Buhurîzâde Mustafa Efendi (Itrî)

(1630 - 1711m.)


Kitabiyat

Türk musikisinin en büyük üstadlarından biri olan Itri’yi yaşadığı dönemde dinleyenler bizden daha şanslıydılar. Çünkü binden fazla beste yapan Itri’nin günümüze sadece kırk eseri kalmıştır. Bize düşen, geçmişten günümüze akan, aktıkça yok olmaya mahkûm görünen değerlerimize sahip çıkmak, bu dev yapıtların üzerlerindeki tozları silmektir.

Buhurîzâde Mustafa Efendi

17. yüzyılın büyük bestekarlarından biri olan Itri 1630-1640 yılları arasında İstanbul’da doğdu. Aynı kentte 1711 yılında öldüğü sanılmaktadır. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olmamakla beraber bu bilgiler, arkadaşlarının güfte olarak kullandıkları şiirlerin yazım tarihiyle sınırlı kalmıştır. Asıl adı Mustafa’dır. Buhurîzade Mustafa Efendi diye de anılmış, şiirlerinde Itri mahlasını kullanmıştır. Ruhundaki incelik onu sadece musikiyle değil çiçek yetiştirmeyle, meyvecilikle de ilgili kılmıştır. Itri mahlasını bu sebeple kullandığı sanılmaktadır. Kendi adıyla anılan İstanbul’un ünlü “Mustabey Armudu”nu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Lale Devrinde adı dillere destan olmuş, Sultanlar tarafından korunmuş ve taleplerine olumlu sonuç almıştır. Yaşadığı dönemde iyi bir eğitim aldı, dini ilimlerin yanı sıra Arapça ve Farsça öğrendi. Etkisinde kaldığı üstatları Hâfız Post, Derviş Ömer, Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi gibi dönemin önemli isimleridir. Itrı dergahta eğitimine devam ederken Segah Mevlevi ayini ve tekkede okunmak üzere bir naat besteledi. İçindeki heyecan, bitmek bilmeyen coşku Yenikapı Mevlevihanesi’nin şeyhi Câmî Ahmed Dede’ye bağlanmasını sağladı ve Mevlevi oldu.
Itrî, Osmanlı Sultanı IV. Mehmed tarafından himaye edildi. Sarayda düzenlenen fasıllara hanende (solist) olarak katıldı, besteleriyle padişahın beğenisini kazandı ve büyük yakınlık gördü. Sultan IV. Mehmed döneminde Enderun’dan başka Harem-i Hümayun (kadınlar bölümü)’da musiki dersleri verilmeye başlandı. Itri Enderun’da hocalık ve hanendelik yaptı. Daha sonra kendi isteğiyle esirciler kethüdanlığına getirildi. Uzun yıllar burada görevine devam etti. Beş padişah dönemi gören Itri, elli yaşlarında saraydan ayrıldı. Müstakimzade’ye göre ölümünden sonra Yenikapı Mevlevihanesine gömüldü. Bu görüşü Divan şairi Şeyhi’de doğrular. Mezar taşı kayıptır.


Mûsiki Başarısı

Itri musikiyle ilgilendiği dönemde Divan Edebiyatı geleneğine uygun şiirler yazdı. Naili ve Nabi’nin etkilendiği şiirlerini besteledi. Gazeller, Naatlar, Nazireler, tarih düşürülen beyitler ve şarkıların yanı sıra hece vezniyle türküler de besteledi. Itri dini ve din dışı konularla ilgili binden fazla eser bestelemiştir. Fakat şiirlerden oluşan divanı kayıptır. Itrî bir dönem Siyahi Ahmet Efendi’den hat dersi görmüştür. Yazdığı tâlik yazı örnekleri, üstadı Hâfız Post’un eklediği güftelerde yer alır. Neyzen olduğu söylentileri uzun süre cevapsız kalmış, daha sonra arşiv belgelerinden yola çıkılarak bu yalanlanmıştır. Itri en büyük başarıyı bestecilikte yakalamıştır. Meydana getirdiği eserler Klasik Türk Musikisini vücuda getirmiştir. Osmanlı döneminde Türk üslubunu oturtmuş, Abdülkadir Merâgi ve Dede Efendi’yle birlikte, Türk müziğinin gelişiminde öncü isimlerden biri olmuştur.

Segâh Kurban Bayramı Tekbiri
Itrî çalışmalarını büyük bir özenle ve titizlikle devam ettirmiş her fırsatta yapıtlarını zenginleştirme çabasına girmiştir. Din dışı eserlerinin büyük bölümü kayıptır. Dini yapıtları müziğin rengini değiştirmiştir. Müziğini tekke ve cami müziği şeklinde ikiye ayırmıştır. Müezzinlerin ezanda yakaladıkları ahenk, Bayram namazı sırasında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyaretinde okunan Segâh Sal-ât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Gece Salâtı, Segah Mevlevi Ayini, Rast Naat’ı Itri, canlılıklarından hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar gelen en önemli eserleridir.
Bestelerine güfteye göre ahenk veren Itri, ustalığını bütün eserlerinde göstermiştir. Nühüft makamında ki naatından:

“Şöhretim isyan benim, sen af ile meşhursun
Padişah-ı evvelin u kıblegah-ı aharın,
Evvel u ahir, imamül enbiya, mezkursun
Ya Resulullah umarım, diyesin ruz-i ceza
Gerçi cürmüm çoktur amma Itri’ya mağfursun.”

Mûsiki İlminin Şeyhi
Itri’nin eserlerinde mistik bir yapı göze çarpar. Dindar oluşunun izleri, tasavvufun ve içteki heyecanın adımları sade abartısız bir üslubun niteliğiyle kendini bulur. Yaşadığı dönemde kaliteli müziğin zirvesine çıkmış, musiki sanatın temel taşlarını oturtmuştur. Klasik müzik gibi çok belirgin bir çizgiye sahiptir Itri. Kendine özgü, dengeli, duygusallıktan uzak, hissettiklerini aktarırken abartıdan uzak coşkun bir dil kullanmış, cümleleri suya yazılmış kadar berraktır. Notasıyla günümüze kadar ulaşamamış eserlerinin güfteleri ve usulleri hakkında bilgi veren eski kaynaklarda, o dönemde bile nadir görülen tarzda eser verdiği görülmüştür. Şeyhülİslâm Esad Efendi’nin “Atrabül Asar” adlı eserinde aktardığı bilgiye göre Itri, binden fazla beste yapmış, saraylarda aranan bir isimdir. Bestelerinin büyük bir bölümü unutulmuş günümüze ancak kırk kadar yapıtı ulaşmıştır. Salim tezkiresinde Itri için “musiki ilminin hocası, musiki ilminin şeyhi, şiirin Nizami’si ve Hakkani’si” diye övmüştür.

Ünlü “Segâh Bestesi”nden bir bölüm:

Tutî-i mucize guyem ne desem laf değil,
Çerh ile söyleşemem âyinesi saf değil
Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil.

Eserleri İmparatorluk döneminde üç kıtada söylenen, günümüzde de milyonlarca müslümanın dilinden düşmeyen Itri'nin şahsiyeti ve eserleri hakkında Yahya Kemal, mükemmel şiirriyle bir değerlendirme yapmıştır.

Şöyle demektedir Yahya Kemal:

Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsikîmizin piri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangiri,
Nice bayramların sabah erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.
Tâ Budin'den İrak'a, Mısır'a, kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hürr esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O deha öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.
Mûsikîsinde bir taraftan din,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz o şehrâyîn,
Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinat akmış.
Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şuh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrarı,
Başlıyor şark ufuklarında vüzuh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon ruh.
Kıskanıp gizlemiş kaza ve kader
Belki binden ziyade bestesini.
Bize mîrâs kaldı yirmi eser.
"Nât'dır en mehîbi, en derini.
Vakıa ney, kudüm elince dile,
Hızlanan mevlevî semaiyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.
O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses ve tel kudretiyle hâkimdi;
Adetâ benziyor muammaya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün define midir?
Bir bilen var mı? Neredeler şimdi?
Öyle bir mûsikiyi örten ölüm,
Bir teselli bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm.
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle zevk alınır.
Belki hâla o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda."


Kaynak: www.davetci.com.tr

.