İbn-i Kemal

(1468-1536m.)

 

Yazan: Abdullah ÇELİKKANAT -sızıntı

 

Fakih (hukuçu) , tarihçi, müfessir, kelâmcı, edebiyatçı ve şair olan Şeyhü'l-İslâm İbn-i Kemal'in asıl adı Şemseddin Ahmed b. Süleyman'dır. Fatih devrinin ileri gelen devlet adamlarından Kemal Paşanın torunu olması sebebiyle, İbn-i Kemal ismiyle şöhret bulmuştur.1 İbn-i Kemal, en meşhur Osmanlı şeyhü’l İslâm'larındandır.

 

1468 veya 1469 yılında doğmuştur. Doğum yerinin Edirne veya Amasya olduğuna dair rivayetler bulunmakla beraber, Tokat'ta doğmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.2 Babası, Fatih devri kumandanlarından Süleyman Beydir. Annesi, yine Fatih devrinin âlimlerinden İbn-i Küpelî'nin kızıdır.3

 

İbn-i Kemal, ailesinin yanında iyi bir eğitim aldıktan sonra, baba mesleği olan askerliği seçti. Bir süre askerlik mesleğini icra etti ve çeşitli seferlere katıldı. Onun askerliği bırakıp ilme yönelmesi de bu seferlerden birisinde gerçekleşen bir hâdiseye dayanmaktadır. II. Bayezid devrinde, 1492 yılında, Arnavutluk tarafına bir sefer yapılmaktadır. Ordunun başında ikinci vezir Çandarlı Halil Paşanın oğlu İbrahim Paşa bulunmaktadır. Genç bir sipahi olan İbn-i Kemal de ordudadır. Vezir İbrahim Paşa Filibe'de Divanı toplamış ve herkes protokoldeki yerini almıştır. Vezirin hemen yanında dönemin meşhur akıncı beylerinden Evrenoszade Ahmed Bey bulunmaktadır. Herkes onun anlattıklarını dinlemektedir. Bu sırada ilmiye mesleğinden, mütevazı kıyafetler içinde bir adam meclise gelmiş ve herkes saygı ile kendisine yer vermiştir. O da geçmiş ve Evrenoszade'nin üst tarafındaki yere oturmuştur. Mecliste bulunanlar, bu sefer de onun anlattığı ilmî meseleleri saygıyla dinlemeye başlamıştır. Bu duruma İbn-i Kemal çok şaşırır. Bu mütevazı âlimin, Filibe'de günlük 30 akçe ile müderrislik yapan Tokatlı Molla Lütfi olduğunu öğrenir. İbn-i Kemal, burada bir âlime gösterilen saygının büyüklüğünü görünce, Molla Lütfi gibi bir âlim olmaya karar verir. Bu sırada Molla Lütfi'nin de görev yeri değişmiş ve Edirne'deki Daru'l-Hadîs Medresesi'ne tayin edilmiştir. İbn-i Kemal sefer sona erdikten sonra Edirne'ye gider ve Molla Lütfî'nin ders halkasına katılır.4

 

Büyük bir gayretle ilme sarılan İbn-i Kemal, kısa sürede ilimde büyük mesafe kateder, diğer talebeleri yakalar ve geçer. İbn-i Kemal altı yıl kadar Molla Lütfi'nin ilim halkasında kalır. 1498'de Molla Lütfi'nin ölümünden sonra Muslihiddin Mustafa Kestelli, Muhyiddin Mehmed Hatipzade ve Sinaneddin Yusuf Muarrilzade'den ilim tahsil eder ve müderris olur. İlk olarak 1505/1506 yılında günlük 30 akçe ücretle Edirne Taşlık Ali Bey Medresesi'ne tayin edilir. Daha sonra kendisine II. Bayezid tarafından tarih yazıcılığı görevi verilir ve 30.000 akçe ihsan edilir. İbn-i Kemal meşhur tarihini bu vesileyle kaleme alır. 1511-1512 yılında 40 akçeli Üsküp İshak Paşa Medresesi'ne tayin edilir. Bu dönemde Seyyid Şerif Cürcani'nin Şerhu'l-Miftah adlı eserine bir haşiye kaleme almıştır. Daha sonra yine Edirne'deki Halebiyye Medresesi’ne, Üç Şerefeli Medrese'ye ve İstanbul'daki Sahn-ı Seman Medresesi'ne tayin edilir.5

 

II. Bayezid döneminde yukarıdaki vazifelerde bulunan İbn-i Kemal, Yavuz zamanında da yükselmeye devam eder. 1516 yılında Çaldıran Seferi dönüşünde Edirne Kadılığı'na ve aynı yıl içerisinde de Anadolu Kazaskerliği'ne getirilir. Yavuz Selim ile Mısır Seferi'ne katılır. Mısır Seferi sırasında Yavuz ile İbn-i Kemal arasında ilginç hâdiseler meydana gelmiştir. Bu hâdiseler padişahın âlime olan saygısını ve İbn-i Kemal'in yüksek ilmini göstermektedir. Sefer dönüşünde İbn-i Kemal'in atının ayağından sıçrayan çamur, Yavuz Selim'in kaftanına bulaşmıştı. Padişah hiddeti ile meşhur olduğu için İbn-i Kemal endişelenmiş ve mahcup olmuştu. Bunu gören Yavuz: 'Endişe etmeyiniz. Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur bizim için ziynettir. Öldüğümde bu çamurlu kaftanı üzerime seresiniz.' demiştir."6 Vefat ettiği zaman bu kaftan türbesinin üzerine örtülür. Halen bu kaftan türbede muhafaza edilmektedir. Bu hâdise padişahların ilme ve ilim adamlarına olan saygısını gösteren pek çok örnekten bir tanesidir.

Mısır Seferi sırasında padişah, İbn-i Kemal ile ilmî sohbetler yapıyor ve ilmî konularda yardımına başvuruyordu. Meselâ, Ebu'l-Mehasin Yusuf Cemalüddin'in (V:1469) En-Nücumu'z-Zahire Fi Mülüki'l-Mısır Ve'l-Kahire isimli Mısır tarihini Yavuz'un emri üzerine süratle tercüme etmiştir. Öyle ki, her gece bir cüz tercüme eder, Şeyhizade'ye temize çektirir ve ata bineceği sırada padişaha takdim edermiş.7

 

İbn-i Kemal, Mısır Seferi ile ilgili olarak kaleme aldığı bir risalesinde, Enbiya Suresi'nin 105. âyetinden hareketle, cifîr ilmi kurallarına göre Yavuz'un Mısır'ı fethedeceğini, bunun kolay olacağını, gününü ve yerini ayrı ayrı ortaya koymuştur.8

Yine Mısır Seferi sırasında Yavuz, Karaman'dan geçilirken, orada görülen şiddetli hortum ve fırtınanın hikmetini İbn-i Kemal'e sorar. İbn-i Kemal de şu cevabı vermiştir: "Karaman ülkesinin payitahtı Mevlana'nın mehbit-ı envar (nurların indiği yer) olduğundan o diyarın dağı, taşı ve toprağı sema etmektedir."9

Mayıs-Haziran 1526'da Zenbilli Ali Cemali Efendinin vefatı üzerine şeyhü’l-İslâmlığa getirilir ve Mayıs 1536'da vefat edene kadar bu görevde kalır. Edirnekapı'da Emir Buhari Camii'nin yanındaki Mahmud Çelebi zaviyesine defnedilir.10

 

İbn-i Kemal hoşsohbet, zarif, nüktedan ve güler yüzlüydü. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Bunlardan Türkçe Divan’ı ve 10.000 beyitlik Yusufu Zeliha Mesnevisi ve Yavuz'un vefatı üzerine yazdığı mersiye; en meşhurlarındandır. İbn-i Kemal'in şairliği ve sanatkârlığı ilminin yanında gölgede kalmıştır. Fakat o başarılı şiirler yazmıştır.11

 

İbn-i Kemal, Osmanlı'nın ve İslâm âlemin ileri gelen âlimleri arasındadır. Dini ilimlerin yanısıra, felsefe ve tıp gibi ilimlerde de eserler kaleme almıştır. Bu açıdan eskilerin ifadesiyle kendisine "hezarfen" dense yeridir. Verdiği fetvalar İslâm âleminde şöhret bulmuş ve kendisine Müftiü's-Sekaleyn, yani insanların ve cinlerin müftüsü unvanı verilmiştir. Kendisini Süyuti ile kıyaslayanlar, dirayet ve muhakeme açısından ondan üstün, rivayet açısından ondan zayıf kabul ederler. Ebu’sSuûd Efendi ile kıyaslayanlar ise, her ikisini de fıkıh, kelâm ve usûlde derin bilgi sahibi görmekle birlikte, İbn-i Kemal'in tasavvuf, hikmet, tarih, Türkçe şiir itibariyle üstünlüğüne, Ebu’sSuûd Efendinin ise edebiyat, üslûp, ahenkli beyan, Arapça şiir yönüyle üstünlüğüne hükmetmektedirler.12

İlmî dirayetini gösteren hâdiselerden birisi, Molla Kâbız meselesidir. Peygamber Efendimiz'den (sas) Hz. İsa'nın (as) üstün olduğunu savunan Molla Kâbız, bu fikirlerini halk arasında yaymaya çalışmaktadır. Bu hali gören bazı gayretli âlimlerin şikayetleri üzerine Molla Kâbız saraya çağrılmış ve Sadrazam Makbul İbrahim Paşanın huzurunda Rumeli Kazaskeri Muhyiddin Çelebi ve Anadolu Kazaskeri Kadiri Çelebi karşısında fikirlerini ispat etmesi istenmiştir. Molla Kâbız, gerçekten de fikirlerini güzel bir şekilde savunmuş ve kazaskerler kendisini ilzam edememiştir. Çünkü onlar bulundukları yüksek makamı dolduracak ilme sahip değillerdir. Sadrazam İbrahim Paşa ise, kazaskerlere; "Bu adamın suçu ne ise onu bulup söyleyin, kafasındaki düğümleri çözün ve suçunu ispat ettikten sonra katline hükmedin." demiş ve Molla Kâbız'ı serbest bırakmıştır. Olanları Adalet kulesinde pencere arkasından, izleyen Kanuni oldukça sinirlenmiş ve sadrazama "Bir sapık divanıma gelir ve Peygamberimiz Hazretlerinin yüksek şanına gölge düşürür, saçma sapan konuşmaya cüret eder ve susturulamadan huzurumdan çekip gider. Buna sebep nedir?" diye İbrahim Paşaya çıkışır. Sadrazam İbrahim Paşa ise: "Ne edelim, kazaskerlerimiz şeriat meselelerinde bilgin değillerdir ki o melunu sustursunlar." diye cevap verir. Kanuni bunun üzerine, Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal ve İstanbul kadısı Sadi Çelebi'nin (v: 1538) huzurunda Molla Kâbız'ın tekrar dinlenmesini emreder. Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal, çok yumuşak bir tutumla Kâbız'ın iddialarını sorar ve sabırla anlattıklarını dinler. Molla Kâbız, âyet ve hadîslerden deliller getirmeye çalışarak iddialarını dile getirir. Sonra Şeyhü’l-İslâm, karşısındakinin meseleleri yanlış anladığını ilmî metotlarla ortaya koyar ve doğrusunu ona anlatır. Böylece gerçek meydana çıkmış olur. Molla Kâbız'ın dili tutulur ve ilzam olur. Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal: "İşte gerçek meydana çıktı, başka sözün var mıdır? Bu dipsiz inançtan döner ve doğruyu kabul eder misin?" diye sorar. Fakat Kâbız bildiğinden şaşmaz. Bunun üzerine Şeyhü’l-İslâm Kadı Sadi Çelebi'ye dönerek; "Fetva işi tamam oldu, şeriata göre gereğini siz hükmedin." der. Sadi Çelebi, Molla Kâbız'a; "Ehli sünnet ve cemaat üzere doğru inanç yoluna girdin mi?" diye sorar. Fakat Kâbız yine sözünden dönmez. Bunun üzerine de Kadı Sadi Çelebi, Kâbız'ın idamına karar verir ve hüküm infaz edilir.13

 

Eserleri

İbn-i Kemal, Osmanlı ulemâsının en bülendlerindendir. Tarih, şiir, felsefe, tıp, fetva gibi konular üzerine 200'e yakın eseri vardır. Dakâyıku'l-Hakâyık, Yûsuf u Züleyha, İdrîs-i Bitlisî'nin Heşt-Behişt Tercümesi, Zagyir ve Tenkîh, Islâh-ı Mefatih, Keşşâf'a Na-tamâm Bir Haşiye, Şerhu Mefatih, Mühimmat, Makîtu'l-Luga ve Osmanlı Tarihi.

Medar-ı iftiharımız olan böyle bir allâmeyi üç beş cümle ile ifade etmenin zorluğu ortadadır. Burada anlatılanlar, onun hakkında fikir verici mahiyettedir. Netice olarak, İbn-i Kemal Hazretleri, beş asırdır ilim dünyamızı aydınlatmaya devam etmektedir.

 

Dipnotlar:

1) Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani, yayına haz. Mustafa Keskin, Ayhan Öztürk, Hamdi Savaş, Havva Kurt, İstanbul 1997, c. 4/ı, s. 93; Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara 1992, c. l, s. 41.

2) İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1948, c. 2, s. 430.

3) Ahmet Uğur, Kemalpaşazade İbn-i Kemal, Ankara 1996, s. 9; Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Dünyamız, İstanbul 1994, s. 39-40; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. l, s. 409.

4) İskender Pala, "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, C. 2, s. 158; Uğur, s. 11, Dalkıran, s. 40-41.

5) İlmiye Salnamesi, yayına haz. Seyit Ali Kahraman, Ahmed Nezih Galitekin, Cevdet Dadaş, İstanbul 1998, s. 299; Dalkıran, s. 42; Uğur, s. 12-13.

6) Dalkıran, s. 43.

7) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1983, s. 2, s. 670.

8) İbn-i Kemal, Fethi Mısr Hakkında Vaki Olan İma ve İşaret, S.K., Esad Efendi, n. 3729, v. 136a-138a, zikreden Dalkıran, s. 46.

9) Dalkıran, s. 43.

10) Uzunçarşılı, s. 670; Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, İstanbul 1965, c. 6, s. 180.

11) Uzunçarşılı, s. 671, Öztuna, s. 180; Bilmen, s. 411.

12) Bilmen, s. 410.

13) Peçevi, s. 95-96; Uğur, s. 23.

Kaynak: www.davetci.com.tr

.