3. İSTİSKÂ (YAĞMUR İSTEME) NAMAZI
BÖLÜMÜ
1. (İstiska — Yağmur İsteme — Namazı)
(İmam) Yağmur Duasına Çıktığı Zaman Elbisesini Ne Zaman
Çevirir
2. Yağmur Duasında Elleri Kaldırmak
4. (Her Rekatte) Dört Rükû' Vardır
Diyenlerin Delilleri
6. Küsûf Namazında "Namaza"
(Diye) Çağrılır Mı?
7. Güneş Tutulduğunda Sadaka Vermek
8. Güneş Tutulduğunda Köle Azad Etmek
9. Küsûf Namazı İki Rekattır
Diyenler(in Delilleri)
10. Karanlık Ve Benzeri Hallerde
Namaz Kılmak
11. Korkunç Hadiseler Esnasında Secde
Etmek
1161. ...Abbâd b.
Temîm, amcası (Abdullah b. Zeyd b. Âsim -r.a.-)Man rivayet ettiğine göre;
Resûlullah (s.a.) ashabı ile birlikte (musallaya) yağmur duasına çıkıp onlara
iki rekat namaz kıldırdı. Bu rekatlerde kıbleye karşı durdu açıktan okudu,
ridâsını ters çevirdi. Ellerini kaldırıp duâ etti ve yağmur istedi.[2]
Tirmizî bu
babda İbn Abbâs,
Ebû Hüreyre, Enes ve
Ebu'l-Lahm (r.anhüm)'den de hadis rivayet edildiğini söyleyip Abdullah b.
Zeyd'in (üzerinde durduğumuz) hadisi için "Hasen - sahih" der.
İstiskâ: "Su istemek" demektir. İhtiyaçları
olan suyu bulamayanların geniş alanlara çıkıp duâ ve tazarru'da bulunarak
Cenab-i Allah'tan yağmur niyaz etmelerine istiskâ (yağmur isteme duası) bu
niyaz esnasında kılınan namaza da istiskâ namazı denir.
Yağmur duasının meşru oluşunda bütün âlimler
müttefiktir. Bunun meş-rûiyyeti, Kitab ve Sünneti ile sabittir. Üzerinde durduğumuz
hadisler, bu sü-butun sünnetten;
"Ey kavmim! Rabbinizden bağışlamasını dileyin, sonra da tevbe edin
ki size semadan bol bol yağmur göndersin."[3] âyet-i
kerimesi ile "Dedim ki, Rabbinizden bağışlanma dileyin doğrusu O çok
bağışlayandır. Size gökten bol bol indirsin"[4] âyeti
kitaptan delilidir.
Bu âyet-i kerimelerde bahsedilen Peygamberler Nûh ve
Hûd aleyhisse-lâm'lardır, dua ve istiğfar konusundaki tavsiyeleri de kendi
ümmetlerine yönelik ise de, Allah'ın ve Resulünün bunu red etmemesi, onlara
ait olan hükmün bizim için de geçerli olmasını gerektirir.
Bu âyetler yağmur duasının eski ümmetlerde de meşru
olduğunu göstermektedir. Ahmed b. Hanbel ve Hâkim' in Ebû Hureyre'den
naklettikleri şu haber, Hz. Süleyman'ın yağmur duasına çıktığını
göstermektedir: Resû-lüllah (s.a.) şöyle buyurdu: "Süleyman (a.s.) yağmur
duasına çıkmıştı. Bir karınca sırt üstü yatarak ayaklarını semâya kaldırmış, Ya
Rabbi! Biz senin yaratıklarından biriyiz. Senin suyuna muhtacız, diye duâ
ediyordu. Bunun üzerine Hz. Süleyman yanındakilere, şüphesiz sizler başkasının
duası sebebiyle sulandınız" dedi.
İbn Asâkir'in şu rivayeti de İslâm'ın zuhurundan önce
yağmur duasının Mekkeliler tarafından yapıldığını göstermektedir. Mekkeliler
kıtlığa düşmüşlerdi ve Ebü Tâlib'e gelerek; "Ya Ebâ Talib! Şu vadiye
kıtlık geldi. Çoluk çocuk kuraklıkta kaldı, gel bir yağmur duası yapıver"
demişler. Bunun üzerine Ebû Tâlib yanında üzerinde kara bir bulut açılmış
güneş gibi bir çocuk (yani Hz. Peygamber) ve onun etrafında başka çocuklar
olduğu halde, yağmur duasına çıkmış. Çocuğu atarak sırtını Kabe'ye yaslanmış ve
parmağını çocuğa dokundurmuş, işte bu esnada hiçbir bulut bulunmayan gökyüzünde
sağdan soldan gelen bulutlar toplanmış ve gittikçe çoğalmış, sonunda öyle bol
bir yağmur yağmış ki, vadiler dolup taşmış her taraf bolluk içinde kalmıştır."
Yukarıda da ifâde edildiği gibi yağmur duasının
meşruiyetinde bütün ulemâ müttefiktir. Bu konudaki âyet ve hadislerin hepsinde
müşterek olan nokta, istiğfar ve Allah'a hamd-ü sena ve duanın mevcut
olmasıdır. Üzerinde durduğumuz hadis ve diğer bazı rivayetler yağmur duası
namazının da meşru' olduğunu göstermektedir. Ulemânın cumhuru istiskâ namazının
meşru olduğu görüşündedir. Nevevî, Ebû Hanife rahimehüllah'dan başka hiç kimsenin
buna muhalif olmadığını söyler. Aynî ise, bunun sahih olmadığını İbrahim
en-Nehaî'nin de İmam-ı Azam'ın görüşünde olduğunu bildirir.
Hanefi fıkıh kitablarının, İmam-ı Azam'ın bu konudaki
görüşü hakkında naklettikleri şeyler birlik arzetmemektedir.
Bunlardan bazıları, imamın cemaatle istiska namazının
sünnet olduğunu kabul etmediğini, ama onun meşruiyetine de itirazı olmadığını
söylerler. Meselâ bu mezhebin önde gelen fıkıh kitablarından Hidâye'de şöyle
denilmektedir: "Ebû Hanife rahimehullah dedi ki: istiskâda cemaatle
kılınan, sünnet bir namaz yoktur. Ama insanlar teker teker kılarlarsa bu
caizdir. İstiskâ duâ ve istiğfardan ibarettir. Allahu Teâlâ'nın:
"Rabbinizden af dileyin, çünkü o çok bağışlayıcıdır, dedim"[5] meâlindeki
âyet-i kerime buna delildir. Resûlullah (s.a.)'den de namaz kıldığı rivayet
edilmemiştir."
İbnu'l-Hümâm, Hidâye sahibinin bu sözüne "sahih
değil" diye karşı çıkmanın doğru olmayacağını, çünkü yukarıdaki ibarenin
hemen altında imamın iki rekat namaz kılınacağı görüşünde olan Sahibeynin
delilleri olarak Resûlullah (s.a.)'m bayram namazı gibi iki rekat namaz
kıldığının beyan edildiğini söyler. Hidâye sahibinin beyânına göre, İmam-ı
Azam'ın Resûluüah'ın istiskâ namazı kıldığına delâlet eden haberlere itibar
etmeyişinin sebebi şudur: "Hz. Peygamberin birşeyi bazan yapıp bazan terk
etmesi ile o şeyin sünnet oluşu sabit olmaz." Sünnet, Hz. Peygamber'in
devamlı olarak yaptığı şeydir. İmam-ı Azam Resulüllah'ın bazan bu namazı
kıldığını göz önüne alarak, mutlak olarak "yasak" dememiş onun
sünnet olmadığını söylemiştir.
Hanefi kitaplarından bazılarında ise, Ebû Hanife'nin
istiska namazının cemaatle kılınmasının meşru olmadığını söylediği
belirtilmektedir.
Bedâiu's-sanai bu nakli yapanlardandır. Bu kitabta
şöyle denilmektedir:
"İstiska namazına gelince, Ebû Hanife'den yapılan
rivayetin zahirine göre istiskâda namaz yoktur. O duadan ibarettir.
"İstiskâda namaz yoktur"
ifadesinden murad, cemaatle namazdır. Yani istiskâda
cemaatle namaz yoktur, demektir. Ebû Yûsuf dan yapılan şu rivayet, bunu
göstermektedir. Ebû Yûsuf der ki: Ebû Hanife'ye istiskâda namaz var mı? Yoksa o
belli bir duadan mı ibarettir? diye sordum. "Cemaatle namaz yok, fakat
dua ve istiğfardır. Ama eğer tek tek namaz kılarlarsa bunda beis yoktur"
dedi.
Peygamber (s.a.), Hz. Ömer ve Hz, Ali'nin yağmur duasına
çıkıp fakat namaz kılmadıklarını bildiren rivayetler İmam-i Azam'ın görüşüne
delil olarak zikredilir.
Yağmur duası namazının sünnet oluşunu kabul edenlere
göre, bu namazla ilgili bazı esaslar vardır. Buhârî Şârihi Aynî'nin bu konuda
yazdıklarının özeti aşağıdadır:
1. Yağmur
duasında hutbe de vardır ve bu hutbe namazdan önce irad edilir. Bu mesele Yahya
b. Saîd'in rivayetinde zikredildiği gibi Ebû Davud'un Hz. Âişe'den rivayet
ettiği hadisden de anlaşılmaktadır.[6]
Ahmed b. Hanbel'in yaptığı bir rivayette ise, namazın
hutbeden önce olduğu ifâde edilmektedir. Bu zıd rivayetlerin arasını bulmak
için birincisi, cevaza hamledilmiş; müstehab olanın ise, önce namaz kılmak
olduğuna hük-medilmiştir.
2. Yağmur duası
namazı iki rekattir. Bu konuda Ebû Dâvûd, îbn Abbâs (r.anhumâ)'dan bir hadis
rivayet etmiştir. Bu hadiste Efendimizin istis-ka namazını iki rekat kıldığı
bildirilmiştir.[7]
Hattâbî "bu hadis bayram namazlarında olduğu gibi
tekbir getirilmesi gereğine delildir. Şafiî, İbnu'l-Müseyyeb, Ömer b. Abdilaziz
ve Mekhûl bu görüştedir. İmam Mâlik ise, bu namazın, diğer namazlardan farkı
olmadığını, bayram tekbirleri gibi tekbir alınmayacağını söyler"
demektedir. Aynî, Ahmed b. Hanbel'in, bir rivayete göre evvelki görüşte,
Sevrî, Evzâî, İshâk, Hanefîlerden Ebû Yusuf ve Muhammed'in bir rivayete göre de
Ahmed b. Hanbel'in ikinci görüşte olduklarını ilâve eder.
3. İstiskâ,
namazı bayram namazı vaktinde kılınır. Ancak ulemâ bunda müttefik değildir.
İmam Mâlik ve Ebû Sevr'e göre, istiska namazına bayram namazına çıkıldığı gibi
çıkılır. İbnu'l-Münzir ve İbn Abdilberr'in nakillerine göre, İmam Şafiî de bu
görüştedir. Bazılarının nakline göre ise, Şafiî istiska namazı için muayyen bir
vaktin olmadığı görüşündedir. Nevevî, ulemânın çoğunluğunun buna kail olduğunu
söyler.
4. İstiska
namazında da bayram namazlarında olduğu gibi Fatiha'dan sonra Kâf ve İnşikâk ya
da A'Iâ ile Gâşiye sûrelerinin okunması efdaldir.
Bu söylenilen, işin efdal olanıdır. Yoksa başka
sûreler okunarak -hatta Şafiî'ye göre sadece Fatiha ile de- istiska namazı
kılınabilir.
5. İstiska
namazında kıraat cehrî (aşikâre)dir.Tirmizî'nin rivayet ettiği Abdullah b. Zeyd
hadisinde Hz. Peygamber'in açıktan okuduğu bildirilmektedir".
Hanefîlerden Ebû Yûsuf, "Bu konuda duyduğum
hadislerin en güzeline göre yağmur duasında imam iki rekât namaz kıldıracak ve
sûreleri açıktan okuyacaktır. Namazdan sonra kıbleye dönecek, fakat minbere
çıkmadan ayakta duracak, eğri bir şeye dayanacak ve iki hutbe okuyacaktır"
demiştir. Onun "bir hutbe okur" dediği de nakledilir.
İmam Muhammed'e göre namazdan sonra iki hutbe okunur
ve hutbelerin arası birbirinden ayrılır. Bu, aynı zamanda Şafiî'nin görüşüdür.
Buraya kadar söylediklerimizi Aynî'den özetleyerek
naklettik. Hz. Pey-gamber'in yağmur duasında okuduğu duanın metni 1173 no'lu hadiste
gelecektir.[8]
1. Hz.Peygamber,
yağmur duası için boş bir araziye çıkmıştır. Bu, yağmur duasının meşruıyyetını
gösterir.
2. Yağmur
duasında iki rekat namaz kılmak meşrudur. Bu, cumhura göre sünnettir.
3. İstiska
namazında kıraat açıktandır.
4. Yağmur
duasında, ceket, pardesü ve cübbe gibi elbiselerin ters çevrilmesi meşrudur.
Bu çevirişin keyfiyeti ulemâ arasında ihtilaflıdır.
İmam Şafiî'ye göre,
elbisenin yukarısı aşağıya, aşağısı da yukarıya getirilir. Ayrıca sağ tarafı
sol omuza, sol tarafı da sağ omuza koymaya çalışılır.
Hanefilere göre,
elbise dört köşe ise üst kısmı aşağıya getirilir. Müdevver olursa sol taraf sağ
omuza, sağ taraf da sol omuza getirilir.
Elbiseyi ters
çevirmekteki hikmet, şekli değiştirerek, uğur kazanma umududur, denilmiştir.
İbnu'l-Arabî, Muhammed b. Ali'nin elbiseyi ters* çevirmenin kıtlığın değişmesi
için meşru olduğunu söylediğini nakletmiş fakat, Kadı Ebû Bekir bunu kabul
etmeyerek, "Bu kulu ile Rabbi arasında bir işarettir..." demiştir.[9]
1162.
...Abbâd b. Temîm el-Mâzinî'den rivayet edildiğine göre; ashâbdan olan amcasını
şöyle derken işitmiş:
Bir gün Resûluüah
(s.a.) yağmur duasına çıktı. Allah (c,c.)’a duâ eder(ken), insanlara sırtını
çevirerek -Süleyman b. Davud'un dedi(ğine göre), kıbleye döndü- elbisesini ters
çevirdi. Sonra da iki rekat namaz kıldı.[10]
Îbn Ebi
Zi'b(rivayetinde) "Resûlullah bu rekatlarde okudu" dedi. Îbnu's-Serh
de (İbn Ebi Zi'b'in bununla) "açıktan okumayı" kast ettiğini ilâve
etti.[11]
Hadisin senedine
bakıldığı takdirde râvîlerin bazı tabakalarda birden fazla olduğu görülür. Bu
durum, hadisin naklinde bazı farklılıkların ortaya çıkmasına sebeb olmuştur.
Metindeki "kıbleye döndü" cümlesi müellifin şeyhlerinden Süleyman b.
Davud'un rivayetinde olduğu halde, Îbnu's-Serh'in rivayetinde yer almamıştır.
Hadisi îbn Şihâb'dan duyan râvîlerden Yûnus, H'z. Peygamberin istiska
duâsındaki namazda birşey okuduğuna dair hiçbir nakilde bulunmamış: İbn Ebî
Zi'b ise, Efendimizin namazda okuduğunu haber vermiştir. tbnu's-Serh bu
kıraatin cehri olduğunu söylemiştir.
Hadis-i şerifin
Müslim'deki rivayetinde de kıraatten hiç söz edilmemektedir. Geride kalan
kısımda, oradaki ifadelerle, Ebü Dâvûd'daki ifadeler arasında pek fark göze
çarpmamaktadır.
Hz. Peygamber'in dua
ederken sırtını insanlara döndü,meşine sebep kıbleyi önüne alma arzusudur.
Anlaşıldığına göre Efendimizin durduğu yer, cemaatle kıblenin arasına
düşüyordu. Onun için Resûlullah namazda olduğu gibi sırtını cemaate çevirmek
zorunda kaldı. Hadiste "sırtını cemaate verdi" ifâdesinin yanında,
"kıbleye döndü" sözünün zaid olduğu hatıra gelebilir. Ama İbn
Hacer'in beyânına göre, bunlar arasında fark vardır. Sırtım cemaate verdiği
halde, tam kıbleye yönelmemesi bunun için de yönünü biraz daha çevirmiş olması
muhtemeldir. Hz. Peygamberin bu hareketi, duâ esnasında kıbleye karşı durmanın
sünnet olduğunu gösterir.
Metinde de görüldüğü
üzere, bu rivâyetde Fahr-i Kâinat Efendimizin çıktığı bir yağmur duasında
duanın yanı sıra elbisesini ters çevirdiği ve iki rek'at namaz kıldığı haber
verilmektedir. Bu hususlar hakkında bir önceki hadiste yeterli bilgi
verilmiştir. Ancak yukarıdaki rivayette önce namaz daha sonra da dua
zikredilmişti. Burada ise, Efendimizin evvelâ dua edip sonra namaz kıldıkları
beyân edilmektedir. Fakat bu farklılık hadisler arasında bir tezat olduğunu
göstermez. Çünkü Resûlullah'm birden çok yağmur duasına çıkıp her iki
rivayette belirtilen şekilleri uygulamış olması mümkündür.[12]
1. Yağmur
duası sırtın cemaate dönük olmasını gerektirse bile, kıbleye dönmek sünnettir.
2. Yağmur
duasında üste giyilen elbiseyi ters çevirmek meşrudur.
3. Yağmur
duasında iki rekatlik bir namaz kılınır. Bu konu bir öneki hadiste
açıklanmıştır.
4. Yağmur
duası namazında kıraat vardır ve bu cehrî (açıktan)dır.[13]
1163. ...(Muhammed
b. Velîd) ez-Zübeydî, bu (önce geçen) hadisi, Muhammed b. Müslim'den aynı
senedle rivayet etmiş, namazı (Resûlullah'm namaz kıldığını) zikretmemiştir.
(Zübeydî rivayetinde) şöyle dedi:
Resûlullah (s.a.)
ridâsını çevirip, sağ tarafını sol omuzu üzerine, sol tarafını da sağ omuzu
üzerine koydu. Sonra azîz ve celîl olan Allah'a dua etti.[14]
Hadis metninde izaha
muhtaç iki kelime göze çarpmaktadır. 'İtâf: Hattâbî'nin ifâdesine göre, haddi
zâtında ridâ demektir. Aynı mânâya gelen iki kelimenin birbirine izafesi uygun
olmadığı halde, burada da izafenin mevcut olduğu görülmektedir. Buna sebeb
itâf ile ridânın bir yanının kastedilmiş olmasıdır. "İtaf"
kelimesinin izafe edildiği zamirin Resûlullah'a ait olması caiz olduğu gibi,
ridâya râcî olması da caizdir, yukarıya aldığımız izahtan Hattâbî'nin birinci
görüşü benimsediği anlaşılmaktadır.
Atik: Aslında omuz ile
boyun arasındaki kısımdır. Türkçe de bu uzvun ayrı bir ismi olmadığı için,
(omuz) diye terceme edilmiştir.
Bu rivayette elbisenin
ters çevrilmesinin gereğine ilâveten, bu çevirmenin nasıl yapılacağına da
temas edilmektedir. Bu konu, üzerinde durduğumuz babın ilk hadiste
açıklanmıştır. Oraya müracaat edilmelidir.
Bu rivayette namazın
anılmaması, "yağmur duasında namaz yoktur” diyen Ebû Hanife'nin görüşüne
delildir.[15]
1164.
...Abdullah b. Zeyd (r.a.) den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
üzerinde Hamîsa denilen siyah elbisesi olduğu halde yağmur duasına çıktı.
Resûlullah (önce) elbisesinin aşağısını yukarıya koymak istedi. Fakat ağır gelince,
sağ tarafını sol, sol tarafını da sağ omuzu üzerine koydu.[16]
Hamîsa: Kare biçiminde
yün veya başka bir şeyden dokunmuş iki tarafında iki işaret olan bir elbisedir.
Bazıları bunu siyah renkli olarak da kayıtlarlar.
Rivayetten
anlaşıldığına göre, Nebiyy-i Zişan Efendimiz çıkmış olduğu bir yağmur duasında
elbisesini alt üst etmek: yâni, alt ucunu yukarıya, üst ucunu da aşağıya almak
istemiştir. Fakat elbisenin ağır olması dolayısıyla bu iş kendisine zor
gelince, ondan vazgeçmiş bunun yerine sağ tarafı sol omuz üzerine, sol tarafı
da sağ omuz üzerine gelecek şekilde omuzlan üzerine atmıştır.
Diyebiliriz ki, bu
hâdisenin sonucu olarak yağmur duasına çıkıldığında imkân varsa, ceket, cübbe
vs. gibi bedenin ust kısmına giyilen elbiselerin aşağısını yukarı getirmek
suretiyle mümkün değilse, sağı sol solu da sağ omuz üzerine gelebilecek şekilde
çevirmek sünnettir.[17]
1165.
...İshak b. Abdullah b. Kinâne'den; demiştir ki:
Velid b. Utbe
-Osman'ın dediğine göre Velid b. Ukbe- Medine valisi iken, beni Resûlullah
(s.a.)'in yağmur duasında (kıldığı) namazını sormam için İbn Abbâs
(r.anhumâ)'a gönderdi. (Gidib İbn Abbâs'a sordum) o da şöyle dedi:
Resûlullah (s.a.) iş
(eski) elbisesini giymiş, mütevâzı bir vaziyette tezarru içinde musallaya
kadar geldi. -Osman, "Minberin üzerine çıktı" cümlesini ilâve etti-
sizin şu hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fakat dua, tazarru ve tekbire devam
etti. Sonra bayramda kıldığı gibi iki rekat namaz kıldı.[18]
Ebû Dâvûd dedi ki:
Seneddeki (İshâk b. Abdullah'ın söylediği) ifâdesi, NufeylVye aittir. Doğrusu
îbn Ukbe değil, İbn Utbe’dir.[19]
Bu hadis hakkında
Tirmizî, "hasen-sahih" demektedir.Müellif Ebû Dâvûd bu hadisi iki
ayrı üstaddan dinlemiştir. Bunlar Nüfeylî ve Osman b. Ebî Şeybe'dir.
Râvî Hişâm b. İshak'ı İbn
Abbâs'a gönderen Medine valisinin adım Osman b. Ebî Şeybe, Velid b. Utbe;
Nüfeylî ise'Velîd b. Ukbe olarak haber vermiştir. Rivayetin sonundaki talikte
Ebû Dâvûd bunlardan birincisini doğru bulduğunu belirtmiştir.
Metinde bir farklılık
daha göze çarpmaktadır: Osman b. Ebî Şeybe'nin rivayetinde, Hz. Peygamber'in
musallaya vardıktan sonra minbere çıktığı bildirildiği halde, Nüfeylî'nin
haberinde bu ifâde yer almamıştır. Hadisin geri kalan kısmında râvîlerin
müttefik oldukları anlaşılmaktadır.
Rivayette bahsedilen
hadise, İbn Cerîr'in Târihü'I-İmeın ve'1-Mülûk adındaki eserinde belirttiğine
göre, Hicrî 58 tarihinde vuku bulmuştur. Muâviye bu sene, Mervân'ı Medine
valiliğinden alıp yerine Velid b. Utbe'yi tayin etmiştir.
İbn Abbâs'ın
bildirdiğine göre, Hz.Peygamber yağmur duasına giderken eski elbiselerini
giymiş, gayet mütevâzi Cenab-ı Hakk'a devamlı yalvaran bir vaziyet almış, her
haliyle kulun Allah'a karşı olan acz ve ihtiyâcını göstermek istemiştir. Gerçi
Resûlullah hayatının her safhasında mütevazı idi. Rabbine karşı olan fakrini
ifâde ederdi. Fakat müslümanların içine düştükleri kıtlık ve kuraklık
felâketinden çıkmalarına sebeb olarak rahmetin inmesini istemek için Allah'ın
huzuruna çıkarken kendisine müstağni havası vermemiş aksine muhtaç olduğunu her
haliyle ortaya koymuştur.
Gayr-i müslim garb
kaynaklara dayanarak, İslâmî kültüre kat'iyyen değer vermeyen, pozitif
ilimlerin tesirinde kalarak yağmurun oluşmasındaki tabiat olaylarını göz önüne
alıp yağmur duâsıyla istihza edenler çıkabilir. Tabiî bu, Allah'ı bilmemenin,
onun gücünü takdir edememenin, hatta tabiat kanunlarını koyanın O olduğundan
gafil bulunmanın dolayısıyle duâ mefhumundan habersiz olmanın sonucudur.
Mevzumuz, Allah'ın varlığını isbat veya duanın lüzumunu isbat olmadığı için bu
mesele üzerinde durmuyoruz.
Haberde Hz.
Peygamberin hitâbda bulunmadığı, bunun yerine bol bol duâ edip yalvardığı,
Rabbine nazlanıp ondan niyazda bulunduğu, arkasından da kendisinden hacet
istenilen varlığın büyüklüğüne işâreten tekbir getirdiği bildirilmektedir.
Yine haberin devamında fahr-i kâinat Efendimizin aynen bayram namazı gibi iki
rekat namaz kıldırdığı bildirilmektedir.
Şâfiîler bu ifadeyi
gözönüne alarak istiska namazında da bayram namazında olduğu gibi yedisi
birinci, beşi de ikinci rekatte olmak üzere on iki defa tekbir alınacağını
söylemişlerdir.
İstiska namazını meşru
gören diğer âlimlere göre, bu namazda tekbir yoktur. Burada istiska namazının
bayram namazına benzetilmesi, rekat adedi ve kıraatinin aşikâre olması
yönündendir.
Şâfiîlerin görüşünü
takviye eden, Hâkim ve Dârekutnî'nin rivayetini de cumhur zayıf addetmişler ve
delil olmayacağına hükmetmişlerdir. Delilleri Muhammed b. Abdilaziz'în metruk
oluşudur.
Yukarıda haber
metninin istiska (yağmur duasm)da hutbenin olmadığına delâlet ettiğini
söylemiştik. Ancak bu konu ihtilaflıdır. İmam-ı Azam hutbenin, cemaatle namaza
bağlı olduğunu söyleyerek yağmur duasında hutbe olmadığını söyler. İmam-ı
Azam'a göre yağmur duasında namazın mesnûn olmadığına daha önce temas
edilmişti.
İmam Muhammed'e göre
bu namazda iki hutbe vardır ve aralarında oturulur. Ebû Yûsuf'a göre imam bir
tek hutbe okur.
Bu hutbenin yeri de
ihtilâfa konu olan meselelerdendir. İbn Hacer Fethu'I-Bârî'de Abdullah b. Zeyd
hadisinin şerhinde şöyle der: "Bununla yağmur duasında hutbenin namazdan
önce olduğuna delil getirilmiştir. Âişe ve İbn Abbâs hadislerinin gereği de
budur. Fakat Ahmed b. Hanbel'in Abdullah b. Zeyd'den yaptığı rivayette
Resülullah'ın hutbeden önce namaza başladığı açıkça ifade edilmişti. Ebû
Hiıreyre'nîn İbn Mâce'deki hadisi de böyledir. Orada Ebû Hüreyre,
"Resûlullah bize ezansız ve kametsiz iki rekat namaz kıldırdı"
demiştir. Mâlikî ve Şâfiîler, ikinciyi (hutbenin namazdan sonra olduğunu)
tercih etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in de aynı görüşte olduğu nakledilir."
Hanefîlere göre önce
namaz kılınır sonra insanlara doğru dönülüp hutbe okunur. Hutbe bitince de
imam sırtı insanlara, yönü kıble istikametine gelecek şekilde durur ve istiska
duasını yapar. Bu esnada cemaat oturmuş ve yönlerini kıbleye dönmüşlerdir. Tabiî
söylediklerimiz, Ebû Yusuf ve Muhammed'in görüşlerine göredir. Çünkü İmam-ı
Azam'a göre yağmur duasında ne hutbe ne de namaz vardır.[20]
1. Yağmur
duasına çıkarken eski elbiseler giyilip açındırır bir vazıyet alınmalıdır.
2. Bol bol dua
ve tazarru' da bulunulmalı, tekbir getirilmelidir.
3. İki rekat
namaz kılınmalı ve bu namazda kıraat cehrî olmalıdır.[21]
1166. ...Abdullah
b. Zeyd (r.a.)'in haber verdiğine göre; Resûlullah (s.a.) yağmur duası için
musallaya çıktı, duâ etmek isteyince kıbleye döndü sonra da ridâsım ters
çevirdi.[23]
1167.
...Abdullah b. Zeyd el-Mâzinî şöyle der: Resûlullah (s.a.) musallaya çıkıp
yağmur duası yaptı. Kıbleye döndüğü zaman ridâ (cübbe)sini ters çevirdi.[24]
Hadis-i şerifin
Buhârî'deki rivayetinde, "Nebî(s.a.)yağmur duası yapıp elbisesini ters
çevirdi" denilmektedir. İbn Hacer bu rivayetin zahirinin cübbeyi
çevirmenin istiskâ bittikten sonra olmasını gerektirdiğini fakat durumun böyle
olmayıp cübbenin istiskâ esnasıda ters çevrileceğini söyler.
Üzerinde durduğumuz
babın hadislerine ilâveten Müslim'in Ebû Bekir b. Muhammed ve Abbâd'dan yaptığı
rivayetlerde cübbenin duâ için kıbleye dönüldüğü esnada çevrileceğine delâlet
etmektedirler.
Bu konuda ulema
arasında vârid önemli bir ihtilâf nakledilmemiştir. Bedâi'de Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre cübbenin hutbeden bir miktar geçtikten sonra çevrileceği beyân
edilmiş, sonra da yukarıda işaret ettiğimiz hadisler hatırlatılarak sahibeynin
görüşüne itiraz edilmiştir.
Elbisenin nasıl
çevrileceğine dair daha önce bilgi verilmiştir.[25]
1168. ...Benû
Âbî'l-Lahm'ın azadlısı Umeyr[26]'den;
Resûlullah (s.a.)'i Ahcaru'z-zeyt'de Zevrâ'ya yakın bir yerde ayakta durarak
ellerini başına kadar yükseltmeden yüzüne doğru kaldırmış bir vaziyette yağmur
için dua ederken gördüğü rivayet edilmiştir.[27]
= Ahcâru'z-zeyt,
Ya'kût'un a bildirdiğine göre Medine'de
Zevrâ yakınında bir yerin adıdır. Resûlullah (s.a.) yağmur duası için buraya
çıkardı.
Kaarî "bu mahalle
"Ahcâru'z-zeyt (zeytinyağlı taşlık)" denmesine sebep bu taşların
zeytin yağıyla cilalanmış gibi siyah olmalarıdır" der.
Zevrâ: Medine
çarşısında Mescid-i Nebevî'ye yakın bir mevkiin adıdır.
Bu hadisin ilk
râvisinde ihtilâf edilmiştir. Görüldüğü gibi Ebû Dâvûd'-un rivayetinde bu zâtın
Âbi'l-Lahm'in azatlısı Umeyr olduğu ifade edilmiştir. Ahmed b. HanbeTin iki
ayrı senedle yaptığı rivayetler ve Hâkim'in tahrici Ebû Dâvûd'unkinden farklı
değildir. Nesâî ve Tirmizî'nin Kuteybe'den aldıkları rivayette de Umeyr'in
yanına Efendim âbi'1-Lahm ismi de eklenmiştir. Bu rivayetlere göre, Hz.
Peygamber'in yağmur duasını görüp aktaran Ebû Davud'un dediği gibi
Âbi'l-Lahm'in azatlısı Umeyr değil, bizzat Abi'I-Lahm'in kendisidir. Umeyr hadiseyi
Efendisinden duyup nakletmiştir. Tirmizî hadisi verdikten sonra "Kuteybe,
bu hadisin rivayetinde (Âbi'l-Lahm'den) dedi. Bu zatın Hz. Peygamber'den bundan
başka hadis naklettiğini bilmiyoruz..." der.[28]
İbn Hacer de
Tehzîb'ut-Tehzîb'de âbi'l-Lahm'in hal tercemesini verirken, "Onun
Resûlullah'dan istiskâ bahsinde rivayet ettiği tek hadis vardır. Ondan da
mevlâsı Umeyr nakletmiştir" demiştir.
Hadis-i şerifde yağmur
duasında elleri kaldırmanın meşru olduğuna işaret vardır. Bu duadaki el
kaldırmanın şekline dair tafsilat 1171 numaralı hadisin açıklamasında
gelecektir.[29]
1169.
...Câbir b. Abdillah (r.a.)'den; demiştir ki:
Nebiyyi zîşan (s.a.)'a
ağlayan kadınlar geldiler (başlarına gelen kuraklığın sona ermesi için duâ
etmesini istediler). Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.):
"Allah'ım! Bize
yardım eden, bereketli otu bol, zararlı değil yararlı, vadeli değil acele
yağmur ihsan et" diye duâ etti. Akabinde gökyüzü kat kat oldu (bulutlarla
doldu).[30]
"Ağlayan kadınlar" diye
terceme ettiğimiz kelimesini,
"ağlayan nefisler" şeklinde anlamak da mümkündür.
Bu kelime Hattâbî
nüshasında Resûlullah'ı ellerine dayanmış (ya da onları uzatmış) bir halde
gördüm" şeklinde sabit olmuştu. Bezlu'I-Mechud sahibi hadisin Mesâbîh ve
Mirkât'ta da aynı şekilde vârid olduğunu ve şerhinde Aliyyu'l-Kaarî'nin de bunu
ikrar ettiğini bildirir..
Nevevî ise, Hattâbî'de
vârid olan şeklin sahih olmadığını zaten bu şekli ile açık bir mânânın
anlaşılamayacağım söyler.
Beyhakî'nin yaptığı
rivayet, bunların hepsinden farklıdır.Orada kelimesinin yerinde
(nevazil-zayıflar) kelimesi yer almıştır.
Görüldüğü gibi hadis-i
şerifin konu ile pek alâkası yok. Çünkü konu yağmur duası esnasında elleri
kaldırmakla ilgili olduğu halde, bu haberde o mevzua dair hiçbir işaret görülmüyor.
Müillifin, bu rivayeti niçin bu bab-da zikrettiği anlaşılamamıştır.
Bu rivayet içinde Hz.
Peygamber'in yağmur istemeden önce namaz kıldığına dair bir iz bulunmadığı
için yağmur duasında mesnun bir namaz yoktur diyen Ebû Hanife'nin görüşüne
delil gösterilir.
Hattâbî bu anlayışa
karşı çıkarak, Ebü Dâvûd'da daha önce geçen ve yağmur duasında namazın
mevcudiyetini bildiren hadisleri hatırlatmış, üzerinde durduğumuz rivayeti de
şu şekilde te'vil etmiştir.
"Resûlullah (s.a)
kendisine yağmur isteyenler geldiğinde namaza durmak üzere idi. Namazı
kıldıktan sonra hutbesi esnasında yağmur içinde duâ etmiş böylece önceden
kılmaya hazırlandığı namaz ve hutbe ile iktifa etmiş, istiskâ için yeniden
namaz kılmaya lüzum görmemişti. Bu tavafı bitirip de farz namaza rastlayan ve
farzı kılan kişiye benzer. Çünkü onun artık tavaf namazı kılmasına lüzum
kalmaz."
İstiska namazı
konusunda daha önce bilgi verildiği için burada tekrar, Ebû Hanife'nin
delillerine yeniden dönmekte fayda görmüyoruz.[31]
1. İstiska
duası meşrudur.
2. Özellikle
ihtiyaç zamanında tebeanın başkana baş vurup yardımını istemesi caizdir.
3. Hz.
Peygamberin ümmetine karşı olan şefkati büyüktür ve Allah katındaki mevkii
yücedir.
4. Allah'ın
rahmeti geniştir.[32]
1170.
...Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) istiskanın
haricindeki hiçbir duada ellerini kaldırmazdı. (İstiskâda ise) koltuklarının
beyazı görününceye kadar (ellerini) kaldırırdı.[33]
Hz. Enes'in
"Resûlullah yağmur duasından başka dualarda elini kaldırmazdı"
sözünün manası, el kaldırmayı temelden inkâr değil, mübalağanın olmayışına
işarettir. Yani Hz.peygamber, yağmur duasında ellerini, başka dualarda
kaldırdığından daha çok kaldırır. Rivayetin devamındaki "kolluklarının
beyazlığı görününceye kadar" ifâdesi de bunu gösterir. Zira Hz.
Peygamber'in sair dualarda ellerini kaldırdığını bildiren birçok hadis vardır.
Münzirî bu konuda müstakil bir risale tasnif etmiş, Nevevî de "bu konuda
azımsanmayacak kadar çok rivayet var, ben bunlardan otuz tanesini topladım"
demiştir.
Resûlullah'ın dua
ederken ellerini kaldırdığını bildiren hadislerden birkaçının meallerini
buraya alıyoruz:
1. Ebû
Hüreyre haber verdi ki: "Tufeyl b. Amr, Hz, Peygamberdin hu* zuruna gelip
"Devs isyan etti, onun için Allah'a beddua et" dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber kıbleye döndü, ellerini kaldırdı ve, "Allah'ım! Devs'e
hidâyet ver" dedi. Buhârî, (Edebu'I-Müfred).
2. Hz. Ömer
(r.a.)'den rivayet edildi. Der ki: "Resûlullah (s.a.)'e vahy geldiği zaman
yüzünün yanında arı vızıltısı gibi sesler duyulurdu. Birgün Cenab-ı Hak
kendisine (bir âyet) inzal buyurdu ve vızıltıyı ondan giderdi. Bunun üzerine
efendimiz kıbleye dönüp ellerini kaldırdı ve dua etti." (Tirmizî).
3. Üsâme
(r.a.) şöyle der: "Arafat'ta Resûlullah (s.a.)'ın terkisinde idim.Ellerini
kaldırarak duâ ediyordu" (Nesaî).
Duâ esnasında ellerin
kaldırılacağını gösteren hadislerin çokluğuna rağmen, imam Buhârî'den başka
hiç birisi bu konuda bir başlık atıp da ilgili hadisleri bir araya
getirmemiştir.
İstiskânın dışındaki dualarda
ellerin kaldınlmayacağı intibaını veren bu hadisle buna muhalif olarak yukarıda
naklettiğimiz hadislerin arasını birleştirmek sadedinde, açıklamamızın başına
aldığımız te'vile ilâveten şu da söylenebilir: Enes hadisinde elleri
kaldırmanın inkâr edilmesinden maksat, el kaldırmanın özelliğini inkârdır.
Çünkü yağmur duası yapılırken ellerin fazlaca kaldırılması yanında avuç içleri
yere doğru tutulur. Aşağıda gelecek olan hadis bunu ifade etmektedir. Diğer
namazlarda ise, avuçlar semâya doğru tutulur. İşte Enes (r.a.)'m bildirdiği
farklılık budur.[34]
Hadis-i şerif, yağmur
duası yaparken karşıda duran birinin koltuklarını göreceği miktarda ellen
kaldırmanın meşru olduğuna delildir. Burada Hz. Peygamber (s.a.)'in koltuklarının
beyazının görüldüğü ifâde edilmektedir. Bu beyazlık, Fahr-i Kâinât'ın özelliklerinden
birisidir. Çünkü şâir insanların koltuk altları beyaz değil, kıllı ve değişik
renkli olur.[35]
1171.
...Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre (demiş ki);
Resûlullah (s.a.)
şöyle yağmur duası yapardı. (Yani) ellerini ben koltuklarının beyazını
görünceye kadar uzatır, kaldırır avuçlarım yere doğru tutardı.[36]
Enes (r.a.) Hz.
Peygamberdin yağmur duası yaparken ellerini nasıl kaldırdığını önce fiilen
tatbik etmiş sonra da bunu tefsir sadedinde lisanen ifâde etmiştir.
Bu rivayette
öncekilerden farklı olarak Hz. Resûl'ün duâ esnasında ellerinin içini yere
doğru tuttuğu ifâde edilmektedir. Efendimizin böyle yapmasının sebebi uğur getirme
umududur. Sanki o bulutların yağmurla yüklü taraflarını yer yüzüne çevirip
içindekileri boşaltmasını istemedir.
Bazı âlimler kıtlık
gibi bir felâketin defi için yapılan dualarda avuçlarını aşağıya doğru; bir
hayır istenildiğinde de semâya doğru tutulmasının sünnet olduğunu söylerler.
Duâ babında gelecek olan "Allah'dan bir şey istediğiniz zaman avucunuzun
içi ile isteyeniz, sırtı ile istemeyiniz"[37] mealindeki
hadis de buna işaret etmektedir. " = Korku ve rağbet hallerinde bize dua
ederler"[38] âyetini istek zamanında
avuçların içi, korku esnasında da dışı semâya doğru tutulur, diye tefsir
edenler olmuştur.
Nevevî, ulemânın
çoğunun, bir belâyı def için yapılan dualarda avuçların içinin yere; hayırlı
bir şeyi taleb için yapılanlarda da semaya doğru tutulmasının sünnet olduğunu
söylediklerini bildirir. Yukarıda mealini verdiğimiz hadisten başka şu hadis de
söylenilenleri te'yid etmektedir: "Peygamber (s.a.) bir şey istediği zaman
avuçlarının içini, bir şeyden Allah'a sığındığı zaman da dışını gökyüzüne çevirirdi."[39]
1172.
...Muhammed b. İbrahim şöyle der:
Birisi Resûlullah
(s.a.)'i Ahcâru'z-zeyt'te avuçlarını yayarak duâ" ettiğini gördüğünü bana
haber verdi.[40]
Ahcâru'z-zeyt hakkında
1168 no'lu hadisin açıklamasında bilgi verilmiştir.
Muhammed b. İbrahim'in
adını vermediği zat, Takrîb ve Tehzîbü't-Tehzîb'de ifâde edildiğine göre,
Âbi'l-Lahm'ın azatlısı Umeyr'dir.
Bu rivayette Hz.
Peygamber'in duâ ederken avuçlarını yaydığı bildirilmektedir. Bundan maksat,
avuçların açık olarak semâya doğru kaldırılmasıdır. Bu yağmur duasında
avuçları yere doğru tutmanın caiz olduğu gibi semâya doğru tutmanın da caiz
olduğunu gösterir.[41]
1173.
...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki:
İnsanlar Resûlullah
(s.a.)'a kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun üzerine Efendimiz, bir minber
konulmasını emretti ve musallaya kendisi için bir minber konuldu. Yağmur
duasına çıkacağı günü ahaliye bildirdi. (Kararlaştırılan gün gelince) Peygamber
(s.a.) güneşin kaşı (ilk ışınları) görününce gidib minberin üzerine çıktı.
Tekbir aldı. Allah azze ve celleye hamdetti, sonra;
"Siz
memleketinizin kuraklığından ve yağmurun ilk zamanından geciktiğinden şikâyet
ettiniz. Halbuki Allah azze ve Celle size, kendisine duâ etmenizi emretti ve
duanızı kabul edeceğini vâdetti" buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:
"Hamd âlemlerin
rabbi, rahim ve rahman, kıyamet gününün tek hâkimi olan Allah'a mahsustur.
Allah'tan başka ilâh yoktur. O dilediğini yapar.
"Ey Rabbim! Sen
Allansın, senden başka ilâh yok. Sen zenginsin biz muhtacız, bize yağmur
indir. İndirdiğini bize kuvvet ve bir zamana[42]
ulaştıracak azık kıl.”
Sonra Resûlullah
(s.a.) ellerini kaldırdı, bu kaldırışa koltuklarının beyazı görününceye kadar
devam etti. Bilâhere sırtını cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları
yaparken elleri hâlâ kalkıktı. Daha sonra insanlara doğru döndü, minberden inip
iki rekat namaz kıldırdı. Hemen akabinde Allah bir bulut meydana getirdi bunun
peşinden gök gürledi, şimşek çaktı, sonra Allah'ın izni ile yağmur yağdı. Peygamber
(yollardan) seller akmcaya kadar mescidine gelmedi. İnsanların (yağmurdan
korunmak için) kuytuya koştuğunu görünce azı dişleri görünceye kadar güldü ve
şöyle buyurdu:
"Şehâdet ederim
ki Allah, herşeye kadirdir, ben de Allah'ın kulu ve resulüyüm."[43]
Ebû Dâvûddedi ki: Bu, isnadı
güzel, garib bir hadistir. Medineliler
okurlar. Bu hadis onlar için bir hüccettir.[44]
Hadisten anladığımıza
göre yağmur yağmaması sebebiyle bir kıtlık baş göstermiş, bunun üzerine bazı
kimseler Resûlullah'a gelerek durumlarını arz etmişler, duâ etmesini
istemişler. Efendimiz bu taleb karşısında Cenab-ı Allah'ın kullarına
istemelerini emredip dualarını kabul edeceğine dair olan va'dini yani " =
bana duâ ediniz karşılık vereyim" âyet-i kerimesini hatırlatmış, bir gün
tâyin ederek, o günde kırdaki musallaya çıkılmasını emretmiş ve o muayyen gün
gelince güneş doğarken gidib oraya çıkarılmış olan minbere çıkıp hitabede
bulunmuş, dua etmiş ve namaz kılmıştır. Bu ameliyelerin akabinde de Cenab-ı Hak
duaları kabul buyurmuş ve rahmetini indirmiştir.
Hadisin bir özeti
olarak aktardığımız bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, bu hadis yağmur
duasına ait bazı hükümler ihtiva etmektedir. Bunlar:
1. Hz.
Peygamber'in minberin çıkarılmasını emrettiği ve bu emre ittibaen minberin
çıkarıldığı bildirilmektedir. Bu, yağmur duasında açıktaki musallaya minber
çıkarmanın müstehab olmasını gerektirir. Hanefî fakihleri bunun müstehab
oluşunu kabul etmemektedirler. Bedâîu's-Sanaî'de şöyle deniliyor:
'*Yağmur duasında
minber çıkarılmaz ve duâ yerinde minber olsa bile üzerine çıkılmaz. Çünkü bu
sünnete aykırıdır. Mervân b. Hakem'i bayram
namazında minberi
çıkardığı için cemaatin ayıplaması ve bunu sünnete muhalefet olarak
nitelendirmesi bilinmektedir."
Yine Hanefîler derler
ki, Bayram namazı için bile minberin musallaya götürülmesi sünnete aykırı
olduğuna göre, istiskâ için öncelikle çıkarılamaz. Çünkü istiska gösteriş veya
sürura alâmet olan şeylerin değil, tevazu ve fakra delâlet eden hareketlerin
yapılması gereken bir haldir. Hz. Peygamberin bayram için en güzel elbiselerini
giydiği halde, istiska için günlük elbisesini giymesi bunun en güzel misalidir.
Minberin
çıkartılmasının meşru oluşuna delâlet eden üzerinde durduğumuz hadis için de
Hanefîler Ebû Davud'un "garib" dediğini hatırlatarak delil olmaya
elverişli olmadığını söylerler. Buhârî'nin Sahih'ine aldığı şu rivayeti de
kendilerine delil alırlar: "Ebû İshak'dan rivayet ediliyor, der ki:
"Abdullah b. Zeyd el-En sâri, Berâ' b. el-Âzib ve Zeyd b.Erkam ile
birlikte yağmur duasına çıktı. Zeyd minber olmadan ayaklan üzerine doğruldu, istiğfar
etti, iki rekat namaz kıldı..."
2. Hadiste
Fahr-i Kâinât'ın sabahleyin güneş doğarken duâ için sahraya çıktığı
bildiriliyor. Bu da yağmur duası için müstehab olan vaktin bu vakit1"
olduğuna delâlet eder. Zahire göre Hz. Peygamber istiska namazını, bayram
namazı vaktinde kılmıştır. Ancak bu konuda değişik görüşler vardır. Kimi
işaret edildiği gibi, bayram namazı vaktinde kılınacağını söylerken, kimi de
bayram namazı vakti başlayıp ikindiye kadar kılınabileceğini söylerler.
Bazıları da istiska
için muayyen bir vakit olmadığım, mekruh vakitler dışında her an yapılabileceği
görüşündedirler. Nevevî ve Askâlânî bunu tercih ederler. Zaten cumhurun
mezhebi de budur.
3. Hz.
Peygamberin duadan önce bir hutbe irad ettiğini anlıyoruz. AIiyyü'l-Kaarî,
Mâlik, Şafiî ve Ahmed'in ashabı yanında muhtar olan
kavline göre namazdan
sonra iki hutbe okumanın ve bunlara istiğfar ile başlamanın sünnet olduğu
görüşünde olduklarım söyler.
Ebû Hanîfe ve Ahmed'in
zayıf kavline göre, yağmur duasında hutbe yoktur. Bu dau ve istiğfardan
ibarettir. Hanefîlerden Muhammed'e göre iki, Ebu Yusuf'a göre de bir hutbe
olduğunu daha önce kaydetmiştik. Hidâye'-de, "Sonra o Muhammed'e göre
bayram hutbesi gibidir" denilirken, îbnu'l-Humâm Fethu'l-Kadîr'de şunları
söyler: "Yani iki hutbe vardır, bunların arası bir celse ile ayrılır. Ebû
Yûsuf'a göre hutbe tektir. Rivayet edilen hadislerde Muhammed'in görüşüne
uygun düşecek şekilde iki hutbe olduğuna açıkça delâlet eden bir şey
yoktur."
3. Hz.
Peygamber'in istiskâ hutbesine tekbir ve hamd ile başladığı anlaşılıyor. İmam
Şâfiî'in el-Ümm'deki şu ifâdesi bunu
tercih ettiğini gösterir: "İmam yağmur duasında Bayram hutbesinde olduğu
gibi iki defa hutbe okur. Bunlar da tekbir getirir, Allah'a hamd eder ve
Resûlullah'a salevât getirir. Ayrıca bu hutbelerde bol bol istiğfarda
bulunur.*' Hanbelîlerin görüşü de aynen böyledir.
Mâlikîlere ve
Şâfiîlerin çoğunluğuna göre istiskâ hutbesine tekbirle değil, istiğfarla
başlanır ve arasında çokça istiğfar getirilir. Fakat bu görüşün dayanağının ne
olduğunu bilmiyoruz.
Hanefîlerden hutbeyi
meşru görenlere göre istiskâ hutbesine hamd ile başlanır. Bunlar, konuşmaya
hamd ile başlamayı teşvik eden hadislere dayanmış olsalar gerek.
4. Resûlullah
(s.a.) hutbeden sonra dua etmiş daha sonra inip namaz kılmıştır. Bu namazın
hutbeden sonra olmasını gerektirir. İbnu'l-Münzir aynı görüşü, Ömer b.
el-Hattâb'danel-Abderîde Ömer b. Abdülazîz’den naklet-mistir.
Mâliki, Şafiî ve
Hanbelîlerle, Hanefîlerden hutbeyi meşru görenlere göre hutbe, namazdan sonradır.
Cumhurun görüşü budur. Deli'leri İbn Mâce ve Ahmed b. HanbePin Ebû Hureyre'den
rivayet ettikleri, "Birgün Allah'ın Resulü yağmur duasına çıktı. Bize
ezansız ve kâmetsiz iki rekat namaz kıldırdı. Sonra bize hitabetti ve Allah'a
dua etti," şeklindeki haberle, yine Ahmed b. HanbePin Abdullah b. Zeyd'den
rivayet ettiği şu haberdir: "Hz. Peygamber musallaya yağmur duasına çıktı.
Kıbleye dönünce cübbesini ters çevirdi. Önce namaz kıldırıp sonra hutbe okudu.
Sonra da kıbleye dönüp duâ etti."
Namazın hutbeden önce
veya sonra olması hallerinin her ikisi de caizdir. Onun için hadisler arasında
bir ihtilâfın olduğu söylenemez. Farklı görüşler, efdalin tayini yönündendir.
Nevevî, "Ashabımız (Şâfiiler) hutbenin namazdan önce okunması halinde de
her ikisinin sahih olduğunu söylerler. Fakat efdal olanı bayramda olduğu gibi
hutbenin namazdan sonraya bırakılmasıdır" der.[45]
1. Bir
felâket anında halkın, kavmin büyüğüne
müracaatı meşrudur.
2. İmamın cemaati
toplayıp yağmur duası için kıra çıkarması caizdir.
3. Yağmur
duasına güneş doğarken çıkmak müstehabtır.
4. îstiskâda
yüksekçe bir mahalde hitabede bulunmak müstehab'ttr.
5. Hutbeye,
tekbir ve hamd ile başlamak müstehabtır.
6. Okunan
hutbelerin zamana ve zemine göre seçilmesi, hitabeye sebeb olan konuya uygun
olması gerekir.
7. İstiskâ
hutbesinde, hamdin tekrarlanması caizdir.
8. Duanın
kabulü umudunun daha fazla olması için, yağmur duasında imam olan, hutbe okuyup
duâ eden kişinin zühd ve takva sahibi sâlihlerden olması gerekir.
9. Hatibin
hutbe okurken cemaate dönmesi müstehabtır.
10. Yağmur
duasında ellerin diğer dualardan daha fazla kaldırması müstehabtır.
11. Duadan
sonra imamın sırtını cemaate dönmesi caizdir.
12. Hutbenin
namazdan önce okunması caizdir.
Bu bölümde
yazdıklarımızın tümü müttefekün aleyh değildir, ihtilaflı noktalara yukarıda
işaret edilmiştir.[46]
1174. ...Enes
(r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında Medine'lilere kıtlık isabet etti. Efendimiz bir cuma günü bize hutbe
irad ederken aniden bir adam kılkıp:
Yâ Resülallah! Beygir
sürüleri, koyunlar helak oldu. Bize yağmur yağdırması için Allah'a dua ediver,
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ellerini uzattı (kaldırdı) ve duâ etti.
-Enes (devamla) dedi ki:-(O esnada) gökyüzü cam gibi (parlak) idi. Bir rüzgâr
esti, bir bulut meydana getirdi. Sonra bulutlar bir araya toplandı ve semâ
ağzını açıverdi. (Yağdırdıkça yağdırdı). Biz (mescitten) çıktık evlerimize
gelinceye kadar suyun içinde yürüdük. Sonraki cumaya kadar yağmur yağmaya
devam etti. Bu sefer yine aynı adam veya bir başkası kalkıp; - Yâ Resûlullah!
Evler yıkıldı. Allah'a dua ediversen de yağmuru durdursa, dedi, Efendimiz
gülümsedi, sonra; "üstümüze değil, etrafımıza" dedi. Akabinde
bulutlara baktım, sanki bir tâç gibi Medine'nin etrafına doğru yayılıyordu.[47]
Hz. Peygamber'e gelip
de yağmur için duâ etmesini isteyen zâtın ismi burada açıklanmamıştır. Şevkânî,
diyor ki; "Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki işarete göre bu kişinin Ka'b
b. Mürre olması gerekir. Fakat Beyhakî’deki ınürsel bir rivayet onun, Hârice
b. Hisn b. Huzeyfe b. Bedr el-Fezârî olduğuna işaret ediyor. Bazıları da Ebû
Süfyân b. Harb olduğunu söylüyorlar. Ama Fetiıu'l-Bârî'de buna pek itibar
edilmiyor. Çünkü, onun geldiği hâdise başkadır, deniliyor."
İbn Hacer ise, bu
zâtın ismine vâkıf olamadığını, ancak "Ya Resûlullah!.." diye hitâb
etmesine bakılınca müslüman birinin olması gerektiğini söylüyor. İbn Hacer'in
bu ifadeleri de o adamın Ebû Süfyân olmadığına işaret ediyor. Çünkü Ebû Süfyân
yukarıda beyân edilen hadiseden sonra müslüman olmuştur.
Hadis-i şerifte,
anlaşılması açısından izaha muhtaç bir taraf yok. Yalnız hüküm yönünden
öncekilerden farklı olarak şunu söyleyebiliriz: Hz. Peygamber yağmur yağması
için mescitte dua etmiştir. Musallaya çıkmamıştır. Bu yağmur duası için mutlaka
açık bir alana çıkmanın şart olmadığım, camide ve namazlardan sonra da yağmur
için duâ etmenin meşru olduğunu gösterir. Yine bu hadis yağmurun yağması için
olduğu gibi dinmesi için de duâ etmenin cevazına delildir.[48]
1175.
...Şerîk b. Abdullah b. Ebî Nemir, Enes (r.a.)'i (bir önceki) Abdülaziz
hadisinin benzerini söylerken işittiğini bildirdi. (Farklı olarak Şerîk) şöyle
dedi; Resûlullah (s.a.) ellerini yüzünün hizasına kadar kaldırıp; "Ey Allah'ım!...
Bize yağmur yağdır..." diye dua etti. Şerîk (bundan sonra) Abdülazîz
hadisinin benzerini nakletti.[49]
Müellifin bu rivayeti
kitabına almaktaki maksadı, rivayetler arasındaki farka işaret etmektir.Hadislerin
terceıneleri karşılaştırılınca görüleceği üzere aradaki fark, bir noktaya
inhisar etmektedir. Önceki rivayette, Hz. Peygamberin, ellerini uzatıp dua
ettiği bildirilirken, burada Efendimizin elerini yüzü hizasına kadar kaldırıp;
"Allah'ım, bize yağmur indir" diye dua ettiği ifâde edilmektedir.
Müellif, işte bu farka işaret etmek için üzerinde durduğumuz rivayeti kitabına
almıştır.[50]
1176. ...Amr
b. Şuayb babası (Şuayb) vasıtasıyla dedesi (Abdullah b. Amr b. el-As)'ın şöyle
dediğini haber verdi:
Resûlullah (s.a.)
yağmur duası yaptığı zaman: "Ya Rabbi! Kullarını ve hayvanlarım sula
(yağmur ver), rahmetini yay ve ölü memleketini ihya et" derdi.[51] Bu
lâfız (râvî) Mâlik'in rivayetidir.[52]
Bu rivayette, Hz.
Peygamberin namaz kıldığına ve hutbe irad ettiğine dair hiçbir işarette
bulunmadan sadece duâ ettiği bildirilmektedir. Halbuki önceki rivayetlerde
duanın yanında namaz ve hutbeden de bahsedilmektedir. Ancak bu hadisler
arasında bir tezat bulunduğu zannına düşülmemelidir. Çünkü Hz. Peygamber'in
birçok defalar yağmur duasında bulunduğu ve her birisinde değişik uygulamaları
olduğu bir vakıadır. Onun için âlimler istiskâyı üç mertebede, mütalaa
etmişler, en aşağı mertebesinin mücerred duadan, ortasının farz namazlardan
sonra yapılandan, en kâmilinin de istiskâ niyetiyle iki rekat namaz kılıp iki
hutbeden sonra dua etmekten ibaret olduğunu söylerler.
Müslümanların yağmur
duasına çıkarken yanlarına çocuklarını, ehlî hayvanlarını ve onların
yavrularını almaları, yaşlılara ve zayıflara dua ettirmeleri salih kişiler ile
tevessülde bulunmaları Cenab-ı Hakk'ın rahmetine vesile olur.
Buharî'nin Enes'ten
yaptığı bir rivayete göre, Hz. Ömer (r.a.)bir kıtlığa düçâr olduklarında Hz.
Peygamber'in amcası Abbâs (r.a.) ile tevessül ederek duâ eder ve, "Ey
Allah'ım biz sana Nebi (s.a.) ile tevessülde bulunur, sen de bize yağmur
indirirdin, şimdi de Resulünün amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize yağmur
ver..." derdi.
Bu rivayet aynı
zamanda dirilerle tevessülün caiz ama ölülerle caiz olmadığını söyleyenlere
delil olmuştur. Hz. Ömer'in Resûlullah'm ruh-i şerifi ile değil de amcası Abbâs
ile tevessülde bulunmasını görüşlerinin dayanağı sayarlar.
Yağmur duasına
çıkanların hüzünlü, mütevâzi bir halde, rikkat ve huşu ile niyazda bulunmaları
da istiskanın edeplerindendir.[53]
Küsûf: Lügatta,
kararma, siyahlaşma; Husuf da: Gitme eksilme manalarına gelir.
Bu kelimelerin terim
olarak her ikisinin de hem güneş, hem de ay tutulması için kullanıldığım
söyleyen âlimler varsa da meşhur manasıyla; Küsûf, Güneş tutulmasına, Husuf da;
ay tutulmasına denir. Bu ıstılahların lügat manaları ile alâkası, güneş
tutulduğu zaman yüzeyinin kararması, ay tutulduğunda da ışığının eksilip
gitmesi yönünden olmalıdır.
Bilindiği gibi, güneş
tutulmasına sebeb tabii dönüşleri esnasında ayın dünya ile güneş arasına girib
güneşi gölgelemesi, ay tutulmasının sebebi de dünyanın güneşle ay arasına
girmesidir.
Bu astronomik
hâdiseler esnasında namaz kılmak, sünnet ve icmâ' ile meşrudur. Cenab-ı Hakk'ın
kudretine delâlet eden böyle büyük bir olay karşısında mü'minin secdeye
kapanıp Rabbinin gücünü hatırlaması ve o büyük güce duâ etmesi kadar tabii bir
şey yoktur.
Bu bölümün
hadislerindeki küsûf kelimesini bazı râvîler Husuf şeklinde rivayet ederler.[54]
1177.
...Âişe (r.anha)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Efendimiz uzun müddet kıyamda kaldı.
(Namaz kıldı) insanlara da kıyam yaptırıyor, sonra rükûa varıp doğruluyor,
sonra tekrar rükû'a varıp yine doğruluyor, sonunda tekrar rükû'a varıp -her
rekatte üç rükû olmak ve üçüncü rükûdan sonra secdeye varmak suretiyle- iki
rekat namaz kıl(ıyor)dı. Hatta o gün kıyamın uzunluğundan dolayı (bazı)
insanlar bayılır da üzerlerine su kovaları dökülürdü. Resûl-i Ekrem (bu
namazda) rükû'a vardığı zaman "Allahu Ekber", doğrulduğu zaman da
"Semiallahü Iimen hamideh" derdi. Hz. Peygamber'in bu namazı güneş
açılıncaya kadar devam etti. Sonunda Efendimiz şöyle buyururdu:
"Şüphesiz güneş ve
ay bir kimsenin ölümü ya da hayatı (doğumu) için tutulmazlar. Ama onlar Allah
azze ve celle'nin âyet (alametlerinden iki âyettirler. Allah onlarla kullarım
korkutur. O halde ay ve güneş tutulursa hemen namaza sığınınız."[55]
Bu rivayette beyân
edilen hâdise, Hicretin onuncu yılında Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim öldüğü
zaman vuku' bulmuştur. Aslında Hz. Peygamber'in hayatı boyunca güneş tutulması
bir defaya münhasır değildir. Çünkü bilindiği gibi her sene mutlak güneş
tutulur. Ancak bu dünyanın her tarafından fark edilemeyebilir.
Hadisten anladığımıza
göre hicri onuncu yılda güneş tutulduğu zaman Hz. Peygamber ashabı ile birlikte
iki rekat namaz kılmıştır. Ancak bu namazın diğer namazlardan oldukça farklı
olduğu göze çarpmaktadır. Efendimiz, bu namazın her rekatında üç kere rüku'
yapmış, bunların ilk ikisinden sonra doğrulup okumaya devam etmiş, ancak üçüncü
rükû'dan sonra secdeye varmıştır. Bu rivayetlerde secdenin uzunluğundan
bahsedilmemekte ise de, bütün mezheplerde secdenin de uzun tutulması
öngörülmüştür.
Bu namazdaki kıyamın
uzunluğundan dolayı ashabtan bazıları bayılmış veya bayılacak hale gelmiştir,
metindeki "Onların üzerine su kovaları dökülürdü" cümlesinin akla
getirdiği ilk mânâ bayılanları ayıltmak için üzerlerine kovalar dolusu su
dökülüşüdür. O zaman akla şöyle bir soru gelebilir: Peki cemaat tüm namazda
olduğuna göre onlara suyu kim dökmüştür? Bu soruyu, "Suyun namaz bittikten
sonra dökülmüş olması veya bayılınca ab-dest ve namazları bozulduğu için biraz
kendilerine gelince kendilerine su dökülmüş olması da muhtemeldir" diye
cevab verilmiştir.
Bazı âlimler de
"üzerlerine su kovaları dökülürdü" sözünün çok terlemekten kinaye
olduğunu/bir kısım sahâbilerin sanki üzerlerine kovalar dolusu su dökülmüş
gibi kan-ter içinde kaldıklarının ifâde edilmek istendiğini söylemişlerdir.
Yukarıda da işaret
edildiği üzere bu güneş tutulma hadisesi, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim'in
öldüğü seneye tesadüf etmiştir. Bu yüzden bazı kişiler güneşin, İbrahim'in
ölümünden dolayı tutulduğu inancına varmışlardı. Aslında bu zann onlara bazı
müneccimlerin "Güneş bazı büyüklerin ölümü veya bazı büyük işlere haberci
olmak üzere tutulur" sözlerinden intikal etmişti. Hattâbî'nin bildirdiğine
göre, Câhiliye devrinde insanlar bu kanaate sahiptiler. Hz. Peygamber bu
yanlış kanaati defetmek için ay ve güneşin bazı insanların ölümü veya hayatı
için tutulmadıklarını, bunun Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametine delâlet eden
hâdiselerden olduklarım söylemiştir. Resûlullah bu sözleriyle aynı zamanda ay
ve güneşin hiçbir güce sahib olmadıklarına, bütün kuvvetin Allah'ın elinde
olduğuna, onların Allah'ın emrine âmâde iki yaratık olduklarına işaret
etmiştir.
Müslim'deki rivayette
Hz. Peygamber'in bu sözleri söylemeden öne Allah'a hamd ve sena ettiği
kaydedilir. Ayrıca orada; "Güneş ve ay tutulunca" ifadesinin yerinde
"siz bir küsûf gördüğünüzde..." sözleri yer almıştır.
Fahr-i Kâinat, ay ve
güneş tutulmasının Allah'ın azametine delâlet eden hâdiselerden olduklarını
bildirdikten sonra, böyle bir hâdise ile karşılaşıldığı zaman, namaza
sığınılmasını emretmiştir.Bu,, korku ve felâket anlarında namaz duâ ve istiğfar
gibi yollarla Cenab-ı Allah'a sığınmaya teşviktir.
Bu ve buna benzer
hadislerdeki emri, ulemânın çoğunluğu sünnete hamletmişlerdir., Ebû Hanife'den
onun vâcib olduğuna dair bir görüş nakledilmişse de bu ondan nakledilen meşhur
rivayetlere zıttır.
Şevkânî, ulemânın bu
namazın sünnet oluşunda müttefik olmakla beraber kılınış biçiminde farklı
görüşlere sahib olduklarına işaret ettikten sonra, bu ihtilâfı Nevevî'nin
haberine istinaden özetle şu şekilde beyan eder:
"Mâlik, Şafiî,
Ahmed ve cumhura göre bu namaz iki rekattır ve her rekatte iki rükû vardır. Ebû
Hanife, Sevrî ve Nehaî ise, bu namazın da diğer nafileler gibi her rekatte tek
rükû olmak üzere iki rekat olduğu görüşündedirler. Bunlar Numdn ve Semure
hadisine dayanırlar. Huzeyfe de bu namazın her rekatında üç rükû' olduğunu
söyler. Delili, Câbir, İbn Abbâs ve Âişe hadisleridir."
Nevevî bu görüşlerin
her birinin sahâbîlerden bir grubun görüşü olduğum söyleyip İbn Abdilber'den şu
sözleri nakleder: "Bu babdakilerin en sahihi, iki rükû'lu olanıdır.
Diğerlerinin tümü illetli veya zayıftır. Beyhakî ve îbn Kayyım, Şafiî ve
Ahmed'den aynı şeyleri nakletmiş, Buhârî de onların üçüncü rüku'u
"galat" olarak nitelendirdiklerini söylemiştir." Ancak yine
Şevkânî'nin ifâdesine göre, bu sözleri red edecek tarzda bir çok hadis vârid
olmuştur.
İbn Hacer, Küsûf
hâdisesinin birden fazla tekrarlandığını söyleyerek her birinde Efendimizin
değişik bir uygulamada bulunmuş olabileceğini, dolayısıyla bu hadislerin
birbirlerine muhalif sayılamayacağını söyler.
Şâfiîlerden İbn
Huzeyme, Îbnu'l-Münzir ve Hattâbî, bu kavillerden herhangi biri ile amelin
caiz olduğu kanaatindedirler.
Hanefî ulemâsı kendi
aralarında küsûf namazının hükmünde ihtilâf etmişlerdir. İmam Muhammed ve
Hasan b. Ziyâd bu namazın nafile olmasını iş'ar ettirir tarzda rivayetlerde
bulunmuşlardır. Bazı âlimler ise bu konuda vârid olan hadislerdeki emr sigasına
bakarak namazın vücûbuna kail olmuşlardır.
Hanefîlere göre bu
namazın her rek'atinde de rükû' vardır. Kıraat uzun ve Ebû Hanife'ye göre
gizli, Sahibeyne göre açık (cehrî) olmalıdır. Namaz bitince imam ya kıbleye
karşı ayakta veya oturarak cemaate karşı durup güneş açılıncaya kadar dua
eder. Cemaat de "âmin" der. Bu namazı cumayı kıldıran imam kıldırır.
Şayet böyle bir imam yoksa, herkes evinde tek başına kalır.
Küsûf namazında îmam-ı
Azam, İmâm Malik ve İmam Ahmed'e göre hutbe yoktur. Çünkü Resûlullah (s.a.)
güneş tutulunca, namaz kılınmasını duâ edilmesini ve sadaka verilmesini tavsiye
etmiş, hutbeyi emretmemiştir. îmam Şafiî ve bazı muhaddislere göre ise, hutbe
okunması müstehabtır.[56]
1. Güneş
tutulduğu zaman iki rekat namaz kılmak meşrudur.
2. Bu
namazın her rekatında üçer rüku' vardır.
3. Bu namaz
güneş açılıncaya kadar devam eder.
4. Ay ve
güneş tutulmasının herhangi bir ölümle ya da bir hâdise ile ilgisi yoktur.
Allah'ın koyduğu kanunun bir neticesidir.
5. Önemli
hadiseler karşısında namaz ve duâ ile Allah'a iltica edilmelidir.[57]
1178.
...Câbir b. Abdillah'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Bu, Peygamber (s.a.)in oğlu İbrahim öldüğü gün
olmuştu. İnsanlar, "Güneş ancak İbrahim öldüğü için tutuldu" dediler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.) kalkıp cemaate dört secdede (iki rekatte) altı
rükû' ile namaz kıldırdı. (Bu namazda) önce tekbir aldı, sonra (Kur'ân) okuyup
kıraati uzattı. Sonra rükû'a eğilip kıyamda kaldığı kadar rüku'da kaldı.
Bilâhere başını kaldırıp önceki kıraatten biraz daha az okudu. Tekrar rükû'a
varıp kıyamdaki kadar kaldı. Sonra yine başını kaldırıp ikincisinden az olmak
üzere üçüncü defa okudu. Yine başını kaldırıp secdeye kapandı. İki kere secde
yapıp ayağa kalktı. (İkinci rekatte de) secde etmeden önce üç defa rükû'
yaptı. Bu rükûların her biri kendisinden sonraki rükûdan daha uzundu. Ancak
bunlar, kıyamı kadarlardı. Resûlullah (bundan) sonra namazda olduğu yerinden
biraz geriledi. Bunu gören cemaat de onunla birlikte geriledi. Sonra ilerleyip
yine eski yerine durdu. Bunun üzerine saflar (cemaat) da ilerlediler.
Resûlullah, güneş doğarken namazını tamamlayarak (cemaate) şöyle hitab etti:
"Ey insanlar!
Şüphesiz güneş ve ay Allah'ın kudretine (delâlet eden) âyetlerinden iki
âyettirler. Bir beşerin ölümünden dolayı tutulmazlar. O halde siz bunu (güneş
veya ay tutulmasını) gördüğünüz zaman (açılıncaya kadar) namaz kılınız."
(Râvi Ahmed b. Hanbel)
bundan sonra hadisin kalanını söyledi.[58]
Bu rivayette
bahsedilen hâdisenin bir önceki rivâyettekinin aynısı olduğu zannedilmektedir.
Bu hadiste açıkça görüldüğü gibi rivayete konu olan olay, Hz. Peygamber'in oğlu
İbrahim'in öldüğü güne tesadüf etmiştir.
İbrahim, Resûlullah'ın
hanımı Mısır'h Mâriye'den dünyaya gelen oğludur. Hicretin sekizinci yılı
Zilhicce ayında doğmuş, on sekiz aylıkken Hicrî onuncu yılda vefat etmiştir.
Efendimiz'in Hz. Hadice'den olan diğer iki oğlu Kasım ve Abdullah gibi
İbrahim'in ömrü de kısa olmuştur.
Haberden anladığımıza
göre, o gün Nebiyy-i Zişan Efendimiz herbirinde üçer rükû ve ikişer secde olmak
üzere iki rekat namaz kılmıştır. Bu rekatlerde rükûlarda kalış müddetleri,
kıyamlarda kalış müddetlerine denk veya onlara yakın olmuştur. Bu kıyam ve
rükûların uzunluğunun baştan sona doğru uzadığı görülmektedir. Hz. Peygamber'in
bu rükûlarda bir şeyler okuduğuna dair herhangi bir rivayet mevcut değildir.
Ancak ulemânın rükû'da kıraatin olmadığına dair olan ittifaklarına bakarak,
Efendimizin rüku'da teşbih ve zikirle meşgul olduğunu söylemek mümkündür.
Bir rekatte birden
fazla rükû' olduğunu söyleyenler ilk kıyamda Fatihanın ve Kur'an'dan bir
bölümün varlığında hemfikir olmakla beraber, ikinci kıyamda Fatiha okunup
okunmayacağında farklı görüştedirler. Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre
ikinci kıyamda da Fâtiha'nın okunması gerekir. Çünkü her rüku'dan Önce Fatiha
bulunmalıdır. Muhammed b. Seleme bunun tamamının tek rekat olduğunu söyleyerek
ikinci kıyamda Fâtiha'nın okunmasına lüzum görmemiştir.
Bu rivayette, secdeden
evvelki kavmenin uzatılacağına dair bir kıyda rastlanmamaktadır. Ebû Dâvûd'da
bundan sonra gelecek olan rivayette ve Müslim'in yine Câbir'den naklettiği bir
haberde Hz. Peygamber'in secdeye varmadan önceki kavmeyi de uzattığı
belirtilmektedir. Ancak Nevevî bu rivayeti "Şâz" olarak nitelendirmiştir.
Kadı îyaz ; secdeden evvelki kavmenin uzatılmayacağında ulemânın icmâ ettiğini
nakletmiş, bu iki rivayette işaret edilen uzatmadan maksadın itmi'nan olduğunu
söylemiştir.
Yine bu rivayette, Hz.
Peygamber'in secdeleri uzattığından bahsedilmemektedir. Birkaç hadis sonra
gelecek olan Semure b. Cündüb'ün rivayetinde ise, başka namazların hiç birinde
olmadığı ölçüde secdelerin uzatıldığı söylenmektedir. Ahmed b. Hanbel ve
Buhârî'nin Hz. Esmâ'dan yine Buhâ-rî ve Müslim'in Abdullah b. Amr b. el-Âs'dan
yaptıkları rivayetlerde de Resûlullahın secdeleri uzattığı anlaşılmaktadır.
Abdullah b. Amr'in rivayetinde Hz. Âişe'nin; "ben ömrümde hiç böyle uzun
secde yapmadım" dediği nakledilir.
Secdeler arasındaki
celse (oturuş)nin uzunluğu meselesi de bu rivayette bahsedilmeyen konular
arasındadır. Nesaî ve İbn Huzeyme'de İbn Ömer'den nakledilen bir rivayette;
"...sonra başını kaldırıp oturdu. Bu oturuşu o kadar uzattı ki bir daha
secde etmeyeceği sanıldı..." denilmektedir. Hafız bu hadis
için-"sahih" kaydını koyduktan sonra, "secdeler arasındaki oturuşun
uzatılacağına dair bundan başka bir nakle rastlamadım" der. Malikî, Şafiî
ve Hanbelîler secdeler arasındaki oturuşun uzatılmayacağını söylerler.
Bir önceki Hz. Âişe
rivayetinden farklı olarak» burada Hz. Peygamberin namaz esnasında önce biraz
gerilediği, sonra tekrar ilerleyip eski yerine geldiği bildirilmektedir.
Müslim'in Câbir'den rivayet ettiğine göre, Resûlul-lah'ın gerilemesine sebeb,
kendisine cehennemin gösterilmiş olmasıdır. Tekrar ilerleyip eski yerini alması
da Cennetin gözleri önüne getirilmesinden dolayıdır, işâret edilen Câbir
hadisinde Hz.Peygamber; "...Size vadedilen herşeyi şu namazımda gördüm.
Emin olun ki, bana Cehennem getirildi. Bu, alevi bana dokunur korkusuyla
gerilediğimi gördüğünüz zaman oldu, hatta arada çomak sahibim ateş içinde
bağırsaklarım sürerken gördüm. O adam (vaktiyle) hacıların parasını çomağı ile
çalardı. Eğer bu fark edilirse, "çomağıma takıldı" der,
anlaşılmazsa, alıp götürürdü. Ben yine orada, vaktiyle kedisini bağlayıp aç
tutan ona yerin h aşeratından yemesine müsâde etmeyen kedi sahibi kadını da
gördüm. O kadının kedisi açlıktan ölmüştü. Sonra bana Cenneti de getirdiler.
Bu da, eski yerime gelinceye kadar ilerlediğimi gördüğünüz sırada oldu. Yemin
ederim ki elimi uzattım, siz güresiniz diye Cennetin meyvelerinden koparmak
istiyordum. Sonra bunu yapmamayı uygun buldum, İşte ben bu namazda size
va'dedilen her şeyi görmüş oldum" buyurmuştur.
Nesaî'nin Abdullah b.
Amr b. el-Âs'dan yaptığı rivayette de, Müslim’inkine benzer şeyler
söylenmektedir.
Resül-i Ekrem namazdan
sonra cemaate; "böyle bir şey gördüğünüz zaman (güneş) açılıncaya kadar
namaza devam ediniz" buyurmuştur. Bu "küsûf namazım kılanla:, güneşin
açılması gecikirse, fazla rükûlara başkalarını da ilâve edebilir" diyenler
için delildir. İbn Huzeyme, Îbnu'l-Münzir ve Hattâbî bu fikre sahib
olanlardandır.
Rivayetin sonundaki;
"Ahnıed hadisin kalanım sevk etti" ifâdesinden bu rivayetin daha
devamının olduğu ancak burada tamamının zikredilmediği anlaşılmaktadır. Bu
rivayetin aynı senetle olan bir devamına rastlanmamıştır. Ancak Müslim,
Abdullah b. Numeyr, Abdulmelik, Atâ ve Câbir kanalıyla yukarıya son bölümünün
tercemesini verdiğimiz haberi nakl etmiştir.
Üzerinde durduğumuz
rivayetin sonunda sevk edildiği belirtilen ilâvenin bu kısım olması
muhtemeldir.[59]
1. Küsuf
namazı iki rekattır.Her rekatte üç rüku vardır.
2. Rükû'lar
arasındaki kıyamlarda mümkün mertebe uzun sûreler okunur. Bu kıyamlardan
birincisi ikincisine nisbetle daha uzundur.
Rükû'ların uzunluğu da kıyamlar kadardır.
3. Küsûf
namazı güneş açılıncaya kadar devam etmelidir.
4. Ay ve
güneş tutulmaları herhangi bir kimsenin ölümüne bağlı değildir. Bunlar Nizam-ı
İlâhî'nin bir gereğidir. Allah'ın güç ve azametine delâlet eden
alâmetlerdendir.
5.
Müslümanlara ay veya güneş tutulduğu zaman namaz kılmaları tavsiye
edilmektedir.
6. Peygamberlerin
mu'cizeleri sabittir.Âdeten olması mümkün görünmeyen şeyleri Allah'ın izni ile
gösterebilirler.[60]
1179.
...Câbir (r.a.)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanımda çok sıcak bir günde güneş tutuldu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.)
ashabına namaz kıldırdı. Kıyamı o kadar uzattı ki sahabîler (yere) düşmeye
başladılar. Sonra rükû' edip (onu da) uzattı. Sonra doğrulup uzun süre durdu.
Sonra yine rüku edib uzun süre (rükû'da) kaldı. Bilâhere yine doğrulup onu da
uzattı. Daha sonra iki defa secde edip kalktı ve bunların (ilk rekatte
yaptıklarının) aynısını yaptı. (Böylece) Hz. Peygamberin namazı dört rükû ve
dört secde (olmuş) oldu.
(Ravi bundan) sonra
hadisin devamını zikretti.[61]
Bu hadis bir öncekinin
farklı bir rivayetinden ibarettir.Muhteva itibariyle öncekilerden pek ayrı
değildir. Bir evvelki hadis de Hz. Peygamber'in rükû'nun kıyamına yakın bir
uzunlukta olduğu belirtilmişken burada rükû'u uzattığı açıkça ifâde
edilmektedir.
Ayrıca bundan önceki
rivayetlerde Hz. Peygamberin iki rekatte altı defa secde ettiği bildirildiği
halde, bu üzerinde durduğumuz rivayette dört rüküun olduğu belirtiliyor. Bu
ihtilâf hâdiselerin farklılığına hamledilebilir. Hadisin buraya alınmamış
olmakla beraber râvînın haber verdiği belirtilen devamı Müslim'de mevcuttur.
Bu ilâve, bir önceki hadisin şerhine alınmıştır.[62]
1180.
...Peygamber (s.a.)'in hanımı Âişe (r.anha)dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)'in
sağlığında güneş tutuldu. Efendimiz hemen mescide gidib (namaza) dürdü ve
tekbir aldı. İnsanlar da onun peşinde saf tuttular. Hz. Peygamber uzun uzun
okudu, sonra tekbir alıp rükû'a vardı (ve) uzun zaman rükû'da kaldı. Sonra
başım kaldırıp "Se-miallahu limen-hamideh, Rabbena ve leke'I-hamd"
dedi ve kıyama durdu. Yine uzun uzun okudu, (ama) bu ilk kıraatten daha az
idi. Bilâhere tekrar tekbir alıp uzun bir rükû' yaptı. Bu rükû evvelkinden daha
kısa idi. Sonra "Semiallahu limen hamideh Rabbena ve leke'I-hamd"
dedi. Diğer rekâtte de bunlar (ilk rekattakiler) gibi yapıp dört rükû ve dört
secdeye tamamladı. Resûlullah namazdan ayrılmadan önce güneş açıldı.[63]
Hadis-i şerifteki "İnsanlar da onun peşinde saf tuttular" ifadesi
Küsûf namazının cemaatle kılınacağına delil kabul edilmiştir. Şafiî ve Ahmed b.
Hanbel'in mezhebi böyledir. Mâlikîler, ay tutulması İle güneş tutulmasının
arasını ayırmışlar birincisinin tek tek, ikincisinin ise, cemaatle kılınacağını
söylemişlerdir. Hanefîlerin görüşü de Mâlikilerin-kine benzer. Ancak ay
tutulduğunda kılınan (husuf) namazının camide cemaatle kılınması İmam-i Azam'a
göre sünnet olmamakla beraber caizdir. Mâlikîlerde ise hiç caiz değildir.
Hanefî ve Mâlikîlerin
bu namazların arasım ayırmalarının sebebi gecelerin karanlık olması
dolayısıyla cemaatin toplanma güçlüğüdür.
Yine bu hadis küsüf
namazının her rekatte ikişer olmak üzere dört rükû'lü olduğunu söyleyenlerin
görüşüne delildir. Bunun, Şafiî, Mâlik ve Ahmed (b. Hanbel'e göre olduğu daha
evvel belirtilmişti.
Hz. Peygamber'in
rükû'dan kalkarken hem "semiallahü limen hamideh" hem de
"Rabbena ve leke'I-hamel" demesi, imamın namazda bunları beraberce
söyleyebileceğine delil sayılmıştır.[64]
1. Küsûf
namazı cemaatle kılınır.
2. Bu namazın
her rekatında ikişer ruku vardır.
3. Küsûf
namazının kıyam ve rükû'ları mümkün olduğu nisbette uzatılır.
4. İmamın
rükû'dan doğrulurken hem "semiallahü Hmen hamideh" hem de
"Rabbena ve leke'1-hamd" demesi caizdir.[65]
1181. ...Abdullah
b. Abbâs (r.anhumâ), Resûlullah (s.a.)in güneş tutulduğunda namaz kıldığını
haber verirdi. (Abdullah) Urve'nin, Hz. Âişe'den onun da Peygamber (s.a.)'den
rivayet ettiği hadis gibi Resûlullah (s.a.)'in her rekatte iki rükû’ olmak
üzere, iki rekat namaz kıldığını bildirirdi.[66]
Kesîr b. Abbâs bu
hadisi Abdullah b. Abbâs'dan devamlılık bildiren bir ifâde ile, "haber
verirdi" şeklinde rivayet etmiştir. Ancak burada Abdullah b. Abbâs'in
sözleri tümüyle nakledilmemiş, bundan önceki Âİşe (r.anhâ) hadisine atıf
yapılmakla iktifa edilmiştir. Yani Abdullah b. Abbâs (r.anhumâ) Hz.
Peygamber'in küsûf namazının kılınış şeklini haber verirken, Hz. Âişe'nin
hadisinde bildirilen esasları söylemiştir.îmrân, en-Nisâ, el-Mâide, el-En'am,
el-A'raf ve et-Tevbe sûreleridir.
Yine bu rivayette,
diğerlerinden farklı olarak Nebiyy-i Ekrem'in her rekatte beşer defa rüku1
yaptığı haber verilmektedir. Ancak bu rıvâyet, râvi silsilesindeki Ebû Ca'fer
er-Râzî'den dolayı zayıf kabul edilmiştir. Zira bir çok Muhaddis bu zatın ,zayıf olduğunu
söylemiştir. Asıl adı İsâ b. Ebi İsâ Manan olan Hbr Bekir es -Rûzî için
söylenenler şöyledir: İbn Ma'în ve Ebu Hatim "sika" demişler,
İbnü'l-Medîni ise, sika olmakla beraber hata ettiğini eklemiştir. Müne,
"hadisi yazılabilir. ama hatâ eder"; Ahmed h. Hanbel .'e Nesâî,
"kuvvetli değildir" tâbirlerin! kullanmışlardır.
Bu hadis için
İbnu'l-Mıinzir şöyle der "isnadında Ebfı Cafer er-Razî var. Onun hakkında
söz edilmiştir İbn Maîn ve
İbnü'l-Medînı'nin onun hakkındaki sözleri muhteliftir "
Şevkânî, İbn
Sikkin'den bu hadisin sahih olduğunu söylediğinin rivâyet edildiğini, Hâkimin
de “ravileri sadıktır” dediğini söyler.[67]
1. Küsûf
namazının her rekatında uzun sûrelerden biri Okunur.
2. Her
rekatte beş rükû vardır. Ancak bu Sıadis zayıf görülerek istidlale elverişli
bulunmamışta.
3. Namaz
bitinceye kadar güneş açılmamışsa kıbleye karşı oturularak duaya devam
edilir.Bu duâ güneş açılıncaya kadar sürer.[68]
1182.
...Ubeyy b. Ka'b (r.a.)'dan; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Efendimiz cemaate namaz kaldırarak uzun sûrelerden
birini okudu ve beş defa rükû yaptı, îki kere secde etti ve ikinci rekate
kalkıp yine uzunlardan bir sûre okudu ve yine beş defa rükû yaptı, iki kere
secde etti, sonra güneşin tutulması açılıncaya kadar duâ ederek olduğu halde
kıbleye karşı oturdu.[69]
Kur'an-ı Kerim'deki
sûreler uzunluklarına göre çeşitli isimler alırlar.Buna göre Fatiha'dan sonra
gelen yedi uzun sûreye "es-Seb'u't-Tivâl" denir. Âyet sayıları yüzden
fazla veya buna yakın sûrelere "el-Mîûn"; âyetleri yüzden az
olanlara "eî-Mesânî", daha sonraki kısa sûrelere de
"el-Mufassal" adı verilir. el-Mufassal da, ettıval (uzun), el-evsat
(orta) ve el-kısâr (kısa) olmak üzere üçe ayrılır.
Hadis-i Şerifte beyân
edildiğine göre Hz. Peygamber bu küsûf namazının her bir rekatinde
es-Seb'u't-tivâldan okumuştur ki bunlar el-Bakara, Âl-i İmran.[70]
1183. ...İbn
Abbâs (r.anhumâ);
Resıuullah (s a.)
güneş tutulduğunda namazı kıldı. Bu namazda, (Kur'ân'dan) okudu.Sonra rükû' yaptı
sonra yine okudu ve yine rükû’ yaptı, sonra tekrar okuyup rükû' yaptı, sonra
yine okudu ve rükû'a vardı. Daha sonra da secdeye kapandı. İkinci rekatı de
aynen böyle kıldı., demiştir.[71]
Bu rivayet de
öncekiler gibi Resûlullah (s.a.)'in küsûf namazının her rekâtında iki defa rükû
yaptığını bildirmektedir.[72]
Bu hadisi Tirmizî
sahih kabul etmiş, İbn Hibbân ise, Habîb b. Ebî Sâbit'in bana Tâvûs'dan
duyduğunu açıkça söylemediğini, halbuki Habîb'in müdellis olduğunu ileri
sürerek "bu hadis sahih değildir” demiştir.
Bu rivayet Hz.
Peygamber'in küsûf namazında dört kıraat ve dört rükû'un bulunduğuna delâlet
etmektedir.[73]
1184.
...Semure b. Cündüb (r.a.)'den; demiştir kî:
Ben ve Ensârdan bir
çocuk hedeflerimize ok atarken güneş bakanın gözünde iki veya üç mızrak kadar
olunca, Tennûme bitkisi gibi oluncaya kadar karardı. Birimiz arkadaşına;
"Haydi mescide gidelim. Vallahi güneşin şu hali, Resûlullah (s.a.) da
ümmeti hakkında yeni bir şey meydana getirecek" dedi ve koşarak gittik.
Bir de gördük ki Resûlullah (s.a.) mescide çıkmış. Efendimiz öne geçip namaz
kıldırdı. Bizi daha önceki namazlarındaki en uzun kıyamı gibi kıyamda tuttu.
Sesini işitmiyorduk. Sonra bize önceki namazlarındaki en uzun secdesi gibi
secde ettirdi. (Burada da) sesini işitmedik. Diğer rekatte de aynen bunun gibi
yaptı. Güneşin açılması ikinci rekattaki oturuşuna denk geldi. Sonra selam
verdi. Daha sonra kalkıp Allah'a hamd ve sena etti. Allah'tan başka ilâh
olmadığına ve kendisinin O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet etti.
Bundan sonra Ahmed b.
Yûnus, Resûlullah (s a.)'ın hutbesini zikretti.[74]
Tennüme: Çölde yetişen
kendisi ve meyvesi siyahımsı bir
bitkidir.
Râvi Semure (r.a.) Hz
Peygamberin bu namazdaki okumuşunu, daha evvelki namazlarda en uzun kıraatle
takdir etmiş ve Resûlullah'ın okuduğunu duymadıklarını söylemiştir. Bu küsuf
namazındaki kıraatin açıktan değil, gizli olmasını gerektirir. Ebû Hanife,
Mâlik, Leys b. Sa'd, Şafiîler ve fukahânm cumhurunun mezhebi de bu şekildedir.
Bu hadise ilâveten Seyhan'ın îbn Abbâs'tan rivayet ettikleri; "Resûlullah
(s.a.) zamanımla güneş tutuldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber bize namaz kıldınp
Bakara, Sûresi gibi bir şey okuyacak kadar uzun bir kıyam yaptı..."
manasındaki hadis de bu görüşün delilidir. Zira İbn Abbas'ın "Bakara
sûresi gibi..." tarzındaki ifâdesi onun Efendimizin kıraatini duymadığına
işarettir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise, küsûf namazındaki kıraati cehridir.
İbnu'l-Münzir de aynı görüşü savunmuş ve "Bu görüşü, Ali, Abdullah b.
Yezid el-Hatmî, Zeyd b. Erkam ve el-Berâ b, ÂzüV-den rivayet ettik"
demiştir. Bu görüş sahiplerinin dayanağı bundan sonraki babın ilk hadisi olan
Hz. Âişe'nin rivayetidir. Kıraatin cehri olduğunu bildiren bu hadisi Tirmizî
de rivayet etmiştir. Küsûf namazının tekerrürü gözönüne alınarak, Efendimizin,
kıraatinin bazılarında cehri, bazılarında da gizli olduğu söylenerek hadislerin
arası cem'edilmiştir.
Taberî ve el-Hâdi,
kıraatin açıktan ya da gizli olmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu aynı
zamanda İmam Malik'ten de nakledilmiştir.
Hadisin siyakından, hu
namazdaki rükû' ve secdelerin de uzun olduğu ve namazdan sonra bir hutbenin
mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Şâfiîler bu ve benzer hadislere dayanarak küsûf
namazında hutbenin müstehab olduğunu söylemişlerdir.Ebü Hanife, Malik, Ebû
Yûsuf ve bir rivayetinde Ahmed b. Hanbel'e göre, küsûf namazında Kıt be yoktur.
Hz. Peygamber’in ümmetine güneş tutulduğunda namaz kılmalarını emredip, hutbeyi
emretmeyişini görüşlerine mesned yapmışlar, "riayet hutbe meşru olsaydı,
Hz.Peygamber emrederdi" demişledir.Namazdan sonra hutbenin olduğunu bildiren
hadisleri de o zamanın insanlarının ay ve güneş tutulması hakkındaki yanlış
kanaatlerini izah için söylenmiş sözler olarak değerlendirmişlerdir.
lbnul Kayyım,
“Peygamber (s.a ) cemaate beliğ bir hutbe irad etti.Ondan zabt edilebilen
şudur:" dedikten sonra, Resûhıllah'ın hutbesini kaydeder. Nakledilen hu
hutbenin mânâsı şudur:
"Şüphesiz, ay ve
güneş Allah'ın alametlerin iki alamettir.Hiçbir kimsenin ölümü veya hayatı için
tutulmazlar.Dolayısıyla siz güneşin tutulduğunu gördüğünüz zaman, Allah’a dua
ediniz, tekbir getiriniz,namaz kılınız, sadaka veriniz,ey Muhammed ümmeti! Ey
ümmet-i Muhammed! Vallahi erkek veya kadın, kulunun zina yapmasını Allah’tan
çok kıskanan yoktur.Vallahi eğer siz benim bildiğimi bilmiş olsaydınız az
güler, çok ağlardınız.Emin olunuz, şu yerimde sizin va'd olunduğunum her şeyi
gördüm. Beni öne doğru ilerlerken gördüğünüzde Cennetten bir parça almak
istemiştim. Benim gerilediğimi gördüğünüzde de Cehennemin bir kısmini diğer
kısmı üzerine yüklenirken gördüm...”
Üzerinde durduğumuz
hadisin sonunda Ahmed b. Yûnus'un Hz. Peygamber’in hutbesini zikr ettiği
bildirilmektedir. Sözü edilen bu hutbe Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur. Tercemesi şudur:
Resülulîah (s.a.)
Allah'a hamd ve sena ettikten sonra Allah'tan başka ilâh olmadığına kendisinin,
Onun kulu ve Resûlu olduğuna şahitlik etti. Daha sonra da şöyle dedi;
"Ey insanlar!
Allah aşkına söyleyiniz, Benim Peygamberliği tebliğde noksanlık yaptığımı
biliyorsam/, niçin banar haber vermiyorsunuz? (Haber veriniz)" Bunun
üzerine bir adam kalkıp, "Diz senin Rabbinin risâleitini tebliğ ve
ümmetine nasihat ettiğine, vazifeni ifâ ettiğine şahitlik ederiz" dedi.
Bundan sonra Resûlullah (s.a.) sözlerine şöyle devam etti:
"Şüpheyiz bazı
insanlar, şu güneşin veya ayın tutulmalarım yıldızların burçlarından
kaybolmalarını, yeryüzündeki büyük insanların ölümüne bağlıyorlar. Onlar yalan
söylüyorlar. Aksine onlar Allah tebâreke ve teâlânın alâmetlerinden iki
alâmettirler. Kullarından tevbe edecekleri görmek için bunları vesile kılar.
Allah'a yemin edirim ki namaza kalkalı beri sizin dünya ve âhiret işlerinden
karşılaşacağınız şeyleri gördüm. Bilmiş olun Vallahi, kıyamet otuz tane
yalancı çıkıncaya kadar kopmayacaktır. Bunların sonuncusu sol gözü Ebû
Yahya'nın -Ensar'dan o zamanlar bir ihtiyar- gözü gibi kapalı tek gözlü
Deccâl'dir. O çıktığı zaman, onun Allah olduğu zannedilecek, kim ona iman eder,
onu tasdik edip ona uyarsa, geçen salih amelleri fayda vermeyecek, kim de onu
inkâr edip yalanlarsa geçmiş amellerinden dolayı hesaba çekilmeyecek. O
Deccâl, Harem'in ve Beytü'l-Makdis'in dışında yeryüzünün her tarafında
görülecek. O mü'minleri Beytü'l-Makdis'de mahsur bırakacak da onlar şiddetli
bir sarsıntı ile sarsılacaklar. Sonra Allah Deccâli ve ordusunu tamamen helak
edecek. Öyle ki, duvarın dibi veya ağacın kökü; "Ey Müslim! Ey mü'min! Şu
Yahudidir (veya şu kâfirdir) gel, onu öldür" diye bağıracak. Bu siz kendi
aranızda büyük işler görüp de kendi kendinize; "Nebiniz bundan bir şey
zikretti mi?" diye soruncaya ve dağlar yerlerinden kayıncaya kadar
olmayacaktır."[75]
Hz. Peygamber'in,
küsûf namazından sonra irad ettiği rivayet edilen hutbe metinleri bu ikisinden ibaret
değildir. Bunlardan birini de 1178. hadisin açıklamasında Müslim'den naklen
kaydetmiştik. Bunlardan başka da hutbe metinleri rivayet edilmiştir. Ancak
sözün haddinden fazla uzayacağı endişesiyle bunların tümünü buraya nakletmeyi
uygun bulmadık.[76]
1. Küsûf
namazının kıyam, rükû’ ve secdeleri diğer namazlara nisbetle daha uzundur.
2. Ok atma
yarışı gibi sporlar meşrudur.
3. Önemli
hâdiseler zuhur ederse bunu yetkili mercilere bildirmek gerekir.
4. Küsûf
namazında kıraat gizlidir. Bu konuda yukarıda tafsilât verilmiştir.
5. Küsûf
namazından sonra hutbe meşrudur. Bu konuda ihtilâf vardır. Açıklamada gerekli
bilgi verilmiştir.[77]
1185.
...Kabîsa el-Hilâlî[78]'den;
demiştir ki:
Resulullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) telaşla ve sür'atle
çıktı.O gün ben de Medine'de onunla beraberdim- iki rekat namaz kıldırıp
ikisinde de kıyamı uzattı. Sonra (namazdan) ayrıldı ve güneş açıldı. Akabinde
Efendimiz şöyle buyurdu:
"Bunlar (güneş ve
ay tutulmaları) ancak Allah'ın kendileri ile korkuttuğu alâmetlerdir. Onları
gördüğünüz zaman en yeni (son) kıldığınız farz namaz gibi namaz kılınız."[79]
Bu rivayette,
diğerlerinden farklı olarak küsûf namazının kendisinden önceki farz namaz gibi
olacağı bildirilmektedir.Hz. Peygamber'in kıldığı küsûf namazının kuşluk
vaktine rastladığına işaret eden haberler gözönüne alınınca, işaret edilen
farz namaz, sabah namazı olmuş olur.
Zahirîler, bu hadisin
mânâsını esas alarak, öğleden evvelki küsûf namazlarının iki, öğleden sonrakilerin
dört rekat, akşamla yatsı arasında ay tutulduğu takdirde üç, yatsıdan sonra da
dört rekat kılınacağını söylemişlerdir.
Bu rivayette Hz.
Peygamber'in güneş tutulunca telaşlandığı bildirilmektedir. Buna sebeb,
ümmetine bir azab geleceği korkusuyla onlara olan şefkati ya da onlara böyle
önemli hâdiseler karşısında korkmalarını öğretmektir.
Seyhan'ın Ebû Musa'dan
yaptıkları rivayette, Hz. Peygamber'in kıyametin kopmasından korktuğu ve
mescide gelip namaza durduğu bildirilmektedir.
1. Korkutucu
hâdiselerle karşılaşıldığı hallerde hemen namaz kılarak Allah a sığınılmalıdır.
2. Küsûf
namazı, rekat adedi itibariyle kendisinden önceki farz namaza denk olmalıdır.[80]
1186. ...Kıtısa
el-Hıiaiı, "Şüphesiz güneş tutuldu" (diye başlayıp) Musa (b. İsmail)
hadîsinin manasını rivâyet etti.(Ahmed b. İbrahim bu rivâtette);
"Resûluilah devrinde güneş tutuldu)
o kadar ki ,yıldızlar göründü” demiştir. [81]
Aslında bu ve bundan
evvelki rivayetler aynı hadistir.Ancak Eyyüb’ten sonraki raviler değişmiştir.Birincisinde
bu silsile sona doğru, Eyyüb, Vüheyb, Musa b. İsmail ve Ebû Dâvud olduğu halde,
üzerinde durduğumuz rivayette, Eyyub,
Abbâd b. Mansûr, Reyhâiı b. Saîd, Ahmed b, İbrahim, ve Ebû Dâvûd'dan ibarettir.
Bu rivayette öncekinden farklı olarak güneş tutulduğu zaman ortalığın yıldızlar
görünecek kadar karardığı bildirilmiştir.
Hâkm, Mustedrek'inde
bundan önceki Vuheyb'in rivayetini zikrettikten sonra, bu hadisin haddizatında
Sahihân'ın şartlarına uyduğımu fakat kitaplarında yer almadığını söylemiştir.
Şimdiye kadar terceme
ettiğimiz hadisler gösteriyor ki küsât namazı muhtelif şekillerde varrid
olmuştur. Özet olarak bunlar:
a. İki
rekâttır, diğer nafileler gibi kılınır.
b. İki
rekâttır, ancak her rekatte iki rükû' vardır.
c. İki rekâttır,
ancak her rekâtte üç rükû vardır.
d. iki
rekâttır, ant ak her rekâtte dört rükû' vardır.
e. İki
rekîttir, ancak her rekâtte beş ri'ku' vardır.
Bu farklı rivâyetler,
kusûf namazının keyfiyetinde fukahânın ihtilâfına sebep olmuştur. Bu babın ilk
hadislerinin şerhinde mezhebleıin bu konudaki goruşleıi verilmiştir. Aynı
şeylerin bulada da tekrarına luzurn görülmemiştir.
Güneş tutulduğu zaman
kılınan küsûi' namazının yanında bir de ay tutulduğunda kılman "husuf
namazı" vardır. Musannif, bu konu için ayrı bir başlık açmamıştır. Onun
için bu namazın kılınışına da burada kısaca temas etmekte fayda görülmüştür.
Şafiî ve Hanbeiîlere
göre, Husuf (ay tutulması) namazı her rekatte iki-şet rükû' olmak üzere iki
tekâttır. Cemaatle kılınır. Delilleri, Şafiî ve Beyhakî'ni Hasan e!~Basrî'den
tbn Abbâs'a izafeten rivayet ettikleri bir haberdir. Bu haber de îbn Abbâs
(r.anhûmâ)'m Basra'da emir iken ay tutulduğunda cemaate iki rekat namaz
kıldırdığı ve her rekatte ikişer defa rüku' yaptığı bildirilmektedir. Ancak senedindeki
İbrahim b. Muhammed yüzünden bu hadisin zayıf olduğu söylenir.
Hanefî ve Mâlikîlere
göre, küsûf namazı iki rekattır ve diğer nafileler gibi rekatları tek
rükü'ludur. Bu namaz münferiden kılınır. Hz. Peygamber zamanında ayın tutulmuş
olması muhakkak olmakla beraber, bu namazla ilgili herhangi bir naklin
yapılmamış olması bu namazın cemaatle kıhnmadığına delildir.
Mâlikîler de ay
açılıncaya veya kayboluncaya kadar namaz tekrarlanır. Bu namaz mendubdur ve
evde kılınır. İster cemaatle ister münferiden bu namazın camide kılınması
mekruhtur.
Ulemânın bu namazla
ilgili ihtilâfları küsûf namazı ile ilgili ihtilâflarından kaynaklanmaktadır.[82]
1187. ...Âişe
(r.anhâ)den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Peygamber (mescide) çıkıp cemaate namaz
kıldırdı. (Bu namazda) kıyama durdu. (Kıyamdaki) kıraatini tahmîn ettim.
Bakara Sûresi (kadarı)m okuduğunu zannettim.
Râvi hadisi sevkedip
şöyle devam etti:
Sonra iki defa secde
yaptı, sonra kalkıp kıraati yine uzattı. Onun buradaki okuyuşunu da tahmin
ettim. Âl-i İmran Süresi (kadarı)m okuduğunu zannettim.[83]
"Hadisi
şevketti..." ifâdesi, aslında hadisin devamı olduğu, fakat müellifin o
bölümü kitabına almadığı intibaını vermektedir. Eğer varsa, bu alınmayan
kısmında Resûlullah (s.a.)'in rükû'u ve ikinci rekâtı kılışına dâir tafsilât
yer almış olmalıdır. Fakat aynı hadisin, Hâkim'in Müstedrek 'indeki rivayeti de
buradaki lâfızlardan ibarettir ve hadisin bir bölümünün zikredilmediği hissini
verecek bir ilâve mevcut değildir. Buna göre hadisin tamamı buradaki şeklinden
ibaret olmuştur.
Hadis-i şerif, küsûf
namazındaki kıraatin uzun olduğuna işaret etmesi yanında bu kıraatin gizli
olduğuna da delâlet etmektedir. Çünkü Hz. Âişe validemiz Resûl-i Ekrem'in
birinci rekatte Bakara, ikincisinde de ÂI-i İmran sûrelerim okuduğunu açıkça
söylememiş, Efendimizin kıraatini tahmin ve takdir ederek mezkûr sûreleri
okuduğunu zannettiğini söylemiştir. Ancak bu Resûlullah'dan gelen meşhur
rivayetlere muhaliftir. Hz. Peygamber açıktan okuduğu halde, Hz. Âişe'nin bunu
ayırt edememiş olması da muhtemeldir. Çünkü bundan sonraki hadiste Efendimizin
cehrî okuduğu bildirilmektedir. Yine hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in birden
fazla rükû' yaptığına dair bir kayda rastlanmamaktadır. Bu küsûf namazının her
rekatında birer rüku' olduğunu söyleyen Hanefîlerin görüşlerine delildir. Bu ve
bundan evvelki babdaki hadisler arasında görülen farklı ifadeler, Hz. Peygamber
zamanında küsûf namazının teaddüdüne delil sayılmaktadır.[84]
1. Küsûf
namazının her rekatında kıraat uzun tutulmahdır
2. Bu
namazın kıraati, gizlidir.
3. Küsûf
namazının her rekatında birer rükû' vardır.[85]
1188.
...Âişe (r.anha)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) (küsûf
namazında) kıraati uzun tutmuş ve açıktan okumuştur.[86]
Önceki rivayette Hz.
Âişe'nin Resûlullah'm okuduğu sûreyi tahmin ettiği bildirildiği halde burada
Efendimizin açıktan okuduğu açıkça ifade edilmiştir. Bu durum hadisler arasında
tezat olduğu izlenimi veriyorsa da bu tezadı izâle mümkündür.
Önceki hadisin
açıklamasında da işaret edildiği gibi, Hz. Peygamberin aslında bu namazda
açıktan okuduğu halde Âişe validemiz uzak bir yerde olduğu için Resûlullah'm
sözlerini iyice anlayamamış ve tahminen okunan sûrelerin Bakara ve Âl-i İmrân
olduklarını çıkarmış olması mümkündür. Ya da hâdise birkaç defa tekerrür
etmiş, Hz. Peygamber bazılarında açıktan okuduğu halde bazılarında gizli
okumayı tercih etmiştir. Bu hadiste bahis mevzuu edilen namazın husuf namazı,
gece kılındığı için cehri okunmuş olması ihtimali üzerinde duranlar da vardır.
Tercemede parantez içerisinde (küsûf namazında) diye türkçeye aktardığımız
"küsuf namazında olduğunu kast ediyor" cümlesi, hadisin diğer
kitaplarındaki rivayetinde mevcut değildir. Bu ilâve müellif Ebû Davud'a ait
olmalıdır.[87]
1189. ...İbn
Abbâs (r.a.)'dan; demiştir ki:
Güneş tutuldu. Bunun
üzerine Resûlullah (s.a.) insanlarla birlikte namaz kıldı. (Bu namazda) kalkıp
u/un (müddet) ayakta durdu. (Bu duruş) Bakara Sûresi(ni okuyacak) kadardı.
Sonra rükû yaptı. Râvî (bundan sonra) hadisin kalanını aktardı.[88]
Bazı nüshalarda sahabi
râvî olarak İbn Abbâs'ın yerinde Ebû Hureyre yer almaktadır. Ancak bu hatadır.
Hadisin diğer kitaplardaki tüm rivayetlerinde zikredilen sahâbî İbn Abbâs'tır.
Bu rivayet de kusûf
namazının kıyamının dolayısıyla kıraatinin uzun fakat gizli olduğuna işaret
ediyor. Çünkü İbn Abbâs kıyamın Bakara Sûresini okuyacak kadar uzun olduğunu
söylemiş bu sûrenin okunduğunu işaret etmemiştir.
Görüldüğü gibi buraya
hadisin tamamı alınmamış sadece devamı olduğuna işaret edilmiştir. Hadisin
devamı, Muvattâ'daki rivayete göre şöyledir:
"...Sonra uzun
bir rükû' yaptı. Sonra kalkıp uzun zaman ayakta durdu ama bu birinci kıyamdan
daha kısa idi. Daha sonra yine rükû'a varıp uzun müddet rükû'da kaldı, bu
rukû'da evvelkinden kısa idi. Sonra secde edip tekrar ayağa kalktı ve uzun sure
kıyamda durdu. Bu kıyam öncekinden daha kısa idi. Sonra uzun bir nıkû' yaptı
ama bu da öncekinden aşağı idi. Rüku'da yine kıyama geçip uzun müddet durdu. Bu
kıyam deminkinden daha kısa idi. Bundan sonra yine uzun bir rükû' yaptı. Bu
rükû' da ötekinden kısa idi. Bilâhere secde etti ve namazdan ayrıldı. Zaten bu
esnada güneş açılmıştı. Bundan sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Şüphesiz güneş ve ay Allah'ın alâmetlerinden iki alâmettirler. Birisinin
ölümü veya hayatı için tutulmazlar. O halde bunu gördüğünüz zaman, Allah'ı
zikrediniz ." Cemaat: "Ya Resulallah! Senin şu makamında bir şeye
uzandığını sonra vazgeçtiğini gördük. (Bu ne idi)?" diye sordu. Fahr-i
Kâinat şu karşılığı verdi:
"Ben Cenneti
gördüm (-veya bana Cennet gösterildi-) Oradan bir üzüm salkımını almak istedim.
Eğer onu alsaydım siz yerdiniz. Dünyada kalmazdı. Bana Cehennem de gösterildi.
Ondan daha korkunç bir manzara görmedim. Cehennem ehlinin çoğunun kadınlar
olduğunu da gördüm."
Niçin ya Resulallah?
dediler. "Küfürleri sebebiyle."
Biri;
Allah'a mı
küfrediyorlar? dedi.
"Kocaya karşı geliyorlar,
iyiliğe nankörlük ediyorlar. Eğer onlardan birine ömür boyu iyilik etsen, sonra
senden birşey (kötülük) görse, zaten senden hiçbir hayır görmedim, der"
buyurdu.
Muvattâ'daki bu
rivayet bu hadisin daha önceki rivayet edilen bazı hadislerdeki aynı olaya
işaret ettiğini gösterir.[89]
1190.
...Âişe (r.anhâ)den; demiştir ki:
Güneş tutuldu, bunun
üzerine Resûlullah (s.a.) bir adama emretti, o da, "şüphesiz namaz
toplayıcıdır" diye nida etti.[91]
namaz
toplayıcıdır" cümlesinin i'rabı yönünden üç ayrı görüş ortaya atılmıştır.
Bunlar:
1. hemzenin
kesri ve nunun şeddesi ile şeklinde okunur. kelimesi nin ismi haberidir.
Terceme bu izaha göre yapılmıştır.
2. ve ismi
yukarıdaki maddede izah edildiği gibidir. Yalnız 'nin haberi mahzuf, (ta'nın
fethiyle) hal olur. Buna göre mana: "Şüphesiz namaz toplayıcı olduğu
halde hazırdır” şeklindedir.
3. Elifin
fethası ve nün'un sükûnu ile müfessire, mübteda haberdir.Bu takdire göre de
mânâ şöyle olur: "Adam, namazın toplayıcı olduğunu ilân etti."
Yine bu terkib de
"toplayıcıdır" kelimesinin "namaz" kelimesine isnadı
rnecaz-ı aklîdir. İsnad sebebe yapılmıştır. Yahud da sözde bir hazif vardır.
Aslı şeklindedir.[92]
Bu hadis-i şerif,
küsûf namazında "şüphesiz namaz toplayıcıdır" diye cemaate ilan
etmenin meşru olduğuna delildir. İbn Dakîk el-İd, kusûf namazında ezan ve
kametin olmadığında ittifak olduğunu söylemiştir.[93]
1191.
...Âişe (r.anhâ)den; rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur:
"Güneş ve ay, bir
kimsenin ölümü veya hayatı için tutulmazlar. O halele tutulduklarını gördüğünüz
zaman Allah azze ve celle'ye dua ediniz, tekbir getiriniz ve sadaka veriniz.”[94]
Bu hadis-i şerifte Hz.
peygamber güneşin tutulduğunu gören
müslümanların, duâ etmelerini, tekbir getirmelerini ve sadaka
vermelerini emretmiştir. Buradaki tekbirden muradın mutlak zikir olması
muhtemeldir. Bu terkibin Buhârî'de: “Allah'ı zikrediniz" şeklinde
ifadelendirilmesi, bu ihtimali te'yid etmektedir.
Hz. Peygamberin
sadakayı emretmesi, sadakanın belâ ve azaplara engel olması yönündendir.
Sadakanın herhangi bir ölçü kaydı ile kayıtlanması, bu emrin sadakanın azına
da çoğuna da şâmil olduğunu gösterir. Bu emir vücûba değil, nedbe delâlet
eder. [95]
1192.
...Esma (bint Ebî Bekir)den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
küsûf namazı ile birlikte köle azad edilmesini emr ederdi.[96]
Bu hadiste güneş tutulduğu
zaman önceki hadiste belirtilenlere ilâveten köle azad etmenin de emredildiği
bildirilmektedir.Tabiî bu emir, vücûba değil, nedbe hamledilir.
Hz. Peygamberin bu
emri, köleliği kökten kazımadığı için tenkid edilen İslâmiyetin insan tab'ına
aykırı olan köleliğe son vermek için nasıl fırsatlar kolladığını göstermesi
bakımından ayrı bir değer ifade etmektedir. İslâmın köleliği kökten yasaklamayı
sının çeşitli tabiî ve haklı sebepleri vardır. Bu mevzu o sebeplerin
sıralanmasına uygun değildir.[97]
1193.
...erirMu'mân b. Beşîr'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine, Hz. Peygamber güneş açılıncaya kadar
iki rekat, iki rekat namaz kılmaya başladı. (Her iki rekatın bitiminde) güneşin
açılıp açılmadığını (cemaate) soruyor(du).[98]
Bu hadis-i şeriften
anladığımıza göre Hz. Peygamber: güneş tutulduğunda her rekatte bir rükû olmak
üzere iki rekat namaz kılmış bunun bitiminde cemaate güneşin açılıp
açılmadığını sormuş, açılmamışsa aynı şekilde tekrar iki rekat kılmış ve bu hal
güneş açılıncaya kadar devam etmiştir. Metindeki "iki rekat, iki
rekat" sözünden muradın, her rekatte iki rüku olduğunu bu manadaki
hadislerin mevcudiyetinin de bu anlayışın doğruluğuna işaret ettiğini
söyleyenler de olmuştur. Ancak bu kelimelerden sonra gelen " = Güneşin
açılıp açılmadığını soruyor" ifadesine bakılarak bu anlayışa itiraz
edilmiş ve doğrusunun, ikişer rek'atlik namaz kılmış olduğu sarihler
tarafından ifade edilmiştir. Hadis bu tercih edilen mana ile küsûf namazının
her rekatında bir defa rükû yapılır diyen Hanefîlerin delillerindendir. Ahmed
b. Hanbel'in iki rivayeti bu anlayışı takviye etmektedir.
Bu hadisi Ahmed b.
Hanbel Müsned'inde dört ayrı yoldan en-Nu'man b. Beşîr'e isnad ederek rivayet
etmiştir. Hz. Peygamber'in iki rekat kılınca güneşin açılıp açılmadığını
soruşu, bu rivayetlerden birisinde Ebû Dâvûd'da olduğu gibi, ikisinde de "
= iki rekat kılar ve sorardı iki rekat kılar ve sorardı..." sözleri ile
ifâde edilmiştir. Birisinde ise, bu konuya temas edilmemiş, küsûf namazının da
diğer namazlar gibi olduğuna işaret edilmiştir.
Nesâî'nin rivayetinde,
"Resûlullah (s.a.) güneş ve ay tutulduğu zaman en yeni kıldığınız (farz)
namaz gibi namaz kılınız" buyurdu şeklindedir. En son kılınan farz namazın
bir rekatında iki rükû olmayacağına göre, bu rivayet de Hanefîlerin görüşünü
takviye etmektedir.[99]
1. Küsuf
namazı iki rekattır.
2. İki rekat
kılındıktan sonra, güneş açılmamışsa tekrar iki rekat daha kılınır ve bu hal
güneş açılıncaya kadar devam ettirilir.[100]
1194.
...Abdullah b. Amr (b. el-Âs)'den; demiştir ki:
Resûlullah (s.a.)
zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Efendimiz (namaza) durdu. (Kıyamı o
kadar uzattı ki) nerdeyse rükû'a eğilmeyecekti. Sonra sanki doğrulmayacakmış
gibi (uzun) bir rükû yaptı. Daha sonra başım kaldırdı (ve) secdeye
varmayacakmış gibi (ayakta kaldı). Sonunda secdeye kapandı, bunu da sanki başım
kaldırmayacakmış gibi uzattı. Sonra (secdeden) kalkıp aynı şekilde uzun zaman
oturarak kaldı. Akabinde (ikinci) secdeyi yapıp, kafasını kaldırmayacakmış gibi
bunu da uzattı. Sonra doğruldu. (İkinci rekate kalktı) diğer (ikinci) rekatte
de aynen böyle yaptı ve secdesinin sonunda "Üf üf” diye üfledi. Sonra da;
"Ey Rabbim! Sen, ben aralarında iken onlara azab etmeyeceğini va'detmedin
mi? Onlar istiğfara devam ettikçe kendilerine âzab etmeyeceğini va'd etmedin
mî?" deyip namazını bitirdi. Bu esnada güneş de açılmıştı.
Bundan sonra (Saib b.
Mâlik) hadisin kalan, kısmını zikretti.[101]
Hadis-i şerifte küsûf
namazmdaki kıyam, rükû, kavme, secde gibi her hareketin uzatılacağına işaret
edilmektedir. Bu keyfiyet metinde sanki bu harekete son verilip akabindekine
geçilmeyecekmiş gibi mübalağalı tâbirlerle ifâde edilmiştir. Hattabî, İmam
Mâlik'in; "Küsûf namazında secdenin de, rükuunun uzatıldığı gibi
uzatılacağını hiç duymadık" dediğini naklettikten sonra, Şafiî ve İshak b.
Râhûye'nin mezhebine göre secdenin uzatılacağını ilâve etmiştir.
Hadis-i şerifte, Hz.
Peygamber'in secdeden sonra üflediği bildirilmektedir.Nesâî'deki rivayette, bu
üflemenin ikinci rekatın son secdesinden sonra olduğu bildirilmiştir. Hz.
Peygamberin "Üf, üf" demesi güneşin tutulmasından dolayı duyduğu
hüzünden ileri gelmiştir.
İmam Ebû Yûsuf, bu
hadise bakarak namaz içerisinde "Üf" demenin namazı bozmayacağı
hükmünü çıkarmıştır. Ancak fukahânın cumhuruna göre, "üf" demek
namazı bozar. Cumhur, bu hadisi birkaç şekilde yorumlamıştır:
1. Önceleri
namazda üf demek caizdi, sonra neshedildi.
2. Râvinin
burada "üf, üf" demçsjujtfz. Peygamberin üflemesini hikâsında bazı
harflerin çıkması daha evvel de aynı harflerin çıkmasını gerektirmez. Hâdiseyi
naklederken bazı harflerin çıkarılması, meseleyi izah ve zabt mecburiyetinden
doğmadır.
Bu izahı Hind
ulemasından Merhum Muhammed Yahya, üstadının ders takrirlerinden nakletmiştir.
3. “Üf” fâ
harfinin sükûnu ile tam bir kelime değildir. Ancak fâ şeddeli olursa üç harfli
bir söz olur. Burada fâ şeddesiz olduğu için "üf" diyen kişi namazda
söz söylemiş sayılmaz. İşte Hz. Peygamber'in üflemesi bu kabildendir. Ama
üflerken "Fâ" harfi şeddeli olarak iyice çıkartılırsa namaz bozulur.
Hanefî mezhebinde, ses
işitilmeyecek derecede üfürmek mekruhtur* iki harften ibaret bir ses işitilecek
olursa namaz bozulur.
Hz. Peygamber
üfledikten sonra; "Ey Rabbim! Ben aralarında iken onlara, azab
etmeyeceğine va'd etmedin mi?..”
demiştir.Bu, “Sen içlerinde iken Allah onlara azab etmez. Onlar istiğfar edip
dururlarken de Allah onlara azab etmez"[102]
âyet-i kerimesine işarettir.
Resûlullah bu sözleri
ile Cenab-ı Hakk'tan vadini yerine getirmesini, başlarındaki belayı
defetmesini istemiştir, yoksa Cenab-ı Allah'ın vadini tasdik etmediğine işaret
değildir.
Hadisin sonundaki
" = hadisin devamını zikretti" ifadesinden rivayetin aslında
buradakinden ibaret olmadığı müellifin, rivâyetin bir kısmını kitabına almadığı
anlaşılmaktadır. Ebû Davud'un kitabına almayıp, varlığına işaret ettiği bu
ilave, Nesâî rivayetinde mevcuttur. Arzu eden oraya bakabilir.[103]
1. Küsûf
namazının kıyamı, rükû'u, kavmesi, secdesi ve ka'desi mümkün mertebe uzatılır.
Her rekatte bir rükû' vardır.
2. Namazda
"üf" deme namazı ifsad etmez. Tafsilât açıklama bölümünde
verilmiştir.
3.
Musibetler karşısında, Allah'ın yardım va'd ettiği âyetleri anarak duâ etmek
caizdir.[104]
1195.
...Abdurrahman b. Semure (r.a.)[105]
'den; demiştir ki: - Resûlullah (s.a.)'in sağlığında ben ok atarken birden bire
güneş tutuldu. Hemen okları (yere) attım ve (kendi kendime) "güneş tutulması
bugün Resûlullah (s.a.)'a neler yaptıracak bakacağım" deyip doğru ona
gittim. Peygamber (s.a.) ellerini kaldırmış teşbih, tahmid ediyor, tehlîl
getiriyor ve dua ediyordu. Bu, güneş açılıncaya kadar devam etti. (Efendimiz)
iki sûre okudu ve iki rekat namaz kıldı.[106]
Hadisin Nesâî'deki
rivayetinde bazı farklılıklar vardır.Bunlardan en önemlisi râvi güneşin
tutulduğunu görünce buradaki rivayette "okları attım" derken,
Nesâî'deki rivayete göre "oklarımı topladım" demiştir.
Hadisin siyakı,
Efendimizin önce teşbih, tahmîd, tehlil ve dua ile meşgul olduğu, güneş
açıldıktan sonra iki rekat namaz kıldığı intibaını verecek şekildedir. Ama
gerçek böyle değildir. Râvi mescide geldiğinde Hz. Peygamberi mescidde,
ellerini kaldırmış teşbih okur, hamd eder, tevhid okur ve dua eder bir
vaziyette namaz kılarken görmüştür. Güneş açıldıktan sonra namaz kılmaya hem
ihtiyaç yoktur, hem de bu diğer meşhur rivayetlere aykırıdır. Buradaki ya
terkib-i zikri içindir, ya da mana "Hz. Peygamber bu hamd dua... esnasından
namaz kılmış ve bu namazda iki sûre okumuştur" şeklindedir. Abdurrahman b.
Semure'nin Müslim'deki diğer bir rivayeti bu izahımızı te'yit etmektedir.
Orada, Abdurrahman (r.a.) mescide geldiği zaman Resulullah'ı namaz kılarken
gördüğünü ifâde etmiştir.[107]
1. Küsûf
namazında hamd, teşbih ve duâ ile meşgul olmak meşrudur.
2. Küsûf
namazı iki rekattır ve her rekatte birer sûre okunur.[108]
1196.
...Ubeydullah b. Nadr, babası (Nadr)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Enes b. Mâlik
zamanında (şiddetli) bir karanlık oldu. Bunun üzerine Enes'e gelip:
Ya Ebâ Hamza[109]
Resûlullah (s.a.) zamanında böyle birşey başınıza gelir miydi?, dedim.
Allah korusun. (Bazan)
rüzgâr şiddetlenirdi de kıyametin (kopacağı) korkusuyla mescide koşardık,
karşılığını verdi.[110]
Haber, Şiddetli
fırtına esnasında namaz kılmanın meşru olduğuna delildir. Zelzele, sel baskını,
şiddetli karanlık (vs.) gibi diğer korkutucu hâdiseler için de hüküm aynıdır.
Şafiî ve Hanefilerin
bu konudaki görüşleri bu haberin işaret ettiği istikâmettedir. Ancak bu namaz
küsûf namazının aksine münferiden kılınır, cemaat yapılmaz.
Hanbelîlere göre
sürekli zelzele dışındaki bir olaydan ötürü namaz kılınmaz. Zelzele ânında
kılınan namaz aynen küsûf namazı gibidir.
Mâlikîlerde ise, güneş
tutulması haricindeki bütün tabiî olaylardan dolayı namaz kılmak mekruhtur.
Yalnız bu mezhep âlimlerinden Eşheb ve Kadı Iyaz'dan namazın caiz olduğu
rivayet edilmiştir.[111]
1197.
...İkrime'den; demiştir ki:
İbn Abbâs
(r.anhümâ)'a; "Resûl-i Ekrem'in hanımlarından falan öldü" denildi.
Bunun üzerine hemen secdeye kapandı. Kendisine:
Şu saatte secde mi
yapıyorsun? denildi. Şu karşılığı verdi:
Resûlullah (s.a.),
"Önemli bir hâdise gördüğünüz zaman secde ediniz" buyurdu. Resul-i
Ekrem'in hanımlarının gitmesinden daha büyük hangi hadise vardır?[112]
Hadiste Resûlullah'ın
hangi hanımının öldüğü ismen belirtilmemiştir. Beyhakî'deki rivayetten
anlaşıldığına göre bu hamm Safiyye (r.anhâ)dır.
Beyhakf niıı
buradakinden biraz daha mufassal olan rivayeti şöyledir: "ikrime dedi kî:
Medine'de bir ses
duyduk. İbn Abbâs bana:
Ey İkrime, git bak bu
ses neymiş? dedi. Gittim Resûlullah'ın hanımı Safiyye bint Huyey'i vefat etmiş
buldum. İbn Abbâs'a geldim, onu secde hâlinde buldum. Güneş doğunca kendisine,
Sübhanellah! henüz güneş doğmadığı halde secde mi ediyorsun? dedim.
Ey anası ölesi!
Resûlullah (s.a.); "önemli bir hâdise görürseniz secdeye kapanınız, binin
mattı mı?" Biz diri olduğumuz halde mü'minlerin analarının aramızdan
ayrılmasından daha büyük hangi hâdise var? Çünkü onlar bereket sahiblendirler.
Onların sağlığı sebebiyle insanlardan azab kaldırılır. Ölümleri ile de azabın
gelmesinden korkulur. Öyleyse (böyle anlarda) zikir ve secdenin bereketiyle
azabın def edilmesi için Allah'a dönmek ve ona sığınmak gerekir."
Görüldüğü gibi
Beyhakî'nin bu rivayeti hadisenin aydınlanması bakımından daha açık ve daha
tafsilâtlıdır. Bu rivayetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in secdeye
vardığı bu zaman, güneşin doğmasından evveldi. Onun için etrafındakilerin
teaccubüne sebeb olmuştu. Çünkü bu vakit namaz kılmanın mekruh olduğu
vakitlerdendir.
Hz. Peygamber'in;
"önemli bir hadise gördüğünüz zaman secde ediniz" emrindeki
"secde" namaz ile tefsir edilmiştir. Buhârî'nin Ebû Mes'ûd'dan
rivayet ettiği: "...Fakat bunlar Allah'ın alâmetlerinden iki alâmettirler,
onu
gördüğümüz zaman
kalkıp namaz kılınız..." hadisi bu tefsire delil gösterilmiştir.
Bu secdeden maksadın
kendi mânâsı olduğunu söyleyenler de vardır. AIiyyü'l-Kaarî, Tıybî'nin şöyle
dediğini nakleder:
"Eğer âyet
(önemli hâdise)den maksat güneş ve ay tutulması ise, "secdemden murat
namazdır. Yok şiddetli rüzgâr, zelzele (vs.) ise, "secde" kendi özel
mânâsına hamledilir."
İbnu'I-Humam,
Fethü'l-Kadîr'de; "Şeyhülislamın Mebsût'unda karanlık ve şiddetli rüzgârda
namaz güzeldir, denilmektedir. İbn Abbas'm Basra'da zelzeleden dolayı secde
ettiği rivayet edilmektedir" denildiğini nakleder.[113]
1. Büyük şahsiyetlerin
ölümü, önemli tabiat hâdiselerinden daha önemli olaylardandır.
2. Böyle
önemli hâdiseler karşısında, namaz kılmak veya secde etmek meşrudur.
3. Cenab-ı
Allah, sevimli kullarının hatırı için insanlardan azabı def eder.
4. Mühim
olaylar karşısında, mekruh vakitlerde dahi secde etmek meşrudur.[114]
[1] Bu bölüm bazı nüshalarda; yani "İstiska namazına
ait konulan toplayan bâb" bazılarında da yani: "İstiska namazına ait
konulan toplayan, bab ve bunun teferruatı" bazılarında: yani "İstîska
namazına dair teferruat" şeklindedir. Bu terceme ve şerhte Concordance'in
kitab ve bâb numaralan esas alındığından ve Concordance'da bu, ayrı bir bölüm
halinde ve Sünen-i Ebi Davud'un üçüncü kitabı olarak kabul edildiğinden, biz de
bu bölümü aynı başlık altında vermeyi zorunlu bulduk. Nitekim bundan önceki
bab sayımında da bundan sonraki kitab ve bab sayımında da aynı şekilde
Concordance'in sayımına riayet edilecektir. (Yayına Hazırlayan).
[2] Buhârî, istiskâ, 1, 4, 11, 15, 18, 20; Müslim,
istiskâ, 1,3,4; Tirmizî, cuma 43; Nesâî, istiskâ 2, 5, 6, 7, 811; İbn Mâce,
ikâme 153; Dârimî, salât 188; Muvatta, istiskâ 1; Ahmed b. Hanbel, II, 326,
IV, 39, 40, 41.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/303.
[3] Hûd (11), 52.
[4] Nuh (71), 10,11.
[5] Nuh (71), 10.
[6] 1173 numaralı hadis.
[7] bk. 1165 no'lu hadis. Açıklamasını yapmakta olduğumuz
hadis de bu namazın iki rekat olduğunu göstermektedir.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/304-307.
[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/307.
[10] Müslim, istiskâ 1; Tahâvî, Şerhu Meâni'l-âsâr, I, 324.
[11] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/308.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/308-309.
[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/309.
[14] Beyhakî, es-Sunenu'l-kubrâ, III, 350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/309-310.
[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/310.
[16] Tahâvı, Şerhu Meâni'1-âsâr, I, 323; Beyhakî,
es-Sunenu'Ukubrâ, III, 351.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/310.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/311.
[18] Tİrmİzî, cuma44;Nesaî, istiskâ, 3; ibn Mâce, ikâme
153; Ahmed b. Hanbel, I, 23, 269, 355; Dârekutnî, Sünen II, 68; Beyhakî,
es-Sünenu'l-kubrâ, III, 347; Hâkim, el-Musiedrek, I, 327.
[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/311-312.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/312-314.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/314.
[22] Concordance'de bu baba numara verilmemiştir.
[23] bk. 1161 numaralı hadisin kaynakları.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/314.
[24] Buhârî, istiskâ 1, 15, 17, 20; Müslim, istiskâ, 1,
3,4;Tirmizî, cuma 43; Ahmed b. Hanbel, IV, 39, 40, 41; Dârimî, salât 188;
Beyhakî, es-Süneniı'1-kübrâ, III, 350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/314-315.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/315.
[26] Umeyr, Âbi'l-Lahm'ın azatlısıdır. Musannif bir de
"benu" oğullar kelimesi ziyâde et mistir. Ama bunun zararı yoktur.
Çünkü birinin azatlısı aynı zamanda onun oğullarının da azathsıdır. Uıneyr,
şahabıdır. Efendisi ile beraber Hayber gazvesine katılmıştır. H. 70 yılma kadar
yaşamıştır. Asıl adının ne olduğu hakkın da değişik rivayetler vardır. Abdullah
b. Abd-i Abdilmelik, Halef b. Abdilmelik, ı Abdullah b. Mâlik, Huveyris b.
Abdullah, Abdullah b. Abd-i Melek bunlardandır. Âbi'1-Lahm denilmesinin sebebi,
onun hiç et yememesidir. Veya putlar adına kesilen etleri yemekten imtina
etmesidir. İbn Abdilber, bu zatın sahabilerin büyüklerinden ve ileri gelenlerinde
olduğunu söyler. Huneyn gazvesine iştirak edip orada şehİd edildiğinde tüm
âlimler hemfikirdirler.(Bilgi için bk. İbnu'i-Esir, Üsdü'1-ğabe, III, 284).
[27] Nesaî, istiska, 89; Tirmizi, istiska 8, 9, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/315-316.
[28] bk. Tirmizî, istiska 43.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/316.
[30] Ibn Mâce, ikâme 154; Beyhakî, es-Sünenü'1-kübrâ, III,
355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/317.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/317-318.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/318.
[33] Buhârî, istiskâ, 22; Müslim, istiskâ, 7; Nesâî,
istiskâ 9; tbn Mâce, ikâme 118; Ahmed b.Hanbel, III. 282.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/318.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/318-319.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/319.
[36] Kütüb-i sitte sahipleri içinde yalnız Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/319-320.
[37] Bk. 1485 numaralı hadis.
[38] el-Enbiyâ, (21), 90.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/320.
[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/320-321.
[41] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/321.
[42] Bu manayı veren kelimesi bazı nüshalarda (hayra)
şeklinde vârid olmuştur.
[43] Hâkim el-Miistedrek, I, 328. Hakim Hadisin Şeyhânm
şartlarına uyduğunu söyler. Bey-hakî, es-Sünenüi-kiibrâ, III, 349.
[44] Musannifin bu sözü söylemekteki maksadı, hadisin
halini beyân ve onun hüccet olmaya elverişli olduğuna işaret etmektir. Ğarib
oluşu garib râvilerden Hâlid b. Nizâr'dan başkasının rivayet etmemesi
dolayısıyladır. Yine Ebû Dâvûd Fatiha Sûresi'nde bizim diye okuduğumuz âyeti
Medinelilerin şeklinde okuduğunu ve bu hadisin onlar için delil olduğunu
söyledi.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 4/321-323.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/323-325.
[46] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/325-326.
[47] Buhârî, istiskâ, 24, menâkıb 25; Müslim istiskâ 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/326-327.
[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/327.
[49] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/327-328.
[50] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/328.
[51] Muvatta', istiskâ 2.
[52] Hadis-i şerif, müellife iki ayrı yoldan İntikal
etmiştir. Bunlar Yahya b. Said'de birleşmekle beraber, Yahya'dan sonra Mâlik
ve Sufyan olmak üzere ayrılıyorlar. Bu metin, Mâlik'in rivayet eîtiği oluyor.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/328.
[53] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/328-329.
[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/329-330.
[55] Müslim, kusûf 1; Nesâî, kusûf 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/330-331.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/331-333.
[57] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/333.
[58] Müslim, istiskâ 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/333-335.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/335-337.
[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/337.
[61] Müslim, istiskâ 9; Nesaî, küsûf 7, 9, 10; Beyhakî,
es-Sünenii'l-kübrâ, III, 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/337-338.
[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/338.
[63] Buhârî, istiskâ 4; Müslim, istiskâ3; Nesâî, küsûf
5,12,14,16,24; tbn Mâce, ikâme 152.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/338-339.
[64] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/339-340.
[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/340.
[66] Beyhaki, es-Sünenü'1-kübrâ, III, 322.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/340.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/340-341.
[68] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/341.
[69] Hâkim el-Müstedrek, I, 333.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/342.
[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/342.
[71] Müslim, istiskâ 19.
[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/341-342.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/343.
[74] Ahmed b. Hanbel V, 16, 17, Beyhakî, es-Simenu'l-kübrâ,
111,332.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/343-344.
[75] Ahmed b. Hanbel, V, 16.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/344-346.
[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/346.
[78] Kabîse el-Hilâlî b. el-Muhârik b. Abdullah,sahabidir.
Hz. Peygamber'e elçi olarak gelmiş ve ondan hadis rivayet etmiştir. Müslim,
Ebû Dâvûd, Tİrmizî ve Nesâî mezkur zatın rivayetlerini eserlerine almışlardır.
(Bilgi için bk. lbmı'1-Esir, Üsdü'1-gâbe, IV, 385-386).
[79] Buhârî, küsûf 6; Nesaî, küsûf 1; Hâkim, el-Müstedrek,
I, 333.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi,
Şamil Yayınları: 4/346-347.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/347.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/348.
[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/348-349.
[83] Hâkim, el-Mustedrek, I, 333; Beyhakî,
es-Sünenu'l-kübrâ, III, 320, 322, 324, 325, 329, 335, 336, 337, 340.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/349-350.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/350.
[85] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/350.
[86] Buhârî, kusûf 4, 5, 19; Müslim, kusûf 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/351.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/351.
[88] Buhârî, kusûf 7, 9, 13; Müslim, kusûf 1, 8, 17; Nesâî,
kusûf 11, 17, 23; Muvatta', kusûf 2, 3.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/351-352.
[89] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/352-353.
[90] Bazı nüshnalarda " = çağrılır" fiilinin
başında istifham (soru) hemzesi mevcut değildir. Buna göre mana: "Küsûf
namazında namaza çağrılır" şeklinde olacaktır.
[91] Buhârî, küsûf 3; Müslim, küsûf 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/353.
[92] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/353-354.
[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/354.
[94] Buhârî, kusûf 2; Müslim, kusûf 1; Nesâî, kusûf 3, 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/354.
[95] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/354.
[96] Buhârî, kusûf.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/355.
[97] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/355.
[98] Nesâî, kusûf 5, 12, 14, 16, 24; Ahmed b. Hanbel, IV, 267, 269, V, 60.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/355-356.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/356.
[100] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/356.
[101] Nesaî, kusûf 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/357.
[102] el-Enfâl (8), 33.
[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/357-359.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/359.
[105] Abdurrahman b. Semure b. Habîb b. Abdi Şems, b. Abdi Menâf
el-Kureşî, asıl adı, Abdü Kelâl idi. Efendimiz ona Abdurrahman adım verdi.
Mekke Fethi günü müslü-man olmuş ve Mu'te muharebesinde bulunmuştur. Resûlullah
ve Hz. Muâz'dan hadis nakletmiştir. H. 50 veya 51 yılında vefat etmiştir.
(Bilgi için bk. lbnu'1-Esîr, Üsdü'l-gâbe, ili, 454-456; İbn Hacer, el-lsâbe,
II, 401).
[106] Müslim, küsûf 25, 26; Nesaî, kusûf 2; Ahmed b. Hanbel,
V, 62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınları: 4/359.
[107] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 4/360.
[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/360.
[109] Enes b. Mâlİk'in künyesidir.
[110] Hâkim, el-Müstedrek, I, 334; Beyhakî,
es-Sünenu'1-kübrâ, III, 342.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/360-361.
[111] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/361.
[112] Tirmizî, menâkıb 63; Beyhakî, es-Sünenu'l-kübrâ, III,
343.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 4/361-362.
[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/362-363.
[114] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları:
4/363.