ve ilerleyecegine bütün kalbimle inandigim için ve bunu ispat etmek istedigim için. Bir sebebi de o yani, orada o içime dogdu." (Aynur, 25 yasinda pedagoji ögrencisi)

Bu tutumlari, basörtüsü kullanmayan ögrencilerin büyük bir bölümünce de fikir düzeyinde destekleniyor. Iki grubu, yani türbanli ve türbansizlari, üniversite ortaminda bir araya getiren nokta, toplumca daha asagi görülen ve çok az saygi duyulan Türk azinligina mensup kisiler olarak, egitim alanindaki yükselisi basarmis olmalari ortak tecrübesidir. Alman üniversitelerinde 1997 yilinin kis yariyilinda kayitli Türk ögrencilerin 21.000 dolayinda ve göreli olarak henüz düsük olmasi, lise diplomasini almayi basaranlarin sayisinin Almanlara göre daha düsük olmasindan kaynaklaniyor. 1997 yilinda Türk ögrencilerin sadece yüzde 9'u liseden mezuniyeti, yani üniversiteye girmenin ön kosulu olan lise diplomasini almayi basardi. Bütün ögrenciler arasinda lise mezunu olanlarin orani ise yüzde 23'tür.

Farkli ögrencilerin rahatça iliskide bulunabilmelerinin baska bir nedeni, üniversitedeki farkli atmosferdir. Alman ögrenciler için oldugu gibi, kendini gerçekletirmenin mümkün oldugu yer gibi görülüyor üniversite ortami. Yiginlar arasinda anonim kalinan bu ortamda, hem Alman çogunluk toplumu, hem Türk komsu toplulugunun deger ve normlarindan bagimsiz kaldiklari için ögrenciler, "kafalarina göre takilabiliyorlar". Bazi ögrenciler, örnegin Aynur, üniversiteye basladiktan sonra basörtüsü takmaya karar veriyor. Basörtüsünü ne zaman ve niye bagladigini su sözlerle açikliyor:

"Zaten demistim, bastan istiyordum, her zaman için ben önceden de örtünecektim de, ne bileyim Gymnasium'a gittigim zaman istemedim. Hani zaten okul zor dedim, bir de üstelik basörtü dalgasina problem çikarmasinlar bana, daha dogrusu biraz çekindim örtünmeye. Ama üniversiteye girdim, zaten birkaç ay geldim buraya. Ortama baktim, hiç kimse karismiyor, profesör bile tanimiyor kimseyi. Ben kendime dedim ki, hani rahatsin karisanin edenin yok, hani okulumda da bir engel koymayacaklar bana, niye örtünmeyeyim, öyle düsündüm" (Aynur, 25 yasinda pedagoji ögrencisi).

Eger basörtülü kisi, devletin bir temsilcisi durumunda, örnegin bir ögretmen ise, durum biraz farkli. Almanya'da bir ögretmen tartismali bir sembol olan basörtüsünü, meslegini bir devlet okulunda icra ederken çikarmak istemiyorsa, durum nedir? Bu soruyla Baden-Württemberg eyaletinin kültür bakanligi, stajini basariyla bitiren basörtülü stajyerin okula alinmak için yaptigi basvuru üzerine geçen yaz ilgilenmisti. Bugüne kadar Almanya'da en meshur basörtüsü olayinin bas oyuncusunun, bir Türk ögretmen adiyinin degil de, Afgan kökenli genç bir Alman yurttasinin olmasi sadece bir tesadüftür. "Fereshta Ludin olayi" Alman kamuoyunu ve özellikle devlet kurumlarini, sekülarizm anlayisini tekrar tartismaya zorladi. Bunu, kamuoyunda çok duygusal biçimde cereyan eden ve basinda genis yer ayrilan tartisma da gösteriyor. Bu olayin ilginç yönü, din özgürlügü ile çogunluk toplumun bir bölümü tarafindan Müslüman olan yeni yurttaslara dayatilan uyum beklentisi ve anlayisi arasindaki gerilimli iliskiyi somut olarak açiga vurmasidir. Olayin tartisma biçimi, ayni zamanda Hiristiyan dinine ait olmayan ve kamu alaninda görünebilen dini sembollerle sorunlu iliskiyi de ortaya çikardi.

Somut olarak olay neden ibaretti? 24 yasinda Afgan kökenli bir Alman yurttasi, Fereshta Ludin, daha 1997 yili baslarinda Schwabisch Gmünd Pedagoji Yüksek Okulu'nda ögretmen olarak ögrenimini tamamlayip stajyerlik yapabilecegi bir okul ararken, basörtüsü nedeniyle önyargilara karsi mücadele etmek zorunda kalmisti. Yetkili okul müdürleri, baska nedenlerin yanisira, Müslüman kiz ögrencilerin ögretmeni örnek alarak örnegin yüzme veya beden egitimi dersine katilmayi reddedeceklerinden endiseleniyorlardi. Kültür bakanligi, ilk etapta, basörtüsünün inancin disa vurumu oldugu ve bu itibarla, okullara tasinmasi yasak olan parti amblemlerine benzedigi gerekçesini kullanarak, müdürlere hak vermisti. Dünya görüsleri için reklam yapmanin ögretmenlere yasak oldugu belirtildi. Ancak Hiristiyanligin sembolü olan haç, bu yasagin disinda tutulmaliydi, çünkü egitim, yasaya göre Hiristiyanligin insan severligi ve Bati'nin temel degerlerine dayaniyordu (7.2.1997 tarihli Schwabische Donauzeitung). Bu gerekçeye karsi Fereshta Ludin, basörtüsünü çikarma talebini bir "degersiz kilinma" olarak hissettigini ve basörtüsünü asla bir dünya görüsünün reklamini yapmak amaciyla degil, "kisiliginin bir parçasi" oldugu için bagladigini, dolayisiyla dis dünyadaki etkisi için takmadigini ileri sürdü. Bunu söylerken basörtüsü kullanmayi kural olarak getiren Islam'a dayandi. Ludin, Baden-Württemberg Ögrenim ve Egitim Dernegi - BVE8 tarafindan desteklenen dava dilekçesini, ilgili idare mahkemesine vermeden kültür bakanliginin kararinda bir degisiklik oldu. Devletin ögretmen yetistirmedeki tekel durumuna gönderme yaparak ögreniminin dogal/vazgeçilmez parçasi olan stajyerlik süresince okulda çalismasina izin verildi. Ancak stajyerligini Temmuz 1998'de tamamladiktan sonra, okulda ise alinmasi reddedildi. Kültür bakanliginin 13.07.1998 tarihli basin açiklamasinda, ret kararinin, Fereshta Ludin'in bir devlet okulunda ögretmen olarak hak ve görevleriyle ögrenci ve velilerin çikarlarinin tartilarak verildigi açiklaniyordu. Bunda özellikle dikkate alinanlari, "devletin bir temsilcisi olarak tasidigi örnek olma islevi" ve "Islam'da basörtüsünün degerlendirilmesine iliskin olan iç tartismalar"di. Bu tartismalarla ilgili olarak Kültür Bakani Schavan, "dünyadaki Müslüman kadinlarin çogunlugu basörtüsü baglamiyor" tespitinde bulunarak basörtüsünün Müslümanlar arasinda da "kültürel sinir koyuculugun sembolü ve dolayisiyla siyasi bir sembol olarak degerlendirildigi" yorumunu yapti. Burada, Türkiye'den farkli olarak, Almanya'da, "basörtüsü" ile "türbana" atfedilen anlamda bir ayrim yapilmamaktadir. Schavan, siyasi sembol olarak istismar edilebilecek dini bir sembolün kullanilmasini, karsilikli hosgörü ve sosyal baris için bir tehdit olarak degerlendiriyor. Bu sembolün ayni veya baska bir din topluluguna mensup kisiler üzerindeki muhtemel etkilerinin de dikkate alinmasi gerektigine, yani kiz ögrencilerin güvence altina alinmasi gereken negatif din özgürlügüne isaret ediyor (14.7.1998 tarihli Taz gazetesi). Ailelerinde basörtüsü kullanilmayan Müslüman kizlarin korunmasi gerektigine dikkat çekiyor. Schavan'a göre, bu insanlarin "tekrar basörtüsü kullanmaya ve böylece kendilerini kültürel olarak dislamaya zorlanabilecekleri"ni dikkate almak gerekiyor. Schavan, verdigi kararin "erkeklere ve babalara yönelik, hiç bir kadin ve genç kizin basörtüsünü kültürel dislama sembolü olarak kullanmaya zorlanamayacaklarina dair bir gösterge" olarak anlasilmasi gerektigini belirtti (14.7.1998 tarihli Badische Nachrichten gazetesi). Ayni zamanda kararin tekilligi vurgulandi, çünkü basörtüsünün okullarda ve yüksek okullarda genel olarak yasaklanmasinin "mevcut kosullarda anayasaya aykiri" (14.7.1998 tarihli Rheinische Post gazetesi) olacagi seziliyordu. Bu argümantasyon, eyalet meclisinin, asiri sagci "Cumhuriyetçiler" ve "Yesiller" dahil olmak üzere, genis bir cogunlugu tarafindan destekleniyordu.9

Ludin olayindan anlasildigi gibi, siyasi karar vericiler genel olarak okullarin dis görünüsü ve ögretmenlerin tasidigi ve yansittigi din veya dünya görüsü konusundaki tarafsizliklari ile ilgilenmiyorlar, çünkü boyunda kolye olarak tasinan haç da, Musevi bir ögretmenin basindaki "kippa" da, kimseyi rahatsiz etmiyor. Özgün bir sembol olan basörtüsü, elestirel bir analize tabi tutulmakta ve siyasi bir nitelik tasidigi sonucuna varilmaktadir. Bu degerlendirmeye göre, kadinlar ya erkekler tarafindan basörtüsü takmaya "zorlaniyorlar" ya da takmayanlar "kendilerini özgürlestirmis" sayiliyorlar. Kendi iradesiyle basörtüsünün takilmasi ise, bu mantiga göre, ancak kadinin erkek tarafindan ezilmeye boyun egisidir. Degerlendirme biçimi budur. Tersinden yorumlandiginda, basörtüsünün takilmamasi, Islam'in kadini ezmesine karsi bir "özgürlesme" adimi ve kadinin (Hiristiyan-Batili) esitligi dogrultusunda bir adim olmaktadir.

Karma beden egitimi dersi ile ilgili mahkeme kararlari, din konusunda tarafsiz olmasi gereken devletin dini sembolleri yorumlamaya yasal olarak hakki olmadigina isaret ediyor. Bunu yaparak Müslümanlarin din özgürlügünü kisitlamakta ve basörtüsünün tasinmasi veya tasinmamasi konusunda yaptigi yorumla da, meselenin ideolojik olarak kizistirilmasina katki saglamaktadir. Fereshta Ludin, meseleyi mahkemeye götürmek istedigi için, bu konudaki son sözün söylenmemis oldugu noktasinda kalinabilir.

Bitirirken

Aralarinda Türk üniversite ögrencileri de olan ve Almanya'da sayica artan bir kesim göçmen, Müslüman olarak kimligini basörtüsü üzerinden tanimlamaktadir. Içinde bulunduklari durum Türkiye'de basörtüsü tasiyanlardan birçok noktada farklilik göstermektedir. Almanya'daki okul ve üniversitelerde, ögretmen ve doçentlerin kendilerini kuskuyla izlemesi ender bir durum degilse bile bu giyim tarzini seçme özgürlügünü kullanarak devletin egitim kurumlarindan yararlanabiliyorlar. Basörtüsü ile devlet memuriyeti yapabilmeleri konusu, Fereshta Ludin olayi ile kamuoyu düzeyinde tartismaya baslandi. Bu arada Islami çikar örgütleri ve Islami kadin örgütleri, Ludin'in ayrimciliga ugramasini kinamak için seslerini yükselttiler. Alman kamuoyunda da Ludin'in tutumunu destekleyenler vardir. Almanya'daki durumun bir özelligi olarak, sonunda herkes ve her yer için baglayici bir kararin çikmayacagini kaydetmek gerekir. Bunun bir nedeni, tek tek eyaletlerin kültürel özerkligi,10 bir digeri ise, her bir özel durumda baska haklar ile tartilarak bir degerlendirmeye tabi tutulmasi gereken din ve vicdan özgürlügü hakkinin çok yüksek bir deger sayilmasi. Örnegin Fereshta Ludin olayi sonucu Hessen eyalet yönetimi, basörtülü ögretmen aleyhinde çikan karara uyacagini açikladi, ama Berlin ve Kuzey Ren Vestfalya eyaletleri bu konuda kendi, bireye özgü kararlar verme hakkini sakli tutacaklarini belirttiler. Bu konudaki kararlar o denli özel uygulanabiliyor ki, ayni sehirde bulunan okullardan biri basörtülü bir ögretmenin okula alinmasi lehine, baska bir okul ise bunun aleyhine karar verebiliyor. Wuppertal sehrinin bir ilkokulunda basörtülü bir pedagog birkaç yildir müdür yardimciligi görevinde bulunurken, bir komsu okulda bir ögretmen, basörtüsüyle okul alanina giremiyor.

Almanya'da dinin devlet karsisindaki konum ve rolü konusundaki tartisma, Müslüman göçmenler ve onlarin toplumsal yasamin her alanina, esit biçimde katilma taleplerini daha duyulur bir sesle dile getirmeleri sayesinde, yeni bir hareketlilik kazandi. Bu baglamda, din ile modernite, ayrica Islam ile Hiristiyanlik tarafindan etkilenen seküler Bati arasindaki iliskinin tartisilmasinda birbirinden çok farkli görüsler öne sürülüyor. Bu tartisma ise, seküler federal devlet modelinin, göçmenlerin Islam'ina, Almanya'da toplumsal bir güç olarak kiliselerin yaninda esit bir konuma gelmeleri için hangi olanaklari sagladigi sorusuyla ilgilenmenin daha henüz baslangicini olusturmaktadir. Çünkü kesin olan bir sey var: Kiliselerin, devlet ve din ayriliginin laik bir anlayisi ugruna imtiyazlarindan vazgeçmeleri, gelecekte de pek beklenemez.

Kaynakça:

- Albers, Hartmut (1994) "Glaubensfreiheit und schulische Integration von Auslanderkindern", DVBI, 1. September, s. 984-990.
- Attia, Iman (1994) "AntiIslamischer Rassismus. Stereotypen-Erfahrungen-Machtverhaltnisse", Jager, Siegfried (der.), Aus der Werkstatt: Anti-rassistische Praxen. Konzepte-Erfahrungen-Forschung içinde, Duisburg, s. 210-228
- Bauböck, Rainer (1994) "Drei multikulturelle Dilemmata", Ostendorf, Bern (der.), Multikulturelle Gesselschaft, Modell Amerika içinde, Münih, s. 234-256.
- Bielefeldt, Heiner (1998) "Zwischen laizistischem Kulturkampf und religiösem Integralismus: Der sakulare rechtsstaat in der Modernen Gesellschaft", Bielefeldt, Heiner/Heitmeyer, Willhelm (der.), Politisierte Religion içinde, Frankfurt am Main, s. 474-492.
- Böckenförde, Ernst-Wolfgang (1997) "Almanya'da Sekülarizm", Türk-Alman Iliskilerinde Din Tabu mu?, Körber-Vakfi, Türk-Alman Sempozyumu 1996, Hamburg, s. 287-294.
- Bundesverwaltungsgericht (1994) Urteil vom 25.8.1993- 6C8.91, DVBI, 1. Februar, s. 163-168.
- Harwazinski, A.M. (1998) "Fanatismus, Fundamentalismus, Frauen: Zur Kritik kulturalistischer Interpretationsmuster in der gegenwartigen Islamdebatte", Bielefeldt, Heiner/Heitmeyer: Politisierte Religion içinde, Frankfurt am Main, s. 438-449.
- Hillgruber, Chrestian (1999) "Der deutsche Kulturstaat und der muslimische Kulturimport. Die Antwort des Grundgesetzes auf eine religiöse Herausforderung", Juristenzeitung 11, s. 538-546.
- Karakasoglu-Aydin, Yasemin (1998) "'Kopftuch-Studentinnen' türkischer Herkunft an deutschen Universitaten,Impliziter Islamismusvorwurf und Diskriminierungserfahrungen", Bielefeldt, Heiner/Heitmeyer, Wilhelm (der.), Politisierte Religion içinde, Frankfurt am Main, s. 450-473.
- Karakas-Aydin, Yasemin (1999) "Eine Lehrerin mit Kopftuch an einer deutschen Schule? Eine Analyse der Behandlung des 'Falls Ludin' in den Medien und in der politischen Öffentlichkeit", Kopftuch-Kulturen, Sonderheft 12, Begleitbuch zur Ausstellung: Das Kopftuch - Nur ein Stückchen Stoff in Geschichte und Gegenwart?, içinde (der.) Meral Akkent, Elisabeth Bala, Gaby Franger, Evelyn Gillmeister-Geisenhof, Lale Yalçin-Heckmann, Nürnberg, s. 194-206.
- Kepel, Gilles (1996) Allah im Westen: Die Demokratie und die Islamische Herausforderung, Münih.
- Kreile, Renate (1992) "Islamische Fundamentalistinnen - Macht durch Unterwerfung?", Betrage zur feministischen Theorie und Praxis içinde, Nr. 32, s. 19-28.
- Langenfeld, Christine (1998) "Integration und kulturelle Identitat zugewanderter Minderheiten: Eine Herausforderung für das deutsche Schulwesen-Einführung in einige grundrechtliche Fragestellungen", Archiv des öffentlichen Rechts, Band 123, s. 375-407.
- Loschelder; Wolfgang: "Der Islam und die religionsrechtliche Ordnung des Grundgesetzes", Marre, Heiner/Stüting, Johannes (der.), Essener Gesprache zum Thema Staat und Kirche (20), Der Islam in der Bundesrepublik Deutschland içinde, Aschendorf, s. 149-176.
- Lutz, Helma (1991): Welten verbinden: Türkische Sozialarbeiterinnen in den Niederlanden und der Bundesrepublik Deutschland, Frankfurt a. M.
- Mahrenholz, Ernst Gottfried (1998) "Darf die Schulverwaltung einer Schülerin das Tragen eines Schleiers in der Schule verbieten?" RdJB 3, s. 287-303.
- Mihçiyazgan, Ursula (1993) "Die Macht der Kultur, Muslime in einer christlich gepragten Gesellschaft", Leggewie, Claus/Senocak, Zafer (der.), Deutcshe Türken - Türk Almanlar içinde, Rowohlt-Verlag, Reinbek bei Hamburg, s. 92- 102.
- Mihçiyazgan, Ursula (1994) "Zwischen sozialem konsturkt und Selbstbestimmung, Die muslimische Frau in der multikulturellen Gesellschaft," Gemeinsam 28, s. 93-101.
- Mihçiyazgan, Ursula (1995) "Türkische Madchen im Sportunterricht. Über die religiösen Wurzeln des Sports", Zeitschrift Sportwissenschaft.
- Muckel, Stefan (1996) "Überkreuz mit dem Kreuz- Bemerkungen zum 'Kruzifix-Beschluss' des BVerfG", Kirche und recht (KuR) 2, s. 65-80.
- Özdalga, Elizabeth (1998) The Veiling Issue: "Official Secularism and Popular Islam in Modern Turkiy- Richmond.
- Pinn, Irmgard/Wehner, Marlies (1992) "'Haremsdame' oder 'Kopftuchtürkin'. Das Bild der Islamischen Frau in den westlichen Medien", die Brücke, Sonderband: Islam im Abendland içinde, Saarbrücken, s. 92-105.
- Pinn, Irmgard (1995) EuroPhantasien: Die Islamische Frau aus westlicher Sicht, Duisburg.
- Spies, Axel (1993) "Verschleierte Schülerinnen in Frankrech und in Deutschland", Neue Zeitschrift für Verwaltungsrecht, 12/7, s. 637-640.
- Waltz, Viktoria (1996) "Toleranz fangt beim Kopftuch erst an. Zur Verhinderung der Chancengleichheit durch gesselschaftliche Verhaltnisse", Heitmeyer/Dollase (der.), Die bedrangte Toleraz içinde, Frankfurt a.M., s. 477-500.
- Yalçin Heckmann, Lale (1994) "Are fireworks Islamic? Towards an understanding of Türkish migrants and Islam in Germany", Steward, Charles/Shaw, Rosalind (der.), Syncretism/Anti-syncretism: The Politics of Relgious Syntheisisi çinde, New York, s. 178-195.

Dipnotlar:

1- Sünni Islami Diyanet Isleri Baskanligi gibi bir devlet kurumu eliyle merkezi biçimde koordine ve kontrol etmesi karsisinda Cumhuriyet'in dinler konusunda ne derece tarafsiz veya nötr oldugu burada sadece bir soru olarak ortaya atilacak, ayrintisina girilmeyecek.
2- Burada Hiristiyanligin sembollerinin görünürlügü de, Alman Anayasa Mahkemesi'nin 1995 yilinda verdigi "Haç Karari"nin (Kruzifix-Urteil) gösterdigi gibi, tartismalidir. Bavyera eyaletinde bir ögrencinin velileri, kizlarinin devam ettigi devlet okulunda okul yönetmeligine göre siniflarda haçlarin bulunmasina karsi davaci olmuslardi, çünkü bu, devletin farkli din ve inançlar karsisindaki tarafsizligi ilkesini ihlal etmekteydi. Anayasa Mahkemesi, kararinda velilere hak veriyordu. Kararin açiklanmasindan sonra, bunun dogru olup olmadigi konusunda kamuoyunda çok hararetli ve farkli görüslerin savunuldugu bir tartisma basladi. Bu tartismada sik sik Federal Alman toplumunun "Hiristiyan-Bati kültürünün" derinden etkilendigine dikkat çekildi. (Haç kararinin hukukçu gözüyle degerlendirilmesi için bkz. Muckel, 1996).
3- Subsidiaritatsprinzip, sosyal hukukun bir ilkesidir. Devlet karsisinda vatandaslara sosyal hizmet konusunda "özerk kurumlara belirli bir önceligi" saglamaktadir. Bu ilkenin arka planinda, kisilerin özerk olma hakki ile devletin sadece ek olarak müdahale etmesi gerektigi, özel tesebbüse dayali dayanismanin tesvigi konusunda denge saglama düsüncesi yatmaktadir. Kiliseler gibi kurum, grup, kamu kuruluslari veya kum hukuku kurumlarinin (Körperschaften) "kendi güçleriyle basaramadiklari, onlarin üstünde bulunan bir merci veya devlet tarafindan ellerinden alinamaz, çünkü insanlara daha yakin yasam alanlari konusundaki yetkinlikleri korunmak zorunda." (Fachlexikon der sozialen Arbeit 1993, s. 939)
4- Kilise ile devlet arasinda kimi alanlardaki yakin iliskilerini Jürgen Wandel 14 Agustos 1998 tarihli Deutsches Allgemeines Sonntagsblatt adli gazetede çikan "Herkes için hayirli birsey. Siniflardaki basörtüsü kavgasi devam ediyor. Kilise ile devlet arasinda gerçekten kati bir ayrilik gerekli midir?" baslikli yazisinda anlatmaktadir.
5- Bu konu hakkindaki ayrintili bilirkisi raporunun degerlenilmesi için bkz. Mahrenholz. 1998.
6- Bunlardan, sorgulamayan bir kültüralizm seklinde basitleyici bir yaklasimla, Türk kizlarinin kendi yasamlarini belirlemesinin sadece basörtüsü biçiminde tezahür ettigi basitleyici sonucu anlasilmamali (Bu tehlike için bkz. Harwazinski, 198).
7- Dissal bir sembol olan basörtüsüne dikkatlerini yogunlastiran ögretmenlerin çogu, basörtüsüz kizlarin da genelde geleneksel namus anlayisinin hakim oldugu bir aile ortamindan geldigini gözden kaçiriyorlar.
8- Egitim ve Bilim Sendikasi'nin (Gewerkschaft Erziehung und Wissenschaft) eyalet teskilatidir.
9- Fereshta Ludin olayi için bkz. Karakasoglu-Aydin, 1999.
10- Bu, eyaletlerin egitim alaninda özerk olduklari ve bir federal bakanliga bagli olmadiklari anlamina gelmektedir.

 

@ Ekrem Yolcu

geri.gif (554 Byte)