52. Abdest Organlarını Üçer Kerre
Yıkamak
53. Abdest Organlarının İkişer Kere
Yıkanması
54. Abdest Organlarının Birer Kere
Yıkanması
55. Ağıza Ve Buruna Ayrı Ayrı Su
Vermek
56. Buruna Su Verip Dışarı Atmak
62. Çoraplar Üzerine Meshetmek
[Ayakkabılar Üzerine Mesh Etmek]
64. Abdestten Sonra Üzerine Su
Serpmek
65. Abdest Alırken Okunacak Dualar
Bir Abdestle Bir Kaç Namaz Kılmak 33
66. Abdest Alırken Abdeste Ara Vermek
67. Abdestin Bozulduğundan Şüphe
Etmek
68. Öpmeden Dolayı Abdest Gerekir Mi?
69. Erkeğin Tenasül Uzvuna
Dokunmasından Dolayı Abdest (Gerekir Mi?)
70. Tenasül Organına Dokunmanın
Abdesti Bozmayacağı
71. Deve Eti Yemekten Dolayı Abdest
Gerekir Mi?
72. Çiğ Ete Dokunmaktan Dolayı Abdest
Almak Mı Yoksa El Yıkamak Mı Gerekir?
73. Ölü Bir Hayvana Dokunmaktan
Dolayı Abdest Almanın Terki
74. Ateşte Pişen Şeyi Yemekten Dolayı
Abdest Bozulmaz
75. Ateşte Pişen Şeve Dokunmaktan
Dolayı Abdest Almanın Lüzumuna Israrla İşaret Eden Hadisler
76. Süt (İçmek)Ten Dolayı Ağzı
Yıkamak
77. Süt İçmekten Dolayı Ağzı Yıkamak
Hususunda Ruhsat
78. Kandan Dolayı Abdest Almak
79. Uykudan Dolayı Abdest Almaya Dâir
Bu hadis-i şerif de oturarak uyuklamanın abdesti
bozmayacağına işaret etmektedir.
80. (Ayağıyla) Necasete Basan
Kimsenin Abdest Alıp Almayacağı
81. Namazda İken Abdestî Bozulan
Kişi(Nin Ne Yapması Gerektiği?)
84. Cünüp Olan Kişinin (Yıkanmadan)
Tekrar Cima Etmesi
85. (Cinsî) Temastan Sonra Tekrar
Temasta Bulunmak İsteyenin Abdest Alması
86. Uyumak İsteyen Cünup (Ne
Yapmalıdır?)
88. "Cünup Olan Kimse (Yemek Veya
Uyumak İstediği Zaman) Abdest Almalıdır" Diyenlerin Delilleri
89. Cünup Olan Kişinin Guslü
Geciktirmesi
90. Cünup Olarak (Kur'ân) Okumak
91. Cünup Olanın Musafaha Etmesinin
Cevazı)
92. Cünup Olan Kimsenin Camiye
Girmesi
93. Cünub Olduğunu Unutarak Cemaate
Namaz Kıldıran (İn Durumu)
94. (İhtilam Olduğunu Hatırlamayıp
Da) Uyandıktan Sonra Üzerinde Islaklık Gören Kimsenin Durumu
95. Uykusunda Erkekler Gibi İhtilam
Olan Kadın
96. Gusl İçin Yeterli Su Mikdarı
98. Gusülden Sonra Abdest Almak
99. Kadın Gusl Ederken Örülü
Saçlarını Çözmeli Mi?
100. Cünup Olan Kişinin (Guslederken)
Başını Hıtmî (Karıştırılmış) Su İle Yıkaması
101. Erkek Ve Kadından Gelen Suyun
(Meni Veya Mezinin) Nasıl Yıkanacağı
102. Aybaşı Halindeki Kadınla Yemek
Yeme Ve Bir Arada Bulunma
103. Aybaşı Halindeki Kadının
Mescidden Bir Şey Alıp Vermesi
104. Hayızlı Kadının Namazını Kaza Etmez
135....Amr b. Şuayb'ın babası (Şuayb b. Muhammed b. AbdilIah b. Amr b4. Âs)
vasıtasıyla dedesinden (Abdullah b. Amr b. Âs) rivayet ettiğine göre, Abdullah
b. Amr demiştir ki: bir adam Rasûlü Ekrem'e (s.a.) gelip "Yâ Rasûlallah
(s.a.) abdest nasıl alınır?"
diye sordu.
Rasûlü Ekrem (s.a.) de bir kap su isteyerek, ellerini üç kere, yüzünü üç kere,
kollarını üç kere yıkadı. Başına mesh etti. Şehâdet parmaklarını kulaklarına
sokarak uçlanyla içini, baş parmaklarıyla dışlarını meshetti. Daha sonra
ayaklarını üçer kere yıkadı ve akabinde de:
"İşte
abdest böyle alınır. Kim, buna bir şey ekler veya eksiltirse (Rasûlullah'a
muhalefetten dolayı) kendisine isâet etmiş ve zulmetmiş olur." veya
"zulmetmiş ve isâet etmiş olur" buyurdu."[1] [2]
Bu hadîs-i
şeriften kâmil (eksiksiz) abdestin abdest organlarının üçer kere yıkanmasıyla
gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Ancak Rasûlullah (s.a.)'ın abdest organlarını
bazan bir [3] bazan da iki defa [4] yıkayarak bu sayılarda abdest organlarını yıkamanın
da caiz olduğunu fiilen ifâde ettiğinden bu hadîs-i şerifte geçen "Kim
buna bir şey ilâve eder veya bunu eksiltirse İsâet etmiş veya zulm etmiş olur"
cümlesindeki "Isfiet ve Zulm" kelimeleri üzerinde çeşitli açıklamalar
yapmışlardır. Yıkanan abdest organlarının üçten fazla yıkanması Rasûlü Ekrem
(s.a.)'m sünnetine uymadığından hem sevabı yoktur, hem de nefsi yormak ve suyu
israf etmektir ki bu nefse zulüm ve haddi aşmaktır. Sünnet terk edildiği için
de bir isâet yani âdaba riayetsizlik veya abdestin sevabından ve kemâlinden
mahrum kalmaya sebep olacağı için de nefse zulümdür.
Abdest organlarını
üçden az yıkamanın isâet (adaba riayetsizlik) veya nefse zulüm olması ise, üç
kere bu organları yıkayanın abdestindeki kemâle ve sevaba nisbetledir. Aslında
bir veya iki kere abdest organlarını yıkamakla da abdest sahih olur. Ancak
üçden az yıkamayı isâet veya zulüm olarak tavsif etmek hususunda hadîs-i
şerifler arasında ifâde birliği yoktur. Bu bakımdan îbn Hacer, Müslim'in bu
hadîsi râvi Amr b. Şuayb'den dolayı mün-ker saydığını söyleyerek bu hadîsin
zayıf olduğuna dikkat çekmekte ve bir veya iki kere abdest organlarının
yıkanmasıyla abdestin sahih olacağını ve sahibininse isâet ve zulüm işlemiş
olmayacağını ifâde etmektedir.
îbn Mevvak
ise, "isâet veya zulm*' kelimelerindeki tereddüt ve şüphe ifâde eden
"veya" lafzının hadîsin aslında olmayıp râviye âit bir söz olduğunu
böyle bir şüphenin, râvî Ebû Avâne'yi güvenilir bir râvi olmaktan çıkaramayacağım,
zira bu türlü şüphelerden Allah'ın muhafaza ettiği kişilerden başka kimsenin
kurtulamayacağını, binaenaleyh bu hadîsin zayıflığına hükmetmenin doğru
olmayacağı görüşünü savunmaktadır.
Hanefi
ulemâsından Aynî merhum da buradaki isâet, "abdest organlarını üçden daha
az sayıda yıkamadan ileri gelen âdaba riayetsizliktir. Zulüm ise nefsi, abdesti
bütün organları üçer kere yıkayarak alınan kâmil abdestin faziletinden mahrum
bırakmaktır" diye tefsir etmiştir. Yine Aynî merhum buradaki "abdest
organlarım fazla yıkamak'Man maksadın, sünnet olduğuna inanarak üçten fazla
yıkamak: "noksan yıkamak"tan maksadın da, sünnet olduğuna inanarak
üçten az yıkamak olduğuna dâir bir görüşün bulunduğunu haber vermekte ve
sözlerine şöyle devam etmektedir: "Eğer Rasûlü Ekrem (s.a.)'ın abdest
organlarım bazen birer, bazan da ikişer kere yıkayarak abdest aldığı sabit
iken, üçten az sayıda yıkayarak abdest alan kişi, nasıl zâlim olur, dersen ben
de sana şöyle cevap veririm:
Abdest
organlarını Üçten az sayıda yıkayan kimsenin zâlim sayılmasının mânâsı, üç
kere yıkamaktaki fazîleti ve kemâli terketmesidir.
Üç kere
yıkamak sünnete uygun değildir, inancıyla bir veya iki kere yıkadığından
dolayı zâlim sayılır.
Bu hadîsin
râvîleri arasında Amr b. Şuayb gibi rivayetleri tenkide uğramış bir ravi
bulunduğundan, bu mevzuda gelen sahih hadisleri bırakarak bununla amel ettiği
için zâlim sayılır."
Hafız tbn
Hacer ise Telhfs'de "isâet ve zulüm kelimelerinin üçten az veya çok
yıkayanların her ikisi için birden kutlanılmış olması mümkün olduğu gibi,
isâet kelimesinin sadece üçten az yıkayanlar için; zulüm kelimesinin de sadece
üçten ziyâde yıkayanlar için kullanılmış olması da mümkündür" demiştir.
Mir'at'ta'da İmam Nesefî'den şu görüşler naklediliyor: tsflet veya zulüm,
sünnete-uymak niyyet ve inancıyla üçten az veya çok sayıda abdest organlarım
yıkayanlar için söz konusudur. Amma abdest organlarının iyice yıkanıp
yıkanmadığı konusunda kalpde doğan bir şüpheyi gidermek için veya ikinci bir
abdeste niyyetten dolayı Üçten fazla sayıda yıkamakta ise, herhangi bir
sakınca yoktur. Ebû Dâvud sarihlerinden Meıthel sahibi Mahmud Muhammed Hattâb
es-Sübkî de bu mevzuda şunları ilâve ediyor: "Ben de derim ki, kalbin
şüpheden kurtulması için üç kere yıkamak kâfidir. İkinci bir abdest için abdest
organlarının yıkanması abdest alırken düşünülemez. İkinci abdeste niyyet ancak
birinci abdest bittikten sonra mümkün olur. Ayrıca tam olarak abdest aldıktan
sonra hiçbir ibâdet yapmadan tekrar abdest almanın suyu israf olacağından doğru
olmadığını ve mekruh olduğunu fu-kahâmız beyan etmişlerdir."[5]
1. Abdestin kâmil olması için, abdest organlarını üçer kere
yıkamalı, başı da bir kere meshetmelidir.
2. Kulakların içi, şehâdet parmaklarıyla, dışı da, baş parmaklarla
meshedilmelidir.
3. Abdest alan kimse ölçü olarak hadîs-i şeriflerde beyân edilenin dışına
çıkmamalıdır.
4. Hadîs-i şeriflerde verilen ölçüye uymamak sünnete aykırı bir harekettir.
Bu da insanın kendisine zulm etmesi demektir.[6]
136....Ebû Hureyre (r.a)'den demiştir ki: "Resûlullah (s.a.) (ab-dest
organlarım) ikişer kere (yıkayarak) abdest aldı."[7] [8]
Bu hadis-i
şerifin zahirine bakılırsa, Resülullah'ın baş dahil olmak üzere butun abdest
organlarını ikişer defa yıkadığı gibi bir mâna anlaşılırsa da, aslında ikişer
kere yıkanan organlar, meshedilmesi gereken baş değil, diğer organlardır. Çünkü
başın meshedileceği ve diğer uzuvların da yıkanacağı pek çok hadis-i şeriflerle
beyân ve isbat edilmiştir. 126. hadis-i şerifteki "başın iki kere mesh
edileceğine dâir ifade de bu gerçeğe aykırı değildir. Şöyle ki, önce eller
başın ön tarafından arkaya doğru, sonra da arkadan öne doğru çekilerek mesh
yapılır, Aslında tek hareket sayılan bu birbirini takibeden hareketler sözü
geçen hadis-i şerifte ayrı ayrı hareketlermiş gibi zannedilerek "iki
mesh" diye rivayet edilmiştir. İşte bu hareketler biri diğerinin devamı
olduğu kabul edilirse oradaki başın iki kere mesh edilmesi meselesi de izah
edilmiş olur. Yıkamanın iki kere olacağı mevzuunda îmam Nevevî şunları
söylemektedir:
"Müslümanlar
arasında abdest organlarını bir kere yıkamanın farz, uç kere yıkamanın da
sünnet olduğuna dair ittifak vardır. Yıkanması gereken abdest organlarının bir
kere, iki kere ve üç kere yıkanabileceğim ifâde eden sahih hadislerin yanında,
bazı abdest organlarının iki, bazılarının üç kere yıkanması lâzım geldiğini
ifâde eden î adis-i şerifler de vardır. Bu hadis-i şeriflerin hepsiyle de amel
edilebilir. Ancak abdest organlarını üç kere yıkamakla abdestin sünnet ve
âdabı da yerine getirilmiş olurken, bir kere yıkamakla sadece farzlar yerine
getirilmiş olur.[9]
Nitekim
Rasulü zîşân Efendimiz'in abdest organlarını bazan birer, bazan ikişer, bazan
da, üçer defa yıkayarak abdest aldığını ifâde eden hadislerle [10] abdest organlarından birini bir, diğerini iki,
bir başkasını da üçer defa yıkayarak abdest aldığını ifade
eden hadis de buna delâlet etmektedir.
137....Atâ b. Yesâr'dan, demiştir ki; "İbn Abbâs (r.a.) bize,
"Size Resûllullah (s.a.)'ın nasıl abdest aldığını göstermemi arzu eder
misiniz?" dedi ve içinde su bulunan bir kap isteyip, o sudan sağ eliyle
bir avuç alarak ağzına ve burnuna su verdi, sonra bir avuç daha su alıp iki
elini birleştirip yüzünü yıkadı, sonra bir avuç su daha alıp onunla sağ elini,
tekrar bir avuç su daha alıp onunla da sol elini yıkadı. Nİhâyet bir avuç su
daha alıp elini silkeledikten sonra başını ve kulaklarını meshetti. Sonra da
bir avuç su daha alıp nalinli olan sağ ayağının üzerine serpti ve sağ ayağını,
elinin biri ayağının üstünde öbüFü de nalının altıda olmak üzere iki eliyle
mesh etti. Sonra sol ayağına da aynı şeyi yaptı."[11] [12]
Hadis-i şerifte
geçen ellerini silkelemesinden aksat, elde bulunan suyun dökülmesidir.Ellerde
kalan suyu silkelemek değildir. Esasen elleri bu mânada silkelemek caiz de
değildir. Nitekim Bezlu'l-mechûd yazarı "el-Envâr li-ameli'I-Ebrâr"
isimli eserde elleri silkelemenin mekruh olduğu kaydedilmiştir, demektedir.
Gerçekten de
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte söz konusu edilen "ayaklar üzerine
su serpmek"ten maksat suyu gerçek manada serpmek değil, ayağı israfa
varmayacak şekilde mümkün olduğu kadar az bir suyla yıkamaktır. Umumiyetle su
israfı ayaklarda olduğu için bu israftan sakındırmak gayesiyle "ayaklarını
az su ile yıkadı” manasında "ayaklan üzerine su serpti" tâbiri
kullanılmıştır. Nitekim Buhârî'nin rivayetinde "ayağım yıkadı" tâbiri
de geçmektedir.
Ayaklarının
nalinli iken mesh edilmesine gelince, Hafız tbn Hacer, "Buradaki meshten
maksat ayakların her tarafına suyun erişmesini sağlamak için suyu ayakların
üzerine yukarıdan dökmektir" diyor. Yine Ibn Hacer, Bu-hâri Şerhİ'nde bu
hadîs-i şerif üzerinde dururken; aslında bu hadiste ayakların yıkandığı açıkça
söylenmiyorsa da bu mana metinde geçen "fî" harfi ' cerrinden
anlaşılıyor. Zira bu harfi cer meshetmek fiiliyle değil, yıkamak fi-iliyle
kullanılır. Eğer ayaklar üzerine meshetmek kastedüseydi "fi" yerine
"ala" harfi cerri kullanılırdı, diyor.
îbn Hacer
merhum, ayakların nalinli olmasının, suyun ayakların altına geçmesine engel
olmayacağını çünkü, bu nalinlerin suyun ayakların altına geçmesine engel
olmayan "sebtiyye" denilen bir nalin çeşidi olduğunu sözlerine ilâve
ediyor. Bir eliyle nalinin altından da tutmasından maksadın, na-linin ayağa
temas eden kısmı olduğunu söyleyenler de vardır. Bu durumda artık suyun ayağın
altına erişmesi kesindir. Lâkin bu hadîs zayıftır. Bir delil niteliği
taşımaktan uzaktır.
îbn Hacer
merhum, "nalinin altından tutmaktan maksat mecazen ayağın altından
tutmaktır. Eğer böyle değilse o zaman bu hadîs şâz bir hadîs demektir. Bu
hadîsin râvîsi Hişam b. Sa'd'a itimat edilmezken sağlam hadislere ters düşen
bu mânâdaki bir rivayeti nasıl kabul edilebilir?" diyerek sözlerine son
vermektedir. Bu mevzuda 117. hadîse de müracaat edilebilir.[13]
1. Abdest uzuvlarını bir kere yıkayarak abdest almak câizdir Ancak, kuru
yerin kalmaması şarttır. Bunda âlimler arasında görüş birliği vardır.
2. Abdest organlarını üç kere yıkamak sünnettir.
3. Bir avuç sudan hem ağıza, hem de buruna su verilebilir.
4. Önce sağ organlardan işe başlanmalıdır. Ancak eller ve kulaklar müstesnadır.
Çünkü, iki el birlikte yıkanır, iki kulak da birlikte meshedilir.
5. Başı meshederken eldeki suyun dökülmesi câizdir. Çünkü, çok su ile
başı meshetmek bir bakıma mesh değil, başı yıkamak olur.
6. Başı ve kulakları aynı suyla meshetmek câizdir. Bu ekseriyyetin görüşüdür.
7. Abdestte mümkün mertebe az su kullanmaya dikkat etmek, bilhassa
ayakları yıkarken israftan kaçınmak gerekir.[14]
138. ...Atâ b. Yesâr'dan, demiştir ki; îbn Abbâs (r.a.) "Ben size
Rasûhıllah'ın (s.a.) abdest alışım göstereyim mi?" dedi ve (sonra abdest
organlarını) birer birer (yıkayarak) abdest aldı.[15] [16]
Açıklama
Bu hadis-i
şerif abdestin caiz olması için lâzım olan yıkama miktarının en azım
bildirmektedir. Buna göre abdestin caiz olabilmesi için abdest organlarım en az
bir kere, hiç kuru bir yer kalmaksızın yıkamak lâzımdır. Bunda âlimler
arasında görüş birliği vardır. İki kere yıkamak ise daha faziletlidir. Üç kere
yıkamaksa abdestin en üstün derecesidir. Bu hadis-i şerifte abdestin en aşağı
derecesi beyân edilmiştir. Nitekim Beyhakî ve Dârakutnî’nin Ömer (r.a.)'den
rivayet ettikleri bir hadiste, Resûlullah (s.a.) "azalarını birer kere
yıkayarak abdest aldı” ve "Namazın kabul edilebilmesi için gerekli oian
abdest budur” buyurduğu ifâde ediliyor.[17]
139....Talha,
babasından naklen dedesinin şöyle dediğini haber vermiştir:
"Resûlullah
(s.a.) abdest alırken huzuruna girdim. Sular yüzünden ve sakalından bağrına
akıyordu. O'nu ağzına ve burnuna ayrı ayrı su verirken gördüm"[18]
Râvî Talha'mn babasının
adı Musarnf, dedesinin ismi de Amr b. Kâb.dır.Taberânî Mu'cem'inde Talha'nın
dedesinin isminden Ka'b b. Amr diye bahs eder. Bu hadis-i şerife göre Rasulu
Ekrem (s.a.) önce üç kere ağzına su
vermiş ve sonra da üç kere burnuna su vermiştir. Bu bakımdan bu hadis-i şerif
"abdestte ağzına ve buruna ayrı ayrı su verilir" diyenlerin
delilidir.
Ne var ki bu hadis
sıhhat bakımından delil olabilecek nitelikte değildir. Fakat daha önce geçen
107 numaralı sahih hadis, ağıza ve buruna ayrı ayrı üçer kere su verilmesi
hakkında sağlam bir delildir. Keza Ebû Ali'nin Sinan'ında bulunan
Resulüllah'ın ağzına ve burnuna üçer defa ayrı ayrı su verdiğine dâir
rivayetler de bu hususta bir delil teşkil eder. Ancak İbn Mâce'de ağzına ve
burnuna bir avuçtan su verdiği rivayet edilmektedir.[19] Keza
Resulüllah (s.a.)'m abdest alış şekli ile ilgili hadis-i şerifleri toplayan
babta da ağıza ve burna aynı avuçtan su verildiğine dair 111. hadis-i şerifte
olduğu gibi örnekler geçmiştir.
Bütün bunlardan çıkan
netice şudur;Resûlü Ekrem (s.a.) zaman zaman ağza ve buruna hem bir avuçtan ve
hem de iki ayrı avuçtan su vermiştir. Buna göre her ikisi de caizdir.[20]
1. Abdest
esnasında, abdest organlarından damlayan sular temizdir.
2. Abdestte
ağıza ve buruna ayrı ayrı veya beraber su verilebilir.[21]
140....Ebû
Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz abdest aldığı zaman burnuna su alsın sonra da dışarı
atsın.”[22] [23]
İstinsâr, burundaki
suyu dışan atmak demektir. Hadis-i şerifin zahiri istinsâr île istinsânn farz
olduğunu ve istinsârın istinşâktan ayrı fakat ona bağlı olarak yapılan bir fiil
olduğunu ifâde etmektedir: Binaenaleyh istinşak ve istinsâr farzdır ve istinşakın
sahih olabilmesi için buruna çekilen suyun dışarı atılması gerekir. Ulemâdan
bir kısmı metinde geçen "Burnuna su alsın sonra da dışarı atsın”
cümlesindeki emirlerin vücûb ifade ettiği görüşünden hareket ederek bu hükme
varmışlardır.
İmam Ahmed, İshak, Ebû
Ubeyde, Ebû Sevr ve fbn Münzir bu görüştedirler, îbn Battal ise, "her ne
kadar buruna çekilen suyu dışarı atmanın farz olduğuna dair icmâ' bulunduğunu
söyleyenler varsa da, bu doğru değildir. Çünkü bunun farz olmadığına dâir
icmâ' bulunduğunu söyleyenler de vardır" diyor. Gerçek ise, buradaki emrin
vücûb için değil, nedb için olduğudur. Yani bu emre uymanın hükmü müstehabdır.
Cumhuru ulemanın görüşü de budur. Delilleri ise, Resulü Ekrem (s.a.)in, bir
a'rabiye abdest almayı öğretirken buruna su çekip dışarı atmak fülerini
göstermemişidir. Eğer gerçekten buruna su çekip dışarı atmak farz olsaydı
Resul-i Zişan bunu A'rabiye mutlaka öğretirdi.
Tirmizî ve Hâkim'in
naklettiği bu A'rabi ile ilgili hadis-i şerifin metni şöyledir: "Allah'ın
sana emrettiği gibi abdest al."[24] Bu
hadis-i şerifte Resulü Ekrem A'rabiyi âyet-i kerimeye havale etmiştir. Halbuki
âyet-i kerimede burna su verip dışarı atmak yoktur.
Buruna su verip dışarı
atmak farzdır diyenler ise, şöyle itiraz ediyorlar: "Resulü Ekrem
(s.a.)'in O A'râbiyi Kur'âna havale etmekten maksadı, abdest âyetlerinin ifâde
ettiği manadan daha şümullü bir mâna ile ilgilidir. Şöyleki; Resûlullah O
A'rabiyi Kur'ân'a havale ederken aynı zamanda Kur'ânda Resûlullah'a uymayı
emreden âyetleri de, dolayısıyla istinşâkı da kast etmiş olabilir. Kaldı ki
Resülullah'ın istinşâkı ve hatta mazmazayı terk ettiğini rivayet eden bir
kimse görülmemiştir."
Her ne kadar bu görüş
taraftarları bu şekilde kendi görüşlerini müdafaa ediyorlarsa da gerçekte Resûlullah
a'râbiyi Kur'ân'ın tümüne havale etmemiş, sadece abdest âyetine havale
etmiştir ki, onda da istinşak yoktur. Ayrıca istinşâkı Resulü Ekrem (s.a.)'ın
terk ettiği ne dâir bir rivayetin bulunmadığına dair ileri sürülen iddia da
asılsızdır. Zira 135. hadis-i şerifte istinşak zikredilmemiştir. Halbuki farz
gibi mutlaka açıklanması gereken bir meselede Hz. Peygamber'in susması asla
caiz değildir. Çünkü bu tebliğ sıfatına aykırıdır. Bu durum istinşâkın farz
olmadığını gösterir. Ulemânın açıklamasına göre istinşâk ve istinsârdaki
hikmet, burnu temizlemek ve şeytanı kovmaktır.
Buhârî'nin rivayet
ettiği bir hadiste, "Biriniz uykusundan uyanıp abdest aldı mı üç defa
burnuna aldığı suyu çıkarsın. Çünkü şeytan genzinde geceler"[25]
buyurmuştur.[26]
1. Abdest
esnasında burun temizlenmeyebilir.
2. Cumhûra
göre buruna su vermek ve dışarı atmak mendubtur.
141....İbn
Abbas (r.a.)'dan demiştir ki; Resûlullah (s.a.)'ı şöyle buyurduğu
"Burnunuzu iki kere iyice veya üç kere temizleyiniz!”[27] [28]
Hadis-i şerifte geçen
mübalağalı bir şekilde (iyice) burnu temizlemekten maksat, üç kere burunu
temizlemenin yerini tutacak şekilde temizlemek demektir. Buna göre bu şekilde
İki kere veya üç kere burnu temizleme emredilmiştir. Ancak üç kere yapılan temizlikte
mübalağa emredilmiyor. Çünkü mübalağaya lüzum kalmıyor. Bu hadisle ilgili
teferruat 140. hadiste geçmiştir.
Arabistan gibi sahrada
ve kırsal yerlerde devamlı toprak ve kumla meşgul olanların burunlarının
dolacağı ve nefes almada güçlük çekecekleri göz önüne alındığı takdirde burnu
temizlemenin ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Tabii ki bu işi yaparken
rastgele yapmamalı, çevreyi kirletmemeli, İslâm âdabına aykırı harekette
bulunulmamahdır.
142....Lakît
b. Sabre'den, demiştir ki; "Ben müntefik oğullarının Rasûlullah'a
gönderilen elçisi veya elçileri arasında idim. Rasûlullah (s.a.)'ın evine
vardığımızda onu evinde bulamadık, müzminlerin annesi Âişe'ye tesadüf ettik.
Bizim için hazîre (denilen bir yemek) hazırlanmasını emretti, (Hazîre) bizim
için derhal hazırlandı. Ve bir de kına' getirildi. (Hadîs-i nakleden) Kuteybe
aslında kına' sözünü söylemedi. (Ancak sözün gelişinden bu kına'ın getirildiği
anlaşılmaktadır.) Kına' (yemek yemeye ve içine meyva konmaya yarayan bir
tabaktır.) İçinde hurma vardı. Derken Rasûlullah (s.a.) geldi ve: "(Evde
yiyecek) birşeyler bulabildiniz mi? Yahut size bir şeyler hazırlanması
emredildi mi?" dedi. Biz de "evet" ya Rasûlullah (s.a.) dedik.
Biz Rasûlutiah (s.a.)'la beraber otururken bir de ne görelim, bir çoban Rasûluliah
(s.a.)'ın davarlarım, yanında bir de yeni doğmuş meleyen bir kuzuyla beraber
ağıla götürüyor! Rasûlullah (s.a.) ona hitaben; "yahu ne doğurttun?"
diye sorunca o da bir dişi kuzu diye cevap verdi. Rasûlü Ekrem (ş.a.) de;
"(Öyleyse) onun yerine bize bir koyun kes" buyurdu, ve ilave etti;
"Sakın bunu senin için kestiğimizi zannetme" (Bu hadîsi rivâyet
edenlerden biri der ki; Rasûlullah (s.a.) "zannetme" kelimesini şeklinde sîni'n fethasiyla değil şeklinde sin'in kesresiyle telaffuz
etti.)Bizim yüz davarımız var daha fazla artmasını istemediğimiz İçin bu koyunu
kestik. Her ne zaman ki, çoban bize bir yavru doğurtur getirirse, biz de onun
yerine bir koyun keseriz." (Râvî) Lakît (sözlerine devamla) dedi ki:
Ben: "Yâ
Rasûlallah, benim dili uzun bir karım var yani ağzı bozuk" (ona karşı
tavrım ne olacak)?" dedim.
(Efendimiz):
"Öyleyse onu boşa (yabilirsin)" buyurdu. Lakît der ki:
"Yâ Rasûlallah,
onunla aramızda arkadaşlık (hukuku) ve bir de çocuk var" dedim. Rasûlullah
(s.a.)’ de
"Ona emret"
buyurdu. (Râvi diyor ki: Hz. Peygamber bu sözüyle bana) "Ona öğüt
ver" de (mek isti)yor (du ve sözlerine şöyle devam etti) "Eğer onda
bir hayır görürsen, nasihat etmeye devam edersin. Karını, cariyeni döver gibi
dövme!" dedi. Ben; Ya Rasûlallah, bana abdestten bahset dedim.
"Abdesti güzelce al, parmakların arasına suyu eriştir. Oruçlu değilken
burnuna suyu çokça çek." buyurdu.[29] [30]
Bu hadîsin
râvîlerinden birinin, Rasûllullah (s.a.)'in bu hadisini nakıederken sözünü telaffuz ediş şekli üzerinde
durmaktan maksadı, Rasûlü Ekrem'den duyduklarını sadece manâ olarak rivayet
etmediğini bilakis harekesine varıncaya kadar kelime kelime zaptedip büyük bir
titizlikle rivayet ettiğini ifâde ederek bu husustaki dikkatini belirtmektir.
Rasulullah (ş.a.)'ın
"bu koyunu biz senin için kesmedik" demesi, misafirin kendisi için
bir koyun boğazlandığını düşünerek bir minnet borcu duymaması ve mahcup
olmaması içindir. Bu, Rasûlullah'ın yüksek ahlâkındandır.
Hz. Peygamberdin,
küfürbaz hanımının durumundan bahseden misafirine, hanımını boşamaya izin
vermesi o kadınla beraber yaşamanın dünyevî ve uhrevî pek çok zararlara sebep
olacağını bilmesindendir. Ancak çocukları da olması dolayısıyla, boşanmasının
daha büyük zararlara yol açacağı anlaşılınca, zararın daha azım tercih etmesini
tavsiye etmiş ve "Ona çirkin sözler sarfetmemesi ve küfürbaz olmaması için
nasihat et, eğer fayda verirse bunu devam ettir, ancak bu da fayda vermezse, o
zaman sakın onu şiddetli bir şekilde dövme” diyerek nasihatin da fayda
vermemesi halinde hafif bir şekilde dövmeye izin verdiğini imâ etmiştir.
Hadîs-i şerifte geçen
"abdesti güzel almak" sözünden maksat, farzına, sünnetine ve
mütehaplarına riâyet ederek abdest almak demektir. Parmak aralarına suyu akıtarak
parmak aralarının hilallenmesinin hükmü bu hadîsin zahirine göre, farz ise de,
Malikîlere göre parmakların hilallenmesi eller için farz, ayaklar için de
sünnettir. Çünkü, Mâlİkilere göre her uzvu sürtmek farzdır. El parmaklarının
da hepsi ayrı bir uzuv sayıldığından her parmağı ve aralarını sürtmek ve
hilallemek farzdır. Ayak parmakları ise, sık olduklarından hepsi birden bir
uzuv sayılmakta bu yüzden de aralarını sürtmek farz değil sünnettir
denilmektedir.
Diğer mezheplere göre
ise, parmakların hjlâllenmesi için hadîs-i şerifte, geçen emir farz değil
mendup olmak hükmünü ifâde eder. Ancak bu, suyun parmaklar arasına eriştiği
zamandır. Yok eğer parmaklar arasına erişmediği kesinlikle biliniyorsa o zaman
parmaklarını hilallemek bütün mezhep âlimlerince farzdır. Özellikle parmağında
dar yüzüğü olup da suyun nüfuz etmeyeceğine kanaat getirildiği takdirde
bilhassa abdest ve gusülde buna dikkat edilmesi ve suyun yüzük altına nüfuz
etmesinin mutlaka sağlanması gerekir. Aksi takdirde ne abdesti, ne de guslü
sahih olur. Bunun içindir ki dar olan yüzüğün abdestte oynatılmasının
Hanefilere göre vacip olduğu kaydedilmiştir.
Bu mezheplerin
delilleri daha önce geçen 106 numaralı hadîs-i şeriftir. Bu hadîste Rasûlü
Ekrem'in parmak aralarım hilallediği mevzuu bahs edilmemiştir. Eğer parmak
aralarını hilallemek farz olsaydı, bu hadiste ona da yer verilirdi.
Bu hususta Menhel
sahibi görüşlerini şöyle ifâde ediyor; parmakların hilallenmesi mevzuunda pek
çok hadis varsa da hepsinin sıhhati üzerinde çeşitli söylentiler bulunmaktadır.
Bu sebeple hiç biri hilallemenin farz olduğuna delil teşkil edecek nitelikte
değildir. Şayet bu hadislerin sahihliği kabul edilse bile, farz'a değil
mendupluğa delâlet ederler. Bu izah tarzı ile bu mevzuda gelen hadisler
arasındaki zahirî çelişki de ortadan kalkmış olur.
Ayrıca parmakların
hilallenmesini emreden hadislerin çokluğuna bakı Ur ve bunların birbirini
kuvvetlendirdiği dikkate alınırsa bu hadîs-i şeriflerle amel etmenin ihtiyata
daha uygun olduğu görülür. Özellikle Dârakutnî'nin Ebû Hüreyre'den rivayet
ettiği "Allah kıyamet gününde parmaklarınızı ateşle hilallemeden önce
sizler hilalleyiniz" mealindeki hadis-i şerif gözönünde bulundurulursa bu
mevzunun Önemi daha iyi anlaşılmış olur.[31]
1. Dininn
icâplarını açıktan ve emniyetle yerine getirebilen bir kişinin müslüman
diyarına göç etmesi üzerine farz değildir. Çünkü Lakit, sonradan ve küfür
diyarında müslüman olmuştu.
2. Bir
toplumun bütün fertlerinin dînî meseleleri öğrenmek gayesiyle İlim tahsili için
memleketlerini terketmeleri gerekmez. Bilakis muayyen bir topluluk bu görevi
yüklenir ve öğrendiklerini döndükleri zaman kalanlara aktarırlar.
3. Ev sahibi
gücü yettiği nisbette misafirine layık olduğu ikramı yapmaya çalışır.
4. Ev sahibi
bulunmadığı zaman ailesi misafire yemek ikram edebilir. Ancak burada ev
sahibinin rızâsı olduğunu bilmek ve âdaba riâyet etmek şarttır.
5. Ev
sahibi, evinde misafir bulduğu zaman yemek ikram edilip edilmediğini, veya
karınlarının aç olup olmadığını sormalıdır.
6. Ev
sahibi, misafiri minnet altında bulunduracak harekelerden ve riyadan
sakınmalıdır.
7. Belli bir
sayıda davar beslemek ve çoban tutmak caizdir.
8. Dünya
sevgisini gönülden çıkarmak caizdir.
9. Devlet
reisinin idaresi altında bulunan kimselerin ev işlerinin durumunu sorması
onların da devlet reîsine bazı mühim sırlarını açıp durumlarını arz etmeleri
caizdir.
10. Kişinin,
ağzı bozuk, ahlâksız karısını boşaması caizdir.
11. İyi
huylarla bezenip, kötü huyları terk etmek lâzımdır.
12. Kişi
hanımına kötü huylarını terketmesi için nasîhat etmeli ve edep sınırlarını
terkettiği zaman da, onu bîr müddet terketmeli, bu da fayda vermediği zaman
hafif bir şekilde dövmelidir.
13. Kişi
ailesini, bir zarain defetmek için boşamaya kalktığı zaman, daha büyük bir
zarara uğramak ihtimali varsa o kadını nikâhı altında tutmasında bir sakınca
yoktur.
14. Va'z ve
nasîhat dinleyip onunla amel etmek kişinin bahtiyarlığının ve iyiliğinin
alâmetlerindendir.
15. Bilmeyen
kişinin bilen kişiden sorarak öğrenmesi lâzımdır.
16. Âlim,
sorulana cevap vermelidir. Başka cevap veren bulunmadığı zaman cevap vermek ona
farz olur.
17. Abdesti
güzel almalı parmak aralarını hilallemeli, ağza ve burna su vermekte oruçlu
değilken mübalağa etmelidir.
18. İş
verenin işçiyle, âmirin me'murla, bir büyüğün küçükle vakarını korumak,
şartıyla şaka yapması caizdir.
143....Âsim
b. Lukît'in Müntefik oğullan elçisi olan babası Lakît b. Sabre'den rivayet
ettiğine göre: Lakît, Hz. Âişe (r.a.)'ye gelmiş ve bir evvelki hadîsin mânâsını
nakletmiştir. (Bir evvelki hadîse ilâve olarak şunları) söylemiştir.
"(Çok) beklemeden Rasûlullah (s.a.) sert ve mertçe yürüyerek g;eldi"
(Bir de) Hazîre (denilen et ve undan yapılan yemek) yerine (Vağ ve undan
yapılan) Aside demiştir.
144....Ebû
Âsim dedi ki, şu (142 numaralı hadisi) İbn Cüreyc bize rivayet etti (Ancak)
rivayetine (hz. peygamber) "Abdest aldığın zaman ağzına su ver"
(buyurduğunu sözlerini de) ekledi.[32]
Ebu Âsım'm îbn
Cüreyc'den naklettiği bu hadîs-i şerifte ağza su vermeden (mazmaza)dan
bahsedildiği halde, Yahya el-Kattân'ın Îbn Cüreyc'den rivayet ettiği aynı
hadîste mazmazadan bahsedilmiyordu. Mevzumuzu teşkil eden babın içine aldığı
bu konuyla ilgili hadislerin zahirinden çıkan neticeye göre: Abdest alırken
burnu temizlemek ve ağza su verip dışarı atmak farzdır.
Nitekim 142 numaralı
hadisin şerhinde açıklamıştık.
Şevkânî
Neylu'I-evtâr'da şunları söylemektedir: Ağza ve burna su alıp dışarı atmanın
farz olup olmadığı mevzuunda mezhepler arasında görüş ayrılığı vardır. îmam
Ahmed, Ishak, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr, İbn Münzir, mazmaza ve buruna su verip
dışarı atmanın farz olduğunu söylemektedirler. İbn Ebî Leylâ ve Hammâd b.
Süleyman da aynı görüştedir.
İmâm Mâlik, Şafiî,
Evzâî, el-Leys, Hasan Basrî, Zührî, Rabîa, Yahya b. Saîd, Katâde, Hakem b.
Uteybe, İbn Cerîr et-Taberî ise, farz olmadığı görüşündedirler.
Ebû Hanîfe ve
taraftarları ile birlikte Sevrî'ye göre ise, ağza ve burna su verip dışarı
atmak gusülde farz, abdestte ise, sünnettir. Şafiî'ye göre, gusl emri, vücûdun
dışını yıkamakla ilgilidir. Ağızın ve burunun içi ise, vücûdun dışından
değildir, içindendir. Bu itibarla ağız ve burnu gusülde yıkamak gerekmez (farz
değildir.)[33] [34]
145....Enes
b. Mâlik (r.a.)den, (demiştir ki:) Rasûlullâh (s.a.) abdest alırken bir avuç su
alır, o suyu çenesinin altına vererek sakallarının arasına akıtır ve
"İşte Aziz ve Celil Rabbim bana böyle emretti" buyururdu.
Ebü Dâvûddedi: Haccâc
b. Haccâc veEbu'l~Melih er-Rakıy et-Velid b. Zevrân'dan hadîs rivayet
etmişlerdir.[35]
Hadîs-i şerîfîn
zahirinden Rasûlullâh (s.a.)'ın abdestten sonra sakal aralarından su geçirdiği
anlaşılırsa da bunu abdest arasında ve yüz yıkandıktan sonra yapmış olması
ihtimali daha kuvvetlidir. Çünkü bu ikinci şekil abdestin kemâline daha uygundur.
Rasûlü Ekrem (s.a.)'in sakalını hilâlleyiş şekli bazı hadis-i şeriflerde şöyle
anlatılıyor: "Hz. Peygamber abdest aldığı zaman eline bir avuç su alır, bu
suyu sakallarının arasına parmaklarıyla ovarak akıtırdı, yanaklarım
parmaklarıyla ovar ve parmaklarım çenesinin altında bulunan sakallarının
arasına sokardı." (bk. İbn Mâce, tahâre 50) Yine her ne kadar mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şeriften Rasûlullâh (s.a.)'ın bir eliyle sakallarını
hilallediği anlaşılıyorsa da İbn Adiyy'e âit bir rivayette Efendimizin
"Sakallarım iki eliyle hilallediği" beyan ediliyor. Bu fiilin hükmü
üzerinde de mezhep imamları çeşitli görüşlere sahiptir:
1. Hasen b,
Salih, Ebû Sevr ve Zâhiriyye mezhebi taraftarlarına göre, sakalları gusül ve
abdestte hilallemek farzdır.
2. İmam
Mâlik, Şafiî, Sevrî, ve EvzâTye göre ise, sakallan hilallemek abdest için farz
değildir. İmam Mâlik ve Medîne âlimlerinden bir cemaate göre ise; abdestte de,
gusülde de farz değildir.
İmam Şafiî ve îmam Ebu
Hanîfe ve taraftarlarınca ise; abdestte farz olmamakla beraber gusülde farzdır.
Keza Sevrî, Evzaî, el-Leys, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû Sevr, Dâvud, Taberî ve
bir çok ulemâ da bu görüştedir. Aynı şekilde İbn Seyyidinnas da Tİrmiri
Şerhi'nde aynı görüşü savunmuş ve şunları söylemiştir: "Kanaatimce ulemâmn
bu mevzuda görüşlerinin farklı olmasına sebep şu hadîs-i şerîfe farklı manâ
vermelerinden ileri gelmektedir. "Her kılın altında cünüplük vardır.
Kılları ıslatınız, deriyi ise tertemiz yıkayınız"[36] İbn
Seyyiddinnas bu açıklamasıyla "sakallan hilallemenin gusülde farz,
abdestte sünnet olduğunu söyleyen âlimler bu hadîse dayanmaktadırlar"
demek istiyor. Gusülde ve abdestte sakallan hilallemenin farz olduğunu
söyleyenler ise mevzumuzu teşkil eden hadiste yer alan: "İşte Rabbim bana
böyle emretti" cümlesini delil getirmektedirler.[37]
Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre bu cümledeki emir müstehap ifâde eder. Ancak sakalı seyrek
olanlar için farz ifâde eder.
Hanefî mezhebinin bu
husustaki görüşü şöyledir: Abdest suyunu bıyıkların ve kaşların altlarına ve
yüzün çevresinden sarkmış olan kıllara eriştirmek sünnettir. Sakalın çeneden
aşağıya uzamış kısmını mesh etmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile alt
tarafından el parmaklanyla hilallemek Ebû Yûsuf'a (r.a.) göre sünnet, İmam-ı
Âzam ve Muhammed'e göre ise müstehaptır. Fakat Ebû Yûsuf (r.a.)un görüşü tercih
edilmiştir.Tahtavî'nin beyanına göre bu İmam Muhammed (r.a.) de Ebû Yûsuf'un
görüşündedir. Gusülde ise sık olsun seyrek olsun sakallann altını sürtmek
lâzımdır. Abdestte yıkanan sık sakallann altını hilallemek gerekmez. Müellif
Ebû Davud'un el-Velid b. Zevrân'dan Haccac ve Ebû'l-Melîh'm hadîs rivayet
ettiğini nakletmesinden maksadı el-Velid hakkında tanınmayan ve itimat
edilemeyen bir kişi olduğuna dâir söylentileri reddetmektir. Bu sözüyle Ebû
Dâvûd, demek istiyor ki; "Şayet el-Velîd güvenilemeyecek bir adam olsaydı,
kendisinden Haccâc ve Ebû'l-Melih gibi güvenilir kimseler hadîs
nakletmezlerdi" Nitekim İbn Kayyim de Tekrib'inde bu dedikoduları
reddetmiştir.
Hadisten abdest
alırken sık olan sakallan hilallemenin sünnet olduğu anlaşılmaktadır.[38]
146....Sevbân
(r.a.) den, şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.) (bir defa gece baskım için)
Seriyye (askerî birlik) göndermişti. (Şiddetli bir) soğuğa tutuldular. Rasûlullah
(s.a.)'m yanına döndükleri zaman onlara sarıklarının ve ayakkabılarının
üzerlerine meshetmelerini emretti."[39]
Sarık üzerine
meshnetmenin caiz olup olmaması mevzuunda şevkânî Neylu'l-Evtâr'da şunları
söylemektedir: "Ulemâ sarık üzerine meshedilmesi mevzuunda farklı
görüşlere sahiptir.
"Bunlardan Evzâî,
Ahmed b. Hanbel, îshâk, Ebû Sevr ve Dâvüd b. Ali sarık üzerine meshin caiz
olduğu görüşündedirler. Ancak bu cemaatin içinden de Ebû Sevr, meshin caiz
olması için sarığın başa abdestli iken giyilmiş olmasını şart koşmuştur.
Görüldüğü gibi Ebû Sevr sarığı meste kıyas etmiştir. Ancak öbürleri ise,
sarığın başa abdestli giyilmiş olmasını şart koşmamışlar, mutlak surette
sarığa mesh yapılabilir demişlerdir. Yine aynı kişiler arasında sarık üzerine
yapılan meshin müddeti üzerinde ihtilâf edilmiş; Ebû Sevr mestlere kıyas
ederek, sarık üzerine meshin müddeti aynen mestlerinki gibidir demiş, diğerleri
ise, bir şart koşmamışlardır. Sarık üzerine meshi caiz gören bu ulemanın bu
konudaki delillerinden biri de şu hadis-i şeriftir: "Resûlullah (s.a.)
alnına sarığın üzerine ve mestlerine meshetti..."[40]
"Ulemânın büyük
ekseriyeti ise Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-BârTde naklettiği gibi, sadece sarık
üzerine meshetmenin caiz olmadığı görüşündedirler. Tirmizî ve Sahâbe-i
kiramdan bir çokları sadece sank Üzerine meshetmenin caiz olamayacağını, ancak
başla birlikte sarığa de meshetmenin caiz olabileceğini söylemşilerdir. Bu
görüş aynı zamanda Süfyân-i Sevrî, Malik b. Enes, İbn Mübarek ve Şafiî'nin de
görüşüdür.
"îmam-ı Â'zam,
Ebû Hanife de bu görüştedir. Bu görüşte olan ulemânın anlayışına göre,
"Yüce Allah başa meshedilmesini kesinlikle her hangi bir te'vile imkân
kalmayacak şekilde farz kılmıştır. Sank Üzerine mesihle ilgili hadisler ise,
te'vile müsaittir. Binaenaleyh böyle kesin hüküm ifâde eden âyet veya
hadislerin te'vile müsait olan âyet veya hadislere tercih edilmesi gerekir.[41]
Ayrıca ayaklara meshin cevazı, mestleri çıkarmanın zorluğundan ileri gelmiştir.
Sarık çıkarmakta ise, böyle bir zorluk yoktur. Bu bakımdan sarığa mesh meşru
kılınmıştır. Sarığa mesh edilebileceğini ifade eden hadislerse ya mensuhtur, ya
da metinde geçen seriyye için verilmiş özel bir ruhsatla ilgilidir. Mâlikî
mezhebinde kuvvetli olan görüşe göre; zaruret olmadıkça sarık üzerine veya
baştaki (takkeye) serpuş üzerine mesh yapılmasının caiz olmayacağı
yönündedir."[42]
1. Meşru
meselelerin çözümü için cemiyet içinden bir topluluğun görevlendirilmesi
caizdir.
2. Bir
cemiyetin reisi durumunda olan kimselerin o topluma karşı son derece merhametli
olması lâzımdır.
3. Zaruretler
için özel müsamaha vardır.
4. Dinde
kolaylık vardır, zorluk değil.
5. Mestler
üzerine mesh caizdir.
147....Enes
b. Mâlik'den, şöyle demiştir: "Ben Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemi
başında Kitr kumaşından bir sarıkla abdest alırken gördüm. Elini sarığın
altına sokarak başının ön tarafını meshetti de sarığı (başından)
çıkarmadı."[43]
Bu hadis-i şerifte
geçen kumaş, kıtr kumaşından kırmızı bir kumaştır. Katar'da dokunur,
desenlidir. Biraz da sertçedir. Dokunduğu memlekete nisbetle
"kıtriyye" denilir. Bu hadis-i şerife bakarak sarığın renginin
kırmızı olduğuna hükmedenler varsa da bu hadisde zayıflık olduğu için muteber
bir hüküm sayılmamıştır. Her ne kadar el-Ezherî bu hadis-i şerifin abdest
alırken sarık çıkaran kimseleri reddettiğini ve böyle hareket eden kimselerin
vesveseli kimseler olduklarım söylemişse de bu söz doğru değildir. Çünkü abdest
alırken sarıklarını çıkaranların maksadı başlarının tümünü meshetmektir. Bu
ise müstehabdır. Nitekim 106 ve 118 nolu hadislerin şerhinde açıklanmıştır. Hz.
Peygamberin sarığım çıkarmadan başının bir kısmını meshetmesi ise, bunun
caizliğini gösterir.
Bezlu'l-mechûd yazan
bu hadisi açıklarken şöyle diyor:
1. Abdest alırken
sangın baştan çıkarılması gerekmediğini ifade eden bu hadis zayıftır.
2. Sarığın
çıkarılması lâzımdır diyenlerin maksadı, başın her tarafı meshedilmelidir
demektir ki, bu sahih hadîslerle emredilmiştir.
Ulemâ başın her
tarafını meshetmek mendubdur demiştir. Binaenaleyh sarığı baştan çıkarmayı tercih eden kimseleri
bid'atçılıkla itham etmek doğru değildir. Amma Rasûlullah (s.a.)'ın sarığı
başından çıkarmaması ise, bu şekilde abdest almanın da caiz olduğunu beyan
etmek içindir. Yoksa abdest alırken sarığın baştan çıkarılmamasının farz
olduğuna delâlet etmez. Bu bakımdan sarığı başından çıkararak başını
kaplarcasına meshedenlere bidatçi gözüyle bakmamalı bilakis sünnete titizlikle
uyan kişiler olduklarını bilmelidir.[44]
1. Kırmızı,
sarık sarmak meşrudur.
2. Abdest
alırken sangın baştan çıkarılması gerekmez.
3. Abdeste
sadece başın ön tarafını mesihle iktifa edilebilir başın her tarafını meshetmek farz değildir.[45]
148....el-Müstevrid
b. Şeddal[46] dan, şöyle demiştir.
"Rasûlullah (s.a.)'in abdest alırken serçe parmağı ile ayak parmakları
(nın arasını) ovduğunu gördüm."[47] [48]
"Ayaklan
ovmak" ellerle ayakları sürtmektir ki, bu bir çeşit hilallemektir. Sağ el
dâima temiz işlerde kullanıldığı için ayaklan sürtmek sol elle ve parmak
aralannı hiiallemekse sol elin serçe parmağıyla yapılır. Önce serçe parmak sağ
ayağın serçe parmağının altına sokulur sırayla baş parmağa kadar bütün parmak
aralan sürtülür. Sonra sol ayağın baş parmağından başlanıp serçe parmakta sona
erecek şekilde bütün parmak araları hilallenir.
îbn Hacer merhum şöyle
diyor: "Şayet râvi el-Müstevrid hadisdeki "delk" kelimesiyle
hilallemek kastediyorsa bu hadîs-i şerif "abdestte parmak aralannı
hilallemek sünnettir" diyenler için bir delildir. Şayet "delk"
kelimesiyle sürtmek kasdetmişse," abdestte bütün abdest organlannı sürtmek
menduptur" diyenler için bir delildir. Bu görüş aynı zamanda Şafiî mezhebinin
görüşüdür. Malikîlere göre ise, bütün abdest uzuvlarını sürtmek farzdır."
Hanefî mezhebine göre
ise, abdest organlarını üç kere ovarak yıkamak sünnettir. Îbnu'l-A'rabî'nin
Ârızatu'l-ahvezî'deki açıklamasına göre el par-maklannı hilallemek vacibdir.
Ancak ayak parmaklannın hilallenmesinin hükmü ihtilaflıdır. İmam Ahmed ile
İshâk'a göre abdestte ayak parmakları da hilallenir. İmam Malik'e göre ayaklan
güsul'de hilallemek gerekirse de abdestte gerekmez. Tirmizî'nin tesbitine göre
bu hadis Hasen-Garibdir (bk. el-Mubarekfûrî, Tuhfe I, 52)[49]
1. Ayakların
yıkanması emredilmiştir, farzdır. Çünkü abdest alırken ayakları ovmak, onları
yıkamakla olur.
2. Ayaklan
yıkarken ayaklan ovmak ve serçe parmakla parmak aralarını hilallemek
sünnettir. Nitekim Abdullah tbn Zeyd'in rivayet ettiği hadisi şerif de bunu
ifâde etmektedir.[50] [51]
149....Urve,
babası el-Muğîre b. Şu'be'nin şöyle dediğini işitmiştir: "Tebûk gazvesinde
ben Rasûlullah'ın yanında bulunuyordum. Rasûlullah (s.a.) sabah namazından
evvel yolunu değiştirdi. Ben de değiştirdim. Hemen devesini çöktürdü, ayak yoluna
çıktı. Biraz sonra döndü. Ben de mataradan eline su döktüm, (önce) ellerini,
sonra yüzünü yıkadı ve kollarını sıva (maya çalış) dı, cübbenin yenleri dar gelince
ellerini (yenlerin) içine çekip cübbenin altından çıkardı ve dirseklerine kadar
yıkadı. Sonra da başına mesh etti, daha sonra da, mestleri üzerine mesh verdi.
Hayvanına bindi. Biz de yola düştük. Halkı namazda bulduk. Namaz vakti
girdiğinden Abdurrahman b. AvPı öne geçirmişler onlara namaz kıldırıyordu.
Abdurrahman'ı onlara sabah namazının bir rekâtını kıldırmış halde bulduk.
Rasûlullah (s.a.) namaza durup müzminlerle beraber saf oldu. Abdurrahman fr.
Avf ‘ın arkasında ikinci rekâtı kıldı. Abdurrahman b. Avf selâm verince Nebiyy
(s.a.) kalkıp namazına devam etti. Müslümanlar telaşlanıp "sübhânellah"
deyip durmaya başladılar. Çünkü namaza Rasûlullah’dan (s.a.) evvel
başlamışlardı. Rasûlullah (s.a.) selâm verince "doğru hareket
ettiniz" veya "ne iyi ettiniz!" dedi.[52] [53]
Hadîs-i şerifte geçen
"Tebûk seferi" hicretin dokuzuncu senesinde (M. 630) Medine'ye
Bizanslıların harp hazırhklan yaptığına dâir endişe verici haberler gelince
Efendimizin de otuz bin kişilik bir orduyla Medine'den çıkarak Tebûk denilen
yere hareket etmesiyle başlar. Tebûk, Hicaz'ın kuzeyinde Medîne ile Şam
arasında bir yerdir. İslâm ordusu burada yirmi gün kadar kaldı. Fakat
düşmandan hiçbir hareket görülmeyince geri dönüldü. Tebûk seferinden önceki
bir yılda mühim değişiklikler olmuştu. Sadece Mekke ve Tâif değil Basra
sahilleri gibi uzak bölgeler bile bu zaman içerisinde İslâm devletinin
sınırlarına katılmışlardı.
Tebûk seferi,
Bizanslıların müslümanlara karşı, özellikle Gassânîleri kullanarak,
besledikleri düşmanca niyetlerin bertaraf edilmesi bakımından mühimdir.
Bu seferin hem şiddetli
sıcakların hüküm sürdüğü yaz mevsimine ve hurma toplama vaktine rastlaması,
hem gidilecek yerin uzak ve düşman kuvvetlerinin, müslüman kuvvetlere
kıyaslanmayacak kadar üstün olması gibi sebeplerle halkta bir isteksizliğin
belirmesi Üzerine Kur'ân-ı Kerim'in şu âyetleri nazil oldu: "Ey îman
edenler, ne oldu size kî, Allah yolunda hep beraber gazaya çıkın denilince yere
çakılıp kaldınız. Yoksa fihireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz?
Fakat bu dünya hayatının kân, âhiretin yanında pek az bir şeydir. Eğer (bu
gazaya) hep beraber çıkmazsanız Allah sizi pek acıklı bir azaba uğratır.
Yerinize de başka itaatli bir kavmi getirir. Sîz o'nu (peygamberi) hiçbir şeyle
zarara uğratamazsınız. Allah her şeye hakkıyla güç yetirendir."[54]
Bu âyetler ashabın
maneviyatı üzerinde çok olumlu etki yaptı. Halk harekete geçti. Mü'minler
bütün engellen aştılar. Asker için pek çok bağış toplandı. Hz. Osman ordunun
üçte birinin teçhiz edilmesini üzerine aldı. Üstelik bin dinar altın verdi. Hz.
Ebû Bekr, ancak dörtbin dirhem getirdi. Bu onun bütün servetiydi. Evinde sadece
Allah ve Rasûlünün aşkını bıraktığını söyleyince diğer ashap da derece derece
yardımlarda bulundular. Hatta kadınlar bile küpelerini, bileziklerini v.s.
mücevherlerini orduya hediye ettiler.
Tebûk'e varılınca
etrafa müfrezeler gönderildi. Çünkü düşman askeri ortalarda yoktu, çevreden
birçok heyet gelip Hz. Peygamber (s.a.) e bîat ettiler. Tebûk'te yirmi gün
kalındıktan sonra Medîneye dönüldü. Savaş kaçaklarından mazeretsiz olanların
af istekleri kabul edilmedi, kendileriyle elli gün kimse konuşmadı. Günleri
evlerinde büyük üzüntü ile geçirdiler. Sonunda tevbeleri kabul edildi.[55]
Bu hadîs-i şeriften
Rasulü Ekrem (s.a.)'ın mestler üzerine meshettiği anlaşılıyor. Ancak,
İmâmiyye, Hâriciler ve Dâvûd-u Zahirî, Rasûlullah'ın abdest öğrettiği bir
kişiye "Ayaklanın yıka yoksa namazın kabul olmaz" sözü ile Mâide
Sûresi'nin abdest âyetlerini, ve, "Vay o topukların ateşten başına
geleceklere" mealindeki 97 numaralı hadîs-i de delil getiriyorlar ve
"meshin caiz olduğuna dâir gelen hadîs-i şerifler mensuhtur"
diyorlar. Halbuki ulemânın büyük çoğunluğu meshin caiz olduğu görüşündedirler.
Bu hususta tbn Hümâm Fethulkâdîr'de "Mest üzerine meshedileceğine dâir
mevcut hadîsler müstefîzdirler. Yani hiçbir devirde râvilerinin sayısı ikiden
aşağı düşmemiştir."
Ebû Hanîfe (r.a.) ise,
"Bana erişen mesh hadisleri gündüz aydınlığı kadar açık, kesin ve parlak
olmadıkça onların üzerinde bir şey söylemedim. Meshi caiz görmeyenlerin küfre
düşeceklerinden korkarım. Zira mesh hadisleri hemen hemen mütevâtir hadis
derecesinde kuvvetli (müstefiz) hadîslerdir." demiştir.
Ebû Yûsuf (r.a.) ise,
Mesihle ilgili hadisler, meşhur hadisler olduğu için onlarla âyetin hükmü bile
nesh edilebilir der. Yine hanefı ulemâsından Aynî merhum, "Mesh hadislerini
ancak sapık bid'atçılar inkâr ederler" demiştir. Hasan Basrî de (r.a.)
"Ben yetmiş kadar sahâbiye yetişdim hepsi de mest üzerine
meshederlerdi" demektedir. Bu sebepledir ki: îmam Ebû Hanife (r.a.)
hazretleri meshin caiz olduğunu kabul etmeyi Ehli Sünnet ve'1-cemaatten olmanın
şiarı kabul etmiş ve "Biz Hz. Ebû Bekr (r.a.) ve Ömer (r.a.)'ı diğer
sahâbîden üstün sayarız cenâb-ı Peygamber (s.a.)'in iki damadını (Hz. Osman ve
Ali (r.a.) severiz; mest üzerine meshin caiz olduğuna inanırız" demiştir.
İmam Nevevi de "kendilerine güvenilen ulema mest Üzerine meshin caiz
olduğunda hazarda ve seferde kadın ve erkek için bu cevazın geçerli olacağında
icmâ’ etmişlerdir." diyor.
Hazret-i Peygamberin
"ayaklarını yıka" hadisindeki emri ise, "abdest ancak yıkamakla
olur." anlamına gelmez, meshin cevazım ifade eden hadisler de bunu
göstermektedir.
Buna rağmen mest
üzerine meshin caiz olmadığını söyleyenler varsa da bunlann iddiaları yersiz ve
tutarsızdır. Meselâ mesihle ilgili hadislerin hükümleri abdest âyetleriyle
neshedilmiştir, şeklindeki iddiaları doğru değildir. Çünkü abdest âyetleri
Müreysi Gazvesinde, hicretin 5. yılında nazil olmuşken üzerinde durduğumuz
hadiste mevzuu bahs edilen ayaklara meshetme hâdisesi Tebûk Seferinde hicretin
9. yılında vuku bulmuştur. 154. hadiste gelecek olan meshin caiz olduğuna dâir
Cerîr'in sözlerini, "bu sözler Mâi-de sûresinden evvel söylenmiştir"
diye te'vil ederek meshi inkâr etmeleri de doğru değildir. Çünkü Cerîr'in kendi
ifâdesinden Mâide sûresinin nüzulünden sonra müslüman olduğu anlaşılmaktadır.
Keza bunlann
"mesh.abdest âyetleriyle neshedilmiştir" demeleri de yanlıştır.
Abdest âyetlerinin meshi neshedici bir yönü yoktur. Ancak yıkamak mı, yoksa
mesh mi daha faziletlidir, meselesi üzerinde ihtilaf vardır. Bu mevzuda îmam-ı
Azam, Mâlik, Şafiî hazretleri yıkamanın daha faziletli olduğu görüşündedirler.
Çünkü, yıkamak asıldır.
Sahâbîden bir cemaatin
ve Ömer b. el-Hattâb, oğlu Abdullah, Ebû Ey-yûb el-Ensâri (r.a.) hazretlerinin
de aynı görüşte olduğu bilinmektedir. Diğer bir cemaatte, meshin daha
faziletli olduğu görüşündedir ki, Şa'bî, el-Hâkim ve Hammad da bu görüştedir.
Ahmed b. HanbeFden bu mevzuda iki görüş vardır:
1) Mesh daha
faziletlidir.
2) İkisi de
müsavidir.
Müslümanların korkup,
telâşa kapamalarının sebebi ise, Rasûlü Ekrem (s.a.)'i beklemeden namaza
durmalanndandır. Rasûlullah (s.a.) gelince onlar birinci rekâtı edâ
etmişlerdi. Bu yüzden efendimiz gelince imâma haber vermek maksadıyla
"sübhânellah" demeye başlamışlardır. İkinci bir ihtimâle göre ise:
Namazı bitirip te Rasûlü zîşânı görünce durumu anlayıp "sübhânellah"
demekten kendilerini alamamışlardır. Hadîs-i şerifteki "doğru hareket
ettiniz" veya "ne iyi ettiniz" ifâdelerjndeki şüphe ifâde eden
"veya" sözü Rasûlü Ekrem'in değil, râvînindir. Burada hadîs
sarihlerinin üzerinde durdukları mühim bir hâdise de Rasûlü Ekrem (s.a.)
gelince Abdurrahman b. Avf'ın (r.a.) namaza devam edip Rasûlullah'i (s.a.) öne
geçirmek için geriye çekilmemesidir. Halbuki, aynı hâdise Hz. Ebu Bekr
es-Sıddık'ın başına da gelmiş fakat o geriye çekilerek Rasûlü Ekrem (s.a.)'i
öne geçirmişti. Bu iki hâdiseyi izah için bazıları, bu iki hâdise tamamen
farklıdır. Çünkü, Rasûlullah (s.a.) Ebu Bekr (r.a.)'i namaz kıldırırken
bulduğunda daha birinci rekâtı bitirmemişti. Hâlbuki Abdurrahman (r.a.) birinci
rekâtı bitirmişti. Rasûlü Ekrem öne geçseydi, birinci rekâtı kılarken öbürleri
ikinci rekâtı kılacak dolayısıyla bir kargaşalık meydana gelecekti. Bu yüzden
Rasûlullah öne geçmedi, demişlerse de, Bezlu'l-mecbûd sahibi bu izah tarzını
uygun görmeyerek kendisi şöyle bir îzah getirmiştir: "Rasûlullah (s.a.)
Hz. Ebû Bekr' (r.a.)'e geriye çekilmemesini işaret ettiği gibi Abdurrahman b.
Avf (r.a.)'a da işaret etmiştir. Böyleyken Ebû Bekr (r.a.) geriye çekilmiş.
Abdurrahman (r.a.) ise çekilmemiştir. Hz. Ebû Bekr bu işarete uymanın farz
olmadığına, fakat geriye çekilmenin ise, edeb icabı olduğuna bu gibi hallerde
edebin gözetilmesinin lüzumuna inanmış ve öyle hareket etmiştir. Abdurrahman
(r.a.) ise Rasûlü Ekrem'in işaretine uymanın farz olduğuna inanmış ve ona göre
hareket etmiştir.”[56]
1. Abdest
bozmak isteyen kişi yoldan ve insanlardan uzaklaşmalıdır.
2. Lâyık
olanlara hizmet etmek caizdir.
3. Abdest
alana yardım etmek caizdir.
4. Harpte
dar elbise giymek ve ceketin altından kolları çıkarıp abdest almak caizdir.
5. Mest
üzerine mesh caizdir.
6. Faziletçe
üstün olan kimsenin, kendisinden faziletçe daha aşağı olan kişiye namazda
uyması caizdir.
7. Cemaate
sonradan gelen, yetiştiği rekatları imamla kılar; kalanları ise imam selâm
verdikten sonra tamamlar.
8. Cemaate
sonradan yetişen kimse imam selâm vermeden ayağa kalkmaz.
9. Efdal
olan, vakit girer girmez herhangi bir kimsenin gelmesini beklemeden namaza
durmaktır.
10. İmam
yetişemediği zaman cemaat, içlerinden imamlığa layık olan birini namaz kılmak
üzere öne geçirmelidir.
11. Abdurrahman
b. Avf sahabenin ileri gelenlerindendir.
12. Hayra
koşana teşekkür edilir, takdir ve tebrik edilir.
150....Müsedded,
hocalan Yahya b. Said ve el-Mu'temir vasıtasıyla el-Muğire b. Şu'be'nin şöyle
dediğini haber vermiştir: "Rasûlullah (s.a.) abdest aldı, başının ön
tarafım, sarığının üstünü meshetti." el-Mu'temir rivayetinde de el-muğıre
b. Şu'be; "Rasûlullah (s.a.) mestler üzerine, alnına ve sarığı üzerine
meshederdi" demiştir. Ravilerden Bekr, "hadis (in bu son rivâyetin)i
lbn Muğire'den bizzat duydum” demiştir.[57] [58]
Bu hadîs-i şerifi râvi
Müsedded, Yahya b. Said ve el-Mu’temir olmak üzere iki ayrı kişiden rivayet
etmiştir. Ancak her iki rivayetinde ilk râvisi Muğİre b. Şu'be'dir Hadîs-i
şerifin farklı rivayetlerinde rivayet zincirinde bulunan ravüerin isimleri
teker teker zikredilmiştir. Yahya ile Mu'temir'in rivâyetlerindeki fark şudur:
Yahya'nın rivayetinde başın ön tarafına meshedildiği açıkça ifâde edildiği
halde sarık üzerine mesh kapalı lafızlarla ifâde edilmiştir. Açıkça mesh
tabiri kullanılmamıştır. Mu'temir'in rivayetinde ise, başın ön tarafına ve
sarığa meshedilmesi açık lafızlarla ifâde edilmiştir. Müslim, Tirmizî ve Nesaî
de Yahya îbn Said rivayetinin sonunda Bekr'in "Ben bu hadîs-i vasıtasız
olarak İbn Muğîre'den bizzat işittim" ilâvesi vardır. Halbuki burada bu
ilâve hem Mu'temir'in hem de Yahya'nın senetlerinin sonuna âit olarak
gösterilmiş bulunuyor. Musannif Ebû Davud'un burada bu açıklamayı yapmaktan
maksadı senetteki bu farklılığa işaret etmektir.
Hadisi şerifin
zahirinden anlaşıldığına göre mest ve sarık üzerine meshetmek caizdir. Nitekim,
Şâfıfler bu hadise bakarak "başa yapılan meshin tamam olması için sarık
üzerine de meshedilmesinin müstehap olduğunu" söylerler. Bu hususta
sarığın abdestli iken giyilmiş olup olmaması arasında bir fark görmezler. Bağda takke olsa başın ön
tarafını roeshettikten sonra takkenin üzerine de meshedümesi müstehaptır,
derler. Fakat sadece sarığa meshedilmesini yeterli görmeder. Keza Hanefî
Mezhebine göre de sadece sank üzerine meshetmek abdest ün yeterli değildir.
İmam Malik ve ekseri ulemânın mezhebi de budur. Ancak İmam Ahmed’e göre sadece
sank üzerine meshetmek abdest için yeterlidir. Seleften bir cemaatde bu
mevzuda İmam Ahmed'e tâbi olmuşlardır.[59]
1. Başın
meshi için dörtte birini meshetmek yeterlidir.Bu bakımdan bu hadis Hanefilerin
delUidir.
2. Yalnız
takke üzerine mesh caiz değildir.
3. Gerçi
müslira ile Nesâî bu hadisi "önce başına sonra sangına sonra da mestler
üzerine mesti etti" şeklinde rivayet etmişlerse de Muğîre'nin bu
rivayetine göre mestlere bastan önce de mesh verilebileceğine işaret edilmiştir.
Bu da abdestte tertibin farz olmadığına delâlet eder.
151....Muğîreb.
Şûbe'ninoğlu Urve babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz Rasûlullah
(s.a.) ile beraber bir deve süvarisi topluluğu içinde bulunuyorduk. Yanımda bir
de su kabı vardı. Rasûlü Ekrem (s.a.) ihtiyacı için dışarı çıktı, biraz sonra
geri döndü. Ben kendisini su kabıyla karşıladım ve ona su döktüm. Ellerini ve
yüzünü yıkadı, sonra da kollarını (sıvayarak) dışarı çıkarmak istedi. Halbuki
üzerinde yenleri dar, yünden (dokunmuş) bir Rum cübbesi vardı. Cübbe dar
gelince kollarını cübbenin altından çıkarıp uzattı. Sonra çıkarmak için mestlere
ellerimi uzattım. Bana; "Mestleri bırak! Çünkü ben onları ayaklarım
temizken (abdestliyken) giydim.” dedi ve hemen üzerlerine meshetti.
Râvi tsâ b. Yûnus dedi
ki: 'îBabam Yûnus, Şâ'bî'nin (şöyle) dediğini nakletti: "Urve, bu hadîsi
babasından bizzat müşahede ettiğini, babasının da Rasûlullah'dan müşahede
etmiş olduğunu kesinlikle ifâde etti:”[60] [61]
Yukarıda kısaca hikâye
edilen hâdisede, MuğKre b. Şû'be'nin Rasûlü Ekrem'in (s.a.) ayaklanın yıkayacağım
zannederek mestlerini çıkarmak istemesi üzerine Hz. Peygamberin "Onlara
dokunma, ben onları ayaklarım temizken giydim" buyurması meshlerin sahih
olabilmesi için abdestli iken giyilmelerinin şart olduğuna delâlet eder.
Binaenaleyh ayağın birini yıkayıp daha abdest tamam olmadan mesti yıkanan
ayağına, sonra ikinci ayağım yıkayıp ikinci mesti de öbürüne giyen kimse
mestleri tam abdestli giymiş sayılmayacağından bu mesh caiz-değildir. İmam
Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshak bu görüştedirler. İmam Nevevî de bu hususta şunları
söylüyor; hadîs-i şerifte geçen ayakların temiz olmasından murad, bütün abdest
organlarının temiz olmasıdır. Binaenaleyh, diğer abdest organları tamamen
yıkanmamişken bîr ayağı yıkayınca hemen ona mest giymek caiz değildir.[62]
Ebû Hanife ile
Süfyân'ı Sevrî, Yahya b. Âdem, Mûzenî ve Ebû Sevr ise: “Meshin sahih olması
için ayakların yıkanmış iken giyilmiş olmaları yeterlidir. Binaenaleyh önce
sağ ayağın yıkanıp, mestin giyilmesi sonra da sol ayağın yıkanıp mestin
giyilmesi, caizdir. Tam taharetin vakti mestlerin giyildiği vakit değildir.
Bilakis, abdestin bozulduğu vakittir.[63]
demişlerdir. Hidâye müellifi Merğmânî'nin bunu böyle izah etmesine itiraz eden
Şafiîler: "Bu hadîs onun aleyhinedir" demektedirler. Ancak Allâme
AynjUm itiraza şu cevâbı vermiştir. "Biz evvela Hidâye sahibinin sözünü
ele alacağız, sonra itirazlara cevap vereceğiz. Hidâye sahibinin
"mestlerin tam taharetle giyilmesi şarttır" sözü onları giyerken tam
taharetin şart kılındığını değil, bilakis tam taharetin abdest bozulduğu zaman
şart olduğunu ifâde eder. Bizim mezhebimiz budur. Hatta bir kimse evvela
ayaklarını yıkayarak mestlerini giyse de ondan sonra abdestini tamamlasa
abdesti şahindir. Onu bozduktan sonra tekrar abdest alırken mestlerinin Üzerine
mesh edebilir. Çünkü, mestler abdestsizliğin ayaklara sirayetine manî olan
şeylerdir. Binaenaleyh onlar ne zaman mani olacaklarsa tam taharet de o zaman
şarttır. Mestlerin mani olacakları zaman hades yani abdestsizlik zamanıdır.
İtirazcının sözüne
cevap meselesine gelince, bu hadîs Hidâye müellifinin aleyhine delil olamaz.
Çünkü evvela biz de, mest giymenin şartı tam abdestli olmaktır, diyoruz. Bu
hususta hiçbir ihtilaf yoktur. İhtilaf ancak, mestler giyilirken mi, yoksa
abdest bozulduğu zaman mı abdest şarttır, meselesindedir.
Bize göre abdest
bozulduğu zaman tam abdestli olmak şartken Şâfiilere göre mestleri giymeden
önce tam abdestli bulunmak şarttır. Bu ihtilâfın neticesi şudur: Bir kimse
evvela ayaklarını yıkayarak mestlerini giyse, sonra abdestini tamamlasa bize
göre bir daha o mestlerin üzerine mesh caizdir. Şafiî mezhebine göre ise, caiz
değildir. Çünkü onlarda tertip şarttır. Binaenaleyh Peygamber (s.a.)'in
mestleri giyerken tam abdestli bulunmayı şart koştuğunu kabul etmiyoruz. Ancak
ayakların temiz iken mestlerin giyilmesi sarftır, diyoruz. Çünkü hadîs-i
şeriften anlaşılan budur. Yine hanefi imamlarından îahâvî'ye göre Rasûlullah
(s.a.) "ben onlan temiz olarak giydim" buyurarak "ben onları
evvela yıkamıştım" manâsım kasdetmiş olabilir. Şu hakle onları abdestini tamamlamadan
giymiş demektir. Ayakların temizliğinden, kiri, pası veya cünüplüğü kasdetmiş
de olabilir..." diyor.
Yine aynı itirazcı
şunu söylüyor: "tbn Huzeyme'nin Safvan b. Gassân'-dan rivayet ettiği bir
hadiste "Bize Rasûlullah (s.a.) ayaklarımız teiniz olarak mestlerimizi
giydiğimiz vakit sefer halinde üç gün, mukîm iken bir gün bir gece onların
üzerine mesh etmemizi emir buyurdu" denilmektedir. İbn Huzeyme bu hadîs-i
Müzenî'ye sorduğunu, Müzenî'nin ona, "bu hadîsi bizim ulemâmız rivayet etti,
Şafiî'nin en kuvvetli delili budur”' dediğim söylüyor."
Ben derim ki, eğer
Mûzenî "Şafiînin en kuvvetli delili bottur" sözüyle mesih müddetini
misafir için üç gün, mukîm için bir gün bir gece olduğunu kasdediyorsa bunu
kabul ediyoruz. Fakat mestleri giyerken tam abdestli olmanın şart olduğunu
kasdediyorsa kabul etmiyoruz."[64]
Bu hadîs-i şerifte
meshin sahih olabilmesi için bulunması gereken şortların bir kısmı
açıklanmıştır. Ulemâ bu şartların dışında dana başka şartların da bulunmasını
şart koşmuşlardır.
1) Ayaklar
suyla yıkanmış olmalıdır. Binaenaleyh teyemmümle alınan abdestle ayaklara mesh
etmek caiz değildir.
2) Mestlerin
temiz olması lâzımdır.
3) Kendisiyle
peşi peşine yürümek mümkün olmalıdır, Hanefîler bu mesafeyi bir fersah olarak
takdir etmişlerdir ki, yaklaşık olarak
4) Mâlikîler
ise, ayrıca mestlerin deriden olmasını ve ayağa süs teşkil etmesi için değil,
ayağın muhafazası için giyilmiş obuasını ve dikişli bulunmasını şart koşarlar.
Ayrıca sünnete uymak gayesi ile giyilmiş olup sadece rahatlık gayesiyle
giyilmemiş olmasını da şart kılarlar. Keza hac esnasında dikişli mesh giymek
gibi, mesti giymekle bir haramı işlememiş olmak lazımdır.
Hanbelilere göre ise,
1) Kendi
kendine ayakta duramayan şey mest olamaz.
2) Gasbedilmiş
mest üzerine mesh caiz değildir.İsterse bu gasba zaruretler sürüklemiş olsun.
3) Cam gibi
saydamlığından veya şeffaflığından dolayı dışından bakınca içindeki ayağı
göstermemesi lâzımdır. Keza çok ince olduğundan deriyi göstermemesi gerektir.
Binaenaleyh o ince örülmüş çoraplar Üzerine mesh caiz değildir. Bir de
yukarıdan bakılınca yıkanması farz olan yerlerden bazı kısımların
görülebileceği kadar geniş olmaması lâzımdır.
Hanefî mezhebinde ise
kısaca mestin şartlan şunlardır.
1) Mestleri
abdestli olarak giymek.
2) Mestler,
ayakları topuk kemikleriyle beraber örtecek şekilde olmalıdır.
3) Giyilen
mest ayakta olduğu halde bir fersah yürümeye müsait olmalıdır.
4) Mestin
topuktan aşağı olan kısmında, ayağın küçük parmağının üç katı genişliğinde
yırtık olmamalıdır.
5) Mestler
bağsız olarak ayakta duracak derecede kalın olmalıdır.
6) Mest suyu
geçirmemelidir.
7) Mest
giyilen ayak en az, küçük ayak parmağıyla üç parmak genişliğinde olmalıdır.[65]
1. Küçüğün
büyüğe hizmet etmesi caizdir.
2. Avret
mahallinin şeklini aksettirmeyecek
şekilde olan dar elbise giymek
caizdir.
3. Mest
Üzerine mesh caizdir.
4. Meshin
sahih olabilmesi için mestler ayaklar temizken giyilmelidir.
5. Abdestin
tam olabilmesi için kolların dirseklerle beraber yıkanması lâzımdır. Elbisenin
darlığı gibi bir sebeple sadece elleri yıkamakla veya yenlerin üstünü mesh
etmekle abdest caiz olmaz.
6. Pisliği
kesin olarak bilinmedikçe yabancı ülkelerin imâl ettiği elbise giyilebilir.
152....Zûrâre
b, Evfâ'nın rivayet ettiğine göçe Muğîre b. Şu'be, "Rasûlullah (s.a.)
{bizden biraz) geri kaldı" diye söze başlamış ve (evvelki hadiste geçen) şu
hâdiseyi anlatmıştır: "Biz cemaate Abdurrahmân b. Avf kendilerine sabah
namazım kıldırırken yetişebildik. Abdurrahman b. Avf Nebiyyi Ekrem (s.a,)’i
görünce (hemen) geri çekilmek istediyse de Rasûlullah (s.a.) ona (namaza)
devam etmesi için işaret etti. Ben ve Rasûlullah (s.a.) onun arkasından bir
rekât namaz kıldık. Abdurrahman (r.a.) selâm verir vermez, Nebi (s.a.) ayağa
kalktı ve yetişemediği rekâtı -üzerine
hiç bir şey ilâve etmeden- kıldı."
Ebû Dâvûd dedi ki;
"Ebû Söfirf el-Hudrtt İbn Zübeyr ve tbn Ömer (r.a.), namazın tek rekâtına
yetişen kimse üzerine, sehv secdesi lâzım gelir, derler.”[66] [67]
Bu hadîs-i şerifle
ilgili açıklama 151. hadîs-i şerifte geçmiştir.Ancak burada geçen izaha muhtaç
faşım namazflt bir veya üç rekatine yetişen kimsenin üzerine sehv secdesi lâzım
geldiğine dâir İbn Ömer, İbn Zübeyr ve Ebû Said et-Hudri'nin görüşleridir.
Hadîs sarihlerinin beyânına göre bunun îzâhı şöyledir:
Sehv secdesi vacibin
terkinden lâzım gelir. Namazı cemaatle kılmak vâciptin Namazın bir veya üç
rekâtına yetişen kimse ise, cemaati terketmiş olacağından üzerine sehv secdesi
lâzım gelir.
İkinci bir izah tamda
şudur: Bu sehv secdesinin sebebi birinci rekâtın sonunda oturmaması lâzım
gelirken imamla beraber oturmasından ileri gelir. Bu mübarek sahabeler böyle
düşündükleri için "birinci rekatta imama yetisemeyen kimseye sehv secdesi
gerekir" demişlerdir, Nitekim ilim adamlarından böyle düşünen bir cemaat
da vardır. Atâ, TâvÛs, Mücâhid ve İshâk bunlardandır. Ancak diğer ulemâ bu
hususta şöyle demektedirler: Rasûlü Ekrem (s.a.) Abdurrahman b. Avfın arkasında
namaz kılmış, ne kendisi bir rekat geç kaldığı için sehv secdesi yapmış, ne de
Muğîre'ye emretmiştir. Çünkü sehv secdesi ancak sehvden (yanılmadan) dolayı
lâzım gelir. Burada ise yanılma yoktur. Ve bir de imâma uymak farzdır. Buna
bağlı olarak yapılan bir fazlalıktan dolayı da sehv secdesi gerekmez.
Görülüyor ki, hadis-i
şerifin son paragrafında bulunan bazı sahâbilerin sehv secdesi hakkındaki
görüşleriyle ilgili bölüm Rasûlullah'ın bir fiil ya da bir sözü İle ilgili
değildir. Sadece adı geçen sahâbilerin içtihadıdır. Yukarıda da açıklandığı
gibi tabiinden bazı âlimler de bu içtihada katılmışlardır. Sahâbîlerin merfu
hadis mesabesinde olmayan fetva ve görüşleri onların ietihadlandır. Bizler bu
içtihada uymakla mükellef miyiz, değil miyiz, konusu ihtilaflıdır.
İmam Şâfri hazretleri,
"ictihad” ehil olan herhangi bir müetehid, sahabenin İçtihadına uymakla
mükellef değildir” der.
Ebu Hanîfe Hazretleri
ise, kendi ietihad metödlanm açıklarken Kur’-ân, hadis ve icmâ ile amel etme
mecburiyetinde olduğunu ancak sahabîlerin kendi içtihatları neticesinde ortaya
çıkan değişik görüşlerden birini tercih edeceğini, onların içtihatları
karşısında kendisinin bir ictihadta bulunmasının söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte söz konusu edilen cemaate geç kalmadan dolayı sehv secdesi,
sözü geçen sahabîlerin ictihadrfclup bu hususta diğer sahabîlerin de farklı
ictihadlan bulunması sebebiyle mezhep imamları buna uyma mecburiyeti duymamışlar,
Kitab ve Sünnetin ışığında diğer sahabîlerin bu konudaki reylerini tercih
etmişlerdir. Özellikle Hz. Peygamber (s.a.)Mn de sehiv secdesi yapmadığı
nazar-ı itibara alınırsa namazın başında cemaate ulaşamayıp diğer rekâtlara
ulaşanların sehv secdesi yapmaları gerekmeyeceği görüşündeki isabet daha kolay
anlaşılmış olur.
153....Ebû
Abdirrahman'dan, demiştir ki; "Abdurrahman b. Avf [68] 'm
Bilâl[69] 'e
Rasûiullah'ın (nasıl) abdest aldığını sorarken gördüm. (Bilâl de şöyle) dedi;
"Abdest bozma ihtiyacını gidermek için dışarı çıkardı. Ben de ona su
getirirdim. Abdest alır, (başının ön tarafı ile birlmikte) sarığına ve
çizmelerinin üzerine meshederdi."
Ebû Dâvüâ dedi ki Râvi
Ebû Abdillah, Teym b. Mürre oğullarının hürriyete kavuşturduğu kişidir.[70] [71]
Hadis-i şerifte geçen
"muk" kelimesi bir mest çeşididir, îbnu'l-Arabi, Tirmizî Şerhi'nde
“mûk" kelimesi için şunları söylemektedir: "Eğer ayakkabı deriden
yapılır, ayağın her tarafını örter, dikişli ve astarlı olursa buna "huf =
mest" denir. Fakat astarsız olursa o zaman "muk" denilir."
Hattâbî,
"muk" goncu kısa olan mesttir diyor. Cevherî ise, "muk" mestin
üzerine giyilen çizmedir, demektedir.
Ebû Hanife, Ahmed ve
Müzenî hazretleri çizme üzerine meshin caiz olduğuna bu hadis-i şerifle
hükmetmişlerdir. Ancak çizmenin meshe müsait olması ve ayağa abdestli iken
giyilmesi lâzımdır. Keza eğer mest üzerine giyilmişse mestlerin giyildiği ilk
abdest bozulmadan, yani mestlerin üzerine meshetme mecburiyeti doğmadan Önce
giyilmesi lâzımdır. Şayet, mest üzerine mesh edildikten sonra giyilirse bîr
başka ifadeyle mestler giyildikten sonra abdest bozulup ondan sonra çizme
giyilir ve üzerine meshedilirse abdest sahih olmaz.
Malikilere göre ise;
çizme üzerine meshin sahih olabilmesi için çizmenin deriden olması, mestle
beraber abdestli iken giyilmesi şarttır.
Çizine üzerine meshin
caiz olup olmaması hususunda Şafiî mezhebinde iki görüş vardır. Nevevî merhum
Mtibezzeb Şerhi'nde Şafiî mezhebinde sahîh olan görüşe göre çizme Üzerine
meshetmek caiz değildir, diyor.
Görüldüğü gibi hadis-i
şerifte Resülullah yalnız sarık üzerine mesh ettiğinden bahsedilmekte, sarıkla
birlikte başına da meshettiğine dair bir ifade yer almamaktadır. Bu bakımdan bu
hadis sadece sarık Üzerine meshetmenin caiz olduğunu söyleyen imam Ahmed ve
taraftarlarının bu mevzudaki görüşlerine bir delil teşkil eder gibiyse de
aslında değildir. Çünkü bu hadiste Hz. Peygamber, başına meshetmcyi terk
ettiğine dair de bir ifâde yoktur. Buna ifâde eden başka bir hadis de yoktur.
Şayet böyle bir hadis mevcut olsa bile, hadisenin Mâide Sûresi'nden sonra ve
özürsüz olarak yapıldığının açıklanması gerekir. Aksi takdirde bu izaha muhtaç,
kapalı ifadenin diğer hadislerin ışığında açıklanması gerekir. Gerçekten burada
da durum aynen böyledir. Öyleyse bu hadisin bu mevzuda gelen diğer hadislerin
ışığında tefsir edilmesi gerekir. Bu hadisi açıklamak için bu mevzuda gelen
hadislerin en meşhur olanı da 150 numaralı Muğîre hadisidir.[72]
Her ne kadar
İmam-Ahmed ve taraftarları mevzumuzu teşkil eden bu hadise dayanarak abdestte
sadece sarığı meshetmenin başı meshetmek için yeterli olacağını söylemişlerse
de cumhuru ulemâ kendilerine yukarıdaki şekilde cevap vermişlerdir.[73]
1. Abdest
almak isteyen kimse abdest almadan önce
myacı varsa abdest bozmayı ihmal etmemelidir.
2. Başla
beraber sarık ve çizme üzerine meshetmek caizdir.
154....Bbû
Zur'a b, Âmr b. Cerîr'den demiştir ki; (Dedem) Cerîr küçük abdestini bozduktan
sonra abdest alıp mestler üzerine mesnetti ve: "Resûlullah (s.a.) i
meshederken gördüğüm halde (artık) beni meshetmekten ne alıkoyabilir?"
dedi.
"Ancak bu
(Resûlullah'ın meshetmesî) Mâide Sûresinin inmesinden önce idi (galiba)?"
dediler. O» (şöyle) cevap verdi:
"Ben Mâide Suresi
indikten sonra müslüman oldum.”[74] [75]
Bu hadis-i şeriften
Hz. Cerîr'in sorulan bir soru üzerine cevap vermek maksadıyla bu sözleri
söylediği anlaşılıyor, tbn Mâce'nin rivayetine göre Cerîr'in ayaklanndaki
mestlere meshetmesi üzerine "Sen böyle mi yapıyorsun?" denilmiş, o
da cevap makamında bu sözleri söylemiştir. Buhârî'nin rivayetine göre ise,
Cerîr'e Resulü Ekrem'(s.a.)’ın abdest alışı sorulunca (işte böyle alırdı, demek
için) bunları söylemiştir.
Taberfmn A’meş yoluyla
gelen rivayetinde ise soruyu soranın Hemmâm b. Haris olduğu belirtiliyor.
Cerîr'in ayaklarım meshettiğini gören bazı kimselerin, "Senin bu abdest
alış şeklin, Mâide Sûresi inmeden evvel vardı. Mâide sûresi indikten sonra
ayağa meshetme izni kaldırılmıştır" demeleri üzerine Cerîr (r.a.) şu
cevabı vermiştir: "Ben Mâide Sûresi indikten sonra müslti-num oldum"
Bu sözüyle Cerîr (r.a.) "Ben RasÛlü Ekrem'in mestli ayağına bu şekilde
meshederek abdest alışını Mâide Sûresi indikten sonra gördüm. Binaenaleyh
sizin; Mâide sûresi ayaklara meshetmenin hükmünü kaldırmıştır, demeniz
yanlıştır" demek istemiştir. Mâide Sûresi'nden kastedilen ise abdest
âyetidir. Bu âyet Benî Mustalık gazvesinde nazil olmuştur. Cerîr ise, ondan
sonra müslüman olmuştur. Buna göre bu abdest âyetinin hükmü, yani ayakların
yıkanması emri mest giymeyenlerle ilgili genel bir emirdir. Cerîr (r.a.)
hadîsi ise, ayağında mest bulunan kimselerin ayaklarına meshedebileceklerini
beyan ederek meshin hükmünü, yıkamanın umûmî hükmünün dışma çıkarmaktadır. İbn
Münzir, İbn Mübârek'ten, sajıâbe-i kiram arasında meshin caiz olup olmadığı
üzerinde en küçük bir ihtilâfın bulunmadığım nakletmektedir. Mâide Sûresi'nin
inmesinden sonra da sahâbe-i kiram ayaklarına mesh etmişlerdir. İbn Hacer,
Fethu'l-Bârt isimli eserinde diyor ki, hadîs âlimlerinin söylediklerine göre»
mestler üzerine mesh verme ile ilgili hadîsler matevfttir derecesindedir. Bazı
âlimler râvîlerinin sayısı sekseni aştığım, aralarında aşere-i mübeşşerenin de
bulunduğunu söylemektedirler.
Ahmed b. Hanbe! de
meshin caiz olduğuna dair sahabe-i kiramdan kırk kadar merfû1 hadis bulunduğunu
söylemektedir.
İbn Abdiîberr de
d-lsâa&ftr'da yine 40 kadar sahabe’nin Rcsûl-ü Ekrem (s.a.) den meshin
caiz olduğuna dair hadis rivayet ettiklerini kaydeder.
Ebu'l-Kâsım b. Mende
ise, meshin caiz olduğunu rivayet eden 80 tane sahabe ismini vermektedir.[76]
1. Mest
üzerine meshetmek caizdir.
2. Şer’i
şerife uymayan bir şey görüldüğü zaman en uygun yolla ona müdâhale etmek
gerekir.
3. Doğruluğuna
inanarak yaptığı bir işten dolayı itirazla karşılaşan bir kimsenin, yaptığı
işin doğruluğunu İsbat için dayandığı delilleri serd etmesi gerekir.
4. Bir işin
doğruluğunu kabul etmeyen kimse, doğruluğunu iddia eden kimsenin delillerini
usûlüne göre reddetmelidir.
5. Bir işin
doğruluğunu iddia eden kişi de, kabul etmeyen kişinin delillerini çürütüp
kendi delillerinin kuvvetini isbatlamahdır.
6. Bir
iddianın isbatı için iki tarafın delil getirmesi caizdir.
7. Mestler
üzerine meshetmek nesh edilmemiştir. Geçerliliği bakidir.
155....İbn
Büreyde[77] babası Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"Necâşi Rasûlullah (s.a.)e bir çift, siyah ve düz mest hediye etti,
Rasûlüüâh (s.a.) bunlan (abdestli iken) giydi, sonra aldığı abdest Ger) de
onların üzerine meshetti.”[78]
Hadîsin iki râvîsinden
biri olan Müsedded, Vekî bu hadîsi Dilhem b. Salih'ten an'ane yoluyla almıştır,
dedi.
Ebû Dâvûd da; "bu
hadîs yalnızca Basrahların rivayetidir." demiştir.[79]
Hadîs-i şerifte geçen
Necâşî, Habeş kralı Asheme'dir. Babasnın adı «Encîr» idi Habeş kırauarma
Necâşî; Yemen krallarına, Tübba, Faris (tran) kıralianna Kisrfl; Bizans (Rum)
kırallanna Kayser; Rus kıratlarına Çar; Şam kıratlarına Hlrekl, Mısır
kırallanna Fİravn; Iskenderiyye kırallanna Mukavkıs; Hind ve Yunan kırallanna
BatHmos; Türk kırallanna Hakan; Sâbü kırallanna Nemrud; Arab kırallanna Nu'man;
Berberi kırallanna Cfilftt; Yahudi kırallanna Katyon; Fergana kırallanna ise,
thşSd denilir. Asrımızda ise Habeş kırallanna imparator deniliyordu, son imparator
da devrilip tarihe karışmış bulunuyordu. Adı geçen Necâşî'ye Rasûlü Ekrem
(s.a.) Amr b. Umeyye ile İslama davet mektubu göndermiş, o da îslâmı kabul
etmişti. Ibn Hibbân'in rivayetine göre; Necâşî Rasûlti Ekrem (s.a.)'e bir
mektup ve hediyye olarak da bir gömlek, şalvar, taylasan (fes) ve bir çift mest
gönderdi. Hicretin 9. senesinde Necâşî vefat etti. imam Buharının Câbir'den
rivayet ettiği bir hadise göre, Necâşî vefat ettiği gün Rasûlü Ekrem (s.a.)
Medine'de ashabında, "Boğun Habeşistan'da sâlih bir kimse vefat etti.
Cenaze namazını edâ edelim." buyurmuştur.
Câbir diyor ki;
"Saf olduk, Rasûlullah (s.a.) imam oldu, Necâşî'nin cenaze namazını
kıldık. Ben de ikinci safta idim," Allah onlardan razı olsun.
Habeşistan'da ölen
Habeşkrah Necâşî'nin cenaze namazını Medine'de kılma hâdisesi Hanefilerce
Rasûlullah'a mahsus bir iştir. Çünkü, Hanefilerce mevcut olmayan veya ekseri
cüzü bulunmayan cenazenin kılınan namazı sahih olmaz, Şafiî ve tbn Hanbele göre
İse, cenaze bulunmasa da bu cenaze Üzerine başka yerde ve Ülkelerde cenaze
namazı kılınabilir. (Bu mevzu cenaze bahsinde işlenecektir.)
Mîrek Şah der ki;
"Bu hadis, Resulü Ekrem (s.a.)in mest giyip Üzerine meshettiğinin fıkhî
delilidir. Seferde ve hazanla mesh üzerine meshettiği tevatürle sabittir.
"Taberânî ve Beyhakî*nin îbn Abbâs'dan rivayet ettikleri şu hadis-i şerif
de mest üzerine mesfrin cevazın isbat eden delillerden biridir: "Bir gün
Resulü Ekrem (s.a.) ihtiyacını gidermek için halktan uzaklaşarak bir ağacın
altında oturup mübarek ayaklarından mestleri çıkarıp (yere) koymuştu. Abdest
aldıktan sonra mestlerinden birini giydi, diğerini giymek üzere iken havadan
bir kartal inerek, mesti kaptığı gibi havalandı. Havada uçarak mesti baş aşağı
çevirdi ve mestin içinden bir yılan düştü. Allah'ın Resulü bu durumu görünce»
"Bu, Rabbimin bana Ur İkramıdır" buyurdu ve şu duayı okudu;
"Allah'ım, karnı üzerinde sürünen iki veya dört ayak üzerinde yürüyenlerin
şerrinden sana sığınırım"[80]
1. Müslüman
olmayanların hediyyesi kabul edilebilir ve kullanılabilir.
2. Verilen
hediyeyi alır almaz giymek, hediyenin makbule geçtiğini göstermek açısından
iyidir, sünnettir.
3. Yasak
olan renklerin dışında muhtelif renkler kullanılabilir.
4. Siyah
mest giymek kerahetsiz olarak caizdir.
156....Muğîre
b. Şu'be'den demiştir ki: "Resûlullah mestleri üzerine meshetti. Ben
(de); Ya Resulellah yoksa (ayağınızı yıkamayı) unuttunuz mu?" dedim.O da;
"(Hayır) bilakis sen unuttun, Rabbim Azze ve Celle bana bunu emretti"
buyurdu.[81] [82]
Bu hadîs-i şeriften
RasÛlü Ekrem (s.a.)'in abdest alırken sıra ayaklarına gelince onian mcshettiği
anlaşılıyor. Çünkü, diğer abdest organlarının sırayla yıkanması halinde en son
sıra ayaklara gelir. Bir de sadece mestler üzerine mesti verilmesi abdest almak
için yeterli değildir, öyleyse RasÛluliah (s.a.) diğer abdest organlarını daha
evvel yıkamış ve başım da meshettikten sonra sıra ayaklara geldiği için onları
da meshet mistir. Bunun Üzerine Muğîre, "Yâ RasûleÜah, niçin ayaklarını
yıkamıyorsun da böyle meshediyorsun?, Yoksa unutarak mı?" deyince, Rasûlü
Ekrem (s.a.)'de "Bilakis sen unuttun" buyurmuştur. Demek ki Muğîre
daha önceden Rasûiullah'ın ayağım meshettiğini gördüğü halde unutmuştur.
RasÛluliah (s.a.) bunu bildiği için "Bilakis sen unuttun” buyurmuştur.
Ayrıca bu hadîs-î
şeriften, mest üzerine meshetmenin caiz olduğu da anlaşılıyor. Ancak meshetmek
bir emir, bir farz değil, sadece bir izindir. "Bana Rabbim böyle
emretti." sözünün anlamı, bana rabbim böyle meshetmem için izin verdi,
demektir. Öyleyse, meshetmek bir azîmet değil, bilakis bir ruhsattır. Nitekim
149 ve 150 numaralı hadis-i şeriflerin serinde açıkladık.[83]
1. Hadis
mestler üzerine meshedilebileceği mevzuunda daha Önce geçen hadisleri
desteklemektedir.
2. İnsan,
dîni bir meselede şüpheye dü$tüğü zaman onu bir bilene sormaktan
çekinmemelidir.[84]
157....Huzeyme
b. Sâbit'in Rasûlullah'den (s,a.) rivayet ettiğine göre (Efendimiz şöyle)
buyurmuştur: "Mest üzerine mesh (in müddeti) yoku için üç gün, yolcu
olmayan (mukîm) için bir gün bir gecedir."[85]
Ebû Dâvûd dedi: Bu
hadîsi EbuMansurb.el~Mu'temirJbrahim et-TeymVden aynı senetle rivayet etmiştir,
ibrahim bu rivayetinde, öncekine ilâve olarak, şunları söylemiştir: "Eğer
biz Resulullah 'dan {süreyi) artırmasını isteseydik artıracaktı."
158....Übeyy
b. İmâre[86] 'nin (kendi) ifadesine
göre -(ki Ubeyy hakkında) Yahya b. Eyyub, "O hem Beyti'l-Makdis'e hem de
Kâbe-i Muazzama'ya karşı Rasûlü Ekrem'le birlikte namaz kılmıştır.”
diyor.-şöyle demiştir. "Yâ Rasûlallah mestler üzerine meshedeyim mi?
Rasûlullah'da (s.a.) "evet" buyurdu. (Übey, ya Rasûlallah) bir gün,
iki gün, üç gün (müddetince) meshedebilir miyim? diye (soru sormaya devam
etmiş). Rasûlullah'da, "Evet istediğin kadar" buy urdu.[87]
Ebû Dâvûd dedi ki: İbn
Ebi Meryem el-Mısri, Yahya b. Eyyûb'-den O da Abdurrahman b. Rezîn'den O da
Muhammed b. Yezid b, Ebi Ziyâd'dan O da Übâde b. Nesiy'den O da Übeyy b.
İmâre'den rivayet ettiğine göre, İbn Ebi Meryem bu rivayetinde şöyle demiştir:
"Übey (üç gün meshedebilir miyim, dedikten sonra sorusuna) yediye kadar
devam etti. Rasûlullah da (s.a,) "evetfyedi gün müddetince meshe devam
edebilirsin) ve uygun gördüğün kadar (meste devam edebilirsin)" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Yahya b. Eyyûb'un bu senedinde ihtilâf vardır. Çünkü, Yahya güvenilir bir
kimse değildir. Yine bu hadîsi tbn Ebi Meryem ve Yahya b. İshâk es-Süleyhi
Yahya b. Eyyûb'dan rivayet etmişlerdir. (Ancak SüleyhVnin) senedinde ihtilâf
edilmiştir.[88]
Birinci hadîs-i şerif,
yolcular için mest üzerine meshetme müddetinin üç gün üç gece (72 saat), yolcu
olmayanlar için de bir gün bir gece (24 saat) olduğunu ifâde etmektedir.
Nitekim Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarları, Sevrî, Hasen b. Salih, Şafiî, Ahmed
b. Hanbel, İshâk b. Râhûye, Ashâb-ı Kiram ve Tabiîn hazretlerinin büyük çoğunluğu
ve onlardan sonra gelen fıkıh âHmleri hep bu görüştedirler. Bir kısım âlimler
de; "Mesttin müddeti İçin belli bîr zaman yoktur. İnsan İstediği kadar bu
müddeti uzatabilir" demişlerdir.
Şa'bî, Ebû Seleme b.
Abdirrahman, Leys.Rabîa ve meşhur rivayete göre İmam Mâlik (r.a.) bu
görüştedirler. Bu âlimlerin dayandığı hadîs-i şerifler şunlardır.
1. Ebü
Davud'un İbrahim et-Teymî'den rivayet ettiği, "Rasûlullah'tan artırmasını
isteseydik, artıracaktı” mealindeki 157 numaralı hadisi şerif.
2. Enes b. Mâlik
hadîsi. Bu hadise göre Nebiyyi Ekrem (s.a.) "Sizden birisi abdest alıp
mestlerini giydiğinde onlarla namazını kılsın. Sonra onlara m es h etsin;
istediği kadar ayağından çıkarmasın (meshe devam etsin) Ancak cünüplük hali
müstesna" buyurmuştur.
Bu hadîsi Hâkim,
Müstedrek isimli eserinde rivayet etmiş ve "Bu hadis, Müslim'in rivayet
şartlarına uygundur. Râvîleri güvenilir kimselerdir." demiştir.
Aynı zamanda bu hadîsi
Dârakutnî de Esed b. Musa'dan rivayet etmiş ve Tenkîh sahibi de bu rivayet
için; "Senedi sağlamdır, Râvi Esed b. Musa da sözüne güvenilir bir
kimsedir. Aynı zamanda Nesaî de onun doğru sözlü bir kimse olduğunu
söylüyor" demektedir.
3. Ukbe b.
Âmir hadîsi.Ukbe şöyle demektedir:-"Bir cuma günü Şam'dan Medine'ye doğru
yola çıktım. Ömer b. el-Hattab'in huzuruna vardım. Bana, "Mestleri ayağına
ne zaman giydin?" dedi. Ben de, cuma günü dedim. Hiç ayağından çıkardın
mı? Ben, hayır hiç çıkarmadım deyince, "Tam sünnete uygun hareket
etmişsin" dedi. Bu hadîs-i şerifi de Beyhâkî rivayet etmiştir.
Ayrıca, mestler
üzerine meshin belirli bir zamanla mukayyet olmadığı kıyas delili ile de isbat
edilebilir. Şöyle ki, sargı üzerine meshetmekle ayakları yıkama taharet
olmaları bakımından nasıl belirli bir zamanla mukayyet değillerse mestler üzerine
meshetmekte bir taharet olarak herhangi bir müddetle kayıtlı olmamalıdır.
4. Bu
görüşte olan ulemanın diğer bir delili de 158 numaralı hadistir."Ayağıma
meshedebilir miyim?" sorusundan da anlaşılıyor ki bu mübarek sahâbînin o
güne kadar meshin caiz olduğundan haberi olmamıştır. Yahutta Resulullah
(s.a.)'m ayağına meshettiğini gördüyse de bunun ona has bir durum olduğunu
zannetmiştir.
Bu âlimlere karşı mesh
müddetinin sınırlı olduğunu iddia edenlerin bu hadisler hakkındaki görüşlerini
de şöylece sıralamak mümkündür:
1. 158
numaralı hadis, Übey b. İmâre hadisini bütün Sünen sahipleri rivayet
etmişlerdir. Fakat hepsi de zayıf olduğunda ittifak etmişlerdir.
2. 157 nolu
Huzeyme hadisine gelince iki cihetten zayıftır: a. Munkatı' dır. b.
Muzdariptir.
3. Enes
hadisine gelince, Beyhakî onun zayıf olduğunu söylemektedir. Aynî ise, lbn
Cevzî'den Enes hadisindeki “istediğin kadar ayağından çıkarmadan meshe devam
et" hadisindeki maksadın, "üç gün içinde istediğin kadar
meshedebilirsin" demek olduğunu nakletmektedir, lbn Hazm ise, "bu hadisi
Esed b. Mûsâ tek başına rivayet etmiştir. Esed'in hadisleri münkerdir delil
olamaz" demektedir.
Hz. Ömer'in "tam
sünnete göre hareket etmişsin” sözüne gelince, bu söz de mesh süresinin
sınırsız olduğuna delâlet etmez. Çünkü Hz. Ömer'den de. mesh süresinin sınırlı
olduğuna dair hadis-i şerifler vardır. Tahavî'nin Şerhti Meani’l-Âsar'da
rivâyet ettiğine göre, Süveyd b. Gafle şöyle demiştir: "İçimizde Hazret-i
Ömer'le en çok senli benli olan Benâne'ye; haydi Ömer'e meshin hükmünü sor"
dedik, o da sorunca Hz. Ömer: "müsafir (yolcu) için üç gün, mukim (yolcu
olmayan) için de bir gündür" dedi."
Keza Zeyd b. Vehb'den
de aynı manâdabir hadisî Tahavî merhum meşhur eserinde rivayet etmektedir. Bu
hadisleri rivayet ettikten sonra hazreti imam şunları söylemektedir: "İşte
bu hadîs-i şerifler mesh müddetinin sınırlı olduğuna dâir Rasûlü Ekrem (s.a.)
den rivayet edilen delillerdir."
Şayet mesh müddetinin
sınırlı olmadığına dâir rivayet edilen hadisler sahihse, bunun manâsı;
"mesh müddetine riâyet etmek şartıyla devamlı mest üzerine mesh
edebilirsiniz" demektir. Nitekim "temiz toprak (on sene bile olsa) m
ti'm in için bir abdest vazifesi görür" hadîsinden anlaşılan da budur.
Yani teyemmümün şartlarına riâyet edildiği takdirde her zaman temiz toprakla
teyemmüm edilebilir demektir. Yoksa bir kerre teyemmüm edince on sene devam
eder demek değildir.
Bunların, meshi
yıkamaya benzeterek; "ayağını yıkayan adam, abdestini bozmadığı müddetçe
nasıl onunla istediği kadar namaz kılabilirse ayağına mesheden kimse de mesti
çıkarmadığı müddetçe devamlı abdestli sayılır. Keza sangı üzerine yapılan mesh
de sargı bulunduğu müddetçe geçerlidir" demeleri ise, sahih hadislere
aykırı olduğundan geçerli bir itiraz değildir.
Bütün bunlar göz
önünde bulundurulunca en ihtiyatlı yolun, yolcu için geceli gündüzlü üç gün,
mukîm için bir gün olmak üzere müddet tayini yapan hadislere uymak olduğu
anlaşılır.
Ancak meshin müddeti,
abdest bozulduğu andan itibaren başlar. Yoksa giyildiği andan itibaren
başlamaz. Keza meshettiği andan itibaren de başlamaz. Ayağın birini veya
ikisini birden çıkarınca, şayet abdesti bozuk veya mesh müddeti zaten sona
ermiş idiyse artık sadece ayaklarını yıkaması kifâyet etmez.Nevevî'ye göre,
mesh müddeti, mestler meshediidiği andan itibaren başlar. Şayet abdestli iken
ayaklarının bîrini veya her ikisini de mestten çıkarırsa Şafîî ve Hanelilere
göre sadece ayaklarım yıkaması gerekir. Malikîlere göre ise, hemen o anda
ayağını yıkarsa kâfi gelir, geciktirirse kâfi gelmez, yeni baştan abdest
alması lâzım gelir.
Hafız İbn Hacer,
FethıTI-BârTde şunları kaydediyor: "Ayağa meshet-tikten sonra eğer mesh
müddeti bitmeden mestler çıkarılacak olursa, mesh müddeti sınırlıdır diyenlere
göre abdest bozulmuş olur, yeniden alınması lâzımdır. Kûfelilere, Müzenî'ye ve
Ebû Sevr'e göre ise sadece ayaklarım yıkar. Ancak, ayakların o anda, ara
vermeden yıkanması lâzımdır. İmam Hasen, İbn Ebi Leylâ ve bazı âlimler de
abdestli iken ayağını çıkaran kimsenin ayağını yıkamasının gerekmediğini
söylemişlerdir. Bunlar ayağa meshi, boyuna ve başa verilen meshe
benzetmişlerdir. Bu görüşü ihtiyatla karşılamak lâzımdır."
Yukarıda verilen
delillerin neticesinde varılan hüküm şudur ki; Mestler üzerine mesh vermenin
zamanla mukayyet olmadığım söyleyen âlimlerin delilleri Cumhur tarafından
yetersiz görüldüğünden, 157. hadîsle tesbit edilen hüküm cumhura göre esas
olmuş ve yolcu için mesh müddeti abdestin bozulmasından itibaren 72 saat,
mukîm için ise, 24 saat olarak tesbit edilmiş olur.[89]
Netice olarak, mest
üzerine mesh müddetinin yolcular için üç gün, yolcu olmayanlar için ise bir gün
olduğu
anlaşılmış
bulunmaktadır.[90]
159....el-Muğîre
b. Şu'be'den, demiştir ki; "Rasûlullah (s.a.) abdest aldı, çoraplarının ve
ayakkabılarının üzerine mesnetti."[91]
Ebû Dâvûd dedi ki;
Abdurrahman b. Mehdi bu hadîsten hiç bahsetmezdi. Çünkü, el-Muğîre'den (gelen)
ma'ruf hadîs, "Muhakkak ki Nebiyyi Ekrem (s.a.) mestler üzerine
mesnetti" şeklindedir.
Yine Ebû Dâvûd dedi
ki: Bu hadis, aynı zamanda Nebiyyi Ekrem 'den Ebû Musa el-Eşârî
tarafından;”'Rasûlullah (s. a.) çoraplar üzerine meshetti" (şeklinde)
râvîler zincirinden (bazı râvîler) atlanarak ve zayıf senetle rivayet
edilmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki; Ali
b. Ebî Tâlib, İbn Mes'ud, Berâb, Âzib, Enes b: Mâlik, Ebû Umâme, Sehl b. Sa'd
veAmr b. Hureys dahi çorapları üzerine meshetmişlerdir. Bu husus Ömer b.
el-Hattâb ve İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.[92]
Hadîs"i §erifte
geçen Ve “çorap” terceme ettiğimiz kelimesinden, pamuk veya yünden mest
şeklinde örülmüş bir ayakkabı çeşididir. Mest ise deriden yapılan ve ayaklan
topuklara kadar örten ayakkabı çeşididir. Hanefi âlimlerinden Aynî,
"Cevreb" hakkında şunları söylemektedir: "Şiddetli soğukların
hüküm sürdüğü memleketlerde soğuktan sorunmak için eğirilmiş yünden yapılan ve
ayağa giyilen ve topuklara kadar uzanan şeydir"Bu cevrab kelimesi üzerinde
ulemâ arasında farklı görüşler vardır:
Firuzâbâdî Kâmûs'da,
Ebul-Feyz Murteza, Tacü'l-Arûs'ta Cevrab, ayakkabıdır derken, et-Tayyibî
"deriden mamul bir ayakkabıdır, dize doğru uzanır ve mest diye
bilinir" diyor. Firûzâbâdî'nin sözü bütün ayakkabı çeşidini ifâde edecek
niteliktedir, ister deriden, ister yünden veya kıldan, isterse bunların dışında
bir şeyden olsun hepsine şâmildir. Sonra Firuzâbâdî'nin sözünden bu ayakkabının
kalın veya ince, hatta dikişli veya dikişsiz olup olmamasında da bir fark
olmadığı anlaşılıyor.
et-Tîbî Şevkânî ve
Şeyh Abdülhak'm tefsirlerine göre "Cevrab" ciltden mamul olup mestin
başka bir çeşididir, mestten daha büyüktür.
Hanefî imamlarından
Şemsu'I-eimme el-hulvânî'ye göre cevrab'ın beş çeşidi vardır:
1. Tiftikten, 2. Kıldan, 3. Yünden, 4. İnce
deriden , 5. Pamuktan.
Bütün bu ihtilaf iki
sebepten ileri gelmektedir:
1. Cevrab'ın
imal edildiği madde,
2. Cevrab’ın
hacmi ve büyüklüğü,Ayrıca bu ihtilâfın cevrab'ın çeşitli ülkelere göre çeşitli
biçim ve büyüklüklerde yapılmış olmasından ileri geldiği de düşünülebilir.
Çünkü şartlara göre bazı ülkelerde deriden, bazısında yünden, bazısında da
diğer mevcut maddelerden dokunmuş olabilir. "Her lûgatçı kendi ülkesinde
bulunan cevrab şekillerine bakarak bir tarif yapmıştır" denebilir.
Firuzâbâdî gibi bazı lügatçiler de bütün ülkelerde bulunan çorap şekillerini
kapsayacak bir tarif ortaya koyabilmişlerdir.
Çoraplar üzerine
meshetmek mevzuunda imamların görüşleri pek farklı değildir. İmam Ebû Yusuf'a
göre, ayakta bağsız.durabilecek şekilde, sık ve sağlam dokunmuş kalın çoraplar
üzerine meshetmek caizdir.
Bu mevzuda İmam
Muhammed'de, Ebû Yusuf'un görüşündedir. İmam Ebû Hanîfe'nin de bunların
görüşüne döndüğü rivayet edilir. Fetva bu veçhiledir. İmam Mâlik ise, çoraplar
üzerine meshin caiz olabilmesi için çorapların kalın ve altlarının deriden
yapılmış olmasını şart koşmaktadır.
İmam Şafiî ve Ahmed'in
mezheplerine göre de çoraplar üzerine tabansız bile olsalar raeshetmek
caizdir.
hadîs-i şerifte geçen
Na'l kelimesinden maksatsa, ayağı yerden koruyan her çeşit ayakkabıdır. Ancak
151. hadîs-i şerifte de açıkladığımız gibi topuklardan aşağı olan
ayakkabıların üzerine meshetmek caiz değildir. Bu hadîs-i şerif üzerinde fikir
beyân eden hadîs sarihlerinden Hattâbî ve Menhel sahibi, "Rasûlullah
(s.a.) ayakkabı üzerine meshederken çoraplar üzerine meshetmeye niyyet
etmiştir" diyorlar. Yani ayakkabıların altında çorap giyili olduğunu,
ayakkabıya meshetmekten gayenin de çoraplar olduğunu, ayakkabıların üzerine
yapılan meshin fazladan olup abdeste hiç engel teşkil etmeyeceğini ifâde
ediyorlar.
Îbnü'l-A'râbi der ki;
Na'l Peygamberlere mahsus bir ayakkabı çeşididir. Daha sonra insanlar çamur ve
yaşdan dolayı kendilerine başka biçimlerde ayakkabılar edindiler. Peygamber
efendimizin ayakkabılarının üzerinde tüy yoktu. Bu ayakkabıların parmak
kısımları üzerinde birer tasma vardı.
Tahavî Şerhu
Meftni'l-Âsfir isimli eserinde "Ayakkabıların üzerine meshetme"
babında şunları söylüyor: "Muteber olan mesh çorapların üzerine yapılan
meshtir. Bununla beraber ayakkabılar Üzerine verilen mesh fazladandır."
Her ne kadar Ebü Dâvûd
hadîsin sonundaki ta'lîkmda îbn Mehdî'nin bü hadîsin çorap Üzerine meshle
ilgili bölümünü münker görüp üzerinde durmadığını, sadece mestler üzerine
mesihle ilgili kısmını ma'ruf bulduğunu söylüyorsa da bu kusur olarak kabul
edilen kısımların, Muğîre'nin Rasûlullah (s.a.)'ı meshederken görmediğine bir
delil teşkil etmez.
Muğîre'nin Rasûlü
Ekrem'i hem sadece ayakkabılarına meshederken hem de ayakkabı ve çoraplarına
meshederken görmüş olması mümkündür. Çünkü bu hadîsi aynı zamanda Ebû Davud'un
senediyle Tahavî, îbn Mâce ve Tirmizî de rivayet etmiş, Tirmizî hadîs hakkında
Hasen-sahih demiştir.
Yine musannif Ebû
Dâvûd bu hadîsin bîr de Ebû Musa el-Eşarî'den munkatr ve zayıf olarak rivayet
edildiğini söylüyor ki bu ikinci rivayetin munkatr oluşuna sebep teşkil eden
kusur, senette bulunan Dahhâk'ın Ebû Musa'dan (r.a.) hadîs dinlememiş
olmasıdır. Hadîsin zayıf sayılmasının diğer bir sebebi de râvîler içerisinde
Ebû Sinan İsa b. Sinan'ın bulunuşudur.[93]
Hadisten (mest)
şartlarını hâiz olan çorap ve ayakkabı üzerine mesh etmenin caiz olduğu
anlaşılmaktadır.[94]
160....Evs
b. Ebî Evs es-Sekafî'den demiştir ki; "Rasûlullah (s.a.) abdest aldı.
Ayakkabıları ve ayaklan üzerine meshetti.'' Râvî Abbad, es-Sekâfî'nin,
"Ben Rasûlullah (s.a.)'ı bir kavmin kuyusuna, (yani su deposuna) gelip
abdest alarak ayakkabıları ve ayaklan üzerine meshettiğini gördüm."
demiştir.
Abbâd; "Ben
Rasûlullah (s.a.) in bir kavmin su kuyusuna (yani su deposuna) gittiğini
gördüm" dediği halde; Müsedded su deposundan da su kuyusundan da söz
etmedi. Sonraki "Abdest aldı, ayakkabıları ve ayakları üzerine
meshetti"(ifadelerini ise) her ikisi de ittifakla zikrettiler.[95] [96]
Hadîs-i şerifte geçen
"ayaklan üzerine meshetti" tabirinden maksat, çoraba meshetmektir.
Bir mahallin içindeki şey zikredilip te mahallin kendisi kasdedilmiş olması
kabilinden bir mecazî mürseldir. İbn Reslan "Bu hadîsin anlamı bir evvelki
hadîsin anlamı gibidir. Yani ayaklara meshetmekten maksat çoraplara
meshetmektir" diyor.
İbn Kudâme ise,
"Nebiyyi Ekrem (s.a.) nalinlerinin tasmaları üzerine meshetmiştir.
Binaenaleyh hadîs-i şerifte söz konusu edilen mesh çorapların üzerinde bulunan
nalinlerin üzerine verilmiştir” diyor[97] ki bir önceki hadîs-i şerifin izahına uygun
düşüyor. Hanefî ulemâsından Bedruddin el-Aynî ise bu konuda şöyle diyor.
"Bu hadîsin zahirinden ayaklara ve ayakkabılara mes-hetmenin caiz olduğu
anlaşıhyorsa da bu ancak abdestli iken alınan nafile abdestlerde geçerlidir.
Yoksa bozulan bir abdesti yenilemek için ayaklar üzerine meshetmek caiz
değildir." Merhum Aynî bu görüşünü îbn Hıbbân ve İbn Huzeyme'nin rivayet
ettiği hadîslerle isbat etmiştir.
Beyhâkî ise;
"ayakkabı üzerine mesh etti" cümlesini "ayaklarım pabuç içinde
iken yıkadı" şeklinde tefsir etmiştir. Yerinde bir tefsirdir. Zira
Arapça'da mesh kelimesi yıkama manasına da gelir. Ayrıca bu hadisi "Peygamber
(s.a.) ayaklarım yıkadı" şeklinde rivayet edenler çoğunluktadır.
Ayakkabıları üzerine mesh etti diyenler ise azınlıkta kalmıştır. Konu bir olduğuna
göre çoğunluğun rivayetinin, azınlıkta kalanların rivayetine tercih edilmesi
gerekir.
Yine bu hadîs-i
şerifte, üzerinde durulması lâzım gelen bir mesele de ( =kuyu) kelimesinin (
=içinde abdest suyu bulunan matara büyüklüğünde bir kap) kelimesiyle
açıklanmasıdır.
Ancak bu tefsir şekli
bazı kişilerce benimsenmemişse de aslında lugatçıların ekseriyyeti bunu kabul
etmemektedir. Hadîsin iki râvîsi Müsedded ile Abbfld arasında üç noktada
rivayet farkı vardır:
1. Abbâd,
"bana Evs haber verdi" tabiriyle rivayette bulunurken Müsedded'in
rivayetinde bu tabir yoktur. Binaenaleyh Müsedded bu hadîsi bir başkasından
duymuş da olabilir ki Abbâd'ın rivayetinin buna göre daha kuvvetli olduğu
ortadadır.
2. Abbâd'ın
rivayetinde, Abbâd' ın hadîs aldığı Evs'in "bizzat gördüm" dediği
nakledilirken Müsedded' in rivayetinde "Evs gördü" ifâdesi vardır.
(Bazı nüshalarda "gördü" tabiri de geçmiyor.)
3. Abbâd'ın
rivayetinde ( ve ) ta'birleri var,
Müsedded’ inkinde yoktur.
Bir de bu hadîsin
senedinde ve metninde ızdırap vardır. Yani hadîs muzdariptir.
Senetteki ızdırab
şudur: Ebû Davud'un bu rivayetinde hadîsi Hu şey m, Ya'lâ b. Ata ve Atâ
vasıtasıyla Evs'den rivayet etmiştir. Musannif Ebû Dâvûd'la Ahmed ibn Hanbel'in
rivayetinde olduğu gibi HammajJ b Seleme ile Şüreyk b. hadisi Ya'la ibn Ata ve
Evs yoluyla Ebû Evs'derİ riwet etmişlerdir.
Metindeki ızdırab ise,
şudur: Hüseyin'in rivâyetnide Evs, "Rasûlullah'ı (s.a.) abdest alıp
ayakkabılarına ve ayaklarına meshederken gördüm" dediği halde, Hammâd b.
Seleme'nin rivayetinde Evs, "Babamı abdest alıp ayakkabılarını
meshederken gördüm de "sen ayaklarının üzerine mesh mi ediyorsun?"
dedim. O da "Ben Rasûlullah (s.a.)'ı ayaklarının üzerine meshederken
gördüm" cevabını verdi" diyor. Bu farklar arasında bir tercih yapılamadığından
hadîs ızdırâbdan kurtulamıyor.[98]
161....el-Mugîre
b. Şu'be'den, demiştir ki; "Rasûlullah (s.a.) mestler üzerine
meshederdi" (Bu hadîsin senedinde geçen) Muhammed'den başka râvîler
("mestler üzerine" ifâdesi yerine) "mestlerin üst kısmına
mesnetti" şeklinde rivayet etmişlerdir.[99] [100]
Bu hadîs-i şerifi
Tirmizî'nin dışında daha başkaları da rivâyet etmişlerdir. Tirmiz’nin râvisi
Ali b. HucrMur. Bu rivayetlerde "mestlerine" tabiri yerine
"mestlerin üst kısmına" tâbiri vardır. Bu hadîsi nakledenler
şunlardır:
1. İbn Ebî
Şeybe el-Muğîre b. ŞıTbe senediyle Musannef'inde rivayet etmiştir.
2. Dârâkutnî
İbn Ebiz-Zinâd senediyle rivâyet etmiştir.
3. Beyhâkî,
Ebû Dâvud et-Tayalîsi vasıtasıyla el-Muğîre b. Şu' be'den rivayet etmiştir.
Bütün bu rivayetlerde
meshin, mestlerin sadece Üst kısmına yapılabileceği kaydı vardır. Musannif Ebû
Davud'un Muhammed b. es-Sabbah'dan rivayet ettiği ve mevzumuzu teşkil eden bu
hadîse göre meste meshetmek için belli bir yer tâyin edilmiyor. Mestlerin her
tarafına meshedilebileceği anlaşılıyor. Fakat diğer rivayetlere göre ise,
mestlerin sadece üst kısmına mesh edilmesi lâzım geldiği ifâde ediliyor. Bu
bakımdan Muhammed'in bu rivâyetindeki "mestlere mesnetti" sözünü
"mestlerin üst kısmına mesnetti" şeklinde te'vil etmek lâzımdır.
Ancak mestlere
yapılacak meshin miktarı hususunda da ulemâ farklı görüşlere sahiptir.
1.
Malikîlere göre: Mestin üst kısmını tamamen mesh etmek farz, alt kısmını
meshetmekse sünnettir.
2. îbn Nâfî'
ve îbn AbdFl-Hakem'e göre mestlerin üst kısmını da alt kısmım da meshetmek
farzdır.
3. Eşheb'e
göre ise mestlerin altına meshetmek farzdır. Binaenaleyh mestlerin üstünün
dışında kalan kısmım meshetmek abdestin sıhhati için yeterlidir.
4. Şafiîlere
göre ise, mestlerin üstüne bir parmak kadar meshedilmesi kâfidir.
5.
Hanbelilere göre mestlerin üstünün ekser kısmına meshedilmesi yeterlidir.
6. Hanefîlere
göre ise meshin farz miktarı her ayağın ön tarafına tesadüf eden mestin
üzerindeki el parmaklarının en küçüğü İle üç parmaklık yerdir. Bu kadarcık bir
yere mesh edilirse farz yerine getirilmiş olur. Mestlerin altına meshedilemez.
Nitekim Hz. Ali, "eğer din akılla tesbit edilebilseydi ben mestlerin
altına meshedilmesinin üstüne meshedilmesinden daha iyi olacağına hükmederdim”
demiştir.
Yapılan meshte
parmakların açıkça bulunması, meshin el parmaklarıyla yapılması ve meshin ayak
parmaklarının ucundan başlayarak yukarı doğru yapılması sünnete uygun bir.
meshtir. Mestin üzerine su dökülmesi veya sünger gibi bir şeyle ıslatılması da
farzı yerine getirmek için yeterli ise de sünnete uygun değildir. 165.hadîs-i
şerifin şerhine de müracaat edilmelidir.
162....Ali
(r.a.)'den, şöyle demiştir: "Eğer din (akıl) ve re’yle olsaydı, mestin
üstünü değil de altını meshetmek daha uygun olurdu, Halbuki ben Rasûlullah'ı (s.a.)
mestlerinin üzerine meshederken gördüm.”[101]
Din, boyun eğmek,
itaat etmek ve kulluk manâlarına geldiği gibi, hesap ve ceza manalarına da
gelir. Dînî bir terim olarakta dîn, Allah teâlânın Peygamberi vasıtasıyla
gönderdiği hükümler bütünüdür. Buna göre dînin kaynağı akıl değildir.
Bilindiği gibi akıl,
sadece aklın prensipleri sahasına giren meseleleri çözmekte söz sahibidir.
Halbuki din akim sınırını aşan hikmetler sahasıyla da ilgilidir. Şu gördüğümüz
tabiat âleminin Ötesinde kalan alemlerde dinin sahası içine girdiğinden akıl
dinî hükümlerdeki hikmetleri her zaman kavrayamaz. Sonra akıl içinde bulunduğu
şartlara göre düşünür. Bugün yirminci asrın şartlarına göre düşünen insanlık
muhakkak ki otuzuncu asrın şartlarına göre düşünürken bu günkünden farklı
düşünecektir. Bir misâl vermek gerekirse suyun bulunmadığı hallerde toprakla
teyemmüm etmenin temizlik yerine geçmesini akıl kavrayamaz.
Akıl gözüyle bakıldığı
zaman temizlik için ellerin ve yüzün tozlara sürüldüğü görülünce akıl buna
şaşar. Halbuki Allah'ın kullardan istediği, emirleri karşısında kulun aczini
bilip, Allah'ın yegâne ibâdete lâyık kâdir-i mutlak olduğu inancıyla kulluğunu
tozlara, topraklara bulanmak pahasına da olsa isbat etmesidir.
İmam Ebu Hanîfe
hazretleri bu gerçeği şu veciz sözleriyle dile getirmiştir: "Eğer din,
akıl ve reyle olsaydı guslün meniden değil, idrardan dolayı lâzım geldiğine
hükmederdim. Çünkü gerçekte idrar meniden daha pistir. Keza mîras taksiminde
kadının iki, erkeğin ise bir olmasını emrederdim. Halbuki Kur'ân-ı Kerim ve
sahih hadîsler bunun böyle olmadığını kesinlikle ifâde ediyorlar."
Şurasını da ifâde
edelim ki kâmil akıl yeterli şartlar içerisinde aslında dînî emirlere ters
düşmez. Akim, dînin bazı emirlerini kavrayamayarak ona ters düşmesi ya şahıstan
şahsa farklılık gösteren akıldaki noksanlıktan ileri gelir yahutta aklın içinde
bulunduğu imkânların yetersiz olmasından ileri gelir. Zirve bir noktadan
etrafını gözetleyen bir kimsenin varacağı bir hükümle, o zirvenin eteklerinden
gözlem yapan adamın varacağı hüküm elbette farklı olacaktır. Allah teâlâ ise,
İslâm dîni ile bütün insanlığı düşünce ve fikir ufkunun en son zirvesine
çıkarmıştır.
Akıl, fikir ve hakîkat
adına, bu zirve noktadan ayrılarak uzaklaşanlar, uzaklaştıkları nisbette dağın doruğundan
eteklerine doğru alçalma kaydedeceklerdir. İşte vahyin ışığından ayrılarak
akıl ve fikir adına ayrı bir yol tutanların durumu budur. Bu mevzuda şu hadîs-i
şerîfî de hatırdan çıkarmamak lâzımdır: "Ey ashabım, sizden sonra
yaşayacak olanlar pek çok fikir ayrılıklarına şahit olacaklardır. Sîze benim
yolumu, ve halifelerimin yolunu tutmanızı tavsiye ederim. Din adına uydurulmuş
(şahsi ve İndî görüşe dayanan) bid'at İşlerden sakının. Çünkü sonradan (din
adına) uydurulmuş her yenilik bir bid'attır. Her bidat de delalete
sürükleyicidir."[102]
Yüce Allâh Kur'an-ı
Keriminde bu gerçeği îcâzkâr bir ifadeyle ne kadar güzel açıklamıştır:
"...Peygamber
size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının..”[103]
163....A'meş
(bir evvelki senedde yer alan hocaları yoluyla) Hz. Ali'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Ben Rasûlü Ekrem'in (s.a.) mestlerin üst kısmına
meshettiğini görünceye kadar ayakların (mestlerin) alt kısmının
meshedilmesinin daha uygun olacağını zannediyordum."[104]
Rasûlullah (s.a.)’ı
mestlerinin üstüne meshederken görünceye kadar mestlerin altının
meshedilmesinin daha uygun olacağı kanaatini taşıyormuş.[105] Hz.
İmam şahsi görüşüne göre, ayağın alt kısmını toza toprağa daha çok maruz
kalacağından meşhe en lâyık olan kısmın mestin alt kısmı olacağı kanaatine
varmışsa da Rasûlü Ekrem (s.a.) i mestlerin üstüne meshederken görünce
mestlerin (altından çok) üstünün meshedilmesinin lüzumuna inanmıştır.
164....Muhammed
b. el-'Alâ,Hafsb. Ğıyâs vasıtasıyla A'meş' den aynı senetle bu hadisi rivayet
etmiştir. (Hz. Ali (r.a.) şöyte) demiştir: "Eğer din akılla olsaydı
ayağın altına meshetmek üstüne meshetmekten daha uygun olurdu. Halbuki
peygamber (s.a.) ayakkabılarının üstüne mesnetti." Yine aynı hadîsi Veki
(b. el-Cerrah) A' meş'den aynı senetle rivayet etmiştir. (Bu rivayette de Hz.
Ali); "Ben Rasûlullah (s.a.)'ın ayaklarının üstüne meshettiğini görünceye
kadar ayakların altını meshetmenin üstünü meshetmekten daha uygun olacağını
zannederdim" demiştir. Vekî’ dedi ki (ayaklarda Hz. Ali'nin), kasdettiği,
mestlerdir."
Ve yine aynı hadîsi
tsâ b. Yûnus, Vekî'nin (A'meş'den) rivayet ettiği gibi rivayet etmiştir.
Ebu'l-sevdâ'nın İbn
Abd-i Hayr vasıtasıyla babası (Abdü Hayr)dan rivayet ettiği aynı hadîste, (Abdü
Hayr); "Ben Ali'yi abdest alıp ayaklarının üstünü meshten sonra, eğer ben
Rasûlullah'ın şunu yaptığım görmeseydim..." derken gördüm demiş ve bu
hadisin asıl metnini zikretmiştir.[106]
Musannif Ebû Davud'un
bu hadîs-i şerifi ve ta'liklerini rivâyet etmekten maksadı, bu hadîs-i şerîfin
çeşitli yollardan rivayet edilmiş olduğunu göstermektedir, bu hadisle ilgili
fıkhî açıklamalar bundan önceki hadîs-i şeriflerin izahında geçmiştir.
165....el-Muğîre
b. Şu'be'den demiştir ki: "Tebûk gazvesinde Rasûlü Ekrem (s.a.)'in abdest
suyunu döküverdim, mestin üstüne ve altına mesh verdi."[107]
Ebû Dâvud dedi ki:
"Bana gelen haberlere göre râvt Sevr bu hadisi Recâ'dan duyarak almış
değildir.[108]
Tirmizî, "bu
hadis hakkında zayıftır, illetlidir (kusurludur) bu hadîsi Sevr b. Yezîd den
nakleden tek râvi, el-Velid b. Müslim'dir. Başka bir kimse
nakletmemiştir" diyor. Tirmizî sözlerine devamla bu hadîs hakkındaki
görüşlerini şu kelimelerle dile getiriyor, "Ben bu hadîsi Muhammed b.
İsmail el-Buhârî'ye ve Ebû Zur'a'ya sordum, "bu hadis sahîh değildir"
dediler. Çünkü İbn Mübarek bunu Sevr'den, O da Reca’ b. Hayve'den rivayet
ediyor. Ve Recâ, "Bana bu hadîsi el-Muğîre'nin kâtibi haber verdi"
diyor ki, hadîs Rasûlullah'tan mürsel olarak rivayet edilmiş ve hadîsde,
Muğîre'nin adı geçmemiştir."
Müellif Ebû Dâvud’da
kendi görüşünü açıklamamakla beraber Sevr b. Yezîd'in Recâ b. Hayve'den bu
hadîsi işitmediğine dâir bazı haberlerin kulağına geldiğini ifâde etmiştir.
Bununla beraber hadîs'i şerif üzerindeki bu zayıflık iddialarının doğru
olmadığı beyan edilerek ileri sürülen deliller çürütülmüştür. Bu hadîsin zayıf
olmadığını ve hakkındaki zayıflık iddialarının yanlış olduğunu söyleyenlerin
delilleri şöylece sıralanabilir:
1. Beyhâkî
bu hadîsi, Dâvud b. Reşîd, el-Velid b. Müslim, Sevr feı Yezid, Recâ b. Hayve,
Muğîrenin kâtibi kanaliyle el-Muğîre'den rivayet etmiştir. Bu senede göre
Sevr'in Recâ'dan hadîs dinleyip rivayet ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır.
2. Velîd'in
burada tedlis yapmadığı bellidir.
3. Keza aynı
sened Dârakutnî tarafından da zikredilerek Sevr'in Recâ' dan hadis aldığı
ortaya çıkmış ve ayrıca el-Muğîre'nin atlandığı ve hadîsin mürsel olduğu
iddiası da reddedilmiş oluyor. İbn Mâce'nin Sünen’in de açıkladığına göre
el-Muğîre'nin kâtibinin adı Verrâd'dır.
Her ne kadar bu hadis
hakkındaki zayıflık iddiaları bu şekilde reddedilmeye çalışılmışsa da, bu
hadisin bu konuda gelen sahih hadislere aykırı olduğu aşikardır. Buhârî, Ebu
Zur'a, EbÛ Dâvud, Tirmizî ve Şafiî, gibi hadis otoriteleri bu hadisin zayıflığına
hükmetmişlerdir. Nevevî, Mecmu'unda (1/521) der ki: "Bizim mezhebimize
göre mestin altınada meshetmek müstehaptır. Farz olan mesh miktarı ise, mestin
üst kısmının en küçük bir cüzüdür."
İmam Mâlik'ten ve
diğer bir cemaatten de mestlerin alt kısmına meshetmenin müstehap olduğu
rivayet edilmektedir. Ancak mestler üzerine mesihle ilgili bütün rivayetler göz
önünde bulundurulursa meshin, mestlerin altına değil, üstüne yapılması
gerektiği anlaşılır.
Nitekim Sevrî, Ebû
Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmam Mâlik, Şâfıî ve bunların
taraftarlarına göre ise, mestlerin üstüne de altına da meshedilir. Zührî ve îbn
Mübarek de bu görüştedirler. Bununla beraber İmam Mâlik ve Şafiî sadece
mestelrin üstüne meshetmenin abdest için yeterli olduğunu söylerler. Ayrıca
Mâlik hazretlerine göre "sadece mestin altına mesh yapılırsa abdest sahih
olmaz, iadesi lâzım gelir."
tbn Şihâb'a ve bir
kavlinde Şafiî'ye göre, sadece mestlerin altına meshetmek caiz değildir.
Şafiî'nin ikinci bir kavline göre de caizdir. Ebu Hanîfe hazretlerine göre ise
meshin farz olan miktarı mestin Üstünde Üç el parmağı bir yerdir. Ahmed b.
Hanbel'e göre ise, elin ekserisidir. imam Kâsâni de Bedâyiussanayi' isimli
eserinde mestlerin Üstüyle beraber altını da meshetmenin Hanefî Mezhebinde müstehap
olduğunu zikretmektedir. Mâlikîlere göre, ise, mestlerin bütünüyle üstüne
meshetmek farzdır,161 hadîsin şerhine de müracaat edilmelidir.[109]
1. Luzûmu
halinde abdest alırken başkalarından yardım kabul etmek caizdir.
2. Mestlerin
üstüne mesh etmekle birlikte altına da meshetmek caizdir.[110]
166....el-Hakem,
b. Süfyan veya Süfyan b. el-Hakem'den demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.)
küçük abdestini bozduğu zaman (in akabinde) abdest alır ye eteğine su serperdi."[111]
Ebû Dâvud dedi ki:
Süfyan es-SevrVnin bu şekildeki isnadına başka bir toplulukda katılmıştır.
Bazıları da "'Hakem, yahut İbn Hakem "dir demişlerdir. (Yani bu
râvînin isminde ihtilaf etmişlerdir.)[112]
Kadı Bekrb. el-Arabî,
Tirmizî şerhi ÂnzatuM-ahvezî isimli meşhur eserinde şunları söylüyor: Ulemâ bu
hadîste geçen ( ) kelimesine dört ayrı mâna vermişlerdir.
1. Abdest
alırken suyu bolca dökerek abdest organlarının üzerinden akıtmak.
2. Silmek ve
silkinmek suretiyle kurulanmak.
3. Taş ile
taharetlenen kimsenin abdestten önce su ile taharetlenmesi.
4. Erkeklik
organında akıntı olup olmadığı vesvesesini gidermek için eteğe su
serpmektir.Hadîste geçen "Yentedıh"
ta'birinin bu dört manayı kapsaması ihtimâli vardır.[113]
Hattabî,
Meâlimü's-sünen isimli Ebû Dâvud şerhinde bu ta'birin burada su ile istinca
manasına geldiğini söylüyor. Hattabî sözlerine devamla divor ki;'' Araplar
ekseriyetle taşla istinca yaparlar, suyla temizlenmeye lüzum görmezlerdi.
Bununla beraber bu tabir burada istincadan sonra vesveseyi önlemek için eteğe
su serpmek anlamına gelebilir."
Nevevî ise, burada
ikinci manânın yani eteğe su serpme manâsının kastedildiğini, nitekim cumhurun
görüşünün de bu olduğunu ifâde etmektedir.
Tirmizî sarihlerinden Mübârekfurî
de Tuhfetu'l-ahzvezî isimli şerhinde bu görüşü benimseyerek şunları
söylemektedir: "Gerçek şudur ki, bu hadîs-i şerifteki "İntidâh"
tabîrinden maksat, tenasül uzvunun akıntı yapıtğı vesvesesini önlemek için
abdestten sonra eteğe bir miktar su serpmektir. Çünkü bu mevzuda gelen hadîs-i
şeriflerin çoğunda lafızlar buna delalet ediyor."[114]
Ancak Bezlu'l-mechud sahibi şeyh Halil Ahmed ise, bu hadîsi şerhederken Beyhâkî
ve Dâsakutnî'den bu su serpme işinin abdestten sonra ve herhangi bir ıslaklık
hissedilmesi halinde meydana gelecek vesveseyi önlemek için yapıldığına dâir
rivayet edilen hadîs-i şeriflere bakarak "bu su serpme işinin istinca ile
bir ilgisi yoktur. Zira istincâ abdestten önce yapılır. Halbuki şu hadîs-i
şerifler bu su serpme işinin abdestten sonra duyulacak her hangi bir ıslaklık
karşısında doğacak vesveseyi Önlemekle ilgilidir." demektedir ki, güzel
bir tesbittir.
İntidâh, ismini
verdiğimiz bu temizlenme ameliyesinin esas gayesi, taharet ederken, büyük veya
küçük abdest sıçrantılarının veya damlalarının beden üzerinde kalmış
olabileceği şüphesini gidermektir.
Yani burada yapılmak
istenen şey yersiz olarak doğacak olan bir şüpheyi gidermek İçin eteğe su
serpmedir. Yoksa, abdest alırken büyük veya küçük abdestte ön ya da arkadan
gelen en ufak bir necaset abdesti bozar. Bazı ilim adamları bu hadisi şerife
bakarak abdest aldıktan sonra eteğe su serpmenin gerekli olduğunu söylemişlerse
de, bazıları da Tirmizi gibi hadis otoritelerinin bu hadisi zayıf saymalarına
bakarak bunun gerekli olmadığını belirtmişlerdir. Bedrüddin Ayni ise,
"bilhassa vesveseli olan kişilerde bunun yapılmasının müstehap olduğu
Hanefî mezhebinin görüşüdür" demektedir. Metinde adında tereddüt edilen
râvînin gerçek ismi ise Hakem b. Süfyân’dır. Bu hadis hakkında daha fazla
açıklama için bundan sonraki 167 numaralı hadisin şerhine de müracaat
edilebilir.
167....Sakîfli
bir adam, babasının şöyle dediğini bildirmiştir: "Ben Rasûlullah (s.a.)'ın
küçük abdest bozduktan sonra eteğine su serptiğini gördüm."[115] [116]
Hadisin senedinde ismi
açıklanmayan Sakîfli râvi 166. hadîs-i şerifte geçen ve ismj üzerinde ihtilâf
edilen râvîdir. Bazıları bunun isminin Hakem b. Süfyan, bazıları da Süfyan b.
Hakem olduğunu söylemişlerdir. Eğer bu zatın ismi gerçekten Hakem ise, o zaman
babasının isminin Süfyan olması gerekir. Fakat bu râvînin isminin Süfyan olduğu
kabul edilirse babasının isminin Hakem olması icabeder. Hadîs sarihleri bu
ravînin gerçek isminin "Hakem b. Süfyan" olduğunu belirtiyorlar. O
zaman babasının isminin de Süfyan olduğu ortaya çıkmaktadır ki biz bu hususu
bir evvelki hadîste aydınlığa kavuşturmuştuk. Bir önceki hadis-i şerifte
Rasülüllâh (s.a.) in, küçük abdestini bozduktan sonra abdest alıp eteğine su
serptiği ifâde edilirken burada hemen küçük abdestini bozduktan sonra eteğine
su serptiğinden bahsedilmesi, iki hadis arasında bir farklılık olduğu intibaını
uyandınyorsa da, aslında Hz. Peygamberin burada da abdestini bozduktan sonra
abdest alıp eteğine ondan sonra su serpmiş olması; fakat bu hususun her nasılsa
hadiste rivayet edilmemiş olması mümkündür. Meseleye bu açıdan bakınca
hadisler arasında bir farklılık olmadığı anlaşılır.
168....Hakem
veya îbn Hakem babasından şöyle dediğini yet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.)
küçük abdestini bozduktan sonra dest aldı ve eteğine su serpti."[117] [118]
169....Ukbe
b. Amir[119] demiştir ki: "Biz
Rasûluflah (s.a.)'ın yanında iken kendi işimizi kendimiz görürdük, kendi
develerimizi de sırayla güderdik. (Bir gün) deve gütme sırası bende idi. Develeri
akşamleyin ağıllarına götürdüm. Rasûlü Ekrem’ (s.a.)e halka hitap ederken
yetiştim. (Şunları) söylediğini işittim: "Sizden biriniz abdesti güzelce
alır, sonra kalbi ve yüzüyle (namaza) yönelerek iki rekat namaz kılarsa (Allah
celle celâluh o kimsenin cennete girmesine) kesinlikle hükmeder." Ben,
"Oh oh ne güzel şey" dedim, önümde bulunan bir kimse de, "Ey
Ukbe bundan önceki bundan daha da güzeldi." dedi. Bir de baktım ki bu
(Hz.) Ömer (r.a.) dır. "Ey Ebû Hafs bundan öncekiler neydi?" dedim. O
da -Sen gelmeden biraz önce (Rasûlullah s.a.): Sizden biriniz güzelce abdest
alır, abdestini aldıktan sonra da:
"Ben Allah'dan
başka ilâh olmadığına, ortağı olmayıp tek olduğuna ve Muhammed'in Allah'ın
kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ederim" derse, o kimseye cennetin sekiz
kapısı (birden) açılır, istediğinden girer" buyurdu, diye cevap verdi.[120]
Muâviye dedi ki; bu
hadîsi bana (bir de) Rabîa b. Yezid, Ebü İdrîs vasıtasıyla Ukbe b, Âmir'den
rivayet etmiştir.[121]
Bu hadîs-i şerifte
geçen Ebû Osman'ın kim olduğu hususundâ ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu
kimsenin Muâviye b. Salih olduğunu bazıları da Rabîa b. Yezîd olduğunu
söylemişlerdir. Ebû AH el-Gassânî TakySdü'l-Muhmel adlı eserinde, "doğrusu
bu zat, Muâviye b. Salih'tir" demiş uzun uzadıya deliller getirerek onun
Muâviye b. Salih olduğunu isbât etmiştir.
Metinde geçen
"Bir gün deve gütme sırası bende idi" ta'birinden Hz. Ukbe ile
birlikte birkaç deve sahibi birleşerek develerini bir yerde topladıkları ve
nöbetle her gün içlerinden birinin develeri otlattığı anlaşılmaktadır. Hz. Ukbe
o gün develeri gütmekle meşgul olduğundan, Rasûlü Ekrem'in abdest dualarıyla
ilgili müjdelerinin ancak bir kısmına yetişebilmiş, yetişemediği kısımları ise
Hz. Ömer'den öğrenmiştir.
Yine hadîs-i şerifte
geçen "kalple namaza yönelmek" ten maksat, akılla ve şuurla namaza
yönelmektir. Bu kelimelerle insanın bütün varlığıyla namaza yönelerek tam bir
şuur içinde kılması ifâde ediliyor ki, huşu ile namaz kılmanın veciz bir
ifadesidir. Keza insanın yüzünü namaza çevirmesinden maksat da bütün varlığını
namaza yöneltmesidir. Bu bakımdan Ukbe (r.a.) hazretlerinin "Oh oh ne
güzel şey" sözünden, "bu ne kadar belîg ve veciz bir söz" manası
da anlaşılabilir. Tabiî ki, Ukbe (r.a.) Rasûlullahın sözlerindeki betîğ ve
vecîz ifade ile beraber abdest dualarındaki ecir ve sevap karşısında da
duygulanmış ve bütün bu duygularını "bu ne güzel şey" sözleriyle
ifâde etmiştir.
Hadîs-i şerifte
öğretilen abdest duâlan Allah-u teâlânın varlığını, zâtında, sıfatında ve
işlerinde tek olduğunu ifâde eden kelimeler olduğu için bu duayı okuyan kimse
Kelime-i tevhîdi okumuş gibi olur ki bu kelimeyi söyleyen4 kimsenin cennete
gireceğini müjdeleyen hadis[122]
gereğince bu kimse günahlarının cezasını çekince mutlaka cennete girecektir.
Ancak cennetin kapılan sekiz tanedir. Abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan
sonra bu duâlan okuyan kimse istediği kapıdan girer. Bu kapıların açılmasından
maksat, ya o anda o kişiye cennet kapılarının gerçek manâda açılarak o kimseyi
beklemesidir. Yahut kapının açılmasından maksat, o kimsenin cennetin
kapılarının açılmasını te'min edecek isi işlemiş olmasıdır. Bu kapıların
isimleri şöyledir: 1.İman kapısı, 2. Salat (namaz) kapısı, 3. Oruç kapısı, 4. Sadaka kapısı, 5.
Öfkesini yenenler kapısı, 6.
Allah'dan razı olanlar kapısı,
7. Cihad
(Allah yolunda savaş) kapısı, 8.
Tevbe kapısı. Ancak Oruç kapısından sadece oruç tutanlar girecektir. Şayet bu
duaları okuyan kimse oruç tutanlardan ise oruçluların girdiği (Reyyân)
kapısından da girmek hakkına sahiptir. İsterse buradan girer, dilerse diğer
kapıların, birinden girer.
Tirmizî bu duanın
sonuna şunları da ilâve etmektedir.
"Ey Allah'ım beni
tevbe edenlerden ve temizlenenlerden kıl."
Şevkânî bu hadîsin
izahını yaparken Neyhfl-Evtlr isimli eserinde şunları söylemektedir: "Bu hadîs
abdesten sonra, şu Üzerinde durduğumuz duayı okumanın müstehap olduğuna
delâlet eder."
Abdestle ilgili diğer
dualar ise, sahih rivayetlerle sabit değildir. Fakat Şafiî imamlarının
zikrettikleri "Ey Allahım yüzümü ak çıkar.[123]
gibi dualara gelince Râfiî ve başkaları bu duaların Rasû-lullah'dan
işitilmediğini ancak Salih kişilerin okuya geldikleri dualar olduklarını
söylüyorlar. Hafız îbn Hacer, Telhis isimli eserinde Nevevî'den naklen bunların
Rasülullah'a dayanan bir senetle rivayet edilmediği, Şafiî (r.a.) hazretlerinin
ve ekseri ulemânın bu duadan bahsetmediklerini söylüyor.
Keza Îbn Kayyım
el-Cevzî de; Rasûlü Ekrem (s.a.) bu duadan, (Yani bu hadîs-i şerifte öğretilen
duadan) ve besmeleden başka abdest duası olarak bir duâ öğretmemiştir,
demektedir. Ancak abdestle ilgili duaların zayıf senetlerle Hz. Ali'den rivayet
edildiği söylenmektedir.[124]
1. İnsanın
alçak gönüllü olması ve hizmetçi kullanmayarak
kendi işini kendisinin yapması, gerçekten hizmete lâyık' bir insan bile
olsa bunu kabul etmemesi meşru bir davranıştır. Müslümanların bir iş yapmada
müşterek hareket etmeleri ve yardımlaşmaları caizdir.
2. Güzelce
abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra şu anlatılan ma’lum duayı okumak
sünnettir.
3. Abdestten
sonra iki rekât namaz kılmak sünnettir.
4. Bu sevaba
nail olmak için hem istekli olarak gereğini yerine getirmeli, hem de
başkalarını teşvik etmelidir.
5. İbâdetin
ruhu, kalbin dünya ile ilgisini kesmek ve ihlâsla Allah'a yönelmektir.
6. Allah
teâla, az da olsa samimi amele her zaman çok sevap verir.
7. İnsanları
iyi künye ve lakaplarla çağırmak caizdir.
8. Cennetin
8 kapısı vardır. Kelime-i şehâdet ve kelîme-i tevhîdin ecir ve sevabı çok ve
büyüktür. Bu kelimeleri îman şuuruyla söyleyen kimse cennetliktir.
170....Ukbe
b. Âmir el-Cühenî (bir evvelki hadîsin) benzerini Rasûlüllah'dan nakletmiştir.
(Ancak bu rivayette EbÜ Akîl'in deve) gütme işini zikretmemiş "abdesti
güzelce alır" sözlerinin yanına "sonra gözlerini semâya kaldırır ve
(şöyle) derse" sözlerini ekleyerek (bir evvelki) Muâviye hadîsi ile aynı
manâya gelen (bir) hadîsi rivayet etmiştir.[125]
Aslında bir önceki
hadisin bir benzeri olan bu hadiste 169
numaralı hadîs-i şerifte geçen nöbetleşe deve gütme hadisesi
anlatılmamıştır. Fakat buna karşılık burada bir önceki hadisten fazla olarak
"Sonra gözlerini semâya kaldırır şöyle dene." ilâvesi vardır. Geriye
kalan kısımlarsa bir numara önce gecen hadîsin aynıdır. Buna göte Ebû AMTin
rivayet ettiği hadîs söyle oluyor: Rasûlullar (s.a.) "Sizden biriniz
abdestini güzelce alır, sonra başını gdge kaldırır. derse o kunseye cennetin sekiz kapısı açılır
dileğinden girer."
buyurmuştur. Burada
gecen "gözleri havaya dikme" nin hikmetini ancak Allah bilir. Bunun
bilgisini Allah'a havale etmek lâzımdır. Bu hadîsle ilgili açıklama 169.
hadîste geçmiştir.[126]
171....EbûEsed
b. Amr dedi ki: "Enes b. Mâlik'e abdest hakkında soru sordum. (Bana
şöyle) dedi: Peygamber (s.a.) herbir (farz) namaz için (ayrı bir) abdest
alırdı. Biz ise bir abdestle birçok namaz kılardık.”[128] [129]
Her farz namaz için
abdest yenilemek Rasülü Ekrem (s.a.)'in seniyyeieri idi .Abdestli olsun veya
olmasın her farz namaz için yeni bir abdest alırdı.
Buhârî'nin Süveyd ibn Nu'man'dan
rivayet ettiği hadîste açıklandığı özere Rasûlü Ekrem (s.a.) Hayber'in fethi
senesinde Sahbâ demlen yerde sahâbeleriyle beraber Kavut yeyip su içtikten
sonra akşam namazı vakti girmiş, Rasâhıllah'da sadece ağzını su ile yıkamakla
vetinip, abdestini yenilemeden eski abdestiyle akşam namazım kıldırmıştır.[130]
Buhârî'nin bu hadîsine göre her namaz vakti için abdest yenilemek emri
Hayber'in fethi senesinde Mekke'nin fethinden önce neshedilmistir. Çftoktl
Hayber'in fethi Mekke'nin fethinden öncedir. Oysa 172 numaralı Büreyde
hadisinde Hz. Peygamberin bir abdestle birden (azla namaz kılmasının ilk defa
Mekke'nin fethi gününde vuku' bulduğunu ifâde etmektedir. Her ne kadar bu iki
hadis arasında bir çelişki varmış gibi görünüyorsa da, aslında bu hadisenin
ilk defa Hayber'in Fethi yılında olduğu, fakat, Süveyde'nin bunu ilk defa
Mekke'nin Fethi günü gördüğü kabul edilirse iki hadis arasında en küçük bir
çelişki kalmaz.
Bazıları da 172
numaralı Büreyde hadîsine bakarak, her farz namaz için, abdest yenilemek sadece
Rasûlü Ekrem (s.a.)'in üzerine farz idi. Fakat bu hüküm Mekke'nin fethi yılında
neshedildi, demişlerdir.
Rasûlü Ekrem (s.a.)
sadece hoşlandığı için böyle her vakit için ayrı bir abdest aldığı halde farz
olduğu zannedilir korkusuyla bunu sonradan terketmiş olduğu da düşünülebilir.
Menhel yazarına göre bu konuda en isabetli olan îzâh budur. Her farz namaz için
yeni bir abdest almanın hükmü konusunda çeşitli görüşler vardır.
Zahiriyye ve Şîa
mezhepleri her farz namaz için yeni bir abdest almak farzdır demişler, yolcu
olanları bu hükmün dışında bırakmışlardır. Delilleri ise 172 numaralı Büreyde
hadîsidir.
Bazıları da abdestli
bile olsa herkese her namaz için abdest tazelemek farzdır, demişlerdir. îbn
Ömer, EbÛ MÛsa, Câbir b. Abdillah, Ubeyde es-Selmânî, Ebu'l-Aliyye, Saîd b.
el-MÜseyyeb, İbrahim ve Hasen bu görüştedirler. Delilleri ise Mâide
süresindeki abdest âyetidir.
Eksen âlimlerin
görüşüne ve hadîs ulemâsına göre ise, abdest almak abdestsizler için lâzımdır.
Bu hususta sahih hadîsleri delil getirirler. Açıklamakta olduğumuz hadisler de
onların delillerindendir. Efendimizin, Arafat ve Müz-delife'de ve pek çok
yolculuklarında birden fazla farz namazlarını bir abdestle kıldığı gibi, Hendek
savaşında edâ edemediği namazların hepsini bir abdestle kaza etmiştir. Ancak
âyeti kerimedeki "namaza kalktığınız vakit" ifâdesinden maksat,
"abdestsiz İken eğer namaza kalkarsanız" demektir. Buna göre abdest
ancak abdestsizlere emredilmiş olmaktadır. 62 numaralı hadis-i şerifte de bu
konuya temas etmiştik.
Nevevî her namaz için
abdest yenilemenin kimlere müstehab olduğu konusundaki görüşleri açıklarken
şöyle diyor:
a. Farz
olsun, nafile olsun namaz kılmış olan kimseye yeniden abdest almak
müstehaptır.
b. Abdest tazelemek
sadece farz namaz kılmış olan kimse için müstehaptır.
c. Kur'an
ellemek, tilâvet secdesi yapmak gibi, ancak abdestle sahih olan bir işi yapmış
olan kimse için abdest tazelemek müstehaptır.
d. Hiçbir
şey yapmamış olan kişiye de abdest tazelemek müstehaptır. Ancak birinci
abdestle ikinci abdest arasında yeni bir abdest almayı mubah kılacak bir
ibâdetin yapılması için gerekli zamanın geçmesi lâzımdır. İkinci bir abdest
almayı müstehap kılan şartlar bunlardır.[131]
Eğer bu şartlar
bulunmuyorsa yeniden bir farz namaza kalkıldığı zaman, abdest tazelemek
müstehap olmadığı gibi mekruh diyenler de vardır. Aliyyü'1-Kâri kerâhat
sebebini su israfına bağlamaktadır.[132]
1. Her namaz
için abdest yenilemek müstehaptır.
2. Bir
abdest ile pek çok namaz kılınabılır.
172....Süleyman
b. Büreyde'nin naklettiğine göre babası Büreyde şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.) Fetih Günü beş (vakit) namazı bir abdestle kıldı ve
mestlerinin üzerine meshetti. Ömer (r.a.) kendilerine; (bu güne kadar)
yapmadığın bir şeyi yaptın, deyince, (o da); "bunu bile büe yaptım"
buyurdu.”[133] [134]
Hadîs-i şerifte geçen
Fetih Gününden maksat, Mekke'nin Fethi günüdür.Mekke hicretin 8. (Milâdi 630)
yılında fethedilmiştir. Mekke'nin fethiyle sonuçlanan hâdiseler, Hudeybiye barışının,
Mekke' li müşriklerin müttefikleri tarafından bozulmasıyla başladı, İslâm
devletiyle Bizans ilişkilerinin bir müslüman elçinin öldürülmesinden sonra
gerginleştiği bir ortamda Mekke'lilerin müttefiki olan Benî Bekir kabîlesi
İslâm Devleti'nin müttefiki olan Huzaa kabilesine tecâvüz etmişti.
Mekke'liler bu
tecâvüze fiilen katılmışlar, belki de Bizansla ilişkileri gergin olan
müslümanlann kendileriyle bir savaşı göze alamayacaklarını düşünmüşlerdi.
Fakat Hz. Peygamber Huzâa kabilesinin yardım isteğini geri çevirmedi.
Hudeybiye andlaşmasının yenilenmesi için Medine'ye gelen, müşriklerin başkanı
Ebu Süfyan, Mekke'ye eli boş döndü.
Hz. Peygamber her
savaş Öncesinde olduğu gibi büyük bir gizlilikle hareket etti. Medine'den
çıkışı yasakladı, hedef bildirmeksizin Medînelilere sefer için hazırlanmalarım
bildirdi. Müttefik kabilelerden Eşlem, Ğifâr ve diğerlerine hazırlıklı
olmaları için haber gönderdi.
Müslümanlar,
Bizanslılarla yapılan Mute savaşından yeni çıkmışlar, Medîne'nin doğusundaki
Süleym oğullarının düşmanlığı çok kan dökülmesine sebep olmuştu. Buna rağmen
hazırlıklarını tamamlayan İslâm ordusu Hz. Peygamberin kumandasında Medîne'yi
terketti.
Yolda müttefik
kabilelerin de kendilerine katılmasıyla on bin kişiye ulaşan İslâm ordusu,
Mekke'nin ardındaki dağlarda karargâh kurdu. Hz. Peygamber o zaman her
muharibin bir ateş yakmasını emretti. Af istemek için EbÛ Süfyan karargâha
geldi, fakat sonuç vermedi. Ertesi gün İslâm ordusu birkaç yerden Mekke'ye
girmeye başladı.
Mekke'liler böyle bir
şeyle karşılaşacaklarını hiç beklemediklerinden tam bir şaşkınlık içindeydiler.
Şehirde tam bir kargaşalık hüküm sürüyordu, İslâm birlikleri şehre giren
yolları tutmuş ve şehir merkezine girmişti. Bu arada Ebû Süfyan Mekke'lileri
müslümanlara direnmemeye çağırdı. Müslüman münâdileri de evine çekilip veya
Kabe'ye sığınıp veya Ebü Süfyan'ın evine girip silahlarını teslim edenlere
dokunulmayacağını bildiriyorlardı.
Böylece Mekke'liler
bir kaç olay dışında direnme göstermeden boyun eğdiler. Sadece Halici b.
Velid'in kumanda ettiği birliğe küçük çaplı bir saldırı yapıldıysa da geri
püskürtüldü.
Devesinin üzerinde
şükür secdesi yapan Hz. Peygamberin ilk işi Kâ'be'yi putlardan ve resimlerden
temizlemek oldu.
Bütün Mekke'liler
Kabe'nin avlusunda toplandı. Hz. Peygamber ve müslümanlar tam yirmi bir yıldır,
bu şehir halkının zulümlerine maruz kalmıştı.
Kendisi ve müslümanlar
hicrete mecbur kalmışlar, mallan ellerinden alınmış birçok mü'mine işkence
edilmiş, sığındıkları Medîne saldırıya uğramış, Islâmı boğmak için ellerinden
gelen her şeyi yapmışlar ve nihayet resmî barış andlaşması Mekke'lilerce
bozulmuştu. Sonunda ise mazlumlar fatih olarak Mekke'ye girmişlerdi.
Şimdi bütün
Mekke'lilerin hayatı Hz. Peygamber'in vereceği emre bağlıydı. Fakat o şöyle
buyurdu: "Bugün siz kınanmayacaksınız. Gidiniz hepiniz hürsünüz."
Arkasından umûmî af îlân etti. Yeni müslüman olan Attâb b. Esîd'i Mekke'ye vali
tayin edip birkaç hafta sonra Huneyn seferine çıktı. Mekke'de hiçbir Medîneli
asker bırakmamıştı. Fetihten iki sene sonra Hz. Peygamberin vefatını takiben
Arabistanın bazı bölgelerinde îslâmdan dönme hareketleri görülmesine rağmen
Mekke Islâmm en emin kalelerinden biriydi. Bu hadis-i şerifle ilgili açıklama
62 ve 171. hadîs-i şeriflerin izahında geçmiştir. Oralara müracaat edilmelidir.[135]
1. Bir
abdest ile birden fazla namaz kılmak caizdir.
2. Mekke'nin
Fethi gününe kadar Rasûlullah (s.a.) her farz namaz için ayrı bir abdest
alırdı. Çünkü bu uygulama daha faziletlidir.
3. Kişinin
kendisinden daha faziletli bir kişinin meşhur ve malum olan uygulamaya ters bir
hareketini gördüğü zaman bunun sebebini sorması caizdir. Çünkü o kimsenin bu
işi unutarak yapmış olması mümkündür. Kendisine hatırlatılınca dönebilir. Ya
da bile bile yapmıştır. O zaman bunun hikmetini öğrenmek imkânı bulunur.
4. Kendisine
bir şey sorulan kimse, sorunun cevabmı bildiği takdirde cevap vermekten
kaçınmamalıdır.[136]
173....Enes
b. Mâlik (r.a.)'den, demiştir ki: "Bir adam abdest almış, (fakat) ayağı
üzerinde tırnak kadar bir yeri(kuru)bırakmış olduğu halde Rasûlullah'm
(huzuruna) geldi. Rasûlü Ekrem (s.a.) de ona; "dön, abdestini güzelce
al" buyurdu."[137]
'Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadis Cerîr b. Hâzim’den rivayetle "Ma'ruf" değildir. Ve bu hadîsi
Cerîr'den sadece îbn Vehb rivayet etmiştir.
Ve (yine) Ma'kıl b.
übeydillah el-Cezerf, Ebu'z-Zubeyr'den Câbir (r. a.) "den o da Ömer (r.
a.) vasıtasıyla Rasûlü Ekrem "den (îbn Vehb rivayetinin) benzerini rivayet
etmiştir. (Bu rivayete göre) Rasûlullah (s.a.) "dön abdestini güzelce
al." demiştir.[138]
Bu hadîs-i şerifte
abdest organlarını peşi peşine hiç ara verme (jen yıkamak ile abdest
organlarını yıkamaya ara'vererek abdest almanın hükmü söz konusu ediliyor. Bu hadîs-i
şerîfî delil getirerek İmam Ebû Hanîfe (r.a.) ve İmam Şafiî (r.a.) hazretleri
abdest organlarını arka arkaya ara vermeden yani bir abdest organı kurumadan
hemen diğerini yıkayarak abdesti bitirmenin, abdestin sıhhatinin şartı
olmadığını, binaenaleyh yıkamaya ara verilmesinden dolayı abdestin
bozulmayacağını söylemişlerdir. Bu imamlar diyorlar ki; "Eğer abdest
organlarını yıkamaya aralıksız devam etmek şart olsaydı Rasûlullah (s.a.) bu
adama, "dön abdestini yeni baştan al" derdi."
Halbuki Rasûlullah
(s.a.) öyle buyurmamış "haydi dön abdestini güzelce al" demiştir.
"Abdestini güzelce al" sözünün anlamı, abdestini tastamam al,
noksanını tamamla demektir. Yoksa "yeni baştan abdest al" demek
değildir.
Bu hadîsle ifâde
edilmek istenen, abdest organları üzerinde her hangi bir kuru yer kalacak
olursa, o abdestle namazın olmayacağı, ancak o kuru yer bir müddet sonra da
olsa yıkanınca abdestin tamamlanacağıdır.
Nitekim lbn Ebî
Şeybe'nin Hz. Ali'den naklettiği şu hadîs bu imamların görüşünü
kuvvetlendirmektedir. Hz. Ali "Bir adam abdest alırken başını meshetmeyi
unutursa; sakalında bulunan ıslaklığı alır, onunla başını mesheder" dedi.
Bazı fıkıh âlimleri de
"dön abdestini güzelce al" sözünden, "dön abdestini yeni baştan
al" manasım çıkarmışlardır ki, Kadı lyaz, Evzaî, Leys, Katâde, Maliki
ulemâsından Abdülaziz b. Ebî Seleme bu görüştedirler. İmam Şafiî'nin eski
görüşü de bu merkezde idi. Keza Hanbelî ulemâsı da Malikîler gibi, "abdest
organlarını ara vermeden yıkayarak abdest almanın abdestin sıhhatinin şartı"
olduğunu söylemektedirler. Ancak Malikîler unutarak ara vermeyi bu hükmün
dışında bırakarak, "unutarak abdest organlarının yıkanmasına ara verilirse
veya unutarak kuru kalan bir yer sonradan yıkanırsa zarar vermez"
demişlerdir.
Musannif Ebû Davud'un
ifâdesine göre bu hadîs ma'rûf değil, bilakis garîb hadîstir. Çünkü bu hadîsi
Katâ'de'den sadece Cerîr, Cerîr'den de sadece îbn Vehb rivayet etmiştir.[139]
1. En küçük
bir nokta kalmadan bütün abdest uzuvlanm yıkamak farzdır. Unutarak veya bilmeyerek
bile olsa yıkanmadık en küçük bir yerin kalması abdestin yeni baştan alınmasını
gerektirir. Bunda âlimler arasında görüş birliği vardır.
2. Bilmeyen
kimseye gönlünü kırmadan bilmediği şeyi öğretmelidir.
3. Alim,
şahit olduğu, dinen yasak işler karşısında sükût etmemeli, bilakis, onları
önlemeye çalışmalıdır.
174....Yûnus
ve Humeyd, el-Hasen vasıtasıyla Nebî (s.a.)'den önceki Katâde hadîsiyle aynı
manaya gelen bîr hadîs nakletmişlerdir.[140]
175....Hâlid'in
bir sahâbîden naklettiğine göre O sahabi şöyle demiştir: "Nebiyyi Ekrem
(s.a.) ayağının üstünde dirhem miktarı su değmemiş kuru bir yer bulunduğu
halde, namaz kılan bir adam gördü. Peygamber (s.a.) abdestini ve namazım iade
etmesini emretti."[141]
Bu hadîs-i şerifte
geçen sahabenin isminin bilinmemesi hadîsin sıhhatine zarar vermez. Çünkü
sahabenin hepsi güvenilir kimselerdir. Bununla beraber, Ahmed b. Hanbel'in
rivayetinde, "Peygamber (s.a.)'in zevcelerinden birinden rivayet
edildi" denilmektedir.
Sahâbî, imanlı olarak
Rasûlü Ekrem (s.a.)'i görmek saadetine eren kimsedir. Ashâb ise, sâhib
kelimesinin çoğuludur. Kelime anlamı arkadaş demektir. Bir de bir mezhep
imamının mezhebine giren kimselere de mecazen ashab denir. Ancak bu tabir daha
ziyade fıkıh âlimlerince kullanılır. "İmam Şafiî'nin ashabı",
"îmam Ebu Hanife'nin ashabı” deyimleri bu manadadır.
Rasûlü Ekrem (s.a.)in
ayağında kuru bir yer kaldığı halde namaz kılan kimseye "namazını iade
et" sözünün manası açıktır. Çünkü abdestsiz namaz kılmak caiz değildir.
Abdest organları üzerinde küçük bir yerin dahi kuru kalması abdeste mânidir.
Böyle alınan abdest abdest değildir.
Ancak Rasûlü Ekrem
(s.a.)'in "Abdestini iade et!" sözünden ulemâ çeşitli manalar
çıkarmışlardır. Bu kelime üzerindeki ihtilaf şuradan kaynaklanmaktadır: Acaba
bu kimse yeni baştan abdest almasa da sadece kuru kalan yeri yıkasa abdesti
tamamlanmaz mıydı? 173. hadîs-i şerifte belirtildiği gibi, bazı insanlar
abdest organlarını hiç ara vermeden yıkayarak abdest almayı abdestin şartı
kabul ettiklerinden onlara göre bu kuru yeri yıkayıvermekle abdest tamamlanmış
olmaz.
Diğer bir kısım
imamlara göre ise, abdest alırken abdest organlarını yıkamaya ara vermek
abdestin sıhhatine mâni değildir. .İşte birinci görüşte onlar için bu hadîs-i
şerif bir delildir. İkinci görüşte olanlara göre ise, bu hadîs zayıftır.
Herhangi bir dînî hükme başlı başına delil teşkil edecek nitelikte değildir.
Şayet sahih olduğu kabul edilse bile burada "Abdesti iade et!" emri
farz değil, mendupluk ifâde eder. Bu mevzu ile ilgili delillerin münakaşası için
173. hadîse müracaat edilmelidir.[142]
1. Abdest
organları üzerinde en küçük bir kuru yerin kalması dahi abdestin sıhhatine
mânidir. Bu abdestle kılman namazın iadesi lâzım gelir.
2. Abdest alırken
abdest organlarını yıkamaya ara vermeden abdest tamamlanmalıdır.[143]
176....Abbâd
b. Temîm'in rivayetine göre amcası (şöyle) demiştir: Nebi (s.a.)'e namazda
iken abdestinin bozulduğu vehmine kapılan bir kimse(nin durumu) arz edildi.
Nebî (s.a.) "Ses işitmedikçe veya koku duymadıkça namazdan
ayrılmasın" buyurdu.[144] [145]
Namaz kılan bir kimse
yellendiğim anında hissedebileceği gibi, ses işitmek veya koku duymakla da
anlayabilir. Hangi şekilde olursa olsun yellendiğinin farkına varan kimsenin
abdesti bozulmuştur. Bu mevzuda mutlaka sesi kulakla duymanın veya kokuyu
burunla hissetmenin şart olmadığında âlimler arasında görüş birliği vardır.
Çünkü insanın sağırlığından veya koklama duyusunu kaybettiğinden dolayı sesi veya
kokuyu veya her ikisini birden farkedememesi mümkündür. Bu bakımdan mühim olan
insanın abdestinin bozulduğunu anlamasıdır. Bu sebeple Hattâbî buradaki
yellenmenin sesini duymak veya kokusunu hissetmek sözlerini Rasûlü Ekrem
(s.a.)'in; "Çocuk doğduğu zaman ağlar da ölürse, o çocuğun (cenaze) namazı
kılınır, varis olur ve kendisine vâris olunur. Çünkü, o çocuk canlı olarak
dünyaya gelmiştir. Fakat, doğar da hiç sesini çıkarmazsa o çocuğun (cenaze)
nama/mı kılmayınız. Çünkü, o ölü olarak dünyaya gelmiştir." [bk. 2920
numaralı hadis tbn Mâce, cenaiz 26; ferâiz, 17; darimi, feraiz 47] hadisine
benzetmiştir ki, maksat "çocuğun canlı olarak dünyaya gelip gelmediğini
anlamak için çeşitli şekillerde araştırınız ve kesin olarak neticeyi tesbit edince
ona göre hareket edin" demektir. Umumiyyetle insanlar yellenmenin, koku
sesle farkına vardıklarından bu iki alâmet söz konusu edilmiştir.
Keza, umumiyyetle
çocuk canlı olarak dünyaya gelir gelmez ağladığı için çocuğun canlı olup
olmadığının bir alâmeti olarak sese dikkat çekilmiştir.
Bu hadîs, İslâmın
esaslarından ve fıkhın kaidelerinden çok mühim bir esâsı ve kaideyi teşkil
eder. Bu kaide Mecelle'in onuncu maddesinde şöyle ifâde edilmiştir: "Bir
zamanda sabit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekası ile hükmolunur."
Bu kaideye fıkıh usûlünde "istishab" kaidesi derler. Buna göre
abdestli olduğunu kesin olarak bilen bir kimsenin abdesti, kalbine gelen
herhangi bir şüphe ile bozulmaz. Bozulduğuna hükmedebilmek için abdestin
bozulduğunun kesinlikle farkına varmak lâzımdır. Bu hususta namaz içinde veya
namaz dışında da olsa şüpheye itibâr yoktur.
Buhârî'nin rivayetinde
durumu Rasûlü Ekrem'e arzedilen zâtın Abdullah b. Zeyd olduğu ve hatta bu
soruyu da kendinin sorduğu açıklanmaktadır. Şüpheye itibâr olmadığı konusunda
mezhep imamları arasında görüş birliği varsa da İmam Mâlikten iki görüş rivayet
edilir. Birinci rivayete göre, namaz haricinde abdestinde şüpheye düşen
kimsenin abdestinin bozulduğuna hükmedilirse de namaz içinde şüpheye düşen
kimsenin abdestine zarar gelmez.İkinci rivayete göre ise: Her iki halde de
abdestinin bozulduğuna hükmedilir. İbn Kaânî İmam Mâlik'ten üçüncü bir kavil
rivayet eder ki, buna göre İmam Mâlik hazretleri de ulemânın büyük çoğunluğu
ile beraberdir.
Abdestsiz olduğunu kesinlikle
bilen bir kimse, abdest alıp almadığından şüpheye düşerse, abdestsiz sayılır.
Bu hususta ulemâ arasında ittifak vardır. Şüphe meselesi bir de Mecelle'nin
dördüncü maddesinde şu kelimelerle ifâde edilmiştir: "Şek ile yakın zail
olmaz."
Bir kimse karısını
boşayıp, boşamadığında yahut temiz suyun pislenip pislenmediğinde veya pis bir
şeyin temizliğinde şüphe etse, keza namazı üç mü, dört mü kıldığında, rûku ile
sücûdu yapıp yapmadığında, oruca veya namaza nîyyet edip etmediğinde, namaz
içinde şüpheye düşse bütün bu şüphelerin hiçbir te'siri yoktur.
Ancak, Şafiîler On
küsur meseleyi bu kaidenin dışına çıkarmışlardır.
Hattâbî, "Bu
hadîs içki içtiği görülmediği halde üzerine içki kokusu bulunduğu için içki
içtiğine hükmedilerek had vurulabileceğine bir delildir" demişse de
Hanefî âlimlerinden merhum Aynî "Şer'î had cezalan şüpheden dolayı
düşerler. Burada şüphe bulunduğu için had vurulamaz" demiştir.[146]
1.
Kesinlikle bozulduğu bilinmedikçe şüpheden dolayı abdest bozulmaz.
2. İlim adamlarına
gizli kapaklı mevzularda da olsa soru sormaktan çekinmemelidir.
3. Gizli
kapaklı ve ağza alınması utanmayı gerektirecek meselelerde kinayeli kelimeler
kullanarak edeb dâiresinden ayrılmamaya çalışmalıdır.
4.
Mecelle'nin 4. ve 10. maddesindeki fıkıh kaideleri bu hadîs-i şeriften
çıkarılmıştır.
5. Kişinin,
reis durumunda olan kişiye derdini arzetmesi caizdir.
177....Ebû
Hüreyre (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz oturağında bir hareket sezer de abdestinin bozulup
bozulmadığına karar vermekte kararsız kalırsa, (yellenmeden mütevellit) bir
ses işitmedikçe veya koku duymadıkça (namazdan) çıkmasın."[147] [148]
Bu hadisi şerifi
takviye eden daha başka hadîs de vardır. İbn
Huzeyme, Hâkim ve Ibn Hibbân'ın tahric ettikleri şu hadîs bunlardan
biridir: "Birinize şeytan gelir de abdestin bozuldu derse, yalan
söylüyorsun deyiversin. Fakat, burnu ile bir yellenme kokusu duyar veya kulağı
ile bir yellenme sesi işitirse o başka, “ îbn Huzeyme "Yalan söylüyorsun
deytversra"cümlesini, "içinden, yalan söylüyorsun desin"
şeklinde tefsir etmiştir. Doğrusu da budur. Çünkü, namazda olan bir kimsenin
ağzıyla bunu söylemesi câiz değildir.Nitekim îbn Huzeyme'nin bu tefsirini.lbn
Hıbbân'ın Sabîh'inde Hz.Bbû Said (r.a.)den rivayet ettiği şu merfu hadîs,
kuvvetlendirmek tedir:"Birinize şeytan gelir de sen abdestini bozdun
derse,içinden yalan söylüyorsun deyiversin."
Bu hadîs-i, şerifte
namaz kılarken yellendiğini zannederek kesin bir hükme varamadığı için
abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşen kimsenin yeltenme sesi veya
kokusu hissetmedikçe namazına devam etmesi lâzım geldiği ifâde edilmişse de
kesin hüküm vermenin nasıl gerçekleşeceği izaha muhtaç kalmıştır, Abdullah b.
el-Mubârek bu hususta şöyle der: "Abdestinin bozulduğunda şüphe ederse
bunu, üzerine yemin edecek derecede kesin olarak bilmedikçe abdestini
tazelemesi yâcib değildir."
Kadının önünden yel
çıkarsa abdest alması vâcib olur. Ebû Hanîfe (r.a.) önden çıkan yelin abdesti
bozmadığı görüşündedir. Çünkü, nadiren vuku bulan bir hâdisedir ki, hadîs-i
serttin ifâde ettiği manânın kapsamına girmez. Hanefî âlimlerinden lbaHümâm
ise, erkeğin önünden çıkan yel aslında yel olmayıp bir seğrime olduğu için abdesti
bozmaz, diyor.
Netice olarak: Şafiî
mezhebine göre kadın ve erkeğin önünden çıkan yel abdesti bozar. Çünkü,
Peygamber (s.a.) ön ve arkadan çıkan her şeyin abdesti bozduğunu bildirmiştir.
Hanefî mezhebine göre
ise, kadın veya erkeğin Önünden çıkan yel abdesti bozmaz. Çünkü, bu aslında
yel değil bir seğrimeden ibarettir. Ancak, önden yelin çıkması abdesti bozmazsa
da yeniden abdest almak müstehaptır. İmam Muhammed (r.a.) ise, bu mevzuda İmam
Şafiî'nin görüşündedir.
Bu hadîs İmam Malik'in
namaz dışında abdestinde şüphe eden kimsenin abdesti bozulursa da namaz içinde
abdestinden şüpheye düşen kimsenin abdestinin bozulmayacağı hususundaki
görüşünü desteklemektedir.
imam Malik'in bu
mevzudaki görüşü ve delillerini münâkaşası için 176. hadîsin izahına müracaat
edilmelidir. Arkadan çıkan yelin abdesti bozduğu görüşünde icma' vardır.
Önden çıkan yel
İbnu'l-Mübârek, İmam Şafiî, İshak, İmam Ahmed ve Hanefî âlimlerinden İmam
Muhammed'e göre abdesti bozarsa da, Hanefî' mezhebinde bozmaz.Keza Maliki
Mezhebinde de önden çıkan yel abdesti bozmaz.[149]
1. Namaz
esnasında, yellenip yellenmediği şüphesi, namazı da abdesti de bozmaz.
2. Abdesti
ve namazı bozan yel, koku gibi namazı ve abdesti bozan şeyler kesin olmadıkça
namaz bozulmaz.[150]
178....Hz.
Âişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre: "Rasûlullah (s.a.) O'nu öptü ve
abdest almadı."[151]
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadîs mürseldir. (Çünkü bu hadîs-i şerifi rivayet edenlerden) ibrahim TeymîHz.
Âişe'den (r.a,) htçbirşey işitmemiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Keza bu hadîsi Firyâbî ve başkaları da rivayet etmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki;
İbrahim et-Teymî kırk yaşma gelmeden vefat etti. Künyesi Ebû Esma idi.[152]
Hadis-i şerif kadına dokunma
ve öpmenin abdesti bozmadığını söyleyen Hanefilerin delilidir.
Şafıîler "nikâhı
haram olmayan kadının tenine dokunmak abdesti bozar derler ve bu hususta
"...Yahut kadınlara temas ederseniz" (el Mâide (5) 6);mcâündeki âyeti
kerîmeyi delil getirirler ve sözü geçen ayet-i kerimedeki. kelimesinin hakiki manasının
"erkeğin kadının tenine dokunması" demek olduğunu söylerler.
Şafiîlere ve onların görüşünde olanlara şöyle cevap verilmiştir: "Sözün
hakîkî manâda kullanılmasına manî olan akü, şer’î, örfî... v.s. alâmet varsa, o
zaman, sözün hakîkî manâsından çıkartılıp mecazî mânâda kullanıldığına
hükmedilir. Burada karîne vardır. Bu karîne şu üzerinde durduğumuz 178 No'lu
Hz. Âişe hadîsidir. Binaenaleyh bu ftyet-i kerîmedeki (Lems-dokunmak) kelimesi
hakîkî mânâsından çıkartılıp mecazen cinsî temas anlamına
nakledilmiştir."
Gerçi bu Hz. Âişe
hadîsinin sahih olmadığını söyleyenler olmuşsa da bu hadîsin çeşitli yollardan
rivayet edilen hadislerle kuvvetlenmesi, hakkındaki tenkitleri çürütmüştür.
Yine Hz. Âişe'nin rivayet ettiği Buhârî'deki şu hadîs de üzerinde durduğumuz
Âişe (r.a.) hadîsini kuvvetlendirmektedir. "Âişe (r.a.) Rasûlü Ekrem'in
(s.a.) kıble tarafına yatardım, ayaklarımı da onun secde edeceği yere
uzatırdan. Secde yapmak istediğinde hafifçe bana dokunurdu. Ben de ayaklarımı
toplardım, ayağa kalktı mı yine yayardım."[153] Görüldüğü
gün bu hadis mevzümuzu teşkil eden hadîsi kuvvetlendirmekte, kadına dokunmanın
abdesti bozmadığım göstermektedir. Rasûlü Ekrem'in duası bereketiyle Allah'ın,
Kur'ân'ın te'vilini öğrettiği İbn Abbas'da buradaki "Lems'-den maksat,
cinsî temastır" demiştir.
Netice olarak bu hadîs
erkeğin kadına dokunmasıyla abdestinin bozulmayacağına bir delildir. Ebû
Hanîfe ve iki büyük talebesinin görüşü budur. Fakat tenasül organı münteşir
halde iken kadının fercine temas etmesi mezi gelmese bile abdesti bozar. İmam
Ebû Hanîfe ve Ebü Yusuf (r.a.) bu görüştedirler. İmam Muhammed ise mezi
gelmedikçe bu temasın abdesti bozmayacağı görüşündedir.
Herhangi bir kadının
veya erkeğin vücûduna veya tenasül uzvuna yalnız eli ile temasta bulunması
ise, abdeste her hangi bir şekilde zarar vermez.
Malikilere göre, cinsî
cazibesi olan bir kadının açık olan veya hafif bir şeyle örtülü bulunan uzvuna
cinsi bir zevkle, dokunan kimsenin abdesti bozulur. Bu dokunma ister kasten
olsun, isterse farkında olmadan olsun netice aynıdır.
Şafilere göre:
Herhangi bir yabancı kadının bir uzvuna, arada hiçbir örtü bulunmaksızın
dokunmak abdesti bozar. Abdestin bozulman için şehvetin bulunması şart değildir.
Bundan kadının saçları, dişleri ve tırnakları müstesnadır. Keza Şafiîlere göre
bir erkek veya kadın kendisinin veya başkasının oturağını veya tenasül
organını örtüsüz olarak elinin içi ile tutacak olsa abdesti bozulur. Malikîlere
ve Hanbetflere göre de böyledir.
Ancak, Malik! ve
Hanbeffiere göre Ur kadının kendi tenasül uzvunu tutması abdestini bozar.
Netice; kendisine
nikâh, helâl oton (müsteha) kadının çıplak tenine, çıplak elle veya çıplak
vücûdun herhangi bir uzvu ile dokunmak, hem dokunanın hem de dokunulanın
abdesti, Şafîttere göre bozulur.
Malikî ve Ahmed'den
bir rivayete göre de şehvetle olduğu zaman bozulur, şehvetsiz olursa bozulmaz.
Hanefîlere göre ise
bozulmaz.
Tenasül uzuvlarının
birbirlerine teması ise bütün mezheplere göre İttifakla abdesti bozar.
Zira, mezinin gelip
gelmemesinde Hanelerden bazılarının itirazı var ise de, ibâdette itiyat
gerektiği de unutulmamalıdır.
179....Âişe
(r.a.) dan, demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) hanımlarından birini öptü ve
sonra abdest almadan namaza çıktı."
Urve diyor (ki)
Âişe'(r.a.) ya "O (eşi) senden başkası değildir”dedim. (O da) güldü.[154]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadîsi aynı zamanda Zaide ve Abdülhamid el-Himmânî, Süleyman et-A'meş'ten
rivayet etmişlerdir.[155]
Kur’ân-ı Kerim'de
geçen, insanın bildiği ilâhî emir ve hakikatleri saklamamasını emreden, bu
mevzuda üzerine düşen görevi yapmamayı en büyük zulüm olarak nitelendiren "Yanında Alİah'dan (gelen) bir şâhitHgi
sak-
layandan daha zalim
kim vardır?"[156]
gibi âyet-i kerîmeler müslümaiüan, her devirde bildiği dînî hakikatleri, hiçbir
fedakârlıktan çekinmeden şahsî bir gurura kapılmadan ve etrafın ayıplamasından
sakınmadan söylemeye ve yapmaya sevketmiştir. Gerçeği Öğrenmek noktasında da
müslümanlar aynı hassasiyet ve heyecanı taşımışlardır, tşte hadîs-i şerifte Hz.
Urve'nm Teyzesine meseleyi inceden inceye sormasında hakim olan duygularda
bunlardır. Hz. Urve bu sorusuyla abdestin bozulup bozulmamasıyla çok yakından
ilgili bir meseleyi bizzat Hz. Âişe'ye sorarak bu mesele hakkında duyduğu haberin
aslım Öğrenmek istemiştik.
Hz. Âişe'nin gülmesi
ise, yeğeni Urve'nin sorusuna cevap mâhiyetinde bir ikrardır. Çünkü, böyle dînî
bir mesele ile ilgili bir soru karşısında gülmek soranın sözünü tasdik ve
ikrar anlamına geldiği gibi aynı zamanda'' Ra-sûlullah (s.a)'ın zevcesi
olduğunu başkasından duyması karşısında hissettiği sevinç ve memnuniyyetinde
bir ifadesidir. Şu durum, düşünen ve insaf sahibi kişiler için Rasûlü Ekrem
(s.a.)'ın bütün hayatının yatak odasına varıncaya kadar dikkatle incelendiği
ve hiçbir gizli tarafı kalmadığı halde, hayatında en küçük bir kusur veya
nefret uyandıracak bir duruma rastlanamaması onun iffetinin ve insanlığın
semâsında bir dolunay gibi parladığımn en büyük delillerinden biridir. Halbuki
başka insanların özel hayatları incelendiği zaman târihte isim yapmış pekeok
kişilerin bile ne denli iğrenç yanlarının ortaya çıkacağı erbabının ma'lûmudur.
180....(Yine)
Urvetu'l-Müzenî Âişe (r.a.)'dan yukarıdaki hadîsi rivayet, etmiştir.[157]
Ebû Dâvûd dedi ki; Yahya,
b. Saîd el-Kattân bir adama "Şu iki hadîsin yani el-A 'meş'in Habîb'den
rivayet ettiği (öpmekten dolayı abdestin bozulmayacağına dâir olan) hadîsle
(yine) aynı senetle (rivayet ettiği) Özür sahibi bir kadının her namaz için
abdest alacağına dâir olan hadîsin zayıf olduğunu söylediğini benden insanlara
anlat” dedi.
Ebû Dâvûd dedi ki:
(Bize ulaşan habere göre) es-Sevrf; "Habîb, bize yalnızca Urvetı-MüzenVden
(haber) naklet" demiştir.(Sevri bu sözüyle) Habib'in Vrve b.
ez-Ztibeyr'den kendilerine hiç bir haber nakletmediğini söylemek istiyor.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Oysa Hamza ez-Zeyyât Habîb 'den O da Ur-ve b. ez-Zübeyr'den o da Âişe’den(r.a.)
sahih olarak hadîs nakletmiştir.[158]
Bu hadîs-i şerifle
ilgili fıkhî açıklamalar 177 ve 178 numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde
geçmiştir. Tafsilât için bu hadislerin şerhlerine müracaat edilebilir. Ancak,
bu hadîsin zayıflığı veya şahinliği üzerinde müellif Ebû Davud'un naklettiği
görüşler üzerinde bazı açıklamalar yapmak ta fayda vardır.
Bu hadîs-i şerifte
geçen râvi Urve Hz. Âişe'nin kız kardeşinin oğlu Urve b. ez-Ztibeyr'dir. Buna
göre Urve'nin meçhul olduğundan dolayı hadîsin zayıf olduğu görüşü yanlıştır.
Bunun delillerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Urve'nin,
Îbnu'z-Zttbeyr değil de, Müzem olduğunu söyleyen kimse Abdurrahman b.
Mağrâ'dır. Halbuki, Abdurrahman sözü delil olabilecek nitelikte bir kimse
değildir. Bu mevzuda Vckî, Abdurrahman'a muhalefet ederek Urve'nin, Urve b.
ez-Zübeyr olduğunu açıkça ifâde etmiştir. Şayet Urve'nin, Urve el-Muzenî olduğunu
söyleyenlerin hadîs-i şerîfın senedinde geçen el-A'meş'in şeyhleri olduğu
dttşünülebilirse de bunların kimler olduğu açıkça söylenmediğinden kimlikleri
meçhuldür. Bu yüzden de sözlerine güvenilmez.
2. Buradaki
Urve'nin meçhul bir Urve olduğu iddiası da yanlıştır. Zira ,eğcr bü Urve'nin
kim olduğu bilinmeseydi bu kadar kimse ondan hadîs rivayet etmezdi. Halbuki bu
kimse aslında Urve b. ez-Zübeyr’dir. Hadîs-i şerifte Urve el-Mûzenî diye
gösterilişi Abdurrahman b. Mağrâ'nm hatasıdır.
3. Muhaddislere
göre bir isim vasıfsız ve nisbesiz olarak söylenirse o isimle en meşhur kimse
anlaşılır. Bundan da anlaşılıyor ki Urve ile kastedilen Urve b. ez-Zubeyr*dir.
4. Urve'nin
Hz. Âişe'ye "O senden başkası değildir.” dediğinde Âişe (r.a.)'nin de
gülmesi bu Urve'nin Urve b. ez-Zübeyr olduğunu gösterir. Çünkü, bilindiği gibi
Urve b. Zübeyr, Hz. Âişe'nin yeğenidir. Böyle bir soruyu Hz. Âişe (r.a.)'ye
yabancı bir kimsenin sorması imkânsızdır.
5. Bu hadîsi
Ahmed b. Hanbel ve Darakutnî, Hişam b. Urve, babası ve Hz. Âişe vasıtasıyla
naklediyor ki, bu da Urve'nin Urve b. ez-Zübeyr olduğunu gösterir.
Gerçek şu ki bu
hadîsin zayıflığı senedinde Abdurrahman b. Mağra'nın bulunmasından ileri gelir.
es-Sevrî'nin Urve b. ez-Zübeyr'den Habîb'in hiçbir hadîs nakletmediğine dâir
sözlerim müellif Ebü Dâvûd'da eklediği açıklamasında reddetmiş bulunmaktadır.[159]
181....Abdullah
b. Ebî Bekir, Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mervfin, b.
el-Hakem[160]'in huzurunda abdesti
bozan şeyleri müzâkere etmekte İdik. Mervân; "Tenasül uzvuna dokunmaktan
da (bozulur)" dedi.
Urve;
Ben bunu bilmiyorum,
dedi. Mervân;
Büsra bint Safvân[161]
bana,RasûluIIah(s.a.)'ın "Zekerine (Tenâsul organına) dokunan kimse abdest
alsın buyurduğunu haber verdi." dedi.[162] [163]
Hadîsin zahirinden,
zekere dokunmaktan dolayı abdestin bozulduğu anlaşmaktadır. Rasûlullah (s.a.)in
"Abdest alsın" buyurmasından maksat, "Elini yıkasın"
demektir; diyenler de olmuştur. Ancak Darâkutnî'mn rivayetlerinden bundan
muradın el yıkamak değil, namaz abdesti olduğu anlaşılmaktadır. Ayr mevzuda,
Ahmed b. Hanbel ile, Hanefî ulemâsından Tahâvî'nin rivayet ettiği bir hadîste
de Rasûlullah, "Fercine dokunan abdest alsın" buyurmuştur. Ancak,
Tahâvî bu hadîs için "üinker" demiştir.
Ömer b. el-Hattâb,
oğlu Abdullah, Ebû Hüreyre, İbn Abbâs, Âişe, Sâ'd b. Ebî Vakkâs, Atâ, Zührî,
İbn Müseyyeb, Mücâhid, Ebân b. Osman, Süleyman b. Yesâr, İshâk, Mâlik, Şafiî ve
Ahmed b. Hanbel yukarıda işaret edilen hadîslere dayanarak, tenasül organına
dokunmanın abdesti bozacağı görüşüne varmışlardır. Bundan sonraki babta gelecek
olan ve zekere dokunmanın abdesti bozmayacağını ifâde eden Talk hadîsini zayıf
saymışlardır. "Talk hadîsini sahih saysak bile o Büsra hadîsi ile nesh
edilmiştir" derler. Bu görüşte olanlar, abdesti bozmaya sebep olan dokunma
şekilleri ve şahsın kendi zekerine mi, yoksa başkasının zekerine mi
dokunduğunda abdestinin bozulacağı hususunda değişik görüşlere sahip
olmuşlardır.
Mâlİkîlere göre: Baliğ
olan bir erkek kendi edep yerine avucunun içi, yani parmaklarının ucu veya
yanlarıyla dokunursa abdesti bozulur. Elinin üstü, tırnakları veya kolu ile
dokunursa bozulmaz. Dokunmadan dolayı zevk alıp almaması arasında fark yoktur.
Edep yerine bir örtü ile dokunursa bir şey lâzım gelmez.
Şâfillere göre: Bir
kimse kendisinin veya bir başkasının edep yerine arada bir örtü olmadan
avucunun içiyle dokunursa abdesti bozulur. Başkasınm edep yerine dokunması
hâlinde dokunulanın erkek veya kadın, büyük veya küçük, Ölü veya diri olması
arasında fark yoktur. Şâfiîlerden meşhur olan kavle göre dübür de aynı
hükümdedir; abdest bozulur.
Hanbelîlere göre de,
dokunan erkek olsun, kadın olsun, şehvetli veya şehvetsiz, kendisinin veya
başkasının edep yerine elinin içi veya dışı ile dokunması halinde abdesti
bozulur. Kendisinin veya başkasının dübürüne dokunmak veya kadının kendi
fercine dokunması ile de abdesti, bozulur. Tırnakları ile dokunmaktan dolayı
bozulmaz.
Hz. Ali, İbn Mes'ud,
Ammâr, Hasen el-Basrî, Rabîa, Sevrî ve Hanefî-lere göre edep yerine dokunmaktan
dolayı abdest bozulmaz. Bunlar, bundan sonra gelecek olan Talk Hadîsi'ni
hüccet kabul etmişlerdir. O hadîs için Tahâvî "Senedi müstakimdir"
demiş, Taberânî sahih olduğunu söylemiştir.
İbnu'l-Medînî de:
"faik hadîsi, Busrâ'nın hadîsinden daha (sağlamdır) güzeldir"
demiştir. Ayrıca Tahâvî Şertau Mefinİl Âsâr da Hz. Ali'den rivayet ettiği;
"Ben burnuma mı yoksa kulağıma,veya tenasül organıma mı dokundum fark
etmez” sözü de, Haneliler için delildir. Diğer mezheplerin delil saydıkları
Büsra Hadîsi âhâd olduğu için, onu delil kabul etmemişlerdir. Büsra Hadîsinin
sübûtu hâlinde, RasÛtuttah'ın "abdcst alsın” buyurmasından maksat,
"elini yıkasın" demek olduğuna hamledilir, demişlerdir. Çünkü,
Ashâb-ı kiram, taşlarla taharetlenİrlerdi. Dolayısıyla, bilhassa yaz günlerinde
ellerinin edep yerlerine değerek pislenmesi muhtemeldi. Bunun için Efendimiz,
onlara edep yerlerine dokunmaları halinde ellerini yıkamalarını emretmiştir.
Ulemâdan bazıları da
Büsra Hadîsi ile Talk Hadîsinin arasını birleştirme cihetine gitmişler ve
zekere dokunmayı, ondan bir şey çıkmasından kinaye saymışlardır. Çünkü,
genellikle edep yerine dokunmanın peşinden bir hades çıkar. Böylece üzerinde
durduğumuz Büsra Hadîsinde zekere dokunmaktan maksat, ondan bir hades
çıkmasıdır. Bundan sonra gelecek olan ve "zekere dokunmaktan dolayı
abdestin icap etmediğini" ifâde eden Talk Hadîsi'ndeki ise, hakîki
manâsında kullanılmıştır.
Hadis, Hanefîlerin
yorumu dışında, diğer mezhep imamlarına göre, zekere dokunmanın abdesti
bozduğuna delâlet etmektedir.[164]
182....Kays
b. Talk babası, Talk'ın şöyle dediğini haber verdi:"Biz (bir heyet olarak)
Rasûlullah'ın huzuruna girmiştik ki, Bedevî olduğu sanılan bir adam geldi ve:
"Yâ Rasûlallah abdest aldıktan sonra edep yerine dokunan kimse hakkında ne
dersin (abdesti bozulur mu)?”' dedi. Rasûlullah (s.a.) “O, ondan bir çiğnem
(veya[165] bir parça) et değil
midir? (abdesti bozulmaz)" buyurdu.[166]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bunu, Hişâm îbn Hassan, Süfyân es-Sevrî, Şu'be, îbn Uyeyne ve Certr er-Râzî,
Muhammed b. Câbir vasıtasıyla Kays b. Talk'tan rivayet etti.
183....Müsedded,
Muhammed b. Câbir'den aynı senet ve manâ ile fakat "namazda (zekerine
dokunursa)'1 ilâvesi ile hadisi rivayet etmiştir.[167]
Bundan evvelki bâbda
yer alan Büsrâ Hadisinin açıklamasında da belirtildiği gibi bu hadîs, edep
yerine dokunmanın abdesti bozmayacağını kabul edenlerin delilidir. Hadîsin
kuvvet yönünden lehinde ve aleyhinde söz söyleyenler olmuştur. Tirmizi:
"Bu hadîs, bu konuda rivayet edilenlerin en sağlamıdır” derken, İmam
Şafiî: "Biz, Kays b. TalkM soruşturduk, fakat onu tanıyana
rasüayamadık" diyerek zayıf saymıştır. Ancak Talk'ı İmam Şafiî'nin
tanımaması, onun meçhul olmasını, yani başkaları tarafından da bilinmemesini
gerektirmez. Nitekim ondan bir çok râvîler hadîs rivayet etmişler ve onu cerh
etmemişlerdir.
Edep yerine dokunmanın
abdesti bozmayacağı görüşünde olanların bazıları da Büsrâ'mn Talk'tan daha
sonra müslüman olduğunu ileri sürerek, Talk Hadisinin, Büsrâ Hadîsiyle
neshedüdiğini söylemişlerdir. Fakat Büsra'nm sonradan müslüman olması,
Şevkânî'nin de ifâde ettiği gibi Büsra Hadîsinin Talk Hadîsini nesh ettiğine
delil olmaz.
Bu hususta ulemânın
görüşünü şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Hz. Ali,
tbn Mes'ud, Ammftr, Hasenu'l-Basrî, Rabîa, Ehl-i Beyt ve İmam Sevrî, kişinin
kendi avret mahalline veya başkasının avret mahalline dokunmasıyla abdestin
bozulmayacağı görüşündedirler. Hanefîlerin görüşü de budur. Delilleri ise,
şerhini yaptığımız Talk Hadîsi ve İmam Tahâvî'nin "Şerh
Mafini'l-Âsftn'nda" Hz. Ali'den mevkuf olarak naklettiği: "Ha kulağıma,
burnuma dokunmuşum ha avret yerime dokunmuşum, fark etmez" sözüdür.
Busrı Hadisi zayıf
olmakla birlikte oradaki abdestten maksat, yalınız elini yıkamaktır. Zira
"vudu" kelimesi Arapçada "el yıkamak" manâsına da
kullanılır. Bu şekilde iki hadîsin arası da te'lif edilmiş olur.
Gayet tabîi ki,
dokunmadan dolayı şehvete gelip, herhangi bir akıntı olmuşsa abdest akıntıdan
dolayı bozulur, dokunmadan değil. Menî geldiği taktirde gusül icâb ettiği ise
malumdur.
2.
Mâlikîlere göre, baliğ olan kişinin kendi zekerine doğrudan doğruya avuç içi,
elin yanı, parmak uçları veya parmak yanları ile ister bilerek, isterse
bilmeyerek dokunması halinde abdest bozulur. Elin sırtı, tırnağı veya kolu ile
dokunulacak olursa, abdest bozulmaz, demişlerdir. Delil olarak da Büsra Hadîsi
ve Dârakutnî'nin "Sizlerden biriniz zekerine dokunduğunda namaz abdesti
gibi abdest alsın" hadîsidir.
3. Şafıîlere
göre kişinin avuç içi ile kendi avret yerine veya başkasının avret yerine
(kadın olsun erkek olsun, büyük olsun küçük olsun, ölü olsun diri olsun)
dokunursa abdesti bozulur.
Dübüre dokunmada da
hüküm aynıdır.
Delilleri de İbn Mâce,
Ahmed b. Hanbel ve Hak im'in rivayet ettikleri; "Kim fercine dokunursa
abdest alsın" hadîsidir. Zira fere, insanın ön ve arka yerine şâmildir.
Dârakutnî'nin Hz.
Âişe'den rivayet ettiği Rasûlullah'ın: "Avret yerlerine dokunup da, abdest
almadan namaz kılanlara yazıklar olsun" dediğinde Hz. Âişe'nin:
Yâ Rasûlallah, anam
sana feda olsun, bu erkekler için mi kadınlar için mi demesi üzerine
Rasûlullah:
"Sizlerden biri
fercine dokunduğunda namaz için abdest alsın" buyurmuştur. Ayrıca bunu da
delil getirirler.
4. Hanbelîlere
göre ise, zekere dokunmak abdesti bozar. Dokunan erkek olsun kadın olsun,
şehvetle veya şehvetsiz olsun, kendi uzvu veya başkasının uzvu olsun (tırnak
hariç) el içi ve dışı ile olsun, abdest bozulur. Dübüre dokunma da aynıdır.
Delilleri Şâfiîlerin getirdikleri delillerle birleşmektedir.
Görülüyor ki, mezheb
imamları kendi görüşlerini hadîslerle desteklemektedirler. Ancak, Hanefîlerin
dayandığı deliller yanında yukarda saydığımız sahâbîlere ek olarak, Huzeyfe b.
Yemân, Ebu'd-Derdâ, Sa'd b. Ebî Vakkâs gibi sahâtjîler ve yine tabiîne ek
olarak Sâd b. Müseyyeb, Sâid b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî gibi tabiînin
büyükleri de avret yerine dokunmakla abdestin bozulmayacağım söylemişlerdir.
Böylesine önemli bir konuda yukarda geçen değerli şahsiyyetlerin "abdest
almak gerekmez" şeklindeki ifâdeleri, Hanefîleri desdekleyen ve onların
görüşlerini takviye eden deliller arasındadır.[168]
1. Hadîs;
Dînin ahkâmım öğrenmek için gayret sarfetmeye ve gerektiğinde sefere çıkmaya
teşvik etmektedir.
2. Edep
yerine dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz.[169]
184....Berâb.
Âzib (r.a.) den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a.)e “Deve etlerin (i
yemek)den dolayı abdestin bozulup bozulmadığı" soruldu.
Rasûlullah;"Deve eti yemeden dolayı abdest alınız" buyurdu.[170]"Koyun
etinden dolayı bozulup bozulmadığı" soruldu. "Bundan dolayı abdest
almayınız" buyurdu. "Deve yataklarında namaz kılınıp
kilınmayacağı" soruldu. "Oralarda namaz kılmayınız, çünkü develer
şeytan (tabiatlı hayvanlardandır." dedi. "Koyun ağıllarında namazın
hükmü" soruldu. "Oralarda namaz kılınız çünkü onlar
berekettir." buyurdu.[171]
Hadîsin zahirinden,
deve eti yemenin abdesti bozduğu anlaşılmaktadır. Ancak buradaki adestten
maksat, Dînî ve Şer'î manâda olan abdest midir yoksa, lügat mânâsı olan el
yıkamak mıdır?
Ahmed b. Hanbel ile
birlikte İshâk b. Râhûye, Yahya b. Yahya, Ebû Bekir b. Münzir ve îbn Huzeyme
maksadın namaz abdesti olduğu görüşündedir.
Müslim'in Câbir'den
yaptığı rivayet de bu görüşü desteklemektedir. Bey-hâkî, İmam Şafii'nin;
"Eğer deve eti hakkındaki hadîs sahîhse, benim görüşüm de odur"
dediğini nakleder.
Şah Veliyyullah
ed-Dihlevî, meşhur eseri Huccettullahi'l-bâliğa'da, deve etinin abdesti bozduğu
kabul edilirse, bunun hikmetinin şu olabileceğini söylemektedir; "Deve
eti, Tevrat'ta haram kılınmıştır, Israiloğullan Peygamberlerinin tümü, onun
haram oluşunda ittifak etmişlerdir. Cenâb-ı Allah onu, Muhammed Ümmetine helâl
kılınca, iki hikmete binâen abdesti farz kılmıştır. Bunlar;
a. Haramken
helâl kıldığı için Allah'a şükretmek.
b. Bazı
gönüllerde deve etinin mübâhhğı hususunda bir tereddüt olabilir. Çünkü,
insanlar bunun evvelki ümmetler için haram olduğunu biliyordu. Abdest, bu
tereddüdü def ve kalbin huzuru için son derece etkilidir.”
Hanefî, Şafiî ve
Mâlikî mezhepleri ile Hulefâ-i Râşidîn, Sahâbî ve Tabiînin çoğunluğuna göre:
Deve eti yemenin abdeste zararı yoktur. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîsdeki
vudû'un Şer'î manâsında değil, temizlenmek manâsına gelen "el
yıkamak"tan ibaret olduğunu söylemişlerdir. Bunun için de Hattâbî,
buradaki "vudıT'u el yıkama'ya hamletmiştir.
Buradaki vudû'u,
Abdest almak manâsına alacak olursak, Ebû Dâvûd'da 192 numarada gelecek olan ve
Tirmizî, Nesâî ve tbn Maceb'nin de rivayet ettikleri; Rasûlullah'ın son
tatbikatının, ateşde pişen şeyden dolayı abdest almadığı şeklinde olduğunu
ifâde eden "Câbir Hadisi" İle nesh edilmiş olduğunu söylemek gerekir.
Koyun eti yemekten
dolayı ise ittifakla abdest almak gerekmez.
Hadîs-i Şerifin
devamında, Rasulullah insanları deve yataklarında namaz kılmaktan men etmiş ve
bu yasağa, develerin şeytanlardan olduğunu sebep göstermiştir.
tbn Mâce'nin
rivayetinde; "Develerin şeytanlardan yaratıldığı değil, onların şeytanın
işini yaptıkları" bildirilmektir. Çünkü, develer çok ürkek ve azgın
olurlar. Namaz kılanın gönlüne vesvese vererek, huşû'una mâni olabilirler.
Ayrıca namaz kılan kişinin, hayvanların ürkmesinden dolayı zarar görebileceği
gibi kaçıp gitmeleri hâlinde ise, namaz kılanın namazını terketme-sine de sebep
olabilir. Namaz kılanın gönlüne vesvese vermek veya ona namazı terkettirmek,
şeytanın işi olduğundan; Rasulullah Efendimiz bunlara sebep olan deveyi
şeytanlardan saymış ve onların yataklarında namaz kılmayı men etmiştir.
Hadisin zahiri, bu
gibi yerlerde namaz kılmanın haram olmasını gerektirir. Zahirîlerle Hanbelîler
bu görüştedirler.
Diğer mezheplere göre:
Deve yataklarında namaz kılmak, mekruhtur. Ancak namaz kılacağı yerde necaset
varsa, orada namaz kılınması caiz değildir.
Aynı hadîste, Koyun
ağıllarında (necaset olmayan yerinde) namaz kılınmasına izin verilmiştir.
Oralarda namaz kılmanın mubah oluşunun sebebi, koyunların bereketli ve sakin
olması; develerdeki tehlikenin koyunlarda bulunmamasıdır. RasÛlullah da böyle
vasıflandırmıştır.
Nehâî, Evzaî, Zührî,
Hakem, Sevri, Atâ, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve Şafiî'lerden tbn Huzeyme bu
hadîse dayanarak, koyunların idrar ve terslerinin temiz olduğuna hükmetmişler
ve: "Rasulullah koyun ağıllarında
namaz kılmaya cevaz verdiğine göre, onların idrar ve tersleri temizdir.
Çün- kü ağıllarda idrar ve tersin bulunmamasına imkân yoktur" diyerek
dâvâlannı isbat yönüne gitmişlerdir. Bu görüş sahiplerine göre; deve ve sığır
gibi eti yenen hayvanların necasetleri de koyunun necaseti gibidir. Deve
yataklarında namazın men edilmesine sebep, onların necaseti değil, vesvese ve
teh- tikeden korunmak, huşûu muhafaza edebilmektir.
Ayrıca bunlar,
Rasûlullah'ın Urenîlere yakalandıkları bir hastalık üzerine "deve
idrarını sütleri İle beraber İçmeler”'ni emretmesinin de, deve idrarının
temizliğine delil olduğunu söylerler.
Ancak Hanefîler,
Şafîüerin çoğunluğu, Cumhûr-u ulemâ bu görüşü kabul etmemiş ve her türlü idrar
ve tersin pis olduğuna kail olmuşlar ve: Rasûllah'ın; "Deve Idrftnnı içmelerini
emretmesi" onun temiz oluşundan değil, zarurete binâendir. Nitekim zaruret
hâlinde ölü etini yemek caizdir, demişlerdir. Urenîler de o gün için bir
hastalığa tutulmuşlardı. Hastalık, benizlerini sarartıyor, karınlarını
şişiriyordu. Tedavisi de mümkün değildi. Rasûluüah,"sadece o hâdiseye ışık
tutmuş, Allah'tan aldığı ilham ile o günün tedavisini vermiştir. Buna göre
idrarın içilmesi bir zarurete binâendir. Zaruretler de kendi miktarlannca
takdir olunduklarına göre; buradaki idrar içmeyi hâdisenin dışına da taşırarak
helâl olduğuna kail olmak gerekmez. Böyle olunca da eti yenen ve yenmeyen bütün
hayvanların idrar ve pisliği necis demektir.
Ebû Hüreyre'nin merfû
olarak rivayet ettiği "İdrardan korununuz, çünkü kabir azabının çoğu
ondandır." Hadîs-i Şerifi bu görüş sahiplerinin delilidir. Ayrıca Buhar!
ve Müslim'in ve Ebû Davud'un 20 no'Iu hadîste rivayet ettikleri;
"Rasûlullan (s.a.) İki kabre uğradı. Bunlar azap görüyorlar «ma büyük bir
şeyden dolayı değil. Şu birisi idrardan korunmazdı..." hadîs-i şerifi de
bunlar için delildir.[172]
1. Hadîs,
deve eti yemekten dolayı abdestin lüzumuna işaret edef Abdestten maksad,
yukarıda da açıklandığı gibi el yıkamaktır.
2. Deve
yataklarında namaz kılmak yasaktır.
3. Koyun
ağıllarının necis olmayan yerlerinde namaz kılmak caizdir.
4. Hüküm
verirken gerekçelerini de açıklamak caizdir.[173]
185....Ebû
Sa'îd (el-Hudrî)'den, demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) bir gün, koyun derisi yüzen
bir çocuğa rastladı; "Biraz kenara çekil, sana(koyunun nasıl yüzüldüğünü)
göstereyim" buyurdu. Sonra elini kottuk altına kadar görünmeyecek şekilde
deri ile et arasına soktu. Sonra da gitti ve abdest almadan cemaate namazı
kıldırdı.[174]Ebu Dâvûd der ki: Amr,
rivayetinde; "abdest almadı" sözünün tefsiri olarak "Yani ejjml
suya sürmedi" ibaresini ziyâde etmiştir. Amr, rivayetin Hilâl b. Meymûn
er-Remlî'den: "Bize haber verdi" anlamına gelen "ahbaranâ"
tabiriyle değil de an, an (...deny dan) sözleriyle nakletmiştir. Abdu'lVâhid b.
Ziyâd ve Ebû Muâviye Hitâl'den o da Atâ
tarikiyla, Rasûlullah 'tan Ebu Satâ'i anmadan (mürset olarak) rivayet etmiştir[175]
Hadîs-i şeriften,
elini ete dokunduran bir kimsenin abdest almasına lüzum olmadığı anlaşılmaktadır.
Hadîsin metne esas olan Eyyûb ve Muhammed b. Alâ'nın rivayetlerinde
Rasûlullah'ın ete elini sürdükten sonra elini yıkayıp yıkamadığına dâir hiçbir
kayıt yokken, Amr’ın Rivayetinde elini yıkamadığı ilâvesi de yer almıştır.
Ancak bâb başlığı da nazarı itibâra alınırsa, Rasûlullah (s.a.)'ın abdest
almaması, elini yıkamamış olmasını gerektirmez.
İbn Rislân: “Bu
hadîsten, çocuğun kestiği hayvanın etini yemenin caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca bunda, hayvan kesildikten sonra deride v.s. kalan kanın temiz olduğuna
delil vardır" demektedir.[176]
1. Hadîs, Rasûlullah'ın merhametine ve tevâzuuna işâret etmektir.
2. Ete
dokunmaktan dolayı abdest almak gerekmez.
3. Lider
durumunda olan kişilerin, topluma faydalı olabilecek işlerde öncülük etmesi
gerekir.[177]
186....Câbir
b. Abdillah'ın rivayetine göre: Rasûlüllah (s.a.) Âliye[178] nin
birinden gelirken etrafında sahâbîler olduğu halde çarşıya uğradı ve küçük
kulaklı ölü bir oğlağa rastlacu. Onu eline alıp kulağını tuttu ve
(etrafındakilere): "Hanginiz bu oğlağın, kendisinin olmasını ister?"
tnıyurdu[179] ve (Câbir b. Abdillah), hadisin tamamını
zikretti.[180]
Bu hadîs-i şerif, ölü
bir hayvana dokunmaktan dolayı abdest almanm ve el yatamanın icâb etmediğine delildir.
Zira Rasûlüllah (s.a.) ölü oğlağa eli ile dokunmuş ve elini yıkadığına veya
adest aldığına dâir her hangi bîr haber nakledilmemiştir.
Ebû Davud'un bu
rivayetinde hadîsin tamâmı yer almamış, sadece mevzu ile alâkalı kısım
nakledilmiştir. Ancak Ebû Dâvûd, lafızlarım zikretmemekle beraber, Cabir b.
Abdiİlah'ın bu rivayetinin devamına da işaret etmiştir. Müslim'deki rivayete
göre bu hadîs-i şerifin devamı meal olarak şöyledir:
Rasûlullah;
"Hanginiz bunnn bir dirhem karşılığı kendisinin olmasını ister" diye
sormuş; Yanındakiler: "Onun hiç bir şey karşılığı bizim olmasını
istemeyiz, onu ne yapalım ki?" diye cevap vermişler. Buna karşılık efendimiz:
"Onan, sizin olmasını İster misiniz?" diye tekrar sormuş; Sahâbîler
de: "Vallahi eğer bu oğlak diri olsaydı bile kulağı küçük olduğu için
ayıplı olurdu, ölüsü ne işe yarar ki?" demişler. Rasûlullah da:
"Vallahi dünya Allah'a, bunun size değersiz olduğundan daha
değersizdir" karşılığını vermiştir.[181]
Görüldüğü üzere bu
hadîsin sebeb-i vürûdundan maksat; dünyanın değersiz olduğunu bir misalle
anlatmaktır. Hadîs-i şerifin konu ile alâkası sadece Ebû Davud'un kitabına
aldığı kısımdır. Zaten hadîs-i şerîfı kitâbü'z-zühd'de de ayrıca nakletmiştir.[182]
1. Ölü
hayvana dokunmak caizdir
2. Ölü hayvana
dokunmaktan dolayı el yıkamak veya abdest almak şart değildir.
3. Bir işin
tahkîk ve te'kîdi için yemin etmek caizdir.
4. Hadîs
dünyanın değersizliğine ve akıllı, bir kimsenin ona bel bağlamayacağına işaret
etmektedir.[183]
187....lbn
Abbâs (r.a) demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) bîr koyunun (pişmiş olan)
küreğini(n etini) yedi. Sonra abdest almadan namaz kıldı."[184] [185]
Hadîs-i şerifte ifâde edilen
bu hâdise, Fethu’I-Bâri'nin beyânma göre, Dubâ'a bint Zübeyr b.
AbdiM-Muttalib'in evinde olmuştur. İbn Abbfts'ın teyzesi Meymûne'nin evinde
olduğunu söyleyenler de vardır.
Bu ve bu babtaki diğer
hadîsler, pişmiş et yemekten dolayı abdest almanın lâzım olmadığına işaret
etmektedir. Hulefâ-i Râşidîn ve ashabın ileri gelenleri ile dört mezhep
imamının görüşü de böyledir.
Ömer b. Abdilazîz,
Hasen el-Basrî, Zührî ve Ebû Kılâbe'nin ateşte pişen eti yemekten dolayı
abdest almanın gerekli olduğu görüşünde oldukları rivayet edilmiştir. Bu görüş
sahipleri bundan sonraki bâbta gelecek olan hadîslere dayanmışlardır. Cumhur
ise o hadîslerin, üzerinde durduğumuz babın hadîsleri ile nesh edildiğim
söylemişlerdir.
188....Muğîre
b. Şu'be (r.a)'den, şöyle demiştir:
"Bir gece
Rasûlullah (s.a.)'a misafir oldum. Rasûlullah, biraz et (pişirilmesini) emretti
ve (et) pişirildi. Efendimiz, bıçağı aldı ve benim için etten kesmeye başladı.
Tam o sırada Bilâl cıkageldi ve Rasûlullah'a namaz (vaktinin geldiğini) haber
verdi. Rasûlullah bıçağı bıraktı Bilâl'e: "Ne oluyor ona? Allah hayrını
versin"[186] dedi ve fabdest
yenilemeden) namaz kılmak Üzere kalktı.[187]
(Ebû Davud'un
hocalarından olan) Enbâri, Muğîre'nin: "Bıyığım uzamıştı, Rasûlullah,
(altına) misvak koyarak onları kısalttı veya; "Bıyığını misvak üzerine
(koyarak) kısaltayım buyurdu" dediğini de ilâve etmiştir.[188] [189]
Kendisine misafir
olarak gelen Muğîre b. Şu'be ile birlikte yemek yerken, Bilâl'ın namaza
davetini Rasûlullah hoş görmemiş ve bu memnuniyetsizliğini: "Bilal’e ne
oluyor? Allah hayrını versin!” sözleriyle ifâde etmiştir. Bu deyimin manâsı
hakkında lügat kitaplarında bir çok manâlar verilmiştir. Dipnotta kısaca buna
işaret edilmiştir.
Görüldüğü gibi namaz
vaktinin geldiğini haber alan Efendimiz, derhal yemeği keserek namaza
koşmuştur. Rasûlullah'ın burada işaret edilen hareketi; Buhârî'nin rivayet
ettiği: "Akşam yemeği hazırlandığında, önce yemeği yeyiniz"
mealindeki hadîse zıt değildir. Çünkü, Buhârî'nin hadîsinde yemeğe acele
etmesi tavsiye edilen kişi, oruçlu olup da acıkan, yemeği arzu ettiği için
namazda huşû'u muhafaza edemiyeeek olan kişidir. Ayrıca üzerinde durduğumuz
hadîs-i şerifte, yemeği bırakıp camiye koşacak olan kişi imamdır. Çünkü,
Rasûlullah, pek az istisna ile aralarında bulunduğu cemaate devamlı imam
olurdu.[190]
1. Misâfirlik
2. Ev sahibi
imkânı nisbeticde misafire ikramda bulunmalıdır.
3. Pişmiş
eti bıçakla kesmek caizdir; onun nehyedildiğme işaret eden hadîs zayıftır.
Şayet o hadîsin sübûtu kabul edilirse, o zaman, eti kesmeye ihtiyaç olmadığı
takdirde yabancılara benzememek için nehyedildiğme hamledilir.
4. Müstahak
olana duâ etmek caizdir.
5. İmamın
namaza hazır olduğunu bildirmesi caizdir.
6. Et yemek
abdesti bozmaz.
7. Uzadığı
takdirde bıyığı kısaltmak meşrudur. Dudakları örtecek biçimde bıyıkların
uzatılması caiz değildir.
8. Bıyığın
düzgün kesilmesi için altına bir şey konulması meşrudur.
9. Sünnete
uygun olmayan bir hareketinden dolayı kişiye müdâhale edilebilir ve insanın saçı
ve sakalına itîna göstermesi gerekir.
189....tbn
Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.) bir (koyun) bud(u eti)
yedi, altındaki sergiye elim sildi. Sonra kalkıp namazını kıldı."[191] [192]
Hadîs-i Şerîfte,
Efendimizin et yedikten sonra elini yıkamadan, bir beze silerek namaza kalktığı
ifâde edilmektedir. Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını tavsiye etmiş
olmasına rağmen, Resulullah'ın elini yıkamaması, el yıkamanın farz olmadığım
göstermek içindir.[193]
1. Ateşte
pişen ete dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz.
2. Yemekten
sonra eli ve ağızı yıkamadan namaz kılmak caizdir.
3. Yemekten
sonra elleri yıkamak farz değildir. Silmek de caizdir.
4. Yemekten
sonra peçete ile veya ıslak bezlerle el silinebilir.
190....İbn
Abbâs (r.a) demiştir ki; "Rasûlullah (s.a.) bir (koyun) bud(un)dan ısırdı.
Sonra abdest almadan namaz kıldı."[194] [195]
Bu hadîs-i şerif de,
bu babın diğer hadîslerinde olduğu gibi yemekten dolayı abdestin bozulmadığına işaret
eder. Ayrıca, insanın direkt olarak, çatalsiz ve bıçaksız eti dişleri ile
ısırmasının caiz olduğu da anlaşılmaktadır.
191....Muhammed
b. Münkedir dedi ki; Câbir b. Abdillah'ı şöyle derken dinledim;
"Rasûlullah(s.a.)'a
ekmek ve et ikram ettim. (Onlardan) yedi. Sonra abdest suyu istedi, abdestini
aldı ve öğlen namazını kıldı. Sonra yemeğinin artığını isteyip yedi, (bu
sefer) abdest almadan, kalkıp namaz kıldı."[196] [197]
Rasulullah’ın bir miktar
et ve ekmek yedikten sonra abdest alıp namaz kılması, sonra da tekrar aynı
şeyleri yeyip abdest almadan namaza
durması meselesinde iki ihtimal akla gelebilir:
1. Önce,
ateşte pişen şeyden dolayı abdest alması, sonra da, ikinci defa aynı şeyi
yediği halde abdest almaması, evvelki hükmün nesh edilmesi anlamına gelir.
2. Rasûiuuah
yemeğe (ilk kez) oturduğunda abdestsiz olabilir. Yemek esnasında karnı doymadan
namaz vakti gelmiş, bunun için yemeği bırakarak abdest alıp namazını
kılmıştır. Henüz karnı doymadığı için namazdan sonra tekrar sofraya oturarak
karnını doyurmuş, abdesti olduğu için, yeniden bir abdeste lüzum görmeden
kalkıp namaz kılmıştır.
Rasûlullah'm, karnı
tok olduğu halde, bir günde iki defa yemek yemenin caiz olduğunu göstermek ve
bazı dînî ahkâmı fiilen öğretmek için böyle hareket ettiği de düşünülebilir.[198]
1. Ateşte
pişen şeyi yemekten dolayı abdest almak ge rekmez.
2. Yemek
yerken namaz için yemeğe ara verilebilir.
192....Câbir
(r.a.) şöyle demiştir; Rasûlullah'ın iki işinden sonuncusu, ateşin
değiştirdiği (pişirdiği) şeyden dolayı abdest almamasıdır.[199]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
bir önceki hadisin kısaltılarak yapılmış rivayetidir.[200]
Rasûlullah'ın iki
işinden maksat, ateşte pişen bir şey yedikten sonra adest alması, sonraları ise
abdesti terk etmesidir. Cumhûr-u ulemâ bu hadîse dayanarak; ateşte pişen bir
şeyi yemekten dolayı abdest almanın vücûbunun neshine hükmetmiştir.
Ancak, Beyhâkî,
hadîs-i şerifin sonuna Ebû Davud'un yaptığ ilâveye bakarak, evvelki hükmün, bu
hadîsle nesh edildiğine hükmetmenin sağlam bir dayanağa sahip olmadığını
söylemektedir. Zira, bu hadîs, evvelki hadîsin muhtasarı olursa Rasûlullah'ın,
ateşte pişen şeyden dolayı öne abdest alması, sonra tekrar yediği halde abdest
almadan namaza durması, bir mecliste olmuştur. Bununla da neshe hükmedüemez.
Çünkü, ateşte pişen şeyden dolayı abdest almayı emreden hadîslerin bu hâdiseden
sonra vftrid olması mümkündür. Beyhâkî'nin bu mütalaalarına da İtiraz;
edilerek, bu hadislerin evvelki hükmü nesh edebileceğine dâir deliller de
getirilmiştir. Burada bu münâkaşaların nakline lüzum görmedik. Yalnız şurası
muhakkaktır ki, Rasûlullah (s.a.) Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Abbâs Âmir b.
Rabîa, Übey b. Kâ'b, Ebû Talha (r. anhum) dan, menkûl olan tatbîkat, ateşte
pişen şeyi yemekten dolayı abdestin gerekmediğidir.
Bfici bu konuda
şunları söyler:'' Ateşte pişen şeyden dolayı abdest almaya lüzum olmadığında
zamanımız ulemâsı müttefiktir. Hılâf sahabe ve tâbi-ûn devrinde idi.
Rasûlullah'tan gelen "Ateşte pişen şeyden dolayı abdest alınız"
mealindeki hadîsin te'vîlinde ashabımız (mâlikîler) farklı şeyler söylemişlerdir.
Bazıları, buradaki abdestten maksadın müstehap olmak üzere eli ve ağızı yıkamak
olduğunu söylerken, bazıları önceleri abdest farzken bilâhare nesh edildiğini
söylemişlerdir."
193....Ubeyd îbn Sümâme el-MürâdîMen, demiştir ki;
Rasûlul-lah (s.a.) ashabından Abdullah b. Haris b. Cez' ez-Zübcydi [201]
Mısır'a bizim yanımıza geldi. Onu,, Mısır Mescidi'nde (şunları) söylerken
dinledim:
Ben, bir evde Rasûlullah'la
birlikte altı kişinin altıncısı veya yedi kişinin yedincisi [202] olarak bulunuyordum. Bilâl geldi ve
Rasulullah'a namazı haber verdi. Biz de çıktık ve tenceresi ateşte (kaynamakta)
olan bir adama uğradık. Rasülullah o zâta "Tenceren (deki et) pişti
mi?" diye sordu.
Adam; Anam babam sana
feda olsun, evet (pişti) yâ Rasûlallah dedi.
Nebi (s.a.)
tenceredendir parça et aldı (ağzına koydu). Namaza tekbir alıp başlayıncaya
kadar çiğnemeye devam etti. Ben de ona bakıyordum.[203] [204]
Bu hadîs-i şerif Rasûlullah'ın
pişmiş ete dokunmaktan dolayı abdest aıma(kğını ve elini yıkamadığını ifâde
etmektedir.[205]
1. İmam’a
ezandan sonra namaza hazır olunduğu haber verilebilir.
2. Bir
kimsenin -razı olacağını bildiği
takdirde- her hangi bir dostunun
yemeğini yemesi caizdir.
3. Pişmiş
ete dokunmaktan dolayı ellerin yıkanmaması caizdir.
4. Yemekten
sonra namaza durulacaksa ağıza su alıp çalkalamak şart değildir.
5. Toplumun
başında olan kişilerin, toplumun içindeki fertlerle ilgilenmesi onların gönlünü
ancak hareketleride bulunması, toplumla
arasındaki mesafeyi açmaması gereklidir.[206]
194....Ebû
Hureyre (r.a.) demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ateşin
pişirdiği her şey(i yemek)den (dolayı) abdest gerekir."[207] [208]
Muhaddislerin âdeti,
bir mes'elede nesh varsa evvelâ mensüh (hükmü kaldırılan) hadîsleri sonra da
nâsih hadîsleri zikrederler. Ebû Dâvûd, pişmiş ete dokunmaktan dolayı abdestin
bozulmadığına işaret eden hadîsleri mensûkkabul etmiş, abdestin bozulduğunu
ifâde eden hadîsleri sonra getirmiştir. Cumhurun görüşü ise; daha evvel de
ifâde edildiği gibi bunun tam tersidir. Yani ateşte pişen şeye dokunmaktan
dolayı abdest almanın vücûbunu ifâde eden hadîsler neshedilmiştir.
Daha evvelce geçtiği
gibi Arapça'da Vudû' el ve ağız yıkamak mânâsına gelebileceği gibi, abdest
almak manasına da gelir. Buradaki vudü'dan murat, el veya ağız yıkamak değil,
abdest almaktır. Çünkü, ŞârîMn sözünden ilk anlaşılacak olan şey, dînî manâdaki
vudû'a hamletmektir ki, burada abdest almaktır.
Bu hadîs, ateşte pişen
şeyden dolayı abdest almanın şart olduğunu ifâde etmektedir. Konu ile ilgili
açıklama bundan sonraki hadîs-i şerîfin şerhinde verilecektir.
195....Ebû
Süfyân b. Sa'îd b. Muğîre haher verdi ki: Kendisi (bugün) Ümmü Habîbe[209] 'nin yanına girmiş o da Ebû Süfyân'a (içmesi
için) bir tas sevîk ikram etmiş, Ebû Süfyân (Sevîk'i içtikten sonra) su isteyip
ağzını çalkalamış. Bunun üzerine Ümmü Habîbe, şöyle demiş;
Yeğenim (ey kız
kardeşimin oğlu) abdest almayacak mısın? Çünkü Rasûlullah (s.a.); "Ateşin
değiştirdiği (pişirdiği) veya ateşin dokunduğu[210] şeyden dolayı abdest alınız" buyurdu.[211]
Ebû Dâvûd, Zühri
hadîsinde ("Kızkardeşimin oğlu" yerine) "oğlan kardeşimin oğlu
dedi" demektedir.[212]
Sevîk, buğday veya
arpa kavutunun su, bal, veya süt ile kanştırılmasıdır.
Ümmü Habîbe bunun
yenilmesinden dolayı abdestin lüzumuna işaret etmiş ve Rasûlullah'm bununla
ilgili emrini haber vermiştir.
Ateşte pişen şeyi
yemekten dolayı abdesti lüzumlu görenler bu hadîse istinâd etmişlerdi. Ömer
b.Abdi'l-azîz, Hasen el-Basrî, Zührî, Ebu Kılâbe, Ebû Miclez ve Ebû Dâvûd bu
görüştedir.
Ateşte pişen şeyi
yemekten dolayı abdestin vacip olmadığı görüşüne sahip olan ulemâ bu hadîsin,
bundan önceki bâbta geçen hadîslerle nesh edildiğini söylemişlerdir.
îmam Nevevî, Müslim
Şerhi'nde, bu ihtilâfın Islâmın ilk devirlerinde olduğunu, daha sonra abdestin
vacip olmadığı hususunda icmâ olduğunu kaydetmektedir. İbn Hâcer de îbn
Batardan şu mütâlâayı nakletmiştır: "Araplar câhiliyye devrinde temizliğe
alışık olmadıkları için Rasûlullah ateşte pişen şeyi yedikten sonra abdest
almalarım emretmiştir, islâm yerleşip, insanlar temizliğe alışınca bu hükmü
nesh etmiştir."
"Rasûlullah'in
fiili, ümmeti ile ilgili sözlerine mufinz olmaz ve onu neshetmez"
şeklindeki ifâdeler, ancak sözün hususiyetine dâir bir delil olduğu takdirde
geçerlidir. Burada öyle bir delil olmadığı gibi, Efendimiz Ebû Bekir, Ömer ve
Ali {radıyallâhu anhüm)'nin et ve ekmek yedikten sonra adest almamalarına ses
çıkarmamıştır.
Ahmed b. Hanbel ve İbn
Mâce'nin Câbir'den yaptıkları rivayetlerde, Câbir, Rasûlullah (s.a.) Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer'le beraber ekmek ve et yemiş, onlar abdest yenilemeden namaz
kılmışlardır.
Bilindiği gibi,
nâsih-mensûh meselesinde, iki hadîs-i şerif arasını te'lif etmek imkânı varken
birinin diğerini nesh etmesi söz konusu değildir. Bu hadîs-i şerifleri te'vil
eden bazı ulemâ konuya daha değişik bir şekilde yaklaşmakta ve şu görUşü ileri
sürmektedirler: "Ateşte pişen şeyleri yemekten dolayı abdeste lüzum yoktur
diyen hadîslerin, abdest almanın farz olmadığına; abdesti emreden hadislerin
de müstehab'a hamledildiğini" söylemektedirler. Böylece neshi söz konusu
etmeden hadîsler arasım te'lif etmektedirler. Hattâbî'de bu görüşü
benimseyenler arasındadır.
Beyhâkî, Osman
ed-Dârimî'den naklen şunları söylemektedir:
"Bir konudaki
hadîsler birbiriyle tearuz ederler ve bir tarafı tereme kesin bir işfiret
bulunmazsa, Hulefâ-i Râşid’nin ameline bakılır ve onların ameli istikametindeki
hadisler tercih edilir."
Nevevî de bu görüşü
tercih etmiştir.
Tahâvî Meân-i'1-Âsâr
adlı eserinde Hulefâ-i Râşidî'nin, ateşte pişmiş bir şeyi yedikten sonra abdest
almadan namaz kıldıklarına dâir birçok haber rivayet etmiştir.[213]
İkinci görüş tercihe
daha şayandır. Dört mezhep İmamının görüşleri de bu istikâmettedir. Zira,
sahabeler, Rasûlullah'ı yakından izlerler, emirleri nedib te ifâde etse (farz
imâsı vermemesi kaydı ile) ona titizlikle uyarlardı. İçlerinde Hulefâ-i
Râşidîn'in de bulunduğu seçkin sahabe topluluğu abdest almadıklarına göre,
adest almayı emreden hadîs-i şeriflerin, bir hüküm ifâde etmedikleri yani
mensûh oldukları anlaşılır.[214]
196....Abdullah
b. Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre;
Peygamber (s.a.) süt
içmiş, su isteyerek ağzım çalkalamış, sonra da; "Muhakkak bunun yağı
vardır" buyurmuştur.[215] [216]
Bu hadîs-i şerif, süt ve bunun gibi yağh bir
şeyi yeyip içmekten dolayı ağzj yıkamanın müstehap olduğuna delâlet etmektedir.
Her ne kadar bu hadîs-i şerifte ağzı çalkalamanın illetinin sütte yağ oluşu
olarak ifâde edilmekte ise de, Buhârî'nin Beşîr b. Yesâr'dan rivayet ettiği ve
Rasûlullah'ın "Sevîk" yedikten sonra ağzını su ile çalkaladığını bildiren
haberi yağsız yiyecekleri yedikten sonra da ağzı yıkamanın müstehap oluşuna
delâlet etmektedir.
Yemekten evvel ve
sonra ellerin yıkanması da aynı şekilde müstehaptır.
tmam Nevevî Müslim
Şerhi'nde bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Ulemâ
yemekten evvel ve sonra elleri yıkamanın müstehap olup olmadığında ihtilâf
etmiştir. Zahir olan, elde pislik ve kir yoksa yemekten önce yıkamanın mütehap
oluşudur. Yemekten sonra elde yemek eseri bulunduğu takdirde yine ellerin
yıkanması müstehaptır. Ancak, yemeğe dokunmamak suretiyle elde yemek bulaşığı
kalmamışsa yıkamak gerekmez."'
İmam Mâlik de bu
mevzuda, Nevevî'nin sözlerine benzeyen şeyler söylemiştir. Yemekten önce ve
sonra ellerin yıkanmasına işaret eden hadîs, Peygamberler'in sünnetlerindendir.
Hadîs, süt içmekten
dolayı ağzı yıkamanın meşru olduğuna delâlet etmektedir.[217]
197....Enes
b. Mâlik (r.a.) demiştir ki; Rasûlullah (s.a.) süt içti, ağzını çalkalamadan ve
abdest almadan namaz kıldı.[218]
Râvt Zeyd dedi ki;
"Bu şeyhi (Mûtîb. Râşid'i) bana Şu 'be (b. Haccâc) tanıttı.”[219] [220]
Bu hadîs-i şerif süt
içmekten dolayı ağzı yıkamayı ve abdest
almayı terketmenin câiz olduğuna
delildir.
Hanefî ulemâsından
Aynî, Buhârî Şerhi'n de, Tahâvi'nin: "Bu hadîs, süt içmekten dolayı ağzı
yıkamanın neshedildiğine delildir” dediğini nakleder.
Buna göre bu hadîs
nâsih,bundan önceki hadîsde mensûh olmuş olur. Diğer bir görüşe göre ise,
mes'elede nesh sözkonusu değildir. Ağzı yıkamayı emreden haberler vücûba değil,
istihbâba delâlet eder.
Ahmed b. Hanbel'in
rivayetine göre Enes’in Rasûlullah'dan sonra süt içtiğinde ağzım üç defa
yıkamasını belirtmesi bu konuda neshin olmadığım gösterir.
Çünkü bu hüküm
neshedilmiş olsaydı, Esnes ağzım çalkalamazdı. Mentael müellifi de bu görüşü
tercih etmiştir.
Bu gibi hadîsler âmir
hükmünde hadîsler değildir. Yapıldığında iyi olanı, yapılmadığında dînî bir
hükmün terkedilmiş sayılmayacağını açıklarlar.
Hadîsten süt içmekten
dolayı ağzı yıkamanın şart olmadığı hükmü çıkarılmıştır.[221]
198....Câbir
(r.a.)'den şöyle demiştir:
"Rasûlullah
(s.a.)'Ia beraber Zâtürrikâ' Gazvesi'ne[222]
çıkmıştık. Müslümanlardan biri, müşriklerden birinin karısını öldürdü (veya
esir etti). Müşrik; Muhammed ashabından birinin kanını dökmedikçe peşlerini
bırakmayacağına yemin etti. Rasûlullah'ın izine düştü. Rasûlullah (s.a.) bir
yerde konaklamıştı. Bize; "Bizi kim korur?" diye sordu. Ensâr ve
Muhacirînden birer[223] kişi; "Biz!" diyerek ileri atılıp
görevi kabuİ ettiler. Rasûlullah onlara;
"Dağ yolunun
geçidinde durunuz" buyurdu.
Bu iki kişi dağ
yolunun ağzına vardıklarında muhacir olanı uzandı, Ensâr'dan olanı da kalkıp
namaza durdu. Müşrik geldi, namaz kılan Ensârî'nin karaltısını görünce, onun ordunun
nöbetçisi olduğunu anladı ve okunu fırlattı ve sanki bedenine (eli ile koymuş
gibi) isabet ettirdi. (Ensârî) oku bedeninden çıkardı (namazına devam etti).
Müşrik bu şekilde Üç kerre ok attı. (Ensârî ise üçünü de çıkardı), sonra
namazına devamla rükû ve secdesini yaptı. Sonra arkadaşı uyandı [224] Müşrik, bekçilerin kendisini fark edip yerini
bildiklerini anlayınca kaçtı.
Muhacir olan (sahâbî)
Ensâr üzerinde kam görünce hayretle "Sübhânellah! İlk ok attığında beni uyandırsaydın ya" dedi. Ensârî;
"Ben bir Sûre[225] okuyordum, onu (yarıda) kesmek
istemedim" dedi.[226]
Hadîs-i şerif, insan
vücûdundan (ön ve arkanın dışında) çıkan kamn abdesti bozmadığına delildir.
İbn Ömer, İbn Abbâs, îbn
Ebî Evfâ, Câbir, Ebû Hureyre, Âişe, îbn Museyyeb, Salim b. Abdülah, Kasım b.
Muhammed, Atâ, Mekhûl, Rabîa, Mâlik, Ebû Sevr, Dâvûd ve Şâfıîlerin görüşleri de
budur.
Hattâbî; Kanın abdesti
bozmayacağı görüşünde olanların bu hadîse dayandıklarım söyledikten sonra:
"Bu haberden bu şekilde hüküth çıkarmanın nasıl sahîh olduğunu
anlamıyorum. Çünkü kan akıp bedenine bulaştığına göre elbisesine de
bulaşmıştır. Elbisesine az da olsa kan bulaşıp bu halde namaz kılan kişinin
namazı Şafiîye göre de caiz değildir. Ancak yaradan kan çıkar da bedenine
bulaşmazsa o zaman müstesna. Eğer burada durum böyle ise, hayret."
demektedir.
Bu görüşte olanlar,
ayrıca Dârakutnî'nin Enes'ten rivayet ettiği Rasûlıllah'ın kan aldırıp, sadece
kan aldırdığı yeri yıkayarak, abdest almadan namaz kılması rivayeti ile İmam
Mâlik'in Muvatta'ındaki: "îbn Abbâs'ın burnu kanardı çıkan kam yıkar, daha
sonra kaldığı yerden namazına devam ederdi" şeklindeki rivayetini delil
kabul etmişlerdir.
Önden ve arkadan gelen
kan ise, Şafiîlere göre abdesti bozar, Mâlikîlere göre kanda idrar veya pislik
yoksa abdesti bozmaz.
İçerisinde Hulefâ-i
Râşidîn'in de bulunduğu Aşere-i Mübeşşere, Îbn Mes'ûd, Sevbân,. Ebu'd-erdâ,
Zeyd b. Sabit, Ebü Mûsâ el-Eş’arî, Sevrî, Evzâî, İshâk ve Hanbelîlerle
Hanefîlere göre, insan bedeninin her hangi bir yerinden çıkan kan abdesti
bozar.
Ancak, Hanefîlere göre
yaradan çıkan kan, yaranın başından kenara dağılmazsa abdest bozulmaz. Bu
görüşte olanlar, üzerinde durduğumuz hadîs hakkında şöyle demektedirler:
"Bu hareketin
vukuunda Peygamberimiz'in her hangi bir takririnin birlikte olmayışı ve bu
durumda sahabenin kendi içtihadına binâen böyle yaptığı ihtimâlinin kuvvetli
olması sebebiyle, kanın çıkması ile abdestin bozul-masına dâir diğer hadîslere
muarız olduğundan, ikinci grup tarafından tercihe şayan görülmemiştir. Ayrıca
sahâbînin, Ensârî'nin üzerindeki kanı görmesi, kanın elbiseye de bulaştığına
delâlet etmektedir. Bu da, kanın çok olduğunu göstermekte ve Hattâbî'nin
yukarıdaki görüşlerine cevap olarak kanın elbiseye bulaşmayacak kadar az
olduğunu söyleyenlerin iddialarım geçersiz kılmaktadır."
Aynî; kan aldırmak
hususunda, "bu Hanefîler için bir hüccettir. Çünkü, onlara göre sıkmak
suretiyle çıkan kandan dolayı abdest bozulmaz. Abdest çıkartılan değil, çıkan
kandan dolayı lâzım gelir" der.
Hattâbî bu görüş
hakkında; "O, fukahânın ekserisinin görüşüdür. İki görüşten daha ihtiyatlı
olanı budur ve ben de bu görüşteyim"demektedir.
Bu görüş sahipleri
Dârakutnî ve Îbn Mâce'nin Hz. Âişe vasıtasıyla rivayet ettikleri şu hadîse
dayanmışlardır:
"Kime kusmak,
burun kanaması veya mezî isabet ederse (namazdan) ayrılıp, abdest alsın sonra
da konuşmadan namazın! bina etsin (kaldığı yerden devam etsin).
Buhârî ve Müslim'in
Hz. Âişe'den rivayet ettikleri, Rasûlullah'ın kandan dolayı abdest almaşım
emrettiği Fâtıma bint, Ebî Hubey$ hadîsi de, kandan dolayı abdestin
bozulacağına delâlet etmektedir.
Aynî, "bu hadîs,
ashabın dayandığı delillerin en kuvvetlisi ve en sahihidir" demiştir.
Dârakutnî'nin Temîm
ed-Dârf den rivayet ettiği, "Her akan karidan dolayı abdest gerekir"
mealindeki hadîs de bu görüşü te'yid etmektedir. Şafii olan İmâm Nevevî bu
hadîsleri teker teker ele alıp tenkid etmiş ve kendi mezhebini takviye etmeye
çalışmıştır.
İbn Teymiyye, kandan
dolayı abdestin bozulmadığına işaret eden ha-dîslerdeki kanın bir iki damla
gibi az; abdestin bozulduğunu ifâde eden hadîslerdeki kanın ise, çok oluşuna
hamlederek hadîsler arasını te'Gfc çalışmıştır. İbn Teymiyye şöyle der;
"Sahabeden bir cemaatın az kandan dolayı abdesti terkettikleri doğrudur.
RasûluUah'ın kan aldırıp, abdest atmadan namaza durduğuna dâir olan Enes Hadîsi
buna hamledilir. (Yukarıda tercemesi verilen) Hz. Âişe Hadîs-i ise, kanın çok
oluşuna hamledilir."
Dârakutnî'nin EbÛ
Hureyre'den merfû’ olarak rivayet ettiği, "bir veya iki damla kandan
dolayı abdest(e lüzum) yoktur. Ama akan kan olursa müstesna” şeklindeki hadîs
de bu te'vîli te’yid etmektedir. Ancak, bu hadîsin senedinde Muhammed b. Fazl
b. Atıyye olduğu için tehkîde uğramıştır.
Kusmuk çıkması hâlinde
abdestin bozulup bozulmayacağı hususu ihtilaflıdır. Şafiî ve Mâlikîlere göre,
kusmuktan dolayı abdest bozulmaz. Hanbelîlere göre, kay(kusmuk)'ın çoğu abdesti
bozar. Hanefîlere göre, kusmuğun ağız dolusu abdesti bozar, daha azı bozmaz.
Yukarıda belirtildiği
gibi ön ve arka dışında vücûdun her hangi bir yerinden akan kanın abdesti
bozacağı Aşere-i Mübeşşerenin, İbn Mesûd, tbn Abbâs, Sevbân, Ebu'd-Derdâ, Zeyd
b. Sabit, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve îbn Ömer gibi sahâbîlerin görüşleri de bu
istikâmette olduğundan Hanefîlere göre abdest bozulur.[227]
1. Ashâb-ı
kiram dînin yayılması için cihâd etmişler ve bütün fedakârlıklara göğüs gererek
ellerinden gelen gayreti sarfetmişlerdir.
2. Düşmana
karşı bütün korunma tedbirleri alınmalıdır. Pu, tevekküle aykırı değildir.
3. Başkan
kendisi ve tabîleri için en faydalı olan şeyleri yapmalıdır.
4. Tebaanın,
canlanın tehlikeye atma pahasına da olsa başkanın emrine itaat etmeleri
gerekir.
5. Kur'ân okumak,
basiret sahipleri için en mühim işlerden daha önemli ve haz vericidir,
özellikle namaz hâli bu hazzın en iyi şekilde alındığı zamanlardır
.Müslümanların böyle bir hazzı tadabilmeleri için kendilerini hazırlamaları
gerekir.
6.
Müslümanların bir işini üzerine alan kimse, en iyi şekilde vazifesini îfâya
çalışmalıdır.
7. Hadîs,
Ashâb-ı Kiramın Allah'ı zikre ve Kur'ân okumaya olan düşkünlüğünü ve Kur'ân
tilâvetini kesmemek için vücûduna saplanan oka bile ehemmiyet vermediklerini
ifâde etmektedir. Burada akla gelen, oradaki sa-hâbînin ilk ok atışta namazı
bozup düşmanı defi idi. Çünkü, sahâbî orada nöbette idi ve Peygamber ve
ashabını bekliyordu. Asıl olan da budur. Fakat, sahâbînin dîni gayreti ve ok
atanın, kendileri orada olduğu müddetçe geçemeyeceğinden emin olmasından dolayı
bu yolu seçmemiştir.
8. Vücuttan
kan çıkması Şâfiîye göre abdesti bozmaz.
Hanefilerce bozulur.
9. Hadis,
birden fazla kişilerin, birden fazla görevlerde, verilen görevleri canlan
pahasına da olsa bihakkın yapmaya çalışmaları gerektiğini gösterdiği gibi,
aksamadığı takdirde görevin nöbetleşe yapabileceğine delildir.[228]
199....Abdullah
b. Ömer (r.a.)'den şöyle demiştir:
"Bir gece,
Rasulullah (s.a.) yatsı namazından meşgul edilip (namazı) geciktirdi?[229] O
kadar ki, biz mescidde uyuduk. Sonra uyandık, tekrar uyuduk, uyandık tekrar
uyuduk. Nihayet Rasulullah bizim yanımıza (mescide) geldi ve "Sizden
başka namazı bekleyen kimse yoktur" buyurdu.[230] [231]
Rasulullah (s.a.)'in
mescidde kendisini bekleyen sahâbîlere “Sizden başka namazı bekleyen kimse
yoktur" buyurması onları teselli içindir. Yani, başkaları namazlarım
bırakıp yattılar, siz ise, camide namazı bekliyorsunuz. Bu beklemenin fazileti
sadece size vardır başkasına değil,, demektir.
Hadîste ashabın uyuyuş
sekilerine veya uyandıktan sonra abdest alıp almadıklarına dâir bir açıklık
yoktur.
O halde hadîsten
ashabın ya abdestin bozulmayacağı bir şekilde uyuduklarını ya da uyandıktan
sonra abdest alıp namazlarını o şekilde kıldıklarını anlayabiliriz.
Uyumanın abdesti bozup
bozmadığı hususunda ulemâ arasında görüş ayrılıkları vardır:
1. Ebû Mûsâ
el-Eş'arî, Sâid b. el-Müseyyeb, Ebû Miclez, Hamîd b. Abdurrahman, A'rac, Evzâî
ve Şiflere göre, her ne suretle olursa olsun uyumak abdesti bozmaz.
"Namaza
kalktığınız zaman yüzünüzü yıkayınız..."[232]
mealindeki âyeti delil olarak ileri sürüp, "Cenâb-ı Allah abdesti bozan
şeyleri lıaber vermiş, bunlar arasında uyumayı saymamıştır" derler.Sünnetten
delilleri de EbÛ Hu-reyre'den rivayet edilen, "Abdest ancak ses veya
kokudan dolayıdır" hadîsi şerifidir.
Ancak, bu âyet ve
hadîsten bunların anladığını anlamak mümkün değildir. Çünkü, âyet-i kerîme
abdesti bozan şeylere mahsus değildir. Nitekim âyette abdesti bozan şeylerin
tümü sayılmamıştır. Meselâ, idrar zikredilme-miştir. Sünnetten delil
gösterdikleri hadîs-i şerif ise, abdesti bozan şeyleri haber vermek için değil,
kişinin yellenip yellenmediği hususundaki şühesini defetmek için vârid olmuştur.
2. Hasan
el-Basrî, Müzeni, EbÛ Ubeyd, Kasım b. Sellâm, İshâk b. Râhûye ve îbn Mttnzir'e
göre, ister oturarak, ister yatarak her türlü uyuma ile abdest bozulur. Bunlar
Hz. Muâviye'nin rivayet ettiği şu hadîsi delil kabul etmişlerdir.
Rasûlullah şöyle
buyurdu: "Göz, dübüriin bağıdır. Gözler uyuduğa zaman o bağ
çözülür." (Dârakutnî).
Sünen-i Ebî Dâvûd'da
203 numarada gelecek olan hadîs de bu görüşün delillerindendir.
Bu "görüşte
olanlara, "bu hadîsler zayıftır, sıhhatlerinin farz edilmesi hâlinde mütemekkin
olmıyan uyuma şekillerine hamledilirler" diye cevap verilmiştir"
3. Zührî,
Rabîa, Evzâî, Mâlik ve Ahmed'den bir rivayete göre uyuma şekline bakılmaksızın
çok uyuma abdesti bozar, az uyuma bozmaz.
Bunlar, bundan sonraki
Enes Hadîsi'ne dayanırlar. O hadîste Ashabın başlarının öne düştüğünden
bahsedilmektedir. O da, az uykuda mevzuu bahs olur.
4. Şafiîlere
göre kişi mak'adım yere tam yerleştirmiş vaziyette uyursa abdesti bozulmaz.
Aksi halde bozulur. Uyumanın az veya çok, namaz içinde veya namaz dışında
olması arasında fark yoktur. Üzerinde durduğumuz hadîs ile 201 ve 202 numarada
gelecek olan Enes ve tbn Abbâs hadîsleri, Şafıîlerin delilleri arasındadır. Bu
hadîslerdeki uyuma şekli, oturup mak'adı yere yerleştirerek uyumaya
hamledilmiştir. Şafiîlere göre uyuklamak suretiyle abdest bozulmaz.
Hanefîlere göre, kişi
uzanarak, bir şeye dayanarak veya yaslanarak uyur, dayanıp yaslandığı şey
çekildiği takdirde düşecek durumda olursa abdesti bozulur. Çünkü, abdesti
bozan şey uyumanın kendisi değil, uyku esnasında abdest bozucu yel veya
kokunun zuhur etme ihtimâlinin galip olmasıdır. Nitekim, biraz önce geçtiği
gibi, "gözler mak'adm bağıdır" hadîs-i şerîfi de buna işaret
etmektedir. Bu durumda âdeten bir şeyler çıkabilir. Âdeten sabit olan bir şey
de gerçekten varmış gibi kabul edilir. Bir şeye dayanmak veya yaslanmak da,
mak'ad yerden kesildiği için mafsalların irtibatını izâle eder. Bu şekilde de
istirahat son haddine varmış sayılır.
Ayakta, bir yere
dayanmadan, rükûda, secdede veya oturarak uyumak ' ise abdesti bozmaz. Bu
şekildeki uyumanın namaz içinde veya namaz dışında olması arasında fark
yoktur. İnsan, yanında konuşulan şeylerin çoğunu işitecek şekilde yatarak da olsa ayaklarsa
abdesti bozulmaz. Yanımla konuşulanlara çoğunu İstemeyecek derecede uyuklarsa
bozulur.
Hanefîler; îbn
Abbas'dan rivayet edilen şu hadîse dayanarak abdestin, namaz içinde uyumaktan
bozulmayacağı hükmüne varmışlardır. Şöyle ki: "Îbn Abbâs RasÛlullah'ı
secdede iken, horlayıp üfler gibi ses çıkarıncaya kadar uyurken gördü.
Rasûlullah kalkıp namaz kıldı. Bunun üzerine "Ya Rasûlullah sen gerçekten
uyudun" dedim. "Ancak yatarak uyuyana abdest lâzım getir. Çünkü,
uzandığı zaman mafsallar gevşer" buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâyûd, Ahmed
b. Hanbel Taberânî, îbn Ebî Şeybe, Dârakutnî) '
Rasûlullah şöyle
buyurmuştur: "Oturarak, rükû halinde iken veya secde ederken uyuyana
abdest gerekmez. Abdest ancak uzanarak uyuyana lâzımdır. Çünkü, İnsan uzanarak
uyuduğu zaman mafsalları gevşer."
HldftyeMe mezhebin
görüşüne esas olarak bu hadîs-i şerif verildiği halde, Nasbu'r-râveMe bu
hadîsin bu lafızla garîp olduğu, meşhur olanın, bundan evvel tercemesini
verdiğimiz lafızla olduğu kaydedilmiştir.[233]
1. Az uyumak
abdesti bozmaz. (Mezheplerdeki farklı görüşler “Açıklama” kısmında
verilmiştir).
2. Uykusu
gelen kimsenin yatsıdan önce uyuması caizdir. Ancak, yatsıyı kılmak için
uyanamamaktan korkarsa uyumamalıdır.
3. Yatsı
namazını gecenin ilk üçte birinden sonraya kadar geciktirmek caizdir.
4. İmam veya
Âlim'in halka meşakkat verdiğim zannettiği bir şey yapması halinde cemaatten
özür dilemesi ve onların gönüllerini alıcı, onları teselli edici sözler
söylemesi meşrudur.
5. (Keyfî olmama kaydıyla) camîde yatmak ve
uyumak caizdir.
6. Faziletli
ve âlim olan bir imamın arkasında namaz kılmak için beklemenin caiz olduğuna
da işaret etmektedir.
200....Enes
(r.a.) şöyle haber vermiştir: "Rasûlullah (s.a.)'ın ashabı, yatsı
namazını beklerlerdi. Hatta başlan öne eğilir, daha sonra namaz kılarlar abdest
almazlardı."[234]
Ebû Dâvûd der ki;
Şu'be Katâde'den naklen "Biz Rasûlullah zamanında, (yatsı namazını
beklerken) başımız öne düşerdi” ibaresini ilâve etmiştir.
Bu hadîsi tbn Ebî
Arûbe de Katâde'den değişik lafızlarla rivayet etmiştir.[235]
Hadîsin zahirinden
anlaşıldığına göre, Ashâb-ı Kirâm'm yatsı
namazıını beklemeleri nâdir hâdiselerden değil, sık sık tekerrür eden
bir haldir. Bu hadîs bundan evvelki hadîsin açıklamasında üçüncü görüş olarak
verdiğimiz, "az uyumak abdesti bozmaz, çok uyumak abdesti bozar"
diyenlerin dayandıktan hadislerdendir. Orada da işaret edildiği gibi başların
göğüs üzerine düşmesi ancak az uyumakta görülen bir hâdisedir. Ancak, bu
görüşte olanlar az veya çok uyumanın ölçüsünü tayin etmemişlerdir.
Hadîste açıkça ashabın
ne şekilde uyudukları tasrîh edilmediğine göre, Safîlerin dedikleri gibi
mak'atlan tam yere yapışmış bir vaziyette veya Haneftlerin dediği gibi hiç bir
tarafa dayanmadan veya yaslanmadan da olabilir.
Hattâbî bu hadîsin
şerhinde şunları söylemektedir: "Bu hadîsten şu anlaşılmaktadır. Uyumanın
kendisi abdesti bozucu değildir. Eğer Öyle olsaydı diğer hadislerde olduğu gibi
her hâl ü kârda abdesti bozması, uykunun az veya çok, bilerek veya bilmeyerek
olması arasında fark olmaması gerekirdi. Öyleyse uyku sadece badesin vukûunun
zannedildiği bir haldir. "Uyuyan, hadesin çıkmasına manî olacak bir
vaziyette oturarak ve mafsalları derli toplu bir şekilde uyursa, hadcsten
selâmetine ve eski abdestin devamına hükmedilir. Ama böyle olmaz da uzanarak,
ayakta, rükû veya secde hâlinde ya da bir kalçası üzerine meylederek uyuyacak
olursa badesin çıkıp, abdestin bozulduğuna hükmedilir..."
Hattâbî'nin sözlerinin
son tarafı Şafiîlere göredir. Hanefîlere göre ayakta, rükû veya secde halinde abdestin
bozulmayacağı bir evvelki hadîste ifâde edilmiştir. Zira bu durum onlarca uyku
değildir.[236]
1. Şuuruna
hâkim durumdaki uyuklama abdesti bozmaz.
2. Yatsı
namazım beklemek meşrudur.
201....Enes
b. Mâlik (r.a)'dan, şöyle demiştir:
Yatsı namazına ikâmet
getirilmişti ki bir adam kalkıp, "Ey Allah'ın Rasûlü, benim bir hacetim
var" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) onunla gizlice konuşmaya gitti.
O kadar ki, cemaat veya cemaatten bazıları[237] uyukladı. (Oturarak uyudu). Sonra (Rasûlullah)
onlara namazı kıldırdı."[238]
Râvî (Sabit el-Bunânî) abdest alıp-almamalarından söz etmedi.[239]
Bu hadîsi Buhârî,
Ezan; Müslim Tahâre ve Namaz bahislerinde tahric etmişlerdir.Müslim'in
tahrîrinde: "uyukladı" yerine
( ) "uyudu" kelimesi kullanılmış, sonundaki ( )
"abdest almalanndan söz etmedi" ibaresi
yer almamıştır.
Hadîs-i şerifin
muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre Âshâb-ı Kiram yatsı namazım kılmak
üzere toplanmışlar, ikâmet getirilmiş, tam bu sırada bir kavmin büyüğü olduğu
söylenen bir adam gelerek Efendimizle görüşmek istemiş, o da mescidin bir
köşesine çekilerek uzun uzadıya gizli olarak konuşup onu İslâm'a girmesi için
ikna etmeye çalışmıştır.
Aynî: "Çelen bu
adamın insan suretinde bir melek olup ta Enes'in onu insan zannetmesi de
mümkündür" demiştir.
1. Bir
kimsenin başka biriyle cemaatın önünde gizlice konuşması caizdir. Yalnız bir
tek kışının Ününde gizli konuşmak nehyedilmiştir.
2. Namaz
için ikâmet edildikten sonra mühim işlerin konuşulması caizdir. Mühim
olmayanların konuşulması ise mekruhtur.
3. İkâmet
ile namaz arasında uzun da olsa bir fasıla olursa ikâmetin iadesine lüzum
yoktur.
4. Oturanın
uyuklaması abdesti bozmaz.
202....İbn
Abbâs (r.a)’dan, demiştir ki; Râsulullah (s.a.) secde ediyor, uyuyor, horluyor
sonra kalkıp abdest almadan namaz kılıyordu. Kendisine;
"Uyuduğun halde
abdest almadan namaz kıldın" dedim. O: "Abdest sadece uzanarak
uyuyana lâzımdır" buyurdu,
Osman ve Hennâd,
(rivayetlerinde): "Çünkü (insan) uzanarak uyuduğu zaman mafsalları gevşer”
ibaresini ilâve ettiler.[241]
Ebû Dâvûd dedi
ki;'Abdest yont üzerine uzanana lâzımdır." Sözü münker bir hadîsdir.
(Çünkü) onu Katâde'den; Yeztd ed-Dâlânî'den başkası rivayet etmemiştir. Hadîsin
baş tarafını tbn Abbâs'tan bir cemaat rivayet etmiş, bu hususta hiçbir şey
zikretmemişlerdir. İbn Abbâs ( veya Ikrime[242]:
"Rasûlullah (secdede iken kendisinden abdest bozacak bir şey çıkmasından)
korunmuştur" dedi. Âişe radjyaltahü anhâ da Rasûlullah'ın, "Benim
gözlerim uyur kalbim uyumaz"buyurduğunu nakletti.
Şube şöyle demiştir:
"Katâde Ebu'l-Âliye'den dört hadîs işitmiştir. Bunlar;
1. Yûnus b.
Mettâ hadîsi,
2. Namaz
hakkında îbn Ömer hadîsi,
3. Kadılar
üçtür hadîsi,
4. ibnAbbâs'm;
"Kendilerine güvenilir kişiler bana bu hadîsi nakletti. Onlardan biri ve
en güvenilir olanı Hz. Ömer'dir" diye başlayan hadîsidir.
Ebû Dâvûd devamla
şöyle der; Yezîd ed-DâlânVnin hadîsini Ahmedb. HanbeVe sordum. Yezîd'in
hadîsini (rivayetini bana) yakıştırmayarak
beni azarladı ve "Yezid ed-Dâlânî'ye ne oluyor? (Kendisini de başkalarını
da) Katâde'nin ashabı arasına sokuyor?" deyip, onun hadisini önemsemedi.[243]
İbn Abbâs'ın,
Efendimize: "Uyuduğun halde abdest almadan namaz kıldın" demesi
uyumaktan dolayı abdestin bozulduğunu bildiğini göstermektir. Rasûlullah'ın
İbn Abbâs'a cevâbı üslûbu hakîm[244]
üzere olmuştur. Çünkü İbn Abbâs Rasûlullah'ın yaptığım sormuştur. Kıyâsa göre
Rasûlullah'ın vereceği cevap, "Gözlerim uyuyor, kalbim uyumuyor"
şeklinde olacaktı. Fakat Peygamberimiz, ümmete âit hükmü öğretmek için soruya
hadîste geçtiği şekilde cevap vermiştir.
Hadîs-i ŞerTin Osman
ve Hennâd'ın rivâyetlerindeki ilâvede uzanarak uyumanın niçin abdesti bozduğu
beyân edilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre, (daha önce de ifâde edildiği
gibi) uyumanın kendisi abdesti bozucu değildir. Uyku ancak mafsalların
gevşemesine sebeptir. Mafsalların gevşemesi durumunda da yellenmenin vukuu
kuvvetle muhtemeldir. Vukuu kuvvetle muhtemel olan şey de olmuş gibidir.[245]
1. Bir kimse
bir şey görüp de doğru olmadığını zannederse,
agJım araştırmalı, işin hakîkatma ermelidir.[246]
2. Yanı yere
koyup uzanarak uyumak abdesti bozar.Secdede uyumak bozmaz.(Bu hadis Hanefilerin
delillerindendir.)
3. Namaz içerisinde rükû ve sücudda uyuklayan
kişi, namazına devam edebilir, abdest almasına gerek yoktur.
203....Hz.
Ali (r.a.) den, Rasülullah'ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
"Dübürün bağı gözlerdir. Kim uyursa abdest alsın."[247] [248]
Vikâ: Kese, tulum gibi
şeylerin ağzına bağlanan iptir.Hadîs-i şerifte "gözler" uyanıklıktan
kinaye olarak kullanılmış ve bağa benzetilmiştir. Nasıl tulum veya kesenin
bağı içindekilerin çıkmasına mâni ise, uyanıklık da istenilmeden badesin
çıkmasına manîdir. İnsan uyanık olduğu müddetçe mak'adı bağlanmış gibidir.
Veya en azından kendi kontrolündedir. Şuûru dışında oradan hiçbir şey çıkmaz.
Uyuduğunda bağı çözülür. Bundan dolayı, uyku abdesti bozucudur.
İster az, ister çok ve
her ne suretle olursa olsun uyku, abdesti bozar diyenler[249] bu
hadîs-i şerife dayanmışlardır.Ancak,bu hadîsin zayıf olduğu söylenmiştir. Aynî
der ki;
"Bu hadîs iki
yönden malûldür:
1. Bakıyye,
hakkında tenkidler bulunan biridir.
2. İnkıta'
(kesiklik).
"Hadîsin sahih
olduğu farz edilirse, uyumanın az ve mütemekkin bir halde olduğuna hamledilir.
"Bu hadîse
dayanarak uykunun, bizzat kendisinin hades olduğunu söyleyenlerin sözleri de,
hafif uykunun ve secde hâlinde uyumanın abdesti bozmadığım ifâde eden hadislerle
reddedilmiştir."[250]
1. Peygamber
(s.a.) ümmetinin dîni işlerde neye muhtaç olacağını bıhr ve bunları çekinmeden
anlatırdı. Bu da dînî konularda lüzumlu olan her şeyin çekinmeden anlatılması
gerektiğine işaret eder.
2. Uyumak
abdesti bozar. Konu ile ilgili tafsîlat 199. hadîsin açıklamasında
verilmiştir.[251]
204....Abdullah
(b. Mes'ûd) (r.a.) şöyle demiştir:
"Biz
(Rasûlullah'la beraber olur) pisliğe basmaktan dolayı abdest almazdık.
(Secdede) saçın ve elbisenin yere değmesine de manî olmazdık."[253]
Ebû Dâvûd şöyle
demiştir; İbrahim b. Ebî Muâviye hadîsinde, "A 'rneşten o da Şakîk'den o
da Mesruk'tan (vasıtalı olarak)" veya, "Şakîk el-Â'meş'den(aralarwda
vâsıta olmadan)Mesruk'tan Abdullah (b. mes'ûd) şöyle dedi... diye haber
verdi." dedi.
Hennâdda;
"(Mesruk'tan veyaA'meş, Ebû Muâviye'ye) Şaktk'den haber verdi ki Abdlulah
(b. Mes'ûd) şöyle demiştir..." dedi.[254]
Bu hadîs-i şerifin
Hâkim tarafından rivayeti, "Biz Rasûlullah’la bir|ikte namaz kılar pisliğe
basmaktan dolayı abdest almazdık" şeklindedir. Buradaki ( )ibaresinin "Abdest almazdık"
anlamında şer'î manâsında mı yoksa "Ayağımızı yıkamazdık" anlamına
lügavî manâsında mı kullanıldığı âlimler arasında ihtilâf konusu olmuştur.
Hattâbî, Kelimeyi
"abdest almazdık*' manâsına alarak, "Bununla, ayaklarına pislik
bulaştığında abdesti yenilemediklerini kasdetmiştir. Ayaklarını
yıkamadıklarını, pislikten temizlemediklerini değil" demiştir.
İrâkı de şöyle der;
"Buradaki vudû'un temizleme anlamına lügavî manâsına kullanılmış olması
muhtemeldir. Buna göre mânâ: Onlar çamur gibi şeylere basmaktan dolayı
ayaklarını yıkamazlar, çamurun aslının temiz oluşuna binâen onun üzerinde
yürürlerdi, şeklinde olur."
Ancak Hâkim'in
rivayetinde pisliğe bastıktan sonra namaz kıldıkları ifâde edildiğine göre
Hattâbî'nin söylediğinin daha sahih olması uygun görünmektedir.
Beyhâkî, daha değişik
bir anlayışla buradaki necasetin kuru necaset olduğunu ve Ashabın buna
basmaktan dolayı ayaklarım yıkamadıklarını ifâde etmiştir.
Tirmizî, bu konuda
şöyle der: "Bu, ehl-i ilimden bir çoklarının görüşüdür. İnsan, pis bir
yere bastığı zaman ayağım yıkaması gerekmez, ancak pislik yaşsa yıkaması
lâzımdır, dediler."
Abdullah b. Mes'ûd hadîsin
son tarafında saçlarını ve elbiselerini yerden sakınmadıklarını da ilâve
etmiştir.
Hattâbî, bu konu ile
alâkalı olarak da şunları kaydetmektedir: "Bunun manâsı şudur: Namaz
kıldığımızda onların tozlanmaması için topraktan korumazdık. Bilakis onları
yere değecek biçimde sahverirdik. Onlar da azalarla birlikte secde ederlerdi.
Ancak saçların temiz olan yerlere dökülmesi halinde buna manî olunmaz."[255]
1. Necasete
basmaktan dolayı abdest bozulmaz. Buna muhalif olan hiçbir alim yoktur.
2. Namazda
iken elbise veya saçlar tozlanmasın ya da kırışmasın diye toplamak doğru
değildir.[256]
205....Ali
b. Talk (r.a.) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Sizden biri
namazda iken sessizce yellenirse (namazdan) ayrılıp abdest alsın ve namazı iade
etsin."[257] [258]
Hadis-i şerifdeki
namazın iadesine dâir olan emir, yellenme kasten oıursa vücûba, hatâen olursa
istihbâba hamledilir. Yani yellenme olayı iradesiyle olursa bu namaz içindeki
müslümana ve ibadet âdâbına aykırı bir davranıştır. Şayet vâki olursa abdest
alıp namazını iade etmesi gerekir, irâde dışı olduğu takdirde en yakın yerden
abdest alıp namaza kaldığı yerden devam edebilir. Ancak, namazı yeniden kılması
daha evlâdır ve müstehaptır.
Malikî, Şafiî ve
Hanbelîlere göre; Namazda iken abdesti bozulan kişinin namazı bozulur.
Namazına yeniden başlaması îcâb eder, yaptıklarının üzerine bina edemez.
Hanefilere göre:
Namazda irâdesi dışında abdesti bozulan kişi namazına yeniden başlamadan,
yaptıkları üzerine bina edebilir. Tafsilâtı fıkıh kitaplarında beyan edilen bu
mes'elenin özeti şudur:
Namaz içinde iken
abdestin irâde dışı, istenmeden bozulmasına "Sebk i Hades", bile bile isteyerek bozulmasına "Hades-i
Amd" denilir.
Namazı bıraktığı
yerden başlayıp devam etmeye "Bina", yeni baştan kılmaya
"îsti'nâff" tâbirleri kullanılır.
Sebk-i hades suretinde
bina caizdir. Namazda iken, istemeyerek abdesti bozulan kişi, hiç konuşmadan
gidip en yakın sudan abdest alarak veya (şartlan mevut ise) teyemmüm ederek
gelir, namazım bıraktığı yerden başlayıp, abdestinin bozulduğu rüknü iade
ederek tamamlar.
Hanefîler:
"Namaza devam edebilir" şeklindeki görüşlerinde; "Namazda
kendisinden ay veya mezî ge.en veya burnu kanayan kimse, gitsin abdest alsın
ve konuşmadıkça namazını bina etsin" hadîs-i şerifine dayanmışlardır. Bu
hadîse mürsel diye itiraz edilmiştir.
İbn Nüceym: "Bu
hadîsin mürsel olarak sıhhatinde niza yoktur. O da bizce ve ehli ilmin
ekserisince hüccettir" demektedir.
Hanefîler; hadisi
açıklama kısmında ifâde edildiği biçimde te'vil etmişlerdir.
Binanın cevazı; Hz.
Âişe, tbn Abbâs, Hz. Ebü Bekir, Hz. Ömer, Hz. AH, İbn Ömer, İbn Mes'ud,
Selmân-ı Fârisî gibi büyük sahâbîlerle, Alkame, Tavus, Salim b. Abdillah, Saîd
b. Cübeyr, Şa'bî, İbrahim en-Nehâ'ı, Atâ, Mekhûl ve Sâid b. Müseyyeb gibi
tabiîlerden de rivayet edilmiştir.
Bu hadisten insandan
her hangi bir şeyin çıkması abdesti bozar ve namazdan çıkmayı gerektirir,
hükmü çıkarılmıştır.[259]
206....Uz. Ali
(r.a.) şöyle demiştir: "Ben mezîsi çok gelen biriydim.[260]
(fylenîye kıyas ederek) yıkanmaya başladım. Öyle ki sırtım çatladı. Bunun
üzerine durumu Rasûlullah (s.a.) anlattım. Veya: anlatıldı.[261]Rasûlullah;
"Böyle yapma,
mezîyi gördüğünde, tenasül organım yıka ve namaz için abdest aldığın gibi
abdest al. Menî çıkdığında ise, yıkan" buyurdu.[262] [263]
Mezi bevaza Çalan ve yapışkan bir sıvıdır. Oynaşma
veya öpüşme anında erkekten de kadından da gelebilir. Bazan çıktığı fark
edilemez.
Üzerinde durduğumuz
hadisten, mezîden dolayı guslün gerekmediği, guslü gerekli kılan şeyin menî
olduğu anlaşılmaktadır. Bu, mezhepler arasında ittifak edilen bir noktadır.
Ancak, meri geldiğinde
yıkanacak mahal, mezînin teiniz mi pis mi olduğu gibi mes'elelerde ulemâ arasında
hayli görüş ayrılıkları vardır.
Şimdi bunları kısaca
açıklayalım;
Rasûlullah'ın:
"tenasül organını yıka" sözünü zahirine bakarak Mâli-kîler, zekerin
tamamının yıkanmasının şart olduğu görüşüne varmışlardır.
Ahmed b. Han bel'den
iki görüş nakledilmiştir. Bunlardan biri Malikîlerin dediği gibidir. Diğerine
göre ise, zekerin hayalarla birlikte yıkanmasıdır. İleride gelecek olan İbn
Sa'd Hadîs’i de Hanbelîlerin bu görüşünü takviye eder görünmektedir. Fakat
îmam Nevevî o hadîsin, mezînin hayalara da bulaşması hâline hamledilmesi
gerektiğini veya yıkanmasının mendup olduğunu işaret ettiği görüşündedir.
Mâlikîlere göre,
zekeri yıkamak teabbüdî olduğu için, niyet de şarttır. Hanefî ve Şafiîlere
göre, necaset mahallinin yıkanması kâfidir.
Nevevî, bunun, Cumhurun
mezhebi olduğunu söylemektedir. Çünkü, yıkamayı gerektiren şey, çıkan şeydir,
bu da çıkanın mahalline mahsus olur.
Tahâvî'nin Şerhu
Meâni'l-Âsâr'ın da Saîd b. Cübeyr'den rivayet ettiği "İnsan mezî
çıkardığı zaman haşefeyi yıkar ve abdest alır" sözü de bu görüşü te'yid
etmektedir.
Bu hadîs-i şerîf
ayrıca meninin çıkmasından dolayı guslün farz olduğuna delâlet etmektedir.
Ancak meninin temiz olup olmadığı hususunda da ihtilâf edilmiştir.
Şafiîlere ve
Hanbefflerin meşhur olangörüşüne göre,menî temizdir .Bu görüş, ashabtan Ali b.
Ebî Tâlib Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ibn Ömer ve Âişe (radıyallahü anhüm)den de
rivayet edilmiştir.
Hanefî ve Mâlikîlere
göre, menî pistir. Ancak Hanefîlere göre, yaşı sadece yıkamakla temizlendiği
halde, kurusu ovalamakla da temizlenebilir. Ancak bu durumun, idrarından sonra
su ile temizlenmesi şartına bağlı olduğunu, fukahâ ayrıca beyan etmektedirler.
Mâlikîlere göre ise, hem yaşının hem de kurusunun yıkanması lâzımdır.
Meninin temiz olduğuna
hükmedenler, meninin ovalamakla temizlene-bileceğine dâir olan hadîslere; pis
olduğuna hükmedenler de yıkanmasının lüzumuna işaret eden hadîslere
dayanmaktadırlar. Hafız îbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârîde, bu hadîsler
arasında ihtilâf olmadığını söyler.
Hafız, "yıkamayı
istihbâba hamledersek, Şafiî ve Ahmed'in dediği gibi menînin temiz olduğuna,
yıkamayı yaş olan menîye, ovalamayı da kuru olanına hamledersek Hanefîlerin
dediği gibi menînin pis olduğuna hükmedilir. Birinci görüş tercîhe
şayandır..." demektedir.
Yine Buhârî
sarihlerinden Aynî, Askalânî'nin bu sözleri Hattâbî'den, değiştirerek aldığını
ve bununla Hanefîlerin görüşünü çürütmek istediğini söyledikten sonra, uzun
uzun tenkit etmiş ve Hanelileri haklı çıkartarak, Askalânî'nin tercîhe şayan
dediği görüşün, tercîhe şayan olma bir tarafa, sahih bile olmadığını
söylemiştir. Aynî, bu tenkitlerini yaparken İslâm'ın genel prensiplerini ve
Usûl-ü Fıkıh kaidelerini esas almıştır. Burada bu tenkitlerin zikrine lüzum
görmedik.
Görüldüğü gibi bu
meseleyi Hz. Ali'nin doğrudan doğruya Hz. Peygamber'e sorduğu, Tirmizî ve
Tahâvî tarafından desteklenmiş, Nesâî ve Abdurrezzâk'm rivayetlerine göre ise,
Hz. Ali'nin bu soruyu; Hz. Ammâr ve Mik-dâd vasıtalarıyla sordurduğu beyan
edilmektedir. Buhârî'nin bir rivayetine göre ise, Hz. Ali Rasûlullah'ın kerimesi
ile evli olması münasebetiyle, "Bu soruyu sordurdum" dediği de bu
görüşü desdeklemektedir. Fukahâ da bu meseleyi bu şekilde izah etmektedirler.
İbn Hıbbân ise, Hz. Ali'nin bu meselenin Rasûlullah'a sorulmasını istemesine
rağmen kendisinin de sormuş olabileceği şeklinde rivayetleri cem etmiştir.[264]
1. Mezînin
gelmesi guslü gerektirmez, bundan olayı ancak abdest almak icap eder.
2. Mezî
pistir.
3. Meninin
gelmesi guslü icâbettirir.
207....Mikdâd
b. Esved (r.a.)'den, demiştir ki;
Ali b. Ebi Tâlib
(r.a.); "Benim nikâhımda kızı var, onun için kendim sormaktan
utanıyorum" (diyerek) Mikdâd'a (râvinin kendisine) karısına yaklaşıp
(oynaşıp) ta mezî gelen kimseye ne lâzım geldiğini Rasûlullah aleyhisselâmdan
soruvermesini istedi. Mikdâd şöyle devam etti:
"Rasûlullah'a
bunu sordum; "Sizlerden biri bu durumla karşılaşırsa tenasül organını
yıkasın ve namaz için abdest aldığı gibi abdest alsın" buyurdu."[265] [266]
Bu hadîs de aşağı
yukarı evvelki hadîsin aynısıdır. Sadece, onda soruyu Hz. Ali'nin kendisi
sormuş, bunda ise Mikdâd'a sordurmuştur. Tafsilât için evvelki hadîsin şerhine
müracaat edilebilir.[267]
1. Kişinin,
karısının yakınlarıyla, örfen utanılacak meselelerde direkt olarak konuşmaması,
konuşulması gereken meseleleri muaşeret kaidelerine göre, vâsıta ile
halletmesi uygun olur.
2. Mezîden
dolayı gusül değil, abdest gerekir.
3. Soru
sormakta, fetva istemekte vekil tâyin etmek caizdir..
4. Vasıtalı
da olsa, insan dînî hükümlerden bilmediklerini bilene sormalıdır.
5. Sorulan
kişi meseleyi biliyorsa, cevap vermekten çekinmemelidir.
2O8....Urve'den,
rivayet edilmiştir.Urve;
"Ali b. Ebi Tâlib
Mikdâd'a şöyle dedi;' diyerek (bir önceki) Süleyman b. Yesâr'ın
rivâyetindekilerin benzerini zikretti. Sonra Urve dedi ki; Mikdâd, Rasülullah'a
sordu, (s.a.) da; "Zekerini ve hayalarını yıkasın." Buyurdu.[268]
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadîsi Sevrt ve bir cemaat, Hişâm babası Mikdâd ve Hz. Ali senediyle
Rasûlullah'tan rivayet etmiştir.[269]
Hadîs-i şerif, Urve, Hz.
Ali iüe Mikdâd arasında geçen bir konuşmayı haber vermektedir. Aslında Urve bu
konuşma ânında onların yanında değildi. Hâdiseyi Ali b. Ebi Tâlib veya
Mikdâd'dan duymuş olması muhtemeldir.
Bazı nüshalarda ,Ebû
Davud'un ilâvesindeki;"Mikdâd'dan" ibaresi mevcut değildir. Doğrusu
da böyle olması gerekmektedir. Çünkü, Mikdâd, hadîsi bizzat Rasûlullah'dan
duymuştur. Buna göre Hz. Ali'den rivayet etmesine lüzum yoktur.
Hadîsdeki:
"Zekerini ve hayalarım yıkasın." ifâdeleri emir olması sebebiyle
Ahmed b. Hanbel ve bazı fukahâya göre vücûb ifâde eder. Yani hem zekerin hem de
hayaların yıkanması gerekir.
Cumhûr-u ulemâya göre
hayaların da zekerle birlikte yıkanması menduptur. Ancak, hayalara da bir şey
bulaştığı takdirde yıkanması vaciptir.
Hattâbî de,
"Hayaların soğuk su ile yıkanması hakkındaki emir, şehveti kırması,
mezîyi azaltması ve tıbben faydalı olduğu içindir" demektedir.
Hadîsten Mezî
sebebiyle hayaların ve zekerin yıkanmasının gerektiği hükmü çıkarılabilir.
2O9....Urve,
Ali b. EbîTâlib'in "Mikdâd'adedimki..." diye başlayan hadisini
yukarıda geçtiği şekilde nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadîsi, Mufaddal b. Fedâte, Sevrî ve İbn Uyeyne Hişâm’dan, Hişâm babasından, o
da Ali b. Ebî Talib'den rivayet etti.
Ayrıca, îbn İshâk da
Hişâm b. Urve'den, Hişâm babasından, o Mikdâd'dan, Mikdâd da Rasûlullah (s.a.)
den rivayet etmiş fakat "Hayalarını" sözünü zikretmemiştir.[270]
Bu hadîsin açıklaması
evvelki hadîslerde geçmiştir.
210....Sehl
b.Huneyf[271] (r.a)'den, şöyle demiştir: Mezîden dolayı
zorluk çekmekte ve sık sık yıkanmaktaydım. Dururumu Rasûlullah (s.a.)'a
arzettim. "Mezîden dolayı sadece abdest alman kâfidir" buyurdu.
Bunun üzerine: "Yâ Rasûlullah, elbiseme bulaşan mezî ne olacak?"
dedim. "Bir avuç su alıp, bu suyu elbisenden mczînin bulaştığını gördüğün
yere serpmen (yıkaman) kâfidir" buyurdu.[272] [273]
Her ne kadar bu
hadis-i şerifte yalnız mezî'den bahsedilmiş ise de bu konu ile yakından ilgili
olan, aşağıdaki hususları beyân etmeyi uygun bulduk.
Erkeklerden çıkan
maddeler dörde ayrılır, a. İdrar, b. Vedî, c.
Mezî, d. Meni.
İdrarın, ittifakla
hükmü necistir. Affedilen mikdârı aştığı takdirde yıkanması şarttır.
Vedî; İdrar akabinde
çıkan yapışkan bir maddedir. Bu da idrar gibi necistir. Abdestten başka bir
şey gerektirmez.
Meni; Şehvetten dolayı
akan sıvıdır. Her halükârda guslü gerektirir. Ancak, meninin necis olup
olmadığında fukahâ ihtilaf etmiştir.
Hanefîlere göre
necistir. Yaşının muhakkak yıkanması, kurumuş olanın (eğer idrardan sonra su ile
yıkanmış ise) ovalamakla temizleneceği hadis-Uerde mevcuttur.
Tirmizî, elbiseye
bulaşan mezî hakkında ulemânın ihtilaf ettiklerini söyledikten sonra bu
ihtilaftan şöylece sıralar;
1. Şafiî ve
îshâk mezînin ancak yıkanmakla temizlenebileceği görüşündedir.
2. Bazıları
mezî bulaşan yere su serpmekle temizleneceğini söylerler.
3. Ahmed:
"Su serpmekle temizleneceğini umarım" demektedir.
Nevevî: "Hadîs-i
Şerîf deki ("serpmek" diye terceme ettiğimiz) ( ) kelimesi hem
"yıkamak" hem de "su serpmek" manâsına geldiği için burada
muradın yıkamak olduğunu söyler. Bu da cumhurun görüşüdür. Başka bir hadîs,
mezîden dolayı "avret yerini yıka" şeklinde vârid olduğuna göre,
burada da yıkamak manâsında olacağı açığa çıkmış olur" demektedir.
Şevkânî ise,
"Esrem' in rivayetinde ( ) "Onun üzerine dök" şeklinde
sabittir. Ayrıca din kolaylığı emrettiğine göre burada bu kelimenin serpmek
manasında olduğu açıktır" dedikten sonra, mezînin bulaştığı yere su
serpmenin yeterli olacağını söylemektedir.
îdrârı yıkamak
hususunda ne kadar titiz davranıldığı bilinmektedir. İdrara mülhak olan
şeylerin de onun hükmünü alması gerekir. Dolayısıyla Şevkânfnin dediği gibi
kolaylık mülâhazası pek görünmemektedir.
Zaten, Cumhurun görüşü
yukarıda ifâde edildiği gibi mezî bulaşan yerin yıkanması gerektiği
şeklindedir.[274]
1. lnsan
bilmediklerini bilene sormalıdır.
2. Sorulan
kişi cevap vermekten çekinmemelidir.
3. Mezî,
guslü îcap ettirmez, abdesti gerektirir.
211....Abdullah
b. Sa'd el-Ensâri[275] şöyle demiştir; Rasûlullah (s.a.)'e, guslü
îcap ettiren şeylerden ve sudan sonra gelen sudan sordum da,o da;"(Sudan
sonra gelen su için) o mezîdir ve her erkek mezî çıkarır. Bundan dolayı
fercini ve hayalarım yıkarsın, namaz için aldığın abdest gibi abdest
alırsın" buyurdu.[276] [277]
"Sudan sonra
gelen su" tâbiri mezîye işarettir. Çünkü, mezî çıkmaya başladıktan sonra
kesilmeden bir müddet devam eder. Böylece sudan sonra su gelme hâli olur. Menî
ise böyle değildir. Menî, fışkırdıktan sonra kesilir, bir müddet sonra tekrar
gelir. Şevkânî, bundan maksadın idrardan sonra gelen su olduğunu söylemiştir.
Fakat bu, hadîsin devamına uygun düşmemektedir. Çünkü, idrardan sonra gelen
suya mezî değil vedî denilir ve daha çok olabilir.
Bu hadîs-i şerif mezî
çıkması halinde tenasül organıyla birlikte hayaların da yıkanması gerektiğini
söyleyen Hanbelîlerin görüşünü te'yid eder. 206. hadîsin açıklamasında da temas
edildiği gibi Nevevî hayaların yıkanmasının, mezînin hayalara da bulaşması
halinde bağlamaktadır.[278]
1. Mezîden
dolayı tenasül organıyla birlikte hayalar da yıkanmalıdır.
2. Mezî
guslü gerektirmez, yalnız abdesti bozar.
3. İnsanlar
dinlerine âit hükümleri öğrenmek için bilenlere sormalıdırlar.
4. Cevap
veren, duruma göre, sorulandan başka şeyler de söylenebilir.
212....Haram
b. Hakîm, amcası (Abdullah b. Sa'd)dan rivayet etti ki; Abdullah, Rasûlullah
(s.a.)'e, "Hayızlı iken karımdan bana neler helâl olur?" diye sordu.
Rasûlullah (s.a.); "Sana, peştemalîn üstü helâldir" buyurdu.[279]
(Hadisin ravisi Hârûn
b. Muhammed veya Heysem b. Humeyd) hayızlı ile yemek yenebileceğini ekledi ve
bu hadîsi zikretti.[280]
İlk bakışta bu hadîsin
bâb başlığı ("terceme") ile hiçbir alâkası görünmemektedir. Nitekim,
bazı nüshalarda bu ve bundan sonraki hadîs "Hayızlı kadınla mübaşeret ve
onunla beraber yemek" adındaki bir bâb'ta yer almaktadır. Ancak nüshaların
çoğunda üzerinde durduğumuz "Mezînin hükmü" başlığı altında yer
almıştır.
Buna göre, hadîsin
başlıkla ilgisi Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde aynı râvîden naklettiği Ensârî,
Rasûluilah'a; Guslü gerektiren sudan sonra suyun hükmünden, evinde ve mescitte
namaz kılmadan ve hayızlı kadınla yemek yemenin hükmünden sordu; Rasûlullah
da;
"Allah hakkın
söylenmesinden haya etmez. Ben şöyle şöyle yaptığımda namaz için aldığım abdest
gibi abdest alırım, fercimi yıkarım, (diyerek guslün yapılışını beyan
etti.)Sudan sonra suyun hükmüne gelince o mezîdir. Her erkek mezî çıkarır.
Bundan dolayı fercimi yıkar ve abdest alırım. Mescit ve evde namaz kılma
meselesi ise, evimin mescide ne kadar yakın olduğunu biliyorsun. (Buna rağmen)
farz namazın dışında kalanları mescitte kılmaktan çok, evimde kılmayı
seviyorum. Hayızlı ile yemek yeme işi ise, ben onlarla beraber yemek
yiyorum."
Esas metinde
bildirilen hadîsten bu hadîs kasdediliyor ise, bir önceki hadisten daha geniş
olarak verilen bu hadîs mevzûmuzu ilgilendirir ve tamamı İçindedir. Ancak, Ebû
Dâvud şerhlerinden Menhei'in açıklamaları gözönüne alınırsa ve bununla
Tirmizî'nin: "Hayızlı kadınla yemek yenip yenmeyeceğini" sordum da,
Peygamberimiz;
"Onunla yemek ye!
buyurdu" hadîsi kasdediîiyorsa, MezS Babı ile ilgisi olmadığı ortaya
çıkar. Nitekim, Menhel müellifinin yukarıdaki hadîsle sonraki hadîsi ayrı bir
babda zikretmesi, bunu göstermektedir. .Zîra, 213'üncü hadîs sadece bu konu ile
ilgilidir.[281]
1. Havız
halinde hanımının göbeğinden yukarısından faydalanmak, onunla beraber yemek
yemek caizdir.
2. Dînî
meselelerde, utanılacak cinsten de olsa bilinmeyen hususların sorulması teşvik
edilmelidir.
3. Evde
nafile kılmak, camide kılmaktan daha efdaldir.
4. Mezînin
ancak, ferci yıkama ve abdest almayı gerektirir; mezi necistir.
213....Muâz
b. Cebel (r.a)'den, şöyle demiştir;
Rasûlullah (s.a.)'e;
"Karısı hayızlı iken, erkeğin ondan faydalanması helâl olan yerini"
sordum; "Peştamalın üstüdür, ama ondan da sakınmak efdaldir'* buyurdu.[282]
Ebû Dâvûd; "Bu
hadîs kuvvetli değildir" demiştir.[283]
Bu mevzu ile ilgili
geniş bilgi, 103. Bâb 258. hadîste verilecektir.[284]
214....Übeyy
b. Ka'b [285] şöyle haber vermiştir;
"Rasûlullah
(s.a.) İslâm'ın ilk yıllarında elbisenin azlığından dolayı inzâlsiz cima
neticesinde insanlara yıkanmamayı bir ruhsat kıldı. Daha sonra ise guslü
emretti. Ruhastı kaldırdı."[286]
Ebû Dâvud şöyle der;
Übeyy, bununla; "Sudan dolayı suyu" kasdetmiştir. (Bu da meninin
gelmesinden dolayı guslün gerektiğini ifâde etmektedir.)[287]
Übeyy (r.a.)'in
haberinden anlaşıldığına göre, İslâm'ın ilk devirlerinde, müslümanlar fakir, elbiseleri
az olduğu için, sık sık yıkanmaktan dolayı bir zarara uğramamaları bakımından,
menî gelmediği müddetçe cinsi temastan dolayı bir ruhsat ve kolaylık olarak
gusül emredilmemişti. Bazı rivayetlerde ( ) "Elbiseler" kelimesinin
yerine ( ) "Sebat" sözü kullanılmıştır. Buna göre, müslümanlar henüz
İslâm'a yeni girdikleri için dînî emirlere olan sebatları azdı. Bu yüzden kendilerini
İslâm'a ısındırmak ve kolaylık göstermek bakımından menî gelmeyen temastan
dolayı gusül gerekmiyordu; anlamı çıkar.
İhtimal ki Übeyy,
sonraları bu meselenin konuşulup, o şekilde fetva verildiğini duymuş ve onun
İslâm'ın ilk zamanlarına mahsus bir ruhsat olduğunu,şimdi ise hükmün değişip
menî gelmese bile sünnet mahallerinin birbirine temasından dolayı guslün vacip
olduğunu anlatmak istemiştir.
Hadîs, ister menî
gelsin, ister gelmesin mutlak manada cinsi temasın, guslü gerektirdiğine işaret
etmektedir. Ancak ulemâ bu meselede ihtilâf etmiştir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî,
Ebsû Sâ'ıd el-Hudrî, İbn Mes'ûd, Sa'd b, Ebî Vakkâs, Übeyy b. Kâ'b, Râfî b.
Hadîc, Zeyd b. Hâlid, Atâ b. Ebî Rebâh, Ebû Seleme, Süleyman el-A'meş ve
Zahirîlere göre, menî gelmeden, cinsî münâsebet guslü gerektirmez. Bunlar
Müslim'in, Ebû Sa'îd el-Hudrî'den, Buhârî'nin, Hâlid el-Cühenî'den ve
Tahâvî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettikleri hadîslere istinad etmişlerdir
ki,bu hadisler guslün ancak menî gelmesinden dolayı farz olduğuna işaret
etmektedirler.
Nevevî, Müslim
Şerhi'nde, "bilmiş ol ki, bugün müslümanlar, menî gelmese bile, mücerret
temasdan dolayı guslün farz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ashaptan bazıları,
menî olmadan guslün farz olmadığı görüşünde idiler. Onlardan bir kısmı
görüşlerinden döndü ve icmâ meydana geldi..." demektedir.
Cumhur, biraz sonra
gelecek olan 216. hadîs ile, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den, Müslim'in Hz.
Âişe'den ve Tahâvî'nin Ebû Sâlih'den rivayet ettikleri ve "menî gelmese
bile temastan dolayı guslün farz olduğunu"
ifade eden hadîslere
dayanmışlardır. Bunlar, evvelki hadîslerin guslü emreden hadislerle
neshedildiğini söylemektedirler.
İbn Abbâs, Guslün şart
olmasını meninin gelmesine bağlamanın ihtilâmla ilgili olduğunu söyler.
Subülü's-Selâm'da bu
konuda şunlar söylenmektedir; "Hadîs-i şerif nesh hususunda açıktır. Nesh
olmasa bile bu hadîs ( ) "Su sudandır" hadîsine tercih
edilir. Çünkü, bu "mantûk" öbürü "mefhûm" dur.
"Usül-ü fıkıhta,
mantûk mefhûm üzerine tercih edilir. Âyet-i kerîme de bu mantûk'u
desteklemektedir. Mâide Sûresinin 6. ayetinde ( ) "Cünup olursanız
tertemiz paklanınız" buyuruluyor. İmam Şafiî der ki; "Arap dili,
cenabet kelimesinin hakîkat olarak cinsî münâsebet mânâsına gelmesini
gerektirir, isterse, menî çıkmasın. Çünkü, birisine, filanca falan kadından
cünup oldu deseler, meni inmese bile hemen, o kadın ile cinsî münâsebette
bulunduğunu anlar. Bu suretle sadece içeriye girmenin guslü icâp etmesi babında
kitab ile Sünnet birbirini desteklemiş oluyor.”[288] [289]
1. Sünnet
mahallî girdikten sonra, menî gelmese bile gusul farzdır.
2. Guslün, meninin
gelmesine bağlı olduğu hükmü İslâm'ın ilk dönemlerine mahsustu, sonradan nesh
edildi.
3. Şer'î
hükümlerin bazıları bazılarını nesh eder.
4. Sünnetin
Sünnetle neshi caizdir.
215....Sehl
b.Sa'd (r.a.) Übeyy b. Kâ'b (r.a.)'ın kendisine şöyle dediğini haber verdi:
"Suyun sudan (guslün meniden) olduğuna dâir sahâbîlerin verdiği fetva,
İslâm'ın ilk günlerinde Rasûlullah'ın tanıdığı bir ruhsattı. Rasûlullah,
sonraları (menî gelmese bile temastan dolayı) yıkanmayı emretti."[290] [291]
Bu Hadîs-i şerif de
bir evvelki hadîsin hemen hemen aynısıdır. Ancak, bu hadîs-i şerîf de
evvelkinden farklı olarak, ruhsatın niçin verildiği tâyin edilmemiş, fazla
olarak da Ashâb-ı Kirâm'dan bazılannın o ruhsata uygun olarak fetva verdikleri
kaydedilmiştir. Menî gelmediği takdirde guslün îcâp etmediğine dâir fetva
veren sanayilerin isimleri önceki hadîste belirtilmiştir. Mes'ele hakkında
tafsilât için o hadîsin şerhine müracaat edilmelidir.
216....Ebû
Hureyre (r.a.) Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; "Erkek,
kadının dört dalı (kollan ve bacakları) arasına oturur, (erkek) sünnet
mahallini, (kadının) sünnet mahalline bitiştirirse (inzal vuku bulsun,
bulmasın) gusül vacip olur."[292] [293]
Hadîste geçen
"Şu'ab" kelimesi "Şu'be"kelimesinin çoğuludur.
İbnu'l-Esîrln bildirdiğine göre; herşeyin bir kısmı ve parçası demektir.
Buradaki "Şu'be"den ne kasdedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bazılarına göre bunlar» kollarla bacaklardır. Nitekim, "Şuab"
kelimesi "Misbâh" isimli eserde ifâde edildiği gibi "Şu'be"
kelimesinin çoğulu olup ağacın gövdesinden sarkan dalları manâsına, teşbih
yoluyla da kadının kol ve bacakları manâsına gelmektedir. Bu teşbihten maksat
cimâ'dır.
Diğer bazıları
"şuab"uı ayaklarla uyluklar olduğunu söylemişlerdir. Kadı İyâz'a
göre; bundan murat kadının dört tarafı, yani kollarıyla bacaklarıdır. Bununla,
kinaye suretiyle cinsî münâsebet kasdedilmiştir. Yani cinsî münâsebete
niyetlenir ve âletini sünnet yeri kayboluncaya kadar idhal ederse menî gelmese
bile gusül vacip olmuş olur.
Tirmizî, bu hükmün,
ulemânın ekserisinin görüşü olduğunu söyler.
Ebû Bekir, Ömer,
Osman, Ali, Âişe (Radıyallâhü anhüm) gibi büyük sahâbîler, Süfyân-ı Sevrî,
Şafiî, Ahmed İshâk ve Hanefîler bu görüştedirler.
Şafiî olan îmam Nevevî
bu mevzuda şunları söylemektedir;
"Ashabımız (şafiî
âlimler) şöyle demiştir; Kesinlikle yasak olmasına rağmen Haşefe, kadın veya
erkeğin dübüründe, bir hayvanın dübür veya fercinde kaybolursa yine gusül vacip
olur. Bu durumda kendi ile temas edilen insan ölü veya diri, büyük veya küçük,
isteyerek veya istemiyerek, bilerek veya unutarak olması âletinin sert olup
olmaması veya sünnetli ya da sün-netsiz olması hükmü değiştirmez. Bütün bu
pozisyonlarda fail ve mef'ûle gusül lâzımdır. Yalnız taraflardan birisi
çocuksa, mükellef olmadığı için ona gusül lâzım gelmez. Fakat onun için de
"cünüp oldu" denir. Eğer mümeyyiz ise, velîsinin ona abdesti
emrettiği gibi guslü de emretmesi gerekir..."
Nevevî'nin ifâdeleri
aslında Şafiî Mezhebi'nin görüşleri olmakla beraber, bir çok hususta diğer
mezheplerin de görüşlerini yansıtmaktadır. Farklı olarak Mâliki ve Hanbelîler,
küçük kızla temas hâlinde, çocuk müştehat olmadığı takdirde menînin inmesini
şart koşmuşlardır.
Hanefilere göre de
hayvana veya ölüye temas hâlinde guslün farz olması için menînin inmesi
şarttır. Âletin bez gibi bir şeye sarılmış vaziyette temas edilmesi hâlinde,
fercin hareketi hissedilir ve lezzet alınırsa, menî gelmese de gusül farz
olur. Aksi halde menî gelmeden farz olmamakla beraber ihtiyata binâen uygun
olanı guslün lüzumudur.[294]
1. Haşefenin
girmesi halinde, menî inmese bile hem fail hem de mef,ul için gusletmek farz
olur.
2. Anlatılması
güç olan bazı hususların kinaye yoluyla anlatılması caizdir.
3. Sarahaten
anlatılmasına gerek duyulan şeylerin açıkça anlatılabileceğine işaret vardır.
217....Ebû
Sa'îd el-Hudrî'den Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
"Su (yıkanma)
sudan (menîden) dir." Ebû Seleme de böyle yapardı.[295] [296]
Hadîste, guslün
lüzumunun, meninin inmesine bağlı olduğu ifâde edilmektedir. Ancak bu, yukarıda
da işaret edildiği gibi İslâm'ın ilk zamanlarına mahsus bir ruhsattı, bilâhare
neshedildi.
İbn Abbâs, bunun
neshedilmediği, bununla muradın rüyada ihtilâm olmak olduğu görüşüne sahiptir.
Ancak hadîs-i şerîfin sevk edildiği bahis cima ile alâkalıdır. Müslim'in Ebû
Sa'îd el-Hudrî'den rivayet ettiği şu hadîs, bu hükmün cima ile ilgili olduğunu
tereddüde meydan vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır
Hadis şöyledir:
"Pazartesi günü Rasûlullah aleyhisselâm'Ia birlikte Kubâ'ya (gitmek üzere
yola) çıktım. Beni Sâlim(in bulunduğu yer)e vardığımız zaman, Rasûlullah
Itbân'ın kapısı önünde durarak ona seslendi. İtbân esvabını sürükleyerek
çıktı.
Rasûlullah (s.a.):
"Adam'a acele ettirdik" buyurdu.
Itbân; "Yâ
Rasûiellah ne buyurursun, bir adam karısı ile cima hâlinde iken acele ettirilir
de menî indirmezse ona ne lâzım gelir" dedi. Rasûlullah (s.a.); “Su ancak
sudan dolayı icâp eder" buyurdular.[297]
İbn Abbâs'ın bu
hâdiseden haberi olmaması ve bu yüzden; "Suyun ancak sudan dolayı lâzım
olacağı" hükmünü ihtilâmla alâkalı sayması muhtemeldir.[298]
218....Enes
b. Mâlik (r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.) bir gün (bütün)
hammlarıyla (cinsî) temasta bulundu ve (en sonunda) bir kere gusül abdesti
aldı."[299]
Ebû Dâvûd dedi ki;
Bunu, Hişâm b. Zeyd, Enes'den; Mâ'mer de Kaiâde vâsıtası ileEnes'ten; Salih b.
Ebi'l-Ahdar Zührî'den, hepside Enes tankıyla Rasûlullah 'tan (böylece) rivayet ettiler.[300]
BuhârFnin bir
rivayetinde o gün Rasûlullah (s.a.)'in dokuz, başka bir rivayetinde de onbir
hanımı bulunduğu beyan ediliyor. Bir başka görüşe göre de dokuz hanımı, iki de
cariyesinin olduğu ifâde edilmektedir.
Rasûluüah'ın karı koca
muamelesinde bulunduğu hanımları şunlardır;
Hz. Hadîce, Şevde,
Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Hind, Çüveyriye, Zeyneb bint Cahş, Zeynep bint
Huzeyme, Reyhâne, (Rasûlullah bunu esir almış sonra âzad edip Hicretin altıncı
senesinde onunla evlenmiştir), Ümmü Habîbe, Remle bint Ebî Süfyan, Safiyye,
Meymûne, Fa'tıma bint Dahhâk, Esma bint Nûman'dır.
Ayrıca nikahlayıp da
karı koca muamelesinde bulunmadığı hanımları da olmuştur. Buhârî Şârihi Aynî,
Efendimizin nikahladığı hanımların sayısının yirmi sekize vardığını söyler.
Tabiî bunların hepsi aynı anda nikâhı altında bulunmuş değildir.
Peygamber Efendimizin
çok evlilik yapmasının birçok hikmetleri vardır. Ailevî münâsebetlere âit
ahkâmın tesbit ve yayılması, kimsesiz kalan hanımların himâyesi, devletin gücünü
muhafaza ve İslâm'ın yayılmasını temîne yardımcı olması bakımından devrinin
ileri gelenleri ile akrabalık kurma, çok evlenmenin Araplar arasında bir
fazîlet ve medh vesilesi sayılması, ehl-ü ıyâlin çokluğunun kişiyi Rabbisi ile
meşgul olmaktan alıkoymaması gerektiğinin gösterilmesi bu hikmetlerdendir.
Rasûlullah (s.a.)'in
çok hanımla evlenmesi dünya zevkine düşkünlüğünden dolayı değildir. Eğer öyle
olsaydı daha İslâmı tebliğe ilk başladığı günlerde Müşriklerin, İslâm dâvasını
bırakması şartıyla Mekke'nin en güzel kızlarını teklif etmelerini kabul eder,
çok evliliğin âdet olduğu bir devirde elli yaşına kadar tek kadınla yetinmezdi.
Nesâî ve Hâkim'in
Enes'ten rivayet ettikleri bir hadîste; "Sizin dünyanızdan bana kadın ve
güzel koku sevdirildi, gözümün sürüm namazda kılındı" buyurarak namazı
hepsinden üstün tuttuğunu ortaya koymuştur.
Üzerinde durduğumuz
hadîs-i şerifdeki "Tavaf (dolaşmak)"tan murat cinsî münâsebettir.
Buhârî'nin rivayetinde Katâde'nin: "Enes'e; "Rasûlullah aleyhisselâm
buna dayanabiliyor muydu?" dedim. Biz aramızda, "Ona otuz erkek
kuvveti verildiğini konuşurduk" cevâbım verdi" demesi de bunu
gösterir.
Rasûlullah (s.a.)'in
bir gusülle bütün hanımlarını dolaşmasının birkaç veçhe ihtimâli vardır. Şöyle
ki;
1. Bunu,
seferden geldiği zaman yapmıştır. Çünkü o zaman, "Kasm" denilen,
zevceler arasında adalete riâyet lâzım değildir, peygamber (a.s.) sefere
çıkacağı zaman hanımları arasında kur'a çektirir, kur'a hangisine çıkarsa
beraberine onu alırdı. Döndüğü zaman "kasm"e yine başlardı. Fakat
başlarken bu hakta bütün hanımları eşit olduğu için hiçbirini tercih etmez, bir
defada hepsinin yanına uğrar kasm'e
ondan sonra başlardı.
2. Birden
dolaşma mes'elesi, hanımlarının rızası ile olmuştur.
3.
Mühelleb'e göre bu iş zevceleri arasında kur'a çektirerek sefere çıkacağı gün
olmuştur. Çünkü kur'adan sonra kasm'e riâyet lâzım değildir.
Ancak bu te'viller
Rasûlullah (s.a.)e zevceleri arasında devam üzre müsâvâta riâyet farzdır
diyenlere göredir ki, ekseri ulemânın kavli budur.
Ona kasm vacip değildir,
diyenlere göre Hadîs-i te'vile hacet yoktur. Ebû Bekr İbnu'l-Arabî diyor ki,
"Allah, nikâh konusunda bazı şeyleri Peygamberine tahsis buyurmuştur.
Onlardan biri de kendisine bir saat tahsis etmesidir. O vakitte zevcelerinin
onun üzerinde hakkı yoktur. Onların hepsinin yanına girer, kendilerine
dilediği muameleyi yapar, sonra nevbet sırası hangisinirise ona döner
.Müslim'in Kitabında İbn Abbâs'tan rivayet edilen bir hadîste bu saatin
ikindiden sonra olduğu bildirilmektedir.
Rasûlullah (s.a.)'in
zevcelerini bir gusülle fakat ayrı ayrı abdest alarak tavaf etmiş olması
muhtemeldir. Yahutta abdest almadan bir gusülle hepsini dolaşmış ve bunun da
caiz olduğunu göstermek istemiştir.[301]
Ebû Davûd'da 220
numarada gelecek olan hadîs Efendimizin aralarda abdest aldığını
bildirmektedir.[302]
1. Temas
edilen kadın ister aynı, ister ayrı ayrı olsun ikı temas arasında gusul şart
değildir. Ancak gusletmek
müstehaptır.
2. Cenabetten
dolayı hemen yıkanmak lâzım değildir. Fakat namaz vaktini daraltmaya meydan
verilmemelidir.
3. Güç
yetmesi hâlinde temasın çokluğu mekruh değildir.
4. Adaletle
hareket edileceğine emîn olunduğu takdirde dörde kadar evlenmeye dinimiz
ruhsat vermiştir.[303]
219....Ebû
Râfi[304] (r.a)'den, demiştir ki;
Rasûlullah (s.a.) bir
gün her birinin yanında (ayrı ayrı) yıkanmak suretiyle, (bütün) hanımları
dolaştı. Ebû Râfî şöyle dedi;
"Yâ Rasûlullah,
hepsi için bir kerre gusül etsen olmaz mıydı?" dedim.
"Bu, (sevap yönünden)
daha iyi (kalbin tatmini için) daha güzel, (beden için) daha temizdir"
buyurdu.[305]
Ebû Dâvâdi
"Enes'in (Önceki) Hadîsi bundan daha sahihtir" demiştir.[306]
Ebû Dâvûd bu son
ifâdesi ile, önceki hadis ile bu hadîs arasındaki ihtilâfa işaret ederek,
birini diğerine tercih etmek suretiyle bu ihtilâfı gidermek istiyor.
Şevkânî, Hafızın:
"Ebû Dâvûd bu hadîsi ta'n edip, Enes hadîsinin daha sahih olduğunu
söyledi" dediğini naklediyor. Aslında Ebû Davud'un yaptığı ta'n değildir.
Çünkü, onun sıhhatini inkâr etmemektedir.
Nesaî: "Bu
hadîsle Enes hadîsi arasında ihtilâf yoktur. Bilakis Rasûlullah, bazan cimâlar
arasında yıkanmaz bazan da yıkanırdı" der.
Nevevî de: "Bu,
Rasûlullah'ın değişik zamanlarda her iki uygulamada bulunduğuna
hamledilir" demiştir.
Hadîs, cimâın
tekrarlanması hâlinde, cima aralarında guslün müstehap olduğuna delâlet eder.
Şevkânî'nin beyânına göre, Zahirîlerle, îbn Habîb, temaslar arasında abdest
almanın vücûbuna kaildirler. Bu görüş sahipleri, bu babtaki hadîslere
dayanırlar.
Diğer, îslâm ulemâsına
göre ise, temaslar arasında abdest almak farz değildir. Tahâvî'nin Hz. Âişe'den
naklettiği ve Rasûlullah'ın cimâî tekrarlamak istediğinde abdest almadığını
ifâde eden haberler Cumhurun delillerindendir.
Ayrıca, hadîs-i
şerifin son kısmı ve sahabenin sorusuna cevap niteliği taşıyan bölümünde
"Daha faziletli" olduğunu belirtmesi güsûl yapmadan da, ikinci bir
temasda bulunulabileceğine işarettir. Böylece iki hadîs arasında tearuz
olmadığı açıkça görülmektedir.[307]
l. Aynı gün.
temasın tekrar edilmesi hâlinde arada gusletmek mestehaptır.
2. Gusül
yapmadan da cima tekrarlanabilir.
3. Dînî
meselelerde tereddüt edilen noktaların sorulup öğrenilmesi lâzımdır.
220....Ebû
Sa'îd el-Hudrî (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir;
"Sizden biri
hanımına yaklaştığında, tekrar etmeyi isterse ikisi arasında (sadece) abdest
alsın."[308] [309]
Evvelki hadîste de ifâde
edildiği gibi Zahirîlerle, Malikîlerden İbn Habîb, arada abdest almamn vücûbuna
kail olmuşlardır.Buna da delil olarak hadîsdeki "İki cima arasında abdest
alsın" emrini göstermektedirler.
içinde Hanefîlerin de
bulunduğu Cumhur ise, abdestin müstehap olduğu" görüşündedirler. Ancak,
Ebû Yûsuf abdestin, vacip veya müstehap olmayıp mubah olduğunu söylemiştir.
Ulemâdan bazıları
buradaki "Vudû"u lügat mânâsına alarak, maksadın tenasül uzvunun yıkanması
olduğunu; abdestin, şehveti tatmin için değil, ibâdet için meşru olduğunu
söylerler. Zira, diğer bir rivayette "abdest alsın" yerine
"fercini yıkasın" denmektedir. Buna göre yalnız avret mahallinin
yıkanmasıyla da iktifa edilebilir.[310]
221....Abdullah
b. Ömer (radıyallâhü anhümâ) şöyle dedi;
Ömer b.
el-Hattâb,geceleyin cünup olduğunu Rasûlullah (s.a.)'a anlattı. Rasûlullah
(s.a.) ona; "Abdest al, zekerini yıka sonra uyu" buyurdu.[311] [312]
Hadîs-i şerifin bu
şeklinden, Hz. Ömer'in, cünup olarak uyumanın hükmünü Rasûlullah'a sorduğu,
onun da yukarıdaki cevabı verdiği anlaşılmaktadır. İbn Hacer, Nesaî'nin, bu
sorunun sebebini açıkladığını, buna göre Hz. Ömer'in oğlu, Abdullah'ın gece
cünup olup, durumu babasına söylediğini, babasının da Rasûlullah (s.a.)'a
gelerek, mes'elenin hükmünü sorduğunu kaydetmektedir.
Menhel sahibi,
Nesaî'nin es-Sünenu's-Suğrâsında böyle bir hadîse rastlamadığım söyledikten
sonra hadîsin es-Sünnenu'I-Kübrâ'da olabileceğini beyân etmiştir. Fakat Hz.
Ömer'in bir sefer kendisi bir sefer de oğlu için sormuş olması da mümkündür.
Rasûlullah (s.a.)'in
Hz. Ömer'e "Abdest al, zekerini yıka sonra uyu" buyurması, abdest
almanın öne alınmasını gerektirmez. Çünkü, cümleleri biri birine bağlayan atıf
edatı (vav) tertibe delâlet etmez, sadece iki şeyin bir arada toplanmasını
ifâde eder. Buna göre hadîs-i şerifte abdest almakla zekeri yıkama işlerinin
ikisinin de yapılması emredilmektedir. İstincânın abdestten evvel olduğu da
malumdur. Nitekim hadîsin İmam Mâlik'ten rivayeti; "Zekerini yıka, abdest
al, sonra uyu" şeklindedir.
Hadîs-i şerifte
abdestin önce alınması, onu ta'zim ve teberrük içindir. Buhârî'nin rivayetinde
abdest alma emir siğasiyla değil,"Abdest aldığı zaman uyur" şeklinde
şart sîğasiyla gelmiştir.
Cünup olan bir
kimsenin uyumadan öne abdest alması meşrudur. Ancak, bunun hükmü hususunda
ihtilâf edilmiştir.
Mâlikîlerden tbn Habîb
ile Zahirîlere göre cünubün uyumadan abdest alması farzdır. Zahirî İbn Hazm ise
bu mes'elede Dâvûd ez-Zâhirî'den ayrılarak, "Cünup bir kimsenin yemek
yiyeceği, uyuyacağı, selâm alacağı ve Allah'ı zikredeceği zaman abdest alması
vacip değil, müstehaptır" demiştir. Îbnu'l-Arâbî İmam Şafiî ve Mâlik'in de
abdestin farz olduğuna kail olduklarını söylemekte ise de, sonra gelen bazı
Şafiî ulemâsı bunu red etmişlerdir. Doğru olan da budur.
Süfyân-ı es-Sevrî,
Sa'îd b. Müseyyeb, Hasan b. Hayy ve İmam Ebû Yûsuf'a göre, cünubün abdest
almadan uyuması caizdir.
Evzâî, Leys, İmam-i
Âzam Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, İmam Şafiî, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel,
İshâk, İbn Mübarek ve Cumhûr-u ulemâya göre, cünub kimsenin uyumadan öne
abdest alması müstehaptır. Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîsteki abdestin
emredilmesini nedbe hamletmişlerdir. Zîra, İbn Huzeyme ve îbn Hibbân'm
Sahîh'lerinde İbn Ömer'den rivayet ettikleri bir hadîs-i şerifde, İbn Ömer Hz.
Peygamber'e, "Cünup iken bizden her hangi biri uyuyabilir mi?" diye
sormuş Hz. Peygamber Aleyhisselâtü vesselam da; "Evet, dilerse abdest
alır" buyurmuşlardır.
Bir grup ulemâ da
buradaki vudû'dan muradın vudû-ı liığavî olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre,
gerekli olan, elleri ve ferci yıkamaktır. İbn Cevzî bunun hikmetinin meleklerin
pislik ve kötü kokudan uzaklaşıp Şeytanların yaklaşması olduğunu söyler.
Veliyyuilah Dehlevî
de, Hucettullahi'l-Bâliğa'sında şunları söylemektedir; "Cünupluk
meleklerin melekliğine zıt olduğuna göre, mü'min hakkında uygun olan, cünup
olarak uyumamak ve yemeği uzatmamaktır. Şayet gusl etmesi mümkün olmazsa
abdesti terketmemesi gerekir..."
Suyun bulunmaması veya
kullanma imkânı olmaması hâlinde teyemmüm, abdestin yerini tutar. Her ne kadar
Beyhakî'nin Hz. Âişe'den yaptığı rivayette, "RasÛlullah aleyhisselâm
cünupken uyumak istediği zaman abdest alır veya teyemmüm ederdi"
denilmekte ise de, teyemmüm hali abdeste kadir olamamaya hamledilmiştir.[313]
1. Cimâdan
sonra tenasül organı yıkanmalıdır.
2. Cunup bir
kimse, cunup olarak uyumak isterse, abdest alması müstehaptır.[314]
222....Âişe (r.anha),
şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.) cünup iken uyumak istediğinde namaz
için abdest aldığı gibi abdest alırdı."[315] [316]
Buhârî'nin rivayeti:
"Tenasül organım yıkar ve namaz için abdest alırdı" şeklindedir. Yani
fercini yıkar ve namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. İbn Mâce'in
rivayeti ise, Ebû Dâvûdun ki gibidir.
Hadîs-i şerifteki (
-idi) kelimesi, Efendimizin bu hareketinin bir defaya mahsus olmayıp, tekrar
ettiğini ifâde etmektedir. Hadîs-i şerifin konu ile münâsebeti, bundan sonraki
hadîsde yer alan Yûnus'un Zührî'den yaptığı ziyâdedir. Ancak bu rivayet önceki
bâbla ilgilidir.
223....Yûnus;
Zührî'den, öneki hadîsi aynı senet ve mânâ ile rivayet etmiş ve; "Cünup
iken (bir şey) yemek istediğinde ellerini yıkardı.” [317]
ibaresini ilâve etmiştir.
Ebû Dâvûd şunları söylemiştir:
"Bu hadîsi îbn
Vehb, Yûnus'dan rivayet edip, yemek hâdisesini Hz. Âişe'nin sözü olarak
göstermiştir.
"Salih b.
Ebi'l-Ahdar da ZührVden îbn Mübârek'in dediği gibi rivayet etmiş; fakat,o
(Zührî)"Urve veya Ebû Seleme'den..." diye rivayet etmiştir.
"Evzâi ise
Yûnus'tan o da Zührî vasıtasıyla Îbn Mübârek'in dediği gibi rasûlullah'tan
rivayet etmiştir."[318]
Müellifin bu farklı
rivayetleri almaktaki maksadı, hadîsin merfü ve mevkuf rivayetlerine işaret
ederek, îbn Mübârek'in rivayetini takviye etmektir.
Hadîs-i Şerifin
zahirinden anlaşıldığına göre, cünup olan kişi bir şey yemek isterse ellerini
yıkamalıdır. Evzaî'nin görüşü de bu merkezdedir.
Ahmed b. Hanbel'e
göre; cünup olan kişinin uyumazdan, ikinci defa temasta bulunmazdan veya yiyip
içmezden evvel zekerini yıkamakla beraber abdest alması müstehaptır.
İmam Mâlik'e göre,
ellerine pislik bulaşmışsa onları yıkar. İmam Şafiî de aynı görüştedir. İmam
Ebû Hanîfe ve Sevrî'ye göre, cünup olan kişi bir şey yemek isterse ellerim
yıkar, ağzını da su ile çalkalar. Abdest almadan uyumasında beis olmamakla
beraber alması daha uygundur.[319]
224....Âişe
(r.anhâ)den, cünüblük halini kasdederek şöyle demiştir; "Rasûlullah (s.a.)
(bir şey) yemek veya uyumak istediği zaman abdest alırdı."[320] [321]
Buharı, Müslim, Nesaî
ve İbn Mâce'nin rivayetlerinden anladığımıza göre buradaki vudû, el yıkamak manâsına
değil, abdest alma manâsına kullanılmıştır. Meselâ, hadîsin Müslim'deki
rivayeti şu şekildedir; "Rasûlullah (s.a.) cünup olarak yemek yemek veya
uyumak isterse namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı."
Bu hadîs-i şerifle,
sadece el yıkamaya işaret eden evvelki hadîs arasında bir zıtlık yoktur.
Peygamber Efendimiz, cünup iken yemek veya uyumak istediğinde bazan abdest
almış, bazan da cevazına işaret etmek için ellerini yıkamakla iktifa etmiştir.
Ancak, bu durumda Efendimizin daha çok yaptığı, abdest almak olmuştur.
Bu hadîsten cünup olan
kişinin yemek veya uyumak istemesi halinde adest almasının müstehap olduğu
hükmü çıkarılmıştır.
225....Ammâr
b. Yâsir (r.a.)den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s.a.), cünup olan
kişiye (birşey) yiyeceği, içeceği veya uyuyacağı zaman abdest almasına ruhsat
verdi.”[322]
Ebû Dâvüdşöyle
demiştir; "Bu hadîsin senedinde, Yahya b. Yâ'mur ile Ammâr b. Yâsir
arasında zikredilmeyen bir râvî vardır.”[323]
Ali b. Ebî Tâlib, îbn
Ömer ve Abdullah b. Amr; "Cünup olan kişi yemek istediği zaman abdest
alır" demişlerdir.[324]
Cünup olan kimsenin
yemek, içmek veya uyumak istediği zaman abdest almasının hükmü 221. hadîsin
açıklamasında verilmiştir. Müellifin hadîse ilâve olarak, Hz. Ali, İbn Ömer ve
Abdullah b. Amr'ın görüşlerini zikretmesi, üzerinde durulan hükmün, hem merfû
hem de mevkuf olarak sabit olduğuna işaret içindir.[325]
Hadîs, cünup olan
kişinin, yemek, içmek veya uyumak istediği zaman gusletmesmin cfdaı olduğuna
işaret ediyor. Çünkü, abdest ruhsat olarak gösterilmiştir. Azimet de ruhsattan
daha efdaldir. Ancak, gusledilmemesi hâlinde abdest alınmalıdır.[326]
226....Ğudayf
b. Haris[327] (r.a.) şöyle demiştir:
"Âişe (r.a)'ya: Ne dersin? Rasûlullah (s.a.) cünuplükten dolayı, gecenin
başında mı, yoksa sonunda mı yıkanırdı? dedim.
Bazan başında bazan da
sonunda guslederdi, dedi.
Allahu Ekber...
Genişlik (kolaylık) veren Allah'a hamd olsun, dedim.
(Peki) Vitri gecenin
başında mı yoksa sonunda mı kılardı? Bana haber ver, dedim.
Bazan başında bazan da
sonunda kılardı dedi.
Allahu Ekber...
Kolaylık ihsan eden Allah'a hamd olsun, dedim.
(Gece) namazında,
açıktan mı yoksa sessiz mi okurdu? diye sordum.
Bazan açıktan bazan da
sessiz okurdu, dedi.
Allahu Ekber... Kolaylık
ihsan eden Allah'a hamd olsun,dedim."[328] [329]
Hadîs-i Şeriften,
cünup olan kişinin, cünup olur olmaz hemen
yıkanmasının farz olmadığı, gecenin sonuna kadar guslü tehir ve
terketmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bundan sonraki hadîste
tafsilatı geleceği gibi, gusülde acele etmek efdaldir. Rasûlullah (s.a.)
ümmetine bir kolaylık ve cevazına işaret etmek üzere guslü bazan gecnin sonuna
kadar te'hir etmiştir.
Vitir konusunda da Hz.
Âişe, soru biçimine uyarak, Efendimizin vitri bazan gecenin evvelinde bazan da
sonunda kıldığını söylemiştir.
Halbuki Rasûlullah
(s.a.)'m gecenin evveline ve sonunda olduğu gibi, ortasında da kıldığı
olmuştur. İnşallah vitir namazı bahsinde konu hakkında geniş malûmat
verilecektir.
Gece namazlarındaki
kıraatin şeklinin ne olacağı hususu da yeri geldikçe mufassalan verilecektir.
Burada sadece, geceleyin namaz kılan kişi için Hanefîlere göre, hem açıktan hem
de sessiz olarak okumanın caiz olduğunu hatırlatmakla iktifa edelim. Yalnız,
Teravih cemaatle kılınırsa, imam olan kişi açıktan okumalıdır. Ayrıca bu
mes'ele efdaliyet ınes'elesidir. Hanefi ulemasından Aynî; "Sahih olanın,
okuyanın zamanı, yeri ve hali ile mukayyet olduğunu, sesli veya sessiz okumada
bu hususların göz önünde bulundurulması gerektiğini" söyler.[330]
1. Cünup
olan kişinin, cünup olur olmaz gusl etmesi farz değildir.
2. Vitir
namazının hem gecenin evvelinde hem de sonunda kılınması caizdir. Ancak,
gecenin sonunda kalkmaya alışık olanların te'hir etmeleri, alışık olmayanların
da, gecenin başında kılmaları efdaldir.
3. Geceleri
kılınan nafile namazlarda kıraatin açıktan olması da gizü olması da caizdir.
227....Ali
(r.a.) Rasûlullah (s.a.)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir;
'İçinde, resim, köpek
ve cünup bulunan eve melekler girmez”[331] [332]
Melâike, melek
kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin aslı “mef’al” vezninde,
"mel'ek"tir. Hemzenin harekesi lâm'a nakledilerek hemze hazfolunmuş
ve "melek" olmuştur. Cemî yapılacağında, hazf edilen hemze geri gelmektedir.
Melekler lâtif, nürânî
cisimlerdir. Müslim'in Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte;
"Melekler nurdan, cinler dumansız ateşten, Âdem Kur'an-ı Kerîmde de
sizlere belirtildiği gibi (topraktan) yaratılmışlardır? Erkeklik ve dişilikle
vasfedilemezler. Muhtelif şekillere girebilirler. Şöyle ki;
a. Meçhul
bir insan suretinde görünmeleri; Meselâ; Hz. Cibril'in bilinmeyen bir insan
suretinde Hz.Peygamber (s.a.)'in ve sahabelerin bulunduğu meclise gelmesi, Hz.
Peygamber'e İman ve İslâm hakkında soru yöneltmesi, Hz. Ömer tarafından rivayet
edilmektedir. Ayrıca Meryem Sûresi'nde Meryem'e Cebrail'in tanımadığı bir
insan suretinde görünmesi, aynı sûrenin 16, 17, 18 ve 19. âyetlerinde
belirtilmiştir.
b. Belirli
bir insan suretinde görünmeleri: Meselâ: Cibrîl-i Emin'in sahabelerden Dıhye
el-Kelbî suretinde geldiği beyan edilmektedir.
Melekler yemekten,
içmekten, evlenmekten, doğmaktan, doğurmaktan uzaktırlar. Hatta insan suretine
büründükleri zaman dahi yemez içmezler. Meselâ, Hz. İbrahim kendisine insan suretinde
gelen meleklere, ikramda bulunduğunda yemeğe el sürmemişler, Hz. İbrahim de bu
olaydan korkmuştu. Zâriyât Sûresi'nin 24, 25, 26, 27 ve 28. âyetlerinde bu olay
anlatılmaktadır.
Meleklerin bir kısmı
dâima ibâdet, zikir ve fikirle uğraşır. Nitekim, Enbiyâ Sûresî'nin 19 ve 20.
âyetlerinde bu husus açıkça belirtilmektedir. Bir kısmı da yerde ve göklerde
bir takım vazifelerle meşgul olurlar. Bunlar arasında Cebrail'in peygamberlere
vahiy getirmek, Azrail'in ruhları kabzetmek, Mîkâü'in hadîste beyan edildiği
gibi, nzik işleriyle meşguliyet, İsrafil'in kıyametten önce Sûr üfürmek, gibi
görevleri vardır. Arş'ı taşıyan melekler, Arş'ın etrafını çevreleyip de Cenab-ı
Allah'ı teşbih eden melekler, Cennet ve Cehenneme müvekkel olan melekler,
insanlarla meşgul olan, 121. gün ruh vermekle mükellef olan melekler,
insanların amellerini murakabe eden melekler, insanları korumakla yükümlü olan
melekler v.s. olduğu bilinmektedir. Meleklerin şekil olarak iki, üç, dört
kanatlı olanları bulunduğu Fâtır Süresı'nin birinci âyeti kerimesinde
belirtilmektedir. Ayrıca Hz. Âişe'den mervî bir hadis-i şerifte Rasûlullah'ın
Cebrail'i melek suretinde altıyüz kanadıyla ufukları doldurmuş halde iki kere
gördüğü; birinin Mîraç Gecesi, diğer birinin de Mekke'deki Ecyâd Vadisinde
vâki olduğu belirtilmektedir.
Melekler yerle gök
arasında Cenab-i Hak'ın izni ile her çeşit çekim ve akımlar da dahil hiçbir
şeyden etkilenemezler. Uzun mesafeleri kısa zamanda katetmeye muktedir
oldukları âyeti kerîmelerde beyan edilmektedir. Meleklerin gücü hiçbir insan
gücüyle ölçülemez. Nitekim, Lût Kavmi'nin helak edilmesindeki hâdise bunu
açıkça gösterir.
Melekler Allah'ın
emirlerine asla isyan etmezler. Vazifelerini emrolundukları biçimde yaparlar.
Sayıları insanlarca bilinmez. Taberânînin bir rivayetinde, yedi semâda melek
bulunmayan, bir ayak, bir karış, hatta bir avuç yerin olmadığı ifâde
edilmektedir.
Üzerinde durduğumuz
Hadîs-i Şerifteki Meleklerden murat, Hafaza, Kirâmen Kâtibin ve ruhları
kabzetmekle vazifeli olanların dışındakilerdir. Çünkü, bunlar her eve girerler.
Hadîsin zahirinde
Meleklerin evlere girmemelerine sebep olan resim'in evsâfı tâyin edilmemiştir.
Hadîsin mutlak oluşundan hareketle Nevevî, Meleklerin, içerisinde her türlü
resim bulunan eve girmediklerini söylemiştir. Resimle ilgili diğer hadîslerin
de gözönüne alınması halinde, buradaki resimden maksadın canlı resmi olduğunu
söyleyenler de çoktur.
Mes'ele, aslında
yapılması veya kullanılması meşru olan ve olmayan resimlerle ilgilidir. Yani
yapılması ve kullanılması meşru olan resimler meleklerin girmesine mâni değil,
meşru olmayanlar manîdir.
Tecrîd-i Sarih'de,
resimle ilgili değişik hadîsler ve ulemânın değişik görüşleri verildikten
sonra hulâsa olarak şunlar kaydedilmiştir.
"...Bubâbda
ulemânın iki noktada ittifak ve bir noktada ihtilâf ettiklerini görüyoruz.
İttifak ettikleri noktalardan birisi; Ağaç, dağ, taş gibi eşya ve manzara
resimlerinin mutlak surette mubah olduğudur. Diğeri de vesikalık fotoğraflar
gibi vücudun tamamı olmayarak bedenin bir kısmına âit olan canlı resimlerinin
hem yapılmalarının hem de kullanılmalarının caiz olduğudur. Vücudun tamamı olan
canlı resimleri hakkında ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tazim maksadı
olmaksızın bunların kullanılmasını da mekruh olmakla beraber caiz görmüşlerdir.
Bazıları da caiz görmemişlerdir."[333]
Menhel sahibi ise,
Canlı resimlerinin yapılmasının haram olduğunda ulemânın ittifak ettiğini
kaydeder.
Resmin nehy
edilmesinin en önemli sebebi, bunlara ibâdet edilmesi endişesidir. İslâm,
tevhid dînî olduğu için tevhide zarar verme ihtimâli olan her şeyden
sakınılmıştır. Hatta, Efendimiz kendi kabrine bile ibâdet edercesine hürmet
gösterilmesini istemiyordu. Bu sebeple, İslâm'ın ilk günlerinde Rasûlullah
aleyhisselâm, ister tazim ister tahkir ifâde edecek biçimde kullanılsın, ister
ibâdet ister ihanet manâsı arzetsin, resimli eşya kullanılmasını mutlak surette
nehyetmiştir. Fakat, İslâm şirke galip gelip, zafer tahakkuk ettikten sonra,
ilk günlerdeki kadar dar çerçeveli harekete lüzum kalmamış, resim ve
timsallerin ta'zim ifâde etmeyecek biçimde kullanılmasına müsaade edilmeye
başlanmıştır.
Netice olarak; İçinde
canlı bulunmayan manzara resimlerinin yapılmasında, alınmasında ve
kullanılmasında bir mahzur olmadığı ittifakla kabul edilmiştir. Canlı resimler
için "mutlak surette caizdir" diyenler olduğu gibi, tamamen
yasaklayanlar da olmuştur. Üçüncü bir görüşe göre, ta'zîm kasdedilmek sizin
timsâli olmaması şartıyla kullanılmasının caiz olduğu ve meleklerin girmesine
mâni olacağı beyan edilmekte ve uygun olan görüşü de bu olduğu ifâde
edilmektedir.
Meleklerin evlere
girmekten kaçınmalarına ikinci sebep de köpektir. Hadîsin zahiri, ister çoban
ve av köpeği gibi alınıp satılması caiz olanlardan olsun, ister olmasın bütün
köpekleri içine almaktadır. Çünkü, hadîs-i şerifte "Kelb (köpek)"
kelimesi siyakı nefiyde nekre olarak gelmiştir. Bu da umûm ifâde eder. Kurtubî
ve Nevevî, bu görüş sahiplerindendir.
Hattâbî ve bir gurup
âlim'e göre; bekçilik için bulundurulan köpekler bu hükmün dışındadır.
Meleklerin, köpek
bulunan evlere girmekten imtina etmelerine değişik sebepler gösterilmiştir.
Kimi, köpeğin aynının pis olmasını, kimi necaset yemesini ileri sürmüşlerdir.
Bazı âlimler ise, yukarıdaki sözlere itiraz ederek bunu kulun bilemiyeceğini
söylemişlerdir.
Netice olarak: Hadîs-i
şeriflerde belirtilen çoban köpeği, av köpeği, ekin ve ziraat koruyuculuğu
yapan köpekler ve bunlara kıyasla faydalı ve lüzumlu olan, askeriyede
kullanılan muhabere köpekleri, polis köpekleri, bulundurulmalarına izin
verilen köpeklerdendir. İhtiyaca binâen bulundurulan bu köpeklerin bulundukları
eve, çiftliğe veya müesseseye izin verilmeleri sebebiyle meleklerin girmesine
mâni bir hal olmadığı anlaşılmaktadır.
İhtiyaç dışında olan
süs köpekleri, sokak köpekleri v.s.'nin bulunduğu evlere meleklerin girmeyeceği
hadîs-i şerifte belirtilmiştir.
Allahu âlem hadîsteki
hükmün de bu olduğunu söylemek zorlama olmayacaktır. Daha geniş bilgi için
74.'üncü hadîse de müracaat ediniz.
Meleklerin evlerden
uzak kalmalarına sebep olan üçüncü şey de hadîsin bu babda şevkine sebep olan
cünupluk halidir. Bundan murat guslü terketmeyi âdet haline getirip, namaz
vaktinin geçmesine aldırış etmeyenlerdir. Ra-sûlullah (s.a.)'ın bir gusülle
bütün hanımlarını dolaşması, Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre, guslü bazan
gecenin sonuna kadar geciktirmesi, bir müddet cünup durmanın mahzurlu
olmadığını gösterir.
Eğer, bu durum
meleklerin eve girmesine engel olsaydı, devamlı melekle haşir-neşir olan
Rasûlullah guslü geciktirmezdi.
İçinde cünup bulunan
eve meleklerin girmekten imtina etmelerinin hikmeti, cünubun namazdan ve
Kur'ân okumaktan uzak olmasıdır.[334]
1. Hadîs,
yukarıda belirtilen ve -istisna edilen
köpek ve resimlerin haricindeki- köpek
ve resim bulundurmayı yasaklamaktadır.
2.
Cünüplükten ötürü yıkanmakta gevşeklik göstermek hayr ve berekete mânidir.
228.... Âişe
(r.a.) şöyle demiştir; "Rasûlullah (s.a.) cünup olduğu halde, suya
dokunmadan uyurdu."[335]
Ebû Dâvûd dedi ki;
Hasen b. A li el- Vâsıtî bize haber verdi ve dedi ki; "Yezîd b. Harun'un Bu
hadîs (Ebû îshâk hadîsini kastederek) yanılmadır, dediğini duydum."[336]
Hadîs-i şeriften
Rasûlullah Efendimizin cünup olduğu halde abdest almadan ve gusletmeden uyuduğu
anlaşılmaktadır. Efendimizin bu hareketi, cünupken, abdest almadan uyumanın caiz
olduğunu göstermek içindir.
Nevevî, Müslim
Şerhi'nde şunları söyler: "Bu hadîs sahihse, Peygamber aleyhisselâm'ın
uyumadan evvel abdest aldığını belirten diğer rivayetlere muhalefet
arzetmemektedir. Bu rivayetlerin te'lîfi şu iki şekilde yapılmıştır.
1. Burada
swya doVommatoan maVsaVgusüldür. Bu iki büyük imâm (Ebu'l-Abbas ibn Şureyh ve
Ebû Bekir el-Beyhâkî)ın te'vîlidir.
2. Bazı
hallerde Rasûlullah asla suya el sürmemiştir. Şayet devamlı abdest alsaydı,
onun vacip olduğu zannedilebilirdi. Bence uygun olan te'vil de budur."
Müellifin sondaki
ziyâdeyi getirmekten maksadı, bu hadîsin hâlini beyan etmektir. Bu hadîste
hata olduğunu Ebû Dâvûd'tan başka söyleyenler de vardır. Tirmizî de;
"Rasûlullah'in
uyumadan önce abdest aldığına dâir olan Hz. Âişe hadîsini Esved'den bir çok
kişi rivayet etmiştir. Bu, Ebû İshâk'ın Esved'den rivayet ettiği (üzerinde
durduğumuz) hadisten daha sahihtir. Bu hadîsi, Ebû İshâk'tan, Şu'be, Sevrî ve
başkaları rivayet etmiştir. Bunların hepsi hatanın Ebû İshak'tan olduğu görüşündedir"
denilmektedir.
Ebû İshâk'ın yanıldığı
nokta şudur: O, bu hadîsi uzun bir hadîsten kısaltmış fakat bunu yaparken hata
etmiştir. Hadîsin tamamını Tahâvî rivayet etmiştir. Tahavî rivayetinin
sonunda; 'Rasûlullah'ın suya dokunmamasından muradı guslet mernesidir, bu da
abdest almadığını ifâde etmez" demiştir.
Bütün bu söylenenlere
rağmen îbn Mâce de aynı hadîsi, Ebû Dâvûd'taki şekli ile rivayet etmiştir. Bu
hususta îmâm Nevevî'nin biraz önce söylediği gibi doğru görüş: "Üzerinden
namaz vakti geçmemek ve bunu âdet haline getirmemek kaydı ile cünup olarak bir
müddet yatabileceği ve kalabileceği"dir. Bununla birlikte anında yıkanmak
ve temiz olmak, ibadetlere hazırlıklı bulunmak müstehaptır.
Hadisten cünup olan
bir kimsenin gusletmeden ve abdest almadan uyumasının caiz olduğu
anlaşılmaktadır.[337]
229....Abdullah
b. Seleme'den, demiştir ki; Biri bizden, diğerinin de Benî Esed'den olduğunu
zannettiğim iki kişi ile birlikte Ali (r.a.)'ın huzuruna girdim. Ali (r.a.)
onları (âmil olarak veya bir başka görevle) bir tarafa gönderdi ve şöyle dedi:
"Siz, ikiniz de
güçlü kuvvetlisiniz. Dîniniz için çalışınız (veya dîninizi koruyunuz)."
Sonra kalkıp helaya
girdi. Heladan çıktı (ğında) su istedi, bir avucuna alıp onunla (ellerini)
yıkadı. Sonra Kur'ân okumaya başladı. (Oradakiler) bunu garipsediler. Bunun
üzerine Hz. Ali şöyle dedi:
"Muhakkak,
Rasûlullah (s.a); heladan çıkar, bize Kur'ân-ı Kerîm okutur ve bizimle beraber
et yerdi. Cünuplükten başka hiç bir şey onu Kur'ân (okumak)dan
ahkoymazdı."[338] [339]
Hadîs-i şerif cünup
iken Kur'ân okumanın caiz olmadığına delâlet ediyor. Cumhurun görüşü de budur.
Bunlar, üzerinde durduğumuz hadîs ile Tirmizî ve tbn Mâce'in Ibn Ömer'den
rivayet ettikleri, "Cünup ve hayızlı olan Kur'ân'dan bir şey okumasın”
mealindeki hadîse dayanmışlardır.
Cumhur her ne kadar
cünubun Kur'ân okuyamayacağında hem fikir ise de, bazı istisnalarda aralarında
görüş ayrılıkları vardır. Şöyle ki;
Şâfiîlere göre, zikir
maksadıyla okunabilir.
İmam Mâlik ve Ahmed b.
Hanbel, "Cünubun bir âyet kadarını okumasına ruhsat verilir"
demiştir,
Hanefilere göre: Duâ
ve senaya dâir olan âyetleri, duâ ve sena maksadıyla okumak caizdir.
İbn Münzir, Taberî,
İbn Abbas ve Dâvûd ez-Zâhirî'ye göre, cünup iken Kur'ân okumak caizdir. Bunlar
Hz. Âişe'den rivayet edilen, "Rasûlullah (s.a.) her halinde Allah'ı
zikrederdi" hadîsine dayanmışlardır.
Cünupken Kur'ân
okumanın haram olduğunu söyleyen Cumhura göre, bu zikirden maksat, Kur'ân-ı
Kerîm'in dışında olanıdır.
Cünup iken, bir örtü
veya çubuk ile de olsa Kur'ân'a dokunmak, imamların ekserisine göre haramdır.
Hanefilere göre; Kur'ân'a bitişik olmayan bir kılıf, bir mahfaza, bir torba
veya sandık içinde bulunan bir Mushaf-ı Şerifi tutmak caizdir. Bunların
haricinde haramdır. Kur'âru Kerîme cünup iken el sürmenin haram olduğu
görüşünde olan ulemâ "Ona (Kurân'a)
tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez, (O) âlemlerin
Rabbi'nden indirilmedir"[340]
âyeti kerimesine dayanmışlardır.
Dâvud ez-Zâhirî, cünup
kimsenin Kur'am Kerîme dokunmasını caiz görür. Delîli, RasûluUah (s.a.)
Herakliyus'a yazdığı mektupta Kur'ân-ı Kerîm'-den âyet bulunuşudur. Gerek
Herakliyus gerekse adamları pis (cünup) oldukları ve Efendimizin onların
dokunacağını bildiği halde mektubuna âyet yazdığını söyleyerek görüşünü takviye
cihetine gider.
Cumhur bu iddiaya,
"Rasûlullah’in mektubundaki bir âyettir, buna da mushaf denmez"
diyerek cevap vermiştir.
Hanefî, Şafiî ve
Hanbelîlere göre, abdestsiz olan kişinin de Kur*ân-ı Kerîme dokunması haramdır.
Kur'ân'a bitişik olan cildi, kenanndaki beyaz kısım ve satırlarının arası için
de hüküm aynıdır. Yalnız, Hanefî ve Hanbelîİere göre, abdestsizin, Kur'ân-ı
Kerîm ona bitişik olmayan kılıfı ile veya elbisesinin yeni ile dokunması
caizdir.
Cünup veya abdestsiz
olan kimse, yanması, suya batması, kâfirin eline geçmesi veya necasete
düşmesinden korktuğu takdirde, Mushafı eline alabilir. Eğer eline almaz ve
kurtarma imkânı varken yanmasına, suya batmasına veya kâfirin eline geçmesine
göz yumarsa günahkâr olur. Necasette bırakırsa kâfir olur.
Netice olarak:
Abdestsiz olan kişinin Kur'ân-ı Kerîm'e dokunması ona bitişik olan kapta olsa
dahi caiz değildir. Abdestsiz iken ezberden Kur'ân okumak ve dinlemek caizdir.
Cünup iken Kur'ân'a
dokunmak ve okumak caiz değildir. Ancak duâ âyetlerinin, duâ maksadıyla ezbere
okunması caizdir.
Cünup, hayızlı ve
nifaslı kadınların Kur'ân'ı dinlemelerinde bir beis yoktur. -her ne kadar
cünup olan kişinin bir an evvel yıkanması gerekli ise de-[341]
1. Devlet
başkanının, raiyyesinden bazılarını, lüzumlu gördüğü vazifelere ta yını
caizdir.
2. Kişi görüşüne muhalif birşey görürse bunu
ortaya koymalıdır.
3. Abdesti
olmayan kişinin ezberden Kur'ân'ı Kerimi okuması caizdir.
4. Cünubun okuması ise haramdır.[342]
230....Huzeyfe
(b. el-Yemân)den rivayet edildi ki; "Rasûlullah (s.a.) kendisi ile
karşılaştı ve elini uzattı. Huzeyfe de;
Ben cünubum, dedi.
Buna karşılık rasûlullah; "Müslüman necis olmaz" buyurdu.[343] [344]
Bazı nüshalarda, (
Necis olmaz) ibaresi yerine Necis değildir) ifâdesi kullanılmıştır.
Hadîs-i Şerifin
Müslim'deki rivayeti; şeklindedir.[345]
Hadîs-i şerifteki
"Müslüman necis olmaz" ifâdesinden murat, onun cünuplük sebebiyle pis
olmayacağı ve başkasını pisletmeyeceğidir.
Cünupluk sebebiyle
insanın pis olmaması, sadece müslümana mahsus değildir. Kâfirlerin vücutları da
necasete bulaşmadıkları takdirde temizdir.
Zahirîler, ( ) "Müşrikler necistir.[346]
âyeti kerîmesinin
zahirine bakarak, müşriklerin necîsu'1-ayn olduklarına hükmetmişlerdir. İbn
Reslân'ın beyânına göre, bunlara şu şekilde cevap verilmiştir: "Âyetten
murat, müşriklerin itikatlarının pisliğidir, bedenleri değil. Ayrıca Cenâb-ı
Allah, Ehl-i Kitabın kadınları ile evlenmeyi mubah kılmıştır. Onlarla aynı
yatağa yatan kimsenin terlerinden korunması mümkün değildir. Buna rağmen,
ondan dolayı yıkanmak emredilmemiştir. Şu halde ister müslim, ister kâfir diri
olan kimse, necîsu'1-ayn değildir."
Nevevî, bu hadîs-i
şerif için şunları söyler:
"Bu hadîs, ister
ölü ister diri, müslümanın temiz oluşu hakkında büyük bir asıldır. Diri
olanların temizliği icmâ ile zahirdir. Hatta, bir kadın çocuk düşürse,
fercinden çocuğa bulaşan ıslaklık dahi temizdir..."
Ölü hakkında ise,
ulemâ ihtilaflıdır. Şafiînin ikj görüşü vardır: Sahih olanına göre, o temizdir.
Rasûlulîah'm: "Ölü ikejarde, diri iken de müslüman necis olmaz"
mealindeki hadîs-i şerîfi de buna işaret etmektedir. Temizlik ve pislik
(taharet ve necaset) hususunda kâfir de müslüman gibidir.
Hanefî âlimlerinden Aynî
de, ister ölü ister diri olsun müslümanın necis olmayacağım söyledikten sonra
şunları ilâve eder: "Eğer sen, müslümanın ölüsünün de dirisinin de pis
olmayacağına dâir söylenenlere karşı;"öyle ise, cenazenin yıkanmaması
gerekirdi" dersen, şu karşılığı veririm: Cenazenin yıkanmasının vücûbımda
âlimlerimiz ihtilâf etmiştir. Bazılarına göre, Necasetten dolayı değil,
mafsalların gevşemesi sebebiyle çıkması umulan bir ha-desten dolayı yıkamak
farzdır. Çünkü, insanoğlu bir ikram olarak ölümle pislenmez. Eğer pislenseydi
diğer hayvanlarda olduğu gibi yıkamakla temizlenmemesi gerekirdi. Normal
olarak, bu durumda, sağlığında olduğu gibi bir abdest aldırmakla iktifa etmek
gerekirdi. Fakat hayatta iken hades tekrarlandığı, ölüm sebebiyle ise tekrar
etmediği için ölüm hâlindeki hades cünupluğa benzetilmiş ve vücûdun tamâmının
yıkanması icâp ettiğine hükmedilmiştir. Çünkü bunda bir güçlük yoktur.
"Irak âlimlerine
göre ise; Cenaze hadesten dolayı değil, ölüm sebebiyle pislendiği için yıkanır.
Çünkü, insanda, akan kan vardır. Bundan dolayı diğer pis şeylere kıyasla, ölüm
hâlinde pislenir. Eğer öyle olmasaydı, insanın kuyuya düşüp ölmesi ile, kuyu
pislenmezdi."
Netice olarak
diyebiliriz ki; İslâm ulemâsının Cumhuruna göre, cünupluktan dolayı insanın
vücûdu pislenmez ve başkasını da pisletmez. Bundan dolayı cünup birisi ile
konuşmak da, ona dokunmakta ya da musâfaha etmekte, mahzur yoktur.[347]
1. Âlim olan
birisi, karşısındakinde yanlış bir hareket görürse onu ikâz etmeli, doğrusunu
söylemelidir.
2. Cünupluktan
dolayı guslü te'hir etmek caizdir. Ancak, namaz vaktinin geçmesinden
korkutursa acele edilmelidir.
3. Cünupluk,
dokunanı pisleyen cinsten bir necaset değildir.
231....Ebû
Hureyre (r.a.)'den, şöyle demiştir; "Medîne yollarından birinde, ben
cünup iken Rasûlullah (s.a.) bana rastladı. (Ondan) gizlendim, gidip yıkandım
ve (geri) geldim.
Rasûlullah (s.a.):
Nerede kaldın? Vâ Ebâ
Hureyre? dedi. Ben;
Cünup idim,
temizlenmeden seninle beraber oturmayı doğru bulmadım, dedim.
Sübbânellah. Müslüman necis
olmaz, buyurdu."[348]
(Ebû Dâvûd dedi ki:)
Bişr kendi rivayetinde hadîsi Humeyd ve Bekr'den tahdisen aldığını gösteren (
) tabirini kullandı.[349]
Hadîs-i
şerifteki; ( ) "gizlendim" kelimesi Buhârf nin
bir rivayetinde; aynı manada ( )
bir başka rivayetinde ( )
"Sıvıştım" Müslim ( )
“Sıvıştı" Tirmizîde ( )
"Koştum" şekillerindedir. Ayrıca; ( )
" kendimi necis saydım.” ( ) kendimi noksan buldum" ( ) "Kendimi
Rasûlullah aleyhisselâmla beraber oturmaktan men ettim" şekillerinde
rivayet edenler de olmuştur.
Ebû Hureyre'nin
Efendimizden geri kalmasının sebebi şudur: Rasûlullah aleyhisselâm, Ashabından
birisi ile karşılaşırsa, musafaha ve duâ ederdi. Ebû Hureyre cunupluk
sebebiyle kendisini pis zannetmiş ve O halde Allah Rasûlunun kendisiyle
musafaha etmesinden korkmuştur. Bundan dolayı koşarak yıkanmaya
gitmiştir.Rasûlullah aleyhisselâm, Ebû Hureyre'nin bu hareketine hayret etmiş
ve; "Sübhânellah. Müslüman pis olmaz" buyurmuştur.
"Sübhânellah"
kelimesi, tenzîh ve teacüp (hayret) manâsına kullanılır.
Burada teaccup için
gelmiştir. Bu kelime, mahzûf bir fiilin mefûlüdür. "Seni tenzih için
teşbih ettim, yâ Rabbi" takdirindedir. Bazıları da bu kelimenin
"Tâat hususunda Allah'a koşarım" manasına geldiğini söylemişlerdir.[350]
1. Fazîlet
sahiplerine hürmet ve ta'zim'de bulunmak, onların yanında güzel kılık ve
kıyafet, terbiye ve nezaketle oturmak müstehaptır.
2. Cünup
olan kişinin, namaz vaktinin geçmesinden korkmuyorsa yıkanmadan önce bazı
önemli işlerini yapması caizdir.
3. Cemaat
reisinin, cemaatını ısındırmak için iltifat etmesi güzeldir.[351]
232.…Âişe
(r.anhâ)'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir; Ashâb-i Kiramın evlerinin
kapıları Mescide açılmış bir halde iken, Rasûlullah (s.a.) (Mescide) gelip;
"Şu evlerin
yönlerini (kapılarını) mescidden çeviriniz" buyurdu ve(hucre-i saadetine)
girdi.
Ashab, kendileri
hakkında bir ruhsat inmesini umarak bir şey yapmadılar (evlerin kapılarını
çevirmediler.) Bir müddet sonra Rasûlullah aleyhisselâm onlar (ın yanına)
tekrar çıktı ve;
"Şu evlerin
(kapılarını) çeviriniz. Çünkü ben, mescidi hayız ve cüntıp (olan)lara helâl
görmüyorum" buyurdu.[352]
Ebû Dâvûd dedi ki;
ıı(Seneddeki)O(Eflet b. Halîfe), Füleyt el-Âmirî'dir.”[353]
Zahirîlerden İbn Hazm,
senetteki "Eflefin meçhul olduğunu ileri sürerek bu hadîsin zayıf olduğunu
söylemiştir. Buna karşılık; Şevkânî, îbn Kattan, îbn Huzeyme ve İbn Seyyid'in
Nâs sahih olduğunu söylemişlerdir.
Hattâbî şöyle der;
"Eflet'in meçhul bir râvi olduğunu ileri sürerek bu hadîs için zayıf
demişlerdir, ama bu isabetti değildir. Çünkü, İbn Hıbban ona "sıka"
Ebû Hatim de "Şeyh" demiştir. Ahmed b. Hanbel, ( ) ifâdesini
kullanmış, Süfyân es-Sevrî ve Abdulvâhid b. Ziyâd da kendisinden hadîs rivayet
etmişlerdir. Onun hakkında, Kâşifte; "sadûk" Bedru'l-Münîr'de
"Meşhur, Sıka" denilmiştir..."
Cünup olanın camiye
girmesinin caiz olup olmadığı hususu ihtilaflıdır.
Müzenî, Dâvûd ve îbn
Münzir'e göre, özürlü veya özürsüz, abdest alarak ya da almadan, camide
oturmak veya caminin içinden geçip gitmek caizdir. Bunlar, bundan evvelki
bâbda geçen "Müslüman pis olmaz" hadîsine dayanırlar. Ancak müslumamn
necis olmaması, onun camide kalmasının caiz olmasını gerektirmez. Bu konuya has
hadîsler bulunmaktadır.
İshak b. Rahûye,
Süfyân es-Sevrî ve Mâlikîlerin çoğunluğuna göre, cünubun, caminin içinde
Hurması da, geçip gitmesi de caiz değildir. Ancak zaruret hâlinde abdest
alarak içinden geçebilir. Bazı Mâlikîlere göre, teyemmüm etmelidir.
Hanbelîlere göre:
Zaruret olsun olmasın, abdesti oîmasa bile geçip gitmesi, abdest almak
şartıyla da içinde kalması caizdir.
Şafiîier; mescidde
durmadan geçip gitme hususunda Hanbelîlerin görüşündedirler. Delilleri şu
âyeti kerîmedir.
"Ey iman edenler,
siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve cünup iken de -yolcu olmanız
müstesna- gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın..."[354]
Şafiîler ( )
(geçip gitmenin) ancak namaz kılınan yerlerde olabileceğini, bunun
sefere mahsus olduğunu söylemeye delil bulunmadığını söylerler. Üstelik
"Müsâfir" kelimesi âyette tekrarlandığı için sefer manâsına
kullanılmış olsaydı tekrar olacaktır. Kur'ân-ı Kerîmde ise bunun olmadığı
açıktır, derler.
Sa'îd ve îbn Ebî
Şeybe'nin Câbir'den İbn Münzir'in de Zeyd b. Eşlem'den rivayet ettikleri
hadîsler de Şafiîlerin delillerindendir.
Cünubun, camide
durması ise Şafiîlere göre de haramdır.
Hanefîlere göre;
Cünubun, eğlenmeden, geçip gitmek içinde olsa mescide girmesi haramdır. Ancak
evinin kapısı mescide açılıp da değiştirme imkânı olmayışı gibi zaruret
hallerinde haram olmaz. Eğer mescidde iken cünup olur da beklemeden
çıkabilirse, teyemmüm edip çıkar. Çıkamazsa, teyemmüm edip bekler. Cünup
olduğunu bilmeden camiye girer de camide iken cünup olduğunu hatırlarsa, hemen
dışarı çıkar, Çıkamayacaksa teyemmüm edip bekler. Fakat, namaz kılamaz,
Kur'ân-ı Kerîm okuyamaz. Hanefîler; üzerinde durduğumuz hadîs ile, Tirmizî'nin
rivayet ettiği, "...Yâ Ali şu mescidde cünup olarak (bulunman) seninle
benden başka hiçbir kimseye helâl olmaz" hadîs-i şerîfidir. Üzerinde
durduğumuz hadis hakkında bazı şeyler söyİenmişse de, Açıklama kısmının başında
hadîsin sahih olduğunu söyleyenlerin çoğunlukta olduğu beyan edilmiştir.
Hanefîler, Şafiîlerin
delil kabul ettikleri âyeti onlar gibi anlamamışlar, ( -namaz) kelimesinin
başına ( -yerleri) kelimesinin muzaf
olarak takdir edilmesine itîraz ederek şöyle demişlerdir: "Kelimenin
başına muzaf takdir etmek, aslın hılâfındadır. Buna göre; "Siz sarhoşken
ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaz yerlerine yaklaşmayınız" kısmına
da muzaf takdir etmek gerekirdi. O zaman mana;"Sarhoşken ne
söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaz yerlerine yaklaşmayınız." olur ki bu
mümkün değildir. Zaten bunu kimse söylememiştir.
Seferin tekrarı
mes'elesine gelince, bu, cenabet hâli ile hastalık hâlinin, hükümde eşit
olduğuna işaret içindir."
Hanefîler âyeti
kerimeyi şu şekilde anlamışlardır; "...Cünupken namaza yaklaşmayınız,
ancak cünup, müsâir olur da su bulamaz veya kullanmaya muktedir olmazsa
müstesna."
Hz. Ali, tbn Abbâs,
Mücâhid ve Sa'îd b. Cübeyr de Hanefîlerle aynı görüştedirler.
Hayız ve nifas
hâlindeki kadın için de Hanefîlerin görüşü ayıdır. Yani, bunlar da mescide
giremezler. Mâlikîler de aynı görüştedir. Tabiî zaruret hâli bu hükmün
dışındadır.
Şafiî ve Hanbelîlere
göre; Cünup için olduğu gibi ayhali ve lohusa için de, mescidi
kirletmeyeceklerinden emin iseler, içinden geçmeleri caizdir. İçeride
durmaları, Şafiîlere göre caiz değil, Hanbelîlere göre kanın kesilmesi ve
ab-dest almış olmaları şartıyla caizdir.
Mescidin içinde
ihtilâm olan bir kimsenin derhal dışarıya çıkması lâzımdır. Kapıların kapalı
olması gibi bir sebepten dolayı içerde kalması ise zarurete binâen caizdir.
Caminin iki kapısı varsa, kendisine yakın olandan çıkmalıdır.
Mescidde, abdestsiz
olarak durmak ittifakla caizdir. Sebepsiz yere abdestsiz duruyorsa mekruh
olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Mescidde uyumanın
hükmü hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
Saîd b. Müseyyeb,
Hasen el-Basrî, Atâ, Muhammed b. Şîrîn ve Şafiilere göre, kerâhatsiz caizdir.
Ancak, namaz kılanlara yeri daraltır veya onların gönlüne vesvese vermesine
sebep olursa, caiz değildir, haram olur.
İmam Mâlik, "Evi
olanın mescidde gecelemesini veya gündüz uyumasını doğru bulmam"
demiştir. İmam Ahmed'le İshâk da bu görüştedir.
İbn Mes'ûd; Tâvûs,
Mücâhid ve Evzâî, mescidde uyumayı mekruh görmüşlerdir.
Hanefîlerden Aynî,
"İbn Müseyyeb ve Süleyman b. Yesâr'a camide uyumanın hükmü soruldu.
"Bunu nasıl sorarsınız, Ehl-i Suffa mescidde uyurlardı, onların meskeni
mesciddi" dediler" demiştir.[355]
1. Şeriata
uygun olmayan şeylerin değiştirilmesi gerekir.
2. İlk
emirle arzu edilen şey hasa olmamışsa, emrin tekrarı lâzımdır.
3. Cünüb ve
hayızlı olanların mescide girmesi haramdır.[356]
233....Ebû
Berke[357] (r.a.) den rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a.)
sabah namazına başlamıştı ki, eliyle (cemaate) "Yerinizden
ayrılmayın" diye işaret etti (ve evine gitti, biraz) sonra başından sular
damlaya damlaya gelip cemaate namaz kıldırdı."[358] [359]
"Rasûlullah
(s.a.)in mescide girip mihraba geçtikten sonra abdestsiz olduğunu namaza
başlamadan mı, yoksa başladıktan sonra mı hatırladığına dair bu hadis-i şerifte
bir açıklık yoktur" denmesine rağmen "dehale" "namaza girdi"
kelimesi ile diğer bir rivayette de "kebbere" "iftitâh tekbirini
aldı" kelimesi görülmektedir. Bu yüzden bazı âlimler namaza girdiğini
iddia ederken, bazıları da hadisin diğer rivayetindeki "kebbere"
"tekbir aldı" fiilinin başına bir "erâde" fiili takdir
ederek "tekbir almak istedi" şeklinde manalandırmışlardır. Bütün
bunlar hadis-i şerifi tevil açısından zorlamadır.
Dârakutnî'nin Enes'ten
îbn Mâce'nin de Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadisler, Efendimizin iftitah
tekbirini alıp, namaza başladığını bildiriyor.Ebû Davud'un bundan sonra gelecek
olan rivayeti de aynı şeye delâlet etmektedir.
Ebû Davud'un Ebû
Hüreyre'den rivayet ettiği 235 nolu hadisi, (bu hadisi Buharı, Müslim ve Nesâî
de rivayet etmişlerdir) ve Müslim'in yine Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadis,
Rasûlullah (s.a.)'ın namaza başlamadığına işaret ediyor.
Ulemâ bu hadislerin,
arasım birleştirmek için şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:
1. Olay
tekerrür etmiştir. Efendimiz bunlardan bazılarında namaza başlamış,
bazılarında başlamamıştır. Neyevî ve İbn Hibbân bu şekilde söylemişler ve Ebû
Bekre ile Ebû Hüreyre'nin hadislerinin ayrı ayrı iki vak'a ile alâkalı olduğunu
ileri sürmüşlerdir.
2. Vak'a
tektir. Ebû Dâvûd'taki "namaza girdi" cümlesi bir muzaf takdiri ile
"namaz yerine girdi" şeklindedir. Yine Ebû Dâvûd'taki 235 nolu hadis
ile Buhârî'deki ( ) "namaz kıldığı
yerde durunca" ifâdeleri bu te'vili takviye etmektedir. Diğer
rivâyetlerdeki ( ) "tekbîr
aldı" kelimesi de yukarıda işaret edildiği gibi ( ) "tekbir almak
istedi" mânâsına hamledümiştir.
3.
Resûlullah (s.a.) tekbir almış, Ebû Bekre önde olduğu için bunu duymuş ve
duyduğu şekliyle, Ebû Hüreyre ise, uzakta olduğu için duymamış ve gördüğü
şekliyle nakletmiştir.
"İmamın,
abdestsiz olduğunu unuttuğu için namazı fasit olsa da cemaatin namazı
sahihtir" diyenler bu hadis-i şerife dayanmışlardır. Mâlik ve talebeleri,
Şafiî, Evzâî, Sevrî ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Esrem, Ebû Sevr,
İshâk, Hasan el-basrî, İbrahim en-Nehaî ve Saîd b. Cübeyr'in de bu görüşte
oldukları rivayet edilmiştir. Bunlar Efendimizin ilk anda tekbir aldığını,
cemaatin de Rasûlullah'a tabi olduklarını, Rasûlullah ayrıldıktan sonra yine
namazlarına devam ettiklerini söylerler.
Hattâbî bu hadisin
şerhinde şunları söyler:
"Bu hadis delâlet
etmektedir ki, bir imam cünüb olduğunu unutup da cemaate namaz kildırsa, cemaat
onun halini bilmeseler, namazları sahihtir, iadesi gerekmez. İmamın ise, kendi
namazım iade etmesi gerekir. Haberin lâfzının zahirinden çıkan hüküm budur
.Çünkü sahâbîler Rasûlullah (s.a.)'le birlikte namaza başlamışlar sonra
Efendimiz kendisi gusledinceye kadar cemaatten oldukları gibi beklemelerini
istemiş, işi bittikten sonra gelip namazlarını tamamlamıştır. Namazdan,
üzerine bina caiz olacak kadar bir cüz sahih olunca diğer cüzleri de sahih
olur. İmama uymak tamamen ictihâdi bir yoldur. Cemaat imamın zahirini bilmekle
mükellef tutulmuştur. İç halini ihata emredilmemiştir. Zaten bunu anlamaya gücü
yetmez. Zahire göre verdiği hükümde hata etmişse bu onun işini bozmaz. Hakim
de aynen böyledir. İçtihadı bir hükümde hatâ'ederse, bu hüküm bozulmaz.
Cemaatin, imamın taharetini bilmesine imkân yoktur. Onu bilemediği için de
kınanmaz. Bu, Ömer b. el-Hattâb (r.a.) m görüşüdür ve ona muhalefet eden
herhangi biri bilinmemektedir. Şafiî'nin mezhebi de budur.
"Yine bu hadis,
muktedînin, namaza imamdan evvel başlaması hâlinde namazının batıl olmadığına
delildir. Ayrıca, abdestin bozulması halinde binanın sahih olduğunu söyleyenler
için de hüccettir."
Hattâbî'nin bu
sözlerine Aynî itiraz ederek şunları söylemiştir:
"Hattâbî'nin
"Haberin lâfzından çıkan hükmün zahiri, sahabîler Rasûlullahla beraber
namaza başladılar...” sözü merduttur. Çünkü Efendimiz, İbn Hıbbân'ın Sahîh'inde
de belirttiği gibi cemaata namazı (evvelki tekbirle değil) yeni bir tekbirle
kıldırmıştır. Sahih-i Müslim'deki "Rasûlullah aleyhisselam tekbir almadan
önce ayrıldı" ifâdeleri de bunu göstermektedir."
"Namazsra bir
cüz'ü sahih olunca diğer cüz'leri de sahih olur." sözü de aynı şekilde
merduttur. Biz, bu cüz'ün sahih olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü -Rasûlullah'm önceden başladığı kabul
edildiği takdirde- Efendimiz yerine
birini geçirmeden imametten ayrıldığı için bu cüz bâtıl olmuştur. Baş tarafı
fasit olunca üzerine bina da fasit olur. Çünkü fasidin üzerine bina kılman şey
de fasittir. Ayrıca, sahih veya fasit olma yönünden namaz parçalanmaz. Doğrusu,
yukarıda da söylediğimiz gibi Efendimizin yeni bir tekbirle başlamış
olmasıdır.
"Hz. Ömer'in
görüşü budur ve ona muhalif biri de bilinmemektedir" sözüne gelince, bu doğru
değildir. Çünkü Dârakutnî'nin Sünen'inde, Amr b. Hâlid, Habîb b. Ebî Sabit,
Âsim b. Hamza ve Hz. Ali senediyle yaptığı rivayette Hz. Ali cemaate cünup
olarak namaz kıldırmış sonra kendisi namazını iade etmiş, o cemaate de iade
etmelerini emretmiştir. Abdürrezzak da Taberânfnin naklettiği bu hâdiseyi ve
şunu rivayet etmiştir: Ebû Ümâ-me'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.)
cemaate cünup olarak namaz kıldırmış ve namazını iade etmiş, cemaate ise iade
ettirmemiş. Bunun üzerine Hz. Ali, "Seninle birlikte namaz kılanların da
namazlarım iade etmeleri gerekirdi" demiş, cemaat de Hz. Ali'nin sözüne
dönmüştür. Kasım, "İbn Mes'ûd da Hz. Ali'nin görüşündedir" der.
"Hadiste, imamdan
evvel tekbir aldıkları takdirde cemaatin namazının bâtıS olmadığına işaret
vardır." sözü de reddedilmiştir. Çünkü hadiste buna işaret yoktur. Zira
Efendimiz, ya tekbir almadan yıkanmaya gitmiştir (ki sahih olan da budur) ya da
onların zannettiği gibi tekbir aldıktan sonra gitmiştir. Tekbir almadan gitti
ise, ne imamdan ne de cemaatten tekbir alan olmamıştır. Tekbir aldıktan sonra
gitti ise, cemaat, Efendimizin yeniden aldığı tekbir ile namaza girmişlerdir.
Üstelik Şafiî imamdan önce tekbir alanın namazının bâtıl olduğunu
söylemiştir."
İmam Ebû Hanîfe, Şa'bî
ve Hammad b. Ebî Süleyman, namaza başladıktan sonra imamın abdestsiz olduğu
meydana çıkması halinde, cemaatin namazının fâsid olduğu görüşündedirler.
Bunlar, İmam Ahmed'in Ebû Hü-reyre'den merfu'an rivayet ettiği ( ) "İmam,
koruyucu ve gözeticidir" (yani cemaatin namazının sıhhati imamın namazının
sıhhatine bağlıdır) hadis-i şerifine dayanmışlardır. Aynı hadisi Taberânî de
Ebû Umâme'den rivayet etmiştir. Bu görüş sahiblerine göre, imamın namazı cemaatin
namazını da şâmil ve mutazammmdır. Cemaatin namazının sıhhati imamın namazının
sıhhatine, fesadı da onun namazının fesadına bağlıdır. Bu durumlarda imam
cünup olduğu için tahrimesi (iftitah tekbiri) sahih olmaz. Tahrime olmadığı
için de imamın namazı fasit olduğuna göre cemaatin namazı da fasittir. Zira
Efendimiz: "İmamın namazı fasit olunca, mukiedînin namazı da fasit
olur" buyurmuştur. Dârakutnî'nin Saîd b. Müseyyeb'ten Resûlüllah'ın
cünupken namaz kıldırıp hem kendisinin hem de cemaatin namazını iade
ettiklerine dair haber ve Hz. Ali'nin aynısını yaptığına dair olan haber de bu
görüş sahiplerini takviye etmektedir. Bu görüş Hanefî mezhebinin benimsediği
görüştür.
Olayın temeli imamın
cünuplüğünü unutarak namaza yaklaşması veya durmasıdır, imam cünup ve abdestsiz
olduğunu bilerek namaza durursa iman açısından imamın durumu tehlikelidir.
Böyle kişilerin namaza durması değil, camiye girmesi dahi yasaktır. Bir önceki
hadiste bunun hükmü geçmişti, oraya bakılabilir.[360]
1. İnsan
olmaları sebebiyle Peygamberlerin de herhangi bir şeyi unutmalan mümkündür.
2. Vakit
müsait olduğu müddetçe cemaatin imamı beklemesi meşrudur.
3. Cünup
olanın, guslü geciktirmesi caizdir.
4. Cünup
olduğunu unutarak camiye giren hatırlayınca derhal camiden çıkar. Uygun olanı,
teyemmüm ederek çıkmasıdır.
5. Kâamet
getirildikten sonra imamın abdestsiz olduğu anlaşılırsa (abdest alıp tekrar)
geri geldiğinde kaametin iadesi gerekmez ve böyle bir durumla karşılaşan
imamın durumunu cemaate açıkça beyan etmesi gerekir.
234....Hammad
b. Seleme önceki hadisi aynı senetle ve aynı manada rivayet etmiş, (fakat)
başında (Rasûlullah) "tekbir aldı" sonunda da namazı bitirince,
"ben ancak bir beşerim, cünup idim (yıkanmayı unuttum) buyurdu”
ifâdelerini ilâve etmiştir. [361]
Ebû Dâvûd, şunları
söyledi:
Bu hadîsi Zührî, Ebû
Seleme b. Abdurrahmân 'dan, o da Ebû Hüreyre'den (şöylece) rivayet etmiştir:
(Ebû Hüreyre) dedi ki:
Namaz kıldığı yerde
durunca, biz tekbir almasını bekledik. O,ayrıldı sonra "Olduğunuz halde
kaimiz” buyurdu.
Bu hadîsi Eyyüb îbn
Avn ve Hişâm, Muhammed kanalıyla (mürsel olarak) Rasûlullah (s.a.) dan şöyle
rivayet etmiştir: "(Rasûlullah)Tekbîr aldı, sonra cemaate eliyle
oturmalarını işaret edip gitti ve gusletti."
Bunu aynı şekilde
Mâlik, îsmâil b. Ebî Hakîm'den o da Atâ'dan rivayet etmiştir.'Ata (rivayetinde)
"Resülullah (s.a.) namazında tekbir aldı”demiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bunu aynı şekilde Müslim b. fbrahîm, Ebân’ dan; O, Yahya'dan; Yahya, Râbib.
Muhammed'den o da Rasûlullah (s.a.) nakletti ve "tekbîr aldı" dedi.[362]
Bu hadis-i şerifi, Hammâd
bir evvelki Ebû Bekre hadisinin senediyle aynı mânâda fakat değişik lâfızlarla
rivayet etmiştir. Ancak Hammâd'm rivayetinde, Efendimizin gusletmeye gitmeden
evvel tekbir alıp namaza başladığı, sonunda da; "Ben de bir beşerim ve ben
cünup idim" buyurduğu sarahaten ifâde edilmiştir. Bu rivayeti İbn Habbân
da tahric etmiştir.
Ebû Davud'un ilâve
ettiği taliklerden Zührî'ye ait olanı bazı nüshalarda yer almamıştır. Doğrusu
da bu olsa gerektir. Çünkü bu talik Ebü Bekre hadisine değil, Ebû Hüreyre
hadisine aittir. Bu ta'Ukte, Efendimiz'in tekbir almadığına işaret
edilmektedir.
Sonraki iki rivayet
ise, Peygamber Efendimizin namaza başladığında tekbir aldığına işaret
etmektedir.
235....Ebû
Hüreyre (r.a.)'den şöyle demiştir:
Namaza ikâmet edildi ve
cemaat saflardaki yerini aldı. Rasûlullah (s.a.) (odasından) çıktı.
(Mihrabtaki) yerine durduğunda gusletmediğini hatırlayıp, cemaate (eli ile
işaret ederek veya sözle) "Yerinizden ayrılmayın" buyurdu ve evine
gitti. (Biraz sonra) biz saflarda (durur) iken, yıkanmış olarak başından sular
damlar bir vaziyette aramıza geldi.
(Hadisin zikredilen)
bu kısmı, îbn Harb'in lâfzıdır. Ayyaş ise,[363]
rivayetinde :
"Biz onu yıkanmış
olduğu halde yanımıza gelinceye kadar ayakta beklemeye devam ettik."
sözüne yer vermiştir.[364] [365]
Bu hadis-i şeriften,
Peygamber aleyhisselâram namaza ikâmet edilip saflar düzeltildikten sonra
hane-i saadetlerinden çıktığı anlaşılmaktadır. Müslim'in, Ebû Hüreyre'den
yaptığı, "Namaza ikâmet edildi, biz kalktık ve Rasühıllab (s.a.) gelmeden
önce safları düzelttik." şeklindedir. Müslim'in Câbir b. Semûre'den
yaptığı rivayette ise,
"Bilâl, RasûluHah
(s.a.) çıkıncaya kadar kaamet etmezdi" şeklindedir. Buhârî ve Ebû Davud'un
başka bir rivayetinde de Efendimizin; "Namaza ikâmet edildiği zaman, beni
görünceye kadar ayağa kaikmaymız" buyurduğu ifade edilmektedir.
Görüldüğü gibi, bu
rivayetlerin ikisinden Peygamber (s.a.) mescide girmeden ayağa kalkıp onu
ayakta bekledikleri anlaşılmakta; diğer ikisi ise bunun aksini ifade
etmektedir. Böylece ilk anda hadis-i şerifler arasında bir tearuz göze
çarpmaktadır. Ancak Rasûlullah camiye girdiğinde Ashab-i Kirâniî ayakta görmesi
ve bunun caiz olabileceği hususunda ikrarda bulunmamaları ve onlara acıyarak,
"beni görmeden kalkmayınız" buyurmalarına sebeb olmuştur. Sonraları
Rasûlullah gelmeden ayağa kalkmazlardı. Yani genel durumları bu idi. Bu
yorumla aradaki tearuz giderilmiş
olmaktadır.
Üzerinde durduğumuz
hadis-i şerif bundan evvelki hadis-i şerifin Ey-yûb îbn Avn ve Hişâm'dan gelen
rivayeti ile de bir tenakuz arz etmektedir. Çünkü onda, Efendimizin cemaata
oturmalarını emrettiği ifâde edildiği halde, bunda ayakta "oldukları
şekilde" durmalarım emrettiği ve onların da durduğu beyan ediliyor.
Bezlu'I-Mechûd sahibi bu tearuzu şu şekilde te'lif yoluna gitmiştir:
"Rasûlullah (s.a.)'m cemaata işaretini bazılarının mescidden dışarıya
çıkmama, bazılarının bulundukları hali bozmama, bazılarının da oturma şeklinde
anlamış olmaları mümkündür. Bazı rivayetlerde "işaret etti",
bazılarında da "dedi" şeklinde olan farklılığı şöyle cem’ edebiliriz:
"Dedi" şeklinde rivayet edenlerin işareti bu şekilde yorumlamış
olmaları mümkündür. Ayrıca Efendimizin söz ile işareti birleştirmesi,
bazılarının hem sözü duyup hem de işareti görmüş olması, bazılarının ise, sözü
duymayıp sadece işareti görmüş olmaları da muhtemeldir."
Ayrıca bu iki
rivayetin birini diğerine tercih ederek tearuzu gidermek de mümkündür. Şöyle
ki, Ayyâş'ın rivayeti "onu ayakta beklemeye devam ettik" şeklindedir.
Aynı zamanda muttasıl bir rivayettir. Eyyûb İbn Avn ve Hişâm'm Muhammed b.
Sirîn'den "eliyle (oturun!)" şeklindeki rivayet ise, mürsel bir
rivayettir. "Muttasıl rivayet mürseî rivayet üzerine tercih edilir"
kaidesince, Ayyâş'ın rivayetini tercih ederek tearuz giderilmiş olur.[366]
Önceki hadislerin
hükümlerine ilâve olarak, safların düzgün oımasmm gerektiğine işaret etmekle
beraber Buhârî şârihi, Aynî bunun icma ile mustehab olduğunu söylemiştir.
Zahirî mezhebinden îbn
Hazm'e göre safların düzeltilmesi sıklaştırılması, birinci safta yer varken
ikinci saffın inşa edilmemesi saflar düzeltilirken, ayaklara ve omuzlara
dikkat edilmesinin farz olduğunu söylemiştir.[367]
236....Âise
(r.anhâ)'dan şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.)'a
ihtüâm olduğunu hatırlamadığı haîde (çamaşırında) ıslaklık bulan adam (in
durumu) soruldu. Efendimiz:
"Gusleder
(gusletsin)" buyurdular.
İhtilâm olduğunu
gören, fakat ıslaklık bulmayan kişi (nin durumu) soruldu:
"Ona gusl
gerekmez" buyurdu.
Ümmü Süleym[368] "bunu gören kadına da gusül icabeder
mi?" diye sordu. Rasûlullah (s.a.)
"Evet. Çünkü
kadınlar erkeklerin benzeridirler." buyurdu.[369] [370]
Hadism zâhiri, ihtilâm
olduğunu hatırlamadığı haide uyamnca elbisesinde veya bedeninde bir yaşlık
gören kimsenin gusletmesinin gerekli olduğuna delâlet etmektedir. îbn Abbas,
Şa'bî, îbn Cü-beyr ve Nehâî'nin mezhebleri budur.
Hanbelilere göre,
uykudan uyanan veya bayılmışken ayılan baliğ bir kimse, kalktığında bedeninde
veya elbisesinde bir yaşlık görür de onun meai olduğuna hükmederse yıkanması
farzdır; mezi olduğuna hükmederse, yıkanması gerekmez. Fakat o yaşlığı yıkaması
gerekir.
Şâfiîîere göre bu
durumda, çıkan yaşlığın meni olduğu kesin olarak anlaşılırsa gusletmesi
farzdır. Mezi veya vedi ya da idrar olduğu belli ise, yıkanması gerekmez. Meni
mi, yoksa mezi mi olduğunda şüphe ederse bir tarafı tercih ederek ona göre
hareket edebilir. İhtiyaten gusletmesi daha iyidir.
Hanefilere göre,
uykudan uyanan kimse yatağında veya çamaşırında ya da butlarında bir yaşlık
görür ve ihtilam olduğunu hatırlarsa, kendisine gusül lâzım gelir. O yaşlığın
meni veya mezi olduğunu bilsin veya şüphe etsin fark etmez. Bunda ittifak
vardır. Fakat ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde o yaşlığın mezi mi, meni
mi olduğunda şüphe etse veya meni olduğuna kani olsa, Ebû Yusuf'a göre gusül
lazım gelmez. Çünkü şehvetle geldiği belli değildir. İmam-i Azam ile İmam
Muhammed'e göre bunun mezi olduğuna kani ise, gusül Sazım gelmez; fakat meni
olduğuna kani olur veya meni mi, mezi mi, diye şüphe ederse, gusül lâzım gelir.
İhtiyatlı olan budur. Zaten fetva da bu şekilde verilmiştir.
Mâlikîlere göre ise,
uykudan uyanıp da ihtilam olduğunu hatırlamayan ve fakat bedeninde veya
elbisesinde bir ıslaklık gören kişi, kesinlikle bunun meni olduğuna hükmeder
veya meni midir, değil midir şüphesine düştüğü zaman gusletmesi gerekir. Meni
olmadığına teinükle kanaat getirir veya meni mi, mezi mi, vedi mi olduğunda
şüphe ederse, gusül gerekmez.
Bir erkek veya kadın,
rüyada ihtüâm olduğunu hatırladığı halde meni dışarıya çıkmasa gusletmeleri
gerekmez. îmam Muhammed'e göre bu durumda kadının ihtiyaten yıkanması gerekir.
Çünkü kadından çıkacak maddenin gerisin geriye dönmesi muhtemeldir.
Uyanıp yatağından
kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı halde tenasül uzvunda bir yaşlık
görürse gusletmesi lâzımdır. Ayakta veya oturduğu yerde uyuyan kimse, uyanıp da
bu uzvunda bîr yaşlık görür ve bu yaşlığın meni olduğuna hükmederse veya
uyumadan evvel âleti hareketsiz bir halde bulunmuş ise, gusl etmesi lâzımdır.
Fakat meni olduğuna hükmedemez de tenasül uzvu önceden sert bir vaziyette
imişse gusül gerekmez. Uzvun sert olması mezi çıkmasına sebeb olduğu için bu
yaşlığın mezi olduğu kabul edilir.
Bu mevzuda geniş bilgi
için 206, 210-211 nolu hadislere de bakılabilir.[371]
1. Kıyas caizdir.
2. İhtüâm
olduğunu hatırlamasa bile uyandığında elbise veya bedeninde ıslaklık gören
kadın ve erkeğe gusletmek gerekir. Konu ile ilgili tafsilât açıklama kısmında
verilmiştir.
3. Kadınlar
arasında da erkekler gibi ihtilam olanlar olabilir.
4. Şer'î bir
meselede soru sormaktan utanmamak gerekir.[372]
237....Âişe
(r.a.)'dan, demiştir ki;
Enes b. Mâlik'in
annesi Ümmü Süleym el-Ensâriye (Peygamber aleyhisselama gelerek):
Yâ Rasûlallah,
muhakkak Cenab-i Allah gerçeğin sorulması konusunda utanmayı emretmez. Kadın
uykusunda erkeğin gördüğünü görürse, gusleder mi, etmez mi? (Bu hükmü) bana
bildirir misin?
Rasûlullah (s.a.):
"Evet suya(meniye) rastlarsa yıkansın" buyurdu.
Ben Ümmü Süleym'e
dönüp, "Öff!.. hiç kadın bunu görür mü?" dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.) bana döndü ve:
"Allah hayrını
versin yâ Âişe (çocuğu ona) neden benziyor ya?"
buyurdu.[373]
Ebû Dâvûd şöyle
demiştir:
(Bu hadisi) Zübeydt,
Ukayl, Yûnus ve Zühfı'nin kardeşinin oğlu (İbrahim), Zührî'den; (ayrıca) îbn
Ebi'l-Vezîr, Mâlik'ten, Mâlik de Zührî'den, Yûnus'un Îbn Şihâb'tan rivayet
ettiği gibi rivayet ettikleri Müsâfi' el-Hacebîde ZührVye muvafakat edip
Urve'den, o da Âişe'den... demiştir. Hişâm b. Urve ise, Urve'den, Urve, Zeyneb
bint Ebî Seleme'den o da Ümmü Seleme'den, "Ümmü Süleym Resulüllah
sal-lellahü aleyhi veselleme geldi... (Hadisin metni) şeklinde rivayet etmiştir.[374]
Hadis-i şerifin
muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Rasûlullah (s.a.)'a soruyu soran
Ürnmü Seleme olduğunu söylemişse de, Kadı Iyâz, doğrusunun ümmü Süleym olduğunu
ifade etmiştir. Hi-şâm b. Urve'nin rivayetinden de anlaşıldığı gibi, Ümmü Seleme
hâdiseye şöyle şâhid olmuş olabilir; Evvelki rivayetler Hz. Âişe'den geldiği
halde Hişam b. Urve'nin yaptığı rivayet Ümmü Seleme'de nihayet bulmaktadır. Ebû
Dâvûd, hâdiseye şâhid olan Sahabiyenin Hz. Âişe oluşunu tercih ederken, Kadı
Iyaz Ümmü Seleme olduğunu ehl-i hadisten nakl etmiştir. İmam Nevevî ise, bu
rivayetlerin arasını birleştirerek, soru sorulduğu sırada hem Hz. Âişe'nin hem
de Ümmü Seleme'nin Efendimizin huzurunda olup, Ümmü Süleym'i kınamış
olmalarının muhtemel olduğunu söyler. Hafız îbn Hacer de Nevevî'nin sözlerini
beğenerek "Bu güzel bir cem'dir. Çünkü Hz. Âişe ile Ümmü Seleme'nin
Rasülullah'ın huzurunda aynı mecliste bulunmaları olmayacak şey değildir"
demektedir.
Ümmü Süleym (r. anhâ),
kadının ihtilâm olmasının hükmünü Efendimize sormuş, fakat bu, kadın için
âdeten ayıp bir şey olduğu için nezâketle ve önceden özür beyan etmiştir. Buna
rağmen, Hz. Âişe durumu yadırgayarak Ebû Davud'un rivayetine göre,
"Yazıklar olsun sana! Hiç bunu kadın görür mü?" Müslim'deki bir
rivayete göre ise, "Yâ Ümmü Süleym kadınları rezîl ettin, Allah hayrını
versin” demiştir.
"Allah hayrını
versin" diye tercüme ettiğimiz ( ) sözünü, Ebû Davud'un rivayetine göre,
Rasûlullah aleyhisselâm Hz. Âişe’ye, Müslim'in bir rivayetine göre. Hz. Âişe
Ümmü Süleyme söylemiş, Efendimiz de "asıl senin Allah hayrım versin"
buyurmuş. Başka bir rivayete göre ise, Rasûlullah Efendimiz Ümmü Seleme'ye
söylemiştir. ( ) cümlesinin esas mânâsı daha önce de ifâde ettiğimiz gibi
"sağ elin topraklansın" demektir. Bu cümle hakkında hayli ihtilâf
edilmiş ise de, muhakkıkların tesbitine göre "fakir olasın" manası
daha sahihtir.Fakat Araplar bunu bizim "Allah hayrını versin, Allah'tan
bul" dediğimiz gibi bazan beddua, bazen de takdir ve taaccüp manasına
kullanmışlardır.
İbn Abdilberr, Hz,
Âişe'nin bu inkârından bütün kadınların ihtilâm olmadıklarının anlaşıldığını
ifade ederek "öyle olmasaydı Hz. Âişe bunu inkâr etmezdi" der.
Süyûtî de rüyaya giren şeyin şeytan olduğunu söylemiştir. Peygamberler ihtilâm
olmazlar, çünkü ihtilâm olayı şeytanî bir olaydır. Peygamberler ise bundan
masundur. Diğer bütün erkek ve kadınlar ihtilâm olurlar. Ancak bunun
erkeklerde kadınlardan daha çok olduğu söylenmektedir.
Resûlüllah (s.a.)
hanımlarından birinin, kadının ihtiîâm olmasını yadırgamasına karşılık, durumu
isbat için "peki ya benzerlik nereden gelmektedir?" buyurmuştur. Bu
mana Buhârî ve Müslim'de değişik lâfızlarla ifade edilmiştir. Sarihler
Efendimizin bu ifâdesinden istifâde ederek erkeğin suyunun galib gelmesi
hâlinde çocuk babaya, kadının suyunun galip gelmesi halinde de anaya
benzeyeceğini söylemişlerdir. Sahîh-i Müslim'deki bir rivayetin sonunda
Rasûlullah Efendimiz "Eğer kadının suyu galip gelirse çocuk dayılarına,
erkeğin suyu gaiip gelirse amcalarına benzer" buyurmuşlardır.[375]
1. Kişinin
yararına uygun olan şeyleri sormaktan utanmaması gerekir.
2.
Utanılacak cinsten de olsa, bilmediği bir şeyi soran kimseyi ayıplayanı kınamak
caizdir.
3. Kadın da
erkek gibi ihtilâm olur ve ondan da meni gelir.
4. Doğan
çocuk babasına benzediği gibi anasına da benzeyebilir.[376]
238....Âişe
(r. anhâ) şöyle demiştir: "Resûlullah aleyhisselâm, cünuplükten dolayı
ferak (demlen) bir kaptan guslederdi."[377]
Ebû Dâvûd şu
rivayetleri de kayd etti:
Bu hadisfin rivayetin)de,
Ma'rner Zührî'den naklen şöyle dedi:
Âişe dedi ki "ben
ve Rasûlullah (s.a.)’ içinde ferak miktarı su olan bir kaptan
guslederdik."
îbn Uyeyne Mâlik
hadisinin benzerini rivayet etti
Ebû Dâvüd dedi ki;
Ahmed b. Hanbel; "Ferak on altı ntldır" derken işittim. Yine onu
"İbn Ebi Zi'b'in Sa'ı rıtldır"
derken dinledim ve bazılarının "bir sa', sekiz rıtıldır" dediklerini
söyledim. "Bu mahfuz değildir" dedi. (Bir seferinde de) Ahmed'i şöyle
derken duydum: "Kim fıtır sadakasını bizim şu nalımızla ( rıtıl) verirse
sadakasını tam çiarak vermiştir. "Kendisine (itiraz olarak) "Sayhanı
ağırdır" denildi. İmam, (cevaben önce); "Sayhanı en güzeldir, (dedi,
biraz düşündükten sonra da) "bilmiyorum" dedi.[378]
Bu hadis-i şerifi,
Buhârî ( ) "...ferak denilen bir kaptan…" şeklinde rivayet etmiştir.
Müslim'in rivayeti ise, aynen Ebû Davud'un rivayeti gibidir.
Hadis-i şerifte zikri
geçen "Ferak" kelimesi hakkında değişik şeyler söylenmiştir. Son
devir âlimlerinden merhum Ahmed Nâim, Tecrid-i Sarih Tercemesi'nde bu konuda
şunları kaydetmiştir:
Ferak cumhurun
görüşüne göre iki sa' miktarı su alır bir kaptır ki, takriben altı litre eder.
İbnü'1-Esîr ise "Ferak"ın 16 rıtl, yani 3 sa’,-ki takriben 9
litredir-Ferk' in ise 120 rıtl, yahut 22 sâ', yani takriben
Bu ifadelerden
anlıyoruz ki; Hanefîlere göre "ferak” altı litre su alan bir kaptır.
Hadis-i şerifin Zührî'den gelen tankından Rasûlallah aleyhisse-lamla Hz.
Âişe'nin birlikte yıkandıkları kabın isminin "ferak” değil, bir ferak
miktarı su alan bir kap olduğu anlaşılmaktadır. Mecmö'daki ifâdelerden de ferakın
on altı ntl miktarı su alan bir ölçek olduğunu anlıyoruz. Fakat Buhârî'deki
rivayette (yukarıda da işaret edildiği gibi) bu kabın adının "ferak”
olduğu ifade edilmektedir. Hadis-i şerifin tercemesi, Buhârî'nin rivayeti
gözönüne alınarak yapılmıştır. Rasûlullah aleyhisselamın ferâktan veya ferak
miktarı su alan bir kaptan yıkanması onun içindeki suyun tamamını kullandığına
delâlet etmez. Öyle bir kaptan su alarak yıkandığı da anlaşılabilir. Nitekim
Efendimizin guslettiği suyun miktarı hakkında değişik rivayetler vardır.
Rasûlullah aleyhisselam bazan bir sa' (üç litre) su ile guslettiği halde, bazan
daha fazla su kullanmıştır. Aslında gusül için yeterli olan su, bedenin
tamamını ıslatabilen sudur. Bu bir sâ' olabileceği gibi az veya çok da olabilir.
Ancak israf derecesine kaçmamalı ve dökünen kişiye yıkanmış denemeyecek kadar
az olmamalıdır. Ulemânın beyânına göre gusülde müstehab olan bir sa'dan;
abdestte müstehab olan bir müdden az su kullanmamaktır.
Deniz kenarında bile
olsa suyu israf etmenin men'edilmiş olduğunda bütün ulemâ müttefiktir. Zahire
göre bu yasaktan murad, kerâhet-i tenziyyedir. Âlimlerimizden bazıları
"israf haramdır" demişlerdir.
Müellif Ebû Dâvûd son
olarak "ferak" hakkında Ahmed b. Hanbel'-den duyduklarını kayd
etmiştir. İmam Ahmed'in, Sa'ı nisbet ettiği, îbn Ebî Zi'b, İmamın hocasıdır.
Ahmed b. Hanbel hocasının, bir sa'ı
rıtıl kabul etmesini benimsemiş ve bu miktarda verilecek sadakayı
fıtrin yeterli olduğunu ifade etmiştir. Fakat kendisine Sayhanı denilen
hurmanın daha ağır, dolayısıyla rıtlının
bir sâ'dan az olacağı ima edilerek itiraz edilince önce, Sayhânî'nin daha iyi
olduğunu söylemiştir. Ancak biraz düşününce "bilmiyorum" demiştir.
Hanefî ve Mâlikîlere
göre, ağırlığı ne olursa olsun bir sa'a baliğ olmadan verilen fıtır sadakası
edâ edilmiş sayılmaz.[380]
Güsûl abdesti alırken
suyu israf derecesinde çok ve yıkanmış denemeyecek kadar az kullanmamak
gerekir.[381]
Bu bâb cünuplükten dolayı
yıkanmakla ilgili hadisleri ihtiva etmektedir.( ) (gasl) yıkamak, ( ) (gusl)
yıkanmak mânalarında kullanılır.
Gusl lûgatta
"akıtmak" ıstılahta ise, "bedende, suyun varması mümkün olan
her yere suyu ulaştırmak (bütün vücûdu yıkamak)" manalarına gelir. Ağızın
ve burnun içi, yıkanması gereken yerlerdendir.
Cenabet, lügatta
uzaklık demektir. Cünup olan kişi, yıkanıncaya kadar namaz ve mescidlere
yaklaşmaktan men' edildiği için, bu isim verilmiştir. Şeriata göre, namazın
sıhhatine mâni, bedende olan manevî pisliktir.
239....Cübeyr
b. Mut'im[382] 'den rivayet edildi ki:
Sahabe-i Kiram (r.a,)
Rasûlullah (s.a.)'m yanında cünuplukten dolayı yıkanmaktan bahsettiler.
Rasûlullah (s.a.) her iki eli ile de göstererek "Bakın ben başıma üç defa
(üç avuç) dökerim" buyurdu.[383]
Şerhini yaptığımız bu
hadis Peygamber sallellahü aleyhi vesellemin guslederken başa üç defa eliyle
göstererek (su döküp) guslettiğini beyan eder.
Şafiî ulemasından
Nevevî "Bu hadis başa üç defa su dökmenin rnüste-hab olduğuna delâlet eder.
Ashabımız başa kıyasla bedeni de aynı hükmün altına sokmuşlardır" der.
Hanefî ve Hanbelilerin görüşü de Nevevînin işaret ettiği gibidir. Yani gusülde
bütün bedenin üç defa su dökülerek yıkanması müstehabtır.
Mâlikîlere göre sadece
başın üç defa yıkanması mendûptur. Beden için mendub oluşuna delâlet edecek bir
şey yoktur. Bu hadisin zahiri ile Buhârî (gusül, 5-15) ve Müslim'in Hz.
Âişe'den rivayet ettikleri hadis, Malikîlerin görüşünü te'yîd etmektedir.
Buhârî, sarihlerinden Askalânî de îbn Battal'dan şu nakli yapar: "Asıl
olan bir defa yıkamaktır."
Zaten bedenin üç defa
yıkanması sabit olsaydı, bu bize kadar gelirdi.[384]
1. Din
büyüklerinin yanında ilmî konuların müzâkeresi câizdir.
2.
Yıkamldığında başa üç defa su dökmek müstehaptır.
3. Öğretmenin
Öğreteceği şeyi, öğrencinin anlayabileceği bir şekilde anlatması gerekir.
4. İlmi
mevzular konuşulurken bir mevzuyu aydınlatmak için ilim adamının müdâhelede
bulunması yerindedir.
240....Âişe
(r.anha)den şöyle demiştir: "RasûluIIah (s.a.) cünuplükten dolayı yıkanmak
istediği zaman süt kabına benzer bir kap isterdi.[385]
(Kap gelince) iki avucu ile su alır ve önce başının sağ tarafım, sonra da sol
tarafını yıkardı. Daha sonra iki eline tekrar su alır ve başının tamamına
dökerdi."[386] [387]
Bu haciis-i şerif bir
Önceki hadisi açıklar mâhiyettedir. Şöyle ki birinci hadiste Hz. Peygamber
başına elleriyle üç defa su dökmekle iktifa etmişti. Burda ise, birinci su
ahşıyla başının sağım, ikincisi ile solunu, üçüncüsü ile başının tümünü
yıkadığı Hz. Âişe tarafından nakledilmektedir.
Hz. Peygamberin
yıkanmaya başından başlayıp onu üç defa yıkaması, kir tutmakta başın en önde
gelen azalardan olduğunu ve dolayısıyla, bu şekildeki guslün hikmetini tebarüz
ettirmektedir. Nitekim, Malikîlerin de baştan başka üç defa yıkanması nıendup
olan aza olmadığını söylemeleri bunu göstermektedir.[388]
1. Gusül ve
abdest için su hazırlamak meşru olur.
2. Gusle
başı yıkayarak başlamak müstehaptır.
3. Yıkamaya
önce sağdan başlanması gerekir.
241....Teymullah
b. Sa'lebe'nin oğullarından biri olan Cumey b. Umeyr'den, demiştir ki;
"Annem ve teyzem
ile birlikte Âişe (r.anha)nin yanına gitmiştik. Onlardan birisi Âişe (r.anha)
ye; gusülde neler yapardınız? diye sordu. Âişe (r.anhâ) da şu cevabı verdi:
Rasûlullah (s.a.) önce
namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, sonra başına üç defa su dökerdi. Biz
ise, saçımızdaki örgülerden do-,layı bes defa dökeriz."[389] [390]
Bundan önceki
hadislerde Rasûlullah'ın gusülden önce abdest aldığına dair bir işaret
olmamasına rağmen, bu hadis-i şerifte gusülden önce namaz abdesti gibi abdest
aldığım daha sonra başına üç defa su dökerek gusül yaptıkları anlatılmaktadır.
Hz. Âişe her iki
hadiste Rasülullah'ın başına üç defa su dökerek gusle başladığını, diğer bir olayda
birinci hadis-i şerifi şerheder mahiyette gusülden önce abdest aldığım
söylemektedir. Yine Hz. Âişe ve Hz. Meymûne, 243-245 no'lu hadisler de Hz.
Peygamberin gusül öncesi neler yaptığım anlatmaktadırlar. Her hadis diğer bir
hadisin şerhi durumundadır. Böylece ümmetin maslahatı sağlanmış olmaktadır. Bu
konuda geniş bilgi 243-245. hadislerde gelecektir. Açıklamaya çalıştığımız
hadis-i şerifin delâlet ettiği noktaları ise, ulemâmız şöyle belirlemiştir:
Hadis-i şerifin
zahirinden gusülden önce abdest almanın sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Ulemânın
ekserisinin görüşü de bu merkezdedir. Sadece Dâvûd (-ızâhiri) ile Ebû Sevr
gusülden Önce abdest almanın vâcib olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bu
görüşe delil olabilecek bir açıklama getirilmemiştir.
Ayrıca bu hadis-i
şerifteki Âişe (r.anhâ)nın "Biz saçımızdaki örgülerden dolayı beş defa su
dökeriz" ifadesine göre, kadınların başlarını beş defa yıkamalarının
müstehap olması gerekir. Ancak senedde adı geçen Cümey'den dolayı bu hadis
zayıf sayılmış ve delil olarak kabul edilmemiştir. Ayrıca ilerde gelecek olan
251 no'lu hadiste kadınların örgülerinin durumu ve başlarına üç defa su
dökebileceklerine dair açık ifadeler bulunmaktadır.[391]
1. Gusle
abdestle başlamak sünettir.
2. Erkekler
üç, kadınlar beş defa başlarına su dökebilirler.
3. Kadınlar
saçlarım örebilirler.
4.
Saçlarının dibine su ulaşıyorsa kadınların saç örgülerini çözmeleri gerekmez.
242....(Ebu
Davud'un Süleyman b. Harb el-Vâşihî ve Müsedded'den rivayet ettiği hadiste)
Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
"Rasûlullah
(s.a.) cünuplükten dolayı guslet (mek iste)diği zaman -Süleyman b. Harb'in
rivayetine göre,- önce sağ eliyle sol eline su döker -Müsedded'in rivayetine göre de- önce kaptan
suyu sağ eli üzerine dökerek ellerini yıkar,- sonra ikisinin ittifakla
rivayetine göre- ve fercini yıkardı. (Bundan sonra Müsedded): Suyu sol eline
dökerdi. Âişe (r.anhâ) bazan ferci kinayeli olarak söylerdi (sözlerini ilâve
etti).
(Hadis'in bundan
sonraki kısmında Süleyman ve Müsedded ittifak etmişlerdir:) Rasûlullah sonra
namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, her iki elini de kaba daldırıp (su
alır) suyun (başının) derisine ulaştığını bilinceye veya[392]
deriyi paklayıncaya kadar saçlarını hilaller ve başına üç defa su dökerdi.
Sudan artan olursa onu da vücûduna dökerdi."[393] [394]
Hadiste Rasûlullah'ın
gusle ellerinden başladığı ancak Süleymana göre sağ eh ile sol eline su
döktüğü; Mısedded e göre ise, kabtan direkt olarak sağ eline su döktüğü şeklinde
beyân edilmektedir. Daha sonra her iki râvinin de ittifakı ile avret mahallini
-burada Müsedded'in beyânına göre sağ eliyle döküyor sol eliyle avret yerini-
yıkıyordu. Bunu müteâkib namaz abdesti gibi abdest alıyor, sonra da iki elini
kaba daldırarak su alıyor, saçlarım ve vücudundaki kılları ovalayarak aralarına
suyun nüfuz etmesini sağlıyordu. Suyun tenine değmesiyle oranın temizlenmesine
kanaat getirdiği an, üç defa başına su alarak bütün vücudunu yıkıyordu. Artan
su kalırsa hepsini birden vücuduna döküyordu.
Kadı Iyaz, bazı
kişilerin, bu hadise dayanarak vücuttaki bütün kılların ovalanmasının gerektiği
görüşünü benimsediklerini söyler. Mâlikîlere göre sık otsun, seyrek olsun,
vücuttaki bütün kılların ovalanması vâcibtir. Şafiî ve Hanbelilere göre,
ovalanmadığı takdirde su deriye ulaşıyorsa kılların ovalanması mendub,
ulaşmıyorsa vâcibtir.
Bu meselede
Hanelilerin görüşü de şöyledir: Ovalanmadan su deriye kadar ulaşırsa saçın ve
sakalın ovalanması müstehap, ovalanmadan deriye ulaşmazsa, farzdır.
Gusülde bedenin
ovalanmasını şart koşmayanlar bu hadisi delil gösterirler. Zira ( ) suyu
akıtmak, dökmek anlamına gelmektedir, derler. Vücudu ovalamanın hükmü ile
ilgili görüşler, abdestle ilgili bahiste verilmiştir.[395]
1. Cünuplükten
dolayı yıkamldığında önce eller ve avret yen yıkanmalıdır.
2. Gusle
başlarken abdest almak sünnettir.
3. Kılların
dibi ovalanmalıdır.
4.
Rasûlullahın tertibi üzere gusül yapmak sünnettir.
243. …Âişe
(r.anhâ) şöyle demiştir:
"Rasûlullah
(s.a.) cünuplükten dolayı gusletmek istediği zaman Önce ellerini bileklerine
kadar, sonra da fercini kaşığıyla yıkar ve onlar üzerine su dökerdi. Ellerini
temizledikten sonra duvara sürterdi. Sonra abdest almaya başlar (abdest
aldıktan) sonra da başına su dökerdi."[396] [397]
Hadis-i şerifte
geçen ( ) kelimesi kasık ve koltuk altı
gibi kirlerin toplandığı suyun zor ulaştığı yerlere denir. Burada fere kast
edilmektedir. Zabtı bazı nüshalarda
( ) "dirseklerini" şeklindedir. Irakî doğru olanının bu
olduğunu kaydetmektedir, ( )
"sonra onun üzerine suyu döktü" cümlesinin açıklanmasında,
sarihlerden kimi kasıklara, kimi ellere kimi de bütününe şâmil olabileceğini
söylemişlerdir.
Rasüllah (s.a.)'in
avret yerlerini yıkadıktan sonra ellerini duvara sürtmesi, ellerindeki
herhangi bir kokunun kalma ihtimaline binaendir. Günümüzde temizleyici sabun
ve benzerlerinin kullanılmasının lüzumuna işarettir. Ayrıca önceden de
belirtildiği gibi tuvaletten sonra ellerin sabunla yıkanması da gerekmektedir.[398]
1. Gusulde
msan vücudundaki suyun zor yetiştiği yerleri yıkamakta mübalağa edilmesi
gerekir.
2. Ellerde
pislik eseri kalmaması için ek temizleyici kullanılmalıdır. Böyle bir şey
olmadığı takdirde toprakla temizlenmelidir.
244....Âişe (r.anhâ)
şöyle buyurmuştur: "Vallahi eğer isterseniz, size cünuplükten dolayı
yıkanmış olduğu yerdeki duvarda Rasûlullah'ın elinin izini gösterebilirim.”[399] [400]
Münzirî, bu hadisin
mürsel olduğunu, Şa'bî'nin bunu Hz.Aışe (r.anha)den duymadığını söyler.
Fazla bilgi önceki
hadiste geçmiştir.
245....İbn
Abbâs, teyzesi Meymûne[401]
’nin şöyle dediğini haber vermiştir:
"Rasûlullah
(s.a.) için cünuplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sağ elinin
üzerine eğdi, iki veya üç (bu şüphe el-A'meş'tendir) defa yıkadı. Sonra avret
yerine su döktü ve orayı sol eliyle yıkadı. Daha sonra da (sol) elini yere
sürttü ve yıkadı.Bilahere ağzına ve burnuna su aldı, yüzünü ve ellerini yıkadı,
başına ve vücuduna su döktü, kenara çekilerek ayaklarını yıkadı.[402] Ona
havluyu verdim almadı, suyu bedeninden (silip silkeleyerek) atmaya başladı.
(el-A'meş der ki) Bunu (Rasulullah'm havluyu almayıp, üzerinden su serptiğini)
İbrahim (en-Nehâiy)e söyledim. İbrahim; "onlar havlu kullanmakta bir beis
görmezlerdi, fakat onu âdet edinmeyi kerih addederlerdi" dedi.
Ebû Dâvud, Müsedded'in
şu sözünü nakleder: "Abdullah İbn Dâ-vûd'a, "Onlar havluyu âdet
edinmeyi kerih görürlerdi" şeklinde bir şey biliyor musun? dedim o; evet
öyledir (Meymune'nin rivayetinde, onlar bunun âdet olmasını kerih görürlerdi
ibaresi yoktu) fakat ben kitabımda bu ibareyi mevcut olarak buldum, dedi."[403]
Hadis-i Şerifte geçen
"iki veya üç defa yıkadı" ifadesindeki şek, tercümede belirttiğimiz
gibi Süleyman el-A'meş'tendir. Nitekim bu şüphenin ondan geldiğim Buhârî de
belirtmiş bulunuyor. Ancak yine ei-A'meş'in rivayet ettiği ve Ebû Avâne'nin
Sahîh'inde kaydettiği aynı hadîste, "ellerine üçer defa su döktü"
deyip şek belirten bir ifade kullanmamıştır. Hafız İbn Hâcer aynı şahıstan
gelen bu farklı rivayetler hakkında şu yorumunu yapar: "A'meş anlaşıldığı
kadarıyla önceleri bu konuda şek etmekte iken, sonraları hadisi hatırlamış ve
"üç defa" diyerek kati bir ifade kullanmıştır. Çünkü bu rivayeti
A'meş'ten üç defa ve tereddütsüz olarak rivayet eden ibn Fudayl, şüpheli
olarak rivayet edenlerden daha sonraları ondan hadis dinlemiştir."
Hadis'in bundan
sonraki kısımlarından Rasûlullah (s.a.)'in sol eliyle edep yerini yıkadığı, bu
yıkama esnasında eline herhangi bir kokunun bulaşmış olma ihtimaline karşılık
ellerini yere iyice sürttüğü anlaşılmaktadır. Bu da yüce Rasûl'ün temizliğe ne
derece önem verdiğini, hoş olmayan kokuların bedeni üzerinde kalmaması için ne
derece dikkat ettiğini göstermektedir.
Gusül ve abdest
esnasında ağıza ve buruna su alıp mazmaza ve istinşâk yapmanın hükmünün ne
olduğunda ulemâ arasında farklı görüşler vardır:
Îbnu'l-Mübârek, Ahmed
b. Hanbel ve İshâk gibi imamlara göre abdestte de gusülde de mazmaza ve
istinşâk vâcib (farz) dır.
Hanefîlerle Süfyân
es-Sevrî'ye göre, gusülde farzdır, abdestte değildir. Mâlik ve Şafiî âlimlerine
göre ise, her ikisinde de sünnettir.
Bu konuda yeterli
açıklamalar, daha önceden Abdest ile ilgili hadislerin açıklaması üzerinde
durulurken verilmiş bulunuyor. Bu bakımdan burada delillerini ayrıca tekrar
etmeye gerek görmüyoruz. "Sonra başına ve bedenine (su) döktü” ifadesinden
Rasûlullah (s.a.)'in saçları arasını ovalamadığı, sadece suyu dökmekle iktifa
ettiği anlaşılır. Halbuki, daha evvel Rasûlullah (s.a.)'in daha su dökünmeye
başlamadan vücutta kıl olan yerlerini ovaladığı zikredilmişti. Burada râvinin
hadisi uzatmamak için bunu zikretmemiş olduğu anlaşılabileceği gibi, Peygamber
(s.a.)'in ovalamayı bazan terkettiği de anlaşılabilir.
Hadis-i şeriften
Rasûlullah (s.a.)'ın ayaklarını yıkamak için yerini değiştirdiği ve ayaklarım
yıkamayı en sona bıraktığı anlaşılmaktadır, bu mânâyı ifâde eden başka
rivayetler de vardır. Cumhur, bu rivayetlere istinaden, mutlak olarak gusülde
ayakları en son yıkamanın müstehap olduğu görüşüne varmışlardır. İmam
Mâlik'den eğer yer temiz değilse ayakları yıkamayı sona bırakmamn, temizse
abdestin hemen akabinde yıkamanın müstehap olduğu da rivayet edilir.
İmam Ebû Hanife ve
talebelerine göre, gusledilen yer leğen, küvet gibi suyun biriktiği bir yerse
ayakları yıkamayı en sona bırakmak, değilse abdestin hemen sonunda yıkamak
müstehaptır.
"Ona havlu verdim
almadı" cümlesinin Buhârî ve Müslim'deki ifadeleri lafız yönünden farklı
ise de mânâ itibariyle herhangi bir farklılık yoktur.
Câbir b. Abdillah, İbn
Ebî Leylâ ve Saîd b. Müseyyeb bu hadise dayanarak, gusül ve abdestten sonra
kurulanmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîlerin meşhur kavline göre,
silinmeyi terk etmek müstehaptır. Osman b. Affân, Hasan b. Ali, Enes b. Mâlik,
Hasen el-Basrî, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Ahmed (Allah hepsine rahmet etsin) abdest
ve gusülden sonra kurulanmada kerahet görmemişlerdir. Bunlar görüşlerine İbn
Mâce'nin Selmân-ı Fârisî tankıyla rivayet ettiği;
"Rasûlullah
(s.a.) abdest aldı, üzerinde olan yün di b bey i ters çevirdi ve onunla yüzünü
sildi"[404] hadisi ile Tirmizî'nin
Hz. Âişe'den rivayet ettiği "Rasuiullah'ın bir bez parçası vardı,
abdestten sonra bununla kurulanırdı"[405]
hadisini delil kabul etmişlerdir.
Resûlullah'ın havlu
kullanmaması, her zaman kullandığının hilâfınadır. O'nun bu hareketi o gün
havlu kullanma ihtiyacını hissetmemesinden veya serinleme isteğinin
bulunmasından olsa gerektir.
Ayrıca bu hükümler
sıcak iklimde bulunanlar içindir. Soğuk iklimde yaşayıp silinme zorunluğu olan
mü'minler için değildir. Çünkü mevzubahis olan sıhhattir. Soğuğun çok şiddetli
olduğu yerlerde bazılarının "sünnettir" diye silinmemede ısrar
etmeleri sünnete uygun bir hareket değildir.[406]
1. Abdest ve
gusül suyunun hazırlanmasında başka-sından yardım istemek caizdir.
2. Kadının kocasına
hizmet etmesi meşrudur.
3. Avret
mahalleri sol elle yıkanmalıdır.
4. Avret
mahalli yıkanmadan önce ve yıkandıktan sonra eller yıkanmalıdır.
5.
İstincadan sonra ellerde kalması muhtemel necaset artığını gidermek için
(temizleyicinin bulmadığı zaman) toprağa sürtmek matluptur.
6. Gusülde
mazmaza ve istinşak gereklidir. Üç defa olması sünettir.
7. Gusülde
ayaklan yıkamanın en sonraya bırakılması meşrudur.
8. Gusülden
sonra havlu ile silinmek terkedilebilir.
246....Şu'be'den
rivayet edilmiştir,demiştir ki; İbn Abbas (r.a.) cünuplükten dolayı yıkanmak
istediğinde sağ eliyle sol eline yedi defa su döker sonra da avret yerini
yıkardı.
"Bir keresinde
kaç defa su döktüğünü unuttu ve "kaç defa döktüm?" diye bana sordu.
Ben de; bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs (hayretle) "Hey
anasız (kalasıca), niçin bilmiyorsun?" dedi.
Daha sonra namaz için
abdest aldığı gibi abdest alıp vücuduna su döker ve "Rasûlullah
(sallellahü aleyhi ve sellem) cünuplükten işte böyle temizlenirdi" derdi.[407] [408]
Hadis-i Şerifte geçen
( ) "Anasız kalasıca!" sözü Nihâye'de belirtildiğine göre zem ve
sebbetme için kullanılan bir deyimdir. "Sen sokağa bırakılmış, annesi
belli olmayan birisin" manasına gelir. Bu sözün bazan teaccübmânâsında
medh için kullanıldığı da söylenir. Tîbî daha çok medh için kullanıldığını
söyler. Herhalde îbn Abbâs, burada Şu'be'yi zem etmek veya ona küfretmek değil
de, dikkatsizliğinden dolayı ona hayret ettiğini göstermek istemiştir.
Bu hadis-i şerifin
zahirinden anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.) cünuplükten dolayı
yıkandığında ellerini yedi defa yıkardı. Ancak râvîler içerisinde Şu'be b.
Dinar bulunduğu için bu hadis zayıf sayılmıştır. Şu'be b. Dinar tenkid
edilmiştir. Hadisi hüccet kabul edilmez, üstelik hadis, Rasûlullah (s.a.)'in
yıkandığında ellerini üç defa yıkadığını bildiren sahih hadislere zıt
düşmektedir.
Şayet üzerinde
durduğumuz hadis sahih kabul edilirse, o zaman Rasûlullah (s.a.)'ın ellerini
üç defa yıkadığını bildiren hadislerle neshedilmiş olur. Oysa durum böyle
değildir. Hüccet olarak üç defa yıkanmayı bildiren hadisler kabul edilmiştir.
247....Abdullah
b. Ömer (r.a.)den, şöyle demiştir:
"Namaz elli
(vakit), cünuplükten dolayı yıkanmak yedi defa ve elbiseden idrarı yıkamak yedi
defa idi. Rasûlulah (s.a.) namaz beş vakit, cünuplükten dolayı yıkanmak bir ve
elbiseden sidiği yıkamak da bir defaya indirilinceye kadar (Allah'a) duaya
devam etti."[409]
Hadis-i şeriften
anlaşıldığına göre, Cenab-ı Allah başlangıcında namazı elli vakit, cünuplükten dolayı
yıkanmayı yedi defa ve elbisedeki sidiği yıkamayı yedi defa gerekli kılmıştı.
Rasûlullah (s.a.) Cenabı Allah'ın rahmet ve şefkatinin büyüklüğüne güvenerek
bunların hafifletilmesi için duâ ve tazarruda bulunmaya başladı. Rasûlullah
(s.a.)'ın isteği namaz beş vakit, diğerleri de birer defa oluncaya kadar devam
etti.
Namazın önce elli
vakit olarak farz kılınıp da sonra beş vakte indirilmesi Mi'rac gecesinde
olmuştur. Müslim'deki rivayete göre, Rasûlullah (s.a.) hâdiseyi şu şekilde
haber vermiştir:
"Allah (c.c) bana
her gün ve gece de elli vakit namazı farz kıldı Mûsâ (a.s.)'mn yanına indim,
bana "Allah, ümmetine neyi farz kıldı" diye sordu, ben de "elli
vakit namazı" dedim.
Rabbine dön ve
hafifletilmesini iste. Çünkü ümmetinin gücü buna yetmez. Ben îsrail oğullarım
imtihan edip denedim dedi. Ben de
Rabbime dönüp "Ya Rabbi benim ümmetime (namazı) hafiflet" diye duâ
ettim. Allah (c.c) beş vaktim indirdi. Sonra tekrar Musa (a.s.)'ya döndüm ve
Allah'ın benden beş vakti eksilttiğim söyledim, Mûsâ (a.s.):
Ümmetinin gücü buna da
yetmez, Rabbine dön ve hafifletilmesini iste, dedi. Cenab-ı Allah: "Ya
Muhammed, bunlar her gece ve gündüz beş namazdır. Her namaz için on namaz
(sevabı) vardır, bu da elli eder" buyurun caya kadar Allah (c.c) ile Mûsâ
(a.s.) arasında gidip gelmeye devam ettim."[410]
Cünuplükten dolayı
yıkanmanın bir defaya indirilmesi ile, elbisedeki idrarı yıkamanın bir defaya
indirilmesinin namazla birlikte Mi'raç gecesinde veya ayrı ayrı zamanlarda
olması muhtemeldir.
Ancak sarihlerin
beyânına göre İslâm'ın ilk yıllarında olabileceğini söylemeleri yanında hadis
zayıf olduğu için delil değildir, diyenler üzerinde fazla durmadıklarından
yeterli bilgi elde edilememiştir. Hadisin sahih olduğu kabul edilse bile
namazın elli vakitten beş vakte indirilmesi hususu sahih hadislerle sabittir.
Fakat cünuplükten temizliğin, elbisenin yedi defa yıkanarak temizlenmesinin
hükmü sahih hadislerde varid olmamıştır. Buna göre de imamların ittifak
ettikleri husus cünüplekte su bütün vücûda nüfuz etmesi halinde bir defa ile
iktifa edileceğidir. Elbisede de durum aynıdır.
Elbisedeki bir
pisliğin yıkanması, Şafiî ve Mâlikîlere göre bir defadır. Ancak Şafiîlere göre
üç defa yıkamak menduptur. Eğer necaset bir veya üç defa yıkamakla yok
olmamışsa, zail oluncaya kadar yıkamaya devam etmek gerekir. Ahmed b.
Hanbel'den gelen iki rivayetten biri de bu şekildedir. Muğnî müellifi İbn
Kudâme bunu tercih etmiştir.
Hanefîlere göre
necaset ikiye ayrılır:
Necâset-i Galîza:
İnsanın tersi ve sicjiği, eti yenmeyen hayvanların tersi, sidiği ve salyası,
eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve ördeğin tersi, kan, irin, meni, mezi,
vedî, hayz ve nifas ileistihazakanlan ağız dolusu kusuntu gibi insanın
bedeninden çıkıp da abdesti bozan şeyler bir de şarap ve boğazlanmadan ölmüş
hayvanın eti ve derisi.
Necâset-i hafife: Atın
ve eti yenen ehlî ve vahşi hayvanların sidiği, eti yenmeyen kuşların tersi, eti
yenen hayvanların, eşek ve katırın sidiği, İmam A'zam'a göre galiza, imameyne
göre hafifedir. Fetva İmameynin görüşüne göre verilmektedir.
Bu necasetlerden
galizanın katı olanının dirhem miktarından fazlası namaza mâni, daha azı mâni
değildir. Sıvı olanında ise, avuç içi miktarından azı namaza mâni değil, daha
fazlası mânidir.
Necâset-i hafifenin
isabet ettiği yer elbisenin veya bedenin dörtte birinden az ise namaza mâni
değil, dörtte birine denk veya daha fazla ise, namaza mânidir.
İmam Ebû Yûsuf'a göre
enine boyuna bir karış miktarı namaza mâni değil, daha fazlası mânidir. Elbise
veya bedende namaza mani olacak miktarda pislik varsa (ister galiza, ister
hafife) hemen yıkanması gerekir. Bu pisliklerde ya gözle görülür yani,
kuruduktan sonra iz bırakır, ya da gözle görülmez yani kuruduktan sonra iz
bırakmaz.
Gözle görülen bir
necasetle pislenmiş olan şey, pisliğin aynı ve eseri yok olunca temiz olur.
Temizleme yolunun, yıkamak, silmek, ovalamak (v.s.) olması arasında fark
yoktur. Pislik yıkanarak giderilecekse suyun akıcı veya durgun,az veya çok
olması arasında fark olmadığı gibi yıkamanın adedi de mühim değildir. Mühim
olan pisliğin kendisi ve eserinin ortadan kaldırılmasıdır.
Renk ve kokudan ibaret
olan eserin kalması, (izalesi meşakkatli olduğu için) zarar vermez. Bunları
gidermek için sabun ve deterjan kullanmak zarureti yoktur.
Gözle görülmeyen (iz
bırakmayan) necasetle pislenmiş olan şey, yıkayanın zann-i galibine göre
temizlenmiş oluncaya kadar yıkanır.Müftâbih olan görüşe göre aded mühim
değildir. Ancak zann-ı gâlib üç defa yıkamak ve yıkanılan şey sıkilabilecek
cinsten ise, her seferinde sıkmakla hasıl olur. Bilhassa üçüncü yıkayışta damlalar
kesilinceye kadar sıkılmaya devam edilmelidir.
Bu hususta itibar
sıkanın kendi kuvvetinedir. Tahtavî'nin beyânına göre, galebe-i zannın üç defa
yıkamakla hasıl olacağı şeklinde bir mecburiyet yoktur. Bu üçten az yıkamakla
da hâsıl olabilir. Hatta pis bir elbise üzerinden su akıtılsa ve zann-ı galibe
göre o elbisenin temizlendiği kanaati hasıl olsa. yıkama ve sıkma olmadığı
halde, o elbisenin kullanılmasicâizolur.Vesveseli olmayan kimse hakkında zahir
budur. Vesveseli olan için uygun olan, zann-ı galibi sayı ile takdir etmektir
ki, o da üçtür.
Eğer elbisenin
yıkandığı su akıcı olmazsa, o zaman her bir yıkanışta sıkılması zâhir-i
rivayete göre lâzımdır. Ebû Yûsuf'tan sıkılmanın şart olmadığına dâir bir
görüş de rivayet edilmiştir. Esas olan temiz olduğuna dair zann-i galibin hasıl
olmasıdır.[411]
1. Ser’î
hükümlerin bazılarının bazıları ile nesh edilmelen caizdir.
2. Cenab-ı
Allah, ibâdetleri hafifletmek suretiyle bu ümmete merhamet etmiştir.
3. Kulun
mahzurlu olmayan bir şeyi Rabbisin'den istemesi caizdir.
4.
Rasûlullah (s.a.)'ın şefaati makbuldür.
248....Ebû
Hureyre (r.a)'den, demiştir ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
"Muhakkak her
kılın altında cünuplük vardır. Bütün kılları yıkayınız, teni
temizleyiniz."[412]
EbûDâvûd, "Haris b.
Vecih'in kendisi zayıf, hadisi münker"dir, dedi.[413] [414]
Bu hadis-i şeriften
anlaşılmaktadır ki, cünuplükten dolayı yıkanan kışı vücudunun tamamına suyu
ulaştırmahdır. Suyun isabet etmediği bir kıl bile kalsa cünuplük devam eder.
Hattâbî "Hadisin zahiri, gusledecek kişinin saç örgülerim çözmesi
gerektiğine işaret eder. Çünkü vücuttaki kılların tek tek yıkanması gerekir. Bu
da ancak örgülerin çözülmesiyle mümkündür. İbrahim en-Nehaîbu görüştedir.
Ancak ulemânın cumhuruna göre su saçların dibine ulaşırsa örgülerin
çözülmesine lüzum yoktur" der.
İmam Nevevî ise,
"cumhura göre gusleden kadın saç örgülerini çözmeden su saçlarının
tamamına ulaşırsa örgüleri çözmesine lüzum yoktur, aksi takdirde örgülerin
çözülmesi vaciptir. Bizim görüşümüz de budur. Ümmü Seleme'nin hadisi, örgüler
çözülmeden suyun saçlarının tamamına ulaşmış olduğuna hamledirir"
demektedir.
Hanefilere göre, saç
örgülerinin çözülüp çözülmemesi hususunda erkekle kadın farklıdır. Kadınların
saçlarının dibine su ulaştığı takdirde, örgülerin çözülerek saçların
yıkanmasına lüzum yoktur. Çünkü Müslim'in bir rivayetinde, ümmü Seleme (r.a.)
Rasûlü Ekrem (s.a.)'e:
"Ya Resulullah
ben saçlarımı örerim, cenabetten dolayı yıkanacağımda onu çözeyim mi?"
diye sormuş, Rasûllah da "Hayır" cevâbım vermiştir.[415]
Erkeklerin ise saçları
örgülü ise, guslettiklerinde örgülerini çözüp suyu saçlarının tamamına
ulaştırmaları gerekir. Bu konuda 251. hadisin şerhinde daha fazla bilgi
verilecektir.
Yine Hattâbî'nin ifade
ettiğine göre, gusülde mazmaza (ağıza alma) ve istinşâk .(buruna su alma) yi
farz görenler bu hadis-i şerife istinad etmişlerdir. Çünkü hadis-i şerifte,
her kılın yıkanması emredilmektedir. Burunun içinde de kıllar olduğuna göre
burunun içinin de yıkanması gerekir, Hadis-i şerifteki ( ) "deriyi (vücûdun dışını)
temizleyin" emri de ağıza su almanın farziyetine delâlet eder.
Aynî de yukarıda
verilen bilgileri tekrar ettikten sonra İmam-ı Azam'm bu hadise dayanarak
mazmazayı ve istinşaki farz saydığını söylemektedir. Hattabî bu hadise
dayanılarak mazmazanın farz sayılmasına itiraz ederek şöyle demektedir: ( )
sözü lügatlara göre, vücudun dışı, gözün gördüğü kısımdır. Ağızın ve burunun
içine beşere değil, ( ) (edeme) denilir. Dolayısıyla ( ) emri mazmaza (ağıza su
alma)nın farz olduğuna delalet etmez."
Ancak lügatçılann
ifadesi Hattâbî'nin ortaya attığı görüşe zıt düşmektedir. Meselâ Cevherî'nin
beyanına göre ( ) (edeme) derinin ete bitişik olan kısmıdır. Ağız ve burunun
içi ise, böyle değildir. Öyleyse bu hadis-i şerifteki ifâdelere dayanarak mazmaza
ve istinşakı farz saymak yerinde bir harekettir.
Bu konu ile ilgili
bilgi için 106. hadis-i şerif ve açıklamasına bakılabilir.[416]
1. Cünuplükten
dolayı yıkanmada bütün vücudun ve vücuttaki kılların yıkanması farzdır.
2. Deriye
suyun ulaşmasına mâni olan pisliklerin izâle edilmesi şarttır.
249....Ali
(r.a.)Men rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kıl dibi
kadar bir yeri yi kam ayıp cünup bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu yeri
yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle böyle (veya şu kadar süre) azab edilir."[417]
Ali (r.a.) "Bunun
(bu şiddetli azabı duyduğum) için (üç defa) başıma (saçıma) düşman oldum"
der ve saçını da tıraş ederdi.[418]
Hadis"i §erifte
Secen ( ) zamiri bazı müshalarda ( ) şeklinde
müennes olarak gelmiş ve harf-i cerre sebebiyet ma
nâsı verilmiştir.
Bezlü'l-mechûd'deki kayıt o şekildedir. Terceme Menhel'in açıklamasına göre ve
zamir müzekker kabul edilerek yapılmıştır.
Tîybî bu hadise
dayanarak başı tıraş etmenin sünnet olduğuna hükmetmiş ve; "Rasûlullah
(s.a.) Ali'yi başını tıraş etmekten men'etmediğine göre bu bir takrîrî
sünnettir. Aynca Rasûlullah (s.a,) ümmetine Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine
uymalarını emretmiştir” demiştir.
îbn Hacer, ve
Aliyyü'1-Kârî Tîybî'nin görüşünü reddederek "Bir halifenin yaptığı
Rasûlullah (s.a.) ve diğer üç halifenin yaptıklarına muhalif olduğunda sünnet
değil, ruhsat olur" demişlerdir.[419]
1. Gusülde
vücudun ve vücuttaki kılların tamamına suyu ulaştırmak farzdır.
2. Vücuttan
veya vücuttaki kıllardan bir parçayı (kadınların örgüleri müstesna) yıkamayıp
kuru bırakan kişi, Allah'ın dilediği kadar azap görecektir. Yıkandıktan hemen
sonra bu kuru kalan yerleri de yıkarsa ittifakla guslü tamam olur. Ama hava ve
yıkanan kişinin mizacı mutedil olduğu halde diğer azaları kurduktan sonra daha
evvel yıkanmayan kısmı yıkarsa Malikilere göre guslün iadesi lâzımdır. Diğer üç
mezhebe göre lâzım değildir.
3. Başı
tıraş etmek caizdir.[420]
250.... Âişe
(r.anhâ)'dan, demiştir ki;
"Rasûlullah
(s.a.) gusleder, iki rekât ( sünnet)i ve sabah namazı-nı(n farzını) kılardı.
Onun guslettikten sonra abdesti yenilediğini hatırlamıyorum.”[421] [422]
RasuIu Ekrem
(s.a.)'nin guslettikten sonra kıldığı iki rekat, sabah namazının sünnetidir.
Nitekim, Hâkim'in rivayetinde "sabah namazından Önce iki rekât
kılardı" denilmektedir.
Hadis-i şerifteki ( )
(zannetmiyorum) kelimesinin elifin fethası ile ( ) şeklinde de okunması
mümkündür. O zaman mana, "Onun gusülden sonra abdesti yenilediğini
bilmiyorum" şeklinde olur ki, tercemede her iki husus gözetilerek
"hatırlamıyorum" tarzı tercih edilmiştir.
Bu hadis-i şeriften
anlaşıldığına göre gusülden sonra abdest almaya lüzum yoktur. Tirmizî birçok
Sahabe ve Tâbiûn'un bu görüşte olduğunu söyler. Hâkim'in İbn Ömer'den rivayet
ettiğine göre, Rasûlullah (s.a.)'a guslettikten sonra abdest almanın gerekli
olup olmadığı sorulmuş, O da, "Gusülden daha efdal hangi abdest var
ki!..." buyurmuştur.[423]
1. Sabah namazından
önce ıkı rekat namaz kılınır.
2. Cunuplukten
dolayı yıkandıktan sonra namaz kılmak için yeniden abdest almaya gerek yoktur.
Şimdiye kadar geçen
hadislerden anlaşıldığına göre, sünnet üzere gusletmenin şeklî şudur:
Gusledecek olan kişi önce üç defa ellerini yıkar, sonra avret mahallinde veya
bedeninin herhangi bir yerinde pislik varsa onu yıkar, abdest alır, önce
başına, sonra vücudunun sağ ve sol tarafına su döker. Vücudundaki kılları
ovalar. Leğen ve benzeri bir kapta guslediyorsa ayaklarını yıkamayı en sona
bırakır. Nehir, göl deniz veya büyük bir havuzda guslediyorsa suya dalması
kâfidir.
Guslün farzları
mezheplere göre farklıdır. Bunlar:
Malikîlere göre: 1. Niyet,
2. Vücudun
tamamım yıkamak,
3. Vücudu
ovalamak,
4. Saçların
arasını ovalamak ve
5. Bunları
peşpeşe (tertip üzere) yapmak.
Hanbelilere Göre:
1.
Vücuttaki -altına suyun girmesine mâni
olan- pislikleri temizlemek, gidermek,
2. Niyet
etmek,
3. Besmele
çekmek,
4. Ağız ve
burun, saçların tamamı ve sünnetsiz ise, haşefe dahil vücudun tamamına suyu
ulaştırmak.
Şâfiîlere Göre:
1. Niyet,
2. Bedeninde
pislik varsa onu yıkamak,
3. Vücudu
ve saçları yıkamak.
Hanefîlere Göre:
1. Mazmaza
(ağıza su vermek),
2. îstinşâk
(buruna su vermek),
3. Vücudun
tamamını yıkamaktır.
Hanefî mezhebinde
guslün sünnetleri de şunlardır:
1. Gusle
niyet etmek.Niyet, diğer üç mezhepte farzdır. Onun için bile bile
terkedümemelidir.
2. Besmele
çekmek,
3. Misvak
kullanmak,
4. Önce elleri,
uylukları yıkamak, bedeninde pislik varsa gidermek,
5. Gusülden
evvel abdest almak,
6. Abdestten
sonra sırayla üç defa başa, üç defa sağ omuza, üç defa da'sol omuza su dökmek,
7. Her su
döküşte bedeni ovalamak,
8. Bir kap
içinde yıkamlıyorsa önce sağ, sonra da sol ayağı yıkamak.
9. Suyu
haddinden az veya çok kullanmamak,
10. Kimsenin
göremeyeceği bir yerde yıkanmak,
11. Tenha
yerde de olsa avret mahallini açık bırakmamak,
12. Gusül
esnasında konuşmamak,
13. Gusülden
sonra silinmek,
14. Elbiseyi
giyerken acele etmek.[424]
251....Ebû
Davud'un Zuheyr b. Harb ve Îbnu's-Serh'ten Rivayet ettiği hadîste Ümmü Seleme
(r.a.) şöyle demiştir; "Müslümanlardan bir kadın -Züheyr, dedi ki; Ümmü Seleme kendisi- Rasûlullah (s.a.)'a
"Yâ Rasûllah, ben
saçımı bağlayan bir kadınım. Cünuplükten dolayı (yıkanacağımda) onu çözeyim
mi?" dedi. Rasûllah (s.a.)
"Başına sadece üç
avuç su dökmen sana kâfidir" cevabını verdi."[425]
Züheyr bu kısmı, "Rasülullah (s.a.) "Başa üç avuç su dökmen kâfidir.
Sonra da (suyu) bedenînin geri kalan kısmına dökersin işte o zaman sen
temizlendin demektir" buyurdu" şeklinde rivayet etti."[426]
Hadis-i şeriften
anlaşıldığına göre cünuplükten dolayı gusül edecek olan kadının saç örgülerini
çözmesine lüzum yoktur. Bu mevzuda Hanefîlerin görüşünü 248. hadiste
açıklamıştık. Diğer mezheplerin görüşleri de şöyledir:
Mâlîkilere Göre: Saç
kendi kendine kullanılmadan örülmüşse abdestte değil, sadece gusiılde örgünün
çözülmesi lâzımdır. Saç üç veya daha fazla iplikle örülmüşse örgüler hem
abdest, hem de gusülde çözülmelidir. Bir veya iki iplikle örülmüş olup örgü
sert ve sıkı olursa, çözülmesi lüzumlu, aksi halde lüzumlu değildir. Bu
hükümlerde, yıkanan kişinin erkek veya kadın olması arasında fark olmadığı
gibi; yıkanma sebebinin de cünuplük veya hayız ve nifas olması arasında fark
yoktur.
Şâfiîlere Göre: 248.
hadisin şerhinde Nevevî'den naklen beyân edildiği gibi, su saçların dibine ve iç
kısmına ulaşıyorsa örgülerin çözülmesine lüzum yoktur, ama ulaşmıyorsa
örgülerin çözülmesi vâcibtir. Hem erkek hem kadın için hüküm aynıdır.
Yıkanmayı gerekli kılan sebebler arasında da fark yoktur.
Hanbelîlere Göre:
Yıkanma hayız ve nifastan dolayı ise, kadının saç örgülerini çözmesi vâcibtir.
Cenabetten dolayı yıkamlıyorsa ve örgü çözülmeden saçlar ıslanıyorsa
çözülmesine ihtiyaç yoktur, Hanbelîlerden bazıları cü-nupluktan veya hayız ve
nifastan dolayı yıkanmak arasında fark gözetmemişler ve saç örgülerini çözmeyi
gerekli görmemişlerdir.
Hanefîlere göre daha
evvel belirttiğimiz gibi, kadınların saç örgülerini çözmesi gerekmez.
Erkeklerin ise, sahih kavle göre, çözmesi gerekir.
Saç örgülerinin
çözülmesini şart koşmayanlar, örgülerin çözülmesine işaret eden hadisleri
vücûba değil de mendûbiyete hamletmişlerdir. Nitekim Dârakutnî'nin Sünen'indeki
rivayette örgülerin açılması ile birlikte hıtmî ve üş-nân (çöven)
kullanılmasının zikredilmesi bu te'vili desteklemektedir.
Müslim, İbn Mâce ve
Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettikleri şu haber de Örgüleri çözmenin farz veya
vacip olmadığına işaret eder. Hz. Âişe (r.a)'ye Abdullah îbn Amr'in, kadınlara
yıkandıklarında saç Örgülerini çözmelerini emrettiği haberi gelince, şöyle
demiştir: "Hayret, madem ki tfon Amr, kadınlara saç örgülerim çözmelerini
emrediyor, başlarını tıraş etmelerini de emretse ya! Ben Rasûlullah (s.a.)'la
beraber bir kaptan yıkanır, başıma üç avuçtan daha fazla su dökmezdim."
Hadis-i şerifteki
"başına üç defa su dökersin" ifadesinin manâsı, üç defa dökmekle
suyun saçların dibine vardığına dair zann-ı galib hasıl olmasıdır. Aksi halde
daha çok su dökmek gerekir.
252....Usâme,
Makburfden Ümmü Seleme: (r.anhâ)nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir kadın bana
geldi (Üsame burada evvelki hadîsi nakleder.) O kadın için Peygamber (s.a.)'e
(bundan evvelki hadisde zikredilen meseleyi) sordum. (Usâme, önceki rivayete
ilâve olarak) Rasûlulİah (s.a.)
"(Guslederken)
her su döküşünde saçının örgülerini sık" buyurdu." dedi.[427]
MussaniPin bu hadisi
bu ifâdelerle getirmesinin sebebi, bundan evvelki hadiste yer alan Züheyr ve
İbn Şerh rivayetlerinin te'lif yönüne işarettir. Çünkü Züheyr'in rivayetine
göre, Rasûlulİah (s.a.)'a soruyu soran Ümmü Seleme (r. anhâ) İbn Serh'in
rivayetine göre müslümanlardan başka bir kadındır. Bu rivayetleri
birleştirirsek, bir kadın Ümmü Seleme'ye gelerek saçları örülü olan bir kadının
yıkanırken, örgülerini çözüp çözmeyeceği meselesini Rasûlullah'tan sormasını
istemiş, o da onun için soru-vermiştir. Soruyu sorma işinin Ümrnü Seleme'ye
isnad edilmesi hakikat, diğer kadına isnad edilmesi mecazdır. Çünkü o kadın
sorunun sorulmasına sebeb olmuştur. Önce o kadın adına Ümmü Seleme (r.anha)'nm
sonra te'kid için kadının kendisinin tekrar sormuş olmaları da muhtemeldir.
Ancak bu rivayette diğer rivayetten fazla olarak "Başına her su
döktüğünde örgülerini sık" ziyâdesi mevcuttur. Bu da saçların dibine suyun
nüfuz etmesini sağlamak için olsa gerektir.[428]
1. Gusulcie
suvu saclarm dibine kadar ulaştırmak zaruridir.
2. Kdınların
guslettiklerinde saç örgülerini çözmelerine lüzum yokutr.Erkekler ise, çözmek
mecburiyetindedirler.
253....Aişe
(r.anhâ)'den, şöyle demiştir; "Bİzden (Rasûlullah'ın eşlerinden) birine
cünuplük isabet ettiği zaman, şöylece üç avuç (su) alıp -her iki elini kast ediyor- başına dökerdi. (Sonra) bir eliyle (su) alıp
şu (sağ) tarafına, başka bir sefer (tek eliyle su alıp) diğer (sol) tarafına
dökerdi."[429] [430]
Hadis-i şe"fte
Hz. Âişe'nin başına üç avuç su döktüğünü söylemesi, başka hadislerde geçen beş
avuç su döktüğüne dâir olan rivayetlere zıt değildir. Bazan beş avuç bazan da
üç avuç su dökmüş olması muhtemeldir.[431]
RasûmIlan'm zevceleri
guslettiklerinde saç örgülerini çözmezlerdi.
254....Âişe
(r. anhâ)'den, demiştir ki; "Bizler ihramlı ve ihramsız olarak Rasülullah
ile beraber iken ve başımızda (saç örgülerimiz de) olduğu halde (onları
çözmeden) yıkanırdık."[432] [433]
Hadis-i şerifte geçen
( ) kelimesi aslında yaralı uzuv üzerine
sarılan bez sargısı manasına gelir. Bu hadis-i şerifte saça koku sürünmek
manasına kullanılmıştır. Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre Rasülullah (s.a.)'ın
zevceleri ve ashab-ı kiramın hanımları başlarına sürdükleri koku sebebiyle
saçları birbibîrine yapışmış olduğu halde gusleder ve bu yapışık saçları
açmazlardı. Rasülullah da bunu men etmezdi. Çünkü bu şekilde de olsa saçlarının
dibine su ulaşırdı.
Mânânın şu şekilde
olması da muhtemeldir: "Biz gusleder ve içerisine hıtmî[434]
karıştırılmış su ile yetinir, bundan sonra başka bir su kullanmazdık.."[435]
Kadınlar guslederken
saçlarına sürdükleri koku (v.s.) gibi
şeyleri gidermek mecburiyetinde değil dirler.
255....Şureyh
b. Ubeyd[436] şöyle demiştir:
"Cübeyr b. Nüfeyr
bana cünuplükten yıkanmak hususunda fetva verdi. (Ctibeyr'in dediğine göre)
Sevbân, onlara (Cübeyr ve arkadaşlarına): Gusül hususunda Rasûlullah
(s.a.)'den fetva istediklerini bildirmiştir. (Rasûlullah s.a.) şöyle buyurmuş:
"Erkek, (saçı örgülü ise) saçlarını dağıtsın ve saçların diblerine su
ulaşıncaya kadar yıkasın. Kadının ise (örgülerini) çözmemesinde vebal yoktur.
O iki eti ile başına üç avuç su döksün."[437]
Erkeklerde sac örme
onlar için ziynet olmadığından, kadınlarda ise ziynet olduğundan kadınların
çözmemesi erkeklerin ise çözmesi gereklidir.
İbn Reslan,
"hadisin zahiri, örgülerin çözülmesi hususunda erkekle kadının farklı
olduğunu gösterir. Fakat ben bu görüşte olan kimseyi bilmiyorum"
demektedir. Ancak 248. hadisin şerhinde beyân edildiği üzere Hanefîlere göre
gusülde erkekler saç örgülerim çözmek mecburiyetinde oldukları halde, kadınlar
mecbur değildirler. Onların suyu saçlarının dibine ulaştırmaları kâfidir.[438] Bu hadis-i şerif Haneklerin görüşlerini
te'yid etmektedir.[439]
256....Hz.
Âişe (r.anhâ)'den rivayet edildiğine göre; "Rasûlullah (s.a.) cünup olduğu
halde başını hıtmî (karıştırılmış su) ile yıkar, bununla yetinir ve başına
(ayrıca) su dökmezdi."[440] [441]
Hıtmî, Kâmûs\ın
ifâdesine göre, çiçeğine "hâtem" denilen bir bitkidir. Mesanedeki
taşları düşürme, bazı yaraları iyileştirme, sirke ile mazmaza edildiğinde diş
ağrılarını dindirme ve ateş düşürme gibi faydalan vardır. Ayrıca kirlerin ve ter
kokusu gibi kokuların izâlesi için sabun yerine kullanılırdı.
Bu hadis, suya
temizleyici özelliğini artırmak gayesiyle, sabun, soda gibi bir şey
karıştırıldığında, suyun tadı, rengi ve kokusu değişmiş de olsa, bu suyun
hadesi (abdestsizlik ve cenabeti) izâle için kullanılmasının caiz olduğuna
delildir. Hanefîler bu görüşü benimsemişlerdir. Çünkü bu şekildeki bir suya da
su ismi verilir; sadece temizleme özelliği fazlalaşmıştır.
İbn Kudâme'nin
Muğnî'deki ifâdesine göre suya, suyun temizleyicilik vasfını artıran bir şey
karıştırıldığı takdirde o su ile gusledilip edilmeyeceği hususunda ihtilâf
vardır. Ahmed b'. Hambel'den yapılan iki rivayetten birine göre, böyle bir su
ile gusül yapılırsa cenabetten kurtulunmaz. Şafiî, Mâlik ve Ishak da aynı
görüştedirler. Hanefîlere göre böyle bir su ile gusul caizdir. Yine ibn Kudâme
"Suya temiz bir şey karıştırıp da onu değiştirmediği takdirde bu su ile
abdest almanın cevazı hususunda hiçbir ihtilâf bilmiyoruz" demektedir.
Bu hadis-i şerif her
ne kadar zayıf ise de İbn Ebî Şeybe'nin İbn Mes'ûd'dan yaptığı rivayetle
cenazelerin, sidr, çöğen sabunu gibi şeylerle yıkanması nın sünnet oluşu bu
hadis-i te'yid etmektedir, ibn Kudâme'nin de ifade ettiği gibi Şafiî, Mâliki
ve Hanbelîlere göre, içerisine sabun, soda vs. gibi suyun temizleme özelliğini
artıran bir şey karıştırılmış su-ile yıkanmak cenabetin izâlesi için kâfi
değildir. Sonradan tekrar normal su dökünmek lâzımdır.
İbn Reslân, içerisine
hıtmî karıştırılmış su ile, cünuplükten dolayı yıkanmaya niyet edilirse cenabetten
temizlenilebileceğini ayrıca su dökülmesine lüzum olmadığını, ancak bunun
sabunu suya kanştırmayıp başa koyarak temizlenildiği takdirde olduğunu söyler.
Veya Hz. Peygamber (s.a.) ilk önce normal su île yıkamış daha sonra hıtmî ile
ikinci defa yıkamıştır, denebileceği gibi hıtmînin çok az olduğu ve suda
hiçbir değişiklik yapmadığı şeklinde de te'vil edilmiştir. Fakat bütün bu
te'villere ihtiyaç kalmaksızın, temizleyici olan bu maddenin suya
karıştırılarak kullanılması hiçbir mahzur teşkil etmemekte ve bu konuda
ihtimale yer bırakmayacak şekilde Hz. Peygamber tarafından kullanıldığı
bilinmektedir.[442]
257....Âişe
(r.anhâ); erkek ve kadından gelen su (meni veya mezi) hakkında şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a.) bir avuç su alır, suyun (meni veya mezinin) üzerine
dökerdi. Sonra tekrar bir avuç su alır yine suyu (meni veya mezinin) üzerine
dökerdi."[443]
Rasûlullah (s.a.)'ın
üzerine su döktüğü şey ya meni ya da mezidir. Hanefilere göre temizlenmesi
gerektiği Şafiî ve Hanbelîlere göre temiz olduğu ise önceden geçmişti. Meziye
gelince bütün mezheplere göre pis olduğundan temizlenmelidir. Dolayısıyla
Hanefîlerin dışındakilere göre temizlemek maksadıyla Rasûlullah (s.a.) üzerine
su döktüğü şey mezi olmalıdır.
îbn Reslân, bu
hadisin, mezinin, üzerine su dökülmekle temizleneceğini söyleyen Hanbelîlere
delil olduğunu söyler.[444]
Hayız, lügatta, çıkan
kan demektir. Şeriat'ta hayz, hades midir, necis midir ihtilaflıdır. Hades
olması daha uygundur. Necis oluşuna göre tarifi, hasta veya yaşça küçük olmayan
bir kadının rahminden dışarı çıkan kandır. Hades oluşuna göre, bu kan sebebiyle
meydana gelen şer-î maniadır.
Bir kadının rahminden,
hastalık veya doğum gibi bir sebebe bağlı olmaksızın belli müddetler içinde
gelen kandır. Buna "âdet hâli", "ayhâü", "aybaşı
hali" de denir .Kız çocukları normal olarak 9 yaşında âdet görmeye
başlarlar. Bu hal onların bulûğ çağının başlamasıdır. Hayız halinin sonuna da
"sihn-i iyas" denilir. En son haddi elli beş yaştır. Bu yaşa gelen
kadın artık âdet olmaz. Hayzm daha evvel kesilmesi de mümkündür.
Hayz olan kadın ister
küçük, ister yaşlı olsun gebe kalmaya, çocuk doğurmaya müsaittir. Kadın gebe
kalınca doğum yapıncaya kadar rahmin ağzı kapanır ve kan gelmez. Hanefîlere
göre, hayz müddetinin en azı -geceleri
ile birlikte- üç, en çoğu on, normali
beş gündür. İleride temas edileceği üzere üç günden az ve on günden fazla
gelen kanlara istihâza kanı denilir. Hayız hâlindeki kadınlar için bir takım
özel hükümler vardır. Yeri geldikçe açıklanacaktır.
258....Enes
b. Mâlik (r.a.) demiştir ki;
Yahudiler, bir kadın
hayız olduğunda, onu evden çıkarırlar, onunla beraber yemezler, içmezler ve
aynı evde birlikte bulunmazlardı. Bu durum Rasûlullah (s.a.)'e soruldu. Bunun
üzerine Cenâb-ı Allah:
"Sana kadınların
ay hâlini de sorarlar. De ki, O bir ezadır. Onun için hayz zamanında
kadınlardan ayrı kalın...ilh"[445] mealindeki
âyet-i kerimeyi indirdi; Rasûlullah da:
"Onlarla birlikte
evlerde oturunuz ve cinsî temastan başka her şeyi yapınız” buyurdu.
Bunun üzerine
Yahudiler:
"Bu adam, bizim
(dinimizin) işinden hiç bir şey bırakmadan hepsine muhalefet etmek
istiyor" dediler. (Bunu duyan) Üseyd b. Hudayr [446] ve
Abbâd b.Bişr[447] Peygamber (s.a.)'e geldiler ve:
"Ya Rasûllah,
Yahudiler şöyle şöyle diyorlar (onlara muhalefet olsun diye) hayızh kadınlarla
(cinsî) temasta da bulunsak mı?" dediler. Resûlullah sallallahü aleyhi veslelemin
(mübarek) yüzünün (rengi) değişti, hatta biz onlara kızdığım zannettik. Bu iki
zat (Rasûlullah'm huzurundan) çıkmışlardı ki, Rasûlullah'a hediye olarak süt
getiren biri ile karşılaştılar. Resûlullah (s.a.) peşlerinden gönderip
kendilerine (bu sütten) içirdi. Böylece biz de Resûllah'ın onlara kızmadığını
anladık."[448] [449]
Hadis-i Şeriften
anlaşıldığına göre; Yahudiler er ay hâli olan bir kadını evlerinden ayırırlar;
onlarla birlikte yemeyi, içmeyi ve bir arada oturmayı ter kederlerdi. Müslümanlar
Resûlullah'a hayızlı kadınlara ait durumun ne olacağını sorunca Bakara
Süresinin 222. âyet-i kerimesi nazil oldu. Bazı Müslümanlar, bu âyet-i
kerimedeki "aybaşı hâlinde kadınlardan ayrı kalın" ifadelerini
görünce, bu ayrılmanın Yahudilerin yaptıkları gibi kadınları terketmek
şeklinde olduğunu zannettiler. Bir kısım sahâbiler Resûlullah'a gelerek,
"Ya Resûlullah
soğuk şiddetli, elbise az, eğer kadınları tercih edecek olursak, ev halkı helak
olacak, ev halkını tercih edersek kadınlar zarar görecek. Ne yapalım?"
diye sordular. Resûlullah (s.a.) kendilerine şu cevabı verdi.
"Sizin
emrolunduğunuz onlara yaklaşmamamzdır; onları evden çıkarmanız değil."[450]
Resûlullah'ın aybaşı
hâlindeki kadından sorulduğu zaman renginin atması, kadına rahatsız olduğu bir
zamanda, sinir sistemlerinin bozuk, vücudunun hırpalanmış, kadınlık hislerinin
kaybolmuş olduğu bir vaziyette iken ona ezâ vermenin insanlıkla
bağdaşmayacağının bir ifadesidir. Ayrıca, Yahudilerin yaptığı gibi ailenin
temel direği olan ananın yaratılışının hikmetlerinden olan tabiî bir arızadan
dolayı evinden kovulmasının abesliğini, gayr-i insaniliğini ortaya koymaktadır.
İslama göre kadın, anadır. Yavrularının bekçisidir. Aileden kopamaz, tahkir
edilemez. Nitekim Allah ve Resulü kadının bu hâlini tabiîliğini vurgulamış, bu
hali bahane edilerek ona yöneltilmek istenen ithamları ortadan kaldırmıştır.
Resûlullah'a soru
soranları daha sonra süt ikram etmek için geri çağırmaları ise, Resûlullah'ın
keremidir, onlara kızmadığının işaretidir.[451]
1. Ay hâli
olan bir kadınla cinsî münasebette bulunmak ıcmaen haramdır. Bu konudaki hüküm
kesindir.
2. Elinde
olmayarak, fıtratının tabii bir icabı olan kadının bu durumunu nefretle değil,
şefkatle karşılamak insanlık görevidir.
3. Müslüman
olmayan bir kişinin, İslama karşı hareketine sebebiyet verilmemelidir.
4. Müslümanlar
arasındaki kırgınlığın uzun sürmemesi gerekir.
5. Bir
kimseye kızıp gönlünü kıranın, gücendirdiği kişinin gönlünü almak için iltifat
etmesi uygun olur.
259....Âişe
(r.anhâ)'den şöyle demiştir;
"Ben hayızlı iken
kemiğin üzerindeki eti ısırıp Peygamber (s.a.)'e verirdim; O da ağzını benim
(ağzımı) koyduğum yere koyar (ısırır)dı. Bir şey içerken de Resulullah
(sallellahü aleyhi vesellem)e verirdim. O da (içerken) ağzını, benim (ağzımı koyup)
içtiğim yere koyardı."[452] [453]
ARK: Üzerinde et
artığı kalmış kemiktir. Bazılarına göre
bir miktar ettir. Halil b. Ahmed'e göre "ark", etsiz kemiktir.
( ) "kemiğin etlerini sıyırırdım" manasındadır.
Hadîs-i Şerif hayızlı kadının
artığının ve bedeninin temiz olduğuna delildir. Bazıları, Ebû Yûsuf'a göre
hayızlı kadının bedeninin necis olduğunu söylemişlerse de bu rivayet yanlıştır.
Yahudilerin yaptığı
gibi kadınları terketmek değil, onlarla beraber olmak, yemek, içmek, şaka
yapmak gibi hareketlerde bulunmak gerektiğinin ifadesi vardır.
Nitekim aynı hadis-i
şerifi değişik lâfızlarla Beyhakî şöyle nakletmektedir: Sahabelerden biri Hz.
Âişe'ye:
"Sen hayızlı iken
Resûlullah sana yaklaşır mı?" diye sorduğunda, Hz. Âişe:
"Evet ben o halde
iken Resûlullah (s.a.) bana: "Ebû Bekrin kızı peştemalını üzerine (yani
göbekle diz kapağı arasına),al" diyerek benimle uzun zaman ilgilenirdi.
Sahabe Hz. Âişe'ye:
"O halde iken
seninle yer miydi?" diye sorduğunda Hz, Âişe:
"Üzerinde et olan
kemiği bdna uzatır ben de onu ısırırdım. Onu benden alarak ısırdığım yerden
ısırarak yerdi."
Peki, senin içtiğin
kabtan da içer miydi? diye sorduklarında da Hz. Âişe:
"Evet, Resûlullah
su kabını bana uzatırdı, ben ondan içerdim, daha sonra benden alır ağzımı
koyduğum yere koyarak Resûlullah da içerdi."
Resûlullah (s.a.)'ın
eşlerine aybaşı hallerinde bulundukları zamanda da, sair zamanlardan farklı bir
harekette bulunmadığı görülmektedir.
Aile mutluluğuna örnek
olan Resülullah'a salat-ü selâm olsun.[454]
1. Hadis-i
Şerif Rasûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) in tevazu ve hoşgörüsüne
delildir.
2. Erkeğin
karısına lâtife yapması onun hoşlanacağı hareketlerde bulunması lâzımdır.
3. Hayızlı kadınla
beraber yemek, içmek ve bir arada bulunmak caizdir.
4. Hayızlı
kadının artığı ve bedeni temizdir.
260....Âişe(r.anhâ)dan
şöyle demiştir; “Ben hayızlı iken Rasülullah (sallallahü aleyhi
vesellem) başım kucağıma
koyar (Kur'ân) okurdu."[455] [456]
Hicr: Koltuk altı ile
böğür arasındaki kısma denir. Buharı'deki bir rivayetle Müslim'in rivayeti.
"Kucağıma yaslanırdı", Buharî'deki diğer bir rivayet de "Başı
benim kucağımda olduğu halde Kur'an okurdu" şeklindedir.
Hz. Âişe'nin bu rivayetinde
Kur'ân okumayı Rasûlullah'a atfetmesi ha-yızh olan kadının Kur'ân
okuyamayacağına işaret sayılabileceğini, bazı âlimlerimiz beyan etmişlerdir.
Nevevî Müslim
Şerhi'nde, "Bu hadiste uzanarak, hayızlı bir kadına yaslanmış olduğu
halde Kur'ân okumanın cevazına işaret vardır."
Aynî bununla ilgili
olarak şöyle der: "Hayızlı kadın temizdir, pis olan kandır. Kan her zaman
pistir.
Buna göre helaya karşı
Kur'ân okumanın mekruh olmaması icabeder. Bununla birlikte Kur'ân-ı Kerim'e
hürmeten heîâya karış Kur'ân okumanın mekruh olması gerekir. Çünkü bir şeye
yakın olan onun hükmünü alır."
Muvafık olanı da
Aynî'nin dediği olsa gerektir. Çünkü müslüman Allah'ın Kitabım okurken mümkün
mertebe edepli hareket etmelidir; pis yerlerden uzaklaşmalıdır.[457]
1. Yan
yatmış (uzanmış) halde ve hayızlı kadına yaslanarak (ezberden) Kuru an-ı Kerim
okunabilir.
2. Kur'ân
okurken hayızlı kadından uzaklaşmak gerekmez.[458]
kelimesi
"TEFAÜL" babından olabileceği gibi "müfâle" babından da
olabilir. Tefâul babından olduğu kabul edilirse "tâ" mn fethası ile
(tenâvele) şeklinde okunur ve "tâ"lardan birinin hazfedildiğine hükmedilir. Mufâale
babından olduğu kabul
edilirse tâ'nın zammesi
ile ( ) (tünâvilü) şeklinde
okunur ve mana, aybaşı halindeki
bir kadının mescitte
birine bir şey vermesi şeklinde olur. Başlık her iki ihtimale göre terceme,
edilmiştir.
261....Âişe
(r.anhâ)'dan demiştir ki:
"Rasûlullah
(sallallahü aleyhi vesellem) bana, "Mescitten seccadeyi alıver."
dedi.
"Ben
hayzhyım" dedim. Bunun üzerine:
"Senin hayzın
elinde değildir" buyurdu.[459] [460]
Hadis-i Şerifteki
(min) harf-i cerrinin müteallâkı hakkında ihtilaf edilmiştir. Kadı Iyaz, harf-i
cenin mü-teallâkmın (dedi) fiili olduğunu söyler. Buna göre manâ,
"Rasûlullah (s.a.) mescitten bana seslendi"olur.Bu durumda Rasûlullah
mescidin içerisinde, seccade dışarıdadır. Rasûlullah hayızlı olan Hz. Âişe'ye
uzatıvermesini emretmiştir. Hz. Âişe hayızlı iken elini mescide sokmayı
istemediği için durumunu Efendimize bildirmiş. O da, "hayız senin elinde
değildir" karşılığını vermiştir.
Hattâbî ve ulemânın
ekserisine göre harf-i cerrin muteallaki
"bana alıver" fiilidir. Bu mütalaa babın adına daha
muvafıktır. Ebû Dâvüd sarihleri de bunu benimsemişlerdir. Hadis-i şerif
tercemesi bu takdire göre yapılmıştır. Buna göre, Rasûlullah (s.a.) mescidin
dışında, seccade içeridedir. Hz. Âişe elini uzattığı takdirde mescidin
içerisindeki seccadeyi alabilecek bir yerde oturmuştur. Ancak hayızlı iken
elini mescide uzatmayı uygun bulmadığı için mazeret beyan etmiş, Rasûlla
Efendimiz de "hayız senin elinde değil" karşılığını vermiştir.
İbn Hacer de,
Hattâbî'nin dediği gibi harf-i cerrin müteallakımn fiili olmasının daha muvafık olacağını, (
) tealluk ettirmenin uzak bir ihtimal
olduğunu söylemektedir.
Kadı Iyaz'ı bu görüşe
sevkeden şey, NesâTnin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği, "Resûhıllah (s.a.)
mescitte iken,
"Ey Âişe bana
elbiseyi ver" buyurdu hadîs-i şerifi olabilir. Fakat bu babın hadisi ile Nesâî'deki
hadis arasında fark vardır. Çünkü Rasûlullah (s.a.) birisinde seccade,
diğerinde elbise istemiştir. Her iki hadisin ayrı ayrı olaylardan bahsetmiş
olması mümkündür.
Hadis-i şerifteki ( )
kelimesini muhaddislerin ekserisi "Hâ" nın fethası ile ( ) şeklinde okumuşlardır. Buna göre kelime
hayız kanının akıntılarından bir akıntı mânâsına gelir. Kadı Iyaz bunu tercih
etmiştir. Nevevfnin beyânına göre rivayetlerin ekserisi bu şekilde vâki olmuştur.
Hattâbî muhaddislere
itiraz ederek kelimenin "ha"nın kesresi ile ( ) (hizateki)
şeklinde okunması gerektiğini söyler. Buna göre kelime, hayızlı kadının,
kendisine helâl olmayan şeylerden uzaklaşmasını gerektiren hal ve hey'eti
mânâsına gelir.
Bezlü'I-Mechûd sahibi,
Hattâbî'nin görüşünü benimsemiştir. Çünkü Hz. Âişe elinde, elini mescide
sokmasına mâni bir hayız pisliği olmadığını biliyordu. Onu elini mescide
sokmaktan men'eden şey, hayızdan dolayı kendisine arız olan manevî pisliktir.[461]
1. Ay hâli
gören bir kadının elini mescide sokarak, ora-dan bırşey alması caizdir. Ancak
mescide giremez.
2. Kadının
kocasına hizmet etmesi gerekir.[462]
262....Muâze[463]
(r.anhâ) demiştir ki; Bir kadın Âişe (r.anhâ)ya; "hayızh kadın (namazını)
kaza eder mi?" diye sordu. Hz. Âişe:
"Yoksa sen Harûrî[464] misin? Bilesin ki, biz Rasûlullah (s.a.)
yanında (zamanında) hayız olur, (hayız günlerindeki namazları) kaza etmez ve
kaza etmekle de emrolunmazdık" karşılığını verdi.[465] [466]
Hz. Aişeye soru soran
kadının kim olduğu kesin olarak beili değildir. Ebû Dâvûd ve Müslim'deki
Eyyûb'un rivayetlerinde ve Buhârî'deki Hemmâm'ın rivayetinde bu kadının ismi
açıklanmamıştır. Yalnız Müslim'in Şube tarikiyle Yezid'den yaptığı rivayetten,
soruyu soranın bizzat Muâze olduğu anlaşılmaktadır. Sorunun Hz. Âişe'ye bir
defa Muâze, başka bir kez de bir başka kadın tarafından sorulmuş olması da pek
tabiî mümkündür.
Hadisteki
"Harûrîler"den maksat Haricilerdir. Onlar ay hali olan kadının hayız
müddetince kılamadığı namazları, temizlendikten sonra kaza etmesinin
gerektiğini kabul ederler.
Hz. Âişe (r.anhâ), bu
soruyu soran kadının hâlinden hayız halinde iken kılamadığı namazların sonradan
kaza edilmeyeceği hükmünü yadırgadığım anlamış ve"sen Harici misin
yoksa?"diye sormuştur. Müslim'in Asım tarikiyle Muâze'den yaptığı
rivayete göre soruyu soran bizzat Muâze'dir ve Hz. Âişe'ye, "hayır ben
Haruri değilim, hükmünü öğrenmek için sordum"cevabını vermiştir.
Namaz ibâdeti, bedenî
olma bakımından oruca benzemektedir. Hayızlı olan kadınların orucu kaza
etmeleri gerekir. Zira oruç ibâdeti yılda bir kere olduğundan kazasında güçlük
yoktur, aybaşı hâli ise, her ay tekerrür etmesinden dolayı günlük ibâdet olan
namazın birikmesine, böylece de ibâdette güçlük doğmasına sebebtir. İslâm bu
güçlüğü kaldırmıştır.
Aybaşı haliyle ilgili
bazı hükümler:
Âdet gören müslüman
kadınlar için şu hükümler cereyan eder: Âdet gören bir kadın, namaz kılamaz,
şükür secdesi yapamaz, oruç tutamaz, Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet de olsa
okuyamaz. Ancak dua âyetlerini duâ maksadı ile okuyabilir. Kur'ân-ı Kerîm'e
veya Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet veya bir âyetten daha az bir bölüm yazılmış
bir şeye el süremez. Esah olan kavle göre Kur'ân tercemesi hakkında da hüküm
böyledir. Camiye giremez. Kabe'yi tavaf edemez, kocasıyla cinsî münasebette
bulunamaz. Kocası, kendisinin diz kapağı ile göbek arasından çıplak olarak
istifâde edemez. Hayızlının Allah'ı zikretmesi, teşbih okuması, kabir ziyaret
etmesi, yiyip içmesi ise caizdir.
Selef ulemâsından
bazıları, hayızlı kadının namaz vakti girdiğinde, abdest alıp, kıbleye dönerek
Allah'ı zikretmekle meşgul olmasının müstehap olduğunu söylemişlerdir. Ebû
Cafer de bu görüştedir. Bazıları da bunun bir emir olup terkinin mekruh
olduğunu söyler.
Nevevî, cumhura göre
hayızlı kadın için ne namaz vakitlerinde, ne de başka bir zamanda abdest,
teşbih ve zikrin olmadığını söyler. İbn Cerîr, Evzâî, Mâlik, Sevrî, İmam-ı Azam
ve talebeleri ve Ebû Sevr'in de aynı görüşte olduklarını kayd eder. Ancak
bundan maksat teşbih ve zikrin emredümediğidir. Emredilmemiş olması zikir ve
teşbihin caiz oluşuna mâni değildir. Nitekim Dürrü'l-Muhtâr'da hayızlımn
zikredebileceği, teşbih okuyabileceği kaydedilir.
263....Ma'mer
Eyyûb'dan, Eyyûb Muâze'den, O da Hz. Âişe (r.anhâ)dan, bir önceki hadisi rivayet
etmişler.(Mâmer rivayetinde ilave olarak Âişe (r.anhâ)nin:
"Biz orucu kaza
etmekle emrolunur, namazı kaza etmekle
emrolunmazdık"[467] demiştir.[468]
Mussamfin bu rivayeti
nakletmekteki maksadı hadisteki senet ve metin farklarına işarettir. Evvelki
hadisi Eyyûb sadece Kılâbe vasıtasıyla Muâze'den; bu hadisi ise, doğrudan
Muâze'den almıştır. Ayrıca Eyyûb ile musannif arasında evvelki hadiste iki, bu
hadiste ise, dört râvî vardır. Metin yönünden de evvelki hadiste orucun
kazasının emredildiğine dâir bir işaret yokken bu hadiste emredilmiş olduğu
belirtilmektedir.[469]
[1] Nesaî, tahâre 105; İbn Mâce, tahâre 48.
[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
245.
[3] Buhârî, vudû' 1, 22,42; Tirmizî, tahâre 26, 32, 34,
35; Nesât tahâre 64; tbn Mâce, tahâre 45,47; Dârimî, tahâre 29 ve ileride
gelecek olan (138) nolu hadis; Sa'ati el-Fethurrabbani II, 47.
[4] Sa'âtî, el-Fethu'r-rabbftnî, II, 18 ve bundan sonraki
babın hadisleri.
[5] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
245-247.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
247.
[7] Buhârî, vudû11,23,41,42,45,46; Tirmizî, tahâre 33-36;
İbn Mâce, tahâre 47; Dârimî, tahâre 28; Ahmed b. Hanbcl 1,315, 11,288, 364.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
247-248.
[9] Nevevî, Şerhu Müslim, III, 106.
[10] TirmizS, tahâre 35.
[11] Buhârî, tahâre 22, Tirmizî, tahâre 42; Ibn Mâce,
tahâre 45; Nesâî, tahâre 64.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
248-249.
[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
249-250.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
250.
[15] bk. Buhârî, vudû" !, 22, 42; Tirmizî, tahârc 26,
32, 34, 35; Nesâî, tahâre 64; Îbn Mâce tahâre 45, 47; Darîmî salât 29, Ahmed b.
Hanbel I, 23, 233, 332, 336, 372; H, 27, 38, 109, V, 368.
[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi: 1/ 250-251.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi: 1/ 251.
[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
251.
[19] ibnMâce, tahâre 43.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
251-252.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
252.
[22] Buhârî, vudû* 25, 26; Müslim, tahâre 20, 22; Tirmizî,
tahâre 21; Nesâî, tahâre 69; 71, 72; Ahmcd b. Hanbel II, 277, 308, 352, IV-313,
314.
[23] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
252.
[24] Tirmizî, salât 110.
[25] Buhârî, bedül-halk II; Müslim, tahâre 23; Nesâî,
tahâre 72; Ahmed b. Hanbel, II, 352.
[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
253-254.
[27] İbn Mâce, tahâre 44; Ahmed b. Hanbel I, 228.
[28] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
254.
[29] Tirmizî, Savm 69, Ncsaî, tahâre 91, Ibn Mace, tahâre
54; Dârimî vudû' 34;Ahmed b. HanbelIV, 211.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
254-256.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
256-258.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
258-260.
[33] bk. Şevkani, Neylu’l-evtar I, 166.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
260.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
260-261.
[36] bk. 248 numaralı hadis.
[37] Şevkânî, Neylu'l-evttr, 1.177; SehârenfÜrî,
Bezlu'l-mtchûd, I, 356.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
261-262.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
262-263.
[40] Müslim, tahâre 81.
[41] Şevkânî, Ncyln'l-Evtflr, I 195.
[42] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
263-264.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
264.
[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
264-265.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
265.
[46] el-Müslevrld b. Şeddad b. Amr el-Kureşî el-Fihrî
el-Mekkî. Hem kendisi hem de babası
Rasûlü ekrem (s.a.)'ın sohbetinde bulunmak saadetini tatmışlardır.
Rasûlullah (s.a.)'dan ve babasından hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.
Kendisinden de Kays b.Ebî Hazm, Vakkas b. Rabîa, Abdurrahman b. Cübeyr, Ma'bed
b. Hâlld ve daha pek çokları hadîs rivayet etmişlerdir. Hadîsleri Buhari ve
Tirmizi’de bulunmaktadır. Mısır'ın fethinde bulunmuş 45 hicri yılında
iskenderiye'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Ibnu'1-Esir, Üsdu'l-gabe, V,
154)
[47] Tirmizî, tahâre 30; tbn Mace, tahâre 54.
[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
265.
[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
266.
[50] bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 39.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
266.
[52] Buhfirf, tahâre 35; Müslim, tahâre 75, NesâS tahare
96; İbn Mftce, tahâre 84. Tirmizî, tahâre72.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
266-268.
[54] et-Tevbe (9), 38, 39.
[55] bk. et-Tevbe (9), 117,118.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
268-271.
[57] bk. Buhârî, tahâre 35, 48; Müslim, tahâre 75; Nesâî,
tahâre 96; lbn Mâce, tahâre 84; Tirmizî tahâre 72.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
271-272.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
272-273.
[60] Buhârî, tahâre 35; Müslim, tah&re 75; Nesâî,
tahâre 96; İbn Mâce, tahtre 84; Tirmizî, tahâre 72.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
273-274.
[62] Nevevi, Şerbu Müslim III, 170.
[63] Meylanî Ahmed, Hidâye Tercümesi, I, 61.
[64] bk. Aynî, UmdHn'1-kaari III, 102.103; Davudoglu Ahmed,
Sahlh-1 Müsüm Terane ve Şerhi, II, 400-401.
[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
274-276.
[66] Buhâri, tahare 35; 48; Müslim, tabire 75; Ncsâî,
tahâre96; ibn Mâce, Uhân 84; Tirmizî, tahâre72.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
276-277.
[68] Abdurrahman b. Avf b. Abd b. Haris b. Zühre b. Kilâb
b. Mttrre b. LOey Ebû Mu-hammed. Asıl adı Abdu Amr idi. Islâmiyete girdikten
sonra Rasûlü Ekrem (s.a.) bu ismi değiştirdi ve adını Abdurrahman koydu. Umûmi
rivayete göre FiTyıbnda dünyaya gelmiştir. Rasûlü Ekrem'le aym yastadır. Rasûlü
Ekrem (s.a.)'m tcvhid akidesini nesr ve tebliğ ettiği sırada kırk yasını geçmiş
bulunuyordu. Fıtraten afif ve son derece temiz bir kimse olan hazreti
Abdurrahman, Hazreti Sıddık'ın delaletiyle tarffc-ı hakka girmiş, tik
müslümanlardan olma şerefini kazanmıştır. Islflmiyeti kabul ettikten sonra o da
diğer möslümanlar gibi türlü tûriü mihnet ve eziyetlere uğradı. O da evini ve
yurdunu terk ile hicrete mecbur oldu ve Habeş muhâcirleriyle birlikte
Habeşistan'a hicret etti. RasÛ-lü Ekrem'(sa) in Medme4 mttnevvereye hicretinden
sonra da Medine'ye Meret etti Orada Rasûlullah Abdurrahman'ı Sa'd b. er-Rebî
İle kardeş yaptı. Sa'd bütün malım ve möl-kttnü Hz. Abdurrahman İle paylaşmak
istediyse de o buna rftzı olmamış "Arfz kardeşim, Allah sana ve çolak
çocuğun» bereket Ih»* etabı mal ve hdMİnİçog«tara,SMbw» çarşının yolunu göster,
ben orada Mraı ah| veriş Be meşgul ohyrn" demiş ve bir kaç gün içinde
zengin olmuştu. Hz. Abdurrahman bu serveti kendisi İçin kullanmamış bütün bu
serveti Allah yoluna vakfetmiştir.
Berâe SÛresi'nde
sahâbe-i kiram hayra teşvik edilince Hz. Abdurrahman malının yansıra teşkil
eden 4000 dirhemi hemen teberru' etmiş, binlerce atoram vafcfttmişti. Aynea
birçok köleleri de kazancıyla hürriyete kavuşturmuştu. Diğer taraftan 500 ath
süvariyi ve 500 de deve süvarisini Allah yolunda silahla donatıp kendileriııe
hayvan te'minettiği rivayet edilir. Hz. Abdurrahman namazlarını son derece huşu
ile edft eder, bilhassa flğ-İe namazının farzım edadan sonra nafile namazı
kılardı. Günlerinin çoğunu oruçtu geçirirdi. Her sene hacca giderdi.
Kendisinden 65 hadîs
rivayet edilmiştir. Bunlardan ikisini Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir.
Beş tanesini de sadece Buhârî rivayet etmiştir. Kendisinden ise İbrahim, Humeyd,
Musa b. EbÛ Seleme, İbn Ömer. Itm Abbas, Enes b. Mâlik rivayette bulunmuştur.
Hicretin 32«nesindc bu fftni hayattan ebedi hayata intikal etmiştir. Cennetle
müjdelenen bahtiyarlardandır. (Geniş bilgi için, bk. İbn Sa*d, Tabakât, IH,
87-97, Bu hari et-Tftribu'l-kebir, V, 240; İbn Ebî Hatim, et-Ceriı ve'Ma'dil,
V, 247; Ebû Nuaym, Hüyeta'l-evliy», I, 198.100; lbnu'1-Esîr, ÜıdtiM-iâbe, III,
480-485; Zehebî A'ttmn'n-nabetfi, i, 68-92; İbn Hacer, el-İsibe H, 416-417;
Tehribu't-Tehrib, VI, 244; lbnu'l-tm*d , Ş«erttuVieheb, 1, 38; Ansârî, Asr-ı
Satdel, 1, 400-413).
[69] Bilâl b. Rcbah Ebû Abdillah. Ebû Bekr es-Sıddik'm
hürriyetine kavuşturduğu bir büyük sahâbîdir. Bedir muharebe» başta olmak
üzere bütan savaşlara Rasûlti Ekrem (s.a.)'le beraber katılmıştır. Köle iken
inancı uğruna korkunç İşkencelere tabı tutulmuş fakat bütün banlar onun Allah'ı
(c.c.) zikirden alakoyamamıştı. Bilindiği gibi O'nu efendisi Umeyye b. Halef,
öğlenin yakıcı sıcağında kızgın kumlar üzerine yatırır, sonra da alev saçan
«gır kayaları göğsünün üzerine koyar; "Ya Muhammedi inkâr edersin
veya-hutta Ölünceye kadar böyle kalırsın" derdi. O, " AJUh (c.c.)
bir, Allah birdir1' demekten geri durmazdı. Bir gün yine bu haldi iken Ebû
Bekr O'na tesadüf elti, satın alarak hürriyetine kavuşturdu,Rasûlü Ekrem (s.a.)
den 44 hadîs rivayet etmiştir. Bunlardan birini hem Buhar? ve hem de Müslim
rivayet etmiş, ikisini de sadece Buhâri rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebû
Bekr, Ömer, tbn Ömer, Üsftme b. Zeyd, Nehaî. Sa*id b. Müseyyeb rivayette
bulunmuştur. Şam'da Hicrî 20. senede 60 küsur yaşında iken vefat etmiştir,
(r.a.) (Geniş bilgi tein bk. tbn Sa'd, Ttbmkit, 1U, 165; tbn Ebî Hatim,
el-Cerh ve't-tt'dU, U, 395; EbÛ Nuaym, HüyetuM-evHya, 1,147-151; lbnu'1-Esîr,
Üfdo'Htbe, 1,243; Zehc-bî, A'HiraB'n-ıınbcta, 1,347-360; tbn Hacer, el-tsftbt,
1,165; Tehribu't-Tehrib, 1,502; lbnu'1-lmâd, Şneritta^-zcbeb I, 31, Ansârî, Asm
Saadet, 11, 44-52).
[70] Müslim, tahâre 84; Tirmiri, tahftre 75; Mesai,
tah&re 85; tbn Mftce. tahâre 89; Ahmed b. Hanbel, IV, 135; V, 281, 288,
439, 440; VI, 12, 13.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
277-280.
[72] Zafer Ahmet el-Osmani, tlau's-SttnM, I, 22.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
280-281.
[74] Buhârî, salftt 1, 25; Müslim, tahârc 72; Tirmizî, tahâre
70; Nesflt tahârc 96; tbn Mâce, tahlre84.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
281-282.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
282-283.
[77] Btireyde b. Husayb Efendimiz (s.a.)'c Mekke'den
Medine'ye hicret ettiklerinde Gamîm adlı yerde seksen kişiyle gelerek sohbet
şerefine ermiş, yatsı namazını RasÛlü Ekrem (s.a.)'in arkasında kıldıktan sonra
kavmine dönmüştür. Bedirden başka bütün savaşlara katılmıştır. Bir rivayete
göre de (6 savaşa katılmıştır. Hz. Osman zamanında Hora san savaşma katılmış
oradan da Merv'e gitmiş ve yerleşmişin-. Orada h. 63. yılında vefat etmiştir.
Horasan'da en son vefat eden sahâbî olarak bilinmektedir.
Kendisinden 164 hadîs-i
şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birini hem Buhârî ve hem de Müslim rivayet
etmiş, ikisini sadece Buhârî, onbirini de sadece Müslim rivayet etmiştir.
Kendisinden de oğullan Abdullah, Süleyman ve Üsâmc, EbuM-MeRh el-Hûzelî ve
cs-Şa'bî hadîs rivayet etmişlerdi. (Geniş bilgi için bk. Ibn Sa'd, Tabak» t,
IV, 241-242; VII, 365; İbjı Ebî Hatim, et-Ccrh ve*Ma*dfl, II, 424; tbnu'1-Esîr,
Üsdu'l^abe 1,209; Zchebî, A'llmu'n-nttbeia, II, 469-471; Ibn Hacer el-İsâbt, !,
146; tbnu'1-tmâd, Şezertta^zeheb, I, 70; Ansârî, A»r-ı Saadet, II, 433-436.)
[78] Tirmizt, edeb 55; tfcn Mace, tahâre 84; Libâs 31;
Ahmed b. HanbeU V, 352.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
283-284.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
284-285.
[81] Buhârî, tahâre 35; Müslim, tahâre 75; Nesâî, tahâre
96; tbn Mâce, tahâre 84; Tirmizî, tahâre 72.
[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
285-286.
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
286.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
286.
[85] Tirmizî, tahâre 71; Ibn Mâce, tahâre 86.
[86] Ubey b. lmâre kendisine İbn Ubftde de denilir.
Sahabenin ilen gelenlerındendır. Mısır'da yerleşmiş, kendisinden Mest üzerine
mesh ile ilgili bir hadis rivayet edilmişse de onun da senedinde
"İzdırâb" vardır. Ebû Hâtem onun isminin astında Abdullah b. Amr b.
ÜrnmU Haram olduğunu, künyesinin de Ebû Ubeyy olduğunu söyler.
[87] İbn Mâcc, tahâre 87.
[88] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
286-288.
[89] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
288-291.
[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
291.
[91] Tinnizî, tahâre 99; İbn Mâce, tah&re 559.
[92] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
291-292.
[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
292-294.
[94] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
294.
[95] Ahmed b. Hanbel IV, 7.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
294-295.
[97] İbn Kudâme, el-Mugnl, I, 296.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
295-296.
[99] Tirmizî, tahâre 73.
[100] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
297.
[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
297-298.
[102] bk. 4607 numaralı hadis.
[103] el-Haşr (59), 7.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
298-300.
[105] bk. 164. hadis; M.A.Nâzıf, ei-Tftc, I, 106-107.
[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
300-301.
[107] İbn Mâcc, tahâre 85; Tirmizî, tahâre 76, 80.
[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
301-302.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
302-303.
[110] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
303.
[111] Nesaî, tahâre 102; İbn Mâce, tahâre 58; Tirmizi,
tahâre 38.
[112] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
304.
[113] bk. Mübârekfûrî.Tuhfelu'l-ahvezî, I, 168.
[114] bk. Mübârekfûrî.Tuhfelu'l-ahvezî, I, 168.
[115] Nesâî, tahâre 102; tbn Mâce, tahâre 58; Tirmizî,
taftâre 38.
[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
304-305.
[117] Tirmizî, tahâre 38; Nesfiî, tahâre 102; fbn Mâce,
tahâre 58.
[118] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
306.
[119] Ukbe b. Amir b. Abs b. Atnr Ebû Hammâd, cl-Cühcnî:
Meşhur sahftbt, RasûlÛ Ekrem (s.a.»'den bir çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Kendisinden de bir çok sahfibî ve tabiî hadîs naklet m iştir. İbn Abbâs, Ebû
Umflme Cübeyr b. Nüfeyr ve Ebû ldris el-Havlanî bunlardandır. Ebû Said b. Yûnus
der ki: "Ukbe (r.a.) kâri, ferâiz (miras hukuku) alimiydi. Güzel konuşan
bir şâir ve yazardı. Kur'ân'ı Kerîm'i toplayıp bii/ kitap haline
belirenlerdendir..Renurıuniiz
^snıanhn.miKha&adar^vX':«üVi«ahiriini!fihAfınııM> sır'da gördüm. Sonunda
"Bu mushafı Ukbe b. Âmir gibi kendi eliyle .»azdı" ibaresi
vardı." Ukbe (r.a.) Dımask fethini Hz. Ömer'e ileten postacı idi. Pekçok
fetihlerde hazır bulundu. Sıffîn savaşında Hz. Muâviye safında bulundu. Daha
sonra da Hz. Muâ-vtye kendisini Mısır'a emir ta'yin etti. Hicretin 58 senesinde
Mısır'da vefat etti. (Bilgi için bk. tbn Sa'd. Tabakftt, IV, 343,344; Buhârî
et-Tarihu'l-kebfr VI, 430; İbn Ebî Ha-tim d-Cerh ve't-ta'dlt VI, 313;
İbnu'1-Esîr Ü*du'l-ftalw IV, 53; Zehebî, A'ttmB'D-nobea. ir, 467; İbn Ha cer.
Tetazlbu'l-Tehrfb, VII, 242-244; H-lsftbe, VII, 21; Asm Saadet II. 441-444
(Şâmil Yayınlan).
[120] Müslim, tahâre 17; Tirmizî, tahâre 41; Nesâî, tahâre
109.
[121] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
306-308.
[122] bk. Buhftrt, İmân 33.
[123] bk. el-muttakî, Kenz-ül-Ummfil IX, 46, 467, 468.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
308-309.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
310.
[126] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
311.
[127] Concordanceda bu bflb'a numara verilmemiîlir.
[128] Buhârî, vudû' 54; Müslim, tahöre 86; Tirmkî, tahâre
44; Nesât, tahftre 101, İbn Mace, tfihâre 72.
[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
311.
[130] bk. Buhari, vudû 54.
[131] Nevevî, Şerha Müslim
III, 171.
[132] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
311-313.
[133] Müslim, tahâre 86; Tirmizî, tahâre 44; İbn Mâce,
tahârc 72; Nesâî, tahâre 101, Dârimi tahâre 3, 46; Ahmed b. Hanbel III, 132,
133, 154; V 225, 358.
[134] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
313.
[135] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
313-315.
[136] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
315.
[137] Îbn Mâce, tahâre 139.
[138] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
315-316.
[139] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
316-317.
[140] bk. lbn Mâce, tahâre 139.
[141] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
317-318.
[142] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
318-319.
[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
319.
[144] Buharı, vudû 4, 34; büyü, 5; Müslim, hayz 98, 99; tbû
DâvÛd tahâre 67; salât 192; Tirmizî, tahâre 56; Nesâî, tahâre 114^bn
Mâce.'tahâre 74; Ahmed b. Hanbel, H, 330, 410, 414, 435, 471; III, 12, 37, 50,
51, 53, 54, 96.
[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
319.
[146] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
319-321.
[147] Müslim, bayz 9; Tirmizî, tahârc 56; İbn M&ce,
tahâre 74.
[148] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
321.
[149] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
322-323.
[150] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
323.
[151] Nesâî, tahârc 120,121; Tirmiri, tahâre 63; tbn Mfice,
tahâre 69, Ahmed b, Hanbel VI, 62.
[152] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
323.
[153] bk. 712 numarıb hadis.
[154] Noat, tahfire 121; Tİrmitf, tahâre 63. tbn Mftce,
tahâre 6», Ahmed b. Hanbd VI, 2, 10,207.
[155] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
324-326.
[156] el Bakara (2), 140.
[157] Ncsaî, tahâre l2l; Tirmizî, tahâre 63; Ibn
Mâce.'tahâre 69 Ahmcd b. Hanbel VI, 2, 10, 207.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
326-327.
[159] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
327-328.
[160] Mervân b. Hakan: Hicretten iki veya dört sene sonra
dünyaya gelmiştir. Rasûlullah'-tan rivayeti olmamakla beraber sahâbîlerin
büyüklerinden hadis rivayet etmiştir. Kendisi fakîhlerden sayılır. Babası ile
beraber Tâifte ikâmet ediyordu. Hz. Osman, Hakem "in Medîneye dönmesine
izin verince babası ile birlikte Medine'ye geldi. Hz. Âişe'nin safında Cemel,
Hz. Muâviyc'nin safında Sıffîn muharebelerine iştirak etti. Hz. Muâviye
tarafından Medine emirliğine tâyin edildi. Yezid b. Muâviye devrinde,
İbnu'z-Zübeyr, bunları Medine'den çıkanncaya kadar.orada kaldı. Sonra Şam'a
gitti. Muâviye b. Ye-zîd b. Muâviye Ölünceye kadar Şam'da kaldı. Şamlıların bir
kısmı Mervân'a biat ettiler. Hilâfet müddeti altı ay kadardır. H. 65 senesinin
Ramazan ayında vefat etti. (Bilgi için bk. İbn Sa'd TabakJt V, 35; Buhftrî,
et-TârihÛ'l-keMr, VII, 368, fbnu'1-Esîr, Üsdu'l-ftabe, V, 144; et-KftmH IV,
191; Zehebî, Tarih u'l-İslam, III, 70; A'lâmu'n-nubd*, III, 476-479; İbn Hacer,
d-lsâbe, III, 477; Tefcriba't-TehzSb, X, 91; tbnu'1-tmad, Şenratn'z-reheb, I,
73).
[161] Büsra bint Safvfin, Mervân b. Hakem'in teyzesidir.
AbdUlmelik b. Mervan'ın ninesi olur.Abdullah b. Amr, Urve b. Zübeyr, Mervân b.
Hakem ve Sflid b. Müseyyeb kendisinden rivayette bulunmuşlardır. (el-Menbel,
II, 192).
[162] İbn Mflce, tahâre 63, 64; Tirmizî, tahâre 61, 62;
Nesflî, tahâre 117, gusül, 30; Dârimî, vudû 50; Muvattâ, tahâre 58; 60, 62;
Ahmed b. Hanbel II, 223, 333, IV, 22, 23.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
328-329.
[164] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
329-331.
[165] Buradaki şek râvîterden birinden gelmektedir.
[166] Tirmizî tahâre 62; Nesaî, tahâre 118.
[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
331-332.
[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
332-334.
[169] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
334.
[170] Müslim, hayz 97; Tirmizî, salât 142; tbn Mâce, Mesâcid
12; Dârimî, salât 112; Ahmed bjHanbel 11,451, 491, 509; IV, 67, 85, 86, 150,
288, 303, 352, V, 54, 55, 57, 93, 98, 100, 106, 108, 113.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
334-335.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
335-337.
[173] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
337.
[174] İbn Mâce, Zebâih 6.
[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
337-338.
[176] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
338-339.
[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
339.
[178] Âliye: Medîne arazisinin yüksek kısımlarındaki
yerlerdir. Medine'ye en yakın olanı dört mil, en uzak olanı da Necid istikâmetinde
sekiz mil mesafededir.
[179] Müslim, Ztthd 2; Ahmcd b. HanbelJII, 365.
[180] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
339.
[181] Müslim, Zühd 2.
[182] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
339-340.
[183] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
340.
[184] Buharî, vudû’ 30; Müslim, hayz 91; Muvalta, tahftre
19; Ahmed b. Hanbel, 1,267,28!, 366,
11,389.
[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
340-341.
[186] Aslında fakirlik ve zillet dilemek için söylenen bir bedduadır.
Asıl manâsı "Ellerin topraklımın" demektir. Ancak burada levm için
kullanılmıştır. Çünkü RasûtuUah'm misafirle beraber yemek yerken BilâTin namaza
çağırması uygun değildi. Fakat Rasûlullah, Allah'ın daveti olduğu için yemeği
bırakıp namaza gitmiştir.
[187] Ahmed b. Hanbel IV, 252, 255.
[188] Buradaki jüphe IbBu'l-Eabârt ye aittir.
[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
341-342.
[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
342.
[191] İbn Mâcc tahâre 66.
[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
342-343.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
343.
[194] Ahmcd b. Hanbel I, 279* 361; VI, 306, 371, 419.
[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
343-344.
[196] Tirmizî, tahare 59; Dftitmt, tahflre 15; Muvatti
tahare 25.
[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
344.
[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
344-345.
[199] Buhârî, et'ime 53; Müslim, hayz 90; tirmizî, tahâre 41,
38; Nesaî, tahâre 121, 122; Ibn Mâce, tahâre 65; Muvattft, tahâre 22; Ahmed b.
Hanbel 1,264; II, 265, 271, 272,427, 45»* 479, 503, 529; IH, 264, 275; IV, 28,
30, 297, 413; V, 184, 188, 190, 192; VI, 89, 306,319,321,326,328,426,429, Not:
Bu kaynaklardaki hadîsler aynı konuda olmakla beraber, rivayetler farklıdır.
[200] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
345.
[201] Rasûlullah'ın ashabındandır. Efendimizden hadîs
rivayet etmiştir. Mısır'da ikâmet etmiş, Mısırlılar kendisinden hadîs
almışlardır. TaberTnin nakline göre asıl adı Ast idi, RasûtuUah adım deştirerek
Abdullah yaptı. Ahmed b. Muhammed b. Selime bu sa-1 hâbînin ölümünün Mısır'ın
aşağı kısnunda Sıkt e\-Kudur adındaki köyde olduğunu söyler. Mısır'da en son
vefat eden sahâbîdir. Vefatı H. 85 yılında olmuştur. 86, 87,88 rivayetten"
de vardır.
[202] Buradaki şek râvflerden birine aittir.
[203] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
345-347.
[205] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
347.
[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
347.
[207] Nesâî, tahfire
121; Ahmed b. Hanbel, İl, 4S8; iV,30.
[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
347-348.
[209] Ümmü Habîbe Ramle bini Ebî Süfyan Sahr b. Harb:
Rasûlullah'm hanımlarındandır. Babası Ebû Süfyan'dan senelerce önce müslüman
olmuş ve kocası Ubeydullah b. Cahş ile beraber Habeşistan'a hicret etmiştir.
Fakat kocası orada vefat etmiş, Rasûlullah kendisi ile Hicrî altı veya yedi
senesinde evlenmiştir. Bir seferinde Ebû Süfyân Medine'ye gelmiş ve kızı Ummu
Habîbe'nin odasına girmiş, Ummü Habîbe yerdeki yatağı toplıyarak babasını
oturtmamış, Ebû Süfyân: Demek babandan bir döşeği kıskandın?deyince,"Bu,
Rasûlullah'm döşeğidir. Sen hala şirk üzeresin" cevâbını vermiştir. Hz. Âişe'nin
anlattığına göre, Ummu Habîbe öleceğinde Hz. Âişe'yi çağırtmış ve
"Aramızda eşler arasında olan şeyler olmuş olabilir. Hakkını helâl
et" demiş, Hz. Âişe'de hakkını helâl edip onun için duâ etmiştir. Bunun
üzerine Ümmü Habîbe "Sen beni sevindirdin, Allah'da seni sevindirsin"
demiştir. Ümmü Habîbe Hz. Aişe'ye söylediğinin aynısını Ümmü Seleme'ye de
söylemşitir. H. 44 yılında Medine'de vefat etmiştir. Rasûlullah'tan 65 hadîs
rivayet etmiştir .Bunlardan ikisinde Buhârî ve Müslim ittifak etmişlerdir.
(Geniş bilgi için, bk. İbn Sa'd Tabaka t, VIII, 96-100; lbnu'1-Esir,
Usdu'l-gabc, VII, 110; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II, 218-233; İbn Hacer,
el-tsabe, IV; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 419; tbnu'1-Imad, ŞezerAtu'z-zelıeb, I,
54.)
[210] Şüphe râvîlerden birine aittir.
[211] Ahmed b. Hanbel, VI, 326.
[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
348-349.
[213] bk. Şerfau Meâni'l-Âsâr I, 64, 65.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
349-350.
[215] Buhârî, vudÛ' 52, eşribe 12; Müslim, hayz 95; Tirmizî,
tahâre 66; Nesaî, tahâre 124; İbn Mâce, tahâre 68; Ahmed b. Hanbel, I, 223,
227, 329, 337, 373.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
351.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
351.
[218] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[219] Bu ifâdeden maksat, Mûtî b. Râşid'in güvenilir bir
râvî olduğuna işaret etmektir.
[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
352.
[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
352.
[222] Zâtürrikâ Gazve» hicretin 4, senesinde yapılmıştır.
Buhârî'nin haberine göre bu gazve Hâyber'in fethinden sonradır. Oradaki bir
ağaçtan dolayı b,u ad verilmiştir. Kendisinde beyaz, siyah ve kırmızılık olan
bir dağdan dolayı bu adın verildiği de söylenmektedir. Bir başka görüşe göre de
Ashabın ayaklan delinmiş ve ayaklarına bezler bağlamışlar, bu yüzden bu isim
verilmiştir. Buhar! ve Müslim'in Ebû Mûsâ el-Eş'ari'den naklettikleri habere
en uygun görüş budur.
[223] Muhacirlerden olan Ammâr b. Yâsir, Ensâr'dan olan da
Abbâd b. Beşîr veya imâra b. Hazm'dı.
[224] Bazı nüshalarda ( ) "arkadaşım uyandırdı"
şeklindedir.
[225] Beyhâkî'nin ifâdesine göre bu sûre Kehf Süresidir.
[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
353-354.
[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
354-346.
[228] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
356-357.
[229] Rasûlullah'ın meşgul olduğu şey Taberânî'nin tasrîhine
göre ordunun hazırlanmasıdır.
[230] Buhârî, mevâkît 24; Müslim.mesâcid 221, 225; Ahmed b.
Hanbel, II, 88, 126.
[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
357-358.
[232] el-Mâide (5), 6.
[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
358-360.
[234] Sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
360-361.
[236] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
361-362.
[237] Şüphe râvîlerdeiTbirine aittir.
[238] Buhârî, ezan 27; Müslim, hayz 126.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
362.
[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
362-363.
[241] Tirmizi, tahârtf 57.
[242] Siyaktan buradaki ( JU ) nin failinin tbn Abbâs olması gerekir.
Ancak Bcyhâki, Ebû Davud'un ibaresini nakletmiş ve ( ) "terime dedr demiştir. Her halde
eldeki nüshalarda "İlerine" kelimesi düşmüş olacaktır, (bk.
AvmTI-ma'bud, 1,344).
[243] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
363-364.
[244] Üslûb-u hakîm; Muhatabın, sorusuna beklediğinden başka
bir cevap almasıdır. Bu, sözü ya kastettiğinden başka bir mânâya çelçmek veya sorusunu
terkedip sormadığı bir soruya cevap vermek suretiyle olur. Cevap verenin böyle
davranmasından maksat, soru soranın adında bu soruyu sorması ya da bu manâyı
kasdetmesi gerektiğine işaret etmektir.
[245] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
365.
[246] Bu bölümün tefsirinde sarihler şu açıklamayı
yapmışlardır:
Hadis, RasÛlullah'tan
abdest bozucu herhangi bir şeyin kendisinden çıkmadığı anlamında değildir.
Kendisinin ( ) her halinde (uyku, uyanık halinde) kontrolü dışında abdesti
bozucu herhangi bir şeyin çıkmasında mahfuz (korunmuş) olduğu anlaimndadır. ( )
"Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz" ifâdeleri Hz. Peygambere
mahsus olmayıp başka bir hadîste ifâde edildiği gibi bütün peygamberlerin ortak
özelliklerindendir.Hz. Peygamber (s.a.) uyku halinde de kendisine vahiy gelir
ve bunu olduğu gibi zabt ederdi. Kalbinin uyumaması hadesle ilgilidir. Vftdfde
uyuyup namazının kazaya kalması, bazı hususlarda kalbinin de uyuduğuna işaret
eder. Fakat İmam Nevevî: "Sabah namazının kazaya kalması olayı, kalple
değil, gözle ilgili olan meselelerdendir. Ama hadesle ilgili meselelerin zuhuru
yalnız kaible ilgilidir" demektedir.
[247] Ibn Mâce tahâre 62; Dârimî, vudü' 48; Ahmed b. Hanbel
IV, 97.
[248] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
365-366.
[249] 199. hadîsin şerhine bk.
[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
366.
[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
366.
[252] Bazı nushalarda"(
) ayağıyla" kelimesi yoktur.
[253] Tırmızî, tahâre 109; İbn Mâce İkâme 67.
[254] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
367.
[255] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
367-368.
[256] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
368.
[257] Ebû Dâvûd salât 187; TinnızS, radâ' 12.
[258] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
369.
[259] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
369-370.
[260] Hz. Ali'nin hikâye yoluyla "Ben mezîsi çok olan
biriydim" demesi, ya sonradan bu halin geçtiğine delâlet eder veya
"Allah alîm ve hakimdir" âyetinde olduğu gibidir. Hz. Ali den mezî
gelmesi devamlıydı. (Ibn Reslan).
[261] Buradaki şek râvîlerden birine aittir.
[262] Nesaî, tahâre 129; Ahmed b. Hanbel.I, 109, 125.
[263] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
370-371.
[264] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
371-373.
[265] Nesâî, tahâre 111, İbn Mâce, tahâre 70; Muvatta,
tahâre 53; Ahmed b. Hanbel, VI , 4.
[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
373.
[267] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
373.
[268] Ahmed b. Hanbel, I, 124, 126, 145.
[269] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
374.
[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
374-375.
[271] Sehl b. Huneyb b. Vâhib b. Akîm b. Sa'lebe el-Ensârf
el-Evsî el-Medenî Ebû Sabit veya Ebû Abdillah. Bedir ve diğer gazvelere iştirak
etmiştir. Uhud savaşında müslümanlar dağıldığı zaman yerinden ayrılmamış,
ölünceye kadar Rasûlullah'ı korumak üzere bîat etmiştir. O gün Rasûlullah'a
atılan okları def etmişti. Cemel Vak'ası'ndan sonra Hz. Ali Basra'ya vali tâyin
etmiş, sonra da Hz. Ali ile birlikte Sıffîn Muharebesi'ne iştirak etmiştir.
Rasûlullah'ın onu Hz. Ali ile kardeş yaptığı söylenir. Rasülullah'dan kırk hadîs
rivayet etmiştir. Bunların dördünde Buhârî ve Müslim ittifak .etmiştir. Müslim
ayrıca iki hadîsini rivayet etmiştir. (Bilgi için bk. ibn'Sa'd, Tabakât, VI,
15; Buhârî, et-Târîhu'l kebîr, IV, 97; IbnuM-Esîr, Üsdu'1-ğabe, II, 470;
Zehebî, A'lâmu'n-nuhelâ, II, 325-329; Ibn Hacer el-İsâbe, II, 87,
Tehzibu't-Tehzîb, IV, 251; Asr-ı Saadet, III, 436-437.)
[272] Tirmizî, tahâre 84; Ibn Mâce, tahâre 70.
[273] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
375-376.
[274] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
376-377.
[275] Abdullah b. Sa'd el-Ensârî'nin hem Kureyşli hem de Ezdli
olduğu söylenir. Haram b. Hakîm'in amcasıdır. Şam'da bir sure katmıştır.
Kendisinden Haram ve Hâlid b. Mî'-dân hadîs rivayet etmiştir. Ebû Hatim ve tbn
Hıbbân, kendisinden bundan başka hadîs rivayet edilmediğini söylerler. (Bilgi
İçin bk. Îbnu'1-Esir, Üsdu'î-ğabe, III, 258;îbn Ha-cer, el-İsâbe, II, 318).
[276] Ahmed b. Hanbel, I, 145; IV, 342.
[277] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
377-378.
[278] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
378.
[279] Ahmed b. Hanbel, I, 14.
[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
378-379.
[281] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
379-380.
[282] Kütüb-ü Sitte arasında yalnız Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
[283] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
380.
[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
380.
[285] Übeyy b. Ka'b b. Kays. Kurrânın efendisidir. İkinci
Akabe Bîâtında hazır bulunmuş, Bedir ve bir çok savaşa katılmıştır. Rasûlullah
onu ilimle müjdelemiştir. Hâkim'in, Müs-tedrek'te rivayetine göre Rasûlullah
kendisine, Kur'ân-ı Kerimdeki en efdal âyetin hangisi olduğunu sormuş o da
Âyetü'l-Kürsî olduğunu söylemiş, bunun üzerine Efendimiz onu tebrik etmiştir.
Ubeyy, fetva ehlindendir. Efendimiz onu "Ensârın efendisi" diye
isimlendirmiştir. Sonraları "Müslümanların efendisi" unvanım
kazanmıştır. Efendimiz, onu, Saîd b. Zeyd ve Amr b. Nevfel'le kardeş yapmıştır.
Rasûlullah'm ilk kâtibidir. Ashâb'ın büyükleri kendisinden rivayette
bulunmuşlardır. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında H. 30 yılında vefat etmiştir.
(Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakât.III, 59; Buhârî, et-Tarîhu'1-Kebir II, 39-40;
tbn Ebî Hatim el-Cerh ve'Ma'dÜ, II, 290; Ebû Nuaym, HHyefu'l-evliyâ, I,
250-256; tbnu'I-Esîr, Usdu'l-ğâbe, I, 61; Zehebî, TezkiretıTl-huffâz, 1,16;
A'lâmıı'n-nııbelâ, I, 389-402; İbn Hacer el-İsâbe, I, 26, Tehzîbu't-Tehzîb, I,
187; ibnu'Mmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I,
32-33, Ansârî, Asr-ı Sasdet, III, 210-230.).
[286] ibn Mâce tahâre İH, Tirmizî, tahâre 81; Ahmed b.
Hanbel, V, 115, 116.
[287] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
381.
[288] A. Davudoğlu, Selâmet Yollan I, 145-146.
[289] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
381-383.
[290] Ahmed b. Hanbel, V, 115, 116.
[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
383.
[292] Buhârî Gusl 28, Müslim, hayz 88; Tirmizî, Tahâre 80;
Nesâî, tahâre 128; îbn Mâce, tahâre 111; Dârimî, Vudû 75; Muvattâ, tahâre 71,
73, 75; Ahmed b. Hanbel II, 178,
V, 115, VI, 47, 97, 112,123, 135, 161, 227, 239, 265.
[293] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
383-384.
[294] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
384-385.
[295] Müslim, hayz 81; Tirmizî, tahâre 81; Nesâî, tahâre
131; ibn Mâce, tahâre 110; Dârimî, vudû 74; Ahmed b. Hanbel, III, 29, 36; V,
115, 116, 416, 421.
[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
385-386.
[297] Müslim, hayz 21.
[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
386.
[299] Buhârî, Nikâh 102; Nesâî, tahâre 169; İbn Mâce, tahâre
102; Dârîftıî, Vudû' 71; Ah-med b. Hanbel VI, 8, 9, 391.
[300] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
386-387.
[301] A. Davudoğlu, Sahihi Müslim Terecine ve Şerhi II,
1008, 1009.
[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
387-389.
[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
389.
[304] Ebû Râfi', Rasûlullah (s.a.)m azattadır. Adının
ibrahim, Eşlem veya Sabit olduğu söylenir. Önce, Hz. Peygamber'in amcası Hz.
Abbâs'ın kölesi idi. Hz. Abbâs RasÛIullah'a hîbe etti. Ebû Râfî', Abbâs'ın
müslüman oluşunu müjdeleyince Efendimiz kendisini âzad etti. Bedir Gazvesİ'nden
evvel müslüman olduğu halde ona iştirak etmemiş, Uhud ve sonraki savaşlara
katılmıştır. Rasûlullah'tan ve Abdullah b. Mes'ud'dan rivayette bulunmuştur.
Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında vefat etmiştir. (Bilgi, için bk. Ibn Sa'd,
Ta-bakâl IV, 73-75; Ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dü, II, 149; lbnu'1-Esîr,
Üsdu'1-ğabe, I, 52; Zehebî, A'lâınu'n-nubelâ, II, 16-17; tbn Hacer, el-tsâbe,
IV, 67; TchzîbıTt-Tehzîb, XII, 92-93.).
[305] Ibn Mâce, Tahâre 102; Ahmed b. Hanbel, VI, 8, 10, 39.
[306] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
389-390.
[307] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
390-391.
[308] Müslim, hayz 27; Tirmizî, tahâre 107; İbn Mâce, tahâre
100.
[309] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
391.
[310] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
391.
[311] Buhârî, gusül 13, 27; Müslim, hayz 25; Nesaî, tahâre
129,166; Muvattâ;, tahâre 76; Ah-med b. Hanbel 11,46, 64.
[312] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
392.
[313] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
392-393.
[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
393.
[315] Buhârî, gusl 27; Müslim, hayz 21, 22; Nesâî, tahâre
162, 165; İbn Mâceh, tahâre 99; Muvatta', tahâre 78; Ahmed b. Hanbel, VI, 26,
85, 91, 102, 103, 119, 143, 191, 192, 200, 260, 279.
[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
394.
[317] Bu açıklama ravîlerden birisine aittir.
[318] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
394-395.
[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
395.
[320] 222 nolu hadîsteki kaynaklar.
[321] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
395-396.
[322] Tirmizî, cum'a 78.
[323] Müellifin bu ilâveyi yapmaktan maksadı, hadîsin
muhkatı' olduğuna işaret etmektir. Her ne kadar bu za'f alâmeti ise de, abdest
almanın mustehap oluşuna işaret eden hadîsler, bu hadîsi takviye etmektedir.
[324] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
396-397.
[325] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
397.
[326] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
397.
[327] Rasûlullah (a.s.) devrini idrâk etmiştir.
Ancak,Rasûlullah'la görüşüp görüşmediği ihtilaflıdır. "Bazı şeyleri
unuttum fakat Rasûlullah'ı namazda sağ elini sol eli üzerine koymuş halde
gördüğümü unutmadım" dediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer, Bilâl, Ebû Zer,
Ebu'd-Derdâ ve Hz. Âİşe'den rivayetleri vardır. Aclî, îbn Sa'd ve Dârakutnî onu
"güvenilir" olmakla vasıflandırmışlardır.Mervân b. Hakem'in hilâfeti
zamanında vefat etmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâî ve Îbn Mâce kendisinden hadîs
rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk: tbnu'1-Esîr, Üsdu'1-gâbc, IV, 340; tbn
Hacer, el-tsâbe, W, 186-187).
[328] Nesâî, tahâre 140, 141, gusl b; Ahmed b. Hanbel.Vl,
47.
[329] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
397-398.
[330] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
398-399.
[331] EbûDâvüd, libâs 129; Nesaî, tahâre 167, hayl 11;
Dârimî istîzân 34; Ahmed b. Hanbel, I, 80, 83, 107, 139, 150.
[332] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
399-400.
[333] Kâmil Mîras, Tecrîd Tercemesi, VI, 421, (Ankara 1969).
[334] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
400-403.
[335] Tirmizî, tahâre 87; Ahmed b. Hanbel.VI, 146, 171.
[336] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
403-404.
[337] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
404-405.
[338] Nesaî, tahâre 170; İbn Mace, tahâre 105; Ahmed b.
Hanbel, I, 84, 107, 124.
[339] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
405.
[340] el-Vâkıa (56), 79, 80.
[341] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
406-407.
[342] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
407.
[343] Buhârî, gusl 23, 24, Cenâiz 8; Müslim, Hayz 115,116;
Tirmizî, talıâre 89: Nesaî, tahâre 171; İbn Mâce, tahâre 80: Ahmed b. HanbeMI,
235, 382, 371, 5,384, 402.
[344] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
407-408.
[345] Hadisin anlamı şöyledir: Kendisi cünup iken Rasûlullah
(s.a.v.) ile karşılaştı. Ondan uzaklaşıp (gitti ve) yıkandı. Daha sonra gelip
şöyle dedi: "Ben cünup idim" (Rasûlullah Efendimiz.) "Muhakkak
mûslûman necis olmaz" buyurdu.
[346] et-Tevbe 9, 28.
[347] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
408-409.
[348] Buhârî, gusl 23; Tırmızî, tahâre 89; Ahmed b. Hanbel,
II, 471.
[349] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
409-410.
[350] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
410.
[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
411.
[352] İbn Mâce, tahâre 126.
[353] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
411-412.
[354] en-Nısâ (4), 43.
[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
412-414.
[356] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
414.
[357] Ebû Bekre; adı Nüfey', babasının adı Hâris'tır. Tâıf
kalesinden bir makara ile atlayıp Rasûlullah'a geldiği için bu isilme
anılmıştır. Bu zata, bu künyeyi bizzat Efendimiz vermiş ve azâd etmiştir. Rasûlullah'tan
132 hadis rivayet etmiştir. Bunların sekizini hem Bu-hârî hem de Müslim
müştereken, beşer tanesini de ayrı ayrı rivayet etmişlerdir. H. 5) senesinde
Basra'da vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Îbn Sa'd, Tabakât, VII, 15; Ibn Ebî
Hatim, el-Cerh ve't-ta'dfl, VIII, 489; tbnu'l-Kayserânî, el-Cem' beyne
ricâli's-sahîhayn, II, 533; fbnu'1-Esîr, Üsdu'1-gâbe, V, 354; Zehebî,
A'lamu'n-nubelâ, III, 5-10; tbn Ha-cer, el-tsâbe, III, 571, 572;
Tehzîbu't-Tehzîb, X, 469; Ibnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb, I, 58).
[358] Buhârî, vudu' 34; gusl 17; mevâkît 24; ezan 25;
temennî9; Müslim, hayz 83; mesacıd 225; Nesâî, mevâkît 20; Îbn Mâce, tahâre 83,
110; İkâme 137; Ahmed b. Hanbel, I, 88, 99, 366; II, 448, 518; III, 21, 26; V,
41, 45, 69, 359, VI, 99, 102, 111, \M, 182, 190, 221, 262.
[359] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
415.
[360] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
415-418.
[361] Ahmed b. Hanbel, V, 41.
[362] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
418-420.
[363] Hadis-i şerif dört ayrı yoldan gelmiştir. Bunlardan
Ibn Harb ile Ayyâş'ın rivayetleri arasında işaret edilen bu fark vardır.
[364] bk. 233. hadisin kaynakları.
[365] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
420-421.
[366] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
421-422.
[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
422.
[368] Ümmü Süleym, Ens^rdan Milhân b. Zeyd'ın kızıdır.
Efendimizin hizmetçisi, Enes'in annesidir. İsmi hakkında ihtilâf edilmiştir.
Kimi Sehle, kimi Remıle, kimi de Muleyke olduğunu söylemiştir. Daha çok künyesi
olan Ümmu Süleym diye meşhur olmuştur. Câhiliye devrinde Mâlik b. Nadr ile
evlenmiş ve ondan Enes (r.a.) dünyaya gelmiştir. Bu hanım, Ensârdan, İslama ilk
girenlerdendir. Kocası buna kızarak Şam'a gitmiş ve orada ^ş. Ümmü Süleym de
Ebû Talha ile evlenmiştir. Ahmed b. h^ : **"i*ijn Enes b. Mâlik'ten
rivayetine göre: Ebû Talha henüz müsiüman olmadan Ummü Suîeym'Ie evlenmek
istemiş, bunun üzerine Ümmü Süleym "Ya Ebâ Talha sen taptığın ilahının
arzın bir bitkisi olduğunu bilmiyor musun?" demiş Ebû Talha da "Evet
bilmiyorum" cevabını vermiş. Bunun üzerine "Bir ağaca tapmaktan
utanmıyor musun? Eğer Müslüman olursan senden başka bir mehir istemem"
demiştir. Ebû Talha "Biraz düşüneyim" deyip gitmiş ve Kelime-i Şehadet
getirerek geri dönmüş. Bunun üzerine Ümmu Süleym oğluna "Ya Encs beni
evlendir" demiş, o da evlendirmiş-tir. Rasûlullahla birlikte bazs
gazvelere iştirak etmiştir. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî kendisinden
hadis rivayet etmişlerdir. (Bilgi için bk. Îbn Sa'd, Tabakat VIII, 424; îbn Ebı
Hatim, eE-Certı ve't-ta'dîl, IX, 464; tbnıfl-Esîr, Üsdu'l-ğfihe, VII, 345;
Zehebî.-A'lfinıu'D-nubelâ, II, 304-311; tbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 471).
[369] TirmM, tahâre 82; Dârimî, vudu'76; Ahmed b. Hanbel VI,
256, 377.
[370] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
423.
[371] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
424-425.
[372] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
425.
[373] Buhârî, gusl 22; Müslim, hayz 29, 30; Nesâı, tahâre
130; tbn Mâce, tahâre 107; Tirmi-zî, tahâre 90; Ahmed b. Hanbel, II, 90; III,
199, 282; VI, 306.
[374] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
425-426.
[375] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
427-428.
[376] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
428.
[377] bk. Buhârî, gusl 2; Müslîm, hayz 40, 41; Nesâî, tahâre
143, 144; Gusl 8; Dârimî, vudû' 68; Muvattâ', tahâre 68; Ahmed b. Hanbel, VI,
37, 199.
[378] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
428-429.
[379] Tecrid-i Sarih Tercemesi I, 205.
[380] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
429-430.
[381] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
431.
[382] Cübeyr b. Mut'im Kureyş'in büyüklerindendir. Ensâb
ilmini çok iyi bilirdi. Bedir'de esir edilen kureyşlileri kurtarmak maksadıyla
Medine'ye gelmiş ve Rasûlullah (s.a.)ın okuduğu Kur'ân-ı Kerim'i dinlemişti. Bu
gönlünde İslama karşı bir yakınlığın doğmasına sebeb olmuştur. Cübeyr, Hayber
Savaşı olduğu sene müslüman olmuştur. Mekke'nin fethi senesinde İslama girdiğini
söyleyenler de vardır. Rasûlullah'tan 60 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan 6'sı
Buhârî ve Müslim'de müşterek olarak mevcuttur. H. 57 veya 59 senesinde
Medine'de vefat etmiştir. (Bilgi için bk. Buhârî el-Tarîhu'l-kebir, II, 223;
İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dît, II, 512; tbnu'I-Kayserânî, el-Cem' beyne
ricâli's-sahîhayn, I, 76; lbnu'1-Esîr, Usdu'l-ğâbe I, 323; Zehebî
A'lâmu'nmıbelâ, III, 95-99; İbn Hacer, el-tsâbe, I, 225; Tehzîbu't-Tehzîb, II,
63; Ibnu'i-İmad Şezerâtu'z-zeheb, I, 64.).
[383] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
431-432.
[384] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
432.
[385] Ahmed Naîm Efendi hadis-i şerifteki (k-j1^)
kelimesini, Kâmûs tercemesine istinaden "külek" şeklinde terceme
etmiştir. Kâmûs'ta "el-hiiâb" kelimesi İçin: "Sut sağacak kaba
denir ki, külek ve susak tabir olunur" diyor. Ahmed Naım Ebû Avâne'nın Ebû
Âsim en-Nebîl'den naklen bu kabın, uzunluğunun ve genişliğinin bir karıştan az
olduğunu, Beyhakî'nin de sekiz rıtıl su alan bir testi olarak takdir ettiğini
kayd etmektedir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, I, 207).
[386] bk. Buhârî, gusl 6; savm 65; buyu' 98; Müslim, hayz
39; mesâcîd 229; sıyâm 110; buyu' 23; Nesâî, gusl 19; Ahmed b. Hanbel, I, 321,
346, 367; II, 19, 116, 375.
[387] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
432-433.
[388] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
433.
[389] bk. Nesâî, tahâre 149; Ibn Mâce, tahâre 94; Dârimî,
vudû' 115; Ahmed b. Hanbel, VI, 188.
[390] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
433-434.
[391] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
434.
[392] Buradaki şüphe râvilerden birisindendir.
[393] Ahmed b. Hanbel, I, 183; IV, 188.
[394] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
435-436.
[395] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
436.
[396] bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 102, 227.
[397] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
436-437.
[398] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
437.
[399] Hadisi sadece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
[400] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
437-438.
[401] Meymûne binti'l-Hâris.RasûluIIah'ın hammlarındandır.
Rasûlullah (s.a.) onunla hicretin altıncı senesinde evlenmiştir. Kendisinden
46 hadis rivayet edilmiştir. Bunların yedisinde Buhârî ve Müslim ittifak
etmiştir. Ayrıca Buhârî'de bir, Müslim'de de beş hadisi vardır. H. 51 de vefat
etmiş ve namazını tbn Abbâs (aldırmıştır. (Bilgi için bk. İbn Sa'd, Tabakâl
VIII, 132-140; tbnu'1-Esîr, Üsdu'I-ğâbe, VII, 272; Zehebî, A'lâmu'n-nubelâ, II,
238-245; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 411-413; Tehzîbu't-Tehzîb, XII, 452;
îbnu'1-tmâd, ŞezerfituVzeheb, I, 12, 58).
[402] Buhârî, gusl 8, 11, 18, 21; Nesâî, Gusl 22; Ahmed b.
Hanbel, VI, 335.
[403] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
438-439.
[404] İbn Mâce, tahâre 59.
[405] Tirmizî, tahâre 40.
[406] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
439-441.
[407] Ahmed b. Hanbel, I, 307.
[408] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
441-442.
[409] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
442-443.
[410] bk. Buhârî, salat 1; enbiya 5; Müslim İman 259, ?63,
Tirmizî, mevâkıt 45; Nesâî, salat 1; İbn Mace Likâme 194; Ahmed b. Hanbel, IH,
149; V, 144.
[411] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
443-446.
[412] Tırmızî, tahâre 78; İbn Mâce, tahâre 106.
[413] Tırmizî: "Haris b. Vecih'in hadisi
garibtir"; Şâfıî, "Bu hadis sabit değildir"; Beyhakî, "Bunu
ehl-i ilim inkâr etmiştir" der.Dârakutnî İlel'inde: "Malik b. Dinar
Hasen'den mursel olarak, Ebânü'l-Attar Kata-de tarikiyle Hasen'den o da Ebû
Hureyre'den rivayet ettiklerini" söylemektedir.
[414] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
446.
[415] Müslim, hayz 58; Tirmizî, tahâre 77; Nesaî, tahâre
149; tbn Mâce, tahâre 108; Dârimî, vudû 115; Ahmed b. Hanbel, VI, 289, 315.
[416] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
446-448.
[417] İbn Mâce, tahâre 106. Ahmed b. Hanbel, I, 94, 101,
133.
[418] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
448.
[419] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
448-449.
[420] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
449.
[421] Benzer rivayetler için bk. Tirmizi, tahâre 79; Nesâî,
tahâre 159; Gusl 24; tbn Mâce, ta-hâre 96; Ahmed b. Hanbel, VI, 68, 192, 253,
258.
[422] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
449.
[423] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/
450.
[424] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 450-451.
[425] Tirmizi, tahâre 77; Nesâi, tahâre 149; lbn Mâce,
tahâre 108.
[426] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 451-452.
[427] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 452-453.
[428] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 453-454.
[429] bk. Buhârî, gusl 19.
[430] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 454.
[431] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 454.
[432] bk. Ahmed b. Hanbel, VE, 79, 138.
[433] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 454-455.
[434] Hitmî: sabun yerine kullanılan bir bitkidir.
[435] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 455.
[436] Şureyh tabiûndandır. Muâviye b. Ebî Süfyân, Ebü Zerr
el-Ğifârî, Ebû Ümâme, Ebu'd-Derdâ ve diğer bazı sahâbilerdcn hadis rivayet
etmiştir. (el-Menhel, III 32).
[437] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 455-456.
[438] bk. Hİdiye-, 1,16; Fethu'l-Kadİr I, 50; İbn Âbidin
1,153-154; Tahtâvîf Haşiyetü MenOu'I-Fdfth, 82; Zeylaî Tebytnti'l-Hafcftlk 1,
14-15.
[439] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 456.
[440] Bu hadisi bu lafızlarla sadece Ebû Dâvûd rivayet
etrtıiştir. Benzer bir rivayet için bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 78.
[441] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 456-457.
[442] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 457-458.
[443] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 458.
[444] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 458.
[445] Bakara; (2) 222.
[446] Useyd b. Hudayr b. Simak b, Atîk e!-Ensârî el-Eşhelî:
Künyesi Ebû Yahya'dır, tslâm'ı ilk kabul edenlerdendir. Mus'ab b. Umeyr
vasıtası ile muslüman olmuş ve ikinci Akabe Biatında bulunmuştur. Bedir
savaşında bulunup,bulunmadığı ihtilaflıdır. RasüluHah kendisini Zeyd b. Harise
ile kardeş yapmıştı. Uhud savaşına katılmış ve yedi yerinden yara almıştır.
Buhârî'nin Tarih'inde haber verdiğine göre öldüğünde dört bin dirhem borcu
vardı. Alacaklılara verilmek üzere arazisi satıldı. Hz. Ömer (r.a.): "Ben
kardeşimin çocuklarını eli boş, fakir bırakmam!" dedi ve araziyi geri
verdi. Dört senelik meyvesini dört bin dirheme alacaklılara sattı. H. 20 veya
21'de vefat etti. (Bilgi için bk. Buhârî, et-Tarihu'l-kebir, II, 47;
İbnu'1-Esir, Üsdu'l-gâbe, I, 111-113; Zehebî, A'l&mu'n-njibeîâ, I, 340-343;
İbn Hacer, el-tsâbe, I, 49; Tehzîbu't-Tehzîb I, 347; tbnu'1-tmâd,
Şezerâtu'z-zeheb, I, 31; el-Ensârî, Asr-ı Saadet, III, 297-303 (Şamil Yayını)).
[447] Abbâd b. Bİşr b. Vakş el-Ensârî el-Eşhelî. Mus'ab b.
Umeyr vasıtasıyla Medine'de müs-lüman olmuştur. ResûluUah'm yaptığı bütün
savaşlara katılmıştır. Kırk beş yaşında İken Yemâme savaşında şehid olmuştur.
Resûlullah kendisini Ebû Huzeyfe b. Utbe ile kardeş yapmıştır. (Bilgi için bk.
tbn EbîHatîm el-Certı ve'Ma'dil, VI, 77; lbnu'1-Esîr, Üsdü'l-gâbe, III, 150;
Zehebî A'lâmu'n-nubelfi, I, 337-340; tbn Hacer, el-tsâbe, II, 363).
[448] Ebû Dâvûd, nikâh 46; Tirmizî, tefsiru sure (2) 24;
Nesâi, hayz 8; Dârimî, vudu 107; Ahmed b. Hanbel I, 419, 421, 452, VI, 150.
[449] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 459-461.
[450] es-Subki, el-Menhel, III, 36.
[451] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 461.
[452] Müslim, hayz 14; Nesâî, tahâre 55; miyah 9; İbn Mâce,
tahâre 125; Ahmed b. Hanbel, VI. 127, 210.
[453] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 462.
[454] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 462-463.
[455] Buhârî, hayz3; Müslim, hayz 15; Nesâî, tahâre 173,
174;hayz 16, 19; tbn Mâce, tahâre 160; Ahmed b. Hanbel, VI. 69, 331, 334.
[456] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 463-464.
[457] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 464.
[458] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 464.
[459] Müslim, hayz 11-13; Tırmizî, tahâre 101; Nesâî, tahâre
176; hayz 18; Dârimî, vudû 108; Ahmed b. Hanbel, II, 70.
[460] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 465.
[461] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 465-466.
[462] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 466.
[463] Muâze bint-i Abdillah el-Adeviyye el-Basriyye
ÜmmüVsahbâ: İbn Maîn kendisinin güvenilir olduğunu söyler. Zehebî, bu kadının
geceleri ihya ettiğini ve "kabirlerdeki uykunun uzunluğunu bilip de bu
dünyada uyuyan göze hayret ederim" dediğini haber verir. Hz. Âişe, Hz. Ali
ve Hişâm b. Âmir'den hadis rivayet etmiştir. H. 83 senesinde vefat etmiştir.
[464] Harûrâ: Kûfe'ye iki mil uzaklıktaki bir köyün adıdır-
Haricîlerin toplandıkları ilk yerdir. Bu yüzden Haricîlere bu köye nisbetle
Harûrî de denilir. Haricîler Sıffîn Savaşından sonraki hakem olayında önce Hz.
Ali'yi hakem tayinine zorladıkları halde daha sonra hakem işine razı olup Ebû
Mûsâ el-Eş'arî'yi hakem tayin ettiği için karşı çıkmışlar, hatta onu küfürle
İtham etmişlerdir. Bunun için Hâriciler diye meşhur olmuşlardır. Sayılan 8 bin
(veya 12 bin) kadardır. Başlarında Abdullah b. el-Kevvâ adında birisi vardı.
Hz. AIİ bunlara Abdullah b. Abbâs'ı göndermiş, Abdullah'ın konuşmaları sonucu
iki bini geri dönmüş, gerisi fikirlerinde ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Hz.
Ali bunlara harp açmıştır.
Haricîler görüşlerini
müdafaa bakımından İslâm mezheplerinin en katı, kızıp şiddetlenme bakımından
en şiddetli olanıdır. "El-hukmü IHlah Hüküm ancak Allah'ındır."
sözünü kendilerine düstur edinmişlerdir.
Haricîler Ezârıka,
Necedât, Sufriye, Acâride, İbâdiye, Yezîdiye, Meymûniyye vs. adındaki fırkalara
ayrılmışlardır. Bunlardan son ikisi İslâm dini çerçevesinin dışında mütalaa
edilir.
Haricî fırkalarının
bazı müşterek görüşleri şunlardır:
1. Halife, herhangi bir
fırka veya gurup tarafından değil, bütün müslümanlarm iştirak edeceği bir
seçimle seçilebilir.
2. Arap ailelerinden
hiç biri halife kendi ailesinden olduğu için bir imtiyaz kazanamaz.
3. Necedat fırkasına
göre, insanlar kendi aralarında birlik ve beraberliği kurabilirlerse, halifeye
muhtaç değildirler.
4. Günahlar arasında hiçbir fark gözetmezler. Günah İşleyen bir kimsenin
dinden çıkıp kâfir olduğuna hükmedilir.
5. Kur'ân'da bulunan emirleri
kabul ederler; Hadiste bulunup Kur'ânda bulunmayan emirleri reddederler.
(Bilgi için bk. Abdulkâhir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar <trc.
E,R. Fığlalı), s. 66-100, tslâm Esasları (ter. S. Yeprem), S. 73-92, İstanbul
1981).
[465] Buhârî, hayz 20; Müslim, Hayz68; Nesâî, hayz7; siyam
64; İbn Mâce, Tahâre 119;Dâ-rimî, vudû' 102; Ahmed b. Hanbel, VI, 32, 94, 97,
120, 143, 185, 231.
[466] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 467-468.
[467] Müslim, hayz
69.
[468] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 468-469.
[469] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 469.