32. SAÇI TARAYIP DÜZENLEMEK.. 3

2. Güzel Koku Müstehaptır?. 4

3. Saçı Düzeltmek. 4

4. Kadınların Kına Yakmaları. 5

5. Saça Saç Ulatmak. 6

6. İkram Edilen Güzel Kokuyu Kabul Etmemek (Caiz Değildir). 8

7. Dışarıya Çıkmak İçin Esans Sürünen Kadın Hakkında (Varid Olan) Hadisler. 9

8. Erkeklerin Halûk Kullanması. 10

9- Saç Konusunda Varid Olan Hadisler. 13

10. Saçın Ayrılması Konusundaki Hadisler. 14

11. Cümmeyi Uzatmak. 16

12. Erkeğin Saçını Örmesi. 16

13. Başı Tıraş Etmek. 17

14. Zülüf Bırakmak. 17

15. Çocukta Zülüf Bırakmaya Ruhsat. 19

16. Bıyığı Almak (Kısaltmak). 20

17. Beyaz Kılları Yolmak. 22

18. (Saçı Sakalı) Boyamak. 23

19. Sarıya Boyanmak. 27

20. (Saçı Sakalı) Siyaha Boyamak. 28

21. Fil Dişinden de Yararlanmak. 29

 

 

 


32. SAÇI TARAYIP DÜZENLEMEK

 

4159... Abdullah b. Muğaffel şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a) (sık sık) saç taramayı nehyyetti ancak gün aşırı olanı müstesna.[1]

 

Açıklama

 

"Gün aşın" diye tercüme ettiğimiz (ğıbben) kelimesinin mânâsı konusunda değişik şeyler söy­lenmiştir. Nihâye'de bu kelimenin. "Günler sonra ziyarete gelme': mana­sında olduğu ifâde edilir. Hasen: "Haftada bir defa taranma" olduğunu söyler. Ahmed b. Hanbel ise, "Gün aşırı taranmak" der. Bazı alimler de: "Ara sıra taranmak" mânâsına geldiğini belirtirler. Bunlardan en meşhur mânâ tercemede verdiğimiz mânâdır.

Hangi mânâ olursa olsun, hâdis-i şerif çok sık taranmanın doğru olma­dığına delâlet etmektedir. Herhalde bu nehyden maksat, vehim dere­cesinde süslenme üzerine düşmemek, dünyaya haddinden fazla değer ver­memektir. Yoksa temizlenmemeyi veya düzensizliliği teşvik değildir. Çünkü dinimiz temizliğe ve düzene son derece önem veren bir dindir. An­cak, temiz olacağım veya yakışıklı görüneceğim diye hastalık derecesin­de süs düşkünlüğü de elbette doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a)'de saçına yağ sürer, sakallarını tarardı.

Nesaî'nin Ebû Katâde'den rivayet ettiği bir haber ise her gün taran­manın meşruiyetine delâlet etmektedir. Anılan haberlerde ifâde edildiği­ne göre Ebû Katâde'nin kâküiü vardı. Rasûlullah (s.a) kendisine, saçına iyi bakmasını ve onu her gün taramasını emretti. Aynı haberin Muvatta'daki nakline göre, Ebû Katâde saçlarının günde iki defa tarardı.

4163 numarada gelecek olan hadiste de Resûlullah (s.a) saçlara iyi ba­kılmasını emretmektedir.

Bu hadisler gösteriyor ki; saçı temiz ve düzenli tutmak Hz. Peygamber'in emridir. O halde, üzerinde durduğumuz hadisteki nehyi zahirine hamletmemek icâbeder.

Munzirî 4163 numarada gelecek olan hadisle, bu üzerinde durduğu­muz hadisin birbirleri ile çelişkili göründüğüne işaret ettikten sonra, bu hadislerin arasını telif için şunları söyler.: "Her gün taranmayı nehyeden hadisin, çok sık saç tarayarak, bir hastalık veya soğuktan zarar görülecek hale düşülmesine hamledihnesi muhtemeldir. Ayrıca, Ebu Katâde'nin günde iki defa saçlarını yağlaması üzerine, bunun gerekli bir iş zannedil­mesini önlemek ve bu konudaki sünnetin gün aşın olduğunu beyân için irâd edilmiş olması da mümkündür."

Münavî de sık sık saç taramanın nehyediliş hikmetini bu davranışın Acemlerin ve dünya ehlinin âdeti oluşuna bağlar.

Konuyu özetlersek diyebiliriz ki, müslüman temiz ve düzenli olmalı, kılık ve kıyafetine dikkat etmelidir. Ancak, düzenli olma gayreti ile ifra­ta sapmamalı, bu işi hastalık derecesine getirmemelidir.[2]

 

4160... Abdullah b. Büreyde'den rivayet edildiğine göre;

ResûluIIah (s.a)'in ashabından birisi, Mısır'daki Fedâle b.Ubeyd'e git­ti, yanına yarıp;

"Ben seni ziyarete gelmedim. Ama, ikimiz Re.sûlullah (s.a)'dan bir ha­dis işitmiştik. Senin, o hadis hakkında bilgin olduğunu umarım'' dedi.Fedâle:

O nedir?

Şöyle Şöyle

Bu ne hal! Sen. bu bölgenin emiri olduğun halde, saçın başın dağınık; Fedâie:   

Çünkü Rasûlullah (s.a) bizi, çok süslenmekten nehyetti.

Ne o? senin ayakkabın da yok!

ResûluIIah bize, zaman zaman yalınayak yürümemizi emrederdi.[3]

 

Açıklama

 

Hâdis-te "Çok süslenmek" diye terceme ettiğimiz kelimesi, bâzı nüshalarda âzılarında da şeklindedir. Ahmed b. Hanbel'in müsnedindeki rivayette de denilmiştir.

Yine Ahmed  b.  Hanbel'in  Müsnedi'nde,  gelen  sahabî'nin  Fedâle (r.a)'e şarkı söyleyen kişi ile ilgili olduğu ifâde edilmektedir.

Hâdis-i şerifte'sık sık saç taramanın nehyedildiği ve arasını yalınayak yürümenin teşvik edildiği görülmektedir.  

Saç tarama konusu, bir önceki hadiste ele alınmıştı, burada ilâve ola rak şunu diyebiliriz: "Bu hadis, normal bir şekilde saç taramanın meşru Dİduğuna delâlet etmektedir."

Hadiste bir de arasıra yalın ayak yürümenin teşvik edildiği görülmek­tedir. Bu konu şerhlerde pek açıklanmamıştır, kanaatimizce bunun teşvikindeki hikmet, kişinin aczini ve Allah'a olan ihtiyacım hatırlaması, kibi-t-e kapılmaması ve Dünya'ya bağlanmamasını temindir.

Aliyyü'l- Kâri, arasıra yalınayak gezmenin, aynı zamanda bir eğitim olduğunu, kişinin mecbur kaldığı zaman yalınayak yürüyebilmesini temi­ne yaradığına dikkati çeker ve "zaman zaman"' ifadesinin bu mânâyı teyid ettiğini söyler.[4]

 

4161... Ebû Umâme (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir.

Bir gün sahâbîler, Resûlullah'ın yanında dünyayı andılar. Bunun üze­rine ResûluIIah "Duyunuz duyunuz, şüphesiz bezâze imândandır şüp­hesiz bezâze imandandır" buyurdu. Râvî: Bezâze; cildin kuru olması ve perişanlıktır" der.

Ebû Davûd der ki, o (Ebû Omâme) Ebû Ümâme h. Salebe el-Ensâri'dir.[5]

 

Açıklama

 

Münzirî'nin belirttiğine göre, Ebû Amr En-Nemrî, bu hâdisin isnadında ihtilâf edildiğini, onun için bununla ihticâcm mümkün olmadığını söyler.

Hadisin zahiri, kişinin düşkün ve perişan bir halde görünmesinin ima­nın alâmeti olduğuna delâlet etmektedir. Ebû Davûd sarihleri bu konu üzerinde hiç durmamışlardır. Aliyy'ül - Kâri konu üzerinde durmuş. Mir-kat'taTürbişti'den naklen şöyle demiştir: "Hadisten murat şudur; tevâzû, süslenmekte aşırı gitmemek müminlerin alâmetidir. Kişiyi bu hâle sevkeden imanıdır."

Bu izaha göre "bezâze" den maksat tevâzû ve sadeliktir.

El-Münzirî "Eski elbise giymek, süslenmeyi terk etmek,  tevâzû ve nefsi kibirlenmekten uzak tutmak için olursa iman ehlinin âdetleri nderi-dir. Ama, cimrilikten dolayı veya başkalarına karşı fakir görünmek mak­sadıyla olursa övülecek bir davranış değildir" der.

Eski elbise giymenin imanın şubelerinden sayılması, insanlara eziyet veren şeyleri yoldan atmaya benzer. Yani nasıl ki insanlara eziyet veren şeyi yoldan atmak imânın şubelerinden ise, imâna zarar veren kibir ve bu­na sebep olan şeyleri izâle de imânın şubelerindendir.[6]

 

2. Güzel Koku Müstehaptır?

 

4162... Enes b. Mâlik (r.a); demiştir ki :

Resûlullah (s.a)'iri sûkkesi (güzel bir esans)'ı vardı, ondan sürünürdü. Sûkke: Değerli bir esans çeşididir.[7]

 

Açıklama

 

Bazı alimler sûkkenin, içerisinde çeşitli esansların bulunduğu bir kap olduğunu söylerler. Avnü'I-Mâbûd'da da bu ikinci mânânın daha uygun olacağına dikkat çekilmekte ve çünkü eğer maksat, esans olsa idi ''Resûlullah ondan storünürdü" denil­mez, "Onu sürünürdü" denilirdi, denilmekledir.

Hâdis-i şerif güzel koku sürünmenin mestehap olduğuna delâlet et­mektedir. Nesaî, Ahmed, İbn Ebî Şeybe ve Hakim'in rivayet ettikleri bir hadiste de Efendimiz, "Bana dünyadan kadınlar ve güzel koku sevdi­rildi. Gözümün sevinci de namazdadır." buyurmuştur.[8]

 

3. Saçı Düzeltmek

 

4163... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Saçı olan kimse ona ikram etsin.[9]

 

Açıklama

 

Hâdis-i şerif saçı olanların saçlarına bakmalarını, onları düzgün ve temi/ tutmalarını teşvik etmekte­dir. Halbuki 4159 numarada geçen hadiste, saçların sık sık değil ancak gün aşırı taranması emredilmekte idi, Bu yüzden iki hadis arasında bir çe­lişki olduğu izlemini ortaya çıkmaktadır. Aslında böyle bir çelişki yoktur. Çünkü orada işaret edildiği gibi, önceki hadisten maksat, saç bakımını bir hastalık haline getirmemek, aşırılığa kaçmamaktır. Bu hadis ise, usûlü da­iresinde ve aşırılığa kaçmadan saçları temizleyip düzeltmektir. Bu mânâ İslâm'ın ruhuna ve gayesine uygundur.[10]

 

4. Kadınların Kına Yakmaları

 

4164... Kerime Binti Hamam (r.a)'den rivayet edildiğine göre bir ka­dın, Hz. Aişe (r.a)'ye gelip, kına yakmanın hükmünü sordu.Hz. Aişe:

"Bunda bir mahzur yok, ama ben hoşlanmıyorum. Çünkü habîbim Resûllah (s.a) onun kokusunu sevmezdi." dedi.[11]

Ebû Davûd der ki: Hz. Aişe saçın kınasını kasdediyor.[12]

 

4165... Aişe (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Hind Binti Utbe:

"Yâ Resüllah, benimle bîyat et" dedi. Resûlullah (s.a);

"Ellerini (n rengini) değiştirinceye kadar seninle bîyat etmeyece ğim. Onlar sanki vahşi hayvan ayağı gibi..." buyurdu.[13]

 

4166... Âişe (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir;

Elinde Resûlııllaha mektup bulunan bir kadın, perdenin arkasından işa­ret etti (elini uzattı) Resûlullah elini tuttu (mektubu almadan çekti) ve:

"Bu erkek eli mi, yoksa kadın eli mi bilmiyorum?" buyurdu.Kadın:

"Kadın elidir" dedi.Resûlullah (s.a):

"Eğer sen kadın olsaydın tırnaklanın (n rengini) kına ile değiştirir­din" buyurdu.[14]

 

Açıklama

 

Bu üç hadis kadınların kına yakmalarıyla ilgilidir. Birincisi başa. diğerleri de ellere kına yakmayı ko­nu edinmişlerdir.

İlk hadisten anlaşıldığına göre, kadınların başlarına kına yakmaları mubahtır. Ancak Hz. Peygamber, (s.a} kokusunu sevmediği için. Aişe (r.a) başına kına yakmamış. Bu tamamen beşerî bir özelliktir. Resûlullah'm kına kokusunu sevmemesi, onun mekruh olmasını gerektirmez.

Hadisten İstifâde edilmesi gereken diğer bir dersde şudur: Kadınlar, kocalarının sevmedikleri kılık ve davranışlardan kaçınmalı, onların hoşla­nacağı şekilde hareket etmeli ve giyinmelidirler. Bu erkeklerin kadınlar üzerindeki bir haklarıdır.

ikinci hadisten Hıncı b. Utbe söz konusu edilmektedir. Bu hanım, Ebû süfyâtı'ın hanımı, Hz. Musâviye'nin annesidir. Mekke fethedildiğinde, Resûlullah (s.a) kadınlardan hırsızlık yapmayacaklarına ve zina etmeye­ceklerine dair bî'at almıştı. Hadisin siyakından, Hz. Peygamberin hanım­larla elleri ile bî'at ettiği zannedilebilir. Ama gerçek öyle değildir. Hz. Peygamberin kadınlarla olan bî'atı söz ile olmuştur. Hz. Âişe ''Vallahi onun eli yabancı hiç bir kadının eline değmemiştir." buyurmuştur. Şâbî ise Efendimiz'in kadınlarla elinde bez sarılı olarak biat ettiğini söylemiş­tir. Bu hadiste konu edilen olay şöyle olmuştur. Hz. Peygamber, Hind ile bîat edeceği zaman onun elinde kına olmadığını görmüş ve ellerini vahşî hayvanın ayaklarına benzeterek, ellerinin şeklini kına yakarak değiştirme­dikçe kendisi ile bîat etmeyeceğini söylemiştir.

Üçüncü hadiste de yine Efendimiz, elinde kına olmayan kadına tarizda bulunmuş ve ona kına yakmasını tavsiye etmiştir. Bu iki hadis, kadın­ların ellerine kına yakmalarının müstehap, erkeklerin yakmaların ise mek­ruh olduğuna delâlet etmektedir. Rasûlullarfın kına yakmayan kadınlara-bu kadar sert davran mas ındaki sebep, onların bu hâlleri ile erkeklere ben­zemeleridir. Kadınlar ve erkekler gerek giyiniş, gerek davranış, gerekse süslenme bakımından birbirlerinden farklı olmalarıdırlar.

Buharı ve Müslim'in, İbn AbbasMan rivayet ettikleri bir hâdise göre Peygamber (s.a), "Kadınlara benzeyen erkeklere ve erkeklere benze­yen kadınlara Allah lanet etsin" buyurmuştur.[15]

Hâdis-i şeriften anlaşıldığına göre: Kadınların kınalı olan elleri yaban­cıya karşı mahrem değildir. Zaten ilgili âyette[16] açıkta olan zinetlerin gös­terilmesinin caiz olduğu belirtilmektedir.

 

5. Saça Saç Ulatmak

 

4167... Humeyd b. Abdurrahman; demiştir ki;

Muâviye b. Ebî Süfyân, Hâc senesinde (Resûlullarf in) minberi üzerinde, bir muhafızın elindeki kâkülü alıp şöyle derken dinlemiştim.

Ey Medine'liler, alimleriniz nerede?" Ben Rasûlullah (s.a)'ı, bu gibi şeylerden nehyedip şöyle derken işittim. "İsrailoğulları, ancak ka­dınları bunu yaptıkları zaman helak olmuşlardır.”[17]

Hadisin Buharî ve Müslim'deki rivayetleri aynen buradaki gibidir.[18]

 

Açıklama

 

Râvî Humeyd, A bd ur, rahman b. Avftn oğludur.

Buharî ve Müslim'de, Abdurrahman'ın. Abdurrahman b. Avf olduğu açıkça ifâde edilmiştir.

Bu babdaki beş hadis, saç taktırmak, diş inceltmek, yüzdeki kılları yol­durmak gibi şeyleri kapsamaktadır. Biz bu konudaki hükümleri ve alim­lerin görüşlerini babın son hadisinden sonra vermek istiyoruz. Ancak her hadisin sonunda, özellikle o hadisle ilgili açıklamalara temas edeceğiz.

Bu hadiste konu edilen hâdise, Hz. Muaviye'nin halife iken gittiği hâc yolculuğu esnasında omuştur. Zürkânî. bu hâccın hâlife olduktan sonraki ilk haccı olduğu ve H. 44 senesine rastladığını söyler. Fetheü'l - Bâri'de ise adı geçen hadisenin H.51 senede gittiği hâc esnasında olduğu ifâde edilmektedir.

Hz. Mûaviye hacca giderken, Medine'ye uğramış ve Rasûlullah'in minberi üzerinde halka hitap etmiştir. Bu hitabe esnasında, bir muhafızın elindeki kâkül parçasını alarak halka göstermiş ve "Alimleriniz nerede? Ben, Hz. Peygamber'i böyle şeylerden men ederken işittim" demiştir.

Mûaviye'nin "Alimleriniz Nerede?" süzünün iki mânâya gelme ihti­mâli vardır.

1. Alimler azaldı, benim bu söylediğimi bilen pek kalmadı.

Bu ihtimal zayıftır, Çünkü sâhâbîler hadisleri en iyi bilenlerdir. Ancak sahâbilerin çoğu ölmüş olsalar bile, tabîun arasında büyük alimler vardı.

2. Alimleriniz neden bu gibi kötülüklere engel olmuyorlar? Çıksınlar ve beni desteklesinler. Bu hareketin doğru olmadığını onlarda söylesinler.

Bu ihtimal daha kuvvetli görünmektedir. Buharî sarihi Aynî de bu gö­rüşü savunmuştur.

Hz. Muâviye, Rasûlullah'ın bu gibi şeyleri nehyettiğini söyledikten sonra Hz. Peygamber (s.a)'iıı "İsrail oğullan bunları yaptıkları için he­lak oldular" buyurduğunu söylemiştir.

Kadı İyâz bu mesele ile ilgili olarak şöyle der. ''Herhalde İsrail oğulla­rına kâkül bırakmak yasakmış da, kadınları bunu yaptıkları için helak ol­muşlar. Bazılarına göre İsrail oğullan bu ve daha başka günahları sebe­biyle helak edildiler."

Hâdis-i şerif saç taktırmanın haram oluşunun yanısıra hükümdarın, kö­tülüklere mani olmak için tebaayı takdir etmesinin caiz olduğuna ve bir toplumdaki bazı kişilerin yaptıklar: kötülükten tüm halkın felaketine uğ­rayabileceğine de delildir.[19]

 

4168... Abdullah b. Ömer (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir. Rasûlullah (s.a) saç ekleyene ve ekletene, dövme yapana ve yaptırana lanet etti.[20]

 

Açıklama

 

Hadisin Buharî'de ki bir rivayeti Ebû Hureyre'den, cincisi de İbn Ömer'dendir. BuharîMe ayrıca, saç ekletmenin yasak olduğuna dair Hz. Aişe (r.a)'dan gelen rivayetler de vardır. Müslîm'deki rivâyetise burada olduğu gibi İbn. Ömer'dendir.

Bu hadiste dört tâbir geçmektedir. Kısaca onları açıklamak istiyoruz.

1. Vâsüe: Kadının saçına, başka bir saçı ekleyen kadındır.

2. Müstevsile: Saçına saç ekleten kadın.

3. Vâsime: Dövme yapan kadın. Dövme deriyi iğne gibi sivri uçlu bir şeyle delip, içerisine barut veya sürme doldurarak yapılır. Bu doldurulan madde bir daha çıkmaz.

4. Müstevşime: Vücuduna dövme yaptıran kadın.[21]

 

4169... Muhammed b. İsa ve Osman b. Ebİ Şeybe, (jenr'cjen; Cerîr, Mansur'dan; O, İbrahim den; İbrahim, Alkame'den, o da Abdullah (îbn Mes'ûd)'dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir.

Dövme yapan ve yaptıran - Muhammed"in rivayetine göre - saç ekle­yen, - Osman'ın rivayetine göre - Yüzün kılını yolduran - Her ikisinin ri­vayetine göre - güzellik için dişlerini törpülettiren, Allah Acza ve Cel-le'nin yarattığı şeyi değiştiren kadınlara Allah lanet etsin.

Bu haber, Beni Esad kabilesinden Ümmü Ya'kîıp denilen bir kadına -Osman, Kur'an okuyan bir kadın, dedi - ulaştı. Kadın Abdullah'a geldi ve "senin, döğme yapan ve döğme yaptıran -Muhammed'in rivayetine göre, saç ekleyen, - Osman'ın rivayetine göre, yüzünün kılını yolduran, -Her ikisinin rivayetine göre, dişlerini torpilleten - Osman, güzellik için dişle­rini torpilleten, dedi. - Allah'ın yarattığı şeyi değiştiren kadınlara lanet et­tiğini duydum." dedi.Abdullah:

"Rasûlullah'm lanet ettiği kişiye, ben niçin lanet etmeyecekmişim? Üstelik bu Allah'ın kitabında da var.”

Kadın:

"Ben Kur'anın iki kapağı arasına (Kur'anın tamamını) okudum, öyle bir şey bulamadım."Abdullah:

"Vallahi, eğer sen Kur'anı okusaydın onu bulurdun" dedi. Sora da;

"Rasûl size ne getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetti ise de derhal vazgeçin"[22] ayetini okudu. Kadın:

Ben bunların bir kısmını senin hanımında da görüyorum" Abdullah:

"Gir (eve) bak"

Kadın eve girdi, sonra çıktı. Abdullah:

"Ne gördün?"

Osman'ın rivayetine göre - Kadın: " Bir şey görmedim" dedi. Abdullah;

"Eğer öyle (dediğin gibi) olsaydı o bizimle beraber olmazdı (onu terkederdim.)"[23] dedi.[24]

 

Açıklama

 

Bu Hadis Musannif a Muhammed h. İsa ve Osman b. Şeybe adında iki ayrı hoca tarafından rivayet edilmiştir. Bu iki üstadın rivayetleri arasında da bazı farklar vardır. Biz bu farklara her birisinin isimlerini tire içine alarak işaret ettik. Aynca bu farklı rivayetlerden dolayı, isnadı da tercemeye geçtik.

Hadisin Buharî'deki rivayeti daha kısadır. Ümmü Yakûb'un itirazı ve bununla ilgili gelişmeler, Buharî'de mevcud değildir. Müslim'in rivayeti ise aynen Ebu Davûd'daki gibidir. Ancak onda, buradaki gibi farklı riva­yetler yoktur.

Bu hadiste, saç ekleyen ve ekleten, döğme yapan ve yapı ırana ilâveten, yüzünün kıllarını yolduran, güzel görünmek için dişlerini torpilleten, Al­lah'ın yarattığı şeyi değiştiren kadınların da Allahın ve Rasûlu'nun lane­tine maruz kaldıkları beyan edilmektedir. Şimdi son iki terimi izah ede­lim.

Mütenemmisa: "Yüzünün kılını yolduran kadındır. Ulema bundan maksadın kaşı aldıran olduğunu söylerler. Yüzünün kılını yolan kadınla­ra da Vamisa denilir.

Mütefellice: Güzel görünmek için dişlerini torpilleten, dişlerin arasını açtıran kadın demektir.[25]

 

4170... İbn Abbas (r.a) demiştirki: Saç ekleyen ve ekleten, yüzünün kı­lını alan ve aldıran, hastalıktan dolayı olmadan döğme yapan ve yaptıran kadınlara lanet edildiler.

Ebû Davûd şöyle dedi:

Vasile: Saçı kadınların saçına ekleyen kadın. Müstevsile, kendisine saç eklenen kadın, Namisa; inceltinceye kadar kaşı yolan kadına Müte-nemmisa kaşı yolunan kadın, Vasime: Yüzünü sürme veya mürekkeple ben yapan kadın, Müstevşime de, kendisine ben yapan kadın demektir.[26]

 

4171... Said b. Cübeyr (r.a) "karmellerle (saçı ulamakta) mahzur tur." demiştir.

Ebû Davûd der ki:

"Galiba Saîd b. Cübeyr, yasak olanın kadınların saçları olduğu görü­şündedir."

Ahmed (b. Hanbel) de "karmellerdc (saçı ulamakta) mahzur yoktur" derdi.[27]

 

Açıklama

 

Karmel: Uzun dallı yumuşak bir bitkidir. Burada maksat iplik ve yünden yapılan ve saçlara eklenen örgülerdir.

Bu haberden anlaşıldığına göre, Saîd b. Cübeyr ve Ahmed b. Hanbel, kadınların, insan saçından başka şeylerle saçlarını uzatmalarının caiz ol­duğu görüşündedirler.

Görüdüğü gibi bu bab'da beş hadis yer almıştır. Biz terceme esnasın­da her birisi için bazı izahlar yaptık. Şimdi de bu hadislerin hepsinin ifâ­de ettiği hükümleri ve bu konulardaki görüşleri ele almak istiyoruz. 1. Saç eklemek ve ekletmek, caiz değildir.

a) Bir kadının saçına başka bir kadının saçından kesilen parçayı ekle­mek veya başka bir kadının saçından yapılan peruğu takmak ittifakla ca­iz değildir. Bu konuda ulemadan bir ihtilaf nakledilmemiştir.

b. Saça insan saçı değil de hayvan yünü veya kılı eklemek, yada bun­lardan yapılan peruğu takmak, Askalanî, Kastalanî ve Nevevi'nin belirtti­ğine göre bu da caiz değildir. Kadı îyaz, Malık ve Taberanî'nin ne ile olursa olsun saç ulatmanın caiz olmadığı görüşünde olduklarını söyler.

Bazı Şafiî alimleri, kocasının izni olması şartı ile insan saçından başka bir kıldan yapılmış olan peruk takmanın veya saça bunları etletmenin ca­iz olduğunu söylerler.

Ahmed b. Hanbel'e göre kıl ile yapılan eklemeler caiz değil, bez veya başka maddelerden yapılanı caizdir. Yukarıda, Said b. Cubeyr'in de aynı görüşte olduğunu belirten bir ifadeyi nakletmiştik.

Ebû Hanife'nin Müsned'inde İbn Abbas'm "yün ile yapılanda mahzur yoktur. Yasak saç ile ilgilidir." dediği rivayet edilmiştir. İmam Muham-med de; "bununla diyoruz ki kadının saçına bir saç eklemesi veya kakül edinmesi mekruhtur.[28] Başına bir yün bağlatmasında ise beis yoktur." der.

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, Hanefîler'e göre de, saça insan saçı eklemek caiz değildir. Başka bir madde ile yapılan ekleme ve perukda ise mahzur yoktur.

Hadislerde sadece saç takan ve taktıran kadınlar söz konusu edilmiş er­keklere temas edilmemiştir. Kanaatimizce erkekler için de hüküm aynıdır. Ancak bu hareket daha çok kadınların âdeti olduğu için. Efendimiz, ka­dınları söz konusu etmiştir.

2. Döğme yapmak ve yaptırmak haramdır.

Herhangi bir mazeret olmadan keyfi olarak döğme yaptırmanın haram olduğunda alimler görüş birliği içerisindedirler. Bu konuda Nevevî şöyle demektedir;

"Döğme yapan da yaptıran da haram işlemiştir. Döğme yapılan yer pis olur. Eğer onun ilâçla izâlesi mümkün olursa, izâle edilmesi gerekir. O uz­va cerrahî bir müdahale olmadan döğmenin izâlesi mümkün olmaz ve cerrahî ameliye sonunda telef olmak ya da uzvun kaybedilmesi veya menfa­atinin yok olması gibi bir halden korkulursa, dövmenin izalesi gerekmez. Bu durumda lövbe ederse günahı kalmaz. Ama böyle bir şeyden kork-mazsa, cerrahî yoldan izale etmeyi geciktirmesi halinde günahkâr olur"

3. Yüzünün kılını aldırmak da caiz değildir. Yukarda da belirtildiği gi­bi yüzünün kılını aldırmaktan maksat, kaşı inceltmek, kirpikleri tımar et­mektir. Bıyık ve sakal yerinde biten kılları yolmak değildir. Hattâ, alim­ler kadınların bıyık ve sakal yerlerindeki kıîları yolmalarının müstehap ol­duğunu söylerler.

Zahirî mezhebi alimlerinden jbn Hazma göre. kadınların sakal ve bı­yık yerlerindeki kılları yolmaları da haramdır. Kişinin Allah'ın yarattığı hilkati değiştirmesi kesinlikle caiz değildir.

4. Güzel görünmek için ön dişleri törpületerek aralarını açmak caiz de­ğildir. Şerhlerde bu konuda da bir ihtilaf zikredilmemişlir.

Yasak olan bu hareketleri, hem yapmak hemde yaptırmak caiz değil­dir. Her iki taraf da günahkâr olur.

Bu hâdis-i şeriflerden elde ettiğimiz üç hüküm daha vardır. Bunlar:

a) Haram olan bir şeyin ticaretini veya sanatkârlığını yapmak da ha­ramdır. Yani kişi haram bir muameleyi ücreti ile başkası için de yapamaz. Meselâ içki satamaz.

b) Bir kadın dinen caiz olmayan bir harekette bulunur veya dinin icaplarını yerine getirmekten kaçınırsa, kocası onu boşayabilir.

c) Bir memlekette, günah olan fiiller yayılırsa cezasını tüm halk çeker.[29]

 

6. İkram Edilen Güzel Kokuyu Kabul Etmemek (Caiz Değildir)

 

4172... Ebû Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a) şöyle buyurmuştur.

"Kendisine güzel koku ikram edilen kişi onu reddetmesin. Çünkü, o esansın kokusu güzel, taşıması hafiftir."[30]

 

Açıklama

 

Hadisin Müslim'deki rivayetinde "tıb" kelimesi yerine, "reyhan" kelimesi yer almıştır. Bu, hadiste mevzubahs edilen, hükmün, sadece "tîb” e değil, bütün güzel kokulara şâmil olduğunu gösterir. Nitekim Kâdî İyâz buna işaret etmiştir. Onun için biz "tîb" kelimesini "güzel koku" diye terceme ettik.

Kâmus'ta: "Tîb" sürünülen güzel kokudur ki Misk, anber ve dühn gi­bi helâl şeylere denir" denmektedir.

Hâdis-i şeriften anladığımıza göre kendisine güzel koku takdim edi­len bir kimsenin bunu kabul etmeyip reddetmesi sünnete aykırıdır.

Rasülullah (s.a) ikram edilen güzel kokunun reddedilmemesi gerektiğine işaret ettikten sonra bunun gerekçesini, kokusunun güzel ve taşıma­sının hafif olduğu şeklinde açıklamıştır.

Biz fiilini (dâl)'ın fethası ile Nehy sîgasıyla okuyarak "reddetmesin" diye terceme ettik. Bu fiilin şeklinde   (dâl)'ır dammesi ile, menfî olarak okuması da mümkündür. O zaman hadisin mâ hâsı:"kendisine güzel koku ikram edilen bir kimse onu reddetmez" şeklinde anlaşılır. Avnü'l Mâbûd'un Hint baskısında, bu fiilin değişik hare kelerine işaret edilmiştir.[31]

 

7. Dışarıya Çıkmak İçin Esans Sürünen Kadın Hakkında (Varid Olan) Hadisler

 

4173... Ebû Musa el-Eşarî (r.a) demiştir ki. Rasülullah (s.a) şöyle buyurdu;

"Kadın koku sürünür ve kokusunu farketsinler diye bir toplum uğrarsa o şöyle şöyledir."

Ebû Musa: "Rasülullah, çok ağır sözler söyledi" der.[32]

 

4174... Ebu Ruhm'in azatlısı Ubeydullah'dan rivayet edildiğine göre;

Ebû Hureyre (r.a) bir kadınla karşılaştı. Kadından esans kokusu hisset­ti eteğinde de (yukarı doğru yükselen kokulu) toz vardı. Kadına:- " Ey Cebbar (olan Allah'ın) cariyesi, Mescidden mi geliyorsun?" dedi.

Kadın:

Evet

Onun için mi koku süründün? -Evet

Ben Sevgili Peygamberim Ebü'l - Kasım'ı şöyle derken işittim: "Şu mescid için koku sürünen bir kadının namazı (evine) dönüpte cünüplükten dolayı guslettiği gibi gusledinceye kadar, kabul edil­mez."[33]

Ebû Dâvûd derki;   "I'sâr tozdur." dedi.[34]

 

4175... Ebû Hureyre (r.a) Peygamber (s.a)'in şöyle buyurduğunu riva­yet etmiştir.

"Buhur Sürünen bir kadın, bizimle birlikte yatsı namazına gelme­sin.[35]

 

Açıklama

 

Babın ilk hadisinde Hz. Peygamber güzel koku sürünüp de erkeklerin yanma varan bir kadın için çok ağır sözler söylemiştir. Ebû Davud'un rivayetinde Hz. Peygamber'in ne dediği sarahaten belirtilmemiştir. NesaTnin rivayetine göre Efendimiz "Kokusunu almaları için bir toplumun yanma varan kadın zinâkâr-dır." buyurmuştur. Tirmizî'deki rivayette de, "O kadın şöyle şöyle yani zinâkârdır." buyurduğu bildirilmiştir.

Râsûlullah'ın yabancı erkekler için koku sürünen bir kadın için, "Zinâ-kâr" tabirini kullanması, mecazî bir tabirdir. Yani bu kadın o haliyle için­den erkekleri arzulamış ve onların kendisine bakmasına sebep olmuştur. Bu da göz zinasıdır. Hz. Peygamber Efendimiz.Jjif şekilde ağır bir dil kul­lanarak, kadınları bu tür davranışlardan men etmek istemiştir. Maksadı o kadının bilinen manâsıyla zinâkâr olduğunu ifâde değildir.

İkinci hadiste, Ebû Hureyre (r.a)'m bir kadınla karşılaşması anlatıl­maktadır. Kadının elbisesinden etrafa güzel kokular yayılmakta idi. Ete­ğinden de tozlar yükseliyordu. Hadiste bu mânâ cümlesi ile ifâde edilmiştir.(i'sâr) hortum dediğimiz,

rüzgarın toz toprağı gökyüzüne doğru kaldırması hadisesidir. Kadının ete­ğinde i'sâr olması, - Allah'u alem -, eteğinden yukarı doğru tozların kalk­masıdır.

Hâdis-i şerifte, Ebû Hureyre (r.a); Hz. Peygamberi, camiye gitmek için güzel koku sürünen bir kadının cenabetten dolayı güsl ettiği gibi gusl etmedikçe namazının kabul edilmeyeceğini söylediğini belirtmiştir.

Hadisin zahiri, böyle bir kadının hemen gidip, vücudunun tamamını yıkaması gerektiğine delâlet etmektedir.

Avnü'l - Mabûd Müellifi bu mânâyı tercih etmiştir. Aliyyü'l - Kâri ise, "Kadın vücudunun tamamına koku süıiinmüşse gusleder, bir kısmına sürünmüşse sadece koku sürülen kısmı yıkar" demektedir.

Bu hadis sahîhse ya hüküm sonradan kaldırılmıştır. Yada Aliyy'ül Kâ-rî'nin dediği gibi maksat kokunun giderilmesidir. Çünkü bu hâl, namaz'in kabulüne mâni görünmez. Münzirî, bu hadisin râvîleri arasında Asım b. Ubeydullah El-Amrî'nin bulunduğunu ve onun hadislerinin delil olama­yacağını belirtir.

Üçüncü hâdistede, Peygamber {.s.a) koku sürünen kadınların yatsı na­mazına gelmemelerini istemektedir. Yatsı namazı vakii. etrafın karanlık olduğu insanların tanınmadığı bir vakittir. Koku sürünen hanımların yat­sı namazına gelmemelerini istemek, diğer namazlara da gelmemelerini gerektirir. Çünkü önemli olan bir vakit namaz değil; erkeklerin, kadınların çekiciliğini hissetmeleridir.

Bab'ın bütün hadisleri hanımların süslenip, parfümler sürerek yabancı erkeklerin yanlarına çıkmalarının caiz olmadığını delâlet etmektedir.

Kadın; kocası için güzelleşebilir, süslenir ve ona etki edecek kokular sürünür. Yabancı erkekler için ise, bunların hiç birisi caiz değildir. Bu tür davranışlar şehvetlerin kabarmasına, akılların çeiinmesine ve çirkin so­nuçların doğmasına sebep olabilir. Bu da, en büyük günahların irtikabı, ailelerinin dağılması ve cemiyetin kokuşması sonucunu doğurur.

Fert, aile ve toplumun refah ve saadeti İslâm'ın emir ve yasaklarına ri­vayetle gerçekleşir.[36]

 

8. Erkeklerin Halûk Kullanması[37]

 

Halûk: Za'ferân ve bazı başka maddelerin karıştırılmasından meydana gelen bir parfümdür. Turuncuya çalan renktedir. Aslında kadınların kul­landıkları bir parfüm çeşididir. Bu konudaki hadislerde anılan parfüm türü­nün erkekler tarafından kullanılmasının hükmü konu edilmektedir.

Hadislerin bir kısmı erkeklerin halûk kullanmalarının caiz oluşuna, ba­zıları ise yasak oluşuna delâlet etmektedir. Yasak oluşuna sebep bu par­fümün kadınlara mahsus oluşudur:

Avnü'l Ma'bûd'daki ifâdeye göre; Mecma'da yasaklığa delâlet eden hadislerin, cevaza delâlet edenleri nesli ettiği bildirilmekledir.[38]

 

4176... Ammar b. Yâsir (r.aVın şöyle dediği rivayet edilmiştir.

Bir gece ellerim yarık bir halde aileme geldim. (Ellerime) za'ferân sür­düler. Ertesi gün Rasûlullah (s.a)'e gelip selâm verdim. Selâmıma karşı­lık vermedi, "merhaba"'demedi. "Git şunu yıka" buyurdu. Gittim, onu yıkadım sonra geri geldim. Elimde zaTerândan az bir leke kalmıştı. Se­lâm verdim, Selâmıma yine karşılık vermedi. “Merhaba" demedi. (Tek­rar) "Git şunu yıka" buyurdu.

Gittim ve onu yıkadım. Sonra Hz. Peygamber (s.a.)’e gelip selâm ver­dim. Bu sefer selamımı aldı, "Merhaba" dedi ve şöyle buyurdu. "Şüp­hesiz melekler kâfirin cenazesinde, Za'ferân sürünenin ve cünübün yanında hayırla bulunmazlar"

Râvî; "(Rasûlullah) cünüp için uyumak, yemek veya içmek istediği za­man abdest almasına ruhsat verdi." dedi.[39]

 

Açıklama

 

Za'ferân, safran bitkisi demektir. Hadisten anlaşıldığına göre, râvî Ammar b. Yâsir'in elleri çatlamış, ailesi de tedavi maksadıyla elindeki çatlaklara safran sürmüşler. Hz. Am­mar, o vaziyette Rasûlullah'a gelmiş, ama Efendimiz, Ammar'daki safran kokusunu beğenmemiş, selâmını almamış ve yıkamasını emretmiş daha sonra da meleklerin, kâfirlerin cenazesinde rahmet ve hayır anarak bulun­mayacaklarını safran süren ve cünübün yanında da bulunmayacaklarını haber vermiştir.

Avnü'l-Ma'bûd'da, meleklerin cünübün yanında bulunmamaları., on­ların içerisinde cünüp bulunan eve girmemeleri olarak izah edilmiştir.

Bu hadis sadece Ebû Davûd'da vardır.

İbn Reslân ise bu sözden anlaşılacak ilk mânânın, meleklerin, safran sürünen veya cünüp olanın cenazesinde bulunmamaları olduğunu, ama onların diri olmaları, haline de ihtimâli bulunduğunu söyler. Nitekim ha­disin devamındaki, "cünüp uyumak, yemek veya içmek istediği zaman abdest almasına ruhsat verdi." Cümlesi de buna delâlet etmektedir. 4178 ve 4180 numaralarda gelecek olan hadislerde, üzerinde durduğumuz ha­diste işaret edilenlerin İbn Reslân'ın ihtimal olarak gördüğü, dirilerin ol­duğunu göstermektedir.

Hadisin alimler tarafından üzerinde en çok durulan bölümü meleklerin cünübe yaklaşmamaları konusu olmuştur. Bu mesele üzerinde alimler çe­şitli görüşler beyan etmişlerdir. Bunlardan bir iki tanesine yukarıda işaret etmiştik. Avnü'l - Ma'bûd'da belirtildiğine göre meleklerin kendisine yaklaşmadıkları cünüb kişi hakkında şu ihtimâller söz konusudur.

1. Buradaki cünübten maksat, zinadan dolayı cünüp olandır.

2. Cünüp olduktan sonra ahdest almayandır.

3. Cünüplükten yıkanmakta gevşeklik gösteren, ancak Cuma'dan Cu­ma'ya yıkanandır.

Hattabî'nin ifâdesine göre maksat, ya cünüp olduktan sonra abdest alma­yan veya yıkanmamayı adet haline getirendir.

Bu ihtimallerden hangisini ele alısak alalım, hâdis-i şerif, cünüp olan bi­risinin hemen yıkanmasını teşvik etmekte, yıkanmayı geciktirmenin melek­lerin kendisinden uzak kalmalarına sebep olacağı belirtilmektedir.

Hadisin bu babda sevk ediliş sebebi, safran sürünmenin erkeklere caiz olmayışının ifade edilmesidir. Caiz olmayanın, bu maddenin elbiseye sürül­mesinin mi bedene sürülmesinin mi, yoksa her ikisine sürülmesinin mi ol­duğu konusunda alimlerimiz ihtilâf etmişlerdir. Bu ihtilâfları ve alimlerimi­zin görüşlerini babın son hadisini izah ederken ortaya koyacağız. Burada şu kadarına işaret edelim; halûk veya za'ferân sürünmek erkekler için caiz gö­rülmemektedir. Buna sebep, anılan parfümlerin kadınlara mahsus oluşudur.

Bu hadisle ilgili olarak tekrar dikkat çekmek istediğimiz bir konu da, kendisine gusletmek icâbeden kişinin, yemek içmek, veya uyumak istedi­ği zaman bir abdest almasının yeterli görüldüğüdür.[40]

 

4177... Bize Nasr b. Ali haber verdi. Bize Muhammed b. Bekir haber verdi. Bize İbn Cüreyc haber verdi. Bana Ömer b. Atfı bin Ebî'l - Huvâr haber verdi. O, Yahya b. Yâmer'den işitmiş, Yahya; bir adamdan, o da Ammar b. Yâsir'den haber verdi. Ömer, Yahya b. Yârher'in bu zatın is­mini söylediğini, ama kendisinin onu unuttuğunu zannetti. Ammar "Ben haluk sürünmüştüm" diye başladı ve Önceki (hadisteki) hadiseyi anlattı.

Önceki hadis bir çok yönden daha tamdır. Onda gusul zikredilmiştir.[41]

(İbn Cureyc) der ki: Ömer'e "Onlar (Ammar ve ailesi) ihramlı mıydı­lar?" dedim. "Hayır, onlar mukimdiler" dedi.[42]

 

4178... Rabi b. Enes, dedelerinden, Ebû Musa'yı şöyle derken işittik­lerini nakletmiştir. Rasûlullah (s.a):

"Allah (cc) bedeninde halûkdan bir eser olan adamın namazını ka­bul etmez" buyurdu.[43]

Ebu Davud, Rabı'nin dedeleri: Zeyd ve Ziyûd'dır." der.[44]

 

Açıklama

 

İbnü'l Münzîr hadîsin isnadı ile ilgili olarak şunlan söylemektedir; "Hadisin isnadında Ebû Cafer, Râzi, İsa b. Abdullah b. Mâhân var. Ali b. El-Medînî, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Ma'în'in bu şahıs hakkında söyledikleri sözler birbirini tut­mamaktadır, îbnü'l - Medînî onun için bir seferinde "sîka" bir seferinde "karıştırıyor" demiştir. İmam Ahmed bir seferinde "Kuvvetli değil" der­ken başka bir seferinde "hadis-i salih" der. Yahya b. Maîn de bir defa, "sika", başka bir defa ise, "hadisi yazılır, ama hata eder" demiştir. Ebû Zur'a er-Razi; "çok yanılır." Fellâs da "hıfzı kötü" demişlerdir."

İbnü'l Münzir'in bu naklettikleri, ravîlerden Ebû Cafer Er-Razî nın tenkide maruz birisi olduğunu ifade etmektedir.

Hadisin zahiri: halûk sürünerek namaz kılan kişinin namazının makbul olmadığını ifâde etmektedir. Ancak maksat hadisin zahiri değildir. Seyyid

Cemaleddîn hadisten maksadın, halûk sürünen kişi kadına benzediği için kâmil namazın sevabını kaçıracağı olduğunu söyler. İbn Melek de ha­disin, halûk sürünmeyi men etmek için tehdit olarak varid olduğunu belir­tir.                                                                                         

Aliyyü'I-Kâri ise" bedeninde halûkdan bir eser olarT sözünün  yasak olan, çoğunu kullanmaktır" diyenlere red olduğunu söylemekledir.[45]

 

4179... Enes (r.a) demiştir ki:

"Resûlullah (s.a), erkekleri zaferan sürünmekten nehyetti."

Müsedded; ismail'den "Erkeğin zâferan kullanmasını" diye rivayet et­ti.[46]

 

Açıklama

 

Hadisin Müslim'deki bir rivayetinde Zaferân sürünmenin nehyedildiği mutlak bir şekilde ifadelendirilmiş, erkek veya erkekler kelimesi yer almamıştır. Ancak ravilerden Kuteybe, Hammad'dan "yani erkekler için" şeklindeki tefsire işaret et­miştir. Müslînıin ikinci rivayeti ise aynen Müsedded'in, İsmail'den yaptı­ğı rivayet gibidir.

Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a)'in erkekleri zaferân sürünmekten nehyettiği ifade edilmektedir. Avnü'l-Ma'bûd'da nehyin genel olduğu, hem elbiseye, hem de bedene şâmil bulunduğu bildirilmektedir. Bezlü'l - Mec-hûd sahibi ise nehyi, zaferânla boyanmış elbise giymeye hamletmiştir.

İbn Tın ve İbn Battâl'da nehyin bedene mahsus olup kerahete hamle­dileceğim söylemişlerdir.[47]

 

4180... Ammar b. Yasîr (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Üç gurup varki, onlara (rahmet) melekler yaklaşmaz. Bunlar; kâfirlerin ölüsü, halûk sürünen kişi ve abdest alması hali müstesna cünüp olandır."[48]

 

Açıklama

 

Münzirî tabiim Râvî olan Hasen'in, Ammar'dan hadis işitmediğini, dolayısıyla hadisin munkatî ol­duğunu söyler.

Hadis insanlara rahmet ve bereketle inen meleklerin bu üç gruba yaklaşmayacaklarını beyan buyurmaktadır. Yazıcı melekler bu sınıfa dahil değildirler. Çünkü onlar mükelleflerden hiç bir zaman ayrılmazlar.

Meleklerin yaklaşmadığı kişiler, kâfir olarak ölenin cesedi, üzerine ha­lûk sürmüş kişi ve cünüptür. Buradaki cünüpten inaksal, su bulunduğu ve hiç bir mazereti olmadığı halde yıkanmayı geciktirendir. Hadis-Î şerifte cünübün yıkanmasa bile abdest alması, hükümden istisna edilmiştir. Çünkü abdest hadesi hafifletir.[49]

 

4181... Velid b. Ukbe'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir.

Rasûlullah (sa.) Mekke'yi fethedince, Mekke'liler çocuklarım ona ge­tirmeye başladılar. Rasûlullah (s.a)'da onlar için bereketle dua ediyor ve başlarını sıvazlıyordu. Kendisine bende gciirildim. Bana halûk sürülmüş­tü. Rasûlullah (s.a) halûktan dolayı bana dokunmadı.[50]

 

Açıklama

 

Münzirî bu hadisin isnadının muzdarip olduğunu söyler.Yine Munzirî'nin ifadesine göre tarihçiler­den, Velid b. Ukbe'nın Mekke Fethi gününde çocuk olduğu rivayetinin doğru olmadğı nakledilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a)'in onu, Ben-i Mustalık Kabilesi'ne âmil olarak gönderdiği ve hanımının kendisini, Efendimiz'e şikâyet ettiği rivayet edilmiştir. Yine onun Bedir esirlerinin fidye ile kurtarılması esnasında geldiği rivayet edilmiştir.

Mekke fethi günü çocuk olan birisinin Ben-i Mustalık'a âmil olarak gitmesi, yada Bedir savaşı esirlerinin kurtarılmasında bulunması mümkün olmaz.

Yine Zübeyir ve daha başkalarının rivayetlerine göre. Ukbe'nin oğul­lan İmara ve Velîd (hadisin râvîsi) kız kardeşleri, Külsiim'ü hicretten vaz­geçirmek için yola çıktılar. Onun hicreti Peygamber Efendimiz'le Mekke-li'ler arasında sulh olduğu zamanda vuku bulmuştur. Mekke Fethi günün­de çocuk olup başına halûk sürülen birisinin böyle bir şey yapabilmesi mümkün değildir.

Görüldüğü gibi hadisin sıhhati oldukça şaibelidir. Sahîh olduğu kabul edilirse, Hz. Peygamber'in çocuktaki halûk kokusunu tasvip etmediği or­taya çıkıyor.

Avnü'l - Ma'bûd bunu, halûk sürünmenin erkek çocuklarına da caiz olmadığına işaret kabul etmiştir. Bezlü'I - Mechûd'da ise Hz. Peygam­ber'in Velid'in babasını okşamama sebebi şu ihtimallere bağlanmıştır.

1. Halûk daha yeni sürülmüştür. Eline bulaşmasını istemediği içindir.

2. Çocuğun anne babasına ikaz için böyle yapmıştır.

Bezlü'l-Mechud sahibi bunun, erkeklerin kendileri için haram olan şeyleri erkek çocuklarına da kııllanamıyacaklarına delil olduğunu söyler.

Hanefî fıkıh kitaplarından ed -Dürrü'l-Muhlar'da "Erkek çocuğa ipek giydirmek ve altın takmak mekruhtur. Çünkü giyilmesi ve içilmesi haram olan şeyi giydirmek ve içirmek de haramdır." denilmektedir.

İmam Şafî'ye göre ise büyükler, küçükleri giydirme hususunda sorum­lu değillerdir.[51]

 

4182... Enes b. Malik (r.a)'den; şöyle dediği rivayet edilmiştir;

Bir adam üzerinde (za'ferân) sarılığı (nın) izi olduğu halde Rasûlullah (s.a)'in yanına girdi. Rasûlllah Efendimiz, yüzünde hoşlanmadığı bir şey bulunan bir adama çok az yönünü dönerdi. Adam çıkınca "keşke ona şu­nu (boyayı) yıkamayı emretseydiniz." buyurdu.[52]

 

Açıklama

 

İsnâddaki Selm el-Alevî hakkında hayli konuşulmuştur. Bunların özeti şudur:

İbn Maîn'den onun zayıf olduğu rivayet edilmiştir. Buharı, " Şube onun zayıf olduğunu söylemiştir" der. Şube: "Salim El-Alevî hilali her­kesten iki gün önce görürdü hadisi münkerdir. Sîka Râvîlere muvafık ol­duğunda bile hadisi delil olmazdı., yalnız kaldığında ne olur?" der.Ebû Davûd:

"Bu yıldızlara bakan Alevî değildir. Adiy b. Ertabe'nin yanında hilali gördüğüne şahitlik etti ama Adiy onun şahitliğini kâfî görmedi. Sünen'de Onun bir tek hadisi var" demiştir.

Sâci : "Onda bir zayıflık var" demiştir. İbn Şâhîn ise onu sîka râvîler arasında zikretmiştir. Yahya b. Maîn'ı, Şûbe'nin dedikleri nakledilmiş o da: "Onda beis yok görüşü keskindi, hilâli herkesten evvel görürdü. Bir seferinde de hilâli tekbaşma gördü, başka birisi görmemişti. Tek olduğu içinde Adiy şahitliğini kabul etmedi" demiştir.

îbn Adiy de onun hakkında şunları söylemektedir. "El - Alevi, Ali b. Ebi Talib'in evlâdından değildir. Ancak Basra'da Ali evlâdından bir grup vardı. Bu şahıs da o gruba nisbet edildi."

Görüldüğü gibi Selm el-Alevî'nin lehinde konuşanlar olmakla birlikte, aleyhinde epey lâf edilmiştir. Onun için hadisini kabulde temkinli olmak gerekir.

Bu bab'da geçen hadislerin tümünde erkeklerin za'ferân sürünmeleri­nin caiz olmadığı görülmektedir. Gerçi Buhâri ve Müslim'de, Abdurrah-man b. Avf'ın üzerinde za'ferân'ın eseri olduğu halde, Hz. Peygamber'in yanma geldiği ve Efendimiz'in kendisini nehyetmediğini bildiren bir ha­dis vardır. Ama za'ferân'ın erkek için caiz olmadığına delâlet eden hadis­ler karşısında istidlale elverişli bulunmamıştır. Alimler bu hadisi karşı mânâdaki hadislerle uyuşturmak için birçok görüş beyân etmişlerdir. Bunlardan birisi; Abdurrahman (r.a)'ın üzerindeki za'ferân eserinin yeni evlendiği hanımından bulaşmış olmasıdır.

Müctehid imamlardan erkeklerin za'ferân ve halûk sürünmelerinin ca­iz olduğu tarzında bir nakil göremedik, ancak imamlar, tartışılan za'ferân sürünmenin, elbisede mi, vücutta mı yoksa her ikisinde mi olduğunda ih­tilaf etmişlerdir.

İmam Ebû Hanîfe, İmam Şafiî ve tabiilerine göre erkeklerin hem be­denlerinde hem de elbiselerinde za'ferân kullanmaları haramdır. Bu bab-da geçen hadislerin mutlak oluşu bu görüşe delildir.

Malikîler'e göre ise haram olan, za'ferânın bedende kullanılmasıdır. Elbisede değil. Bunların delili de 4178 numarada geçen "Allah bedenin­de halûktan eser bulunan bir adamın namazını kabul etmez" mânâsındaki hadistir. Çünkü bu hadisin mevhumu tehdidin bedenin dışındaki kısımlara şâmil olmayışına delâlet etmektedir.[53]

 

Bazı Hükümler

 

1. Erkeklerin hafûk ve za'ferân gibi kadınlara mahsus kokuları kullanmaları caiz de­ğildir.

2. Melekler kâfirin cenazesine, üzerine za'ferân sürünene ve cünüp olana rahmetle yaklaşmazlar.

3. Cünübün abdest aldıktan sonra uyuması, yemesi ve içmesi caizdir.

4. Erkeklerin za'ferân sürünmelerinin caiz olmayışı ihramlı olmaya mahsus değildir.

5. Elbisesinde halûk eseri olan kişinin namazının sevabı lam değildir.

6. Erkeklerin za'ferân sürünmeleri caiz olmadığı gibi küçük çocuklara sürmeleri de caiz değildir.

7. Kişi dinen meşru olmayan bir davranışta bulunanı görünce ondan yüz çevirmelidir.[54]

 

9- Saç Konusunda Varid Olan Hadisler

 

4183... El- Berâ (r.a)'m şöyle dediği rivayet edilmiştir. Kırmızı elbi­se içinde saçları boynuna dökülenler içinde Rasûlullah (s.a)'den daha gü­zel birini görmedim.

Râvî Muhammed b. Süleyman buna "onun omuzlarını döven saçı var­dı" sözünü ilâve etmiştir.

Ebâ Davûd derki; Bunu israil'de Ishâk'clan rivayet elti ve "saçı omuz­larını döverdi" dedi. Şube ise "Kulaklarının yumuşağına kadar varırdı" dedi.[55]

 

Açıklama

 

Hadis'in Müslîm ve Tırınizi'deki rivayetlerindePeygamber (s.a) Efendimiz'in saçlarının uzunluğu­na delâlet eden bu ifâdelerin yanı şıra, onun omuzlarının geniş, boyunun da orta olduğuna işaret edilmiştir. İbn Mâce'nin rivayetin ise "kırmızı el­bise içinde, taranma yönünden, Rasûlullah'dan daha güzel birisini görme­dim." şeklindedir.

Bu hadisden Peygamber (s.a) Efendimizin saçlarının kulakları ile omuzlan arasına kadar uzandığı anlaşılmakladır. Oysa hadisin bazı riva­yetlerinde ve bundan sonra gelecek olan hadislerde, kulak yumuşağına, kulağının yansına veya omuzlara kadar vardığı belirtilmektedir.

Nevevî'nin belirttiğine göre hadisler arasındaki bu farklılıklar Rasûlul­lah efendimizin saçlarının değişik zamanlarda değişik uzunlukta olu­şudur. Yani saçları uzadığı zaman omuzlarına doğru sarkardı kısalttığın­da da kulak yumuşağına veya kulağının yarısına kadar varırdı. Değişik durumlardaki görünüşü farklı rivayetlerin gelişine sebep olmuştur.

Peygamber Efendimiz'in saçlarının her zaman aynı düzeyde olmayışı saç şeklinin, uyulacak bir sünnet olmadığına delâlet eder. Kanaatimizce saç konusunda dikkat edilecek nokta toplumun yadırganmayacağı ve kişi­ye yakışan bir saç şeklinin benimsenmesidir. Yalnız gayri müsümlerin mo­dellerine benzemek için saçlara onlar gibi şekil vermek de doğru değildir.[56]

 

4184... Bera (r.a) şöyle demiştir. Rasûiullah (s.a)'in kulaklarının yu­muşağına varan saçı vardı.[57]

 

4185... Enes (r.a)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a)'in saçı kulaklarının yumuşağına kadardı.[58]

 

4186... Enes b. Malık (r.a) demiştir ki:

Rasûlullah (s.a)'in saçı kulaklarının yansına kadardı.[59]

 

4187... Aişe (r.anha) şöyle demiştir. "Rasûlullah (s.a)'in saçı vefreden daha fazla cümmeden kısa idi.[60] (kulak yumuşağı ile omuzlan arasında îdi)[61]

 

Açıklama

 

Tirmizî bu son hadis için "basen garip sahihtir" der.

Hadîsin Tirmizî'deki rivayetinde; Hz. Âişe Peygamber (s.a) Efendimiz'le kendisinin aynı kaptan yıkandıklarını da ilâve et­miştir. Ayrıca Tirmizî'nin rivayeti bunun tam aksine "Cümmenin üstünde vefrenin altında idi" şeklindedir.

Âvnü'l-Mabud'da, Tirmizî ile Ebû Davud'un rivayetleri arasındaki fark konusunda şöyle denilmektedir. "Tirmizî'nin rivayetinden maksat saçın ulaştığı yere nisbetledir. Yani Rasûlullah (s.a).'in saçı cümme'nin üstünde ve vefrenin de aşağısında idi. Ebû Davud'un rivayeti ise saçın uzunluk ve kısalığına nisbetledir. Yani Efendimiz'in saçı Vefreden uzun cümmeden kısadır. Bu durumda rivayetler arasında bir çelişki olmadığı ortaya çıkmış oluyor."

Metni terceme ederken Vefre ve cümme kelimelerini aynen aktardık.

Vefre: Kulak yumuşağına ulaşan saç demektir.

Cümme: Omuzlara kadar varan saça denilir. İkisinin arasındaki saçı da lemme denilir.

Bu babın ilk hadisinin izahı esnasında da belirttiğimiz gibi Peygamber Efendimiz'in saçının, kulağının yansına kulak yumuşağına, omuzuna ve omuz ile kulak yumuşağı arasına kadar olduğu görülmüştür. Bu, efendi­mizin saçlarının değişik halleri ve değişik zamanlar ile ilgilidir.[62]

 

10. Saçın Ayrılması Konusundaki Hadisler

 

4188... İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir:

Ehl-i Kitap'tan olanlar (yahudi ve hıristiyanlar) saçlarım alınlarına sa­lıverirler, müşrikler ise ikiye ayırırlardı. Peygamber Efendimiz kendisine bir emir gelmeyen konularda ehli kitaba müvafakattan hoşlanırdı, (onun için) o da başının önündeki saçları (alnına) salıver (İr) di. Ama daha son­ra saçlarını ortadan ayırdı.[63]

 

Açıklama

 

Buharı, bu hadisi, Kitabu'l - Menâkib'da Yahyaâ b Kesir'den, Hicret'te Abdan'dan. Libasta da Ah­med b. Yunus'tan olmak üzere üç yerde rivayet etmiştir.

Buharî'nin menakıb'daki rivayetinde, önce Hz. Peygamber (s.a)'in saçlarını salıverdiği belirtilmiş daha sonra da müşriklerin ve ehli kitabın durumları ve Efendimiz'in kendisine bir emir gelmeyen hususlarda ehli kitaba müvafakattan hoşlandığı ifade edilmiştir. Kitabu'l Libâs'taki riva­yette ise hadisin başında Rasûlullah'in ehl-i kitaba müvafakattan hoşlan­dığına dikkat çekilmiş daha sonra da ehl-i kitap ve müşriklerin durumları beyan edilmiştir.

Hadisin sahîh-i Müslim'deki rivayeti de aynen Ebû Davud'un rivayeti gibidir. Hadis metninde saçların salıverilmeleri mutlak olarak ifâde edil

mistir. "Alnına" kaydı konulmamıştır. Aynî ve Nevevî buradaki salıver­mekten maksadın alnın üzerine doğru salıvermek olduğunu söylemişler­dir.[64]

Hadisin metninden ve sarihlerin izahlarından anlıyoruz ki, Hz. Pey­gamber (s.a) önceleri saçını ayırır ve Öne ya da yanlara doğru salıverirdi.

Tabii ki bu hal saçlarının gözlerini kapatmasına sebep olacak şekilde değildi. Çünkü bundan Önceki babın hadislerinde Efendimiz'in saçlarının çok uzun olmadığı geçmişti.

Rasûluîlah (s.a)'in, Önceleri saçlarını alnı üzerine salıvermesine sebep ehli kitaptan olanların yaptıklarına muvafakattir. Efendimiz İslâm'ın ilk devirlerinde hakkında vahiy gelmeyen hususlarda ehli kitaptan olanları İslam'a ısındırmak için onlara Muvafakati istiyordu. Çünkü onlar, nede olsa hak bir dine sahiptiler ve Allah inancı taşıyorlardı. Yaptıklarının Al­lah'ın emrine müstenid olması muhtemeldi. Müşrikler ise böyie değildi. Onların yaptıklarının Allah'ın rızasına muvafık olma ihtimalini akla geti­recek hiç bir sebep yoktu. Peygamberin yüce vazifelerinin en başta gele­ni şirkle, putperestlikle mücadeledir. Onun için giyim kuşum şekli ve ye­me konusunda bile onlara benzemekten kaçınırdı. Onun için putperestli­ğin güçlü olduğu dönemlerde ehli kitaba muvafakat bile olsa saçlarını ayırmadan salıvermiş putperestlik zayıflayıp ortadan kalktıktan sonra es­kiden onların yaptığı gibi ortadan ayırıp iki bukle halinde yanlara bırak­makta mahsur görmemiştir. Bu hadis-i şerif iki önemli konudaki tartışma­lara mesned olma niteliğindedir:

1. Hz. Peygamber (s.a) kendisine hükmü hakkında vahiy gelmeyen ba­zı konularda htriştiyan ve yahudilere muvafakati reddetmediğine göre önceki milletlerin şeriatı bizim içinde bir şeriat mıdır?

2. Peygamber efendimizin son hali, saçları iki tarafa ayırmak olduğu­na göre bu bizim için de sünnet midir?

Şimdi bu iki konuyu teker teker ele alıp inceleyelim. Önce birinci me­sele ile ilgili olarak Nevevi'nin Kadı îyuz'dan naklettiklerini aktarmak sonra da konuyu bir usulü fıkıh kitabından özetlemek istiyoruz.

Kadı Iyâz şöyle der: "Hz. Peygamber (s.a)'in hakkında vahiy gelmeyen konularla ehli kitaba muvafakati meselesinde alimler ihtilaf etmişlerdir. Bazıları :Onun bu hareketi, İslâm'ın ilk dönemlerinde onları islâm'a ısın­dırmak ve putperestlere muhalefet olsun diye hiristiyanlara muvafakat için dır. Ama onların ısındLnlmasına ihtiyaç kalmayıp, İslâm tüm dinlere ga­lip hale gelince ehli kitaba karşı muhalefetini de açıkça ortaya koydu, der­ler.

Bazıları ise bunun, kendisine vahiy gelmeyen konularda ehli kitabın şeriatına uymak için oluşunun muhtemel olduğunu söylerler.

Bazı usûlcüler bu hadisle itidlâl ederek; Bizden öncekilerin şeriatleriııin, aksine bir hüküm varid olmamışsa bizim için de şerial olduğunu söy­lemişlerdir. Bazıları ise hadisin yukarıdaki iddianın aksine delil olduğunu söylerler. Çünkü hadiste Peygamberimiz'in ehli kitaba muvafakattan hoş­landığı ifade edilmektedir. Eğer önceki milletlerin şeriatı bizim içinde şe­riat olsaydı Hz. Peygamber'in onlara tabi olması vacip olurdu.[65]

Bizden önceki milletlerin şeriatjerinin bizim için delil olup olmayaca­ğı konusunda usûlcülerin söylediklerinin özeli şudur.

Kur'an veya sahih sünnet, eski milletlerden birisinin şeriatlarından bir hüküm anlatmış ve onun, bize de yazıimtş olduğunu beyan etmişse, o hü­küm, bizim için de bir şeriat ve kanundur. Bunda tüm alimier müttefiktir­ler.

Kur'an ve sünnet, eski milletlerden birisine ait bir hükmü anlatmış ve bunun neshedildiğine işaret edilmişse, o hükmün, bizim için geçersizliğ­inde ihtilaf yoktur.

Kur'an ve hadis, eski milletlerin şeriatına ait bir hükmü aktarmış ve o hükmün, bizim hakkımızda da geçerli olduğu veya nesh edildiği konusun­da bir şey varid olmamışsa, Hanefiler'in CumhûVu, MalikÜer ve Safı-iler'in bazılarına göre bu hüküm, bizim için de geçerlidir. Ona uymak bi­zim görevimizdir.

Bazı alimlere göre ise, o, bizim için şeriat değildir. Çünkü, bizim şeri­atımız, önceki şeriatları neshetmiştir. Ama bizim dinimizde, o hükmü, ik­rar eden bir şey varsa müstesna.

Doğrusu önceki görüştür, çünkü bizim dinimiz, eski şeriatlerin bizim şeriatimize zıt olan yönlerini neshetmiştir. ı

2. Saçların ortadan ayrılmasının hükmünde de alimier ihtilaf etmişler­dir. Bazı alimler, Hz. Peygamber'in son halinin bu olduğunu. Efendi­miz'in daha önceleri saçlarını sarkıttığı halele hilâllere, ortadan ayırması­nın vahye müsteniden olduğunu söylerler. Bazı âlimlere göre saçları orta­dan ayırmak caiz, bazılarına göre ise müstehaptır. Caiz diyenlere göre; Hz. Peygamber, saçını vahye dayanarak değil kendi içtihadı ile ayırmış­tır. İmam Malik; "Erkeğin saçını ayırması bana daha sevimli geliyor" der.

İmam Nevevî, alimlerin görüşlerini bir isme nishet eimetlcn verdikten sonra; "sahih olan; saçları ayırmadan salıverme* ve ortadan ayırmak işi­nin ikisi de caizdir. Ama ayırmak daha efdaldır. demiştir.[66]

 

Bazı Hükümler

 

1. Ehli kitaptan olanlar dinsizlerden daha üstündür. Hakkında hüküm olmayan konu­larda, dinsize muhalefet için ehli kitaba muvafakat caizdir.

2. Saçları ortadan ayırmak müstehaplır.

3. Bizden önceki mffleflleriri şeriatlarındaki hükümler. bazı hallerde bizim için de geçerlidir.[67]

 

4189... Âişe (r'anha)şöyle demiştir:

"Ben Rasûlullah (s.a)'in saçlarını ayırmak istediğimde tam tepesinden ayırır, alnı üzerine dökülen saçları da gözlerinin arasına sarkıtırdım."[68]

 

Açıklama

 

Bu hadisin ifade ettiği mânayı açıklarken alimler bu konuda bir hayli söz söylemişlerdir. Aliyyü'l -Kârı, "Hz. Aişe, Resûlullah'm saçını ayırırken tam gözlerinin arasından geriye doğru ayırırdı." demiştir.

Tibî'de aynı anlayışı destekler bir tarzda şöyle demektedir: "Mânâ şu­dur: Saçın ayrıldığı çizginin bir tarafı tam tepede, öbür tarafı da gözlerin arasına gelecek şekilde alnında idi. Hz. Âişe'nin "anlındaki saçları gözle­rinin arasına sarkıtırdım," sözünün manası; "saçların yansı bu çizginin sa­ğına yarısı da soluna gelecek şekilde ayırırım" demektir.

Erdebîlî de belirtildiğine göre , "Hadiste, Hz. Aişe'nin sözünün mânâ­sı şudur:

Tepeden Öne doğru gelen çizginin bir ucunu gözlerinin tam ortasına gelecek şekilde yaparım. Böylece alnındaki saçın yarısı sağ tarafa yansı­da sol tarafa kalırdı. İşte alnındaki saçları gözlerinin arasına sarkıtıldım, sözünden maksat budur."

Bu açıklamalardan anlıyoruz ki; Hz. Aişe validemiz. Peygamber Efen­dimizin saçlarını taradığı zaman başının tam ortasından ikiye ayırır yarı­şını sağ tarafına diğer yansını da sol tarafına tarardı.[69]

 

11. Cümmeyi Uzatmak

 

Cümme: İnsanın omuzlarına kadar dökülen saçıdır. Bu kelime bazen mutlak olarak, saç manasında da kullanılır.[70]

 

4190... Vâil b. Hier (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:' "Saçlarım hayli uzun bir halde iken Rasûlullah (s.a)'e geldim. Beni gö­rünce; "Uğursuzluk, Uğursuzluk" buyurdu. Hemen dönüp saçlarımı kı­salttım, ertesi gün tekrar geldim "Seni kastetmemiştim, (ama) bu daha güzel" buyurdu.[71]

 

Açıklama

 

Hâdis-i şerif, saçları haddinden fazla uzatmanın uygun olmayacağına delâlet etmektedir. Ama bu haram da değildir. Çünkü saçı uzun olan zata Rasûlulluh'ın hitap tarzı bu fiilin haram olmadığını göstermektedir.

Hadisten bazen sahabelerin de Efendimiz'in sözünü yanlış anladıkları­nı görüyoruz.[72]

 

12. Erkeğin Saçını Örmesi

 

4191... Ümmü Hanı şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a) Mekke'ye geldi, başında dört tane belik (örgü) vardık.[73]

 

Açıklama

 

Tirmizî hadisin iki ayrı senetle gelen rivayetini vermiş ve birisi için garip. Öbürü için de hasen de­miştir. Yanlız her iki rivayetin tabiûndan olan ravisi Mücahidedir. Tirmizî'nin  belirttiğine göre  Muhammed   Buharı: "Mücahid'in   Ümmü  Ha­ni'den hadis rivayet ettiğini bilmiyorum" elemiştir:

Hâdis, Erkeklerin saçlarını örmelerinin caiz okluğuna delildir.[74]

 

13. Başı Tıraş Etmek

 

4192... Abdullah b. Câbir (r.a) şöyle demişlir.

Hz. Peygamber (s.a); Cafer ailesine, üçgiin sonra kendilerine geleceği­ni söyledi. Sonra Cafer ailesine varıp;

"Bu günden sonra kardeşim için ağlamayın” buyurdu. Daha sonra da "bana kardeşimin çocuklarını çağırın" dedi. Biz Râsûlullah'a getirildik. Birer kuş yavrusu gibi idik.

Efendimiz:

"Bana berberi çağırın" buyurdu (berber geldi) Rasûkıllah kendisine emretti, o da başlarımızı tıraş etti.[75]

 

Açıklama

 

Hâdis'in râvîsi Peygamberimiz/in amcası Ebû  Tâlibn oğlu büyük şehid Hz. Cafer'in oğludur. Anlaşıldığı üzere Hz. Cafer şehid edilince. Peygamber Efendimiz, yas tut maları için ailesine üç gün izin vermiş, üç günün biliminde de onlara ya­sı bırakmalarını tenbih etmek için kendilerine geleceğin! söylemiştir.

Hz. Cafer'in ailesine geldiğinde onun çocukları Abdullah. Avn ve Mu­hammed -Râvi'nin tabiriyle birer kuş yavrusu gibi idiler. Saçları kuş yav­rusunun tüylerine benziyordu. Efendimiz durumu görünce bir berber ça­ğırıp çocuklarının saçlarını tıraş ettirdi.

Aslında ihramdan çıkmanın dışında saçların tıraş edilmemesi daha el; dâl görünmektedir. Ama, Hz. Cafer'in hanımı kocasının şehitliğinden dolayı duyduğu üzüntü sebebiyle çocukların suçlarını taramayı ihmal ettiği için, Peygamber Efendimiz, başlarını tıraş ettirmiştir. Bu izah Aliyyü'l-Kârî'ye aittir.

Bezlü'l - Mechûd'da talikan şöyle denilmektedir.[76]

Muvaffak şöyle der. "Başı tıraş konusunda Ahmed (b. Hanbeİ)Men se­len rivayetler ihtilaflıdır. Ondan, tıraş olmanın mekruh olduğu rivayet edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) Hariciler hakkında, "Onların özellikleri tıraştır." buyurmuştur. Hz. Ömer'de Sabiğa; "eğer seni tıraş­lı olarak görürsem başına kılıçla vururum.1" demiştir. Yine Pcygambenmiz'den, "alınlar hac ve umre de açılır." buyurduğu rivayet edilmiştir. Bunu Efrad'da Dârakutnî rivayet etmiştir.

İbn Abbas (r.a) da şehirde başını tıraş eden şeytandır, demişlir.

Ahmed, "Selef tıraşı kerih görürdü" der. Yine Âhmed'den bunun mek­ruh olmadığı, ama tıraş olmamanın daha efdal okluğu ifade edilmiştir.

İbn Abdîl Berr, "İnsanlar tıraş olmanın mubah olduğunda lYıüttenktirler, delil olarak bu yeter" der.

İkna, şerhinde de şöyle denilmekledir. Saçları tıraş etmekle beis yok­tur. Ama Hac. kafirin müslüman oluşu ve yeni doğan gocunun akikastnm dışında sünnet de değildir."

Büceyremi de İbnü'l Kâriyy'inin şu sözleri nakleder. "Hz. Peygamber (s.a) ömründe ancak dört defa tıraş oldu,"

Bu ifadelerden, zaruret yoksa, saçları tıraş etmenin caiz. tıraş etmeme­nin ise efdal olduğu anlaşılmaktadır.

İmâm Nevevî; Hz. Peygamberin Haricîlerle ilgili, sözünün, saçı iraş etmenin caiz olmayışına delâlet etmiyeceğini, çünkü bir guruba alâmet olan bir şeyin bazan haram, bazan da mubah olabileceğini söyler.[77]

 

Bazı Hükümler

 

1. İşi yaygaraya dökmemek, ağıt ve ferya da dalmamak kaydıyla, ölünün arkasından üç gün yas tutmak, ağlamak caizdir.

2. Küçük çocukların velîleri, onların  işlerini üzerlerine alırlar ve onların yararına olan faaliyetlerde bulunurlar.

3. Saçların traş edilmesi caizdir.[78]

 

14. Zülüf Bırakmak[79]

 

4193... İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir; "Hz. Peygamber (s.a) yarım tıraştan nehyetli."

Yarım tıraş; çocuğun başının bir kısmının tıraş edilip, bir kısmının saçının bırakılmasıdır.[80]

 

4194... İbn Ömer (r.a), "Rasûlullah (s.a) yarım tıraştan nehyelti" demiştir. Yarım tıraş: Çocuğun saçını tıraş edip zülüf bırakmaktır.[81]

 

4195... İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir.

"Hz. Peygamber (s.a) saçının bir kısmı tıraş edilip, bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü, insanları bundan men edip:

"Ya tamamını tıraş edin ya da hep bırakın" buyurdu.[82]

 

Açıklama

 

Bu bab'daki her üç hadis de İbn Ömer (r.a)'den rivâyet edilmiştir. Bunlardan ilk ikisi'nin lâfızları da aynıdır. Ancak isnadları farklıdır.

İlk iki hadiste İbni Ömer; Hz. Peygamber (s.a)'in yarım tıraşı nefyet­tiğini haber vermiştir.

Yarım tıraş diye terceme ettiğimiz "Kazea" kelimesi, sarihler tarafın­dan üzerinde hayli durulan bir kelime olmuştur. Aslında bu kelime, gök­yüzündeki parçalar halindeki bulutlar ınânâsındadır. Ancak, bu hadisle ifade ettiği mânâ, iki hadisteki râviler taralından farklı izah edilmiştir.

Önceki hadiste Râvi Nâfi bu kelimeyi, "Çocuğun saçının bir kısmını tı­raş edip bir kısmını bırakmak" diye izah etmiştir.

İkinci hadiste ise, râvüerden birisi bu kelimeyi, "Çocuğun saçını tıraş edip zülüf bırakmak" diye tefsir etmektedir.

ibn Hacer el-Askalâni Fethu'1-Bari adındaki eserinde "Kazea" keli­mesini bu şekilde tefsir eden zatın ismini bilmiyorum" der.

Buhari'de ise bu kelime, hadisin oradaki rivayetinin râvilerinden Ubeydullah tarafından şöyle izah edilmiştir:

"Ubeydullah şöyle demiştir:

Üsta'dim, Nâfl'nin oğlu Ömer'e kazea nedir diye sordum.

Çocuğun başım tıraş edip, alnındaki veya alnının iki tarafındaki saç­ları bırakmaktadır, dedi ve eliyle alnını ve alnının iki tarafını gösterdi.

Hocam bu yasak erkek ve kız çocukları arasında müşterek midir? di­ye sordum.

Bana, babam Nâfi "Çocuk" dedi. Erkek veya kız, yada her ikisi de, diye bir açıklama yapmadı, dedi.

Ben bu meseleyi Ömer'e tekrar sordum.

Ey Ubeydullah! erkek çocuğun alnı ve alnının iki tarafında saç bırak­mak da mahzur yoktur. Çünkü, "kazea" yanlız alnın üstünde kâkül bıra­kıp, başın geri kalanını tıraş etmektir, dedi.

Kazea kelimesinin tefsiri sadedinde bu rivayetler gelmiştir. İmanı Nevevi:

"Kazea, Nâfi'in yaptığı tefsirdir. O da ayırım yapmadan, başın bir kıs­mını tıraş edip bir kısmını da bırakmaktır. Ulemadan başın değişik yerle­rini tıraş etmek olduğunu söyleyenler olmuştur. Ama sahih olan tefsir ön­cekidir. Çünkü, o râvi'nin tefsiridir. Bu tefsir hadisin zahirine zıt düşme­diğine göre onunla âmel gerekir." demiştir.

Bu izahların hepsinde "Kazea" kelimesinin çocuk saçıyla ilgili olduğu görülmektedir. Hafız İbn Hacer bunun bir kayıt olmadığını, çocuğa da bü­yüğe de şamil olduğunu söyler.

İmam-i Nevevi, değişik yerlerde olduğu takdirde, " kazea" nin mekruh olduğunda alimlerin müttefik olduklarını söyler, ve şunları ilâve eder: "Tedavi ve benzeri bir özürden dolayı olması hali ise bundan müstesna­dır. Bu tenzihen mekruhtur. İmam Malik, onu hem de kız çocuk için mekruh görmüştür. Bazı Malikîler ise saçın başın arkası veya şakaklarda bırakılmasında mahzur olmadığını söylemişlerdir. Bizim (şafiilerin) görü­şümüze göre; ister erkek, ister kadın için olsun, mutlak olarak mekruh­tur."

Baci'nin Miinteka\sında "İmam Malik, erkek çocuğun.iilüT bırakma­sını mekruh görmüştür." denilmekledir.

Hanefî fıkıh kitaplarından, Fetvay-ı Alemgiriyye'de '"Kikinin başının ortasını tıraş edip saçını örmeden salıvermesinde mahzur yoklur. Ama örerse mekruhtur. Çünkü, bu bazı kafirlere benzemeklir." denilmekledir. Başın değişik yerlerinde saç bırakmanın mekruh olmasının hikmeti, o devirde kakül bırakmanın. Yahudiler, müşrikler ve bazı fasıklar arasında adet olup, bunun çocuklar için töhmete yol açmasıdır.

İhyâ-i Ulûmididin de temizlik maksadıyla saçın tamamının tıraş edil­mesi veya tamamen bırakılmasında mahzur olmadığı, bildirilmektedir.

İbn Abdi'l Berr de başın tamamının tıraş edilmesinin müb;ıh oluşunda icma olduğunu söyler.

Son hadis-i şerif saçların tamamının tıraş edilmesinin veya tamamının bırakılmasının caiz olduğunu beyan etmektedir. Aliyy'ül Kâri, bu hadisin hac ve umre haricinde de saçı tıraş etmenin cevazına işarel ettiğini, ama tıraş etmemenin daha efd âl olduğunu söyler. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) ve sahabîler öyle yaparlardı.

Şevkani'de bu hadisin, saçı tıraş etmeyi mekruh sayanların görüşlerini reddettiğini söyler ve Ahmed b. Hanbcl'in şu sözlerini nakleder: "Alim­ler ustura ile tıraşı mekruh gördüler. Makasla kısaltmakta ise mahzur yok­tur. Çünkü kerahate delâlet eden haberler îııuşa mahsusturlar."

Aslında saçı tıraş etmenin doğru olmadığına delâlet eden bazı hadisler vardır. Bunlara 4192 numaralı hadisin izahında işaret edilmiştir.[83]

 

Bazı Hükümler

 

1. Müslümanların, müslüman olmayanlara zihnen olduğu gibi. şeklen benzemeleri de caiz değildir.

Şeklî benzeme, ilk bakışta, önemsiz gibi görünebilir. Ama aslında, in­sanların davranışları, giyinişleri, düşünce larzları bir kültür eseridir. Top­lumları değiştirmek, onlara yeni kültür ve düşünceler enjekle etmek isle­yenler, insanların kılık kıyafetlerini hiçbir/aman ihmal etmemişlerdir. Islâmî düşünce ile mücadelede de kılık ve kıyafet değişimi her zaman ön­de tutulmuştur. Yeni bir kıyafete bürünen kişi kendisini o kıyafetin men­subu olan camiadan hissetmeye, onlar gibi yaşamaya ve hatta onlar gibi düşünmeye başlar. Düşünce ve inancın değişmesi de, dinin değişmesi so­nucunu doğurur. İslâmiyet, mensuplarının inanç ve dinî gayretlerini koru­mak için her türlü tedbiri almıştır.

2. Çocukları yabancılara benzeyecek şekilde tıraş etmek mekruhtur.[84]

 

15. Çocukta Zülüf Bırakmaya Ruhsat

 

4196... Enes b. Mâlik (r.a)'den şöyle demiştir:

Benim zülüflerim (başın yan tarafına sarkan saçlar) vardı Annem bana: "Ben onları kesmem, çünkü Rasûluilah (s.a) çeker ve tutardı" dedi.[85]

 

Açıklama

 

Aliyy'ül - Karî Peygamber (s.a) Efendimizin, Hz.Enis'in zülüflerini Ilıtmasını şu iki şekilde izah et­miştir.

1. Enes (r.a)'ın saçlarım tutar ve onunla oynardı.

2. Veya Onları kulağına varıncaya kadar uzatır, kulaktan aşağı uzanan­ları tutar ve keserdi.

Sözü hangi mânâya hamledersek edelim bu. Rasûluilah (s.a)'mn, hiz­metçisine ne kadar güzel muamele ettiğine delâlet eder. Müslümanlar için en güzel örnek olan Efendimiz'in hayatının her safhası, toplumun her fer­dinin kendisi için rehber edineceği hadiselerle doludur.

Hadis-i Şerif, zülüf uzatmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Buna delâlet eden başka hadisler de vardır. Nesâi'nin tahricine göre, Ziyad'in babası Husayn, Hz. Peygamber (s.a)'e gelmiş. Efendimiz de mübarek eli­ni Husayn'ın zülüfleri üzerine koyup besmele çekmiş ve onun için dua et­miştir.

Sahihayn'da İbn Mes'uddan rivayet edilen şu hadis de bunlardandır.: "Hz. Peygamber (s.a)'in ağzından yetmiş sûre okudum. Zeyd b. Sabit oğ­lan çocukları ile birlikte idi ve onun iki zülüfü (iki taraftan zülüf) vardı."

Burada karşımıza bu konudaki hadislerle bir önceki babın hadisleri arasında bir çelişki görüntüsü çıkmaktadır. Çünkü o hadisler zülüf bırak­mayı nehyetmekte, bu hadis ise caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Bu hadislerin arası şu şekilde uyuşturulmuştur. Nehyedilen zülüf uzat­maktan maksat, saçın kalın kısmını tıraş edip sadece sakalların üzerinde­ki veya tepedeki saçı uzatmaktır. Caiz olan zülüf ise, şakaklar üzerindeki saçlar biraz daha uzun olmakla birlikte, başın kalan kısmında da saç bı­rakmaktır. Yani başın kalan kısmındaki şakaklar üzerindekilerden daha fazla kısaltılır.[86]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sacın bir kısmının uzun. bir kısmının daha kısa olması caizdir.

2. Müslüman çocuklara ve hizmetçilere iyi ve lütûlkâr davranılmalıdır.

3. Muhterem kişilerin bıraktıkları ile tebcrrıık için, onların dokunduk­ları şeyleri ve elbiseleri toplamak caizdir.[87]

 

4197... Haccac b. Hassan şöyle demiştir.

Biz Enes b. Malik'in yanına girdik, kız kardeşim Muğire, bana, o ha­diseyi haber verip şöyle dedi.

"Sen o gün küçük bir çocuktun ve senin saçının iki beliği, veya alnının üstündeki saçtan iki tutam) vardı.[88] Enes başını okşadı, senin için dua et­ti ve "Şunları kesin veya kısaltın. Çünkü bu yahudilerin .şiarıdır." dedi.[89]

 

Açıklama

 

Hadisten anlaşıldığına göre. Haccac b.Hassan küçük bir çocukken, içlerinde kız kardeşi Muğire'nin de bulunduğu bir grupla birlikte Enes b. Malik'in yanına girmiş ve onun­la konuşmuştur. Ancak, Haccac Enes (r.a)'ın yanına girdiğini hatırlamak­ta, gerisini ise hatırlamamaktadır.

Tafsilâtı ablası Muğire kendisine haber vermiştir. Hz. Enes'in yanına girdiklerinde, Haccac'ın başında iki belik saç var­dı. Ancak râvilerden birisi bu beliklerin başın neresinde olduğunda tered­düde düşmüş, bunun tepedeki saçlardan veya alnının üstündekilerden ol­duğunu söylemiştir.

Hz. Enes, çocuğun saçlarını görünce, "Bunları kesin veya kısaltın" de­miştir. Aliyy'ül - Kârı bu sözü, Rasûlullah'a ait olduğunu söylemektedir. Ama bunun, bir yanlış anlama olduğu belirtilmiştir.

Enes b. Malik, Haccac'ın başındaki belikleri yahudilerin şiarı olduğu için hoş karşılamamiştır. Bu konu ile ilgili olarak İbn Tcymiyye şöyle de­mektedir. "Enes b. Mâlik, gerekçe olarak bunun yahudilerin şiarı olduğu­nu göstermektedir. Bir yasağın bir gerekçe ile gerçeklendirilmesi, o ge­rekçenin de mekruh olduğuna delâlet eder. Bundan anlaşılıyor ki, saçta bile olsa yahudilerin şiarının yapılmaması icap eder. Maksat budur."

Bu hadisin konu başlığı ile irtibatı şudur. Baştaki iki belik halindeki kakül veya zülüf yahudilerin şiarıdır. Çünkü bu sözleri söyleyen Enes'in, çocukluğunda zülüfü olduğu yukarıda geçmiştir.[90]

 

16. Bıyığı Almak (Kısaltmak)

 

4198... Ebu Hureyre (r.a), Rasûlullah (s.a)'a iblağ ederek (merfuan) şöyle demiştir:

Fıtrat beştir. Veya beş şey fıtrattandır.[91]

Sünnet olmak, etek tıraşı yapmak, koltuk altını yolmak, tırnakları kes­mek, bıyığı kısaltmaktır.[92]

 

Açıklama

 

Hadisin Buhari'deki rivayeti de aynen buradaki gibidir. Buhari'de aynı konuda. İbn Ömer'den, diğer­leri anılmadan, bıyığın fıtrattan olduğunu bildiren bir rivayet daha vardır.

Hadis-i şerif, metinde geçen beş şeyin fıtrattan olduğunu ifade etmek­tedir. Hattabî, buradaki fıtratın sünnet mânâsında olduğunu söyler.

"Fıtratın" Allah katında değişmeyen dini esaslar ve Hz. İbrahim (a.s)'m ve onun neslinden gelen peygamberlerin sünnetleri olduğu tarzın­da görüşler vardır.[93]

Hadis-i şerifte anılan bu beş şeyin fıtrattan, yani meşhur manâsıyla sünnetten olduğu zikredilmektedir: "Beş şey fıtrattır" şeklinde değil, "Beş şey fıtrattandır." şeklinde bir ifade tarzının seçilmiş olmasından anlıyoruz ki, fıtratın tamamı beş değil, daha fazladır. Nitekim. Ebıı Davud'un 53. hadisinde, Hz. Aişe (ı\a) vasıtasıyla, on şeyin furaüan olduğu rivayet edil­miştir. İbn Hacer'in beyanına göre, İbn'ül Arabî fıtrattan olan oluz kadar şey saymıştır.

Şüphesiz bu hadisi şerifle yukarda işaret edilen 53. hadis arasında bir çelişki yoktur. Hz. Aişe'nin rivayetinde Efendimiz, fıtrattan olan şeyler­den onunu; Ebu Hureyre'nin bu rivayetinde de beşini sayımşiır.

Şimdi, bu hadis-i şerifte fıtrattan olduğu anılan beş şeyi teker teker ele alalım:

1) Sünnet Olmak: Yukarıda işaret edilen Hz. Aişe hadisinde bu mad­de mevcut değildir. Ancak bir sonraki Ammar b. Yasir hadisinde vardır, bu konu 54 numaradaki Ammar hadisinde ele alınmış sünne-f vakti konu­sunda görüşler incelenmiştir.[94]

Sünnet olmak sözü ulemanın ifadesine göre erkeklere de kadınlara da şamildir. Erkeklerin sünnet edilme keyfiyetleri malumdur. Ancak kadın­ların sünnet edilmesi konusunu anlamak biz Türkler için bira/ müşkii ol­maktadır, Çünkü bizlerde böyle bir uygulama mevcut değildir. Şerhlerde kadınların sünnet edilmesi, "İdrar deliğinin üstündeki horoz ibiği gibi olan derinin kesilmesi” diye tarif edilmektedir.

Sehâran Furi, Bezl-ül Mechûd'da: Ulemamızın, kadında*, anılan deri­nin az bir şey alınarak sünnet edilmesinin müslehap olduğunda, ittifak ha­linde olduklarını söyler.

2) Etek tıraşı olmak Bu mânâyı ifâde eden kelime hâdis-i şerifte EMstihdat" şeklinde varid olmuştur. Halbuki baş­ka rivayetlerde  halkül'-âne" şeklinde geçmiştir. Avnü'l - Ma'bûdda "İstihdaf kelimesinin bu mânâda kullanışı şöyle izah edil­mektedir. "Etek tıraşı el-hadid (demir) kullanılarak - ki oda usturadır-yapıldığı için istibdat denilmiştir."

Etek tıraşı, ustura ile olduğu gibi, yolmak veya başka bir yolla da ya­pılabilir. Önemli olan, fazla kılların izalesidir. Ancak Mcşarik şerhinde:

"Eğer kıllar demirden başka bir şeyle izale edilirse sünnet üzere olmuş sayılmaz" denilmektedir.[95]

3) Koltuk Altı Yolmak: Etek tıraşında sünnet olan. tıraş olduğu hal­de, koltuk altlarında sünnet olan yolmaktır. Ama tıraşla da sünnet yerine getirilmiş sayılır. Fakat yolmak daha efdaldir.

4) Tırnakları Kesmek: Bu hem erkekler ve hemde kadınlar için aynıdır. Aralarında bir farklılık yoktur. Bu meselede 53. hadisin şerhinde ele alınmıştır.[96]

5) Bıyığı Kısaltmak: Bıyığı kısaltmaya işaret eden kelimeler çeşitli ri­vayetlerde farklıdır. Onun için ulema, bıyığı kısaltmaktan muradın kırp­mak mı, kazımak mı. yoksa dudak kırmızılığı görünecek şekilde uçlarını almak mı olduğunda değişik görüşlere sahiptir.

Bu görüşlere daha Önce temas edilmiştir.[97] Bezlü'1 MeehÜd müleilili bu hadisteki kısaltmayı "Dudağın kenarı görünecek şekilde" diye izah etmiştir.

Hz. Peygamber (s.a) bıyığı kısaltma ve sakalı uzatma konusundaki tavsiyeleri, "Sakalı uzatın, bıyığı kısaltın" tarzında emir sigası ile ve onların bazıları "müşriklere muhalefet edin" veya "Yahudilere muha­lefet edin" emirleri ile birlikte varid olmuştur.[98] Bu durum da bıyığı kes­mek ve sakalı uzatmanın illeti müşriklere muhalefet çimektir. Zamanımız­da müslüman olmayanlar genelde bıyıksızdırlar ve müslüman halk, normal uzunlukta olan bıyıkları değil bıyığı tamamen kazıyanları ve bıyıkları, dudakları örtecek derecede uzayanları yadırgamakladır. Bu gün için bıyığı kısaltma emrini, dudak kırmızılığı görülecek şekilde kısaltmaya hamlet­mek hem hadisin ruhunu hem de maslahata daha uygun düşmekledir.[99]

 

4199... Abdullah b. Ömer (r.a); şöyle demiştir: Rasûhıllah (s.a) bıyık­ları kazıyıp sakalları olduğu hâl üzere bırakmayı (uzalrnayı) emretti.[100]

 

Açıklama   

 

Tirmizî bu Hâdis-i şerifi için "basen sahih" demiştir Tirmizî'nin bildirdiğine göre senetle yer alan Ebu Bekir b. Nâfi, İbn Ömer'in azatlısıdır.

Hâdis-i şerifte, bıyıklan kısaltma mânâsım ifade eden tabir, şeklinde varid olmuştur, "ihfa".................iyice kısaltmakta aşırı gitmek yanı dipten kesmek nıanasındadir. Bu kelime lamamen kazıma mânâsını da ifade eder.

Hadisteki bu ifâde, sünnete uygun olanın bıyığı kökten kazımak oldu­ğunu söyleyenlerin görünüşü takviye etmekledir.Ancak ulemanın çoğun­luğu değişik görüşteler. İmam Maük: "Bıyıklan kazımak müsledir" demiş ve hadisteki kısaltmaktan maksadın, dudağın üzerine uzayanı almak oldu­ğunu söylemiştir.

Tahavî, İmam Şafii'den bu konuda bir rivayet gelmediğini, ama Şa­fiî'nin ashabından Müzeni ve Rabî'nin bıyıklarını iyice kısalttıkların), bu­nun da İmam Şafii'den duydukları ile amel ettikleri izlenimini verdiğini söyler.

Eşkarda "Ahmet b. Hanbel'in bıyıklarını iyice kısaltmış vaziyetle gör­düm" der.

Bazı alimler bıyığı iyice kısaltmayı emreden hadislerle, dudaklar görü­necek şekilde uçlarından almaya delâlet eden hadislerin arasını şöyle telif ederler. "Bıyıklar uçlarından alınarak kısaltılır, etrafı ise kazınır."

Hadis-i şerifin ikinci bölümünde sakalı uzatmayı teşvik etmektedir. Aslında "....................îfa" sakalı kesmeden, uzaması için kendi haline bı­rakmak manasınadır. Ancak, Hz. Peygamberin sakalından, kabzasından fazlasını aldığını bildiren rivayetler göz önüne alınırsa maksadın, sakalı hiç kesmeden bırakmak değil, uzatmak olduğu anlaşılır. Sakalı uzatma konusunda malûmat, birinci cilt, 103. sahifede geçmiştir. Burada şuna işa­ret etmek istiyoruz; asrımızdaki bazı alimler, sakal uzatma ve bıyığı kı­saltmanın Hz. Peygamber (s.a)'in şer'i bir sünneti (sünneti hüdâ) değil, yemesi içmesi, yürümesi gibi yaşantısına bağlı bir adeti (sünnet-i zevâid-den) olduğunu söylerler.

Muhammed Ebu Zehra da bu görüşte olanlardandır.[101] Bu görüş sahip­lerine göre sırf Hz. Peygamber (s.a) sakal bıraktığı için sakal bırakan kişi sevap kazanır, karşılığını görür, Sakallarını kesenler ise günah işlemiş sa­yılmazlar.

Selef ulemamızın sakal konusundaki görüşleri yukarıda işaret edilen yerde naklettik. Aynı şeyleri burada tekrarı zaid görüyoruz.[102]

 

4200... Enes b. Malik {r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a), bizim kırk günde bir elek tıraşı olmamızı, tırnakları kesmemizi, bıyığı kısaltmamızı ve koltuk allını yolmamız! tayin etti.(em­retti)

Ebû Davûd der ki: Bu hadisi Cafer b. Süleyman îmrân'dan o da Enes'den Hz. Peygamberi anmadan rivayet cinıiş ve "bize tayin edildi (emredildi)" demiştir.Bu esahtır.[103]

 

Açıklama

 

Hadisin tinnizîdeki rivayetinin sonunda "kirkgünden fazlaya bırakılmaz" ilavesi vardır.

Ebu Davûd'dakinin aksine Tirmizî'de Hz. Peygamber anılmadan "Ta­yin edildi" (emredildi) şeklinde olan rivayetin daha sahih olduğu söylen­mektedir.

Bu hadis, kişinin yapması gereken iç temizlikleri için. tırnak kesmek ve bıyıklan kısaltmak için bir zaman tayin etmektedir. Bu zaman da kırk gündür, Ancak kırk gün. bu işler için. tayin edilen tek vakit değil, son müddettir. Yani anılan şeyler kırk günden daha sonraya bırakılmamalıdır.

İç tıraşı olmak, tırnak kesmek ve bıyık kısalimak temizliği temin için gerekli şeylerdir. Rasûlullah Efendimizin leyin ettiği bu müddeti o günün şart ve imkanlarına göre değerlendirmek gerekir. Anılan temizlikler için günümüzde kırk gün hayli uzun bir müddettir, Aslolan, lırnaklar ya da kıl­lar uzadığı zaman kesmektir. Bu, haftada bir de olabilir. Daha kısa za­manda da olabilir; kişilere göre değişebilir. Kimilerinin tırnak ve kılları daha çabuk uzar; dolayısıyla, daha kısa zamanda kesilmesi gerekir. Kimi-lerinki de daha geç uzar ve daha uzun bir zamanda kesilmesi gerekir. An­cak hadise muhalefet etmemek için her halükârda kırk günden fazlaya bı­rakmamak gerekir.[104]

 

4201.... Câbir (r.a) şöyle demiştir:

Biz (sâhâbîler), hac ve umre dışında sakallarımızın ucunu (veya bıyık­larımızın ucunu) kendi haline bırakır (uzaUr)dık.[105] Ebû Dâvûcl der ki: "istihdaf etek tıraşı demektir"[106]

 

Açıklama

 

"Sakalımızın ucunu" diye lerceme etliğimin "Ks-sibâl" kelimesi sarihler tarafından iki şekilde izah edilmiştir." Bunlar;

1- Sakalın uç tarafı, göğüs üzerine sarkan kısmı.

2- Bıyıkların ucu.

Terceme bunlardan, Avnü'l - Mâbûd'da benimsenen birinci görüşe gö­re yapılmış, Gâzâli'nin de görüşü olan ve Bezlü'l Mechûd'da benimsenen ikinci görüşe de parantez içerisinde işaret edilmiştir.

Sibâl, kelimesine bıyıklar mânâsı verildiği takdirde şöyle bir izahın getirilmesi gerekir. Bıyığın iki ucu vardır. Dolayısıyla Sibâl lesniye (iki) mânâsında kullanılmış, cem'î (çoğul) bir kelimedir.

Hz. Peygamber (s.a) bıyıkların kısaltılmasını emretmiştir. Ancak bu yiyecek ve içecekler karışmaması için dudaklar üzerine sarkan kısımla il­gilidir. Bıyıkların uçları için böyle bir endişe olmadığından uzatılması, bı­yıkların kısaltılmasını emreden hâdise ters düşme..

Az öncede işaret ettiğimiz gibi, bu izaha "Sibâl" kelimesine "bıyıkla­rın uçları" mânâsını verdiğimiz takdirde ihtiyaç vardır. Bu izah Bezlü'l - Mechûd'da yer almıştır.

Hâdis-i şerifde işaret edilmesi gereken bir de şu mesele var, Hz. Câbir sakalların (veya bıyıkların) ucunun uzaitıimasmm; " îfâ” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Bu kelime, sakalı kesmeden kendi hafine bırak­mak demektir. Bu ifâdeden Rasûluüah ve sâhfıbîlerin hiç tıraş olmadan sakallarını bırakıverdikleri mânâsı çıkmaz. Çünkü Efendimizin, sakalını tutup, kabzasından artanları kestiğini bildiren hadisler vardır.

Hadisin sonunda "İstihdad"m etek tıraşı mânâsında olduğu bildiril­mektedir. Aslında bu izahın yeri burası değil, 4198 nolu hadistir! Çünkü bu kelimenin geçtiği hâdis-i şerif odur.[107]

 

17. Beyaz Kılları Yolmak

 

4202... Attır b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden. Rasülullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Beyaz kılları yolmayınız; Islâımla saçı sakalı ağarmış olan hiç bir müslüman yok ki - Süfyan rivayetinde dedi ki;  O kıl, kıyamet günün: de onun için bir nur olmasın -Yahya'nın hadisinde ise ".... () kıl sebe­biyle Allah, Ona bir hasene yazını? ve ondan bir günah silmiş (»İma­sın" dedi.[108]

 

Açıklama

 

Hadisin Tirmizî'deki rivayeti "Ararmış kılları yolmayın şüphesiz o miislümanın nurudur. "İbn Mâce'deki rivâyeti'de "O müminin nurudur" seklindedir. Tirmizî hadis için "hasen" demiştir.

Hadisi, Ebû Davud'un Üstadı Müscddcd. iki ayrı hocadan: Yahya ve Süfyân'dan rivayet etmiştir. Süfyân'dan olan rivayeti "Beyaz kılları yol­mayınız İslâm'da saçı sakalı ağarmış olan hiçbir imislüman yok ki, o kıl kıyamet gününde onun için bir nur olmasın'1 seklindedir. Yuh ya'nın rivayetine göre ise hadis şöyledir. "Beyaz kılları yolmayınız. İs­lam'da saçı sakalı ağarmış olan hiç bir müslüman yok ki, o kıl sebe­biyle Allah ona bir hasene yazmış ve ondan bir günah silmiş olma­sın"

Ağaran beyaz kılın ahirette nur olmasından maksat, o kıl sebebiyle ce­nabı Allah'ın ona nur bahşetmesidir.

Hâdis-i şerif, saç ve sakaldaki ağarmış kılların yolunmasının caiz ol­madığına delalet etmektedir. İbn Reslân; '"Bizim ashabımız, Malikiler, Hanbelîler ve daha başkaları bu hadisler sebebiyle tfüUrmış kılian volma-riın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca HalâPm Câmiin'de rivayet ettiği şu hadisler de buna delildir: "Bir haccam (kan alıcı), Hz: Peygam­ber (s.a)'in bıyığını kesti, Efendimiz'in sakalında bir beyaz kil gördü, onu atmak istedi. Bunun üzerine Rasûluüah- Hacea'nm elini tuttu ve "İslâm döneminde ağaran hiç bir kıl yok ki, o kıyamel günü kendisine bir nur olmasın." buyurdu." Buna göre. ağarmsş olan kılı yolmak da. yoldur­mak da mekruhtur.

İmam-i Nevevî bu konudaki açık nehiylcrdcn dolayı Ivya/ kili yolma­nın haram olduğuna bile hükmedebileceğim söyler.

Beyaz kılı yolmanın yasaklanışının hikmeti, bunun, kişinin hilkatini değiştirmek oluşudur. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Beyaz kılları yolmak yasak edilmiş, buna mukabil saç ve sakalı boyamak caiz görül­müş, hattâ teşvik edilmiştir; bu, çelişki değil midir?

Bu muhtenıeJ soruya Avııül Mabû'd'da söyle cevap verilmiştir: "Saçı sakalı boyamanın cevazı, başka bir dînî maslahala mehilidir. O da düşma­na-karşı heybetli görünüp, korkutmakdır. İbnii'l Arabi söyle der: Beyaz kılların yolunması men edilmiş, boyanması ise men edilmemiştir. Çünkü yolmak, hilkati aslından değiştirmektir. Boyamak ise. ona bakana göre hilkati değiştirmez."

Yaptığımız bu nakillerden anlıyoruz ki, saçma sakalına kır düşen kişi­nin genç görünmek maksadıyla, ağaran saclarını yolması caiz değildir.[109]

 

18. (Saçı Sakalı) Boyamak

 

4203...  Ebû  Hûreyre (r.a) Rasıilullah  (s.a)'den  nıeıfû olarak  şöyle rivayet etmiştir.

"Yahudiler ve hiristiyanlar (saçlarını ve sakallarını) boyatılıyorlar. Onlara muhalefet ediniz."[110]

 

Açıklama

 

Hâdis-i şerif, Külübî Siüe'nin tümünde yer almıştır.

Tirmizî'deki rivayet "Beyazlığı (kılları) değiştiri­niz, yahudilere benzemeyiniz" şeklindedir.

Tirmizî: "Ebû Hüreyre hadisi basen sahîhdir. Ebû Hiireyredcn, birçok yolla rivayet edilmiştir." der.

Hadis, saç ve sakalı boyamanın meşruiyetine delâlet etmektedir. Bu meşruiyetin illeti de yahudi ve hırisliyanlara muhalefettir. Bu illet, saç ve sakal boyamanın müstehap oluşunu telkin etmektedir. Çünkü. Rasûluilah (s.a) yahûdî ve hıristiyanlara muhalefetle çok titiz davranır ve bunu em­rederdi.

Şevkânî: Selefin bu sünnetle çok meşgul olduklarını söyler ye şunları ilâve eder: "Onun için sen, tarihçilerin, eskilerin lercemei hâllerinden bahsederken saçını sakalını boyardı, boyama/dı gjbj sözler kullandıkları­nı görürsün. Ibnü'l Cevzî, sahabeden bir gurubun saç ve sakallanın boya­dıklarını söyler. Ahmed b. Hanbel sakalını boyayan bir adam görmüş ve

"Ben ölen bir sünneti ihya eden bir adam görüyorum" demiş, sevinmiştir. Nevevî 'de şöyle demektedir: "Bizim mezhebimize göre kadın ve erkeğin beyaz kılların, san veya kırmızıya boyamalar, müstehaptır. Esah olan gö­rüşe göre siyaha boyamaları haramdır.[111]

Şevkânfnin ifâdesine göre beyaz kılların boyanmasında iki menfaat vardır. Bunlar:

1- Saç ve sakalı temiz tutmak,

2- Ehli Kitaba muhalefet etmektir.

Üzerinde durduğumuz bu hâdis-i şerifte beyaz kılların boyanması teşvik edilmekte, ancak boyanın rengi konusunda herhangi bir kayıt (Görül­memektedir. Bu satırlar okunurken Nevevî'nin beyânından boyanın san veya kırmızı olması gerektiği, siyaha boyamanın ise caiz olmadığı anla­şılmaktadır. İleride gelecek olan hadislerde, bu hükme ışık tutanlar vardır Biz bu konunun münakaşasını o hadislerin açıklaması esnasında ele ala­cağız.

Bu ve ileride gelecek olan hadisler, açık bir şekilde ağaran saç ve sa­kalları boyamaya teşvik ettiği halde, aksi görüşlerin serdedilmcsine imkân verecek rivayetlerden dolayı ulemâ, saç ve sakal boyamanın hük­münde ihtilâf.etmişlerdir. Bu konudaki görüşleri de yine Neylü'l - Evtar'dan özetle naklediyoruz.

Sahabe ve tâbîundan birçok kişi, saç ve sakal boyamanın hükmü ve bo­yanın cinsinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, boyamanın daha efclâl olduğu­nu söylemişler ve ağaran kılları değiştirmenin yasak olusuna delâlet eden bir hadis rivayet etmişlerdir.

Ayrıca Hz. Peygamberdin saç ve sakalındaki ağarmış olan kıllarını boyamadığmı söylemişlerdir.

Bazı âlimler de saç ve sakalı boyamanın eraâl olduğunu söylemişler. bu konuda varid olan hadisleri, sahabe, tâbiûn ve daha sonrakilerin uygu­lamalarım delil ittihaz etmişlerdir. Bunlar da kendi aralarında boyanın rengi konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.

Taberi, boyamanın hükmü konusundaki bu ihtilaflar için şöyle der: "Doğrusu şu ki Hz. Peygamber (s.aVin beyaz kılları boyamayı teşvik eden ve ondan nehy eden tüm hadisler sâhihdir. Ve bunlar arasında çelişki yoktur.

Bu konudaki emirler Ebû Kuhâfe gibi saçı sakalı bembeyaz olanlar hakkındadır, yasaklamalarda saçı sakalı kır olan yani siyahı da beyazı da bulunanlarla ilgilidir. Eski alimlerin bu görüşte olmaları kendi durumla-rındaki farklılıktır. Yani kimisinin saçları kır. kimisinin beyaz olmasıdır.

Ayrıca bu konudaki emir ve nehiyler bağlayıcı değildir.[112]

Bu izahtan anlaşılıyor ki sac ve sakalı lamaıncn ağarmış olanlann sarı veya kırmızıya boyamaları rniistehapttn

Kır olan saç ve sakalların boyanması ise meşru değildir. Kadı İyaz ise, meseleye biraz daha farklı bakmış, saç boyamak adet olan yerlerde boyamanın lüzumunu, adet olmayan yerlerde de boyanmaması gerektiğini yahut; ağaran saçları temiz olup boyamasına gerek duy­mayanların boy anlamalarını, aksi olanların ise boyamalarının müslehap olduğunu söyler.[113]

 

Bazı Hükümler

 

1- Müslümanlar inanç ve düşüncelerinde olduğu gibi, dış görünüşle rinde de müslüıncuı ıııaıııaıtı ınuiıaıcıcı etmekte, onlara benzememekle liliz davran­malıdırlar.

2- Saçı veya sakalı ağaran erkeklerin ve saçı adanın kadınların saçları­nı boyamaları müstehaptır.[114]

 

4204... Câbir b. Abdullah (r.a) demiştir ki; "'Mekke leıhedildiğ Ebu Kuhafe[115] getirildi, saçı ve sakalı ak yavşan gibi bembeyaz kil Rasûlullah (s.a) "şunu bir şeyle değiştirin, siyahlan uzak durun (şu beyazlığı siyahın dışında bir renkle boyayınî buyurdu.[116]

 

Açıklama       

 

Hadisin Müslim'deki bir rivâyelinde. Ebû Kuhâ-IVmn Mekke felni y|j| mK yoksa Mekke ,emj günü mü getirildiği .şek ile ifade edilmekledir. Ayrıca bu rivayette. Ebû Kuhâ-fe'riin saçlarının boyanmasının hanımlarına emredüdiği bildirilmekledir.

Ahmet b. Hanbel'in, Enes (r.a)'dan yaptığı rivayetle bildirildiğine gö­re; Ebû Kuhâfe'yi. Uz. Ebu Bekir (r.a} taşıyarak gelirip. Rasûluilah'm hu­zuruna  bırakmış   ve Ebû  Kuhâfe  müslüman olmuştur.Taberî nin rivayetinde ise. Ebû Kuhâfe'yi götürüp saçını sakalını kırmızıya boyadık­ları ifâde edilmiştir.

Hâdis-i .şerifte, Ebû Kuhâfe'nin saç ve sakalının beyazlığı '" (segame)ye benzetilmiştir. Bu kelime (süğâme) seklinde ele okunmakta­dır. Aliyü'l - KarTnin ifadesine göre; Mirak Şah da "süğâme" şeklinde ol­duğunu söylemiştir. Kamûsüı ise "seğâni" şeklindedir. Bu kelime yaprağı ve çiçeği bembeyaz olan bir bitkinin ismidir. Asım Efendi kumus tercemesinde bu kelimeyi, "Ak yavşan1" diye terecine etmiş, Bûrhan'daki iza­hın ise "yandık otu" mânâsına gelecek şekilde tefsir edildiğini söylemiş­tir. Bu ihtilâfların önemi yoktur. Meselenin esası. Ebû Kuhâfenin saç ve sakalının bembeyaz olup yaprağı ve çiçeği kar gibi beyaz oktu bir bitkiye benzetildiğidir.

Bu hâdis-i şerif ağaran saç ve sakalı boyamanın müslebap olmakla be­raber, siyaha boyamanın caiz olmadığına delâlet çimekledir. Siyaha boya­manın nehyedildiği açık olmakla birlikte bu nehiy mutlak midir, yoksa bazı hallerde siyaha boyanabilir mi? Bu konudaki görüşleri 20. bab'da 4212. hâdis'in izahı esnasında vereceğiz. Çünkü o bab, sırf siyaha boyan­ma konusundadır.[117]

 

4205... Ebû zer (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Kendisi ile şu beyazlığın (saç ve sakal beyazlığı) değiştirildiği en iyi şey, kına ve ketem'dir.[118]

 

Açıklama       

 

Tirmizî bu hadisîn basen sahili olduğunu söylemiştir

Ketem: Avnül Mabûd'daki ifâdeye göre, Yemen'de yetişen bir bitkidir. Kendisinden elde edilen boya kahverengidir. Bazı âlimler bu bitkinin zeytin ağacı yapraklarına benzeyen yapraklan ve karabibere benzeyen meyvele­ri olduğunu söylerler.

Kamusta, bu bitkinin kökü kaynatılarak mürekkep ekle edildiği bildiril­mektedir. Kamus mütercimi, bu izaha göre anılan bitkinin çivil olu olması gerektiğini söyler İbnü'I Esir'de ketemin vesimc ile karıştırılarak saçı siya­ha boyamaya yarayan bir bitki olduğunu söylemekledir.

Hâdîs-i şerif beyazlaşan saç ve sakallan kına ve kelem denilen bitki ile boyamanın, başka bir şeyle boyamaktan daha iyi okluğuna delâlcl etmektedir. Şüphesiz bu hadis, saçı sakalı başka bir şeyle boyamanın caiz olmayı­şına delil sayılamaz.

Saçı sakalı bu iki madde ile boyamaktan maksat, ikisini karıştırarak boyamak mı, önce birisi ile sonra da öbürü ile boyamak mı. yoksa bunlar­dan birisi ile mi boyamak olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Sahîh-i Müslîm'de, Hz. Ebû Bekir'in kına ve ketemle. Hz. Ömer'in ise sadece kına ile boyadığı bildirilmektedir. Bu rivayet, Hz. Ebû Bekir'in ikisini ka­rıştırarak saç ve sakalını boyadığını Hz. Ömer'in ise sadece kına ile boya­dığını ortaya koymaktadır.

Yukarıda ketem kelimesinin ifâde ettiği mânalar konusunda bazı âlimlerin söylediklerini aktarmıştık. Bu nakillerden bazılarına göre de, kelem, siyah renk veren bir bitkidir. Buna göre saç ve sakalı boyarken sadece kelem kulla­nılması bir müşkil ortaya koymakladır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a). saçı sa­kalı siyaha boyamayı nehyetmiştir. O halde hâdislen maksat. ya hu ikisini ka­rıştırarak kullanmaktır ki o zaman ortaya kahverengi bir renk çıkar ya da ke­tem,sırf siyah renkte değildir. Belki siyaha çalan bir renktir. Kinâvî, kelemin çeşitli mânâlarını ve bu mânâlara göre hadisin izahını yapmıştır.

Hafız: "Safî ketem, kırmızıya çalan bir siyahlığı gerektirir. Kına ise kırmızılık verir. İkisinin birlikte kullanılması siyah kırmızı arası (kahve­rengi) bir renk meydana getirir' der.

Bu maddelerin ard arda kullanılması, yine kırmızı, ve siyah arası bir renk meydana getirir.[119]

 

Bazı Hükümler

 

1. Ağaran saç ve sakalların çeşitli maddelerle boyanması caizdir.

2. Saç ve sakalı boyamakta kullanılan maddelerin en iyisi kına ve ke­tem bitkileridir.[120]

 

4206... Ebû Risme (r.a); şöyle demiştir: Babamla birlikle Rasûluliah (s.a)'in yanına gittik. Rasıılu affın saçları kulak yumuşağına kadar sark­mış vaziyette idi, üzerinde kına lekeleri vardı. Sırıma da iki yeşil cübbe bulunuyordu.[121]

 

Açıklama

 

Hadisin Ahmed b. Hanbei'in müsnedindeki rivâyetinde "sırtında iki yeşil cübbe vardı. beyazlaşan saçı ve sakalı da kırmızı idi. denilmektedir. Yine Ahmed b. Hanbel’in diğer bir rivayeti de "Beyaz kılları kırmızı gördüm" şeklindedir.

Şemâilde Ebû Risme.'fnin sözü '"yanımda oğlum olduğu halde Hz. Peygamber'e gittik" şeklindedir. İbn. Ebi Hatim bu rivayetlerden birisinin vehm olduğunu söyler.[122]

 

4207... Bize Muhammed b. El - Alâ haber verdi. Bize İdris. İbn Ebcer'den işittim diyerek haber verdi. İbn Ebcer. İyad b. Lekiflan, o da Ebû Rimse'den bu (yukarıdaki) haberi rivayet edip şöyle dedi.

Babam Rasûluliah (s.a)'e:

"Bana sırtındaki (nübüvvet mührü) ni gösler; ben tabibim" dedi.

Rasûluliah (s.a):

"Tabîb Allah'tır belki, sen şefkatli bir adamsın onun tabibi yara­tandır." buyurdu.[123]

 

Açıklama  

 

Bu hadis, bir öneeki hadisin biraz daha detaylı bir rivayetidir. Onun için bu rivayetin isnadını icreemeye aldık.

Hâdis-i şerifin. Ahmed b. Hanbei'in müsnedinde de birkaç rivayeti vardır. Bu rivayetleri göz önüne alarak hadiseyi şu şekilde toparlamamız mümkündür.

EbûRimse. babası ile birlikle Rasûlullah'ın huzuruna varmış. Babası. Efendimiz'e. kendisinin bir tabîb sülâlesinden geldiğini ve kendisinin de tabîb olduğunu söyleyerek sırtındaki peygamberlik mührünü görmek isle­yip ıiEğer o bir ursa onu tedavi edeyim" demiş. -"Bunun üzerine Peygam­ber Efendimiz, asıl tabibin Aiiah olduğunu, onun ise gördüğü hastalına karşı şefkat duyan, onların acısını dindirmek isteyen birisi olduğunu söy­lemiş. Ayrıca Efendimiz, sırtındaki mühüriin esas labînin Allah U\c) ol­duğunu ilâve etmiştir.

Bu rivayetlerden anlıyoruz ki, Ebu Rimse'nin babası Hz. Peygam­ber1 İn sırtındaki nübüvct mührünü bilmiyor: onu bir uf zannediyordu. Onun için. onu tedavi etmek için Efendimiz/c müracaatla bulundu.

Rasûlullah'm "Asıl tabîb Allah'tır" buyurarak, Hbû Rinıse'nin baba­sının teklifini reddetmesi, sırtındaki benlerin tedaviyi Liereklirecek birden olmamasından dolayı olsa gerekir. Çünkü, Efendimiz, daima tedavi yolla­rının aranmasını teşvik etmiştir. Nitekim tedavi maksadıyla kan da aldır­mıştır.[124]

 

4208... Bize, İbn Beşşâr haber verdi, bize AbtİLiriahnıaıı haber verdi. Bize Süfyan , İyâd b. Lakîl'len. o da Ebû Kjhışe'tlen rivâyei elli. Ebû Rimse şöyle demiştir:

Babamla birlikte Rasûlullah (s.a)(in yanınal'e yeldik. Rasûiullah bir adama -veya babama- (beni göstererek) "Bu kim?" diye sordu. Babam "oğlum" dedi.

Rasûlullah (s.a) "Sen, onun aleyhine suç işlemezsin (senin suçun ondan sorulmaz)"[125] buyurdu. O zaman, Rasûlullah (s.a) sakalına kına yakmıştı.[126]

 

Açıklama

 

Bu rivayetin bir başka nakli de şu şekildedir:Ebu Rmıse; şöyle demiştir:

"Babamla birlikte Rasûlullah (s.aVın yanma gittik. Rasûlullah (s.a} babama: " Bu oğlun mu?" dedi. Babam:

Kâbenin rabbine yemin ederim ki evel.

Doğru mu söylüyorsun?

Ona şehâdet ederim.

Rasûlullah (s.a) benim babama benzeyişime ve onun benim üzerime yeminine güldü sonra da:

"O senin aleyhine, sende onun aleyhine suç işlemezsin (sen onun o ) (da senin) (suçundan sorumlu değilsiniz)" buyurdu" ve  kimse başkasının yükünü taşımaz (yani kimse başkasının suçunun cezasını çekemez)"[127] âyet-i kerimesini okudu.

Görüldüğü gibi bu rivayette, Rasûlullah'n çocuğun kim olduğu soru­suna muhatap olan şahıs, seksiz "Ebu Rimse'nin babasıdır.; "Metindeki rivayette ise," Bu soru bir adama veya babama" şeklinde şek ile varîd olunmuştur.

Hadisin bu rivayetinin konu ile alâkası Peygamber Efendimiz'in saka­lının kınalı oluşudur. Ebû Rimse'den gelen bu iki rivâyet'te, Efendimizin sakalına kına yaktığına delâlet etmektedir.

Burada bir mesele üzerinde kısaca durmak istiyoruz:

Rasûluîlah Efendimiz, baba ve oğulu birlikte görünce babanın oğlu­nun, oğlunun da babasının suçundan sorumlu tutulmayacağını ifade bu­yurmuştur. Efendimizi, böyle bir söz söylemeye iten saik, Araplar arasın­daki yanlış bir anlayışı reddeder. Çünkü Araplar, baba ve oğuldan birisi nin işlediği suçtan dolayı öbürünü de sorumlu tutarlardı.

Şüphesiz bu, adaleti, en önemli prensiplerinden birisi addeden İslam

dinine göre doğru olamazdı. Onun için, Kur'an-î Kerim, hiç kimsenin başkasının işlediği bir suç karşılığında sorumlu tutulamayacağını bildir­miş, Peygamber Efendimiz de, bu hadislerle câhili anlayışı yıkmıştır.[128]

 

Bazı Hükümler       

 

1- Hiç kimse işlemediği suçtan dolayı sorumlu tutulamaz.

2- Saç ve sakala kına yakmak meşrudur.[129]

 

4209... Sâbit'ten rivayet edildiğine göre:

Enes (r.a)'a, Hz. Peygamber (s.a)'in boyanması konusu soruldu. O da Resûlullah’ın boyanmadığını, ama Ebû Bekir ve Ömer'in boyandıklarını söyledi.[130]

 

Açıklama

 

Hadisin Buhari'deki rivayetinde Hz. Ebû Bekir ve Hz Ömer'in durumları söz konusu edilmemiştir. Müslim'deki rivayetinde Hz. Ebu Bekir'in kına ve ketemle, Hz. Ömer'in ise sadece kına ile boyandığı zikredilmiştir.

Bu haberde Enes (r.a), Hz. Peygamber'in boyanmadığını söylemiştir.

Bundan önceki Ebû Rimse rivayetinde ise, Rasûlullah'm sakalına kına yaktığını, bundan sonra gelecek olan İbn Ömer hadisinde ise vers ve za-feran sürdüğü rivayet edilmektedir.

Buna göre bu rivayetlerin arasında bir çelişkinin varlığı söz konusu ol­maktadır. Bu hadislerin arasını telifte alimler farklı şeyler söylemişlerdir. İbn Reslân, "Ebû Rimse ve İbn Ömer hadislerinde Hz. Peygamber'in sakalını boyadığı ifâde edilmektedir. Enes'in haberi ise mutlaktır. Dolayı­sıyla onun haberine göre Rasûlullah'm boya sürmeyişinden maksat, elle­rine ve ayaklarına sürmediğidir."

İbn Reslân'm dediğine göre Hz. Peygamber (s.a) el ve ayaklarına kına sürmemiştir ve Enes'in haberi bununla ilgilidir, sakalına ise sürmüştür, Ebu Rimse ve îbn Ömer'in haberi de bununla alâkalıdır.

Bezlü'l - Mechûd müellifi, İbn Reslân'in bu telifini nakletmiş, ama be­ğenmemiştir. Ona göre doğrusu Hint ulemâsından Muhammed Yahya'nın hocasının ders takririnden yazdığı şu teliftir:

"Hz. Peygamber'in kına sürünmediğini bildiren haberler onun sakalı­nın tamamını boyamadığma hamledilir. Kına süründüğünü bildiren ha herlerden, maksat ise. Onun ağaran bazı kıllarını boyamış olmasıdır. Ya­ni Rasûlullah Efendimiz, saçının sakalının tamamını boyamamıştır. Fakat saçmdaki veya sakalındaki ağaran bazı kılları boyamıştır."

Muhammed Yahya'nın bu izahı, saç ve sakalı boyamaya cevaz veren ve bunu nehyeden haberleri telif için daha önce söylediklerimizle çelişki­li zannedilmemelidir. Orada âlimler boyamayı teşvik eden hadisleri, Ebu Kuhafe gibi saçı sakalı benbeyaz olanları boyamaya, boyamayı nehyedenleri ise kır olanlara hamletmiştir. Muhammed Yahya'nın buradaki iza­hı ise Rasûlullah'm saç ve sakalının içinde tamamen beyazlaşan kılları

boyadığına işaret etmektedir.

Aliyyü'l Kârı ise, Hz. Peygamber'in sakalını boyadığını bildiren ha­dislerle, üzerinde durduğumuz Enes hâdûsinin telifi sadedinde "Enes'in dediğine göre Rasûlullah saçını boyamamış öbürlerine göre ise sakalını

boyamıştır." der.

Bu hadisin tevilinde hemen hemen herkesçe kabul edilen telif Nihâye'deki şu teliftir. "Hz. Peygamber (s.â) genelde saçını sakalını boyama­mış, ama arasrra boyamıştır. Herkes kendi gördüğünü haber vermiştir."[131]

 

19. Sarıya Boyanmak

 

4210... İbn Ömer (r.a)'dan rivayet edildi ki:

Rasûlullah (s.a) sibtî (denilen) pabuçlar giyer, sakalını vers ve zaferanlar boyardı.

(Nâfî) "Aynısını İbn Ömer'de yapardı" der.[132]

 

Açıklama 

 

Sibt: Kılları tıraş edilmiş ve tabaklanmış sığır de rîsidir. Sibtî de, böyle deriden yapılmış pabuçlardır.

Vers: Yemen taraflarında yetişen, sarı renkli bir bitkidir. Boyacılıkta kullanılır.

Zaferan: Boyacılıkta kullanılan, sarı renkte bir bitkidir.

Hâdis-i şerifin zahiri, Hz. Peygamber (s.a)'in sakalını vers ve zaferanla boyadığına delâlet eder. Bezlü'l Mechûd sahibi, bu hadisin izahında şöyle der. "Atfın zahiri, Rasûlullah'm sakalını zaferanla boyadığını gös­terir. Sakalını vers, elbisesini de zaferanla, boyamış olması da muhtemel­dir. Bunu İbn Reslân söylemiştir. Ben derim ki, Hz. Peygamber (s.a) el­biseyi zaferanla boyamayı nehyettiği sabit olduğu halde, bu nasıl müm­kün olur? Böyle olunca, söylenmesi gereken; Rasûlullah'm sakalını bun­ların ikisi ile de (boyamış) olduğudur."

Rasûlullah'm elbisesini zaferanla boyaması konusunda malûmat 4064 nolu hadiste geçmiştir.

İbnü'l Hûmam bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Her ne kadar Ib-nü'l Kettan bu hâdise sahîh demişse de erkeklerin zaferan sürünmesini nehy konusunda Suhihayn'da mevcut olan hadis bundan daha kuvvetli­dir."

Rasûlullah'm sakalını boyadığını bildiren bu hadisle, hiç boyanmadi-ğını bildiren Enes hadisinin arasının nasıl telif edileceği bundan önceki hadiste geçmiştir.[133]

 

4211... İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a)'e (sakalını veya saçını) kına ile boyamış bir adam uğ­radı. Efendimiz, "Şu ne kadar güzel" buyurdu, (sakalını veya saçım) kı­na ve ketemle boyamış olan başka birisi geçti. Bu sefer Rasûlullah (s.a) "Bu ondan da güzel" buyurdu. Sarıya boyanmış daha başka birisi geçti, onun için de "Bu hepsinden daha güzel" buyurdu.[134]

 

 

 

Açıklama

 

İbn Mâce'nin rivayeti, adamların Hazreti Peygamber (s.a)'e değil, Hz. Peygamberin onların yanın­dan geçtiği tarzında varid olmuştur. Ayrıca rivayetin sonunda "Tavus sa­rıya boyardı" ilâvesi vardır.

Hâdis-i şerif, kişinin beyazlaşmış olan saç ve sakalını boyamasının iyi olduğuna delâlet etmektedir. Boyarken kullanılacak boyanın en iyisi, sarı renk, sonra kına ve yeis karışımı ki, bu kahverengiye çalar bir renktir. Da­ha sonra kına gelir.

Ketemin mânâsı 4025 numaralı hadiste geçti.[135]

 

20. (Saçı Sakalı) Siyaha Boyamak

 

4212... İbn Abbas (r.a); şöyle demiştir.

Rasûlullah (s.a) "Ahir zamanda (saç ve sakalını) güvercin göğsü gibi siyaha boyayan bir kavim gelecektir. Onlar cennetin kokusunu alamazlar." buyurdu.[136]

 

Açıklama

 

Hâdis-i şerif, ağaran saç ve sakalını siyah boya ile boyayanların, değil cennete girmek, cennetin ko­kusunu bile alamayacaklarına delâlet etmektedir. Oysa cennetin kokusu beş yüzyıllık mesafeden hissedilebilir.

Mümin olarak ölen bir müslümanın, günahkâr da olsa, gecikmeli de ol­sa cennete gireceği naslarla sabit olan bir gerçektir. Durum böyle olunca, üzerinde durduğumuz bu hâdisde maksat, saçını sakalının boyayanların asla cennete giremeyecekleri değildir.

Belki maksat, insanların bundan sakınmaları için bir tehdittir veya sa­çı sakalı siyaha boyamayı helâl görenlerle ilgilidir. Maksadın, bu durum­da olanların daha cennete girmeden önce cennetin kokusunu alamamala­rı olması da muhtemeldir.

Alimlerin büyük çoğunluğu saçı sakalı siyaha boyamanın mekruh ol­duğu görüşündedir. İmam Nevevî; Gazali, Begavi ve Şafiilerden daha başka âlimlerin sözleri onun tenzihen mekruh olduğuna delâlet ettiğini, ancak doğrusunun onun haram olduğunu belirtir. Hâvî'de bunu söyleyen­lerdendir.

Hanefilere göre, zaruret olmadan, ağaran saçları siyaha boyamak tahrimen mekruhtur.

Bu hüküm, normal hâllerle ilgilidir. Ama savaşta düşmana karşı daha heybetli görünmek gibi maslahatın bulunduğu hallerde boyamak caizdir.

Bazı alimler, siyaha boyanmak konusunda, erkekle kadım farklı müta­laa etmişler ve erkeklerin aksine kadınların saçlarını siyaha boyamaları­nın caiz olduğunu söylemişlerdir. El- Halımı bu görüşü benimseyenler­dendir.

Askalânî, Fethü'l - Bari adındaki eserinde "Yahudi ve hıristiyanlar saç ve sakallarını boyamazlar, siz onlara muhalefet ediniz" hadisinin izahı esnasında aynı mânâya delalet eden daha başka rivayetlere işaret et­tikten sonra şunları söyler:

"Siyaha boyamayı caiz görenler bu hâdise dayanırlar.

Babu Zikri Beni İsrail Min ehâdisi'l Enbiya bahsinde, câbir ve İbn Ab­bas hadislerinden dolayı siyaha boyama konusunun istisna edildiği geç­mişti.

Alimlerden bazıları, onu, savaş esnasında caiz görürler, bazıları mutlak olarak tecviz ederler. Uygun olanı, onun mekruh oluşudur. Nevevî'de tahrimen mekruh olduğuna meyletmiştir. Seleften bazıları siyaha boya­maya ruhsat vermişlerdir. Sa'd b. Ebî Vakkas, U-kbe b. Amir, Hasen, Hüseyin, Cerir ve daha başkaları bunlardandır. İbn Asım'da Kitab'ül - Hı-dâb'ında bunu tercih etmiş ve saçını sakalını siyaha boyayan bir kavmin cennetin kokusunu alamayacaklarını bildiren İbn Abbas hadisi hakkında şöyle demiştir: Bu hadis siyaha boyamanın mekruh oluşuna delâlet etmez. Aksine bu, özellikleri böyle olacak bir kavmin geleceğini haber vermek­tedir.

İbn Ebî Asım, Hz. Peygamber (s.a)'in, Ebû Kuhâfe için söylediği "si­yahtan uzak durun" hâdisî hakkında da onun, saçının beyazlığı çirkin gö­rünenlerle ilgili olduğunu, umuma şamil olamayacağını söyler.

Askalanî daha sonra îbn ebî Asım'in sözlerine itiraz ederek şöyle de­mektedir: "Onun söyledikleri iki hadis siyakının akla getirdiklerine zıttır. Ancak, onun İbn Şihab'dan rivayet ettiği;" yüz taze olduğu zaman (saçı sakalı) siyaha boyardık; yüzler değişip, dişler sallanınca bunu terkettik, "mânâsındaki hadis ve Taberânî ile İbn Ebî Asım'dan merfu alarak riva­yet ettiği; "saçını siyaha boyayanın kıyamet günü Allah yüzünü karartır", hadisleri İbn Ebi Asım'ın sözlerine delâlet eder."

Bu nakillerden anlaşılıyor ki ulemanın çoğunluğuna göre özürsüz ola­rak saçı sakalı siyaha boyamak tahrimen mekruhtur.[137]

 

21. Fil Dişinden de Yararlanmak[138]

 

4213... Rasûlullah (s.a)'in azatlısı Sevban (r.a)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Rasûlullah (s.a) bir yolculuğa çıktığında ailesinden son veda ettiği ve döndüğünde de yanına ilk girdiği insan Fâtıma (r.a) idi.

Rasûlullah (s.a) bir gazvesinden döndü. Hz. Fâtıma (r.a) kapısının üze­rine çul -veya perde- asmış, Hüseyin ve Hasen'e gümüşten iki bilezik tak­mıştı. Rasûlullah (bu sefer) Hz. Fâtımanın yanına girmedi. Hz. Fâtıma, Rasûlullah'in gördüklerinden dolayı girmediğini zannetti ve çulu (yada perdeyi) yırttı, çocuklardan bilezikleri çıkarıp her birini ikisi arasında paylaştırdı. Bunun üzerine Hasen ve Hüseyin ağlayarak Rasûlullah (s.a)'a geldiler. Rasûlullah bileziği onların elinden aldı (ve Sevban'a verib) "Ya Sevbân, şunu Medine'deki falan aileye götür, Şüphesiz bunlar (Ha­sen, Hüseyin ve Ebeveyinleri, benim ailemdir. Onların güzel nimetle­rini, dünya hayatlarında yemelerini uygun bulmuyorum. Yâ Sevban, Fâtıma için aşık kemiği (veya deniz aygırı dişinden) bir gerdanlık ve fil dişinden (yada deniz kaplumbağası) iki bilezik satın al" buyurdu.[139]

 

Açıklama        

 

Bu hadis "Âc" denilen maddenin kullanılmasının câjz olduğuna delâlet etmektedir. "Âc" kelimesi­nin ifade ettiği mânâ alimler arasında hayli tartışmalıdır. Bu tartışmaların özeti şudur:

Hattabî, Esmaî'den naklen "Âc"m, deniz kaplumbağasının sırtındaki kemik olduğunu söyler ve halk arasında bu kelimenin fil dişi mânâsında kullanıldığını ilâve eder. Hattabî, ölü hayvan kemiğini kullanmanın caiz olmayışına dikkat çekerek, burada, kaplumbağa kemiği mânâsının mak­sut olduğuna işaret eder.

Türbeştî, Hattabî'nin bu sözlerini naklettikten sonra, ona itiraz eder ve şöyle der: "Bu, meşhur olan lûgattan meşhur olmayan lûgata bir meyildir. Meşhur olan, âc kelimesinin fildişi mânâsına gelişidir. Geçmiş ve gelecek herkes bu kelimeden bu mânâyı anlar. Aliyyü'l Kârî de "Her halde Hatta'bînin meşhur lugâü bırakıp da meşhur olmayanı tercih edişine sebep, ona göre ölü kemiğinin pis oluşudur." der.

Hattabî'nin, âc kelimesini, meşhur mânâsı ile değil de öbür mânâ ile izahına sebep Aliyyii' Kârî'nin dediğidir. Zaten bu bizzat Hattabi'den yukarıya naklettiğimiz ibarede de görülmektedir.

"âc" ulemanın ekseriyeti tarafından fil dişi diye tefsir edilmiştir. Me­selâ Askalanî: fil dişidir" îbnü's Seyyid "fil dişinden başkasına âc de­nilmez" demektedirler Kazzâz: Halil'in fil dişinden başka bir şeye âc de­nildiğini kabul etmediğini söyler. İbnü'l Farîs ve Cevheri ise bu kelime­nin, fil kemiği manasına geldiğini söylerler. Yani bunlar kelimeyi, filin dişine tahsis etmeyip genel manasıyla filin kemiğine itlak etmişlerdir.

Hâdis-i şerifte üzerinde durulması gereken iki kelime daha var. Önce onları açıklayıp sonra izahı gereken diğer meselelere geçmek istiyoruz.

MİSH: Yünden dokunmuş bir parçadır. Çul, keçe gibi kelimelerle iza­hı mümkündür. Arapça lûgatlarda bu kelimenin Farsça karşılığının pelâs olduğu söylenmektedir. Şemsettin Sami, Kamus-i Türkî'de Pelasıfi aba ve çul gibi eski ve kaba şeylere denildiğini ifâde etmektedir.

ASB -veya ASAB- : Hattabi veya İbnü'l Esîr bu kelimeyi ASB şeklin­de başka bazı âlimler ise ASAB diye okumuşlardır. Asab, sözlükte sinir veya aşık kemiği mânâlarınadır. Ancak hiç bir âlim burada kelimeye sinir karşılığı vermemiştir. Alimler bu kelimeden maksadın ne olduğunda de­ğişik görüşler ileri sürmüşlerdir.

Hattabî: "Eğer bu hadiste Asb yemen elbiseleri değilse nedir; ben bil­miyorum, ben ondan gerdanlık yapıldığını bilmiyorum" der İbnü'l Esîr, Nihaye'de Ebu Musa'dan şunları nakletmektedir: "Bana göre rivayetin asab şeklinde olması muhtemeldir. Asab da hay­vanların aşık kemiğine denir. Muhtemeldir ki onlar, bazı temiz hayvanla­rın aşık kemiklerini alıyorlar onları boncuk gibi kesiyorlar kuruyunca ger­danlık yapıyorlardı. Deniz kaplumbağasının kabuğundan bilezik yapmak caiz olunca, benzeri bazı hayvanların aşık kemiklerinden de gerdanlık ya­pılması mümkündür.

Bazı Yemenliler, asabın Firavun atı denilen bir deniz hayvanının diş­leri olduğunu söylediler. O dişler bembeyazmış ve onlardan boncuk, bı­çak sapı gibi eşyalar yapılırmış"[140]                                  

Hadisin tercemesi yapılırken Ac ve Asab (yada asb) kelimelerinin ifâ­de ettiği bu, manalar göz önüne alınmış ve kuvvetli gördüklerimize doğ­rudan, öbürlerine de parantez içerisinde işaret edilmiştir.

Hadîsten anladığımıza göre, Rasûlullah Efendimiz, bir yolculuğa çıka­caksa tüm ailesiyle vedalaştıktan sonra sevgili kızı Hz. Fatıma'ya uğrar en son onunla vedalaşır, bir seferden döndüğünde de önce ona uğrarmış. Ancak bir sefer dönüşü Hz. Fatıma'ya uğramamış, Hz. Falıma da bunu yaptığı iki şeye yani kapısına astığı çula ve oğulları Hz. Hasan ve Hüse­yin'in kollarına taktığı gümüşten yapılmış bileziklere bağlamış; sebebin hangisi olduğunu bilemediği için, hem kapısındaki çulu indirip yırtmış, hem de çocukların kollarındaki bilezikleri çıkarıp kırmış ve ellerine ver­miştir. Çocuklar, buna üzülmüşler ve ağlayarak Hz. Peygamber (s.a)'in yanına gelmişler. Hz. Peygamber de yanındaki azatlısı Sevban'a o bile­zikleri Medinede'ki bir aileye vermesini, çünkü kendi ailesinin asıl öbür dünyanın nimetlerinden istifade edeceklerini bu dünyanın nimetlerinden istifâde ederek ahiretteki nasiplerinin azalmasını istemediğini söylemiş. Daha sonra Hz. Fâtıma için gümüşten daha değersiz olan bir gerdanlıkla iki bilezik almasını emretmiştir.

Hz. Peygamber'in bu davranışından anlıyoruz ki, kadınların süslenme­leri, müslümanların dünya nimetlerinden istifâdeleri caizdir. Çünkü İslamiyette ruhbaniyet yoktur. Allah nimetini kullan üzerinde görmeyi sever. Fakat dünya nimetinden istifâde aşın olmamalı, israfa yol açmamalıdır. Yani doyumluk değil tadımlık olmalıdır. Daha basiti ile yetinilmeli, mümkün ise külfetlisine itibar edilmemelidir. Yine Hz. Peygamber (s.a.)'in sözlerinden anlıyoruz ki, bu Dünya'nın nimetlerinden çokça isti­fâde öbür dünyada bazı mahrumiyetlere sebeptir.

Yukarıda AC kelimesinin hangi mânâda kullanıldığı konusunu tartışır­ken, Hattabî'nin ölü hayvanın kemiği pis olduğu için burada fit dişi mâ­nâsına alınamayacağı görüşünde olduğunu belirtmiştik. Şimdi yeri gel­mişken kısaca Ölü hayvan kemiğinin hükmü konusundaki meşhur görüş­lere bir göz atmak istiyoruz.

İmam Azam Ebû Hanife'ye göre ölü hayvanın kemiği temizdir. Çün­kü kemikte hayat yoktur. İbn Teymiye'nin şöyle dediği nakledilmiştir. "Ölü hayvanın kemiği pis değildir. Onun içine hayat girmez. Sahâbilerin fil dişinden taraklan vardı. Şayet ölü kemiği pis olsaydı sahâbiler fil di­şinden olan taraklan kullanmazlardı."

Ahmet b. Hanbel ve İmam Malik'de İmam Şafii ile aynı görüştedirler. Dayanakları Meyte'nin haram kılındığını bildiren âyeti kerimedir. Ayrıca fil pistir eti yenmez. Ancak İmam-i Malik'e göre filin eti yenilir. Dolayı­sıyla boğazlanmışsa fildişi kullanılabilir. Âtâ ve Hasanü'l Basrî'ye göre de fil dişini kullanmak mekruhtur.

Sahih-i Buharî'deki bir rivayetinde Zührî, fil dişi gibi ölü kemikleri konusunda şöyle der: "Selef âlimlerinden fil dişinden taraklarla taranan ve ondan yapılan kaplardaki yağlarla saçlarım, sakallarını yağlayanlan gördüm. Onlar, bunda bir mahzur görmezlerdi."

İbn Sirîn ve İbrahim en Nehâî, ac (fil dişi), ticaretini caiz görürlerdi.[141]

 

Bazı Hükümler

 

1. Bir kimsenin yolculuğa çıkarken aile efradı ve vedâlaşması müstehaptır.Her gidi­şinde daima en son ailesinden birisi ile vedâlaşıp dönünce, önce ona uğ­raması, bunu adet haline getirmesi caizdir.

2. Kişi dinen mahzurlu oluşunda şüphe ettiği bir şeyden hemen uzak­laşmalıdır.

3. Dünya nimetlerinden aşırı derecede istifâde, öbür dünyanın nimet­lerini azaltmaya sebeptir.

4. Fil dişinden gerdanlık bilezik veya başka bir eşya yapılması, bunun alınıp satılması caizdir.[142]

 



[1] Tirmizî, Libâs 220 Nesaî, Zînet. 7: Ahmed b. Hanbel. IV-84.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/230.

[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/231.

[3] Ahmed b. Hanbel VI, 22.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/232.

[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/232-233.

[5] İbn. Mâce, Zühd 4.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/233.

[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/233-234.

[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/234.

[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/234.

[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/234-235.

[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/235.

[11] Nesâi, Zinet 14. 19.

[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/235.

[13] Sadece Ebu Dâvud rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/235-236.

[14] Nesaî Zînet 18: Ahmed b Hanbel, VI, 262.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/236.

[15] Buhari, libas 61.

[16] Nur, 31.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/236-237.

[17] Buharî. Libâs 83; Müslîm Libas. i 22: Nesaî, Zine, 67: Tirmizî Edeb, 32: Ahmed b. Hanbel. IV-98.

[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/237-238.

[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/238-239.

[20] Buharî Libas 82. 87, 96; Müslim. Libas, 119: Tirmizi. Libas 15: Nesaî. Zinet 23: İbn Mace, Nikâh, 52: Da-rimî, İsti'zan 19.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/239.

[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/239.

[22] Haşr, 17.

[23] Buharı, Libas 82: Müslim, Libas 120: Nesaî, Zinet 23, 24: Tirmizî Edep 33: İbn Mace Nikah 52.

[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/239-241.

[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/241.

[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/241-242.

[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/242.

[28] imam Muhammed, böyle yerlerde "mekruh'" sözü ile haram kasdeder.

[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/242-244.

[30] Müslim. El edep, 20: Nesai zinet 73; Ahmed b. Hanbel. II. 320.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/244-245.

[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/245.

[32] Tirmizi edeb, 35:; Nesai Zinet 35; Darimi İstizan 18; Ahmed b. Hanbel IV. -400. 414. 418.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/245.

[33] İbn Mâce, Fiten. 19.

[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/246.

[35] Müslîm. Salat 143: Nesaî. Zinet. 37. 38, 74; Ahmed b. Hanbel, II, 304.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/246.

[36] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/247-248.

[37] Bazı nüshalarda, "Erkesin haluk kullanması" şeklindedir.

[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/248.

[39] Diğer bazı nüshalarda “Ravî dedi" ibaresi yoklu. Bu hadisi sadece Ebû Davud rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/248-249.

[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/249-250.

[41] Münzirinin nüshasında "gusl” kelimesi zikredilmiştir.

[42] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/250-251.

[43] Ahmed b. Hanbel IV 403.

[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/251.

[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/251.

[46] Buhari, Libas, 33; Müslim, Libas. 77 Tirmizi. Edeb 51: Nesaî. Zinet 73.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/252.

[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/252.

[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/252.

[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/253.

[50] Ahmed b. Hanbel IV, 173.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/253.

[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/253-254.

[52] Ahmed b. Hanbel III, 154.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/254.

[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/254-256.

[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/256.

[55] Müslim, Fedaîl, 92; Tirmizi. Libas, 4, Nesaî; Zinet 59: İbn Mâce. Libas, 20.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/256.

[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257.

[57] Buhari. Libas 68, Menâkıb 23: Müslim, fezail 91, Nesaî. Zinet , 59: Ahmed b. Hanbel, 111.249.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257.

[58] Nesai, Zinet 59.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257.

[59] Müslim, fezail, 96; Nesaî, Zinet 9; Ahmed III, 133, 165.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/257-258.

[60] Bu kelimelerin izahı açıklama bölümünde gelecektir.

[61] Tirmizî Libas, 21; İbn Mâce Libas 36; Ahmed b Hanbel. VI, 108, 118.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/258.

[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/258.

[63] Buharî, Menâkıb 23; Menâkıhu'l-Ensâr 52.Libâs. 70: Müslim fedâil. 90; İbn Mâce Libas, 36; Mâliki şar 3; Tirmizî, Şemail Hadis 29.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/259.

[64] Aynî, Umdetü'l - Kârî;l6. 11 I. Nevevî. Sahihi Müslim  Şerhi. 15: 90.

[65] Nevevi 15-90, 911. Abdulvehhab Hallef, İlmü Usulü - I- Fıkıh 93,94.

[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/259-261.

[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/261-262.

[68] Ahmet b. Hanbel. VI. 90, 275.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/262.

[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/262.

[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/262.

[71] Nesâi Zînet, 6: îbn Mace Libas, 37.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/263.

[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/263.

[73] Tirmizî libas. 39. İbn Mâce. libas. 36. Ahmed b. Hanbel, VI. 341.425.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/263.

[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/263-264.

[75] Nesaî, zinet 57. Ahmed b. Hanbel  I, 204.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/264.

[76] Bk. Bezlü’l – Mechud 17- 78.

[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/264-265.

[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/265.

[79] Bazı nüshalarda, “zülüfü olan çocuk” şeklindedir.

[80] Bu tefsir, Müslim'in rivayetinden anlaşıldığına göre İbn Ömer'in talebesi Nafia aittir. Buhari. Libas 72. Müslim. Libas. 11, 113. Nesai, Zinet, 5, 58, Ibn Mace. Libas, 38i Ahmet b. Hanbel  II - IV. 39. 55, 67.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/265-266.

[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/266.

[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/266.

[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/266-268.

[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/268.

[85] Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/269.

[86] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/269-270.

[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/270.

[88] Buradaki şek râvilerden birisindendir.

[89] Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/270.

[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/270-271.

[91] Buradaki şek ravidendir

[92] Buharı, libas 63; Müslim. Tahare. 49, 50; 56: Tirmizi. Edeb 14: Nesaî. Taharet S, 10: İbn Mace. Taharat 8, Zinet I.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/271.

[93] Fıtrat konusunda geniş bilgi için bk.C.   I .Sh.-101.

[94] bk. C. I-sh. 109.

[95] Geniş bilgi İçin bkc. I sh.-l05.

[96] bkc I- sh. 104. 105.

[97] bkc. 1-102. 103.

[98] Örnek olarak bkc. Buhari Libâs. 64.

[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/271-273.

[100] Müslim, Taharat. 51; Tirmizî. Edeb. İS: Nesai Zinet, 1-56.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/273.

[101] Muhammed Ebu Zehra Usulü’l - Fıkh 39.

[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/273-274.

[103] Tirmizî, Edep, 15; Müslim, Tahare 51. 56.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/274-275.

[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/275.

[105] Hadisi sâdece Ebû Davud rivayet etmiştir.

[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/275.

[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/276.

[108] Nesaî. Zinet. M: Tirmizî. Edeb 56: İbn Mace. Edeb 2S: Âhmed b. Hanbel, II, 179, 210.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/276-277.

[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/277-278.

[110] Buhari, Libas 67, Enbiya, 50: Müslim. Libas 80, Nesaî. Zinet 14: İbn Mâce. Libas 32:  Tirmizi libas 20: Ahmed b. Hanbel 11 - 240. 260. 309. 401.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/278.

[111] Şevkânî. Neylü'l Eylâr 1-144.

[112] Neylü'l - Evkar I – 141.

[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/278-280.

[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/280.

[115] Ebu Kuhâfe: Hz.Ebu Bekir'in babasıdır. Adı Osman, babası  Amir’dir. Mekke feth edildiği gün müslüman olmuş Hz.Ömer’in halifeliği esnasında  H. 14 yılında 99 yaşında vefat etmiştir.Kendisinden Hz. Ebu Bekir ve Hz. Esma hadis rivayet etmiştir.(aliyyü’l Kari, Mirkatü’l – Mefatih IV – 457.)

[116] Müslim, Libas 79; Nesai Zinet 64; İbn Mace, Libas 33; Ahmed b. Hanbel III, 160, 316, 332;VI-349.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/280.

[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/280-281.

[118] Tirmizi. Libas 20; Nesai, Zinet 16: İbn Mace. Libas M: Ahmet  b. Hanbel V – 147, 150.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/281.

[119] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/281-282.

[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/282.

[121] Ahmed; 11.226.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/282.

[122] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/283.

[123] Ahmed b. Hanbel III - 226. 227. IV - 163.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/283.

[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/283-284.

[125] Bir Nüshada da ' Onun suçu senden sorulmaz" şeklindedir.

[126] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/284.

[127] Enam (6): 164.

[128] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/284-285.

[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/285.

[130] Buharî Menakîp 23, Lîbas 66; Müslim, Fedâil 101. 102: Nesaî Zinet 17; İbn Mâce. Libas 35.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/285.

[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/285-286.

[132] Nesaî, Zinet 66 Ahmed b Hanbel 11-160. 114.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/287.

[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/287.

[134] İbn Mace, Libas 34.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/288.

[135] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/288.

[136] Nesai, Zinet \5: Ahmed b. Hanbel 1-273.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/288-289.

[137] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/289-290.

[138] Fil dişi İle terceme ettiğimiz  kelimesinin mânâsı konusunda alimler hayli görüş belirtmişlerdir. Bu kelimeye verilen diğer bir meşhur mânâ da "Deniz kaplumbağasının kabuğudur". Komi üzerindeki tar­tışmalara hadisin izahı esnasında temas edilecektir.

[139] Ahmed b. Hanbel V – 275.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/290-291.

[140] İbnü'l Esîr, en -Nihâye fi garibi "1-hadis ve 1 eser 111-245.

[141] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/291-294.

[142] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/294.