26. YİYECEKLER BOLÜMÜ.. 4

1. Davete İcabet Konusundaki Hadisler. 4

2. Evlenirken Yemek Ziyafeti Vermek İyidir. 5

3. Düğün Yemeğinin Kaç Gün Verilmesi İyidir?. 6

4. Bir Yolculuktan Gelince Yemek Vermenin Hükmü. 6

5. Misafirlik Konusunda Gelen Hadisler. 7

6. Misafirin (İzinsiz Olarak) Başka Birinin Malını Yemesi Neshedilmiştir. 9

7. Üstünlüklerini Ortaya Koyabilmek İçin Birbiriyle Yarışan Kimselerin Yemeğini Yemenin Hükmü. 11

8. Beraberinde Dinen Çirkin Sayılan Fiillerin Bulunduğu Bir Davete İcabet Etmenin Hükmü  11

9. Bir Kimseyi İki Kişi Birden Davet Edince Hangisi İcabete Daha Müstahaktır?  12

10. Namaz (Vakti) Gelip Sofra Hazır Olunca Nasıl Hareket Edilir?. 12

11. Yemekten Önce Elleri Yıkamanın Hükmü. 13

   Yemekten Önce El Yıkamanın Hükmü. 13

12. Beklenmedik Bir Anda Üzerine Varılıveren Bir Yemeği Yemenin Hükmü. 14

13. Yemeği Kötülemenin Çirkinliği. 14

14. Yemeği Toplu Halde Yemek. 15

15. Yemeğe Başlarken Besmele Çekmek. 16

16. (Bir Yere) Dayanarak Yemek Yeme Konusundaki Hadisler. 17

17. Yemeği Tabağın Ortasından Yemekle İlgili Hadisler. 18

18. Üzerinde Yenmesi Haram Olan Bir Takım Yiyecek Veya İçecek Bulunan Bir Sofraya Oturmak  19

19. Yemeği Sağ Elle Yemek. 19

20. Et Yeme Hakkındaki (Hadisler). 20

21. Kabak Yemek. 21

22. Tirit Yemek. 22

23. Bazı Yiyeceklerin Temiz Olup Olmadığı) Hususunda Şüpheye Düşmenin Doğru Olmadığı  22

24. Pislik Yiyen Hayvanların Etlerini Yemek Ve Sütlerini İçmek Yasaklanmıştır  22

25. At Eti Yemenin Hükmü. 23

26. Tavşan Eti Yemek. 25

27. Keler (Etini) Yemek. 25

28. Toy Kuşunun Etini Yemek. 27

29. Yerde Yaşayan Küçük Hayvanları Yemek. 27

30. (Kitap Ve Sünnette) Haram Olduğuna Dair Bir Açıklama Bulunmayan Şeylerin Hükmü  29

31. Sırtlan Eti Yemek. 29

32. Yırtıcı Hayvanlar(ın Etlerini Yemek) Yasaklanmıştır. 30

33. Ehli Eşeklerin Etini Yemek. 32

34. Çekirge Yemenin Hükmü. 33

35. (Suda Kendi Kendine Zahiren Sebepsiz Olarak Ö1üp) Suyun Yüzüne Çıkan Balıkları Yemenin Hükmü. 34

36. Leş Yemek Zorunda Kalan Kimse. 35

37. Bir Sofraya İki Çeşit Yemeği Birden Koymanın Hükmü). 37

38. Peynir Yemek. 37

39. Sirke Hakkında Gelen Hadisler. 38

40. Sarmısak Yemek. 38

41. Hurma Yemek. 40

42. (İçerisinde) Kurtlu Hurma (Bulunan Hurmaları) Yerken (İçlerinde Kurt Bulunup Bulunmadığını İyice) Araştırmak (Gerekir). 41

43. (Toplu Halde) Yemek Yerken İki Hurmayı Birden Yemek. 41

44. Bir Sofrada İki Sebze Ve Meyveyi Birlikte Bulundurmak. 42

45. Ehli Kitabın Kaplarında Yemek Yemek. 42

46. Deniz Hayvanlarının Etlerini) Yemek. 43

47. İçine Fare Düşen Yağı Yemenin Hükmü. 45

48. İçine Kara Sinek Düşen Bir Yemeği Yemek. 46

49. Yere Düşen Lokma(Yı Yemek). 46

50. Hizmetçinin Efendi(si) İle Birlikte Yemek Yemesi. 47

51. (Yemekten Sonra Eli) Mendil(le Silmek). 47

52. Kişi Yemeğini Yiyince Nasıl Dua Eder?. 48

53. Yemekten (Sonra) El Yıkama. 48

54. Yemekten Sonra Yemek Sahibine Dua Etmek. 49

 

 

 

 


26. YİYECEKLER BOLÜMÜ

 

1. Davete İcabet Konusundaki Hadisler

 

3736... Abdullah b. Ömer (r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a):

"Biriniz bir davete çağrıldığı zaman, hemen ona gitsin" buyur­muştur.[1]

 

3737... İbn Ömer (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s.a), (bir önceki hadisin) manasını (ifade eden bir cüm­le) söyledi. (Hz. Peygamber bu cümleye):

"Eğer oruçlu değilse (orada ikram edilen) yemeği yesin. Oruçlu ise (yemek veren kimsenin ev halkı için) dua etsin." (sözlerini de) ilâ­ve etti.[2]

 

3738... İbn Ömer (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

"Biriniz (din) kardeşini (bir ziyafete) çağırdığı zaman (çağrılan kişi bu davete) hemen icabet etsin. (Çağırılan şey ister) düğün (yeme­ği) olsun, ya da benzeri bir şey olsun (farketmez)."[3]

 

3739... İbn Ömer'den (yine Eyyub) vasıtasıyla (bir önceki hadi­sin) bir de manası (rivayet olunmuştur).[4]

 

3740... Câbir (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğu riva­yet olunmuştur:

"(Bir ziyafete) çağrılan kimse hemen icabet eylesin. Artık diler­se yer, dilerse yemez."[5]

 

3741... Nâfi'den rivayet olunduğuna göre; Abdullah b. Ömer, Ra­sûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Bir (ziyafete) çağrılıp da icabet etmeyen kimse Allah'a ve Rasûlüne isyan etmiştir. Çağrılmaksızın (bir ziyafet yerine) giren kimse de hırsız olarak girmiş ve çapulcu olarak çıkmıştır."

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadisin raviierinden) Ebân b. Tank'(in kimliği) belirsizdir.[6]

 

3742... el-A'rac'dan rivayet olunduğuna göre; Ebû Hureyre (r.a) şöyle dermiş:

Yemeğin en kötüsü (kendisine) zenginlerin çağrılıp da, fakirlerin çağrılmadığı davet yemeğidir. Davete gelmeyen kimse muhakkak ki Allah'a ve Rasûlüne karşı gelmiştir.[7]

 

Açıklama

 

Velîme: Nikâh, sünnet gibi mutlu bir olaydan dolayı verilen ziyafettir.Fakat bu kelime daha ziyade duğun yemeği anla­mında kullanılmakta meşhur olmuştur.

Ayrıca davet kelimesi de "ziyafet vermek" anlamında kullanılır.

Mevzumuzu teşkil eden bu babdaki hadislerde ifade buyurulan mesele­leri şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Bir müslüman bir ziyafete çağırıldığı zaman hemen davete icabet ederek o ziyafete gitmeli, oruçlu değilse verilen yemekten yemeli, oruçlu ise yemek­ten yemeyip yemek veren kişinin hane halkına dua etmekle yetinmelidir.

2- Çağrılan ziyafete icabet etme hususunda verilen yemeğin düğün ye­meği olmasıyla akîka yemeği, ya da benzeri bir yemek olması arasında bir

fark yoktur.

3- Davete uymayan kimse Allah'a ve Rasûlüne karşı gelmiş olur.

4- Davetsiz olarak bir ziyafete giden kimse çağrılanların arasına gizle­nerek gelmesi cihetiyle hırsızlara benzediği gibi, karnını doyurduktan sonra gizlenme ihtiyacı duymaksızın çıkıp gitmesi cihetiyle de başkalarının malını gözler önünde zorbalıkla gasb ve talan eden çapulculara benzetilmiştir.

5- Ziyafetlerde verilen yemeklerin en kötüsü sadece zenginlerin çağırılıp da fakirlerin çağrılmadığı yemektir. Davete icabet esas itibariyle bütün davetlere şümûlu olan dinî bir vecibe ve içtimaî bir vazifedir.[8]

Davet edilen ziyafetlere gitmenin hükmü konusunda merhum Ahmed Davudoğlu şöyle demektedir:

"Davete icabet Sâri'"hazretlerinin emridir. Ancak bu emrin vücub mu yoksa nedb mi ifade ettiği ulema arasında ihtilaflıdır. Nevevî'nin beyanına göre Şâfiîler'den bu hususta üç kavi rivayet olunmuştur. Bunların esah ola­nına göre, davete icabet etmek farzdır. Yalnız bazı özürler dolayısıyla bu farz sakıt olur. İkinci kavle göre davete icabet etmek farz-ı kifâye, üçüncü kavle göre ise menduptur. Bu hüküm düğün davetine mahsustur. Sair da­vetler hususunda dahi Şâfiîler'den iki kavil rivayet olunmuştur. Birinci kav­le göre, bütün davetler düğün daveti hükmündedir. Yani hepsine icabet va-cibtir. İkinci kavle göre sair davetlere icabet menduptur.

Kadı Iyaz, düğün davetine icabetin bütün ulemaya göre vacib olduğu­nu söylemiş, sair davetler hakkında ihtilâf edildiğini; İmam Mâlik ile cum­huru ulemaya göre onlara icabetin vacib olmadığını bildirmiştir.

Zahirîler her nevi davete icabetin vacib olduğuna kaildirler.

Hanefî imamları, "Bir kimsenin velîme davetine icabet etmesi gerekir. Gitmezse günahkâr olur. Şayet oruçlu bulunursa davete gider ve dua eder, oruçsuz olursa yemek de yer" demişlerdir. Mamafih onlara göre düğün da­vetine icabet vacib değil, sünnettir.

Nevevî'nin beyanına göre, davete icabeti ıskat eden Özürler; yemeğin şüp­heli olması, yalnız zenginlere tahsis edilmesi, davet yerinde huzurundan ezi­yet duyulacak bir kimsenin bulunması, şerrinden korkulduğu veya makamı­na tamaan davet edilmesi, içki, çalgı vesaire gibi münkerâtın bulunması gibi şeylerdir. Bu takdirde davet sahibinden özür dilemek caizdir.”[9]

Hanefî ulemasından Bedrüddin el-Aynî, bu hususta şöyle diyor:

"Hanefî mezhebine göre, davete İcabet sünnettir. Bu hususta verilen ye­meğin düğün yemeği olmasıyla bir başka yemek olması arasında fark yok­tur. Bu görüş İmam Ahmed (r.a) ile İmam Mâlik'den de rivayet olunmuştur. İmam Şafiî (r.a)'ye göre ise, düğün yemeği davetine icabet etmek farz, onun dışındaki yemek davetlerine icabet etmekse müstehabtır.[10]

Binaenaleyh, düğüne davet edilen bir kimsenin bu davete uyması gere­kir. Eğer düğüne gitmezse günahkâr olur. Düğün sahibinin izni olmadan dü­ğün yemeklerinden bir şey alınıp götürülemez ve isteyene de verilemez.

Bir düğüne davet edilen, orada oyun, eğlence olduğunu biliyorsa git­mez. Haberi olmadan gidip orada bir oyun ile karşılaşmışsa gücü yettiğinde bu oyunlara mani olur. Gücü yetmiyorsa ve oyun da sofraya karşı yapılı­yorsa sofraya oturmaz. Davet edilen bu kimse; kendisine uyulan, ilerde ge­len bir kimse ise, oyun sofra yanında olmasa bile o sofraya oturmaz. Böyle birisi değilse bu durumda oturmasında bir mahzur yoktur.[11]

Yemeğe davet edilen kimsenin oruçlu olması halinde, eğer tutmakta ol­duğu oruç farz ve vacib oruçlardan biri ise orucunu bozmaz. 3737 numaralı hadis-i şerifte açıklandığı gibi ev halkına dua etmekle yetinir.

Fakat tuttuğu oruç nafile oruçlardansa, onu bozarak yemekten yiyebi­lir. Bu hususta Ö. Nasuhi Bilmen efendi şöyle diyor:

"Ziyafet vermek veya ziyafete davet olunmak nafile oruçları açmak hu­susunda bir özür sayılabilir. Binaenaleyh bilâhare kaza edeceğinden emin olan kimse vereceği veya çağırıldığı bir ziyafetten dolayı nafile olarak tutmuş ol­duğu orucunu bozabilir. Çünkü orucuna devam ettiği takdirde bir müslüman kardeşini gücendirmesi melhuzdur.

Bir kavle göre, nafile oruç ziyafet için zevalden evvel açılabilirse de ze­valden sonra açılamaz. Meğer ki bu orucun açılmaması ananın veya baba­nın hukukuna riayetsizliği müstelzim olsun. O zaman açılabilir."[12]

 

2. Evlenirken Yemek Ziyafeti Vermek İyidir

 

3743... Sâbit'den rivayet olunduğuna göre; Enes b. Mâlik'in ya­nında Zeyneb binti Cahş'ın (Hz. Peyamber'le) evlenmesinden söz edi­lince, şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a)'m onun için verdiği düğün yemeği kadar hanım­larından birine düğün yemeği verdiğini görmedim. (Onun düğünün­de) bir dişi koyun ziyafeti verdi.[13]

 

3744... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) Safiyye için bir kavut ve kuru hurma ziyafeti verdi.[14]

 

Açıklama

 

Ulema, evlenme münasebetiyle verilen yemeğin vaktinde ih­tilâf etmişlerdir. Bazıları bu yemeğin nikâhtan önce verilece­ğini söylerken bazıları da nikâhtan sonra verilebileceğini söylemişlerdir. Zi­faftan önce ve zifaftan sonra verilebileceğine dair görüşler de vardır.[15]

Nikâh öncesinden itibaren zifaf sonrasına kadar olan geniş süre içeri­sinde herhangi bir zamanda verilebileceğini söyleyenler de olmuştur. Günü­müzde genellikle bu genişlikten yararlanılarak bu yemek, nikâh ile zifaf ara­sında verilmektedir,

Mişkât'ta rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Fahr-i Kâinat Efendimiz'in Hz. Safiyye'nin nikâhı münasebetiyle hays denilen bir yemek ziyafeti verdi­ği ifade edilmektedir. Mişkât'ta rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamberdin bu ziyafette kuru hurma, yağ ve yoğurt kurusundan yapılan bir yemek verdiği rivayet edilmektedir. Aliyyü'l-Kârî'ye göre, bu iki rivayet­te anlatılmak istenen yemeklerin ikisi de aynı yemektir. Aralarında bir fark yoktur. Çünkü "hays" yemeği içinde de kuru hurma, kuru peynir ve yağ bulunur.

Tıybî de netice itibariyle aynı şeyleri söylemiştir.

Hz. Peygamber, Hz. Zeyneb validemizin nikâhı münasebetiyle ise bir koyun ziyafeti vermiştir. Bu durum Hz. Peygamber'in bazı ailelerinin dü­ğünlerinde etli bazı ailelerinin düğünlerinde ise etsiz ziyafet verdiğini ortaya koymaktadır. Hadis-i şeriflerde ekmekten hiç bahsedilmediğine göre etsiz ve ekmeksiz düğün ziyafeti vermek caizdir.[16]

 

3. Düğün Yemeğinin Kaç Gün Verilmesi İyidir?

 

3745... Sakîf (kabilesin)den (devamlı) iyilikle anılan, yani hayırlı işlerinden dolayı devamlı övülen tek gözlü bir adamdan rivayet olun­duğuna göre; (ki, ravi Hasan Basrî bu adam hakkında şöyle diyor): "Eğer onun ismi Züheyr b. Osman değilse, isminin ne olduğunu bil­miyorum." Peygamber (s.a):

"Birinci gün düğün yemeği (vermek) bir görevdir. İkinci gün ise bir iyiliktir. Üçüncü gün (vermek ise) bir siim'a ve riyadır" buyur­muştur.

Katâde dedi ki: Bir adam bana, Saîd b. el-Müseyyeb'in birinci günü (verilen bir düğün yemeğine) çağırüıp gittiğini, ikinci gün yine çağrılıp gittiğini, üçüncü gün de çağrıldığını (fakat) gitmediğini ve: (Bu yemeği üçüncü günde verenler) süm 'a ve riya sahibi kimselerdir, dedi­ğini haber verdi.[17]

 

3746... Şu (bir önceki hadisin sonunda anlatılan) olayda (yine) Katâde yoluyla Sâid b. el-Müseyyeb'den (şu şekilde de rivayet olun­muştur: Katâde) dedi ki: (Saîd) üçüncü gün de çağrıldı (fakat gitme­di) ve (gelen) davetçiyi taşladı.[18]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i Şerifler düğün yemeği vermenin vacib derecesinde olduğunu söyleyen Şafiî ulemasının delilidir. Cumhur ulemaya göre ise düğün yemeği vermek sünnet-i müekkededir.[19] Hanefi ulemasına gö­re de sünnet-i müekkededir.[20]

Yine bu hadis-i şerifler, bir iyilik ve hayırseverlik olması cihetiyle ikinci gün düğün yemeği vermenin müstehablığına, fakat üçüncü günü vermenin kerahetine delâlet etmektedir.

Bu hususta İmam Nevevî şöyle diyor: "Üçüncü günü yemeğe çağırılan kimsenin icabet etmesi mekruhtur. İkinci günün davetine icabet etmek gü­zelse de birinci günün davetine icabet etmek kadar güzel değildir."

Ancak, 3743-3744 numaralı hadislerin şerhinde açıklandığı gibi, bu zi­yafetin nikâhtan önce mi yoksa sonra mı verileceği konusu ihtilaflıdır.

Bezlü'l-Meclıûd yazarının açıklamasına göre; üçüncü defa verilen dü­ğün yemeğinin mekruh oluşunun sebebi riya ve süm'a olduğundan, bu ye­meğin riyasız ve süm'asız olarak verilmesi halinde bir ay bile devam etme­sinde bir sakınca olmaması gerekir.

Riyâ ve süm'a tehlikesinden korunmak için şehirlerde ve büyük köyler­de her mahallede ayrı ayrı birer gün verilmesi uygun bir yoldur. Bu şekilde verildiği takdirde insan riyâ ve süm'a duygularından uzak kaldığı sürece is­tediği kadar düğün yemeği verebilir. Nitekim Buharî'nin nikâh bölümünün 71 numaralı, Yedi gün veya daha fazla düğün yemeği veren kimse anlamına gelen bab başlığı altında toplamış olduğu hadisler de buna delâlet etmektedir.[21]

 

4. Bir Yolculuktan Gelince Yemek Vermenin Hükmü

 

3747... Câbir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Peygamber (s.a) Medine'ye gelince bir deve yahut da bir sığır kesti.[22]

 

Açıklama

 

Ravi Muhârib b. Disâr, Hz. Câbir'in kesilen hayvan hakkındaki sözünü pek iyi hatırlayamadığından bu hadisi "bir de­ve yahut da bir sığır kesti" şeklinde mütereddid bir ifade ile rivayet etmiştir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in Medi­ne'de böyle bir hayvanı kesip müslümanlara ziyafet çekmesi Tebük seferin­den dönüşünde olmuştur.

Hafız İbn Hacer, selef-i sâlihînin, seferden dönünce bir hayvan keserek müslümanlara yedirmenin müstehab olduğuna inandıklarını söylüyor, eş-Şâmî, bu yemeğe "en-Nakîa" denildiğini söylemekte ise de, Hafız İbn Ha­cer, bazılarının bu yemeğin isminin "et-Tuhfe" olduğunu söylediklerini ifa­de etmiştir.[23]

 

5. Misafirlik Konusunda Gelen Hadisler

 

3748... Ebû Şurayh el-Kâ'bî'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:                                             

"Kim Allah'a inanıyorsa misafirine ikram etsin. (Misafirin, bu ziyaretine karşılık dünyada hakettiği) hediyesi, (ev sahibinin hediyele­ri ile geçen) günü ve gecesidir. Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası ise (misafire) bir sadakadır. Misafirin ev sahibinin yanında onu bıktı-rıncaya kadar oturması caiz değildir."

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadis) Haris b. Miskîn 'e okundu, ben de (orada) hazır bulundum. (Hadis ona okunan şekliyle şöyle idi): Eş-heb dedi ki: (îmam) Mâlik'e, Peygamber (s. a)'in "Onun hediyesi bir gün ve gecedir" sözünün manası soruldu da şöyle cevap verdi:

(Yani) ona bir gün bir gece ikram eder, iyilikte bulunur ve onu barındırır: (Onun) üç gün misafir olma (hakkı) vardır.[24]

 

Açıklama

 

Caize: Hediye, bahşiş, mükâfat manalarına gelir. Burada mi-safire yapılan özel ikram anlamında kullanılmıştır. Avnü'l-Mâbûd yazarına göre metinde geçen "câizetühü" kelimesini müb-tedâ olarak merfû okumak caiz olduğu gibi "felyükrim" kelimesinden "bedel-i istimal" olarak mansub okumak da caizdir. Bu ikinci tevcihe göre bu cüm­le, "O kimse misafire özel olarak hazırlanan hediye (caize) mahiyetindeki yemeği ikram etsin" anlamına gelir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, misafirin ağırlanma müd-detiyle ilgili bu hadis üç şekilde tefsir edilmiştir:

1- Ona bir gün bir gece özel olarak hazırladığınız yemekler sunmakla ikram ediniz. İşte caizeden maksat budur. Eğer bu caizeyi sunamazsamz mi­safirinize ikram etmiş olmazsınız.

Fakat ona her günkü yediğiniz mutad yemekler yedirecekseniz, o zaman onu evinizde üç gün misafir ediniz. Onu bu şekilde üç gün misafir etmekle misafire ikram etme görevini yerine getirmiş olursunuz.

2- Onu üç gün üç gece misafir ettikten sonra ona yolculuğunda bir gün bir gece yetecek şekilde özel bir yemek hazırlayıp azığına koyunuz. İşte onun caizesi budur. Bunu yapmadığınız takdirde misafirinize ikram etmiş ol­mazsınız.

3- Ev sahibi olarak bir gün bir gece onunla çok yakından ilgileniniz. Ona özel hazırlanmış yemekler sunmakla ve "sohbetinde bulunmakla onu ağırla­maya çalışınız. İşte onun hediyesi budur.Bundan sonraki iki gün içinde ise onun için mükellef sofralar sunmanıza lüzum yoktur. Mutad yemekler sun­makla yetinebilirsiniz. Misafire ikram görevinizi bu şekilde yerine getirmiş olursunuz. İmam Mâlik bu görüştedir.[25]

 

3749... Ebû Hureyre (r,a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygam­ber (s. a):

''Misafirlik üç gündür. Üç günden fazla olan misafirlik ise (ev sahibi için misafire) bir sadakadır" buyurmuştur.[26]

 

3750... Ebû Kerime (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurdu­ğu rivayet olunmuştur:

"Misafirin (birinci) gecesinde (onu ağırlamak) her müslüman (ev sahibi) üzerine (düşen) bir görevdir. Her kim (misafir olarak bir kimsenin) evinin önünde sabahlayacak olursa, bu kimse (ye ikram etmek) o ev sahibi üzerine bir borçtur. İsterse (borcunu) öder, (borcundan kur­tulur), isterse (borcunu ödemeyi) terkeder (borçlu olarak kalır)."[27]

Açıklama

 

Bu hadis-i şeriflerde bir kimsenin evine gelen bir misafire ikram etmekle mükellef olduğu ifade edilmektedir. Ulemanın bu hadisler üzerinde yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığına göre, misafir­ler hakkındaki bu hüküm zengin, fakir, müslüman, kâfir, salih, fâsık her misafir için geçerlidir. Bu hükmün, "Yemeğini müttakî kimselerden başkası yemesin"[28] mealindeki hadise aykırı olduğu söylenemez. Çünkü bu hüküm misafirler içindir. Sözü geçen hadis-i şerîfse misafirlerin dışındaki kimselere yedirilen yemeklerle ilgilidir.

3749 numaralı hadis-i şerifteki, "Üç günden sonraki misafirlik ise (ev sahibi için misafire) bir sadakadır" cümlesine bakarak Ahmed b. Hanbel; "Bir misafiri üç gün ağırlamanın farz, üç günden sonra ağırlamanın da na­file olarak verilen bir sadaka hükmünde olduğunu, binaenaleyh bir kimse­nin misafirini üç gün ağırlamasının üzerine farz olduğunu, bu görevi yerine getirmekten kaçınamayacağım; üç günden sonra ise eğer ağırlarsa sevabını alacağını, ağırlamadığı takdirde ise sorumlu olmayacağını" söylemiştir.

Nitekim bir sahâbînin, akşamleyin evine gelen misafire evinde bulunan yemeği ikram edip, çocukların sofraya oturmamaları için yemekten önce onları uyutması bu görüşü te'yid etmekte ise de, ulemanın çoğunluğu, üç gün üst üste misafir ağırlamanın farz oluşunun îslâmın ilk yıllarındaki uygulamaya mahsus olduğunu, bu hükmün neshedildiğini söylemişlerdir.[29]

Misafirperverliğin farz olmayıp sünnet-i müekkede olduğunu söyleyen cumhur ulemaya göre ise, metinde geçen "üç günden fazla olan misafirlik bir sadakadır" cümlesi, misafirperverliğin farziyyetini ifade etmek için de­ğil, halkı bir evde üç günden fazla misafir olmaktan nefret ettirmek için söy­lenmiştir.

Misafir ağırlamanın hükmünü şu şekilde hulasa edebiliriz:

"Misafirperverlik Peygamberin sünnetlerindendir. Yalnız sıfatında ih­tilâf olunmuştur. İmam Azam ile Mâlik, Şafiî ve cumhur ulemaya göre mi­safir kabul etmek farz değil sünnettir. İmam Ahmed ile Leys; bir gün bir gece misafir kabul etmeyen kimseden misafirin hakkı zorla alınır, bu husus­ta köylü ile kasabalının farkı yoktur, demişlerdir. İmam Ahmed, misafir kabul etmenin hassaten bedevilere vacib olduğunu belirtmiştir. Ona göre şehirde yaşayanlara bu İş farz değildir. Mücâhid'den bir rivayete göre, bîr geceliği­ne misafir kabul etmek farzdır."[30]

 

3751... el-Mikdâm Ebû Kerîme (r.a)'den rivayet olunduğuna gö­re; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Herhangi bir kimse bir kavme misafir olur da (orada ikram­dan ve ağırlanmaktan) mahrum olarak sabahlarsa, (bu misafirin en azından) bir gecelik yiyecek hakkını alacak kadar ona tahılından ve (diğer) mal(lar)ından yardım etmek (orada bulunan) her müslüman üze­rine (düşen) bir görevdir."[31]

 

3752... mUkbe b. Âmir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: (Biz Hz. Peygambere):

Ey Allah'ın Rasûlü, sen bizi (bazen bir yere) gönderiyorsun, biz de bir kavme misafir oluyoruz. (Fakat) onlar bizi ağırlamıyorlar. (Bu hususta) ne buyurursun? diye sorduk. Rasûlullah (s.a) bize şöyle buyurdu:

"Eğer bir kavme misafir olur da sizin için (yapılması gereken ikram ve ağırlama ile ilgili) işleri(n yapılmasını hizmetçilerine) emre­derlerse bunu kabul edin. (Bunu) yapmazlarsa kendilerine yaraşan mi­safir hakkını onlardan alın."

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadis, bîr kimsenin hakkı olan bir şeyi alabileceğine dair kuvvetli bir delildir.[32]

 

Açıklama

 

Hafız Hattâbî (r.a)'nin açıklamasına göre; bir misafirin, misafir olduğu evde ağırlanmaktan mahrum kalarak geceyi aç susuz olarak geçirmesi halinde o beldede bulunan her müslümanın onun bir günlük misafirlik hakkını ödemekle mükellef olduğunu ifade eden 3751 nu­maralı hadis, açlıktan telef olma durumuna gelen misafirler hakkındadır. Bu duruma düşert bir misafire yedirip içirmek, o beldede bulunan her müslüman üzerine düşen bir görev olduğundan o misafir, orada bulunan her­hangi bir müslümanın malından hayatını kurtaracak kadar yiyebilir. Böyle bir misafirin hayatını kurtardıktan sonra yediği yemeğin değerini ödeyip öde­meyeceği meselesi de ihtilaflıdır. İmam Şafiî'ye göre, yediği yemeğin bedeli­ni ödemesi gerekir. Diğer ulemaya göre ise, yediği yemeğin parasını ödemesi gerekmez. Hadis ulemasından bazıları da bu görüşü savunmuşlar ve Hz. Ebû Bekir'in, Hz. Peygamber ile Mekke'den Medine'ye giderken yolda karşılaş­tıkları bir sürünün içinden sahibi orada bulunmayan bir koyunun sütünü sağıp Hz. Peygamber'e içirmesi hadisesinin buna açıkça delâlet ettiğini söylemiş­lerdir.

Ayrıca, Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen; "Kim bir bahçeye girerse oradan yesin fakat yanında bir şey götürmesin."[33] mealindeki hadis-i şerifi de delil getirmişlerdir. Nitekim Hasan-ı Basrî'nin de; "Bir adam susamış halde iken sahipsiz bir deveye rastlarsa devenin sahibine üç defa seslensin, deve­nin sahibi çıkıp gelirse ne âlâ, gelmezse onu sağıp sütünü içsin" dediği riva­yet edilmiştir.

Zeyd b. Eşlem de bu mevzuda şöyle demiştir:

Hz. Peygamber'e bir leşi ya da bir müslümanın malını yemek zorunda kalan bir adamın durumu sorulduğunda: 'Müslümanın malını yiyebilir' bu­yurdu."

Abdullah b. Dînâr da, zaruret halinde kalan bir kimsenin bir müslüma­nın malını yiyebileceğini söylemiştir. Ancak Hz. Saîd; "Bu durumda kalan bir kimse bir leşi yiyebilirse de bir müslümanın malını yiyemez" demiştir. Hattâbî'nin sözleri burada sona erdi.

Kendisine misafirlik görevi yerine getirilmeyen bir kimsenin hane sahi­binden hak alması meselesine gelince; bu mevzuda İmam Nevevî şöyle diyor:

"Ahmed b. Hanbel ile el-Leys, bu hadisi zahirine hamletmişlerse de cum­huru uleme onu çeşitli şekillerde te'vil etmişlerdir. Bu te'villeri şu şekilde özet­leyebiliriz:

1- Bu hadis, zaruret halinde bulunan misafirler hakkındadır. Çünkü on­ları ağırlamak farzdır.

2- Misafirin hakkını almasından maksat ev sahibinin malını yemesi de­ğil, onun yaptığı bu mürüvvetsizliği başkalarına anlatma hakkını elde etme­sidir. Fakat bu görüş çok hatalıdır.

3- Bu hadis sonradan neshedilmiştir. Bu görüş de zayıftır. Çünkü bunu ortaya atan kimsenin kimliği meçhuldür.

4- Bu hadisin hükmü müslüman misafirleri ağırlamaktan kaçınan zimmîler için geçerlidir. Çünkü onlar müslümanların zimmetinde barınabilmek için müslüman misafirleri ağırlamayı taahhüd etmişlerdir. Bu görüş de za­yıftır. Zira zimmîlerle yapılan bu anlaşma Hz. Peygamber devrinde yoktur. Bu anlaşma Hz. Ömer devrinde olmuştur.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, ağırlanmayan bir misafi­rin hakkını almasından maksat, kendisini ağırlamayan kavimden yiyecek ve içeceğin bedelini ödeyerek almasıdır." Nevevî'nin sözleri burada sona erdi.[34]

Daha önceki açıklamalarımızdan da anlaşılacağı gibi, cumhur ulema­nın bu hadisi bu şekilde te'vil etmekten maksadı misafire ikram etmenin farz olduğu iddiasını çürütmek ve sünnet-i müekkede olduğunu İsbata zemin ha­zırlamaktır.

Hanefî ulemasından Tahavî ise bu hadisin neshedildiğini söylemiş ve bu iddiasına Hz. Mikdâd'ın şu hadisini delil göstermiştir:

"Ben ve arkadaşım (bir yerden) geldik. Açlıktan nerede ise gözlerimiz, kulaklarımız gidiyordu. Hemen halka maruzatta bulunmağa başladık. Fa­kat bizi kimse kabul etmedi. Nihayet Peygamber (s.a)'e geldik. Bizi evine götürdü. Bir de baktık üç tane keçi!.. Peygamber (s.a):

Bu sütü aranızda paylaştırın, buyurdu."[35]

 

6. Misafirin (İzinsiz Olarak) Başka Birinin Malını Yemesi Neshedilmiştir

 

3753... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Şu "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtılla (doğru ol­mayan yollarla haksız yere) yemeyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret olursa başka..."[36] âyet-i kerimesi indikten sonra halka, bir kimsenin evinde yemek yemek zor gelmeye başlamıştı. Derken bu âyeti Nûr süresindeki (61 numaralı) âyet neshetti. (Bu âyette yüce Allah kullarına şöyle) buyurdu: "...Size de kendi evlerinizden başka evlerde yemenizde bir güçlük yoktur.."[37] (Yüce Allah'ın bu mese­leyle ilgili buyruğu); "toplu olarak ve) ayrı ayrı... (yemenizde de üze­rinize bir günah yoktur)" sözüne kadar (sürmektedir). (Bu âyet inmeden önce) zengin bir adam yakınlarından birini yemeğe çağırıldığında (çağırılan kimse), "Ben ondan yemeyi günah görüyorum" derdi; -et-Tecennuh, bir şeyin günah olduğuna inanmak anlamına gelir- ve "fakir bu davete benden daha müstehaktır" diye konuşurdu. Bu âyet(in inmesi) ile (müslümanların, bu âyette zikredilen kimselerin birine ait olan ve) üzerine Besmele çekilen yemekleri yemeleri ve bir de kitap eh­linin yemekleri helâl kılınmış oldu.[38]

 

Açıklama

 

İbn Abbas (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda batıl sebeblerlc yemeyin." âyet-i kerimesi nazil olunca müslümanlar başkalarının ikram ettiği yemekle­ri yemekte tereddüde düştüler. Bu endişeyle başkalarının evinde yemek ye­mekten kaçınmaya başladılar. Bunun üzerine Nûr sûresinin 61. âyeti nazil oldu.

Bezlü'l-Mechûd yazarının dediği gibi, misafire ikram etme konusu şu safhalardan geçmiştir: İsiamiri ilk yıllarında misafire yemek yedirmek ev sa­hibi üzerine farz idi. Sonra misafirin ev sahibinin malından yemesi Nisa sû­resinin 29. âyetiyle yasaklandı. Daha sonra Nûr suresinin 61. âyetiyle bu ya­sak da kaldırıldı. Nitekim bir önceki babdaki hadisler, İslâmın ilk yıllarında misafire yemek yedirmenin farz olduğuna, Nisa sûresinin 29. âyeti daha sonra bir kimsenin başka birinin yemeğini parasını ödemeden yemesinin yasaklan­dığına, mevzumuzu. teşkil eden bab hadisleri ise zamanla bu yasağın da kal­dırıldığına delâlet etmektedir. Nûr sûresinin 61. âyetinin tamamının meali şöyledir:

"Âmâya göre bir harac(dariık ve günah) yok, topala göre bir haraç yok, hastaya göre bir haraç yok. Size göre de (gerek) kendi evlerinizden, gerek babalarınızın evlerinden, gerek annelerinizin evlerinden, gerek biraderleri­nizin evlerinden, gerek kız kardeşlerinizin evlerinden, gerek amcalarınızın evlerinden, gerek halalarınızın evlerinden, gerek dayılarınızın evlerinden, gerek teyzelerinizin evlerinden, gerek (başkasına ait olup da) anahtarlarına malik (ve hazinedarı) bulunduğunuz (evler)den, yahutta sadık dostlarınızın (evle­rinden) yemenizde de (bir haraç yoktur). Hep bir arada toplu olarak da, da­ğınık dağınık da yemenizde dahi haraç yok. (Şu kadar ki) evlere girdiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üze­re kendinize selam verin. İşte Allah âyetleri size böylece beyan eder. Ta ki anlayasınız."

Ayetin tefsirindeki inceliklerden bazıları şunlardır:

1- İnsanın evladının evi ve malı kendi evi ve malı gibi olduğundan bu âyet-i kerimede evladın malının ve evinin zikredilmesine lüzum .görülmemiştir.

2- Âyette insanın bir dostunun malından izinsiz olarak yiyebileceğinden bahsedilmiştir. Çünkü insana sadık dostu akrabasından bile daha yakındır.

İbn Abbas (r.a) bu hususta şöyle diyor: "Cehennem ehli ateşe atıldıkla­rı zaman, "Artık bizim için ne şefaatçilerden bir kimse, ne de candan bir dost yok..."[39] diyerek dostlarının yokluğundan yakınacakları halde anne, ba­ba ve diğer dostlarının yokluğundan yakınmayacaklardır."

3- Âyet-i kerimede geçen "kendi evleriniz" tabirinden maksat, Ebû Be­kir el-Cessâs'a göre, kişinin ailesi, çocukları ve hizmetçileri gibi evinde du­ran kimselerin evleridir.

Bu hadis-i şerif, bir insanın üzerine Besmele çekilmiş olmak şartıyla baş­kasının malından yemesinin caiz olduğunu ifade etmesi ve dolayısıyla bir in­sanın birisine misafir olmasının caizliğine delâlet etmesi cihetiyle bir önceki babın tamamlayıcısı durumundadır.

Aynı zamanda bu hadis, misafirperverliğin farz olmayıp sünnet-i meükkede olduğunu söyleyen cumhurun görüşünü de te'ykl etmektedir. Çün­kü hadiste geçen âyet-i kerime de bir kimsenin başka birisinin yemeğini ye­mesinde bir günah olmadığını ifade etmektedir. Oysa günah olmamak baş­ka, farz olmak yine başkadır. Bir şeyin günah olması vacib olmasını gerek­tirmez. Binaenaleyh eğer bir kimsenin misafir olduğu kimsenin yemeğini ye­mesi onun kazanılmış bir hakkı, bu yemeği sunmak da ev sahibi üzerine farz olsaydı o zaman "günah yoktur" kelimesi yerine bu farziyyeti ifade eden daha açık ve kesin bir ifade kullanılırdı.

Bu durum misafire ikram etmenin farziyyetinin neshedildiğine de delâ­let etmektedir. Bu bakımdan da bir önceki hadisin bir tamamlayıcısı duru­mundadır.[40]

 

Bazı Hükümler

 

1. Bir kimse sahibinin izniyle başkasının yemeğini yiyebilir.

2. Bir kimse misafir olduğu ev sahibinin sunduğu yemeği yiyebilir.

3. Kitap ehlinin sunduğu yemeği yemek helâldir. Nitekim, "Kitap veri­lenlerin yemekleri size helâldir."[41] âyet-i kerimesi de bunu ifade etmektedir.

Ancak kitap ehlinin kestiklerinin yenebilmesi için hayvanı kesen kitap ehlinin Benî Tağlıb kabilesinden olmaması, dininden dönmemiş olması, kestiği hayvanı kendileri için kesmiş olması, keserken Allah'ın adını anarak kesti­ğinin bilinmesi, kestiği hayvanın kendi dinlerince helâl olması gerekir. Bu hususlar bulununca onların kestiği hayvanın yenilebileceğinde ittifak vardır.[42]

4. Bir kimsenin sunduğu yemeği yemenin caiz olabilmesi için onun Allah'dan başka bir varlığın ismi çekilerek hazırlanmamış olması gerekir. Eğer Allah'dan başka bir varlığın ismi çekilerek hazırlandığı bilinirse onu yemek haramdır. Bilinmediği takdirde cumhura göre yenilmesi helâldir. Nitekim, "Üzerine Allah'ın ismi anılmayan şeyden yemeyin...”[43], "Eğer onun âyet­lerine iman etmişseniz üzerine Allah'ın ismi anılan şeyden yiyiniz."[44] âyet­leri ile, "Kanı akıtılan ve üzerine Besmele çekileni yeyiniz."[45] mealindeki hadis-i şerif de bunu ifade etmektedir.[46]

 

7. Üstünlüklerini Ortaya Koyabilmek İçin Birbiriyle Yarışan Kimselerin Yemeğini Yemenin Hükmü

 

3754... İbn Abbas (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Peygamber (s.a), üstünlüklerini ortaya koyabilmek için yarışan kimselerin yemeklerinin yenmesini yasaklamıştır.

Ebû Dâvud dedi ki; Bu hadisi, Cerîr (b. Hazm) 'den rivayet eden­lerin ekserisi rivayetlerinin senedinde îbn Abbas (r.a)'ın ismini zikret­mediler. (Ancak îkrime'nin rivayet ettiği) bu hadiste olduğu gibi Ha­run en-Nahvî de (bu hadisi rivayet ederken) îbn Abbasfin ismini zik­retti. Hammâd b. Zeyd ise İbn Abbas'in ismini zikretmedi.[47]

 

Açıklama

 

İnsanların, başkalarına olan üstünlüğünü ortaya koyabilmek  ve bu şekilde nefsine bir pay çıkarmak gayesiyle bir takım yarışlara girişmesi riyadan başka bir şey olmadığı için İslâmiyette bu gayeyle yapılan işler çirkin sayıldığı gibi, bu gibi kimselerin yemeğini yemek de ya­saklanmıştır. Çünkü onların yemekleri, "Mallarınızı aranızda haksız sebep­lerle yemeyin!"[48] âyetinin şümulüne girmektedir.[49]

 

8. Beraberinde Dinen Çirkin Sayılan Fiillerin Bulunduğu Bir Davete İcabet Etmenin Hükmü

 

3755... Sefine Ebû Abdurrahman'dan rivayet olunduğuna göre;

Bir adam Ali b. Ebî Tâlib'i misafir etmiş ve ona bir yemek hazır­lamış. (Orada hazır bulunan) Fatıma (r. anha) da: "Keşke, Rasûlul-lah (s.a)'ı çağırsaydık. (Gelir) bizimle beraber (bu yemekten) o da yerdi" demiş. Bunun üzerine Hz. Peygamberi de (o ziyafete) çağırmışlar. Hz. Peygamber de (oraya) gelmiş. Elini kapının (iki tarafındaki) söveleri-ne koyunca, evin bir köşesine yerleştirilmiş olan yünden yapılmış renkli nakışlarla süslü ve üzerinde rakamlar bulunan ince bir kumaş görüp hemen geri dönerek gitmiş. Hz. Fâtıma da Hz. Ali'ye:

Git, ona yetiş bak (bakalım) onun geri dönmesine sebep ney­miş? demiş, Hz. Ali de onun peşinden gitmiş. (Hz. Ali Hz. Peygarn-ber'e kavuşunca aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatmış. Ben Hz. Peygamber'e):

Ey Allah'ın Rasûlü, seni geri çeviren sebep nedir? diye sordum. "Benim için yahut da herhangi bir peygamber için nakışlarla süslü bir eve girmek yoktur" buyurdu.[50]

 

Açıklama

 

Hadisin baş kısmında bulunan cümlesinin zahirine göre, bir adam Hz. Ali'yi evine davet ederek ona yemek ikram etmiş. Fakat Sünen-i Ebû Davud'un bazı nüshala­rında bu cümle, şeklinde rivayet edilmiştir. Bu rivayete göre Hz. Ali o adamın evine misafir olmamış, o adam bir yemek hazırlayıp Hz. Ali'nin evine göndermiş. Tıybî bu rivayetin daha doğru oldu­ğunu görüşündedir. Nitekim o yemekte Hz. Fâtıma'nın da bulunması bu gö­rüşü te'ykl etmektedir.

el-Mirkât'ta belirtildiği gibi, bu hadis, bir münkerin yani gayrı meşru du­rumun bulunduğu davete icabet edilmeyeceğine delâlet eder.

Hafız da Feth'de, "Bir evde bir münkerin yani gayrı meşru durumun bulunmasının o eve girilmesine dinen bir engel teşkil ettiği bu hadisten anlaşılır" demiştir.

İbn Battal da bu konuda şöyle der: "Allah ve Rasûlünün yasakladığı bir davete icabet etmek caiz değildir. Hadis bunu ifade eder. Çünkü böyle bir davete icabet etmek böyle bir duruma rıza göstermek anlamım taşır." İbn Battal daha sonra mesele ile ilgili mütekaddim, yani ilk âlimlerin mezheplerini açıklar ki, bunun özeti şudur: Davet edilen kişi davet edildiği yer­deki haram durumu giderirse oraya gitmesinde bir sakınca yoktur. Şayet gi­dermeye gücü yetmezse geri döner.

Hanefî mezhebine mensup, el-Hidâye sahibi de şöyle demektedir:

"Bir kimse davet edildiği yere gittikten sonra orada münker, yani Al­lah ve Rasûlünün yasakladığı bir durum meydana gelirse davet edilen zat, örnek edinilecek bir önder ise ve duruma müdahale edip gidermeye gücü yet­mezse orayı derhal terketmelidir. Çünkü öyle bir mecliste dine leke sürül­müş olur ve bir günah kapısı açılmış olur. Şayet davet edilen kişi örnek ve önder durumda değilse, oturmuş iken artık yemeği yiyip öyle çıkmalıdır. Fakat davet edilen bir kimse henüz davet edildiği yere girmemiş iken orada mün­ker bir durumun olduğunu sezerse, örnek olsun veya olmasın geri dönme­lidir."[51]

 

 

 

9. Bir Kimseyi İki Kişi Birden Davet Edince Hangisi İcabete Daha Müstahaktır?

 

3756... Peygamber (s.a)'in sahâbîlerinin birinden rivayet olundu­ğuna göre;

Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

"İki kişi birden (seni) davet edecek olursa sen kapısı en yakın olan(ın daveti)ne icabet et. Çünkü kapısı en yakın olan en yakın kom­şu olandır. Eğer (davet eden bu iki kişiden birisi diğerinden) daha ön­ce davet etmişse, önce davet edenin davetine icabet et."[52]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte, aynı zamanda iki kişiden davet alan bir kimsenin bunlardan kapısı kendisine daha yakın olanın davetim tercih edip onun davetine icabet etmesi gerektiği, çünkü kapısı daha yakın olan kimsenin daha yakın komşu olması cihetiyle bu gibi içtimai muamele­lerde öncelik hakkı bulunduğu ifade edilmektedir.

Alkamî'nin açıklamasına göre, aynı anda davet eden kişilerin komşu­luk bakımından her ikisinin de eşit olmaları halinde; ilimce, dindarlıkça ve ahlâkça daha üstün olanın daveti tercih edilir. Bu hususlarda eşit olmaları halinde ise, davet alan kimse aralarında kura çeker, kura hangisine isabet ederse onun davetine icabet eder.[53]

 

10. Namaz (Vakti) Gelip Sofra Hazır Olunca Nasıl Hareket Edilir?

 

3757... Ibn Ömer (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

“Birinizin akşam yemeği (sofraya) konduğu sırada namaza da başlanmış olursa (o kimse yemek yeme işini) bitirinceye kadar nama­za kalkmaz."

(Bu hadisin ravilerinden Müsedded, rivayetine şunları da) ilâve etti: "Abdullah (b. Ömer), akşam yemeği (sofraya) konunca -yahut ta akşam yemeği (sofraya) gelince- ikameti de işitse, imamın okuyu­şunu da işitse (yine de yemeğini) bitirinceye kadar (namaza) kalkmazdı.[54]

 

3758... C âbir b. Abdillah (r.a)'dan Rasûlullah (s.a)'ın şöyle bu­yurduğu rivayet olunmuştur:

“Yemekten veya başka bir şeyden dolayı o namaz geciktiril(e)mez.”[55]

 

3759... Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

İbn Zübeyr zamanında babamla birlikte Abdullah b. Ömer'in ya­nında (bulunuyor) idim. Abbâd b. Abdillah b. Zübeyr; "Biz, (kılın­ması için ezan okunup kamet getirilen akşam) namaz(ın)dan önce (or­taya konulmuş olan) akşam yemeğine başlanabileceğini işittik" dedi. Abdullah b. Ömer de "Vah sana! Sen (Hz. Peygamber'in sahâbîleri olan) o kimselerin akşam yemeklerinin nasıl olduğunu (biliyor musun)? (Onların akşam yemeklerinin) babanın akşam yemeği gibi (zengin) ol­duğunu mu zannediyorsun?" diye karşılık verdi.[56]

 

Açıklama

 

3757 numaralı hadis-i şerifte, akşam yemeği hazırlanıp ortaya konmuşken akşam namazı için ezanın okunması halinde cemaate gitmeyerek yemeği yemek ve namazı yemekten sonra kılmak tavsi­ye edilirken; 3758 numaralı hadis-i şerifte namazın yemekten dolayı gecikti­rilmesine asla izin olmadığı ifade edilmektedir.

Hattâbî, bu iki hadis-i şerifin arasını şöyle te'lif ediyor:

"Namazdan önce yemek yemeye izin veren hadis-i şerif, gönlü, ortaya konan yemeği çok arzu eden ve o yemeği yemeye çok ihtiyaç hisseden kim­seler içindir. Bu durumda olan bir kimse ezanın okunması ve yemeğin de ortaya gelmesi halinde eğer namaz vaktinin çıkma tehlikesi yoksa, yemeğe karşı olan bu iştahını teskin etmek için yemekten biraz yer, namazını yemekten sonra kılar. Bu suretle namazı yemeğe gönlü takılı bir şekilde kılmaktan kur­tulup hakkıyla ifa etme imkânını bulmuş olur.

Ancak bu şekilde hareket etmek durumunda kalan bir kişi sofranın ba­şına oturmaz ve iyice karnını doyurmaz. Sadece ortaya gelen yemeklerden birer parça alıp açlığını ve yemeklere olan arzusunu teskin edip namazını te'hir etmeden kılar. 3758 numaralı hadis-i şerif ise, yemeğe karşı aşın şekilde ar­zu ve ihtiyaç duymayan ve namaz kılmak için fazla vakti kalmayan kimseler içindir. Bu durumda olan bir kimsenin namazı yemeğe takdim etmesi farz­dır. Binaenaleyh bu iki hadis arasında bir çelişki yoktur."

Nitekim, 3759 numaralı hadis-i şerif de Hattâbî'nin bu görüşünü doğ­rulamaktadır.

Bazı hallerde akşam yemeğinin akşam namazına takdim edilebileceğini ifade eden bu hadis-i şerifin hükmünü sadece akşam namazıyla akşam ye­meğine tahsis etmek doğru değildir.

Burada sadece akşam namazıyla akşam yemeğinden bahsedilmesinin se­bebi, insanın bu durumla genellikle akşam yemeği vaktinde karşılaşması ol­sa gerektir. Çünkü sabah namazı vaktinde insanın böyle bir durumda kal­ması pek enderdir. Öğle vaktine gelince, öğleyin yemek yeme âdeti Hz. Pey­gamber devrinde yoktu. Bu âdet sonradan çıkmıştır.

Akşam yemeğinin ortaya gelmesiyle akşam ezanı vaktinin aynı zamana rastlaması halinde yemeğin öne alınmasıyla ilgili bu emrin hükmü üzerinde ulema ihtilâf halindeler.

Cumhuru ulemaya göre; bu emrin hükmü menduptur. Binaenaleyh bu emre göre hareket etmek menduptur. Şâfiîlere göre bu emir yemek yemeye çok ihtiyacı olan kimseler içindir. Bu durumda olmayan kimseler için geçer­li değildir.

İmam Gazali, yemeğin bozulmasından korkan kimselerin de bu emrin şümulüne girdiklerini söylemiştir. Süfyân-ı Sevrî ile İmam Ahmed ve İshak hazretleri de bu görüştedirler. Zahiriye mezhebi imamlarından İbn Hazm'e göre ise, bu emre uymadan namaza duran kimsenin namazı bâtıldır.

Bazılarına göre ise, hafif olarak yemek namaza takdim edilebilirse de hafif olmayan bir yemek takdim edilemez.

Hafız Münzirî, İmam Mâlik'in bu görüşte olduğunu söylemiştir. Mâli-kî mezhebinden olan diğer ulemaya göre kesinlikle namaz yemeğe takdim edilir. Fakat namaza durunca bir an önce yemeğe başlama arzusunun na­mazda aceleciliğe sebep olacağından korkulursa yemek öne alınır. Yemeğe bir an önce başlamak için alelacele kılman bir namazı iade etmek de müstehabtır.

Bu mevzuda merhum Ö.N. Bilmen şöyle diyor:

"Mubah bir yemek hazır olduğu halde namaza başlamak mekruhtur.

Meğer ki vaktin çıkmasından korkulsun. Bu yemeğe iştahı olsun veya olma­sın, müsavidir."[57]

 

11. Yemekten Önce Elleri Yıkamanın Hükmü

 

3760... Abdullah b. Abbâs'dan şöyle rivayet olunmuştur:

Bir gün Rasûlullah (s.a) heladan çıkmış. (Orada bulunan sahâbîler) kendisine yemek getirmişler ve:

Ey Allah'ın Rasûlü, (yemekten önce abdest alman için) sana abdest suyu da getirelim mi? demişler. (Hz. Peygamber de):

"Ben ancak namaza kalktığım zaman abdest almakla emrolundum" buyurmuştur.[58]

 

Açıklama

 

Fahri Kâinat Efendimiz; "Ben ancak namaza kalktığım zaman abdest aımak|a emrolundum" sözüyle, "Ey inananlar, namaza dur(mak iste)diğîniz zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yı­kayın..."[59] âyet-i kerimesine işaret etmiş ve namaza kalkmanın dışında hiçbir iş için abdest almakla emrolunmadığını ifade buyurmuştur. Hz. Peygamber'in, namaz için abdest almakla emrolunduğunu söylemekle beraber Kur'an-ı Kerim okumak, Kabe'yi tavaf etmek gibi abâest almayı gerektiren fiillerden bah­setmemesi; o günlerde bu fiiller için abdest alınmasıyla, igili emirlerin henüz gelmemiş olmasıyla açıklanabileceği gibi, Hz. Peygamber'in maksadı yemek­ten önce abdest almak gerekmediğini açıklamak olduğu için bu fiillerin hep­sini zikre lüzum görmemiş olmasıyla da açıklanabilir.

Şurasını unutmamak gerekir ki abdest almak ayrı bir şeydir, el yıka­mak ayrı bir şeydir. Hz. Peygamber burada yemekten önce abdest almakla emrolunmadığını açıklamıştır. El yıkamakla emrolunmadığını söylemek is­tememiştir. 3761 numaralı hadis-i şerifte de açıklanacağı üzere, aslında ye­mekten önce el yıkamak onun sünnet-i seniyyesîndendir. Orada hazır bulu-nanlar.Hz. Peygamber'in devamlı olarak abdestli gezdiğini bildiklerinden onur abdestsiz yemek yemeyeceğini zannedip kendisine abdest alması için abdest suyu getirmek istemişlerdir. Hz. Peygamber de onlara yemekten önce ab dest almak icab etmediğini açıklamıştır.

Belki de onların Hz. Peygamber'e, "abdest suyu getirelim mi?" diye sormalarından maksatları, yemekten önce elini yıkamasını kendilerine hatırlatmaktı. Fakat Hz. Peygamber abdestten söz açılmışken, yemekten önet abdest almanın hükmünü açıklamayı uygun bulmuş ve bu açıklamayı yapmıştır.[60]

 

Yemekten Önce El Yıkamanın Hükmü[61]

 

3761... Selman (r.a)'den şöyle rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ben Tevrat'ta, "Yemeğin bereketi, yemekten önce elleri ve ağ; yıkamaktır" (sözünü) okumuştum. Bunu Peygamber (s.a)'e anlattırr Bunun üzerine (Hz. Peyamber);

"Yemeğin bereketi yemekten önce elleri, yemekten sonra da elleri ve ağzı yıkamaktır" buyurdu. Süfyân (es-Sevrî), yemekten öne elleri yıkamayı mekruh görürdü.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis zayıftır.[62]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif yemekten Önce ve sonra elleri yıkamanın sünnet olduğunu söyleyen Hanefîlerin delilidir. İmam Mâlik ile Süfyân-i Sevrî bir önceki hadis-i şerifin zahirine sarılarak yemekten önce el­leri yıkamanın mekruh olduğuna, İmam Şafiî de yemekten önce elleri yıka­mayı terketmenin müstehab olduğuna hükmetmiştir.

Aslında bir önceki hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in yemekten önce ge­reksiz gördüğü şey abdest almaktır, elleri yıkamak değildir. Bununla birlik­te yemekten önce abdest almakta da bir sakınca yoktur.[63]

Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre, Ahmed b. Hanbel de ye­mekten önce el yıkamanın müstehab olmadığı görüşünde idi.

Oysa Aliyyü'l-Kârî'nin açıkladığı gibi Hz. Peygamber, "Yemekten ön­ce elleri yıkamak fakirliği, yemekten sonra yıkamak da cinneti önler" bu­yurmuştur. Bu bütün peygamberlerin sünnetidir. Bununla birlikte Süfyân-ı Sevrî'nin bunu mekruh görmesi şaşılacak bir şeydir. Her halde Süfyan-ı Sevr'i bu sözü, elini daha önce iyice yıkadığı için temiz olduğunu kesinlikle bilen kimseler için söylemiştir. Maksadı da su israfını önlemektir.[64]

Bu bakımdan Hanefî uleması yemekten önce ve sonra elleri yıkamanın sünnet olduğunu söylemişlerdir.

Bu mevzuda Dürrü'l-Muhtâr isimli eserde, "Yemeğin sünneti yemek­ten önce Besmele çekmek, yemekten sonra Elhamdüllillah demektir" diye kaydedilmiştir. Mülteka isimli eserde de bunlara, yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması da ilâve edilmektedir.

Avnü'l-Ma'bûd yazarının dediği gibi, her zaman kirlenmeye ve mikrop kapmaya müsait olduğundan, yemekten önce ellerin yıkanması yemeğin vü­cuda yaraması yönünden çok lüzumludur.

Yemek esnasında yağlanmaları ve yemeğin bulaşması kaçınılmaz oldu­ğu için de yemekten sonra ellerle birlikte ağzı yıkamakta da çok büyük fay­dalar vardır.

Binaenaleyh bu sünnete uyularak yenen yemekte bereket olur. Bu şekil­de yenen yemek nefsin sükunet bulmasına yardımcı olduğu gibi ibadete koş­masına da sebep ve yardımcı olur. Ayrıca bu şekilde yenen bir yemeğin, yi­yenlerin doymasına yetecek kadar maddeten artması da söz konusudur.[65]

 

12. Beklenmedik Bir Anda Üzerine Varılıveren Bir Yemeği Yemenin Hükmü

 

3762... Câbir b. Abdillah (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) (bir gün) abdest bozmuş olarak bir dağ geçidin­den (bize doğru) eldi. Bizim önümüzde (bulunan) "tirs" yahut da "hacefe" (denilen bir kalkan) üzerinde hurma vardı. Kendisini davet ettik. (Gelip) bizimle birlikte (hurmadan) yedi ve elini suyla yıkamadı.[66]

 

Açıklama

 

Hattâbî' bu hadis-i şerif hakkında yaptığı açıklamada şöyle diyor: "Bu hadis-i şerif, yemeğinin yenmesinden memnun ola­cağı yenmediği takdirde de üzüleceği bilinen bir kimsenin, beklenmedik bir anda takdim ettiği yemeği yemekte sakınca olmadığına delâlet etmektedir. Fakat yemek sahibinin davetinde samimi olmadığının anlaşılması halinde du­rum bunun aksinedir. Böylesi bir yemeği yemek mekruh olur."[67]

 

13. Yemeği Kötülemenin Çirkinliği

 

3763... Ebû Hureyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Rasûlullah (s.a) hiçbir zaman bir yemeği kötülememiştir. (Önü­ne gelen bir) yemekten hoşlanırsa onu yerdi, hoşlanmazsa yemezdi.[68]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifte Rasûl-i Zîşan Efendimiz'in, önüne gelen bir yemeği kötülemediği ifade edilmektedir.

Hadis-i şerif sarihlerinin açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in bu tu­tumu mubah yemekler içindi. Fakat haram yemekler karşısındaki tutumu böyle değildi. Onları yemenin kötülüğünü anlatır ve ümmetini onları yemekten menederdi. Bu bakımdan âlimler mubah bir yemeği kötülemenin mekruh ol­duğunu söylemişlerdir.[69]

Âlimlerden bazıları, Allah'ın yarattığı bir nimet olarak herhangi bir yemeği kötülemenin caiz olmadığını; fakat bir yemeğin, insanların pişirmesi ya da hazırlamasından doğan kusurunu söylemekte bir sakınca olmadığını söylemişlerdir. Ancak Hafız İbn Hacer'in açıkladığı gibi, yemeğin pişirilmesi veya hazırlanması ile ilgili olarak yemeğe yöneltilen bir tenkid eğer onu ha­zırlayanın kalbini kıracaksa o zaman bu neviden olan tenkidler de caiz olmaz.

Bu mevzuda İmam Nevevî şöyle diyor: "İnsanın önüne gelen bir yeme­ği; bu tuzludur, ekşidir, tuzu kıttır, iyi pişmemiştir gibi sözlerle tenkit et­mekten kaçınması yemek âdabındandır." İbn Battal da: "Dinen yenmesi meş­ru kılınan hiçbir yemekte ayıp ve kusur yoktur. Binaenaleyh helâl bir yeme­ği tenkidden kaçınmak İslâm âdabındandır" demektedir.

Ancak insanın tabiatı bazı helâl yemekleri yemekten hoşlanmayabilir. Böyle bir durumda o yemeği yememesi gayet tabiidir. Kişi hoşlanmadığı bir yemekle karşılaşınca Hz. Peygamber'in yaptığı gibi hareket eder, yani ten­kit yöneltmeden yemeği yemekten kaçınabilir.[70]

 

14. Yemeği Toplu Halde Yemek

 

3764... Vahşî b. Harb (b. Vahşî b. Harb)'in dedesinden rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a)'in sahâbîleri (Hz. Peygambere):

Ey Allah'ın Rasûlü, biz (yemek) yiyoruz, fakat doymuyoruz, demişler.

(Hz. Peygamber de onlara):

"Her halde siz (yemeği) ayrı ayrı (kaplarda) yiyorsunuzdur (de­ğil mi)?" demiş. (Onlar da):

Evet, cevabını verrnişler. (Bunun üzerine Hz. Peygamber):

"Yemeği toplu halde yeyiniz ve üzerine Besmele çekiniz. (O za­man) Allah o yemekte sizin için bereket halk eder (de karnınız doyar)" buyurmuş.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bir düğün yemeğine gider de (önüne) akşam yemeği konacak olursa, ev sahibi izin verinceye kadar (o yemekten) yeme.[71]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifi rivayet eden Vahşî (r.a), Uhut'daHz. Hamza (r.a)'yı şehid eden ve sonra Mekke'nin fethinde müslüman olan meşhur Vahşî'dir.

Kendisi müslüman olduktan sonra küfür döneminde işlediği cinayetten duyduğu vicdan azabını peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemetü'l -Kezzâb'ı katlederek hafifletti. Tâif heyetiyle birlikte Hz. Peygamber'in hu­zuruna geldiği zaman Hz. Hamza'yı nasıl şehid ettiğini anlattı. Hz. Peyam­ber onu affetti. Fakat onu görmek kendisine çok sevdiği amcasının acı hatı­rasını hatırlattığı için ona: "Bir daha bana görünme" diye emretti.

Bu hadis-i şerifte, bir sofra üzerine konan bir kaptan topluca yemek ye­mekte bereket olduğu bildirilmekte, bir ailenin ayrı ayrı kaplarda yemek ye­meleri yerine bir kaptan yemek yemeleri tavsiye edilmektedir. Nitekim Ebû Ya'lâ'nm Müsned'inde, İbn Hibbân'ın Sahih'inde, Beyhakî'nin de Sünen'inde Hz. Câbir'den rivayet edilen merfû bir hadiste:  

"Yemeklerin Allah'a en sevimli olanı üzerinde ellerin en çok olanıdır"[72] buyurmuştur.

Taberânî'nin İbn Ömer'den naklen rivayet ettiği mevkuf bir hadis-i şe­rifte de şöyle buyurulmuştur:

"İki kişinin yemeği dört kişiye dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter. Binaenaleyh yemeği toplu halde yeyiniz, dağılmayınız."[73] Cenab-ı Hak her-şeyi bir sebebe bağladığı gibi yemeklerin maddî manevî bereketini de o ye­meğe uzanan ellerin çokluğuna bağlamıştır.

Bir yemeğe uzanan ellerin adedi nisbetinde Allah o yemeğe bereketini ve yiyenlere de feyz ve rahmetini indirir. Ehl-i basiret inen bu rahmeti açık­ça müşahede ettiği halde gafiller gerçeği göremediklerinden bu hadisteki tav­siyeye uymazlar.

Binaenaleyh, "Hep bir arada toplu olarak da dağınık olarak da yemek yemenizde bir sakınca yoktur.”[74] âyet-i kerimesinde de açıklandığı üzere ayrı ayrı kaplarda ve sofralarda yemek yemek caiz olmakla beraber, bir sofra üzerinde ve bir kaptan topluca yemek yemek menduptur. Musannif Ebû Dâvûd (r.a), hadis-i şerifin sonuna eklediği açıklama ile bir düğün yemeğine giden insanın akşam yemeği vaktinde getirilen yemek hususunda çok dik­katli olması gerektiğini ifade etmek istemiştir. Çünkü akşam öğünü belli bir öğün olduğundan bu vakitte getirilen yemeğin düğün yemeği olmayıp ev halkı için hazırlanması mutad olan her günkü yemeklerden olması mümkündür. Bu bakımdan ev sahibi izin vermedikçe o yemeğe yanaşmamak gerekir. Çünkü bu yemeğe ortak olunduğu takdirde ev halkı aç kalabilir.[75]

 

15. Yemeğe Başlarken Besmele Çekmek

 

3765... Ebu'z-Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre, Câbir b. Abdullah (r.a) Peygamber (s.a)'i şöyle derken işitmiştir:

“Bir adam evine girerken Besmele çekerek girerse ve yemek yer­ken de (Besmele çekerek yerse), şeytan (arkadaşlarına): (Burada) si­zin için gecelemek (imkânı da) yok, akşam yemeği de yok, der. Eğer (adam evine) girerken Allah'ı anmadan girerse şeytan (arkadaşlarına: Burada) gecelemek (imkânın)a kavuştunuz, der. Eğer yemeği yerken de Allah'ın adını anmamışsa (şeytan arkadaşlarına: Burada) gecele­me ve akşam yemeği (yeme imkânı)na kavuştunuz, der."[76]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifte şeytanların Besmelesiz girilen eve girmeye muvaffak oldukları, Besmeleyle girilen eve ise girmeye muvaf­fak olamadıkları, aynı şekilde Besmelesiz yenen yemeğe onların da ortak ol­dukları, Besmeleyle yenen yemeğe ise asla ortak olamadıkları ifade edil­mektedir.

Her ne kadar burada sadece evlere Besmeleyle girmek ve yemeğe Bes­meleyle başlamaktan bahsedilmekle yetinilmişse de aslında Besmele çekmek sadece bu iki fiile mahsus değildir. Bütün fiillerin başında Besmele çekmek sünnet-i müekkededir.

Yemeğin başında Besmele çekmenin vacib, sonunda Elhamdülillah de­menin müstehab olduğunu söyleyenler de vardır.

İhyâu Ulûmiddîn'de açıklandığı üzere, her lokmanın başında Besmele sonunda Elhamdülillah demek daha iyi olur. Şöyle ki birinci lokmanın ba­şında Bismillah somunda Elhamdülillah der ikinci lokmanın başında Bismil-lahirrahman, sonunda Elhamdülillâhi Rabbilâlemin, üçüncü lokmanın ba­şında Bismillâhirrahımânirrahim, sonunda Elhamdülillâhi Rabbil âlemin er-rahmânirrahîm denir. Lokmalar bu şekilde üçer üçer hesab edilir. Eğer

lokmaların Besmelesiz yendiği yemeğin sonunda hatırlanacak olursa, "Bis-millahi alâ evvelihi ye âhirihi" demekle yetinilir.[77]

Hanefî ulemasına göre, yemeğin başında Bismillah sonunda da Elham­dülillah demek sünnettir. Eğer Besmele yemeğin başında unutulmuş da ye­mek bitmeden hatırlanmışsa hatırlandığı anda "Bismillahi alâ evvelihi ve âhirihi" der. Nitekim Peygamber Efendimiz: "Kendisine yemek getirilince yemeğin başında Besmele çekip sonunda Elhamdülillah diyen bir mü'min-den Allah razı olur" buyurmuştur.[78]

 

3766... Huzeyfe (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Biz Rasûlullah (s.a) ile birlikte bir yemekte bulunmuştuk. Rasûlullah (s.a) ile birlikte sofrada hazır bulunduğunuz halde içimizden hiç­bir kimse ondan önce elini sofraya uzatmadı. Derken bir bedevi sanki (arkasından yemeğe doğru) itilmiş gibi (hızla) gelip el.ini daldırmak üzere yemeğe götürdü. Rasûlullah (s.a) da hemen onun elini tuttu. Sonra bir cariye sanki (arkasından) itiliyormuş gibi (hızla) gelip yemeğe sokmak üzere elini uzattı. Rasûlullah (s.a) onun elini de tuttu ve şöyle buyurdu:

"Gerçekten şeytan, üzerine Allah'ın ismi anılmayan (Besmele çekilmeyen) yemeği yemeye imkân bulur. (O bu yemeği kendisine) he­lâl kılmak için önce kendisine âlet edebileceği şu bedeviyi getirdi. Ben de onun elini tuttum, (şeytana imkân vermedim). Sonra (bu yemeği kendisine) helâl kılmaya âlet etmek üzere bu cariyeyi getirdi. Ben (onun da) elini tuttum. Varlığım elinde olan zâta yemin olsun ki, şeytanın eli bedevi ve cariyenin eli ile birlikte benim elimdedir."[79]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, yemeğe başlarken Besmele çekmenin sünnet olduğuna delâlet etmektedir.

Merhum A. Davudoğlu bu hadisle ilgili olarak yaptığı açıklamada şöy­le diyor:

"Şeytanın yemeği helâl saymasından murad bazılarına göre hakikaten helâl olacağına itikad etmesidir. Bir takımları, bundan murad, yemeğin be­reketini kaldırmaktır; böyle bir yemeği diyen doymaz, demişlerdir. Nevevî de şunları söylemiştir: "Helâl sayar cümlesinin manası, yemeğe imkân bu­lur, demektir. Yani bir insanın Besmelesiz başladığı yemeği şeytan yer. Fa­kat Besmeleyle başlarsa veya sofradakilerden bazıları Besmele çekerse o yemekten yiyemediği gibi henüz kimsenin yemediği yemekten de yiyemez.1"' Son­ra kelâm ve fıkıh uleması ile muhaddislerin gelmiş geçmiş cumhuruna göre, bu hadis ile şeytanın yemek yediğine dair varid olan diğer hadisler zahirî ma­nalarına hamledilmiştir. Yani şeytan hakikaten yemek yer. Çünkü bunu akıl imkânsız görmediği gibi şeriat da inkâr etmemiş, bilâkis ispat eylemiştir.

Binaenaleyh kabulü ve itikad olunması vâcibtir."[80]

 

3767... Âişe (r. anha)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz ye(mek yemek iste)diği zaman (yemeğe başlarken) yü­ce Allah'ın ismini ansın. Eğer (yemeğin) başında yüce Allah'ın ismini anmayı unutursa 'Bismillâhi evvelehü ve âhirehü: Başında da sonun­da Allah'ın ismiyle başlarım' desin."[81]

 

3768... Rasûlullah (s.a)'ın sahâbîlerinden Ümeyye b. Mahşî (r.a)'den şöyle rivayet olunmuştur:

Rasûlullah (s.a) oturuyordu. Bir adam da (orada) yemek yiyor­du. (Adam yemek yerken) Besmele çekmedi. Yemekten sadece bir lok­ma kalmıştı. (Adam) o lokmayı ağzına kaldırdığı sırada, 'Bismillâhi evvelehü ve âhirehu: Başına da sonuna da Bismillah' dedi. Bunun üze­rine Peygamber (s.a) gülmeye başladı. Sonra:

"Şeytan bu adamla beraber yemeye devam ediyordu. (Adam) Aziz ve Celîl olan Allah'ın ismini anınca (şeytan yediği yemekten) kar­nında ne varsa (hepsini) kustu1' buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadisin râvilerinden olan) Câbir b. Subh, Süleyman b. Harb'in anne cihetinden dedesidir.[82]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifler; bir kimsenin yemeğe başlarken Besmele çekmesi gerektiğini belirtmektedir. Eğer yemeğe başlarken unutmuş da biraz sonra bunun farkına varmışsa o anda, "Bismillâhi evvele­hü ve âhirehü: (Bu yemeğin) başına da sonuna da bismillah" demesi gerek­tiği, eğer başında Besmele çekmediği gibi ortasında veya sonunda da Besme­le çekmeyecek olursa o yemeği onunla birlikte şeytanın da yiyeceği ifade edil­mektedir.

Haleften ve seleften hadis ulemasının cumhuruna göre; şeytanın da in­sanlar gibi iki eli ve iki ayağı vardır. Onların da erkekleri ve dişileri vardır. İnsanlar gibi yer ve içerler. Ancak şeytan yemeği sol eliyle yer. Binaenaleyh hadis-i şerifte söz konusu edilen, şeytanın yemek yemesinden maksat hakiki manada yemek yemesidir. Yediği yemeği kusmasından maksat da hakiki kusmasıdır.

Bazıları, "Şeytanın yemek yemesinden maksat yemeğin bereketini al­ması, kusmasından maksatsa aldığı bereketi geri bırakmasıdır" demişlerse de, Şevkânî'nin Neylü'l-Evtâr'da açıkladığı gibi, bu kelimeleri hakiki ma­nasından çıkarıp mecazî manaya hamletmeyi gerektiren hiçbir sebeb ve ka­rine mevcut değildir.

Biz yemeğe başlarken Besmele çekmenin hükmünü 3765 numaralı ha­disin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[83]

 

16. (Bir Yere) Dayanarak Yemek Yeme Konusundaki Hadisler

 

3769... Ali b. el-Akmer'den rivayet olunduğuna göre; Ebû Cuhayfe, Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ben (yemeğimi) dayanarak yemem!"[84]

 

3770... (Şuayb b. Muhammed b. Abdi İlah b. Amr'ın) babasın-.dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Rasûlullah (s.a)'ın hiçbir zaman (bir yere) dayanarak (yemek) ye­diği görülmemiştir. Arkasında iki adamın yürüdüğü de görülme­miştir.[85]

 

3771... Mus'ab b. Süleym'den şöyle dediği rivayet olunmuştur; Ben Enes'i (şöyle) derken işittim:

Peygamber (s.a) beni (bir yere) göndermişti. Döndüğüm zaman kendisini geriye yaslanmış halde hurma yerken buldum.[86]

Açıklama

 

Hattabı nın açıklamasına göre; pek çok kimseler metinde geçen kelimesinin sağa ya da sola yaslanmak anlamına

geldiğini zannetmişlerdir. Bu sebeple bazı kimseler hadîs-i şerifi bu yönden ele alarak, sağa veya sola yaslanarak yemek yemenin yemek borusu üzerine yapacağı basınç sebebiyle insanı doyurmayacağı ve bu şekilde yenen yeme­ğin mideye inmesinin zorlaşacağı gibi birtakım tıbbî yorumlara girmişlerdir. Halbuki bu kelime bir tulum veya kesenin ağzını bağlamaya yarayan bağ anlamına gelen kökünden gelmiştir. Bu bakımdan metinde geçen kelimesi "bağlayarak" anlamına gelir. Burada bu kelimeyle anlatıl­mak istenen, minder gibi kaba bir şey üzerine oturmak suretiyle midenin ka­panmasına sebeb olma halidir.

Gerçekten bu şekilde kaba ve yumuşak bir şey üzerine oturan kimse mi­desinin ağzını bağlamış ve yemeğe kapatmış olur. İşte Hz. Peygamber'in bu hadis-i şerifte ümmetini sakındırmak istediği şey, yemeği bu şekilde otura­rak yemektir. Sağa ya da sola yaslanarak yemek yemek değildir.

İbnü'I-Kayyım el-Cevzî ise, Zâdü'l-Meâd isimli eserinde "ittikâ" keli­mesinin:

1) Bağdaş kurarak oturmak,

2) Bir şeye dayanarak oturmak,

3) Sağa veya sola dayanarak oturmak manalarına geldiğini; bu oturuş­lardan üçüncüsü mideye zararlı olduğu için, diğer ikisi de zalimlerin oturuşu olduğu için bu oturuşların üçünün de yasaklanmış olduğunu söylemiştir.

Bezlü'l-Mechûd yazarına göre; "Hanefî ulemasından İbn Âbidin, ye­mek yerken bir yere yaslanarak ya da bir yere dayanarak oturmanın hiçbir sakıncası olmadığı görüşündedir. Fetâvâ-yı Hindiyye'de de böyle denilmek­tedir."

Ancak yemek yerken bir şeye dayanmakta bir sakınca olmaması bu da­yanmada bir büyüklenme hissinin bulunmamasına bağlıdır.[87]

3771 numaralı hadiste geçen kelimesine gelince, bu kelime ar­kaya yaslanmak manasına gelir. Bu bakımdan musannif Ebû Dâvûd bu ha­disi bu babta zikretmeyi uygun görmüştür.[88]

 

17. Yemeği Tabağın Ortasından Yemekle İlgili Hadisler

 

3772... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygam­ber (s. a):

"Biriniz yemek yerken tabağın ortasından yemesin, fakat kena­rından yesin. Çünkü bereket tabağın ortasına iner" buyurmuştur.[89]

 

3773... Abdullah b. Büsr dedi ki:

Peygamber (s.a)'in "el-Garrâ" isimli bir yemek kabı vardı ki onu (ancak) dört kişi taşıyabilirdi. (Müslümanlar) kurban bayramı günü­ne girip de kurban bayramı namazını kıldıkları vakit, bu kab içine ti­rit konmuş olduğu halde getirildi. (Halk) hemen onun etrafında top­landı. (Yemeğin etrafında toplanan halk) çoğalınca Rasûlullah (s.a) da diz çöküp oturdu. Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi (Hz. Peygambere):

Bu şekilde oturuş(un manası) nedir? diye sordu.(Hz. Peygamber de):

"Şüphesiz ki Allah beni mütevazi bir kul olarak yetiştirdi. Za­lim ve inatçı (bir insan) olarak yetiştirmedi." cevabını verdi. Sonra;

"(Haydi, yemeğin) kenarlarından yeyiniz. Bereketin üzerine in­diği tepesin(den yemey)i bırakınız" buyurdu.[90]

 

Açıklama

 

el-Garrâ kelimesi, aslında beyaz anlamına gelir. Hz. Peygamber'in bu isimle anılan ve dört kişi tarafından taşınabilen bu kabının beyaz renkli, kazan büyüklüğünde hacimli bir tencere olduğu anla­şılıyor.

3773 numaralı hadis-i şerifte geçen kelimesini cimin kesri ile oku­mak gerekir. Çünkü bu kelime masdar-ı nevidir ve dolayısıyla "bir oturuş çeşidi" anlamına gelir ki, diz çökerek oturmak kastedilmektedir.

Avnü'l-Ma'bûd yazarı bu hadis-i şerifler hakkındaki açıklamasında şöyle diyor: "Bu hadis yemeği ortasından değil de kenarından yemenin meşrulu­ğuna delâlet etmektedir. Râfiî ve başkalarının açıklamasına göre, yemeği ta­bağın ortasından ve başkalarının Önüne gelen yerden yemek mekruhtur. Fa­kat meyvelerde başkasının önünden alıp yemekte bir sakınca yoktur. Esnevî ise bu görüşe itiraz ederek, yemeği tabağın ortasından veya başkalarının önün­den yemenin mekruh değil haram olduğunu söylemiştir. Bu mevzuda İmam Gazali şunları da ilâve ediyor: Aynı şekilde bir ekmeğin kenarını bırakıp da ortasından yemek de meşru değildir. Fakat ekmek küçükse onu ortasından kırıp yemek caizdir. Yemeği ortasından yemeyerek kenarından yemenin hik­meti ise bereketin yemeğin ortasına inmesidir. Bereket oraya indiği için ye­meğin ortasından alınmaz, bu sayede bereket sofranın ortasından her tara­fına dağılır."

Hattâbî'nin açıklamasına göre, yemeği ortasından yemenin yasaklanmasındaki hikmet üzerine bir başka görüş daha vardır. Bu ikinci görüşe gö­re bu yasak yalnız başına yemek yiyenler için geçerli değildir. Toplu halde yemek yiyenler için geçerlidir. Genellikle yemeğin en güzel yeri orta kısmı­dır. Toplu halde yemek yiyenlerden birisi kabın ortasından yemeye başlaya­cak olursa yemeğin en iyisini almış ve kendisini yemek arkadaşlarına tercih etmiş durumuna düşer. Bu tutumunsa âdabı muaşeret kaidelerine aykırı ol­duğunda şüphe yoktur.

İşte bu, âdaba aykırı olduğu için yemeği ortasından yemek yasaklan­mıştır. Fakat yalnız başına yemek yiyen kimse için böyle bir âdaba riayet sözkonusu olmadığından bu yasak yalnız başına yemek yiyenler için geçerli değildir.[91]

 

18. Üzerinde Yenmesi Haram Olan Bir Takım Yiyecek Veya İçecek Bulunan Bir Sofraya Oturmak

 

3774... Saliru'in babası (Abdullah b. Ömer)'in şöyle dediği riva­yet olunmuştur:

Rasûlullah (s.a) (ümmetine) iki yemeği yasaklamıştır:

1- Üzerinde şarap içilen bir sofrada otur(arak yemek ye)meyi,

2- Kişinin karnı üzerine (yüzü koyun) yatarak (yemek) yemesini. Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi Cafer b. Burkan, ZührVden işitmemiştir. Dolayısıyla bu hadis münkerdir.[92]

 

3775... Harun b. Zeyd b. Ebi'z-Zerkâ'mn, babasından naklettiği rivayete göre; Cafer (b. Bürkân), bu hadisi ez-Zührî'den aldığını söy­lemiştir.[93]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifler, üzerinde yenmesi ve içilmesi helâl olmayan yiyecek ve içecekler bulunan bir sofraya oturarak veya yüzükoyun yatarak yemek yemenin caiz olmadığını ifade etmektedir.

Ancak Musannif Ebû Davud'un da belirttiği gibi, ravi Cafer b. Bür­kân, her ne kadar bu hadisi Zührî'den duyduğunu ifade etmişse de, aslında Cafer bu sözünde yanılmıştır. Çünkü Cafer'in bu hadisi Zührî'den aldığı sabit değildir. Aslında Cafer güvenilir bir ravidir fakat bu hadisi Zührî'den riva­yet ettiğini söylerken yanılmıştır. Nitekim Ahmed b. Hanbel (r.a) ile Yahya b. Mâin de onun bu rivayetinde yanıldığım söylemişlerdir.[94]

Bütün bu gerçekler gösteriyor ki, Cafer bu hadisi aslında Zührî'den de başka bir raviden almıştır. Fakat onu Zührî'den aldığını zannetmiştir.[95]

 

19. Yemeği Sağ Elle Yemek

 

3776... Abdullah b. Ömer (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Pey­gamber (s.a):

"Biriniz (yemek) yediği zaman sağıyla yesin, (bir şey) içtiği za­man da (yine) sağıyla içsin. Çünkü şeytan soluyla yer ve soluyla içer" buyurmuştur.[96]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif yemeği sağ elle yemenin vacib olduğunu söy­leyenlerin delilidir. Çünkü hadisin zahiri burada emrin vücûb ifade ettiğine delâlet etmektedir.

Nitekim Müslim'in rivayet ettiği şu hadis-i şerîf de bu görüşü te'yid et­mektedir:

"Bir adam Rasûlullah (s.a)'m yanında sol eliyle yemek yemeye başla­yınca (Hz. Peygamber) ona:

"Sağ elinle ye!" buyurdu. Adam:

Beceremiyorum, deyince Efendimiz:

"Beceremiyesin! İşte bu adamı (benim emrime uymaktan) ancak kibri menetti" buyurdu. O adam bir daha elini ağzına kaldıramadı."[97]

İmam Gazali, sağ elle yemenin yemek yeme âdabından olduğunu söyle­miştir. Yemeği sol elle yemenin sakıncası, yemeği sol elle yiyen şeytana ben­zemektir. İnsanın, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan şeytana benzemesi­ni Önlemek için sol elle yemek yasaklanmıştır.

Hadis-i şerif aynı zamanda şeytanın hakiki manada eli olduğunu ve ye­meği sol eliyle yediğini de ifade etmektedir. Nitekim bu mevzuya 3766 nu­maralı hadisin şerhinde de temas etmiştik.

Hanefi ulemasından Aynî'nin açıklamasına göre, şeytanların hepsi de­ğil de ancak bir kısmı yerler ve içerler. Bazıları şeytanların hepsinin yeyip içtiğini söylemişlerse de bu doğru değildir.

Bezlü'l-Mcchûd yazarının da ifade ettiği gibi, bu mevzuda çözülmesi ge­reken bir müşkil vardır; o da Hz. Peygamber'in yaş hurmayı sağ eliyle, karpuzu ise sol eliyle yediğine dair Tirmizî'nin Şemâil'de rivayet ettiği ha­distir. Tirmizî'nin bu hadisi mevzumuzu teşkil eden hadise aykırıdır.

Ancak aadis âlimleri, Şemâil'deki hadisin senedi zayıf olduğundan mev­zumuzu tekşil eden hadisi ona tercih etmişlerdir.[98]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sağ elle yiyip içmek müstehab, sol elle yeyip içmek -bir özrü bulunmadıkça- mekruhtur.

2. Şeytan fiillerine benzeyen işlerden kaçınmak gerekir.

3. Şeytanın iki eli vardır, onlar da insanlar gibi yerler ve içerler.[99]

 

3777... Ömer b. Ebî Seleme'den rivayet olunduğuna göre; Pey­gamber (s. a):

"Ey oğulcuğum; yaklaş, Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye" buyurmuştur.[100]

 

Açıklama

 

İmam Nevevî'nin dediği gibi, bu hadis-i şerifte yemek yemenm uç sünnetine birden temas edilmektedir:

1) Yemeğe başlarken Besmele çekmek,

2) Sağ elle yemek,

3) Önünden yemek. Çünkü başkasının önünden yemek, terbiyesizlik ve mürüvvetsizliğe delâlet eder. Ayrıca çorba ve tirit gibi sulu yemeklerde önün­den yemek alınan kişiyi nefret ettirir. Yenilen şeyin hurma gibi, aynı cinsten olan yiyeceklerden olması halinde insanın başkalarının önünden yemesinde bir sakınca olmadığını söyleyenler varsa da, doğrusu mevzumuzu teşkil eden bu hadisteki nehyin bütün yemek çeşitlerine şâmil olmasıdır. Çünkü bir nehy-deki umumun tahsis edildiğine hükmedebilmek için onu tahsis eden bir deli­le dayanmak icab eder. Burada ise böyle bir delil yoktur.[101]

 

Bazı Hükümler  

 

1. Sağ elle yiyip içmek müstehab, so1 elle yiyip içmek mekruhtur. Meğer ki özür buluna.

2. İyiliği emir, kötülükten nehy müslümanlarm bütün hallerde hatta ye­meklerde bile vazifesidir.

3. Anne ve babaların çocuklarına yemek yeme âdabını öğretmeleri gerekir.[102]

 

20. Et Yeme Hakkındaki (Hadisler)

 

3778... Âişe (r.anhâ)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a):

"Eti bıçakla kesmeyiniz. Çünkü bu ecnebilerin işidir. Onu siz dişlerinizle kopararak yeyiniz. Çünkü böylesi daha lezzetli ve hazmı daha kolaydır" buyurmuştur.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis sahih değildir.[103]

 

Açıklama

 

İbnü'l-Cevzî bu hadisi Mevzuat isimli eserinde uydurma hadisler arasında zikretmiştir. Ahmed b. Hanbel; bu hadisin sahih olmadığını, bu hadisi Ebû Ma'şer el-Medinî'den başka rivayet eden bir ravi daha bulunmadığını söylemiş ve kendisinin, Ümeyye ed-Dâmrî'den Rasûlullah (s.a)'ın boğazlanmış bir koyunun omuz kısmından bıçakla kesti­ğine dair bir hadis rivayet ettiğini[104] ifade ettikten sonra şöyle demiştir: "Eğer Ebû Ma'şer'in rivayet ettiği hadisin sahih olduğu kabul edilirse o hadisin piş­miş et hakkında söylenmiş olması gerekir. Hz. Peygamber'in bir koyunun omuz kısmından bir bıçakla.kesip aldığım ifade eden Ümeyye hadisinin de pişmemiş etler hakkında söylenmiş olması ihtimali vardır."[105]

 

3779... Safvân b. Ümeyye'den, şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Peygamber (s.a) ile birlikte (et) yiyiyordum. Eti kemikten elimle (sıyırıp) alıyordum. Bunun üzerine;

"Kemiği ağzına yaklaştır, (etini dişlerinle) kopararak ye. Çün­kü böylesi daha tatlı ve daha yarayışlıdır" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadisin ravilerinden) Osman (b. Ebî Sü­leyman) Safvân 'dan (hadis) işitmemiştir; (binaenaleyh) bu hadis mürseldir.[106]

 

3780... Abdullah b. Me'sûd (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ın en sevdiği kemik koyun kemiğiydi.[107]

 

Açıklama

 

Metinde geçen kelimesi hakkında lügat âlimleri şöy­le diyorlar: Îbnü'1-Esîr, en-Nihâye isimli eserinde der ki: "el-Urk kelimesi, etinin çoğu sıyırılmış da birazı kalmış etli kemik anlamına ge­lir. Bu kelimenin çoğulu "urâk" gelir. Ancak bir kelimenin çoğulunun bu kalıpta gelmesi çok nâdirdir."

Kamus mütercimi Âsim Efendi de bu kelime hakkında şöyle diyor: "Eti üzerinde olan kemiğe urk, eti soyulup yenen kemiğe de "el-urâk" denir. Ala-kavlin ikisi de zikrolunan iki manaya ıtlak olunur.[108]

Bu hadisin bab başlığıyla ilgisi Hz. Peygamber'in etli kemikleri çok sev­diğine ve bu kemikleri dişleriyle sıyırıp yediğine delâlet etmesidir.

Çünkü Hz. Peygamber'in bu kemikleri sevmesi demek, onlardaki etleri dişleriyle sıyırıp yemesini severdi demektir. Bu cümlenin bu etleri bıçakla ye­mesini severdi anlamına geldiği söylenemez. Çünkü kemiklerin etleri sıyrı­lınca kemiklerden söz etmeye lüzum kalmaz. Kemikten sıyrılan etlere "kemik" denmez, "et" denir.

Hz, Peygamber'in kemikleri yarı etli atmayıp da onları dişleriyle sıyır­masında nimete karşı olan ihtiyacının ve nimete karşı saygısının ifadesi var­dır. Zamanımızda nimet israfının yol açtığı maddî zararlar düşünüldüğü za­man Hz. Peygamber'in, Allah'ın verdiği nimetlere karşı gösterdiği bu saygı­lı ve mütevazi tutumundaki hikmet daha kolay anlaşılır.[109]

 

3781... (Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki:

(Hayvanın) kol kısımları Peygamber (s.a)'in hoşuna giderdi. Ya­hudilerin kendisini bir ön butla zehirlediklerine inanırdı.[110]

 

Açıklama

 

Bilindiği gibi Hz. Peygamber Hayber'i fethedip dinlenmekte bulunduğu bir sırada Sellâm b. Mişkem'in karısı ve Hâris'in kızı Zeyneb tarafından sunulan zehirli bir kol kemiği ile zehirlenmek istenmişti.[111]

 

21. Kabak Yemek

 

3782... İshak b. Abdillah b. Ebî Talha'dan (rivayet olunduğuna göre; Enes b. Mâlik'i şöyle derken işitmiştir: Bir terzi Rasûlullah (s.a)'ı hazırlamış olduğu bir yemeğe çağırmıştı. Bu yemeğe Rasûlullah (s.a) ile birlikte ben de gittim. Rasûlullah (s.a) bir arpa ekmeğiyle içinde kabak ve pastırma bulunan bir çorbayı benim önüme yaklaştırdı. Ben (yemek esnasında) Rasûlullah (s.a)'m, (yemek içerisinde bulunan) ka­bakları araştırmakta olduğunu gördüm. O günden itibaren kabağa olan sevgim devam etmektedir.[112]

 

Bazı Hükümler

 

1. Davete icabet gerekir.

2. Peygamberimiz kabağı çok severdi.[113]

 

22. Tirit Yemek

 

3783... İbn Abbas'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s.a)'ın ekmekten (yapılan) yemekler içerisinde en sev­diği tirit idi. Tirit; hurma ve keş, yağ, un karışımı yemeklerdendir. Ebû Dâvûd der ki: Bu hadis zayıftır.[114]

 

Açıklama

 

Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre; metinde geçen "ekmekten yapılan yemekler içerisindeki tirit" sözüyle kas­tedilen yemek, çekirdeği çıkarılan hurmanın yağ ve un gibi maddelerle ka­rıştırılıp yoğurulması neticesinde meydana gelen bir hamurdur.

İbn Esîr, Nihâye'de; tiritin hurma, keş, yağ ve undan meydana gelen bir yemek olduğunu söylemiştir. Aslında tirit, ekmeğin küçük parçalar ha­linde doğranıp çorba suyuyla ıslatılması neticesinde meydana gelen yemektir.

Hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in hamur aşları içerisinde en çok sevdiği yemeğin tirit olduğu ifade edilmektedir. Ancak Musannif Ebû Davud'un da ifade ettiği gibi bu hadis zayıftır. Çünkü senedinde kimliği bilinmeyen Bas-ralı bir adam vardır.[115]

 

23. Bazı Yiyeceklerin Temiz Olup Olmadığı) Hususunda Şüpheye Düşmenin Doğru Olmadığı

 

3784... (Kabîsa b.  Hülb'ün) babasından rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s.a)’ı, "Yemeklerin bazılarım (yemek)ten (kalbimde) bir endişe hissediyorum" diyen bir adama (şöyle) cevap verirken işittim: “Gönlünde hiçbir endişe doğmasın. (Eğer helâlliği şer'î deliller­le sabit olan bir yemeğin yenip yenmeyeceği hususunda gönlünde do­ğan bir şüphe üzerine o yemeği yemeyi terkedecek olursan) bu konu­da hiristiyanlara benzemiş olursun."[116]

 

Açıklama

 

Metinde geçen cümlesi mahzûf bir şart cümlesinin   cevabı   olabileceği   gibi,   kendisinden   önceki "şey'ün" kelimesinin sıfatı da olabilir. Biz tercümemizde birinci ihtimali nazar-ı itibara aldık.

İkinci ihtimale göre cümle, "Bazı yemekleri yemekten dolayı hiristiyanlığa benzeyeceğine dair içinde bir korku belirmesin" anlamına gelir ki, netice iti­bariyle her iki mana da meşruluğu kesin delillerle sabit olan bir yemek hak­kında kalbde doğan şüphelere itibar edilmemesi noktasında toplanmaktadır. Çünkü kesin deliller karşısında şüphenin bir kıymeti yoktur. Nitekim "Şekk ile yakın zail olmaz."[117] kaidesi vardır.

Ancak bu meseleyi şüpheli şeylerden kaçınma meselesiyle karıştırma­mak lâzımdır. Çünkü bu iki mesele asıl itibariyle birbirlerinden tamamen fark­lıdırlar.[118]

 

24. Pislik Yiyen Hayvanların Etlerini Yemek Ve Sütlerini İçmek Yasaklanmıştır

 

3785... İbn Ömer (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s.a), pislik yemeyi alışkanlık haline getirmiş olan hay­vanin etini) yemeyi ve sütlerini (içmeyi) yasakladı.[119]

 

3786... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a), pislik yemeyi alışkanlık haline getirmiş olan hay­vanın sütünü (içmeyi) yasaklamıştır.[120]

 

3787... İbn Ömer (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) pislik yemeyi alışkanlık haline getirmiş olan de­velere binmeyi ve sütlerinden içmeyi yasaklamıştır.[121]

 

Açıklama

 

Bu mevzuda Hattâbî şöyle diyor:

"Celiâle, pislik yiyen deve demektir. Böyle bir alışkanlığı olan devenin etini yemek ya da sütünü içmek tenzihen mekruhtur.

Çünkü bu gibi hayvanların'yemiş oldukları pisliklerin kokuları bu hay­vanların etlerine siner.

Ancak bu durum yedikleri yemlerin ekserisini pislik teşkil eden hayvan­lar için söz konusudur.

Gıdalarının ekserisini temiz yemlerin teşkil ettiği hayvanların etleri ya da sütleri bu hükme dahil değildir. Böyle ekseriyetle temiz yemlerle beslenen veya temiz otlarda yayılan hayvanların ara sıra pislik yemeleri onları celiâle sınıfına sokmaz. Bahçelerde otlarken ara sıra pislik yiyen tavuk, kaz, ördek, koyun, keçi vs. hayvanlar gibi, bunlar da cellâleden sayılmazlar.

Celiâle sınıfına giren hayvanların etlerinin ve sütlerinin yenilip yenile­meyeceği konusunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.

İmam Ebû Hanife (r.a) ile taraftarlarına, İmam Şafiî ve Ahmed b. Han-bel'in görüşlerine göre; bu gibi hayvanlar hapsedilip günlerce temiz gıda ile beslenmedikçe etleri yenilemez ve sütleri içilemez. Ancak günlerce hapsedi­lip temiz yemlerle besledikten sonra üzerlerine sinen pisliklerden temizlen­meleri neticesinde etlerini yemede ve sütlerini içmede bir sakınca kalmaz. Nitekim bir hadis-i şerifte; "Sığır kırk gün yemle beslendikten sonra eti yenebilir" buyurulmuştur. Abdullah b, Ömer, pislik yemeye alışmış bir ta­vuğun etinin yenebilmesi için üç gün hapsedilip temiz yemlerle beslenmesi gerektiğini söylerdi.

İshak b. Râhûyeh ise, cellâlenin etinin yıkandıktan sonra yenebileceği­ni söylerdi. Hasan-İ Basrî ise cellâlenin etini yemekte hiçbir sakınca görmez­di. İmam Mâlik de bu görüşte idi."

İbn Reslân, Şerhü's-Sünen isimli eserinde şöyle diyor:

"Aslında celiâle sayılan hayvanların etlerinin ve sütlerinin temiz sayıla-bilmesi için kesilmelerinden önce ne kadar hapsedilmeleri gerektiğine dair belirli bir süre yoktur. Bazıları deve ve sığır cinsinden olan cellâlelerin kırk gün, tavuk cinsinden olan cellâlelerin de üç gün hapsedilmeleri gerektiğini söylemişlerdir."

Bu mevzuda merhum Ömer Nasuhi Bilmen şöyle diyor:

"Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi hay­vanların etleri bir müddet hapis edilmeksizin hemen kesildikleri takdirde mek­ruhtur. Çünkü bu halde etleri fena bir kokudan hali olmaz. Hapis müddeti tavuklar için üç, sığırlar ile develer için de on gündür.

Hayvanların terleri ile salyaları hüküm itibariyle artıkları gibi olduğun­dan, pislik yemekten çekinmeyen koyun, keçi, deve gibi temiz hayvanların artıklarını kullanmak mekruh olduğu gibi; böylesi hayvanların üzerine binmek de mekruhtur. İmam Azam'a göre atlar ile eşek ve katırların terleri de temizdir."[122]

 

25. At Eti Yemenin Hükmü

 

3788... Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), Hayber günü bize (ehlî) eşek etini (yemeyi) ya­sakladı, at etini yememize izin verdi.[123]

 

3789... Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Biz Hayber (savaşı) günü bir takım atları, katırları ve (ehlî) eşek­leri kesmiştik. Rasûlullah (s.a), bize katırlarla eşekleri(n etlerini ye­meyi) yasakladı, (fakat) atlan(n etini yemeyi) yasaklamadı.[124]

 

3790... Halid b. Velîd'den rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s.a), atların, katırların ve eşeklerin etlerim yemeyi ya­saklamıştır.

(Bu hadisi rivayet edenlerden) Hayve, (rivayetine şu sözleri de) ilâve etti: "Köpek dişi olan yırtıcı hayvanların tümünü(n etlerini) de (yasakladı)."

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu (hadisin ifade ettiği hüküm îmam) Mâlik'in görüşüdür. (Aslında) at etîeri(nin yenmesinde bir sakınca yok­tur; ve amel bu hadis üzerinde değildir. (Çünkü) bu (hadis) neshedil-miştir ve Peygamber (s.a)'in sahâbîlerinden bir cemaat at etlerini ye­miştir, îbn Zübeyr, Fedâle b. Ubeyd, Enes b. Mâlik, Esma binti Ebi Bekr, Süveyd b. Gafele ve Alkame bunlardandır. Rasûlullah (s.a) za­manında Kureyşliler atları keserlerdi.[125]

 

Açıklama

 

Bu konuda Hattâbî şöyle diyor:

“Hz Peygamber'in at etini helâl kıldığını ifade eden (3788 nolu) Câbir b. Abdillah hadisi hasen bir sened ile rivayet olunmuştur. At etinin haram kılındığnı ifade eden (3790 numaralı) Halid b. Velid hadisi ise, çeşitli yönlerden tenkide müsaid olan zayıf bir senetle rivayet olunmuştur. Ayrıca bu hadisin senedinde bulunan Salih b. Yahya b. el-Mikdâm b. Ma'dî kerb, onun babası Yahya b. el-Mikdâm ve dedesi el-Mikdâm b. Ma'dîkerb gibi râvilerin birbirinden hadis işittikleri kesin olarak tesbit edilmiş değildir.

Bu bakımdan ulema at etini yemenin helâl olup olmadığı konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir. İbn Abbas (r.a)'ın at etini yemenin mekruh olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. İmam Ebû Hanîfe ile ashabı ve İmam Malik de bu görüştedir.

el-Hakem ise, "Binmeniz ve süs için alları, katırları ve merkepleri (ya­rattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır."[126] âyeti kerime­sini delil getirerek at eti yemenin Kur'an-ı Kerim'de haram kılınmış olduğu­nu söylemiştir.

Bazıları ise at eti yemenin helâl olduğunu söylemişlerdir ki, Şüreyh, Hasan-ı Basrî, Atâ b. Ebî Rebâh, Saîd b. Cübeyr, Hammâd b. Ebî Süley­man bunlardandır. İmam Şafiî ile İmam Ahmed ve İshak hazretleri de bu görüştedirler.

Bazılarının iddia ettiği gibi Nahl sûresinin 8. âyetinin at etini haram kıl­ması meselesine gelince; aslında bu âyette at etinin haram olduğuna delâlet eden bir ifade yoktur. Bu âyette atların binilmek ve süs için yaratıldıkların­dan bahsedilmesi, onların etlerinden yararlanmanın caiz olmadığı anlamına gelmez. Onların binilmek ve süs için yaratıldıklarından bahsedilmesi onla­rın en çok binmeye ve süs olarak kullanmaya yaramalanndandır. Onların daha ziyade bu maksatlarla kullanılmaları ise etlerinin yenmesine engel de­ğildir.

Nitekim, "Leş, kan, domuz eti... size haram kılındı."[127] âyeti kerime­sinde domuzun sadece etinin haram kılındığından bahsedilmiş, diğer taraf­larının haram olduğundan bahsedilmemiştir. Nasıl ki, domuzun sadece eti­nin haramlığından bahsedilip de diğer taraflarının haramlığmdan bahsedil­memesi onun diğer taraflarının helâl olduğu anlamına gelmezse, atların da binilmek ve süs olarak kullanılmak için yaratılmış olmalarından bahsedil­mesi onların etlerini yemenin, üzerlerinde yük taşımanın haram olması an­lamına gelmez. Nitekim şu âyet-i kerimeler atın üzerinde yük taşımak gibi daha birçok faydaları olduğuna delâlet etmektedir:

1. "Onlarda sizin için isinma(nızı sağlayan şeyler) ve daha birçok ya­rarlar vardır."[128]

2. "O hayvanların üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız."[129]

3. "Ağırlıklarınızı öyle uzak yerlere taşırlar kî (onlar olmasa) siz (can­larınızın) yarısı tükenmeden oraya varamazdınız."[130]

Nasıl ki Nahl sûresinin 8. ayetinin atlar üzerinde yük taşımanın helâl olduğundan bahsetmemesi, atlar üzerinde yük taşımanın haram olmasını gerektirmemişse, yine aynı âyette atların etinin helâl olduğundan bahsedilme­mesi de at etinin haram olmasını gerektirmez.

el-Hasen'den gelen bir rivayette İmam Ebû Hanîfe'nin at etini yemenin haram olduğunu söylediği ifade ediliyorsa ;da, Zâhirü'r-Rivâye'de imamın, at eti yemenin mekruh olduğunu söylediği belirtilmiştir. Bu mevzuda gelen hadisler oldukça farklı olduğundan Ebû Hanife at eti yemenin haram oldu­ğunu söylememiştir. İmam Ebû Hanîfe'nin bu mevzudaki delili yukarıda me-.alini sunduğumuz Nahl sûresinin 8. âyetidir. Sünnetten delili de bu babda gelen Hz. Peygamber'in at etini yasakladığını ifade eden hadis-i şeriftir.

Bu mevzuda merhum Ö. Nasuhi Bilmen şöyle diyor:

"Beygirler cihada yarayan kıymetli hayvanlardır. Bu cihetle bunların etlerini yemek İmam A'zam'a göre tahrimen veya tenzihen mekruhtur. İmameyn'e göre de tenzihen mekruhtur.

Ehlî merkeplerin ve anaları merkep olan katırların etleri haramdır veya tahrimen mekruhtur. Vahşi merkeplerin ve anaları sığır olan katırların etleri ise haram değildir. Hayvanlar analarına tabidirler.

İmam Mâlik'den bir rivayete göre, ehlî merkeplerin etleri mekruh; bir rivayete göre de haramdır. Meşhur olan kavle göre, beygirlerin etleri de ha­ramdır. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre beygirlerin etleri mekruh de­ğildir."[131]

Hanefi mezhebine göre, "Azı dişleriyle kapıp avlayan, parçalayan ve kendisini müdafaa eden hayvanların etleri haramdır, yenilmez."[132]

Bezlü'l-Mechûd yazarının da dediği gibi, bazı sahâbîlerin at eti yedikle­rinden bahsedilen hadisler, onların zaruret halleriyle ilgili olması gerektir. Esasen Hz. Hâlid, Hayber savaşından sonra müslüman olduğuna göre, at etinin haram olduğunu bildiren 3790 numaralı hadisin, helâl olduğunu bil­diren 3789 numaralı hadisi neshetmiş olması gerekir. At eti yemenin helâl olduğunu kabul edenler de at etini yemeyi yasaklayan hadislerin neshedildi-ğini söylerler.

Musannif Ebû Davud'un, hadisin sonunda yaptığı açıklamadan kendi­sinin de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Hz. Halid'in Hayber'den sonra müslümanlığı kabul ettiği düşünülürse, at etini yasaklayan hadislerin mubah olduğunu ifade eden hadisleri neshettiği anlaşılır.[133]

 

26. Tavşan Eti Yemek

 

3791... Enes b. Mâlik'den rivayet olunduğuna göre; dedi ki: Ben ergenlik çağma yaklaşmış becerikli bir çocuktum. (Bir gün) bir tavşan avlayıp onu kızarttım. Ebû Talha, (bu tavşanın) arka tara­fını benimle Peygamber (s.a)'e gönderdi. Ben onu Peyamber (s.a)'e getirdim, (Hz. Peygamber de) onu kabul etti.[134]

 

3792... Muhammed b. Halid dedi ki: Ben babam Halid b. el-Huveyris'i (şöyle) derken işittim:

Abdullah b Âmr, Sıfah (denilen yer) de bulunuyordu. -Muhammed (b. Halid, Sıfah denilen bu yerin) Mekke'de (bulunan) bir yer olduğu­nu söyler.- Bir adam bir tavşan avlamıştı. (Bu adam Abdullah b. Amr'a):

Ey Abdullah b. Amr, (sen tavşan hakkında) ne dersin? dedi.

(Abdullah da şöyle) cevap verdi:

(Bir gün) Rasûlullah (s.a)'a bir tavşan getirilmişti. Ben de (ora­da) oturuyordum. (Hz. Peygamber) onu yemedi, (fakat) yenmesini de yasaklamadı ve onun (o anda) hayız görmekte olduğunu söyledi.[135]

 

Açıklama

 

Âlimlerin büyük çoğunluğu tavşan eti yemenin caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak sahâbîlerden Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) ile tâbiûndan İkrime, fıkıh âlimlerinden Muhammed b. Ebî Ley­lâ, tavşan etinin yenmesini kerih görmüşlerdir. Şârih Aynî, "Hanefîlerden bazı mekruh addedenler varsa da sahih olan görüş ammenin içtihadıdır ve tavşan etinin mubah olduğuna delâlet eden birçok hadisler vardır" diyor.[136]

Tavşan etinin mekruh olduğunu söyleyenler 3792 numaralı hadise da-yanmışlarsa da Avnü'l-Ma'bûd yazarının da belirttiği bu hadis zayıftır. Sa­hih olduğu kabul edilse bile bu hadiste tavşan etinin kerahetine delâlet eden bir ifade yoktur.[137]

 

27. Keler (Etini) Yemek

 

3793... İbn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre; dedi ki: (İbn Abbas'ın) teyzesi, Rasûlullah (s.a)'a yağ, birkaç keler ve ku­rumuş peynir hediye etmiş. (Hz. Peygamber de) yağ ile peyniri yemiş, (fakat) tiksindiğinden dolayı kelerleri bırakmış. (İbn Abbas'a göre), eğer (keler eti yemek) haram olsaydı Rasûlullah (s.a)'ın sofrasında (ke­ler) yenmezdi.[138]

 

3794... Hâlid b. Velid'den rivayet olunduğuna göre: Kendisi (bir gün) Rasûlullah (s.a) ile birlikte Meymûne'nin evine girmiş. (O sırada Rasûlullah (s.a)'a kızartılmış bir keler getirilmiş. Ra­sûlullah (s.a) da (alıp yemek üzere) ona elini uzatmış. Bunun üzerine (o sırada) Meymûne'nin evinde bulunan bazı kadınlar; "Peygamber (s.a)'e yemek istediği şeyin ne olduğunu haber yerin" demişler. Ora­da bulunanlar da: "Bu kelerdir" demişler. Rasûlullah (s.a) da hemen elini çekmiş.

(Halid b. Velid sözlerine devamla şöyle) dedi: Ben (kendisine): Ey Allah'ın Rasûlü, bu (kelerin etini yemek) haram mıdır? diye sordum./

"Hayır (haram değildir), fakat o benim kavmimin toprağında bulunmaz ve ben ondan tiksinti hissediyorum" buyurdu.

Bunun üzerine ben kızarmış keleri (önüme) çektim ve Rasûlullah (s.a)'ın gözünün önünde yedim.[139]

 

3795... Sabit b. Vedîa'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s.a) ile beraber bir askeri birlik içerisinde bulunuyor­dum. Derken birkaç keler yakaladık. Ben onlardan birini kızartıp Ra­sûlullah (s.a)'a getirdim ve önüne koydum. (Hz. Peygamber) bir çöp alıp onunla (kelerin) parmaklarını saymaya başladı; sonra:

"İsrail oğullarından bir topluluk yerde yürüyen hayvanlar şek­line çevrilmiştir. Ancak ben (onların çevrildiği) bu hayvanın hangi hay­van olduğunu bilmiyorum" buyurdu ve (bu keleri) yemedi, (yenmesi­ni de) yasaklamadı.[140]

 

3796... Abdurrahman b. Şibl'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) keler etini yemeyi yasaklamıştır.[141]

 

Açıklama

 

ed-Dabbü: Sürüngenlerden, dört ayaklı ve kuyruğunda boğumlar bulunan, kertenkeleye benzer fakat ondan biraz da­ha büyük olan bir hayvandır.

Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre, bu hayvan asla su içmez, yedi yüz sene yaşar, kırk günde bir damla idrar akıtır. Dişlerinin tümü tek bir bütün halinde olduğundan dişleri dökülmez;

BezIü'I-Machûd yazarının DümeyrîninHayâtü'İ-Hayevân isimli eserin­den naklettiğine göre, bu hayvanın dişisinin de erkeğinin de cinsel organları çift olur. Bazen erkek kelerler, yavruları yumurtadan çıktığı zaman yumur­taları bozduklarını zannederek onları yerler.

Görüldüğü gibi bu babda gelen hadislerden 3793 numaralı hadis-i şerif­te Hz. Peygamber'in keler yemediği fakat sofrasında keler yendiği halde neh-yetmediği ve sükutla karşıladığı; 3794 numaralı hadiste Hz. Peygamber'in keler etinin haram olmadığını söylediği, fakat şer'îbir sakıncadan dolayı değil de kendi tabiatından gelen bir tiksintiden dolayı onu yemediği ifade ediliyor.

3795 numaralı hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber'in keler yemeyişinin bir başka sebebi daha açıklanıyor ki, o da İsrailoğullarından hayvan suretine çevrildiği bilinen kimselerin keler suretine çevrilmiş olması ve dünya yüzün­de yaşayan kelerlerin o insanların neslinden gelmiş olması ihtimalidir. Ger­çekten keler cinsinin o insanların neslinden geldikleri kesin olarak bilinecek olursa bu hayvanların asılları insan olması cihetİyle etlerinin haram olması gerekir.

3796 numaralı hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber'in keler etinin yenme­sini kesinlikle yasakladığı ifade ediliyor.

Bu babda gelen hadisler farklı olduklarından ulema bu meselede ihtilâ­fa düşmüşlerdir.                      

Bu mevzuda Şafiî ulemasından İmam Nevevî şöyle diyor:

"Müslümanlar keler eti yemenin mekruh olmadığında İcma etmişlerdir. Ancak Ebû Hanîfe ile ashabının keler etinin mekruh olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir.

Kâdî de ulemadan bir kısmının onun haram olduğunu söylediklerini ri­vayet etmiştir. Fakat ben sözü geçen ulemanın bu görüşte olacaklarına ihti­mal vermiyorum. Eğer onlar bu mevzuda böyle diyorlarsa, ilgili nasslara ve aktedilen icmâa ters düşüyorlar demektir."

Her ne kadar İmam Nevevî böyle diyorsa da Hafız İbn Hacer, Nevevî'-nin bu sözlerine itiraz ederek; "Hz. Ali'nin keler etinin mubah olduğunu söylediği Münzirî tarafından rivayet edilmekte iken, keler etinin mekruh ol­madığına dair bir icmâ olduğundan bahsedilemez" diyor.

Nitekim Ebû Cafer et-Tahavî de, Şerhu Meâni'1-Âsâr isimli eserinde şöyle diyor: "Ulemadan bir topluluk, keler eti yemenin mekruh olduğuna hük­metmişlerdir. Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen de bu görüştedirler. Ebû Dâvûd da bu mevzuda Abdurrahman b. Şibî yoluyla bir hadis rivayet etmiştir.

Hafız İbn Hacer de ravilerinİn hepsinin güvenilir kimseler olması dolayısıyla bu hadisin hasen olduğunu söylemiş ve hadisin senedini tenkid eden Hattâbî ile İbn Hazm'ı, Beyhakî'yi ve İbn Cevzî'yi tenkid etmiştir.

İbn Hacer, bu mevzuda gelen hadislerin arasını şöyle te'lif etmiştir:'

"Hz. Peygamber, önceleri yeryüzünde mevcut olan kelerlerin İsrâilo-ğullarmdan hayvan suretine çevrilen kişilerin neslinden türemiş olabilecek­lerinden korkuyordu.

Çünkü o kimselerin hangi hayvanın suretine çevrildiklerini bilmediği gibi, onların üç günden fazla yaşamadıklarını da bilmiyordu. İşte bu sıralarda keler yemeyi yasaklamıştı. Hatta pişirilen keler etlerini yere döktürmüştü. Sonra bunun aslını iyi öğrenmek için beklemeye başladı. Bu sırada da keler yiyen­lere ses çıkarmıyordu. Sonra İsrâiloğullarından suretleri değişen kişilerin üç günden fazla yaşamadıklarını öğrenince, kendisi tiksindiği için onu yemedi, ama başkasına onu haram kılmadı ve yemelerine izin verdi. Bu durum keler yemenin helâl olduğuna, yani tiksinenler için bunu yemenin tenzihen mek­ruh, tiksinmeyenler için de helâl olduğuna delâlet eder."[142]

Hanefi ulemasından Ebü Cafer et-Tahavî'nin bu ifadesinden kendisi­nin de Hafız İbn Hacer'in bu görüşünü paylaştığı anlaşılmaktadır.

Bezlü'I-Mechûd yazan ise bu mevzuda şöyle diyor:

"Bence Hafız İbn Hacer'in hadislerin arasım te'lif sadedinde söylemiş olduğu bu sözler, hakikatten son derece uzak sözlerdir. Doğrusu şu ki, Rasûlullah önceleri keler etinin yenmesini mubah kılmıştı fakat kendisi tiksin­diği için onu yiyemiyordu.

Sonra onun suretleri değişen İsrailoğullarımn neslinden gelmiş olabile­ceği ihtimali üzerinde durarak kendisi yemedi fakat başkalarının yemesine de engel olmadı. Çünkü eşyada asıl olan mübahlıktır. Fakat daha sonra onun haram olduğunu anladığı için onu yasakladı. Bunun üzerine keler eti haram oldu. Bilindiği gibi bir meselede haram ile helâl hükümleri karşılaştığı za­man haram hükmü galib gelir."

Hanefi ulemasından Burhaneddin el-Merginânî el-Hidâye isimli eserin­de Hanefîlerin göüşünü açıklarken, keler yemenin mekrub olduğunu söyle­mektedir.[143]

Bu hadisleri açıklarken merhum Ahmed Davudoğlu, suret değiştiren İs-râiloğulları hakkında şu görüşlere yer veriyor:"DümeyrîHayâtü'l-Hayevan adlı eserinde şunları söylüyor: Ulema, şekil değiştiren insanların yaşayıp ya­şamadığında ihtilâf etmişlerdir. Bir kavle göre yaşarlar. Zeccâc ile Kadı Ebû Bekir İbn Arabî bu kavli tercih etmişlerdir. Cumhur ulemaya göre böyle bir şey yoktur. İbn Abbas; şekli değişmiş insan üç günden fazla asla yaşayama-mış ve yeyip içmiştir, demiştir ki bu söz merfu hadis hükmündedir."[144]

3793 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'e keler hediye ettiğinden bahsedilen İbn Abbas'ın teyzesinin, Ümmü Hafîd binti el-Hâris b. Harb el-Hilâliyye olması ihtimali kuvvetlidir. Çünkü kocası çöl araplarındandı, kendisi de çölde yaşardı.[145]

 

28. Toy Kuşunun Etini Yemek

 

3797... (Büreyh b. Ömer b. Sefîne'nin) dedesinden şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Ben Rasûlullah (s.a) ile beraber toy kuşu eti yedim.[146]

 

Açıklama

 

Toy: Kül renginde, tavuktan büyük kazdan küçük, uzunca boyunlu, süratli uçan bir kuştur.

Ulema bu hadis-i şerife dayanarak toy etinin helâl olduğunu söylemiş­lerdir. [Bk. Abdurrahman efendi tercüme-i hayatü'l-hayvan 1/299][147]

 

29. Yerde Yaşayan Küçük Hayvanları Yemek

 

3798... (Milkâm b. Telibb'in) babasından rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ben Peygamber (s.a) ile (uzun süre) birlikte bulundum. (Ondan) küçük canlıların haram olduğuna dair (hiçbir söz) duymadım.[148]

 

3799... (İsa b. Nümeyle'nin) babasından rivayet olunmuştur; de­di ki:

Bir gün ben İbn Ömer'in yanında iken, kendisine kirpi (eti) yeme(nin hükmü) soruldu da (bu soruya cevap olmak üzere);

"De ki: Bana vahyolunanda (bu haram dediklerinizi) yiyen kim­se için haram edilmiş bir şey bulamıyorum..”[149] (mealindeki) âyeti okudu. (Orada İbn Ömer'in) yanında (bulunan) yaşlı bir zat şöyle dedi:

(Ama) ben Ebû Hureyre'yi:

Peygamber (s.a)'in yanında kirpiden söz edildi de (Hz. Peygam­ber): "O pis hayvanlardan biridir" buyurdu, derken işittim.

Bunun üzerine İbn Ömer; "Eğer Rasûlullah (s.a) bunu söylemişse o (kirpi) onun dediği gibidir; demek ben bilmiyormuşum" dedi.[150]

 

Açıklama

 

Haşere: Tarla faresi, keler, kirpi gibi yerde yaşayan, küçük hayvanlardır.

Hattâbî'nin dediği gibi; 3798 numaralı hadis, haşereleri yemenin helâl olduğuna delâlet etmez. Çünkü Telibb'in Hz. Peygamber'den haşerelerin ha­ram olduğuna dair bir söz duymamış olması başkasının da duymamış olma­sını gerektirmez.

Bir başka ifadeyle, haşerelerin haram olduğunu Hz. Peygamber'den Telib duymamış olabilir ama bunu başkaları duymuştur. Nitekim 3799 numaralı hadis-i şerifte ifade edildiği üzere, Ebû Hureyre Hz. Peygamber'i haşereden olan kirpinin pis olduğunu söylerken işittiğini haber vermiştir. Pis olan hay­vanları ise İslâmiyet haram kılmıştır.[151] Bu bakımdan 3799 numaralı hadis-i şerif, kirpinin haram olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik'in delilidir. Şâfiîlere göre ise kirpi eti helâldir.

İlim adamları, eşyada asi olanın helâl mı yoksa haram mı olduğunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazılarına göre eşyada ası! olan helâldir, bazılarına göre de haramdır. Bazılarına göre de, "Eşyada asıl olanın helâl ya da haram olduğunu söylemek doğru değildir. Çünkü eşyanın bir kısmı helâl, bir kısmı da haramdır. Ancak biz hangisinin haram hangisinin helâl olduğunu bile­meyiz. Ancak delille bilebiliriz."

Ulema helâlin sınırlarını tesbit konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir. İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre, haram olduğuna dair bir delil bulunmayan her şey helâldir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre ise, helâl olduğuna dair delil bulu­nan herşey helâldir. Hakkında haram veya helâl olduğuna dair şer'î bir açık­lama bulunmayan şeyler ise İmam Malik ile Şafiî'ye göre affedilmişlerdir ve dolayısıyle helâl kılınmışlardır. Delilleri yukarıda mealini sunduğumuz En'-âm sûresinin 145. âyet-i kerimesidir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre hakkında nass bulunmayan şeylerin hepsi helâl değildir.[152]

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, haram sadece Kur'an-ı Kerim'de açıklanan haramlardan ibaret değildir. Bunlara yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'in dışında Rasûlüne bildirdiği yani vahiy mahsulü olan hadislerde açık­lanan haramları da ilâve etmek icab eder. "Bana vahy olundu..." âyet-i ke­rimesinde kastedilen de budur.

Bu mevzuda İbn Nüceym şöyle diyor:

"İmam Şafiî'ye göre eşyada asi olan mübahlıktır. Binaenaleyh bir şe­yin haram olduğuna dair şer'î bir delil bulunmadıkça o şeyin helâl olduğuna hükmedilir. İmam Şafiî'nin açıklamasına göre, İmam Ebû Hanîfe'ye göre eşyada asi olan haramlıktır. Binaenaleyh bir şeyin helâl olduğuna dair şer'î bir delil bulunmadıkça o şeyin haram olduğuna hükmedilir." [153]

el-Bedâyiu'1-Muhtâr isimli eserde de şöyle deniyor: "Şeriî hükümler gel­meden önce insanların fiilleri hakkında bir hüküm verilemez, verilse de ge­çersizdir ve bâtıldır. Her ne kadar Allah'ın insanların fiilleriyle ilgili hükmü ezelî ise de Allah peygamberlerini göndermedikçe bu hükmünü insanların fiillerine taalluk ettirmemiş. Çünkü insanlar kendilerine bir peygamber gönderilmedikçe fiillerinden sorumlu sayamadıklarından, Allah'ın bu ezelî hük­münün insanların fiillerine taalluk etmesinde bir mana yoktur."

îbn.Nüceym, Menâr üzerine yazmış olduğu şerhte de şöyle diyor: "Hanefilerden bazılarına göre de eşyada asi olan mübahlıktır. Ebu'l-Hasen el-Kerhî bunlardandır. Hadis ehlinden bir kısmına göre ise eşyada asi olan ha-ramlıktır. Bizim mezhebimize göre eşyada asi olan, hakkında şer'î bir hü­küm gelinceye kadar beklemek, yani haram veya helâl olduğuna dair kesin bir hüküm vermemektir."[154]

Hanefî fakihlerinden el-Merginânî de el-Hidâye isimli eserinde talâk bö­lümünün "el-hidad" babında, eşyada asi olanın mübahlık olduğunu söyle­miştir.[155]

Şevkânî bu mevzudaki görüşleri özetlerken şöyle diyor:

"Hulasa, bir delil olmadıkça eşya hakkında hüküm verilemez. Binaen­aleyh bir şeyin helâl olduğuna dair şer'î bir delil bulunmadıkça onun haram olduğuna hükmedilir. Cumhur ulemanın görüşü budur.

Şâfiîlerden bir cemaate ve bazı fıkıh âlimlerine göre ise, eşyada asıl olan ibâhedir. Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem de bu görüştedir. Müte-ahhirîn ulemasından bazıları cumhur ulemanın da bu görüşte olduğunu söy­lemişlerdir."[156]

Hanefî mezhebine giren hayvanlar üç kısma ayrılır:

1- Kanı olmayan haşereler: Çekirge, arı, sinek, örümcek, akrep gibi bö­ceklerdir. Çekirgenin dışında bunların hepsi haramdır. Çünkü bu böcekle­rin hepsi de pistir. İnsan tabiatı onlardan tiksinir. Ancak bunlardan çekirge, "Bize iki ölü helâl kılındı"[157] hadisiyle bu hükmün dışında bırakılmıştır.

2- Akan kanı olmayan hayvanlar: Yılan, zehirli keler, fare, kene, kirpi, keler, tarla faresi gibi haşerelerdir. Bunların haramlığında ihtilâf yoktur. An­cak keler hakkında ihtilâf vardır. Nitekim 3793-3796 numaralı hadislerin şer­hinde açıklandı.

3- Akan kanı olan hayvanlar. Bunlar da ikiye ayrılırlar:

a) Yırtıcı olmayan ehlî hayvanlar: Katır, eşek, at, deve, sığır ve koyun gibi. Bunlardan katır ile eşek etinin haram olduğu ulemanın tamamına ya­kın bir kısmı tarafından kabul edilmekle beraber, sadece Beşîr el-Medisi bun­ların etini yemekte bir sakınca olmadığım söylemiştir. At eti ise Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'a göre mekruh, İmam Muhammed ile İmam Şafiî'ye göre he­lâldir. Bu konuyu 3788-3790 numaralı hadislerin şerhinde açıklamıştık.

b) Yırtıcı olmayan vahşi hayvanlar: Geyik, ceylan, yaban öküzü, yaban eşeği, yaban devesi gibi hayvanlardır ki bunların etinin helâl olduğunda bü­tün müslümanlar ittifak etmişlerdir.

Bu üçüncü gruba giren hayvanların bir de yırtıcı olanları ile kuş cinsin­den olanları vardır. Yırtıcı hayvanlar da ehli ve vahşi olmak üzere ikiye ayrı­lırlar:

1- Ehli hayvanlardan olanlar: Köpek, kedi gibi yırtıcı olanlardır.

2- Vahşi olanlar: Kurt, aslan, kaplan, sırtlan, pars, yaban kedisi, sin­cap, samur, ayı, fil, maymun gibi, avlarını köpek dişleriyle parçalayan ve kendilerini savunan hayvanlardır. Tilki ile sırtlanın dışında bu hayvanların tümünün etlerinin haram olduğunda ittifak vardır.

Tilki ile sırtlan ise İmam Şafiî'ye göre helâldir.

Kuşlara gelince; bunlardan avını pençesi ile yakalayan doğan, atmaca, şahin, çaylak, karga, gibileri haramdır. Tırnaklı olduğu halde bunlarla hay­vanları avlamayan ise helaldir; güvercin gibi.

Tavuk, kaz, ördek, hindi gibi kuş cinsinden olan kümes hayvanlarının etlerinin helâl olduğunda ise ittifak vardır.

Bu mevzuda Ömer Nasuhi Bilmen şöyle diyor:

"Tabiatında vahşet ise denâet olmayan ve tab'an iğrenç görülmeyen hay­vanların etleri -şeraiti dairesinde- helâldir, yiyilebilir. Tavuk, kaz, ördek, zu-rafa, deve kuşu, bağırtlan kuşu, güvercin, bıldırcın, koyun, keçi, deve, sığırcık kuşlarını yemekte beis görülmemiştir.

Yarasanın yiyilip yiyilmediğinde haram veya mekruh olup olmamasın­da ihtilâf vardır. Hüdhüdü yemek mekruh görülmüştür. Saksağan, kumru, bülbül, keklik kuşlarının etleri esasen helâldir. Ancak bunların etlerini yi­yenlere bir âfet isabet edeceğine dair insanlar arasında bir kanaat mevcut olduğundan bunları yemek müstahsen görülmemiştir.

Şâfiîlerce kırlangıç, tavus, hüdhüd, papağan kuşlarının etleri haramdır. Martı ve balıkçıl kuşları ise helâldir."[158]

 

30. (Kitap Ve Sünnette) Haram Olduğuna Dair Bir Açıklama Bulunmayan Şeylerin Hükmü

 

3800... Ibn Abbas'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Cahiliyye (dönemi) halkı bazı şeyleri yerlerdi, bazı şeyleri de tik­sindiklerinden dolayı yemezlerdi. Derken yüce Allah, Peygamberini (s.a) gönderdi ve Kitab'ım indirdi. Helâlini ve haramını açıkladı. Ar­tık onun haram kıldığı haramdır, helâl kıldığı da helâldir. Hakkında açıklama yapmadığı ise affedilmiştir. Sonra, "De ki: Bana vahyolunanda (bu haram dediklerinizi) yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum"[159] âyetini sonuna kadar okudu.[160]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, eşyada asi olan şeyin ibâhe olduğunu söyleyenlerin delilidir. Bu neticeye göre her hangi bir şey veya menfaati yasaklayan sahih nass bulunmaz veya bulunur da delâleti kat'î olmaz­sa o şey hakkında haram hükmü de sözkonusu olmaz. Şu âyet-i kerimelerden de bu gerçeği Öğreniyoruz: "Yerde olanların hepsini sizin için yaratan odur."[161]  "Göklerde olanları, yerde olanları hepsini sizin buyruğunuz altına ver­miş."[162]

 

Bazı Hükümler

 

1. Eşyada asl olan mübahlıktır.

2. Hakkmda haram ya da helâl olduğuna dair sahih nass bulunmayan şeyler affedilmiştir. Allah, haklarında sükût ettiği bu eş-yayın hükümlerini unuttuğu için değil, insanlara merhametten dolayı açık­lamamış ve onlardan sorumlu tutmamıştır.[163]

 

31. Sırtlan Eti Yemek

 

3801... Câbir b. Abdullah(r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'a sırtlan (etin)i sordum.

"O bir av (hayvam)dır ve onu avlayan ihramlıya (keffaret ola­rak) bir koç (kurban etme cezası) konmuştur" buyurdu.[164]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, sırtlan etini yemenin helâl olduğunu söyleyen Şâfiîlerin delilidir. Hattâbî, bu hadisle ilgili açıklamasında şöyle diyor:

"Hz. Peygamber'in, sırtlanı av hayvanlarından sayması ve ihramlı iken bir sırtlan öldüren kimsenin keffaret olarak bir koç kurban etmesi gerektiği­ni bildirmesi, sırtlanın da zebra ve geyik gibi eti yenen hayvanlardan oldu­ğuna delâlet eder. Çünkü, "Yeryüzünde yürüyen hayvanlardan beş çeşit hay­van vardır ki, ihramda iken onları öldürmek helâldir. Yılan, akrep, çaylak, fare, ısırıcı köpek" mealindeki (1846-1848) numaralı hadisler, Haremde ve­ya ihramlı iken eti yenmeyen bir hayvanı öldürmenin cezası olmadığını ifa­de etmektedir.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte ihramlı iken sırtlanı öldüren bir kimseye bir oç kurban etmek gerektiği ifade edildiğine göre sırtlanın eti yenen hayvanlardan olması icabeder.  

Metinde geçen, "o av hayvanlarındandır" mealindeki cümle, yırtıcı ve vahşi hayvanlardan olup da, av hayvanı olmayan ve "İhramda olduğunuz sürece size kara avı yasaklandı"[165] âyetinin kapsamına girmeyen hayvanla­rın bulunduğuna delâlet etmektedir. Sırtlan etinin helâl olup olmaması me­selesinde fıkıh âlimleri ihtilâfa düşmüştür. Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a)'a göre sırtlan etini yemek helaldir.İbn Abbas ile Ata, İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuyeh ve Ebu Sevr hazretleri de bu görüştedirler.Süfyan-ı Servi ile İmam Ebu Hanife ve taraftarlarıyla İmam malik ise sırtlan eti yemenin mekruh olduğunu söylemişlerdir.Bu  görüş Said b. Müseyyeb’den de rivayet olunmuştur. Delilleri ise bu hayvanın yırtıcı hayvanlardan olmasıdır.

Çünkü 3802 numaralı hadis-i şerifte açıklandığı üzere Rasulullah (s.a.), köpek dişi olan yırtıcı hayvanların etini yasaklamıştır.[166]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sırtlan etini yemek helaldir.

2. Vahşi ve yırtıcı hayvanlardan av hayvanı olanlar bulunduğu gibi, av hayvanı olmayanlar da vardır.

3. Yırtıcı bir havyanı öldüren kimseye bu hareketinden dolayı bir ceza gerekmez.

4. Av hayvanlarının öldüren kimseye verilen ceza hayvanın cinsine göre belirlenir, hayvanın özel durumuna göre belirlenmez.Bir başka ifadeyle her hayvan cinsi için ödenecek ceza bellidir.Binaenaleyh hayvan hangi cinsten ise mensup olduğu cins için dince belirlenmiş olan ceza, öldüren öldüren kimse üzerine terettüb eder.Hayvanın vücutça iri veya ufak olması  bunu değiştirmez.

5. Haremde bir sırtlan öldürmenin cezası bir koç kurban etmektir.

6. Mevzumuzu teşkil eden Cabir hadisi, 3802 numaralı hadisin hükmünü tahsis etmiştir.Şafiiler bu görüştedir.[167]

 

32. Yırtıcı Hayvanlar(ın Etlerini Yemek) Yasaklanmıştır

 

3802... Ebu Sa’labe el- Huşeni ‘denrivayet olduğuna göre;

Rasulullah (s.a.) köpek dişi olan yırtıcı hayvanlar(ın etlerini) yemeyi yasaklamıştır.[168]

 

3803... İbn Abbas’dan rivayet olunmuştur;

Rasulullah (s.a.), yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanları(n etini yemeyi) ve kuşlardanda pençeli olanları(n etini yemeyi) yasaklamıştır.[169]

 

3804... Mikdam b. Ma’dekeirb’den rivayet olduğuna göre; Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Dikkatli olunuz! Yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanları(n etini yemek) helal değildir. Ehli eşek (eti ile) anlaşmalı ecnebilerin kendilerine ihtiyaç duyulan buluntu malları da helal değildir.

Herhangi bir adam bir kavme ,misafir olur da (o kavim) onu ağırlamazsa bu misafir için yarın ahirete olanlardan bu misafirlik hakkının alma hakkı vardır.[170]

 

3805... İbn Abbas'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), Hayber (savaşı) günü yırtıcı hayvanlardan kö­pek dişli olan her hayvanın, kuşlardan da pençeli olan her kuşun (eti­nin) yenmesini yasakladı.[171]

 

3806... Halid b. Velid (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) ile birlikte Hayber savaşına katılmıştım. (Orada) yahudiler gelip, (müslüman) halkın (yahudilerin koyunlarını yağma et­mek üzere yahudilerin) ağıllarına koşuştuklarını (Hz. Peygamber'e) şikâyet ettiler. Rasûlullah (s.a) da (müslümanlara hitaben):

"Dikkatli olun! Anlaşmalı olarak müslüman topraklarında ya­şayan gayri müslimlerin malları(nı) haksız yere (ellerinden almak) he­lâl olmaz. Ehli eşek (eti) size haram olduğu gibi at ve katır da haram­dır. Yırtıcı hayvanlardan her köpek dişli (hayvan) ile kuşlardan her pençeli (kuş) da (haramdır)" buyurdu.[172]

 

3807... Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) kedi parasını yasaklamıştır. (Muhammed) İbn Abdilmelik (ise bu cümleyi): "Kedi (etini) ve (kedi) parasını yemeyi yasakladı" (şeklinde) rivayet etti.[173]

 

Açıklama

 

Bu babda geçen hadis-i şeriflerde şu mevzular ele alınmaktadır:

1- Köpek dişli olan yırtıcı hayvanların etlerini yemek yasaklanmıştır.

2- Pençeli kuşların etlerini yemek yasaklanmıştır.

3- Anlaşmalı olarak müslüman topraklarına giren ya da orada yaşayan gayri müslimlerin mallarını haksızlıkla ele geçirmek yasaklanmıştır.

4- Bir topluma misafir olan kimseyi ağırlamak o toplumun görevi, ağır­lanmak da o kişinin hakkıdır. O toplum bu görevini yerine getirmediği tak­dirde, misafir onlardan hak talep edebilir.

5- Ehli eşek, at ve katır eti yemek yasaklanmıştır.

6- Kedi eti yemek yasaklanmıştır.

7- Kedi satıp parasını yemek caiz değildir.

Birinci maddede sözü geçen köpek dişli yırtıcı hayvanlardan maksat, kö­pek dişleriyle saldıran aslan, kurt ve köpek gibi hayvanlardır.

Bezlü'l-Mechûd yazarının dediği gibi, metinde geçen "yırtıcı" kelime­siyle deve bu sınıfın dışında bırakılmıştır. Çünkü her ne kadar.deve köpek dişli ise de yırtıcı değildir.

Avnü'l-Ma'bûd yazan şunları kaydediyor:

"Nihâye müellifi İbnü'l-Esîr'e göre; köpek dişli yırtıcı hayvanlardan mak­sat, avını yakalayıp zorla parçalayıp yiyen aslan, kaplan, kurt gibi hayvan­lardır. Kamus yazarına göre ise, parçalayıcı hayvanlardır. Haram olan bu yırtıcı hayvanların cinsi mevzuunda fıkıh imamları ihtilâfa düşmüşlerdir.

fmam Ebû Hanîfe'ye göre; sırtlan, fil, tarla faresi ve kedi gibi et yiyen her hayvan bu sınıfa girer ve etlerini yemek haram olur.

İmam Şafiî'ye göre ise, aslan, kaplan ve kurt gibi insanlara saldıran hay­vanlardır. Sırtlan ve tilki gibi insanlara saldırmayan yırtıcı hayvanlar ise bu sınıfa girmediklerinden onların etlerini yemek helaldir."

İkinci maddede etlerinin yenmesi yasaklanan pençeli kuşlardan maksat ise, uçarken avını havada yakalayıp pençesiyle parçalayan kartal, doğan, şahin gibi kuşlardır. Pençesi olduğu halde başka hayvanları avlamayan kuşlar bu sınıfa girmediklerinden helâldir. Bu sınıfa giren kuşların etleri İmam Şafiî, Ahmed ve Ebû Hanîfe'ye göre haramdır. İmam Mâlik'e göre ise helâldir.[174]

Üçüncü maddede yer alan, anlaşmalı olarak müslüman topraklarında bulunan gayri müslimlerin mallarını haksızlıkla almanın yasaklanması me­selesine gelince; esasen anlaşmalı olarak müslüman topraklarında yaşayan gayri müslimler ya zimmî olurlar ya da pasaportlu olarak bulunurlar. Bilin­diği gibi zimmîler, anlaşma şartlarını ihlâl etmedikleri sürece, pasaportlular da pasaport süresi devam ettiği müddetçe İslâm ülkesinde kalabilirler. Zim­mîler, İslâm ülkesinde güvence ile yaşamalarına karşılık müslümanlara ciz­ye ödemek zorunda oldukları gibi, pasaportlu olanlar da yanlarında bulu­nan ticaret mallarının onda birini müslümanlara vergi olarak vermek zorun­dadırlar. İşte müslümanlarm kendi ülkelerinde yaşayan anlaşmalı gayri müslimlerden bu vergileri almaları haklarıdır. Bunun dışında gayri müslimlerin mallarından bir şey almaları haramdır. Onların bu mallan kaybolup da müs­lümanlarm eline geçmesi halinde hüküm yine böyledir. Ancak onların ihti­yaç duymadıkları için terkettikleri mallar bu hükmün dışındadır.

Beşinci maddede yer alan ehli eşek ve katıra gelince, bu hayvanların et­leri Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde haranı olmakla beraber Mâliki mez­hebinde bu hususta iki görüş vardır. Birinci ve meşhur olan görüşe göre ha­ramdır. İkinci görüşe göre ise mekruhtur. Ancak Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre annesi inek yahut babası vahşi eşek annesi kısrak olan katırların etleri helâldir.[175]

Fakat eşek etiyle ilgili bu 3806 numaralı hadis zayıftır. Çünkü bu hadisi rivayet ettiği söylenen Halid b. Velid, Hayber savaşında henüz müslüman olmamıştır. Ancak 3808-3811 numaralı hadisler eşek etinin haramlığmı açıkça ifade etmektedir.

Yedinci maddede yer alan kedi eti yemek de haramdır. Çünkü kedi as­lında birinci madedde yer alan yırtıcı hayvanlar sınıfına girmektedir. Bu ba­kımdan kedi eti yemek Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre haram, Mâlikîlere göre mekruhtur.[176]

 

33. Ehli Eşeklerin Etini Yemek

 

3808... Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) bize (ehli) eşek eti yemeyi yasakladı ve at eti ye­memizi tavsiye etti.

(Bu hadisin ravilerinden) Amr (b. Dînâr, bu hadis hakkında şöyle) dedi: Ben bu hadisi Ebû Şa'sâ'ya anlattım, (bana) şu cevabı verdi: "Bi­zim içimizde (bulunan) el-Hakem el-Gıfârî de bu hadisten bahseder­di. (Ancak) Bahr bunu kabul etmezdi", (Ebû Şa'sâ, deniz manasına gelen Bahr sözüyle) İbn Abbas'ı kastediyordu.[177]

 

3809... Gâlib b. Ebcer'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Bize bir kıtlık (yılı) gelmişti. (Elimde bulunan) malın içerisinde (ehli) eşeklerden başka âiieme yedirebiîeceğim bir şey yoktu. Rasûlul-lah (s.a) da ehli eşek etlerini yasakladı. Peygamber (s.a)'e varıp;

Ey Allah'ın Rasûlü, bize bir kıtlık (yılı) gelip çattı. Benim mal(lar)ım içerisinde semiz eşeklerden başka aile halkına yedirebiîe­ceğim bir şey yok; sen ise ehli eşek etini yasaklamış bulunuyorsun, di­ye şikâyette bulundum.

"Sen aile halkına semiz eşek!er(in etin)den yedir. Çünkü ben on-ları(n etlerini) sadece pislik yiyen hayvanlar oldukları için yasaklamış­tım." buyurdu. Yani (bu hayvanları etlerini) cellâle (oldukları için ya­saklandığını anlatmak istiyordu).

Ebû Dâvûd dedi ki: (Hadisin senedinde bulunan) Abdurrahman, (Abdurrahman) b. Ma'kil'dir.

Yine Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi ayrıca Şu 'be de Ubeyd Ebu 7-Hasen'den, Abdurrahman b. Ma'kil'den, o da Abdurrahman b. Bişr'den Müzeyne (kabilesin)den bazı kimselerden rivayet edilmiştir. (Bu rivayete göre) Müzeyne'nin efendisi olan Ebcer yahutta Ebcer'in oğ­lu, Peygamber (s.a)'e (ehli eşek eti yemenin hükmünü) sormuştur.[178]

 

3810... (Şu'be'den rivayet olunduğuna göre; bu hadisi bir de) Mü­zeyne kabilesine mensup iki adamdan biri diğerinden (rivayet etmiş­tir. Yani) Müzeyneü Abdullah b. Amr b. Avim, Müzeyncli Gâlib b. el-Ebcer'den rivayet etmiştir. (Bu hadisin senedinde bulunan) Mis'ar (şöyle) demiştir: "Peygamber (s.a)'e gelen kimsenin Gâîib (b. Ebcer) olduğunu zannediyorum." (Ravi) şu (bir numara önce geçen) hadisi (şevketti).[179]

 

3811... Amr b. Şuayb (b. Muhannned b. Abdullah b. Amr b. Âs)'ın dedesinden rivayet olmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s.a) Hayber (Savaşı) günü, ehli eşek ile pislik yiyen hayvanların yenilmesini ve (üzerine) binilmesini yasakladı.[180]

 

Açıklama

 

Bu babda yer alan hadisi şerifte ehli eşek eti ile cellâle denilen pislik yemeye alışkın hayvanların etlerini yemenin ve üzer­lerine binmenin yasaklandığı ifade edilmektedir.

Pislik yemeye alışmış olan hayvanların ellerini yemenin ve üzerlerine bi­nilmesinin hükmünü 3785-3787 numaralı hadislerin şerhinde, ehli eşek eti yemenin hükmünü de bir önceki hadisin şerhinde açıkladık.

Hattâbî'nin dediği gibi; "İbn Abbas'm dışında tüm İslâm âlimleri ehli eşek eti yemenin helâl olmadığını söylemişlerdir. Ancak büyük bir ihtimal­le, ehli eşek elinin yasaklanması haberi kendisine ulaşmayan İbn Abbas on­ların etini yemenin helâl olduğunu söylemiştir."

Hz. Peygamber’in ehli eşek eli yemeye izin verdiğini ifade eden 3809 numaralı ibn Ebcer hadîsine gelince, Musannif Ebû Davud'un süz konusu hadisin sonunda bizzat açıkladığı gibi bu hadis çok karışık yollarla rivayet edilmiştir. Bu bakımdan hadisin senedinde ihtilâf vardır. Dolayısıyla itima­da şayan değildir.

Nevevî; bu hadisin senedinde ihtilâf bulunduğunu, hadisin sahihliği ka­bul edilse bile Hz. Peygamber'in eşek etinin yenilmesine dair verdiği bu iz­nin zaruret halinde olduğunu kabul etmek icab ettiğim söylüyor.

Nitekim Beyhakî de bu hadisin senedinde izdırab bulunduğunu söyle­miştir.

İbn Abdilberr'in de ifade ettiği gibi, aslında Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr, Câbir, Berâ, Abdullah b. Ebî Evfâ, Enes, Zahir el-Eslemî gibi pek çok sahâbîler Hz. Peygamber'den ehli eşek etinin haram kılındığı­na dair sahih ve hasen hadisler rivayet etmişlerdir. Bu bakımdan 3809 nu­maralı muzdarib bir hadisin böylesine sağlam hadisler karşısında bir hüccet teşkil etmesi düşünülemez.

Bu hadisin sahih olduğu kabul edilse bile Hz. Peygamber bu izni kıtlık yılı sebebiyle arız olan umumi açlık dolayisıyle vermiş olabilir.

Hâzimî ise, Hz. Peygamber'in ehli eşek etinin yenmesine bir süre izin verdikten sonra onu tekrar yasaklamasını bir nesih olayı olarak değerlendi­rir. İbn Şahin de sadece biri müsbet, biri nehiy ihtiva eden iki haberi ver­mekle iktifa eder. Nesihten söz etmez.[181]

 

34. Çekirge Yemenin Hükmü

 

3812... Ebû Ya'fûr'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: İbn Ebî Evfâ'ya çekirge (yeme)yi sordum da;

Ben Rasûlullah (s.a) ile birlikte altı ya da yedi savaşa katıldım. Biz (bu savaşlarda) kendisiyle birlikte çekirge yerdik, cevabını verdi.[182]

 

3813... Selmân (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s.a)'e çekirge(nin yenilip yenilmeyeceği) soruldu.

"(Çekirge) Allah'ın ordularının en çoğu(nu teşkil etmekte)dir. Ben onu yemem ve haram da kılmam” buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi (bir de) Mu 'temir, babası ve Ebû Osman kanadıyla Peygamber (s. a)'den rivayet etti (fakat) Selman'ı anmadı.[183]

 

3814... Selmân (r.a)'dan  rivayet olunduğuna göre;

Rasûlulîah (s.a)'a (çekirgenin yenilip yenilmeyeceği) sorulmuş, (bir önceki hadiste geçen) cevabının aynısını vermiş:

"(Çekirge) Allah ordularının en çoğu (nu oluşturmaktadır" demiş.

(Musannif Ebû Davud'un şeyhi) Ali (b. Abdillah) dedi ki: Ebû Avvâm'ın (ismi) Fâid'dir.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadisi (bir de) Hammâd b. Seleme, Ebû’l-Avvâm'dan, o Ebû Osman'an, o da Peygamber (s.a)'den rivayet etti. (Hammâd bu rivayetinde) Selmân'ı anmadı.[184]

 

Açıklama

 

Cerâd: Çekirge cinsidir. Tekili cerâde gelir. Cerâde kelimesi hem   erkek,    hem   de   dişi    çekirge   için   kullanılır.

Bu böcekler vardıkları yerde ekin ve ot adına ne varsa yiyip bitirdikleri ve orayı ekin ve ottan soyup çırılçıplak bıraktıkları için bu ismi aldıkları söy­lenmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de,"...Etrafa yayılan çekirgeler gibi"[185] âyet-i kerime­sinde onların bu özelliğine işaret buyurulmaktadır.

Bir şeyden soyulan şeye de "el-cürâde" ismi verilir.

3812 numaralı hadis-i şerifte, "Hz. Peygamber ile altı ya da yedi savaşa katıldım" cümlesindeki tereddüt ifadesi ravilerden Şu'be'ye aittir. Yani ravi Şu'be, bu hadisi kendisine rivayet eden Ebû Ya'fûr'un, "altı" kelimesini mi yoksa "yedi" kelimesini mi söylediğini iyice hatırlayamadığını belirtmek için böyle tereddüt ifade eden bir kelime kullanmıştır. Söz konusu hadisi bizzat Hz. Peygamberden rivayet eden Ebû Evfâ'nın, "Biz (bu savaşlarda) kendi­siyle birlikte çekirge yerdik" anlamındaki sözünden, Hz. Peygamber'in bu savaşlarda ashabıyla birlikte çekirge yediğini anlamak mümkün olduğu gibi Hz. Peygamber'in bizzat çekirge yemeyip sahâbileri çekirge yerken kendisi­nin bizzat onların yanında bulunduğunu anlamak da mümkündür. Hafız İbn Hacer'in de ifade ettiği gibi, Ebû Nuaym'ın Tıb kitabında rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in de ashabıyla birlikte çekirge yediğinden bah­sedilmesi birinci ihtimali kuvvetlendirmekte ise de, rivayetlerin ekserisinde "kendisiyle birlikte" sözü geçmediği dikkati çeken bir husustur.

Çekirge yemenin hükmü konusunda îmam Nevevî şöyle diyor:

"Müslümanlar çekirge yemenin helâl olduğunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî île İmam Ebû Hanîfe ve ulemanın büyük çoğunluğu, çekirge yemenin helâl olduğunu, bu hususta çekirgenin kesilerek başının koparılıp koparıl-maması arasında bir fark olmadığı gibi kendi kendine ölmüş olması veya bir müslüman ya da bir mecûsi tarafından avlanmış olmasının önemli olmadı­ğını söylemişlerdir. Kendi kendine veya bir sebepten dolayı ölmüş olması da bu hükmü değiştirmez.

İmam Mâlik'in meşhur olan kavline ve Ahmed b. Hanbel'den gelen bir kavle göre; bir tarafı koparılıp haşlanmış veya diri iken ateşe atılmak gibi bir sebeple ölen çekirgeyi yemek caizdir. Kendi kendine ölen bir çekirgeyi yemekse helâl değildir.

Hanefî ulemasından el-Aynî'nin açıklamasına göre; Mâlikî uleması çe­kirgenin helâl olabilmesi için kesilmiş olmasını şart koşmuşlardır. Ayrıca çe­kirgenin nasıl kesileceği de Mâlikîler arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre onun kesilmesi başının koparılmasından ibarettir. İbn Vehb, "Onun kesilmesi yakalanmasıdır" demiştir. İmam Mâlik'e göre ise yakalanıp başının kopa­rılması ya da haşlanması veya kızartılması onun kesilmesi demektir.[186]

Mâliki ulemasından İbnü'I-Arabî, Endülüs çekirgelerinin zararlı oldukları için yenilmelerinin caiz olmadığını söylemiştir.

Hz. Peygamber'in, "Ben onu yemem" buyurması şer'î bir sakınca ol­duğu için yemediğini ifade etmez. Çünkü eğer çekirge yemede şer'î bir sa­kınca bulunsaydı ümmetini de bundan nehyetmesi gerekirdi.

Bu bakımdan Hz. Peygamber'in çekirge etini yemekten çekinmesinin şer'î bir sakıncadan dolayı değil de şahsî yaratılışından ileri gelen çekirgeye karşı duyduğu isteksizlik ve tiksintiden doğduğunu kabul etmek gerekir.

Her ne kadar bu hadis bazen Selmân atlanarak mürsel olarak rivayet edilmişse de tabiînin mürselleri makbul olduğundan bunun önemi yoktur.

Hz. Peygamber'in,"Çekirgeler Allah'ın ordularının sayıca en çok olanlarıdır" mealindeki sözüne gelince; gerçekten "Rabbinin ordularını an­cak kendi bilir."[187] âyet-i kerimesinde de açıklandığı gibi Allah'ın orduları sayılamayacak kadar çoktur. Gazap ettiği milletler üzerine bu ordularım gön­dererek onlardan intikamını alır. Çekirgeler de Allah'ın ordularındandır. Allah gazap ettiği kavimler üzerine çekirgeleri göndermek suretiyle onları açlık ve kıtlığa mahkum eder. Ancak sahih hadislerde açıklandığına göre Allah'ın yaratıkları arasında sayıca en çok olanı melekler olduğundan mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte geçen "Çekirgeler Allah'ın sayıca en çok olan ordularıdır" sözünü, "Allah'ın ordularından olan çekirgeler yine Allah'ın ordularından olan kuşlardan daha çokturlar" şeklinde anlamak gerekir.[188]

 

35. (Suda Kendi Kendine Zahiren Sebepsiz Olarak Ö1üp) Suyun Yüzüne Çıkan Balıkları Yemenin Hükmü

 

3815... Câbir b. Abdullah' dan, Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyur­duğu rivayet olunmuştur:

"Denizin (sahile) attığı veya (deniz sularını) kendisinden geri çek­tiği (için açıkta kalan) şeyleri yeyiniz. (Fakat) denizde (kendiliğinden zahiri bir sebep olmaksızın ölüp de) su yüzüne çıkan şeyleri yemeyiniz."

Ebû Dâvûd dedi ki: Süfyan es-Sevrî, Eyyub ve Hammâd da ha­disi Ebu'z-Ziibeyr'den rivayet etti fler ve bunların üçü de rivayet zin­cirini) Câbir üzerinde durdurdular, (Hz. Peygambere kadar uzandıramadılar). Bazen bu hadis (in rivayet zinciri) zayıf bir şekilde îbn Ebî Zi'b, Ebu'z-Zübeyr ve Câbir yoluyla Hz. Peygamber (s.a)'e dayandı­rılarak rivayet edilmiştir.[189]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, "Suda kendi kendine, zahiren sebepsiz olarak olup de suyun yuzune çıkan balıklar yenmez    diyen[190] Hanefîlerin delilidir.

Bu görüş Câbir (r.a) ile İbn Abbas (r.a) dan da mevkuf olarak rivayet olunmuştur. Mîrkât yazarının da ifade ettiği gibi, haram ve helâl konuların­da sahabeden gelen mevkuf rivayetler merfû hadis hükmündedir.

Hidâye müellifinin dediği gibi, zahiren sebepsiz olarak kendi kendine ölen bir balığı yemek Hanefîlere göre mekruh; İmam Mâlik ile İmam Şafiî ve İmam Ahmed ve Zahirîlere göre böyle bir balığı yemek helâl olmakla be­raber yememek evlâdır.

Bu görüşte olan fıkıh imamlarının ve taraftarlarının Kitap'tan delilleri;"Hem kendinize hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek, size helâl kılındı"[191] âyet-i kerimesidir. Çünkü bu âyet-i keri­me deniz hayvanlarının insanlar tarafından avlanarak yakalananlarını İçeri­sine aldığı gibi kendiliğinden ölerek insanların eline geçeni de kapsamına al­maktadır.

Sünnetten delilleri ise, "Bize iki ölü (hayvan) helâl kalındı: Birisi balık, diğeri çekirge"[192] mealindeki hadis-i şerifle, "Denizin suyu temiz, ölüsü helâldir" mealindeki 83 numaralı hadis-i şeriftir. Çünkü bu hadis-i şerifler­de, zahiren sebepsiz olarak ölüp de su yüzüne çıkan balıkla, insanlar tara­fından avlanarak veya zahirî bir sebeple öldükten sonra ele geçen balıklar arasında bir ayırım yapılmamaktadır.

Hanefî ulemasının delili ise mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle Hz. Ali'nin, "Bizim çarşımızda kendiliğinden ölüp de su yüzüne çıkan balık alış­verişi yapmayın" sözü ve İbn Abbas'ın, rivayet ettiği, "Deniz öldürdükten sonra su yüzünde sürüklenip dururken bulduğunuz deniz hayvanlarını yemeyiniz" mealindeki hadislerdir.

Aynî'nin de açıkladığı gibi, mevzumuzu teşkil eden Câbir hadisi çeşitli rivayetlerle te'yid edilmiştir.

Bu görüşte olan Hanefi âlimlerine göre, aksi görüşe sahip olan fıkıh âlim­lerinin delil olarak sarıldıkları Mâide sûresi 96. âyetinde onların görüşlerini isbatlayan bir ifade mevcut değildir.

Hidâye yazarı Merginânî'nin açıkladığı üzere sahâbilerden bir topluluk da bu görüştedirler.[193]

 

36. Leş Yemek Zorunda Kalan Kimse

 

3816... Câbir b. Semüre'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Bir adara (Medine'de, siyah taşlarıyla meşhur olan) Hârre isimli yere ailesi ve çocuğu ile birlikte konakladı. (Orada bulanan) başka bir adam (ona), "Benim (burada) devem kayboldu, eğer bulursan onu yakala" dedi. Kısa bir süre sonra (o kimse bu) deveyi buldu. (Fakat devenin) sahibi bulunamadı. Derken (elinde kalan) deve hastalandı..Karısı ona "Bunu kes" dediyse de adam kabul etmedi. Deve öldü. (Bu sefer kadın kocasına), "Bunu kes, yağını ve etini pastırma yapar ye­riz. (Çünkü biz çok açız, zaruret halindeyiz)"- dedi. (Adam): "(Ha­yır), Rasûlullah (s.a)'a danışıncaya kadar (bunu kabul edemem)" de­di. Sonra Rasûlullah (s.a)'a gelip bunu sordu. (Hz. Peygamber de):

"Senin yanında seni buna muhtaç olmaktan kurtaracak (bir şey) var mı?" diye sordu. (Adam) "Hayır" cevabını verdi, (Bunun üzerine);

"(Öyleyse) onu yeyiniz" buyurdu.

(Tam o sırada devenin) sahibi çıkageldi. (Adam da başından ge­çen) olayı anlattı. (Devenin sahibi olayı öğrenince adama), "Onu kes-şeydin ya!" dedi. (Adam da),'"Senden utandım (da kesemedim)" kar­şılığını verdi.[194]

 

3817... el-Fücey' el-Âmirî'den rivayet olunduğuna göre;

Kendisi Rasûlullah (s.a)'a gelip;

(Ey Allah'ın Rasûlu), bize ölü (hayvan eti) helâl kılınmadı mı? demiş. (Hz. Peygamber de ona):

"t Sizin yemeğiniz nedir." diye sormuş, (el-Fücey’de): "Akşam­leyin bir bardak, sabahleyin de bir bardak süt içeriz" cevabını vermiş.

(Musannifin hadis rivayet ettiği kimselerden olan) Ebû Nuaym (künyesiyle tanınan el-Fazl b. Dükeyn) dedi ki: Ukbe (b. Vehb) bana (metinde geçen) "İğtibâk" kelimesini, sabahleyin bir bardak (süt iç­mek); "el-ıstıbah" kelimesini de akşamleyin bir bardak (süt içmek) diye açıkladı.-

(Hz. Peygamber de):

"Yemin olsun ki (bu hal) açlıktır. (İçilen bu kadarcık süt açlığı gidermeye yetmez)" buyurmuş ve (bu halleri devam ettiği sürece, öl­meyecek kadar) o leşi (yemelerini) onlara helâl kılmış.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Metinde geçen kelimesinin kökü olan) "el-ğabûk", gündüzün son vakit(ler)idir. kelimesinin kökü olan) "sabûh" ise, gündüzün ilk anlarıdır.[195]

 

Açıklama

 

Bu babda bulunan hadis-i şerifler de insanların, açlık gibi bir zaruret halinde başkalarına ait haram ligayrihi bir yiyeceği ve leş gibi haram liaynihi olan bir yiyeceği yemelerinin caiz olduğunu ifade etmektedir.

Fıkıh âlimleri, zaruret halinin çeşitli tariflerini yapmışlarsa da bu tarif­ler içersinde en özlü olanı Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi'nin yapmış ol­duğu şu tariftir: "Bir kimse memnu'u tenâvül etmediği (almadığı) takdirde helaki müstelzim olan (gerektiren) haldir."

Hattâbî bu hadisle ilgili açıklamasında şöyle diyor:

"Sabahleyin ve akşamleyin içilen bir bardak süt aslında insanın yaşa­masını sağlamaya yettiğinden burada zaruret hali söz konusu değildir. Ve dolayısıyla bu hadis-i şerif insanın açlığını giderinceye kadar leş yemesinin helâl olduğuna delâlet eder. Nitekim Mâlik b. Eıies bu görüştedir. İmam Şafiî'den gelen iki rivayetten birine göre İmam Şafiî de bu görüştedir.

Gerçekten böyle yemeye İhtiyacı olan bir kişiyi bundan menetmek, onu mubah olan bir fiilden menetmek olacağı için asla caiz değildir. Bu görüştekilere göre; böyle bir kimsenin durumu, nikahlamak için hür bir kadın bula­madığından zina etme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve bu durumdan kur­tulmak için bir cariye ile evlenmek isteyen hür bir adamın haline benzer. Bu adamın, iffetini en aşağı seviyede bile olsa korumuş olmak için cariyeyi ni­kahlaması nasıl menedilemezse, bütün gıdası sabah ve akşam içtiği bir bar­dak sütten ibaret olan bir kimse de leş yemekten menedilemez.

İmam Ebû Hanîfe'ye göre ise, bir kişinin leşten yemesi ancak zaruret halinde caiz olur. Yani leşten yemediği takdirde hayatını devam ettiremeye­cek duruma düştüğü zaman bu leşten yiyebilir ve sadece ölmeyecek kadar viyebilir. Zaruret haline düşmeyen bir kimsenin leş yemesi caiz olmadığı gikendisini ölümden kurtaracak miktardan fazla yemesi de caiz değildir. Şafiî imamlarından el-Müzenî de bu görüştedir. Aynı görüş Hasan-i Ba-sî'den de rivayet edilmiştir."

Bezlü'l-Mechûd yazarının, hocası Muhammed Yahya'dan naklettiği gibi, Musannif Ebû Dâvûd herhalde bu hadis-i şerifleri burada mensub oldu­ğu Şafiî mezhebinin bu mevzudaki görüşünü te'kid etmek için zikretmiştir.

Bu hadislerde başkasına ait bir hayvanı kesip yemenin helâl olabilmesi ve bir leşin yenebilmesi için zaruret halinin bulunmasından bahsedilmemiş ol­masını bu mevzudaki görüşlerine bir delil saymak istemiştir. Bu hadis-i şe­riflerden böyle bir hüküm çıkarmak isteyenlere verilecek cevap şudur:

1- Her ne kadar birinci hadiste, kişinin başkasına ait bir hayvanı kesip yemesi için yemediği takdirde ölecek duruma düşmüş olması kaydı yoksa da bu hadisin umumi ifadesi âyet ile kayıtlanmış ve ölümden kurtulacak kadar leş yiyen bir kimsenin leşten daha fazla yemesinin haram olduğu âyet-i keri­mede[196] hükme bağlanmıştır. Binaenaleyh usûlde mukarrer olduğu veçhile sözü geçen âyet-i kerimedeki kayıt mutlak olan bu hadisin hükmünü de ka­yıtlar.

2- Sabah akşam birer bardak süt içen bir aileye leş yemeleri için ruhsat verildiğini ifade eden ikinci hadisle ilgili cevap şudur:

Şurasını iyi kavramak gerekir ki, hadis-i şerifte anlatılmak istenen sa­bah akşam içilen birer bardak süt ailenin tümünün içtiği süttür. Yani ailenin tüm fertlerinin sabah akşam aldıkları gıdanın tümü iki bardak sütten ibaret­tir, her birisi sabah akşam birer bardak süt içiyor değildir. Bu durumda olan bir ailenin açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunda ise şüphe yoktur.

Hadis sarihleri, insana haram yemeyi mubah kılan açlık meselesiyle il­gili olarak şu yedi mesele üzerinde durmuşlardır:

1) Haramı muvakkaten helâl kılan açlığın ölçüsü nedir?

Cumhur ulemaya göre, açlıktan dolayı haram yemenin muvakkaten de olsa caiz olabilmesi için, bu açlığın devam etmesi halinde sahibini ölüme gö­türecek dereceye ulaşması lâzımdır.

2) Bu duruma düşen bir kimsenin haramdan yiyebileceği miktar nedir?

Hanefîlere göre bu miktar zaruret haline düşen kimseyi ölümden kurta­racak kadar olan miktardır. Bu mevzuda îmam Ahmed ve Şafiî'den gelen rivayetlerden meşhuru budur. İmam Mâlik'ten gelen güvenilir rivayete ve İmam Şafiî ile îmam Ahmed'ten gelen meşhur olmayan rivayete göre, bu-duruma düşen bir kimsenin haramdan karnını doyuruncaya kadar yemesi caizdir.

3) Bu duruma düşen kimsenin eline geçen bir haramdan yemesinin hük­mü nedir? Farz mıdır, mubah mıdır?

İmam Şafiî ve İmam Ahmed'den gelen iki rivayetten daha sağlam gö­rülenine göre farzdır. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik de bu görüştedir­ler. Ancak Ebû Yusuf'a göre mubahtır. Bu görüş Şâfü ile İmam Ahmed'­den de rivayet olunmuştur.

4) Bu hüküm hem sefer hem de hazarda geçerli midir? Yoksa sefer hali­ne mi münhasırdır?

Cumhuru ulemaya göre bu hüküm hem sefer, hem de hazar hali için geçerlidir. İmam Ahmed'den bir rivayete göre ise bu hüküm sadece sefer ha­linde geçerlidir.

5) İslâm devletine isyan ederek sefere çıkıp da bu yolculuklarında zaru­ret derecesine ulaşan bir açlığa düşen kimseler için de bu ruhsattan yararlan­ma hakkı var mıdır, yok mudur?

Hanefî ulemasına göre bu durumda olan kimselerin bu ruhsattan ya­rarlanma hakları yoktur. Ancak İmam Şafiî ile İmam Ahmed ve İmam Mâlik'e göre bu kimseler için de bu ruhsat geçerlidir.

6) Bu duruma düşen kimselerin leş yemeleri ile şarap içmeleri arasında bir fark var mıdır?

Hanefîlere göre bir fark yoktur. Usûlüne göre her ikisinden de faydala­nılabilir. İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre ise şaraptan faydalanılamaz.

7) Bir kimse, ileride düşeceği şiddeti açlık halini düşünerek eline geçen bir leşi yanına azık olarak alabilir mi?

İmam Ahmed'den gelen iki rivayetten en sahih olanına göre, bu durumda olan kimsenin eline geçirdiği bu leşi yanma azık olarak alması caizdir. İmam Şafiî ile îmam Mâlik de bu görüştedirler. İmam Ahmed'den gelen diğer bir görüşe göre ise caiz değildir.[197]

 

37. Bir Sofraya İki Çeşit Yemeği Birden Koymanın Hükmü)

 

3818... İbn Ömer'den rivayet olduğuna göre; Rasûlullah (s.a):

"(Şu anda) Önümde esmer buğday (unun)dan (yapılmış); yağ ve sütle karışık beyaz bir ekmek olmasını ne kadar arzu ederdim" demiş.

Bunun üzerine (orada bulunan) cemaaten biri kalkıp bu ekmeği hazırlayıp (Hz. Peygamber'in önüne) getirmiş. (Hz. Peygamber ek­meği görünce onu getiren zata):

"Bu (yağ) neyin içerisinde (bulunuyor) idi?" diye sorunca;

Keler (derisin)den (yapılmış) bir kap içerisindeydi, diye cevap vermiş.

(Bunu işiten Hz. Peygamber):

"Onu (derhal önümden) kaldır" buyurmuş.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bu hadis münkerdir.

Yine Ebû Davûd dedi ki: (Senedinde bulunan) Eyyub, (Eyyub) es-Sahtiyânî değildir.[198]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerif, bir öğünde birden fazla katık yemenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Çünkü her ne kadar Hz. Peygamber yağ ve sütle karıştırılmış olan bir ekmeği, sofradan kaldırtmışsa da bunun sebebi, iki katığın bir arada bulun­ması değil, ekmekte bulunan yağın keler derisinden yapılmış bir tulum içeri­sinde olmasıdır.

Hz. Peygamber yemeğin önüne getirilmesiyle, onda çirkin bir koku duy­muş olmalı ki hemen bu yemeğin yağının nerede muhafaza edilmekte oldu­ğunu sormuş ve gerçeği öğrenince yemeği yememiştir.

Bu durum Hz. Peygamber'in bir öğünde birden fazla yemek yemeyi ca­iz gördüğünü ifade eder.

"Ancak iki yemeği birden yemenin caizliğinde ulema arasında ih­tilâf vardır. Gerçekten de seleften bazılarının bunu caiz görmediklerine dair bir rivayet vardır ama onların bu görüşü kerahet-i tenzihiyyeye hamledilmiştir. Her ne kadar selef-i sâlihîn, dinî bir maslahat bulunmaksızın çeşitli yemek­ler yemeyi alışkanlığa ve gevşekliğe yok açabileceği endişesiyle pek iyi karşılamamışlarsa da, bir sofrada birden fazla katık yemekte bu sakıncaların dı­şında bir sakınca görmemişlerdir. Çünkü çeşitli yemekler yiyen kimselerin tüm organları bu yemeklerden bir haz aldıkları ve şükrünü dile getirdikleri için çeşitli yemekler yemekte bir sakınca olduğu söylenemez.

Hatta selef-i sâlihînin de bir sofrada birden fazla yemek bulundurduk­ları bilinmektedir.

Burada önemli olan, iki yemeği bir anda ağza koymamaktır. Yemeğin birinden alınan lokmayı yutmadıkça diğerinden ağza almamaktır. Meselâ, etle ekmeği bir anda yiyen kimse ağzındaki eti yutmadan ekmeği, ekmeği yutmadan da eti ağzına koymamalıdır. Nitekim Türkler buna riayet etmek­tedirler. Çünkü bu Hz. Peygamber'in sünneti idi."[199]

Esasen, "De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haranı etti?"[200] âyet-i kerimesiyle, Hz. Peygamber'in yaş hurma ile birlikte hıyar yediğini ifade eden 3835 numaralı hadis ve tereyağı ile kuru hurmayı birlikte yemeyi sevdiğini ifade eden 3837 numaralı hadis de bunu ifade etmek­tedir.[201] Hadis-i şerifte söz konusu edilen keler yemenin hükmü ise 3793 nu­maralı hadisin şerihinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görmüyoruz.

Musannif Ebû Davud'un bu hadisin münker olduğunu söylediği halde onu Sünen'ine almasının sebebine gelince; Bezi yazarının da dediği gibi, Taberanî'nin zayıf bir senetle rivayet ettiği, "Hz. Peygamberce, içinde bal ve süt bulanan bir kap getirildiğinde; Ben iki katığı bir arada yemem ama baş­kalarının yemesini de yasaklamam" dediğine dair zayıf bir hadisin zayıflığını isbatlamak için olsa gerektir. Çünkü buradaki hadis iki yemeğin bir sof­rada yenebileceğini ifade ettiği için Taberanî'nin rivayet ettiği hadisin zayıf­lığını bir ölçüde isbatlamaktadır.[202]

 

38. Peynir Yemek

 

3819... İbn Ömer'den rivayet olunmuştur; dedi ki:

Peygamber (s.a)'e Tebük (seferin)de bir (parça) peynir getirildi. (Hz. Peygamber de) bir bıçak istedi, sonra Besmele çekip (bıçakla pey­niri) kesti.[203]

 

Açıklama

 

Peynir yemenin helâl olduğunu ifade eden bu hadis-i şerif aynı zamanda) bir işe başlarken Besmele çekmenin sünnet olduğuna, peyniri bıçakla kesmenin caiz olduğuna ve sütün peynir olması için kullanılan mayanın temiz olduğuna da delâlet etmektedir. Çünkü mayasız peynir olmayacağına göre, peynirin temiz olması mayanın da temiz olması­nı gerektirir.[204]

 

39. Sirke Hakkında Gelen Hadisler

 

3820... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a):

“Sirke ne güzel katıktır” buyurmuştur.[205]

 

3821... Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a): "Sirke ne güzel katıktır" buyurmuştur.[206]

 

Açıklama

 

Sirke de Hz.Peygamber'in beğendiği ve övdüğü katıklardandır.Çünkü temini kolay ve ekonomiktir. Kanaatkar insanların yediği bir katıktır.

Hattâbî, mevzumuzu teşkil eden bu hadisi açıklarken şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber bir katık olarak sirkeyi överken aslında yemeklerde tutumlu olmayı, israftan ve oburluktan kaçınmayı, nefsin var gücüyle ye­meye sarılıp ona güvenmekten uzak kalmasını övmüştür.

Fahr-i Kâinat Efendimiz bu sözüyle sanki şöyle demiştir: "Sirkeyi ve sirke gibi ucuz ve kolaylıkla temin edilen katıkları, diğer katıklara tercih ediniz. Fazla pahalı yemekler yemeye kendinizi alıştırmayınız. Çünkü ağır yemek­ler şehveti artırır, şehvet ise hem dine hem de vücuda zararlıdır." Hz. Peygamber'in sirkeyi güzel bir katık olarak nitelendirmesi sebebiyle fıkıh âlimleri; hiç katık yememek üzere yemin eden bir kimsenin ekmekle sirke yemesiyle yemininin bozulacağını söylemişlerdir."

Bu mevzuda Bezlü'l-Mechûd yazarı da şöyle diyor:

"Hattâbî'nin; "bu hadiste övülmek istenen aslında yemeklerde iktisatlı olmaktır" sözü; aslında burada övülmek istenen bizzat iktisattır, sirke ise dolaylı olarak övülmektedir anlamına gelir. Nevevî ise; hadis-i şerifte övül­mek istenen bizzat sirkedir. İktisat, şehvetleri terk gibi dinî esaslar ise bu ha­disle değil başka hadislerle açıklanmıştır, diyor ki doğrusu da budur."

Mevzumuzu teşkil eden bu hadisler mana bakımından aynı oldukları hal­de Musannifin onları ayrı ayrı rivayet etmesinin sebebi senetlerin farklı ol­masıdır.[207]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sirkeye katık denebilir.

2. Sofraya oturanları iştahlandırabilmek için yiyecek­lerden söz edilebilir.

3. Bir şeyin aslı değişince hükmü de değişir. Şıra şarap olunca pis ve haram olur, sonra sirkeye çevrilince temiz ve helâl olur.[208]

 

40. Sarmısak Yemek

 

3822... Câbir b. Abdillah (r.a) Rasûlullah (s.a)'m;

"Sarımsak veya soğan yiyen kimse bizden uzak dursun. -Yahutta mescidimizden uzak dursun- ve evinde otursun" buyurduğunu söyledi.(Yine Câbir şöyle dedi):

Hz. Peygamber (s.a)'e (bir gün) içinde taze sebze bulunan bir ta­bak getirildi de onda (çirkin) bir koku duydu, (bu kokunun ne oldu­ğunu) sordu. (Bunun üzerine) tabakta bulunan sebzelerin neler olduğu kendisine haber verildi. (Tabaktaki sebzelerin neler olduğunu anlayınca) yanında bulunan sahâbîlerden birine (işarette bulunarak); "Bu seb­zeleri şuna götürünüz" buyurdu. (O sahâbî de, Peygamber (s.a)'in bu hareketini) görünce (bu sebzeleri) yemek istemedi.

(Hz. Peygamber):

"Sen ye,(benim yemediğime bakma). Çünkü ben senin konuş­madığın kimselerle konuşuyorum" buyurdu.

(Ravi Ahrnedb. Salih) dedi ki: İbn Vehb, (metindegeçen) "bedr" kelimesini "tabak" diye tefsir etti.[209]

 

3823... Ebû Saîd el-Hudrî şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a)'ın yanında sarmısak ve soğandan bahsedildi ve;

Ey Allah'ın Rasûlü, bunların hepsinin (içinde kokusu) en fazla olanı sarımsaktır. (Artık) sen onu bize haram kılıyor musun? diye soruldu. Peygamber (s.a) de;

“Onu yiyiniz, (fakat) onu yiyen kimse kokusu kendisinden gi­dinceye kadar şu mescide yaklaşmasın" buyurdu.[210]

 

3824... Huzeyfe'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) üç defa şöyle buyurmuştur:

"Kıbleye tüküren kimse kıyamet gününde (Allah'ın huzuruna) tükürüğü iki gözünün arasında olarak gelir. Kim de şu pis (kokulu) sebzeyi yerse (bizim) mescidimize yaklaşmasın."[211]

 

3825... İbn ömer (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a):

"Şu bitkiden yiyen kimse mescidlere yaklaşmasın" buyurmuştur.[212]

 

3826... Muğîre b. Şu'be'den rivayet olunmuştur:

Bir gün sarımsak yiyip (namaz kılmak üzere) Peygamber (s.a)'in mescidine varmıştım, (Ben) mescide girince Peygamber (s.a) (herhal­de benden) bir koku hissetti(ki), namazım bitirince;

"Her kim şu (sarmısak ismi verilen) bitkiyi yerse kokusu (ken­disinden iyice) gidinceye kadar (mescidimize) yaklaşmasın" buyurdu.

Namazı tamamlayınca yanma varıp;

Ey Allah'ın Rasûlü, Allah için elini bana vereceksin, dedim. (Elini lütfedip bana verdi, ben de) elini (tutup) yenimin arasından göğsüme götürdüm. O sırada ben göğsü sarılı idim. (Göğsümün sarılı olduğu­nu anlayınca);                                                   

"Senin özrün var" buyurdu.[213]

 

3827... (Muaviye b. Kurre'nin) babasından rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a) (sarmısak ve soğan diye bildiğimiz) şu iki bitkiyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:

"Bunları yiyen mescidlerime yaklaşmasın. Eğer mutlaka yeme­niz gerekiyorsa pişirmek suretiyle onlar (da bulunan ağır kokular) i gideriniz (de ondan sonra yiyiniz)."

(Bu hadisin ravisi Muaviye) dedi ki: (Hz. Peygamber, "iki bitki" kelimesiyle) soğan ve sarmısağı kasdetmiştir.[214]

 

3828... Şüreyk (b. Hanbel)'den rivayet olunduğuna göre; Ali (a.s):

"Pişirilmiş olması dışında sarımsağın yenmesi yasaklanmıştır" bu­yurmuştur.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Senette ismi geçen) Şüreyk '(ten maksat, Şü­reyk) b. Hanbel'dir.[215]

 

3829... Ebû Ziyâd Hıyar b. Seleme'den rivayet olunduğuna göre; Kendisi Âişe (r.anha)'ye soğanı sormuş da (Hz. Âişe): "Rasûlullah (s.a)'in yediği son yemek, içinde soğan olan bir yemekti" cevabını vermiş.[216]

 

Açıklama

 

Her ne kadar Arapçada, "Şecer" kelimesinin gövdesi ve da­lı olan ağaçlar için kullanıldığı bilinmekte ise de efsahu'l-fusahâ olan Fahr-i Kâinat Efendimiz'in bu kelimeyi soğan ve sarmısak için de kullanması; bu kelimenin gövdesi, dalı budağı olmayan sarmısak ve so­ğan gibi bitkilere de şamil olduğunu gösterir.

"Bedr" kelimesi ise, aslında dolunay anlamına geldiği halde burada ay gibi yuvarlak olması sebebiyle mecazen "tabak" anlamında kullanılmıştır.

kelimesi, "göğsü isâbe, yani sargı ile sarılı" demektir.

İbnü'l -Esîr'in en-Nihâye isimli eserinde açıkladığı gibi, araplar acıkıp da açlıklarını giderecek bir çare bulamadıkları zaman karınlarına bir sargı bağlayıp sargının altına birtaş koyarlardı. Aşağıda da açıklayacağımız gibi burada karnı sanlı denmeyip göğsü sanlı dendiğine göre bu sargıyı sarma­nın sebebinin karın açlığı olmayıp tansiyon yükselmesi gibi kalp atışlarının düzensizliği ile ilgili bir rahatsızlık olması gerekir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efen­dimizin, "Senin mazeretin var" buyurması da bunu gösterir.

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, 3822 numaralı hadis iki ayrı ha­disi ihtiva etmektedir. Ancak her iki hadis de birbiri ile ilgili oldukları ve ravileri de aynı olduğu için bir arada ve bir senet altında rivayet edilmişlerdir.

Aslında hadisin başından kelimesine kadar olan kısımda zik­redilen olay Hayber'de; daha aşağı kısımda zikredilen olay da hicretin ilk zamanlarında olmuştur ki iki olay arasında en az altı yıl vardır.

Bu, hicretin ilk zamanlarında Hz. Peygamber'e sarmısak yemenin hük­mü ile ilgili olarak soru yöneltilmesi hadisesi Hafız İbn Hacer'e göre Hz. Peygamberdin Ebû Eyyub el-Ensârî'nin evinde kaldığı sırada ve onun evin­de olmuştur.

Görüldüğü gibi bu gelen hadisler sarmısak yemenin yasaklandığını İfa­de etmektedirler.

Ancak hadisler bazı Zâhirîlerce farklı anlaşıldıklarından onlar sarmı­sak yemenin hükmü konusunda farklı bir neticeye vararak çiğ sarmısak ye­menin haram olduğunu söylemişlerdir. Bunların dışında kalan fıkıh ulemasına göre, çiğ sarmısak yemek haram değil mekruhtur. Bu kerahatin illeti insanlan rahatsız eden kokusudur. Hatta Câbir'den gelen, "İnsanların rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur"[217] meâlindeki hadis-i şerifte de ifa­de edildiği üzere bu koku sadece insanlara ulaşmakla kalmaz meleklere ka­dar ulaşır.

Nitekim 3822 numaralı hadis-i şerifte geçen, "Çünkü ben senin konuş­madığın kimselerle konuşurum" mealindeki cümlede meleklerin sarmısak ko­kusundan rahatsız oldukları ifade edilmektedir.

'Sarımsağın haram olmadığının delili ise, "Ey cemaat, Allah'ın bana helâl kıldığı bir şeyi haram etmek benim elimde değildir. Şu var ki ben bu bitkinin kokusundan hoşlanmıyorum[218] meâlindeki hadistir.

Çiğ sarımsağın hükmü böyle olmakla beraber pişmişi mekruh değildir. Nitekim 3827-3829 numaralı hadislerin üçü de bunu açıkça ifade etmektedir. Merhum Ahmed Naim Efendi'nin açıklamasına göre, "soğan, pırasa, turp gibi fena kokulu sebzeler de sarmısak gibidir."[219] Nil.ekim 3822 numa­ralı hadis ile, "Rasûlullah (s.a) soğan ve pırasa yemeyi yasakladı"[220] mea­lindeki hadis-i şerif ve Tabaranî'nin Câbir'den rivayet ettiği bir hadis-i şerif[221] de bunu ifade etmektedir.

İmam Mâlik'den rivayet olunduğuna göre, turp kokusu duyulursa sar­mısak gibidir. Mâlikî fukahasından Kadı Iyâz, "geğirme ile kokusu çıkarsa" kaydını koymuştur.

Binaenaleyh sarmısak gibi çirkin kokulu sebzeleri çiğ olarak yemek mek­ruhtur. Bunları yiyenler kokuları kayboluncaya kadar, mescide giremezler. Zâhirİyye ulemasına göre, bu gibi sebzeleri yemek cemaati terke sebebiyet vereceğinden haramdır.

Sarmısak gibi fena kokulan yiyen kimselerin, bu koku kendilerinden gidinceye kadar mescide gitmeleri caiz olmadığı gibi, ilim ve zikir meclisi gi­bi toplantılara gitmeleri de caiz değildir. Mescidin çevresi de bu mevzuda mescid gibidir. Ancak bu nehiy sokağa, çarşı ve pazara şamil değildir.

Kadı Iyaz, "Cemaatte hazır olanların hepsi de bu gibi sebzeleri yemiş iseler bu kerahat kalkar" demiş ise de aslında mescid boş olsa bile melâike-ye hürmet etmek gerekir.

Bu gibi sebzeleri yiyenlerin mescide girmelerinin yasaklanması sebebi, oradaki insanları ve melekleri rahatsız etmek olduğundan, kıyas yoluyla; ağzı ve yarası ağır kokanların, kasap, balıkçı, cüzzâmlı, alaca hastalığına yaka­lanmış kimselerin cemaata devam etmemelerine fetva verilmiştir.[222]

3824 ve 3825 numaralı hadislerde sarmısak yiyenin mescidlerden uzak durması emredildiğinden mescidlerle ilgili bu emrin sadece Hz. Peygamber'in mescidine mahsus olmayıp bütün mescidlere şamil olduğu anlaşılır.[223]

 

Bazı Hükümler

 

1. Çığ sarmısak yiyerek mescide gelmek mekruhtur.

2. Sarmısak gibi kerih kokan soğan, pırasa, turp gibi şeyler de sarmısak hükmündedir.

3. Sarmısak ve benzeri sebzeleri yiyenler mescide gelmemelidirler.

4. Hadislerde sarmısakla soğanın zikredilmesi çok yenildikleri içindir.

5. Ulemadan bazıları bu hadisi delil göstererek cemaata devamın farz olmadığını söylemişlerdir.

6. Sarmısak soğan gibi şeyleri yemek cemaati terk hususunda özür sayı­labilir.[224]

 

41. Hurma Yemek

 

3830... Yusuf b. Abdullah b. Selâm'dan şöyle dediği rivayet olun­muştur;

Ben Peygamber (s.a)'i, bir ekmek parçası alıp üzerine de bir hur­ma koymuş (olduğu) halde:

"Bu bunun katığıdır" derken gördüm.[225]

 

3831... Âişe (r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a):

“İçinde hurma bulunmayan bir evin halkı açtır" buyur­muştur.[226]

 

Açıklama

 

Tıybî'nin açıklamasına göre, kuru hurmanın başlı başına bir yemek olduğu bilindiği fakat onun bir katık olarak yendiği halk arasında bilinmediği halde burada ondan katık diye bahsedilmesi, onun müstakil bir yiyecek olmakla beraber katık olarak da yenmeye müsait bir yiyecek olduğunu gösterir.

Bir başka ifadeyle Bezi yazarının da dediği gibi, hurma aslında yalnız başına yenen müstakil bir yiyecek olmakla beraber ondan katık diye bahse­dilmesi mecaizdir.

3831 numaralı hadİs-İ şerifte, içerisinde hurma bulunmayan bir ev hal­kının aç olduğundan bahsedilmesi; bütün geçim kaynağını hurma teşkil eden Medineliler içindir. Çünkü Hz. Peygamber devrinde Medinelilerin yegâne geçim kaynağı hurma idi, hurması olmayan bir aile açtı. Hz. Peygamber bu sözüyle o günkü Medine halkının ekonomik yapısını dile getirmiş olabilir.

Tıybî'nin açıklamasına göre ise, Hz. Peygamber bu sözü ile ülkelerinde bol hurma yetişen milletleri hurmanın kıymetini bilmeye ve kanaatkar ol­maya davet etmek istemiş de olabilir.

Bazıları da, "Hz. Peygamber bu sözüyle hurmanın diğer meyveler ara­sındaki üstünlüğünü ifade etmek istemiştir" dediler.[227]

 

42. (İçerisinde) Kurtlu Hurma (Bulunan Hurmaları) Yerken (İçlerinde Kurt Bulunup Bulunmadığını İyice) Araştırmak (Gerekir)

 

3832... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Peygamber (s.a)'e (geçen seneden kalma) ekşimiş bir hurma geti­rildi de (içinde bulunan kurtlan) çıkar(ip at)mak üzere bu hurmayı iyice bir gözden geçirmeye başladı.[228]

 

3833... İshak b. Abdillah b. Ebî Talha'dan rivayet olunduğuna göre;

Peygamber (s.a)'e (bazen) içinde kurt bulunan hurmalar getiriirdi de... (Ravi İshak sözlerine devam ederek bir önceki hadisin ma­nasını (ifade eden sözler) söyledi.[229]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifler içindeki kurtları çıkarmadan kurtlu hur­ma yemenin caiz olmadığını ifade etmektedir. Çünkü kurt­ar pistir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde, "...Onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar"[230] âyetiyle pis şeyleri haram kılmıştır. Bu mevzuda Aliyyü'I-Kârî şöyle diyor:

"Taberanî, hasen bir senetle İbn Ömer'den Hz. Peygamber'in hurma­ların içinde kurt araştırmayı yasakladığına dair merfû bir hadis[231] rivayet etmişse de bu hadis yeni hurmalar hakkındadır ve vesveseyi önlemek için­dir. Hurmayı gözden geçirmeden yemenin caiz olduğunu bildirmek için de öylemiş olabilir."

Bezlü'l-Mechûd yazan ise şöyle diyor:

"Her ne kadar Aliyyü'1-Kârî böyle demişse de, hadis-i şerifte kurtlu hur­maları yemenin mekruh olduğu bildirildiğine göre; içinde kurt bulunması ih­timali kuvvetli olan bir hurmayı iyice kontrol etmeden yemenin mekruh ol­ması fakat içinde kurt bulunması ihtimali zayıf olan bir hurmayı kontrol et­meden yemenin ise caiz olması, içinde kurt bulunduğu kesin olarak bilinen bir hurmayı ayıklamadan yemenin de haram olması gerekir. Bunun caiz ve tenzihen mekruh olduğu söylenemez."[232]

 

43. (Toplu Halde) Yemek Yerken İki Hurmayı Birden Yemek

 

3834... İbn Ömer'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), (iki hurmayı) birleştirerek yeme) yi yasakladı ve: "Ancak (sofrada bulunan yemek) arkadaşlarının izin vermeleri müstesnadır" buyurdu.[233]

 

Açıklama

 

İmam Nevevî bu hadisi açıklarken şu görüşlere yer veriyor: "Bu hadisteki iki hurmayı birden yemekle ilgili yasağın hükmü üzerine ulema ihtilâfa düşmüştür. Bazıları bu yasağın haram ifade ettiğini ileri sürerken, bazıları kerahat ifade ettiğini, bazıları da bu yasağa uymanın âdabtan olduğunu ileri sürmüşlerdir. Doğrusu ise bu yasakla ilgili hüküm, duruma göre değişir.

Eğer hurma sofrada bulunan kimselerin ortak malı ise sofrada bulunan cemaatin tümünün rızası olmadıkça iki hurmayı birleştirerek yemek haram­dır. Cemaatin rızaları, açıkça söylemek yahut sarahat yerini tutacak bir ka­rine veya nazı geçme gibi bir şeyle olabilir. Hepsinin razı olup olmadığında şüphe varsa çifter çifter yemek haramdır.

Yiyecek içlerinden birine ait olursa yalnız onun rızası şarttır. Onun rı­zasını almadan ikişer yemek haramdır. Fakat yiyecek sahibinin ikişer ikişer yemesi caizdir. Bununla beraber sofrada bulunan kimselerden izin alması müstehabtır. Eğer yiyecek azsa ev sahibinin misafirlerle beraber, eşit olarak ye­miş olmak için, ikişer ikişer yemekten kaçınması iyi olur. Yemek artacak kadar çok ve acele yemeyi gerektiren bir işi varsa o zaman ikişer ikişer yemekte bir sakınca yoktur. Ancak edeb, açgözlülük ifade eden bu tür davranışlar­dan kaçınmayı gerektirir."

Hattâbî, "Hurmayı veya başka bir yiyeceği ikişer ikişer kaldırarak ye­menin yasaklanması, müslümanhğm ilk devirlerinde yiyecek sıkıntısı çekil­diği dönemlere aittir. Bugün bu sıkıntı geçtiğinden söz konusu yasak da yü­rürlükten kalkmıştır” demişse de İmam Nevevî, Hattâbî'nin bu görünüşü­nü reddederek kendi görüşünün doğru olduğunu beyan etmiştir.[234]

 

44. Bir Sofrada İki Sebze Ve Meyveyi Birlikte Bulundurmak

 

3835... Abdullah b. Ca'fer'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a), hıyar ile yaş hurmayı birlikte yermiş.[235]

 

3836... Âişe (r.anha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) karpuzla yaş hurmayı birlikte yerdi ve;

"Şunun sıcağını şunun soğuğuyla, şunun soğuğunu da şunun sıcağıyla kırıyoruz" buyururdu.[236]

 

3837... Büsr'ün Sülem kabilesine mensub (Abdullah ve Atiyye isimlerindeki) iki oğlundan rivayet olunmuştur; dediler ki:

Rasûlullah (s.a) (bir gün) yanımıza geldi. (Kendisine) tereyağı ve kuru hurma ikram ettik. Tereyağı ile kuru hurmayı (birlikte yemeyi çok) severdi.[237]

 

Açıklama

 

Kıssa: Acur ve hıyar manalarına geldiği için burada bu iki manadan biri kastedilmiş olması gerekir.

el-Bittîh: Kavun ve karpuz anlamına geldiği gibi kendisinden sonra ah-dar (yeşil) sıfatı getirilirse karpuz, asfarr (sarı) sıfatı getirilirse kavun anla­mına gelir.

Ancak Hafız Ibn Hacer, bir hadis-i şerifte[238] Hz. Peygamber'in kavunla hurmayı birleştirerek yediğinden bahsedilmesine bakarak, burada bu keli­meyle karpuz değil kavun kastedilmiş olması gerektiğini söylemektedir.

Fakat kavundaki soğukluk özelliği karpuzda da bulunduğundan bura­da bu kelimeyle karpuz ve kavun kastedilmiş olması neticeyi değiştirmiş olmaz.

Bu hadis-i şerifler bir yemekte iki çeşit meyve veya sebze yemenin caiz-liğine delâlet etmektedir.

İmam Kastalânî'nin açıklamasına göre, ulema bir yemek vaktinde iki çeşit sebze veya meyve yemenin caizliğinde ittifak etmişlerdir.

Şurasını da ifade etmek isteriz ki bu bab ile 37. babı karıştırmamak ge­rekir. Çünkü bu babda işlenen, bir yemek vaktinde iki çeşit sebze veya mey­ve yemek konusudur. 37. babda işlenen ise bir yemek vaktinde iki çeşit ye­mek yeme konusudur.[239]

 

45. Ehli Kitabın Kaplarında Yemek Yemek

 

3838... Câbir (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s.a) ile birlikte savaşa çıkar (ve savaşta) müşriklerin (yemek) kaplarından ve su kaplarından bazılarını ele geçirirdik. (Ye­mek pişirirken ve su içerken) onlardan yararlandık. Bu hareketimiz­den dolayı (Hz. Peygamber) bizleri hiç ayıplamadı.[240]

 

3839... Ebû Sa'lebe el-Huşenî'den rivayet olunduğuna göre;

Kendisi Rasûlullah (s.a)'a:

Biz (bazen) ehl-i kitapla karşılaşıyoruz, tencerelerinde domuz (eti) pişiriyorlar, bardaklarında şarap içiyorlar. (Bu durumda bizim onla­rın kaplarım kullanmamız caiz olur mu)? diye sormuş. Rasûlullah (s.a) da:

"Eğer onlardan başka kaplar bulursanız bulduğunuz kaplarda yiyiniz içiniz. Fakat başka kaplar bulamazsanız onların kaplarını suyla yıkayınız ve (onlarda) yiyiniz, içiniz" buyurmuş.[241]

 

Açıklama

 

Hattâbî'nin açıklamasına göre, 3838 numaralı hadis-i şerif müşriklerin yemek ve su kaplarından yemek yemenin ve su içmenin caizliğini ifade etmekle beraber, aslında bu cevaz mutlak değildir. Bu bakımdan söz konusu cevazın 3839 numaralı hadiste yeralan "başka bir kap bulamama" ve bir de "yıkama" şartlarıyla kayıtlı olduğunu unutma­mak gerekir. Binaenaleyh müşriklerin kaplarını kullanmanın caiz olabilme­si için onlardan başka bir kap bulamamış olmak, ikinci olarak da onları te­miz su ile iyice yıkamak şarttır.

Onların suları ile elbiselerine gelince; eğer onlar pislikten sakınmayan, elbise temizlemede idrar kullanan kavimlerden değillerse suları ve elbiseleri temiz sayılır. Aksi takdirde pislik değmediği kesin olarak bilinmedikçe pis sayılır.

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, Şerhu'1-İkna' isimli eser­de şöyle deniyor:

"Eğer bu müşrikler ibadetlerini bir takım necasetler kullanarak yapmı­yorlarsa onların kaplarını kullanmak caizdir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efen­dimiz, müşrik bir kadının yolculukta kullandığı bir su kabından abdest al­mıştır."

Hz. Peygamber'in hicret yolculuğu esnasında Hz. Ebû Bekir'in müşrik bir çobana sağdırdığı sütü o çobanın kabından içmesi de bunu gösterir.

Muğnî yazarı İbn Kudâme, mecûsilerle puta tapanların ehl-i kitap ol­madıklarını söylemiş; Mâlikî ulemasından Kâdî de onların yemeklerinin ve yedikleri etlerin ölü hayvan etinden hâli olmayacağı cihetle onların kullan­dıkları kapları kullanmanın caiz olmayacağını bildirmiştir.

Ebu'l-Hattâb ise bu mevzuda ehl-i kitapla ehl-i kitap olmayan müşrik­ler arasında bir fark görmemiştir ki İmam Yâfiî'nin görüşü de budur. Delili ise Hz. Peygamber'in ve sahâbîlerinin müşrik bir kadının yolculukta kullan­dığı su kabından abdest almalarıdır. Ahmed b. Hanbel'in bu mevzudaki gö­rüşü de Kâdî'nin görüşü gibidir.

Hanefî ulemasından el-Aynî de bu mevzuda şöyle diyor: "Aslında ehl-i kitap ile mecusilerin kapları temizdir. Bununla beraber yıkanması müstehaptır. Pis olduklarının kesin olarak bilinmesi halinde bu kapları yıkamak icab eder."

Nitekim 3839 numaralı hadiste, "Onlar tencerelerinde domuz pişiriyor­lar... (onların kaplarını kullanalım mı)?" sorusuna karşılık Hz. Peygamber'­in,"Başka bir kap bulamazsanız onları yıkayınız ve onlardan yiyiniz, içiniz"

karşılığını vermesi de bu görüşü teyid eder.

Bu hususta Ahmed Davudoğlu ise şöyle demektedir: "Bu tafsilat, başka kap bulunduğu zaman ehl-i kitabın kaplarım kul­lanmanın mekruh olmasını iktiza eder. Halbuki fukaha ehl-i kitabın kapla­rından başkası bulunsun bulunmasın, yıkamak şartıyle bu kaplardan yiyip içmenin kerahatsiz caiz olduğunu söylemişlerdir.

Bu meselenin cevabı şudur: Yasaklanmadan murad içerisinde domuz eti pişirilen kaplarla şarap kaplarıdır. Bunlar yıkandığı halde kullanılmasının yasak edilmesi, iğrençliğinden ve pislik konmak için hazırlanmış olduklanndandir. Fukahamn muradı ise, küffârın ekseriyetle necasette kullanmadık­ları kaplardır."[242]

 

46. Deniz Hayvanlarının Etlerini) Yemek

 

3840... Câbir (r.a)'den rivayet olmuştur; dedi ki:

Rasûlullah (s.a) bizi (Habat gazasına) göndermişti. Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'i da başımıza komutan tayin etmişti. Kureyş'in bir ker­vanı ile karşılacaktık. Bir dağarcık hurmayı bize azık olarak vermiş, verecek başka bir şey de bulamamıştı.

Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, her birimize bu hurmalardan (sadece) birer tane veriyordu. Biz de onu çocuğun meme emdiği gibi emiyor­duk, sonra da üzerine bir su içiyorduk. Bu bize o gün geceye kadar yetiyordu. Bir de sopalarımızla (selem) ağac(ınm) yaprağına vuruyor­duk; (düşen) yaprağı su ile ıslatıp yiyorduk. (Nihayet) denizin kenarı­na vardık. (Denizin kıyısında) kum yığını gibi büyük bir cisim yüksel­meye başladı. Yanına vardığımız zaman bir de ne görelim, anber de­nilen balıkmış. Ebû Ubeyde (onu görünce); "Bu bir leştir ve bize he­lâl değildir" dedi. Sonra, "Hayır, biz Rasûlullah (s.a)'ın elçileriyiz ve Allah yolunda (sefere çıkmış durumda)yız; ve siz buna şiddetle muh­taçsınız. Binaenaleyh (bunu) yiyiniz" dedi. Biz orada bir ay kadar kal­dık. Üç yüz kişi idik. Hatta bu balıktan yiye yiye semizleşmiştik. (Ra­sûlullah) (s.a)'a dönünce bu durumu ona anlattık.

"O Allah'ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Yanınızda onun etin­den biraz var mı ki ondan bize de yediresiniz" buyurdu.

Bunun üzerine biz (ondan bir kısmım) gönderdik, (Hz. Peygam­ber de onu) yedi.[243]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte anlatılan hâdise, hicretin 8. senesinde yapılan Sîfu'1-Bahr (deniz kenarı) gazvesi diye anılan sefer sırasında vuku bulmuştur. Sefer sırasında sahâbiler açlıktan ağaç yaprakları yedikleri için bu askerlere Ceyşü'l-Habat (yaprak askerleri) ve bu sefere Habat Gaz­vesi de denir.

Bu sefer müslümanlarla savaş halinde bulunan Cüheynelilerle çarpış­mak ve müslümanlarla barış halinde bulunan Kureyşlilere ait bir kervanı Cü-heynelilere karşı korumak için yapılmıştır.

Gerçi Hudeybiye Muahedesi, Kureyş kervanını korumak vazifesini müs-lümanlara yüklemiyordu ama Kureyş kervanının Cüheynelilerin eline geç­mesi bunları güçlendireceği için müslümanlar bu kervanın onların eline geç­mesini önlemek mecburiyetinde idiler.[244]

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre, ihtimal ki Ebû Ubeyde ve etrafındaki sahâbîler, ölü hayvan eti yemenin haram olduğunu biliyorlar, fakat deniz hayvanlarının ölüsünü yemenin helâl olduğunu bilmiyorlardı. Sonra­dan, kendilerinin zaruret halinde bulunduklarını göz önünde bulundurarak bu yolculukta onu yiyebileceklerine hükmettiler ve yediler. Hz. Peygamber, o balıktan yemek suretiyle ölü balık etinin zaruret hali olmadan da yenilebi­leceğini göstermiş oldu.

Eğer zaruret haline binaen böyle bir ictihadda bulunmuş olsalardı, "za­ruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar"[245] kaidesince ondan doyası­ya yememeleri gerekirdi diye itiraz edilirse; "Onlar Allah yolunda ve Allah ve Rasûlünün hizmetinde bulundukları sürece bundan doyasıya yiyebilecek­lerine dair ictihadda bulunarak böyle hareket etmiş olabilirler" şeklinde ce­vap verilebilir.

Esasen 3817 numaralı hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi, zaruret ha­linde bulunan bir kimsenin açlığını giderinceye kadar leşten yiyebileceğini söyleyen fıkıh âlimleri de vardır. Bu yönüyle bu hadis-i şerif bu görüşte olan ulemanın görüşünü teyid etmektedir.

Bu mevzuda gelen hadislerde, söz konusu sefere katılan sahâbilerin yan­larına aldıkları yiyecekler konusundaki rivayetler çeşitlidir. Kimisinde "yi­yeceklerimizi boynumuzda taşıyorduk"[246] derlerken, kimisinde "Ebû Ubey­de yiyeceklerini bir kaba topladı"[247] kimisinde de, "bize birer tutam verdi, sonra birer hurma vermeye başladı"[248] denilmektedir.

Kadı Iyaz bu ifadelerin arasını şöyle uzlaştirmıştır: "Peygamber (s.a) bu zevatın yanlarında olan yiyeceklerinden başka kendilerine bir kap kuru hurma vermişti. İhtimal ki onların yiyecekleri arasında bu dağarcıktan baş­ka hurma yoktu. Ebû Ubeyde'nin onlara birer hurma vermesi yanlarındaki yiyecekler bittikten sonradır."[249]

 

Bazı Hükümler

 

1. Orduya mutlaka bir komutan lâzımdır.

2. Asnab-ı kiram son derece kanaatkar ve sabırlı idi.

3. Peygamber zamanından sonra da olduğu gibi onun zamanında da ictihad yapmak caizdir.

4. Denizde yaşayan hayvanların ölüsü mubahtır. Balık hususunda söz yoksa da denizde yaşayan diğer hayvanlar hakkında ihtilâf vardır.

İmam A'zam'a göre balıktan başka deniz hayvanı yenmez; balığın da sebepsiz öleni yenmez. Şâfiîlere göre kurbağa yenmez. Çünkü öldürülmemesi hakkında hadis vardır. Kurbağadan maada hayvanların yenilip yenil­meyeceği hususunda üç vecih vardır. Essah olan veçhe göre hepsi yenir.

Kurbağadan gayri deniz hayvanlarının etlerini yemenin mubah olduğu Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur. İmam Mâlik'e göre kurbağa da dahil olmak üzere bütün deniz hayvanları yenir.[250]

 

47. İçine Fare Düşen Yağı Yemenin Hükmü

 

3841... Meymûne (r.anha)'den rivayet olunduğuna göre;

Bir fare yağ içine düşmüş ve (hâdise) Peygamber (s.a)'e haber ve­rilmiş. Bunun üzerine (Rasûlullah);

"(Fareyi ve) etrafını atınız ve (kalan kısmı) yiyiniz" buyurmuştur.[251]

 

3842... Ebû Hureyre(r.a)'denRasûlulllah (s.a)'m şöyle dediği ri­vayet olunmuştur:

"Yağ içine bir fare düştüğü zaman (bakınız) eğer (yağ) sıvı ise ona yaklaşmayınız."                                                                         

(Bu hadisin ravisi) Hasen (b. Ali) dedi ki: Abdürrezzak (şöyle) dedi: "Bu hadisi genellikle Ma'mer ZührVden o da Übey b. Abdullah'dan o da Meymûne (r.anha)'dan o da Peygamber (s.a)'den riva­yet etmiştir.”[252]

 

3843... İbnü'I-Müseyyeb'den rivayet edilen bir önceki Zührî ha­disinin bir benzerini de Ahmed b. Salih ile Abdürrezzak (şu senetle) rivayet ettiler: Abdurrahman b. Bûzeveyh, Ma'mer, ez-Zührî, Ubeydullah b. Abdullah, İbn Abbas, Meymûne, Peygamber (s.a).[253]

 

Açıklama

 

Hattâbî, bu hadis-i şerifleri açıklarken şöyle diyor:

"Metinde geçen "ona yaklaşmayınız" sözü iki ma­naya   gelebilir:

1) İçine fare düşen erimiş bir yağa asla yaklaşmayınız. Binaenaleyh onu yiyip içmek caiz olmadığı gibi aydınlanmak için lamba gazı olarak ya da gemileri yağlamakta yağ veya boya olarak kullanmak veya satmak da caiz de­ğildir.

2) Böyle bir yağı sakın yeme ve içmede kullanmayınız, ama yeme ve iç­menin dışında ondan faydalanabilirsiniz."

Tuhfe yazarı da bu mevzuda şu görüşlere yer veriyor: "Bu hadis-i şerif, suyun dışındaki sıvıların, az olsun veya çok olsun, içlerine bir fare düşmekle pisleneceklerine delâlet etmektedir.

Ancak su böyle değildir. Çünkü az sular içlerine fare düşmekle pislenirlerse de çok sular farenin düşmesiyle renklen, kokulan ve tatlarında bir de­ğişme olmadıkça pislenmezler.

Zeytinyağına gelince, içine fare veya başka bir pislik düşerse onun da pisleneceğine ve bu haliyle yenmeyeceğine ulema-ittifak etmişlerdir. Fakat böyle bir zeytinyağını satmanın caiz olup olmadığı ulema arasında ihtilaflı­dır. Ulemanın ekserisine göre onu satmak da caiz değildir. Ancak İmam Ebû Hanîfe, onun satışını caiz görmüşlerdir. Ondan yeme içme dışında fayda­lanmanın caiz olup olmadığı meselesi de ulema arasında ihtilaflıdır. Ulema­dan bir topluluk, "ona yaklaşmayınız" sözüne bakarak, ondan başka türlü faydalanmanın da yasak olduğunu söylemiştir. İmam Şafiî'nin bu mevzuda ileri sürdüğü iki farklı görüşten biri böyledir.

Ulemadan diğer bir topluluğa göre ise ondan aydınlanmada lamba ga­zı, boyacılıkta yağ olarak faydalanmak caizdir.

İmam Ebû Hanîfe'nin görüşü böyle olduğu gibi, İmam Şafiî'den gelen rivayetlerin en sağlamı da böyledir."[254]

Hanefî mezhebinde içerisine pislik düşen sıvıların temizlenmesi için bir de kaynatma ve oyma yolları vardır ki bunu merhum Mehmed Zihni Efendi şöyle anlatır:

"Yüzeyi yüz arşından küçük olan sıvı maddelere necaset isabet etme­sinde; meselâ pekmez, bal ve süt gibiler üç defa kendi misli kadar su ile ken­di miktarları kalıncaya kadar kaynatmakla temizlenir.

Oyarak temizleme: Bu türlü temizlik donmuş yağ gibilerde yapılır. Don­muş olan yağ ve ağda gibilere necaset isabet ettiğinde yalnız orası pislendi­ğinden çevresiyle birlikte oyularak alınıp atılır. Gerisi temiz kalır.

Yağın sıvısı katısından çok oldukça necasetin dokunması hepsini pis­lendirmiş olacağından ancak su ile yıkanarak temizlenir. Pekmez gibi olan­lar ise kaynatılarak temizlenir. Meğer ki^ağ ve pekmez havz-ı kebir büyük­lüğünde ola. O takdirde havz-ı kebir hükmüne göre amel edilir."[255]

Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre; "Eğer farenin düştüğü anda yağın erimiş halde mi katı halde mi yoksa yarısı katı yarısı sıvı halde mi ol­duğu kesin olarak bilinmiyorsa farenin yağa, katı iken düştüğü kabul edilir. Çünkü Hz.Peygamber böyle yapmıştır.

Bir pisliğin bir yağın içine ne zaman düştüğü bilinmediği zaman ise, "Bir emr-i hadisin akreb-i evkatma izafeti asıldır"[256] kaidesine uyularak o anda düşmüş olduğuna hükmedilir."[257]

 

48. İçine Kara Sinek Düşen Bir Yemeği Yemek

 

3844... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Birinizin (içinde sulu yemek bulunan) kabına kara sinek düş­tüğü vakit onu (tamamen yemeğin içine) batınniz. Çünkü onun bir kanadında hastalık (yapan mikrop), diğerinde de şifa vardır ve o (teh­likelerden) içinde hastalık bulunan kanadıyla korunur. (Bu nedenle ye­meğe bu kanadıyla düşer, diğer kanadı ise dışarda kalır). Binaenaleyh (şifalı kanadındaki şifayı yemeğe bırakarak öbür anadıyla bıraktığı has­talığı tesirsiz hale getirmek için) onun her tarafını (yemeğe) batırınız."[258]

 

Açıklama   

 

Bu hadis-i şerifi açıklarken Hattâbî şöyle diyor:

"Hadis-i şerif, köpek gibi hakkında pis olduğuna dair şer'î bir delil bulunmayan tüm hayvanların vücutlarının temiz olduğuna ve sinek gibi akar kanı olmayan canlıların, içine düştükleri sıvıları pisletmeye­ceklerine delâlet etmektedir.

Ulemanın pek çoğunun görüşü budur. Ancak İmam Şafiî'nin bu mev-zudaki iki görüşünden birine göre, bu canlılar içine düştükleri az miktarda sulan pisletirler.

Yahya b. Ebû Kesîr'in de akrebin içine düştüğü az suyu pislediğini söy­lediği rivayet edilmiştir. Ulemanın büyük çoğunluğu ise aksi görüştedir.

Bazı kimseler, sineğin bir kanadında zehir bir kanadında da şifa bulun­masını akıllarına siğd ıramı yarak bu hadisi tenkid etmeye yeltenmişlerdir.

Oysa bunun sayılamıyacak kadar örnekleri vardır. Her hayvanın vücu­dunda soğuk ve sıcak, kuruluk ve yaşlılık gibi birbirine zıt unsurların bulun­duğu herkesin malumudur. Yüce Allah bu zıt unsurların arasını uzlaştırarak sahipleri için faydalı bir kuvvet haline getirmiştir. Akıllı insana düşen; kar­nında bal iğnesinde zehir taşıyan arıya bal ve petek yapmasını öğreten yüce Allah'ın, sineğe kendisini zehirli kanadıyla savunmasını öğretebileceğim ka­bul ederek hak ve hakikati inkâra yeltenmemek, hâdiselere ibret nazariyle bakmaktır. Kulluğun ve imtihanın gereği de budur."[259]

 

49. Yere Düşen Lokma(Yı Yemek)

 

3845... Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayet edildiğine göre;

Rasûlullah (s.a) yemek yediği zaman parmaklarını üç defa yalar ve şöyle buyururdu:

"Biriniz lokması (yere) düştüğü zaman (bulaşan toz, toprağı) on­dan gidersin ve onu yesin. Şeytana bırakmasın." Sonra bize yemek kabını silmeyi emrederek şöyle buyurdu:

"Şurası bir gerçek ki, hiç biriniz yemeğinin neresinin kendisi için bereketli olduğunu bilemez."[260]

 

Açıklama

 

Hadis-i şerifte, yemek yerken şu üç şeye riayet edilmesi gerektiği ifade buyuruluyor:

1- Kişi yemekten sonra parmaklarına bulaşan yemek artıklarını yalamah, bu artıkları kendi hallerine bırakmamalıdır.

2- Yere düşen lokmayı yerden alıp üzerine bulaşan tozları giderdikten sonra onu yemeli, şeytana bırakmamalıdır.

3- Yemek kabının dibinde kalan artıkları iyice silip yemelidir. Hadis-i şerifte bu şekilde hareket etmemizi gerektiren hikmet ise, "Hiç

biriniz yemeğinin neresinin kendisi için bereketli olduğunu bilemez" cümle­siyle açıklanmaktadır.

Bu durumda yemek yiyen kimsenin, yediği yemeğin parçalarından ka­lan kısımları, kırıntıları toplayıp yemesi gerekir. Bu hem yemekteki manevi bereketi elde etmemizi sağlar, hem de nimete şükür borcunun ödenmesine ve dolayısıyla nimetin ziyadeleşmesine vesile olur.[261]

 

Bazı Hükümler

 

1. Zararlı hayvanın zararından sakınmak için onları öldürmek caizdir.

2. Yemeğin bereketini elde etmek için yemekten sonra kendileriyle ye­mek yenen parmaklan yalamak müstehaptır. Zahirîlere göre farzdır.

3. Yemekten sonra yemek kabında kalan artıkları orada bırakmayıp ye­mek ve yere düşen lokmayı alıp tozunu silkerek yemek müstehaptır.

4. İnsanlar gibi yiyip içen şeytanlar vardır.

5. Şeytanlar insanlara daima musallat olmaya çalışırlar.[262]

 

50. Hizmetçinin Efendi(si) İle Birlikte Yemek Yemesi

 

3846... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlul-lah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Birinizin hizmetçisi, dumanına ve sıcağına katlanarak kendi-sine'bir yemek hazırlayıp getirecek olursa (yemeği kendisi ile birlikte) yemesi için onu yanına .oturtsun. Şayet yemek az olursa eline bir yada iki lokma koyuversin.[263]

 

Açıklama

 

Bu hadis-ı şerifte, bir insanın, kendisine bir takım güçlüklere katlanarak yemek hazırlayıp gelen hizmetçisini yanına oturtup yemeği onunla beraber yemesi, yemeğin az olması halinde ise hiç olmaz­sa yemekten birkaç lokmayı onun eline tutuşturuvermesinin müstehab oldu­ğu anlatılmaktadır.

Hadis-i şerifte, yemeğin az olması halinde efendinin hizmetçisinin eline bir iki lokma tutuşturuvermekle sorumluluktan kurtulacağı ifade edildiğin­den, Hattâbî bu hadisin; efendinin kendi yediğini aynen hizmetçisine yedir­mesinin farz olmadığına, fakat müstehab olduğuna delâlet ettiğini söylemiştir. Hattâbî'ye göre, efendiye farz olan hizmetçinin karnını doyurmak ve avret mahallerini örttürüp soğuk ve sıcaktan koruyacak şekilde giydirmektir. Ka­liteli yemek yedirmek ve kaliteli giydirmekle mükellef değildir.

İbn Münzir'in açıklamasına göre, tüm İslâm uleması hizmetçiye bulun­duğu çevrede herkesin yediği yiyeceklerden yedirmenin farz olduğunu söyle­mişlerdir.[264]

 

51. (Yemekten Sonra Eli) Mendil(le Silmek)

 

3847... İbn Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Biriniz (yemeğini) yediği zaman elini yalamadıkça yahutta yalatmadıkça mendille silmesin."[265]

 

3848... (Abdurrahman b. Kâ'b b. Mâlik'in) babasından rivayet olunduğuna göre;

Rasûlullah (s.a), (yemeğini) üç parmakla yermiş ve yalamadıkça elini silmezmiş.[266]

 

Açıklama

 

Bu babda geçen hadis-i şerifler yemeği üç parmakla yemenin ve yemekten sonra elleri yıkamadan veya mendile silmeden önce ele bulaşmış olan yemek kırıntılarını yalamanın Hz. Peygamber'in âdet-i seniyyelerinden olduğu ifade buyurulmaktadır.

Hanefî ulemasından Aliyyü'l-Kârî'nin açıklamasına göre;

"Bir veya iki parmakla yemek kibir alâmetidir. Dört parmakla yemek ise yemeğe düşkünlük ve hırs alametidir. Şeytan yemeğini iki parmağı ile yer. Bu bakımdan Rasûl-i Zişan Efendimiz yemeklerini sürekli üç parmağıyla yer­miş. Ancak mazeret hallerinde veya üç parmağın yeterli olmadığı bazı ye­mekleri dört parmakla yemenin caiz olduğunu göstermek için dört parmakla yediği de olmuştur.

Bu sebeple ulema yemeği üç parmakla yemenin müstehab olduğunu, za­ruret olmadıkça dördüncü ve beşinci parmaklan kullanmaktan kaçınılması gerektiğini söylemişlerdir.[267]

Yemekten sonra parmaklan yalamak ise 3845 numaralı hadisin şerhin­de de açıkladığımız gibi, yemeğe saygı ile ilgili olduğu kadar yemeğin bere­ketinin neresinde olduğu yani yenen kısımda mı, yoksa parmaklara bulaşan kısımlarda mı olduğunun bilinememesiyle ilgilidir. Binaenaleyh yemeğin be­reketi şayet parmağa bulaşan kısımda ise onu yalamadan silen kimse bu ye­meğin feyzinden mahrum kalacaktır.

Meselenin ehemmiyetine binaen müslümanlar yemekten sonra parmak­larını yalamaya teşvik edilmiş ve bir hadiste; "Yemekten sonra yemek kabı­nı ve parmaklarını yalayan kimseyi Allah dünyada da âhiretle de doyurur" buyurulmuştur.[268]

Ulema bu emre uymanın müstehap olduğunu söylemiştir. Hadis-i şerif­te geçen, "yahutta yalatmadıkça" anlamındaki söz, insanın yemekten son­ra elindeki bulaşığı koyun keçi gibi bir hayvana yalattırmasının da caiz olacağına delâlet etmektedir.[269]

 

52. Kişi Yemeğini Yiyince Nasıl Dua Eder?

 

3849... Ebû Ümame (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Sofra (üzerinde bulunan yemekler yenip kaplar) kaldırılınca, Ra­sûlullah (s.a);

"Çok samimi, bereketli, (bizim kusurumuzdan dolayı da) yeter­siz (olan), bırakılamayan ve kendisine ihtiyaçtan kurtulmak mümkün olmayan hamd Allah'adır, (ey) Allah(im)" diye dua edermiş.[270]

 

3850... Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) yemeğini bitirince şöyle dua edermiş:

"Bizi doyuran, bize içiren ve bizim müslümantardan olmamızı sağ­layan Allah'a hamdolsun."[271]

 

3851... Ebû Eyyub eî-Ensârî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) (bir şey) yediği veya içtiği zaman;

"Yediren, içiren ve yedirip içirdiği şeyi kolaylıkla boğazdan geçi­rip hazmettiren ve artıkları için bir çıkış yolu yaratmış olan Allah'a hamdolsım" diye dua ederdi.[272]

 

Açıklama

 

Hattâbî, metinde geçen kelimesinin "Allah" ke­limesinin sıfatı olduğunu kabul ederek: "...yediren (fakat kendisi) yedırilmeyen"[273] âyetinin ışığı altında bu kelimeye, "O Allah ki, herşeye yeter, yedirir, içirir, fakat kimse ona yedirip içiremez ve yetemez" manasını vermiştir. kelimesine ise, "Rabbin seni bırakmadı ve danlmadı"[274] âyetinin ışığında, "O Allah ki, kendisinden istemek, elinde bu­lunan nimetlere rağbet etmek asla terkedilemez." manası vermiştir.

Yine Hattâbî'ye göre metinde geçen kelimesi "Her zaman kendisine müracaat edilen" anlamına gelmektedir ki kastedilen yüce Allah'dır.

Ancak bazı sarihler bu kelimelerin "el-hamdu" kelimesinin mef'ulu mut-lakı durumunda olan mahzuf bir mastarın sıfatı olduğunu kabul etmişler­dir.[275] Tercümemizde biz de bu görüşü esas aldık.

Bütün bu hadis-i şerifler yemekten sonra Allah'ın vermiş olduğu dün­yevî nimetlere ve uhrevî nimetlerden olan iman nimetine şükretmenin ve bu nimetleri dile getirmenin müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Bu ise "El-hamdülillahillezi et'amane ve sekâna ve caalenâ minel müslimîn" demekle

yerine gelmiş olur.

Bu konuda İsmail Lütfi Çakan şöyle demektedir:

"Fesahat, muktezây-i hale göre ifade-i meramda bulunmak, belagat ise kavuşulan nimete göre teşekkürde bulunmak, dua etmek de Allah katında makbuliyet demektir. Yemek bir nimettir. Doymuş olmanın değerini açlık çekene sormak gerekir. Yemeğin boğazdan rahatlıkla geçmesi ve hazmedil-mesi en az yemek bulabilmek kadar hatta ondan da büyük bir nimettir. Lok­ması boğazında kalmış bir insanın ızdırabmı tasavvur etmek veya yediği yemeği hazmedemiyen bir sindirim sisteminin vereceği elemi hayal etmek yapılacak en güzel duanın Hz. Peygamber'in yaptığı bu dualar olduğunu anlamak için yeterlidir.

Bütün bunların ötesinde boşaltım aygıtının bulunması ve normal ola­rak görev yapması başlıbaşına fevkalâde bir nimettir. Yiyen, hazmeden ve fakat artıkları dışarı atamayan bir vücudun elem ve ızdırabmı ifade edebil­mek mümkün değildir.

Seçili ve kafiyeli, uzun uzun ve müretteb sofra dualarında böylesine kı­sa ve fakat ihatalı, gerçekten şükür ifade eden bir dua bulmak mümkün müdür?”[276]

 

53. Yemekten (Sonra) El Yıkama

 

3852... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlul­lah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Elinde yemek artığı ve kokusu varken onu yıkamadan uyuyup da (uykusu esnasında) kendisine zararlı bir böcek ilişen kimse, (başı­na gelenden dolayı) kendisinden başka kimseyi suçlamasın."[277]

 

Açıklama

 

Gamar; yağ, kir ve et kokusu anlamlarına gelen bir kelimedir. Türkçede yemek artığı ve yağları olarak ifade edilir.

Yemek bulaşıklarından hoşlanan bazı haşereler, yemek yeyip ellerini yı­kamadan uyuyan bir kimsenin uykuda bulunmasını fırsat bilerek üzerine çul­lanırlar ve elinde bulunan yemek bulaşıklarını yemek isterler. Bu sırada onun vücudunu da ısırarak kendisini zehirleyebilirler.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif; özellikle uykuya varacak kişi­lerin yemekten sonra ellerindeki yemek artıklarını yıkamalarının diğer ye­meklerden sonra el yıkamaya nisbetle daha da büyük bir önem kazandığına dikkati çekmektedir.[278]

 

54. Yemekten Sonra Yemek Sahibine Dua Etmek

 

3853... Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:

Ebu'i-Heysem b. et-Teyyihân, Peygamber (s.a) için bir yemek ha­zırlamıştı. Peygamber (s.a) ile sahâbîlerini (bu yemeğe) çağırdı. (Ye­meği) bitirdikleri zaman (Hz. Peygamber sahâbîlerine):

"Kardeşinizi (bu ziyafetten dolayı) mükâfatlandırınız" buyurdu. (Sahâbîler):

Ey Allah'ın Rasûlü, onu mükâfatlandırmak nasıl olur? dediler. (Hz. Peygamber de):

"Bir adamın evine gidilir, yemeği yenir, içeceği içilir; sonra (yi­yip içen kimseler) ona dua ederlerse, işte bu onu mükâfatlandırmaktır" buyurdu.[279]

 

3854... Enes (r.a)'den rivayet olduğuna göre;

Peygamber (s.a), Sa'd b. Ubâde'ye (misafir olarak) gelmiş. (Sa'd da) kendisine ekmek ve zeytinyağı ikram etmiş. Peygamber (s.a) (bun­ları) yedi(kten) sonra:

“Sizin yanınızda oruçlular iftar ettiler. Yemeğinizi salih kimse­ler yedi ve melekler de sizin için dua ettiler" buyurmuş.[280]

 

Açıklama

 

Bu hadis-i şerifler, bir yemeğe davet edilen kimsenin yemekten sonra ev sahibine dua etmesinin müstehab olduğunu, bu duanın ev sahibine büyük manevî mükâfat kazandıracağını; müslümanlara ziyafet veren kimselere meleklerin de duacı olduğunu ifade etmektedir.[281]

 



[1] Buharı, nikâh 71; Müslim, nikâh 96, 97,98; İbn Mâce, nikâh 25; Dârimî, nikâh 23; Mu-vatta, nikâh 49; Ahmed b. Hanbel, II, 20, 22, 37.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/363.

[2] Müslim, nikâh 98; İbn Mâce, nikâh 25.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/363-364.

[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/364.

[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/364.

[5] Müslim, nikâh 105, 106; İbn Mâce, sıyâm 47.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/364.

[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/365.

[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/365.

[8] Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih, XI, 348.

[9] Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, VII, 308-309.

[10] Aynî, el-Binâye, IX, 202.

[11] Yeniçeri, C, el-İhtiyâr Tercümesi, 308.

[12] ÖN. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 302.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/365-367.

[13] Buharî, nikâh, 68, 69; Müslim, nikâh 90, 91; İbn Mâce, nikâh 24; Ahmed b. Hanbel, III, 172, 227. 

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/367-368.

[14] Tirmizî, nikâh II; İbn Mâce, nikâh 24.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/368.

[15] el-İhtiyar li talilil Muhtar, IV-176.

[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/368-369.

[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/369-370.

[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/370.

[19] Dr. Ahmed eş-Şerbasî, Yes'elımeke, V, 101.

[20] Celâl Yeniçeri, el-İhtiyâr Tercümesi, 308.

[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/370-371.

[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/371.

[23] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/371.

[24] Buharı, edeb 31, 85, rikâk 23; Müslim, lükata 14, 15, iman 74, 75, 77; Tirmizî, birr 43, kıyâme 50; İbn Mâce, edeb 5; Dârimî, et'ime 11; Muvatta, sıfâtü'n-nebî 22; Ahmed b. Hanbel, Fi, 174, 267, 269, 433, 463, III, 76, IV, 31, V, 412, VI, 69, 384, 385.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/371-372.

[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/372-373.

[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/373.

[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/373-374.

[28] Ebû Dâvûd, edeb 16.

[29] el-Münavî Abdurrauf, Feyzü'l-Kadîr, IV, 260-261.

[30] Davudoğlu, A., Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VIII, 445.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/374-375.

[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/375.

[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/375-376.

[33] Ebû Dâvûd, lukâta,  1, hudûd 40; Tirmizî, buyu 54; Nesâî, kat'üssârik 12, ticârât 67.

[34] Avnü'l-Ma'bûd, X, 217.

[35] Davudoğlu, A., Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VIII, 446.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/376-377.

[36] Nisa, (5) 29.

[37] Nûr, (24) 61.

[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/378-379.

[39] Şu'ara, (26) 100-101.

[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/379-380.

[41] Mâide, (5) 5.

[42] Meylani Ahmed, Bidâyetü'l-Müctehid Tercümesi, I,670.

[43] En'am, (6) 121.   

[44] En'am, (6) 118

[45] Buharı, şerîket 3, 6, zebâih 15; Müslim, edâhi 20.

[46] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/380-381.

[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/381.

[48] Bakara, (2) 188.

[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/382.

[50] İbn Mâce, et'ime 56.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/382-383.

[51] Hatipoğlu, H, Sünen-i İbn Mâce terceme ve Şerhi, IX, 112-113.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/383.

[52] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/384.

[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/384.

[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/385.

[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/385-386.

[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/386.

[57] Ö. N. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 226.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/386-388.

[58] Tirmizî, et'ime 40; Nesâî, tahâre 100; İbn Mâce, et'ime 5; Ahmed b. Hanbel, I, 283, 359.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/388.

[59] Mâide, (5) 6.

[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/388-389.

[61] Concordance'da bu bâb'a numara verilmemiştir.

[62] Tirmizî, et'ime 39; Ahmed b. Hanbel, I, 441.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/389.

[63] Aliyyü'1-Kârî, Şerhu' Ayni'1-İlm ve Zeyni'1-Hilm, I, 273.

[64] A.g.e., 272.

[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/390.

[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/391.

[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/391.

[68] Buharı, et'ime 21, menâkıb 23; Müslim, eşribe 187, 188; Tirmizî, birr 84; Ahmed b. Hanbel, II, 467, 474, 479, 481, 495.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/391-392.

[69] Aliyyü'I-Kârî, Aynü'I-İIim, I, 272.

[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/392.

[71] İbn Mâce, et'ime 17.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/392-393.

[72] el-Münavî, Feyzu'l-Kadîr, I, 172; Ziyâüddin el-Gümüşhanevî, Levâmiü'l-Ukûl, I, 122.

[73] Süyûtî, Câmiü's-Sağîr, II, 56.

[74] Nûr, (24) 61.

[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/393-394.

[76] Müslim, eşribe 103; İbn Mâce, dua 19; Ahmed b. Hanbel, III, 346, 383.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/394-395.

[77] Aliyyü'1-Kârî, a.g.e., 277.

[78] Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 174.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/395-396.

[79] Müslim, eşribe 102; Ahmed b. Hanbel, V, 383, 398.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/396-397.

[80] Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 317.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/397.

[81] Tirmizî, et'ime47; İbn Mâce, et'ime 7; Dârimî, et'ime 1; Ahmed b. Hanbel, VI, 143 208, 246, 265.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/397-398.

[82] Nesâî, Amelü'I-Yevmi ve'l-Leyleti, s, 262, hadis no; 282.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/398-399.

[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/399.

[84] Buharı, et'ime 13; Tirmizî, et'ime 28; İbn Mâce, et'ime 6; Dârimî, et'ime 31; Ahmed b. Hanbel, IV, 508, 309.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/399.

[85] Buharı, ahkâm 43; İbn Mâce, mukaddime 21; Ahmed b. Hanbel, II, 125, 127.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/400.

[86] Müslim, eşribe 148; Ahmed b. Hanbel, III, I80.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/400.

[87] Allyyü'1-Kârî, Aynü'l-İlm ve Zeynü'1-Hilm, I, 275.

[88] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/400-401.

[89] Tirmizî, et'ime 12; Ibn Mâce, et'ime 12; Dârimî, et'ime 16; Ahmed b. Hanbel, I, 270, 343, 345, 364, III, 490.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/401-402.

[90] İbn Mâce, et'ime 6.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/402.

[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/403.

[92] İbn Mâce, et'ime 62.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/403-404.

[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/404.

[94] ez-Zehebî, Mîzanü'l-İ'tidâl, I, 403.

[95] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/404-405.

[96] Müslim, eşribe 105-107; İbn Mâce, et'ime 8; Tirmizî, et'ime 9; Muvatta, sıfâtü'n-nebî 5, 6;Dârimî, et'ime 9; Ahmed b. Hanbel, II, 8, 33, 80, 106, 128, 135, 325, 349, III, 202, 254, 293, 297, 322, 327, 334, 344, 357, 362, 387, IV, 45, 46, 50, 383, V, 311, VI, 77.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/405.

[97] Müslim, eşribe 107.

[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/405-406.

[99] Davudoğlu, A. Salih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 324.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/406.

[100] Buharı, nikâh 64, et'ime 2, 3; Müslim, eşribe 108, 109; Tirmizî, el'ime 47; Nesâî, nikâh 84; İbn Mâce, et'ime 11; Dâritnî, et'ime 1, 15; Muvatta, sıfâtün'n-nebî 32; Ahmed b. Hanbel, IV. 26, 27.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/406.

[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/407.

[102] A. Davudoğlu, A.g.e., IX, 324.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/407.

[103] Tirmizî, et'ime 32; Nesâî, sıyâm 43; Dârimî, et'ime 30; Ahmed b. Hanbel, III, 400, VI, 465.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/407-408.

[104] Buharı, vudû 50, ezan 43, cihâd 92, et'ime 20, 26, 58; Müslim, hayz 92, 93; Tirmizî, et'ime 33; Dârimî, vudû 52; Ahmed b. Hanbel, I, 365, IV, 139, 179, V, 288.

[105] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/408.

[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/408.

[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/409.

[108] Asım Efendi, Kamus Tercümesi, II, 21.

[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/409.

[110] Buharı, enbiyâ 3, tefsir sûre (17) 5; Müslim, iman 327, 328; Tirmizî, et'ime 34, kıyâme 10; İbn Mâce, et'ime 28; Ahmed b. Hanbel, I, 397, II, 331, 345.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/409-410.

[111] Asım Koksal, İslâm Tarihi, VII, 200.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/410.

[112] Buharı, et'ime 36, 38, büyü 30; Müslim, eşribe 144, 145; Dârimî, et'ime 19; Tirmizî, et'ime 40.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/410.

[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/410.

[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/411.

[115] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/411.

[116] Tirmizî, siyer 16; İbn Mâce, cihâd 26, Ahmed b. Hanbel, V, 226.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/411-412.

[117] Mecelle, madde: 4.

[118] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/412.

[119] Ebû Dâvûd, cihad 47, et'ime 33, eşribe 14; Tirmizî, et'ime 24; Nesâî, dahâyâ 43, 44; İbn Mâce, zebâih 11; Muvatta, edâhi 28; Ahmed b. Hanbel, 1,219,226, 241,253,321, 339.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/412-413.

[120] Ebû Dâvûd, cihad 47, et'ime 33, eşribe 14; Tirmizî, el'ime 24; Nesâî, dahâyâ 43, 44; İbn Mâce, zebâih 11; Muvatta, edâhi 28; Ahmed b. Hanbel, I, 219, 226,241,253, 321, 339.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/413.

[121] Ebû Dâvûd, cihad 47, et'ime 33, eşribe 14; Tirmizî, et'ime 24; Nesâî, dahâyâ 43, 44; İbn Mâce, zebâih 11; Muvatta, edâhi 28; Ahmed b. Hanbel, 1,219,226,241,253,321, 339.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/413.

[122] Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 416.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/414-415.

[123] Buharı, zebâih 28, hums 20, megâzi 38, nikâh 31; Müslim, nikâh 30-32, sayd 23-25, 27, 30, 31, 37; Tirmizî, nikâh 29, sayd 9, 11, et'ime 6; Nesâî, nikâh 71, sayd 69-71, 81; İbn Mâce, zebâih 13, 14; Dârimî, edâhi 21, 22, nikâh 16; Ahmed b. Hanbel, II, 21, 102, 143, 144, 219, IV, 48, 89, 90, 127, 193-195, 301, 355, 383.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/415.

[124] Müslim, sayd 36-38.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/415.

[125] İbn Mâce, zebâih 14; Tirmizî, sayd 11; Ebu Dâvûd, et'ime 32; Nesâî, sayd 69-71; Ah-med b. Hanbel, III, 323, 356, 362, IV, 89, 90.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/415-416.

[126] Nahl, (16) 8.

[127] Mâide, (5) 3.

[128] Nahl, (16) 5.

[129] Mü'minûn, (23) 22.

[130] Nahl, (16) 7.

[131] Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihâli, 418.

[132] Bilmen, A.g.e., 417.

[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/416-418.

[134] Buharı, hibe 5, zebâih 10, 32; Müslim, sayd 53; Tirmizî, et'ime 2; Nesâî, sayd 25; İbn Mâce, sayd 17; Dârimî, sayd 7; Ahmed b. Hanbel, III, 118, 171, 232, 291.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/419.

[135] Buharî, zebâih 36; Ebû Dâvûd, edâhi 14; Tirmizî, eî'ime 2; Nesâî, siyam 84, sayd 25, dahâyâ 18; İbn Mâce, zebâih 5; sayd 7; Ahmed b. Hanbel, I, 31, II, 336,346, III, 471.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/419-420.

[136] Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII, 13. (Birinci baskı)

[137] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/420.

[138] Buharı, hibe 7, et'ime 8, 16, megâzî 38, i'tisam 24; Müslim, sayd 46; Nesâî, sayd 26, nikâh 79; Ahmed b. Hanbel, I, 225, 259, 366, II, 329, 340, 347, IV, 4.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/420-421.

[139] Buharî, zebâih 32; Müslim, sayd 43; Nesâi, sayd 62; İbn Mâce, sayd 16; Muvatta, İsti1 zân 10; Ahmed b. Hanbel, IV, 89.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/421.

[140] Nesâî, sayd 62; İbn Mâce, sayd 16.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/422.

[141] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/422.

[142] İbn Hacer, Fethu'1-Bârî, XII,

[143] el-Aynî, el-Binâye, IX, 73.

[144] Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 193.

[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/422-425.

[146] Tirmizî, et'ime 62.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/425.

[147] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/425.

[148] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/425-426.

[149] En'am, (6) 145.

[150] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/426.

[151] A'râf, (7) 158.

[152] el-Erbaîne   Hadîsen   en-Nevevîyye,   bişerhi   Abdilmecid   eş-Şernubî   el-Ezherî,   26.

[153] Elhamevî Gamzü Uyâni'l-besair 1/223.

[154] İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, 66.

[155] el-Aynî, el-Binâye fî Şerhi’l-Hidâye, IV, 708.

[156] Şevkânî, İrşâdü'l-Fuhûl, 284.

[157]  İbn Mâce, sayd 9, et 'ime 31; Ahmed b. Hanbel, II, 97.

[158] Ö. N. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 416-417.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/426-429.

[159] En'am, (6) 145.

[160] Buharı, tefsir 99; Müslim, zekât 24; Tirmizî, libas 6; İbn Mâce, et'ime 60.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/429-430.

[161] Bakara, (2) 29.

[162] Câsiye, (45) 13.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/430.

[163] Aüyyü'1-Kârî, Mirkâtü'l-Mefâtih, IV, 385.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/430.

[164] Tirmizî, hacc 28, et'ime 4; Nesâî, menâsik 89, sayd 27; İbn Mâce, sayd 15; Ahmed b. Hanbel, III, 297, 318, 322, V, 195.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/431.

[165] Mâide, (5) 96.

[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/431-432.

[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/432.

[168] Buhari, zebaih 28, 29, tıbb 57; Müslim, sayd 11-15; Tirmizi, sayd 9, 11, et’ime 7, siyer 11; Ebu Davud, et’ime 25; Nesai, büyu 79, sayd 28, 30, 31, 33; İbn Mace, sayd 13; Darimi, edahi 18, Muvatta, sayd 13, 14; Ahmed b. Hanbel, I, 244, 289, 302, 326, 327, 333, 339, 373, II, 236, 366, 418, III, 323, IV, 89, 90, 131, 132, VI, 445.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/432.

[169] Müslim, sayd 15, 16; Tirmizi, sayd 9, 11; Nesai,  sayd 86; İbn Mace, sayd 13; Darimi, edahi 18; Ahmed b. Hanbel, I, 147, 244, 289, 302, 327, 332, 339, 373, III, 323, IV, 89, 90, 127.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/433.

[170] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/433.

[171] Müslim, sayd 15, 16; Tirmizi, sayd 9, II; Nesâî, sayd 86; İbn Mâce, sayd 13; Dârimî, edâhi 18; Ahmed b. Hanbel, I, 137, 244, 289, 302, 327, 332, 339, 373, III, 323, IV, 89, 90, 127.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/433-434.

[172] Nesâi, sayd 86; İbn Mâce, zebâih 14.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/434.

[173] Ebû Dâvûd, büyü 62; Tirmizî, büyü 49; İbn Mâce, ticârât 9, sayd 20; Ahmed b. Han­bel, III, 297, 317, 339, 349, 353, 386.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/435.

[174] el-Cezerî, Kitabü'l-Fıklı ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, II, 1.

[175] Cezerî, A.g.e, II, 2.

[176] Cezerî, A.g.e, II, 1.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/435-436.

[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/437.

[178] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/437-438.

[179] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/438-439.

[180] Nesaî, dahâya 43, 44.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/439.

[181] Koçkuzu A. Osman, Hadiste Nâsih ve Mensûh, 327.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/439-440.

[182] Buharî, zebâih 13; Müslim, sayd 52; Tirmizî, et'ime 22; Nesâî, sayd 37; Dârimî, s 5; Ahmed b. Hanbel, IV, 353, 357, 380.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/440.

[183] İbn Mâce, sayd 9.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/441.

[184] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/441-442.

[185] Kamer, (54) 7.

[186] Aynî, Umdefü'1-Kârî, XXI, 109.

[187] Müddessir, (74) 31.

[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/442-443.

[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/443-444.

[190] Bilmen ö. Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, 418.

[191] Mâide, (5) 96.

[192] İbn Mâce, sayd 9, el'ime 31; Muvatta, sıfatü'n-nebî 30; Ahmed b. Hanbel, II, 97.

[193] el-Aynî, el-Binâye, IX, 98-99.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/444-445.

[194] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/445-446.

[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/446-447.

[196] Bakara, (2) 173.

[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/447-449.

[198] İbn Mâce, et'ime 47.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/450.

[199] Alâuddin Âbidin, el-Hediyyetü'1-Alâiyye, 216.

[200] A'raf, (7) 32.

[201] Aliyyü'I-Kârî, Şerhu Ayni'l-İlim ve Zeyni'l-Hilim, I, 281.

[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/450-452.

[203] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/452.

[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/452.

[205] Müslim, eşribe 164-169; Ebû Dâvûd, eşribe 10; Tirmizî, et'ime 35; Nesâî, eymân 21, eşribe 33; İbn Mâce, et'ime 33; Dârimî, et'ime 18.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/452-453.

[206] Müslim, eşribe 164-169; Ebû Dâvûd, eşribe 10; Tirmizî, et'ime 35; Nesâf, eymân 21, eşribe 33; İbn Mâce, et'ime 33; Dârimî, et'ime 18.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/453.

[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/453.

[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/453-454.

[209] Buharı, ezan 160, et'ime 49, i'tisam 64; Müslim, mesâcid 73; Tirmizî, et'ime 13; Nesâî, mesâcid 16, 17; Ahmed b. Hanbel, III, 65, 85, 374, 387, 400, IV, 194.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/454-455.

[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/455.

[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/455.

[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/456.

[213] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/456.

[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/457.

[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/457.

[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/457-458.

[217] Müslim, mesâcid 74.

[218] Müslim, mesâcid 76.

[219] Ahmed Naim, Tecridi Sarih, II, 751.

[220] Müslim, mesâcid 72.

[221] el-Müttakî, Kenzu'l-Ummâl, XV, 270. Hadis No: 40928.

[222] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih, II, 751-752 (Hadis no: 472).

[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/458-460.

[224] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/460.

[225] Ebû Dâvûd, eymân 8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/460.

[226] Müslim, eşribe 153; Tirmizî, et'ime 17; îbn Mâce, et'ime 38; Dârimî, et'ime 26; Ahmed b. Hanbel, VI, 179.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/460-461.

[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/461.

[228] İbn Mâce, et'ime 42.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/461-462.

[229] İbn Mâce, et'ime 42.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/462.

[230] A'raf, (7) 157.

[231] Heysemî, Mecmau'Zevâid, V, 4.

[232] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/462-463.

[233] Buharı, et'ime 44, mezâlim 14; Müsüm, eşribe 15; Ahmed b. Hanbel, II, 7,44, 46, 81.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/463.

[234] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/463-464.

[235] Buharı, et'ime 39, 45, 47; Müslim, eşribe 148; Tirmizî, et'ime 37; İbn Mâce, et'imt 37; Dârimî, et'ime 24; Ahmed b. Hanbel, I, 203.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/464.

[236] Tirmizî, et'ime 36; İbn Mâce, et'ime 37.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/464-465.

[237] İbn Mâce, et'ime 43; Ahmed b. Hanbel, I, 374.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/465.

[238] Ahmed b. Hanbel, III, 142, 143.

[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/465.

[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/466.

[241] Buharî, zebâih 4, 10, 14; Müslim, sayd 8; Ebû Dâvûd, edâhi 23; Tirmizî, sayd 1, et'ime 7, siyer 11; İbn Mâce, sayd 3; Dârimî, siyer 55; Ahmed b. Hanbel, II, 184, 193, 194, 195.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/466-467.

[242] Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 157.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/467-468.

[243] Buharı, zebâih 12, meğazî 65; Müslim, sayd 17; Nesâî, sayd 35; Ahmed b. Hanbel, II, 309, 311.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/468-469.

[244] Koksal M.A., İslâm Tarihi, VIII, 121-123.

[245] Mecelle, md: 22.

[246] Müslim, sayd 20.

[247] Müslim, sayd 21.

[248] Müslim, sayd 18.

[249] Davudoğlu, A, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 168.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/469-470.

[250] Davudoğlu, A, A.g.e., IX, 170.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/470-471.

[251] Buharî, zebâih 34, vudu 67; Tirmizî, et'ime 8; Nesâî, fer' 10; Dârimî, vudû 60; Muvatta, isti'zan 60; Ahmed b. Hanbel, II, 233, 265, 490, VI, 329, 330, 335.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/471.

[252] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/471-472.

[253] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/472.

[254] el-Mübarekfurî, Tuhfetü'l-Ahvezî, V, 516.

[255] Nimet-i İslâm, 132-133.

[256] Mecelle, mad. 11.

[257] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/472-473.

[258] Buharı, bedü'1-halk 17, tıbb 58; Nesâî, fer' II; İbn Mâce, tıbb 31; Dârimî, et'ime 12; Ahmed b. Hanbel, II, 229, 246, 263, 340, 355, 388, 398, 443, III, 24.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/474.

[259] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/474-475.

[260] Müslim, esribe 136, 137; Tirmizî, et'ime II; Ahmed b. Hanbel, III, 177, 290.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/475.

[261] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/475-476.

[262] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/476.

[263] Buharı et'ime 55; Müslim, eymân 42; Tirmizî, et'ime 19, 44;1 Dârimî, et'ime 33; Ahmed b. Hanbel, I, 288, 442, II, 277, 283, 299, 316.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/476-477.

[264] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/477.

[265] Buharî, et'ime 52; Müslim, eşribe 134, 137; Tirmizî, et'ime 10; İbn Mâce, et'ime 9; Dârimî, et'ime 5, 6, 10; Ahmed b. Hanbel, I, 221, 293, 346, 370, II, 341, 415, III, 301, 331, 337, 366, 394, VI, 386.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/477.

[266] Müslim, eşribe 131; Ahmed b. Hanbel, II, 7, 111, 177.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/477-478.

[267] AIiyyül-Kârî, Şerhu Ayni'l-İlm ve Zeyni'l-Hilm, I, 278.

[268] AIiyyü'I-Kârî, A.g.c, 279.

[269] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/478.

[270] Buharî, et'ime 54; Tirmizî, da'vât 55; İbn Mâce, et'ime 16; Dârimî, et'ime 3; Ahmed b. Hanbel, V, 252, 256, 261, 267.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/479.

[271] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/479.

[272] Tirmizî, da'avât 55.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/480.

[273] En'am, (6) 14.

[274] Duha, (93) 3.

[275] Muhammet b. Allan, el-Fatûhâtu'r-Rabbâniyye, V, 223.

[276] Çakan, İsmail Lütfü, Eyüb Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, 173.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/480-481.

[277] Tirmizî, et'ime 48; İbn Mâce, et'ime 22; Dârimî, et'ime 27; Ahmed b. Hanbel, II, 263, 344, 527.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/481.

[278] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/481-482.

[279] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/482.

[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/483.

[281] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/483.