2. Sabah Namazının İki Rekat Sünneti
3. Sabah Namazının Sünnetini Kısa (Sürelerle) Kılmak
4. Sabah Namazının
Sünnetinden Sonra Biraz Yatmak
5. Sabah Namazının Sünnetini Kılmadan İmama Yetişen Kişi
(Ne Yapar?)
6. Sabah Namazının Sünnetini Geçiren Kimse Onu Ne Zaman
Kaza Eder?
7. Öğlenin Farzından Önce Ve Sonra Kılınan Dört Rekat(lık
Sünnet)
8. İkindi Namazından Önce (Kılınan Sünnet) Namaz
9. İkindi Namazından Sonra (Nafile) Namaz Kılmak
11. Akşam Namazından Önce (Nafile) Namaz (Kılmak)
13. Gündüz Kılınan (Nafile) Namazlar
15. Akşam Namazının İki Rekatlık Sünneti Nerede Kılınır?
16. Yatsıdan Sonra (Nafile) Namaz. 51
17. Gece Namazı Mükellefiyetinin Kaldırılması
19. Hizbini (Devam Ettiği Zikrini Veya Kur'an Tilâvetini)
Okuyamadan Uyuyup Kalan Kimse
20. Gece (Namaza) Kalkmaya Niyet Edip De Uyuyup Kalan
Kimse
21. Gecenin Hangi Saatinde Yapılan İbadet Daha Üstündür?
22. Peygamber (S.A.) Gece Hangi Saatlerde (Namaza)
Kalkardı?
23. Gece Namazına İki Rekat Namazla Başlamak
24. Gece Namazı İkişer İkişer Kılınır
25. Gece Namazında Yüksek Sesle Okumak
26. (Hz. Peygamber) Gece Namazı(nı Nasıl Kılardı?)
27. Namazda
Aşırılıktan Sakınmak, Orta Yolu
Tutmak
1250. ...Ümmü Habîbe (r.anhâ)'den; demiştir ki:
Peygamber
(s.a.) şöyle buyurdu:
"Kim günde
on iki rekat nafile (namaz) kılarsa o namazlar sebebiyle kendisine cennette
bir ev yapılır."[1]
Başlığımızı
teşkil eden "nafile naınazlar'dan maksat beş vakit namazlara bağlı olarak
kılınan "revâtib" dediğimiz sünnetlerdir. AIiyyü'l-Kaarî'nin
ifâdesine göre, her ne kadar sünnetlerin bazısı, bazısına nisbetle daha
kuvvetli ise de aslında sünnet, nafile, tatavvu', mendûb, müstehab, murağğab
kelimeleri eş anlamlıdır, hepsi de aynı mânâya gelir. Sahih bir hadis-i şerifte
buyuruluyor ki: "Kıyamet gününde kulun amelinden ilk hesaba çekileceği
şey namazdır. Eğer namazının hesabını tam verirse kurtulmuştur. Eğer tam
veremezse iflâs etmiştir. Eğer farz namazlarından bir eksiği varsa Allahu
Teala: "Kulumun nafile namazları olup olmadığım iyice araştırın"
buyurur. (Eğer nafile namazları varsa) farz namazlarındaki eksiği bu
nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amelleri de bu şekilde muhasebe
edilir."[2]
Şafiî
ulemâsından Nevevî de diyor ki: "Bu hadise göre farzlar noksan bile olsa, kılınan
nafileler kabul edilir. "Farz tamamlanmadıkça kılınan nafilelerinin
makbul olmayacağını" ifâde eden haber zayıftır. Şayet doğruluğu kabul
edilse bile bu, farzdan sonra kılınan son sünnetlerle ilgili olabilir ve
"farz kılınmadan son sünnet kılınamaz" Çünkü son sünnetin sahih
olması ondan önce kılınacak farz namazın sıhhatine bağlıdır" demektir.
Aslında bu sözün mânâsı "farzdan önce kılınan son sünnet sahih
değildir" demek değildir. Bu sünnet son Sünnet olarak caiz değildir"
demektir.[3] Günümüzde "Farz borcu olan kimsenin sünnet
kılamayacağı" gerekçesiyle halkı sünnetleri terk etmeye ve sünnet yerine
kaza namazı kılmaya teşvik edenlerin Hanefî mezhebine göre bir mesnedleri
olmadığı bütün açıklığıyla meydanda olduğu gibi Şafiî ulemasından bile bu görüşün
zayıf olduğunu söyleyenler vardır. Kaldı ki bu kimseler Hanefî mezhebi adına
fetva verdiklerini iddia etmektedirler.
Bilindiği
gibi bir fıkıh terimi olarak sünnet: Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin farz ve
vâcib olmayarak yapmış oldukları şeydir. Sünnet-i müekkede ve sünnet-i gayr-i
müekkede olarak iki kısma ayrılır.
Sünnet-i
Müekkede: Peygamber Efendimizin devam edip pek az terk buyurmuş oldukları
sünnettir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi.
Sünnet-i
gayr-i müekkede: Fahr-i âlem Efendimizin ibâdet maksadıyla ara-sıra yapmış
oldukları şeylerdir. Yatsı ve ikindi namazlarının ilk sünneti gibi.
İslâm dininde
çok mühim bir yeri olan ezan, ikâmet, cemaate devam gibi sünnetlere
"Sünnet-i Hüdâ" denir ki, bunlar da birer sünnet-i müekkededir. Resül-i
Ekrem (s.a.)'in yiyip içmeleri giyip kuşanmaları, oturup kalkmaları gibi
siret-i nebeviyyelerine ait şeyere de "Sünen-i Zevâid" adı
verilmiştir ki, bunlar da birer sünnet-i gayr-ı müekkededir. Hanefî uleması
sahâbe-i kiramın takib ettikleri zühd ve takva yolunu da "sünnet"
saymışlardır.
Sünnetin
hükmü: Sünnet-i müekkede ve sünen-i hüdâ denilen sünnetlerin yapılmasında
sevab; bile bile terk edilmesinde itab (azarlama) vardır. Gayr-i müekkede ve
"zevâid" denilen sünnetlerin yapılması ise, pek güzeldir. Sevgili,
muazzez Peygamberimize uymanın bir alameti olduğundan sevaba, ve
Peygamberimizin şefaatine vesilesi olacağı umulur. Fakat terk edilmesi, kınanması
gerekmeyen bir hâdisedir.
Müstehab: Bir
fıkıh terimi olarak Resûl-i Zrşan Efendimizin bazan yapıp bazan terk buyurmuş
oldukları şeylerdir. Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi sünnet-i gayr-i müekkede
demektir. Müstehablara, mendub fazilet, nafile, tatavvu, edeb adı da verilir.
Şöyle ki: Müstehab olan bir şeye sevabı çok olup işlenmesi arzu edildiğinden
mendub, fazilet denir. Farz ile vâcib üzerine ilâve olarak yapıldığı için de
nâfiEe denilir. Kat'î bir emre dayanmaksızın sadece teberru suretiyle
yapıldığı için de tatavvu' ismi verilir. Güzel ve beğenilen bir haslet olması
dolayısıyla de edeb denilmiştir. Müstehabın yapılmasında sevab vardır.
Yapılmamasında ise, tenzihen olsun, kerahet yoktur.
Şafiî ve
Hanbelî fukahasına göre, sünnetler ile mendublar biridir. Herhangi bir sünnete
müstehab ve mendub da denir.[4]
Konumuzu
teşkil eden hadis-i şirefi Tirmizî ve Nesâî'nin rivayetlerinde "öğlenin
farzından önce dört rekat ve sonra iki rekat, akşamın farzından sonra iki
rekat, yatsının farzından sonra iki rekat ve sabahın farzından önce iki rekat”
şeklinde geçmektedir.[5] Nesâî'nin bir rivayetinde de, "yatsıdan sonra
iki rekat" yerine bir hata eseri olarak "ikindiden önce iki
rekat" şeklinde geçmektedir.[6]
Fıkıh
âlimleri her ne kadar bu hadisi, beş vakit namazlara bağlı olarak kılman
sünnet-i müekkedelerin toplam 12 rekat olduğuna delil olarak naklederlerse de Hanefî
ulemasından İbn Humam'a göre bu hadis mendub ve müstehaba delalet eder. Bu
bakımdan bu hadisin beş vakit namaza bağlı olarak kılınan, müekked sünnetlerin
on iki rekat olduğuna delâlet ettiği söylenemez. Çünkü müekked sünnetin sübutu
için, Resûl-i Ekrem'in o fiile devam ettiğinin sabit olması gerekir. Bu hadis-i
şerifte ise, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bu sünnetlere devam ettiğine dâir bir
işaret yoktur. Ancak hadis-i şerifte sözü geçen namazların müekked sünnet
olduğu îbn Ömer ve Âişe (r.anhuma) hadislerinin beraber delâleti ile anlaşılır.
İbn Ömer hadisinde şöyle buyuruluyor: "Ben Peygamber (s.a.)'den öğleden
önce iki, öğleden önce iki, öğleden sonra iki akşamdan sonra evinde iki,
yatsıdan sonra iki, sabahtan önce iki rekat olmak üzere on rekat (nafile namaz)
öğrendim"[7] Hz. Âişe (r.an-hâ) hadisinde de şöyle buyuruluyor:
"Resul-î Ekrem (s.a.) öğleden evvel dört, sabahtan önce iki rekat kılmayı
asla terk etmezdi."[8]
Hanefî
ulemâsından Buhârî şârihi Aynî'nin beyânına göre, hadisler arasındaki bu
ihtilâf şu şekilde uzlaştırılmıştır:
1. Abdullah b. Ömer rekatın ikisini unutup iki rekat rivayet etmiş
olabilir.
2. Resûl-i Ekrem Efendimiz öğleden evvelki sünnetleri kâh dört, kâh iki
kılmış, birinciyi Hz. Âişe; ikinciyi de İbn Ömer rivayet etmiş olabilir.
3. Resûl-i Ekrem mcsciddc iki, hane-i saadette dört (rekat namaz) kıldığı
için bunlardan birincisi Abdullah b. Ömer, ikincisi de Hz. Âişe tarafından
rivayet edilmiş olabilir.
Bütün bu
ihtimalleri göz önünde bulundurarak öğle namazının ilk sünnetini dört rekatlen
aşağıya düşürmemek lâzımdır. Çünkü dörl sayısına iki de dâhildir. "İbn
Ömer Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yalnız mescidde kıldığı namazı biliyordu. Hz.
Âişe ise, hem mescid hem de evdeki hâline vakıf idi" diyenler de vardır.
Gerek İbn Ömer (r.a.) gerekse Hz. Âişe (r.anhâ) gördüklerini nakletmişlerdir.
Bununla beraber, bu konuda Hz. Âişe'nin müşahedesinin gerçeği daha çok
yansıtacağında şüphe yoktur. Belki de Hz. Âişe bu hadisi Hz. İbn Ömer'in
yanlışını düzeltmek için nakletmiştir.
İmam Taberî
de bu konuda şunları söylemiştir: "Resûl-i Ekrem (s.a.) öğle namazından
evvel ekseriyetle dört rekat kılardı. Bazan iki kıldığı da olurdu."[9]
Netice olarak
şunu söyleyebiliriz: İbn Ömer hadisi ile Hz. Âişe hadisi bir arada mütalaa
edildiği zaman Resûl-i Ekrem Efendimizin hergün farz namazlara bağlı olarak ve
farz namazların dışında belli rekatte namaz kılmaya devam ettiği anlaşılır.
Şöyle ki: Hz. Âişe hadisi Resûl-i Ekrem'in bu namazlara devam ettiğini ifâde
ederken, İbn Ömer hadisi de bu namazların on, rekat olduğuna delâlet eder.
Ancak İbn Ömei (r.a.) Resul-i Ekrem (s.a.)'in evde kıldığı dört rekat namazdan
haberdar olamadığı için Resûl-i Ekrem (s.a.)'in zevalden sonra kıldığı iki
rekat tahiyyetü’l -mescid namazını devamlı işlediği bir sünnet zannetmiş bu
sebeple "öğleden evvel iki rekat kılardı" şeklinde rivayet etmiştir.
Öyleyse; "İbn Ömer hadisi Resûl-i Ekrem (s.a.)'in farz namazlara bağlı
olarak on iki rekat müekked sünnet kıldığına delâlet etmektedir"
denebilir. Bu konuda öğle namazı ile cuma namazı arasında bir tefrik
yapılmadığından hanefî ulemâsı cuma ile öğle namazının ilk sünneti arasında bir
faık görmemişlerdir. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in öğleden evvel dört, öğleden sonra
da iki rekat kıldığına dair en açık hadis Müslim'in rivayet ettiği şu
hadistir: "ResuhıUah (s.a.) benim evimde öğleden evvel dört rekat (nafile
namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaate namaz kıldırır, sonra (tekrar
benim evime) girerek iki rekat (nafile) daha kılardı. Cemaate akşam namazını
kıldırır sonra (benim evime) gelerek iki rekat nafile kılardı. Cemaate yatsıyı
kıldırır ve (yine benim evime) girerek, iki rekat (nafile) kılardı. Geceleyin
içlerinde vitir de dâhil olmak üzere dokuz rekat namaz kılardı. Bazı geceler,
namazı ayakta, uzun kılar, bazı geceler de oturarak uzun kılardı. Ayakta
kılarken okursa, ayaktan rükû ve sücûda varırdı. Otururken okunursa, oturduğu
yerden rüku ve secde ederdi. Fecir doğunca, iki rekat (nafile namaz)
kılardı."[10]
Ulemanın
beyânına göre nafile ibâdetlerin meşru olmasındaki hikmet:
a. Farzların noksanlığım, onlarla tamamlamak,
b. Farzdan önce nafile ibâdet yapmak sureti ile nefsi, ibâdete alıştırmak,
kalbi tamamıyla farza hazırlamak ve,
c. Şeytanının tamahını kırmak gibi şeylerdir,
el-Hidâye
şerhlerinden "Fethu'l-Kadîr"in "Nevâfil" babında şu satırlar
yer almaktadır:
"en-Nekâzil"
nâm eserde deniliyor ki; beş vakit namazın sünnetlerini terk eden kimse,
bunların hak olduğuna itikad etmezse, kâfir olur. Hak olduklarına inanır da
kılmazsa sahih kavle göre, günahkâr olur. Çünkü onları terk edenler hakkında
tehdid vârid olmuştur. Şüphesiz ki günah vacibin terkinden dolayı lâzım gelir.
Evet sünnetleri terk etmek, Resûlullah (s.a.)'in sünnetlerini işlemeye bağlı
olan uhrevi kazanç ve derecelerin elden gitmesiyle sonuçlanır. Ama bu hüküm
sünnetler istihfaf edilmeksizin hatta son derece edeb ve tazim göstermekle
beraber bırakıldığına göredir. Böyle olmazsa, onları terk etmeye sebeb olan
şeyin hâline göre verilecek hüküm küfürle günah arasındadır..."[11]
Ker ne kadar
konumuzu teşkil eden hadisin "sünneti müekkedeleri kılan kimsenin Cennete
gireceği" ifâdesinden sünnetlere devam etmeyenin Cennete girmeyeceği gibi
bir mana da akla gelebilirse de bu hadisten böyle bir mana çıkarmak doğru
değildir. Çünkü her ne kadar şartın bulunması cezanın da bulunmasını
gerektirirse de şartın olmaması cezanın da olmamasını gerektirmez. Çünkü şart
sebeptir. Ceza ise, müsebbebtir. Sebebin bulunmamasından müsebbebin
(neticenin) de bulunmaması gerekmez. Zira müsebbebin bir çok sebebi
bulunabilir. Bir tanesinin bulunmaması müsebbebin de bulunmamasını gerektirmez.[12]
"Cennette
kendilerine bir ev yapılır" sözünden maksat, "Cennete önce
girerler" demek de olabilir. Çünkü cennete kayıtsız-şartsız girmeyi icab
ettiren şey imandır.[13]
1251. ...Abdullah b. Şakîk'den (şöyle) dedi(ği rivayet edilmiştir:)
Âişe
(r.a.)'ye Resûlullah (s.a.)'în (kıldığı) tatavvu namazını sordum da (şöyle)
cevab verdi: "Öğleden evvel evimde dört rekat kılar, sonra çıkar cemaate
namazı kıldırdıktan sonra tekrar evime gelir iki rekat (daha) kılardı. Cemaate
akşam namazını kıldırır. Sonra evime döner iki rekat (daha nafile namaz)
kılardı. Cemaate yatsı namazını kıldırdıktan sonra da evime girip iki rekat
daha kılardı. Geceleyin de vitir dahil dokuz rekat (namaz) kılardı. Bazı
geceler oturarak ve (bazı geceler de) ayakta uzun zaman namaz kılardı. Ayakta
kılarken okursa, rükû ve sücûda da ayaktan varırdı. Otururken okursa rükû' ve
sücûdu da oturarak yapardı. Sabah olunca da iki rekat (nafile) kılardı.
Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun."[14]
1. Bu hadis-i şerifte Cenab-ı Peygamber (s.a.)'in bazı geceler vitir
dâhil on rekat namaz kıldığı ifâde edilirken Bu
hârî'nin bir
rivayetinde "geceleyin on bir"[15] bazı rivayetlerde de "oniiç rekat kılar"[16] dediği ifâde edilmektedir. Hz. Âişe'den gelen diğer
bir rivayette de “geceleyin dokuz rekat namaz kılardı, fakat yaşlanınca yedi
rekat kılmaya başladığı" rivayet olunmaktadır.[17]
Yine Hz.
Âişe'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de; "Resûl-i Ekrem (s.a.) gece
onüç, sabah ezanından sonra da iki rekat daha namaz kılardı"[18] dediği ifâde edilmektedir ki toplam onbeş rekât eder.
Resul-i
Ekrem'in gece namazlarım onüç rekat kıldığını ifâde eden Hadis-i şerifte,
Resûl-i Ekrem'in gece namazları, yatsının son sünneti ile beraber hesaplanmıştır.
Resûl-i Ekrem gece namazına kalktığı zaman devamlı kıldığı iki rekat abdest
namazı[19] veya vitirden sonra oturarak kıldığı iki rekat namaz
bu sayıya dahil edildiği için bu hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.)'in gece namazlarını
onüç rekât olarak kıldığı ifade edilmiş de olabilir. Sözü geçen namazlar hesaba
katılmazsa, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in gece namazlarının on-bir rekat olduğu
ortaya çıkar. Nitekim Hz. Âişe validemizin rivayet ettiği diğer bir hadis-i
şerifte Resûl-i Ekrem'in Ramazan ayında on bir rekattan fazla gece namazı kılmadığını
ifâde etmektedir.[20] Bu hadis-i şerifte sabah namazı ve gece namazına
başlamadan önce kılınan namaz rekatları sayıya katılmadığı için Resûl-i Ekrem
Efendimizin kıldığı gece namazları onbir rekat olarak tespit edilmiştir.
2. Kasım b. Muhammed'in yine Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadis-i
şerifte ise, şöyle buyuruluyor: "Resûlullah (s.a.)'ın gece namazı on rekat
idi. Bir secde ile vitir yapar ve sabah'm iki rekat sünnetini kılardı.”[21] (Bu suretle kıldığı namazlar on üç rekat olurdu.)
Bu hadis-i
şerifte Resûl-i Ekrem'in kıldığı ifade edilen on üç rekat namazdan sabah
namazına ait olan iki rekatla vitir namazına ait olan bir rekat çıkarılacak
olursa geriye on rekat kalır.
3. Mesrûk'un Hz. Âişe'den rivayet ettiği hadis-i şerifte ise sabah namazının
sünneti dışında yedi, dokuz ve onbir rekat kıldığı ifade ediliyor.[22]
4. Hanefî ulemâsından Aynî'ye göre Resûlullah (s.a.)'m gece namazıyla
ilgili hadislerden Kasım b. Muhammed hadisi, Resî-i Ekrem (s.a.)'in gece
namazlarında ekseriyetle riâyet ettiği rekat sayısına, Mesrûk hadisi muhtelif
zamanlarda duruma ve şartlara göre kıldığı gece namazının rekat sayısına
delâlet etmektedir. Netice olarak diyebiliriz ki: "Resûl-i Ekrem (s.a.)
gece namazlarını genellikle on rekat olarak kılardı. Duruma göre yedi, dokuz,
onbir rekat da kıldığı olurdu. Onüç rekattan
fazla yedi rekattan az kılmazdı.[23]
Kurtubî,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in gece namazıyla ilgili görüşlerini açıklarken şunları
söylemektedir: "Bu mevzudaki Hz. Âişe hadislerini çözmekte ulemâ hayli
zorluk çekmiş, bazıları bu hadislerin muzdarib olduğunu, birini diğerine tercih
ederek bir neticeye varmanın mümkün olmadığını söylemişse de bu söz gerçeğin
ifâdesi olmaktan uzaktır. Çünkü bu hadislerin hepsini Hz. Âişe'den aynı râvi
rivayet etmediği ve bu hadislerde anlatılan hadiseler aynı zamana nisbet
edilmediği için bu hadislere muzdarib denilemez.
"İşin
doğrusu şu ki, Hz. Peygamber muhtelif zamanlarda, içinde bulunduğu ruhî ve
tabiî duruma göre yedi rekattan onüç rekata kadar değişik sayılarda gece namazı
kılmıştır."[24]
Konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi, Resûl-i Ekrem'in dört rekat öğleden önce, iki
rekat öğle namazından sonra, iki rekat akşam namazından sonra, iki rekat da
yatsı namazından sonra ve iki rekat da sabah namazından önce olmak üzere on
iki rekat namazı evinde ve devamlı olarak kıldığına delâlet etmektedir. Resûl-i
Ekrem'in böyle farz ve vacibin dışında bir ibâdeti devamlı olarak yapması onun
müekked bir sünnet olduğuna delâlet eder. Hadiste sünnetlerden bahsedilirken
öğle namazının sünnetinden başlanması, beş vakit namazın meşru kılınışındaki
sıraya riâyet hikmetine mebni olsa gerektir. Resûlri Ekrem'in bu sünnetleri
evde kılması ise, İbn Melek'e göre, sünnetleri evde kılmanın m üst eh ab
oluşuna delâlet ederse de bazıları, "bugün için sünnetleri camide kılmak
daha evlâdır. Çünkü bu sayede sünnetin halk arasında yaygınlaşması gerçekleşir
ve böyle hareket eden kişi başkalarının kendisine bid'atci demelerini Önlemiş
olur" demişlerdir.Ancak İbn Melek’in sözü sünnetin ruhuna daha uygundur.
Hanefî ulemâsından İbn Melek, "teheccüdle vitir aynı şeydir" derken;
hadisin zahiri, "geceleyin, içinde vitr namazı da dâhil on üç rekat namaz
kılan kimsenin kıldığı rekatların tümüne vitir denebileceğini" ifade etmek
istemiştir.
Ancak Hanefî
mezhebine göre vitir namazı, teheccüd namazından farklıdır. Çünkü vitir namazı
vaciptir, üç rekatlıdır. Bir selamla kılınır. Yatsı namazından sonra olmak
şartıyla gecenin herhangi bir vaktinde kılınabilir. Ancak gecenin son vaktine
kadar te'hiri efdaldir.
Hadis-i şerif
bir de Resûl-i Ekrem (s.a.)'in kıraati kıyamda edâ ettiği bir nafile namazda
rüku ve secdelere kıyamdan intikal ettiğini yani rükû ve sücûddan evvel asla
oturup da namazı oturarak devam ettirmediğini, kıraati oturarak edâ ettiği bir
namazda da rükû için ayağa kalkmadığını ifâde etmektedir. Hanefî imamlarından
Tahâvi diyor ki; "bazılarına göre oturarak başlanan bir namazda rüku için
ayağa kalkmak mekruhtur. Bazılarına göre ise bunda bir sakınca yoktur",
Oturan bir kimsenin ayağa kalkması faziletli bir durumdan efdal bir duruma
intikal etemis olduğundan bunda bir sakıncanın bulunmaması lâzımdır. Nitekim
İmam Ebû Yusuf ile Muhammed (r.a.)'e göre oturarak namaza başlayan bir kimsenin
rükû için ayağa kalkmasında bir sakınca yok ise de, ayakta namaza başlayan bir
kimsenin rükû-dan önce oturup da namaza oturduğu yerden devam etmesi mekruhtur.
Dört mezheb imamına göre ise, her iki durumda da bir sakınca yoktur. Metinde
geçen selâm, Rağıb'a göre, görünür-görünmez âfetlerden uzak olmak demektir.
Hakiki selâmet ancak Cennette olur. Zira sonsuz hayat orada, fakirlik şaibesi
olmayan zenginlik ile zilletin arız olamadığı şan ve şeref oradadır. Hastalık
yüzü görmemek şartıyla ebedi sıhhat yine oradadır.
Salât kelimesi
Allah'dan rahmet anlamına gelir. Allah Teâlâ insanlar arasında bu kelimeyle duâ
edilmesini, şereflerinden ötürü Peygambere tahsis etmiştir.[25]
1252. ...Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah
(s.a.) öğle namazından önce iki rekat, öğle namazından sonra dört rekat,
akşamdan sonra evinde iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat kılardı. Cumadan
sonra (evine) dönünceye kadar namaz kılmazdı (evine dönünce) iki rekat kılardı.[26]
Bu hadisin
Buhârî ve Müslim'de geçen rivayetlerinde rekat yerine "secde"
kelimesi geçmektedir.Ancak bu kitaplarda secde kelimesi mecazen rekat anlamına
da kullanılmıştır. Konumuzu teşkil eden İbn Ömer hadisinde, bu babda geçen
diğer rivayetlere rağmen Resûl-i Ekrem (s.a.)'in öğle namazından evvel kıldığı
namazın iki rekat olduğu kayd edilmektedir. Halbuki diğer rivayetlerde Resûl-i
Ekrem'in kıldığı bu namazın dört rekat olduğu ifâde ediliyor. Nitekim
müteakiben gelecek olan Hz. Âişe hadisi de Resûl-i Ekrem'in öğle namazından
önce dört rekat namaz kıldığını ifâde etmektedir.
Bilindiği
gibi bu iki farklı rivayet arasında esasta bir farklılık bulunmamaktadır.
Çünkü her râvi görebildiğim tesbit ve nakletmiştir de onun için bu farklı
rivayetler ortaya çıkmıştır. Yahutta Hz. Peygamber (s.a.) evde dört rekat
kıldığı halde camide ayrıca zevalden sonra iki rekat daha namaz kılmıştır da
İbn Ömer (r.a.) sadece camide kıldığını naklettiği ve evde kılınan namazdan
haberdâr olmadığı için bu rivayet farkı ortaya çıkmış olabilir. Ebû Cafer
et-Taberî'ye göre ise, öğleden evvel dört rekat kıldığına dâir olan rivayetler
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in tatbikatının ekseriyetiyle, iki rekat kıldığına dair
olan rivayetler de bazı hallerde başvurduğu tatbikatıyla ilgilidir.
Hadisin
zahirine göre Resûl-i Ekrem (s.a.)'in sadece akşam namazının sünnetini evinde
kıldığı anlaşılıyorsa da İbn Hacer'e göre hadiste geçen "evinde"
kaydı, diğer sünnetlere de şâmildir. Her ne kadar Buhârî'nin rivâyetinde
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in sadece akşam ve yatsı namazlarının sünnetlerini evinde
kıldığı kayd ediliyorsa da tercümesini sunduğumuz bir önceki hadis-i şerif de
İbn Hacer'in görüşünü te'yid etmektedir.
îmam-ı Şafiî
ve Ahmed bu hadisi delil getirip farz namazlara bağlı olarak kılınan revâtib
sünnetlerin on rekat olduğunu söylemişlerdir. Şafiî ulemasından er-Râfiî ise,
daha önce tercümesini sunduğumuz 1250 numaralı hadisi delil getirerek revâtib
sünnetlerin on iki rekat olduğunu söylemiştir. Nitekim Hanefî ulemasına göre de
revâtib sünnetlerin toplamı on iki rekat-tir. Delilleri ise, daha önce geçen
1250 numaralı hadis-i şeriften başka Tir-mizî'nin rivayet ettiği şu hadistir:
"Peygamber (s.a.) öğlenin farzından önce dört ve sonra da iki rekat
kılardı."[27] Tirmizî, bu hadisin hasen olduğunu, ilim adamlarının
büyük çoğunluğunun bu hadisle amel ettiğini kaydettikten sonra şunları
söylemektedir: "Peygamberin ashabından ve sonrakilerden bazı ilim
adamları, kişinin öğle namazından önce dört rekat sünnet kılmasını ihtiyar
etmişlerdir. Süfyan es-Sevrî, İbnu'l-Mübârek ve İshâk'ın görüşü de budur. Bazı
ilim adamları da "gece ve gündüz namazları ikişer rekattır" diyerek
her iki rekatın (selamla) birbirinden ayrılması gerektiğine inanıyorlar. İmam
Şafiî ve Ahmed'in görüşü de budur."
Hadis-i
şerifte ayrıca cumadan sonra kılınan sünnetlerden bahsedilmektedir. Nitekim
daha önce tercümesini sunduğumuz 1130 numaralı hadiste de bu konuya temas
edilmiş ve Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'de iken cumadan sonra altı rekat;
Medine'de ise, cumadan sonra evinde sadece iki rekat kıldığı ve mescidde namaz
kılmadığı ifade edilmektedir. Bu mevzudaki rivayetlerin farklılığından dolayı
ulemâ cumadan sonra kılınacak sünnetlerin rekat sayısı üzerinde ihtilâf
etmişlerdir. İmam Tirmizî'nin beyânına göre, İmam Şafiî ve Ahmed cumadan sonra
kılınacak olan sünnetin iki rekat olduğu görüşündedirler. İmam Ebû Hanife'ye
göre bu sünnet, dört rekat; İmam Ebu Yusuf'a göre altı rekattır. Netice olarak
İmam Şafiî ve Ahmed, Hz. Peygamber'in fiilî uygulamasını[28] delil getirirlerken İmam Ebû Hanife (r.a.) Resûl-i
Ekrem'in bu mevzudaki sözünü[29] delil getirmiş, İmam Ebû Yûsuf da söz ile fiili
birleştirmiştir.[30]
1253. ...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Peygamber
(s.a.) öğle namazından önceki dört (rekat)'la sabah namazından önceki iki
rekatı terk etmezdi.[31]
Bu hadis-i şerif
sabah namazından önce kılınan iki rekat sünnet ile öğle namazından önce kılınan
dört rekat sünnetin müekked sünnet olduklarım ve öğleden önce kılınan revâtib
sünnetin dört rekat olduğunu söyleyen cumhûr-ı ulemânın delilidir. İmam
Mâlik'in meşhur olan görüşüne göre ise, farz namazlara bağlı olarak kılınan
belli bir sünnet yoktur. Farz ile nafilenin karışmaması için nafilelere mahsus
bir zaman tayin edilmemiştir. İnsan istediği zamanda dilediği kadar nafile
namaz kılabilir. Bu mevzu ile ilgili mezhep İmamlarının görüşleri ve delilleri
bir önceki hadisin açıklamasında geçmiştir.[32]
1254. ...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Resûlullah
(s.a.) riâfile namazlardan hiçbirinde sabah namazının farzından önceki iki
rekat sünnette olduğu kadar devamlı değildi.[33]
Bu hadis-i
şerif sabah namazının farzından önce kılman iki rekat sünnetin müekked
sünnetlerden olduğuna ve sünnet olmayıp reğâibden bir nafile namaz olduğunu
iddia eden Mâliki ulemâsından bazılarının aleyhine bir delildir. Hatta
Fethü'l-Kadîr sahibi İbn Hümâm'a göre sünnetlerin içerisinde en faziletli olanı
sabah namazının sünnetidir. Bu sünneti özrü yokken oturarak kılmak caiz
değildir. Fetva vermekle görevli bir kimsenin halkın ihtiyacına cevab verirken
diğer sünnetleri terk etmesi caiz ise de, sabah namazının sünnetini terk etmesi
caiz değildir. Hulvânî'in beyânına göre, sabah namazının sünnetinden sonra en
faziletli sünnet akşam namazının iki rekat sünnetidir. Çünkü Resûl-i Ekrem
(s.a.) onu hazarda da seferde de terk etmemiştir. Sonra öğle namazının, son
sünneti gelir. Çünkü onun muekked sünnet oludğunda ulemâ ittifak etmiştir.
Halbuki öğlenin ilk sünneti öyle değildir. Zira bazılarına göre, öğlenin ilk
bünneti sünnet olduğu için değil de ezan ile kaameün arasını ayırmak için
kılınır. Sonra yatsının son sünneti daha sonra da öğlenin ilk sünneti gelir.
Nihayet ikindinin sünneti, ondan sonra da yatsının ilk sünneti gelir...”
Nevazil isimli
eserde beyân edildiğine göre, bir kimse beş vakit namazın sünnetlerinden birini
küçümseyerek veya lüzumuna inanmayarak terk ederse, kâfir olur. Lüzumuna
inandığı halde, terkedecek olursa, sahih olan görüşe göre günahkâr olur. Çünkü
sünneti terk eden kimseier hakkında tehdid vârid olmuştur.[34]
Hasan
el-Basrî sabah namazının sünnetinin vâcib olduğunu söylemişse de et-Tavzîh
sahibinin beyânına göre, bu şâz bir görüştür. Gerçek olan onun sünııet-i
müekkede oluşudur.
İmam sabah
namazını kıldırırken yetişen bir kimse imama son rekatta selâm vermeden
yetişeceğini anlarsa sünneti kılar, sonra imama uyar. İmama son rekatta
yetişemeyeceğini anlarsa, sünneti terk eder. Sabah namazının sünnetinin ne
vakit kaza edilebileceği meselesi de ilim adamları arasında ihtilâf konusu
olmuştur. İmam Şafiî'nin zahir olan kavline göre sabah namazından sonra bile
olsa hayat boyunca kaza edilebilir. Nitekim Atâ, Tâvûs, bir rivayete göre İbn
Ömer de bu görüştedir.
Diğer bir
cemaate göre de sabah namazının sünneti ancak güneş doğduktan sonra kaza
edilebilir. Kasım b. Muhammed ile Evzâî, Ahmed, İs-hâk, Ebû Sevr ve bir
rivayete göre İbn Ömer ve İmam Şafiî de bu görüştedir. İmam Mâlik ve Muhammed
b. Hasen eş-Şeybânî'yc göre ise, istenirse güneş doğduktan sonra kaza
edilebilir. Smam Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf (r.a.)a göre ise, kaza edilemez.[35] Sabah namazının sünnetinin fazileti ile ilgili olarak
pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlar ileride yeri geldikçe
görülecektir.[36]
1255. ...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Peygamber
(s.a.) sabah namazından Önceki iki rekatı (o.kadar) kısa bir zamanda kılardı
(ki) ben (kendi kendime) "acaba bu iki rekatta Ummü'l-Kur'an'ı okudun mu
ki?" derdim.[37]
Metinde geçen
"Ümmü'l-Kur'fin" kelimesi ile Fatiha Sûresi kasd edilmektedir.Bu
kelime "Kur'ân'ın anası" anlamına gelir.Fâtiha'ya bu ismin verilmesi
Fâtiha'nın Kur'an-ı Kerim'in şu üç mühim esasını ihtiva etmesindendir:
1. Mebde': Allah Teâlâ'ya hamd-ü senada bulunmak,
2. Me'âş (hayat): Yalnız ona ibâdet etmek ve yalnız O'ndan
yardım-istemek,
3. Me'âd (Allah'a dönüş): Amellerden hesaba çekilmek ve onların karşılığını
görmek,
Hz. Âişe'nin
metinde geçen; "ben (kendi kendime) acaba bu iki rekata UmmiFI-Kur'ân'ı
okudu mu ki? derdim" sözü, onun okuyup okumadığından şüphe etmesi
anlamına gelmez. Bu sözden maksad, Peygamber (s.a.) diğer nafileleri uzun
tuttuğu halde sabah namazının sünnetini son derece kısa olarak kıldığını ifâde
etmektir. Binaenaleyh "sabah namazının sünnetinde kıraat yoktur" diyen
Ebû Bekr el-Esam ile İbn Uleyye ve Zâhiriyye mezhebinden bir taifenin bu hadisi
kendi görüşleri için delil getirmeleri isabetli değildir. Peygamber (s.a.)'in
sabah namazının sünnetini hafif kılmasının hikmeti, sabah namazının farzına
ilk vaktinde yetişmektir. Gece namazına nasıl hafif iki rekatla hazırlanıyorsa[38] gündüz namazına da aynı şekilde hafif iki rekat
namazla başlamak istemiş olması da muhtemeldir.[39]
1. Diğer nafilelere nisbetle sabah namazının sünnetini çok kısa bir
şekilde kılmak caizdir.Tahavının rivayetine göre, sabah namazının sünneti
hususunda ulemâ dört ayrı görüştedirler:
a. Sabah namazının sünnetinde kıraat yoktur, ulemâdan Ebu Bekir b.
el-Esam ile İbn Uleyye ve Zahirilerden bir cemaat ona kaail olmuşlardır.
b. Sabah namazının sünnetinde yalnız Fatiha okunur ve namaz bu suretle
hafifletilir. Bu kavi Abdullah b. Amr (r.a.)'dan rivayet olunmuştur. İmam
Mâlik'in meşhur olan mezhebi de budur.
c. Bu namaz, Fatiha ile kısa bir sûre okuyarak hafifletilir.İmam Mâlik
ile İmam Şafiî'nin birer görüşleri budur.
d. Sabah namazının sünnetinde, uzun sûreler okumakta bir beis yoktur. Bu
görüş İbrahim en-Nehaî ile Mücâhid'den rivayet olunmuştur. İmam-ı A'zam'ın,
"bazen ben, bu iki rekatta Kur'an-ı Kerim'den iki hizb okurum" dediği
rivayet olunur. Hanefiyye imamlarının görüşü budur. Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)
ile tabiînden Said b. Cübeyr, Muhammed b. Şîrîn, Abdurrahman b. Yezid, Süveyd
b. öafele ve öuneym b. Kays'ın görüşleri de budur, imam Şafiî de buna kaaildir.[40]
1256. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.)
sabah namazının iki rekat (sünnet)inde "Kâfirûn" ve "ihlas"
(sûrelerini) okurdu.[41]
Bu hadis-i
şerifin mevzumuzu teşkil eden babla ilgisi sabah namazının sünnetinde
"Kâfirûn" ve "İhlâs" gibi kısa sûrelerin okunacağını ifâde
etmesidir. Hadis-i şerifte Fâtiha'dan bahsedilmemesi Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
şaban namazının sünnetinde Fatiha Sûresi'ni okumadığına delâlet etmez. Çünkü
Fâtiha'sız namazın olmayacağına delâlet eden hadisleri[42] Fâtiha'nın okunacağında şüpheye ve bunu ayrıca zikretmeye
lüzum bırakmamaktadır. Bu sebeple râvi Cenab-ı Peygamber'in sabah namazının
sünnetinde Fatiha okuduğunu zikre lüzum görmemiştir.
Bu haliyle
hadis-i şerif, "sabah namazının birini rekatında Fatihadan sonra
"Kâfirûn" Sûresi'ni, ikinci rekatında da İhlas Sûresini okumak
müstehabtır" diyen cumhur-ı ulemânın görüşünü te'yid etmektedir. Ve; sabah
namazının sünnetinde sadece Fatiha okunur, sûre okunmaz" diyen İmam-ı
Mâlik (r.a.) ile bazı zahirî ulemâsının aleyhine delildir.
Hanefî
mezhebinin meşhur fıkıh kitaplarından biri olan "el-Bahru'r-Raîk"
isimli eserde deniliyor ki; "Sabah namazının iki rekat sünnetinde unutulmaması
gereken üç sünnet vardır:
1. Birinci rekatında Kâfirûn, ikinci rekatinde İhlâs sûresi okumak,
2. Evde kılmak,
3. Bu iki rekatı vaktin başlangıcında kılmak."[43]
1257. ...Bilâl (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Bilal (r.a.) bir gün
Resûlullah (s.a.)'e sabah namazı (vaktinin girdiği)ni haber vermek için gelince
Hz. Âişe Bilâl'e bir şeyler sorarak aydınlık iyice belirinceye kadar
oyalanmış, artık iyiden iyiye sabaha girmiş, bunun üzerine Bilâl kalkıp
Peygamber (s.a.)'e sabah(ın girdiğini) haber vermiş ve hemen arkasından
haberini yine tekrarlamışsa da Resûlullah (s.a.) dışarı çıkmamış, (Bir süre
sonra) dışarı çıkıp da halka namazı kıldırınca Bilâl, Âişe'nin birşeyler
sorarak kendisini tamamen sabah girinceye kadar oyaladığını ve (Resûl-i
Ekrem'in de) dışarı çıkmakta yavaş davrandığını kendisine haber vermiş. Bunun
üzerine (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de):
"Ben
sabah namazının iki rekat sünnetini kılmıştım (da o yüzden geciktim)"
cevabını vermiş. Bunun üzerine Bilâl (r.a.):
(Ama) Ey
Allah'ın Resulü, sen iyice sabaha girmiştin? deyince,
"Eğer
ben sabaha bundan daha da çok girmiş olsaydım, yine de bu iki rekatı en güzel
ve en kısa şekilde kılardım" diye cevab verdi.[44]
Bu hadisin
"sabah namazının sünnetini kısa sûrelerle kılmak” babıyla ilgisi, hadisin
son cümlesini teşkil eden "yine de bu iki rekatı en güzel ve en kısa
şekilde kılardım" sözleridir. Görüldüğü gibi bu cümle Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in sabah namazının sünnetinde kısa sureler okumayı tercih ettiğini
açıkça ortaya koymaktadır. Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde bu mevzu
ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Bu hadis-i şerif
ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimizin hiç bir zaman sabah namazının sünnetini terk
etmediğine, vakit daralsa bile onu erkân ve âdabına riayet ederek en uygun
şekilde kıldığına, dolayısıyla sabah namazının sünnetinin müekked bir sünnet
olduğuna delâlet etmektedir.[45]
1258. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah şöyle buyurdu:
"Sizi
atlılar kovalasa bile, yine de sabah namazının sünnetini bırakmayın."[46]
Bu hadis-i
şerife iki şekilde mânâ verilmiştir:
1. "İçinde bulunduğunuz süvari birliği düşman üzerine hücum zamanı
geldiği için sizi harekete geçirmek istese, birliği kaybedip, çölde yalnız
kalma pahasına da olsa sabah namazının sünneti bırakmayınız."
2. "Düşman atlıları sizi öldürmek için peşinizi takip ediyor olsa bile,
yine sabah namazının sünnetini terk etmeyiniz."
Hadis âlimi
Seyyid Nezir Hüseyn ed-Dehlevî hadis-i şerife ikinci mânâyı vermiştir. Yine
büyük bir muhaddis olan Şeyh Hüseyin b. Muhsin el-Ensârî de bu ikinci mânâ
üzerinde durmuş ve bu hadisten maksadın düşman saldırısı karşısında kalmak
gibi sıkışık durumlarda bile sabah namazının sünnetinin terk edilemeyeceğini
ifâde etmek olduğunu söylemiştir. Hanefî ulemasından Buhârî sârini Aynî de
Hidâye şerhinde hadis-i şerife ikinci mânâyı vermiştir.[47]
Hafız Münâvî
ise, el-Câmiü's-Sağîr şerhinde ikinci mânâ üzerinde durarak hadisi şöyle
açıklamıştır: "Düşman atlıları sizi kovalasa bile sabah namazının
sünnetini terk etmeyiniz. Yaya iseniz de binitli iseniz de, gerek kıbleye,
gerekse başka bir cihete doğru, imâ ile de olsa, yine sabah namazının sünnetini
kılınız. Hadis-i şerifteki bu ifâde sabah namazının iki rekat sünnetinin
önemini göstermekte, gerek korku gerek emniyet halinde, gerek yolculukta
gerekse hazarda, kısaca her hâl ü kârda onu kılmaya teşvik etmektedir."[48] Böyle tehlikeli ve şiddetli anlarda birçok vaciplerin
bile terkine izin verildiği halde, bu hadis~i şerifte böylesine tehlikelere
maruz kalan bir kimsenin sabah namazının sünnetini terketmekten nehyedilmesine
bakarak bazı kimseler, sabah namazının sünnetinin vâcib olduğunu
söylemişlerdir. Hasan el-Basrî de bu kanaattedir. Ancak ulemânın büyük
çoğunluğu senedinde Abdurrahman b. İshak el-Medenî ve Abdu Rabbih b. Seylân
gibi cerh ve ta'n edilmiş râviler bulunduğu için bu hadisin delil olamayacağını,
delil niteliğini taşıdığı bir an için kabul edilse bile bu bölümün birinci
babında geçen hadis-i şerifler muvacehesinde bu hadisin hakiki mânâya alınamayacağını,
sadece, sabah namazının sünnetini kılmaya teşvik mânâsına geldiğini
söylemişlerdir.[49]
1259. ...Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; sabah
namazının iki rekat (sünnet)inde Resûlullah (s.a.)'in en çok okuduğu;
"Biz Allah'a ve bize indirilene iman ettik"[50] (âyetini); -(İbn Abbâs) dedi ki: Bunu birinci rekatte
okurdu-; ikinci rekatta da; "Biz Allah'a iman ettik, şahid ol ki, biz
müslümanlarız"[51] (âyetini) okurdu.[52]
Bu hadis-i
şerif de Resûl-i Ekrem (s.a.)'in sabah
namazının sünnetinde genellikle kısa âyetler okunduğunu özellikle
birinci rekatta Bakaia süresi'nin 136. âyetini, ikinci rekatta da Al-i İmran
sû-resi'nin 52. âyetini okuduğunu ifâde etmektedir. Ancak cumhûr-u ulemâ
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in sabah namazının sünnetinde daha ziyâde
"Kâfirûn" ve "İhlâs Sûreleri"ni okuduğuna delâlet eden
hadis-i şerifleri de göz önünde bulundurarak, "sabah namazının sünnetinde
Fâtiha'dan sonra özellikle Kâfirun ve İhlâs sürelerini okumak müstehabtır"
demişlerdir. Nitekim daha önce tercümesini sunduğumuz 1256 numaralı hadis de buna delâlet
etmektedir.[53]
1260. ...Ebû Hureyre (r.a.)'den; rivayet edildiğine göre kendisi Peygamber
(s.a.)'ı sabah namazının iki rekat(hk sünnetlinde; "De ki: Allah'a iman
ettik bize indirilene de..." (âyetini)[54] birinci rekatte; şu "Ey Rabbimiz, senin
indirdiğin (kitab)a inandık o Peygambere de tâbi olduk. Artık bizi şâhidlerle
beraber yaz" âyetini[55] veya "şüphe yok ki biz seni (kâmil) bir müjdeci
ve (gerçek) bir korkutucu olarak o hak (Kur'ân) ile gönderdik, sen
Cehennemliklerden mes'ul olacak değilsin" (âyetini)[56] okurken işkmîştir.[57]
(Râvi) ed-Derâverdî, (bu hadisi naklederken
Resûl-i Ekrem'in ikinci rekatta -anılan âyetlerin- hangisini okuduğunda)
tereddüde düştü.[58]
Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in sabah namazının sünnetinin ikinci rekatında okuduğu âyeti naklederken
şüpheye düşen "ed-Derâverdî" senedde adı geçen "Abdul-Aziz b.
Muhammed" isimli râvidir.
Bu hadisin
zahirîne göre Resûl-i Ekrem'in namazda Kur'an-ı Kerim'in sırasını tâkib
etmeyerek ma'kûsen (sondan başa doğru) okuduğu anlaşılıyorsa da aslında ikinci
rekatte okuduğu ifâde edilen âyetleri gerçekten okuyup okumadığı şüphelidir.
Çünkü metinde de ifade edildiği gibi Abdülaziz b. Muhammed ed-Derâverdî
Resûl-i Ekrem'in ikinci rekatta hangi âyeti okuduğundan emîn değildir.
Bu hadis
Beyhakî'nin yine Abdülaziz'den naklettiği rivayetinde; "Resûl-i Ekrem sabah
namazının sünnetinin birinci rekatında "Biz Allah'a ve bize indirilene
iman ettik.." âyetini[59] ikinci rekatte de "Biz Allah'a iman ettik şâhid
ol ki, biz müslümanlanz" âyetini[60] okudu." şeklinde geçmektedir.[61] Nitekim bir numara önce tercümesini sunduğumuz
hadis-i şerif de bunu te'yid etmektedir.
Bu bakımdan
bu rivayet hem Kur'ân'ın tertibine, hem de bir numara önce tercümesini
sunduğumuz İbn Abbâs hadisine uygun düştüğü için tercihe şayandır. Nitekim
Hanefi ulemâsı da bu düşünceden hareket ederek namazda Kur'an-ı Kerim'i,
tertibine uymadan sondan başa doğru okumanın mekruh olduğu hükmüne
varmışlardır.
Netice olarak
şunu söyleyebiliriz: Konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin râvilerinden
Muhammed b. es-Sabbâh bu hadisi naklederken yanılmıştır. Hatta İbn Hacer'in
beyânına göre bu hadis hakkında Yahya "münker'' hükmünü vermiştir. Yâkub
ise, "Bu hadis mevzu derecesinde münker bir hadistir" tabirini
kullanmıştır. Onun bu sözünü Ebû Zür'a ve Muhammed b. Abdullah el-Hadramî de
tasdik etmiştir.[62]
1. Kur'ân-ı Kerim'i tertibe uymayarak sondan başa doğru okumak caizdir.
2. Sabah namazının sünnetinde sûreleri seslice okumak caizdir. Çünkü
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in okuduğu âyetlerin işitilmiş olması, o âyetlerin sesli
okunmuş olduğunu göster.
3. Sabah namazının sünnetinde hem Fatiha hem de sûre okunur.Bu bakımdan
bu hadis "sabah namazının sünnetinde sadece Fatiha okunur" diyenler
ile "hiçbir şey okunmaz" diyenler aleyhine bir delildir.
Bilindiği
gibi sabah namazının sünnetindeki kıraat konusu ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bu mesele ile ilgili ayrıntılı bilgi 1255 numaralı hadisin açıklamasındadır.[63]
1261. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Biriniz sabah (namazın)dan
önce iki rekat (sünnet)i kılınca sağ tarafına yatıp uzansın."
Bunun üzerine Mervân
b. Hakem Ebû Hureyre'ye:
Bizden birinin mescide
kadar yürüyüp gitmesi yetmez mi de sağ tarafına yatıyor? diye sormuş.
Ubeydullah(ın) naklettiğine göre) EbûHureyre (r.a.):
Hayır, cevabım vermiş.
(Ubeydullah) dedi ki: Bu (haber) İbn Ömer'e ulaşınca:
Ebû Hüreyre aleyhine
(olabilecek işi) çokça yapıyor dedi. (Ubeydullah) dedi ki: Bunun üzerine îbn
Ömer'e:
Onun sözlerinden
bazılarını kabul etmiyor musun? diye soruldu da:
Hayır, fakat cür'etkâr
davranıyor, biz ise korkuyoruz cevabını verdi. Bu (söz) Ebû Hüreyre'ye
ulaşınca:
Ben ezberledim de
onlar unuttuysa (bunda) benim günahım ne? dedi.[64]
Hz. İbn Ömer'in Ebû
Hureyre (r.a.)'in aleyhine olabileceğinden korktuğu iş, çok hadis rivayet
etmesidir. Çünkü bir gün yamlarak Resûl-i Ekrem (s.a.)'in söylemediği bir sözü
nakletmesi mümkündür: "İnsan nisyan ile malûldür" sözü meşhurdur. Bu
bakımdan her ne kadar Ebû Hureyre (r.a.) adalet ve hafıza yönlerinden güvenilir
bir râvi ise de, yine de İbn Ömer Resûl-i Ekrem (s.a.)'in söylemediği bir sözü
nakletmesinin mes'uliyyeti ve dehşetini Ebû Hureyre (r.a.)nınde hadis
nakletmedeki şiddetli arzusunu bildiği için O'nun hakkındaki endişelerini dile
getirmekten kendisini alamamıştır.
Bunun üzerine o anda
etrafında bulunanlar kendisine, Hz. Ebû Hureyre'nin naklettiği hadisler
içerisinde kabul etmediği bazı hadislerin olup olmadığını sorunca, "Böyle
bir hadisin olmadığını, ancak sadece onun çok hadis rivayet etmesinden endişe ettiğim
ve kendisinin ise, bu konuda çok titiz davrandığını" ifâde etmiştir.
Batı sömürgeciliğinin
ileri karakolu görevini yürüten müsteşrikler asırlık kin ve garazlarını tatmin
için bu gibi haberleri ele alarak İslâm'ın ikinci büyük kaynağı olan sünnet etrafında
bazı şüpheler uyandırmak istiyorlar. Ancak müslüman hadis âlimlerinin asr-i
saadetten bu yana süre gelen ve akıllara durgunluk veren, eşsiz bir metodla
hadisleri tenkid süzgecinden geçirme gayretleri düşmanların heveslerini
kursaklarında bırakmıştır. Bu konuda muhterem Prof. Muhammed Hamidullah'ın
"Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam b. Münebbih" eseriyle[65]
Edvard Said'in "Oryantalizm"[66]
isimli eserini okumalarını okuyucularımıza tavsiye ederiz.
Aslında Ebû Hureyre
(r.a.)'in hadis naklederken kendinden ne kadar emin ve bu konuda ne kadar
dikkatli olduğunu metinde geçen "Ben ezberledim de onlar unutuyorsa,
bunda benim günahım ne?" sözünden anlamak mümkündür.
Bu hadis, "sabah
namazının iki rekat sünnetinden sonra sağ yanı üzerine uzanmak vâcibdir"
diyen Zahirî ulemâsının delilidir.
Bu mezhebin
temsilcilerine göre, sünnet kılındıktan sonra sağ tarafa yatmadan sabah
namazım kılmak caiz değildir.Bu konuda bilerek terk etmekle unutarak terk
etmek arasında da bir fark yoktur.
Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre bir numara sonra gelecek olan Hz. Âişe hadisinin de
delaletiyle bu hadiste geçen "sağ tarafına yatıp uzansın" emri
mustahablığa delâlet eder. Çünkü sözü geçen Hz. Âişe hadisinden Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in sabah namazının sünnetinden sonraki yatmayı bazan yaptığı, devamlı
yapmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1263 no'lu hadisten anlaşılan mânâ da
budur. Eğer sabah namazının iki rekatlık sünnetinden sonra yatmak vâcib
olsaydı, muhakkak ki Resûl-i Ekrem (s.a.) onu terk etmezdi. Beyhakî de bu
hadisi naklettikten sonra "Bu hadisden maksad, sabah namazının
sünnetinden sonra yatmanın mübâh olduğunu ifade etmektir" demektedir.
Muhammed b. İbrahim et-Teymî de bu hadisi kavlî değil de fiilî hadis olarak Ebû
Salih vasıtasıyla Ebû Hureyre'den nakletmiş ve bu rivayetinin, Hz. Âişe ve İbn
Abbâs hadislerine uygunluğu cihetiyle diğer kavlî nakillere tercih
edilebileceğini söylemiştir. Binaenaleyh Zahiriye mezhebinin bu konudaki
görüşünün isabetsizliği açıkça ortadadır.
Sabah namazının
sünnetinden sonra yatıp uzanma konusundaki görüşleri şu şekilde özetlemek
mümkündür:
1. Sabah
namazının sünnetinden sonra yatıp uzanmak müstehabtır.
Irakî'nin beyânına
göre, Ebû Musa el-Eş'ârî, Râfî b. Hadîc, Enes b. Mâlik ve Ebû Hureyre bu
görüşte idiler. Bu zevat-ı kiram sabah namazının sünnetinden sonra uzanırlar ve
başkalarına da böyle fetva verirlerdi. Ancak İbn Ömer'in bu konudaki görüşü
hakkında rivayetler muhteliftir. İbn Ebî Şeybe'nin Musannef'indeki rivayete
göre, İbn Ömer (r.a.) de böyle hareket ederdi. Ancak tabiinden İbn Şîrîn, Said
b. Müseyyeb, Kasım b. Muhammed, Urve b. Zübeyr, Hârice b. Zeyd b. Sabit, Ebû
Bekr b. Abdurrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. Mesud ve Süleyman b. Yesâr'a
göre, Abdullah b. Ömer bunu caiz görmüyordu. İbn Hazm ise, Ömer b. Hattab
birgün sabah namazı kıldırırken bir adamın mescide gelerek sünneti kılıp sonra
da bir müddet sağ yanı üzerine yattıktan sonra imama uyduğuna dair Yahya b.
Said el-Kattân'ın rivayet ettiği bir hadis bulunduğunu söylüyor.
İmam Şafiî de sabah
namazının sünnetinden sonra yatmanın müstehab olduğu görüşündedir.
2. Sabah
namazının sünnetinden sonra uzanmak vâcibtir. Ebû Muham-med Ali b. Hazm
ez-Zâhirî bu görüştedir. Delili de bu hadistir. Muhallâ isimli eserinde bu
görüşünü şöyle ifâde etmektedir: "Her kim sabah namazının sünnetini
kılarsa, sünnet ile farz arasında sağ yanı üzerine yatıp uzanmadan sabah
namazının farzını kılarsa caiz değildir. Şayet sünneti kılmazsa o zaman yatıp
uzanması lâzım gelmez. Eğer korkudan veya hastalıktan veya herhangi bir
sebepten ötürü sağ yanı üzerine yatamayacak olursa, bunu mümkün olduğu kadar
işaretle yapar." İbn Hazm, bu sözün akabinde aynen şöyle diyor:
"Resulüİlah (s.a.)'in bütün emirlerinin farziyet üzere olduğunu izah
ettik. Ancak mendub olduğuna delâlet eden başka bir nass gelir veya müteyakkan
bir icmâ' bulunursa o zaman bunu kabul ederiz. Sahabe (r.anhum)'nin ihtilâf
ettikleri bir ftneselede Allah'ın kelâmına ve Peygamberin hadisine müraccat
edilmelidir. Allâme Şevkânî de sabahın
sünnetinden sonra uzanmanın vâcib olduğu cihetine meyletmektedir. Şevkânî bu
uzanma bahsinin sonunda şöyle diyor: "Peygamber (s.a.)'in bazan uzanmayı
terketmesi, ümmetine mahsus olan emre muarız değildir. Böylece vâcib görüşünün
kuvvetli olduğu anlaşılmış oldu."
3. Bu uzanma
bid'at ve mekruhtur. Sahabeden İbn Mes'ûd ve ihtilaflı bir rivayete göre İbn
Ömer'in kavli budur.
4. Uzanmamak
evlâdır. İbn Ebi Şeybe, el-Hasan'dan rivayet ediyor: "el-Hasan, sabah
namazının sünnetinden sonra uzanmaktan hoşlanmazdı."
5. Beşinci
kavle göre gece ibadetine kalkan ile kalkmayan arasında ayrım
yapılmaktadır.Gece kalkanların istirahat için bunu yapmaları müstehab
görülmüştür, kalkmayanlar için meşru değildir. Mâliki ulemâsından İbn el-Arabî
bu görüşü tercih etmektedir.
6. Esas olan
sabah namazının sünnetinden sonra yatmak değildir.Bu yatmaktan gaye sünnet ile
farzın arasını ayırmaktır. Buna göre insan sünnetle farz arasını yatarak
ayırabileceği gibi oturarak da veya namaza aykırı olmayan başka bir
meşguliyetle de ayırabilir. Bu görüşte Beyhakî ile İmam Şafiî'den rivayet
edilmiştir.
Sabah namazının
sünnetinden sonra yatmanın meşru olmadığı görüşünde olanlar konumuzu teşkil
eden Ebû Hureyre hadisini ve benzerlerini şu yönlerden tenkid etmişlerdir:
1. Bu hadis,
ravisi Abdulvâhid b. Ziyâd sebebiyle tenkide uğramıştır.Çünkü Yahya b. Said
el-Kattân, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî gibi ilim adamları bu kişiyi ağır bir dille
eleştirmişlerdir. Yahya b. Saîd, bu kimse hakkında şunları söylemiştir:
"Ben bu kimsenin hadisle meşgul olduğunu asla görmedim. Basra'da da
görmedim. Kufe'de de. Hatta bir cuma günü namazdan sonra A'meş'den naklettiği
bu hadis üzerinde kendisiyle görüştüm de bu hadisle ilgili tek bir harf dahi
bilmediğine şahid oldum."
2. Ömer b.
Ali el-Fellâs, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî'nin bu hadisin râvilerinden Abdulvâhid b.
Ziyad hakkında "A'meş'ten duyduğu mürsel hadisleri muttasıl olarak
nakletmeye yeltendi've bunu denedi. A'meş'in muan'an olarak naklettiği
hadisleri tahdîs siğasıyle nakletti. Bu kimse tedliscidir" dediğini
söylemiştir.
3.Bu hadisi
Hz. Âişe de muhtelif şekillerde nakletmiş; bazısında Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
sünneti kılmadan önce bazısında da sünneti kıldıktan sonra uzandığını
söylemiştir. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de sünneti kılmadan önce yatığı
ifâde edilmektedir. Bu durumu gözününde bulunduran Kadı İyaz Resûlti Ekrem
(s.a.)'in, sünneti kılmadan yattığına,dair olan rivayetlerin sünnetten sonra
yattığına dâir olan rivayetlere tercih edile bileceğini ve her iki halde de
yatmanın sünnet olduğunu seleften kimsenin iddia etmediğini söylemiştir. Ancak
Tirmizî bu hadis hakkında "hasen-sahih" hükmünü vermiştir. İbn
Teymiyye ve Şevkânî'ye göre ise, bu hadisin Resûlullah'ın fiili olduğuna dâir
rivayetleri sahih ise de kavlî emir niteliğindeki rivayetleri asılsızdır.
Şevkânî'nin beyânına göre, Beyhakî de bu hadisin fiilî rivayetlerini kavlî
olan rivayetlerine tercih etmektedir. Görülüyor ki İb'n Teymiyye ve Şevkânî'den
nakledilen bu görüş, hadisin sağlam veya asılsız olduğuna dair farklı görüşleri
uzlaştırmaktadır.
Şevkânî ve Aynî bu
konuda sözü çok uzatmışlardır. Hanefî ulemâsından Aynî de Buhârî Şerhi'nde
Hanefî mezhebinin görüşlerini eş-Şâmî'nin ed-Dürrü'l-Muhtar üzerine yazdığı
haşiyeden şu cümlelerle nakletmektedir: "Şâfiîler bu hadise sarılarak
sabah namazının sünnetiyle farzı arasında yatmanın sünnet olduğunu
söylüyorlarsa da bizim ulemâmıza göre durum hiç de övle değildir. Hanefî
ulemâsından hiç bir kimse bu yatmanın sünnet oldu-,unu söylememiştir. Hatta ben
imam Muhammed (r.a.)'in Muvatta'ında İbn Ömer'in sabah namazının sünnetinden
sonra farz ile sünneti ayırmak maksadıyla yatan bir kimse için "farz ile
sünnetin arasını ayırmak için selâmdan daha faziletli ne vardır?" dediğine
dair bir rivayet gördüm. İmam Muhammed bu konudaki sözlerini şöyle
bitirmektedir:
"Biz kendimize
delil olarak İbn Ömer'in bu sözlerini alıyoruz. Ebû Hanife (r.a.)'nin görüşü de
budur. Netice olarak şunu söylemek isterim ki, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bu
yatışı sadece istirahat içindir. Herhangi bir hüküm koymak için değildir.
Şayet Resûl-i Ekrem'in bunu emrettiği ve bu emrin de bir hüküm getirdiği kabul
edilecek olursa o zaman bu emir sadece ev içinde geçerlidir. Evde bu emre
riâyet edilirse de mescit ve benzeri yerlerde buna riâyet etmek
gerekmez."
Hafız Münâvî ise,
meseleye Resûl-i Ekrem (s.a.)'in her işinde bir hikmet ve maslahat olduğu
açısından yaklaşarak şu hükme varmıştır: "Resûl-i Ekrem (s.a.) feyiz ve
tecellinin coşup taştığı seher vakitlerinde füyûzat-ı rahmaniye ile lebâleb
dolduğu için birden bire ümmetinin karşısına çıkacak olsa onun bu mânevi
halinin etkisine girecek,hiçbir kimse buna tahammül edemeyeceğinden, Resûl-i
Ekrem (s.a.) bu anda birden bire ümmetinin karısına kendisini arz etmemiş, ya
biraz yattıktan veya biraz aileleriyle sohbet ettikten sonra mescide gitmiştir.[67]
1262.
...Âişe (r.anhâ)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.) gece
namazını kıldıktan sonra, eğer ben uyanık olursam benimle konuşurdu; uyur
olursam, beni uyandırır, iki rekat namaz kıldıktan sonra müezzin gelip sabah
namazı vaktinin girdiğini kendisine haber verinceye kadar yatardı. Bunu
müteâkib iki rekatlık kısa bir namaz kıldıktan sonra namaza çıkardı.[68]
Resûlî Ekrem
(s.a.)'in gece kılmış
olduğu namazdan maksâd, teheccüd
namazıdır. Bilindiği gibi yatsıdan sonra daha uyumadan kılınan nafile namaza
"salatü'l-leyl" denir ki, sevabı pek çoktur. Bir miktar uyuduktan
sonra kalkılıp kılınırsa "teheccüd" adım alır. Resûl-i Ekrem
Efendimiz, teheccüd namazına devam ederlerdi. Bu gece namazı iki rekatten sekiz
rekata kadardır. Her iki rekatta bir selâm verilmesi efdaldir. Bir hadis-i
şerifte "Her kim geceleyin uyanır, refikasını da uyandırır da iki rekat
namaz kılarsa, Allah Teâlâ'yı çok zikreden erkekler ile kadınlardan
yazılırlar"[69] buyurulmuştur. Metinden anlaşılıyor
ki Peygamber (s.a.) teheccüd namazından sonra Hz. Âişe'nin uyanık olduğunu
görürse kendisiyle bir süre konuşup, sohbet edermiş, fakat uykuda olduğunu
görürse, onu vitr namazını kılması için uyandırıp, kendisi de iki rekat namaz
kılarak müezzinin sabah namazı vaktinin girdiğini haber vermek üzere gelmesine
kadar yatarmış. Hadis âlimlerinin beyânına göre Resûl-i Ekrem (s.a.) teheccüd
namazından sonra vitri kılardı ve ümmeti için de; "gece en son kılacağınız
namaz vitr namazı olsun" buyururdu.[70] Buna
göre Peygamber (s.a.) Hz. Âişe'yi uyandırdıktan sonra vitr namazını kılmış ouu
müteakiben de iki rekat namaz kılmıştı^. Gece kılınacak son namazın vitr olması
emrinin vücûb değil, cevaz ifâde ettiğini beyân etmek için vitirden sonra bu
iki rekat namazı kılmış olması mümkündür. Nitekim vitr namazından sonra devamlı
olarak oturarak iki rekat namaz kılmayı terk etmediği bilinmektedir.[71] Bu
iki rekatlık nafile namazı müteakip yatıp sabah vakti girinceye kadar istirahat
etmiş ve müezzin sabahın girdiğini haber verince sabah namazının iki rekatlık
sünnetini evinde kılıp mescide gitmiştir.
Bu hadis-i şerif sabah
namazının sünnetinden sonra yatmanın sünnet veya farz olduğunu söyleyen
kimselerin aleyhine bir delildir. Çünkü bu hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
sabah namazının sünnetinden sonra değil, önce yattığı ifade edilmektedir.
Binaenaleyh bu hadis-i
şerif bir önceki hadis-i şerifle birlikte mütelea edilince sabah namazından
önceki yatmanın bir ibâdet hükmü ve vasfı taşımadığı, sadece insanın üzerindeki
ağırlığı ve yorgunluğu gidermekle ilgili olduğu anlaşılır. Bu hadis-i şerifi
ile Resûl-i Ekrem (s.a.)'in sabah namazının iki rekatlık sünnetinden sonra da
yattığını ifâde eden bir önceki hadis arasında bir çelişki olmadığı gibi bir
önceki hadisle aynı mânâda olan İbn Ab-bâs hadisi[72]
arasında da bir çelişki yoktur. Çünkü bu iki hadisin birini tatbik etmek,
diğerine zıt değildir. Her ikisiyle de amel etmek mümkündür. Resûl-i Ekrem
(s.a.) bazan sabah namazının sünnetinden evvel bazan da sonra yatmakla her
ikisiyle de amel etmenin caiz olduğuna işaret etmek istemiş de olabilir.[73]
1263. ...Ebû
Seleme (r.a.)'den; demiştir ki: Âişe şöyle dedi:
Peygamber (s.a.) sabah
namazının iki rekatlık sünnetini kıldığı zaman eğer ben uyur olursam yatardı,
uyanık olursam benimle konuşurdu.[74]
Bu hadis-i şerif,
sabah namazının iki rekatlık sünnetinden sonra yatmanın vâcib olmadığını
söyleyen cumhûr-i ulemânın delilidir. Çünkü bu hadis Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra Hz. Âişe uyanık ise, yatmayıp onunla
konuştuğunu ifâde etmektedir. Halbuki yatmak farz olsaydı, bu farzı mutlaka
yerine getirirdi. Ancak bir fiili bazan terk etmek farz olmadığına
delâlet-ederse de müstehab olmadığına delâlet etmez.[75]
Ayrıca bu hadis sünnetden
sonra konuşmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir, îmam Mâlik, Şafiî ve
Hanbelî ulemâsı gibi pek çok ilim adamı bu görüştedirler. Ancak İbn Mes'ûd,
İbrahim en-Nehâî, Ebu'ş-Şa'sâ, Said b. cübeyr, Atâ b. Ebî Rebâh gibi ilim
adamlarına göre sünnetle farz arasında konuşmak mekruhtur. Kıymetli âlimimiz
M. Zihni Efendi, Hanefî mezhebinin bu konudaki görüşünü şöyle ifade ediyor:
"Farz ile sünnet arasında konuşmak -ilk-sünnet veya son sünnet olsun-
sünneti düşürmez, yani tekrarını gerektirmez. Fakat sevabını düşürür. Diğer
bir görüşe göre, sünneti düşürür ve tekrarını gerektirir. Tahrime'ye aykırı
olan her amel de konuşmak hükmündedir."[76]
Bu konuda Tirmizî'den
de şu mealde bir hadis rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.) sabahın iki
rekatını kıldığında bana bir ihtiyacı olursa benimle konuşurdu, olmazsa namaza
çıkardı." Bu hadis hasen şahindir.
Peygamber (s.a.)'in
ashabından ve sonrakilerden bazı ilim adamları fecrin doğuşundan sabah namazını
kılıncaya kadar zikirden ve zarurî olan sözden başka dünya kelâmı konuşmayı
mekruh görürlerdi. Ahmed ve İshâk'ın kavli budur.[77]
Bu konudaki bütün
haberler tetkik edilince sünnet ile farz arasındaki konuşma yasağının, lüzumsuz
konuşmalara ait olduğu anlaşılır. Bu konuda mezhep imamlarının görüşü ile
ilgili ayrıntılı bilgi bir önceki hadisin açıkla-masındadır.[78]
1264. ...Ebû
Bekre (r.a.)'den; demiştir ki:
Peygamber (s.a.) ile
sabah namazı için (evden) çıkmıştım. Uğradığı her adamı ya namaza çağırıyordu
veya (uyandırmak için) onu ayağıyla kımıldatıyordu.[79]
Ziyâd dedi ki: (Bu
hadisi Ebû Mekîn) "Bize Ebû Fudayl haber verdi" diye tahdis siğasıyla
nakletti.[80]
Bu hadis-i şerif
uyumakta olan kimseleri uyandırmanın müstehab ve sabah namazının sünnetinden
sonra insanın herhangi bir kimseyle konuşmasının caiz olduğuna delâlet
etmektedir. Ancak bu hadisi musannif Ebû Davud'a nakleden şeyhi Abbâs el-Anberî
kendisinden bir halka sonra gelen râvîden "Ebu'1-Fadi" diye
bahsettiği halde diğer şeyhi Ziyad b. Yahya aynı râvîden ism-i tasgîr kalıbıyla
"Ebu'l-Fudayl" diye bahsetmiştir, ismi farklı şekillerde nakledilen
bu zatın kimliği kesin olarak bilinmemektedir. Bu bakımdan hadis Beyhakî
tarafından da rivayet edildiği halde yine de zayıflıktan kurtulamamıştır.[81]
1265.
...Abdullah b. Sercis[82]'den;
demiştir ki:
Peygamber (s.a.) sabah
namazını kılarken bir adam geldi ve hemen iki rekat kıldıktan sonra Peygamber
(s.a.) ile birlikte namaza katıldı. (Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselam
namazdan) çıkınca:
"Ey falanca,
bunların hangisi senin namazındır, yalnız başına kıldığın mı, yoksa bizimle
beraber kıldığın mı?" (diye) buyurdu.[83]
Resûl-i Ekrem (s.a.)
farz kılınırken sünneti
kılıp da cemaate katılan kimseyi azarlamakla şunu anlatmak iste
miştir: "Senin
kılmak için geldiğin namaz, farz mı, yoksa sünnet mi? Buraya evde yalnız
başına kılabileceğin sünneti kılmak için mi geldin, yoksa bizimle kılacağın
farzı kılmak için mi geldin? Eğer farz namazı kılmak için geldiysen, niçin
bizimle beraber namaza durmadan önce başka bir namaz kıldın? Eğer buraya sabah
namazının sünnetini kılmak iyin geldiysen, şunu iyi bil ki, sünneti evde kılmak
daha evlâdır."
Görülüyor ki bu
hadisin zahiri farz namaz cemaatle kılınırken nafile namaz kılmanın meşru
olmadığını ifâde etmektedir. İmam namazı bitirmeden birinci ve ikinci rekatta
farza yetişmiş olmak da bu hükmü değiştirmiyor.
1. Ancak
bazılarına göre bu hadisteki nehyin sünnetten sonra selâm vermeden farz ile
sünneti birbirine ekleyen veya ikisini de bir yerde kılan kimselerle ilgili
olduğunu ve hadiste azarlandığı bildirilen kişinin de bu sebepten azarlandığını
söylüyorlar.
2.
Bazılarına göre de bu kişi imamla birlikte farz nama2i kılmakta olan kimselerin
safına girerek nafile namazı kıldığı için azarlanmıştır. Şayet safların içine
katılmadan bu namazı mescidden dışarıda veya bir direğin arkasında kılmış
olsaydı bu azara hedef olmayacaktı. Nitekim yukarıda numarasını verdiğimiz İbn
Mâce hadisi de bu görüşü te'yid etmektedir. Sözü geçen hadiste Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in kendisi namazda iken bu kişiyi gördüğü ifâde edilmektedir ki,
mihrabda namaz kıldırırken tabiî olarak baş gözüyle görebilmesi için bu
kişinin birinci saffın bir.kenarında bulunması lâzım gelir. Hanefî ulemâsı
hadis-i şerifi böyle te'vil etmekte ve Tahâvî ve Ahmed b. Hanbel'in Yahya b.
Kesîr'den rivayet ettikleri Resûl-i Ekrem'in sabah ezanı namaz kılmakta
olan Abdullah b. Malik’i namaz kılmaktan nehyedip:
"Bu namazı böyle öğlenin
ilk veya son sünneti gibi farzla birleştirerek kılmayınız, farzla arasını bir
selâmla ayırınız" buyurduğu hadis-i şerif[84] de
bu te'villerinin doğruluğuna delil getirmektedirler. Ancak Abdullah b.
Mâ-lik'in kıldığı bu namazın sabah namazının sünneti olduğuna dair hadiste bir
açıklık yoktur. Bu namazın sabah namazının sünnetinden başka bir nafile olması
da mümkündür.
3. Bazıları
da imam farzı kıldırırken sabah namazının sünnetini kılmakta bir sakınca
görmedikleri gibi tam aksine "bu sünneti mescidde kılmakta hem sünnetin
hem de farza yetişmenin sevabı olduğunu" söylemektedirler. Nitekim Ebû
Cafer et-Tahâvî, imam, sabah namazının farzını kıldırırken İbn Mes'ûd, İbn Ömer
ve Ebu'd-Derdâ (r.a.) gibi büyük sahâbîlerin sünnet kıldıklarını rivayet
etmiştir. Bu sahâbîlerin tatbikatına bakılırsa, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd
hadisini zahirine göre tefsir etmek pek uygun düşmüyor. Fakat hadisin zahirine
bakılırsa, sabah namazının farzı kılınırken sünnetini kılmanın caiz olmadığı
anlaşılıyor. Nitekim Resûl-i Ekrem'in farz kılınırken sabah namazının sünnetini
kılan kimseyi azarlamasının sebebini farzla sünnet arasını ayırmamakla izah
etmek, Beyhakî'nin bu konudaki rivayetine uygun düşmemektedir. Çünkü
Beyhakî'nin bu rivayetinde ResÛl-i Ekrem (s.a.)'in azarına hedef olan kişinin
sünneti.farz kılanların safına katılmadan safların gerisinde kıldığı açıkça
ifâde edildiği gibi; yukarıdaki Müslim'in rivayeti de Beyhakî'nin bu rivayetini
desteklemektedir. Binaenaleyh bu iki rivayetin zâhiri,Resul-İ Ekrem (s.a.)'in
azarlamasının esas sebebinin sünnetle farzı aynı safta kılmak olmadığım
gösteriyor. Bir numara sonra tercümesini sunacağımız hadis de bu görüşü te'yid
etmektedir.
4. Farz
kılınırken sünneti kılıp ondan sonra cemaate yetişmekte hem sünnet hem de farz
sevabı bulunduğu görüşü de, "bu sevaba farzdan sonra sünneti kılarak da
erişilebilir" denerek, tenkid edilmekte ve 1267 numaralı hadisle delil
getirilmektedir. Farz kılınırken sünnet kılmakta farz ile sünnet sevabının
birleştiğine dair rivayet edilen hadisin sağlam rivayetlere aykırı olduğu da
ayrıca iddia edilmektedir. Gerçekten Ömer ve Ebû Hureyre (r.anhumâ) gibi
sahâbîlerin farz kılınırken nafile namaz kılmaktan nehyettiklerine dâir
rivayetler vardır. Bir numara sonra gelecek olan hadis-i şerif de farz kılınırken
nafile kılmayı yasaklamaktadır.
Netice olarak şunu
söyleyebiliriz ki, konumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvûd hadisi farz namaz için
ikâmet getirildikten sonra, nafile namaza niyetlenmenin memnu olduğuna
delildir. Bu hususta revâtib denilen beş vaktin sünnetleri ile şâir nafile
namazlar arasında farz yoktur. Cumhûr-i ulemâ ile Şafiî'nin mezhebi budur. Ömer
(r.a.)'in ikâmet getirildikten sonra sünnet kılanları dövdüğü nakledilmiştir.
Hanefîlere göre sabah
namazının sünnetini kılmayan bir kimse farzın ikinci rekatına yetişeceğine aklı
keserse ikâmetten sonra evvelâ sünneti kılar. İmâm Mâlik'den bir rivayete göre
sabah namazının sünnetini kılmayan kimse farzın ilk rekatına yetişeceğine,
diğer rivayette ikinci rekatına yetişeceğine aklı keserse, sünneti mescid haricinde
kılar. Başka bir rivayete göre, İmam Mâlik bu meselede Şafiî ile beraberdir.
Sevrî'ye göre farzın ilk rekatına yetişeceğine aklı keserse ikâmetten sonra
sünneti kılar. Hidâye sahibi Burhâneddin el-Merginânî, Hanefî mezhebinin bu
konudaki görüşünü şöyle ifâde ediyor: "Sabah namazına giden bir kimse
imama farzda iken yetişecek olursa ikinci rekatta yetişebileceğine aklı kesmek
şartı ile sünneti mescidin kapısı yanında (yani bugünkü "son cemaat
mahalli" dediğimiz mescidin kapısı önünde ve avlusu içinde kalan ve
genellikle üstü örtülü olan kısımda) kılar, sonra gelir imama uyar.[85]
Bu suretle hem
sünnetin hem de cemaatin sevabını kazanmış olur. Hidâye sahibinin bu
beyânından, imam farz namazı kıldırırken mescit içinde nafile namazının
kılınamayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü bu mekruhtur. Ancak bundan sabah
namazının sünneti müstesnadır. Çünkü en sıkışık anlarda bile bu sünnetin terk
edilemeyeceğine dair emir vardır.[86]
Fakat mescit kapısının önünde son cemaat mahalli bulunmazsa o zaman bu sünneti
mescide girerek bir direğin arkasında kılmakta herhangi bir sakınca yoktur.[87] Daha
önce de açıkladığımız gibi bu sünneti evde kılmak sünnettir.[88]
1266. ...Ebû
Hureyre (r.a.) demiştirki; Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Namaza ikâmet
getirildiği vakit, farzdan başka namaz yoktur. "[89]
Hadiste geçen
"farzdan başka namaz yoktur" sözüne hadis ulemâsı iki ayrı mânâ vermişlerdir:
1. Farz için
kamet getirildiği zaman mescidi içerisinde herhangi bir nafile kılmaya izin
yoktur.Ancak "amellerinizi bozmayınız"[90]
emr-i ilâhisi gereğince kametten önce başlanmış olan nafileler bu hükme tabî
değildir.
2. Farz için
ikâmet getirildiği zaman imama uyarak farz kılmakta olan cemaatin teşkil ettiği
saflar arasına girerek nafile kılmaya izin yoktur.
Birinci mânâya göre,
henüz sünneti kılmamış olan bir kimse, farz için kamet getirildiği bir anda
mescidin dışında herhangi bir yerde kılabileceği gibi mescit kapısının önünde
bulunan son cemaat mahallinde de kılabilir. Fakat kapıdan içeri girdikten sonra
hiçbir nafile kılamaz.
İkinci mânâya göre
ise, saflara girmemek şartıyla mescid içerisinde herhangi bir direğin
arkasında nafile kılmak caizdir. Bu mevzuyu bir önceki hadisin şerhinde
açıkladık. "Farzdan başka namazın olmaması" iki ayrı şekilde
yorumlanmıştır:
1. Farz
namaz için kamete başlandıktan sonra kılınacak nafile namazlar sahih değildir,
fasittir.
2. Kamete
başlandıktan sonra kılınacak nafile namazlar sahihdir. Fakat sevab bakımından
kâmil değildir. Buhârî'nin Tarih'inde, Bezzâr'ın Müsned'inde" Enes'den
rivayet ettikleri merfû1 hadis bu görüşü desteklemektedir.[91]
Zahiriye ulemâsı bu
mânâlardan birincisini, ulemânın büyük çoğunluğu da ikincisini benimsemiştir.
Şevkânî'nin beyânına göre sahabe, tabiûn ve daha sonra gelen ilim adamlarından
bu konuda dokuz görüş nakledilmiştir:
1. Namaz
için kamet getirilmeye başlandığı zaman, gerek o vaktin sünneti ve gerekse
nafile olsun başka namaz kıüûiak mckiuîtfur Sahabe Ömer b. el-Hattâb, ihtilaflı
bir rivayete göre Abdullah b. Ömer ve Ebû Hureyre'nin, tabiînden Urve b.
Zübeyr, Muhammed b. Şîrîn, İbrahim en-Nehâî, Atâ b. Ebî Rebâh, Tâvûs, Müslim b.
Akîl ve Saîd b. Cübeyr'in, imamlardan Süfyân es-Sevrî, İbnu'l-Mübârek, Şafiî,
Ahmed, İshâk, Ebü Sevr ve Muhammed b. Cerîr'in görüşü budur. Tirmizî, Süfyân
es-Sevrî'nin mutlak olarak bu görüşte olduğunu kaydetmişse de İbn Abdilberrve
Nevevî,es-Sevrî'nin görüşünü şöyle izah ediyorlar: "Birinci rekatı
geçirmekten korkarsa sabahın sünnetini terk edecek onlarla birlikte namaza
girer. Fakat birinci rekata yetişeceğine kanaat getirirse, önce sünneti kılar
ve sonra imama tabi olur."
2. Ibn
Abdilberr, "et-Temhîd"de şöyle diyor: "Farz namaz için kamet
getirilmeye başlandığı zaman nafile namazlardan hiçbiri caiz değildir.”
3. İmam
farzı kıldırırken sabah namazının sünnetini kılmakta beis yoktur. İbnu'I-Münzir
bu görüşü İbn Mes'ûd, Mesrûk, Hasan el-Basrî, Mücâhid, Mekhûl ve Hammad b. Ebî
Süleyman'a izafe edilmektedir. Hasan b. Hayy'in kavli de budur. Bunlar sabahın
sünneti ile diğer namazların sünnetleri arasında ayırım yapmaktadırlar. Bu
hususta el-Beyhakî'nin Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiği şu hadis ile
istidlal ediyorlar: Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "Namaz için kaamet
getirildiği zaman farzdan başka namaz yoktur. Ancak sabahın iki rekat
(sünnetti müstesnadır/' Fakat bu hadisin istidlal için elverişli olmadığı ve
hatta el-Beyhakî'nin Ebû Hüreyre'den bu istisnayı nakzeden bir hadis de rivayet
etmiş olduğu ileri sürülüyor. Her ne kadar bu hadisin metni ve râvîleri yine
el-Beyhakî tarafından tenkid edilmişse de Hanefî ulemâsından Aynî, bu ravîlerin
hadis âlimleri tarafından tezkiye edildiklerini ve metnin de başka yollardan
takviye edildiğini beyân etmektedirler.
4. Bu kavle
göre mescidin içinde veya dışında olmak ve aynı zamanda birinci rekate yetişip
yetişememek arasında ayırım yapılmaktadır.Bu kavi Klâlik'indir. Şöyle diyor:
"Mescide girmiş ise, imama tabi olsun ve sünneti -sabahın sünnetini
kasdediyor- kılmasın. Eğer mescide girmemişse, birinci re-kati geçirme endişesi
yoksa, mescidin dışında sünneti kılsın, varsa kılmadan mescide girerek imama
tabî olsun."
5. İlk
rekatı kaçırmak ve ikinci rekatın rükû'unda imama ulaşamamaktan endişe ederse
imama uyar. Yoksa mescidin dışında sabahın sünnetini kıldıktan sonra imama
tâbi olur. Bu kavi, İbn AbdPlberr'in naklettiğine göre, İmam Ebû Hanîfe ve
arkadaşlarının görüşüdür. Hattâbî ise, imam Ebû Hanife'nin İmam Mâlik'in
görüşünde olduğunu rivayet etmiştir. Bu rivayet imam A'zam'ın arkadaşlarının
rivayetine muvafıktır. Bu arada en-Nevevî imam Ebû Hanife'nin el-Evzâî'nin
aşağıda gelecek olan görüşünde olduğunu ileri sürmüştür. Kıymetli
âlimlerimizden M. Zihnî Efendi Hanefî mezhebinin bu konudaki görüşünü şöyle
anlatmaktadır: Camide kamet edilmek üzere iken sünnete durmanın kerahetinden
sabah namazının sünneti müstesnadır ki, onu evde kılmadan camiye gelen kimse
imamı farza durmuş bile bulsa, tahiyyata olsun yetişecek olacağını bilse,
cemaat sevabını kaçırmamak üzere saflardan uzak bir yerde önce sünneti kılar,
sonra imama iktidâ eder. (Sünneti saf arkasında veya duvar arkasında yer
olduğu halde cami içinde kılmak kerahettir.)
Camide sabah namazının
sünnetini kılması halinde cemaate hiç yetişemeyeceğinden korkarsa sünnete
başlamayıp imama iktida eder. Eğer sünnete durduktan sonra yetişemeyeceğini
anlarsa sünneti tamamlamadıkça artık namazdan çıkamaz. İsterse tamamen cemaati
kaçıracak olsun. Fakat tehiyyata erişebileceğini tahmin etse, sünneti terk
etmez, ve tehiyyâta erişmekle de cemaaat sevabını mutlaka almış olur.[92]
6. Son
rekata yetişememek endişesi yoksa sabah namazının sünnetini mescidin içinde de
kılar. Birinci rekatı geçirecek olsa bile, sünneti kılmalıdır. el-Evzaî ve
Said b. Abdulazîz'in görüşü budur. Nevevî İmam Ebû Hanife ve arkadaşlarının da
bu görüşte olduklarım rivayet etmektedir.
7. Birinci
rekatı kaçırma endişesi yoksa, sabah namazının sünnetini mescidin içinde de
kılar. Süfyan es-Sevrî'nin görüşü budur. îbn Abdilberr'in rivayet ettiği bu
görüş, Tirmizî'nin Süfyân es-Sevrî'den rivayet ettiği görüşe muhaliftir.
8. Vakit
geniş ise, imamın namazını kaçırsa bile sabahın sünnetini kılar. M âli
kilerden İbn el-Cellâb'ın görüşü budur.
9. Kameti
işitince gerek sabah namazının sünnetine ve gerekse başka bir nafile namaza
girmesi, mescidin ister içinde olsun ister dışında, caiz değildir. Şayet bunu
yaparsa asî olmuş olur. Zahirîlerin görüşü budur. İbn Hazm, Şafiî'nin ve
selefin tjumhûrunun bu görüşte olduklarını nakletmektedir. Hadiste varid olan
"ikâmet" lafzından murad, müezzinin farz namazlar için getirdiği
kaamet ise, -ki bilinen ve kabul edilen mânâ budur- bu kavi, hadisin zahir
mânâsına daha uygundur... el-Irakî bu hadisten zihne tebâdür eden mânânın bu
olduğunu söylüyor. Şayet "ikâmet" lafzından namaz kılmak mânâsı kasd
ediliyorsa, -ki kelimenin gerçek mânâsı budur- bu durumda, kamet esnasında
nafile namaz kılmakta kerahet yoktur. Maamafıh Peygamber (s.a.)'den gelen diğer
rivayetlerde, birinci mânânın kast edildiği açıkça belirtilmiştir. Şöyle ki,
İbn Hıbbân'ın rivayetinde "Müezzin ikâmete başladığı zaman"
denmektedir.[93]
1267.
...Kays b. Amr'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
sabah namazından sonra iki rekat (daha namaz) kılmakta olan bir adam gördü.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.), "Sabah namazı iki rekattır" buyurdu.
Adam:
Ben iki rekat
(farz)dan önceki iki rekat (sünnet)i kılmamıştım, şimdi onları kılıyorum, diye
cevab verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) seslenmedi.[94]
sabah namazı iki
rekattır" beyânı "Sabah namazı iki rekat” değil midir?"
anlamında bir istifham-i inkârîdir. Resûl-i Ekrem (s.a.) bu soruyla, bahis
konusu kimsenin sabah nainazının farzından sonra kıldığı bu iki rekattık namaza
gerek olmadığını anlatmak istemiştir. İbn Mâce'nin rivayetinde bu cümle
"sen sabah namazım iki kere mi kılıyorsun, yoksa?" şeklinde
geçmektedir ki, maksadı daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak Resûl-i
Ekrem (s.a.)'in aldığı cevab karşısında muhatabını sükûtla karşılamış olması
zahiren tasvib ve takrir anlamına gelirse de ulemâ bu mesele üzerinde üç ayrı
görüş ileri sürmüşlerdir:
1. Sabah namazının
sünnetini kılmayan bir kimseyi onu sabah namazının farzından sonra güneş
doğmadan önce veya güneş doğduktan sonra kaza etmesi müstehabtır. Hattâbî'nin
beyânına göre İbn Ömer, Atâ\ Tâvûs, ve İbn Cüreyc, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve
İshak (r.anhüm) gibi âlimler bu sünnetin hemen farzından sonra, güneş doğmadan
da güneş doğduktan sonra da kaza edilebileceğini söylemişlerdir. Delilleri ise,
TirmizTnin Ebû Hu-reyre'den rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: "Kim sabah
namazının iki rekatlık sünnetini kılamazsa, güneş doğduktan sonra kılsın."[95] Bu
alimler, sabah namazından sonra güneş doğmadıkça namaz kılmayı yasaklayan
Tirmizî hadisinin[96] ise,
sabah namazının sünnetiyle ilgili olmadığını diğer nafile namazlara ait
olduğunu iddia etmişlerdir.
2. Güneş bir
veya iki mızrak çıktıktan sonra kaza etmek müstehabtır. Kasım b. Muhammed.
el-Evzaî, Mâlik ve Ebû Hanife'nin ashabından Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî de
bu görüştedir. Delilleri de yukarıda numarasını verdiğimiz Tirmizî hadisidir.
Çünkü sözü geçen hadis-i şerifte ve benzerlerinde sabah namazından sonra güneş
doğmadıkça namaz kılmak nehyedildiğinden güneş yükselmeden önce sünneti kaza
etmek mekruhtur.
3. Sabah
namazının sünneti yalnız başına kaza edilemez. Ancak sabah namazının farzıyla
birlikte kılınamamışsa, ancak o zaman yine farzla beraber ve güneş bir mızrak
boyu[97]
yükseldikten sonra zevale kadar kaza edilebilir. Esas sünnetlerde asıl olan
kaza edilmemektir. Fakat Resül-i Ekrem (s.a.) Hayber savaşından dönüşünde sabah
namazının sünnetini farzıyla beraber kaza ettiği için (bk. 435 numaralı hadis)
sabah namazının sünnetinin bu konuda ayrı bir yeri vardır. Ebû Yûsuf ve Ebû
Hanife (r.a.) Hazretleri de bu görüştedirler. Delilleri de Buhârî tarafından
rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: "Sabah namazından sonra güneş
doğuncaya kadar namaz yoktur."[98] Bu
nehy bütün nâfijelere şâmildir. Bunun için sabah namazının sünneti de bu nehyin
şümulüne girmektedir. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif, senedinde Sa'd b.
Said olduğu için tenkid edilmiştir. Ayrıca Tirmizî'nin de ifâde ettiği gibi
Muhammed b. İbrahim, Kays'den hadis dinlememiştir. Bu bakımdan hadis
munkatı'dır. Ancak bu hadis başka tariklerden de rivayet edildiğinden bütün bu
rivayetler birbirini takviye etmekte ve hadis bu sayede zayıflıktan
kurtulmaktadır.[99]
1268.
...Süfyân b. Uyeyne dedi ki: Atâ b. Ebî Rebah, şu (bir önceki) hadisi Sa'd b.
Said'den naklederdi.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Said'in oğulları Abdurabbih ve Yahya ''dedeleri Zeyd'in şu (bir önceki hadiste
sözü geçen) olayda Peygamber (s.a.) 'le beraber namaz kıldığını"
(söyleyerek) hadisi mürsel olarak rivayet etti(ler).[100]
Müellif bu hadisi ve
sonundaki taliki nakletmekle bir önceki hadisi takviye ve onun sıhhatini ispat
etmek istemiştir. Fakat bu hadisi tetkik eden sarihlerin beyânına göre metinde Yahya
ile Abdurabbih'in dedelerinin ismi olarak geçen Zeyd kelimesinin Ebû Davud'un
esas nüshasında bulunmaması lâzım gelir. Çünkü bu kişilerin dedelerinin gerçek
ismi Zeyd değil, Kays'dır. Arlmua Zeyd sözü geçen kişilerin daha yukarıda kalan
büyük dedelerindendir ki, daha Peygamber (s.a.) gönderilmeden önce câhiliyye
döneminde ölmüştür.
Bu hadis
mürseldir.Çünkü Abdurabbih ve Yahya bu hadisi babalarından duydukları halde
onu atlayarak dedelerinden duymuş gibi nakletmişlerdir. Ayrıca ba hadisi
muttasıl olarak Tirmizî, İbn Huzeyme, İbn Hıbbân ve Beyhakî de rivayet
etmişlerdir. Hadislerle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.[101]
1269. ...Peygamber
(s.a.)'in eşi Ümmü Habîbe (r.anha)'dan; demiştir ki:Peygamber (s.a.) şöyle
buyurdu:
"Kim öğle
namazından Önce ve sonra dört rekat namaz kılmaya devam ederse (o kimse)
cehennem ateşine haram kılınır."[102]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı şekilde (ve) aynı senedle, el-Ala b. el-Hâris ile Süleyman b. Mûsâ
da MekhûVden rivayet ettiler.[103]
"Devam
ederse" diye tercüme ettiğimiz kelimesi lügatte "murakabe etmek"
anlamına gelmekle beraber şer'î bir terim olarak bir ibâdetin rükün ve
şartlarına, vâcib ve sünnetlerine riâyet ederek devamlı surette yerine
getirilmesine özen göstermek mânâsını ifade eder. "Nar" kelimesinin
başında bulunan "el" takısı, ahd için olduğundan bu kelimeyle malum
ve mâhud olan cehennem ateşi kasd edilmiştir. Biz de buna göre tercüme ettik.
Çünkü şeriat dilinde bu kelimenin mânâsı budur:
alevli bir ateşe
(cehenneme) girecek o."[104]
âyetinde olduğu gibi.
"Ateşe haram
kılınmak" tâbiri ise, "ateşten kurtulmak" anlamında bir
kinayedir. el-Hatîb'e göre melzûm zikredilmiş, fakat lâzım kasdedilmiştir.
Sekkâkî'ye göre ise, lâzım zikredilmiş, fakat melzûm kasd edilmiştir. Bununla
beraber "cehenneme atılmaz" demek olan hakiki mânâsında kullanılmış
olması da mümkündür. Netice olarak metinden anlaşılan mânâ şudur: "Kim
öğlenin sünnetinden önce dört rekat sünneti bütün erkân ve âdabına riâyet
ederek kılmakla beraber iki rekatlık müekked olan son sünnetini de iki rekat
daha ilâve etmek suretiyle dört rekat olarak hakkıyla kılmaya devam ederse
Allah (c.c.) onun cesedini cehennem ateşinden kurtarır veya onun cehenneme
atılmasını haram kılar."
Ancak bilindiğini gibi
öğleden evvel kılman ilk dört rekât bir selâmla kıhnırsa da, öğleden sonra
kılınan dört rekatı iki selâmla kılmak evlâdır. Çünkü bunun ilk ikisi müekked
sünnettir. Son ikisi ise müstehabtır.
Büyük günahlardan bile
hâlî kalamayan insanın bunca günahı yanında öğlenden evvel ve sonra dörder
rekat namaz kıhvermekle ateşten kurtulması nasıl mümkün olur? diye akla bir
soru gelirse, buna şöyle cevap verilebilir: Burada "Cehennemden kurtulmak"
sözü, "ebedî olarak cehennemde kalmaktan kurtulmak" anlamına
gelebileceği gibi bu namazlara devam eden kimselerin imanlı olarak
gideceklerine ve bu iman sayesinde cehennemde ebedi olarak kalmaktan
kurtulacaklarına dâir bir müjde mânâsına geldiği de söylenebilir.[105]
NesâTnin şu rivayetinden bu kimsenin hakîkaten cehennemde yanmayacağı
anlaşılmaktadır: "Öğle namazından önce ve sonra dörder rekat namaz kılan
kimseye cehennem ateşi dokunmaz"[106]
Şevkânî'nin beyânına göre "cehenneme haram kılman sadece secde organlarıdır.
Mecazen küll zikredilmiş cüz kasd edilmiştir." Fakat bu sözün hakiki
mânâsında kullanılmış olduğunu kabul etmek daha uygun olur.[107]
1270. ...Ebu
Eyyûb'dan nakledildiğine göre, Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Öğle namazından
önce arasında selam verilmeden kılınan dört (rekat namaz) için gök kapılan
açılır."[108]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Yahya b. Sa 'td el-Kattân 'in şöyle dediği bana ulaştı: "Eğer ben
Ubeyde'den bir şey nakleder olsaydım ondan bu hadisi naklederdim. Ubeyde
zayıftır." İbn Mincâb (ise) o Sehm (isimli kimse)dir.[109]
Bu hadis-i şerif
öğlenin ilk sünnetinin bir tek selâmla kılına-cağını beyan etmektedir.
"Gök kapılan
açılır" beyânı "kabul edilir" sözünden kinayedir. Yanı "Bu
namazın göklere yükselip kabul makamına erişmesi için önünde herhangi bir
engel yoktur" mânâsına gelmektedir. Hakkındaki bu teşvik edici sözler,
öğlenin, ilk sünnetinin faziletine ve onun müekked bir sünnet olduğuna delâlet
eder.
“Arasında selam
verilmeden" kaydı ise, bu sünnetin "ka'de-i ahîreden sonra" verilecek
bir selâmla kılınacağını "ka'de-i ûlâdan sonra" selâm verilmeyeceğini
ortaya koymaktadır. Nitekim, Hanefî ulemâsına göre "gündüz kılınan nafile
namazları her dört rekattan sonra bir selâm vererek kılmak daha
faziletlidir." Hanefî ulemâsından bazıları öğlenin son sünnetinin dört
rekat kılınması halinde ikic .lamla kılınması icab ettiğini, tek selâmla kılındığı
takdirde bunun sadece iki rekatiııin caiz olacağını söylemişlerse de İbn
Humar;'m tahkîkine göre, öğlenin son sünneti dört rekat olarak kılındığı takd
de onu bir teya iki selamla kılmak arasında bir fark yoktur.[110] Bir
ön-o 'd hadisin şerhinde ifâae etçiğimiz gibi, İmam Birgivî'ye göre öğlenin son
sünneti dört rekat kılındığı takdirde iki selâmla kılmak daha. faziletlidir. Diğer
me-heb imamlarına göre de "gürdüzün kılman müekked sünnetlerin dışındaki
nafilelerin her iki rekatta bir selâm vererek kılınması daha faziletlidir"
fakat mühim olan, nasların çizmiş olduğu sınırdır. Bir numara önce tercünesÎTii
sunduğumuz Hadis, bu konuyu açıklarken öğleden sonra kılınacak oimi namazın
sadece dört rekat olduğu meselesi üzerinde durduğuna göre önemli olan bu
namazın dört rekat olarak kılınmasıdır. îbn Humâm'ın da ifâde ettiği gibi bir
veya iki selâmla kılınması hadiste söz konusu değildir, o halde her iki halde
müsavidir.
her ne kadar musannif
Ebû Dâvûd metnin sonuna ilâvettiği talik ile bu hadisin zayıf olduğuna işaret
etmek istemişse de çeşitli yollardan gelen rivayetler hadisi takviye etmekte ve
zayıf olmadığım göstermektedir.
Nitekim bu hadisi
î"on Mâce'den başka Taberânî de el-Mu'cemu'1-Kebîr ve Evsafında Ebû
Eyyûb'dan şu mânâya gelen lâfızlarla rivayet etmiştir: "Resûlullah (s.a.)
benim nezdimde konakladığı zaman devamlı olarak öğle namazından önce dört
rekat namaz kılardı ve bu konuda şunları söylerdi: "Güneş batıya
meylettiği anda gök kapıları açılır ve öğle namazım kılmadıkça kapanmaz. Ben
amelimin bu saatte semâya yükselmesini arzu ediyorum."[111]
Ayrıca aynı hadisi Tahâvî, Meâni'l-Âsâr'[112]
iaa,Tirmizîde Şemâilde rivayet etmiştir. Tirmizî'nin Şemâil'deki rivayeti şu
mealdedir: "Ebû Eyyûb el-Ensârî buyuruyor: Resûl-i Ekrem (s.a.) güneş
biraz batıya meyi ettikten sonra dört rekat namaz kılmayı âdet edinmiştir. Ben;
Ya Resulallah güneş
batıya döndükten sonra bu dört rekatı devamlı kılıyorsunuz, hikmeti ne
olabilir? diye sordum. Buyurdular ki:
"Gök kapıları
güneş batıya döndükten sonra açılır. Öğle namazı kılını no uyu kadar da
kapanmaz. Kapılar kapanmadan adıma amel-i salibin göklere yükselmesini
istiyorum."
Hepsinde kıraat var
mı? diye sordum. "Hayır" dediler.[113]
1271. ...İbn
Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah sallellahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"İkindinin
farzından önce dört rekat (namaz) kılan kimseye Allah rahmet etsin."[114]
Kadın veya erkek her
kim ikindi namazından önce dört rekat nafile namaz kılarsa Cenab-ı Peygamber
(s.a.)'in bu
duası bereketiyle
Allah (c.c.) hazretlerinin rahmetine mazhar olacağı bu hadis-i şeriften
anlaşılmaktadır.
Esasen
"rahimellah" sözü, "Allah Rahmet etsin" mânâsında bir dua
cümlesi olabileceği gibi, "Allah kesinlikle ona rahmetle muamele
edecektir" mânâsında ihbarî bir cümle olması da mümkündür. Her iki halde
de ikindi namazının sünnetine teşvik vardır. Nitekim Ebû Ya'Ia'nın Ümmü Habîbe'den
rivayet ettiği bir hadiste de ihbârî bir cümle ile şöyle buyurulmaktadır:
"İkindi namazının farzından önce dört rekat namaz kılmaya devam eden
kimseye Allah (c.c.)
hazretleri cennette bir ev hazırlamıştır.” Ancak Irakî'-nin tahkikine göre Ebû
Ya'lâ'mn bu rivayetinin senedinde kimliği belli olmayan Muhammed b. el-Müezzin
vardır.
Müslümanlar hayırda
yarış kabilinden bu hadisle amel etmişler ve edeceklerdir. Her ne kadar,
ulemânın büyük çoğunluğu ikindi namazının sünnetinin müekked olmayan bir
sünnet olduğunu söylemişlerse de Resûl-i Ekrem (s.a.)'in teşvikine dört elle
sarılmakta hayat ve huzur vardır. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bazan bu sünneti dört
rekat olarak kılmayı terk ederek iki rekat kılması (bk. 1272 no'lu hadis) ise,
bu sünnetin gayr-ı müekked olduğunu ve bazan yapılıp bazan terk edilebileceğini
gösterir. Hanefî ulemâsı ile İshak, konumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvûd hadisini
delil getirerek ikindi namazının sünnetinin bir selâmla kılınacağını söylerken
bunların dışında kalan ilim adamları 1272 np'lu hadisle Tirmizî'nin rivayet
ettiği şu hadis-i şerifi delil getirerek iki selânnla kılınacağını
söylemişlerdir: "Resûlullah (s.a.) ikindinin farzından önce dört rekat
kıldı ve arasını Melâike-i Mukarribine, müslüman-lardan ve müzminlerden onlara
tabi onlara selâm vermekle ayırdı."[115]
Halbuki buradaki
selâmdan maksad, Hanefîlerin dediği gibi teşehhüd-de tehiyyat okumaktır.[116]
Hanefî ulemâsının ve
İshâk'ın delili olan ve konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi, her ne kadar
senedinde Muhammed b. Mihran bulunduğu için tenkid edilmişse de bu râviyi İbn
Hibbân ve tbn Adiyy gibi hadis âlimleri tezkiye ederek güvenilir bir râvi
olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Tirmizî de bu hadisin hasen, İbn Hibbân ile İbn
Huzeyme de sahih olduğunu söylemişlerdir.[117]
1272. ...Ali
(r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ikindi namazından önce iki
rekat(hk bir namaz) kılardı.[118]
Bu hadis-i şerif, peygamber (s.a.)'in ikindi namazının
sünnetini bazan iki rekat kıldığını göstermektedir. Ancak bir numara önce
tercümesini sunduğumuz hadis gibi bazı hadisler de peygamber Efendimizin bu
sünneti dört rekat olarak kıldığını ve ümmetini de dört rekat olarak kılmaya
teşvik ettiğini ifâde ediyorlar. Bu bakımdan bu konuda gelen bütün haberlerin
hepsi gözönünde bulundurularak bir hükme varmak gerekirse şu neticeye
varılabilir: Peygamber (s.a.) bu sünneti bazan dört rekat kılarak ümmetine de
bu namazı dört rekat kılmanın faziletini haber verirken, bazan da sadece iki
rekat kılarak bu sünneti sadece iki rekat kılmakla yetinmenin caiz olacağını
göstermiştir. Hanefî ulemâsı bu duruma bakarak ikindi namazı sünnetini
kılmanın müstehab iki veya dört rekat olarak kılmanın da caiz olduğunu
söylemişlerdir. Hanefîlerin dışındaki bazı âlimler de bu sünnetin dört rekat
kılınacağına dair olan hadislerin hem kavlî ve hem de fiilî olarak sabit
olduğuna ve sayıca daha çok bulunduğuna bakarak dört rekat olarak kılmanın daha
faziletli olduğu hükmüne varmışlardır.
Bu sünneti kılmanın
hükmü ise, müstehabdir. Müstehab ise bilindiği gibi, "Peygamberimiz
(s.a.)'in bazan işleyip bazan da terk ettikleri ve selef-i sâlihinin severek
işledikleri ve rağbet edegeldikleri şeylerdir. İşlenmesine sevab verilir.
Terkine itab (azar) yoktur. Müstehab müekked olmayan sünnet demektir."[119]
1273. ...İbn
Abbâs (r.a.)'in azatlı kölesi Küreyb'den (rivayet olunduğuna göre) Abdullah b.
Abbâs ile Abdurrahman b. Ezher ve Mis-ver b. Mahreme kendisini Peygamber
(s.a.)'irı eşi Hz. Âişe'ye göndererek şöyle demişler:
Âişe'ye bizden selam
söyle ve ona ikindiden sonraki (kıldığı) iki rekatı sor ve de ki;
Senin bu iki rekati kıldığın bize haber verildi.
Halbuki biz Resûlullah (s.a.)'in bundan nehyettiğini işitmiştik.
(Küreyb sözlerine şöyle
devam etti:) Bunun üzerine Âişe'nin yanına gelerek benimle gönderdikleri
haberi kendisine tebliğ ettim. Âişe (r.a.):
Ümmü Seleme'ye sor,
dedi. Bunun üzerine ben, (beni gönderen) kimselerin yanına çıkarak Âişe'nin
sözlerim kendilerine haber verdim. Onlar beni Ümmü Seleme'ye de Âişe'ye
gönderdikleri suali sormam için gönderdiler.
Ümmü Seleme (r.anha
şöyle) cevab verdi:
Ben Resûlullah
(s.a.)'i o iki rekati kılmaktan nehyederken işittim, ama sonra kendisini
bunları kılarken gördüm. Onları kılarken vakit İkindi idi. Çünkü ikindiyi
(yeni) kılmıştı. Sonra yanımda da ensârdan Benî Haram kabilesinden kadınlar
vardı. (Yanıma) girdi ve hemen o iki rekatlık namaza durdu.
Bunun üzerine ben
kendisine kızı göndererek dedim ki; "Resûlullah (s.a.)'in yanına dur da
ona;
Ümmü Seleme; "Ya
Resûlellah ben senin şu iki rekatı kılmaktan nehyettiğini işitiyorum. Halbuki
şimdi onları kendinin kıldığını görüyorum," diyor, de. Şayet eliyle
işaret ederse geri çekil. Ümmü Seleme;
Kız (dediğimi) yaptı;
(Resûlullah (s.a.) da) eliyle işaret etti, o da geri çekildi» Namazdan çıkınca
(bana hitaben):
"Ey Ebû
Ümeyye'nin kızı! Sen ikindiden sonra kıldığım iki rekatı sormuşsun. (Sebebi
şudur) Bana Abdü'I-Kays kabilesinden bazı kimseler kavimlerinden (ayrılarak)
müslüman olmak için geldiler de, öğle namazından sonra kılmakta olduğum iki
rekat nafileden beni alıkoydular, işte bu iki rekat o iki rekattır"
buyurdu.[120]
Hafız îbn Hacer'in
beyânına göre, Metinde geçen "kız" kelimesiyle Ümmü Seleme'nin Ebû
Seleme'den olan kızı Zeyneb kasd edilmiş olması mümkündür. Ancak Buhârî'nin
Megâzî bölümündeki rivayette bu kelimenin yerine "erkek hizmetçi"
kelimesi geçmektedir.
îbn Ebî Şeybe'nin
rivayetinde, Hz. Âişe'nin ikindiden sonra İki rekat nafile namaz kıldığını ve
durumu arkadaşlarına haber veren zatın Abdullah b. Subeyr olduğu ifâde
ediliyor.
Yine metinde geçen
"Ebû Umeyye" kelimesiyle Ümmü Seleme (r.an-hâ)'nın babası kast
edilmiştir. Asıl ismi "Huzeyfe"dir. "Süheyl b. el-Muğîre"
olduğunu söyleyenler de vardır.
Bu hadiste Resûlullah
(s.a.)'in öğle namazından sonra kılmayı ihmal etmediği iki rekatlık nafile
namazını ikindi namazının sonuna kada geciktirmesine sebeb olarak Abdu'I-Kays
kabilesinden bazı kimselerin müslüman olmak için gelmeleri gösteriliyorsa da
Tahavî'nin rivayetinde bu sebeb şöyle ifâde ediliyor: "Bu iki rekat öğle
namazından sonra kılmakta olduğum nafile namazdır. Bana (fakirlere dağıtılmak
üzere) genç sadaka develeri geldi de bu iki rekatı unuttum. İkindiyi kılınca
onu hatırladım. Cemaatin gözleri önünde mesddde kılmayı da doğru bulmadım.
Senin yanında kılı verdim."[121]
Yine Tahavî'nin bir
başka rivayetinde bu sebeb; "Bana (fakirlere dağıtmak üzere) bir mal geldi
de beni oyaladı,"[122]
şeklinde açıklanırken, diğer bir rivayetinde: "Yanıma Benî Temîm heyeti
geldi. Öğle namazından sonra kılmakta olduğum iki rekat nafileden beni
alıkoydu. Bu namaz işte o iki rekattır"
şeklinde izah
edilmektedir. Bütün bu rivayetlerde ortak olan taraf, Resul Ekrem (s.a.)'in
işleriyle meşgul olurken öğle namazından sonra nafile olarak kılmayı ihmal
etmediği iki rekatlık bir namazı geciktirmiş olması ve bunu ikindi namazından
sonra kılmasıdır.
Resûl-i Ekrem'in
ikindiden sonra bu nafile namazı kıldığı sabit olunca geçirilen bir nafile
namazın kerahet vaktinde kaza edilip edilemeyeceği meselesi ulemâ arasında
ihtilâf konusu olmuştur. Bazıları bu hadis-i şerifin zahirine bakarak
geçirilen nafile namazların kerahet vaktinde bile olsa kaza edilebileceğini
söylerken bazıları da geçirilen bir nafile namazı kerahet vaktinde kaza
etmenin Resûl-i Ekrem (s.a.)'e mahsûs özel bir durum olduğunu söylemişlerdir.
Bazılarına göre de toplumun dinî bir meselesi veya zekât veya sadakaların
toplanması gibi mühim işlerle meşgul iken nafile namazı unutan bir kimsenin bu
nafileyi kerahet vaktinde kaza etmesinde bir sakınca olmadığını
söylemişlerdir.
el-Akkarî’ye göre bu
hadis sünneti kaza etmenin sünnet olduğuna delâlet etmektedir. Hanefî
ulemâsından îbn Melek'in beyânına göre imam Şafiî (r.a.) bu hadise sarılarak
sünnetleri kaza etmenin sünnet olduğu hükmüne varmıştır. Hadisin zahiri,
sünnetleri kaza etmenin Peygamber (s.a.)'e mahsus, özel bir durum olduğuna
delâlet etmektedir. Nitekim Tahâvi'nin aynı senedle Ümmü Seleme'den rivayet
ettiği bu hadisin sonunda şu ilâve bulunmaktadır "Ben, ya Resûlellah, bu
iki rekatlık namazı (geçirdiğimiz zaman) biz de kaza edebilir miyiz?" diye
sordum da:
"Hayır,"
diye cevab verdi.[123]
Hafız Ibn Hacer'in de
dediği gibi bu hadisin mânâsı, "Ya Ümmü Seleme, sen de biliyorsun ya, ben
nafile bir ibadeti yapacak olursam bunu hiç aksatmadan devam ettiririm. Bu
benim özelliklerini dendir. İşte ben bu iki rekatı bunun için kaza ettim. Bunun
için de başkalarını bundan nehyediyorum," demektedir. Nitekim ileride
gelecek olan 1280 no'lu hadisde Tahâvî’nin bu rivayetini te'yid etmektedir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz:
1. Şafiî
uleması bu hadise bakarak "bir sebebten dolayı edâ edilememiş olan nafile
bir namazı kerahet vaktinde kaza etmek caizdir. Fakat meşru bir sebebi
olmaksızın geçirilen bir nafile namazı kerahet vaktinde kaza etmek caiz değildir.
Fakat beş vakit namaza bağlı olarak kılınan ve revâtib denilen sünnetleri kaza
etmek müstehabtır" demişlerdir.
2. Ahmed b.
Hanbel'e göre ise, nafile namazları kerahet vaktinde kaza etmek kayıtsız,
şartsız mekruh olmakla beraber, revâtib denilen ve beş vakit namaza bağlı
olarak kılınan namazlar kerahet vakitlerinin dışında kaza edilirler.
3. İmam
Mâlik'e ve Hanefî ulemâsına göre ise, meşru bir sebepten dolayı veya sebepsiz
olarak geçirilen bir nafilenin kerahet vakitlerinde kaza edilmesi ve bu
vakitlerde herhangi bir nafilenin kılınması mekruh olduğu gibi sabah namazının
dışında hiçbir revâtibin de kazası gerekmez. Bilindiği gibi sabah namazı
farzıyla birlikte kazaya kalmışsa o günün kerahet vaktinin çıkışından itibaren
farzıyla birlikte zeval vaktine kadar kaza edilebilir.[124]
1. Namaz
kılan kimse, başkasının sözünü dinleyip anlayabilir. Bu onun namazına zarar
vermez.
2. Namaz
kılanın eliyle işaret etmek gibi hafif fiileri namazı bozmaz.
3. Âlim bir zattan
mühim bir meselenin tahkiki istenir de o mesele hakkında kendinden daha âlim
biri bulunduğunu bilirse, ona haber göndererek sorması müstehabtır.
4. Fazilet
sahihlerinin meziyetlerini i'tiraf etmek gerekir.
5. Bir
mesele hakkında gönderilen aracının kendisine izah verilmeyen bir şey hakkında
tasarrufda bulunmaması edeb ve terbiye iktizasıdır. Bundan dolayıdır ki,
Küreyb, Âişe (r.anhâ)'nın emriyle hemen Hz. Ümmü Seleme'ye gitmemiş, evvela
kendisini gönderenlerin yanma dönerek Âişe annemizin söylediklerini onlara
haber vermiştir.
6. Bir
meselenin hakikatini yakinen öğrenmeye imkân veriyorsa haberi vahidle veya bir
kadının haberi ile iktifa etmek caizdir.
7. Künyesi
ile meşhur olan bir insanın kendisini künyesi ile anması caizdir. Çünkü Ümmü
Seleme (r.anhâ) kendisini, künyesi ile anmıştır. İsmi Hind'-dir. Fakat ismi ile
değil, künyesi ile mârufdur.
8. Bir kimse
metbu'unun (yani âmirinin) her zamanki âdetine muhalif bir hareketini görürse,
lütfü nezaketle o hareketlerinin sebebini sormalıdır. Zira unutarak yapmışsa
ondan dönmesine sebeb olur. Kasten yapmışsa sebebini izah eder, bu suretle
soran da işin hakikatini anlamış olur.
9. Hadis-i
şerif, öğlenin son sünnetini isbat eden delillerdendir.
10. Mesâlih
ve mühimmat karşılaşınca en mühim olanlarından başlanır. Çünkü Resûlullah
(s.a.) kendisine müracaat eden kavme İslâmiyeti telkin ile meşgul olmuş,
öğlenin sünnetini terk etmiştir.
11. Namaz
kılan kimseye bir şey sorulacağı vakit onun önüne veya arkasına değil, yanı
başına durmak âdabdandır. Zira önüne veya arkasına durmak teşvişe sebeb olur.
12. Hadis-i
şerif, Hz. Ümmü Seleme'nin fıtrat ve zekâsına, terbiye ve nezâketine delildir.
13. Misafire
ikram etmelidir. Ümmü Seleme (r.anhâ) bu cümleden olmak üzere yanındaki
kadınların birine emretmemiş, Resûlullah (s.a.)'e kendi kızını göndermiştir.
14. Bir
kadının kocası evde olsa bile, onu başka kadınlar ziyaret edebilirler.
15. Nafile
namazı evde kılmak caizdir.
16. Zaruret
yokken, namaz kılan kimsenin yanına sokulmak mekruhtur.
17.
Vesveseye njahal bırakmamak için müşkil bir meselenin acele halline çalışmak
caizdir.
18.
Peygamber (s.a.) için unutmak caizdir.
19. Yöneticinin,
ihtiyatlı davranarak raiyesini şer'an bid'at ve memnu' olan şeylerden menetmesi
ve icabında tazirde bulunması gerekir.[125]
1274. ...Ali
(r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ikindiden sonra güneş
yükseklerde bulunmadığı zaman namaz kılmayı yasaklamıştır.[126]
Beyhakî bu hadis-i
şerifi şu mânâya gelen lâfızlarla rivayet etmiştir: "İkindi namazından
sonra güneş yüksekte iken kılacağınız namazdan başka namaz kılmayınız"[127]
Sünen-i Nesâî'deki rivayet ise, "Resûlullah (s.a.) güneş parlak ve
yüksekte olmadıkça ikindiden sonra namaz kılmayı yasakladı”[128] şeklindedir.
Görülüyor ki
Beyhakî'nin rivayetinde güneş yükseklerde görülürken kılınmasına izin verilen
namazın hangi namaz olduğu açıklanamamıştır. Bu kapalılık diğer rivayetlerde de
vardır. Bu bakımdan ikindiden sonra kılınacak namaz konusunda ulemâ ihtilâf
etmişlerdir.
1. Şafiî
ulemasına göre ikindi namazından sonra kılınmasına cevaz verilen namazlar
sebebe bağlı olarak kılman(tâhiyyetu'l-mescid, abdest namazı ve tavaf namazı)
gibi nafile namazlardır. Bir sebebe bağlı olarak kılman nafile namazlar
ikindiden sonra güneş iyice guruba yaklaşıncaya kadar kerâhetsiz olarak
kıhnabilir. Fakat görüldüğü gibi hadis-i şerifte kılınmasına cevaz verilen
namazın bir sebebe bağlı olup olmadığı söz konusu edilmemektedir.
2. Hanefî
ulemasına göre ise, bu hadiste ikindi namazından sonra kılınmasına müsaade
edilen namaz, kazaya kalmış olan farz namazlar, cenaze namazı veya vâcib
namazlardır. Nitekim Tahâvi'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif de Hanefî
ulemasının bu görüşünü te'yid etmektedir: "Peygamber (s.a.) sabah ve
ikindi namazları müstesna, her farz namazdan sonra iki rekat namaz
kılardı."[129]
Hanefî ulemasının
verdiği manayı verecek olursak, sahabe-i kiramın, ikindiden sonra namaz kılmayı
nehyetmelerinin mânâsı da anlaşılmış ve bu konuda birbirine zıt gibi görülen
hadislerin arası da uzlaştırılmış olur.
3.
Bazılarına göre de bu hadiste ikindi vakti girdikten sonra güneş batmadan önce
sadece ikindi namazının kılınabileceği, bunun dışında hiçbir namazın
kılınamayacağı ifâde edilmektedir.[130]
1275. ...Ali
(r.a.)'den; demiştir ki:
Peygamber (s.a.) sabah
ve ikindi namazlarının dışında her farz namazı miiteâkib iki rekat
(namaz)kılardı.[131]
Bu hadis-i şerif sabah
ve ikindi namazlarından sonra kılınacak nafile namazların -bir sebebe bağlı
olarak bile kıhnsalar- mekruh olacaklarım söyleyen Hanefî ulemâsını te'yid
etmektedir. Hadis-i şerife bu açıdan bakılınca yerinin bu bab olmadığı hükmüne
varılır. Çünkü bu bab ikindi namazından sonra güneş batmadan iki rekat nafile
namaz kılmanın caiz olduğunu ifade eden hadisleri toplamak için açılmıştır.
Ancak ikindiden sonra bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile namazların caiz
olduğu görüşünde olan ilim adamlarına göre bu hadis, ikindiden sonra namaz
kılmanın mekruh olduğuna kesinlikle delâlet etmez. Çünkü bu iki namazın son sünnetleri
bulunmadığına göre, Hz. Peygamber'in bu iki namazdan sonra kıldığı iki rekat
namaz tavaf ve şükür namazı gibi bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile
namazlardan biri olması gerekir. Binaenaleyh bu hadisle Hz. Peygamber'in
ikindiden sonra iki rekat nafile namaz kıldığını ifade eden 1273 numaralı
hadis arasında herhangi bir tearuz yoktur. Çünkü Resül-i Ekrem (s.a.)'in bir
vaktin farzını kıldıktan sonra halkın gözü önünde nafile namaz kılmayı uygun
görmediği için odasına çekilerek orada bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile
namazlardan iki rekat namaz kılması ve Hz. Ali de bunu görmediği için Hz.
Peygamber'in ikindiden sonra hiç nafile kılmadığı kanaatine sahib olması mümkün
olduğu gibi, Hz. Ali (kerremellahu veche)nin mevzumuzu teşkil eden hadisi,
Resül-i Ekrem (s.a.)'in ikindiden sonra kıldığı iki rekat namaza şahid olmadan
önce nakletmiş olması da mümkündür.[132]
1276. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
İçlerinde Ömer b.
el-Hattab da bulunan ve bana en sevimlileri Ömer olan bir takım sevilip sayılan
kişiler, Peygamber (s.a.)'in; "Sabah namazından sonra güneş doğuncaya
kadar; ikindi namazından sonra da güneş hatmcaya kadar namaz yoktur"
buyurduğuna dair benim yanımda şahidlik ettiler.[133]
Metinde geçen
"namaz yoktur" sözünün aslında talırim ifâde etmesi gerekir. Çünkü
mutlak nehy tahrime delâlet eder.Ancak bu nehy mutlak değildir. Çünkü daha önce
tercümesini sunduğumuz 1267 numaralı Kays b. Ömer hadisi, bunu kayıtlamakta ve
bu hadisin hükmünü tahrim'den kerahete çevirmektedir.
İşte bu görüşten
hareket eden Hanefî ulemâsı bu hadise sarılarak sabah namazından sonra güneş
doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar; ikindi namazından sonra da güneş
batıncaya kadar (isterse tehiyyetü'l-mescid namazı, abdest namazı, tavaf
namazı gibi, bir sebebe bağlı olarak kılınan bir nafile olsun) kılınan nafile
namazların mekruh olduğu hükmüne varmışlardır. İmam Mâlik, Hasan el-Basrî,
Said b. el-Müseyyeb, Alâ b. Ziyâd, İbn Mes'ûd, Ebû Hureyre, Zeyd b. Sabit, Ömer
ve İbn Ömer (r.anhum) de bu görüştedirler. İşte bu sebebten Ömer (r.a.)
ikindiden sonra iki rekat daha nafile kılmak isteyenleri sahabenin gözü önünde
döğermiş[134] ve hiçbir sahabî de Ömer
(r.a.)'i bu hareketinden dolayı tenkıd etmemiştir. Bu olaylar açıkça gösteriyor
ki, ikinde namazından sonra iki rekât nafile kılmak hasâis-i Nebevîye'dendir.
Bu namazı başkalarının kılması, caiz değildir.
Şafiî ulemasına göre
bu iki vakitte tahiyyetü'l-mescid, abdest namazı ve tavaf namazı gibi bir
sebebe bağlı olarak kılman nafileler caiz olursa da bunların dışında kalan
nafileleri kılmak caiz değildir.
Hanbelîlere göre ise,
iki rekatlık tavaf namazının dışında bu iki vakitte nafile namaz kılmak
haramdır. Delilleri de bu hadis-i şeriftir. Şu hadis-i şerifi de kendi
görüşleri için delil olarak gösterirler: "Tavaf eden bir kimseyi istediği
saatte namaz kılmaktan men' etmeyiniz."[135]
Ebû Bekre ve Ka'b b.
Ucre ve bunların dışında bazı ilim adamları ise, konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd
hadisindeki nehyin genelliğine bakarak sabah ve ikindi namazlarından sonra farz
bile olsa, hiçbir namazın kılınamayacağını söylemişlerdir. Davûd-i Zahirî'nin
meşhur olan görüşü de budur. Ancak Resûlullah (s.a.)'in sabah namazından sonra
namaz kılan bir kimseyi gördüğü halde ona namazını iade ettirmediğini ifade
eden 1267 numaralı Kays b. Ömer hadisi ile daha önce tercümesini sunduğumuz
575 numaralı hadis-i şerif bu görüşte olanların aleyhine bir delildir.
Ulemânın büyük
çoğunluğu daha önce tercümesini sunduğumuz "Kim bir namazı unutursa onu
hatırladığı zaman kılsın" mealindeki 435 numaralı hadisteki genel ifâdeye
bakarak, sözü geçen bir iki vakitte de kazaya kalmış farz namazları kılmakta
bir sakınca görmemişlerdir. Seleften bazı kimselere göre ise, hiç bir namaz için
kerahet vakti söz konusu değildir. Namaz her vakitte kılınabilir. Zahirî
ulemâsından İbn Hazm de bu görüştedir. Delilleri ise, ileride tercümesini
sunacağımız; "Şu beyti tavaf eden bir kimseyi gündüz veya gece istediği
saatte namaz kılmaktan men etmeyiniz" mealindeki 1894 numaralı hadis-i
şeriftir.[136] Bu görüşte olan ilim
adamlarına göre öğle ve ikindi namazlarından sonra namaz kılmaktan nehyeden
hadisler, bu hadisle ve daha önce tercümesini sunduğumuz: "Kim güneş
doğmadan evvel sabah namazından bir rekata yetişecek olursa sabah namazına
yetişmiş olur. Kim de güneş batmadan önce ikindi namazından bir rekata
yetişecek olursa, ikindi namazına yetişmiş olur" mealindeki 412 numaralı
hadisle neshe-dilmiştir.
Ancak bunların bu
görüşleri şu şekilde tenkid edilmiştir:
1. Beyti
tavaf eden kimsenin her saatte namaz kılabilmesiyle ilgili 1894 numaralı
hadisin hükmü genel değildir. Sadece Harem-i Şerifte kılınan namazla
ilgilidir.
2. Nesh
iddiası doğru değildir. Çünkü yasaklayıcı bir hadisle mübahlık ifade eden bir
hadis karşılaştığı zaman yasaklayıcı hadisin daha sonra vârid olduğu ve
diğerinin yürürlükten kalktığı bütün ilim adamlarınca kabul edilen bir
kaidedir. Burada nesh bulunduğunu iddia edenler ise, bu kaidenin tersine bir
görüş ortaya atmaktadırlar. Hem de nasih kabul ettikleri 1894 numaralı hadisin
hükmü genel olmayıp sadece Hârem-i Şerifte kılınan namazla ilgili olduğu gibi,
mensûh kabul ettikleri hadisin hükmü ise, genel olarak yasaklayıcıdır.
Yine nâsih kabul ettikleri
412 numaralı hadis sadece o günün sabah ve ikindi namazlarını kılan kimseyle
ilgili olup diğer namazlarla ilgisi olmadığı halde, mensûh kabul ettikleri
hadislerin hükmü geneldir.[137]
1277. ...Amr
b. Abese'[138]den; demiştir ki:
Ben (Resûl-i Ekrem'e
hitaben): "Ey Allah'ın Resulü, gecenin hangi saatinde (ibadet ve) dua daha
çok makbuldür?" dedim. (O şöyle) cevab verdi:
"Gecenin son
vaktinde. Sabah namazını kılıncaya kadar ve istediğin (nâfiley)i kıl. Çünkü
(bu vakitte kılınan) namaz şahitlidir, (ve sevabı) yazılmıştır. (Sabah namazını
kıldıktan) sonra, güneş doğup da bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar
(namaz kılmayı) bırak. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve
kâfirler güneşe (o saatte) tapınırlar. Sonra mızrak gölgesiyle bir oluncaya
kadar ve istediğin kadar kıl. Çünkü (bu saate kadar kılınan) namaz şahitlidir
(ve sevabı) yazılmıştır. Mızrak gölgesiyle bir olduktan sonra namazı bırak.
(Çünkü o saatte) cehennem kızdırılır ve kapılan açılır. Güneş (batıya)
meyledince ikindi namazını kıhncaya kadar(ve) istediğin (na-filey)i kıl. Çünkü
bu (saatte kılınan) namaz şahidlidir. (İkindi namazından) sonra güneş baüncaya
kadar namazı bırak. Çünkü(güneş) şeytanın boynuzları arasında batar ve kâfirler
ona (o saatte) tapınırlar."[139]
(Ebû Dâvûd dedi ki) ve
(şeyhim bana) uzunca bir hadis nakletti. el-Abbâs (b. Sâlity) dedi ki:
"Ebû Sellâm da sana Ebü Ümame'den buna benzer şeyler nakletti. Ancak (ben
naklederken belki) istemeyerek bazı hatalar yapıyorum: A ilah 'dan af
diliyorum ve ona tevbe ediyorum. "[140]
Peygamber (s.a.) Hz.
Amr b. Abese'ye yapılan duaların ve kılınan namazların kabulü için en uygun bir
vakit olarak "gecenin en son vaktini" tavsiye buyurmuştur.
Haltâbî'nin beyanına göre, gecenin en son vaktinden maksad, gecenin son üçte biridir.
Bilindiği gibi bu vakte seher vakti denir ki, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde
bu saatte istiğfarda bulunanları; "Ve o seher vakitleri istiğfar
eyleyenler"[141]
buyurarak övmüştür. Yakub aleyhisselam da oğullarının Hz. Yûsuf'a karşı
işledikleri cürümden dolayı onların hesabına istiğfar etmek için en uygun vakit
olarak seher vaktini seçmiştir. Cenabı Hak bu hususu Kur'an-ı Kerim'inde şu
şekilde beyân buyuruyor: "(Yâkûb): "Sizin için Rabbime sonra
istiğfar ederim. Hakikat şudur ki, o çok yargılayıcıdır, çok
esirgeyicidir." dedi."[142]
Buhârî, Müslim ve
benzeri sahih kitablarda ifade edildiğine göre seher vaktinde Cenab-ı Hakk(ın
emriyle) dünya göğüne (bir melek) iner ve şöyle seslenir: "Bu saatte
isteği olan yok mu, verilecektir? Dua edecek birisi yok mu? Duası kabul
edilecektir. Günahının affını isteyen bir kimse yok mu? Affedilecektir."
Abdullah b. Ömer (r.a.) seher vaktine kadar namaz kılardı. Seher vakti
girdiğini öğrenince de dua ve istiğfara devam ederdi. Resûl-i Ekrem (s.a.)'de
seher vaktine kadar vitri te'hir ederdi.[143]
Metinde görüldüğü gibi
Resûl-i Ekrem (s.a.) "sabah namazının farzı kılınıncaya kadar istediğin
nafileyi kılabilirsin" buyurmakla Amr'a, sabah namazı vakti girdikten
sonra da sabah namazının sünneti dışında istediği nafileyi kılabileceğini beyan
etmiştir. Her ne kadar hadisin zahirinden bu mana anlaşılıyorsa da Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'inde bu hadis şu şekilde rivayet olunmuştur: "Resûl-i
Ekrem (s.a. gece namaz kılmak için) hangi saat daha uygundur diye sordum da
bana: "Gecenin en son vaktinde (kıl). Sonra bu (saatte) kılınan namaz
şâhidlidir. Bu namaza sabah vakti girinceye kadar devam et, sabah vakti
girdikten sonra sabahın iki rekathk sünnetinden başka nafile namaz
kılıamaz" diye cevab verdi."[144]
Bundan anlaşılıyor ki,
konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinde bazı hazfler ve kısaltmalar vardır ve
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rivayet ettiği hadis bu noksanlıkları
tamamlamakta ve vuzuha kavuşturmaktadır. Her iki hadis birlikte mütalaa
edildiği zaman, sabah namazının vakti girdikten sonra sabah namazının iki
rekathk sünnetinden başka herhangi bir nafile namazın kılınamayacağı
anlaşılır. Hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi bu süre, güneşin ufuktan bir
veya iki mızrak boyu yükselmesine kadar devam eder. Bilindiği gibi güneşin bir
mızrak boyu yükselmesi demek, üzerinde bulunduğumuz nokta ile beş derecelik
bir açı teşkil edecek kadar yükselmesi demektir ki, bizim memleketimize göre bu
süre 40-50 dakika arasında değişir.
Bu süre içerisinde
namaz kıhnamaması, hadis-i şerifte "güneşin şeytanın boynuzları arasından
doğmuş olmasıyla" izah edilmektedir. Şeytanın boynuzlarından maksad,
başının iki tarafıdır. Yani boynuzlu bir hayvanda boynuzların başta bulunduğu
yerlerdir. Bazılarına göre ise, şeytanın boynuzlarından maksat, onun gücü ve
kuvvetidir. Çünkü güneş doğarken şeytan sevinçlidir ve hareketlidir. Zira bazı
kimselerin Haktan saparak güneşe tapınması ona güç ve kuvvet vermektedir.
Şeytanın boynuzlarından maksat, onun geçmiş ve gelecek ümmetleri olduğunu
söyleyenler de vardır ki, bununla şeytana tapan ve onun yoluna giden kimseler
kast edilmektedir. Çünkü bu güneşe tapanlar her ne kadar zahiren güneşe
tapıyorlarsa da haktan sapmış olmaları itibariyle şeytanın yoluna girmiş ve ona
kul olmuşlar demektir. Nevevî'ye göre ise, Şeytanın iki boynunuzdan maksat,
şeytanın insanları saptırmak için görevlendirdiği iki fırkadır.
Bazıları da şeytanın
boynuzlarından maksat, başının iki yan tarafıdır. Çünkü güneş doğarken ve
batarken başını güneşe yaklaştırır ve güneşe tapanlar dolayısıyla şeytana da tapıyormuş
gibi görünürler. Bu vakitte namaz kılan mü'minlere de musallat olmak için
şeytan ve avânesi ümide kapılıp büyük gayretler sarf ederler. Aynı zamanda
güneşin doğma ve batma vakitleri bazı gafillerin güneşe tapınma vakitleri
olduğundan bu saatlerde namaz kılmakta, kâfirlere benzeme olayı vardır. İşte bu
gibi tehlikeli durumlara düşmemeleri için müslümanlar bu saatlerde namaz
kılmaktan nehyedümişlerdir. Yukarıda da açıklandığı gibi bu süre, güneş bir
veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar devam etmektedir. Güneş bir mızrak boyu
yükseldikten sonra kılınan namaz ise isabetli, şahidlidir. Yani melekler bu
namazda hazır bulunurlar ve bunun ecir ve sevabını kayd ederler.
Kerahet vaktinin
çıkmasıyla giren ve içerisinde kılınan namazlara meleklerin şâhid olduğu
zamanın müddeti ise, mızrağın gölgesi tamamen yok denecek kadar küçüldüğü ve
tamamen mızrağın altına çekilip mızrakla bir olduğu ana kadar devam eder.
Bilindiği gibi bu hale "istiva hali" denir. Gölgenin tesbiti
hususunda mızrağın zikredilmesi o devirlerde Arablar genellikle çölde
eğleştikleri içindir. Çünkü onların o zamanki âdetleri günü,yarı olup
olmadığını anlamak için mızraklarını yere dikerek gölgelerine bakmaktı. Bugün
kırsal kesimde çalışan kimseler de bazı hallerde herhangi bir şeyin gölgesine
bakarak namaz vakitlerini tayin edebilirler.
İstiva halinde de
namaz kılmak yasaklanmıştır. Çünkü bu saatte kâfirler güneşe tapındıklarından,
bu vakitte namaz kılmakla kâfirlere benzeme olayı vardır. Hadis-i şerifte bu
vakitte namazdan nehyedilişi bu saatlerde cehennemin kızdırıhşıyla izah
edilmiştir. Hadis sarihlerinin beyanına göre, cehennemin kızdın İm asından
maksad, güneşe tapan kimselerin bu anda güneşe secdeye hazırlandıkları,
şeytanın harekete geçmesidir. Bütün bu fiiller ise, cehennemin alevlenmesine
sebep teşkil edecek fiillerdir. Bu demektir ki, hadis-i şerifte sonuç
zikredilmiş sebeb kast edilmiştir.
Dil alimlerinin
beyanına göre cehennem kelimesinin aslı Arabçadır. Ve çirkin manasına
gele"n "cuhûmet"ten alınmıştır. Bu izaha göre alemiyyet ve
te'nis bulunduğu için cehennem kelimesi gayr-i münsârıftır. Dil âlimlerinin
büyük bir çoğunluğuna göre ise, "cehennem" Arabçalaştınlmış ecnebî
bir kelimedir. Gayr-i munsanf olması kendisinde alemiyyet ve ucmelik
bulunduğundandır.
İstiva halinde başlayan,
namaz kılma yasağının müddeti ise, güneşin batıya doğru meyletme anma kadar
devam eder. Güneşin batıya meyletmesiyle öğle namazının vakti girdiği gibi bu
vakitten itibaren ikindi namazı kılınıncaya kadar farz, vacip, nafile namazın
bütün nevileri kıhnabilir. Ancak ikindi namazı kılındıktan sonra yeniden bir
kerahet vakti girmekte ve bu süre güneş tamamen batmcaya kadar devam
etmektedir. Güneşin batma anı da doğma anı gibi bazı müşriklerin güneşe tapınma
anı olduğundan bu saatte de namaz kılmak yukarıda açıkladığımız sakıncalardan
dolayı yasaklanmıştır.
Musannif Ebû Davud'un
metnin sonunda: "Şeyhim, bana uzunca bir hadis nakletti" demekle,
"ben bu hadisi kısaltarak naklettim" demek istemiştir. Gerçekten bu
hadisin aslı çok daha uzundur. Tamamını okumak isteyen okuyucularımıza
Müslim'in bu konuda rivayet ettiği hadise de[145]
müracaat etmelerim tavsiye ederiz. Hadisin râvilerinden el-Abbâs b. Salim'-in
"Ebû Sellâm da bana Ebû Ümâme'den buna benzer şeyler nakletti. Ancak ben
istemeyetek bazı hatalar yapıyorum" demekten maksadı, bu hadisi
naklederken hadisin bütün rivayet yollarını gözden geçirdiğini ve son derece
dikkatli davrandığını ifade etmektir.
Sabah namazından ve
ikindi namazından sonra giren kerahet vakitleri konusunda daha önce 1272 - 1274
numaralı hadislerin açıklama kısmında malûmat verilmiştir. Ancak bu hadis-i
şerifte bir de güneşin doğuşu, istiva hali ve batışı söz konusu edilmektedir.
Bu konudaki mezheplerin görüşü de şöyledir:
Güneşin doğuşu, istiva
hali ve batışı sırasında namazın hükmü:
1. Hanefî
ulemâsı hadisteki nehyin umumiliğine bakarak bu üç vakitte hiç bir namazın
kılınamayacağına hükmetmişlerdir. Ancak "Kim güneş batmadan önce ikindi
namazından bir rekata yetişecek olursa ikindi namazına yetişmiş olur"
mealindeki daha önce geçen 412 numaralı hadis-i şerife bakarak o günün ikindi
namazım bu hükmün dışında görmüşlerdir ve "sadece o günün ikindi namazını
güneş batarken kılmak caizdir. Çünkü bu namaz emredildiği şekilde kâmil olarak
eda edilmiştir. Ancak ikindi namazım bu vakte kadar te'hir etmek
mekruhtur" demişlerdir. Yine Hanefî ulemâsı cenaze namazım da bundan
istisna etmişlerdir ki, delilleri: "Ya Ali, üç şeyi geciktirme: 1) Vakti giren namazı, 2) Hazırlanan cenazeyi, 3) Küfvünü (dengini) bulduğun kocasız
kadım"[146] hadis-i şerifleriyle birlikte ileride tercümesini
sunacağımız 3159 numaralı hadis-î şeriftir.
Yine Hanefî uleması bu
vakitlerde okunan secde âyetinden dolayı vacip olan tilavet secdesini de bu
hükmün dışında görmüşler ve te'hir etmekle vakti geçmeyeceğinden kerahet vakti
çıkıncaya kadar te'hir etmenin daha faziletli olacağını söylemişlerdir.
imam Ebû Yusuf (r.a.)
ise, daha önce tercümesini sunduğumuz 1081 numaralı hadis-i şerifi delil
getirerek cuma günü istiva halinde kılınan nafile namazı da bundan istisna
etmiştir.
2. Hanbel?
ulemâsına göre bu üç vakitte hiçbir namaz kılınmaz. Ancak şu namazlar
müstesnadır:
a. Cuma günü
cuma namazından evvel kılınan tahiyyetü'l-mescid namazı, çünkü bunlara göre
1083 numaralı hadis buna cevaz vermektedir.
b. Çürümesinden
veya bozulmasından korkulduğu takdirde cenaze namazı da kılınabilir. Çünkü
bunda zaruret vardır.
c. Farz
namazların kazası da caizdir derler ve daha önce geçen 442 numaralı hadisi
delil getirirler. Bunlara göre bu hadis mevzumuzu teşkil eden hadisi tahsis
etmektedir.
d. Sabah ve
ikindi namazlarının bir rekatını imamla kılmaya yetişebilen kimsenin diğer
rekatları kerahet vaktinde kılması caizdir.
e. Daha önce
bu vakitlerde namaz kılmayı nezr eden kimsenin de nezr namazını bu vakitlerde
kılması caizdir. Çünkü bu namazları kılmakta farz namazları kaza etmeye benzer.
f. İki
rekathk tavaf namazı. Bu konudaki delilleri ise, ileride gelecek 1894 numaralı
hadis-i şeriftir.
3. Mâlikî uleması
ise, "bu hadisteki nehyin genelliğine bakarak isterse bîr sebebe
bağlı olarak kılınsın güneşin doğuşu ve batışı esnasında nafile namazları
kılmak haram olduğu gibi nezir edilen namazlar ve tilâvet secdesi de haramdır.
Bu iki vakitte bozulup dağılmasından korkulmadığı müddetçe cenaze namazı kılmak
da caiz değildir. Ancak farz namazların edası ve kazası müstesnadır"
demişlerdir. Farz namazların bu iki vakitte kılınabileceğine dair delilleri
ise, daha önce geçen 442 numaralı hadis-i şeriftir. İmam Mâlik'e göre istiva
vaktinde farz olsun nafile olsun bütün namazları kılmak caizse de Maliki
ulemasının büyük çoğunluğuna göre mekruhtur. Ancak Zürkânî'nin de dediği gibi,
İmam Mâlik (r.a.) hem bu üç vakitte namazın kılınmayacağım ifâde eden Abdullah
es-Sunabihî hadisini Muvatta'ında zikretmiş; hem de istiva halinde namaz
kılmanın caiz olduğunu söylemiştir.[147]
4. Şafiî
ulemasına göre ise, bu Uç vakitte bir sebebe bağlı olarak kılınan nafile
namazların dışında herhangi bir nafile kılmak mekruhtur. Ama tahıyyetü'I-mescid
ve şükür namazı gibi oir sebebe bağlı olarak kılınan nâfile namazlarla farz
namazları kılmakta bir sakınca yoktur. Delilleri ise, daha önce geçen 442
numaralı hadistir.
Yine Şafiî ulemâsına
göre, Mescidü'l-Haram dâhilinde bu üç vakitte nafile kılmakta bir sakınca
yoktur. Delilleri ise, 1894 numaralı hadis-i şeriftir. Ayrıca cuma gününe
mahsus olmak üzere istiva halinde nafile namaz kılmak caizdir. Bu konudaki
delilleri ise, daha önce geçen 1083 numaralı hadis-i şeriftir.[148]
1278. ...İbn
Ömer’in azatlısı Yesar’dan; demiştir ki:
İbn Ömer (bir gün)
beni fecir doğduktan sonra namaz kılarken gördü de (şöyle) dedi:
Ey Yesar (bir gün) biz
bu namazı kılarken Resulullah (s.a.) üzerimize çıkageldi ve buyurdu ki:
“(Burada) hazır olanlarınız hazır olmayanlarınıza (şunu) eriştirsinler: Fecr(in
doğuşun)dan sonra yalnızca iki rekat (sünnet) vardır” buyurdu.[149]
Abdullah b. Ömer (.a.) ‘in , azadlısı Yesar’ı kılmaktan men
ettiği namaz, sabah namazının sünnetinin dışında kıldığı herhangi bir nafile namazıdır.Çünkü pek çok
hadis-i şerifin de delaletiyle ecr
doğduktan sonra sabah namazının sünnetinden başka herhangi bir nafile kılmanın
caiz olmadığı sabit olmuştur.Nitekim Said b. Müseyyeb, el-Ala b. Ziyad, Humeyd
b. Abdurrahman ve Hanefi uleması bu görüştedirler.Abdulklah b. Ömer’le İbn
Amr’ın da bu görüşte oldukları rivayet
edildiği gibi Ahmed b. Hanbel’in meşhur
olan görüşünün de böyle olduğu
söylenmektedir.
îmam Şafiî ve Hasan
el-Basrî'ye göre ise, bu hadiste ve benzerlerinde yasaklanan namaz sabah
namazının farzı kılındıktan sonra kılman nafile namazdır. Sabah namazını
kılmadan önce kılınan nafile namazlar bu yasağın şümulüne girmemektedir. Bu
âlimler bu konuda bir numara önce geçen Amr b. Abese hadisini delil getirirler.
Zahirî ulemasından tbn Hazm da, bu konuda İmam Şâfiî'in görüşüne iştirak
etmektedir. Halbuki bir numara önce geçen Amr b. Abese hadîsi delil olma
niteliğinden uzaktır. Çünkü söz konusu hadiste hazifler ve kısaltmalar vardır.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rivayet ettiği hadis bu hazifleri ortaya
çıkarmakta ve Amr b. Abese hadisini tamamlamaktadır.[150]
Ahmed b. Hanbel'in bu hadisi gözönünde bulundurulursa sabah namazı vakti
girdikten sonra, sabah namazının sünnetinden başka bir nafile kılınamayacağı ve
Şafiî mezhebinin bu konudaki isabetsizliği anlaşılır.
imam Mâlik'e göre ise,
uykunun ağır basması ve benzeri sebeplerle kılınamayari gece namazını sabah
namazı vakti girdikten sonra kılmak caizdir. Kendi Muvatta'ında nakl etmiş
olduğu şu hadisleri de bu konuda delil göstermektedir:
1. Abdullah
b. Abbâs'ın gözleri bozulduktan sonra halkın sabah namazım kılıp kılmadığını
öğrenmek üzere hizmetçisini görevlendirdiğini ve halkın sabah namazını kılmış
olduğunu öğrenince, gece kılamadığı vitir namazına durduğunu ifâde eden Said b.
Cübeyr hadisi.
2. Abdullah
b. Abbâs, Ubâde b. Sâmit, Kasım b. Muhammed, Abdullah b. Âmir b. Rabi'a gibi
âlimlerin sabah namazı girdikten sonra vitir namazı kıldıklarına dâir îmam
Mâlik'e ulaşan haberler.
3. Abdullah
b. Mes'üd'un sabah namazı için kaamet getirilirken "sabah namazı için
kaamet getirilmiş olmasının önemi yok. Ben (yine de) vitr namazını
kılarım" dediğine dâir Hişâm b. Urve hadisi.
4. Ubâde b.
Sâmit'in kaamet getirmek isteyen müezzini durdurarak vitr namazı kıldığına dâir
Yahya b. Saîd hadisi.
5.
Abdurrahman b. Kâsım'ın; Abdullah b. Âmir b. Rabî'ayı:,"Ben kaamet
getirildiğini işitirken veya sabah namazının vakti girdikten sonra da vitir
kılarım" derken işittiğine dâir hadis.
6.
Abdurrahman b. el-Kasım'm babası Kasım'ı "Ben fecrden sonra da vitr
kılarım" derken işittiğine dâir hadis-i şerif.[151]
Bu hadisler Fecr
girdikten sonra vitr namazının kılınabileceğine delâlet ederse de imam Mâlik
(r.a.)'in iddia ettiği gibi fecr doğduktan sonra diğer gece namazlarının da
kaza edilebileceğine delâlet etmez. Her ne kadar İmam Tirmizî başlığımızı
teşkil eden Ebû Dâvud hadisiyle ilgili olarak; "ilim adanılan bu hususta
ittifak ettiler. Fecrin doğuşundan sonra kişinin, sabah namazının iki rekatlık
sünnetinden başka namaz kılmasını mekruh görüyorlar,"[152]
demişse de, Neylu'l-Evtâr sahibi Şevkânî'nin dediği gibi bu konuda ittifakın
olmadığı, bilâkis ihtilâfın bulunduğu herkesin malumudur. Her ne kadar bu Ebû
Dâvûd hadisi, tbn Hazm gibi bazı ilim adamları tarafından ölçüsüz bir şekilde
tenkîd edilmişse de bu hadisin bütün rivayet yolları biri birini takviye
ettiğinden zayıflıktan çıkmış ve delil olma niteliğini kazanmıştır.[153]
1279.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Peygamber (s.a.)'in, ikindiden sonra iki
rekat namaz kılmadığı bir günü geçmemiştir.[154]
Hz. Âişe bu sözleriyle
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in devamlı olarak
ikindi namazından sonra iki rekat nafile namaz kıl-
dığım ifâde
etmektedir. Daha önce geçen 1273 numaralı hadiste Peygamber (s.a.)'in ikindiden
sonra iki rekat namaz kıldığı ifâde ediliyordu. Ancak sözü geçen hadisin
şerhinde de beyân ettiğimiz gibi orada söz konusu edilen namaz, Abdulkays
Kabilesine ait bir heyetin gelmesi ile öğle namazından sonra edâ edilemeyen
öğlenin son sünnetiydi. Resûl-i Ekrem (s.a.) öğle namazımn son sünnetini
ikindiden sonra kaza etmişti. O hâdiseden sonra Peygamber (s.a.) ikindiden
sonra iki rekat nafile namaz kumaya devam etti. Çünkü herhangi bîr zamanda
nafile olarak bir namaz kılacak olursa, o namaza devam etmek onun
hususiyetlerindendi.
Bu hadisin zahirine
bakarak bazı ilim adamları ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılmanın
müstehab olduğu hükmüne vardılar. Nitekim Hz. Âişe de Cenab-ı Peygamber
(s.a.)'in bu namaza devam ettiğini görerek aynı hükme vardığı ve 1276 numaralı
hadis-i şerif gibi ikindiden sonra namaz kılmayı nehyeden hadislerin sadece
güneş batarken namaz kılmayı kast eden kimselerle ilgili olduğuna hamlettiği şu
sözlerinden de anlaşılmaktadır: "Onu (yani Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellemi) kabz eden Allahü Teâlâ Hazretlerine yemin olsun ki,O (ikindiden
sonraki) iki rekatı Cenab-ı Hakk'a kavuşuncaya kadar hiç bırakmadı. Namaz
kılmağa kudreti kesilmedikçe Allah Teâlâ'ya kavuşmadı. Bu iki rekat namazın pek
çoğunu oturarak kılardı. Fakat ümmetine ağır gelir korkusuyla mescidde
kılmazdı. Ümmetin yükünü hafifletecek şeyleri (yapmayı pek) severdi."[155]
Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre ise, Resûl-i Ekrem (s.a.)'in ikindiden sonra kıldığı bu
namaz, Hasâis-i Nebevîyyedendir. Bir numara sonra gelecek olan hadîi-i şerif de
bu görüşü te'yid etmektedir.[156]
1280.
...Âişe (r.anhâ)'nin azatlısı Zekvân'dan nakledildiğine göre Hz. Âişe
kendisine şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.) ikindiden sonra namaz kılardı
ve (bizi) ondan nehyederdi.İki orucu birbirine eklerdi ve bizi iki orucu
birbirine eklemekten nehyederdi."[157]
Hz. Âîşe
"ikindiden sonra namaz kılardı" sözleriyle bir numara önce geçen, peygamber (s#a.)'in
üzerinden ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılmadığı bir gün hile
geçmemiştir." mealindeki hadîsle söz konusu edilen iki rekatlik nafile
namazı kast ettiği gibi "ve (bizi) ondan nehyederdi" sözleri ile de
ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar namaz yoktur" mealindeki
1276 numaralı hadis-i şerife işaret etmek istemiştir. "Ve bizi (iki orucu)
biri birine eklemekten nehyederdi" sözleriyle de ileride gelecek olan
"Resûlullah (s.a.), "iki günün orucunu birbirine eklemekten
sakınınız. Eğer biriniz iki günün orucunu biri birine eklemeyi arzu ederse,
buna sahur vaktine kadar devam etsin, daha fazla devam etmesin"
buyurmuştur; bunun üzerine; "Ey Allah'ın Rasûlü, sen iki orucu birbirine
ekliyorsun" dediler. Rasûl-i Ekrem de şöyle cevab verdi: "Ben sizin
gibi değilim. Beni doyuran bir doyurucu ve sulayan bir saki vardır" anlamındaki
2367 numaralı hadis-i şerifi kast etmiştir. İnşaallah bu mevzu sözü geçen
hadisin şerhinde yine ele alınacaktır. Görüldüğü gibi ikindi namazından sonra
nafile namaz kılmak ve iki orucu birleştirmek Peygamber (s.a.)'e hâs özel bir
hâldir.
Müellif Ebû Dâvûd her
ne kadar bu hadisin sıhhati üzerinde durmamışsa da gerçekten bu hadis zayıftır.
Çünkü senedinde bulunan Muhammed b. İshak bu hadisi Muhammed b. Amr b. Atâ'dan
an'ane yoluyla rivayet etmiştir. Halbuki Muhammed b. İshak'ın
"Haddesenâ" lâfzı kullanmadan rivayet ettiği bütün hadisler tenkîd
edilmiştir. Görüldüğü gibi bu hadis de Muhammed b. tshâk'm tenkide uğrayan
rivayetleri içerisine girmektedir.[158]
1281.
...Abdullah el-Müzenî (r.a.) demiştir ki:Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Akşam namazından
önce iki rekat namaz kılınız." Daha sonra halkın bu namazı sünnet telâkki
etmesinden korkarak; "Dileyen kimseler için (söylüyorum), akşam
namazından önce iki rekat namaz kılınız" buyurdu.[159]
Bu hadis-i şerif,
Buhârî'nin rivâyetiyle karşılaştırıldığı zaman Buhârî'nin rivayetine nisbetle
kısa ve eksik olduğu ortaya çıkar. Çünkü bu hadis Buhârî'nin Sahih'inde şu
mânâya gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir: "Abdullah el-Müzenî
(r.a.)'den Nebî (s.a.)'in, (üç defa) "akşam namaz(ının farz)ından evvel
(iki rekat nafile) namaz kılınız" buyurduğunu, üçüncüsünde halkın, bu namazı
devam edilmesi lâzım gelen bir ibâdet telâkki etmesinden hoşlanmayarak;
'İsteyen kılsın" buyurduğunu Resûl-i Ekrem'den (işitip) naklettiği
rivayet edilmiştir. Buhârî'nin, bu rivayetinde Resûl-i Ekrem'in üç defa
"akşamdan evvel iki rekat namaz kılınız" dediği ve üçüncüsünde
"dileyen kılsın" buyurduğu haber veriliyor. Halbuki konumuzu teşkil
eden Ebû Dâvûd hadisinde Resûl-i Ekrem (s.a.) bu emri üç defa değil, iki defa
tekrarladığı ifâde ediliyor. Bu durumda Buhârîdeki rivayetin Ebû Dâ-vûd'taki
rivayeti a^ıkladığı ve tamamladığı söylenebilir. Nitekim îsmailî'nin ve Ebû
Nuaym'int rivayetleri de Buhârî'nin rivayetini te'yid etmektedirler. Ancak bazı
sarihlerin beyânına göre metinde geçen "halkın bu namazı sünnet telâkki
etmesinden korkarak" sözleri, metne, râvi tarafından ilâve edilmiş -râviye
ait- bir sözdür. Bilindiği gibi râvi tarafından ilâve edilen bu gibi sözlere
"müdrec" denilir. Metinde bu gibi ilâveler bulunan hadislere de
"müdrecü'l-metn"denüir. Biz tercümemizi bu cümlenin müdrec olduğunu
kabul ederek yaptık. Şayet bu sözün de Resûl-i Ekrem'e ait olduğu kabul
edilecek olursa, o zaman bu cümleyi şöyle tamamlamamız lâzım gelir; "Ben
bu, "dileyen kimse kılsın" sözünü halkın bu namazı sünnet zanneder
kor-
kusuyla söylüyorum.''
Bu hadis-i şerif akşam
namazından önce iki rekat namaz ki/manın caiz olduğuna delâlet etmektedir.
Sahabe, tabiîn ve fukâhadan Abdurrahmân b. Avf, Ubey b. Ka'b, Enes, Câbir,
Abdurrahmân b. Ebî Leylâ, Hasan el-Basrî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk (r.a.) gibi
ilim adamları bu görüştedirler. Şafiî ve Hanefi ulemâsından da bu görüşte olan
kimseler olduğu gibi İmam Mâ-lik'in bir kavline göre de akşam namazından önce
iki rekat namaz kılmak sünnettir.
Mâliki ve Hanefî
ulemâsının meşhur olan görüşlerine göre, akşam namazından Önce ifa* rekat
olarak kılman müstehab bir namaz yoktur. Şafiî ulemâsı ile dört halife de bu
görüştedirler. Nitekim İbrahim en-Nehâî'den bu iki rekat namazı kılmanın bid'at
olduğu ve Ebû Bekr, Ömer, Osman (r.a.)'ın hiç bir zaman böyle bir namaz
kılmadıkları nakledilmektedir. Ve yine İbrahim en-Nehaî'nin naklettiğine göre,
sahâbe-i kiram'dan Küfe"de bu-lunan Hz. Ali, İbn Mes 'ud, Ammâr, Huzeyfe,
Ebû Mesûd gibi ilim adamîannı yakından tâkîb eden kimseler, bu zatların asla
akşam namazından önce iki rekatlık bir namaz kılmadıklarına şehâdet
etmektedirler. Bu görüşte olanların dayandıkları delilleri şu şekilde
sıralayabiliriz:
1. Daha önce
tercümesini sunduğumuz "Ümmetim akşam namazını gökte yıldızlar çoğahncaya
kadar geciktirmediği sürece hayırdadır ve islâm (çizgisi) üzerindedir"
mealindeki 418 numaralı hadis-i şeriftir.
Çünkü akşam namazından
önce iki rekat namaz kılmak akşam namazının gecikmesine ve hadiste beyân
olunan hayırdan ve İslâm çizgisinden uzaklaşmaya sebeb olur.
2. İleride
gelecek olan; "Ben Resûl-i Ekrem (s.a.) zamanında bu namazı kılan bir tek
kişi dahi görmedim" mealindeki 1284 numaralı İbn Ömer hadisi, tbn Hümam'ın
beyânına göre bu hadis aksi görüşte olanların dayandıkları bütün hadislere
tercih edilecek nitelikleri taşımaktadır.[160]
3. Ibn
Şarjn, Dârekutnî ile Bezzâr'ın Hayyân b. Ubeydullah vasıtasıyle Bureyde'den
rivayet ettikleri " - Akşam namazı (ezanı) hariç, her ezan ile kaamet
arasında iki rekat namaz vardır."[161]
Ancak bu delillere şu
şekilde cevab verilmiştir:
1. Dört
halifenin akşam namazından önce asla iki rekat namaz kılmadıklarına dâir
İbrahim en-Nehâî'den gelen hadis munkati'dir. Şayet bu hadisin sahih olduğu
tesbit edilse bile, akşam namazından önce kılınan iki rekatlık namazın
neshedildiğine veya mekruh olduğuna bir delil teşkil etmez.
2. Buharî
ile îmanı Ahmed'in Mersed b. Abdullah'dan rivayet ettikleri bir hadis-i şerif
şu mealdedir:
"Mersed dedi ki:
Ben Ukbe b. Âmir'e gelerek:
Ebû Temîm'in işine
şaşmaz mısın? O akşam namazından önce iki rekat namaz kılıyor, dedim. Bana:
Hayır, Resûlullah
(s.a.) zamanında biz de kılardık, diye cevap verdi. Bunun üzerine ben:
Peki, şimdi niçin
kılmıyorsun? dedim. O:
İş güç, diye karşılık
verdi."[162]
Buharî'nin rivayet
ettiği bu hadis-i şerîf akşam namazından önce iki rekat namaz kılmanın müstehab
olduğuna delâlet eder.
3. Muhammed
b. Nasr ve başkaları da sağlam senedlerle Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî
Vakkâs, Übeyy b. Ka'b, Ebu'd-Derdâ, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve benzeri kişilerin bu
namaza devam ettiklerine dâir haberler nakletmişlerdir.
Mâlikî ulemâsından İbn
el-Arabî'nin; "Bu namazın kılınıp kılınmaya-cağı konusunda sahabe-i kiram
ihtilâf etmiş ve daha sonra gelen nesiller de bu namazı kılmamışlardır."
sözü Muhammed b. Nasr'ın "sahabe ve tabiînden bir cemaatin bize haber
verdiklerine göre sahabe-i kiram akşam namazından önce bu namazı kılmaya devam
ederlerdi" rivâyetiyle reddedilmiştir. Ayrıca "sahabe-i kiramın bu
namaza devam ettiği"muhtelif senetlerle Ab-durrahman b. Ebî Leylâ,
Abdullah b. Büreyde, Yahya b. Akîl, el-A'rac, Âmir b. Abdillah b. ez-Zübeyr
gibi kimselerden rivayet edilmiştir.
4. Akşam
namazından önce iki rekat namaz kılınacağını ifâde eden deliller akşam
namazının acele olarak kılınmasını emreden 418 numaralı hadisi ve benzerlerini
tahsis etmektedir.
5. Bu
namazın neshedildiğini ifâde eden Hayyân hadisi şazdır. Çünkü Abdullah b.
Büreyde'nin ashabından olan güvenilir hafızlara ters düşmektedir. Ayrıca
Hayyân adalet yönünden tenkîd edilmiştir.
6. Sahabe-i
kiram bu namaza devam ederlerdi.[163]
1282.
...Enes b. Mâlik (r.a.)'den; demiştir ki:
Ben Resûlullah (s.a.)
zamanında akşamdan önce iki rekat namaz kılardım. (Râvi Muhtar) dedi ki:
Enes'e; (Pekiyi)
"Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem (bu namazı kılarken) sizi görmedi
mi? diye sordum. O:
Evet bizi gördü, fakat
(bunları) bize ne emretti ne de yasakladı, cevabım verdi.[164]
Bu hadis-i şerif
"akşam namazından önce iki rekatük nafile
namaz kılmak müstehabdr" diyenlerin delilidir. Çünkü Resul-i Ekrem
(s.a.)'in gördüğü bir fiili yasaklamayışı onu tasvib ettiğini ifâde eder. Bu
hadisle ilgili olarak bir önceki hadisin şerhinde gerekli açıklama yapıldığından
burada tekrara lüzum görmüyoruz.[165]
1283.
...Abdullah b. Muğaffel (r.a.) demiştir ki:Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Her iki ezan arasında
namaz vardır, dileyen için her iki ezan arasında namaz vardır."[166]
Hattâbî'nin beyânına
göre metinde geçen iki ezandan birisi ezan diğeri de kaamettir. Arablar dile
kolay geldiği için iki ayrı ismi tağlib yoluyla tesniye sîgasiyle ifâde ederler,
su ve hurma için "es-vedeyn = iki kara" demeleri gibi. Halbuki
bunların ikisi de kara değildir. Ebû Bekr ve Ömer (r.a.) için, "Ümerân =
îki Ömer", güneş ve ay için "ka-mereyn - iki ay" demeleri de
böyledir. Tağlîb şöyle yapılır: Aralarında benzerlik bulunan iki varlıktan
birinin herhangi.bir sıfatı veya ismi alınır ve tesniye kalıbına sokularak her
ikisi için de kullanılır.
Metinde geçen
"ezâsteyn = iki ezan" kelimesinde ezan kelimesinin hakiki mânâsında
kullanılmış olması da mümkündür. Çünkü ezan kelimesi sözlükte ilân etmek
anlamına gelir. Nitekim Allah Tealâ ve tekaddes Kur'an-ı Kerim'inde şöyle
buyuruyor: "Allah ve
Resulünden insanlara bîr i’lamdır.[167]
Allah Teâla ve
tekaddes hazretleri bu âyet-i kerimede ezan kelimesini i'lâm mânâsında
kullanmıştır. Gerçekte ezan namaz vaktinin girdiğini ilân etmektir. Kaamet ise,
namazın bilfiil başlamakta olduğunu ilân etmektir. Do-layısıyle mânâ olarak iki
kelime arasında büyük fark yoktur. Bu sebeple "eza-neyn - iki ezan"
kelimesini "iki ilân" anlamında kullanarak ezan ve kaameti kast
etmekte bir sakınca yoktur.
Metinde geçen namaz
kelimesi nafile namaz anlamında kullanılmıştır. Çünkü farz namazı kılmak
herkesin isteğine bırakılmamıştır. Herkes kılmakla mükelleftir. Hadiste geçen
"dileyen için" kaydı, bu namazdan maksadın nafile namaz olduğunu
gösterdiği gibi, namaz kelimesinin nekre olarak gelmiş olması da ezan ile
kaamet arasında belli bir nafilenin değil, bütün nafilelerin kılınabileceğine
işaret etmektedir.
"İki ezan
arasında namaz vardır" cümlesi, emir anlamında kullanılmış ihbârî
cümledir) te'kid maksadıyla tekrar edilmiştir. "Ezanla ikâmet arasında
nafile namaz kılınız" anlamına gelmektedir.
Akşam namazından önce
iki rekat namazın kılınıp kılınamayacağı konusu ise, ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Biz ulemânın bu babtaki görüşlerini 1281 numaralı hadisin
şerhinde nakletmiş bulunmaktayız.
Îbnu'l-Cevzî'ye göre
bu hadisten maksad, namaz için okunan ezanın o namazdan başka bir fi ile engel
olmadığını ve ezanla kaamet arasında herhangi bir nafile kılmakta bir sakınca
bulunmadığını beyândır.[168]
1. Ezan İIe
kaamet arasında namaz kılmak caizdir. Zaten ezan ile kaameti birbirine
vasletmek mekruhtur. Çünkü ezandan maksat cemaate namaz vaktinin girdiğini
bildirmektir. Ta ki temizliğim yaparak mescide gelsinler. Halbuki ezanın
arkasından hemen kaameti ona eklemek sureti ile kılınan namazda bu fırsat
elden gider.
2. Hanefiyye
ulemâsı ezanla kaametin araları ne miktar ayrılacağı meselesinde ihtilâf
etmişlerdir. Timurtâşî'nin beyânına göre, müezzin iki yahut dört rekat namaz
kılacak kadar yahut sofraya oturan kimse yeyip içmesinden fariğ olacak kadar
oturur. Bazıları "müezzin on âyet okuyacak kadar oturur, sonra tesvib
yaparak ikamet getirir" demişlerdir.
"Tahavî"
şerhinde, "ezanla ikâmet arası iki rekat namaz kılacak ve her rekatte on
âyet okuyacak kadar ayrılır. Müezzin cemaati bekler. Acele kılmak isteyen
zayıflar için ikaamet getirir. Mahallenin reisini ve büyüğünü beklemez. Bu her
namazda böyledir. Yalnız îmam-ı A'zam'a göre akşam namazında beklemek yoktur.
Çünkü akşam namazım geciktirmek mekruhtur. Binaenaleyh ezanla ikaamet arasım
ayıran en az bir fasıla -ki ayakta bir an sükût etmektir- ile iktifa olunur.
Sonra Müezzin ikâmet getirir. Bu kısa sükût dahi (üç kısa âyet yahut bir uzun
âyet okuyacak kadar) diye tahdid etmişlerdir" deniliyor.
Sükûtun üç adım atacak
kadar olduğu dahi rivayet edilmiştir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed'e göre
ezanla ikaamet arası cuma günü hatibin iki hutbe arasında oturduğu kadar hafif
bir celse ile ayrılır.
3. İmam
Şafiî'ye göre akşam ezanı ile kaameti arasında azıcık oturmak veya sükût etmek,
yahut bunlara benzer bir şey yapmak müstchabtır. Hane-fîler'den
"el-Hidâye" sahibinin İmam Şafiî'den naklettiğine göre şâir namazlarda
olduğu gibi akşam namazında dahi ezanla ikaametin arasını iki rekat nafile
namaz ile ayırmak müstehabdır. Fakat Aynî bu iddianın söz götürdüğünü
bildirmiştir.
4. İmam
Ahmed b. Hanbel ile îshâk'a göre diğer namazlarda olduğu gibi akşam namazında
iki rekat nafile kılınarak ezanla ikaametin arası ayrılır. Delilleri bajbımız
hadisidir.[169]
1284.
...Tavus'dan nakledildiğine göre; İbn Ömer'e akşamdan önce kılınan iki rekat
(namaz) sorulunca o, (şöyle) cevab vermiştir:
Ben Resûlullah (s.a.)
zamanında ne bu iki rekatı kılan bir kimse, ne de ikindiden sonra iki rekat(hk
bir namaz) kılmaya izin verilen bir kimse gördüm.[170]
Ebü Dâvûd dedi ki: Ben
Yahya b. Maîn 'i; "Ofnun ismi) Şuayb'dır. (îbn Şu'ayb değil)" derken
işittim. Şu'be, O'nun isminde yanılmıştır.[171]
Bu hadisten Hz. İbn Ömer'in
Hz. Âişe gibi ikindiden sonra iki rekat
nafile namaz kılmanın cevazına inandığı, bazı hadislerde görülen ikindiden
sonra namaz kılma yasağının ise, kasıtlı olarak güneşin batmasına kadar bile
bile geciktirmekle ilgili olduğu görüşünü taşıdığı, fakat akşam namazından
önce iki rekat namaz kılmayı caiz görmediği anlaşılmaktadır. Bu hadis,
"akşamdan önce iki rekat namaz kılmak mekruhtur'* diyen kimselerin
delilidir. Her ne kadar Buhârî ve Müslim'de bu hadise muarız hadis-i şerifler[172]
varsa da sahabenin ileri gelenlerinin uygulamalarına muvafık düştüğü için bu
İbn Ömer hadisi, Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiği hadislere tercih edilecek
niteliktedir.[173] Çünkü Ebû Bekr, Ömer
(r.a.) gibi sahâbe-i kirâm'ın tatbikatı İbn Ömer hadisini te'yid etmektedir.
Hanefî ulemâsından İbn Nüceym ise, el-Bahru'r-Raik isimli eserinde; "İbn
Ömer hadisi akşam namazından önce iki rekat namaz kılmanın mendûb olduğuna
değil, mekruh olduğuna delildir" demiştir.
Musannif Ebü Davud'un
metnin sonuna ilâve ettiği talikten maksadı, hadisin râvilerinden Şu'be'nin, bu
hadisi aldığı Şu'ayb'ın ismini yanlış olarak "Ebû Şu'ayb" olarak
naklettiğine, binaenaleyh bu ismin aslının Şu'ayb olduğuna dikkati çekmektir.[174]
1285. ...Hbu
Zerr[175]
(r.a.)'ın rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Âdem oğlu her
bir mafsalı (eklemi) karşılığında bir sadaka (borcu) olarak sabahlar.
Karşılaştığı kimseye selâm vermesi bir sadakadır. İyiliğe çağırması bir
sadakadır. Kötülükten sakındırması bir sadakadır. Eziyet veren bir engeli
yoldan kaldırması bir sadakadır. (Kişinin) ailesine yaklaşması (da) bir
sadakadır. Kuşluk vakti kılınan iki rekat namaz ise, bütün bu borçlar için
yeterlidir."
Abbâd'ın hadisi (daha)
teferruatlıdır.
Müsedded (ise)
rivayetinde (iyiliğe) çağırmayı ve (kötülükten) sakındırmayı zikr etmemiş
(fakat) "şöyle şöyle söyledi" (kelimelerini) ilâve etmiştir.
İbn MenVde rivayetinde
(şunları) eklemiştir: "Ey Allah'ın Resûlü, birimizin (üleşine yaklaşarak)
şehvetini dindirmesi de kendisi için sadaka olur mu?" diye sordular da:
"Onu helâlinin dışında dindirse, günahkâr olmayacak mıdır?" buyurdu.[176]
Sülâmâ kelimesi,
"sülâmiye" kelimesinin çoğuludur. Parmak kemiği veya eklemi demektir.
"Sülâmiyât" şeklinde cem'lendiği zaman, parmakların eklemleri
arasındaki kısımları ifâde ederse de, zamanla bu kelime bedenin bütün kemikleri
ve eklemleri için kullanılır olmuştur. Burada da bu kelimeyi'- bütün eklemler
ve kemikler kasd edilmiştir.
Sadaka iyilik ve
gerçeklik gibi mânâlar taşır. Allah yolunda yapılan harcamaları ifâde eder.
Sadaka vermeye "tasadduk" denir. Aslında sadaka çok geniş kapsamlı
bir terimdir. Özellikle fakirlere yardım anlamında kullanıldığı gibi şu
manalarda da kullanılmıştır:
1. Kişinin
(kendisi ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için harcama yapması,[177]
2. İyiliği emretmek
kötalükfvn vazgeçirmek;[178]
3. Sokakta
gelen geçenlere ezâ veren birşeyi kaldırıp kenara koymak,[179]
4. Selâm
vermek,[180]
5. Hz.
Peygamber'in geride bıraktığı şey,[181]
6. Zayıflara
yardım.etmek,[182]
7. Yumuşak
ve tatlı bir söz söylemek[183]
8. Ekilen ekin
ve dikilen ağaçtan canlıların istifâde etmesi,[184]
9. Her türlü
iyilik...[185]
Görülüyor ki sadaka
sadece fakirlere verilen mal veya para değildir. Fertlere ve cemiyete yarar
sağlavan her faydalı söz, davranış ve iş bir nevi sadakadır. Hadis-i şerifte
bu gerçeğe işaret edilerek maddî imkânlarıyla sadaka vermekten âciz kalan fakir
kimselerin de tasadduk imkânlarının bulunduğu ifâde edilmekte ve onlara da
sadaka yollan gösterilmektedir. Ayrıca hadiste her gün Allah'ın nimetlerini göz
önünde bulundurmak her gün bu nimetlerin şükrünü edâ için hâlis niyetlerle
çalışmak üzerinde duruluyor.
Sayıya hesaba gelmez
nimetlerden bahsedilirken insan vücudundaki eklem ve kemiklerin birbiriyle
bağlandığı yerler söz konusu ediliyor. Bu eklemler, insanın hareket
kabiliyetini te'min eder. Bunlar vasıtasıyla insan pek çok hareketi rahatlıkla
yapar.
Kemikler olmasa insan
bir et yığını hâlini alır. Vücudda az miktarda bir kireçlenme olması bile
insanı doktordan doktora koşturduğu düşünülürse, kemiklerin ve eklemlerin
maddi ölçülere sığmayan değeri karşısında şükür borcunu yerine getirmenin
lüzum ve ehemiyyeti kolayca anlaşılır.
İşte bu nimetlerin
borcu, hadiste örnekleri verilen ve sadakanın kapsamına giren iyilikleri
yapmakla Ödenebilir. Esasen hadis-i şerifte "sadaka" olarak isimlendirilen
işlerin günlük hayatımızın ayrılmaz birer parçası olduğu da muhakkaktır. Ancak
bunları Allah rızası uğrunda yapmak hem nimetin şükrü, hem de sevab getirecek
birer sadaka olur.
Yoldan eziyet veren şeylerin
kaldırılması, bir taşın, bir dikenin, bir cam parçasının kaldırılmasından,
yolların süpürülüp temizlenmesinden başlayarak, en geniş manâsıyla mükemmel
bir trafik düzeninin yerleştirilmesine kadar, geniş bir kapsama sahiptir.
Efendimiz bu konuya ehemmiyet vermiş,, müslümana eziyyet veren herşeyi yoldan
temizleyip gidermeyi, imanın şubelerinden biri olarak takdim etmiştir. Ayrıca
hadis-i şerifte selâm vermek de iyiliğe çağırıp kötülükten sakındırmakta ve
kendini zinadan korumak maksadıyla ailesine yaklaşarak şehvetini dindirmekte
sadaka sevabı bulunduğuna dikkat çekildiği gibi, kuşluk namazındaki fazilet ve
sevabın bu fillerin hepsinin fazileti ve sevabına denk olduğu da ifâde
ediliyor. Çünkü namaz bütün vücudun iştirakiyle kılındığı için bütün organlarla
birlikte eklemler de Allah'a olan borcunu ödemiş olur. Aynı zamanda namaz bütün
iyilikleri içine alır. Çünkü namaz kılan kimse nefsini iyiliğe ve hayra
çağırmış olduğu gibi, kötülüklerden de sakındırmış olur. Çünkü namaz bütün
kötülüklerden uzaklaşarak ilâhî huzura gelmenin ve bu şuura ermenin bir
ifadesidir. Nitekim Allah Teâla Kur'an-ı Kerim'inde " = Gerçekten namaz
bütün kötü işlerden alıkoyar"[186]
buyurmaktadır.
Bu ifâdelerle kuşluk
namazının faziletinin ve mevki'inin derecesi veciz bir şekilde açıklanmıştır.
Görülüyor ki bu hadis-i şerifi musannif Ebû Dâ-vûd iki ayrı şeyhden
nakletmiştir. Bunlardan birisi Ahmed b. Menî\ diğeri de Müsedded'dir. Ve
musannif metnin sonuna ilâve ettiği tâ'lik ile Müsedded'den gelen rivayetin
daha ayrıntılı olduğunu ifâde ederek bu iki rivayet arasındaki farkları kısaca
belirtmek istemiştir.[187]
1. İnsan
oğlunun üzerinde, vücudundaki kemiklerin ve eklemlerin karşılığında hergün bir
sadaka borcu vardır.
2. Selâm
vermekte sadaka sevabı vardır.
3. İyiliğe çağırıp
kötülükten sakındırmakta sadaka sevabı vardır.
4. Müslümâna
eziyet veren engelleri yollardan kaldırmak sadakadır.
5. İnsanın
kendisini zinadan korumak maksadıyla ailesine yaklaşması da sadakadır.
6. İki
rekatlık kuşluk namazındaki sevab yukarıdaki maddelerde geçen sadakaların
tümünün sevabına denktir.
Kuşluk namazdım hükmü
üzerinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Şafiî ve Hanefî uleması, bu hadîs-i şerife
ve benzerlerine bakarak kuşluk namazı kılmanın müstehab olduğunu
söylemişlerdir. İbnu'l-Kayyim, Zâdü'1-Meâd isimli eserinde bu konuda altı ayrı
görüş zikretmiştir:
1.
Sünnettir,
2. Müslümanlara
bir fethin müyesser olması gibi bir sebebe bağlı olarak kılınabilir. Ümmü Hani
(r.anhâ)'nın Feth Günü kuşluk namazı kılması gibi,
3.
Kesinlikle müstehab değildir,
4. Bazan
kılmak bazan da kılmamak müstehabtır,
5. Devamlı
olarak evde kılmak müstehabtır,
6.
Bid'attir.
Hanefî fıkıh
kitaplarından ed-Dürrii'1-Muhtar'da bu namazın kuşluk vaktinden itibaren zeval
vaktine kadar en az dört rekat olarak kılınmasının mendûb olduğu beyân
edilmektedir.[188]
1286.
...Ebu'l-Esved ed-Dieliy'den; dedi ki:
Biz (bir gün) Ebû Zer
(r.a.)'in yanında bulunduğumuz bir sırada dedi ki:
Her biriniz hergün her
bir eklemi karşılığında bir sadaka (borcu) bulunarak sabahlar. (Kıldığı) her
namaz kendi için bir sadakadır. (Tuttuğu) her oruç bir sadakadır. (Yaptığı) her
hac bir sadakadır. Her tesbîh bir sadakadır, her tekbir sadakadır. Resûlullah
(s.a.) bu salih amellerden bâzılarını (veya hepsini) saydı. Sonra da:
"Bunların yerine
iki rekattık kuşluk namazı biriniz için yeterlidir" buyurdu.[189]
Bu hadisin birinci
cümlesine iki şekilde mana vermek mümkündür:
1. Sadaka
kelimesini fiilinin ismi kabul ederek mânâ verilebilir ki, o takdirde mana şöyle
olur: “ = Her eklem üzerine bir sadaka borcu vardır."
2. kelimesi,
fiilinin ismi "min" harfi cerri de zâid zarfı haber,
"sadaka" kelimesi ise, zarfın faili kabul edilebilir. Buna göre
cümlenin aslı şöyledir: (sizden)
biriniz her mafsalına bir sadaka borcu bulunarak sabahlar." Biz tercümede
bu ikinci mânâyı tercih ettik.
Tesbîh
"sübhanallah" demektir. Tahmid "elhamdülillâh" demektir.
Hadis-i şerifte herkesin kendi imkânlarına göre dereceler elde edebileceği anlatılmaktadır.
Allah'a iyi bir kul olabilmek için mutlaka zengin, yahut mutlaka fakîr olmak
gerekmez. Kadın veya erkek sıhhatli veya hasta, âmir veya me'mur hangi
tabakadan olursa olsun, her insan bulunduğu duruma göre Hak Teâlâ'ya iyi bir
kul olabilir. Ancak, bunun için, insanın bulunduğu durumu iyi tâyin etmesi;
elinde bulunan imkânlarını iyi ölçer, iyi kullanırsa, bunlarla kendini
kurtarması, küçümsenmeyecek dereceler elde etmesi zor değildir. Bütün âyet ve
hadislerin gösterdiği hakikatlerden biri budur. Nitekim
Efendimiz'in bir
hadis-i şerifi şu mealdedir: "Mü'minin işine teaccüb edilir. Zira işinin
hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız mü'ininde bulunur. Çünkü
sevinirse şükreder, bu onun için hayırlıdır. Başına belâ gelirse, sabr eder, bu
da onun için hayırlıdır."[190]
Sıhhatli bir insanın
güç ve kuvvetiyle yapabileceği pek çok iyilikler vardır. Fakat hastalığın
inlettiği bir insanın da bazan nafile ibâdetlerle ulaşılmayacak dereceler elde
edebileceği, sabrederse günâhlarının döküleceği inkâr edilemez. Mealini
vereceğimiz hadis-i şerîf bu konuyu pek güzel bir şekilde aydınlatmaktadır:
"Atâ b. Ebî
Rebah'dan rivayet edildiğine göre İbn Abbâs (r.a.) bana:
Cennet ehlinden bir
kadını sana göstereyim mi? dedi. Ben:
Evet, dedim.
İşte şu siyah kadındır
ki, bu kadın Peygamber Efendimize geldi ve;
Sar'am tutuyor ve
tenim açılıyor. Benim için Allah'a dua ediniz. Peygamber (s.a.):
İstersen sabret,
cennet senin içindir. İstersen iyileşmen için dua edeyim'* buyurdu.
O halde sabrediyorum.
Lâkin vücudum açılıyor. Açılmamakhğım için dua et, dedi. Peygamber (s.a.) de
ona dua etti."[191]
Evinin geçimini
te'rm'n için helâlinden kazanma yolunu tutan bir erkekle, yuvasına bağlı,
çocuklarını iyi bir müslüman olarak yetiştirme çabasında olan bir kadın ayrı
ayrı yollardan Allah'a kul olma varısmdadır. Âmir olan adaletle, me'mur olan
itaatle aynı deıcceiere ulaşabilir.
Ancak insanlar çoğu
zaman kendilerinin yapabileceğinden çok, başkalarının yapamadıklarını dile
getirmeğe heveslidir. Kendi vazifelerinden başka her görevi büyük bir
ehliyetle yapmağa kendilerini namzed görenler;
Elimdeki imkânlarla ne
gibi neticeler alabilirim?., diye araştırsalar ihtimâl ki daha iyi sonuçlar
elde ederlerdi.
Efendimiz bu hadis-i
şeriflerinde, maddi imkânlara sahip olmadan da hayır yapmanın ve servetsiz
sadaka vermenin yollarını göstermiştir. Bu hadis-i şerifin Buhârî'deki metni
şöyledir: "Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: Fakirler dediler ki:
Ya Resûlallah, servet
sahibleri dereceler elde ettiler, ebedî nimetlere kavuştular. Efendimiz sordu:
"Nasıl oldu
bu?" Biri dedi ki:
Bizim kıldığımız gibi
namaz kıldılar. Cihâtî ettiğimiz gibi cihâd ettiler. Mallarının fazlasıyla
Allah yolunda iyilikler yaptılar, harcadılar. Bizim mallarımız yok ki, biz de
böyle yapalım.
"Size, sizden
evvelkilere yetişeceğiniz, sizden sonra gelenleri geçeceğiniz bir amel haber
vereyim mi? Sizin bu yaptığınızı yapmadıkça hiç kimse sizin ulaşacağınız
dereceye ulaşamayacaktır. Her namazın sonunda on defa sübhanallah, on defa
elhamdülillah, on defa da Allahu ekber dersiniz."[192]
Hadis-i şerifin bir başka rivayetinde bir kısım tafsilat daha vardır: "Hz.
Ebû Hüreyre anlatıyor: Bir gün muhacirlerin fakirleri, Resul-i Ekrem'e gelip
dediler ki:
Ya Resülallah, servet
sahipleri, yüksek dereceleri, ebedi nimetleri kazanıp gittiler. Onlar bizim
gibi namaz kılarlar, bizim gibi oruç tutarlar, hem de onların fazla malları
var, o sayede hac ve umre yapıyorlar, mücâhede ediyor, sadaka veriyorlar.
(Onlar servet bakımından ecir ve sevaba nâüiyyet hususunda bizden üstündürler.
Malî durumumuz müsait olmadığından biz bunları yapamıyoruz, diye sızlandılar.)
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.):
"Size birşey
öğreteyim mi? Bu sayede sizi geçmiş olanlara yetişir, sizden sonrakileri de
geçersiniz. Sizin yaptıklarınızı yapmadıkça hiç kimse sizden efdal olamaz.
Meğer ki onların arasında size tevcih ettiğim amelin mislini yapan biri
bulunsun" buyurdu.
Evet ya Rasulallah,
dediler. Peygamber Efendimiz:
"Her namaz
arkasında, otuz üçer defa sübhanallah, elhamdülillah, Allahü ekber deyiniz,
buyurdu..
Müslim'in rivayetinde
şu fıkra ziyâde edilmiştir:
Aradan bir müddet
geçtikten sonra muhacirin fakirleri tekrar Resûl-i Ekrem'e müracaat edip:
Ya Resülallah,
kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı haber almışlar. Onlar da bizim gibi bu
teşbih ve tehlîli yapmağa çalışıyorlar, dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz:
"Artık bu
Allah'ın bir fazl ve keremidir, onu dilediğine ihsan eder" buyurdular.
"[193]
İmam Müslim'in bir
başka rivayeti şöyledir:
''Bir kimse her
namazın arkasında otuz üç defa sübhânallah ,otuz üç defa elhamdülillah, otuz üç
defa Allahu ekber der ve yüz adedini de "lâ ilahe illallahü vahdehû lâ
şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve nüve alâ külli şey'in kadîr"
diyerek tamamlarsa, onun günâhları deniz köpüğü kadar çok olsa bile, Allah aff
ve mağfiret eder, buyurdu.[194]
Konumuzu teşkil eden
Ebû Dâvûd hadisinin metnindeki el-A'malu's-sâliha kelimesinin başında bulunan
min harf-i cerrinin zâid olması mümkün olduğu gibi "teb'îziyye"
olması da mümkündür.
"Zâid"
olduğu kabul edilirse, hadiste zikredilen ve her birine sadaka sevabı verileceği
bildirilen, namaz, oruç gibi amel-i salihaya delâlet eden sözlerin hepsi
Resul-i Ekrem (s.a.)'e ait olur.
Teb'îziyye olduğu
kabul edilirse, bu sözlerin bir kısmının Resûl-i Ekrem (s.a.)'e diğer bir
kısmının da Ebû Zer (r.a.)'e ait olduğu anlaşılır. Hadiste iki rekatlık kuşluk
namazı sevabının bütün bu sâlih amellerin sevabına denk olduğu ve iki rekathk
kuşluk namazı kılmakla insan vücudunda bulunan bütün kemik ve eklemlerin her
gün İçin üzerlerine borç olan sadaka mükellefiyetinden kurtulacakları ifâde
edilmekle, kuşlak namazının faziletine de işaret edilmiştir.[195]
1287. ...Sehl
b. Mu'âz b. Enes el-Cühenî, babası Muaz b. Enes'-den naklen Resûlullah
(s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim sabah
namazından çıktıktan sonra iki rekat kuşluk namazını kılınca} a kadar namaz
kıldığı yerde oturur ve hayırdan başka bir şey söylemezse o kimsenin günahları
affolunur. İsterse denizin köpüğünden çok olsunlar."[196]
Bu hadis-i şerifte
sabah namazım kıldıktan sonra gerek mescidde ve gerekse evde namaz kıldığı yeri
terk etmeden ve hayırdan başka bir söz söylemeden kuşluk namazını kılıncaya
kadar bekleyen bir kimsenin -kul hakkı müstesna ve şirk gibileri müstesna-
bütün günahlarının affedileceği ifade edilmektedir.
Metinde geçen
"sabah namazından çıkmak" sözüyle "selam vererek namazdan
çıkmak" manası kasdedilmiştir.
"Hayırdan başka
söz söylememek"'sözüyle de, hayır olan ve ecri ve sevabı olan duâ etmek,
Kur'an ve tefsir okumak gibi zikir ve sözlerin zarar vermeyeceği gibi, ecir ve
sevabı olan hayırlı işlerin de zarar vermeyeceği ifade edilmek istenmiştir.
Bu hadis-i şerif,
senedinde Zebbân b. Fâid ve Sehl b. Mu'âz bulunduğu için zayıftır. Çünkü bu iki
râvi hadis âlimleri tarafından tenkîd edilmişlerdir. Bununla beraber bu
hadisle amel etmek caizdir.[197]
Çünkü bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'in ve sünnetin genel esaslarına ters
düşmeyen ve râvisi yalancılıkla, çok hata yapmakla itham edilmeyen zayıf
hadislerle akâid ve ahkâm konularının dışında amel etmek caizdir.[198]
1. Sabah
namazından sonra namaz kılınan yerden ayrılmadan zikir ve fıkır gibi hayırlı
amellerle kuşluk vaktine kadar bekleyip sonra da kuşluk namazı kılmanın sevabı
çok büyüktür.
2. Allah'ın
affı ve rahmeti çok geniştir.[199]
1288. ...Ebû
Ümâme[200](r.a.)'den rivayet
edildiğine göre: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Aralarında
lüzumsuz bir şey bulunmadan bir namazın arkasında kılınan namaz İlliyyûn'da
yazılır.”[201]
Aralarında lüzumsuz
bir söz söylemeden veya lüzumsuz bir davranışta bulunmadan bir nafileden veya bir
farzdan sonra kılınan farz veya nafile bir namaz mutlaka "İHiyyûn"
denilen yerde kayd edilir ve bu namazın sevabı sahibine verilmek üzere muhafaza
edilir. Bu namazın gece veya gündüz kılınmış olması arasında bir fark da
yoktur. Melâike-i kiram kılınan bu namazı "İHiyyûn" deriilen makama
iletirler ve kayd ederler. "İliyyûn" kelimesi hakkında müfessirlerin
çeşitli görüşleri vardır:
Bazıları,
"İliyyûıT'dan maksad "yedinci semâdır" derken bazıları da Arş'ın
sağ ayağıdır, demişlerdir. Sidretü'l-Müntehâ olduğunu söyleyenler de vardır.
Zeccâc'a göre "mekânların en yükseğidir." "Allah Teâla'nm azamet
ve ulviyetle donattığı yüksek mertebeler" olduğunu söyleyenler de vardır.
Bazıları da "meleklerin ve insanların hayırlı amellerinin yazıldığı
divandır," demişlerdir ki, Kur'an-ı Kerim'in zahirine de bu mânâ muvafık
düşmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bu kelime şöyle açıklanmaktadır:
"Bildin mi iHiyynn nedir? Yazılmış bir kitabtır."[202]
1. İnsanların
hayırlı işleri ıllıyyun demlen,mukarrab Meleklerin hazır bulunduğu bir divanda
tescil edilerek muhafaza edilir.
2. İki namaz
arasında konuşmamalı, namaza ters düşen lüzumsuz davranışlardan sakınmalıdır.
Nitekim kıymetli âlimlerimizden M. Zihnî Efendi bu konuda şunları söylemiştir:
"Farz ile sünnet arasında konuşmak -ilk sünnet veya son sünnet olsun-
sünneti düşürrnez yani tekrarım gerektirmez, fakat sevabını düşürür. Diğer bir
görüşe göre sünneti düşürür ve tekrarını gerektirir. Tahrime'ye aykırı olan
her amel de konuşmak hükmündedir."[203]
1289.
...Nu'aym b. Hemmâr (r.a.)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.)'i şöyle
buyururken dinledim:
"Aziz ve celîl
olan Allah; "Ey Ademoğlu, sen gündüzün başlangıcında benden dört rekat
(namaz)i esirgeme ki, ben de (gündüzün) sonunda senin ihtiyacına cevab
vereyim" buyurur."[204]
Metinde geçen sözü aslında "fevt etme,
geçirme" manalarına gelir. Bu
kelime Tirmizî'nin metninde " = kıl" şeklinde geçmektedir.
Musannif Ebû Dâvûd ile
İmam Tirmizî'ye göre burada söz konusu edilen dört rekat namazdan maksat,
kuşluk namazıdır. Bu namazın kuşluk namazı olduğunu kabul ettikleri için bu
hadisi kuşluk namazı babında zikir etmişlerdir. Halk da günümüze kadar bu
anlayışla amel edegelmişlerdir. Bu dört rekat namazdan maksadın sabah namazının
sünneti ile farzı olduğunu söyleyenler de vardır. Gerçekten de gündüzün
başlangıcı sabah namazı olduğuna göre bu mânâ hadisin zahirî ve hakikî
manasına daha uygun düşmektedir. O takdirde hadisin manâsı: "Her kim
sabah namazım cemaatle kılarsa, o kimse Allah'ın zimmeti (kefaleti, te'minatı
ve emniyeti) altındadır"[205]
hadisiyle bütünleşmektedir.
Bu konuda Taberânî şu
hadisi rivayet etmiştir: "Kim sabah namazının farzını ve iki rekatlık
sünnetini kılacak olursa, o kimse Allah'ın zimmetindedir ve Allah ona
kâfidir."
Söz konusu namazın
kuşluk namazının mı, yoksa sabah namazının iki rekatlık sünnetiyle farzı mı
olduğu hususundaki ihtilâf "gündüz, fecrin doğusuyla mı, yoksa güneşin
doğusuyla mı başlar?" meselesinden kaynaklanmaktadır. Gündüzün, fecrin
doğusuyla başladığı kabul edilse bile, yine de metindeki "dört rekat
namaz" kelimesiyle kuşluk namazı kast edilmiş olabilir. Çünkü yine de
kuşluk vakti gündüzün başlangıcı sayılır.
Esasen gündüz (nehâr)
iki kısımdır; biri: "Nehâr-i şeri'dir ki, "fecr-i sâdıktan güneşin
batmasına kadar olan zamandır." Diğeri de "Nehar-i ör-fF'dir ki,
"güneşin doğuşundan batışına kadar olan zamandır.
Kuşluk namazının
vakti, bilindiği gibi güneş bulunduğumuz nokta ile beş derecelik bir açı teşkil
edecek kadar ufuktan yükselince girmiş olur. Güneşin bu derecede yükselmesi
bizim memleketimizde 40-50 dakika sürer.
Netice olarak hadis-i
şerifin manası şudur: "Ey Âdem oğlu, sen gündüzün başında benim için dört
rekat namazı geçirme, ben de gündüzün geri kalan kısmında sana kefil olayım, o
günün şerrinden, gamından, kederinden, belâsından, günâhından seni koruyayım
ve o gün işleyeceğin günahlarını affedeyim." Tîbî'ye göre ise, "O
gün bütün işlerinde ve ihtiyaçlarında senin yanında olayım, kılacağın bu dört
rekattık namazdan sonra seni rahatsız edecek bütün işlerden seni
koruyayım" demektir.
Hadisin kudsî hadis
olduğu aşikârdır.[206]
1290.
...Ümmû Hânî[207] bint Ebi Talib
(r.anha)'dan nakledildiğine göre; Resûlullah (s.a.) Fetih Günü her iki rekatta
bir selâm vererek sekiz rekat kuşluk namazı kılmıştır.
(Ebû Davud'un diğer
şeyhi) Ahmed b. Salih (de); "Resûlullah (s.a.) Fetih Günü kuşluk namazı
kıldı." dedi. Ve (sonra yukarıdaki Ahmed b. Ömer hadisinin) aynısını
nakletti. (Diğer şeyhi) tbnu's-Serh de Ümmü Hânî(nin); "Resûlullah (s.a.)
yanıma geldi" dedi(ğini) nakletti. (Fakat) kuşluk namazı kıldı(ğını)
nakletmedi. (Hadisin devamını da thn Salih hadisinin) mânâsına uygun olarak
nakletti.[208]
Mekke, hicretin sekizinci
(milâdî 630) senesinin Ramazan ayında feth edilmiştir.Bu hadis Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in Mekke'nin fethi günü kıldığı namazın kuşluk namazı olmadığını iddia
edenlerin aleyhinde bir delildir. Nitekim İbn Abdi'l-berr'in
"et-Temhîd" isimli eserinde rivayet ettiği şu hadiste bu hadisi
takviye etmektedir: "Peygamber (s.a.) Mekke'ye gelince sekiz rekatlık bîr
namaz kıldı. Kendisine "Bu namazın hangi namaz olduğu "nu sorduğumda
bana "kuşluk namazıdır" diye cevab verdi."(İbn Abdi'i-Berr bu
hadisi aynı zamanda kuşluk namazının en fazla sekiz rekat kılınabileceğine
delil getirmiştir.)[209]
Nevevfnin Müslim şerhindeki verdiği malûmata göre aralarında Kadı lyaz'ın da
bulunduğu bazı kimseler konumuzu tenkil eden Ebû Dâvûd hadisinin sadece
Peygamber (s.a.)'in kıldığı namazın vaktini gösterdiğini fakat hangi namaza
niyyet ettiğini göstermediğini iddia ederek, "Bu hadis kuşluk namazının
meşrûiyyetine delâlet etmez. Çünkü kuşluk vakti kılınan bu namaz Mekke'nin
fethi sebebiyle bir şükür nişanesi olarak da kılınmış olabilir"
demişlerdir. Ancak bazı ulemânın beyânına göre, bu görüş isabetsizdir. Çünkü
hadis-i şerifte "kuşluk namazı" açıkça zikredilmektedir. Kıymetli
fıkıh âlimlerimizden Ömer N. Bilmen bu mevzuda şöyle diyor: "Güneş doğup
bir miktar yükseldikten sonrra istiva vaktine kadar iki veya dört veya sekiz
veya on iki rekat namaz kılınır ki, bu mendubdur. Bu Resûl-i Ekrem Efendimizin
fiiliyle sabittir. Bunun sekiz rekat kılınması efdaldir. Bunun muhtar olan
vakti gündüzün dörtte biri geçtikten sonradır."[210]
1. Kuşluk
namazının her iki rekatta bir selâm vererek sekiz rekat olarak kılınması
mustehabtır.
2. Kuşluk
namazı kılmak için bir sebebin bulunması gerekmez.[211]
1291. ...İbn
Ebî Leylâ'dan; demiştir ki;
Ümmü Hanî (r.anhâ)'mn
-Peygamber (s.a.)'in Mekke'nin fethi günü kendisinin evinde gusledip sekiz
rekat namaz kıldığını nakletmesinin dışında - hiç bir kimse bize Peygamber
(s.a.)'in kuşluk namazı kıldığından bahsetmedi ve o' namazı bir daha kıldığını
gören de çıkmadı.[212]
Bu hadis-i Şerifi îbn
Ebî Şeybe, yine İbn Ebî Leylâ'dan fakat başka bir senedle; "Ben seleften
pek çok kişilerle karşılaştım fakat Peygamber (s.a.)'in kuşluk namazı kıldığım
bana Ümmü Hânı (r.an-hâ)'den başka haber veren olmadı" şeklinde rivayet
etmiştir. Müslim'in, Abdullah b. el-Hâris tarikiyle naklettiği rivayet ise
şöyledir: "İnsanlardan, Resûlullah (s.a.)'in kuşluk namazını kıldığını
bana haber verecek bir kimse bulabilmek için çok çalıştım ve soruşturdum. Ama
bunu rivayet edecek bir kimseyi (şimdilik) bulamadım. Yalnız Ebû Tâlib'in kızı
Ümmü Hânî bana şöyle haber verdi: "Resûlullah (s.a.) Mekke'nin Fethi
gününde güneş epeyce yükseldikten sonra (benim evime) geldi. Müteakiben bir
elbise getirerek üzerine örttüler de yıkandı. Sonra kalkarak sekiz rekat namaz
kıldı. Bu namazda kıyam mı daha uzundu yoksa rüku veya sücud mu (daha uzundu)
bilmiyorum. Bunların hepsini birbirine yakın yaptı. Bu namazı bundan önce ve
sonra bir daha kıldığını görmedim."[213]
Müslim'in bu hadisini nakleden Abdullah b. el-Hâris'in kendisi sahâbidir. îbn
Mâce'nin rivayetine göre Abdullah b. el-Hâris'in Resûl-i Ekrem (s.a.)'in kuşluk
namazını kılıp kılmadığına dâir araştırmasının Hz. Osman devrinde olduğu beyân
ediliyor.[214] Her ne kadar îbn Ebi
Leylâ ile Abdullah b. Haris (r.a.) Ümmü Hânî'den başka hiçbir kimsenin
kendilerine Hz. Peygamber'in kuşluk namazı kıldığından bahsetmediğini
söylüyorlarsa da onların bu sözleri Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bu namazı
kılmadığına ve ümmetine emr etmediğine delalet etmediği gibi Ümmü Hânî
(r.anhâ)'dan başka bir kimsenin bu konuda bir hadis rivayet etmediğine de
delâlet etmez. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.)'in kuşluk namazı kıldığına ve
ümmetine tavsiye ettiğine dâir rivayetler pek çoktur. Nitekim daha önce
tercümesini sunduğumuz hadisler bunlardan sadece birkaçıdır.
Metinde Resûlullah'ın
Ümmü Hânî'nin evinde gusledip sonra kuşluk namazı kıldığı ifâde edildiği halde,
Müslim'in ve Muvatta'ın rivayetinde Üramü Hanı (r.anha)'nın Resûlullah'ı
Mekke'nin en üst tarafında bulunan evinde yıkandıktan sonra kuşluk namazı
kılarken gördüğü ifâde edilmektedir.[215]
Bu rivayetlerin farklı
oluşu iki rivayet arasında bir çelişki bulunduğunu değil, hadisenin ayrı ayrı
yerlerde iki kere meydana geldiğini gösterir. Ayrıca metinde Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in sekiz rekat kuşluk namazı kıldığından bahsedildiği halde her iki
rekatın sonunda mı, yoksa her dört rekatın sonunda mı selâm verdiği
açıklanmamıştır. Ancak bir önceki hadis-i şerifte bu husus, "her iki
rekatta bir selam vererek sekiz rekat kuşluk namazı kıldı.” sözleriyle
açıklanmıştır. Taberânî'nin Abdullah b. Ebî Evfâ'dan naklettiği hadiste ise,
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Mekke'nin fethi günü Ümmü Hânî (r.anhâ)'nın yanında bu
namazı iki rekat olarak kıldığı ifade edilmektedir.[216] Bu
ifâdeye bakarak Taberânî'nin bu rivayeti ile konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd
hadisi arasında bir çelişki olduğu neticesi çıkarılamaz. Çünkü bu iki rivayet
Taberânî'nin naklettiği hadisi rivayet eden İbn Ebî Leylâ'nın söz konusu namazın
sadece iki rekatına şâhid olduğunu, mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin
rivayetinde ise Ümmü Hânî (r.anhâ)'nm bu namazın tümüne şahid olduğunu
gösterir.
Metinde geçen "Ve
o namazı bir daha kıldığını gören çıkmadı" sözü Abdurrahman b. Ebî
Leylâ'ya aittir. Abdurrahman b. Ebî Leylâ Resûl-i Ekrem (s.a.)'in kuşluk
namazı kıldığını gören kimselerle karşılaşmamış olabilir. Ama onun bu
kimselerle karşılaşmamış olması Resûl-i Zişan efendimizin Mekke'nin fethi
gününden sonra bir daha kuşluk namazı kılmadığına delâlet etmez. Çünkü Hz.
Peygamber’in kuşluk namazını hayatının sonuna kadar sürekli kıldığını gösteren
hadis-i şerifler sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan bazılarını nakletmekte
fayda görüyoruz:
1. Mu'âze
bint Adeviyye demiştir ki: Hz. Âişe'ye "Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem, kuşluk namazını kaç rekat kılardı?" diye sordum. "Dört rekat
kılardı. Allah Teâla ne kadar dilerse o kadar da ziyâde ederdi” diye cevab
verdi.[217]
2. Enes b.
Mâlik (r.a.) demiştir ki: Bir seferde Resülullah (s.a.)'in kuşluk namazını
sekiz rekat kıldığını gördüm.[218]
3. Ebû
Hureyre (r.a.)'de "dostum bana üç şey vasiyet etti. Ben bunları ölünceye kadar terk
etmem:
a. Her aydan
üç gün oruç tutmak.
b. Vitir
namazını kılarak uyumak.
c. Kuşluk
namazını kılmak."[219]
4. Bir kimse
kuşluk namazını on iki rekat olarak kılarsa Allah O'na cennette altından bir
köşk bina eder.[220]
Babımızın ihtiva
ettiği hadislerin dışında tercümelerini sunduğumuz bu hadis-i şerifler ve
benzerleri Peygamber Efendimizin kuşluk namazını Mekke'nin fethi gününden
sonra da kıldığını ve ümmetine de kılmalarını tavsiye ettiğini gösterir. Esasen
usulde müsbit ile nâfi karşılaşınca müsbitin nâfiye tercih edileceği tjllinen
bir kaidedir. Çünkü müsbit nâfîye kapalı olan bir bilgiyi ihtiva eder.[221]
1292.
...Abdullah b. Şakîk (r.a.)'den; demiştir ki:
Âişe'ye; Resülullah
(s.a.) kuşluk namazı kılar mıydı? diye sordum. "Hayır (kılmazdı). Ancak
seferinden gelmesi müstesna (o zaman namaz kılardı)" diye cevab verdi.
"Resülullah (s.a.) (bir rekatta) iki sûreyi birleştirir miydi?"
dedim. "Mufassalden (olanları birleştirirdi)” diye cevab verdi.[222]
Namazda "iki
sûreyi birieştirmek"ten maksat, bir rekatta iki sûreyi okumak
demektir.Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim'de "Hucûrât" sûresinden sonra
gelen surelere "mufassal" denilir. Bu sûrelere mufassal denilmesinin
sebebi, bunların birbirinden sık sık besmele-i şerife ile ayrılmış
bulunmalarıdır. Söz konusu sureler de kendi aralarında üçe ayrılırlar:
1.
"Hucûrât" suresinden "Burûc" sûresinin sonuna kadar olan
sureler "tival-ı mufassaladır.
2.
"Târik" suresinden "Lemyekün" (Beyyine) sûresinin sonuna
kadar olan sûreler "Evsât-ı Mufassaladır.
3. Bundan
sonraki sûreler de "kısâr-ı mufassal"dır.
Bu hadis-i şerif bir
fetih müjdesinin gelmesi, seferden dönme, öğretme ve teberrük gibi bir sebeb
olmaksızın kuşluk namazı kılmanın müstehab olmadığım iddia eden kimselerin delilidir.
Bu görüşte olan kimseler Resûl-i Ekrem (s.a.) kuşluk namazı kılarken teberrük
için sahabe-i kiramın da arkasına saf olarak namaza iştirak ettiklerine dâir
olan Itban b. Mâlik hadisini[223]
delil getirirler. Andak bu görüş ulemanın büyük çoğunluğu tarafından reddedilmiştir.
Süyûtî, el-Hâkim gibi bu ümmetin medâr-ı iftiharı olan büyük ilim adamları bu
mevzuda yazdıkları özel risalelerde hiçbir sebebe bağlı olmaksızın kayıtsız ve
şartsız olarak kuşluk namazı kılmanın müstehab olduğunu isbât etmişlerdir.
Süyütî'nin beyânına göre, içlerinde Ebu Said el-Hudrî, Hz. Âişe, Ebû Zerr,
Abdullah b. Galib gibi büyük sahabilerin de bulunduğu sahabe-i kiramdan büyük
bir cemâat kuşluk namazını hiçbir sebeb olmaksızın hayatları boyunca kılmaya
devam etmişlerdir.
İbn Ebî Şeybe ve
Beyhakî'nin rivayetlerine göre Kur'an-ı Kerim'in "(O kandil) o evlerde
(yakılır ki) Allah, onların yüce tanınmasına ve içlerinde adının anılmasına
izin vermiştir. Onlar buralarda (mescidlerde) sabah ve akşam onu (Allah'ı)
tesbîh (ve tenzih) eder(ler)" [224]mealindeki
âyet-i kerimesinde kuşluk namazından bahsedilmekte ise de bunu Kur'an-ı
Kerim'in mana denizinin derinliklerine dalarak hakikat incilerini toplamasını
bilen kimselerden başkası anlayamamaktadır. Nitekim tbn Cerîr et-Taberî de bu
âyet-i kerimeyi tefsir ederken şunları söylemiştir: Kur'an-ı Kerim'de bulunan
her teşbih kelimesi namaz kılmak anlamına gelir. Bu âyet-i kerimede geçen
"el-ğudüv" kelimesi gündüzün evveli, "âsâl" kelimesi
gündüzün sonu demektir."
Bütün bu deliller ve
bir Önceki hadis-i şerifin şerhinde naklettiğimiz hadis-i şerif mealleri hiçbir
sebebe bağlı olmaksızın kuşluk namazı kılmanın müstehab olduğunu söyleyen
cumhur-ı ulemânın görüşünü te'yid etmektedir. Esasen cumhura göre mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte geçen Hz. Aişe'nin "Ancak seferden geldiği
zaman kılardı" sözünün mânâsı, “Ben Resûl-i Ekrem'in her kuşluk vakti
kuşluk namazını kıldığını görmezdim. Ancak seferden döndüğü zaman kuşluk
namazı kıldığına şâhid olurdum" demektir. Bilindiği gibi Resul i Ekrem
bütün gününü Hz. Âişe'nin evinde geçirmezdi. Kuşluk namazım bazan mescitte
bazan da diğer hanımlarının evinde kılardı. Ancak sefer dönüşünde Hz. Âişe'nin
evinde kıldığı da oluyordu. îşte ulemanın büyük çoğunluğuna göre Hz. Âişe'nin
sözünün mânâsı bundan ibarettir.
Nitekim Müslim'in
rivayet ettiği, "Ben Resûlullah (s.a.)'in kuşluk namazlarını kıldığını
hiç görmedim.”[225]
mânâsına gelen hadisin de bu manaya geldiği açıktır. Hz. Âişe'nin,
"Resûl-i Ekrem kuşluk namazım ancak seferden geldi?” zaman kılardı"
sözü, a" m zamanda "Ümmetine farz olur korkuluyla ',ü namaza her
zaman devam etmezdi" anlamına da gelebilir. Bir numara sonra gelecek olan
hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir.[226]
1. Bir
rekatta iki sûreyi okumak caizdir. İbn Kayyım, "Zadu'1-Me ad" isimli
eserinde bunun, ancak nafile
na.nazlarda geçerli
olabileceğini söylüyorsa da ileride gelecek olan 1392 numaralı İbn Mes'ud
hadisi, farz namazlar için de geçerli olduğuna delâlet etmektedir. Kıymetli
âlimlerimizden Merhum Ö. Nasuhî Bilmen Efendi de bu konuda şunları söylemiştir:
"Bir rekatta iki surenin arasını cem'etmekte kerahet yoktur. Meğer ki
arada bir veya müteaddid sûre bırakılmış olsun. Mamafih farz namazlarda böyle
iki surenin cem'edilmemesi evlâdır."[227]
2. Kuşluk
namazı kılmak müstehabtır.
3. Bir
sahâbînin bazı hadisleri bilmemesi mümkündür.[228]
1293.
...Peygamber (s.a.)'in eşi Âişe (r.anhâ)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
kuşluk namazını kılmazdı. Onu ben (hâlâ) kılıyorum. Resûlullah (s.a.) halk
amel eder de üzerlerine farz olur korkusuyla yapmak istediği bir kısım
(hayırlı) işi bırakırdı.[229]
Bu hadis-i şerîf
kuşluk namazı kılmanın müstehab olmadığını söyleyen kimselerin
delilidir.Metinde geçen "sübha" kelimesi "nafile" anlamına
gelmektedir.
Kuşluk namazı ile
ilgili olarak Hz. Âişe'den birbirinden farklı üç hadîs rivayet edilmiştir:
1. "Hz.
Peygamber (s.a.) kuşluk namazını dört rekat kılardı, dilediği kadar da ziyade
ederdi.[230]
2.
"Ancaf: seferinden döndüğü zaman kılardı"[231]
3. Konumuzu
teşkil eden hadis.
Bunlardan birinci hadîs
Peygamber (s.a.)'in mutlak surette kuşluk namazı kıldığını ifâde ederken,
ikinci hadis bazı sebebler ve şartların bulunması hâlinde kıldığına delâlet
etmekte; üçüncüsü ise kesinlikle kılmadığını ifâde etmektedir.
Aslında bu hadis-i
şerifler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü birinci hadis-i şerifteki ifâde,
Resûl-i Ekrem (s.a.)in devalı olarak kuşluk namazı kıldığına delâlet etmez.
Sadece Resul-i Ekrem (s.a.)'in kuşluk namazı kıldığım ifade eder. Hatta bu söz
Hz. Âişe'nin Resûl-i Ekrem (s.a.)'i bu namazı kılarken bizzat gördüğünü de
ifâde etmez. Çünkü Hz. Âişe"nin Resûl-i Ekrem (s.a.)'in kuşluk namazı
kıldığını bir başkasından duymuş olması da mümkündür.
İkinci hadîs de
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in seferden dönmesinin dışında kuşluk namazı kılmadığını göstermez.
Çünkü Hz. Peygamber her gününü Hz. Âişe'nin yanında geçirmezdi. Diğer günlerde
de mescidde ve diğer hanımlarının yanında kuşluk namazı kılmış olabilir. Ulemâ
bu üç hadisi mütelaa ederek Buhârî ile Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri ve
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in devamlı olmayarak ve yalnız başına kuşluk namazı
kıldığım ifade eden ikinci ve üçüncü hadisleri birinci hadise tercih
etmişlerdir. Netice olarak ikinci ve üçüncü hadis-i şeriflerde ortak olan ifade
şudur: Resûl-i Ekrem (s.a.) devamlı olarak ve cemaatle kuşluk namazı kılmazdı.
Çünkü halkın bunu devamlı olarak kılıp da üzerlerine farz olmasından korkardı.
Bazılarına göre ise
birinci hadis Hz. Peygamber'in mescidde kıldığı kuşluk namazıyla, ikinci hadis
de evde kıldığı kuşluk namazlanyla ilgilidir.[232]
Gerçi İbn Ömer'den
rivayet edilen sahih bir habere göre, kendisi kuşluk namazı hakkında "o
bid'attir" demişse de, bu sözü "o namazı mescidde alenen kılmak
bid'attir" manasında kullandığı kabul edilmiştir. Bazıları da bu sözü
kuşluk namazını devamlı surette kılmak bid'attir. Çünkü peygamber (s.a.)
ümmetine farz olur düşüncesiyle ona devam etmemiştir. Fakat bu terk
Resûlullah'ın şahsıyla ilgilidir. Ümmetin de terk etmesini gerektirmez. Bu
bakımdan ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, kuşluk namazı kılmak müstehabtır.[233]
1. Peygamber
(s-a-) ümmetine karşı son derece merhametlidir.
2. Bir şeyin
faydasını celbetmeden önce zararını önlemeye çalışılmalıdır.
3. Reis
durumunda olan bir kimse, tebaasının bir maslahatını düşünerek tebaasının
işlemesinde sakınca olmayan bazı işleri terk etmesi tebaanın da terketmesini
gerektirmez.
4. Sahabînin
bazı hadisleri bilmemesi mümkündür.
5. Kuşluk
namazı kılmak müstehabdır.[234]
1294.
...Simâk (b. Harb) dedi ki:
Câbir b. Semûre'ye;
"Resûlullah (s.), ile birlikte oturuyor muydun(uz)? diye sordum. O:
Evet çok
(oturuyorduk). Güneş doğuncaya kadar sabah namazını kıldığı yerden kalkmazdı.
Güneş doğunca kalkardı, cevabını verdi."[235]
Aslında bu hadis-i
şerifin bu babla bir ilgisi yoktur. Bu bakımdan hadisin bu babda zikredilmemesi
lâzım gelirdi. Ancak merhum musannif Ebû Dâvûd metindeki "güneş doğunca
kalkardı.” cümlesini, "Güneş doğunca kuşluk namazı kılmaya kalkardı"
şeklinde anladığı için bu hadisi bu babtaki hadisler arasında zikr etmiştir.
Oysa Resûl-i Ekrem (s.a.)'in güneş doğduktan sonra namaz kıldığı yerden
kalkışının kuşluk namazı kılmak için olduğunu gösteren tek bir delile dahi
rastlamak mümkün değildir. Fakat bu kalkışın namazdan ve mescidden çıkmak,
evine veya işinin başına dönmekle ilgili olduğunu ifade eden hadis-i şerifler
vardır. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği şu hadis-i şerif bunlardan
biridir: "Peygamber (s.a.) sabah namazını kılınca namaz kıldığı yerde
güneş doğuncaya kadar beklerdi."[236]
Buraya kadarı
serdedilen rivayetlerden anlaşılacağı gibi, kuşluk namazının kaç rekat olduğu
ihtilaflıdır. Rivayetlerin bazılarından iki, diğer bazılarından dört, bir
takımlarından altı, daha başkalarından da sekiz, on ve on iki rekat kılındığı
anlaşılıyor. Yalnız on rekat kılındığı hadislerde geçmemiş tbn Mesûd (r.a.)'a
mevkuf olarak rivayet olunmuştur.
Rivayetler arasındaki
bu ihtilâf her râvinin gördüğünü veya duyduğunu rivayet etmesinden doğmuş olsa
gerektir. Meselâ râvinin biri yalnız iki rekat kıldığını görmüş ve herkes
gördüğü veya işittiği miktarı rivayet etmiştir.
Bezzâr'ın Zeyd b.
Eslem'den rivayet ettiği şu hadis bu ihtimâlin doğruluğunu te'yid etmektedir.
Zeyd (r.a.) şöyle demiştir: "Abdullah b. Amr'ı, Ebu Zerr'e; "bana
tavsiyede bulun" derken işittim. Ebû Zer, "Sen bana benim Resûlullah
(s.a.)'e sorduğum bir şeyi sordun. Resûlullah (s.a.):
"Her kim kuşluk
namazını iki rekat olarak kılarsa gafillerden yazılmaz. Kim dört rekat kılarsa
abidler meyâmna yazılır. Kim altı rekat kılarsa, o gün kendisine günah lahık
olmaz. Kim sekiz rekat kılarsa, kânıtlar meyanına yazılır ve her kim on iki
rekat kılarsa, Allah ona cennette bir ev bina eder" buyurdular",
dedi.
Resûlullah (s.a.) bir
gün kuşluk namazının iki rekat kılınacağını, başka bir gün altı, daha başka bir
gün sekiz rekat kılınacağım bildirmiştir.
Acaba on iki rekatdan
fazla kuşluk namazı kılınabilir mi? Bu suale Aynî şöyle cevab veriyor: Gerçi
mefhûm-u aded,cumhûr-ı ulemâya göre hüccet değildir. Fakat kuşluk namazı
hakkında on iki rekattan fazla bir aded vârid olmamıştır. Bununla beraber
fazlası hakkında hadis vârid olmaması ziyâde kılınmasının memnu olmasını
istilzam etmez. İbrahim en-Nehaî'den rivayet olunduğuna göre bir adam Esved'e;
"kuşluk namazını kaç rekat kılayım?" diye sormuş. Esved: "Kaç
istersen o kadar kıl" cevabını vermiştir.
Taberî (224-310)
"doğrusu onu muayyen bir sayı ile tahdit etmemektir" demiştir.
Ulemâdan bir cemaat,
kuşluk namazının dört rekat kılınacağına kail olmuşlardır. Hâkim
"Güvenilir hadis hafızlarından müteşekkil bir çok imamla bir arada
bulundum. Onların bir adedi tercih ettiklerini, bu husustaki sahih haberler
mütevatir olduğu için kuşluk namazını dört rekat kıldıklarını gördüm. Benim
görüşüm de budur" demiştir.
Taberî'nin rivayetine
göre, Sa'd b. Ebî Vakkâs ile Ebû Seleme (r.anhûma) kuşluk namazını sekiz rekat
kılarlarmış. Alkame, İbrahim en-Nehaî ve Sâid b. el-Müseyyeb dört rekat kılmayı
tercih ederlermiş.
Bazıları da kuşluk
namazım sekiz rekat kılmanın efdal, on iki rekat kılmanın ise, ekser olduğunu
söyleyerek efdal ile ekser arasında fark görmüşlerdir, fakat buna itiraz
olunmuştur.
Kuşluk namazı
müstehabtır. Bazıları Peygamber (s.a.)'e vacib olduğunu söylemişlerse de, Hz.
Âişe'nin: "Ben Resûluliah (s.a.)'i kuşluk namazı kılarken görmedim"
demesi bu iddiayı reddeder. Bir takımları: "Kuşluk namazı Resûluliah
(s.a.)'in hasaisinden idi" demişlerse de, bu söz dahi reddedilmiştir.
Çünkü onu ispat edecek sahih bir haber yoktur.
Ulemâ kuşluk namazının
devam üzere mi, yoksa ara sıra mı kılınacağında ihtilâf etmişlerdir. Zahire bakılırsa,
devam üzere kılmak efdaldir. Çünkü Resulullah (s.a.) bir hadis-i sahihde:
"Allah Teâlâ tarifinde en makbul amel. az da olsa sahibinin devam üzere
işlediği ameldir" buyurmuşlardır.
Taberânî'nin
"el-Evsat"ında rivayet ettiği Ebû Hureyre hadisinde Peygamber
(s.a.)'in; "Gerçekten cennette Duhâ (yani Kuşluk) denilen bir kapı vardır.
Kıyamet koptuğu vakit bir münâdi çıkarak: Kuşluk namazını devam üzere kılanlar
nerede? Sizin kapınız işte budur. Buyurun! Allah'ın rahmeti ile ondan girin,
diyecektir" buyurduğu bildirilmiştir.
Bir takım ulemâya göre
ise, kuşluk namazını devam üzere kılmamak efdaldir. Bunlar yukarıda
sıraladığımız hadisler meyânında geçen Ebû Saîd hadisi ile istidlal ederler.
Fakat kendilerine:
"Resûluliah
(s.a.)'in kuşluk namazını bazan bırakması ümmetine farz olur endişesi iledir.
Ümmet hakkında böyle bir endişe yoktur. Binaenaleyh kuşluk namazını devam üzere
kılmak efdaldir" diye cevab verilmiştir.
Ümmü Hâni hadisi ile
istidlal eden bazı ulemâ kuşluk namazının hafif kılınmasının müstehab olduğuna
kaaildirler. Çünkü Hz. Ümmü Hanî:
"Ben Resulullah
(s.a.)'i bunun kadar hafif bir namaz kılarken görmedim" demiştir. Fakat bu
zevatın görüşleri reddedilmiştir. Çünkü Resulullah (s.a.)'in hafif kılması
müslümanlann umuru ile meşgul bulunmasındandır.
Kuşluk namazının vakti
güneş doğup ziyası yayıldığı zaman girer, Nevevî (631 - 676) güneşin doğması
ile girdiğini rivayet etmişse de, müstehab olan onu güneş yükselinceye kadar
te'hir etmektir.[237]
1295. ...İbn
Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Gece ve gündüz
namazı ikişer ikişerdir."[238]
1. Metinde
geçen ve "ikişer" mânâsına gelen "mesnâ" kelimesi gayr-i
münsarıftır ve mânâya kuvvet kazandırmak için iki kere tekrar edilmiştir. Bu
kelimelerle gündüz ve gece kılınan nafile namazların her iki rekatta bir selâm
vermek suretiyle ikişer rekat olarak kılınacağı ifade edilmek istenmiştir.
Nitekim Müslim'in Ukbe b. Haris vasıtasıyla İbn Ömer'den rivayet ettiği şu
hadis de bunu ifade etmektedir:
Resûlullah (s.a.);
"Gece namazı ikişer rekattır. Sabahın girmekte olduğunu gördüğün vakit
bir rekat (ilâvesi) ile vitr yapıver" buyurdular. İbn Ömer'e; "ikişer
ikişer ne demektir?" diye sordular. İbn Ömer:
"Her iki rekatta
bir selâm vermektir" dedi.[239]
Bu bakımdan İmam
Şafiî, Ahmed b. Hanbel (r.a.) gece ve gündüz nafilelerini her iki rekatta bir
selâm vermek suretiyle ikişer ikişer kılmanın efdal olduğunu söylemişlerdir.
Delilleri de mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şeriftir. İbrahim el-Harbî'nin
Hz. Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği: "Gündüz ve gece namazları ikişer,
ikişerdir" manasına gelen hadis-i şerif ile Ebû Nu'aym'ın "Târihu
İsbehân" isimli eserinde Hz. Âişe'den naklettiği aynı mânâdaki hadis-i
şerif de sözü geçen mezheb imamlarının delilleri arasındadır. Ayrıca
Buhârî'nin: "Bu söz, Ammâr, Ebû Zer, Câbir b. Zeyd, İkrinıe gibi
kimselerden de rivayet edilmiştir ve Yahya b. Said el-Ensârî de; bizim memleketimizde
fakihlerin hepsi gündüz kılman nafile namazları her iki rekatta bir selam vererek
kılarlar, demiştir”[240]
mealindeki sözlerini de bu deliller arasında zikr edebiliriz.
2. Hanbelî
ulemâsına göre nafileler gündüz ve gece nafileleri olmak üzere ikiye ayrılır.
Gece kılınan nafileleri dört rekat olarak kılmak kesinlikle caiz değildir. Gündüz
nafilelerini ise, dört rekat olarak kılmak caizse de iki rekat olarak kılmak
efdaldir. Çünkü İbn Ömer (r.a.) bizzat kendisi de gündüzün kıldığı nafileleri
dörder rekat kılmıştır.[241]
3. Mâlikî
ulemâsına göre ise, gerek gece ve gerekse gündüz kılınan nafile namazları her
iki rekatte bir selâm vermek suretiyle ikişer rekat olarak kılınır. Dörder
rekat kılmaksa caiz değildir. Delilleri mevzuumuzu teşkil eden hadistir.
4. Hanefîlerden
imam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed (r.a.) de yine mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şerife dayanarak, gece namazlarının ikişer rekatte bir selâm vermek suretiyle
kılınacağını söylemişlerdir. Sözü geçen bu imamlara göre gündüz nafileleri
dörder rekat olarak kılınır. İmam Ebû Hanîfe hazretlerine göre ise, gece ve
gündüz nafilelerinin hepsinde dört rekatte bir selâm verilir. Hz. İmamın gece
nafilelerinin dörder rekat kılınacağına dâir delili ileride tercümesini
sunacağımız; "Peygamber (s.a.) yatsı namazını cemaatle kılar sonra evine
dönerek dört rekat namaz kılar sonra döşeğine uzanırdı..." mealindeki
1346 numaralı hadis-i şeriftir. Her ne kadar musannif Ebû Dâvûd sözü geçen
hadis hakkında; "Râvilerden Zürâre b. Evfâ'mn bu hadisi Hz. Âişe'den
işitip işitmediği söz götürür" demişse de, sonra aynı hadisi bir başka
senedle yine Hz. Âişe'den rivayet etmiş ve "bence mahfuz olan rivayet
budur" demiştir. Nitekim imam Ahmed'in, "Müsned"inde Abdullah
b. ez-Zübeyr'den tahrîc ettiği şu hadis-i şerif de Hz. İmamın görüşünü te'yid
etmektedir: "Peygamber (s.a.) yatsıyı kıldı mı dört rekat daha kılar, bir
rekatla da vitr yapardı, sonra uyur, ondan sonra gece namazını kılardı."[242]
Gündüz nafilelerinin
dörder rekat olarak kılınacağına dair delili ise, "gece namazı ikjşer
ikişerdir"[243]
mânâsına gelen hadis-i şeriftir. Çünkü bu hadisin nıefhum-ı muhalifi
"gündüz nafileleri dört rekat kılınır" demektir. Ancak "gece
namazı" kelimesi bir isimdir. İsimlerde ise, mefhum-ı muhalife, itibâr
edilemez" diye kendisine itiraz olunmuştur. Hz. İmam Müslim'in rivayet
ettiği şu hadisi de kendi görüşü için delil getirmektedir: "Resûlullah
(s.a.) kuşluk namazını dört rekat kılar, Allah'ın dilediği kadar da ziyâde
ederdi."[244]
İmam Şâfiî'in delili
olan ve mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi hakkında ise, Hanefî ulemâsının
görüşü şöyledir:
Bu hadisi Tirmizî de
rivayet etmiş ve bu hadisle ilgili görüşleri şu şekilde nakl etmiştir:
"Şube'nin arkadaşları İbn Ömer hadisinin rivayetinde ihtilâf ettiler;
kimi bu hadisi merfu' kimi de mevkuf olarak rivayet etti. Sahih olan rivayet,
İbn Ömer tarîkiyle Peygamber (s.a.)'den rivayet edilen "gece namazı ikişer
ikişer rekattır" mealindeki hadistir. Sika (güvenilir) kişiler Abdullah
b. Ömer tarikiyle Peygamber (s.a.)'den bu hadisi rivayet etmişler ve hadiste
gündüz namazını zikretmemişlerdir. Ubeydullah -Nafi- İbn Ömer senediyle şöyle
rivayet edilmiştir: "İbn Ömer, geceleyin ikişer ikişer, gündüzleri dört
rekat kılardı"[245]
Ayrıca İmam Tahavî, "İbn Ömer'in, rivayet ettiği bir hadisle amel etmemesi
muhaldir" diyerek mevzumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisinin zayıflığına
dikkati çekmek istemiştir.
Aynı hadis hakkında
Nesâî: "Bu hadis bence hatadır" demiştir. Yine Nesâî,
"es-Sünenü'I-kebîr" adlı eserinde bu hadisin isnadını ceyyid bulmuş,
yalnız İbn Ömer hazretlerinin râvilerinden bir cemaatin el-Ezdîye muhalefet
ederek, hadiste "gündüz" sözünü anmadıklarını söylemiştir.
îbn Ömer hadisi
"Sahiheyn" de mevcuttur. Fakat gerek Buharî'deki gerekse Müslim'deki
rivayetinde "gündüz" kaydı yoktur.
Darekutnî ise,
"îbn Ömer'den merfü olarak rivayet edilen, "gece ve gündüz
nafileleri ikişer ikişer kılınır..." hadisi mahfuz değildir. Bu hadisteki
"gündüz" kaydı, Ya'lâ b. Atâ tarîkiyle Aliyy-i Bârikî'den rivayet
edilmiştir. Fakat bu hususda daha belleyişli olan Nâfî ona muhalefet ederek
gece nafilesinin ikişer, gündüzün ise dörder olduğunu söylemiştir" demiştir.[246]
Şurasını da unutmamak lâzımdır ki, bu mevzudaki ihtilâf işin fazilet yönüyle
ilgilidir. Yoksa nafile namazlar gece ve gündüz
ikişer de dörder de
kılınabilir.[247]
Hanefîlere göre;
metinde geçen "ikişer ikişer" sözü "çift çift" manasında
kullanılmış ve "gece ve gündüz nafileleri her iki rekatte bir teşehhüd-de
bulunularak dörder rekat kılınacaktır," denilmek istenmiştir. Nitekim bir
numara sonra tercümesini sunacağımız hadîs de bu görüşü desteklemektedir.[248]
1296.
...el-Muttalib (b. Rabia)dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur:
"Namaz ikişer
ikişerdir. Her iki rekatta bir tehiyyât okur. ilâhî duygularla kendinden geçer,
aczini ortaya koyarsın.el kaldırıp dua eder ve "ey Allah'ım, ey
Allahım!" dersin. Kim (namazda) böyle yapmazsa o (namaz) noksandır."[249]
Ebû Davud'a gece
namazının ikişer (rekat) olmasından (maksadın ne olduğu) soruldu da;
"İstersen ikişer, istersen dörd(er) (kılarsın)" diye cevab verdi.[250]
Bu hadis-i şerif gece
ve gündüz nafilelerinin dörder rekat olarak kılınacağını söyleyen Ebû Hanife
(r.a.)'in delilidir.Çünkü adetinde geçen "ikişer ikişer" sözündeki
kapalılığın “her iki rekatta bir tehiyyât okuyup selâm vermeden üçüncü rekata
kalkarsın" manasına gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Bununla beraber bu
cümle "her iki rekatta bir tehiyyât okuyup selâm verirsin" manasına
da gelebilir. Bu hadisi "namazda huşu" babında nakleden Tirmizî
hadisle ilgili görüşlerini şu şekilde ifâde ediyor:
"Muhammed b.
İsmail'den işittim, dedi ki: Şu'be bu hadisi Abdurrabbih b. Said'den rivayet
ediyor ve bazı yerlerde yanılıyor. Meselâ "Ebû Enes b. Uneys'den"
diyor; Oysa o, İmrân b. Enes'dir. "Abdullah b. el-Hâris'den" diyor:
Halbuki o, "Abdullah b. Nâfi b. el-Umyâ'nın Rabia b. el-Hâris'den"
rivayetidir. Keza Şu'be, "Abdullah b. el-Hâris, el-Muttalib, kanalıyla
Re-sûlullah (s.a.)'den" diyor; Oysa bu, "Rabia b. el-Haris b.
Abdulmuttalib, el-Fadl b. Abbâs kanalıyla Peygamber (s.a.)'dendir."
el-Leys b. Sa'd'ın hadisi, Şu'be'nin hadisinden daha sahihdir."
Her ne kadar İbn Hacer
el-Mekkî bu hadisin sened itibariyle hasen olduğunu söylemişse de Tirmizî
sarihlerinden el-Mübârekfûrî bu hadisin râvileri arasında kimliği bilinmeyen
bir kişi olan "Abdullah b. Nâfi el-Umya" bulunduğu için bu hadisin
zayıf olduğunu söylemiştir.[251]
1. Gece ve
gündüz nafileleri, dört rekat olarak kılmak daha faziletlidir.
2.
"Huşu", namazın kemâlinin hem işareti hem de gereğidir.
Bilindiği gibi huşu,
tevazu göstermek, boyun eğmek, korku ile sevgiyle birleşik bir hal içinde
olmaktır. Karşıtı gaflet, büyüklenmek kalp huzurundan mahrum olmaktır.
İbâdetin kıymeti huşu ile artar. Haşyet kalbe ait bir korku demektir. Allah
korkusuna "haşyetullah" denir. Huşu, Allah'ın huzurunda insanın
nefsini hakîr görmesidir. Kur'an-ı Kerim'de; "İman edip de sâlih ameller işleyenler
ve huşu ve tevazu ile rablerine bağlananlara gelince onlar cennetliktirler.
Orada ebedî olarak kalacaklardır.”[252]
buyurulmaktadır.
3. Namazın
sonunda dua etmenin sevabı büyüktür.
Duâ nida, çağrı, davet,
yardıma çağırma gibi mânâlar taşır. Allah'a yalvarmak, bir dilekte ve niyazda
bulunmak demektir.Kur'an-ı Kerim'de Allah’a dua etmek teşvik edilmiş, sadece
ona duâ edilmesi gerektiği ve O'nun da duaları karşılıksız bırakmayacağı
belirtilmiştir. "Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ edin size cevab vereyim
(ve duanızı kabul edeyim)"[253]
"Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım.
Bana dua edenin duasını kabul ederim"[254]
"Rabbinize boynu bükük ve alçak gönüllü olarak hafif sesle duâ
ediniz"[255] gibi âyetler bunu
göstermektedir.
Hz. Peygamber'in bazı
hadisleri de duanın önemini belirtmektedir. "Dua ibâdetin tâ
kendisidir."[256]
"Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur."[257]
Duanın kabul
edilebilmesi için Allah'a ve Peygamberine itaat, Kur'an-ı Kerim'i tatbik,
Allah'a şükür ve ibâdet etmek, günahtan kaçınmak gibi İslâm ilkelerini yaşamak
lâzımdır. "Biliniz ki Allah Teâla kendisinden gafil olan bir kalbin
duasını kabul etmez"[258]
hadisi de bunu ifâde eder. Duanın insanları bu yöne teşvik ettiği apaçıktır.
Duayı gafletten uzak ve kalp huzuru ile yapmak lâzımdır. Duâ, Allah'ın kulu
üzerindeki bir hakkıdır. Duanın kabul edilmemesi dua etmemekten daha az sıkıntı
vericidir.
4. Duâ ederken elleri
kaldırmak duanın kabulüne bir sebeptir. Hanefî fıkıh kitaplarında ve bazı dua
kitaplarında dua esnasında iki el arasında açıklık bulundurulmasının duanın
âdabından olduğu kaydedilmektedir.[259]
1297.
...Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.)
Abbâs b. Abdi'lMuttalib'e şöyle
buyurmuştur:
"Ey Abbâs, ey
amcam! Sana bir ikramda bulunayım, seni men-tellendireyim mi? Sana iyilikte
bulunayım da sana, işlediğin takdirde Allah'ın on haslet olan günâh(Iar)ının
ilkini de sonuncusunu da eskisini de yenisini de, bilerek yapılanını da
yamlarak yapılanını da, küçüğünü de büyüğünü de; gizlisini de açığını da
bağışlayacağı bir ameli haber vereyim mi? (îşte günahın çeşitleri olan bu on
hasleti arıtan amel, teşbih namazıdır. O'nu)dört rekat (olarak) kılarsın. Her
rekatında Fatiha süresiyle diğer bir sûreyi okursun. (Bunları) okumayı
bitirince rükû'dan önce, ayakta iken onbeş kere "sübhânellahi
velhamdülillâhi velâ ilahe illallâhü vellâhü ekber" dersin. Sonra rükû'a
varırsın. Bunları on kere de rüku'dayken söylersin, sonra rukû'dan başım
kaldırıp bunları jtfn kere (daha) söylersin. Sonra secdeye gidersin on kere de
secde de söylersin, sonra secdeden başını kaldırıp on kere, sonra (ikinci)
secdeye kapanıp on kere, sonra başını (ikinci secdeden) kaldırıp on kere (daha)
bu kelimeleri söylersin. Bunlar(ın) bir rekatte(ki toplamı) yetmiş beştir. Bu
namazı günde bir kere kılmaya gücün yeterse (her gün bir kere) kıl, eğer
yapamazsan her cuma (günü) bir kere (kıl, bunu da) yapamazsan her ay bir kere
(kıl, bunu da) yapamazsan senede bir kere (kıl. Bunu da) yapamazsan (hiç
değilse) ömründe bir kere (kıl)."[260]
Metinde geçen
"aşre hisâl" kelimesi "on günah" demektir.Bazılarına göre
ise, bu kelimenin başında muzâf (tamlanan) olarak bulunması gereken
"mükeffir" kelimesi hazf edilmiştir. Terkibin aslı "mükeffirü
aşrî hisâlin" şeklindedir ki, "ayrı ayrı özellik taşıyan on ayrı
günâhı örten şey" anlamına gelir. Biz tercümemizde bu ikinci görüşü esas
aldık.
"On günâh”tan
maksat ise, metinde sayılan 1) ilk
günahlar, 2) Son günâhlar, 3) Eski günahlar, 4) Yeni günâhlar, 5) Bilerek,
işlenenler, 6) Yanılarak işlenenler,
7) Küçük günâhlar, 8) Büyük günâhlar, 9) Gizlice işlenen günahlar, 10)
Açıktan işlenen günahlardır. Kısaca kul hakkı dışındaki bütün günahlardır.
Metinde tarif edildiği
şekilde ve ihlasla kılınan teşbih namazı bu günahların meleklerden gizli kalıp
kayıtlara geçmemesine, meleklere gizli kalmamaları hâlinde ise onların
bağışlanmalarına sebep olur.
Bazılarına göre de
"aşre hisâl" sözünden maksat "kıyamın dışında" onar defa tekrarlanan
"sübhanellâhi ve'lhamdüliHâhi velâ ilahe illallâhü vellahu ekber: Allah'ı
her türlü eksikliklerden tenzih ederim.Hamd Allah'a mahsustur. Allah"tan
başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür" teşbihidir. Ancak fahr-i kâinat
Efendimiz, "Ümmetimden hatâ (yanılma), unutma ve üzerine zorlandıkları şey
kaldırılmıştır"[261]
buyurarak ümmetinden bu üç şeyin hüküm ve mes'uliyetlerinin kalktığını haber
verdiği halde metinde "yamlarak işlenen günâhları da bağışlar"
denilmesi izaha muhtaç bir meseledir. Çünkü "Allah kullarını, yamlarak
işledikleri günâhlardan mes'ul tutmaz" ifâdesi ile "bu günahların
test ıh namazı ile affedilebileceği" ifâdesi görünüşte birbirine zıttır.
Bu meselenin anlaşılması için "hatâ” kelimesinin dinî bir terim olarak ne
mânâ ifâde ettiğini iyi bilmek gerekir.
Hat^kelimesi, iki
mânâda kullanılır; Yanlış (doğrunun zıddı) ve yanılma (Bir şeyin kusurlu bir
kasıtla yapılması). İşte burada ikinci mânâ söz konusudur. İnsan oruçlu iken
burnunu temizlemek için su alır o da boğazına kaçarsa, burada kasıt vardır.
Fakat kastın yönü boğaz değil burundur. Şu halde hatada irâde ve kasıt var, ama
kasıt meydana gelen fiile yönelmiş değil, hata edenin aklı başında ve bed-i
yerindedir. Bu sebeple bu gibi hatalar sorumluluk ehliyetine bir engel teşkil
etmezler. Hadleri düşürürlerse de keffâretleri düşürmezler. Çünkü dikkat ile bu
gibi hatalardan kurtulmak mümkündür. Bazı hatalardan korunmak, beşerin takati
dışında ise de bazıları takati dahilindedir. "Hata eseri olarak yutulan
bir zehirin zararı yoktur" demlemeyeceği gibi, "hata eseri olarak
işlenen günahların bir zararı yoktur" da denilemez. Binaenaleyh hadiste
geçen "yanlışlıkla yapılan günâh" sözünden maksad, insanın dikkat
etmek suretiyle korunması mümkün ve dolayısıyla sorumluluğu gerektiren
hatalardır. Bazılarına göre, buradaki günahtan maksat, gerçek mânâda günah
değil, ecrin ve sevabın noksanlığıdır. Esasen Arapça'da günah mefhûmu çeşitli
kelimelerle izah edilir. Zenb, hıns, ism, cürm ve saire gibi. Zenb kelimesi
hâriç, bu kelimelerin hepsi hakiki günah manasına kasden işlenmiş fiillere
denir. Fakat "zenb" herhangi yanlış bir iş için kullanılan bir
kelimedir. İster kasdî olsun, ister olmasın, ister yanlışlıkla, ister sehven,
ister yanlış anlayış neticesi olsun, bunların hepsine "zenb" denir.
Hakikatte bu, ümmetin avamı için günâh değildir. Fakat Peygamberlerin ve
havassın bu hususta gafletlerinden dolayı muahezeleri mümkündür.
"Hasenâtü'l-ebrâr seyyi'atü'l-mukarrabîn = iyilerin iyilikleri,
mukarreblerin fenalıkları gibidir" sözü bu bâbta söylenmiştir. Kur'an-ı
Kerim'de Hz. Peygamber'in istiğfarı hususunda daima zenb kelimesi kullanıldığı
görülmektedir. Cürm, hıns veya ism kelimeleri kullanılmamaktadır. Zenb lafzı
ise, kabahat, zuhûl ve gafletten başlayıp isyana kadar çıkar.[262]
Hadiste geçen zenb
kelimesine bu açıdan bakan bazı ilim adamları buradaki "yanlışlıkla
işlenen günâh "tan maksadın, hakiki günâh olmayıp "ebrârın
seyyiâtı" cinsinden bir günah olabileceği kanaatine varmışlardır.
Bilindiği gibi Tesbîh
Namazı mendub olan namazlardandır. Bu her re-katinde yetmişbeş defa
"Sübhanallâhi ve'1-hamdülillâhi velâ ilahe illallâhu vellâhu ekber"
diye tesbîh edilen dört rekatlı bir namazdır. Selâmın iki rekatta bir mi,
yoksa dört rekatta bir mi verileceği konusu mezhepler arasında ihtilaflıdır.
Biz bu mesele ile ilgili görüşleri 1295 numaralı hadisin şerhinde naklettik. Bu
namazı kılmak için belirtilen belirli bir vakit yoktur. Özellikle mübârek
gecelerde kılınırsa, daha iyi olur. Bu namaz hiç olmazsa haftada veya ayda bir
defa bu da olmazsa ömürde bir defa kılınmalıdır.
Hanefi Mezhebine göre
Teşbih Namazının kılınışı: Önce Allah rızası için nafile namaza niyet edilir.
"Allahu ekber" diyerek namaza başlanır. Sübhanekeden sonra 15 defa
yukarıda geçen ifâdeyle teşbih okunur. Fatiha ve Zammı sureden sonra da 10 defa
aynı teşbih okunur. Rukû'a varılır ve üç defa "sübhâne
rabbiye'1-azîm" dendikten sonra 10 kez aynı teşbihler söylenir. Rükû'dan
doğrulduktan sonra "semi'allahu liman hamiden" ve "Rabbena
lek"e'l-hamd"i takiben on defa aynı teşbih okunur. Sedceye varılır.
"sübhâne rabbiye'l-a'Iâ" dendikten sonra 10 defa bu teşbih okunur.
Secdeden kalkınca yine 10 defa bu teşbihler söylenip ikinci secdeye gidilir ve
10 teşbih okunur. Böylece bir rekati e 75 teşbih okunmuş olur. Sonra ikinci rekata
kalkılarak önce onbeş tesbîh okunur yine birinci rekatteki gibi hareket
edilerek oturulur. Ettehhiyyât ve salavât okunur. Selâm verilir veya selâm
vermeden ayağa kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rekatlar da bu şekilde kılınır.
Teşbih adedi de 300'e ulaşmış olur. Hanefî ulemasının bu mevzudaki delili
Tirmizî'nin rivayet ettiği Abdullah b. el-Mübârek hadisidir."[263]
Şâfiîlere göre ise
tesbîh namazı şöyle kılınır: Bu namazı kılan bir kimse her rekatta kıraatten
sonra onbeş kere "sübhanallahi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallâhu
vellâhu ekber" teşbihini okur ve yine bu teşbihi her rükû'da, rükû'dan
kalkınca, secdelerde, secde aralarında istirahat oturmasında teşehhüdden evvel,
veya sonra onar kere okur. Eğer teşbihlerin adedinde şüpheye düşerse en azına
itibar ederek onun üzerine sayar.[264] Delilleri
ise konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisidir.
Hadis hafızlarından
bazıları bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerse de gerçekten bu hadis sabittir
ve kendisiyle amel caizdir, tbn Huzeyme ile Hâkim bu hadisin sahih olduğunu
söylerken, bazıları da hasen olduğunu söylemişlerdir. Hadis ilminde büyük ve
haklı bir şöhrete erişen tbn Hacer el-Askalanî ise, bu hadis hakkında şunları
söylemiştir: "Bu hadis hasen derecededir. İbnu'l-Cevzî bu hadisin mevzu
olduğunu söylemekle hata etmiştir." Aslında bu hadis üç ayrı yoldan
rivayet edildiği için bu rivayetler birbirini takviye ettiğinden hadis zayıf
olmaktan çıkar. İbn Hacer'in dediği gibi hasen derecesine yükselir.[265]
1298.
...Abdullah b. Amr (r.a.)'dan, demiştir ki:
Peygamber (s.a.) (bir
gün) bana; "yarın gel de sana ikramda ve bağışta bulunayım" buyurdu.
Ben de bana maddî bir bağışta bulunacak zannettim. (Ertesi gün huzuruna
varınca bana);
"Gün (batıya)
meyledince kalk, dört rekat namaz kıl" buyurdu. (Râvi sözlerine devam
ederek bir önceki hadisin geri kalan kısmını) benzeri (kelimeler) ile nakl(e
devam)etti (ve sonra şunları) söyledi:
"Sonra ikinci
seleden başını kaldırıp oturarak doğrul ve on kere"
"sübhanallph" rm fere "elhamdülillah" on kere "Allahu
ekber" on kere "lâ ikine illallah" demeden ayağa kalkma. Bunu
dört rekatta da yaparsın, dünyanın en büyük günahkârı bile olsan, bununla
bağışlanırsın." (Abdullah b. Amr) dedi ki:
Ya bunu bu saatte
kılamazsam? dedim.
"Gecede veya
gündüzde kıT'diye cevab verdi.[266]
Ebû Dâvûddedi ki.Habbân
b. Hilâl, Hilâlü'r-Râî'nin dayısıdır.
Bu hadisi Müstemir b.
Fjyyân da Ebu'l-Cevzâ vasıtasıyla mevkuf olarak Abdullah b. Amr'den rivayet
etti.
Ravh b. el-Müseyyeb
ile Cafer b. Süleyman da Amr b. Mâlik en-Ntik:'sden (O da) Ebu'l-Cevzâ'dan (O
da) Abbas'dan, Abbâs'ın sözü Aarak nakletti. (Rajh'ın talebesi olan Yahya b.
Yahya) dedi ki- iiavh'ın kndisinde (îbn Abbas'(n); "Ben (bu sözü)
Peygamber saüallahü ahyhi ve sellemdm naklediyorum (dediği tesbit edilmiştir.)[267]
Bu hadis-i şerifle
ilgili açıklama bir önceki hadiste geçmiştir.Görüldüğü gibi bu hadiste Tesbîh
Namazının nasıl kılınacağına dair ayrıntılı açıklama yapılmadığı halde sadece
ikinci secdeden doğrulunca ayağa kalkmadan on kere tesbihatta bulunulacağı
meselesi üzerinde durulmaktadır. Çünkü diğer namazlarda birinci rekatın ikinci
secdesinden doğ ulunca hiç oturmadan doğrudan doğruya ayağa kalkıldığı için
tesbîh namazında du böyle yapılacağı akla gelebilir. İşte bu şüpheyi yerinde
görerek, ikinci secdeden sonra oturulup tesbîhat okunacağını iyice açıklığa
kavuşturmak maksadıyla bu mesele üzerinde özel olarak durmaya ve tekrara lüzum
görülmüştür.
Her ne kadar metinde
on kere "sübhanallah = Allah (c.c.) hazretlerini her türlü noksan
sıfatlardan tenzih ederim" on kere "elhamdülillah = olanca hümd-ü
senalar Allah içindir", on kere "Allahu ekber = Allah en büyüktür";
on kere de "lâ ilahe illallah = Allah'dan başka bir ilâh yoktur" teşbihleri
ayrı ayrı zikredilmişse de buna bakarak bu teşbihlerin hepsinin sırayla ve ayrı
ayrı onar kere okunacağı zannedilmemelidir. Teşbihlerin "sübhanallahi
ve'l-hamdülillahi velâ ilahe illalahu vellahu ekber" şeklinde birleştirilerek
on defa tekrarlanacağı unutulmamalıdır.
Müellif Ebû Dâvûd,
metnin sonuna talik ilâve etmekle bu hadisin başka yollarla da rivayet
edildiğini ve dolayısıyla zayıf olmadığını ifâde etmek istemiştir pirinci
tâlikde hadisin râvilerinden Hibbân'ın kimliğini iyice açıklığa kavuşturarak,
hakkında herhangi bir iltibasa yer bırakmamak için Hilâlü'r-re'y'in dayısı
olduğunu açıklamıştır.
İkinci ve üçüncü
taliki de yine bu hadisin sağlam olduğunu ispat için getirmiştir.
Nitekim Ebû Bekr
el-Hallâl "Kitâbü'1-îlel" isimli eserinde Ali b. Sa'id'den şunları
nakletmektedir: "Ben Ahmed b. Hanbel'e teşbih namazını sordum."
Bana;
Benim yanımda teşbih namazıyla
ilgili sağlam bir haber yoktur" diye cevab verdi. Bunun üzerine ben:
Abdullah b. Amr hadisi
var ya! Ona ne dersin? dedim.
Onu rivayet edenlerin
hepsi de Amr b. Mâlik'den rivayet etmişler, diye cevap vererek, Amr b. Mâlik
aleyhinde tenkîdler bulunduğunu söylemek istedi. Bunun üzerine ben de:
Fakat bu hadisi
Müstemir b. Reyyân da Ebu'l-Cevzâ'dan rivayet etti, deyince hayretle:
Bunu sana kim söyledi?
diye sordu. Ben:
Müslim, b. İbrahim
deyince;
Müstemir sağlam ve
güvenilir bir râvidir, cevabım verdi.[268]
1. Tesbîh
namazı kılmak müstehabdır.
2. Teşbih
namazım zevalden sonra ve öğle namazından önce kılmak caizdir.
3. Teşbih
namazı için belli bir zaman yoktur. Mekruh vakitlerin dışında her zaman
kılınabilir.
4. Tesbih namazı
münferiden kılınmalıdır.[269]
1299.
...el-Ensârî (r.a.); "Resûhıllah sallallahü aleyhi ve sellem'in, şu (bir
önceki) hadisi (ve içinde geçen teşbih namazıyla ilgili sözleri) Cafer (b. Ebi
Tâlib)'e de söyledi" dedi. Ve (râvi Ebû Tevbe, bir Önceki hadisin
senedinde bulunan) bu kimselerin (sözlerinin) benzerini nakletti. (Ve Ensarî)
birinci rekatın ikinci secdesi ile ilgili olarak da (Abdullah b. Amr b.
el-As'ın bir önceki) Mehdî b. Meymûn hadisin-deki sözlerinin benzerini nakl
etti.[270]
Bu hadisle
ilgili açıklama 1288
- 1289 numaralı
hadislerin şerhinde geçmiştir. Ancak burada şunu ilâve etmek isteriz ki,
daha önce de ifâde ettiğimiz gibi müellif Ebû Davud'un bu bâbda rivayet ettiği
hadisten biraz farklı olarak, Tirmizî'nin de Abdullah b. Mübârek'ten rivayet
ettiği bir hadis daha vardır ki Hanefî ulemâsı bu hadisle amel ederler. Sözü
geçen hadis şu şekilde tercüme edilebilir: "Tekbir aldıktan sonra
"subhâneke'llâh'ümıne ve bihamdik ve tebârekesmük ve teflla ceddük ve
lâilâhe ğayruk" duasını okur, sonra onbeş kere "subhânellahi
velhamdülillâhi velâ ilahe illallahu vellahu ekber" der, sonre eûzu çeker
ve besmele, Fatiha ve bir sûre okur, sonra on kere "subhânellahi
velhamdülillâhi velâ ilahe illallahü vellahü ekber"der, sonra rukû'a gider
ve onu on kere rükû'da söyler, sonra on kere rükû'dan kalkınca, sonra on kere
de secdeye varınca, on kere secdeden kalkınca, on kere ikinci secdeye varınca
söyler ve bu şekilde dört (rekat) kılar, işte bu bir rekatta 75 teşbih eder.
Her rekata onbeş teşbih ile başlar, sonra (Fatiha ile bir sûre) okur,
(kıraatten) sonra da on teşbih getirir.[271]
Bu hadiste tarif
edilen teşbih namazında ikinci secdeden sonra teşbih için oturmak
gerekmediğinden Hanefî mezhebine daha uygundur. Çünkü Hanefî mezhebinde istirahat
celsesi mekruhtur.[272]
Teşbih namazı da bir nafile olduğuna göre, bunun da üçten fazla kişinin bir
imama uyarak cemaatle kılması mekruhtur. Üç kişi bir kişiye uymaları suretinde
kılınacak teşbih namazında imam geceleyin kılarken kıraati açıktan teşbihleri
gizli okur. Zira namazdaki okunan kıraat, teşbih, dua ve tehiyyâtlardan ancak
kıraatin açıktan, diğer teşbih ve duaların ise gizlice okunacağı genel kaide
halindedir.[273]
1300.
...Ka'b b. Ucre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.)
(birgün) Abduleşhel oğularınm mescidine gelip akşam namazını orada kıldı.
Namazlarını bitirince akşam namazından sonra nafile kılmakta olduklarını
gördü. Bunun üzerine: "- Bu, evlerde kılman bir namazdır” buyurdu.[274]
"Bu, evlerde
kılınan bir namazdır" beyânı, “bu namazı evlerde kılınız" mânâsında
bir tavsiyedir. Nitekim bu söz,
Nesâî ile Tirmizî'nin
rivayetlerinde: "Bu namazı evlerde kılın'.' Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde
de; "Bu iki rekatı evlerinizde kılın" şeklindedir. Buhârî'nin cuma
bölümündeki rivayetinde; "akşam namazından sonra iki re-katlik sünneti
evinde kılardı" şeklinde, teheccüd bölümünde de; "akşam ve yatsı
namazlarının sünnetleri)ni evinde kılardı" şeklindedir. Buharî'nin bu rivayetine
bakarak İmam Mâlik ile İmam Sevrî gece kılınan nafileleri evde kılmanın,
mescidde kılmaktan daha faziletli olduğuna, gündüz nâfilelerininse tam aksine
mescitte kılınmasının daha faziletli olduğuna hükmetmişlerdir. Buhârî şârihi
îbn Hacer ise, bu konuda şunları söylemektedir: "Gündüz nâfilelerini
mescidde kılmanın daha faziletli olduğu" görüşü üzerinde durmak gerekir.
Aslında Buhârî'nin ibaresinden böyle bir hükme varmak doğru değildir.[275]
Seleften Abbâs b. Sehl
b. Sa'd da bu konuda şunları söylemiştir: "Ben Hz. Osman zamanına
yetiştim, akşam namazında selâmı verir vermez, mescidde hiç bir kimse kalmaz
hepsi evlerine koşarlar ve iki raketlik sünneti evlerinde kılarlardı."
Nitekim Meymûn b. Mihran da aynı şeyleri söylemiştir.[276]
Esasen Hz.
Peygamber'in mescidde nafile kılmak âdeti değildi.[277]
İbn Ebî Leylâ konumuzu
teşkil eden Ebû Dâvûd hadisine sarılarak mescidde nafile namaz kılmanın caiz
olmayacağını söylemiş ve Ahmed b. Hanbel de bu görüşü benimsemiştir. Ulemânın
büyük çoğunluğu ise, hadisteki bu emrin farziyyet değil, mendûbluk ifâde
ettiğini belirtmişlerdir. Nitekim bir numara sonra gelecek olan hadis-i şerif
de cumhurun bu görüşünü te'yit etmektedir. Gerçekte nafile namazları evlerde
kılmak hem ihlâsa daha uygun, hem de riyadan daha salimdir. Ancak itikafta
olan kimse bu hükmün dışındadır. Nafileleri de mescidde kılabilir.
Bu hadisin Nesâî'deki
ve Ebû Dâvûd'daki senedinde İshak b. Ka'b vardır. Bu râvinin kimliği
meçhuldür. Aynı şekilde İbn Mâce'nin senedinde de zayıflık vardır. Tirmizî ise,
bu hadisin sıhhatiyle ilgili olarak şunları söylemiştir: "Bu hadis
garibtir. Onu yalnız bu senedle bilmekteyiz. Sahih olan İbn Ömer (r.a.)'den
rivayet edilen hadistir ki İbn Ömer
diyor:
"Peygamber (s.a.)
akşamdan sonraki iki rekatı evinde kılardı." "Hüzeyfe (r.a.)'den de
şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.) akşam namazını kıldı ve
müteakiben mescidde yatsı namazını kılıncaya kadar namaz kıldı." Bu
hadiste Peygamber (s.a.)'in akşamın farzından sonraki iki rekati mescidde
kıldığına dair delâlet vardır."[278]
1301. ...İbn
Abbas (r.a.)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
akşam namazından sonra iki rekatlık (sünnet)te kıraati cemaat mescidden
dağılıncaya kadar uzatırdı.[279]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Nasr el-Mücedder de Ya'kûb el-Kummî'den rivayet etti ve onun (Talk İbn
Gannâm 'in yaptığı) gibi İbn Abbâs'a isnâd etti.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi aynı şekilde Muhammed b. İsa b. et-Tabbâ' da Nasr et-Mücedder
vasıtasıyla Ya'kûb'dan rivayet etti.[280]
Her ne kadar bu hadis-i
şerif Resûl-i Ekrem (s.a.)'in akşam namazının sünnetim mescidde kıldığını ifâde
ediyorsa da, bu akşam namazlarının bütün sünnetlerini mescidde kıldığına
delâlet etmez. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.)'in nafile namazları evinde kıldığı
kuvvetli delillerle sabittir. Nitekim biz ilim adamlarının bu konudaki
görüşlerini bir önceki hadisin açıklamasında naklettik. Bu hadis-i şerifte söz
konusu olan Resûl-i Ekrem (s.a.)'in akşam namazının sünnetlini mescidde
kılması, bunun caiz olduğunu göstermek hikmetine mebnî olduğunu söylemek
mümkündür. Öte yandan bunun itikâf hâline mahsus Özel bir durum olduğunu
söylemek de mümkündür. Ayrıca eve gitmesine engel teşkil eden başka bir
mazereti sebebiyle bu namazı bir defaya mahsus olmak üzere mescidde kılmak
zorunda kaldığı da düşünülebilir.
Yine bu hadis-i
şerifte her ne kadar Resûl-i Ekrem (s.a.)'in akşam namazının sünnetinde
kıraati uzattığı ifâde ediliyorsa da, bu durum Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bu
namazda, genellikle, "kâfinin" ve "Ihlâs" sûrelerini
okuduğu bilinen bir gerçektir. Nitekim Abdullah b. Mesûd'un şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Resûlullah (s.a.)'ın, akşamın farzından sonraki iki
rekatte ve sabahın farzından önceki iki rekatte ve okuduğunu kaç kere
işittiğimi sayamam.”[281]
Ebû Dâvûd taliklerinde
bu hadisin başka yollardan da rivayet edilmek suretiyle takviye edildiğine
dikkat çekmiştir.[282]
1. Akşam
namazının sünnetinde kıraati uzatmak caizdir.
2. Her ne
kadar nafileleri evde kılmak mendubsa da mescidde kılmak da caizdir.[283]
1302. ...Bir
önceki hadisle aynı mânâda bir hadis de Said b. Cübeyr tarafından mürsel olarak
Peygamber (s.a.)'den rivayet edilmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki; Ben
Muhammed b. Humeyd'i şöyle derken işittim:
Ben Ya'kub'u (şöyle)
derken işittim:
"Benim size
Ca'fer ve Sa'îd b. Cübeyr (vasıtasıyla) Peygamber (s.a.)den naklettiğim her
haber (aslında) îbn Abbâs vasıtasıyla Peygamber (s.a.)'e dayanır."[284]
Bu hadis-i şerif
mürseldir. Çünkü Said b. Cübeyr tâbiûndandır.Bu bakımdan bu hadisi bizzat Hz.
Peygamber'den işitmiş olması mümkün değildir. Bir sahâbiden duymuş olması
lâzımdır. Öyleyse hadisin senedinde bir sahâbinin atlanmış olması gerekir.
Dolayısıyle bu hadis mürseldir. îşte bu durumu açıklığa kavuşturmak için Ebû
Dâvûd, metnin sonuna bir talik ilâve etmek lüzumunu hissediyor. Talikten
anlaşılıyor ki; Ya'kub'un Ca'fer vasıtasıyla Said b. Cübeyr'den naklettiği her
hadis her ne kadar görünüşte mürsel ise de, aslında tbn Abbâs'dan
alınmışlardır. Sened-den düşen sahâbinin kimliği bilindiğine göre, bu hadis
asla mürsel değildir, muttasıldır, merfû'dur.
Netice olarak şunu
söyleyebiliriz: Musannif, 1301 numaralı tbn Abbâs hadisinin sahih olduğunu
ispat ve takviye için yine îbn Abbâs'dan olmak üzere dört hadis rivayet
etmiştir. Bunların dördünün senedinde de Ya'kûb b. Abdillah bulunmaktadır. Bu
râvi ise, Dârekutnî'ye göre güvenilir bir kimse değildir, tbn Cevzî de onu
zayıf râviler arasında saymıştır. Fakat bunların dışındaki ilim adamları bu
râvinin güvenilir bir kimse olduğunu söylemişlerdir.[285]
1303.
...Şüreyh b. HânTden; demiştir ki:
Âişe (r.anhâ)'ya
Resûlullah (s.a.)'uı namazını sordum. Şöyle cevap verdi:
Resûlullah (s.a.)
yatsı namazım kıldıktan sonra yanıma geldiğinde kesinlikle dört veya altı rekat
(daha nafile namaz) kılardı. Bir gece yağmura tutulduk. Kendisine deriden bir
seccade verdik, sanki o derideki deliği kendisinden su fışkırırken görüyor
gibiyim. Resûlullah'ı elbisesinin bir tarafım yerden sakınırken asla görmedim.[286]
Bu hadis-i şerifte
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in Hz. Âişe'nin odasında kaldığı gece, yatsı namazından
sonra mutlaka ev-
de nafile namaz
kıldığı ifâde edilmektedir. Bu nafile namazın kaç rekat olduğu "dört
rekat" veya "altı rekat" kelimeleriyle açıklanmıştır. Buradaki
"veya" kelimesi "tenv = çeşitleme" anlamında
kullanılmıştır. Bu takdirde Resûl-i Ekrem (s.a.)'in bazan dört rekat bazan da
altı rekat kıldığı anlaşılır. Eğer "veya" kelimesinin "şek,
şüphe" için olduğu kabul edilirse, bu takdirde Resûl-i Ekrem'in bu namazı
altı rekat olarak mı, yoksa dört rekat olarak mı kıldığında Hz. Âişe'nin
şüphelendiği ve birini diğerine tercih edemediği anlaşılır.
Esasen Resûl-i Ekrem
(s.a.), bu namazı, dört rekat olarak da kılsa, altı rekat olarak da kılsa bunun
iki rekatı yatsının iki rekatlık son sünnetinden başkası değildir. Geriye kalan
dört rekatlık namaz "kıyâmü'l-leyl"dir. Bu namaz iki rekatten on
rekate kadar kılınabilir.[287]
Bilindiği gibi
yatsının iki rekatlık son sünneti farz namazlara bağlı olarak kılınan revâtip
sünnetlerdendir. Tamamı on iki rekattır ve Allah Teâlâ’nın, bu sünnetleri
kılanlar için cenneti hazırlayacağına dâir va'd-i ilâhisi vardır.[288]
Resûl-i Ekrem'in yatsıdan sonra dört veya altı rekat nafile kılmış olması,
bazan da yatsı namazından sonra sadece iki rekatla yetinmiş olmasına engel
değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte; "Cemaate yatsıyı kıldırır ve yine
benim evime gelerek iki rekat (nafile) kılardı."[289]
Duyurulmaktadır.
Ayrıca konumuzu teşkil
eden Ebû Dâvûd hadisinde Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz'in namaz kılarken
kirlenip paslanacağı endişesiyle elbisesini yerden sakınmadığına işaret
edilmektedir.
Nitekim namaz kılarken
elbiseyi toplamak veya elbiseyle oynamak Hanefî mezhebinde mekruhtur. Kıymetli
âlimlerimizden Muhammed Zihni bu konuda şunları yazmıştır: "Secdeye
giderken entariyi veya pantolonu az amel ile yukarı çekmek, diğer tarife göre
-ki, Bahr-i Râik'in tarifidir- gömleğin üzerine pantolonu çekmek
mekruhtur."[290]
1. Yatsı
namazının son sünnetini dört veya altı rekat olarak kılmak mustehabtır.
2. Namaz
esnasında elbiseyi korumak maksadıyla paçalarını veya yenlerini çekmek veya
toplamak mekruhtur.[291]
1304. ...îbn
Abbâs (r.a.)'den; demiştir ki:
el-Müzzemmil
(Sûresin)deki "gecenin birazı hâriç olmak üzere (gecenin) yarısı
miktarınca kalk" (yahut; ondan birazını eksilt âyetini yine)[292] o
sûredeki; "O bunu sizin sayamayacağınızı bildiği için size ruhsat
verdi" Artık Kur'an'dan kolay geleni okuyun"[293]
âyeti neshetti. gecenin ilk saatleri (demek)dir.[294]
(Sahâbe-i kiramın) namazları (bu âyet gereğince) gecenin ilk saatlerinde
olurdu. (Bu âyet-i kerime ile Cenab-ı Hak) demek istiyordu ki: (Bu saatler)
Allah Teâlâ'nın sizin üzerinize farz kıldığı gece namazını (hakkıyla) yerine
getirmeniz için daha elverişlidir. Çünkü insan uyudu mu ne zaman uyanacağım
bilemez. (Aynı sûrede geçen) [295]
sözü(nün mânâsı) "Bu (saatler okunan) Kur'an'ı anlamaya daha
elverişlidir" demektir. (İbn Abbâs) diyor ki: âyeti kerimesinin[296]
manası, = gündüz senin için uzun bir meşguliyet var demektir.[297]
"Kur'an'dan kolay
geleni okuyun" âyet-i kerimesindeki "Kur'an okumak"tan maksat,
mecazen gece namazıdır. Kur’an ile gece namazı arasında cüz'iyyet-külliyet
alâkası vardır. Cüz söylenmiş, kül kast edilmiştir. Her ne kadar bu emir
farziyyet ifâde ederse de ileride açıklanacağı üzere zamanla Kur'ân okumanın
mecazî mânâsı olan gece namazı kılmanın farziyyeti tamamen nesh edilmiştir.
Bazılarına göre ise mecazi manası neshedilmiş, gerçek manası bakî kalmıştır.
Bazılarına göre de bu emir nedb ifâde eder. Allah Teâlâ ve tekaddes hazretleri
gece namazının tümünün terk edilmesine izin verip de biraz Kur'ân okunmasını
mendub kılmakla sanki; "Kur'an'dan kolay geleni okuyun"[298]
"Bu kıraatinize karşılık size gece namazının sevabım vereceğim" demek
istemiştir.
Nitekim ileride
gelecek olan 1395 numaralı hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Kim
(geceleyin) on âyet okursa o kimse artık kesinlikle gafiller sınıfına
yazılmaktan kurtulur, yüz âyet okuyan itaatkâr kimseler zümresine . kaydolur;
bin âyet okuyan kimse ise, bir kınlar tasaddıık eden ve onun sevabına erişen
kimseler sınıfına yazılır..." Bu hadis-i şerifi aynı zamanda îbn Huzeyme
ile İbn Hıbbân da rivayet etmişlerdir. Ancak İbn Hibbân'ın rivayetinde
"bin âyet" yerine "ikiyüz âyet" denilmektedir. Muâz
(r.a.)'den; "Bir kıntarın 1200 (bin iki yüz) okka olduğu ve bir okka
sevabının da semâvât ile arzda bulunan maddi kıymetlerden daha hayırlı
olduğu" rivayet edilmiştir. İbn Abbâs Tefsir'inde beyan olunduğuna göre;
"gecenin birazı hâriç olmak üzere kalk"[299]
âyet-i kerimesi nazil olunca Peygamber efendimiz ve sahâbe-i kiram bu emre
uyarak geceleyin namaza kalktılar. Ancak yine bu emre uyarak gecenin birazında
yatmak istemişlerse de "biraz" kelimesinin miktarını kesin bir
şekilde tâyin ve tesbit edemediklerinden bütün geceyi namazla geçirdiler. Bu
durum kendilerine çok zor gelmeye başladı. Bunun üzerine Cenabı Hak:
"Gecenin yansı miktarında yahut ondan birazını eksilt."[300] ayeti
kerimesini indirdi. Fakat ashab-ı kirama bu da zor gelmeye başladı. Çünkü
ayaklan şişiyordu. Bir sene bu şekilde gecenin yansım namazla geçirdiler.
Nihayet "O bunu sizin sayamayacağınızı (yani gecenin yarısını veya üçte birini
kılmaya gücünüzün yetmeyeceğini) bildiği için size karşı (ruhsat cihetine)
döndü. (Yani, sizden gecenin yarısında veya üçte birinde kâim olmak
farziyyetini kaldırdı) Artık Kur'an'dan kolay geleni okuyun”[301]
âyet-i kerimesini indirerek gecenin yarısını veya üçte birini namazla geçirme
farziyyetini ümmetten kaldırdı. Farz olan gece namazının miktarı en aza
indirilmiş oldu ki, iki rekat namaz kılmakla bile bu farizanın ifâ edilmiş
sayılacağını bildirdi. Bu durum beş vakit namaz farz kılınmadan önce idi.
Ramazan orucunun farz kılınmasıyla diğer oruçların farziyeti; zekâtın farz
olunmasıyla sadakanın farziyyeti nasıl neshedildi ise, beş vakit namazın farz
kılınmasıyla da gece namazı kılmanın farziyyeti tamamen neshedümiş oldu.
îbn Cevzî de
Zadu'l-Mesîr tî ilmi'r-lefsîr isimli eserinde İbn Abbas'a uyarak şunları
söylüyor: "Gecenin birazı hâriç olmak üzere kalk, gecenin yansı miktannca,
yahut ondan birazını eksilt"[302]
âyet-i kerimesi nazil olunca bu âyeti okuyan veya işiten bir kimse gece
namazının müddetini tesbîtte hata ederim endişesiyle bütün geceyi uykusuz
geçiriyordu. Bu iş müslümanlara ağır gelmeye başladı. Nihayet bir sene sonra
"O bunu sizin sayamayacağınızı bildiği için size karşı (ruhsat cihetine)
döndü"[303] âyetini indirerek gece
namazını muayyen bir miktarda kılmanın farziyyetini kaldırdı. Gece namazının
farziyyetinin tamamen neshedilmesi ise, bir sene sonra beş vakit namazın farz
kılınması ile gerçekleşti. Böylece gecenin uzunca bir kısmını namazla geçirme
emriyle gece namazının hafifletilmesine izin verilmesi arasında bir sene
geçtiği gibi, gece namazının başlangıcıyla neshedilişi arasında da iki sene geçmiş
oldu."
Netice olarak bu âyet,
sûrenin başındaki gece kıyamı emrinin şiddetini, miktarını hafifletmiş beş vakit
namaz farz kılındıktan sonra akşam ve yatsı, gece kıyamı cümlesinden kalarak
teheccüddün farziyyeti, mendubluğa dönüşmüştür.[304]
1. Bidâyet-i
İslâm'da gecenin yarısını veya üçte birini veya üçte ikisini namazla geçirmek
Hz. Peygambere ve ashabına farz idi. Bir müddet sonra bu âyetle[305]
hafifletilerek gece namazı kılma görevi iki rekatla bile yerine getirilmiş
sayıldı. Daha sonra beş vakit namazml farz kıhnmasıyle gece namazının
farziyyeti bu ümmetten kaldırılarak mendubluğa çevrildi. Bazılarına göre
Kur'an-ı Kerim'de bu sureden başka sonu başını nesh eden bir sure daha yoktur.
Ulemâ gece namazının
hükmü hakkında ihtilâfa düşmüştür. Bu konudaki belli başlı görüşleri şu
şekilde özetlemek mümkündür:
a. Gece
namazı Resûl-i Ekrem'e ve ümmetine hiçbir zaman farz kılınmamıştır. Çünkü gece
namazıyla ilgili âyet-i kerimede; "Gecenin birazı hâriç olmak üzere kalk
gecenin yansı miktarınca yahut ondan birazını eksilt. Yahud (o yarının) üzerine
artır”[306] buyurularak Resûl-i
Ekrem, gece namazını kılıp kılmamak arasında muhayyer bırakılmıştır. Halbuki
farz namazlarda muhayyerlik yoktur. Bu durum gece namazlarının farz değil,
mendub olduğunu gösterir. Ancak bu görüş âyet-i kerimedeki muhayyerlik, gece namazının
kılınıp kılınmamasıyla ilgili olmayıp mikdanyle ilgili olduğu gerekçesiyle
tenkîd edilmiştir.
b. Bir koyun
sağacak süre kadar bile olsa her müslüman üzerine gece namazı kılmak farzdır.
Hasan el-Basrî ile İbn Şîrîn "Artık Kur'ân'dan kolay geleni okuyun"[307]
âyet-i kerimesini delil getirerek bu görüşü benimsemişlerdir. Ancak ulemâ bu
görüşün şâz ve tatbiki gerekmeyen bir görüş olduğunda ittifak etmişlerdir. Ve
gece namazının; "o bunu sizin sayamayacağınızı bildiği için size karşı
(ruhsat tarafına) döndü"[308]
âyet-i kerimesiyle nesh edildiğini söylemişlerdir.
c. Sadece
Peygamber (s.a.)'e farz idi. Bu görüş İmam Mâlik (r.a.)indir. Delili,
"gecenin bir kısmında da uyanıp sırf sana mahsus fazla (bir ibadet) olmak
üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl"[309]
âyet-i kerimesidir. Hazret-i İmama göre: -Bu âyeti kerime de buluflan “ = sana
mahsus özel bir nafile olarak" sözü bu namazın sadece Resûl-i Ekrem'e has
bîr namaz olduğunu göstermesi bakımından yeterlidir. Bu bakımdan burada
Resûlullah'a yönelen her emir aynı zamanda ümmeti için de geçerlidir.
Binaenaleyh "gece namazı kılmakla Resûl-i Ekrem kadar ümmeti de
mükelleftir" diyerek yapılacak bir itiraza yer yoktur.- Nitekim meşhur
müfessir Alûsî de Tefsir'inde aynı görüşlere yer vermiştir. Ancak şurasını unutmamak
lâzımdır ki, buradaki "nafile” sözünden maksat mükellefin yapmakla
yapmamak arasında muhayyer olması anlamındaki muhayyerlik değildir. Eğer öyle
olsa bu nafilenin Peygambere has özel bir nafile olmasının bir mânâsı kalmazdı.
Çünkü bilindiği gibi gece namazı bu mânâda herkes için nafile bir namazdır. Buradaki
nafilenin mânâsı ümmet üzerine yüklenen farzlardan fazla olarak Resûl-i Ekrem
(s.a.) üzerine yüklenen bir farz demektir.[310]
Bu konuda Abdulvehhab
Şa'rânî de şunları söylemektedir: "Onlar ayakları şişinceye kadar
ibâdetle kâim olsalar bile yine kendilerini nafile ibâdetlere ehil
görmezlerdi. Onlar bu ibâdetlerini ancak farzlarda hâsıl olan noksanlıkların
tamamlayıcısı olarak kabul ederlerdi. Çünkü hakikatte nafile ibâdetler
farzlarını noksansız edâ edebilenler içindir.
Nitekim Allah
Teâla'nın:
"Gecenin bir
kısmında uykuyu bırakarak gece namazı kıl. Bu senin için ayrı bir
ibâdettir"[311]
mealindeki âyet-i celilesi, buna işaret etmektedir. Peygamber Efendimizin farz
namazları kemal mertebede olduğu için Allah Te-âlâ bu âyet-i celîlede teheccüd
namazının O'na mahsus olduğunu zikretmiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.)
Efendimiz ibâdetlerini eksik yapmaktan masumdur. Nitekim Hafız Celaleddin
es-Süyûtî "el-Hasâis" adlı eserinde, ve daha başkaları bu hususu
bildirmişlerdir.
Nitekim Konyalı M.
Vehbi Efendi de İsra suresinin 79. âyet-i kerimesini açıklarken şunları
nakletmiştir: "İbtidâ-yi İslâmda teheccüd namazı her mü'mine farz iken,
beş vakit namaz farz olunca ümmet hakkında teheccüdün farziyyeti nesh edildi de
nafile olarak meşrûiyyeti bakî kalmıştır.Binaenaleyh ümmetin'zühd ve takva
erbabından teheccüd namazına devam edip faziletini alanlar vardır. Amma
Resûlullah (s.a.) hakkında farziyyeti bu âyetle sabittir ve hassa-i Nebidendir.
Resûlullah için ziyâde bir şeref ve fazilettir ve salat-ı mefrûze üzerine zâid
bir farz olduğu cihetle nafile ve farziyyeti Resûlullah'a mahsus olduğunu
beyân için duyurulmuştur."[312]
d. Gece
namazı kılmak hem Peygamber (s.a.) için hem de ümmeti için mendûbtur. Ulemânın
büyük çoğunluğu bu görüştedir. Bu görüş aynı zamanda İbn Abbâs, Mücâhid ve Zeyd
b. Eslem'den de nakledilmiştir. Nitekim Müslim'in Sahih'inde bulunan[313] ve
ileride gelecek olan 1340 numaralı hadis-i şerif de bu görüşe delil olarak
alınmıştır.
İşaret edilen bu
hadisten âyetin âyetle neshinin caiz olduğu da anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda
da izah ettiğimiz gibi her ne kadar ulemânın bir kısmı; "gece namazının
tamamen nesh edilmesi beş vakit namazın farz kı-lınmasıyle
gerçekleşmiştir" diyorlarsa da, bu görüş MenheI sahibi es-Subkî tarafından
tenkîd edilmiştir. Bilindiği gibi bir hükmün diğer bir hükmü nesh edebilmesi
için her iki hükmün birbirine zıt olması ve ikisinin bir arada uygulanma
imkânının bulunmaması gerekmektedir. Meseleye bu açıdan bakınca beş vakit
namazın farz olması, gece namazının farziyyetinin neshini gerektirmeyeceği
anlaşılır. Çünkü her ikisinin farz olarak yürürlükte kalması mümkündür. İşte
Menhel sahibi bu görüşten hareket ederek "gece namazının farziyyetinin
neshedilmesinin beş vakit namazın farz kılınmasıyla değil, daha önce geçen
"bir gün ve gecede beş vakit namazdan başka farz namaz yoktur"
mealindeki 391 numaralı hadisle gerçekleştiği hükmüne varmıştır.[314]
1305. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
Müzzemmil sûresi'nin
ilk âyetleri nazil olunca (Hz. Peygamber ve ashabı) yaklaşık olarak Ramazan ayı(ndaki
gecelerde) durdukları kadar namazda dururlardı(Bu durum Müzzemmil Suresinin)
son âyeti ininceye kadar devam etti.
(Bu Sûrenin) iik
âyetlerinin nüzulü) ile son âyeti(nin nüzulü) arasında (geçen süre) bir sene
oldu.[315]
“Müzzemmil suresinin
ilk âyetler"inden maksat "Ey (esvabına) bürünen (habibim) gece(nin)
birazı hâriç olmak üzere kalk;(gecenin) yansı mikdannca yahut ondan birazını
eksilt"[316] âyetleridir.
Son âyeti ise,
"Şüphe yok ki Rabbin senin gecenin üçte ikisinden biraz eksik, yarısı, üçte
biri kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde bulunanlardan bir
zümrenin de (böyle yaptığını) elbet biliyor" diye başlayıp "Artık
Kur'ân'dan kolay geleni okuyun" (Müzzemmii 20) mealindeki cümlenin sonuna
kadar devam eden âyet-i kerime nüzulü arasında geçen zaman içerisinde Hz.
Peygamber ve ashabı geceleri kalkıp Ramazan gecelerinde kılınan gece namazları
kadar namaz kılarlarmış. Bu süre bir sene devam etmiştir. Nitekim Müslim ve
Nesâî'nin Hz. Âişe'den rivayet ettikleri şu hadis-i şerîf de bu gerçeği te'yîd
etmektedir: "İşte Allah azze ve celle bu sûrenin başında gece namazını
farz kıldı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) ile ashabı bir sene gece namazına
kalktılar.”[317]
Mâverdî'den gelen bir rivayete
göre de Peygamber (s.a.) ve ashabı onaltı ay gece namazlarına bu şekilde devam
etti. Ancak on altı ay sonra "Artık Kur'ân'dan kolay geleni okuyun”
(Müzzemmil 20) mealindeki âyet-i kerime nazil olunca bu mükellefiyyet en az
hadde indirilmiştir. Başka bir ifâde ile Müzzemmii Sûresinin ilk âyetinin
nüzulü ile son âyetinin nüzulü arasında on altı ay geçmiştir.[318]
Bütün bu rivayetlerle birlikte gece namazının tamamen nesh edilmesinin beş
vakit namazın farz kılınmasından sonra olduğu dikkate alınırsa, neshin
Mekke'de gerçekleştiği anlaşılır. Çünkü namazın farz kılındığı İsrâ
hâdisesinin hicretten bir seneden daha fazla bir zaman önce vuku'a geldiği
bilinen bir gerçektir. Fakat gece namazmın hafifletilmesini emreden Müzzemmil
Sûresinin 20.âyetinde Medine'de meşru kılındığı kesinlikle bilinen cihâd ve
zekât hükümleriyle ilgili cümleler bulunmaktadır. îşte bu durumu gözönünde
bulunduran" Muhammed b. Nasr el-Mervezî bu âyetin kesinlikle Medine'de
nazil olduğunu söylemiştir ki bu görüş, konumuzu teşkil eden, hadisdeki
"Bu sûrenin ilk âyetleri ile son âyetinin nüzulü arasında geçen süre bir
sene oldu" ifâdesine ters düşmektedir. Ancak Hafız İbn Ha-cer el-Askalânî
Fethu'l-Bâri'de Mervezî'ye ait bu görüşü ele alarak yanlışlığını şöyle ifâde
etmiştir: "Şurasını iyi bilmek lâzımdır. Bu âyet-i kerimede geçen cihâdla
ilgili cümleler o anda cihâdın farz kılındığını ifâde eden cümleler değildir.
Bilakis bu cümleler, "bir takımı da Allah yolunda çarpışacaklardır"
şeklinde cihâdın ileride meşru kılınacağına delâlet eden istikbâl sîgasıyla
gehristir. Bu da gösteriyor ki Allah Teâlâ ileride yapılacak cihâdlan ilm-i
ezısiyle bildiği için daha mü'minlerin başlarına sıkıntı gelmeden evvel gece
namazı mükellefi yy etini bunlardan hafifletmiştir." Kıymetli
müfessirlerimizden Elmalılı Hamdi ise, bu âyetle ilgili olarak şunları
söylermV"ıı:"Bütün bunları miilahâzadan sonra şu kanaat hâsıl oluyor
ki: Bu âyetin hepsi değilse bile, en az bir-iki cümlesi Medenî olmak
gerekir."[319] Nitekim
İbn Cerîr et-Taberî'nin tefsirindeki Müzzemrnil Sûresinin ilk âyetleriy-le son
âyetlerinin nüzulü arasında geçen sürenin on sene olduğuna dâir rivayet de
Hamdi Yazır merhumun görüşünü desteklemektedir. Bununla birlikte bu konuda
gelen hadîsler incelendiği .aman bu sürenin bir sene olduğuna delâlet eden
hadîslerin hem daha tok, hem de daha kuvvetli olduğu görülür.[320]
1. Gece
namazının farzıyyetı nesh edilmiştir.
2. Ashab-ı
kiram ramazan gecelerinin yarısı, üçte biri, üçte ikisi gjoı büyük bir kısuını
namazla geçirirlerdi.
3. Ramazan gecelerinin
ihyası, .nendub olan teheccüd namazından daha uzun olmalıdır.[321]
1306. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; Resûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Sizden biriniz
uyuduğu vakit şeytan, onun ense köküne üç düğüm vurur; her düğümün bulunduğu
yere; "Haydi uyu, gecen uzun ola!" (diyerek) vurur. Eğer o kimse
uykudan uyandığı vakit Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür. Abdest alırsa bir
düğüm daha çözülür. Namaz kılacak olursa bir düğüm daha çözülür ve gönlü rahat olarak
sabahlar. Yoksa pis ve tenbel olarak sabahlar."[322]
“Şeytan'ın düğüm
vurması"yfa ne kast edildiği meselesi ulemâ arasında
ihtilaflıdır.Bazılarına göre bu söz hakikî manâsında kullanılmıştır.
"Sizden biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne gerçek manada iple
düğüm atar" demektir. Nitekim İbn Mâce'nin rivayetinde bu hadîs:
"şeytan geceleyin birinizin ense köküne, üzerinde üç düğüm bulunan iple
düğüm vurur" şeklinde gelmiştir ki oradaki "iple"'kelimesi bu
düğümün hakikî manada kullanıldığını gösteren bir karîne-i muayyinedir. Ahmed
b. Hanbel'in ve İbn Hibbân'ın rivayetlerinde de bu düğüm vurmak kelimesi iple
birlikte kullanılmıştır. Bilindiği gibi kadınlar genellikle ipleriyle düğüm
vurmak ve üzerine birşeyler okumak suretiyle sihir yaparlar. İşte şeytan da
uyuyan kimseye kendine mahsus iplerle düğüm atmak suretiyle onu büyüler ve
te'sir altına alır.
Bazılarına göre ise
şeytanın düğüm vurması mecazdır. Bunlar şeytanın uyuyan kimseyi zikirden ve
namazdan alıkoymak gibi işlerini, bir sihirbazın, büyülediği kimseye karşı
yaptığı işlere benzetmişler ve "düğüm vurmak" kelimesinin bu manada
kullanıldığını söylemişlerdir.
Bir takımları ise
"düğüm"den murad, kalbin karar verip niyet etmesidir. Böyle olan
kimse sanki şeytan kendisine vesvese vererek üzerinde uzun bir gece olduğuna
inandırmış gibi gece namazını te'hîr etmeye kararlıdır, en-Nihâye sahibi
Îbnu'l-Esîr'e göre ise bu kelimeden maksat Şeytanın insana uykuyu ağır
bastırması ve uykusunu uzatmasıdır. Bu şekilde, sanki önüne bir set çekmiş ve
üzerinde üç düğüm vurmuş gibi olur. Bu konuda sayın Ahmed Davudoğlu Müslim
Şerhi'nde şunları naklediyor:
"İbn Battal diyor
ki: Resûlullah (s.a.) düğümün mânâsını "uzun bir geceyi iltizam et"
demekle tefsir etmişdir. Her halde bu sözü şeytan, bir kimse uyanmak istediği
zaman söyler. Ben bu hadîsi tefsir eden zevattan birinin; "üç düğümden m
ura d yiyip içmek ve uyumaktır" dediğini gördüm. Görülmüyor mu ki
"çok yeyip içen çok uyur." Bazıları bu kavlî ihtimalden uzak
görmüşlerdir. Çünkü hadiste düğüm vurma işinin uyuduktan sonra yapıldığı
bildirilmektedir.
"Bir takımlarına
göre bu söz istiaredir. İnsanların akitlerinden alınmıştır. Bundan murad akdin
kendisi değildir. Ancak insanlar yaptıkları akitlerle başkasının tasarrufunu
men'ettikleri gibi, şeytanın misâli de böyledir. O da uyuyan kimseyi sevdiği
zikrullahdan men eder.
"Şeytandan murad
cins de olabilir. İblis de. Yalnız bu tefsire Aynî itiraz etmiş ve
"geceleyin uyuyanlar çoktur. İblîs onların her birine yetişemez. Meğer ilk
bendegânına emrettiği için o iş ona nisbet olsun... bir de şeytanların
azgınları ramazanda bukağılanırlar. Bunların en büyüğü İblistir" demiştir."
"Haydi gecen uzun
ola!... diye vurur" cümlesindeki vuruştan maksad, elle vurmaktır. Bu cümle
onun yaptığı işi te'kîd için zikredilmiştir. Bazıları: "Buradaki vuruştan
murad, uykusunu getirmektir" demişlerdir.
Müslim'in burada:
"Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür, abdest alırsa iki düğüm çözülür,
namaz kılarsa bütün düğümler çözülür" şeklindeki rivayeti bu babdaki
muhtelif rivayetlerin sahih olduğuna delildir. Filhakika hadisin bazı
rivayetlerinde "Namaz kılarsa bütün düğümler çözülür" ibaresinin
yerine; "Namaz kılarsa bir düğüm çözülür" denilmiştir. O rivayetlerde
sair düğümler hakkında dahi "bir düğüm çözülür" tâbiri kullanılmıştır.
"Bunların hepsi
sahih ise de üçüncü düğüm hakkında cemi' sîgası ile vârid olan "Bütün
düğümler çözülür" rivayeti diğerlerinden evlâdır.
"Namaz kılan
kimsenin sevinerek sabahlaması Allah Teâlâ'nın, kendisini ibâdete muvaffak
kıldığındandır. Gönül rahatlığı ise, Allah Teâlâ'nın, kendisine bereket ihsan
eylediği ve kendisinden şeytanın düğümleri ırak olduğu içindir. Namaz
kılmayanın, nefsi pis olarak sabahlaması ya âdet edindiği namazı bıraktığından
yahut niyet ettiği hayrı yapamadığındandır.
"Kirmanı (v.
786/1384) şöyle diyor: "Malumun olsun ki hadisin sonundaki; "aksi
takdirde nefsi pis ve tenbel olarak sabahlar" cümlesinin muktezası, bu üç
şeyi yani zikri, abdesti ve namazı bir araya getirmeyen kimse nefsi pis ve
tenbel olarak sabahlayanlar zümresine dahildir, demektir. İsterse bâzısını
yapmış olsun!" Bu te'vîle göre cümle şöyle takdir olunur: "Eğer Allah'ı
zikretmez, abdest almaz, namaz da kılmazsa, nefsi pis ve tenbel olarak
sabahlar."
"Gerçi Ebû Bekr
ile Ebû Hureyre (r.anhumâ)'nın vitr namazını gecenin evvelinde kılarak, bir
daha namaza kalkmadıkları rivayet olunmuştur.
Fakat onlar bu
hadisteki tenbeller zümresinden sayılamazlar, zira hadisteki tenbelden murad,
hiç gece namazı kılmadan uyuyan ve kalkmaya da niyeti olmayan kimselerdir.
Gecenin evvelinde vitir namazını kıldıktan sonra âhirinde kılmak niyeti ile
yatanlar, bunlara dahil değildir.Buna delil
“et-Tavdîh" sahibinin gösterdiği şu hadistir:
"Gece namazı
kılmayı âdet edinen hiç bir kimse yoktur ki, uyku galebe çalarak, o namazı
kılamadığı vakit kendisine namazı kılmış gibi ecir yazılmasın. Onun uykusu da
namaz sayılır." Bu hadisi İbnu't-Tîn rivayet etmiştir, tbn Hibban'ın
"SahilT'inde dahi bir benzeri vardır.
Hadîs-i şerifte,
şeytanın düğümlerinin üç ile sınırlandırılmış olması, yâ te'kîd içindir, yahut
düğümler ancak bu üç şeyle yâni zikir, abdest ve namazla çözüldüğündendir.
"Bu hadîs:
"Hiç biriniz benim nefsim habistir demesin!'1 hadisine muhalif sayılmaz.
Çünkü o hadiste insanın bu sözü kendisi için söylemesi yasak edilmiştir. Bu hadisde
ise, başkasının sıfatı haber verilmektedir."[323]
1. Sabah
uykudan uyanınca zikirde bulunmak abdest alıp namaz kılmak teşvik
edilmiştir.Burada zikirden murad, belli bir zikir olmayıp kalbî veya lisanı
zikrin bütün nevilerine şâmildir. Bu konuda mevcûd dua kitablannda bulunan
me'sûr dualardan biri de okunabilir. Ancak bu zikirlerin en büyüğü ve
faziletlisi muhakkak ki Kur'an-ı Kerîm okumaktır.
2. Geceleyin
uyandıktan sonra abdest alıp az da olsa namaz kılmanın fazileti büyüktür.
3. Zikir
abdest ve namaz şeytanı insandan uzaklaştırır. Fakat cünüb olan bir kimseden
sadece abdest almak şeytanın uzaklaşması için yeterli değildir. İleride
inşaallah Edeb bölümünde bu konu üzerinde yeterince durulacaktır.[324]
1307.
...Aişe (r.anha)’dan; buyurdu ki:
Gece namazını terk
etme.Çünkü Resulullah (s.a.) onu terk etmezdi.Hasta veya yorgun olduğu zaman oturarak kılardı.[325]
Bu hadis-i şerif
Resul-i Ekrem (s.a.)’in yorgun ve rahatsız olduğu günlerde bile gece namazını
ter etmediği açıkça ifade edilmektedir.Her ne kadar oturarak kılınan nafile
namazın fazilet ve ecri, ayakta kılınan, nafile namazın fazilet ve ecrinin
yarısı kadar ise de namaz bölümünün 69.babında açıklandığı gibi, bir
rahatsızlıktan dolayı oturarak kılınan namazın ecri, ayakta kılınan namazın
ecrine denktir.Bununla beraber Resul-i
Ekrem (s.a.) için özürsüz bile olsa oturarak kıldığı nafile namazın sevabı
ayakta kılınan namazın sevabına eşittir.[326] Bu
durum onun hasaisindendir.Nitekim bu konuda Nimet-i İslam’da şöyle
denilmektedir:”Nafile namazı kıyama güç yeter iken oturarak kılmak kerahetsiz
olarak caizdir.Bu nafile isterse müekked olan sünnet namazlardan olsun.Ne var
ki özürsüz olarak kılınana yarı ecir (sevap) vardır.Çünkü hadis-i şerifte şöyle
buyurulmuştur:”Kim namazı ayakta kılarsa bu efdaldir.kim de oturarak kılarsa
onun için de ayakta kılmanın yarı ecri
vardır.”
Bu hadisin hükmünden Efendimiz (s.a.)’in kendileri ve özründen dolayı oturarak
kılanlar müstesnadır.Ancak farz namazlarda ayakta durmak bir rükün olduğundan özürsüz olarak terki caiz olmadığı cihetle özürsüz olarak
ayağa kalkmadan kılınan farz namazların caiz olmadığında ittifak vardır.[327]
1. Ufak
tefek yorgunlukları bahane ederek gece namazı terk edilmemelidir.
2. Nafile
namazları oturarak kılmak caizdir.[328]
1308. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den; dedi ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Gecenin bir
kısmında kalkıp namaz kılan ve karısını da (namaz kılması için) uyandıran,
kalkmak istemediği zaman yüzüne su serpen kimseye Allah rahmetini ihsan etsin.
Gece kalkıp namaz kılan ve kocasını da (namaz kılması için) uyandıran, kalkmak
istemediği zaman yüzüne su serpen kadına Allah rahmetini ihsan etsin."[329]
"Rahimellâhu"
cümlesinin,
1. Haber
cümlesi olması mümkündür. O takdirde bu cümleyi "Allah (o kimseye) rahmet
edecektir" şeklinde tercüme etmek gerekir.
2.
"İhbar" şeklinde gelmiş "inşâ" cümlesi olması mümkündür.
Biz tercümemizde bu ikinci ihtimali tercih ettik.
"Gece kalkıp
namaz kılan ve karısını da uyandıran" cümlesindeki "ve" harfi, mutlak
cem' içindir. İşlerin sırayla yapılması anlamına gelen "tertib" için
değildir. Bu bakımdan gece namaz kılan kişinin önce namaz kılıp ondan sonra
eşini namaza kaldırması söz konusu değildir. Bu konuda biraz namaz kıldıktan
sonra eşini kaldırmakla önce eşini kaldırıp sonra namaz kılmak arasında bir
fark yoktur. Mühim olan kendisi namaz kılmakla birlikte eşi-ni de namaza
kaldırmaktır. Burada namaz kılmanın önce zikr edilmiş olması, mutlak surette
insanın eşini namaza kaldırmadan önce kendisinin kılması lâzım geldiği, aksi
takdirde hadis-i şerifte va'd edilen ecr ve sevaba erişemeyeceğini ifâde etmek
için değil, sadece insanın başkasına yapacağı va'z ve nasihati önce kendi
nefsinde uygulaması lâzım geldiği gerçeğini ifâde etmek içindir. Bu konuda
idaresi altında bulunan diğer ev halkı da eşi durumundadır. Hadis-i şerifte
onları da geceleyin namaza kaldırmakla aynı sevaba erişileceğine işaret
edilmiş ve onları kaldırmaya da tavsiye bulunmaktadır. Şurasını da unutmamak
lâzımdır ki: Bütün dinî irşâdlarda esas olan karşıdakini hikmetle ve güzel
sözlerle ikna etmek ve Allah'ın emrine yöneltmek olduğuna göre, gece
namazlarına kaldırma hususunda da aynı esaslardan hareket etmek ve dolayısıyla
gündüzleri ona gece namazının faziletini ve ehemmiyetini en güzel, en müessir
ve kalıcı bir biçimde telkin edip onu iyice ikna etmek lâzımdır. Bir kimse Önce
bu görevi yerine getirdikten sonra geceleyin uyumakta olan eşini namaza
çağırabilir. Bu mesele Kur'an-i Kerîmde şu şekilde ifâde edilmiştir:
"İnsanları Rabbînin yoluna hikmetle (sağlam delillerle) güzel öğütle davet
et. Onlarla mücâdeleni en güzel (yol) hangisi ise, onunla yap.”[330]
İşte bu meseleler
davet ve irşadın herkesçe bilinen meşhur esasları olduğu için hadîste ayrıca
tekrara lüzum görülmemiştir. Ancak insan bütün bu telkinlerden sonra gece
namazına kalkmak için can attığı halde bir türlü uykunun tesirinden kendisini
kurtaramayan eşinin, uykudan kalkmadığını görünce yüzüne su serperek namaza
kalkmasına yardımcı olabilir. Hadîs-i şerifte "yüzüne su serpen" ifadesiyle
bu noktaya işaret edilmiştir. Çünkü yüze su serpmek uykunun giderilmesi için
çok te'sirlidir.[331]
1.
Ölüler için olduğu gibi diriler için de
“Allah rahmet eylesin*' şeklinde dua etmek caizdir.
2. Gece
namazına kalkmak müstehabtır.
3. İnsanın
gece namaza kalkınca ev halkını da kaldırması tavsiye edilmiştir.
4. Uyuyan
bir kimseyi nafile kılması için uykudan uyandırmak caizdir.
5. Tembellik
veya uyku te'siriyle hayırdan uzak kalan bir kimseyi rahatını kaçırıcı bir
usulle de olsa içinde bulunduğu rahâvetten kurtarıp onu hayra iletmek hayrda
yardımlaşmaktan sayılır.[332]
1309. ...Ebû
Saîd ve Ebû Hureyre (r.anhumâ)'dan; dediler ki: Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:
Bir adam gecenin bir
kısmında karısını uyandırır, sonra her ikisi de iki rekat namaz kılarsa -yahut
(o adam tek başına) kılarsa-(erkek) Allah'ı zikr eden erkekler zümresine (Kadın
da) Allah'ı zikreden kadınlar zümresine kay d edilir.[333]
Râvi tbn Kesir bu
hadisi(n senedini Hz- Peygamber'e) ulaştırmadı ve Ebû Hureyre'den hiç bahsetmedi.
Bu hadisi (sanki) Ebû Saîd'in sözü (imiş gibi) nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki; Bu
hadisi tbn Mehdi Süfyan 'dan nakletti ve; "Öyle zannediyorum ki (Süfyan bu
hadisin senedinde) Ebû Hüreyre'yi de zikretti, dedi. Ebû Dâvûd dedi ki: Süfyan
'in bu hadisi mevkuftur.[334]
"Bir adam gecenin
bir kısmında karısını uyandırırsa" buyurulmasından; "burada vâdedilen
mükâfatın sadece "karısını geceleyin namaza kaldıran erkeklere ait olduğu,
eşini gece namaza kaldıran kadınların bu vâde dâhil olmadıkları" gibi bir
mana anlaşılabilirse de, aslında bu vadin, geceleyin namaz kılmak için eşini
namaza kaldıran kadınlar için de geçerli olduğu bir önceki hadîste açıkça
ifâde edilmiş bulunmaktadır. Ancak, genellikle geceleri ilk defa uyanıp eşini
de uyandıran erkekler olduğu için genel durum nazar-ı itibara alınarak sadece
erkeklerden bahsedilmekle yetinilmiştir. Maksat ev halkından birinin gece
namaza kalkıp kim olursa olsun, diğer ev halkını veya akrabasını namaza
kaldırmasıdır. Neticede kalkanlar veya kaldıranlar kadın iseler, Allah'ı çok
zikreden kadınlar zümresine, erkek iseler Allah'ı çok zikr eden erkekler
zümresine kayd edileceklerdir. Hadîs-i şerîf bunu müjdelemektedir. Bu müjdeye
erişebilmek için gece kılınacak olan namazın belli bir miktarı yoktur. Sadece
iki rekat namaz kılmak bile bu müjdeye erişebilmek için yeterlidir. Ayrıca bu
namazın farz veya nafile olması arasında bir fark yoktur. Bu hadis-i şerifte
"Şüphesiz ki, (teşbih ile tahmîd ile, tehlîl ile tekbir ile Kur'ân
tilâveti ile ilim tahsili ile) Allah'ı çok zikreden erkeklerle, (Allah'ı) çok
zikreden kadınlar, (işte) bunlar için Allah mağfiret ve mükâfatlar
hazırlamıştır."[335]
âyet-i kerimesine bir işaret vardır.
Zikrin çokluğu
şahıstan şahsa değişir.
Bu hadis, üç isnad
ile, rivayet olunmuştur:
a. tbn
K.esîr, Süfyan'dan Ebû Said'in sözü olarak nakletmiştir.
b. Muhammed
b. Hatem, Abdullah b. Mûsâ, Şeybân ve A'meş vasıtasıyla Ebû Hüreyre'ye ve Ebû
Said'e erişir. Ve bunların her ikisi de ayrı ayrı Hz. Peygamber'e eriştirirler.
Beyhakî es-Sünen Kübrâsı'nda; "İşba b. Câ'-fer er-Razi de bu hadisi merfû
olarak Süfyan'dan nakletti" demektedir.
c. İbn Mehdî
de Süfyan'dan Ebû Saîd'in ve Ebû Hüreyre'nin sözü olarak, yani mevkuf olarak
nakleder. Ancak bu mevzudaki mevkuf hadisler hükmen merfû' hadis durumundadırlar.
Çünkü âhiret alemiyle ilgili bir mükâfat konusunda hiçbir sahâbî kendi
kafasından bir söz söyleyemez ve bir fikir beyân edemez. Şayet bu konuda
herhangi bir sahabî fikir beyân etmişse bunu mutlaka Cenab-i Peygamber'den
duymuştur. Bu bakımdan bu konuda rivayet edilen mevkuf hadisler (sahâbî
sözleri), hükmen merfu hadisten sayılmıştır.[336]
1. Gece
namazının sevabı yüktür.
2. Hayırda
yardımlaşmak lazımdır.
3. Allah
kendisini çok zikr edenler için büyük mükâfatlar hazırlamıştır.[337]
1310.
...Peygamber (s.a.)'in zevcesi Hz. Âişe'den; (Peygamber -s.a.-) şöyle buyurmuş:
"Biriniz namazda
iken uyuklayacak olursa kendisinden uyku gidinceye kadar (yatıp) uyusun. Çünkü
uyuklayarak namaz kıldığı zaman istiğfar edeyim derken kendisine sövmesinden
korkulur."[339]
= uyuklama kelimesiyle
eğer hafif uyku kast edilmişse,
"yatıp uyusun" emri istihbâb (müstehab olma) ifâde eder. Bu bakımdan
kendisine hafif bir uyku arız olan kimsenin bu uykuyu dağıtıncaya kadar yatıp
uyuması müstehab, bu halde iken emre uymayarak namaza devam etmesi ise mekruh
olur. Şayet "nuâs" kelimesinden maksat ağır uyku ise, kendisine namaz
kılarken ağır bir uyku arız olan kimsenin bu uykuyu dağıtıncaya kadar yatıp
uyuması farz, bu halde iken namaza devam etmesi ise haramdır. Hadisin sonunda
gelen; "çünkü uyuklayarak namaz kıldığı zaman istiğfar edeyim derken
kendine sövebilir" anlamındaki açıklayıcı cümle, bu kelimeden "ağır
uyku" kast edildiğine delâlet eder.
Bu hadis-i şerifle
Müslim'in rivayet ettiği şu hadis-i şerif arasında bir çelişki yoktur:
"İbn Abbâs dedi ki: Bir gece Teyzem Meymune bint el-Hâris'in yanında
kaldım. O'na; "Resûlullah (s.a.) kalktığı vakit beni uyandırıver"
dedim. Sonra Resûlullah kalktı, ben de kalkarak sol tarafına durdum; Resûlullah
(s.a.) elimden tutarak beni sağ tarafına durdurdu. Bundan sonra artık ben
uyukladım mı kulağımın yumuşağını tutardı."[340]
Çünkü Hz. İbn Abbas teyzesinin evine Resûlullah'dan gece namazını öğrenmek için
gelmişti. Burada asıl maksat, Resûl-i Ekrem'in gece namazını nasıl kıldığını
öğrenmektir.Şâyet Resûl-i Ekrem (s.a.) Abdullah'a uykusu geldiği için
uyumasını emr etmiş olsa bu gaye gerçekleşmeyecekti. Bunun için Resul Ekrem
(s.a.) ona uykusu geldiği halde yatıp uyumasını emr etmemiştir. Bu bakımdan İbn
Abbas'm durumu öğretim ve eğitimle ilgili özel bir durumdur. Konumuzu teşkil
eden Ebû Dâvûd hadisi ise, genel bir hüküm ihtiva etmektedir. Binaenaleyh özel
durumlarla ilgili olan hadislerin genel hüküm ifâde eden hadislerle çelişmesi
söz konusu değildir.
Öyleyse namazda iken
uyku basarsa', selâm vererek namazdan çıkılır ve yatıp uyunur. Bazıları bu
hadisi gece namazına hamletmektedirler. en-Nevevî, farz ve nafile, gece ve
gündüz namazlarına şâmil olduğunu söylüyor. Hafız İbn Hacer "Fethu'I-Bâri"
de, hadisin özel bir sebebe dayandığını fakat lâfızlarının genel olduğunu
ifade ettikten sonra şunları söylüyor: "Farz namazlarda da bu hadisle amel
edilir. Ancak namazı geçirme tehlikesi olmamalıdır."
Mühelleb'e göre bu
hadisteki uykudan maksat, insanın dua ederken ağzından çıkan sözleri birbirine
karıştıracak kadar ağır basan uykudur. Bundan daha hafif olan uykular bu
hadisteki "yatıp uyusun" emrinin dışında kalır ve böylesi az
uykuların abdesti bozmayacağı konusunda bütün ilim adamları görüş birliğine
varmışlardır.
Şafiî ulemâsından
Müzenî ise, uykunun azının da çoğunun da abdesti bozmadığını söylüyor. Nitekim
bu görüş sahabenin ve tabiîlerin bazılarından da nakl edilmiştir. Ebû Ubeyde
ile İshâk b. Râhuye de bu görüştedirler.
Bu konudaki mezhep
imamlarının görüşlerini "uyuklamadan dolayı abdest almak” anlamına gelen
namaz bölümündeki 80 numaralı babda nakl ettiğimizden burada tekrara lüzum
görmüyoruz.
"Kişinin
kendisine sövmesi" tâbirinden maksad, kişinin kendi aleyhine dua
etmesidir. Nitekim Nesaî'nin Eyyûb vasıtasıyla Hişâm'dan nakl ettiği biri
hadis-i şerifte bu cümlenin mânâsım = Ey Allah'ım affet” diyecek yerde "=
Ey Allah'ım zelîl ve hakîr kıl der" şeklinde açıklamıştır. İleride
gelecek olan 1532 numaralı hadiste görüleceği gibi insanın kendi aleyhine dua
etmesi yasaklanmıştır.
Burada "insan
uykudaki fiillerinden sorumlu değildir" diye bir itiraza yer yoktur. Çünkü
uyumakta olan kimseden affedilen, uykuda iken işlediği fiillerin günahıdır.
Oysa uyku hâlinde dua eden kimsenin durumu bundan tamamen farklıdır. Çünkü
uyuklarken yapılan bir duâ, icabet saatine tesadüf ettiği için o anda kabul
edilebilir. Neticede sahibine telâfisi imkânsız büyük zararlara sebeb olur.
İşte bu korkudan dolayı Resûl-i Ekrem Efendimiz uyku hâlinde namaz kılmayı ve
dua etmeyi yasaklamıştır.[341]
1. Farz veya
nafile namazları kılarken ister gündüz, ister gece, uyku basacak olursa bu
uykuyu dağıtmcaya kadar yatıp uyumak müstehabtır. Ancak farz namazlar için bu
durum namaz vaktinin çıkmaması şartına bağlıdır. Ancak İmam Mâlik'e göre namaz
kılarken uykusu gelen kimselerle ilgili bu emir gece namaz kılanlara aittir.
Çünkü insanı uyku genellikle gece basar.
2. İbadette
huşu, huzu', ilâhî duygularla dolup taşmak mühim bir esas olarak teşvik
edilmiştir.
3. Kendisine
uyku galebe eden kimsenin o haliyle uykuya devam etmesi mekruhtur.
4. Her zaman
ve her yerde ihtiyatla hareket etmek gerekir.
5. İnsanın
kendi aleyhinde duâ etmesi yasaklanmıştır.[342]
1311. ...Ebû
Hüreyre(r.a.)'den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu:
"Biriniz gecenin
bir kısmında (namaza) kalkar da (uykusuzluktan namazda okuduğu) Kur'ân diline
dolaşır ve ne dediğini bilmezse hemen yatsın."[343]
Bu hadis-i şerif de
geceleyin namaz kılmak için kalkan bir kimseyi uyku tutar da namaz esnasında
okuduğu Kur'ân-ı Kerim âyetleri uyku sersemliğiyle diline dolaşacak, kelimeler
birbirine karışacak ve tecvid kurallarına riâyet etmek imkansızlaşacak olursa,
Allah'ın kelâmını tağyir ve tebdilden korumak için bu uykuyu iyice dağıtıncaya
kadar yatıp uyumak tavsiye edilmektedir. Her ne kadar hadiste uyku dağıtmak
için yatıp uyumak tavsiye edilmişse de genellikle uyku yatıp uyuduktan sonra dağıldığı
için bu tavsiye yapılmıştır. Bununla beraber 1308 numaralı hadis-i şerifte
geçtiği gibi, insan yüzüne su serperek de uykusunu dağıtabilir. Fakat uykuyu
dağıtmak için yatıp uyumadan başka çâre kalmadığı zaman yatıp uyumak gerekir.
Bu hüküm namazda okunan Kur'ân için olduğu kadar namaz dışında okunan Kur'ân-ı
Kerim için de geçerlidir.[344]
1312.
...Enes (r.a.)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
mescide girdi. (Mescidde) iki direk arasına gerilmiş bir ip (vardı).
"Bu ip de ne
oluyor?" diye sordu.
Ey Allah'ın Resulü şu
Hamne Bint Cahş (var ya? İşte o uzun müddet) namaz kılar yorulunca buna
yapışır, diye cevab verildi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.):
"Dayanabildiği
müddetçe kılsın, yorulduğu zaman otursun" buyurdu.
Bu hadisi Ebu Davud'a
nakl eden hocası Ziyad bu hadisi şöyle nakletti:
(Hz. Peygamber)
"Bu da ne?"
diye sordu.
Zeyneb'e aittir,
yorulunca -yahut kalkamayacak hâle gelince-ona yapışır; diye cevab verdiler.
Bunun üzerine:
"Onu çözün
biriniz namazı zinde olduğu zaman kılsın, yorulduğu veya gevşediği zaman
otursun" buyurdu.[345]
Bu hadis-i şerifte
aşırı yorgunluk hâlinde nafile namazların oturarak; zindelik ve dinçlik
hallerinde ise ayakta kılınması tavsiye edilmektedir. Çünkü aşırı yorgunluk
namazın özünü teşkil eden huşû'a engel olur. Her ne kadar daha önce geçen 950
numaralı hadis-i şerifte oturarak kılınan namazın ecrinin ayakta kılman namazın
ecrinin yarısına eşit olduğu ifâde ediliyorsa da sözü geçen hadisin hükmünden
Efendimiz (s.a.)'in kendileri ve özüründen dolayı oturarak kılanlar
müstesnadır.[346] Ancak farz namazlarda
kıyam, bir rükün olduğundan özürsüz olarak terki caiz değildir. Bu bakımdan
özürsüz olarak ayağa kalkmadan kılınan farz namazların caiz olmadığında ittifak
vardır.
Senedinden de
anlaşıldığı gibi musannif Ebû Dâvûd bu hadisi iki ayrı hocadan almıştır.
1. Harun b.
Abbâd el-Ezdî;
2. Ziyâd b.
el-Ezdî.
Bunlardan birincisinin
rivayetine göre Resûl-i Ekrem'in mescidde gerili olarak gördüğü ip, Peygamber
Efendimizin baldızı Hamne'ye aittir. Bilindiği gibi Hamne, Resûl-i Ekrem'in
zevcesi ve mü'minlerin annesi Zeyneb bint Cahş (r.anhâ)'nın kız kardeşidir.
Ebû Davud'un bu hadisi
aldığı diğer şeyhi Ziyâd'ın rivayetine göre ise, Resûl-i Ekrem'in mescidde
gerili olarak gördüğü ip Hz. Zeyneb bint Cahş (r.anhâ) validemize aittir. Sözü
geçen ipin şuna veya buna ait olması hadisin ruhuna ve ihtiva ettiği hükme
te'sir etmez. Sadece isim üzerinde bir ihtilâf olarak kalır. Esasen bu iki
şeyhin rivâyetlerindeki farkın bir hâdisenin iki ayrı şekilde anlatılmasından
kaynaklanan bir ihtilâf olmayıp birinin Hz. Zeyneb'le diğerinin de kız kardeşi
Hamne ile ilgili iki ayrı hâdise olduğu dolayısıyla bu iki rivayet arasında bir
ihtilafın bulunmadığı da düşünülebilir. Nitekim Buhârî sarihi Aynî de aynı
görüştedir.
'Yorulduğu -veya
gevşediği- zaman" sözü, hadisin râvisine ait bir şüpheyi ifâde eder. Bu
râvi fahr-i kâinat Efendimizin, "yorulduğu zaman" tâbirini mi yoksa
"gevşediği zaman" tâbirini mi kullandığını iyice hatırlayamamaktadır.
Bu sebeple "veya" tâbirini kullanarak bu konudaki şüphesine dikkati
çekmek istemiş ilmî ve ahlâkî bir hassasiyet göstermiştir.[347]
1. İbâdetlerde
ölçülü olmalı, sıhhate engel olacak şekilde kendim ibadete zorlamaktan
sakınmalıdır.
2. Nafile
ibadetler için daha dinç ve kuvvetli olunduğu anlar seçilmelidir.
3. Nafile
namaz esnasında yorgunluk hissedildiği zaman, yorgunluk gidinceye kadar namaza
oturarak devam edilmelidir.
4. Fitne
korkusu bulunmadığı zaman kadınların mescidde nafile namaz kılmalarında bir
sakınca yoktur.
5. Bir ipe
tutunmak veya yaslanmak suretiyle farz namaz kılmak ulemânın büyük çoğunluğuna
göre mekruhtur.
Fakat nafile namaz esnasında
ayakta uzun süre durabilmek için bîr bastona veya benzeri bir şeye dayanmanın
mubah olduğunda ittifak vardır. Bunun mekruh olduğuna dair sadece İbn
Sîri'n'den bir rivayet vardır.
İçlerinde İmam
Mâlik'in de bulunduğu cumhûr-ı ulemâ ise, farz namazlarda namaz esnasında
özürsüz olarak herhangi bir mesnede dayanmayı caiz görmemektedirler. Namaz
kılan kimse dayanılan nesne çekildiği zaman
yere düşecek kadar o
şeye yaslanmışsa bâtıl olur. Fakat bir zaruretten veya acizlikten dolayı
yaslanıyorsa bunda bir sakınca yoktur. Nitekim daha önce geçen 949 numaralı
hadis-i şerifte bu mevzu, ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.[348]
1313.
...Ömer b. Hattâb (r.a.) demiştir ki: Resûlullah (s.a.)'i şöyle buyururken
işittim:
"Bir kimse
hizbini veya onun bir kısmını okumadan uyur kalır da sonra onu sabah namazı ile
Öğle namazı arasında okursa kendisine o hizbi gece okumuş gibi (sevab)
yazılır."[349]
Hadis-i şerif, hizbini
gece okuyamayan bir kimsenin bu hizbini ertesi gün sabah namazı ile öğle namazı
arasında okuduğu takdirde gece okumuş gibi sevab alacağını bildirmekte ve
virdlerini gece okuyamayan kimseleri gündüz okumaya teşvik etmektedir. Nitekim
gece hizbini okuyamayanların onu gündüz okudukları takdirde gece okumuş gibi
sevab kazanacağı hususunda Kaadî İyaz şunları söylemiştir: "Bu, Allah
(azze ve celle) tarafından ihsan buyurulan bir fazilettir ve gece nafilesinin
efdal olduğuna delâlet eder. Çünkü bu fazilet yalnız uykunun galebe çalmasına
karşı ihsan buyrulmuştur."
Bu hadis-i şerifin
“Muvatta"daki metni şu manaya gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir:
"Hiç bir kimse yoktur ki, geceleyin uykusu galebe çalarak terk ettiği bir
gece namazı bulunsun da, o kimseye o namazın ecri yazılmasın. O kimse için
uykusu bir sadakadır."[350] Bu
hadis tafdîl hususunda daha sarihtir. Çünkü kulun hem namazdan alıkonduğuna
hem de kendisine sevab yazıldığına delâlet etmektedir. Zira ecrinden birşey
noksan edilecek olsa, uykusu sadaka değil, bilâkis mâni sayılırdı.
Bu hadis hakkında
Dârekutnî tenkîdde bulunmuş ve onu İbnu'l-Mübârek ile başkalarının, Hz.
Ömer'den mevkuf olarak rivayet ettiklerini, binaenaleyh hadisin muallel
olduğunu iddia etmişse de, bu iddia yerinde değildir. Hadis hem metin hem de
sened bakımından sahihtir. Gerçi Hz. Ömer'den mevkuf olarak rivayet edildiği
doğrudur. Fakat ulemâdan birçok kimse onu merfu olarak da rivayet etmiştir.
Kitabımızın başından buraya kadar müteaddit yerlerde gördük ki, böyle hem
mevkuf hem de merfû olarak rivayet edilen hadisler, merfû hükmündedirler. Çünkü
mevsuk bir râvinin ziyâdesi makbuldür.[351]
1. Her gece
bir naile namaza veya zikre veya Kur an tilavetine aralıksız devam etmenin
sevabı çok büyüktür.
2. Her gece
devamlı olarak okunan hizibler ve yapılan nafile ibâdetler uyku gibi meşru
mazeretler sebebiyle yapılamadığı zaman ertesi günün sabah namazı ile öğle
vakti arasında kaza edilmesi müstehabtır. Ancak bu mesele mezhep imamları
arasında ihtilaflıdır:
a. Ebû
Hanife ve Ebû Yusuf (r.a.) bu hadise dayanarak, geceleyin nafile olarak kıldığı
bir namazı veya revâtip sünnetlerden birini kaçıran kimsenin onu ertesi gün
kerahet saatlerinin dışında sabah namazı ile öğle namazı arasında kaza
etmesinin m üste hah olduğunu söylemişlerdir.
b. Şafiî
ulemâsına, Hanefilerden İmam Muhammed'e ve İmam Ahmed'den gelen bir rivâyete
göre de, gündüzün kerahet vakitlerinin dışında istenilen bir saatte edâ etmek
müstehabtır. Delilleri ise şu hadis-i şeriftir: "Resûlullah (.a.a.) ağrı
veya başka sebeple geceleyin gece namazını kılamazsa (onun yerine) gündüz on
iki rekat namaz kılardı."[352]
c. Mâliki
ulemasına göre ise, uykunun galebe çalması gibi meşru mazeretler sebebiyle her
gece yapmakta olduğu nafile ibâdeti veya devam ettiği virdi yapamayan bir
kimse, bunu sabah namazından önce hatırlayacak olursa, kaza eder; yoksa bir
daha kaza edemez.[353]
1314.
...Peygamber (s.a.)'in eşi Âişe (r.anhâ) haber verdi ki: Resûlülîah (s.a.)
şöyle buyurmuştur:
"Geceleyin bir
namazı olup da kendisine uyku galebe çalan hiçbir kimse yoktur kî, o kimseye o
namazın ecri
yazılmasın ve uykusu
da kendisine sadaka olmasın."[354]
Bu hadis-i şerifte
gece namazı kılmayı alışkanlık hâline getirdiği halde uyku galebe çaldığı için
gece namaza kalkamayan bir kimseye sanki o namazı kılmış gibi sevab verileceği
ve o geceki uykusunun da kendisine sadaka olarak bağışlanacağı
müjdelenmektedir. Mâlikî ulemasından el-Bâcî, "geceyi namaz kılarak
geçiren kimsenin uyuyarak geçiren kimseye nisbetle daha üstün bir durumda
olması gerektiği" görüşünden hareket ederek şunları söylemektedir: Bu
hadiste geceyi namazla geçirmek niyetinde olduğu halde gece uyanamayan kimsenin
bu namazın bir derecelik sevabını almasına karşılık gece uyanıp da kılmaya
muvaffak olan kimsenin bu namazın on sevabını on katından 700 katına kadar kat
kat alacağı kast edilmiş olabileceği gibi, gece kalkamayan kimsenin de
niyetinin sevabını veya gece kalkamadığı için duymuş olduğu üzüntünün sevabım
alacağı kast edilmiş olabilir." İbn Abd el-Berr ise, bu mevzuda şunları
söylemektedir: "Bu hadis-i şerifte kişinin niyeti olup da yapamadığı
hayrın sevabını alacağı ifâde edilmektedir. Bu sevab ona Allah'ın bir lütfü
olarak verilmektedir. Çünkü onu bu sevabı işlemekten alıkoyan şey, dünyevî bir
meşguliyet değildir. Bilakis.kendi elinde olmayan ve Allah'dan gelen uyku gibi
meşru bir mazerettir. Nitekim Peygamber (s.a.) de bir hadis-i şeriflerinde
şöyle buyuruyorlar: "Mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır; tacirin
niyeti amelinden daha kötüdür. Her ikisi de niyetlerine göre amel
ederler." Bu hadisin manası şudur: Amelsiz niyet, niyetsiz amelden
hayırlıdır. Çünkü niyetsiz amel fayda vermediği halde amelsiz olan güzel niyetler faydalıdırlar."[355]
1315. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Aziz ve celîl
olan Rab hini iz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında en aşağı semâya
nüzul edip:
"Bana dua eden
yok mu, duasını kabul edeyim? Benden isteyen bir kimse yok mu, ona
(istediğini) vereyim? Benden af dileyen yok mu, onu affedeyim.."
der."[356]
Nüzul hadisi diye
bilinen kütüb-i sittede ve onun haricindeki sahih hadis kitaplarında sayılan
yirmiye kadar ulaşan bir sahabî topluluğundan rivayet edilen bu hadis-i şerif,
müteşabih hadislerin en meşhurlarmdandır. Hadisin rivayetleri arasında bazı
farklılıklar vardır. Bazılarında -üzerinde durduğumuz hadiste olduğu gibi-;
"gecenin son üçte biri kaldığında iner" denilirken[357]
bazılarında; "gecenin ilk üçte biri geçtiği zaman iner"
denilmektedir.[358]
Ayrıca, "Gecenin yarısı yahut üçte ikisi geçtiği zaman iner"[359]
"Gece yarısı yahut gecenin son üçte birinde iner" rivayetleri de
vardır. Tirmizî gibi bazı muhaddislere göre bu rivayetlerin hepsi sahih olmakla
beraber içlerinde en sağlamlan Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği ve konumuzu
teşkil eden hadistir. Nevevî de; "Resûlullah (s.a.)'in bu vakitlerin
hepsini ayrı ayrı zamanlarda söylemiş olması mümkündür" diyerek Tirmizî'nin
görüşüne katılmıştır. Tirmizî Sünen'inde bu hadisi Ebû Hureyre'den tahrîc
ettikten sonra, bu konuda Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Said el-Hudrî, Rifâa, Cübeyr b.
Mut'ım, İbn Mesûd, Ebu'd-Derdâ, Osman b. Ebi'l-Âs radıyella-hü anhumden de
hadis rivayet edildiğini bildiriyor. Sarih Aynî de bunlara şu sahabileri
ekliyor: Câbir b. Abdillah, Ubâde b. Sâmit, Ukbe b. Âmir, Amr b. Anbese,
Ebu'l-Hattâ, Ebû Bekr es-Sıddîk, Enes b. Mâlik, Ebû Musa el-Eş'arî, Muaz b.
Cebel, Ebû Sa'Iebe, Âişe, îbn Abbâs, Nuvâs b. Seman, Ümmü Nuvâs radiyellahü
anhum.
Bu sahâbî râvilerin
çokluğuna ve bunları ashabının da her tabakasına mensup kimselerden meydana
gelmiş büyük bir cemaat olduklarına bakılınca, hadisin ta hicrî birinci asırda
sahabe-i kiram arasında yaygın olduğu ve tevatür derecesinde bir kuvvete
eriştiği anlaşılır. Sonra hadis kitaplarında tesbit edilinceye kadar tâbiûn ve
etbâ-i tabiin devri hadis imamları ve şeyhlerinden meydana gelen senedler ve
rivayet yolları akıllara hayret verecek kadat çoktur. Buhârî şârihi Allame
Aynî, her sahabeye erişen senetleri "Ümdetü'l-Kaari"de birer birer
nakl etmiştir.[360]
Bu hadisin çeşitli
rivayetlerinde Allah Teala hakkında "nüzul hübût, yed, sakin olmak, yukarı
çıkmak" gibi tabirler kullanılmıştır. Nüzul ve hübût "aşağı
inmek" manasınadır. Yed "el" demektir. Bunların hiçbirinin hakikati
Allah Teâlâ hakkında caiz değildir. Şu halde bu tâbirler müteşabihattandır.
Bazıları "buradaki nüzûldan maksat, mânevi nüzuldür" demiştir. İmam
Kurtubîgibi bazı ilim adamları da "yünzilü" "indirir" mânâsına
müteaddi (geçişli) bir fiil olduğundan, ona bir de mefûl takdir ederek bu
cümleyi "Allah (bir melek) indirir" şeklinde tamamlamışlardır.
Kurtubî bu görüşüne delil olarak Nesaî'deki rivayetin “ = Sonra bir münadiye;
-duâ eden yok mu?" demesini emreder."[361]
şeklinde olduğunu gösteriyor. Sözü geçen "nüzul" kelimesi Buhârî'nin
bazı rivayetlerinde[362]
"yetenezzelü" şeklinde zabt edilmiştir. Bu kelime türkçemizdeki
"tenezzül" anlamına gelir ki, "manevî nüzul" demektir.
Yani Allah Teâla'nın azamet ve celâli fakîr ve hakîr kimselere ehemmiyet
vermemeyi gerektirdiği halde Allah Teâla Hazretleri lütuf olarak onların
hallerine rahmet buyurmaya tenezzül eder.
"Bana dua eden
yok mu ona (istediğini) vereyim" buyurur. Bu söz Allah'ın kullarına bir
latifesi ve onları ibâdete bir teşviktir. Metinde geçen "en aşağı
semâ" kelimesi de bize en yakın olan halden kinayedir.
Aynî'nin beyânına
göre, bu hadis üzerinde muhtelif yönlerden söz edilmiştir. Şöyle ki:
1. Bazıları
bu hadisle istidlal ederek Allah Teâlâ'ya cihet isnadına kalkışmışlardır.
Hattâ hadis ulemâsından İbn Kuteybe ile İbn Abdilberr dahi buna kaail
olmuşlardır. Cumhur-u ulemâ Allah'a cihet isbatından kaçınmışlardır. Çünkü
buna kail olmak Allah'ın -hâşâ- yeri, mekânı ve haddi hududu olduğunu tecviz
etmek demektir. Halbuki Allah Teâlâ hazretleri böyle şeylerden münezzehtir.
2. Haricîler
ile Mu'tezilîler yahut Cehm b. Safvân, İbrahim b. Salih ve Mansur b. Talha gibi
mu'tezilenin ileri gelenleri bu bâbda vârid olan hadîsleri inkâr etmişlerdir.
Fakat bu yaptıkları kuru bir inaddan ibarettir. Kendileri Kur'ân-i Kerim'in
buna benzer müteşâbih âyetlerini te'vil etmişler, hadislerdeki müteşabihleri
ise ya cehalet yahut inadhk saikası ile büsbütün inkâr etmişlerdir.
Mu'tezileden İbrahim
b. Salih ile hadîs ulemâsından İshak b. Rahûye arasında bu hususta münâkaşa
geçtiği rivayet olunur. Bu münakaşayı îs-hak b. Râhuye şöyle anlatmıştır:
"Emir Abdullah b.
Tâhir'in meclisi beni şu bid'atçi yani İbrahim b. Salih ile bir araya getirdi.
Emir Allah'ın nüzulüne dair malumat istedi. Ben de buna dâir haberleri
kendisine sayıp döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semâdan bir semâya inen
Allah'ı inkâr ediyorum, dedi. Ben cevaben: Ben de dilediğini yapan Allah'a iman
ediyorum, dedim. Neticede emir Abdullah, benim sözümü kabul, İbrahim’inkini de
red etti."
Aynî, İshak'ın bu
sözünü aynen Fudayl b. İyad'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyad:
"Cehmîlerden biri:
Ben aşağı inen ve
yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum, derse ben de:
Her dilediğini yapan
Allah'a iman ediyorum, cevabını veririm" demiş. Bunu İbn Hibbân'ın babası
"Kitâbü's-Sünne" adlı eserinde nakl etmiş
ve yine aynı eserde
Ebû Zür'a'nın şunları söylediğini bildirmiştir:
"Bu hadisler
Resülullah (s.a.)'den tevâtüren sabit olmuştur. (Allah her gece alt semâya
nüzul eder). Bunu Resülullah (s.a.)'in ashabından birçokları rivayet
etmişlerdir. Böyle hadisler bizce sahih ve kavidirler. Resülullah (s.a.) Allah
Teâlâ'nın nüzul buyurduğunu söylemiş, fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamıştır.
Binaenaleyh biz de; "Allah alt semâya iner, deriz, fakat nasıl indiğinden
bahsetmeyiz."
Ebû Muhammed b. Ahmed
el-Muzenî'nin:
Allah'ın indiğini
bildiren hadîs Resülullah (s.a.)'den sahih yollarla sabit olmuş, Kur'an-ı
Kerim'de de bunu tasdik eden şu âyet nazil olmuştur:
"Rabbim ve
melekler de saff saff olarak geldikleri vakit..."[363]
dediğini Beyhakî "Kitabu'l-Esmâ"sında rivayet etmiştir.
3. Bazıları
bu hadisleri te'vîl hususunda ifrata gitmiş, hatta bir nev'î tahrife
yaklaşmıştır. Bir takımları te'vîl hususunda tafsilat cihetine gitmiş, Arap
lisanında kullanılan şekillere yakın bulunan müteşabihleri te'vîl etmiş uzak
olanları te'vîlden kaçınmışlardır.
4. Selef-i
sâlihinin cumhuru ise,bu hususta en aşikâr ve salim olan yolu tutarak müteşabih
âyet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş, onlara iman etmiş ve onlardaki
inmek, el, yüz gibi kelimelerin yaratıklarda', olan inmeye, ele ve yüze
benzemeyen fakat mâhiyetini ancak Allah'ın bileceği bir inme, bir el ve yüz
olduğunu söyleyerek icmâlî bir te'vîl yoluna gidip Allah Teâlâ'yı mahlûkatına
benzetmekten, ona keyfiyet ve kemiyet isnadından kaçınmışlardır.
Zührî, Evzaî,
İbnu'I-Mübârek, Mekhûl, Süfyan es-Sevrî, Süfyanb. Uyey-ne, Leys b. Sa'd, Hammâd
b. Seleme ile mezheb im anılarından Ebû Hanife, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel
hazretlerinin görüşleri de budur.
İmam-ı A'zam'a, Allah
Teâla'nın alt semâya nasıl indiği sorulmuş, Hz. İmam: "Keyfiyyetsiz olarak
inmiştir" cevabını vererek bu inişe inanmak gerektiğini, fakat mâhiyetini
ve keyfiyetini bilemeyeceğimizi, çünkü bu herhangi bir mahlûkun inişine
benzemeyip keyfiyyetini sadece Allah'ın bileceği bir iniş olduğunu, bu bakımdan
bunun mâhiyyetini araştırmayıp Allah'a bırakmamız lâzım geldiğini ifâde
etmiştir.
İmam-ı Şafiî de; Asla
iman edilir.
Fakat niçin ve nasıl
diye sorulmaz "demiş, sonra da "asi" kelimesini Kitap, Sünnet,
bazı sahâbinin kavli ve ümmetin icma'ıdır, diye açıklamıştır. Görülüyor ki,
İmam Ebû Hanîfe ile İmam Şafiî'nin bu sözleri selef ulemâsının sözleri gibi
te'vîl ve inkâr şa'ibesinden uzaktır.
İmam Mâlik'in nüzulü
iki şekilde te'vîl ettiği rivayet ediliyor:
1. Allah'ın
emri, yahut rahmeti ve melekleri nazil olur demektir.
2. Cenab-ı
Hakk'm dua edenin duasını kabul etmesi, ona lütuf ve merhametle muamele etmesi
demektir.
Aynı şekilde İmam
Sevrî de nüzul kelimesini ve benzeri müteşâbih kelimeleri înıamı Mâlik gibi
Zât-ı Bârî'ye lâyık ve aynı zamanda nasların genel çerçevesi, akla ve Arap dili
gramerine uygun olarak te'vîl etmiştir.
Selefin büyüklerinden
olan bu iki zâtın te'vîlleri daha sonra gelen müteahhirîn ulemâsına bazı
müteşâbih âyet ve hadislerin bazı hallerde İslâm'ın genel çerçevesine, akla,
Arap dili gramerine uygun ve Zât-ı Bârî'ye lâyık bir şekilde tafsilî olarak
te'vîl etmişlerdir. Muteahhirîn ulemâsı bu yolu seçerlerken hiçbir zaman
selefin yolundan ayrılmayı düşünmemişlerdi. Ancak içinde bulundukları ortam ve
şartlar onları buna zorlamıştır. Çünkü selef-i sâlihîn zamanında gönüller,
duygular ve düşünceler temiz ve katıksız idi. Basiret ve ferasetleri yanında
Hz. Peygamber'le beraberliğin verdiği bir imkânla ashab-ı kiram; bu konularda
tereddütlere düşmekten oldukça uzaktı. Ancak daha sonra mücessime, müsebbibe
ve cehmiyye gibi mezheplerin ortaya çıkışıyla ortam tamamen değişmiş ve
nassları Zât-ı Bâri'ye uygun bir şekilde, aklı tatmin edici ve mü'minleri
zararlı akımların tesirinden koruyucu bir te'vil yoluna gitme gereği ortaya
çıkmıştır.
Hatta bunlardan
bazıları "eğer biz selef-i salihînin şartlan içinde bulunsaydık, asla bu
gibi ihtilaflı konulara girmezdik" demişlerdir.
Bununla beraber müteahhirîn
ulemâsının müdekkikleri yaptıkları te'vîlin yegâne ve en isabetli bir te'vîl
olduğunu söylemekten kaçınmışlar ve; "Bu kelimelerin en doğru mânâsını
Allah bilir" demişlerdir. Bu mânâyı en güzel bilen Allah olduğuna göre, en
isabetli yol bu kelimelerin en doğru mânâsının ne olduğunu Allah'a havale
etmektir. Bu kelimelerin mânâsı üzerinde konuşan, ancak sınırlı olan bilgisi
kadar konuşmuş olur. Bu açıklama ulemânın büyük çoğunluğunun; "onun
te'vilini Allah’tan başka kimse bilmez"[364]
âyet-i kerimesinde niçin kelimesi
üzerinde durak yaptıklarını da açıklamaktadır. Hanefî ulemasından Buharî
sarihi Aynî de nüzul kelimesi üzerinde şunları söylemektedir:
Nüzulün intikal,
i'lâm, kavi, ikbâl, teveccüh, bir hükmün ortaya çıkması gibi manaları vardır.
Madem ki nüzul kelimesi böyle çeşitli manaları olan müşterek bir kelimedir, o
halde bu kelimenin Allah Teâlâ'ın kendisiyle tavsifi caiz olan bir mânâya hami
edilmesi en doğru bir hareket olur.
Şüphesiz ki nüzul:
Cismin yukarıdan aşağıya intikalidir. Allah Teâla ise, bundan münezzehtir.
Binaenaleyh bu manada vârid olan hadisler müteşabihâttandır. Müteşabihât
hususunda ulem'a ikiye ayrılmışlardır:
Birinci kısma:
"Müfevvida" derler. Müfevvida: Havale edenler manasınadır. Bunlar
müteşabih âyet ve hadislere iman eder, mânâlarını Allah Teâla'ya havale
ederler. Allah Teâlâ'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna da kesinkes
inanırlar.
İkinci kısma ise:
"Müevvile" denilir ki müevvile: te'vîl edenler demektir. Bu zevat
müteşabihleri yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabilden olmak üzere
Allah'ın alt semâya inmesini dahi "Allah'ın emri yahut melekleri
iner" şeklinde ve "bu istiaredir, mânâsı Allah dua edenlere lütuf
buyurur da dualarını kabul eyler, demektir" gibi te'vîl etmişlerdir.[365]
Şafiî imamlarından Nevevî
de bu hadis hakkında şunları söylüyor:
Bu, sıfat
hadislerinden (yani mtiteşabih hadislerdendir. Bunda âlimlerin iki mezhebi
vardır: Biri selefin cumhuru ile bazı kelamcılann mezhebidir ki, onlar Allah'ın
intikal, hareket vesair mahlûk alametleri olan mahlûk sıfatlarından tenzihini
itikad ederek bunun Allah Teâlâ'ya yakışacak surette hak olduğuna, hakkımızda
müteâref olan zahirinin kast edilmemiş olduğuna inanıp te'vîli hususunda söz
etmezler.
İkincisi, birçok
kelâmcılann ve selefden bir takım cemaatlerin mezhebidir: Onlara göre bu gibi
lafızlar; çeşitli yerlere göre ve lâyık olacak surette te'vîl olunur. Bu esas
üzerinde olanlar bu hadisi iki türlü te'vîl ettiler: Biri Mâlik b. Enes ve
diğerlerinin te'vilidir ki, hadisin manası; "Allah'ın rahmeti, emri yahut
melekleri iner" demektir. Nitekim tâbi'ler hükümdarın emrini yerine
getirdiklerinde, "sultan şöyle şöyle yaptı” denir. İkincisi bunun istiare
üzere olmasıdır. Bunun da mânâsı Allah'ın dua edenlere icabet ve lütufla ikbâli
ve teveccühüdür. Allah, yegâne bilendir.
Bu konuda müteahhirîn
ulemasından Buhârî sarihi îbn Hacer'in şu sözlerini hatırlamakta da yarar
vardır:
"Nüzul"
kelimesinin mânâsı üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar
kelimenin zahiri ve hakiki manasını kabul etmişlerdir, bunlar müteşebbihedir.
Bazıları bu mevzuda vârid olan hadislerin sıhhatini inkâr etmişlerdir, bunlar
Havaric ve Mü'tezile'dir. îşin garib tarafı buna benzer Kur'ân âyetlerini de
te'vil etmişlerdir. Fakat bu gerçeği bildikleri halde, yaptıkları inatlıktan
başka bir şey değildir. Yahutta cehaletleri yüzünden bu hadisleri inkâr
etmişlerdir. Bazıları da Allah Teâla'yı keyfiyet ve teşbihten tenzih ederek
hadisin mânâsını icmal suretiyle kabul etmişlerdir. Bunlar da sahabe ve
tâbiûndan olan ekseri seleftir. Beyhakî'nin naklettiğine göre dört imam, Mâlik,
Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Hanîfe ile Süfyan İbn Uyeyne ve'es-Sevrî, Hammâd
Ibn Zeyd ve tbn Seleme el-Evzaî, el-Leys ve diğer birçok imam bu görüştedir.[366]
Hadis-i şerifte Cenabı
Hak "dua, istek ve istiğfar" kelimelerini bir arada zikretmiştir.
Oysa bu kelimeler mânâ itibariyle birbirine çok yakındır. Bu yüzden bu üç
kelimenin bir arada zikredilişi ulemânın dikkatini çekmiş ve bu mesele üzerinde
şöyle bir açıklamada bulunmuşlardır: "İstenilen bir şey ya zararın defi
yahutta menfaatin celbine ait olur. Menfaat de dinî veya dünyevî olmak üzere
ikiye ayrılır. İşte metindeki istiğfar ile zararın define, istek ile dünyevî
menfaatin celbine, duâ ile de dinî menfaatin celbine işaret Duyurulmuştur.
Burada duası kabul olmayan bir kimsenin aklına: "madem ki Allah gece
kendisine dua eden bir kimsenin duasını mutlaka kabul ederdi de benim duamı
niçin kabul etmedi?" diye bir soru gelebilir. Bu suale Aynî şu cevabı
vermektedir: "Duanın kabul edilmemesi ya duanın şartlarından bazısına
riâyet edilmediği, yahut acele edildiği yahut da duası bir günâha ve sıla-i
rahmi kesmeye ait olduğu içindir."[367]
1. Gece
namazının ecir ve sevabı büyüktür. Gece namazını özellikle gecenin son
saatlerinde kılmak daha
faziletlidir.
2. Gecenin
son saatlerinde yapılan istiğfar ve dualar kabul olur.
3. Gecenin
son saatleri ilk saatlerinden daha mübarektir.Bu sebeple Allah Teâla kullarına
bu saatte uyanık olmalarım tavsiye etmiştir.
4. Allah
Teâlâ va'dinden dönmez.[368]
1316.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Aziz ve celîl olan
Allah, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemi gecenin bir bölümünde (hizbini
yapmak üzere) uyandırırdı. (Resül-i Ekrem de) seher vakti girince hizbini (her gece
devamlı yaptığı ibâdetini) mutlaka bitirmiş olurdu.[369]
"Hizb"
kelimesi bir kimsenin her gece devamlı kıldığı belli bir namaz, zikir veya
Kur'ân tilâvetidir. Buradaki "hizb” 'den maksadın Peygamber (s.a.)'in devamlı
olarak kıldıkları gece namazı içerisindeki âyetler olduğunu söyleyenler de
vardır. Her ne kadar bazı nüshalarda "hizb" kelimesi "cüz"
şeklinde geçiyorsa da mânâ bakımından bir fark olmadığından neticeyi
değiştirmemektedir.
"Seher
vakti"nden maksat, gecenin son altıda biridir. Hadis-i şeriften Resul-i
Ekrem Efendimizin seher vakti girer girmez hizbini bitirdiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi seher vakti ilâhî feyz ve bereketin dolup taştığı ve uyanık
gönüllere ulaştığı, Allah'ın af ve mağfiretinin diğer zamanlara nisbetle daha
ziyâde tecelli ettiği bir vakittir. Bu saatlerde istiğfar edenleri Cenab-ı Hak,
Kur*an-ı Keriminde "MuttakHer seher vaktinde Rablerinden mağfiret talep
eden kimselerdir"[370]
diyerek övmüştür.Bu itibarla günahkâr kulların bu vakitleri ganimet bilmeleri
gerekir.[371]
1. Gece
namazına devam etmek müstehabtır.
2. insanın
geceleyin devam edeceği bir vırd edinmesi lâzımdır.[372]
1317.
...Mesrûk'dan; demiştir ki:
Âişe (r.anha)'ya,
Resûlullah (s.a.)'in (gece) namazını; "Hangi saatte kılardı?" diye
sordum.
(Horoz) sesini
duyunca kalkar, namaz
kılardı, diye cevab verdi.[373]
İbn Battal'in beyânına
göre Hicaz bölgesinde horozlar genellikle gecenin son üçte birinde öterler. Bu
vakit ise, Cenab-ı Hakk'ın Rahmet-i İlâhiyesinin inmeye başladığı ve her tarafı
derin bir sessizliğin kapladığı bir andır. Daha önce geçen 1315 numaralı
hadiste de ifade edildiği gibi bu saatte Cenab-ı Hak:
'Bana dua eden yok mu,
duasını kabul edeyim. Benden isteyen bir kimse yok mu, ona istediğini vereyim,
Benden af dileyen yok mu, onu affedeyim" buyurur. İşte bu sebeple
Resûlullah (s.a.)'in gece ibadeti için bu saati seçmiş olduğu söylenebilir.
Resûl-i Ekrem'in gece namazını seher vakti girerken bitirdiğini ifâde eden bir
önceki hadis de nazar-ı itibara alınırsa, İbn Battâl'ın bu açıklamasından şu
hükme varmak mümkündür: "Gece altı eşit parçaya bölünecek olursa, bunun
ilk yarısını teşkil eden ilk üç parçası Resül-i Ekrem (s.a.)'in uyku saatidir.
Dördüncü ve beşinci parçası ibâdet saatidir. Son altısından bir parçası da
seher vaktidir."
Bir önceki hadiste de
beyan edildiği gibi Resül-i Ekrem Efendimiz seher vakti girerken gece hizbini
ve evradını bitirmiş olurdu.Seher vaktini ise,Ramazan gecelerinin dışındaki
uzun gecelerde uykuyla geçirirdi. Bu sayede sabah namazına dinç ve rahat
olarak kalkardı.[374] Bu
izah tarzı bu hadisle bir önceki hadisin arasını da uzlaştırır.[375]
1. Peygamber
(s.a.) gecenin en son üçte birinde kalkar gece namazı kılardı. Horozların
gecenin yarısında yahut yarısından biraz önce veya biraz sonra öttüğünü kabul
eden İbn Abbâs (r.a.) gibi ilim adamlarına göre ise, Peygamber (s.a.)'in gece
namaz vakti ya gecenin son ikinci yarısıdır veya ondan biraz öncedir veya biraz
sonradır.
2. Peygamber
(s.a.) bıkkınlık vereceği ve vücûdu yıpratacağı için gecenin tümünü değil»
ancak bir kısmını ibâdetle geçirirdi.[376]
1318.
...Âişe (r.anhâ)dan; demiştir ki:
Seher vakti, Peygamber
(s.a.)i benim yanımda ancak uyurken bulurdum.[377]
Bir önceki hadisin şerhinde
de beyân ettiğimiz gibi Peygamber (s.a.) gecenin altı cüzünden dördüncü ve
beşinci cüz'lerini ibâdetle geçirirdi. Gecenin sonundaki altıncı cüz'ünü de
Ramazan gecelerinin dışında uykuyla geçirirdi. Bilindiği gibi gecenin son
altıda bir kısmına seher vakti denir. İşte bu hadis-i şerifteki "seher
vakti, Peygamber Efendimizi uyurken bulurdu" tabiriyle "Fahr-i
Kâinat Efendimiz seher vakti gelince uyurdu*' denilmek isteniyor.
Ancak Ramazan geceleri
ve kısa geceler bundan müstesnadır. Çünkü Ramazan gecelerinde seher vaktinde
sahura kalkar, sahur yemeğinden sonra uyumadan sabah namazına giderdi. Sahur
yemeği ile sabah namazı arasında elli âyet okuyacak kadar zaman geçerdi.[378]
Buharı sarihi Aynî,
daha önce geçen ve Müslim'in Sahih'inde de bulunan[379] Hz.
Âişe'nin rivayet ettiği, "Peygamber (s.a.) sabahın iki rekat sünnetini
kıldığı vakit, şayet ben uyanık bulunursam benimle konuşurdu. Aksi takdirde
(istirahat için sağ tarafına) uzanırdı" anlamındaki 1263 numaralı hadîsi
delil getirerek "buradaki uykudan maksat, hakiki manada uyumak değil,
mecazî mânâda sabah namazının sünnetinden sonra uzanmaktır" demiştir.
Sarih Aynî'ye göre Müslim'in Sahih'inde konumuzu teşkil eden hadisin, Resûl-i
Ekrem'in sabah namazının sünnetinden sonra sağ tarafına uzanıp yattığına dâir
olan bâbda zikredilmiş olması[380]
buradaki uyumanın gerçek mânâda uyumak değil, mecazî mânada sabah namazının
sünnetinden sonra yana uzanmak anlamına geldiğini gösterir. Fakat 1263
numaralı hadisin ifâdesinde devamlılık yoktur. Konumuzu teşkil eden hadis ise,
devamlılık ifâde etmektedir. Aralarında umum-husus farkı vardır. Bazılarına
göre de buradaki uyumaktan maksat, Davûd (aîeyhisselam)'ın yaptığı gibi seher
vaktinde gerçek mânâda uyumaktır. İleride tercümesini sunacağımız "Allah
Teâlâ katında en sevimli oruç, Dâvud (aleyhisselâmın) orucudur. Yisıe Allah
Teâlâ katında en sevimli namaz, (Peygamberin) namazıdır. Gecenin üçte birisinde
namaz kılardı. Gecenin (son) altıda birinde yine uyurdu. Dâvud, bir gün iftar
ederdi bir gün oruç tutardı" mealindeki 2448 numaralı hadis-i şerif de bu
görüşü te'yid etmektedir.[381]
1. Gece
namazından sonra seher vaktinde yatıp uyumak mustehabtır.
2. Geceyi
altı bölüme ayırıp ilk üç bölümünde uyuyup dördüncü ve beşinci bölümlerini de
ibâdetle geçirmek müstehdbtır. Çünkü bu saatlerde Cenab-ı Hak kullarına nida
ederek, "duâ eden yok mu, duasını kabul edeyim;
isteyen yok mu,
istediğini vereyim; günahının affını isteyen yok mu, affedeyim" buyurur.[382]
1319.
...Huzeyfe (r.a.)’den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) sıkıntılı bir işle
karşılaşınca namaz kılardı.[383]
Buradaki namazdan
maksat, hacet namazı gibi belli bir namaz olmayıp kendisine şer'an namaz
denilebilen her namazdır veya duadır. Metinde geçen "Hazebe = isabet etti”
kelimesi bazı nüshalarda "hazene = üzdü" şeklindedir. Bu takdirde
hadis, "Peygamber (s.a.)'i bir iş üzdüğü zaman namaza dururdu"
şeklinde tercüme edilebilir. Gerçekten namaz, mûsîbet ve sıkıntıların
giderilmesine en büyük vesiledir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-i Kerim'inde;
"Ey iman edenler (taate ve belâya) sabr ile bir de namazla (hakdan) yardım
isteyin. Şüphesiz ki Allah(ın yardımı) sabredenlerle beraberdir"[384]
buyurmuştur. Belâyı ve sıkıntıyı yaratan Allah Teâlâ'dır; namaz ise, bütün
organlarla Allah'a yönelmek ve iltica etmek olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın halk
ettiği musibeti kaldırması hususunda başvurulacak çârelerin en büyüğü ve en
tesirliyidir. Bu sebeple Resûl-i Ekrem (s.a.) karşılaştığı bazı mühim işlere
teşebbüs hususunda istihare namazına baş vurduğu gibi başına gelen sıkıntılı
işlerden kurtulmak için de namaza koşmak suretiyle ümmetine örnek olmuştur.[385]
însan bir belâ veya
sıkıntılı bir işle karşılaştığı zaman hemen namaza ve Cenab-ı Hakk in hizmetine
koşmalıdır. Bu bakımdan insanın bir musibete giriftar olunca iki rekat musibet
namazı kılması müstehabtır. Nitekim İbn Abbâs (r.a.) böyle yapardı ve;
"Biz Resûl-i Ekrem hayatta iken, Allah'ın "ey iman edenler (taate ve
belâya) sabr ile bir de namazla (Hak'dan) yardım isteyin"[386]
emrine sarılarak böyle Yapardık'' derdi. Bu
gibi sıkıntılı hallerden Resûl-i Ekrem'in "Hilim
sahibi ve kerem sahibi Allah'dan başka bir ilâh yoktur. Büyük Arşın Rabbi olan
Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Âlemlerin Rabbi olan
Allah'a hamd olsun"[387]
diye niyazda bulunduğu Abdullah b. Ca'fer'den hasen bir isnâdla rivayet
edilmiştir.[388]
1320. ...Ebû
Seleme'den; demiştir ki: Ben Rabî'a b. Ka'bi'l-Eslemî'yi şöyle derken işittim:
Resûlullah sallallahü aleyhi
ve sellemle birlikte geceliyordum. Kendisine abdest suyunu ve (bu anda)
ihtiyacı olan şeyleri getirdiğimde bana:
"Benden
iste!" dedi, ben de:
Cennette seninle
beraber olmayı (istiyorum) dedim. “Bundan başka bir şey (istesen)?"
buyurdu. Ben de:
Dileğim budur, dedim.
"Öyleyse çok
secde etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol," buyurdu.[389]
Burada geçen
"secde" kelimesiyle kast edilen hamazdır.Secdenin çokluğundan maksat,
secdenin uzun olması değil, namazın ve ibâdetin çok olmasıdır. Ancak nefsin
gururunu kıran ve onu islâh eden en te'sirli âmil secde olduğu için, namaz
yerine secde zikr edilmiştir. Çünkü cennetteki yüksek makamlara erişebilmek
için nefsin ıslâhı şarttır.
Bu da çok namaz kılıp,
çok çok secdeye varmakla mümkündür. Nitekim "nefsin için bana yardımcı
ol" sözü, Cennette yüksek makamlara erişebilmek için nefis tezkiyesinin ve
terbiyesinin ehemmiyetini en veciz bir şekilde ifâde etmekte ve "çok secde
etmek suretiyle" sözü de namazın ve secdenin nefis tezkiyesindeki
ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Cenab-ı Peygamber (s.a.) de bir hadis-i
şeriflerinde secdenin ehemmiyetini ifâde etmek için şöyle buyurmuşlardır:
"Herhangi bir kul Allah için bir secde yaparsa, o secde sebebiyle Allah
onun makamım bir derece yükseltir ve bir yanlış işini affeder."[390]
"Kulun Rabbine en
yakın olduğu hâl secde hâlidir."[391] Hz.
Rabi'a'nın cennette Resûl-i Ekrem (s.a.) ile beraber olmayı istemesi, aslında
imkânsız olan bir şey değildir. Çünkü Cennette Resûl-i Ekrem (s.a.)'le birlikte
olmayı istemek her bakımdan ona müsâvî olmayı istemek değildir. Fakat yine de
Cennette Resûl-i Ekrem'le beraber olmayı istemek ulaşılması çok zor olan bir
makamı istemektir. İşte Hz. Rabi'a'nın "Cennette seninle beraber olmayı
istiyorum" sözüne karşılık olarak, Resul-i Ekrem Efendimizin "Bundan
başka birşey (istesen)?" demesi, isteğin erişilmesi çok zor bir istek
olduğunu beyân içindir. Bazılarına göre ise, bu istek Cennette Resû-i Ekrem
(s.a.)'le her bakımdan müsavi olmayı istemek demektir. Bu ise imkânsızdır.
Duada ise gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyleri istemek caiz değildir ve duanın
âdabına aykırıdır. Resûl-i Ekrem (s.a.); "Bundan başka bir şey
(istesen)?" buyurmakla "elde edilmesi mümkün olan birşey iste"
demek istemişlerdir. Fakat gerçekte Hz. Râbi'anın böyle imkânsız bir talepte
bulunduğu düşünülemeyeceği gibi Resûl-i Ekrem'in de onun duasını böyle
değerlendirmiş olması düşünülemez. Belki Hz. Rabi'a ulaşılması çok zor bir
makam istemiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.) de; "ben senin bu makama erişmen
için duâ edeceğim, sen de çok namaz kılarak bana yardımcı ol" demek
istemiştir.
Hanefî ulemâsından
Aliyyü'l-Kaarî'nin beyânına göre, böyle çok yüksek makamlara erişmesi için
sâdece dua etmek kâfi değildir. Aynı zamanda Hz. Peygamber Efendimizin duasına
da ihtiyaç vardır. "Çok secde etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı
ol" sözünde bu mânâya işaret vardır.[392]
1. Devlet
reisleri tebaasının isleri ve. istekleri ile yakından ilgilenmelidir.
2. Bazı sâlih
kimseler cennette Resûl-i Ekrem (s.a.) ile birlikte bulunacaklardır.
3. İbâdet ve
taatle meşgul olarak nefsi mağlûb etmek mümkündür. Nefse karşı bu şekilde savaş
vermek teşvik edilmiştir.
4. Cennette
yüksek makamlara erişmek nefsin gayr-ı meşru arzularına muhalefet etmekle
mümkündür.
5. Çok
nafile namaz kılmak, Cennette yüksek makamlara erişmenin ve hatta Resûl-i Ekrem
(s.a.)'le bir arada olabilmenin sebeplerindendir.
6. Bu hadis
"secde ve rüku'un çok olması, kıyamın uzun olmasından daha
faziletlidir" diyenlerin delilidir.[393]
1321.
...Enes b. Mâlik'in; "yanlan yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile
Rablerîne dua ederler kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de (hayra) sarf
ederler"[394] âyeti hakkında (şöyle)
dediği rivayet olunmuştur. (Bu âyet ashâb-ı kiramdan bir toplulukla ilgili
olarak inmiştir ki) onlar akşam ile yatsı arasında (nafile) namazları kılmak
için uyanık olurlardı.
(Katâde) dedi ki:
el-Hasen (el-Basrî; "bu âyetten murad, teheccüd namazı için) geceleyin
kalkmaktır" derdi.[395]
Tefsir âlimlerinin
büyük çoğunluğuna göre bu âyet-i kerîme gece namazına devam eden ashâb-ı kiram
hakkında nazil olmuştur. Bu mevzuda Muâz b. Cebel (r.a.)'den şöyle bir hadis
rivayet olunmuştur: "Peygamber (s.a.) ile beraber Tebûk seferinden
dönüyorduk. Bir ara onun yalnız başına bulunduğunu gördüm (ve kendisine
yaklaşarak):
Ey Allah'ın Resulü
beni cennete sokacak bir amel söyle, dedim.
“Aferin sana,
gerçekten sen çok büyük bir mesele sordun.Bununla beraber Allah’ın kolaylık
murat ettiği kimseler için bu işte muvaffak olmak gayet kolaydır. Farz olan
namazı kılarsın, zekâtı verirsin. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan huzuruna
varırsın. Seni cennet kapılarına ileteyim mi? Oruç kalkandır. Sadaka senin için
kuvvetli bir dayanaktır. İnsanın geceleyin kalkıp namaz kılması günahlarına
keffârettir" buyurdu, sonra da (sözü geçen) "yanları yataklarından
uzaklaşır korku ve ümit ile Rablerine duâ ederler" âyet-i kerimesini
"artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat olarak gözlerin aydın
olacağı (nimetlerden) neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez"[396]
âyet-i kerr »esini sonuna kadar okudu.[397]
1. Gecenin
lam ortasında veya akşamla yatsı arasında nafıle namaz kılmak teşvik
edilmiştir.
2. Gece namazına
devam edenler Kur'an-ı Kerîm'de övülmüşlerdir.
3. Gece
namazının mükâfatı çok büyüktür. Bu mükâfatın derecesini Allah'dan başka kimse
bileme.."Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükafat olarak gözlerin
aydın olacağı (nimetlerden) neler gizlenmiş bulun-du^unii (Allah'tan başka)
kimse bilmez" âyet-i kerimesi ile Allah Teâlâ Hazretleri bu mükâfatın
büyüklüğüne işaret etmiştir.[398]
1322.
...Azîz ve Celîl olan Allah'ın; "onlar gecenin (ancak) az bir kısmında
uyurlardı"[399]
âyeti hakkında Enes (r.a.)'in (şöyle) dediği rivayet edilmiştir: "(Bu
âyette övülen ashâb-ı kiram) akşam ile yatsı arasında namaz kılarlardı."
(Muhammed b. Müsennâ)
Yahya'nın hadisine; "Yanları yataklarından uzaklaşır"[400]
âyet-i kerimesini de ilâve etmiştir.[401]
Bu âyet-i kerîmede
ashâb-ı kiramın Allah sevgisi ve âhiret endişesiyle gecenin ekseriyetinde
gözlerine uyku girmeyip ibâdetle meşgul oldukları beyân edilmektedir. Bu
hareketleriyle de Cenâb-ı Kibriya diliyle medh-ü senaya mazhar olmuşlardır.
Hz. Enes (r.a.)'e göre
bu âyetin mânâsı (ashâb-ı kiram); "Akşam namazı ile yatsı namazı arasında
namaz kılarlardı" demektir. Her ne kadar Enes (r.a.) âyet-i kerimeye böyle
mânâ vermişse de ulemânın büyük çoğunluğuna göre ashâb-ı kiramın gece
ibâdetini akşam ile yatsı arasına inhisar ettirmek doğru değildir. Hasen
el-Basrî, Abdullah b. Revâha, Müslim b. Yesâr başta olmak üzere tefsîr ilminin
tanınmış büyük simalarından pek çoğuna göre bu âyetin mânâsı; "onlar
geceleri pek az uyurlardı. Sonra kalkarlar ibâdetle meşgul olurlardı" demektir.
Âyet-i kerimeye bu şekilde mânâ veren cumhûr-ı ulemâya göre, âyet-i kerîmede
geçen kelimesinin başında bulunan "mâ" harf-i "zâide"dir.
Bazılarına göre de bu
"mâ" masdariyyedir ki, kendinden sonra gelen fiili muzârisine masdâr
mânâsı kazandırır. Bu takdirde âyet-i kerîme'ye "onların geceleyin uyuması
pek az idi" şeklinde mânâ verilir. Buradaki "mâ"yı
"nâfiye" olarak kabul edenlere göre ise, şöyle mânâ verilir:
"Bazı gece hiç uyumazlar hepsini ihya ederlerdi." Bir rivayette de
"az idiler, geceleyin uyumazlardı" diye iki ayrı cümle olarak mânâ
verilmişse de en isabetli olan, cumhurun verdiği mânâdır.
Âyet-i kerîmede medih
ve sena edilen mübarek kimseler Allah'ın, "gecenin birazı hâriç olmak
üzere kalk"[402]
âyet-i kerimesinin emrine uyarak gecenin pek çoğunu ibâdetle geçirmişlerdir.[403]
Ancak 1305 numaralı hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi Cenab-ı Hak ashab-ı
kiramın ileride buna tahammül edemeyeceklerini bildiği için; "Artık
Kur'ân'dan kolay geleni okuyun"[404]
âyet-i kerîmesini indirerek gece namazını en az hadde indirmek suretiyle gece
namazının iki rekatle bile ifa edilmiş sayılacağını bildirdi. Bu âyet-i
kerimenin inmesinden sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.), 1317-1318 numaralı
hadîs-i şeriflerin şerhinde de beyân ettiğimiz gibi gecenin üçte birini ibâdet
ile geçirmiş, ibâdetten bıkkınlık gelmemesi ve sabah namazına da hazinde
kalkabilmesi için gecenin ilk yansıyla son altıda birini uykuyla geçirmiştir.
Ancak yaşlandıkça bu namazı yavaş yavaş daha da azaltmıştır.[405]
1323. ...Ebû
Hureyre (r.a.)'den; dedi ki: Resûlullah şöyle buyurdu:
"Biriniz, gecenin
bir kısmında (namaza) kalktığı zaman (önce) hafif (kısa) iki rekat namaz
kılsın."[406]
Gece namazına hafif
iki rekatla başlamaktan maksat, kıraati uzatmadan iki rekat namazla
başlamaktır. Çünkü namaza böyle kıraati uzatmadan iki rekatle başlamak, kalbde
ibâdet şevkini arttırır. Fakat kıraati uzatarak başlamak ise, bazı kimselere
bıkkınlık verebilir. Mir-kat sahibi Aliyyü'l-Kaarî'ye göre ise, buradaki hafif
iki rekattan maksat ab-destten sonra kılınan iki rekatlık şükür namazıdır.
Buradaki emrin
farziyyet için olmayıp istihbâb için olduğuna dâir ulemâ arasında görüş
birliği vardır. Nitekim Müslim'in Hz. Âişe'den rivayet ettiği şu hadis-i şerif
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in uygulamasının da böyle olduğunu gösterir:
"Resûlullah (s.a.) geceleyin namaz kılmak için kalktı mı, önce namazına
hafif iki rekatle başlardı"[407]
Konumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifle Müslim'in Hz. Âişe'den rivayet ettiği,
"Resûlullah (s.a.) ne Ramazanda ne de Ramazan'd an başka gecelerde onbir
rekattan fazla namaz kılmış değildir. Dört rekat namaz kılardı. Artık onun
güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra dört rekat (daha) kılardı. Onların da
güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra üç rekat namaz kılardı."[408]
mealindeki hadis arasında bir çelişki olduğu zannedilmemelidir. Çünkü Müslim'in
bu hadisinde söz konusu olan namazlar, ilk önce kılınan hafif iki rekat
namazdan sonra kılınan namazlardır. Nitekim yine Müslim'in Zeyd b. Halid
el-Cüheni'den rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu gerçeği te'yid etmektedir:
"Bu gece Resûlullah (s.a.)'in namazını mutlaka takib edeceğim dedim. Bunu
müteâkib Resülullah (s.a.) hafif iki rekat namaz kıldı. Sonra iki rekat uzun
uzun, (ama çok) uzun iki rekat namaz kıldı, sonra iki rekat daha kıldı. Bunlar,
bir önceki rekatlardan daha kısaydı. Sonra iki rekat daha kıldı, bunlar da
öncekilerden kısaydı. Sonra iki rekat daha kıldı, bunlar da kendilerinden
öncekilerden kısaydı. Sonra vitr kıldı. Bu namazların toplamı on üç
rekattır."[409]
1324. ...Ebû
Hureyre (r.a.), "(Sizden biriniz geceleyin namaza kalktığı) zaman"
diye bir önceki hadisin mânâsını nakl etmiş, (hafif iki rekat namaz kıldıktan)
"sonra (namazım) dilediği kadar uzatsın" (cümlesini) ilâve etmiştir.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Hammâd b. Seleme ile Züheyr b. Muâviye ve bir topluluk Hişâm vasıtasıyla
Muhammed b. SMn'den naklettiler. Ve (senedi) Ebû Hüreyre'ye ulaştırdılar. Aynı şekilde
Ey-yûb ile İbn A vn da rivayet ettiler (ve senedi) Ebû Hureyre (r.a.) 'e ulaştırdılar.
Bu hadisi îbn Avn de Muhammed'den rivayet etti. (Muhamed) dedi ki:
(Bu namazın
rekatlarının) her ikisinde de (kıraat) kısadır.[410]
Bu hadis Hz. Ebü Huieyre'ye
kadar ulaşan mevkuf bir hadis olarak bir başka tabirle Hz. Ebû Hureyre'nin sözü
olarak rivayet olunmuştur. Bu haliyle hadisin metnini şu şekilde tercüme etmek
mümkündür: "Sizden biriniz gecenin bir kısmında namaz kılmak için
kalktığında önce hafif iki rekat namaz kılsın sonra da namazım dilediği kadar
uzatsın."
Ancak musannif Ebû
Davud'un açıklamasından anlaşıldığına göre, bu hadisi ayrıca Hammâd b. Seleme
ile Züheyr b. Muâviye ve bir başka topluluk da Hişâm vasıtasıyla yine Hz. Ebû
Hureyre'nin sözü olarak nakl etmişlerdir. Ebû Davud'un hadisin sonuna ilâve
ettiği talikte söz konusu edilen topluluktan maksat, Hüşeym b. Beşir ile Hişam
b. Hassan'dır. Bu hadisi Ebu Hureyre'den Hişâm b. Hasan nakl etmiş, O'ndan da
Hüşeym b. Beşir nakl etmiştir. İbn Ebî Şeybe (öl. 235H./849 M,)nin Musannef
inde bu senetle nakl ettiği hadisin metni şu anlamdadır: Ebû Hureyre dedi ki:
"Sizden biriniz gecenin bir bölümünde namaza kalktığı zaman (namaza) hafif
iki rekatla başlasın."
Yine Ebû Davud'un
beyânına göre, bu hadisi Eyyûb es-Sahtiyânî ile Abdullah b. Avn da Ebû Hureyre
(r.a.)'in sözü olarak Muhammed b.Sîrîn'den rivayet etmişlerdir. Ancak Abdullah
b. Avn'in rivayetinde Eyyûb'ünkinden farklı olarak şu ifâde vardır: "(Bu
namazın rekatlarının) her ikisinde de (kıraat) kısadır."
Musannif Ebû Davud'un
bu taliki ilâve etmekten maksadı, bu hadisin merfû olarak rivayet edildiği gibi
Hz. Ebû Hüreyre'ye ulaşan mevkuf bir hadis olarak da pek çok yollardan rivayet
edilmiş olduğunu göstermektedir. Bu hadisi merfû olarak nakl edenlerden biri
İmam Ahmed b. Hanbel'dir. Hz. İmamın, Muhammed b. Seleme- Hişam- Muhammed- Ebû
Hureyre (r.a.) senediyle rivayet ettiği hadis şu anlamdadır Resülullah (s.a.)
buyurdu ki:
* 'Sizden biriniz
gecenin bir bölümünde (namaza) kalktığı zaman namaza hafif iki rekatla
başlasın."[411]
Müslim ile Beyhakî de
bu hadisi Resûl-i Ekrem'e kadar ulaşan merfû bir hadis olarak naklederler. Bu
imamların Ebû Bekr b. Şeybe'den nakl ettikleri bu hadisin meali de şöyledir:
"Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz geceleyin kalktığı
zaman namazına hafif iki rekatla başlasın."[412]
Bütün bu rivayetler Hz. Ebû Hureyre'nin bu sözü Resûl-i Ekrem'den duymuş
olduğunu ve hadisin hükmen merfû olduğunu gösterir.[413]
1325.
...Abdullah b. Hubşîel-Has'amî'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.)'e;
"amellerin hangisi daha faziletlidir?" diye sorulmuş, (o da);
"Kıyamı uzun olandır" buyurmuştur.[414]
Bu hadis-i şerif
kıyamın rükû', sücûd ve kuûddan daha faziletli olduğunu söyleyenlerin
delilidir.Bu hadisi İmamTirmizî de Câbir (r.a.)'den rivayet etmiştir.
Tirmizî'nin rivayeti şu rneâidedir: "Resûlullah (s.a.J'e; "Hangi
namaz daha faziletlidir?" diye soruldu, "Kunutu uzun olandır' diye
cevab verdi. İmam Tirmizî bu hadis ile ilgili olarak da şunları söylemiştir:
"İlim ehli bu meselede ihtilâf etmişlerdir: Kimi namazda kıyamı uzatmanın
rükû ve sücûdu çoğaltmaktan daha faziletli olduğunu söylemiş, kimi de rük'u ve
sücûdu çoğaltmanın kıyamı uzatmaktan daha fa7Îlet!i olduğuna
hükmetmiştir."
Ahmed b. Hanbel,
"Resûlullah (s.a.)'den bu mevzuda iki hadis rivayet edilmiştir"
demişse de bu mevzuda bir hüküm vermemiştir.
İshâk b. Râhûye şöyle
diyor: "Gündüz namazında efdal olan rükû’ ve sücûdu çoğaltmak, gece
namazında ise kıyamı uzatmaktır. Ancak kişi her gece (Kur'ân'dan) bir cüz
bitirmeyi adet edinmiş ise, burada rükû'u ve sücûdu çoğaltması bence daha
hoştur. Çünkü hem cüz'ünü bitirmiş hem de fazla rükû ve sücud kazanmış
olur." Tirmizî der ki:
"İshak'ın bu
sözü1 söylemesinin tek sebebi Resul-i Ekrem'in gece namazının bu şekilde
vasıflandırılmış olmasıdır."[415]
Bu hadis kıyamın pükû
ve sücûddan ve namazın diğer rükünlerinden daha faziletli olduğuna delâlet
etmektedir. Nitekim İmam Şafiî de bu görüştedir. Hanefîlere göre kıraati ve
dolayısıyla kıyarm uzatmak çok rükû ve secde yapmaktan evlâdır. Ancak
Hanefîlerden İmam Ebû Yûsuf'a göre geceleyin okuduğu evradı olan kimsenin rekat
adedini çoğaltması, evradı olmayanların ise, kıyamı uzatmaları efdaldir. imam
Muhammed ise, çok rükû ve sücüd yapmanın efdal olduğunu söylemiştir.[416]
imam Ahmed bu konuda
sükûtu tercih etmiştir. Muhtasaru'l-Halil'de beyân edildiğine göre, İmam
Mâlik'den bu konuda iki görüş rivayet edilmiştir:
Şevkânî'ye göre;
kıyamın rüku ve secdeden daha faziletli olduğunu söyleyen kimselerin görüşü
haktır ve hadisin zahirine daha uygundur. Bu hadisle daha önce geçen
"öyleyse çok secde etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol!"
mealindeki 1320 numaralı hadis arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü sözü
geçen hadis ve benzerleri secdenin faziletli olduğunu ifâde ettiği halde
konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisi ism-i tafdîl sigâsîyla kıyamın daha
faziletli olduğunu ifâde etmektedir. "Kulun Allah'a yaklaştığı en
faziletli şey secdedir"[417]
mealindeki hadise gelince, bu hadis her ne kadar secdenin daha faziletli
olduğunu ifâde ediyorsa da mürsel ve zayıf olduğundan delil olma niteliği
taşımaktan uzaktır. Konumuzu teşkil eden ve kıyamın daha faziletli olduğunu
ifâde eden Ebû Dâvûd hadisi ise, sahih olduğundan mürsel hadise tercih edilir.
Ayrıca, "Kulun Rabbine en yakın olduğu hâl secde hâlidir"[418]
mealindeki 875 no'lu hadisle aralarında bir çelişki olmaz. Çünkü bu hadis
secdenin faziletini değil, secdede duanın kabule daha yakın olduğunu ifâde
etmektedir.
Bu konuda Irakî de
şunları söylemektedir: Kıyamı uzatmanın daha fazîletli oluşu, yalnız başına
farz veya nafile kılan kimseler içindir. Bunun yanında cemâate namaz kıldıran
imamın durumu bu hükmün dışındadır. Çünkü imamın uzun okuyarak namazı uzatması
fazîlet değildir, imam için faziletli olan namazı hafif kıldırmaktır. Ancak
cemaatin kıraatin uzatılmasını arzu etmeleri halinde kıyamı ve kıraati uzatması
daha faziletlidir.
Daha önce geçen 875
numaralı hadiste yeterli açıklama bulunmaktadır.[419]
1326. ...Abdullah
b. Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre bir adam Resûlullah (s.a.)'e gece
namazını sormuş, Resûlullah (s.a.) de:
"Gece namazı
ikişer, ikişerdir. Biriniz sabah olacağından korkarsa, bir rekat kılsın. Bu,
onun kılmış olduğu namazları (ekleştirir) buyurmuştur.[420]
Taberânî'nin
el-Mu'cemu's-Sagîr'inde bu soruyu soran kimsenin Abdullah b. Ömer (r.a.) olduğu
açıklanmaktadır. Ancak Müslim'in Abdullah b. Şakîk vasıtasıyla İbn Ömer'den
rivayet ettiği hadiste bu olay şöyle anlatılıyor: "îbn Ömer dedi ki:
"Bir adam Peygamber (s.a.)'e; -ben soranla Peygamber arasında olduğum
halde- sual sordu ve: - Ya Resulallah! Gece namazı nasıl kılınır? dedi.
Resûlullah (s.a.) de: "İkişer ikişer kılınır, sabah olacağından korkarsan
bir rekat (daha) kıl ve namazının sonunu tek yap!" buyurdular. Bir sene
sonra ben yine o yerde iken Resûlullah (s..a.)'e birisi daha sual sordu. Ama o
adam mıydı, başka biri miydi bilemiyorum."
Muhammed b. Nasr'm
"Kitâbü'1-Vitr" isimli eserinde de bu rivayet, "Resûlullah
(s.a.)'e bir bedevi sual sordu" şeklinde geçmektedir. Rivâyetlerdeki ibare
ve ifâdelerin farklı olması bu hadislerin arasında bir çelişkinin bulunduğuna
değil, ancak bu hâdisenin muhtelif zamanlarda müteaddit defalar meydana
geldiğini gösterir.
Sorulan soruya Resûl-i
Ekrem'in "ikişer ikişer" diye cevab vermesi, bu sorunun gece
namazının rekatlanyla ilgili olduğunu gösterir. Hafız İbn Ha-cer'in beyânına
göre, ulemânın büyük çoğunluğu bu sorunun gece namazlarının en efdâl olan
şekliyle ilgili olarak sorulduğu görüşündedir. Fakat en kolay gelen gece
namazının hangisi olduğunu öğrenmek maksadıyla sorulmuş olması düşünülebilir.
Namazı ikişer ikişer
kılmaktan m aksa d, her iki rekatte bir selâm vermek demektir. Nitekim tbn
Ömer'e; "ikişer ikişer ne demektir?" diye sorulunca: "her iki
rekatte bir selâm vermek”[421]
diye cevab vermiştir. Bu hadise dayanarak İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf
ve Muhammed, gece namazlarını ikişer ikişer kılmanın faziletli olduğunu
söylemişlerdir.[422]
"Sabahın
olacağından korkarsa bir kılsın" cümlesi vitr namazının sabaha kadar
devam ettiğini gösterdiği gibi, "Bu onun kılmış olduğu namazları
tekleştirir" cümlesi de, gece kılınan çift rekatlı namazın vitrden önce
kılınması gerektiğini gösterir, imam Mâlik'in bu konudaki meşhur olan görüşü
budur. Çünkü imam Mâlik'e göre hadiste geçen, "bu onun kılmış olduğu
namazları tekleştirir" cümlesindeki "onun kılmış olduğu
namazlar"dan maksat gece kılınan nafile namazlardır. Bu durumda gece
vitrden önce çift re-katlı bir gece namazı kılmak gerekir. Bu görüşte olmayan
ilim adamlarına göre ise, sözü geçen ifâde hem farz hem de nafile namazlara
şâmildir. Binaenaleyh yatsı namazı da çift rekatlı olduğundan viuİ hemen
yatsının farzından sonra kılmak caizdir.[423]
Vitri bir gün boyunca kılınan namazların sonunda kılmak, vitrin sıhhatinin
değil, kemâlinin şartıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem'in vitrden sonra devamlı olarak
ve oturarak iki rekat namaz kıldığı bilinen bir gerçektir.[424]
Zürkânî'nin beyânına göre Mâliki ulemâsının büyük çoğunluğu da bu görüştedir.
Bu hadis-i şerif aynı zamanda vitr namazının bir rekat olarak da
kılınabileceğinin ifadesidir. Nitekim ilerde gelece kolan; vitr namazı her
müslüman üzerinde bir görevdir, dileyen onu beş; dileyen üç; dileyen de bir
rekat kılsın" anlamındaki 1422. hadis de bu mânayı te'yid etmektedir.
Sahâbe-i kiramın da hiçbir nafile namazı kılmadan bir rekat vitr namazı
kıldıkları sahih hadislerle sabittir. İçlerinde İmam Şafiî ile Mâlik'in de
bulunduğu cumhûr-ı ulemâ bu düşünceden hareketle vitr namazını bir rekat olarak
kılmanın meşru olduğuna hükm etmişlerdir. Hanefî ulemâsına göre ise, vitri bir
rekat olarak kılmak asla caiz değildir. Delilleri ise, Hz. Âişe'nin rivayet
ettiği şu hadis-i şeriftir:
"Resülullah
(s.a.) viir namazının ikinci rekatında selâm vermezdi"[425]
Hâkim'in Müstedrek'inde Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih senetle
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de; "Resûlullah vitri üç rekat olarak
kılardı. Selâmı da ancak sonunda verirdi" anlamındaki hadis Hanefî
ulemâsının bu görüşünü te'yid etmektedir. Hanefî ulemâsı karşı görüşte olanlara
şu cevabı vermiştir: "Hadis-i şerifte geçen "bu onun kılmış olduğu
namazları tekleşîirir" ifâdesi, kılınan son rekatin, müstakil bir rekat
olmayıp kendinden önceki rekatların bir devamı olduğunu gösterir." Vitr
namazı bölümünde bu mevzu genişçe ele alınacaktır inşaallahü teâlâ.[426]
1327. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
Peygamber (s.a.)'in
(gece namazlarında) kıraati,kendisi oda(sın)da(namaz kılmakta) iken salonda
bulunan bir kimsenin işitebileceği kadar (sesli) idi.[427]
Hz. Peygamber
geceleyin nafile namaz kılarken sesi ne
haddinden fazla yüksek ne de haddinden fazla kısık idi. Orta bir
seviyede idi. Resul-i Ekrem'in bu uygulaması gece namazlarında sesi fazla
yükseltip alçaltmadan orta seviyede bir sesle okumanın müstehab olduğuna
delâlet eder. Hanefi ulemâsından İbn Melek'in beyânına göre, bu durum
Resûlullah'm evdeki hâlidir. Fakat gece mescidde namaz kılarken sesini iyice
yükseltirdi.[428]
1328. ...Ebû
Hüreyre (r.a.)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Peygamber (s.a.)'in
(gece namazlarındaki) kıraati şu şekilde idi:
(Duruma göre sesini)
bazan yükseltir, bazan da kısardı.[429]
Ebû Dâvûd der ki:
(Senedde geçen râvi) Ebü Hâlid el- Vâlibî'nin adı Hürmüz'dür.[430]
Fahr-i kâinat Efendimiz
geceleyin (namazda) pek kısık olmayan pek de yüksek olmayan orta yükseklikte
bir sesle okurdu. Evinde yalnız bulunduğu zaman sesini kendi odasında okuduğunu
salonda bulunan bir kimsenin işitebileceği kadar yükseltirdi. Fakat evde uyuyan
bir kimse bulunacak olursa, onu rahatsız etmeyecek şekilde kısardı. Fakat hiç
bir zaman hadd-i i'tidâli aşmazdı.[431]
1329. ...Ebû
Katâde (r.a.)'den rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a.) bir gece (dışarı) çıktı.
(Yolu) kısık bir sesle namaz kılmakta olan Ebû Bekr'e uğrayıverdi. (Ebû Katâde)
dedi ki: Bir de Ömer b. Hattab'a uğradı. O da namazı yüksek sesle kılmakta idi.
İkisi de Peygamber (s.a.)'in yanında bir araya gelince, Peygamber (s.a.):
"Ey Ebâ Bekr, ben
sana uğradım, sen sesini kısarak namaz kılıyordun (niçin böyle
yapıyorsun?)" buyurdu. O da:
Ey Allah'ın Resulü,
ben (sesimi) kendisine münâcâtta bulunduğum zâta işittiriyorum, diye cevab
verdi. (Resûl-i Ekrem) Ömer'e de (şöyle) buyurdu:
"Sana uğramıştım.
Sen de yüksek sesle namaz kılıyordun! Niçin böyle yapıyorsun?" O da
(şöyle) cevab verdi:
Uyuklamakta olan
kimseyi uyandırmak ve şeytanı kovmak
için (böyle yapıyorum).
(Râvi) el-Hasen hadise
(şunları da) ilâve etti: Bunun üzerine Peygamber (s.a.) Ebû Bekir'e;
"Ey Ebâ Bekr,
sesini biraz yükselt!" buyurdu. Ömer'e de: "Sesini biraz kıs"
dedi.[432]
Hz. Ebu Bekr'de
Allah’tan başka bütün mevcudatı yokluk vadisine atan bir tevhîd mizacı gâlib
bulunduğu için gerek namaz içerisinde gerekse namaz hâricinde Kur'ân okurken
vâcibü'I-vücûd olan Allah Teâlâ hazretlerinden başka herhangi bir varlığın
bulunduğunu hesaba katmamıştır. Bunun sonucu olarak da Kur'ân okurken sesini
yükseltmeye lüzum görmemiştir. İşte Resûl-i Ekrem (s.a.)'e verdiği cevapta
"Ey Allah'ın Resulü, sesimi kendisine münâcâtta bulunduğum zâta (Allah
Teâlâ Hazretlerine) işittirdim" demesi, bahis konusu mizacının bir
neticesidir. Kalplerin tabibi olan Resûl-i Ekrem (s.a.) de ona etrafında
bulunan kimseleri de hesaba katarak okuduğu Kur'ân'dan onların da istifâde
edebileceği bir şekilde sesini yükselterek okumasını tavsiye etmiştir.
Avnü'I-Mâbûd sahibi
Şemsü'1-Hakk el-Azîm-âbâdî'ye göre Hz. Ebû Bekr "cem"' makâmında,Hz.
Ömer ise "Fark" makımanda idi. Bu iki makamın üzerinde ise,
"cemü'1-cem" makamı vardır. Bu iki makamı Abdül-Kerim b. Havâzin
el-Kuşeyrî tasavvufa dâir yazmış olduğu "er-Rîsâle" isimli meşhur
eserinde şöyle tarif ediyor: Tefrika: Ağyarı Allah için görmektir.
"Cem"' ağyarı Allah ile görmektir: "Cemü'1-cem" ise,
tamamen yok olup hakîkatin galebesiyle Allah’tan başka bir şey görmemektir.
Kul için hem cem' hem
de fark lâzımdır. Çünkü farkı olmayanın kulluğu olmaz, cem'i olmayanın da
marifeti olmaz" = Ancak sana ibâdet ederiz" âyet-i kerimesi farka =
Ancak senden yardım isteriz" âyet-i kerimesi de cem'a işarettir. Kul
kendinde olduğu zaman farkta, kendinden habersiz olduğu zaman cem'dedir."[433]
Fahr-i Kâinat
Efendimiz her ikisine de vermiş olduğu cevabla muhatablarını hadd-i i'tidale
davet etmiş ve geceleyin namaz kılarken ifrat ve tefrit arasında bir muvâzene
kurarak orta yükseklikte bir sesle okumalarını tavsiye etmiştir. Nitekim Allah
Teâlâ ve Tekaddes hazretleri Kur'an-ı Kerîm'in-de şöyle buyurmaktadır:
"Namazında pek bağırma, sesini o kadar da kısma, ikisinin arası bir yol
tut."[434]
1330.
...(Bir Önceki hadis-i şerifte geçen) hâdiseyi Peygamber (s.a.)'den Ebû Hureyre
de (rivayet etti, fakat bir önceki hadiste bulunan); "Bunun üzerine Ebû
Bekr'e; "Ey Ebû Bekr sesini biraz yükselt"; Ömer'e de;
"(Sesini) biraz kıs" dedi" cümlelerini nakletmedi. (Bir önceki
hadise şu cümleleri de) ilâve etti: (Peygamber sallallahü elayhi ve sellem Hz.
Bilâl'e dedi ki):
"Ey Bilal, sen de
biraz şu sûreden, biraz da bu sûreden okuyordun." (Bilâl de Kur'an-ı
Kerim);
Tatlı bir kelâmdır.
Allah onun bir kısmını bir kısmıyla beraber benim dilimde bir araya getiriyor;
diye cevab verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.):
"Hepiniz de doğru
hareket ettiniz" buyurdu.[435]
Görünüşte bu hadis-i
şerif ile bir Önceki hadis-i şerif arasında bir çelişki var gibidir. Çünkü bir
önceki hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (s.a.) kısık sesle Kur'an-ı Kerim okuyan
Hz. Ebû Bekr'e; "Sesini biraz daha yükselt" buyurduğu; yüksek sesle
Kur'an-ı Kerim okuyan Hz. Ömer'e de; "sesini biraz kıs" buyurduğu
ifâde edilirken bu hadis-i Şerifte çeşitli sûrelerin âyetlerini birbirine
karıştırarak okuyan Bilâl ile beraber her üçüne hitâb ederek: "Hepiniz,
isabetli hareket ettiniz" buyurması zihinlerde bu iki hadîs arasında bir
çelişki varmış izlenimini doğurabilir. Fakat gerçekte bu iki hadis arasında
herhangi bir çelişki yoktur. 1329. hadis-i şerifte Hz. Ömer'le Ebû Bekr'i
tenkîd ederek onlara orta yükseklikte bir sesle okumalarım tavsiye etmesi o
şekilde okumalarının doğru olmadığını kendilerine bildirmek için değil, bu
şekilde okumaları da doğru olmakla beraber orta yükseklikte bir sesle
okumalarının daha da isabetli olacağını kendilerine bildirmek içindir. Bu
hadis-i şerifte ise, Resûl-i Ekrem Efendimiz; "hepiniz doğru hareket
ettiniz" buyurmakla "en doğru hareket budur bu harekete devam ediniz”
demek istememiştir. Ancak bu sözleriyle: "Kur*an-ı Kerim M sizin
okuduğunuz şekilde okumak da doğrudur ve caizdir. Fakat orta yükseklikte bir
sesle ve sureleri baştan sona kadar okumak suretiyle, bir surenin bazı
âyetlerini diğer bir surenin ayetleriyle karıştırmadan okumanız daha doğrudur
ve güzel olur" demek istemiştir. Bu bakımdan ulemânın büyük çoğunluğu
çeşitli surelerin âyetlerini birbirine karıştırarak okumanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir.
Nitekim şu hadis-i
şerifler de ulemânın bu görüşünü te'yid etmektedir:
1. Ebû Ubeyd'den
rivayet olunduğuna göre Resûlullah (s.a.) bir gün ashâbdan Hz. Bilâl'e uğramış,
o da değişik sûrelerden âyetler okuyormuş, Peygamber (s.a.) kendisine niçin
böyle yaptığını sormuş o da: "tatlıyı tatlıya karıştırıyorum"
deyince, "Sen bir sûreyi okuyunca onu tamamla" buyurmuşlardır.[436]
2. Hâlid b.
Velîd (r.a.) bir gün değişik sûrelerden âyetler okumak suretiyle halka namaz
kıldırmış ve namazı bitirdikten sonra cemaate hitaben özür makamında;
- Cihâdla meşgul
olurken Allah'ın Kur'an'ını öğrenmeye imkân bulamadım, demiştir. Bütün bunlar:
Bir sûreyi bitirmeden
başka bir sureye geçmenin mekruh olduğunu gösterir. el-Halimî (403/1012)
Kur'ân'ın tertibini terk etmenin kıraatin âdabına riayetsizlik sayıldığını
söylemiştir. el-Beyhakî (458/1065) Kur'ân'ın te'lifi-nin Resûlullah tarafından
tevkîfî olarak sabit olması hasebiyle evlâ ve faziletli olanın üzerinde icmâ'
bulunan bu te'lif ile okumak olduğunu, tbn Şîrîn (110/728) bunun (tertibine
riayetsizliğin) mekruh sayılması gerektiğini, zira Allah'ın te'lîfinin kulların
te'lîfinden daha hayırlı olacağım söylemiştir, el-Kadı Ebû Bekr (403/1013) ise,
bunun caiz olmadığı hakkında ittifakın bulunduğunu söylemiştir.[437]
Merhum Ömer Nasûhî Bilmen Efendi de bu konuda şunları söylemektedir:
"Namazın bir rekatında bir sûrenin evvelinden veya ortasından diğer
rekatinde de başka bir surenin evvelinden veya âhirinden okumakta veya kısa
bir sure tilâvet etmekte kerahet yoktur. Fakat evlâ olan bir zaruret
bulunmadıkça böyle okumamaktır."[438]
1331.
...Âişe (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; bir kimse geceleyin sesini
yükselterek Kur'ân okumuş, sabah olunca Resûlullah (s.a.);
"Allah falan
kimseye rahmet etsin. Bana bu gece ne kadar âyet hatırlattı. Ben onları
gerçekten unutmuştum" buyurmuş.[439]
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Hârûn en-Nahvî de Hammâd b. Seleme'den (şu şekilde) rivayet etti:
"(Allah falan kimseye rahmet etsin bana); Âl-i İmrân Sûresi'nde bulunan
bazı kelimeleri yani (Âl-i İmrân (3), 146) âyetini hatırlattı.[440]
Bu hadis-i şerifte
gece Kur'ân okuduğundan bahsedilen kişi AbduIlah b Yezid el-Ensârî'dir.
Abdulganî b. Said "el-Mübhemât" isimli eserinde bu zâtın
"Abdullah b. Yezîd el-Ensârî olduğunu kesin bir dille ifâde etmekte ve
Amre vasıtasıyla Hz. Âişe'den şu hadisi nakl etmektedir: "Peygamber (s.a.)
bir gece Kur'ân okuyan bir kimsenin sesini işitti de, "Bu kimin
sesidir?" diye sordu. "Abdullah b. Yeziddir" dediler.
"Allah ona rahmet etsin, bana unutmuş olduğum bir âyeti hatırlattı"
buyurdu. Bu iki olay arasındaki benzerlik bu zâtın Abdullah b. Yezid el-Ensârî
olduğuna dâir kanaati kuvvetlendirmektedir. Buhârî'de geçen "Ey Allah'ım,
Abbâd'a rahmet et"[441]
hadisine bakarak bu zâtın "Abbâd b. Bişr el-Ensârî" olduğunu
söyleyenler varsa da, bu ihtimâl zayıftır. Çünkü bu hâdise konumuzu teşkil -den
Ebû Dâvûd hadisindeki hâdiseye pek benzemiyor. Bazıları Buhârî'mn bu rivayetine
bakarak hadisenin iki defa vuku' bulmuş olabileceğim söküyorlar. Her ne kadar
biz metinde geçen cümlesini, "Bana bu gece ne kadar âyet hatırlat'..
şeıclinde tercüme ettiysek de bazılarına göıe, bu cümlenin mânâsı
şöyledir:"Bana bu gece = Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki
(insanlar) bunlardan yüz çevirerek üstüne
basar geçerler[442]
âyetini hatırlattı."
Bu hâdise Müslim'in
rivayetinde şöyle: anlatılmaktadır: "Peygamber (s.a.) mescidde bir zâtın
Kur'ân okuyırunu dinlerdi de; "Allah ona rahmet etsin. Gerçekten bana
unutturulduğum bir âyeti hatırlattı" derdi."[443]
Ma'mer'in Hişâm'dan
naklettiği metinde ise bu olay "Nesîtü: ben unu'tum" peklinde
anlatılmaktadır.
Uîemâ Kur'pn-ı Kerîm'İ
mutmanın hükmü hakkında ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları daha önce geçen
"Bana ümmetimin günâhları gösterildi. Bunlar arasında ker.disine bir sure
vey. âyet (ezberlemesi) lütfedildiği halde bunu uni'ian adjimn günahı kadar
büyük bir günâh görmedim" anlamındaki 461 nun aralı hadisi delil
getirerek, Kur'an-ı Kerim'i unutmanın büyük günahlarda 1 olduğunu
söylemişlerdir.
fsm^îlî'nin beyânına
göre Resûl-i Ekrem Efendimizin Kur'an-ı Kerim'-dc-ı bh âyet-i kerimeyi veya bir
kelimeyi unutması iki şekilde olur:
a. Ezberinde
olan bir âyeti her insan gibi bir anda hatırlayamayıp biraz sonr ı hatırlaması
şeklinde olur.Bu beşerin tabiatında bulunan bir unutmadır, insanın nisyan ile
malûl olduğu herkesin malûmudur. Bu şekildeki unutma Hz. Peygamber için de
caizdir. İbn Mes'ûd Hazretlerinin rivayet etmiş olduğu = Pen de sizin gibi bir insanım, sizin
unuttuğunuz gibi ben de unuturum"[444]
hadis-i şerifi de buna delâlet eder.
b. Allah
Teâlâ'mn neshetmeyi murad ettiği âyetleri Resul-i Ekrem'in kalbinden çekip
alması suretiyle olur. Bu kısım; "Habibim seni okutacağız da asla
unutmayacaksın, Allah'ın dilediği başka çünkü o, aşikârı da bilir, gizliyi
de"[445] âyet-i kerimesinde kast
edilen unutmadır.
Birinci kısım unutma
devamlı değildir, çabuk geçer. Çünkü Allah Teâlâ en kısa zamanda unutulan'
hatırlatır. Şu âyet-i kerime de bu durumu izah etmektedir:"Kur'an'ı biz indirdik,
onun koruyucuları da
şüphesiz ki biziz"[446]
İkinci kısım unutmanın
mümkün olduğuna da şu âyet-i kerime delâlet etmektedir: "Biz neshettiğimiz
(hükmünü diğer bir âyetle değiştirdiğimiz) veya unutturduğumuz bir âyetin
(yerine) ya ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz. Allah'ın
herşeye kemâliyle kaadir olduğunu bilmedin mi?"[447]
1. Peygamber
(s.a.)'in tebliğ ile mükellef olmadığı meseleleri unutması caizdir.
2. Tebliğ
ile mükellef olduğu meseleleri unutması da caizdir. Ancak bu tür unutmanın
olabilmesi için iki şart vardır:
a. Unutmadan
önce o meseleyi tebliğ etmiş olması,
b. Ya bizzat
kendisinin hatırlamasıyla veya bir vâsıta île hatırlatılmak suretiyle geç de
olsa unuttuğu şeyin farkına vararak düzeltmesi şarttır. Fakat tebliğden önce
unutması asla caiz değildir.
3. Geceleyin
mescidde veya evde sesli Kur'ân okumak caizdir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.) gece
mescidde Kur'ân okuyan kimseyi işittiği halde, onu bundan men' etmemiştir.
Ancak Peygamber (s.a.) Kur'ân sesinden rahatsız olmadığı için bu kişiyi men
etmemiş olabilir. Binaenaleyh sesli Kur'ân okumak namaz kılmakta olan diğer
insanları yanıltacaksa veya sesten rahatsız olacaklarsa o zaman caiz değildir.
Nitekim gelecek hadis bu meseleye ışık tutmaktadır.
4. Hayra
vesile olan kimseye duâ etmek meşrudur
5. Kur'ân-ı
Kerim dinlemek sünnettir.
6. "Filân
âyeti unuttum" demek tenzihen mekruhtur. Çünkü unuttum demekte âyetlere
karşı bir lâubalilik kokusu vardır. Bundan dolayı Resûl-i Ekrem
"unuttum" tâbirini kullanmamış, onun yerine elimde olmadan
unutturuldum" tâbirini kullanmıştır.[448]
1332. ...Ebû
Said (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
mescidde ittifaka girmişti. Sesli (Kur'ân) okumakta olan halkı işitince
perdeyi açtı ve:
"Dikkatli olun
her biriniz Rabbine münâcâtta bulunuyor. Bazınız bazınızı rahatsız etmesin.
(Kur'ân) okurken, veya "namazda" bazınız (sesini) bazınızın (sesi)
üzerine çıkarmasın" buyurdu.[449]
İtikâf kelime olarak
hapsetmek, men'etmek gibi manalara gelir.Fıkıhta ise, Allah Teâlâ'ya ibâdet
niyetiyle kendini mescidde alıkoymak şeklinde tarif edilmiştir. Çoğunlukla
Ramazan ayında yapıldığı gibi Ramazan dışında da yapılabilir. Hz. Peygamber
Medine'ye hicret ettikten sonra her sene Ramazanın on gününü itikaf halinde
mescidde geçirmiş, bu hal vefatına kadar devam etmiştir.[450]
Münâcât kelimesi
sözlük olarak gizli konuşmak, fısıldamak mânâsına gelirse de burada ibâdet
mânâsında kullanılmıştır. Binanelayeh bu kelimenin içinde kullanıldığı cümleyi
"hepiniz en kapalı ve en gizli fısıltıları bile işiten Rabbinize ibâdet
ediyorsunuz, öyleyse seslerinizi yükseltmeyin" şeklinde de anlamak lâzım
gelir. Bu hadisi rivayet eden râvi Resûl-i Ekrem Efendimiz'in; "Bazınız
(sesini) bazınızın sesi üzerine çıkarmasın" buyurduğunun namazla mı, yoksa
Kur'ân okumakla mı ilgili olduğunu pek iyi hatırlayamadığından metnin sonuna
"Yahutta namazda" sözünü kayd etmek lüzumunu hissetmiştir. Hâkim'in
rivayetinde sadece "namazda Kur'ân okurken" kaydı vardır.[451]
1. İtikâfa
§irmek meşrudur. (Vâcib, nafile, sünnet kısımları vardır).
2. Mescidde
nafile namaz kılmak kerâhetsiz olarak caizdir.
3. Mescidde
Kur'ân okurken sesi yükseltmek, mescidde bulunan diğer kimseleri veya
uyuyanları rahatsız ediyor veya namaz kılanları yanıltıyorsa caiz değildir.[452]
1333. ...Ukbe
b. Âmir el-Cühenî (r.a.)'den, demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
"Kur'ân-ı Kerim'i
açıktan okuyan, açıktan sadaka veren gibidir, gizli okuyan da gizli sadaka
veren gibidir."[453]
Bu hadis-i şerifte
Kur'an-ı Kerim’in açıktan okunması genellikle riya
tehlikesinden uzak olmadığı için açıktan verilen sadakaya, gizli sesle okunması
ise ihlâsla verilen gizli sadakaya benzetiliyor. Bu hadis-i şerifle ilgili
olarak İmam Tirmizî şunları söylemektedir: Bu hadis, "Kur'an'ı gizli
olarak (içinden) okuyan kimse, aşikâr okuyan kimseden daha üstündür"
anlamına gelmektedir. Çünkü gizli sadaka ilim adamları nezdinde aşikâr
sadakadan daha üstündür. Bunun sebebi ilim adamlarınca kişinin kendini
beğenmişlikten ve gösterişten kurtulması ile izah edilmektedir. Zira amelini
aşikâre yapan bir kimse amelini gizli yapan kimseye nisbetle kendini beğenme
tehlikesiyle daha çok yüz yüzedir.[454]
Sadakanın verilişi ile
ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Sadakaları açıktan
verirseniz o ne güzel, eğer onları gizler, onları (bu suretle) fakirlere
verirseniz işte bu sizin için daha hayırlıdır.”[455]
Tirmizî'nin de dediği gibi
bu hadis-i şeriften, sessiz okumanın sesli okumaya nisbetle daha üstün olduğu
anlaşılırsa da daha önce geçen 1329 numaralı hadiste görüldüğü gibi Peygamber
(s.a.)'in kısık sesle Kur'an-i Kerim okuyan Hz. Ebu Bekr'e, "Ey Ebû Bekr
sesini biraz yükselt" buyurması orta yükseklikte bir sesle Kur'ân
okumanın kısık sesle okumadan daha faziletli olduğunu gösterir. Bu bakımdan
hadis-i şerifte.geçen; "açıktan okumak" -sözüyle "haddinden
fazla yüksek sesle okumak" kast edilmiş olabileceği gibi "gizli
okumak" sözüyle de "orta yükseklikte bir sesle okumak" kastedilmiş
olabilir.
Hadis-i şeriften şöyle
bir mânâ çıkarmak da mümkündür. Aslında Kur'an-ı Korim'in orta yükseklikte
okunması daha faziletlidir. Fakat durum sessiz okumayı icabetttirdiği zaman,
sessiz okumak daha faziletlidir.[456] Esasen
Fahr-i Kâinat Efendimizin teheccüd namazlarında bazan cehren bazan da gizli
okuması[457] da bunu gösterir.[458]
1334.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
gecenin bir kısmında on rekât namaz kılardı. Ve bir rekatle de vitr yapar ve
sabahın iki rekatlık sünnetini kılardı. Bu (şekilde kılınmış olan rekatlerin
toplamı) on üç rekat olurdu.[459]
Farz olsun nafile
olsun, gece kılınan bütün namazlara "gece
namazı" denilmekle beraber, bir fıkıh terimi olarak, gece namazı
denilince, geceleyin kılınan vitr ve teheccüd namazları anlaşılır. Her ne kadar
akşam ve yatsı namazları geceleyin kılınırlarsa da bunlar gece namazından
sayılmazlar.Gece namazıyla ilgili olarak çok değişik rivayetler vardır. Bütün
bunlar gözden geçirilince teheccüd namazı hakkındaki ihtilâfların sadece edâ
ediliş tarzı ile ilgili olduğu, fakat onun ümmet üzerine vâcib olmadığına dâir
ittifak bulunduğu, bir başka tâbirle, hükmünde ihtilâf bulunmadığı, vitrin
ise, hem edasında hem de hükmünde ihtilâf bulunduğu anlaşılır.
Teheccüd namazını Hz.
Peygamber, çeşitli zamanlarda farklı şekillerde kıldığı için gece namazlarının
rekat sayılan ve keyfiyetleri de birbirinden farklıdır. Bu farklılık Hz.
Peygamber'in içinde bulunduğu zaman ve şartlardan doğmaktadır. Ancak değişmeyen
bir şey varsa o da, hiç aksatmadan ve devamlı olarak gece namazını kılmış
olmasıdır.
Bu mevzuda bilhassa
Hz. Âişe'den gelen hadisler arasında çok farklılık vardır. Bu hadisler arasındaki
farklılığın uzlaşmaz derecede büyük olduğunu zanneden bazı kimseler, bu
rivayetlerin muzdarib olduğunu, birini diğerine tercih etmenin imkânsız
bulunduğunu söylemişlerse de, bu görüş isabetli değildir. Çünkü Kurtubfnin de
dediği gibi, bu hadislerin hepsini Hz. Âişe'-den aynı râvi nakletmemiştir ve bu
hadislerde anlatılan hâdiseler aynı zamana nisbet edilmediği için bu hadislere
"muzdarib" denilemez.
İşin gerçeği şu ki,
Fahr-i Kâinat Efendimiz, içinde bulunduğu ruhî ve tabiî duruma göre, bazan
yedi, bazan dokuz bazan da sabah namazıyla birlikte on üç rekat gece namazı
kılmıştır.[460]
Biz daha önce geçen
1251 numaralı hadisin şerhinde bu mevzu ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi
verdiğimizden burada tekrara lüzum görmüyoruz. Vitirle ilgili açıklama ise, vitirle
alakalı babda gelecektir.
Bu hadis-i şerif vitr
namazını tek rekat olarak kılmanın sahih olduğunu söyleyen cumhûr-ı ulemânın
delilidir. Ancak Hanefî uleması vitri tek rekat olarak kılmanın asla caiz
olmadığı görüşündedirler. Bu konuda Hz. Âişe'-nin rivayet ettiği;
"Resülullah (s.a.) vitr namazının ikinci rekâtında selâm vermezdi"[461]
hadis-i şerifi ile Hâkim'in, Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih senetle
rivayet ettiği; "Resülullah (s.a.) vitri üç rekat olarak kılardı. Selâmı
da ancak sonunda verirdi" hadisidir.[462]
1335.
...Peygamber (s.a.)'in eşi Âişe (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre;
Resülullah (s.a.) gecenin bir kısmında onbir rekat namaz kılar, bunlardan bir
rekat ile de vitir yapardı. Onu bitirince müezzin gelinceye kadar sağ yanı
üzerine yatıp uzanırdı.[463]
Bu hadis-i şerif vitr
namazının en az bir rekat olarak kılınacağım ve bir rekat namaz kılmanın caiz
olduğunu söy-
leyenlerin
delillerindendir. Şafiî ulemâsından Nevevî'nin beyânına göre, cumhûr-ı ulemâ
vitr namazının bir rekat olarak kılınabileceği görüşündedir. Şafiî ulemâsının
görüşü de bu merkezdedir. Ancak Ebû Hanîfe'ye göre bir rekatla vitir namazım
veya herhangi bir namazı kılmak asla caiz değildir. Gerçekten Ebû Hanîfe'nin bu
görüşünü te’yid eden hadis-i şerifler pek çoktur. Bunlardan bazılarını
nakletmekte fayda görüyoruz:
1.
Resûlullah (s.a.) vitr namazının ikinci rekatında selâm vermezdi.[464]
2. Übey b.
Ka'b anlatıyor: Resûlullah (s.a.) vitrin birinci rekatinde; 'yi, ikinci
rekatında de, üçüncü rekatında de okurdu. Sadece üçüncü rekatından sonra selâm
verirdi.”[465]
3. Resûlullah
(s.a.) üç rekat ile vitr yapar, bunların yalnız sonunda selam verirdi.[466]
4. Resûlullah
(s.a.) üç rekatla vitr yapar, sûresini okurdu.[467] Bu
hadis sünen-i erba'a
ile İbn Hıbbân'ın
Sahîh'inde ve Hâkim'in
el-Müstedrek'inde rivayet olunan ve bir Önceki maddede zikri geçen Hz.
Âişe hadisine benziyor. Nitekim Hz. Ömer, Ali, Übeyy, Enes, tbn Mesûd, Ebû
Ümâme ve Ömer b. Abdilaziz de vitrin üç rekat olduğunu ve bir selâmla kılınacağı
görüşündedirler.[468]
Vitrin bir selâmla üç
rekat olarak kılındığı görüşünde olan Hanefî ulemâsına göre, vitrin en az bir
rekat kılınacağını söyleyen cumhûr-i ulemânın delilini teşkil eden hadis-i
şeriflerden hiç birisi de başlı 6aşına bir rekata niyet edilerek vitr kılındığım
açık olarak ifade etmemektedir. Binaenaleyh vitrin başlı basma bir rekat
olarak kılınmış olması sadece bir kanaatten ibarettir.
Gerçekten de Resûl-i
Ekrem (s.a.)'in sadece bir rekat vitr kıldığını açıkça ifâde eden bir hadis-i
şerif mevcûd değildir. Vitrin bir rekat kılınabileceğine delâlet eden hadis-i
şerifler de vitr namazı devamlı olarak kendinden önce kılınan gece namazlarıyla
beraber zikr edilmiştir. Bu durum onun başlı başına müstakil bir niyetle
kılınmış bir vitir namazı olabileceğine delâlet ettiği kadar kendinden önceki
namazın bir devamı olarak kılınmış herhangi bir nafile namaz olabileceğine de
delâlet eder. 1251 numaralı hadis-i şerifin şerhinde bu konuyla ilgili geniş
açıklama vardır.
Konumuzu teşkil eden
hadis-i şerif, sabah namazının sünnetinden sonra yatmanın sünnet veya farz
olduğunu söyleyen kimselerin[469]
aleyhine bir delildir. Çünkü bu hadis-i şerifte Fahr-i Kâinat Efendimizin sabah
namazının sünnetinden sonra değil, önce yattığı ifâde edilmektedir.
Binaenaleyh bu hadis-i
şerif bir numara sonra gelecek olan hadisle birlikte mütâlea edilince sabah
namazından önceki yatmanın bir ibâdet hükmü ve vasfı taşımadığı, sadece insanın
üzerindeki ağırlığı ve yorgunluğu atmakla ilgili olduğu anlaşılır. Ayrıca b,u
hadis-i şerifle Fahr-i Kâinat Efendimizin sabah namazının iki rekatlık
sünnetinden sonra yattığını ifade eden 1326 numaralı hadis-i şerif arasında
bir çelişki yoktur. Çünkü bu iki hadisten biriyle amel etmek, diğeriyle amel
etmeye engel değildir: Her ikisiyle de bir arada amel etmek mümkündür ve
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bazan sabah namazının sünnetinden evvel, bazan da
sonra yatmakla her ikisiyle de amel etmenin caiz olduğuna işaret etmek istemiş
de olabilir.
Vitr namazının kaç
rekat olduğu meselesi de ileride ilgili olduğu bâbta genişçe ele alınacaktır.[470]
1336.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
yatsı namazını bitirdikten sonra sabah oluncaya kadar onbir rekat namaz
kılardı. Her iki rekatte bir selâm verir, bir rekatle de vitr yapardı. Secdede
iken başım kaldırmadan önce elli âyet okuyacak kadar beklerdi. Müezzin sabah
namazının birinci ezanını bitirince kalkar, hafif iki rekat (namaz) kılar,
sonra da müezzin gelinceye kadar sağ tarafına yatıp uzanırdı.[471]
Hz. Peygamber,
yatsıdan sonra kılmış olduğu bu onbir rekat namazı, uyumadan önce kılmış
olabileceği gibi belli bir müddet uyuduktan sonra kalkıp kılmış olması da
mümkündür. Bilindiği gibi gece kılınan bir nafilenin teheccüd namazı
sayılabilmesi için bir müddet uyuduktan sonra kılınmış olması şarttır.
Bu hadis-i şerif her
ne kadar vitr namazının bir rekat olarak kılınabileceğini ve bir rekat namaz
kılmanın sahih olduğunu söyleyen cumhur-ı ulemânın görüşünü te'yid eden ve
vitr namazı üç rekat olarak bir selâmla kılınır diyen Hanefînin aleyhine bir
delil gibi görünüyorsa da, vitr namazının başlı başına ayrı bir rekat olarak
ayrı bir niyetle kılındığına dair sarih bir ifade bulunmamaktadır. Bu bakımdan
hadis-i şerifin her iki görüşe de delil olma ihtimali vardır.
Hz. Peygamber'in
secdede elli âyet okuyacak kadar kalması meselesine gelince, bu, secdede sünnet
olan "sübhane Rabbiyel-a'lâ" teşbihinin dışında okunan dualarla
ilgili 152 numaralı babın hadislerinde de ifâde edildiği gibi, Fahr-i Kâinat
Efendimiz kendisi rükû' ve sücudda iken dua eder ve bunu ümmetine de tavsiye
ederdi. İmam Ahmed'in Müsned'inde Hz. Âişe'den rivayet edilen bir hadis-i
şerifte Hz. Peygamber'in gece namazlarında secdede iken, "lâilâhe illâ
ente: ey Allah'ım senden başka mâbud-ı hakikî yoktur, yegâne ilâh sensin"
diye duâ ettiği ifâde edilmektedir. Resûl-i Ekrem'in secdede iken yaptığı
dualardan bazıları şunlardır "AHahümme Rabbena ve bi-hamdike,
Allahümmeğfklî: Ey Allah'ım, ey Rabbimiz seni her türlü noksan sıfatlardan
tenzih ederim, beni bağışla."[472]
"Sübbûhun
kuddûsun Rabbü'l-melâiketi ve'r-rûhi: Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh,
mukaddes, bütün meleklerin ve Cebrâilin Rabbi"[473]
"Sübhâneke'llahiimme
Rabbena ve bihamdike Allahümmeğfirlî: Ey Allah'ım, seni her türlü noksan
sıfatlardan tenzih ederim. Ey Rabbimiz, sana hamd olsun, Ey Allahım, beni
bağışla."[474]
"Ey Allah'ım,
senin gazabından rızana, azabından affına, senden yine sana sığınırım. Seni
gereği gibi medh-ü senada bulunmaktan âcizim. Sen kendini medh ettiğin
gibisin."[475]
Ancak 152 numaralı
bâbda da açıklandığı gibi, rükû ve secdelerde yapılan bu duanın sadece nafile
namazlara mı mahsus, yoksa farz namazlara da şâmil mi olduğu konusu mezhep
imamları arasında ihtilaflıdır. Burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Metinde geçen
"sabah namazının birinci ezanı" sözüyle sabah namazının ikinci ezanı
kast edilmiştir. İkâmete nisbetle "birinci ezan" tabiri kullanılmıştır.
Nitekim bir numara sonra gelecek olan hadis bunu açıklamaktadır.[476]
1. Gece
namazı kılmak müstehabtır.
2. Gece
namazlarında secdeleri uzatmak müstehabtır.
3. Sabah
namazının sünnetinde kısa okumak müstehabtır.
4. Vitr
namazını bir rekat olarak kılmak caizdir. Ancak bu konu ilim adamları arasında
ihtilaflıdır. Bir numara önceki hadisin şerhinde bu konuya temas edilmiştir.
5. Sabah
namazının sünnetinden sonra yatıp uzanmak müstehabtır. Bu konuyla ilgili
görüşler de bir önceki hadisin şerhinde açıklanmıştır.[477]
1337. ...İbn
Şihab ez-Zührî (bir önceki hadisin) mânâsını senediyle birlikte rivayet
etmiştir. (Bu hadisin metnini Râvi Süleyman b. Dâvûd); "bir (rekat) ile
vitr yapardı, başını kaldırmadan önce elli âyet okuyacak kadar secdede kalırdı.
Müezzin sabah namazının ezanını okuyup da sabahın olduğu kendisine malum
olunca" (şeklinde) nakl etti. (Sonra da bir önceki hadisin geri kalan
metninin) mânâsını rivayet etti ve (Süleyman b. Dâvud) dedi ki: (Bu hadisi
râvilerin) bir kısmı bir kısmından farklı ilavelerle rivayet etti.[478]
Her ne kadar metinde
geçen "ve tebeyyene lehü'1-fecr" cümlesinin zahiri, "sabahın
olduğu kendisine malum olunca" manasına gelirse de, et-Tîbî’ye göre bu
cümle "sabah aydınlığı ortalığı kaplayınca" mânâsına gelmektedir.
Cümleye bu şekilde mânâ verince, Resûl-i Ekrem Efendimizin» sabahın sünnetini
kılmak için ortalığın iyice aydınlanmasını beklediği anlaşılır.[479]
Eğer bu cümleye "sabahın olduğu kendisine malûm olunca" şeklinde
mana verilirse, o zaman da Fahr-i Kâinatın hemen sabah ezanı okunur okunmaz
alaca karanlıkta sünneti kıldığı anlaşılır. Nitekim kıymetli âlim M. Zihnî
Efendi de şunları söylemektedir: "Sabah namazının sünnetinde efdal olan
onu vaktin evvelinde kıraati uzatmadan kılmaktır."[480]
1338.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
ResuluIIah (s.a.)
geceleyin onüç rekat namaz kılardı. Bunlardan beş (rekat)i ile vitr yapardı. En
son rekatta oturup da selâm verinceye kadar bu beş (rekat)'in hiçbirinde
oturmazdı.[481]
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisin) bir benzerini de İbn Numeyr, Hişâm 'dan rivayet etti.[482]
Şafiî ulemâsı bu
hadisi delil getirerek vitr namazını bir selâmla beş rekat olarak kılmanın caiz
olduğunu söylemişlerdir. Nevevî'nin beyânına göre, Şafiî mezhebince vitri bir
selâmla beş rekât olarak kılmak caizse de, her iki rekatta ve bir de en son
rekatta selâm vererek kılmak daha faziletlidir. Çünkü Hz. Peygamber:"Gece
namazı ikişer ikişerdir" buyurmuştur.[483] Bu hadis-i
şerif ise vitr namazını beş rekat olarak ve bir selâmla kılmanın da caiz
olduğunu beyân için gelmiştir.
Hanefî ulemâsına göre
ise bu hadis muzdarib olduğundan delil olma niteliğinden uzaktır. Çünkü bu
hadis aynı mevzudaki 1336 numaralı hadis-i şerife aykırıdır. Durum böyle
olunca, Hanefî ulemâsı bu hadislerin her ikisini de terk ederek, Hâkim'in
el-Müstedrek'inde Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih olarak Hz.
Âişe'den rivayet ettiği: "ResuluIIah (s.a.) vitri üç rekat olarak kılardı
ve ancak son rekatında selam verirdi.”[484]
hadisi ile amel etmişlerdir.
Musannif hadisin
sonuna ilâve ettiği talikle bu hadisin daha başka yollardan da rivayet
edildiğini ifâde etmek ve dolayısıyla bu hadisin başka yollarla da takviye
edilen sahih bir hadis olduğunu söylemek istiyor. Müellifin "Numeyr,
Hişam'dan rivayet etti" dediği hadis, müslim'in Sahîh'indedir ve şu
mealdedir: "Resûlullah (s.a.) geceleyin onüç rekat namaz kılar bunların
beşi ile vitr yapar, sonlarından başka hiçbir yerde oturmazdı."[485]
1339. ...Âişe
(r.anhâ)'dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) geceleyin onüç rekat (namaz)
kılardı. Sonra sabah ezanım duyunca hafif iki rekat namaz kılardı."[486]
Resûl-i Ekrem (s.a.)
efendimiz vitir namazıyla birlikte onüç rekat gece namazı kılardı. Sabah
vaktinin girdiğim ilân eden ikinci ezam işitince de Fatiha'dan sonra kâfirim ve
ihlâs sûrelerini okumak suretiyle kısa iki rekat sabah namazının sünnetini
kılar ve sabah namazım kıldıracağı vakte kadar odasında kalırdı. 1336 numaralı
hadisin şerhinde bu hadisle ilgili olarak yeterli açıklama yapıldığından burada
tekrara lüzum görmüyoruz.[487]
1340. ...Âişe
(r.arihâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) geceleyin onüç rekat
(namaz) kılardı. (Şöyle ki) sekiz rekat kılardı ve bir rekatle de vitr yapardı
ve iki rekat da oturarak kılarak (Müslim b. İbrahim); "vitrden sonra
(kılardı)" diye rivayet etti. Sonra (her ikisinin rivayeti de şu şekilde)
birleşti: Rükû yapmak istediği zaman ayağa kalkar rükû' yapardı. Sabah ezamyla
ikamet arasında iki rekat daha kılardı.[488]
Hadis-i şerifte Hz.
Peygamber'in gece namazı önce onüç rekat olarak belirtildikten sonra bunun
izahına geçilerek şöyle deniliyor: "Önce sekiz rekat kılardı, sonra bir rekat
ilâvesiyle bu rekatların sayısı dokuza çıkardı. Sonra iki rekat da oturarak
kılardı ve oturarak kıldığı bu namazda rükû' yapmak gerekince ayağa kalkardı.
Sabah vakti girince ezanla ikamet arasında iki rekat daha kılardı." Bu
açıklamadan anlaşılıyor ki sabah namazının sünnetiyle birlikte Resul-i Ekrem
(s.a.)'in gece kıldığı namazların toplamı onüç rekat ediyor. Hz. Peygamber
sabah namazının sünneti ile gece namazları arasında uyumadığı için sabah
namazının iki rekat sünneti de gece namazlarının arasında sayılmıştır. Sabah
namazının sünneti hesaba katılmayacak olursa, geriye onbir rekat kalır ki, esas
gece namazlarını teşkil eden rekatlar de bunlardır.
Her ne kadar bazı ilim
adamları "geceleyin kıldığınız namazların sonunu tek yapın"[489]
hadis-i şerifini delil getirerek vitrin sahih olabilmesi için gece namazlarının
en sonunda kılınmış olmasını şart koşmuşlarsa da, mevzumuzu teşkil eden Ebû
Dâvûd hadisinde Resûl-i Ekrem Efendimizin vitr namazından sonra oturarak iki
rekat daha gece namazı kıldığı ifâde edilmektedir. Resûl-i Ekrem'in bu
uygulaması, "geceleyin kıldığınız namazların sonunu tek yapın"
emrinin farziyyet değil, nedb ifade ettiğini, binaenaleyh vitri gece
namazlarının en sonuna bırakmanın vitrin sıhhatinin şartı olmayıp kemâl ve
faziletinin şartı olduğunu gösterir. Resül-i Ekrem'in vitrin sonunda oturarak
kıldığı iki rekatlik nafile namazı devamlı kıldığı iddia edilemezse de bu
namazı vitrin sonunda gece namazı kılmanın caiz olduğunu göstermek ve vitri
gece namazlarının şartı olmayıp kemâlinin şartı olduğuna işaret etmek için
kılmış olduğu söylenebilir. Çünkü genellikle Resûl-i Ekrem'in vitri gece
namazlarının sonunda kıldığı ve bunu tavsiye ettiği bilinen bir gerçektir. Her
ne kadar Kadı İyaz Resûl-i Ekrem'in gece namazlarının en sonunun vitr namazı
olmasını emreden hadis-i şerifler karşısında vitrden sonra oturarak iki rekat
namaz kıldığını ifâde eden hadislerin bir hükmü olmayacağını söylemişse de, bu
görüş doğru değildir. Çünkü bu iki hadisin aralarını yukarıda ifade ettiğimiz
şekilde uzlaştırmak mümkündür, İki sahih hadisin arasını uzlaştırmak mümkün
olunca, birini diğerine tercih etmek söz konusu olamaz.
İmam Ahmed ve Evzâî bu
hadisin zahirine sarılarak vitrden hemen sonra iki rekat namaz kılmanın caiz
olduğunu söylemişlerdir. İmam Mâlik ise, "geceleyin kıldığınız namazların
sonunu tek yapın" emrine aykırı düşeceği için geceleyin vitr namazının
hemen ardından nafile kılmanın mekruh olduğunu, vitrden sonra oturarak iki
rekat namaz kılmanın Hz. Peygamberin özelliklerinden olduğunu söylemişlerdir.
Hanefî mezhebine göre, vitir namazım uyanacağına güvenenler için uykudan evvel
kılmayıp, gecenin son bölümünün evveline geciktirmek müstehab olur. Nitekim
Hadisi-i Şerifte:
“Gecenin sonunda
kalkacağına güvenemeyip korkanlar, vitri gecenin evvelinde yani uyumadan
kılsınlar. Gecenin sonunda kalkmağa umutlu olanlar, onu gecenin son bölümünde
kılsınlar. Zira gece namazı, meşhûdedir. Yani geceleyin kalkılıp kılınan
namaza, melekler hazır olurlar, efdâl olan da budur" buyurulmuştur.
Tahtavî der ki: "Efdâl
olan da budur" tâbiri, hadisin tamamındandır ve bunu Müslim rivayet
etmiştir. O halde vitri kılıp da uyuyan kimse gece kalkıp nafile (fazladan bir
namaz) kılacak olursa, mekruh olmaz. Ancak daha iyiyi terk etmiş olur. Çünkü
uyanmağa güvendiği için vitir, mezkûr hadis gereğince, efdal olanı sonraya
bırakmaktı. Eğer uyanmağa güvenememekteyse efdaliyeti kaçırmak da yoktur.
Sâlihlerin âdeti
yatsıyı ve son sünneti kılıp yatmak ve vitr namazını gece kalkıp teheccüdden
sonra kılmaktır. Gece namazına alışmamış olanlar, vitri kazaya bırakmamak için
yatmadan kılarlar.[490]
1341. ...Ebû
Seleme b. Abdirrahmân'dan rivayet edildiğine göre kendisi, Peygamber (s.a.)'in
eşi Âişe (r.anhâ)'ya;
Ramazanda Resûlullah
(s.a.)'in namazı nasıldı? diye sormuş. O da şu cevabı vermiş:
Resûlullah (s.a.) ne
Ramazanda ne de Ramazanın dışında (geceleri) onbir rekattan fazla (nafile)
kılmazdı. (Önce) dört rekat namaz kılardı. Artık onların güzelliğinden
uzunluğundan hiç sorma, sonra dört rekat (daha) kılardı. Onların da
güzelliğinden ve uzunluğundan hiç sorma, sonra üç rekat (daha) kılardı. Ben:
Ey Allah'ın Resulü,
vitri kılmadan önce uyuyor musun? dedim, (o da):
"Ey Âişe benim
gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz.” buyurdu.[491]
Ebû Seleme
b. Abdurrahman Hz.
Âişe'ye sadece Hz.Peygamberin Ramazan gecelerinde kıldığı
teheccüd namazlarının sayısını sorduğu halde, Hz. Âişe O'na bu namazların hem
sayısından hem de bu namazların evsafından bahsetmiş olması ihtimali bulunduğu
gibi, Hz. Ebû Seleme bu namazların sadece evsafını sorduğu halde Hz. Âişe'nin
bu soruya söz konusu namazların evsafıyla birlikte âdetlerinden de bahs ederek
cevab vermiş olması mümkündür. Çünkü ilmî bir konuda kendisine müracaat edilen
yetkili bir kişinin cevab verirken lüzumlu gördüğü takdirde tamamlayıcı mahiyette
açıklamalar yapması uygun olur. Hz. Peygamber ümmetini Ramazan gecelerini ihya
etmeye çok teşvik ettiği için Hz.Ebu Seleme Hazretleri Fahr-i Kâinat
Efendimizin Ramazan gecelerinde kıldığı teheccüd namazlarının diğer gecelerde
kıldığı teheccüd namazlarından daha fazla olduğunu zannetmiş ve bunun aslını
öğrenmek ihtiyacım duymuştu. İşte Hz. Âişe'ye yönelttiği bu sorunun sebebi
budur. Hz. Âişe'nin cevabından Ramazan geceleri dahil Resûl-i Ekremin gece
namazlarının on bir rekatı geçmediğini öğrenmiş oldu.
Bu hadisle Hz.
Peygamberin geceleyin onüç rekat namaz kıldığını ifâde eden bir önceki hadis-i
şerif arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü bir önceki hadiste onüç
sayısına sabah namazının iki rekatlık sünneti de dâhildir. Eğer sabah
namazının sünneti sayılmazsa sözü geçen hadisten de Resûl-i Ekrem Efendimizin
geceleyin kıldığı nafile namazların toplam sayısının onbir rekat olduğu
anlaşılır ki, bu durumda iki hadis arasında herhangi bir çelişki olmadığı
görülür. Bu hadisin zahiri gece namazlarını her dört rekatta bir selâm vererek
dörder dörder kılmanın daha faziletli olduğunu söyleyen Ebû Hanife (r.a.)'in
görüşünü te'yit etmekte ise de, diğer mezhep imamları "gece namazları
ikişer ikişerdir" mânâsına gelen 1326 numaralı hadis-i şerifi delil getirerek
metinde geçen "dört rekat namaz kılardı" cümlesinden maksadın her iki
rekatta bir selâm verilerek kılınan dört rekatlı bir namaz olduğunu iddia
etmişlerdir. Yine bu görüşte olanlara göre biraz ara verdikten sonra kılmış
olduğu ikinci dört rekat namazı da iki selâmla kılmıştır.
Metinde geçen
"sonra üç rekat (daha) kılardı" cümleside "vitr namazı bir
selâmla ve üç rekat olarak kılınır" diyen Hanefî ulemasının görüşünü
te'yîd etmektedir.
Hz. Âişe'nin; "Ey
Allah'ın Resulü vitri kılmadan önce uyuyor mu-sun?"sorusuna Hz.
Peygamberin; "Benim gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz" diye cevab
vermesi, ikinci dört rekattan sonra bir süre uyuduğunu ifâde etmektedir.
Gözlerin uyuduğu halde kalbin uyumaması Peygamberlere ait özel bir durumdur.
Bu bakımdan uyku Hz. Peygamber'in abdestini bozmadığı halde ümmetinin abdestini
bozmaktadır. Nitekim Hadis-i şerifte: "Gözler makadın bağıdır. Gözler
yumulunca bağ çözülür, binaenaleyh uyuyan kimse yeniden abdest alsın"[492]
buyrulmuştur. Bu hadis-i şerifle ta'ris hadisi diye bilinen ve Hz. Peygamber'in
ashabıyla birlikte bir seferden dönerken geceleyin konakladıkları yerde güneş
doğuncaya kadar uyuyup kaldıklarını ve güneşin doğuşundan haberlerinin
olmadığını ifâde eden hadis[493]
arasında da bir çelişki yoktur. Çünkü güneşin doğuşu kalple değil, gözle
görülür.[494]
1. Hz.Peygamberin
Ramazan gecelerinde kıldığı teheccüd namazıyla diğer gecelerde kıldığı teheccüd
namazları sayıca birbirlerine eşit idi.
Bu durum Hz.
Peygamberin bazı gecelerde vitrden sonra oturarak hafif iki rekat namaz
kıldığını ifade eden 1340 numaralı hadis ile bu hadis arasında bir çelişki
olduğuna delâlet etmez. Çünkü Resûl-i Ekrem vitrden sonra kıldığı bu namazı
devamlı olarak kılmazdı. Resûl-i Ekrem'in namazlarına başlamadan önce hafif iki
rekat namaz kılmayı emrettiğini ifâde eden 1223 numaralı hadis için de aynı
hüküm verilebilir. Çünkü Hz. Peygamber gece namazından önceki kıldığı bu namazı
da devamlı olarak kılmamıştır.
2. Hz.
Peygamberin uykusu abdestini bozmaz. Bu onunla ilgili özel bir âurumdur.[495]
1342.
...Sa'd b. Hişâm (r.a.)'dan; demiştir ki:
Karımı boşadım ve
Medine'de bulunan bana ait bir akarı satmak ve silah satın alıp gazaya iştirak
etmek için Medine'ye geldim. Peygamber (s.a.)'in ashabından bir toplulukla
karşılaştım. Bana; "Bizden altı kişi daha böyle yapmak istemişse de,
Peygamber (s.a.) onları bu işten nehyetti ve (kendilerine) "Gerçekten
Allah'ın Resulünde sizin için güzel bu örnek vardır" buyurdu"
dediler. Bunun üzerine İbn Abbâs'a geldim. O'na Peygamber (s.a.)'in vitrini
sordum (da bana):
Sana Resûlullah
(s.a.)'in vitrini insanların en iyi bilenini göstereyim mi? Hemen (Hz.)
Âişe'ye git, diye cevab verdi. Bunun üzerine Hz. Âişe'ye gitmeye karar verdim
ve Hakîm b. Eflah'dan bana arkadaşlık etmesini rica ettim. Kabul etmedi. Bunun
üzerine "Allah aşkına" diyerek kendisine and verdim de benimle
beraber gel(meyi kabul et)di. Hz. Âişe'nin (kapısına vardık ve) yanına girmek
için izin istedik. Hz. Âişe:
Kimdir o? diye sordu.
(Hakîm de):
Hakîm b. Eflâh, diye
cevab verdi. (Hz. Âişe):
Yanındaki kimdir?
dedi. (Hakîm:)
Sa'd b. Hişâm'dır,
dedi. (Hz. Âişe:)
Şu Uhud'da şehid
edilen Âmir'in oğlu Hişâm mı? dedi. (Hakîm:)
Evet dedim ya! diye
cevab verdi. (Hz. Âişe de:)
Âmir ne iyi insandı!
dedi. (Sa'd b. Hişâm) dedi ki:
Ben: Ey Müzminlerin
annesi, bana Resûlullah'ın ahlâkını anlat dedim. O da:
Sen Kur'ân okuyorsun
değil mi? İşte gerçekten Resûlullah'ın ahlâkı Kur'an idi, dedi. Ben:
Bana Resûlullah
(s.a.)'in gece namazım anlat, dedim.
Sen Kur'ân'ı (yani
Kur'ân'daki) sûresini okuyorsun değil mi? dedi. Ben de:
Evet, dedim. O da:
Bu sürenin başı nazil
olunca Resûlullah (s.a.)'in ashabı (geceleyin) kalktılar da ayakları şişinceye
kadar (namaz kıldılar). Bu sûrenin sonu on iki ay semâda tutuldu. (On iki ay)
sonra son tarafı nazil oldu. gece namazı da farzdan sonra (kılınan) bir nafile
hâlini aldı; diye cevab verdi. Ben:
Bana Peygamber
(s.a.)'in vitrini anlat, dedim. (O da:)
Hiç oturmadan sekiz
rekat (namaz) kılardı. Ancak sekizinci (rekat)da otururdu. Sonra kalkar bir
rekat daha kılardı. Sekizinci ve dokuzuncu rekatların dışında oturmazdı ve
sadece dokuzuncu rekatte selâm verirdi. Daha sonra kalkar iki rekât de oturarak
kılardı. İşte yavrucuğum bu namaz onbir rekattır.Yaşlanıp da şişmanlayınca
yedi rekat vitr kılıyordu. Ancak altıncı ve yedinci rekatte oturuyor, selâmı
da sadece yedinci rekatte veriyordu. Sonra da kalkıyor ve oturarak iki rekat
daha kılıyordu. Ey yavrucuğum, işte bu (namaz) da dokuz rekattır. Resûlullah
(s.a.) hiç bir zaman geceyi sabaha kadar tamamen namaz kılarak da geçirmedi,
Kur'ân okuyarak da geçirmedi. Ramazanın dışında hiç bir ay'ı da tamamen oruçlu
olarak geçirmedi. (Nafile) bir namaz kıldı mı ona devam ederdi. Uykulu gözleri
kendisine galebe edecek olursa, (o namazı) gündüzün on iki rekat olarak kılardı,
dedi.
İbn Abbas'a geldim
kendisine bu durumu haber verdim; "Vallahi (doğru) söz dediğin böyle
olur. Şayet ben onunla konuşuyor olsaydım, ona varır bu sözü bizzat kendi
ağzından dinlerdim; dedi. Ben de:
Eğer ben senin onunla
konuşmadığım bilseydim. (Bunları) sana anlatmazdım, dedim.[496]
"Akar" gelir
getiren gayrimenkul mal demektir. Hadisin ravisi Hz Sa’d Allah yohmda daha
serbest cihad edebilmek için cihad için engel gördüğü ailesini boşamış ve gelir
getiren Jyr_gayr,;ı menkûlünü de satmaya karar vermişti. Medine'de rastladığı
bir sahâbi topluluğu kendilerinin de buna benzer teşebbüslerde bulunduklarım
fakat Resûl-i Ekrem'in; "And olsun ki, Resûlullah'da sizin için Allah'ı ve
âh i ret gününü umar olanlar ve Allah'ı çok zikr edenler için güzel bir
(imtisal) numune(si) vardır."[497]
âyet~i kerimesini hatırlatarak kendilerini bundan vazgeçirdiğini söylediler.
Gerçekten de Resûl-i Ekrem hem evlenmiş hem de cihâd etmiş ve "Benim
sünnetimden yüz çeviren, ben(den) değildir" buyurmuştur. Sözü geçen
sa-hâbilerin, Hz. Peygamberin vaazından sonra Osman b. Ma'zÛn'un evinde
toplanan şu on kişiden altısı olma ihtimali vardır: Ebû Bekr, Ömer, Ali, tbn
Mes'ûd, Ebû Zerr, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim, Mikdâd, Selmân-ı Farisî,
Ma'kıl b. Mukrin, Osman b. Maz'un. Bu kimseler, Hz. Peygamberin va'zını
dinledikten sonra gündüzleri oruçlu olmaya, geceleri uyumamaya, et yememeğe ve
kadınlara yaklaşmamaya ve erkeklik organlarını kestirerek yeryüzünde seyyah
olup gezmeye hep birlikte karar vermişlerdi. Bu haber Hz. Peygambere ulaşınca onları
Osman b. Maz'un'un evinde buldu ve duyduğu haberin doğruluğunu onlardan
öğrenince "Ben size böyle emretmedim. Sizin üzerinizde nefsinizin hakkı
vardır. Oruç tutunuz fakat iftar da ediniz; gece kalkınız fakat uykunuzu da
ihmâl etmeyiniz. Şunu iyi bilin ki sizin Allah’tan en çok korkanınız benim ve
sizin en müttakîniz de benim. Fakat bununla beraber ben, hem uyurum, hem oruç
tulanm, hem de iç yağı ve et yerim. Kadınlara yaklaşırım. Kim benim sünnetimden
yüz çevirirse, benden değildir"[498]
buyurdu. Bunun üzerine:
"Ey iman edenler,
Allah'ın size helal ettiği o en temiz ve güzel şeyleri (nefsinize) haram
kılmayın..."[499]
âyet-i kerimesi nazil oldu. Müslim'in rivayetinden anlaşıldığına göre, sözü
geçen sahabî topluluğu Resûl-i Ekrem'le aralarında geçen bu olayı Hz. Sa'd'a
anlatınca Sa'd, evvelce boşadığı karısına tekrar dönmüş ve ric'at ettiğine
dâir şâhid de getirmiştir.[500] Hz.
Sa'd'm Hz. Âişe'ye giderken kendisine arkadaşlık etmesi için Hakîm b.Eflah'a ricada
bulunduğu halde Hakîm'in ricayı kabul etmemesinin sebebi, Müslim'in
rivayetinde Hakîm tarafından şu şekilde açıklanmaktadır:
"Ben O'na
yaklaşmam, çünkü ben O'nu (Hz. Muâviye ve Hz. Ali'nin fırkalarından ibaret
olan) şu iki fırka hakkında bir şey söylemekten nehyet-tim de o buna razı
olmayarak bildiğini yaptı."
Hz. Aişe validemiz
Fahr-i Kâinat Efendimizin ahlâkını "Resûlullah'ın ahlâkı Kur'ân idi"
sözleriyle en veciz ve beliğ bir şekilde açıklamış ve bu sözüyle Resûl-i
Ekrem'in Kur'ân-ı Kerim'de geçen "Habibim, sen (güçlüğü değil) kolaylığı
(sağlayan yolu) tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir"[501]
"Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye
çalış, sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden herşeye katlan..."[502]
"Sen yine onların suçundan geç, aldırış etme."[503]
"Şüphesiz ki, Allah adaleti iyiliği akrabaya vermeyi emreder. Taşkın
kötülüklerden, münkerden zulüm ve zorbalıktan nehyeder..."[504]
"Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir, fakat kim
affeder barışı sağlarsa mükâfatı Allah'a aittir"[505]
"Bununla beraber kim sabreder (suçları) örter (bağışlar)sa, işte bu,
şüphesiz ve elbet azm olunacak işlerdendir."[506]
"Ey iman edenler, bir kavim diğer bir kavim ile alay etmesin; olur ki
(alay edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha
hayırlıdır"[507]
gibi ahlâkî emirlere bütün kalbi ve kalıbıyla sarıldığını ve Kur'ân-ı Kerîm'in
onun üzerinde aynadaki görüntü gibi kristalleştiğini ve âdeta seciyye hâline
geldiğini ifâde etmiştir. Kısaca Allah Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerim'inde övdüğü
bütün güzel huylarla bezenmiş ve kötülemiş olduğu bütün huylardan da arınmış,
bu sebeple de Kur'ân-ı Kerim'-de Cenabı Hakk'ın "Muhakkak ki sen en büyük
ahlâk üzerindesin"[508]
medhine mazhar olmuştur.
Metinde geçen:
"Bu sûrenin başı nazil olunca, Resûlullah (s.a.)'in ashabı (geceleyin)
kalktılar da ayaklan şişinceye kadar (namaz kıldılar), bu sûrenin sonu on iki
ay semâda tutuldu" cümleleriyle, 1304 numaralı hadisin açıklamasında
genişçe belirttiğimiz gibi Müzemmil Sûresi'nin "gecenin birazı hâriç
olmak üzere kalk"[509]
âyet-i kerimesi inince, ashab-ı kiramın Resul-i Ekreme uyarak bütün geceyi
ayaklan şişinceye kadar namazla geçirdiklerine ve daha sonra Cenab-ı Hakk'ın
lütfederek, "geceyi gündüzü Allah saymaktadır. O bunu sizin
yapamayacağınızı bildiği için size karşı ruhsat canibine döndü. Artık
Kur'ân'dan kolay geleni oku."[510]
âyeti kerimesini indirerek gece namazını en az hadde indirdiğine ve hükmünü de
farz olmaktan çıkarıp kılınması mendub bir nafile haline getirdiğine işaret
edilmek istenmiştir. Yine bu hadis-i şerif -belirttiğimiz yerde- açıkladığımız
gibi, Resûl-i Ekrem'in içinde bulunduğu şartlara göre yedi rekatla onbir rekat
arasında değişen miktarlarda gece namazı kıldığını[511] ve
yaşlandığı sıralarda vitrden sonra da nafile kıldığını, gece namazlarını
herhangi bir özür sebebiyle kılamadığı zaman onu gündüzün on iki rekat olarak
kıldığını ifâde etmektedir. Bu durum Resûl-i Ekrem'in vitr namazını kazaya
bırakmadığını gösterir. Çünkü vitri kazaya bırakmış olsaydı, o zaman vitri de
gündüzün kıldığı nafilelerle beraber kaza etmesi gerekirdi ki, o zaman da
bunların toplam rekat sayısı on iki değil, tek sayılı olurdu. Resûl-i Ekrem'in
sekizinci rekata kadar hiç oturmamasından maksat; selâm vermek veya istirahat
için oturmamasıdır. Yoksa teşehhüd için oturmuş olması gerekir. Hadis-i şerifte
geçen vitirle ilgili mevzular daha önce 1251 numaralı hadisin şerhinde
açıklandığı gibi ayrıca ileride "vitr bölümü"nde yeniden ele
alınacağından burada tekrara lüzum görülmedi.[512]
1. İslâmiyette
ibâdet maksadıyla dünyayı terk etmek, bir başka tabirle ruhbanlık
yasaklanmıştır.
2. Resûl-i
Ekrem Efendimizin hayatı müslümanlar için yegâne örnektir.
3. Bir
mevzuda kendisine soru sorulan kişinin, kendisinden daha yetkili biri bulunması
halinde ona göndermesi müstehabtır. Çünkü din nasihattan ibarettir.
4. Hz.
Âişe'nin Hz. İbn Abbâs'tan daha faziletli olduğu İbn Abbas'ın itirafiyle
sabittir.
5. İnsanın
Resûl-i Ekrem'i örnek alarak Kur'ân ahlakıyla ahlâklanması gerekir.
6. Gece
namazının farziyeti Kur'an-i Kerim'le neshedilmiştir.
7. Dokuz
rekatla veya yedi rekatla vitr kılıp iki teşehhüd ve bir selâmla bitirmek
meşrudur.
8. Bütün
geceyi namaz kılmak veya Kur'an okumakla uykusuz olarak geçirmek mekruhtur.
9. Ramazan
ayından başka herhangi bir ayı tamamen oruçlu olarak geçirmek bıkkınlık
vereceği için mekruhtur.
10. İtiyad
haline getirilmiş nafile ibadetleri gece yerine getiremediği zaman gündüzün
telâfi etmek müstehabtır.[513]
1343.
...(Önceki hadisin) bir benzeri de aynı senetle Katâde'den rivayet edilmiştir.
(Said) dedi ki: "Sekiz rekat namaz kılardı. Bunlarda sadece sekizinci
rekatta otururdu. Allah'ı zikreder, duâ eder ve bize işittirerek selâm verirdi.
Selâm verdikten sonra oturarak iki rekat namaz kılardı. Sonra bir rekat daha
kılardı. Ey oğulcuğum, işte bunlar onbir rekattir. Resûlullah (s.a.) yaşlanıp
da şişmanlayınca yedi rekat vitr kılardı. Selâm verdikten sonra iki rekatte
oturarak kılardı. (Katade önceki hadisin) mânâsını, "(kendi) ağzından
dinlerdim" kelimesine kadar nakletti.[514]
Bu hadisi Said b. Ebî Arûbe Katâde'den; Katâde de: Zürâre vasıtasıyla sa'd b.
Hişâm'dan nakl etmiştir.Hadisin tamamı zayıf bir senetle Sünen-i Nesaî'de şu
mânâya gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir:
Sa'd b. Hişam
anlatıyor: İbn Abbas'la karşılaştım, ona Resûlullah (s.a.)'ın vitri nasıl
kıldığını sordum:
Sana Resulüllah'ın
vitri hakkında en çok bilgi sahibi olan birini söyleyeyim mi? dedi.
Söyle dedim.
Âişe. Git ona sor,
verdiği cevapları bana da bildir" dedi. Giderken Hakîm b. Eflâh'a rastladım.
Onu da götürmek istedim. O:
Ben gitmem. Çünkü ben
ona şu iki grub arasında cereyan eden olaylarla ilgili bir şey söylememesini
emretmiştim. Fakat o dinlemedi, dedi. Yemin verdim, bunun üzerine benimle o da
geldi. Âişe'nin huzuruna girince Hakîm'e:
Yanındaki kim? diye
sordu.
Sa'd b. Hişâm, dedi.
Hangi Hişâm? dedi.
Âmir'in oğlu, deyince;
Âmir'e rahmet okudu.
Âmir ne iyi insandı,
dedi.
Mü'minlerin annesi!
Bana Resûlullah (s.a.)'ın ahlâkından bahset, dedim.
Kur'ân okuyor musun?
dedi.
Okuyorum, dedim.
Resûlullah (s.a.)'ın
ahlâkı, Kur'ân idi, dedi. Tam kalkacaktım, Resûlullah (s.a.)'ın gece kıldığı
namazlar akjıma geldi.
Mü'minlerin annesi!
Bana Resûlullah (s.a.)'ın gece namazlarından bahset, dedim.
Yâ eyyü'el-müzzemmil
sûresini okuyor musun? dedi.
Okuyorum, dedim.
Aziz ve celîl olan
Allah, bu sûrenin başında gece namazını farz kılmıştı. Bunun için Hz.
Peygamber ve ashabı bir sene bu namazı kıldılar. Namazda ayakları şişerdi.
Nihayet azız ve celîl olan Allah, on iki ay sonra surenin sonunu da inzal etti.
Bu emir de hafifleyerek gece namazı önce farzken sonradan nafile oldu, dedi.
Yine tam kalkacağım
sırada Resûlullah (s.a.)'in nasıl vitr kıldığı aklına geldi:
Ey Mü'minlerin annesi,
bana Resûlullah (s.a.)'in vitrini anlat, dedim.
Bu sefer de şunları anlattı:
Biz misvakını ve
abdest suyunu hazırlardık. Aziz ve celil olan Allah gece onun ne zaman
kalkmasını isterse o zaman kaldırırdı. O da dişlerini misvaklar, abdest alır ve
hiç teşehhüde oturmadan sekiz rekat namaz kılardı. Sekizinci rekatte oturur,
aziz ve celîl olan Allah'ı zikreder, dua eder ve bize işittirerek selâm
verirdi. Daha sonra oturduğu yerden iki rekat daha kılar selâm verir bu
selâmdan sonra da bir rekat daha kılardı.[515]
Ancak bu rivayet bazı
noktalarda bir önceki hadisin sözlerine uymamaktadır. Çünkü birincide
"Ancak sekizinci rekatte otururdu, sonra kalkar bir rekat daha kılardı,
sekizinci ve dokuzuncu rekatların dışında oturmazdı ve sadece dokuzuncu rekatte
selâm verirdi. Daha sonra kalkar iki rekat da oturarak kılardı" denildiği
halde, burada:
a. Sekizinci
rekatte selâm verdiği ifade ediliyor,
b. Bu
hadisin Nesâî'deki devamında sekizinci rekatten sonra selâm verip oturduğu
yerden iki rekat daha kıldığı İfâde ediliyor.
c. Yine
burada vitrin oturarak kılınan iki rekatten sonra kılındığı ifâde ediliyor.
Halbuki önceki hadiste en son olarak vitrin kılındığı ifade edilmektedir.
Nitekim Nesâî'de bu
farklılığa işaret ederek şöyle demiştir: "Benim kitabımda vitrin yeri bu
şekilde belirlendi. (Fakat diğer rivayetlere ters düşmektedir). Bu sebeple bu
rivayetteki hatayı hangi râvinin yaptığını bilemiyorum."[516]
1344. ...Şu
(önceki) hadis-i şerifi Said (b. Ebi Arûbe) de rivayet etti. Ve Yahya b.
Saîd'in dediği gibi "Bize işittirecek derecede selâm verirdi" dedi.[517]
Bu hadis de lâfız
itibariyle Muhammed b. Beşşâr'ın Yahya Said'den rivayet ettiği bir önceki
hadisin metnine benzemektedir. Açıklama için bir önceki hadisin şerhine
bakılabilir.
Hadisin Müslim'deki
lâfızları şu mânâya gelmektedir: "Sa'd, ben Abdullah b. Abbas'a giderek
O'na vitri sordum" diyerek hadis-i şerifi kıssası ile rivayet etmiştir.
Yalnız bu hadiste Sa'd, "Aişe, Hişâm kimdi? dedi, Ben: Ânıir'in oğludur,
dedim. Aişe: "Âmir ne iyi adamdı. Uhud gününde vuruldu, dedi"
ibaresini söylemiştir.[518]
1345. ...Şu (bir
önceki) hadisi Muhammed b. Beşşâr da İbn Ebî Adiyy vasıtasıyla Said (b. Ebi
Arûbe)'den (rivayet etmiştir). İbn Beşşâr da Yahya b. Said hadisinin aynısını
(rivayet etti). Ancak (farklı olarak) "bize işittirecek derecede selâm
verirdi" ibaresini nakletmedi.[519]
Daha önce tercümesini
sunduğumuz 1342 numaralı hadisten bu hadise gelinceye kadar olan hadislerin hepsi de ufak tefek
bazı değişikliklerle 1342 numaralı hadisin tekrarından ibarettir. Netice olarak
şunu söylemek mümkündür: Musannif Ebû Dâvûd (r.a.) 1342 numaralı hadis-i
şerifi Katâde'den dört vasıtayla rivayet etmiştir.
Birinci vasıta
Hemmâm'dır. Bilindiği gibi 1342 numaralı hadis Katâde'den musannıfa Hemmâm
vasıtasıyla erişmiştir. Diğer üç hadis ise, Katâde'den musannıfa Said b. Ebî Arûbe
aracılığıyla erişmiştir. Bu hadisi Müslim ile Nesaî de rivayet etmişlerdir.
Fakat Nesâî'nin rivayetlerinde vitr namazının yeri yanlışlıkla
değiştirilmiştir.[520]
1346.
...Zürâre b. Evfâ'nın rivayet ettiğine göre Hz. Âişe'ye Resûlullah (s.a.)'ın
gece namazı sorulmuş. O da şöyle cevab vermiştir:
Yatsı namazım cemaatle
kılardı, sonra evine dönüp dört rekat namaz kılar sonra yatağına girer ve
uyurdu. Abdest suyu başının ucunda örtülü olurdu. Mis vaki de (yakınına)
konulurdu. Nihayet Allah Teâla onu geceleyin uyandırmak istediği saatte
uyandırırdı. (Uykudan kalkınca) dişlerini misvaklar ve güzelce abdest alırdı,
sonra namaza kalkar sekiz rekat namaz kılardı. Her rekatte Ummu'l-Kitab
(Fatiha) ile Kur'ân'dan bir sûre ve Allah'ın dilediği kadar (âyet) okurdu. Sekizinci
rekate oturuncaya kadar bu rekatlerinin hiç birinde oturmazdı (ve hiçbirisinde)
selâm vermezdi. Dokuzuncu rekatte de okur ve sonra oturur, Allah'ın kendisine
duâ etmesini istediği şeylerle dua eder ve dilekte bulunurdu; buna çok rağbet
ederdi ve (nihayet) neredeyse ev halkını uyandıracak şekilde yüksek sesle selâm
verirdi. Sonra oturarak Ümmu'l-Kitabı (ve bir sûre) okur ve oturarak rükû
yapardı, ikinci (rekatte) de okuyup, oturarak rüku' ve secdeye varırdı.
Allah'ın kendisine dua etmesini istediği şeylerle dua ederdi. Sonra selâm
verir (namazdan) çıkardı. Resûlullah'ın namazı şişmanlayıncaya kadar bu
şekilde devam etti. (ihtiyarlayıp da şişmanlayınca) dokuz rekatten iki rekat
eksiltti, altı ve yedi rekate indirdi ve (vitrden sonra) oturarak iki rekat
daha (kılmaya devam etti) vefat edinceye kadar (böyle idi). Allah'ın salat-u
selâmı onun üzerine olsun.[521]
Bu hadis-i şeriften
Resûl-i Ekrem (s.a.)'in gece yatmadan önce abdest suyunu ve misvakım hazırlayıp
başucunu koyduğu ve geceleyin kalkınca güzelce dişlerini mısvaklayıp abdestini
aldıktan sonra dokuz rekat namaz kıldığı, bunlardan sekizinci rekatte oturup
ettehiyyatu okuduğu, dokuzuncu rekatte de oturup lehiyatta bulunduğu ve Allah'ın
kendisine öğrettiği şekilde sallî-bârik ve Rabbena dualarını okuyarak selâm
verdiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Şafiî uleması bu ve benzeri hadislerin
zahirine bakarak her iki rekatte bir teşehhıidde bulunmanın vâcib olmadığı
hükmüne varmışlardır. Hanefi ulemasına göre ise, hadis-i şerifte geçen
"sekizinci rekatte oturuncaya kadar bu rekatların hiç birinde
oturmazdı" cümlesinden maksat, "selâm vermek için oturmazdı veya istirahat
için oturmazdı. Fakat teşehhüd için otururdu" demektir. Şafiî'lere göre
ise, "hiçbir şekilde asla oturmazdı" demektir. Ancak yaşlanınca gece
namazlarının toplamı vitirsiz altı, vitr namazıyla birlikte yedi rekatten
yukarıya çıkmamıştır. Fakat vitrden sonra oturarak kıldığı iki rekatı de
bırakmamıştır. Artık gece namazları dâr-ı bekaya irtihaline kadar bu hâl uzre
devam etmiştir.[522]
1. Namaz
vakti gelmeden namaza hazırlanmak ve abdest suyu ve misvak gibi lüzumlu
malzemeyi hazırlamak caizdir.
2. Gece
uykudan kalkınca dişleri misvaklamak sünnettir.
3. Resül-ü
Ekrem (s.a.) geceleri vitrle birlikte dokuz rekat gece namazı kılarken
yaşlanınca bu namazı yedi rekate indirmiştir.
4. Hiç selâm
vermeden iki rekatten fazla namaz kılmak caizdir.
5. Nafile
namazları özürsüz olarak oturduğu yerden kılmak caizdir.[523]
1347. ...Şu
(önceki) hadisi aynı senetle Behz b. Hakîm de rivayet etti. (Şöyle ki);
"Yatsıyı kılardı. Sonra yatağına girerdi" dedi, (fakat) dört rekatı
zikretmedi. (Bunun dışında) Önceki hadisi (olduğu gibi) nakletti. Bu hadiste
(şu sözleri de) rivayet etti: "Sekiz rekat kılardı; kıraat, rükû ve sücûd
bakımından her rekatı eşit yapardı. Bunlardan sadece sekizinci rekatte
otururdu. Otururdu (fakat) selâm vermeden ayağa kalkıp bir rekat daha kılar
onunla vitir yapardı. Sonra sesini yükselterek bir selâm verirdi ki, (bu
sesiyle) bizi uykudan uyandırırdı. (Behz b. Hakîm), bundan sonra (önceki
hadisin) mânâsını rivayet etti.[524]
Bu hadisle ilgili
açıklama önceki hadisin şerhinde geçtiği için burada tekrara lüzum görmüyoruz.[525]
1348. ...Zürâreb.
EbîEvfâ'nın rivayet ettiğine göre mü'minlerin annesi Aişe (r.anhâ)'ya,
Resûlullah (s.a.)'in namazı sorulmuş o da (şöyle) cevab vermiştir:
Yatsı namazını halka
kıldırınca evine döner, dört (rekat daha) kılardı. Sonra yatağına girerdi.
Daha sonra (Zürâre b.
Ebî Evfâ bir Önceki) hadisi sonuna kadar nakletti. (Fakat) "kıraat, rükû,
sücûd bakımından her rekatı eşit tutardı" (sözünü) nakletmedi; selâm
(konusunda) da "bizi uyandırırdı" (sözünü) rivayet etmedi.[526]
1349. ...Şu
(bir önceki) hadis, Sa'd b. Hişâm vasıtasıyla Hz. Âişe'den de rivayet
olunmuştur. (Bu hadisi 1347 numaradaki şekliyle Yezid b. Hârûn, 1346 numaradaki
şekli ile İbn Ebî Adiyy, 1348 numaradaki şekliyle Mervan b. Muaviye rivayet
etmiştir). Fakat bu râvilerin hadislerinin hiçbirisi de tam değildir.[527]
1350.
...Âişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) geceleyin onüç
rekat (namaz) kılardı. Dokuz rekatte de vitr yapardı. -Veya (Hz. Âişe) buna
benzer bir şey söyledi - ve oturarak iki rekat daha kılardı. Sonra da ezanla
ikâmet arasında sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılardı.[528]
Daha önce geçen
hadis-i şeriflerden de anlaşıldığı gibi Peygamber (s.a.) yatsı namazını ve son
sünneti kıldıktan sonra bir süre uyur ve gecenin ikinci yarısında kalkıp vitr
namazıyla birlikte içinde bulunduğu şartlara göre yedi ile onüç rekat arasında
değişen sayıda gece namazı kılardı.
Bilindiği gibi gece
namazı mendub olan namazlardandır. Umumiyetle geceleyin yatsı namazından sonra
uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra kılınan namazlara gece namazı
(salâtü'1-leyl) denir. Bir miktar uyuduktan sonra kalkıp kılman namazlara ise,
"teheccüd namazı" denir. Teheccüd namazı, Peygamber Efendimize
farzdı, ancak bu namazı nasıl kıldığı konusunda mezhep imamları arasında
ihtilâf vardır. Ulemanın büyük çoğunluğuna göre ikişer ikişer yanı her iki
rekatte bir selâm vererek kılardı. İmam Ebû Hanife Hazretlerine göre ise,
dörder dörder kılardı.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerife göre Resul-i Ekrem (s.a.)'in yatsı namazının son sünnetini
kıldıktan belli bir müddet sonra onüç rekat daha gece namazı kıldığı
anlaşılmaktadır. Bu onüç rekat namaz yine bu hadis-i şerifte şu şekilde
açıklanmıştır:
“1. Vitrle beraber dokuz rekat,
2. Vitirden
sonra oturarak iki rekat,
3. Sabah
namazının ezânıyla kameti arasında iki rekat daha."
Bu açıklamaya göre,
Resûl-i Ekrem "biriniz geceleyin namaza kalktığı zaman önce kısa iki rekat
namaz kılsın" anlamındaki 1323 numaralı hadis-i şerif gereğince önce iki
rekat kısa bir namaz kılmış ve daha sonra vitrle birlikte yedi rekat daha
namaz kılarak dokuz rekate tamamlamıştır. Vitri rnüteakib ve oturarak iki rekat
daha kılmış ve sabah namazının iki rekat sünnetiyle beraber kıldığı rekatların
toplamı onüç olmuştur.
Metinde geçen
"dokuz rekatla vitr yapardı" sözü bazı nüshalarda "yedi rekatle
vitr yapardı" şeklinde geçmektedir. Bu durumda 1323 numaralı hadisteki
emrin gereği olarak gece namazına başlarken kılınan iki rekat hesaba
katılmamış demektir.Onu da hesaba katınca toplam yine dokuz eder.
Metinde geçen "veya
(Hz. Âişe) buna benzer birşey söyledi" sözü, râvinin bu hadisi,
lâfızlarını aynen muhafaza ederek değil de mânâ olarak nakl ettiğini gösterir.
Bilindiği gibi
hadislerin, kelime kelime Hz. Peygamberin ağzından çıktığı şekilde rivayet
edilmesine "lâfzan rivayet", mana aynı olduğu halde değişik
lâfızlarla rivayet edilmesine de "manen rivayet*' denir. İşte böyle manen
rivayet edilen hadislerde çoğu zaman râvi lâfzı aynen muhafaza etmediğini
belirtmek için; "Ev kemâ kal; yahut bunun gibi bir söz söyledi" veya
"ev misle hazâ: yahut benzerini söyledi" gibi ifadeler kullanılır. Bu
hadisle ilgili geniş açıklama için 1342 numaralı hadisin şerhine müracaat
edilmelidir.[529]
1351.
...Âişe (r.anhâ)'dan rivayet olunduğuna göre; Resûlullah (s.a.) dokuz rekatle
vitr yaparmış. (İhtiyarladıktan) sonra yedi rekatla vitr yapmaya başlamış.
Vitrden sonra oturarak iki rekat daha kılarmış. Bu iki rekatte (oturarak) okur,
rükû'a varmak istediği zaman ayağa kalkıp rükû'a, sonra da secdeye varırmış.
Ebû Dâvûd dedi ki: Ebû
Seleme Abdullah b. Abdurrahman 'in rivayet ettiği 1350 numaralı ve Alkâme b.
Vakkashn rivayet ettiği 1351 numaralı aynı manaya gelen bu iki hadisi aynı
şekilde Hâlid b. Abdilleh el-Vasıtîde rivayet etmiştir. (Hâlid) bu hadisinde,
"Alkame b. Vakkâs, ey anneciğim, (Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
vitrden sonra oturarak) iki rekatı nasıl kılardı?" dedi ibaresini ilâve
etti ve (sözlerine devamla bu hadisin) manasını rivayet etti.[530]
Daha önce gecen hadis-i
şeriflerin şerhlerinde de açıkladığımız gibi, Hz. Peygamber önceleri vitrle
birlikte dokuz rekat gece namazı kılarken, sonraları ihtiyarlayınca bu namazı
yedi rekate kadar indirmiştir, vitrden sonra da oturarak iki rekat daha namaz
kılmaya başlamıştır. Vitrden sonra kıldığı bu iki rekatte otururken okuduğu
halde, rükû yapmak gerekince ayağa kalkıp önce rüku'a, sonra da secdeye
varırmış. Bununla beraber Resûl-i Ekrem'in tatbikatında otururken okuyup ayağa
kalkmadan yine oturduğu, yerden rükû' ve secde yaptığı da olmuştur. Bu hadisle
ilgili geniş açıklama, 1251 numaralı hadisle 1342 numaralı hadislerin şerhinde
geçtiğinden burada tekrarına lüzum görülmemiştir.
Alkâme b. Vakkâs'ın
Hz. Âişe'den rivayet ettiği bu hadisi Ebû Seleme b. Abdurrahman da rivayet
etmiştir. Bilindjği gibi Ebû Seleme'nin bu rivayeti, 1350 numaralı hadistir ve
konumuzu teşkil eden Alkame hadisiyle aynı mânâya gelmektedir.
İşte aynı manaya gelen
bu iki hadisi mânâ olarak Hâlid b. Abdullah, Alkame b. Vakkas da rivayet
etmiştir. Musannif Ebû Dâvûd hadisin sonuna ilâve ettiği talik ile bunu ifâde
etmek ve bu hadisin muhtelif yollardan rivayet edildiğini göstererek sıhhat
derecesini ifâde etmek istemiştir. Bundan sonra gelecek olan hadiste de Hâlid
b. Abdullah hadisinin senedini ve lâfzını tüm olarak nakl etmiştir.[531]
1352.
...Âişe (r.anhâ) dedi ki:
Resûlullah (s.a.)
halka yatsı namazını kıldırdıktan sonra (evine gelir) yatağına girip uyurdu.
Gecenin son üçte biri girince kalkar def-i hacet eder ve abdest suyunun yanına
gelerek abdest alıp mescide gider ve sekiz (rekat) namaz kılardı. Bana öyle
geliyor ki kıraat, rükû ve sücûdü eşit (uzunlukta) yapardı. Sonra kalkar tek
rekatle vitr yapardı. (Vitrden) sonra oturarak iki rekat daha kılardı. Sonra
(sağ) yanını (yatağına) koyardı. Bazan Bilâl gelir kendisine (sabah) namazını
haber verirdi. (Bu haberden) sonra hafifçe uyuklardı. Bazan da Bilâl kendisine
namazı haber vermeden önce uyuklayıp uyuklamadığında şüphe ederdim.
Resûlullah'ın yaşlanıncaya veya şişmanlayıncaya kadar namazı bu şekilde idi.
(Hz. Âişe) biraz da şişmanlığından bahsetti. (Daha) sonra (Sa'd b. Hişâm bir
önceki) hadisi (bütünüyle) rivayet etti.[532]
Bu hadis-i şerif mânâ
bakımından bir önceki hadisin
benzeridir. Hatırlanacağı üzere bir önceki hadis üzerinde açıklama
yaparken "Bu hadisle aynı mânâya gelen 1350 numaralı hadisi Abdullah
el-Vâsıtî de rivayet etmiştir'' dedikten sonra musannif Ebû Dâvûd bundan sonra
gelecek olan hadiste; "Hâlid b. Abdullah hadisinin senedini ve lâfzını tüm
olarak nakl etmiştir" diyerek, sözü geçen Hâlid hadisinin 1352 numarada
(yani burada) lâfız ve sened bakımından tam olarak rivayet edileceğine dikkati
çekmiştik.
İşte konumuzu teşkil
eden bu hadis bir önceki hadisin talikinde söz konusu edilen ve bizim de şerh
kısmında bahsettiğimiz Hâlid hadisidir. Ancak Hâlid hadisi musannif Ebû Davud'a
aynı zamanda Sa'd b. Hişâm tarafından da erişmiştir. Bu bakımdan mana aynı
olmakla beraber musannif burada hadisi kendisine Sa'd b. Hişâm'dan gelen
lâfızlarla nakl etmiştir. Hadis aynı zamanda Nesâî tarafından da şu manaya
gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir: Sa'd b. Hişâm'dan; Medine'ye geldim, Hz.
Âişe'nin huzuruna vardım.
Sen kimsin? dedi.
Hişâm b. Âmir'in oğlu
Sa'd'ım, dedim.
Allah babana rahmet
etsin, dedi. Ben:
Bana Resulullah
(s.a.)'in namazından bahset, dedim. Resûlullah (s.a.)'ın namazı "şöyle
şöyle idi" diye anlattı. Ben:
Evet dedim, o devamla;
Resûlullah (s.a.) gece
yatsı namazını kaldıktan sonra yatağına yatar uyurdu. Gece yansı olunca kalkar
tuvalet ihtiyacını giderir, abdest suyunu alır ve abdest alarak mescide
girerdi. Orada sekiz rekat namaz kılardı. Bana öyle geliyordu ki o kıraatleri
aynı uzunlukta, rükû ve secdeleri de aynı uzunlukta yapardı. Sekiz rekat
kıldıktan sonra bir rekat da vitir kılardı. Daha sonra oturduğu yerden iki rekat
daha kılar yanı üzerine yatardı. Bazan uyuklamadan önce bazan da uyuklayınca
Bilâl gelir kendisini sabah namazına davet ederdi. Çok defa sabah namazına
çağrılmadan önce uyuklayıp uyuklamadığı hususunda şüpheye düşerdim. Resûlullah
(s.a.) yaşlanıncaya ve şişmanlayıncaya kadar namazını bu şekilde kılardı.
Hz. Âişe, Resûlullah
(s.a.)'ın şişmanlığından da biraz bahsettikten sonra son zamanlarında nasıl
namaz kıldığını da şöyle anlattı:
Resûlullah (s.a.)
yatsıyı kıldırdıktan sonra yatağına giderdi. Gece yansı olunca kalkar abdest
suyunu alır, def-i hacetini giderir ve abdest alarak mescide girerdi. Orada
altı rekat namaz (teheccüd) kılardı. Ben onun namazda kıraatleri, secde ve
rükûları aynı uzunlukta yaptığını zannediyorum. Altı rekatten sonra bir rekat da
vitir kılardı. Daha sonra oturduğu yerden iki rekat daha (sabah namazının
sünneti) kılar, sonra da yanı üzerine yaslanırdı. Bazan uykuya dalmadan önce
bazan da uykuya dalınca Bilâl gelir kendisini namaza davet ederdi. Ben çok
defa Bilâl çağırmadan önce onun uykuya dalıp dalmadığı hususunda bir karara
varamazdım:
Resulüllah'ın
ihtiyarladığı sıralardaki namazı da işte böyleydi.[533]
Bazı Hind nüshalarında
bu hadisin sonuna daha önce geçen 1338 numaralı hadisin ilâve edildiği ve Ebû
Davud'un sözü geçen hadisi muzdarib bulduğu için burada tekrar etmek lüzumunu
hissettiğine dâir mütaleası ve bu muzdaribliği söz konusu hadiste geçen;
"Resûlullah (s.a.) beş rekatle vitr yapardı" ifâdesinin İmam-ı
Mâlik'in rivayetinde bulunmayışına bağladığı görülmekte ise de, asıl nüshalarda
böyle bir ilâve yoktur. Ve 1338 numaralı hadisin muzdarib olduğuna dair ileri
sürülen ve Ebû Davud'a âit olduğu iddia edilen mütalea gerçeği
yansıtmamaktadır. Çünkü sözü geçen hadisle îmam Mâlik'in rivayeti arasında
herhangi bir çelişki yoktur. Bunlardan birincisi mücmeldir, diğeri de onun
tefsiri durumundadır.[534]
1353. ...îbn
Abbâs (r.a.)'den rivayet edildiğine göre kendisi (bir gece) Peygamber (s.a.)'in
odasında yatmış ve (Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem'in geceleyin)
"Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında...”[535]
diye (başlayıp) sûreyi sonuna kadar okuyarak uykudan kalktığını ve misvaklanıp
abdest aldığını, kıyamı, rükû'u ve sücûdu uzatarak iki rekat namaz kıldığını
sonra namazdan çıkıp nefes alış-verişi işitilecek kadar uykuya daldığını,
sonra bunu üç defa tekrarlayarak altı rekat namaz (kıldığım) ve her defasında
da misvâklandığını sonra abdest aldığım ve bu âyetleri okuduğunu daha sonra da
vitr (namazı) kıldığını görmüş.
(Bu hadisi Ebû Davud'a
nakleden diğer râvi) Osman dedi ki: Üç rekatle (vitr yapardı). Bunu müteakip
müezzinin gelmesiyle namaza çıkardı.
(Diğer râvi) îbn İsâ
ise (şöyle) dedi: Vitri kılardı. Bunu müteakip sabahın girmesiyle Bilâl gelip
kendisine namazı haber verirdi. Bunun üzerine sabah namazının iki rekatlık
sünnetini kılıp namaza çıkardı.
(Hadisin buraya
kadarki rivayetinden) sonra (her iki râvi de) Resûlullah (s.a.)'İn; "Ey
Allah'ım! Benim kalbime nur, dilime nur, kulağıma nûr, gözüme nur, arkama nur,
önüme, altıma ve üstüme nûr ver ve benim nurumu büyüt"[536]
diyerek (namaza gittiği rivayetinde) birleşirler.[537]
Hz. İbn Abbâs, Resûl-i
Ekrem'in gece nasıl ibâdet ettiğini öğrenmek üzere bir geceyi Resûlullah'ın
yanında geçirmek istemişti. O sırada îbn Abbâs daha bulûğ çağına ermemiş bir
çocuktu ve Hz, Peygamber'in zevcelerinden Hz. Meymûne teyzesi oluyordu.
Hz. İbn Abbâs
Müslim'in bir rivayetinde hâdiseyi şöyle anlatıyor: "Ben yastığa aylan
uzandım. Resûlullah ile zevcesi ise, uzunluğuna yattılar..."[538]
Ebû Zür'a'nın
"el-tlel" isimli eserinde ise, Hz. İbn Abbâs olayı şöyle
anlatmaktadır:
Ben teyzem Meymûne'ye
gelerek;
"Bu gece sizde
yatmak istiyorum" dedim. O da:
Bizde nasıl
yatacaksın, yalnız bir döşeğimiz var, diye cevab verdi. Bunun üzerine ben de:
Benim sizin döşeğinize
ihtiyacım yok. Elbisemin bir kısmını altıma yayarım yastığa gelince, ben de
başımı sizin başınızla birlikte arka taraftan yastığa koyarım, dedim. Az sonra
Hz. Peygamber geldi Meymûne O'na benim sözlerimi anlatınca:
"Bu Kureyş'in
şeyhidir," buyurdu.
1317-1318 numaralı
hadis-i şerifleri açıklarken de beyân ettiğimiz gibi Resûl-i Ekrem (s.a.)'in
geceleyin ibâdete kalkış saati horozların ötmeye başladığı saatti. Çünkü 1315
numaralı hadis-i şerifte de ifâde edildiği gibi bu saat Cenab-ı Hakk'ın
rahmet-i ilâhiyyesinin inmeye başladığı ve Cenab-ı Hakk'ın; "Bana duâ eden
yok mu, duasını kabul edeyim?" diye nida etmeye başladığı bir andır. Bu
mevzua geçen hadis-i şeriflerle birlikte ulemânın açıklamaları da nazar-ı
itibara alınırsa şu hükme varılabilir:
"Gece altı eşit
parçaya bölünecek olursa, genellikle bunun ilk üç parçası Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in uyku saatidir. Dördüncü ve beşinci parçası ibâdet saatidir. Son
altıda bir parçası da seher vaktidir.”[539]
Hz. İbn Abbâs Resûl-i
Ekrem (s.a.)'in gece nasıl ibâdet ettiğini gördüğü gibi ve hadis-i şerifte
geçen ifâdelerle anlatmıştır.
Her ne kadar bu
hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in uzunca iki rekat namaz kıldığı anlatılarak
söze başlanıyorsa da; "Biriniz gece kalktığı zaman (önce) hafif iki rekat
namaz kılsın" anlamındaki 1323 numaralı hadis gözeri ün de bulundurulursa
uzunca kıldığı iki rekatten önce çok kısa iki rekat namaz daha kılmış olduğu
anlaşılır. Bu iki rekat kıldığı kabul edildiği takdirde ve daha önce geçen ve
ileride gelecek olan Hz. Peygamberin geceleyin onüç rekat namaz kıldığını ifâde
eden hadislerle bu hadisin arasında te'Iif de sağlanmış olur. Bununla birlikte
Resûl-i Ekrem'in bazan bu kısa iki rekatlık namazı kılmadığı da düşünülebilir.
Metinde
"nûr" kelimesinin tenvinli olarak zikredilmesinden maksat, nurun
azametini ve sânını beyân içindir. Nurdan maksat da Hakk'ın ve gerçeğin
aydınlığı ve zuhurudur. Îbnu'l-Esîr'in Nihâye'deki beyânına göre bu duada bazı
organlar için nûr istemenin manası, "Ey Allah'ım! Benim bütün organlarımı
hak yolunda kullan ve bana hayır yoluna devamlı çalışıp ilerlemeyi
nasibeyle" demektir. Bazılarına göre ise, buradaki "hak"tan
maksat "ilim ve hidâyet"tir. Resûl-i Ekrem (s.a.) altı yandan gelecek
cehalet, sapıklık tehlikelerinden ve şeytanın desiselerinden korunmak
maksadıyla ümmetine kalb ile birlikte bazı organlar için ve altı cihet için
Allah'tan nûr istemeyi Öğretmiştir. Bu organların nûrlanmasından maksat ise,
hidâyet ve marifet nûrlarına mazhar ve ma'kes olmaları, cehalet ve sapıklık
zulmetinden kurtulmalarıdır. Çünkü insanı çepeçevre kuşatmış olan nefs-i emmâre
ve şeytânın desiseleri insana sağ-sol, ön-arka, alt-üst olmak üzere altı
cihetten gelerek onu şüphe ve vesvesenin karanlıkları içerisinde bırakır. Nûr
ise asıldır. Nûr gelince, karanlığa ve şüpheye yer yoktur. Karanlık nurun çekildiği
yerleri istilâ eder. Metinde geçen; "Ve benim nurumu büyüt" cümlesi
kendinden önceki duaların kısa bir özeti durumundadır.[540]
1. Gece
uykudan kalkınca dişleri misvâklamak ve Âl-i İmran Suresi’nin (190-200).
ayetlerim okumak mus tehabdır.
2. Gece
namazından önce uyumak ve vitri üç rekat olarak kılmak caizdir.
3. Gece
namazından sonra "Ey Allah'ım! Benim kalbime nûr ver..." diye duâ
etmek müstehabdır.
4. Bir
âlimin yaşayışını öğrenmek ve örnek almak maksadıyla bir müddet onun yanında
kalmak caizdir.
5. Bir
kimsenin yakın akrabasından baliğ olmamış bir çocuğun bulunduğu bir odada
ailesiyle yatması -cimada bulunmamak şartıyla- caizdir.
6. Müezzinin
namaz kıldırmak üzere imamı mescide davet etmesi caizdir.
7. Abdestsiz
olarak dokunmaksızın Kur'ân okumak caizdir. Bu konuda ittifak vardır.[541]
1354.
...(Bir önceki hadisin) bir benzerini de Vehb b. Bakiyye, Halid vasıtasıyla
Husayn'dan rivayet etmiştir. (Ancak Hâlid bu hadiste bulunan) ve "bana
büyük bir nûr ver" (duasını, Allahumme lâfzını zikretmeden) nakletti.
Ebû Dâvûd dedi ki: Ebû
Hâlid ed-Dâiânî de aynı şekilde Habîb'den (naklettiği) şu (bir önceki) hadiste
(bulunan duayı Hâiid'in lâfızlarıyla ve "Allahumme" lâfzını
zikretmeden) rivayet etti.
Aynı şekilde Seleme b.
Küheyl de bu hadiste (bulunan ve "bana büyük bir nur ver" duasını
"Allahümme" lâfzını zikretmeden) Ebu Rişdîn vasıtasıyla İbn Abbâs’dan
rivayet etmiştir.[542]
Bu hadis-i şerif
Müslim'in rivayetinde şu şekilde geçmektedir:
"Ey Allah'ım!
Benim kalbime nur, dilime nur, kulağıma nur, gözüme nur, üstüme nur, altına
nur, sağıma nur, soluma nur, önüme nur, arkama nur ver, bana büyük bir nur
ihsan eyle."[543]
Bir numara önceTci Ebû
Dâvûd hadisinde ise bu rivayet, "Allahümme A'zim lî nuran = Ey Allah'ım,
bana büyük bir nûr ihsan eyle" şeklinde yani "A'zîm" kelimesi
"Allahümme" lâfızayla beraber olarak geçmiştir.
Müslim'in, Müsâfirîn
bölümünde ise, "Allahümme azzim li nûran = ey Allah'ım! Nurumu büyüt"[544]
şeklinde geçmektedir. Müslim'in yine Müsâfirîn bölümündeki 191 numaralı
rivayeti ise, "Allahümme A'tınî nûran = Allah'ım! bana nür ver"
şeklindedir. Müellif Ebû Dâvûd bu talikleri zikretmekle bu rivayetler
içerisinde en kuvvetli rivayetin başında "Allahümme" lâfzı bulunmayan
"ve a'zim lîmiren = bana büyük bir nûr ver" rivayeti olduğuna dikkat
çekmektir.[545]
1355.
...el-Fazl b. Abbâs (r.a.)'den; demiştir ki:
Bir gece nasıl namaz
kıldığını görmek için Peygamber (s.a.)'in yanında gecelemiştim. (Geceleyin)
kalktı, abdest alıp iki rekat (namaz) kıldı. (Uzunluk bakımından) kıyamı rükû'u
gibi, rükû'u da secdesi gibiydi. (Namazdan) sonra (biraz) uyudu. Sonra uyanıp
abdest aldı. Sonra misvâklandı ve Âl-i
îmrân'dan den (itibaren) beş âyet okudu. Nihayet on rekat (namaz) kıhncaya
kadar bu (uyuyup kalkma ve abdest alma..) işine devam etti, (namazdan) sonra
bir rekat daha kılarak onunla vitr yaptı. Bu esnada müezzin ezan okumaya
başladı. Müezzin (ezanı bitirip) sesi kesilince Resûlullah (s.a.) de kalkıp
hafif iki rekat daha namaz kıldı. Sonra sabah namazını kıhncaya kadar oturdu.[546]
Ebû Dâvûd dedi ki: îbn
Beşşâr'dan (gelen bu hadisin) bir kısmı bana gizli kaldı.[547]
Hadis-i şeriften Hz.
Peygamberin kıyamda kaldığı müddetin rükû'da ve secdede kaldığı müddete eşit
olduğu bir başka ifâde ile kıyam, rükû ve sücûdda kaldığı müddetlerin birbirine
eşit olduğu anlaşılmaktadır.
Metinde geçen
"istenne: misvâklandı” kelimesi, Ebû Davud'un bazı nüshalarında
"istensera = burnuna su alıp sonra dışarı attı" şeklinde geçmektedir.
Yine metindeki "Âl-i Îmrân'dan beş âyet okudu" cümlesinde bulunan
"beş âyet" kelimesi bazı sahih nüshalarda bulunmamaktadır. Esasen bu
mevzudaki rivayetlerin çoğunluğunda da bu kelime yoktur. Bunun yerine
"Resûl-i Ekrem'in geceleyin uyanınca Âl-i İmrân sûresinden on âyet
okuduğu" kaydedilmektedir. Binaenaleyh bu "beş âyet"
kelimesinin bulanmadığı nüshalar bu mevzudaki rivayetlerin ekseri yyetine
uygun düştüğü gibi bir önce geçen 1353 numaralı hadise de uygun düşmektedir.
"Beş âyet okudu" kaydı bulunan nüshanın sağlam olduğu kabul
edilirse, o zaman Resûl-i Ekrem Efendimizin bazı gecelerde vakit daraldığı
sebebiyle Âl-i Imrân Süresindeki sözü geçen âyetten itibaren beş âyet okumakla
yetindiği, beş âyet daha okumak için vakit bulamadığı düşünülebilir. Hz.
Peygamberdin vitri tek rekât kıldığını gösteren bu rivayet, bir rekatle vitr
kılmanın caiz olduğunu söyleyen Şafiilerin ve taraftarlarının delilidir. Ancak
daha önce de ifâde ettiğimiz gibi Hanefi ulemâsına göre, buradaki bir rekat
kendisinden önceki çift rekatı tek hâle getiren rekattır. Başlı başına ayrı bir
niyetle tek başına kılınan bir rekat değildir.
Bu hadis-i şerifte her
ne kadar İbn Abbas'm ismi el-Fazl olarak geçiyorsa da gerek Müslim'in
rivayetinde gerekse diğer rivayetlerde "el-Fazl" ismi yoktur. Esasen
mutlak olarak İbn Abbas denilince Abdullah b. Abbas anlaşılır. Bu durumda
el-Fazl isminin buraya râvilerden birinin hatası neticesi olarak geçmiş olması
mümkündür. Yahud da bu hadise iki defa vuku bulmuştur da birine el-Fazl,
diğerine Abdullah (r.a.) şâhid olmuştur, Ebû Dâvûd bu hadisin tamamını İbn Beşşâr'dan
duyamadığını ifâde etmektedir. Hadisin tamamı ise, 1353 numaralı hadistir.[548]
1. Hz. İbn
Abbâs, Resul-i Ekrem'in yolunu öğrenmek ve ona uymak hususunda son derece
hırslı idi.
2. Bir
âlimin hayatım örnek almak niyetiyle onu yakından takip etmek caizdir.
3. Hz.
Peygamber (s.a.) gece namazlarında her iki rekatte bir selâm verirdi.
4. Bir
rekatle vitr kılmak caizdir.
5. Vitrden
ve sabah namazının sünnetinden sonra yatmayı terk etmek caizdir.[549]
1356. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
(Bir gece) teyzem
Meymûne'nin yanında gecelemiştim. Gece vakti girdikten sonra; "çocuk
namazını kıldı mı?" dedi. "Evet" diye cevab verdiler. Bunun
üzerine geceden Allah'ın dilediği kadar (bir vakit) geçinceye kadar uyudu. (Sonra)
kalkıp abdest aldı, yedi veya beş (rekat) namaz kıldı. Bunlarla vitr yaptı. Bu
rekatların sadece sonuncusunda selâm verdi.[550]
Hz. Peygamberin
geceleyin beş rekat mı, yoksa yedi rekat mı kılmış olduğuna dair şüphe İbn
Abbas'a veya ondan sonraki râvi Said b. Cübeyr'e aittir. Gerçekten bu konudaki
diğer hadisler de hesaba katılırsa, Said b. Cübeyr'in bu hadisi kısaltarak
rivayet ettiği anlaşılır. Bunu tespit eden Hafız İbn Hacer, Nesaî'nin rivayet
ettiği bir hadise dayanarak Hz. Peygamber'in beş rekatten önce sekiz rekat
daha kıldığını, toplam onüç rekat kılmış olduğunu söylüyor.[551]
Esasen bu mesele Resül-i Ekrem'in gece hangi saatlerde kalkıp kaç rekat namaz
kıldığı meselesiyle ilgilidir ki, daha önce geçen bablarda genişçe ele
alındığı gibi, bir numara sonrası hadisin şerhinde de bu hadisle ilgili
açıklamada bulunulmuştur.[552]
1. Bir
kimsenin yakın akrabasından baliğ olmamış bir çocuğun bulunduğu bir odada
ailesiyle yatması -çımada
bulunmamak şartıyla-
caizdir. Bu konuda çocuğun mümeyyiz olup olmaması arasında bir fark yoktur.
2. Gece
namazı kılmak müstehabtır.
3. Bir
âlimin hayatını örnek almak maksadıyla onun yanında bir müddet kalarak
yaşayışını yakından tâkib etmek caizdir.
4. Gece
namazından önce uyumak meşrudur.
5. Beş veya
yedi rekatle vitr yapmak caizdir. Ancak bu hadis Şafiî ulemasının delilidir.
Hanefi mezhebinin bu mevzudaki görüşü ve delilleri ise, 1251 ve 1334 numaralı
hadislerin şerhinde geçmiştir.[553]
1357. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
(Bir keresinde) teyzem
Meymûne bint el-Hâris'in evinde geceledim. Peygamber (s.a.) yatsıyı kıldı,
sonra gelip dört rekat daha kıldı. Sonra (bir süre) uyudu. (Uykudan) sonra
namaza kalktı. Ben de sol tarafına durdum. Bunun üzerine beni (arka tarafından)
dolandırıp sağına durdurttu. Beş (rekat) namaz kıldı, (Namazdan) sonra
nefesinin sesini yahut horlamasını işitebileceğim şekilde uykuya daldı. Sonra
(tekrar) kalkıp iki rekat namaz kıldıktan sonra (mescide gitmek üzere dışarı)
çıktı ve sabah namazını kıldı.[554]
Resûl-i Ekrem
(s.a.)'in yatsıdan sonra kılmış olduğu dört rekat sünnet hakkmda Hâftz jbn
Hâcer şunları söylüyor: "Her ne kadar Hz. Peygamber'in bu rekatları
uykudan önce kıldığına bakarak Muhammed b. Nasr bu namazın yatsı namazının son
sünneti olduğunu söylemişse de, gerçekte bu söz doğru değildir. Çünkü bu söz
kendisinin "salâtü'1-leyl" isimli eserindeki Minhâl b. Amr
vasıtasıyla Ali b. Abdullah b. Abbâs'dan rivayet ettiği, "Resûl-i Ekrem
yatsıyı kıldıktan sonra mescid-de dört rekat daha namaz kıldı. Namaz bitince
mescidde kendinden başka kimse kalmamıştı. Sonra mescidden çıkıp gitti"
anlamındaki hadise zıttır. Bu hadis Fahr-i Kâinat Efendimizin yatsının son
sünnetini evde değil, mes-cidde kıldığını gösterir."[555]
Yine İbn Hacer'e göre her ne kadar bundan bir numara önce geçen Said b. Cübeyr
hadisi Fahr-i Kâinat Efendimizin evde kılmış olduğu gece namazının beş veya
yedi rekatten ibaret olduğunu ifâde ediyorsa da sözü geçen tbn Cübeyr hadisinde
kısaltma vardır. Çünkü bu hadisi Nesâî yine Said b. Cübeyr'den şu mânâya gelen
lâfızlarla rivayet etmiştir: "İbn Abbâs dedi ki, geceleyin kalktı, ikişer
ikişer sekiz rekat oluncaya kadar namaz kıldı. Sonra beş rekatle vitr yaptı. Bu
beş rekatin arasında otuiv madı."[556]
Nitekim Nesâî'nin rivayet ettiği bu hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Bir
numara sonra gelecektir.
Gerçekten İbn Hacer'in
bu izah tarzı bir numara önce geçen İbn Cübeyr hadisiyle Nesâî'nin İbn
Cübeyr'den rivayet ettiği hadisin arasım uzlaştırması ve bir numara sonra
gelecek hadisi açıklaması bakımından çok güzeldir. Fakat İbn Hacer'in Nesâî'nin
tezada düştüğünü iddia etmesi isabetli değildir. Çünkü bu hâdisenin ayrı ayrı
zamanlarda iki defa cereyan etmiş olması ve Hz. İbn Abbâs'ın teyzesinin evinde
şahid olduğu namazın şece namazı, mescidde gördüğü namazın da yatsının son
sünneti olması mümkündür. Ayrıca metinde geçen "dört rekat" sözüyle
"dört çift", bir başka ifadeyle sekiz rekat kast edilmiş de olabilir.
Bu da îbn Hacer'in maksadına uygundur. Çünkü bu izah tarzına göre Resûl-i
Ekrem'in kılmış olduğu gece namazının tümü onüç rekât eder. Bilindiği gibi
Fahr-i Kâinat Efendimiz içinde bulunduğu duruma göre yedi rekat ile dokuz rekat
arasında değişen sayılarda gece namazı kılardı. Metinde vitrden sonra kıldığı
ifâde edilen iki rekat ise, sabah namazının iki rekatlik sünnetidir.
Hz. Peygamberin bir
müddet uyuduktan sonra abdest almadan namaz kılması kendine mahsus özel bir
durumdur. Halbuki ümmeti için uyku abdesti bozan hallerdendir. Malum olduğu
üzere Resûl-i Ekrem'in gözleri uyuduğu halde kalbi uyumazdı.[557]
1. İbn Abbâs
Resûl-i Ekrem'in sünnetini öğrenmekte son derece hırslı idi.
2. Nafile
namazları cemaatle kılmak caizdir.
3. İmamlığa
niyet etmemiş olan bir kimsenin arkasında namaz kılmak caizdir.
4. Cemaat
bir tek kişi olunca imamın sağına durur.Şayet soluna duracak olursa, imam onu
arkasından dolandırarak sağ tarafına getirip durdurur. İmam namaza durmuş bile
olsa, soluna duran kişi için yine böyle yapabilir.
5. Beş rekat
vitr kılmak caizdir. Ancak Hanefî ulemasına göre vitr namazı iki teşehhüdle ve
bir selâmla üç rekat olarak kılınır.[558]
1358.
...Said b. Cubeyr, İbn Abbâs'ın (şunları) söyleyerek (bu önceki) hadiseyi
kendisine anlattığını haber vermiştir:
Kalktı iki rekat,
(sonra) iki rekat (daha) kıldı. Nihayet (bu şekilde) sekiz rekat kılmış oldu.
Sonra beş rekatle vitr yaptı. Bunların arasında oturmadı.[559]
Hanefî ulemâsına göre
beş rekatlık namazın arasında oturmamaktan maksat, istirahat veya selâm vermek
maksadıyla oturmamaktır. Metinde geçen "oturmadı" sözü, bu beş rekat
arasında teşehhüd için oturmuş olmayı nefyetmez. Bu hadis, 1356 numaralı
hadisin tamamlayıcısıdır.[560]
1359.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
sabah namazının sünnetinden önceki iki rekat (sünneti) ile beraber onüç rekat
(namaz) kılardı. İkişer ikişer altı (rekat) kılardı. Beş (rekat) ile de vitr
yapardı. Bu beş rekatın sadece sonuncusunda otururdu.[561]
Bilindiği gibi Hz.
Peygamber geceleyin kalkar Allah'a ibâdet ile meşgul olurdu. Bu mesele ile
ilgili birçok teferruat bulunmaktadır. Daha önce geçen Resûlullah'ın gece
namazı ile ilgili bablarda mesele çeşitli yönleriyle açıklanmıştır. Bu hadis-i
şerifte de Resûl-i Ekrem'in geceleyin beşi vitr olmak üzere on üç rekat namaz
kıldığı ve beş rekatın ancak sonunda oturduğu ifâde edilmektedir. Daha önce de
açıkladığımız gibi gece namazlarında kaç rekatta bir selâm verileceği meselesi
mezhep imamları arasına ihtilaflıdır. İmam Ebû Hanife'ye göre efdal olan gece
ve gündüz nafilelerini dörder rekat; imameyne göre ise, efdal olan gündüz
nafilelerini dörder, gece nafilelerini de ikişer rekat olarak kılmaktır. İmam
Şafiî de bu mevzuda imameynin görüşündedir. Bu mevzu, 1326 numaralı hadisin şerhinde
etraflıca açıklanmıştır. Bu hadis-i şerif, "beş rekatle vitr namazı kılmak
caizdir" diyen Şafiî mezhebinin delilidir. Hanefî ulemâsına göre ise, vitr
namazı üç rekattır. İki teşehhüd ve bir selâmla kılınır. Binaenaleyh Hanefî
ulemâsına göre buradaki beş rekatten sadece üçü vitr namazıdır. Üç rekatten
önce kılınan iki rekatın vitrle ilgisi yoktur.
"Bu beş rekatın
sadece sonuncusunda otururdu" ifadesi, her ne kadar zahirde "bu beş
rekatın ikinci ve dördüncü rekatlarında oturmazdı" mânâsına gelirse de,
Hanefî ulemâsına göre bu cümleden maksat, "Resûl-i Ekrem ikinci ve dördüncü
rekatlarda istirahat için ve selâm vermek için oturmadı. Selâm vermek için
sadece beşinci rekatte oturdu" demektir. Bu cümle Resûlullah'ın ikinci ve
dördüncü rekatlarda teşehhüd için oturmuş olmasını nefyetmez.
Biz bu mevzudaki
mezhep imamlarının görüşlerini ve delillerini 1251 ve 1334 numaralı hadislerin
şerhinde açıklamıştık. Konumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvud hadisiyle ilgili
olarak Tirmizî de şunları söylemektedir:
"Âişe'nin rivayet
ettiği hadis sahihdir. Bu babda Ebû Eyyûb (r.a.)'den hadis rivayet edilmiştir.
Peygamber (s.a.)'in ashabından ve sonrakilerden bazı ilim adamları, vitrin beş
rekat olduğu görüşündedirler. Beş rekatın yalnız son rekatında oturulacağını
söylüyorlar.[562]
1360.
...Âişe (r.anhâ)'dan şu haber rivayet olunmuştur:
Peygamber (s.a.) sabah
namazının iki rekat sünnetiyle beraber geceleyin (toplam) onüç rekât (namaz)
kılardı.[563]
Bu hadis-i şerifte
Allah Resulünün sabah namazının sünneti ve vitr namazı ile birlikte geceleyin
onüç rekat namaz kıldığı ifâde edilmektedir. Buhârî'nin yine Hz. Âişe'den
rivayet ettiği diğer bir hadiste de Hz. Peygamberin sabah namazının sünnetinin
dışında geceleyin yedi-dokuz ve onbir rekat namaz kıldığı ifâde ediliyor.[564]
Nesâî'nin Yahya b. el-Cezzâr vasıtasıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir
hadiste de Resül-i Ekrem'in geceleri dokuz rekat kılarken sonraları yaşlanıp da
kilo alınca yedi rekat kılmaya başladığı ifâde edilmektedir.[565]
Bu durum Fahr-i Kâinat
Efendimizin içinde bulunduğu duruma göre bazan yedi, bazan dokuz, genellikle
onbir, sabah namazının iki rekat sünneti sayılacak olursa, onüç rekat
kıldığını gösterir.[566]
Her ne kadar İmam
Mâlik'in Muvatta'ında Nesâî'nin Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadis-i
şerifte Allah Resûlü'nün "sabah namazının sünnetinden onüç rekat kıldığı
ifâde ediliyor[567] ve
Buhârî'nin Abdullah b. Yûsuf dan rivayet ettiği hadiste de bu mânâ te'ki'd
ediliyorsa da[568] bu durum Zürkânî'den
nakl ettiğimiz izah tarzına aykırı değildir. Çünkü İmam Mâlik'in ve Buhârî'nin
rivayet ettiği bu on üç sayısına yatsı namazının son sünneti katılmıştır,
yahutta 1323 numaralı hadis-i şerifte ifade edilen Hz. Peygamberin gece
namazına başlamadan önce kıldığı kısa iki rekat namaz katılmıştır. Bu yüzden
vitrle birlikte geceleyin kılmış olduğu namazların sayısı, sabah namazının
sünneti hariç, on üç rekata yükselmiştir. Bu ilâve edilen iki rekat Resûl-i
Ekrem'in vitrden sonra oturarak kılmış olduğu 1340 numaralı hadis-i şerifte
belirtilen iki rekat olabilir.
Aynı şekilde Müslim'in
Hz. Âişe'den rivayet ettiği, "Resûlullah (s.a.) ne Ramazanda ne de
Ramazandan başka gecelerde onbir rekatten fazla namaz kılmış değillerdi. Dört
rekat namaz kılardı. Artık onların güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra dört
rekat (daha) kılardı, onların da güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra üç
rekat namaz kılardı."[569]
anlamındaki hadiste de Resûl-i Ekrem'in gece kıldığı namazların onbir rekat
olduğu ifâde edilirken bu sayıya sabah namazının iki rekatlık sünneti
katılmamıştır.
Başlığımızı teşkil
eden Ebû Dâvûd hadisi Müslim'de şu mânâya gelen lâfızlarla rivayet edilmiştir:
"Resûlullah (s.a.)'in gece namazı on rekat idi. Bîr secde ile de vitr
yapar ve sabahın iki rekat sünnetini kılardı. Bu suretle (kıldığı namazlar)
onüç rekat olurdu."[570]
Hanefî ulemâsından Bedreddin el-Aynî bütün bu hadisleri gözden geçirdikten
sonra şu hükme varmıştır:
a. Buharî'nin
teheccüd bölümünün onuncu babında rivayet ettiği hadis Resûl-i Ekrem'in
muhtelif zamanlarda kıldığı gece namazlarıyla ilgilidir. Bazan yedi, bazan
dokuz bazan da sabah namazının sünneti dışında onbir rekat gece namazı
kıldığını ifâde eder.
b. Müslim'in
müsâfirîn bölümünde rivayet ettiği 128 numaralı hadis-i şerif ise, Resul-i
Ekrem'in gece namazlarında ekseriyetle rivayet ettiği sayıyı gösterir.[571]
1361. ...Âişe
(r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre Allah Resulü (s.a.) yatsıyı kıl(ar)dı,
sonra ayakta sekiz rekat (daha) kıl(ar)dı. İki rekat de (sabah olunca) iki ezan
(ezanla-ikâmet) arasında kılardı ve bu iki rekatı (hiçbir zaman) bırakmazdı.
(Bu hadisi Ebû Davud'a nakleden diğer râvi) Ca'fer İbn Müsâfir rivayetine (bir)
"oturarak" (kelimesi) ilâve ederek "iki ezan arasında oturarak
iki rekat" (namaz kılardı) demiştir.[572]
Bu hadis -i şerifte
vitr namazından bahsedilmemiştir. Eğer Hanefî ulemâsının üç rekat olduğunu
kabul ettiği vitr namazından da bahsedilmiş olsaydı, bir önceki hadiste ifade
edildiği gibi gece, sabah namazının dışında onbir rekat namaz kıldığı ifade
edilmiş olacaktı. Fakat Şafîîlerin ve taraftarlarının dediği gibi Resûl-i
Ekrem'in vitr namazını bir rekat olarak kıldığı kabul edilecek olursa, o
takdirde bu hadis-i şerifte hem bir rekatlık vitr namazından hem de 1340
numaralı hadiste Resûl-i Ekrem'in vitr namazından sonra oturarak kıldığı iki
rekat namazdan bahsedilmemiştir. Bu hadisle ilgili tamamlayıcı açıklama bir önceki
hadisin şerhinde geçmiştir. Senedde görüldüğü gibi bu hadis-i şerifi musannif
Ebû Davud'a iki ayrı râvi rivayet etmiştir. Bunlardan birisi Nasr b. Ali diğeri
de Ca'fer b. Müsa-fir'dir. Sunmuş olduğumuz tercüme Nasr b. Ali'nin rivayet
ettiği metne aittir.. Cafer b. Müsafir'in metninde ise, Resûl-i Ekrem'in sabah
namazının sünnetini "oturarak" kıldığı ifade edilmektedir. Bu mevzu
ile ilgili olarak Buhârî, Müslim ve Nesâî'nin rivayet ettiği hadislerin
hiçbirinde bu "oturarak" kaydı bulunmadığından hadis sarihleri bu
kaydın Cafer b. Müsâfir'e ait bir vehm olduğu kanaatine varmışlardır.[573]
1362.
...Abdullah b. Ebî Kays'dan; demiştir ki:
Âişe (r.anhâ)'ya;
"Resûlullah (s.a.) kaç rekat vitr kılardı?" diye sordum. (Bana
cevabında) dedi ki:
(Bazan) dört (rekat)le
birlikte üç rekat, (bazan) altı rekat ile birlikte üç rekat, (bazan) sekiz
rekat ile birlikte üç rekat (bazan da) on rekat ile birlikte üç rekat kılardı.
Vitri yediden az, on üçten fazla kılmazdı.
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisi bana rivayet eden iki râviden birisi olan) Ahmed b. Salih (bu hadise
şunları da) ilâve etti: (Abdullah b. Kays dedi ki:)
(Âişe), Peygamber
(sallallahü aleyhi veselîem) '"Sabah namazından önceki iki rekatle vitr
yapmazdı" dedi. Ben de:
Vitr yapmazdı ne
(demek)dir? dedim.
(Yani) bunu terk
etmezdi, diye cevab verdi ve Ahmed b. Salih (hadisinde); "altı rekat ile
birlikte üç rekat (kılardı)" sözlerini de rivayet etmedi.[574]
Bu hadis-i şerif
vitrin üç rekat olduğunu söyleyen Hanefî ulemâsının delilidir. Çünkü burada
vitr namazı kendisinden önce kılınan gece namazlarından ayrı ve üç rekat olarak
gösterilmiştir. Hz Âişe'nin ifâdesinden; "Hz. Peygamberin bazan önce dört
rekat gece namazı kıldığı arkasından da ayrıca vitr namazı olarak üç rekat
daha kıldığı bazı gecelerde de vitrden önce kıldığı gece namazları sayısının
altı'ya, sekiz'e ve on'a kadar yükseldiği bir gecede vitr ile birlikte kıldığı
gece namazlarının yedi rekatten aşağı düşmediği gibi onüç rekatten yukarıya da
çıkmadığı" anlaşılmaktadır. Hz. Âişe'nin bu hadisinde Hz. Peygamberin
vitri üç rekat olarak kıldığı açıkça ifade edilmiş olmakla beraber, vitrin
ikinci rekatında oturulup oturulmadığına ve ikinci rekatte selâm verilip
verilmediğine dâir bir açıklama yoktur. Ancak ikinci rekatte oturup selâm
vermeden kalktığı ve selâmı üçüncü rekatte verdiği yine Hz. Âişe'nin rivayet
ettiği 1342 numaralı hadiste Hz. Peygamberin vitrle birlikte kıldığı dokuz
rekatlık gece namazı anlatılırken 'sekizimi rekatte otururdu, do kuzun ucu
rekatte de selâm verirdi" sözleriyle dile getirilmiştir.
Bu hadisi Ebû Davud'a
tercümesini sunduğumuz lâfızlarla rivayet eden râvi Muhammed b. Seleme'dir.
Aynı hadisi Ebû Davud'a bir de Ahmed b. Salih rivayet etmiştir. Ahmed'in
rivayetinde Hz. Âişe'nin; "Hz. Peygamber sabah namazının sünnetiyle vitr yapmazdı"
dediği, Abdullah b. Kays'ın da "vitr yapmaz ne demektir?" diye
sorduğu bunun üzerine Hz. Âişe'nin, "yani terketmezdi" diye cevab
verdiği ilâve edilmektedir. Bu durumda Hz. Âişe'nin; "sabah namazının
sünnetiyle vitr yapmazdı" sözünde "îtâr" kelimesinin
"terk" anlamına kullanıldığı (yine kendi açıklamasından)
anlaşılmaktadır.[575]
1363.
...el-Esved b. Yezîd'den rivayet olunduğuna göre, kendisi (birgün) Hz. Âişe'nin
yanma varıp Resûlullah (s.a.)'in geceleyin kıldığı namazı sormuş. (Hz. Âişe de
şöyle) anlatmıştır:
Geceleyin onüç rekat
namaz kılardı. Sonra iki rekatı terk' etti. Onbir rekat kılar oldu. Daha sonra
vefat etti. Vefat ettiği sıralarda geceleri dokuz rekat kılmakta idi've
geceleyin (kıldığı) namazın sonuncusu da vitr olurdu.[576]
Resûl-i Ekrem (s.a.)
geceleri vitr namazı ve vitr namazından sonra oturarak kıldığı iki rekat ile
birlikte onüç rekat namaz kılarken daha sonra bunların iki rekatını terk ederek
vitrden sonra oturarak kıldığı iki rekat namaz dahil vitrle birlikte toplam
onbir rekat gece namazı kılmaya başlamıştır. Daha sonra yaşı ilerleyince iki
rekat daha azaltarak vitrden sonra oturarak kıldığı iki rekat dahil vitrle
birlikte kıldığı gece namazlarının sayısını dokuz rekate indirmiştir. Geceleri
dokuz rekat namaz kılmaya devam ettiği günlerde dâr-ı bekaya irtihal etmiştir.
Burada zikredilen sayılara sabah namazının iki rekatlık sünneti dahil
değildir. Resûl-i Ekrem (s.a.)'in gece namazları Müslim rivayetinde yine Hz.
Âişe tarafından şu şekilde anlatılır:
"Biz onun
misvâkını ve abdest suyunu hazırlardık. Allah da onu geceleyin ne zaman
uyandırmak dilerse uyandırırdı. Bunu müteakip dişlerini mîsvaklar, abdest alır
ve dokuz rekat namaz kılardı. Bu rekatların yalnız sekizincisinde oturur da
Allah'ı zikreder, O'na hamd eyler ve duada bulunurdu. Sonra selâm vermeden
ayağa kalkar, dokuzuncu rekatı de kılardı. Sonra oturarak Allah'ı zikreder ona
hamdeyler ve duada bulunurdu. Sonra bize işittirecek derecede selâm verirdi.
Selâm verdikten sonra oturduğu yerden iki rekat namaz kılardı, işte yavrum bu
namaz onbir rekattır. Nebi (s.a.) yaşlanıp et tutunca vitri yedi rekat kılmaya
başladı. Bu iki rekatı yine eskiden kıldığı gibi kıldı. Böylece bu da dokuz
rekat oldu yavrucuğum."[577] Bu
mevzu 1360 numaralı hadisin şerhinde genişçe açıklanmıştır.[578]
1364. ...İbn
Abbâs'ın azatlısı Küreyb demiştir ki: İbn Abbas'a; "Resûlullah (s.a.)'in
geceleyin kıldığı namaz nasıldı?" diye sordum da (bana şöyle) cevab verdi:
Kendisi (tezyem)
Meymûne'nin nezdinde iken bir gece yanında kaldım. (Önce) uyudu. Nihayet
gecenin üçte biri veya yarısı geçince uyandı ve içinde su bulunan bir tuluma
uzandı, abdest aldı ve (teyzem Meymûne de) onunla birlikte abdest aldı. Sonra
(Hz. Peygamber namaza) kalktı, ben de yanına varıp soluna durdum. Bunun
üzerine beni (alıp) sağına durduttu. Sonra kulağımı okşarcasına elini başımın
üzerine koydu. Güya beni uyandırmak istiyordu. (Önce) kısa iki rekat namaz
kıldı. (Kendi kendime; galiba) her rekatte (sadece) Fatiha okudu, dedim. Sonra
selâm verip (tekrar) namaza durdu. Nihayet vitirle beraber (toplam) onbir
(rekat) namaz kıldı. Sonra (yine) uyudu. O sırada Bilâl gelip de "Namaz ya
Resûlallah!" deyince, kalkıp iki rekat (daha) kıldı, sonra cemaate namaz
kıldırdı.[579]
Resûl-i Ekrem'in
eliyle İbn Abbâs'ın kulağını tutmasından maksadı, onun uykusunu dağıtmaktır.
Nitekim İbn Abbâs'ın buradaki sözünden de anlaşılan budur. îbn Abbâs Müslim'in
bir rivayetinde bu hadiseyi şu mânâya gelen lâfızlarla anlatıyor:
"Resûlullah (s.a.) elimden tutarak beni sağ tarafına durdurdu. Bundan
sonra artık ben uyukladım mı, kulağımın yumuşağını tutardı.[580]
Bu hadis-i şerifte
geçen onbir rekatlık gece namazına vitr namazı dahildir, fakat iki rekatlık
kısa namaz dahil değildir. Eğer bu iki rekat de katılacak olursa, Resûl-i
Ekrem'in o gece vitrle beraber kıldığı namazların sayısı 13 rekate yükselir.
Hz. BilâTin namaz
vaktinin geldiğim hatırlatmasıyla beraber derhal uykudan kalkıp kıldığı iki
rekat ise, sabah namazının sünnetidir. Daha önce de zikrettiğimiz gibi uykudan
kalkınca abdest almadan namaz kılmak Hz. Peygambere has özel bir durumdur.
Çünkü Resûl-i Ekrem'in gözleri uyur, fakat kalbi uyumazdı.
Resûl-i Ekrem'in gece
namazına başlarken kıldığı iki rekatı gören İbn Abbâs'ın Hz. Peygamber'in bu
namazın her iki rekatında de sadece Fatiha okuduğuna hükmetmesi iki sebepten
ileri gelebilir.
1. Resûl-i
Ekrem'in bu namazı sesli olarak kılmış olması ve İbn Abbâs'ın da zamm-ı sûre
okumadığını kesinlikle anlamış olması ile,
2. Resûl-i
Ekrem'in bu namazı çok kısa kılmış olması sebebiyle zamm-ı sûre okumadığına
hükmetmiş olabilir.[581]
1365. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
Teyzem Meymûne'nin
nezdinde gecelemiştim. Peygamber (s.a.) geceleyin kalktı, sabah namazının iki
rekatlık sünnetiyle birlikte onüç rekat (namaz) kıldı. Ben her rekatteki kıyamının
(suresini-okuyacak) kadar, (sürdüğünü) tahmin ettim.[582]
(Bu hadisi Ebû Dâvûd'â
rivayet eden diğer ravi) Nûh b. Habîb sabah namazının iki rekatlık sünnetinin
de bu onüç rekatten (sayılmış) olduğunu söylemedi.[583]
Bu hadisi musannif Ebû
Davud'a rivayet eden iki râvidir.Bunlardan birisi yahyâ b. Mûsâ) diğeri de Nûh
b. Habîb'dir. Sunmuş olduğumuz tercüme Yahyâ b. Musa'nın rivayet ettiği
lâfızlara aittir ve Yahya'nın bu rivayetinde Hz. Peygamber'in geceleyin sabah
namazının sünneti ve vitr namazı ile birlikte onüç rekat namaz kıldığı açıkça
belirtilmiş, bu sayıya gece namazlarına başlarken kılman kısa iki rekat dâhil
edilmemiştir.
Nuh'un rivayetinde
ise, sadece Resûl-i Ekrem'in geceleyin onüç rekat namaz kıldığı belirtilmiş,
fakat bu sayıya sabah namazının iki rekatlık sünnetinin dâhil olup
olmadığından söz edilmemiştir. Bu durumda iki ihtimâl vardır:
a. Bu onüç
sayısına ya sabah namazının iki rekatlık sünneti de dahildir,
b. Yahut da
bu sayıya her zaman gece namazlarına başlarken kıldığı kısa iki rekat dahil
edilmiştir.
Bu ikinci ihtimâl bir
önceki hadise uygun düştüğü için birinci ihtimâle göre daha kuvvetlidir.[584]
1366.
...Zeyd b. Hâlid el-Cühenî (r.a.)'den; demiştir ki:
(Bu gece) Resûlullah
(s.a.)'in nasıl namaz kıldığını gözetleyeceğim; dedim, ve; eşiğini -yahut
çadırını- yastık edindim. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), kısa iki
rekat namaz kıldı, sonra iki rekat uzun (ama çok) uzun iki rekat namaz kıldı.
Sonra iki rekat daha kıldı. Bunlar kendilerinden önceki iki (rekat)den kısaydılar.
Sonra iki rekat daha kıldı. Bunlar da kendilerinden Önceki iki (rekat)den
kısaydı(lar). Sonra iki rekat daha kıldı. Bunlar da kendilerinden önceki iki
(rekat)den daha kısaydılar. Sonra iki rekat daha kıldı, bunlar da kendilerinden
önceki iki (rekat)den kısaydılar, sonra vitr yaptı, işte bütün bunlar on üç
rekattır.[585]
"Eşiği yastık
edinmek" ten maksat, onu yastık gibi başının altına alarak üzerine yatmak
demektir.Buradan anlaşılıyor ki, Hz. Zeyd Resûl-i Ekrem'in geceleyin nasıl
namaz kıldığını görmek için onun yataktan kalkmasını da eşikte yatarak
beklemiştir. Bu da Hz. Zeyd'in Fahr-i Kâinat Efendimizi yatağında uyurken
gözetlemediğini ancak yatağından kalktıktan sonra gözetlediğini gösterir. Çünkü
onun yatak halini ailelerinden başkasının gözetlemesi haramdır. Yataktaki hâli
ise, aileleri tarafından gözetlenir. Bu suretle onun insanlara kapalı olan
hiçbir hâli kalmaz. Hayatının bütün safhaları hiç bir gizli tarafı kalmayacak
şekilde incelendikten sonra yine de iffet semasının bir güneşi olarak kalmak,
sadece Resül-i Ekrem'e ve diğer Peygamberlere ait bir mucizedir. Peygamberlerin
dışındaki insanların hayatının böylesine gözlenmeye tahammülü yoktur. Çünkü o
zaman neticesi sahibini ebedî hicaba mahkûm edecek nice gizli günahlar ve
nefreti mucib nice haller ortaya çıkar. Allah, "settârü'1-uyûb"
ismiyle bu günahları gizlemiş ve araştırılmasını yasaklamıştır.
Daha önce geçen 1323
numaralı hadis-i şerifte belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (s.a.) her gece namaza
kalktığı zaman kısa iki rekat namaz kılardı ve ümmetine bunu tavsiye ederdi. Bu
sebeple gece namazlarına bu iki rekatle başlamak müstehab olmuştur. Konumuzu
teşkil eden hadîs-i şerifte Hz. Zeyd bu iki rekat dahil vitr namazıyla birlikte
o gece Resûl-i Ekrem'in onüç rekat namaz kıldığını tespit etmiştir. Yine Hz.
Zeyd'in ifadesinden anlaşıldığına göre, bu sayıya sabah namazının iki rekat
sünneti dahil değildir. Aliyyü'l-Kaarî'nin Mirkat'taki Münâvi'nin de
Şerhü'ş-ŞemâiTdeki beyânlarına göre, bu hadise bir yolculuk esnasında
geçmiştir.[586]
1367.
...Abdullah b. Abbâs (r.a.)'ın haber verdiğine göre kendisi (birgün) Peygamber
(s.a.)'in eşi Meyrnûne'nin nezdinde gecelemiştir. -ki Meymûne kendisinin
teyzesidir.- (Hz. İbn Abbâs o geceki müşahedelerini şöyle) anlattı:
Ben yastığın enine
yattım. Resûlullah (s.a.) de ailesiyle birlikte uzunluğuna yattı ve hemen
uyudu. Nihayet gece yarısı yahut ondan az önce veya sonra uyanıp oturdu.
Yüzünden eliyle uykuyu silmeye başladı. Sonra Âl-i İmrân Sûresi'nin
sonlarındaki on âyeti okudu ve asılı duran bir tuluma uzanıp ondan abdest aldı.
Abdestini de güzel aldı. Sonra kalkıp namaz kıldı. Abdullah (b. Abbâs devamla)
dedi ki: Ben de kalkarak Resûlullah (s.a.)'in yaptığı gibi yaptım. Sonra varıp
yanı başında namaza durdum. Derken Resûlullah (s.a.) sağ elini başımın üzerine
koydu ve kulağımdan tutarak onu büktü. Hemen arkasından iki rekat namaz kıldı.
Sonra iki rekat daha, sonra iki rekat daha, sonra iki rekat daha, sonra iki
rekat daha, sonra iki rekat daha, kıldı. -(Râvi) Ka'nebî "altı defa
(kıldı)" dedi. Sonra vitr yaptı ve yattı. Nihayet kendisine (namaz
vaktinin geldiğini haber vermek üzere) müezzin gelince, kalkıp kısa iki rekat
(namaz) kıldı ve çıktı. (Mescidde) sabah namazını kıldı(rdı).[587]
Bu hadis-i şerif gece
namazlarının ikişer ikişer kılınacağını söyleyen İmam Şafiî ve İmameyn'in
delilidir.
Kâdî İyaz "Bu
hadisin bir başka rivayetinde Hz. İbn Abbâs'ın teyzesinin nezdinde kaldığı
gece teyzesinin hayızlı olduğu ifâdesinin bulunduğunu, bu sözün rivayet
itibariyle zayıf olmasıyla birlikte: Hz. İbn Abbâs'ın teyzesinin yanında
bulunduğu gece o odada cinsî münasebette bulunulmadığına delâlet etmesi
bakımından çok güzel olduğunu" söylüyor. Gerçekten Peygamber (s.a.)'in
ailesine ihtiyacı olduğu bir gecede ne İbn Abbâs teyzesinin yanında kalmak
ister, ne de buna Hz. Peygamber razı olur. Ulemâ bu durumları da nazar-i
itibara alarak bu hadisin "cima olmadığı takdirde bir kimsenin
akrabasından olan bir çocuğun bulunduğu bir odada zevcesiyle beraber
yatabileceğine" delâlet ettiğini söylemişlerdir. Her ne kadar bu hadis-i
şerifte Hz. İbn Abbâs'ın yaşıyla ilgili bir açıklama yoksa da Ahmed b.
HanbeP-in bir rivayetinde bu sırada Hz. İbn Abbâs'ın on yaşında olduğu ifade
ediliyor.[588] Bu bakımdan çocuğun
mümeyyiz olması da buna bir engel değildir.
Metinde geçen
"yüzünden uykuyu silmek" tâbiri mecazidir. Uykunun te'sirini gidermek
anlamında kullanılmıştır. Resûl-i Ekrem'in İbn Abbâs'ın kulağını çekmesi
bazılarına göre namaza ve namazda nereye duracağına dikkati çekmek içindir.
Bazıları da bunu uykusunu açmak için yaptığım söylemişlerdir. Bu ikinci görüş
daha çok beğenilmiştir. Bu konuyla ilgili olarak 1364 numaralı hadisin şerhine
de müracaat edilebilir.[589]
1. Gece
uykudan kalkınca Âl-i îmrân Sûresi'nin (190-200). ayetlerim okumak müstehabtır.
2. Kur'ân-ı
Kerim sûrelerini Âl-i İmrân Sûresi gibi isimlerle adlandırmak caizdir.
3. Bir
âlimin yaşayışını öğrenmek ve Örnek almak maksadıyla bir müddet onun yanında
kalmak caizdir.
4. Bir
kimsenin yakın akrabasından baliğ olmamış bir çocuğun bulunduğu odada cima'
olmamak şartıyla ailesiyle yatması caizdir.
5. Müezzinin
namaz kıldırmak için imamı mescide davet etmesi caizdir.
6. Abdestsiz
olarak ezbere -veya Kur'âna dokunmamak şartıyla yüzüne-Kur'ân okumak caizdir.Bu
konuda ittifak vardır.
7. Vitri
gece namazlarının en sonuna bırakmak müstehabtır.Fakat gece kalkabileceğinden
emin olmayan kimseler için vitri yatmadan kılmak daha iyi olur.
8. Vitri
kıldıktan sonra yatmak meşrudur.
9. Namaz
vaktinin girdiğini ilân etmek için müezzin tayin etmek müstehabtır.
10. Sabah
namazının sünnetim evde kılmak müstehabtır.
11. Sabah
namazının sünnetini kısa kılmak müstehabtır.[590]
1368.
...Âişe (r.anhâ)'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) şöyle
buyurmuştur:
"Kendinizi güç
yetirebileceğiniz amellere veriniz. Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz. Allah
katında amellerin en sevimlisi, az bile olsa, devamlı olanıdır."
Nitekim Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bir amel işledi mi ona devam ederdi.[591]
Hadis-i şerifte
ibâdetle ilgili olarak; "gücünüzün yettiği amelleri işleyiniz, gücünüz
yetmediği için devam edemeyeceğiniz amellere girişmeyiniz. Çünkü gücünüzün
yetmeyeceği ameller size bıkkınlık verir. Bu yüzden onu terketmek
mecburiyetinde kalırsınız. Siz bıkmadan ibâdete devam ettikçe, Allah da onun
mükâfatını vermeye devam eder. Fakat siz bıkıp da bu amelinizi bırakıverecek
olursanız, Allah sizin bu bıkkınlığınıza ve amelinizi terk edişinize karşılık
olarak bu ibâdetiniz için size vermekte olduğu mükâfatı keser. Yani siz
ibâdetinize son vermedikçe Allah da sevabına son vermez" buyruluyor.
Metinde geçen "Allah usanmaz" tâbiri melzûm - lâzım alakasıyla
mecazen "Allah terk etmez" anlamında kullanılmıştır. Yani melzûm
söylenmiş lâzım kast edilmiştir. Her ne kadar bu hadis ibâdetlerle ilgili
olarak insanın gücünün yettiği ve devamlı yapabileceği amellere sarılmayı
tavsiye ediyorsa da bu tavsiye aslında, sadece ibâdetlere ait değildir.
İbâdetler dışında olan diğer meşru işler de bu tavsiyenin kapsamına
girmektedir. Meşru olan işlerin Allah'a en hoş geleni ve mükâfata en çok lâyık
olanı az bile olsa devamlı ve düzenli olarak yapılanıdır.
Öyleyse mühim olan
çokluk değil, düzenli ve devamlı olmaktır. Bu da ifrat ve tefritten sakınarak
iki uç arasında bir derece (itidal) sağlamakla mümkündür. Hz. Âişe hadisin
sonunda, Resûlullah'ın tatbikatına ait tespitlerini "Resûlullah (s.a.) bir
amel işledi mi ona devam ederdi" sözleriyle ifâde ediyor. Bu söz Hz. Âişe'ye
aittir. Bilindiği gibi hadisin metnine râvi tarafından ilâve edilen bu gibi
sözlere "müdrec" denir.[592]
1. Bütün
amellerde aşırılıklardan sakınarak orta yol tutulmalıdır. Çünkü ifrata veya
tefrite sapmak mekruhtur.
2. Hz.
Peygamber (s.a.) ümmetine karşı son derece şefkatlidir. Onların meşakkatli
işlerden sakınmalarını ister, ümmeti için hayırlı olmayan herhangi bir işi
emretmediği gibi güçlerinin yetmeyeceği bir işi de emretmez. Çünkü ibâdetlerde
esas olan huşu, diğer işlerde verimi sağlayan sevgi ve istektir. Gücün
yetmeyeceği amellerde ise huşûdan ve istekten hiç bir eser kalmaz. Cenab-ı Hak
da hayırlı bir işe başlayıp da sonra onu terk edenler hakkında şu ifâdeleri
kullanmaktadır: "Onların (yeni bir âdet olmak üzere) ihdas ettikleri ruhbanlığa
gelince, onu üzerlerine biz farzetmedik. Ancak (onlar bunu sırf) Allah'ın
rızasını aramak için yaptılar. Fakat buna hakkıyla riâyet etmediler. Biz de
içlerinden (gerçek) iman edenlere mükafatlarını verdik. Onlardan bir çoğu ise
(doğru yoldan) çıkanlardı."[593]
3. Bu hadis
"gecenin tümünü ibâdetle geçirmek mekruhtur" diyen cumhûr-ı ulemânın
delilidir. Nitekim İmam Mâlik de bu görüşte idi. Sonradan, sabah namazına
kalkmaya engel olmuyorsa, bütün bir geceyi ibâdetle geçirmekte bir sakınca
olmadığını söylemiştir.[594]
1369. ...Hz.
Âişe'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) Osman b. Maz'ûn'u çağırmış
ve yanına gelince: "Ey Osman, sen benim sünnetimden yüz mü
çeviriyorsun?" buyurmuştur. Osman da; "Vallahi, hayır ya Resûlallah! Bilâkis
ben senin sünnetini istiyorum" diye cevab vermişti. (Bunun üzerine Hz.
Peygamber): "Gerçekten ben uykuda uyurum, namaz da kılarım; oruç da
tutarım, iftar da ederim. Kadınlarla da evlenirim. Ey Osman, Allah'dan kork,
çünkü senin üzerinde ehlinin de hakkı vardır. Senin üzerinde müsâfirin hakkı
vardır ve senin üzerinde nefsinin hakkı vardır. Oruç tut, iftar da et; namaz
kıl, uyku da uyu!" buyurmuştur.[595]
Resûl-i Ekrem (s.a.)
"Ey Osman, sen benim sünelimden yüz mü çeviriyorsun?" buyurmakla,
"sen genişlik ve müsamaha dini olan ve ifrat ile tefritten uzak İslâm
dinini mi terk ediyorsun?" demek istemiştir. Gerçekten İslâm oruç tutmayı
emretmekle beraber iftar etmeyi de emreder. Çünkü iftar oruç tutmak için
insana güç ve kuvvet kazandırır. İslâm gece namaz kılmak için uykudan kalkmayı
tavsiye etmekle birlikte, geceleyin istirahat için yatıp uyumayı da emreder.
Çünkü uyku insana daha rahat ve daha huşulu namaz kılma gücü kazandırır.
İslâm insanı arzu ve
fıtrî meyilleriyle birlikte, olduğu gibi, kabul eder. Hıristiyanlıkta olduğu
gibi bu arzu ve meyillerin tamamen sökülüp atılmasını istemez. Lâkin bu arzu
ve meyilleri yaratılış hikmeti doğrultusunda terbiye ederek ferdin ve toplumun
maslahatını gerçekleştirir. Farz olarak öyle bir dereceyi ister ki, onun
altında artık insanî bir yaşayış mümkün değildir. Bu seviyenin üzerine
yükselmeyi ise, farz olarak değil, nafile olarak ister. Hiç bir zaman nefislere
baskı yapmaz ve hayattaki cinsî duyguları hakîr görmez. Yahudilik enâniyet,
hırs ve şehevî hislere gem vuramamasıyla beşeriyetin çocukluk devrini,
Hıristiyanlık hayal ve rüya âleminde dolaşmasıyla beşeriyetin gençlik çağını
temsil eder. Müslümanlık ise, bu devreden sonra gelen olgunluk devrini temsil
eder ki, o her şeyi kendi aslîyetine uygun kılar. Ne tamamıyla dünyaya bağlanır
ne de tamanıen dünyadan kopup âhirete yönelir. Bilâkis bir ölçü ve ahenk
içerisinde dünyadan da âhiretten de nasibini ahr. Böylece hıristiyanhk hakiki
vazifesini yerine getirmeye çalışan fakat devamlı olması mümkün olmayan bir
nizamdır.
Metinde geçen
"senin üzerinde ehlinin hakkı vardır" cümlesindeki "ehl"
kelimesiyle insanın nafakasını te'min etmekle mükellef olduğu aile efradı, usûl
ve furûu ve yakın akrabası kasd edilmiştir. İmamtti ehline karşı yerine
getirmekle mükellef olduğu vazifesi ise, onların zarurî olan dünyevî ve uhrevî
ihtiyaçlarını te'min etmektir. Ev sahibinin misafire karşı görevi ise, güler
yüzle karşılayıp güzel güzel sohbet etmek ve izzet-ü ikramda bulunmaktır.
Nefsin insan
üzerindeki hakkı ise helâl yollardan olmak şartıyla vücudun yemek içmek,
uyumak, evlenmek gibi kaçınılmaz ihtiyaçlarım temin etmektir. Vücudun bu
ihtiyaçları karşılanmazsa, nihayet birgün kendisinde ibâdet edebilme gücü de
kalmaz.[596]
1. Hz.
Peygamber ümmetine çok şefkatli idi. Devamlı olarak ümmetinin maddi ve manevi
kazancım düşünürdü.
2. Her türlü
davranışınlarında ümmetine aşırı hareketlerden sakınmayı ve güç
yetiremeyecekleri ağır işlerin altına girmemelerini ve orta yolu tutmalarını
tavsiye ederdi. Bu mevzuda ölçü, zindelik ve şevkin devamlı olmasıdır. Şevk
devam ettiği sürece geceleyin nafile ibâdete devam edilebilir ve şevk bitince
yatıp uyunur.
3. Zevcenin
ve müsafirin hakkını yerine getirmek ve nefsin isteklerini helâl yollardan ve
aşırılıktan sakınarak karşılamak lâzımdır.
4. Nafile
oruç tutmakta iken müsafiri gelen kimsenin konuklarına hakkıyla ikram ve
gönüllerini hoş edebilmek içni orucunu bozması müstehabtır.
5. İbâdette
matlub olan farzların nafilelere takdimidir.[597]
1370.
...Alkame'den; dedi ki; Hz. Âişe'ye:
Resûlullah (s.a.)'in
ibâdet edişi nasıldı, günlerden birine tahsis ettiği bir şey olur muydu? diye
sordum da:
Hayır, onun ameli
devamlıydı, Resûlullah (s.a.)'in güç yetirebildiği şeye sizin hanginiz takat
getirebilir ki! cevabını verdi.[598]
Hadis-i şerif ibadete
devamı teşvik etmektedir. Çünkü devamlı olarak yapılan az ibâdet, bir müddet
sonra kesilen çok ibadetten daha hayırlıdır. Çünkü devamlı olarak yapılan
ibâdet az bile olsa Allah'a taat, zikir, murakabe ve ihlâsı devam ettiriyor,
demektir. Bu devamlılık sayesinde az amel devam etmeyen çok ameli kat kat
geçer.
Bununla beraber Hz.
Peygamber (s.a.) şaban ayına özel bir ilgi gösterir. Ramazan ayından sonra
tutulan en faziletli orucun Şaban orucu olduğunu söylerdi.[599]
Nitekim kendileri de Ramazandan sonra en çok orucu bu ayda tutarlardı.[600]
Hatta bütün Şabanı oruçla geçirirlerdi.[601]
Fahr-i Kâinat Efendimizin bu aya niçin ayrı bir değer verdiğim Hz. Üsâme b.
Zeyd şöyle anlatıyor: "Hz. Peygambere sordum:
Ya Resûlallah,
(Ramazan dışında) Şaban ayı kadar hiçbir ayda oruç tuttuğunuzu görmedim. (Bunun
sebebi nedir?)
"( Ey Usâme!)
Receb ayı ile Ramazan ayı arasında yer alan bu ay insanların gafil bulunup
değerlendiremedikleri bir aydır. Oysaki bu ay, (kulların yıllık) amellerin(in)
âlemlerin Rabbi olan Allah'a yükselip sunulduğu aydır. Ben amellerimin Allah'a
oruçlu olduğum zaman sunulmasını isterim."[602]
Ayrıca Resûl-i Ekrem
(s.a.) Efendimiz haftanın günleri içerisinde Pazartesi günlerine ayrı bir
değer verir ve bu günleri de oruçlu olarak geçirmeyi arzu ederlerdi.[603]
Sebebini de şöyle izah ederlerdi: "Kulların amelleri pazartesi ve perşembe
günleri (Allah'a) arz olunur. Ben amellerimin Allah'a oruçlu iken sunulmasını
severim."[604]
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bir haftanın içerisinde yapılan ameller o
hafta içerisinde biri pazartesi diğeri de perşembe günü olmak üzere iki kere,
yıllık ameller de yılda bir kere olmak üzere Şa'bân ayında Allah'a sunulur.[605] Bu
sebeple Hz. Peygamber adı geçen günlere ve Şaban ayına özel bir değer verip o günlerde
ibâdetini daha da çoğaltırdı.
Fakat
bununla beraber Hz. Âişe'nin kendisine bu mevzu ile ilgili olarak yöneltilen
soruya; "Hayır, onun ameli devamlıydı" diye cevap vermesi, izahı
gerektiren bir durumdur. Bilindiği gibi "Resûlullah (s.a.) yolculukta veya
mukîm iken eyyâm-ı bîzda (her ayın onüç,ondört ve onbeşinde) oruçlu
olurdu."[606] Bunu duyan bir sahabî
Hz. Peygamber (s.a.)'in ibâdetlerinin eri yoğun olduğu günlerin bu üç gün
olduğunu zannetmiştir. Bunu bir de Hz. Âişe'ye sormak ve bu konudaki bilgisini
te'yid etmek istemiştir. Hz. Âişe validemiz de onun bu yanlış kanaatini sezdiği
için Hz. Peygamber'in senenin bütün ay ve günlerinde belli miktarlarda ibâdet
ettiğim bunun sadece eyyâm-ı bîz'a ait bir durum olmadığını anlatmak için böyle
olumsuz cevap vermiştir. Bu konu ileride oruç bölümünün 271. babında tekrar ele
alınacaktır.[607]
[1] Müslim, müsâfirîn 101-103: Tirmizî, salât 189; Nesaî,
kıyâmu'I-leyl 66; Dârimî, salât 144; Ibn Mâce, ikâme 100; Ahmed b. Hanbel, II,
498, VI, 327, 426, 443.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/489.
[2] Tirmizî, salât 305.
[3] Aliyyü'l-Kaarî, Mirkatu'l-mefâiîh. II, 110.
[4] Bilmen, Ö.Nasuhî, Büyük İslâm İlmihali, s. 63-64
(İstanbul 1958 baskısı).
[5] Tirmizî, salât 189.
[6] Nesaî, kıyâmu'1-leyl 66.
[7] Buhârî, teheccüd 34.
[8] îbn Humam, Fethıi'l-kadir, I, 315; Buhârî, teheccüd
34.
[9] Aynî, Ümdelü'l-Kaarî, VII, 244.
[10] Müslim, musâfirîn 105; Ebû Dâvûd, hadis no: 1251.
[11] Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IV,
202-203.
[12] Birgivî, Şerhu'l-Ehâdîsi'l-Erbaîn, 138.
[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/489-494.
[14] Müslim, müsâfirîn 105-106; Tirmizî, salât 158; Nesaî,
kıyamu'1-leyl 66; Ibn Mâce, ikame 140; Ahmed b. Hanbel, II, 98, 100, 166, 217,
236, 241.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/494-495.
[15] Buharı, teheccüd 10.
[16] bk. 1339 no'lu hadis.
[17] Nesaî, kıyamu'l-leyi 40.
[18] ez-Zürkânî, Şerhü'l-Muvattâ' I, 366; Ebû Dâvûd, hadis
no: 1339.
[19] bk. 1323 no'lu hadis.
[20] Müslim, müsâfirîn 125.
[21] Buhârî, teheccüd 10; Müslim, müsaf'rin 128.
[22] Buhârî, teheccüd 10.
[23] İbn Hacer, Fethü'I-Bari III, 263; Aynî,
Umdetü'l-Kaarî, VII, 187.
[24] Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta'. I, 367.
[25] îbn Humam, Kitabu’l müsayere s. 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/495-497.
[26] Buhârî, teheccüd 29; Müslim, müsâfirîn 104; Nesâî,
ikâme 64; Beyhakî, es-Siinenü'l-kubiâ, II, 477.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/498.
[27] Tirmizî, salât 315.
[28] bk. Tirmizî, salat 376.
[29] bk. Tirmizî, salât 376.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/498-499.
[31] Buhârî, teheccüd, 34; Nesâî, kıyâmu'1-leyl 56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/499-500.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/500.
[33] Buhârî, teheccüd 27; Müslim, müsâfirîn 94; Ahmed b.
Hanbel, VI, 43, 54, 170.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/500.
[34] îbn Humam, Fethü'l-Kadîr, I, 317-313; İmam Birgivî,
Şerhü'l-ehâdis't-Erba'în, 138.
[35] Aynî, Umdetu'l-Kaarî, VII, 218.
[36] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/501-502.
[37] Buhârî, teheccüd 28; Müslim, müsâfırîn 92; Nesaî,
iftitâh, 40; Muvatta', salâtu'I-leyl 30; Ahmed b. Hanbel, VI, 165, 235.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/502.
[38] bk. 1323 numaralı hadis.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/502-503.
[40] Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, IV,
188-189.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/503.
[41] Müslim, müsâfirîn 98; Nesâî, iftitâh 39; İbn Mâce,
ikâme 102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/503-504.
[42] bk. 819-823 no'Iu hadisler.
[43] İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, II, 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/504.
[44] Beyhakî, es-Siinenü'1-kübrâ, II, 471.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/504-505.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/505-506.
[46] Ahmed b. Hanbel, II, 405.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/506.
[47] Aynî, Binâye II, 527.
[48] Feyzu'l-Kadîr, VI, 393.
[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/506-507.
[50] el-Bakara (2), 136.
[51] Âl-i İmran (3), 52.
[52] Müslim, müsâfirîn 99; Nesaî iftitâh 38.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/507.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/508.
[54] Âl-i Imrân (3), 84.
[55] Âl-i İmrân (3), 53.
[56] el-Bakara (2), 119.
[57] Beyhakî, es-Siinetıu'1-kubrâ, III, 43.
[58] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/508-509.
[59] Bakara (2), 36.
[60] Âl-i İmrân (3), 52.
[61] es-Sünenii'l-Kübrâ, III, 43.
[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/508-509
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/509-510.
[64] Tirmizî, mevâkît 194; Ahmed b. Hanbel, II, 415.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 5/7-8.
[65] Bahar Yayınları, Trc. Kemal Kuşçu, 1967.
[66] Pınar Yayınları, Trc. Nezih Uzel, İstanbul 1982.
[67] Bezlu'l-mechûd, VI, 382.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/8-12.
[68] Buhârî, teheccüd 26; Müslim, müsâfirîn 133.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/12.
[69] İbn Mâce, ikâme 175.
[70] bk. 1438 numaralı hadis, Buhârî, vitr 4.
[71] Nesaî, kıyamu'1-leyl 55; tbn Mâce, ikâme 125.
[72] bk. Buhârî, vitir 1.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/12-13.
[74] Buhârî, teheccüd 26; Müslim, müsâfırîn 133.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/14.
[75] İbn Hacer, Fethu'1-Bârî, 111,286.
[76] Nimet-i slam, 345.
[77] Tirmizî, salât 192.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/14-15.
[79] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 46.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/15.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/15.
[82] Abdullah b. Sercİs. el-Müzenî nisbesiyle bilinen
Abdullah uzun ömürlü sahâbilerden-dir. Basra'ya yerleşmiştir. Hz. Peygamber
kendisi hakkında istiğfarda bulunmuştur. Hz. Ömer'den de rivayetleri vardır.
Kendisinden Osman b. Hakîm, Katâde b. Diâme ve Asım el-Ahvel hadis rivayet
etmişlerdir. H.80'li yıllarda Abdulmelik b. Mervan zamanında vefat etmiştir.
(Bilgi için bk. İbn Sa'd et-rabakâtu'l-kubrfi, VII, 58; Buhârî,
et-Tarîhu'l-kebSr.V, 17;tbnu'l-Kaysarânî, el-Cem' beyne ricâlPs-Sahihayn, I,
246; Ibnu'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, III, 256; Zehebî, Siyenı a'Iâmi'n-nubelâ, III,
426-427; İbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, V, 232).
[83] Müslim, müsafirîn 712; İbn Mâce, ikâme 103; Nesâî
imame, 61.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/16.
[84] Ahmed b. Hanbel, V, 345.
[85] İbn Hümâm, Fethu'Mtadîr, I, 339.
[86] bk. 1258 numaralı hadis.
[87] Aynî, Umdetü'l-Kaarî, V. 184.
[88] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/16-19.
[89] Buhârî, ezan 38; Müslim, müsâfirîn 63-64; Tirmizî,
salât 195; Nesaî, imame 60; İbn Mâce, ikame 103; Dârimî,.salât 149; Ahmed b.
Hanbel, II, 331, 455, 517, 531.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/19.
[90] Muhammed, (47), 33.
[91] Fethu’I-Bârî, II, 289.
[92] M. Zihnî, Nimet-i İslâm, 406.
[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/19-22.
[94] Tirmizî, mevâkît, 196; tbn Mâce, ikâme 104; Ahmed b.
Hanbel, V, 448.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/22-23.
[95] Tirmizî, salât 196.
[96] Tirmizî, salât 196.
[97] Beş derecedir. Bizim memleketimizde kırk ile elli
dakika arasıdadır, (bk. Ö.N. Bilmen,Büyük İslâm İlmihali. 213).
[98] Buhârî, mevâkîtus-salat, 31.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/23-24.
[100] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/24-25.
[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/25.
[102] Tirmizî, mevâkît, 200, 198; Nesâî, kıyamu'1-leyl 67,
56; İbn Mâce, ikâme 105,108; Ahmed b. Hanbel, V, 418, 420; VI, 63, 148, 326.
[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/25-26.
[104] Tebbet (111), 3.
[105] İmam Birgivî, Şerhu'l-Ehfidisİ'l-Erba'fn, 144-146.
[106] Nesaî, kıyamu'1-leyl, 67.
[107] Şevkânî, Neylu'l-evtflr, III, 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/26-27.
[108] İbn Mâce, ikâme 105.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/27.
[110] İbn Humâm, Fethu'l-Kaadîr, I, 316.
[111] Heysemî, Mecmâti'z-Zevâid, II, 219.
[112] Tahâvî. Ştrhu Me'ani'l-âsâr, I, 335
[113] Tirmizî, Şemaİl-i Şerife, (trc. S. Aydın) s. 306-307.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/27-29.
[114] Tirmizî, mevâkît'us-salât, 201, Ahmed b. Hanbel II,
118; İbn Mâce, ikame 109.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/29.
[115] Tirmizî, mevâkîtu's-salât 201.
[116] Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-ahvezî, II, 503.
[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/29-30.
[118] Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 5/30.
[119] M.Zihni, Nimet-i İslam, s. 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/31.
[120] Buhârî, sehv 9, meğazî69; Müslim, müsâfirîn 297;
Nesâî, mevâkît 36; Ahmed b. Han-bel, IV, 112, 115, 416; V, 188, 276; VI, 50,
84, 96, 109. 113, 125, 134, 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/31-33.
[121] Tahâvî, Şerhu me'âni'l-gsâr, I, 302.
[122] Aynı yer.
[123] Tahâvî, Şerhu Me'âni'1-âsâr, I, 306.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/33-35.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/35-36.
[126] Nesaî, mevâkît 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/36.
[127] Beyhakî, es-Sünenu'1-kübrfi. II, 459.
[128] Nesâî, mevâkît, 18, 36.
[129] Tahâvî, Şerhti Me'âni'l-âsftr, I, 303; Ebû Dâvûd, 1275
no'lu hadis.
[130] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/37.
[131] Tahâvî, Şerhti meâni'l-âsâr, I, 303; Beyhakî,
es-Sünenü'1-kübrfl III, 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/37-38.
[132] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/38.
[133] Buhârî, mevâkît 30, 31; Müslim, müsâfirîn 288, 292;
Nesâî, mevâkît II, 35; Tirmizî, salât 20, 21, cuma 59: tbn Mâce, ikâme, 147;
Dârimî, salât 142, 143; Ahmed b. Han-bel, I, 18, 21; II, 42, 179, 208, 211,
III, 46, 64; V, 165.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/38-39.
[134] Tahâvî, Şerhu meâni'I-âsâr, I, 305.
[135] Ebû Dâvûd, menâsik 52; Tirmizî, hac 92; Nesâî, mevâkît
41; tbn Mace, ikâme 149; Dârimî, menâsik 79; Ahmed b, Hanbel, IV, 80.
[136] Diğer kaynaklan için bir önceki dipnota bk.
[137] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/39-40.
[138] Amr b. Abese Ebû Nccih es-Sulemî el-Becelî. İlk
müslumanlardan. Hatta kedisi, erkeklerden dördüncü sırada müslüman olduğunu
söylemektedir. Hz. Peygamber henüz gizli gizli davette bulunduğu sırada
Mekke'ye gelerek müslüman olmuş, ancak Hz. Peygamber; "ben ortaya
çıkıncaya kadar sen kavmine git" buyurmuş, o da kabilesine donmuştur.
Daha sonra Medine'ye gelerek müslümanlar arasına katılmıştır. Yermûk Harbinde
islâm askerine komuta edenlerdendir. H. 60'lı yıllarda vefat ettiği sanılmaktadır.
(Bilgi için bk. İbn Sa'd, et-Tabakâtu'1-kiibrâ, IV, 214 - 219; VII, 403;
tbnu'l-Esir, Üsdü'1-ğâbe, IV, 251; zehebî, Siyeru a'lâmı'n-mıbelâ, II, 456 -
458; îbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, VIII, 69; el-İsâbe, III, 5-6).
[139] Buhârî, bedu'1-halk 11, Müslim, müsâfirîn 290, 294;
mesacid 174; Nesâî, mevâkît 35, 40; İbn Mâce, ikâme 148; Muvatta', Kur'ân 44,
49; Ahmed b. Hanbel, II, 13,
[140] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/41-42.
[141] Âl-i îmrân (3), 17.
[142] Yûsuf (12), 98.
[143] îbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, I, 353.
[144] Ahmed b. Hanbel, IV, 385.
[145] Müslim, müsâfırîn, 294.
[146] Tirmizî, salât 13, cenâiz 23; tbn Mâce, cenâiz 17, 18;
Ahmed b. Hanbel, I, 105.
[147] Zürkânî, Şerhu"l-Muvatta' II, 234-25.
[148] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/42-47.
[149] Tirmizi, salat 194; İbn Mace, ikame 147; Ahmed b.
Hanbel, II, 104; IV, 385.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/47.
[150] bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 385.
[151] Hadislerin tahkiki için bk. ez-Zürkânl Şerhu'l-Muvatta
I, 384-386.
[152] Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezf, 475.
[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/47-49.
[154] Buhârî, mevâkitü's-salât 31,33; Müslim, mUsâfîrîn 299
- 301; Nesâ'î, mevâkit 36; Tir-mizî, mevâkît 21; Dârimî, salât 134; Ahmed b.
Hnnbel, VI, 200.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/49.
[155] Buhari, mevâkît 33.
[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/49-50.
[157] Beyhakî, es-Sünenii'1-kiibrâ, IV, 297.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/50.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/50-51.
[159] Buhârî, teheccüd 35, i'tisâm 25; Müslim, müsâfirîn
302, 303; İbn Mâce, ikâme 120.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/51.
[160] bk. İbn Hümâm, Fethu'l-Kadîr, I, 317-318.
[161] Dârekutnî, Sünen, I, 265.
[162] Buhârî, teheccüd 35; Ahmed b. Hanbel, IV, 155.
[163] bk. Buhârî, ezan 14, salât 195; Müslim, müsâfirîn 303;
Nesaî, ezan 39; Dârimî, salât 145; Ahmed b. Hanbel, III, 280.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/52-54.
[164] Müslim, müsâfirîn 302.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/54.
[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/55.
[166] Buhârî, ezan 14, 16; MüsIİnı, müsâfirîn 304; Tirmizî,
salât 22; Nesâî, ezan 39; tbn Mâce, ikâme 110; Dârimî, salât 145; Ahmed b.
Hanbel, IV, 86, V, 54, 56, 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/55.
[167] et-Tevbe (9), 3.
[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/55-56.
[169] bk. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV,
4443.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/56-57.
[170] Beyhakî, es-Sünenii'1-kübrâ, II, 476.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/57.
[172] Buhârî, ezan 14; salât 145; Müslim, müsâfirîn 303.
[173] İbn Humam, Fethu'l-Kadir, I, 317-318.
[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/58.
[175] Ebû Zerr el-Gifarî. Adı Cündüb b. Cünâde'dİr. tik
müslümanlardan ve ashabın seçkin simâlanndandır. Erkeklerden beşinci sırada
müslüman olmuştur. Hicret'e kadar Hz. Peygamberin emri ile kabilesi içinde
kalmıştır. Hicretten sonra Medine'ye giderek Hz. Peygamberle beraber olmuştur.
İri yapılı, gür sakallı, zühd-sıdk, ilim-amel sahibi, sözünü çekmeyen ve
kimseden çekinmeyen bir kişiliği vardı. Hz. Ömer zamanında Kudüs'ün fethinde
hazır bulundu. Hz. Ebû Bekir, Ömeı ve Osman'ın hilâfetinde fetva verirdi. Hz.
Osman devrinde Mekke yakınlarındaki Rebeze'de ikâmete başladı. Vefat edinceye
kadar orada kaldı. Kendisi 281 hadis rivayet etti. 12'sinde Buhârî ve Müslim
müşterek, 2 hadiste Buhârî, 19 hadiste de Müslim müstakildir. Kendisini
Abdullah b. Mes'ud defnetmiştir. (Bilgi için bk. Ibn Sa'd, et-Tabakâtu'1-kübrâ,
IV, 219-237; Ebu Nuaym, Hilyetu'l-evliyfi, I, 156-170; lbnu'1-Esir,
Üsdü'1-gâbe, I, 357; VI, 99, 101; Ze-hebî, Siyeru a'lamı'n-nubelâ, II, 46-78;
tbn Hacer, TehzibıTt-Tehzîb, XII, 90-91; el-İsâbe, IV, 62-64; Ansarî, Asr-ı
Saadet (Ashab-ı Kiram), II, 315-324.)
[176] Buhârî, sulh 11; cihad, 76H28; Müslim, müsafirîn, 84;
zekât 56; Ahmed b. Hanbel, II, 316, 328.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/58-60.
[177] bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 131.
[178] bk. Tirmizî, birr 36.
[179] Buhârî, mezâlim 34.
[180] Buhârî, sulh 14.
[181] Müslim, zekât 9.
[182] Ahmed b. Hanbel, V, 154.
[183] Buhârî, edeb 34.
[184] Müslim, musâkât 7; Ahmed b. Hanbel, VI, 362.
[185] Buhârî, edeb 33.
[186] el-Ankebût (29), 45.
[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/60-62.
[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/62.
[189] Buhârî, sulh II, cihâd 76, 128; Müslim, müsâfirîn 84,
zekât 56; Ahmedb. Hanbel, II,
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/62-63.
[190] Müslim, zühd 164.
[191] Buhârî, merdâ 6; Müslim, birr 54.
[192] Buhârî, deavât 18.
[193] bk. Nevevî, Riyazu's-Sâlihin, III, 28.
[194] Nevevî, Riyazu's-salihîn, III, 29.
[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/63-66.
[196] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 49.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/66.
[197] bk. Aliyyu'l-kaarî, Mirkâtııl-mefâüh, II, 182.
[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/66-67.
[199] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/67.
[200] Bilgi için bk. I, 243.
[201] Ahmed b. Hanbel, V, 264, 268.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/67.
[202] Taffîf 19; Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 5660.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/67-68.
[203] M. Zihni, Nimet-i tslâm, 345.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/68.
[204] Tirmizî, vitr 15; Ahmed b. Hanbel, V, 286 - 287.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/68-69.
[205] Müslim, mesâcid 262.
[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/69-70.
[207] Ümmü Hâni bint Ebî Talib. Hz. Peygamberin amcası Ebû
Tailib'in kızı olan Ümmü Hâni'in adı Fahite veya Hind'dir. Fetih günü Islama
girmiştir. Fetih günü Hz. Peygamber onun evine gitmiş ve orada namaz kılmıştır.
46 hadis rivayet etmiştir. H. 50'li yıllara kadar yaşamıştır. (Bilgi için bk.
İbn Sa'd, et-Tabakâtu'1-kübrâ, VIII, 47; Ibn Ebî Hatim, el-Cerh ve't-ta'dîl,
IX, 467; el-Hâkim, el-Müstedrek IV, 52; lbnu'1-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, VII, 213,
404; Zehebî, Siyenı a'lâmi'n-nubelâ, II, 311 - 314; İbn Hacer, TehzîbuM-Tehzıb,
XII, 481: d-İsâbe, IV, 503).
[208] Buhârî, teheccüd 31; Müslim, hayz 71; müsâfırîn 81;
Nesâî, tahâre 143; Tirmizî, vitr 15; İbn Mace, ikâme 172; Ahmed b. Hanbel, III,
146,156; Beyhakî, es-Sünenü'1-kübra, III, 48.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/70-71.
[209] İbn Hacer, Fetira'l-Bfirî, II, 296.
[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/71.
[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/71.
[212] Buhârî, ferâiz 9, teheccüd 31; Müslim, hayz 71;
müsâfirîn 81; Nesâî, tahâre 143; Tirmi-zî, vkr 15; İbn Mâce, ikâme 187; Ahmed
b. Hanbel, III, 146, 156.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/71-72.
[213] Müslim, müsâfirîn 81.
[214] İbn Mace, ikâme 187.
[215] Müslim, müsâfırîn 82; Zurkânî, Şerhu Muvattâ, II, 23.
[216] bk. Heysemî, Mecmau'z-zevaid, II, 238.
[217] Müslim, müsâfirîn 79; Ahmed b. Hanbel, VI, 145, 168, 265.
[218] Hâkim, el-Müstedrek, I, 314.
[219] Buhârî, teheccüd 25; savm 6; Müslim, müsafırîn 85, 86;
Dârimî, salât 151.
[220] Tirmizî, vitr 15; tbn Mâce, ikâme 187.
[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/72-74.
[222] Müslim, müsâfirîn 75-76; Nesâî, siyam 35; Ahmed b.
Hanbel, VI, 171, 204, 218.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/74.
[223] bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 43.
[224] en-Nûr (24), 36.
[225] Müslim, müsafirîn, 77.
[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/74-76.
[227] Ö.N.Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 215.
[228] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/76.
[229] Buhârî, teheccüd 5, 32; Müslim, müsafirîn 77; Ahmed b.
Hanbel, VI, 85, 86, 168,170,
177, 178, 210, 215, 223, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/76-77.
[230] Müslim, musâfirîn 78.
[231] Müslim, müsâfirin 76.
[232] Aynî, Umdetu'l-Kaarî, VII, 240.
[233] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/77-78.
[234] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/78.
[235] Müslim, mesâcid 287; Nesaî, sehv 99; Ahmed b. Hanbel,
V, 89, 91, 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/78.
[236] Ahmed b. Hanbel, V, 100.
[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/79-81.
[238] Tirmizî, salât 166, 206; Nesaî, kıyâmü'1-leyl 26, 35;
ibn Mâce, ikâme, 116, Muvattâ, salatu'1-leyl 7; Ahmed b. Hanbel, I, 211, II, 5,
9, 10, 26, 51, IV, 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/81.
[239] Müslim, müsafirîn 159.
[240] Buhârî, teheccüd 25.
[241] tbn Kudâme, el-Mııgnİ, II, 123-124.
[242] Ahmed b. Hanbel, IV, 4.
[243] Buhârî, teheccüd 10, 25, vitir 1-2, salât 84; Müslim, müsâfirîn
145, 148, 156, 157, 159.
[244] Müslim, müsâfirîn, 79.
[245] Mubârekfûrî, Tuhfelu'I-ahvezî, III, 209.
[246] Aynî, Umdetu'l-Kaarî, VII, 3.
[247] A.Naim, Tecrid Tercemesi, II, 347.
[248] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/81-84.
[249] Tirmizî, salât 166, İbn Mâce, ikâme 172; Ahmed b.
Hanbel, I, 211; IV, 167.
[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/84.
[251] Tuhfetü'l-ahvezî, II, 394.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/85.
[252] el-Mâide (5), 23.
[253] Mü'minûn (23), 60.
[254] Bakara (2), 186.
[255] A'raf (7), 55.
[256] Tirimzî, tefsiru sûre (2), 16.
[257] Tirmizî, da'avât 1; İbn Mace, duâ 1.
[258] Tirmizî, da'avât, 64.
[259] bk. el-Fetâvâ el-Hindiyye. V, 318; Şevkânî,
Tuhfetuz-Zâkirin, 46; Dürrü'l-Muhtar, I, 341.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/85-86.
[260] Tirmizî, vitr 19; İbn Mâce, ikâme 190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/86-88.
[261] Hadisin değişik rivayetleri ve sıhhati hakkında bilgi
için bk. Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, I, 433.
[262] Nedvî, Seyyid Süleyman Asr-ı Saadet, (Tebligat ve
ta'Ifmat) I, 148.
[263] Tirmizî, vitir 19.
[264] Özdemir, M. Said, Şafii ilmihâli, s. 147.
[265] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/88-90.
[266] Tirmizî, vitr 19.
[267] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/91-92.
[268] bk. el-Menhel, VII, 212.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/92-93.
[269] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/93.
[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/93-94.
[271] bk. Tuhfelül-Ahvezî, II, 599.
[272] lbn Âbidin, Reddu'l-Muhtftr, I, 463.
[273] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/94.
[274] Tirmizî, cuma 71; Nesaî, kıyâmu'I-leyl 1; Ibn Mâce,
ikâme 111; Ahmed b. Hanbel, V, 420, 421.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/95.
[275] Fethu'1-Bârî, III, 293.
[276] Aynî, Umdetü'l-Kaarî, VII, 234.
[277] A.Naîm, Tecrid Tercemesi, II, 377.
[278] Mübarek furi, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 222.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/95-96.
[279] Beyhakî, es-Sünenii']-kübrâ, II, 190.
[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/96-97.
[281] Tirmizî, ebvabü's-salâ, 319.
[282] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/97-98.
[283] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/98.
[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/98.
[285] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/98-99.
[286] Nesâî, kıyâmü'1-leyl 13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/99-100.
[287] Ö.N.Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, 204.
[288] İbn Mâce, ikâme 100; Tirmizî, salât 189; Nesaî
kıyamü'1-leyl 66.
[289] Müslim, müsâfirîn 105.
[290] Nimet-i İslâm, s. 317.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/100.
[291] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/101.
[292] Müzzemmil (73),
2-3.
[293] Müzzemmil, (73)
20.
[294] Tefsir-i Îbn
Cerîr'de konu ile ilgili çeşitli görüşler yer alır.
[295] Müzzemmil,
(73), 6.
[296] Müzzemmil,
(73), 7, 10.
[297] Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, II, 500.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/101-102.
[298] Müzzemmil,
(73), 20.
[299] Müzzemmil,
(73), 2.
[300] Müzzemmil, (73),
3.
[301] Müzzemmil, (73),
20.
[302] Müzzemmil, (73),
2-3.
[303] Müzzemmil, (73),
20.
[304] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, VIII, 5439.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/102-104.
[305] Müzzemmil, (73), 20.
[306] Müzzemmil, (73),
1-3.
[307] Müzzemmil, (73), 20.
[308] Müzzemmil, (73), 20.
[309] Isrâ, (17), 79.
[310] Sabûnî, M.Ali, Tefsiru âyâti'l-ahkâm, II, 626.
[311] el-İsrâ (17), 79.
[312] Hulâsatu'l-Beyân, VII, 3039-3040.
[313] Müslim, müsâfirîn, 139.
[314] Menhel, VII, 224; İmam Şafiî de bu görüştedir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/104-106.
[315] Kütüb-i Sitte sahiplerinden sadece Ebû Dâvûd rivayet
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/106.
[316] Müzzemmil (73), 1-3. âyetler.
[317] Müslim, müsâfirîn !39.
[318] Kurtubî, el-Câmi' li ahkâmi'l-Kur'ân, IX, 37.
[319] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, VIII, s. 5439.
[320] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/107-108.
[321] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/108.
[322] Buhârî, teheccüd 12; bedu'1-Halk 11; Müslim, müsâfirîn
207; îbn Mâce ikâme 174; Muvatta’ sefer 95; Beyhakî, es-sünenü'1-kübrâ, I, 501.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 5/108-109.
[323] Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi,
IV, 318-320.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/109-111.
[324] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/111.
[325] Beyhaki, es-Sünenü'1-kiibrâ, III, 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/111-112.
[326]
bk. 950 numaralı hadis.
[327] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/112.
[328] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/112.
[329] Nesâî, kıyâmu'1-leyl 5; İbn Mâce, ikâme 175; Ahmed b.
Hanbel, II, 250. Hakim, el-Müstedrek, I, 309; Beyhaki, es-Siinenü'l-kiibrâ, II,
501.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/112-113.
[330] en-Nahl (16), 125.
[331] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/113-114.
[332] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/114.
[333] Nesâî, kıyamu'1-leyl 5, 17; İbn Mâce, ikame 175; Ahmed
b. Hanbel, I, 132; II, 250, 436, VI, 41.
[334] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/114-115.
[335] el-Ahzâb, (33), 35.
[336] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/115-116.
[337] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/116.
[338] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir. Bazı Ebû Dâvud
nüshalarında bu "terceme" (bab başlığı) bulunmamaktadır.
[339] Tirmizî, mevakit 146: libâs 24; Müslim, müsâfirîn 222;
Buhârî, vudû 53; Nesâî, tahâre 116; usl 29; İbn Mâce, ikâme 184: Muvattâ,
salâtuM-Ieyl 3; Ahmed b. Hanbel, II, 202; III, 100, 150, 250, VI, 56. 205.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/116-117.
[340] Müslim, müsafirin 185.
[341] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/117-118.
[342] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/118.
[343] Müslim, müsâfirîn 223; İbn Mâce, ikâme 184; Ahmed b.
Hanbel II, 318.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/119.
[344] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/119.
[345] Buhârî, teheccüd J8; Müslim, müsâfirîn 219; Nesaî
kıyâmu'1-Ieyl 17; Ibn Mâce, ikâme 184; Ahmed b. Hanbel, III, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/119-120.
[346] bk. M.Zihni, Nimet-i islâm, 359.
[347] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/120-121.
[348] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/121-122.
[349] Müslim, musâfirîn 142; Tirmizî, cuma 56; Nesâî,
kıyâmu'1-leyl 65; Ibn Mâce, ikâme 177; Dârimî, salât 167; Muvatta, Kur'ân 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/122.
[350] Muvatta, salâtu'I-Ieyl 1; Zurkânî, Şerhu'l-Muvatta, I,
357.
[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/122-123.
[352] Müslim, müsâfirîn 140.
[353] Menhel, VII, 238.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/123-124.
[354] Nesâî, kıyamu'Meyl 61; Muvatta, salâtu'1-leyl 1;
Beyhaki, es-Sünenii'1-kübrâ, III, 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/124.
[355] bk. Mecmaıı'z-Zevaid, I, 61; Zürkânî, Şerhu'1-Muvatta
I, 358; Keşfu'1-Hafâ, 'I, 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/124-125.
[356] Buhârî, teheccüd 14, tevhîd 35; Müslim, müsâfirîn
168-170; Tirmizî, salat 211, da'vât 78; İbn Ma'ce, ikâme 182; Dârimî, salat
168; Muvatta\ Kur'ân 30; Ahmed b. Hanbel, II, 264, 267, 282, 410, 487, 504.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/125-126.
[357] Müslim, müsâfirin, 168.
[358] Müslim, müsâfirîn, 169.
[359] Müslim, müsâfirîn, 170.
[360] K. Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, IV, 138. (birinci baskı).
[361] Aynî, Umdetü'l-Kaarî, VII, 199.
[362] Buhârî, da'âvât, 14, tevhid 35.
[363] el-Fecr (89), 22.
[364] ÂI-i İmrân (3), 7.
[365] Davudoğlu, Sahİh-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV,
268-275.
[366] Fethu'l-Bâri, III, 20.
[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/126-131.
[368] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/131-132.
[369] Beyhakî, es-Simeniı'1-kübrâ, III, 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/132.
[370] Âl-i İmrân (3), 17.
[371] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/132-133.
[372] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/133.
[373] Buhârî, teheccud 7; rikâk 18; Müslim, musâfirîn 131;
Nesâî, kıyâmu'1-leyı, 8; Ahmed b. Hanbel, VI, 110, 147, 203, 279.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/133.
[374] Kamil Miras, Tecrid-i Sarih tercemesi, IV, 65.
[375] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/133-134.
[376] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/134.
[377] Buhârî, teheccüd 8; enbiyâ 38; Müslim, musâfirîn 132;
Ahmed b. Hanbel, VI, 161, 270.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/134.
[378] Buharî, teheccüd 9.
[379] Müslim, müsafirîn 133.
[380] bk. Müslim müsafirîn 121.
[381] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/134-135.
[382] bk. 1315 no'lu hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/135.
[383] Ahmed b. Hanbel, I, 206, 268, 280; V, 358.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/136.
[384] el-Bakara (2), 153.
[385] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/136.
[386] el-Bakara (2), 153.
[387] Ahmed b. Hanbel, I, 206.
[388] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/136-137.
[389] Müslim, salât 225; Nesâî, tatbik 79; Ahmed b. Hanbel,
IV, 59.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/137.
[390] bk. Tirmizî, salat 169.
[391] Müslim, salât 215; Nesaî, mevâkît 35, tatbik 78;
Tirmizî, deâvât 118.
[392] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/137-138.
[393] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/138-139.
[394] es-Secde (32), 16.
[395] Beyhakî, es-Sünenü'l kübrâ, III, 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/139.
[396] es-Secde (32), 17.
[397] Ibn Mâce, fiten 12; Ahmed b. Hanbel, V, 231, 237, 245.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/139-140.
[398] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/140.
[399] ez-Zâriyât (51), 17.
[400] es-Secde (32), 16.
[401] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/140.
[402] el-Müzemmil (73), 2.
[403] Elmahlı, Hak Dini Kur'ân Dili, VI, 4531
[404] el-Muzemmil (73), 20.
[405] bk. 1251 no'lu hadis.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/141.
[406] Müslim, mttsâfirîn 198, Ahmed b. Hanbel II, 236;
Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/142.
[407] Müslim, müsâfirîn 197.
[408] Müslim, müsâfirîn 125.
[409] Müslim, müsâfirîn 195.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/142-143.
[410] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/143.
[411] Ahmed b. Hanbel, II, 236.
[412] Muslini, müsâfirîn 198.
[413] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/144.
[414] Müslim, müsâfirîn 164-165; Tirmizî, salât 168; Nesaî,
zekât 49; tbn Mâce, ikâme 200; Ahmed b. Hanbel, III, 302, 391, 412; IV, 385.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/145.
[415] el-Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezi II, 399-400.
[416] Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim terceme ve şerhi, IV,
209-210.
[417] Süyûtî, el-CâmPü's-Sagîr, "ma tekarrebe"
maddesi.
[418] Müslim, salât 215; Nesâî, mevâkît 35; tatbik 78;
Tirmizî, deâvât 118.
[419] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/145-146.
[420] Buhârî,vitr 1-2; salât 84, teheccüd 10; Müslim,
müsâfirîn 145-148, 156, 157, 159; Tirmizî, salât206;cuma66; vitr 8; Nesaî,
kiyâmü'1-leyl 26, 35; İbn Mâce, ikâme 116, 117, 172; Dârimî, salât 154, 155,
210; Muvatta', salatü'1-leyl 13; Ahmed b. Hanbel, II, 30-31,33, 40, 44, 45, 49,
54, 58, 66, 71, 76-79, 83, 100, 102, 113, 119, 133, 134, 148, 154, 155; IV,
337; VI, 276.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/147.
[421] Müslim, müsafirîn 159.
[422] Ayrıntılı bilgi için bk. 1295 numaralı hadis.
[423] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih tercemesi, III, 292.
[424] Nesaî, kıyâmu'1-leyl 55; İbn Mâce, ikâme 125.
[425] Nesâî, kıyamü'1-leyl 36.
[426] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/147-149.
[427] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, III, 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/149.
[428] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/149-150.
[429] Nesaî, kıyamü'1-leyl 23.
[430] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/150.
[431] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/150.
[432] Tirmizî, mevâkît 212; Ahmed b. Hanbel I, 109.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/150-151.
[433] er-Risâle, I, 207.
[434] el-lsrâ, (17), 110.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/152.
[435] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/152-153.
[436] Süyûtî, itkân, I, 109; Zerkeşî, el-Burhân, I 469.
[437] Zerkeşî, el-Burhân I, 469.
[438] Büyük İslâm İlmihali, s. 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/153-154.
[439] Buhârî, şehâdât 1, fedâilu'l-Kur'ân 20; Muslim,
musâfirîn 224, 225. Ahmed b. Hanbel,VI, 62.
[440] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/155.
[441] Buhârî, Şehâdât 11.
[442] Yûsuf (12) 105.
[443] Müslim, musâfırîn 225.
[444] bk. 1020, 1022 no'Iu hadis ayrıca bk. Buharî, salât
31, Müslim, mesâcid, 90, 92-94; Nesâî, sehv 25-26; Ibn Mâce, ikâme 129; 133;
Ahmed b. Hanbel, I, 379, 420, 424, 438, 448, 455.
[445] el-A'lâ (87), 6-7.
[446] el-Hicr (15), 9.
[447] el-Bakara (2), 106.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/155-157.
[448] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/157.
[449] Ahmed b. Hanbel, III, 94; Hâkim, el-Müstedrek, I, 331.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/157-158.
[450] Buhâri, itikâf 17.
[451] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/158.
[452] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/158.
[453] Tirmizî, sevâbu'I-Kur'ân 20; Nesâî, kıyâmu'I-Ieyl 24;
zekât 68; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 158, 201; Beyhakî, es-Siinenu'l-kübrâ, III,
13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 5/159.
[454] Tirmizî, sevâbu'l-Kur'ân 20.
[455] el-Bakara (2), 271.
[456] Nesâî, kıyâmu'1-leyl, 23-24.
[457] 1328 no'Iu hadis.
[458] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/159-160.
[459] Buhârî, teheccüd 10; Müslim, musâfirîn 128; Nesâî kıyamu'I-leyl
36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/160.
[460] Şerhu'l-Muvatta' I, 367.
[461] nesaî, kıyamu'1-leyl 36.
[462] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/160-161.
[463] Buhârî, ezan 15; deavât 4; Müslim, müsâfirîn 121-İ22;
Tirmizî, mevâkit 207; Nesaî, ezan 41; tbn Mâce, ikâme 126; Muvatta',
salâtu'1-leyl 8; Ahmed b. Hanbel, II, 173: VI, 34, 35, 49, 83, 88, 143, 182,
215, 248, 254.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/161-162.
[464] Nesaî, kiyâmu'1-leyl 36.
[465] Nesaî, kıyamu'1-leyl 37.
[466] Hâkim, el-Müstedrek, I, 304; Darekutnî, II, 21-27
Tahavî, I, 165; Beyhakî, es-Sünenül-kübrfi, III, 31; Zeylaî, Nasbu'r-râye, II,
118.
[467] Nasbu'r-râye, II, 119.
[468] İbn Kudame, el-Muğnî, II, 150.
[469] Bu mevzu ile ilgili hükümlerin tafsilâtı için bk. 1261
numaralı hadis.
[470] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/162-163.
[471] Müslim, müsâfirîn 121; Tirmizî, mevâkit 208; Nesaî,
kıyamu'Meyi 35, 44; ezan 41; sehv 74; İbn Mâce, ikâme 181, Dârimî, salât 148:
muvatta', leyi 7, Ahmed b. Hanbel, VI, 35, 74, 83, 143, 182, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/163-164.
[472] bk. 877 no'lu hadis, Ahmed b. Hanbel, VI, 43, 49.
[473] Ahmed b. Hanbel, VI, 94.
[474] Ahmed b. Hanbel, VI, 100.
[475] bk. 879 numaralı hadis.
[476] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/164-165.
[477] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/165.
[478] Müslim, musâfirîn 121;Tirmizî, mevâkît208; Nesaî,
kıyamu'1-leyl 35; 44, ezan 41, sehv 74; Ibn Mâce, ikâme 181; Dârimî, salât 148;
Muvattâ', leyi 7; Ahmed b. Hanbel, VI, 35, 74, 83, 143, 182, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/165-166.
[479] Aliyyu'l-Kaarî, Mirkat, II, 119.
[480] M. Zihnî, Ni'met-i İslâm, 343.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/166.
[481] Müslim, müsafirin 123,126; Tirmizî, vitr 2; Dârimîsala
21; Ahraed b. Hanbel, VI, 50.
[482] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/166-167.
[483] bk. 1326 numaralı hadis.
[484] Hakim, el-Müstedrek, I, 304, Zeylaî, Nasbû'r-rfiye,
II, 118.
[485] Müslim, müsafirin, 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/167.
[486] Buhârî, vudû 36; ezan 12, 15, teheccud 28-29; vitir 1,
tefsîr sûre (3), 19-20; Müslim, musâiirîn 87-88, 121, 122, 182, 195, 197, 198;
Tirmizî, vitr 6; Nesaî, mevâkit 35, ezan 41, kıyâmu'1-ieyl 9; İbn Mâce, ikâme
101, 125, 181, Dârimî, salât 148, 165, 186; Mu-vatta, salatu'1-Ieyl I, 9, Ahmed
b. Hanbel, II, 6, 232, 279, 399; VI, 30, 34, 74, 83, 85, 103, 133, 143, 167,
215, 230, 283-285, 300.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/168.
[487] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/168.
[488] Müslim, musâfirîn 126; Nesaî, kıyamü'I-leyl 55, İbn
Mâce, ikâme 125.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/168-169.
[489] Buhârî, vitr 4, Mushm, musâfirîn 150-152, 148;
Tirmizî, mevâkît 206; Ahmedb. Han-bel, II, 39, 20, 102, 143, 150.
[490] M. Zihnî, Ni'met-i İslâm, 163.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/169-170.
[491] Buharı, teravih 1; Müslim, müsâfirîn 125; Tirmizî,
salât 208; Nesâî, kıyâmü'1-leyl 38; Muvatta.salatu'l-leyl 3; Ahmed b. Hanbel,
VI, 36. 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/170-171.
[492] 203 no'Iu hadis.
[493] bk. Buharı, mevakîtu’s-salât 35.
[494] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/171-172.
[495] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/173.
[496] Müslim, müsâfirîn 139; Nesaî, kıyâmu'1-Ieyl 2, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/173-176.
[497] el- Ahzâb, (33), 21.
[498] Buhârî, nikâh 1; Müslim, nikâh 5; Nesaî, nikâh 4;
Dârimî, nikâh 3.
[499] Mâide(5), 87.
[500] Müslim, müsâfirîn 139.
[501] el-A'raf (7), 199.
[502] Lokman (31), 17.
[503] el-Mâide, (5), 13.
[504] en-Nahl (16), 90.
[505] eş-Şûra (42), 40.
[506] eş-Şûara (26), 43.
[507] el-Hucurât (49), 11.
[508] el-Kalem (68), 4.
[509] eI-Müzzemmil (73); 2.
[510] el-Müzzemmil (73), 20.
[511] Zürkânî, Şerhu'l-Muvatta, I, 267.
[512] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/176-178.
[513] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/179.
[514] Müslim, müsâfirîn 139; Nesaî, kıyâmu'1-leyl 2, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/179-180.
[515] Nesaî, kıyamü'1-leyl 2.
[516] Bezi sahibinin beyanına göre bu hatayı râvî Muhammed
b. Beşşâr işlemiş.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/180-181.
[517] Müslim, musâfirîn 139; Nesaî, kıyamu'l-leyl 2, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/181-182.
[518] Davudoğlu, Sahih-i Müslim terceme ve şerhi, IV, 239.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/182.
[519] Müslim, musâfirîn 139; Nesaî, kayâmu'1-leyl 2, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/182.
[520] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/182-183.
[521] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/183-184.
[522] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/184.
[523] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/184-185.
[524] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/185.
[525] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/185.
[526] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/185-186.
[527] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/186.
[528] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/186-187.
[529] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/187-188.
[530] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/188-189.
[531] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/189.
[532] Nesâî, kıyamu'I-leyl 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/189-190.
[533] Nesaî, kıyamü'1-leyl 18.
[534] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/190-192.
[535] Âl-i İmrân (3), 190.
[536] Buhârî, deâvât 9; Müslim; müsâfirîn 181,187,189;
Tirmizî, deavât 30; Ahmed b. Han-bel, I, 284, 343, 352, 373.
[537] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/192-193.
[538] Müslim, müsâfirîn 182.
[539] Miras, Kâmil, Tecrid-i Sarih Tereemesi, IV, 65.
[540] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/193-195.
[541] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/195.
[542] Ahmed b. Hanbel, I, 284, 343, 352, 373, Tirmizî,
deavât 30; Buharî, deâvât 9; Müslim,
müsâfirîn 181, 187, 189.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/195-196.
[543] Müslim, müsâfirîn 189.
[544] Müslim, müsâfirîn 181.
[545] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/196.
[546] Müslim, müsâfirîn 190.
[547] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/196-197.
[548] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/197-198.
[549] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/198.
[550] Sadece Ebü Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/198-199.
[551] Fethu'l-Bârî, III, 137.
[552] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/199.
[553] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 5/199-200.
[554] Buhârî, ilim'41, ezan 58, temenni 4; fedaini's-sahâbe
39; Ahmed b. Hanbel, I, 341.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/200.
[555] Fethu'l-Bâri, III, 137.
[556] Aynı yer.
[557] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/200-201.
[558] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/201-202.
[559] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/202.
[560] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/202.
[561] Müslim, müsâfirîn 126; Tirmizî, vitr 2; Dârimî, salat
210; Ahmed b. Hanbel, VI.-50,161.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/202-203.
[562] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/203.
[563] Buhârî, teheccüd 10; Müslim, müsâfirîn 128.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/204.
[564] Buhârî, teheccüd 10.
[565] Nesaî, , salatü'I-leyl 39.
[566] Zürkânî, Şerhü'l-Muvatta, I, 367.
[567] Muvatta, Salâtu'l-leyl 10.
[568] Buhârî, teheccüd 28.
[569] Müslim, müsâfirîn 125.
[570] Müslim, müsâfirîn 128.
[571] Aynî, Umdetü'l-Kaarî, VII, 187.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/204-205.
[572] Müslim, müsâfirîn 126; Nesâî, kıyâmu'1-leyl 60;
Dârimî, salât 165; Ahmed b. Hanbel, VI, 189, 230, 249.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/205-206.
[573] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/206.
[574] Ahmed b. Hanbel VI, 149;
Beyhakî, es-Sünenü'1-kübra, III, 28.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 5/206-207.
[575] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/207-208.
[576] Müslim, musâfirîn 139; Nesaî, kıyamu'1-leyl 2, 18;
Tirmizî, vitr 5.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/208.
[577] Müslim, müsâfirîn 139.
[578] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/209.
[579] Buhârî, cenâiz 36; ezan 161; vitr 1; el-amel fî's-salât
1; Müslim, müsâfirîn 182-186; Ne-saî, kıyamu'l-Ieyl 9; ibn Mâce, ikâme 181,
salâtu'1-leyl 11; Ahmed b. Hanbel, 1,242, 358.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/209-210.
[580] Müslim, müsâfirîn 185.
[581] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/210-211.
[582] Nesâî, kayâmu'1-leyl 9.
[583] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/211.
[584] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/211-212.
[585] Müslim, müsâfirîn 195; İbn Mâce, ikâme 181; Muvatta,
salâtu'1-leyl, 12; Ahmed b. Hanbel V, 193.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/212-213.
[586] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/213.
[587] Buhârî, cenâiz 36; ezan 161; vitr 1; el-amel fi's-salat
1; Müslim, müsâfirîn 182-186; İbn Mace, ikâme 181: salatu'I-leyl 11; Nesâî,
kıyamu'1-leyl 9; Ahmed b. Hanbel I, 242, 358.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/213-215.
[588] Ahmed b. Hanbel, I, 364.
[589] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/215.
[590] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/215-216.
[591] Müslim, musâfirîn, 215, 218, 221; sıyâm 177; Nesaî,
kıble 13, kıymu'1-leyl 17; iman 29, Ibn Mâce, zuhd 28; Muvatta, salatu'1-leyl
4; Ahmed b. Hanbel, VI, 40-51, 61, 84,
122, 168, 199, 212. 231, 233, 241, 244, 250.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/216.
[592] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/217.
[593] el-Hadîd (57), 27.
[594] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/217-218.
[595] Dârimî, nikâh 3; savm 17.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/218.
[596] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/218-219.
[597] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/219-220.
[598] Buharı, savm 64, nikâh 18; Müslim, müsâfirîn 218;
Ahmed b. Hanbel, IV, 109; VI, 43, 55, 174, 189.
Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 5/220.
[599] Tirmizî, zekât 28.
[600] Buhârî, savm, 52.
[601] Nesâî, sıyâm 70.
[602] Nesâî, sıyâm 70; Ahmed b. Hanbel, V, 201.
[603] Tirmîzi, savm 44; Nesâî, sıyâm 36, 70; İbn Mâce, ikâme
133; Ahmed b. Hanbel, VI, 80, 89, 106.
[604] Tirmîzi, Savm 43.
[605] Aliyyü'1-kârî, mirkât 2-257; el-Bennâ Ahmed
el-fethu'r-râbbânî 10-227.
[606] Nesâî, sıyâm 70.
[607] Sünen-i Ebu Davud Tercemem ve Şerhi, Şamil Yayınları:
5/220-221.