SÜNEN-İ EBÛ DÂVÛD TERCEME ve ŞERHİ
Sünnet, Ebu Davud, Sunen'ı Ve Bazı
Hadis Istılahları Üzerine
Ebu Davud'un Mekkelilere Mektubu (x)
Hadis Kitabı Okurken Dikkat Edilecek
Hususlar
Yüce dinimiz
İslâmiyetin Kur'ân'dan sonraki en büyük kaynağı Sünnettir. Hz. peygamber
(s.a.) in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret olan sünnet asırlar boyu müslüman
âlimlerin üzerinde çalıştıkları, hizmetinde oldukları bir saha olmuştur.
Rasûlullah (s.a.)in
hadislerini ezberinde tutanların vefatlanyla, Sünnet hazinesinin yok olmasını
önleyip onun sonraki nesillere eksiksiz ve yanlışsız olarak aktarılmasını
sağlamak için hadisler derlenip kitaplara geçirilmiştir. Bu kitaplardan
özellikle altısı son derece ün kazanmıştır. "Kütüb-ü Sitte" adıyla
anılan bu altı kitap Buhârî ve Müslim'in Sahihleri Ebû Dâvûd, Tirmizi,, Nesâî ve İbn Mace'nin
Sünenleridir.
Şüphesiz müslümanlann
hepsi Arap değildir ve arapçayı bilmezler. Arap olmayanların da dinlerinin esaslarını
kaynaklarında görmek ve sevgili Peygamberlerinin hadislerini okuyup anlamak en
tabii haklan olsa gerektir. Onun, İslâmî ilimlerin diğer sahalarında olduğu
gibi hadis sahasındaki bir çok eser de başka dillere, bu meyanda Türkçeye
terceme edilmiştir. İşte "Kütüb-ü Sitte"diye bilinen bu altı kitabın
hepsi; izahlı ya da izahsız olarak ve bazıları birden fazla olmak üzere
dilimize kazandırılmıştır. Biz de, Ebû Dâvûd Süleyman b. Eş'as es-Sicistanî
el-Ezdî'nin Sünen'ini terceme ve bazı yerleri biraz izah ederek Türk
okuyucusuna hizmet etmeye çalıştık. Diğer hadis eserleri gibi, Ebû
Davud'un Sünen'ine de selef âlimleri tarafından çok değerli şerhler
yazılmıştır. Ancak Arapçayı bilmeyen Türk okuyucuları bu eserlerden istifade
edememektedir. Bizler aciz çalışmamızla bu şerhlerden hiç olmazsa
bazılarını Türk okurlarının önüne sermek için terceme ile yetinmeyip,
hadislerle ilgili açıklamalarda da bulunduk. Onun için kitap bir Sünen-i Ebu
Dâvut tercemesi değil, aynı zamanda şerhi hüviyetine büründü.
Tercemede, Hattâbî'nin
Mealimu’s-sünen'i ile birlikte 1969 yılında Muhammed Ali es-Seyyid tarafından
bastırılan beş ciltlik matbu nüshayı ele aldık. Ancak daha sonra eser
Mu'cemu'l müfehres li elfazı'l hadîsi’n-nebevi'ye uygun bir şekilde düzenlendi.
İzahlarımızda
Kitabu'l-Menâsik'in 12. babının sonuna kadar Mahmud Muhammed Hattab es-Sübkî
nin çok değerli eseri el-Menhelü'l-azbu'l-mevrud şerhu Sünen-i Ebi Davud'unu
esas aldık.[1] Hatta diyebiliriz ki bu
eseri muhtasar olarak terceme ettik, özetlemeye çalıştık. Böylece bu kıymetli
eserden Türk okuyucusunun istifadesini sağlamak istedik. Tabiatıyla, Menhel’i
olduğu gibi terceme etmedik ama onunla da yetinmedik. Sünen'in matbu şerhleri
Avnu'l-Mabud ve Bezlu'I-Mechûd başta olmak üzere başka eserlerden de faydalandık.
Menhel müellifi
eserini tamamlayamadan vefat ettiği için kalan kısımda Menhel'in tekmilesi olan
ve müellifin oğlu Emin Mahmud Hattab tarafından yazılan
“Fethu’l-meliki’1-ma'bûdtekmiletü’l-menheli’l-mevrud''u esas almaya başladık.
Ne yazık ki bu eser de tamamlanamamıştı. O da "kitabu't-talak"ın
sonuna kadar varabilmiştir. Geri kalan kısımda da Ebu Dâvud şerhlerinden
Avnu'l-mabûd başta olmak üzere birçok eserden istifade ettik. Bunların bir
kısmım bibliyografya olarak takdim edeceğiz.. Bazılarına da dipnotlarda temas
ettik.
Tercememizde
şerhlerdeki izahları göz önünde tuttuk. Farklı anlayışlar varsa önce tercemeye
esas aldığımız izahın sahibine daha sonra da diğer anlayışlara işaret ettik.
Hadislerin,
Mu’cemu'I-müfehres'i esas alarak diğer hadis eserlerindeki yerlerine
gösterdik. İtiraf edelim ki bunu yaparken Mu'cemu'l-müfehres'le yetindik,
hadislerin hepsini tek tek yerlerinde tesbit etmedik.
İzah kısmını genelde
dört bölüm halinde ele aldık.İlk bölümde
hadisin diğer hadis kitaplarındaki rivayetlerine ve hadisin sıhhati konusunda
söylenenlere işaret ettik. İkinci bölümde hadisin anlaşılması bakımından izaha
muhtaç yönlerini izaha çalıştık. Üçüncü bölümde hadisin fıkhî yönünü ve o
konuda çeşitli mezheplerin ve âlimlerin görüşlerini verdik. Herbirinin delillerini
ve karşı görüşte olanların bu delillere bakış açılarını ele aldık. Bunu
yaparken bazan mezheplerin kendi fıkıh kitaplarına müracaat etmekle beraber
genelde Sünen’in veya diğer hadis kitaplarının şerhlerindeki malumata dayandık.
Aslında bunun bir kusur olduğunu kabul ediyoruz. Ama her mezhebin görüşünü
kendi kaynaklarından araştırmaya ne gücümüz ne de imkanımız el verdi.Onuniçin
mezheplere nisbet edilen görüşler her zaman müftâbih olan görüş olmayabilir.
Buna dikkat çekmeyi görev sayıyoruz.
İzah kısmının son
bölümünde HÜKÜMLER başlığı altında hadisin zahirinden çıkartılabilecek bazı
hükümlere işaret ettik. Tabi bizim göremediğimiz başka hükümler elbette
çıkacaktır.Bazıbölümlerin başında daha hadislerin tercemesine başlamadan o konu
ile ilgili özet malumatlar verdik.
Burada şuna önemle
dikkat çekmek istiriz: Biz Ebu Davud'un Sünen'ini şerhetmedik. Böyle bir işin
bizim gibi acizlerin altından kalkabilecekleri bir iş olmadığını çok iyi
biliyoruz. Biz bulabildiğimiz ve gücümüzün yettiği kadarıyle selefin yaptığı
şerhlerden tercemeler yaptık ve onları bir araya getirmeye çalıştık. Kendi
kafamızdan birşey söylemedik, söylenenlerden bazılarını aktırdık. Bu
çalışmamızla aynı eser üzerinde yapılacak değerli başka çalışmalara ihtiyaç
bırakmadığımızı da düşünmüyoruz.
Bütün kusur ye
acizliklerimize rağmen, cüretimizin, niyetimizin hizmet oluşuna
hamledilmesini, umarız. Eserin büyük bir bölümünün sayın Mehmet Savaş
tarafından okunup tashih edilmiş olması ve baş tarafa eklediği mukaddimenin
yanısıra tamamının sayın Yard.Doç.Dr. İsmail Lütfi Çakan tarafından redakte
edilmiş olması bizler için son derece sevindirici olmuştur. Değerli
katkılarından dolayı bu çok kıymetli ilim adamlarımıza teşekkür ederiz. Ayrıca
Eserin neşri hususunda elinden gelen hiç bir fedakârlık ve gayreti esirgemeyen
Şamil Yayınevi'nin sahibi muhterem Duran Kömürcü'ye ve diğer mensuplarına da
özellikle teşekkür ederiz.
Naçiz hizmetimizin
Allah celle celalüh'ün rızasına muvafık olmasını niyaz ederiz. Hatalarımızın
affını dileriz.
Hazırlayanlar[2]
Âlemlerin Rabbına hamd
ü sena;
O'nun örnek kulu,
sevgili resulü Hz. Muhammed Mustafa'ya âl ve ashabına selât ü selâm olsun...
İslâm Kültürü demek
olan sünnet'in yaslı metinlerini İhtiva eden altı muteber hadis kitabının
(el-Kütübii's-sitte) Üçüncüsü Sünen-i Ebî Davud'un, elinizdeki tercüme ve
şerhi dolayısıyla bu mukaddimede müellif» eseri ve bazı hadis ıstılahları
hakkında mümkün olduğunca kısa bilgiler verilecektir'. Ancak daha Önce Sünnet
üzerinde bazı temel tesbitlere yer vermek faydalı olacaktır.[3]
En kısa ifadesiyle ve tabiî hadisçilere göre Sünnet,
Hz. Muhammed'den bize intikal eden O'na ait herşeydir. Yani Hz. Peygamberin
sözleri, fiilleri, yaşayışı, sahâbilerin yaptıkları karşısında takındığı
tavırları, ahlâkî veya fıtrî vasıfları ile ilgili bütün nakiller sünnet'i
yansıtan delillerdir. Kısaca sünnet, Hz. Peygamberin yüce kitabımızda ü s v e
- i h a s e n e diye takdîm edilen hayatı ve Hz. Aişenin ifadesiyle “Kur'an'dan
ibaret olan”[4] ahlâkıdır.
Bilindiği gibi yüce
yaratıcının nübüvvet makamına lâyık gördüğü bütün peygamberler, Allah'ın emir
ve nehiylerini, O'nun kullarına ulaştırmak ve onları irşâd etmek için
görevlendirilmiş hidâyet elçileridir. Bu genel çerçevede olmak kaydıyla Hz.
Muhammed de toplumun, ilâhî irâde istikâmetinde biçimlenmesini sağlamak
maksadıyla gerekli bilgi ve uygulamaları örneklendirmiştir. O (s.a.), Allah
teâlâ'dan aldığı vahyi insanlara sadece ulaştırmaktan ibaret olan bir görevle
gelmiş değildir. Duyurduklarını açıklamak ve anlatmak da O'nun aslî görevidir.
Sünnet'in temel işlevi budur. Çünkü anlamadığı şeyden kişiyi sorumlu tutmak
imkânı yoktur. Çünkü sorumluluk için duymak yetmemekte, anlamak gerekmektedir.
Değişik şartlar içinde ve yetenekteki insanlara ilâhî tebliği en doğru şekilde
anlatacak olan hiç kuşkusuz o tebliği getiren peygamberdir. Peygamber tebliği
açıklamaya başladığı andan itibaren Sünnet devrede demektir. Her açıklamanın
getireceği anlayış ve uygulama, günlük hayatın ümmet çapında biçimlendirilmesi
yönünde atılmış bir adım olacaktır. Netice olarak İslam tebliğinin arzuladığı,
temel vasfı "Allah'a kul olmak" olan müslümanın özellikleri
belirecektir. Bu yüzden de sünnetsiz bir müslümanlık ve sünnetsiz müslüman
hayatı düşünmek mümkün değildir.
Bilinen bir gerçektir
ki, günlük hayatı ilâhî irâde istikâmetinde tanzimde, dinin m e n k ûl â t' a dayalı
iki kaynağından biri olarak sünnet, Kur'an
ile birlikte, birinci dereceden bir fonksiyon icra etmektedir. Nitekim
Hz. Peygamber “kim benim sünnetimden, yaşama tarzımdan yüz çevirirse, benden
değildir”[5] ve
"Dinin elden çıkışı, sünnetin terkiyle başlar.Halat nasıl iplik iplik
ortadan kalkarsa dinde birer birer sünnetin terkiyle ortadan kalkar"[6]
buyurmuştur. Bu hadisler aynı zamanda
müslümanın ancak sünnetten ayrılmamak suretiyle öz varlığını, İslâmi kişiliğini
ve niteliğini koruyabileceğini açıkça dile getirmektedir. Zira sünnetin
terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı olan b i d’ a t tarafından
doldurulur. Bir başka ifâde ile, terkedilen her sünnet, yaşanılan bir bid'atla
sonuçlanır.
Sünnet İslam kültürü;
bid'at ise İslam kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan her türlü yabancı
unsur demektir. Kıtalararası müslüman milletlerde çağlar boyu gözlemlenen ortak
değerler ve uygulamalar hep sünnetin birleştiriciliği, belirleyiciliği ve
bütünleştiriciliğinden kaynaklanmıştır. Ü m m e t sünnetle vardır, onunla
yaşar. Yozlaşma da sünnetten ayrılmakla başlar.[7]
Kitap, lafız ve mânâ
olarak v a h y olduğu için ona vah y - i m e t 1 u v v denir. Sünnet ise,
vahyin bir çeşit m e a 1 ve mefhumu niteliği ile z ı m n e n vahydir. Fakat
lafız olarak v a h y niteliğine sahip değildir. Bu sebeple de ona v a h y - i
ğayr-i metluvv denilmektedir.
Öte yandan v a h y'i
telakkiye müsaid bir kıvama ve kavrayış gücüne sahip kılınmış olan Hz.
Peygamber, aynı zamanda, beşerî aklın en üst seviyesindedir. V a h y gibi diğer
insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağıyla uzun süre temasta
bulunan beşerî aklın en üst derecesine sahip Peygamber'de bir peygamberâne
ictihad kabiliyetinin bir meleke-i nübüvvetin teşekkül edeceği muhakkaktır. Bu
yetenek sayesinde Hz. Peygamber, başkalarının intikal edemediği bir takım
hakikatları kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır.
Hz. Peygambere,
peygamberliği dolayısıyla verilmiş olan melekenin ya da nübüvvet ilmi'nin,
Kur'an-ı Kerîm'de değişik kelime ve tabirlerle ifâde buyurulduğu görülmektedir:
Zikir, hüküm, hikmet, şerh-i sadr, tefhîm, ta'lim ve i r â e gibi ilâhî
beyanlar bunlardandır. Ayetlerin ve ilâhî iradenin açıklaması ve yorumu
niteliğindeki Hz. Peygamberin açıklamaları, ilâhî tefhîm ve murâkebe altındaki
nebevî akıl veya meleke-i nübüvvet'den sadır olmaktadır. Bağlayıcılığı da
Sünnetin ilahî-nebevî kaynağından ileri gelmektedir.[8]
Hz. Peygamberin iki temel görevi tebliğ ve
beyan'dır. Beyan ise kendi içinde gerek prensip olarak gerekse pratik olarak
üç şekilde cereyan eder: T e'ki d,
teybin ve teşr i’...
Sünnet Kur'an'da
bulunan bir hükmü te'kid ve tasdik eder. Netice itibariyle aynı şeyi vurgulamış
olduğu için o hususun muhataplar nezdinde tam bir kesinlik kazanmasını sağlar.
T e b y i n; tefsir,
tafsil, tavzih, tahsis, takyîd, şerh, izah ve yorum gibi terimlerle ifade
edilebilecek olan sünnetin kitabı açıklama fonksiyonu, onun temel vasfı ve
vazifesi olmaktadır, ihtiyaca göre sözlü olarak ve fiilen yapılan açıklamaların
tamamı bu kısma girmektedir.
Teşri'; kitabın belli
bir hüküm sevketmediği konularda sünnetin hüküm koyması demektir.Bu,sünnetin
müstakil teşri’ kaynağı olması fonksiyonudur.
Sünnetin
te'kidvetebyîn fonksiyonuna karşı çıkan hiçbir âlim yoktur. Ancak teşri’
fonksiyonu münakaşalıdır. Kesin olan şudur ki, sünnet, her üç fonksiyonunda da
asla kitaba muhalif olamaz.[9]
Sünnetin teşri’
fonksiyonu ile alakalı olarak Muaz b. Cebel Hazretlerinin Yemen'e vali olarak
giderken, Hz. Peygamberin suali üzerine, çözümünü Kitabullah'da bulamadığı
meseleler olursa Sünnet'e başvuracağını belirtmesi ve Hz. Peygamberin bu
cevaptan dolayı memnuniyet izhar buyurması hatırlanmalıdır. Bu olay gösteriyor
ki, Kitabullah'da bulunamayan çözümler sünnette olabilmektedir. Bu da Sünnetin
müstakillen teşri kaynağı olduğunun açık ve reddedilmez delilidir.
Zaten konuyu münakaşa
eden âlimler arasındaki ayrılık, Sıbâî’nin isabetle belirttiği gibi, meselenin
özünde değil, takdimde kullanılan lafızlardadır.[10]
Ayrıca bir bütün ve
kavram olarak Sünnetin hüccet olduğunda kimsenin şüphesi bulunmamaktadır. Ne
varki sünnet malzemeleri tek tek ele alındığı zaman hepsi için "delil
olabilir" hükmü verilemediği için sünnetin delil olma niteliği tartışma
konusu yapılmaktadır. Her hadisin Hz. Peygamber'e aidiyeti, ilmî standartlar
bakımından her zaman kesinlik arzetmez. Ancak unutulmamalıdır ki, hadis ilmine
ait değerlendirmeler, dâima zevahire, şartlara ve dış bulgulara ve belli
usullere göre yapılır. Gerçek durum her zaman doğru olarak tesbit edilememiş
olabilir. Yani ilmî ölçüler bakımından sahih hükmünü vermek zorunda
bulunduğumuz bir hadisin Hz. Peygamber'e ait olmama ihtimali -zayıf da olsa-
vardır. Aksine “zayıf hadistir” dedimiz bir sözün de -ilmî bulgulara rağmen-
Hz. Peygamberden sâdır olma ihtimali daima mevcuttur. Zaten önemli olan da
hadisin Hz. Peygamber'e aidiyetidir. O'na ait olduktan sonra dünyanın “zayıf”
demesi hiç bir şeyi değiştiremez. O'na ait olmadıktan sonra da araştırmaların
bir sözü veya hareketi O'na ait göstermesi onun sünnet olmasını sağlayamaz.
Bütün gayretler işte bu a i d i y e t i doğru olarak tesbit edebilmek içindir.
Bu söylediklerimizi
bir başka şekilde ifâde edecek olursak, Hadis ilmine ait değerlendirmeler nisbî
ve izafîdir. Zira araştırmaya dayalı hükümlerdir. Araştırmanın herhangi bir
yerinde yapılmış olan küçük bir hata, sonucu etkileyebilir. Bu sebeple de
ilimde araştırma bitmez. Bugünkü bulgulara göre verilen hüküm yarın yapılacak
araştırmalara göre ufak-tefck farklılıklar arzedebilir ya da taban tabana zıd
bir neticeye varabilir. Bütün bu ihtimallere açık kapı bırakmak en doğru
yoldur. Ancak asırlardır belli bir hükme bağlanmış ve aksi de isbat edilememiş
malzemeden şüphe etmek için de hiçbir ilmî ve makul gerekçe gösterilemez.
Bütün bu gerçekler
muvacehesinde şu ya da bu fikirlere hizmet maksadıy
Peygamberlerin ve
tabiî Hz. Muhammed'in bir takım fevkâlede üstün insanî vasıflara ve ilâhî
ihsanlara sahip ve mazhar olduğunu kabul edenlerin O'na sadece bir hoparlör
görevi vermeye kalkışmalarım» O'nun bir h i d â y e t rehberi olarak insanlara
gönderilmiş olduğunu değerlendirmekte güçlük çekmelerini anlamak mümkün
değildir. Kaldı ki "teamüle ve hukukî anlayışa göre, bir elçi onu gönderen
gibi addedilir ve hatta elçinin sözü, onu memur edenin şahsen söylediği söz
gibi kabul edilir. Bütün siyâset ve elçilik hukuku işte bu kaideye istinad
eder... Bu mefhum Kur'an'da sık sık te'kid olunmuştur. "Peygamberin
getirdiğini alın ve sizf menettigi şeyden de sakıma'* (el-Haşr (59), 7).
"O peygamber kendi arzusunca konuşmaz, Onun söylediği, sadece Allah'ın
vahyeyledigidir" (en-Necm (53), 3-4) "Peygambere itaat eden, muhakkak
ki Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa (4), 80)
Bu âyetler Peygamberin
sünnetinin Allah'ın emir ve nehyi yanında yer aldığını göstermektedir. Şu
halde sünnete müracaatı gerektiren âmil daima mevcuttur."[11]
Getirip tebliğ eden anlamında
Hz. Peygambere -mecâzen-vâzı-ı din demek bile mümkünken, onun yorumuna ve
irşadına muhtaç olmadan getirdiği dini anlamak ve yaşamak nasıl mümkün
olacaktır? Bu mümkün olmayınca, sünnet'in dinin kaynağı olarak hucciyyeti ve
fonksiyonlarını münakaşa etmek kimseye bir şey kazandırmayacaktır.[12]
Sünnetin bir bütün ve
kavram olarak bağlayıcılığı kesindir. Hz. Peygambere uyulmasını, onun verdiği
hükme tam bir rıza gösterilmesini, onun hükmü karşısında kimseye muhayyerlik
hakkının tanınmadığını bildiren âyetler, sünnetin muslümanm hayatındaki
bağlayıcı rolünü yeterince ortaya koymaktadırlar. Ancak Hz. Peygamberin
değişik vasıflarıyla ortaya koyduğu sünnet'in bağlayıcılık derecesinin aynı
olmadığı da bir gerçektir. Bu noktanın iyi bilinmesinde fayda vardır. Hz.
Peygamber;
Risâlet (peygamberlik)
vasfına bağlı olarak tebliğ görevi yapar.
İftâ (müftilik)
vasfıyla fetva verir.
Kaza (hakimlik)
vasfıyla hüküm verir, dava halleder.
İmamet (devlet
başkanlığı) vasfı İle bir takım idarî tasarrufta bulunur.
Tebliğ tasarrufunda
Hz. Peygamber mübeUiğ ve nâkil'dir. Allah katından kendisine ulaşan gerçekleri
halka nakleder. Bu, ümmeti bağlayıcıdır.
tftâ tasarrufu, Allah
teâlânın hükmünü delillerden çıkararak Allah adına haber vermek demektir. Bu da
ümmeti bağlayıcıdır.
Kaza tasarrufu, sebep
ve delillerin günlünde meydana getirdiği kanaata göre kendisinin bir dava
hakkında bir inşa ve ilzam'da bulunması, bir hüküm vermesidir. Peygamber kaza
tasarrufunda yeni bir hüküm ortaya koyan (münşî)dir. Halbuki risalette
mübelliğ, ifta'da müttebF idi. Kaza tasarrufu sadece davada taraf olanları
bağlar.
İmamet (devlet
başkanlığı) tasarrufu ise ilk üç vasıfma ek bir vasıfla yapılmış
tasarruflardır. Bu üç vasfa ve tasarrufa dahil değildir, imamette açıkça bir
yaptırım gücü söz konusudur. Risâlet'in imameti gerektirmediği de bir gerçektir.
Ama imamet de verilmişse htikümdar-peygamber ortaya çıkar. Fakat yine de bu iki
temel vasıfla ortaya koydukları birbirinden farklıdır, aynı mahiyette değildir.
Bu sebeple de Hz. Peygamberin devlet başkam olarak yaptığı tasarrufların
geçerliği için devlet başkanının izni; hakimlik vasfı ile yaptığı tasarrufların
geçerliği için de hâkimin hükmü gerekir.
Bu meselede de en
önemli husus, Hz. Peygamberin tasarruflarının hangi vasfına balı olarak ortaya
koyduğunun tesbitidir. Ulema bir çok olayda bu noktada farklı kanaatlara
varmışlar ve tabiatıyla verdikleri hükümler de farklı olmuştur. Biz burada
sünnetin bağlayıcılığı konusunda dikkatten uzak tutulmaması gereken bir ana
noktaya sadece işaret etmek istedik. Meselenin detayı konuya ait kitaplardan
izlenebilir.[13]
Sünnet'in genel
karakteristiğini gerçekçilik ve esneklik yani u y g u
Bilindiği gibi dinimiz
en son ve m ü k e m e 1 din, peygamberimiz de en son peygamberdir. Kıyamete dek
geçerli olan Kur'an ve onun birinci elden^açık-laması ve uygulama biçimi olan s
ü n n e t, her türlü şart altındaki insanların meselelerine çözüm getirecek ve
müslümanlar arasında inanç ve davranış birliğini sağlayacaktır. O halde
gerçeklerden hareket etmesi, insanı tanıması, ona her türlü imkân ve şartta
yaşayabileceği genel esasları tedricî olarak öğretmesi, aynı konuda da olsa
uygulanabilir farklı şekil ve biçimleri sunması pek tabiî olacaktır. Bu,
cihanşumullüğün doğal bir sonucudur. Bunun adına esneklik de diyebiliriz. Aym
konuda farklı bilgiler sunan ve değişik uygulamaların varlığını gösteren
hadislerin, aslında tabiîlikler manzumesi anlamı taşıdığı ve bu farklılıkların
müslümanlar için rahmet olduğu açıktır. Bir başka ifade ile tslam belli bir
bölge veya şehir halkına gelmiş olsaydı, daha net ve değişmeyen belki de tek
tip ve tek şekilde uygulanabilen esaslar teklif «ederdi. Ancak o bütün dünyalılara
hitâbettiğine göre, getirdiği esasların bütün dünya şartlarında her türlü imkân
ve kabiliyet seviyesinde uygulanabilir olması, hitâbettiği insanların doğru
yolu bulmaları, islâmî karakterlerini koruyabilmeleri açısından oldukça önemlidir.
Bu sebeple sünnet, meselâ tek tip bir giyim tarzı önermemişîir. Giyim-kuşam
konusunda örtülmesi gerekli yerleri ve müslümanın temel vasfı olan "Allah'a
kul olma" durumuna ters düşen anlayış ve uygulamaları "yasaklar
listesi" olarak belirlemiş; ötesini, fertlerin ve yaşanılan bölgenin
şartlarına, malî imkânlarına, zevklerine, anlayışlarına tek kelime ile
dindarlık ve becerilerine havale etmiştir.
O halde acele etmeden,
Sünnet'e temelde ters düşecek kabalığa ve katılığa düşmeden meselenin özündeki
esneklik esprisine uygun davranışlarla sünnetin yaşanmasına ve yaşatılmasına
çalışmak, İslam şahsiyetçiliğinin ve îslâma hizmetin kaçınılmaz gereğidir.[14]
Sünnet, müslümanların
ilk neslini oluşturan sahâbiler tarafından Hz.peygamberden duyarak, görerek veya
O'ndan bizzat duyan ya da görenden işiterek algılanmıştır. Algılama amacı da
yaşamaktır. Ashab-ı kiram, birbirlerine daima Allah resulünden öğrendiklerini
duyurmak ve meseleler hakkında Hz. Peygamberden öğrenilmiş bir bilgi veya
uygulamanın olup olmadığını sormak âdetinde idiler. Böylece sünnete ait
veriler bir taraftan anında amel olarak pratik hayata intikal ederken, bir
taraftan da bilgi halinde bellenmekte ve aktarılmaktaydı.
Sonraki nesiller de
kendilerinden öncekilerden hem tatbikat olarak, hem de bilgi olarak sünneti
almışlardır. Sünnete ait verilerin yazılı vesikaları demek olan hadis metinleri
ise bize dört merhaleden geçerek gelmiştir.
Ezberleme (şifahî
bilgi)
Kîtabet (Hz.
Peygamberin izni ile O'nun hayatında başlamış olan yazım faaliyeti)
Tedvin (Sünnet
malzemesinin yazılı halde bir araya toplanması)
Tasnif u'll-Külüb
(sünnet malzemesinin belli sistemler içinde kitapiaştırılması) Bu dörtlü
merhale, "kim bile bile yalan uydurup bana isnad ederse, cehennemdeki
yerine hazırlansın” tehdidinden kurtulma genel eğilimi içinde pek ciddî ve
ince araştırmalara dayalı olarak ilk üç asırda gerçekleştirilmiştir.[15]
Günümüzün mttslümanı,
öteki islâmî ilimlerin bünyesindeki sünnet motif ve bilgilerine ilâve olarak,
sünnete ait bilgi ve belgeleri HadisKitapla-r ı'nda bulmaktadır. Sünnetin
pratik yönünü de kısmen öncekilerden görerek ve bilinçli veya bilinçsiz
yaşayarak algılamaktadır.
Sünnetin
algılanmasında ilk müslüman nesillerle sonrakiler arasında iki noktada fark
vardır: 1. Amaç, 2."Şcktl. Sahâbiler kesinlikle sırf bilgi edinmiş olmak
ya da sadece başkalarına aktarmak maksadıyla değil, bizzat uygulamak, hayatlarını
ona göre tanzim etmek gayesiyle sünneti öğreniyorlardı. Öğrendiklerini amel ile
destekliyor, hayatlarını o "en güzel örnek"e benzetmeye çalışıyorlardı.
Bunun için de "Hz. Peygamberden öğrenilmiş olan bilgi"yi arıyor,
soruyorlardı. Kişisel kanılar değil, deliller peşinde bulunuyorlardı.
Sonraki nesillerde,
özellikle günümüze yaklaştıkça, bilginin amele intikali , noktasında, iç ya da
dış bir takım âmillere bağlı olarak açık bir gevşeklik görülmektedir. Bu
gevşeklik bir takım hurafe ve bid1 at la r'ın yaşanmasının da temel sebebi
olmaktadır. O bid'at ve hurafeler ki, "sapıklık sebebi1' oldukları bizzat
Hz. Peygamber tarafından bildirilmiştir.
Şekil açısından farka
gelince, sünneti ilk müslüman nesil doğrudan Hz. Peygamberden veya O'ndan
gören veya duyandan şifahen alma imkânına sahipken, sonraki nesiller, yazılı
metinler halinde buldukları kitaplardan öğrenmek durumundadırlar. Bu da
beraberinde getirdiği bir takım ilmî güçlükler ve gerekler yanında uygulama
olarak görme şansını da büyük ölçüde etkilemektedir. Dolayısıyla da
rnüslümanlar zaman zaman kendilerini yoğun ,bir sünnet tartışması içinde
bulmaktadırlar.[16]
Sünnet'in malzeme
olarak değerlendirilmesini ve problemlerinin tetkikim Hadis timi üstlenmiştir.
Hadis ilmi ise, din bilimlerinin tümüne kaynak, malzeme ve metod yönünden tesir
etmiştir. Bütün dinî bilimler sünnetten olmayan, ya da Hz. Peygambere ait
olmayan bir sözün veya uygulamanın O'na maledilmemesi, sünnete, yabancı
unsurların karışmaması için müslumanların ve özellikle hadisçilerin gösterdiği
fevkalâde dikkat ve gayreti takdirle anmamız gerekmektedir.
Hadisçiler tarafından
geliştirilen metodoloji gerçekten yegânedir. Zamanla öteki dini ilimler de bu
metodolojiyi, yani, sözü veya uygulamayı güvenilir vesikalarla söyleyenine
veya ilk kez ortaya koyanına sağlıklı bir şekilde ulaştırma usulünü
benimsemiş, ilimde birinci el kaynaklara inme genel eğilimi böylece
yerleşmiştir. Bu sebeple sünnetten kaynaklanmamış ve metod olarak ondan
esinlenmemiş dini bir bilimdah düşünmek mümkün değildir diyebiliriz. Kur'-an
bile, anlaşılması açısından sünnete muhtaçtır. Bu gerçeği
Mekhü\,"Kur'an'-ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur'an'a olan
ihtiyacından daha fazladır” diyerek pek çarpıcı biçimde dile getirmiştir. Hemen
belirtelim ki, bu, asla Kur'-an'a bir noksanlık ya da acz nisbet etmek
değildir. Sadece Kur'an'ın insanlar tarafından doğru algılanması ve anlaşılması
açısından söylenmiş bir sözdür. Bunu Abdurrahman b. Mehdî'nin şu sözünde açıkça
görmekteyiz "Kişi hadis'e yemek içmekten daha fazla muhtaçtır. Çünkü
hadis Kur'an'ı açıklamaktadır."[17]
Sünnet de sünnet olabilmek için Kur'an gibi bir asi'a dayanmak zorundadır. Yani
deyim yerinde ise, Kur'an prensiptir; sünnet de açıklaması ve uygulaması-dtr.
Açıklamanın, açıklanandan daha vazıh daha net ve daha detaylı olması da pek
tabiîdir. Kur'andaki prensiplerin pratiğe dönüştürülmesi, uygulama biçimi
kazanması bakımından ilk ve en doğru örnek olarak sünnet birinci dereceden
önem arzetmektedir. Bu, amel! noktadan bir değerlendirmedir. Hukukî açıdan
meseleye baktığımız zaman elbette Sünnet, Kur'andan sonra ikinci derecede hukuk
kaynağıdır. Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti, bizzat Hz. Peygamber tarafından
doğru yoldan ayrılmamanın iki temel esası olarak gösterilmiş, müslü-man
kimliğinin bu iki temel esasa sıkı sarılmaya bağlı olduğu bildirilmiştir:
"Sıkı
sarıldığınız sürece aşla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum size: Al-lan'in
kitabı ve Resulünün sünneti..."[18]
Kur'anın bütünüyle tam
ve doğru anlaşılabilmesi ve prensibi ortaya konulmuş uygulamaların (ibâdetler,
beşeri ilişkiler, devletler arası münasebetler, âhi-ret âlemi hakkındaki
bilgiler v.s.) istenilene uygun olarak yerine getirilmesi ancak sünnetle
mümkün olacaktır. Sünnete baş vurmadan Kur'anla yetinme düşünce ve
teşebbüslerinin isabetsizliği yine bizzat Hz. Peygamber tarafından önceden
haber verilmiştir. Sünneti Önemsemeyen davranışlar, aslında onu özde aynı olduğu
v a h y kaynağından ayrı görmek gibi bir büyük yanlışa düşmektir. Halbuki
Kur'an'ın ilk ve en yetkili müfessiri Hz. Peygamberdir. Hatta O'nun temiz
hayatı, canlı Kur'an'dır. Bu yüzden de sadece O'nun hayatını taklid etmek d i n
sayılmaktadır. Bunun dışında kimsenin hayatı d i n olarak taklid edilemez.
"Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme" sözünün aslî manası da
budur. Yani "hoca din adına sana doğru olanı söyler, sen onu tut. Fakat
kendisi de nihayet bir insandır, yaşantısında hata edebilir. Din, onun hayatı
imiş gibi anlayıp taklide kalkışma. Çünkü ne kadar yetişmiş olursa olsun,
kimsenin hayatı din değildir" demektir...[19]
Sünnetin
getirdiklerinden yararlanabilmek için herşeyden önce Sünnet'in "en güzel
örnek" olduğuna, yaşanabilirliğine, insan özüne ve ihtiyaçlarına en üst
seviyeden cevaplar getirmiş olduğuna inanmak gerekir. Sonra bu inanca dayalı
olarak sünneti kendi özellikleri ve karakteristiği içinde tanımak lâzımdır.
Zira Hz. Peygamber "âlemlere rahmet" ve "hidayet rehberi"
olarak gönderilmiştir. O'nun sünneti hidâyette olabilmenin çarelerini gösteren
gidişatı ve o'nun yolu kurtuluşa giden yoldur. Sünnetin kurtarıcılığından şüphe
etmek Hz. Muhammed'in risâletine karşı çıkmak anlamına geleceği için kişiyi
imandan eder. Nitekim İbn Mes'ud (r.a.)de "Nebinizin sünnetini
terkederse-niz, saptınız gitti demektir"[20]
ikazında bulunmuştur, tmran b. Husayn (r.a.)'ın da benzer bir uyarısı
bulunmaktadır.[21]
"Gerçekten sen
doğru yola çağırıyorsun" [22]
"Eğer O'na (Peygamber'e) itaat ederseniz doğru yolu bulmuş olursunuz” [23]
âyetleri sünnetin kurtarıcılığına şe-hâdet etmektedirler.
O halde bu
kurtarıcılıktan nasib alabilmek ve sünneti tanıyabilmek için bugün yapılacak
iş, okumak ve öğrenmektir. Eksik, noksan hatta yanlış bilgiler üzerine dayandırılacak
hüküm ve hareketler daima insanı yarı yolda bırakır. Hatta çoğu kez de
istenmeyen sonuçlara götürür.
Hiç şüphesiz sünneti
daha yakından tanıyıp yaşayabilmek için Sevgili Peygamberimizin örnek hayatını
iyi bilmek gerekir. Bunun için de Siyer, tslam Tarihi ve Hadis kitapları
okumak lâzımdır. Okumak, öğrenmek ve tereddüde düşülen yerde bir bilene baş
vurmak sünnet konusundaki bilgi eksikliklerinin giderilmesi için yetecektir.[24]
Kurtarıcılığı kesin
olan Sünnet'e sarılma konusu "el-İ'tisam
bi'I-kitab ve's-Sünne" adıyla hadis kitaplarımızda belli bir bölüm
içinde tetkik mevzuu edilen fevkalade önemi haiz bir meseledir. Ne yazık ki,
halkımız, bid'at ve hurafelerden; aydınımız ise yabancı şartlandırmalardan
yakasını kurtaramadığı için bu konuda tam bir kargaşa hüküm sürmektedir.
Sünnete sarılma, sünnet dışı uygulamalara karşı bağımsızlık ilanına bağlıdır.
Bu da her türlü taassub, kültür sakatlığı ve aşağılık duygusu ürünü özentileri
bir tarafa itmek ve "Ben Müslümanım" diyebilmekle mümkündür. Bu, hiç
bir zaman kuru bir iddia olarak değil, şuur ve uygulama olarak ortaya konduğu
zaman önem taşır.
Sünnete sarılmak
meselesi, aslında "hadisle amel" problemini ve bunun için de
"fıkhu'l-hadis'Mn eğitim ve öğretiminin yaygınlaştırılması gereğini beraberinde
getiren bir meseledir. Yani işin, ilmî boyutu vardır. Sadece şeklî olarak
sünnete sarılmayı şu yada bu şekilde giyinmekle veya hareket etmekle açıklamak
mümkün değildir.
Hem tebliğ görevini
yerine getirmek hem de sünnet'i gelecek müslüman nesillerin tetkik ve
istifâdesine sunmak için ilk devir uleması sünnete ait verileri belli sistem ve
disiplin içinde kitaplaştırmaşlardır. Bu kitaplar asırlar boyu müslüman lar
tarafından değerlendirilmiş, istifâde edilmiş ve tabiî olarak herbiri hakkında
bir hüküm de verilmiştir. İçlerinden altı tanesi Kütüb-i Sitte adıyla en
güvenilir ve muteber hadis kitabı olarak benimsenmiştir.
Bu altı hadis
kaynağının tamamı bugün, şöyle veya böyle Türkçe'ye tercüme edilmiş bulunmaktadır.
Kitapsız, ilimsiz hiç bir dava yürümez. Böyle olunca Kitap ve Sünnete ait
kaynaklan okumak onlara zaman ayırmak, üzerinde düşünmek, problemleri bu
esaslar çerçevesinde halletme ihtiyacım duymak ve bu alanda ihtisas yapmış
kimselerle istişarelerde bulunmak artık günlük hayat programımıza dahil
olmalıdır. Milletçe kültür seviyemiz ancak böyle bir gayretle ilerleme
kazanabilecektir. Yabancı propagandaların tesiri altındaki kafa ve
gönüllerimizi ancak böyle bir disiplinle aslî zemininde tutabiliriz.
Şimdi sünnetin öğretim
ve uygulaması konusunda müslümanlara büyük hizmet vermiş ve bilhassa ahkâm
hadislerini bir araya toplamak gibi farklı ve fevkalâde bir hizmeti daha
başlangıçta yerine getirmiş olan EbÛ Davud'u ve onun baş eseri Sünen'ini tanıyabiliriz.[25]
"İmam",
"şeyhu's-sünne", "mukaddemu'I-huffâz" ve
«Muhaddi8u'l-Basra.f • gibi unvanlara sahip olan müellif Ebû Da-vud, h. 202'de
Sicistanda doğmuştur. Tam adı; Ebü Davud Süleyman b. el-Eş'âs b. tshak b. Beşîr
b. Şeddâd b. Amr b. İmrân el-Ezdî es-Sicistânî'dir. Nisbele-rinden birincisi
kabile, ikincisi memleket nisbeleridir ve ittifakidir. O'na, Sicis-tan
kelimesinin bir çeşit kısaltması olan S i c z'e nisbetle e s - S i c z î
denildiğine de rastlanılmaktadır.
EbÛ Davud'un Türk ve
arab olduğuna dair iki ayrı görüş ileri sürülmektedir. Sicistan, Afganistan'ın
güney kesimine düşen Afganistan - İran sınır bölgesi olarak Türk yerleşim
bölgelerindendir. Ancak Ezd Kabilesi de Yemen'de meşhur büyük bir arab
kabilesidir. Ebu Davud'un milliyeti hakkındaki iki ayrı değerlendirme
muhtemelen bu iki esasa dayanmaktadır.
Ebu Davud'un büyük
dedelerinden lmran; Hz. Ali tarafından Sıffin savaşma katılmış ve orada şehid
düşmüştür. Ağabeyi Muhammed el-Eş'as ise, Ebu Davud'a ilim yolculuklarında
arkadaşlık etmiştir. Oğlu Ebu Bekr Abdullah meşhur bir muhaddistir.
Müellifimizin ailesi hakkında kaynakların verdiği bilgi bunlardan ibarettir. [26]
Ebu Davud'un yaşadığı
çağ, özellikle hadis ilmi tarihi bakımından “altın çağ” kabul edilen hicri III.
asırdır. Aslında bu çağ, islam medeniyetinin ve islâmî ilimlerin tam bir
inkişaf ve gelişme gösterdiği, her dalda klasik ve temel eserlerin verildiği
hareketli ve bereketli bir dönemdir. Adeta kuruluş merhalesinin bütün yönleriyle
gerçekleştirildiği yeni ilmî faaliyetlere zemin hazırlandığı çağdır.
Hadis ilmi açısından
kütüb-i sitte müelliflerinin yaşadığı bir dönem olan hicri üçüncü asır, siyasî
açıdan da Abbâsilerin hilâfet dönemine rastlamaktadır. EbÛ Davud, dokuz Abbasî
halifesinin iktidarını idrak etmiştir.[27]
Ebu Davud, ilk
bilgileri kendi yöresinin âlimlerinden aldıktan sonra, o günün ilim geleneğine
uyarak ilim tahsili için Irak, Ceziretu'l-arab, Şam, Mısır gibi yörelere ve bu
yörelerdeki ilim merkezlerine gitmiş oralardaki alimlerden hadis tahsil
etmiştir. Onun uzun süre kaldığı şehirler arasında Horasan, Rey, Her at, Küfe,
Bağdad ve Tarsus başta gelmektedir, ömrünün sonlarına doğru(h. 271-884'de)
göçtüğü Basra'yı da bu arada saymak gerekir.
Ebu Davud'un, gezdiği
bu geniş yörede kendilerinden istifade ettiği hocalar kadrosu 300'Ü
bulmaktadır. Bu rakamı tbn Hacer (852/1448), Sünen ve öteki eserlerinden tesbit
etmiştir.[28]
Bunlar arasından
bilhassa Ahmed b. Hanbel, (241/855), Kuteybe b. Saki (240/854), Müsedded b. Müserhed
(228/842), Said b. Mansur (227/841), Hen-nâd es-Seriyy (243/857), Ali b,
el-Medînî (224/838), Yahya b. Main (233/847), Hayve b. Şureyh (224/838), Halef
b. Hişâm (227/841) ve Amr b. Avn <225/839) zikre değer.[29]
Hadisin fıkhı,
illetleri, metin ve sened olarak taşıdığı hususiyetleri ilim şansıyen hakkında
fevkalâde geniş bir bilgiye sahip olan "hadis mütehassısı" Ebû
Davud'un ilmî şahsiyetini belli kriterlere göre şöylece tesbit edebiliriz.
İlmî Şahsiyet'in
temelinde, günün şartlarına göre iyi ve etraflı bir tahsil aranır. Müellifimizi
bu açıdan ele alacak olursak, hocalarının, o günün İslam dünyasının en muteber
ilim adamları, olduğunu görürüz. Biraz önce verdiğimiz isimler bunun acık
delilidir. Devrinin ilim merkezlerini gezmiş olması, gerek bilgi - görgü
olarak, gerekse met od, uygulama ve kavrayış olarak onun ilmî kişiliğini bulmasında
fevkalâde müessir olmuştur.
Bu durumu ve onun ilmî
şahsiyetinin bir başka yönünü, çağdaşlarının meslektaşlarının ve hatta
hocalarının ona yönelik değerlendirmelerinde görmek mümkündür. Hocası Ahmed b.
Hanbei'in, kendisinden fttire ile ilgili hadisi yazmış olması; Sehl b. Abdullah
es-Tüsterî (283/896)nin; "Resulullah'ın hadislerini rivayet eden dilini
çıkar da bir öpeyim" diye takdir duygularını sergilemesi, devri ulemasının
Ebû Davud'a gösterdiği yaygın itibarın iki ayrı göstergesidir. Onun hakkında
ulemanın söylediği sena cümlelerine kaynaklar uzun uzun yer vermektedirler.
Biz bu iki misali yeterli gördük.
"İlmî
Şahsiyet"in bir başka göstergesi ya da unsuru dikkatli bir
araştıncı-lık'tır. Bu acıdan bir hadisçi olarak Ebû Davud'un taklidden çok
tahkik i benimsemiş elması, gerçekten engin ilminin belki de hakiki sebebidir.
Bi'r-i Buza'a ile ilgili hadisin sonunda verdiği bilgi müellifimizin
araştırıcılık vasfını yansıtan en güzel örneklerden biridir. O, şunları
söylemektedir:
"Ridamı kuyunun
ağzına serdim. Sonra da onu karışladım. Tam altı zira' geldi. Bana bahçenin
kapısını açan ve beni içeri alan kişiye, "kuyunun eski hali değiştirildi
mi?" diye sordum.“Hayır”dedi. Suyun rengi bozuktu."[30]
EbÛ Davud bu
sözlerini, Kuteybe b. Said'in, kuyunun en çok uyluklara en az baldırlara kadar
su tuttuğuna dair açıklamasını kaydettikten sonra söylemektedir. O, rivayet
ettiği bu bilgi ile yetinmeyip imkan bulunca kuyuyu bizzat kendisi ölçmüş,
durumu yerinde tahkik etmiş, suyunun renginin bozuk olduğunu tesbit etmiştir.
Bütün bunları nasıl yaptığını da tam bir ilim namusu içinde tek tek
anlatmaktadır. Yaptığı ise ve yöntemine itiraz kapısını açık bırakmaktadır.
Ebû Davud'un bu
tutumu, onun araştırmacılığının ve ilmî dürüstlüğünün takdir edilmesi gereken
delilidir. İlmî bir titizliktir.
O'nun ilmî
şahsiyetinin bir başka unsuru damünekkidliğ i'dir. Aslında klasik devir
hadisçilerinin müşterek özelliklerinin başında onların iyi birer rical ve metin
münekkidi olmaları gelir. Bu, hiç şüphesiz meşgul oldukları hadis ilminin ana
karakteridir. Süneni, Ebû Davud'un gerek tanıtım gerek tenkid olarak rical ve
metin konusundaki hassasiyet ve ihtisasının örnekleriyle doludur.
Ayrıca Ebû Davud'un
araştırıcılık ve münekkidlik yönünü ortaya koyan gerçekten çok fazla tesbit ve
şehâdet bulunmaktadır. Takdir ifâdelerindeki anlaşılabilir mübalağa unsurlarım
dikkate alarak söyleyelim ki, bu şuhâdetler onun* ilmî şahsiyetinin bir başka
unsuru olan ilmiyle âmil olma durumunu yani dini yaşayışını, vera ve takvasını
da yeterince ortaya koymaktadır.
“— Ebû Davud, Hadis
ilminin hafızı, dini yaşamakta iffet, salah ve verâın doruk noktasında, bir
hadis süvârisidir."
“— Davud (a.s.)'a
nasıl demir yumuşatılmışsa, Ebû Davud'a da Hadis ilmi öylesine
kolaylaştırılmıştır."
“— Hadisleri tahric
eden ve sabit olanları malûl olanlardan, hatayı-sevabtan ayırabilendört kişi
vardır: Buhâri, Müslim. Onlardan sonra da Ebû Davud ve Nesâî..."
“— O, hadiste reis,
fıkıhta reisdi. Heybet, saygınlık, salah ve takva sahibi; Ahmed b. Hanbel'e
benzer biriydi."
İlmî Şahsiyet'in en
tartışılmaz göstergesi Eserdir. Şairin dediği gibi "Âyi-nesi iştir kişinin
lâfa bakılmaz - şahsın görünür rutbe-i aklı eserinde." Bu noktadan
hareketle Ebû Davud'u tetkik ettiğimizde, onun bilhassa Sünen'i ve diğer
eserleri, müellifimizin ilmî kişiliğini yeterince ortaya koyacak nitelikte
olduğunu görmekteyiz. SUnen'inin, kütüb-i sitte*nin üçüncü sırasında yer
alması bunun açık göstergesidir.
Bir ilim adamının
eserine talebelerini de katmak elbette gerekecektir. Ebû Davud'un talebeleri
arasında, Sünen'inin râvisi olanlara ilâveten, yine kütüb-i sitte
müelliflerinden Tirmizî (279/892) ve Nesâî (303/915) ve daha bir çok meşhur
muhaddis bulunmaktadır.[31]
Ayrıca Ebû Davud'un
ilmî şahsiyetinin bir başka yönüne misal olarak biraz sonra nakledeceğimiz
olayda da görüleceği gibi O, imarı istenen Basra'nın ihyasını sağlamak üzere
orada oturmaya davet edilecek kadar ilmî şöhret sahibiydi. Günümüzde nasıl kal
kındır il m ak istenen yörelere birer Üniversite açma yoluna gidiliyorsa, ogün
Basra'nın ihyası görevini yalnız basma Ebû Davud Üsleniyordu. O'nun Basra'da
olduğunu duyan ilim taübleri ona gelecek ve böylece şehir yeniden canlanacaktı,
tlim ve ulemanın hem manevî hem maddî açıdan ihya ve ümran vesilesi olduğunu
Ebû Davud'un şahsında görmekteyiz.
Burada şuna da işaret
edelim ki, Ebû Davud'un Basra'ya davet edilmesi olayı, aynı zamanda bizim
medeniyetimizin temel Özelliğinin ilim olduğunu ve bu medeniyetin temelinde
ulemânın tartışmasız bir yere ve role sahip bulunduğunu da gözler Önüne
sermektedir.
"İlmî Şahsiyef'in
bir başka ölçüsü, âlimin, ilmin şerefine sahip çıkan bir genel tavır içinde
olmasıdır. Bu da daha çok, ilmi kendi zemininde ve kendine has şartlar içinde,
bilhassa yöneticilerin istismarına imkan bırakmayacak şekilde yaymaya
çalışmakla isbat edilebilir. Ebû Davud'u tam bir ilmî sorumluluk içinde
görmekteyiz. Şu olay bunun en açık delilidir. Kendisine hizmet etmekte olan Ebû
Bekr b. Câbir anlatıyor:
Bağdatta Ebû Davud üe
beraberdik. Birgün akşam namazını kıldıktan sonra kapı çalındı. Açtım. Bir de
ne göreyim, bir görevli:
Emir EbÛ Ahmed
el-Muvaffak geldi içeri girmek için izin istiyor, dedi. Dönüp durumu Ebû
Davud'a bildirdim. îzin verdi. Emir girdi ve oturdu.Sonra Ebu Davud emire;
Bu vakitte Emiri
buralara getiren nedir? dedi. Emir;
Üç iş için geldim,
dedi. Aralarında şu konuşma cereyan etti:
Neymiş bunlar?
Basra'ya gidip oraya
yerleşmeniz. Dünyanın dört bir yanından ilim talibleri sana gelirler ve
böylece Zenci baskınından sonra harabe haline gelmiş ve terkedilmiş olan Basra
da şenlenir.
Bu birincisi. İkinci
iş nedir?
Çocuklarıma “Sünen”i
okutup rivayet etmeniz.
Evet, üçüncüsü nedir?
Sünen'i rivayet için
bizim çocuklara özel bir zaman ayırman. Zira halife ve emirlerin çocukları halk
ile bir arada olamazlar.
İşte bu asla olmaz.
Zira ilim konusunda yönetici de yönetilen de aynıdır, eşittir.
İbn Câbir demiştir ki,
Emir'in çocukları diğer öğrencilerle beraber derse geldiler, ancak onlarla
diğerleri arası bir perde ile ayrıldı.[32]
Öte yandan Ebû
Davud'un, ilmî hassasiyeti ve hakka bağlılığını, eşdost, akraba hatırı asla
gölgeleyemezdi. Oğlu Ebû Bekr Abdullah hakkında "Oğlum Abdullah
yalancıdır" demiş[33] onun
hadiste güvenilir biri olmadığım açık şekilde ortaya koymuştur.
Bu olaylar, büyük
hadisçilerin aşağı-yukan hepsinde görülen "hak yanlısı" olma ve
'Mimin şerefi"ni herşeyin üstünde tutma titizlik ve cesaretini göstermektedir.
İlmî şahsiyetin en belli başlı gereklerinden biri belki de en önemlisi de bu
tavırdır.[34]
İlmi Şahsiyet'te, ilmî
murfikebe ve denetime rıza göstermek de önemli bir unsurdur. Bu açıdan
müellifimiz aynı olgunluk içindedir. "Sünen'ini tasnif e-dince hocası Ahmed
b. Hanbel'e arzetmiş ve onun denetimini sağlamış ve tasvibini almıştır.
Günümüzde ilmî ve akademik çalışmalar nasıl İhtisas Jürileri tarafından tetkik
edilir ve değerlendirilirse, geçmişte de ulemâ eserlerini, zamanın meşhur
âlimlerine arzeder ve onların görüşlerini kendiliklerinden alırlardı. Bu, ilmi
mes'ele edinmenin tabiî gereği ve sonucudur.
timi Şahsiyet'te, ilmS
murflkebe ve denetime nza göstermek de önemli bir unsurdur. Bu açıdan
müellifimiz aynı olgunluk içindedir. "Sünen "ini tasnif edince hocası
Ahmed b. Hanbel'e arzetmiş ve onun denetimini sağlamış ve tasvibini almıştır.
Günümüzde ilmî ve akademik çalışmalar nasıl İhtisas Jürileri tarafından tetkik
edilir ve değerlendirilirse, geçmişte de ulemâ eserlerini, zamanın meşhur
âlimlerine arzeder ve onların görüşlerini kendiliklerinden alırlardı. Bu, ilmi
mes'ele edinmenin tabiî gereği ve sonucudur.
Müellifimizin ilm!
şahsiyetinde, mensup oMugu mezhebin de elbette bir payı ve yeri olacaktır. O'nu
HanbeG fakihi olarak gösterenler, O'nun Ahmed b. Hanbel ile olan yakın ve sıcak
ilmî alakasından hareket etmişlerdir. Şafiî tabakâtında kendisine yer
verilmiştir. Oysa, O'nun diğer hadisçiler gibi hiçbir mezhebin görüşünü
benimsememiş olduğu, başlı basma sünnetin fıkhı ile meşgul bir muhaddisfakih
olduğu açıktır.[35]Mekkelilere yazdığı
mektubta, Sünen'ini tanıtırken herhangi bir mezhebe mensubiyetini imâ eden
herhangi bir beyânda bulunmamıştır. Zaman zaman şu veya bu mezhebin
görüşlerine yakın olması, aralarında paralellik bulunması, onun, o mezhcbten
olduğunu göstermez. Unutulmamalıdır ki, hadisçinin mezhebi hadistir. Zaten Ebû
Davud da sünnete uymakta selef anlayışı üzerindeydi. Kritik kelâmı konulara
dalmaktan daima uzak dururdu.
Ayrıca bize göre ilmî
şahsiyetin bir diğer ölçüsü de meşgul olunan sabada belli terkib ve sonuçlara
ulaşabilmek ve bu sonuçları genel değerlendirmeler halinde
ifadelendirebilmektir. Müellif Ebu Davud bu noktada da fevkalade dikkat çekici
bir beyâna sahiptir. Beşyüz bin hadis arasından seçtiği 4800 hadis ile meydana
getirdiği Sünen'i takdim ederken, "müslümanın dini hayatı için 4 hadisin
yeter"[36] olduğunu söylemiştir.
Böyle bir sonuca varmak, konuyu bütün yönleriyle hazmedip temel noktalan
yakalayabilme kabiliyet ve dikkatini, haza-ketini gösterir. O, bu dört hadisi
şöyle sıralamıştır:
1. Ameller niyetlere göredir.
2. Malayâniyi terketmesi kişinin olgun mü'min
olduğunu gösterir.
3. Kendisi
için istediğini mü'min kardeşi için de istemedikçe kişi kamil mü'min olamaz.
4. Helal
bellidir, haram bellidir. Aralarında şüpheli bazı işlerde vardır..."
Daha sonra
"medarı İslam" (= İslam ahkâmının üzerinde dönüp durduğu esaslar)
olarak benimsenecek olan bu değerlendirme, Ebu Davud'un ilmî Şahsiyeti'nin daha
sonraki dönemlere de damgasını vurduğunu delillendirmektedir.
Netice itibariyle
tasnif devri müellifleri arasında fevkalade bir yere ve ilmi kişiliğe sahip
olan Ebu Davud, sonraki dönemlerde de eserleri ve kişiliğiyle takdir görmüş
muhaddislerden biridir.[37]
Müellifimiz Ebû Davud
16 Şevval 275 Cum'a günü Basra'da 73 yaşındayken vefat etmiş, cenaze namazını
Abbas b. Abdilvâhid el-Hâşimî kıldırmış ve Süfyân es-Sevrî*nin kabri yanına
defnedilmiştir. Rahmetullahı aleyh.[38]
Müellifimiz Ebû
Davud'un bugün ismen bilinen 19 eseri vardır. Bunlardan 4 tanesi basılmıştır.
Diğerleri ya yazmalarının mevcudiyeti ya da kendilerine yapılan atıflar veya
onlardan yapılmış iktibaslar vesilesi ile ismen tanınmaktadır.
Basılmış olan eserleri
şunlardır:
Sünen. Bunun üzerinde
ayrıca durulacaktır.
Risaleluhu fi vasfı ki
tâbi's-Sü nen Zâhiriyye (hadis 347), yazma nüshası bulunan bu mektubu» M.
Zahid Kevserî Kahirede 1369* da neşretmiştir. Ayrıca Muhammed Sabbağ da
Advâu'ş-şeri'a mecmuasında (sayı 5,1394) tahkikli olarak yayınlamıştır. Daha
sonra müstakil baskısı da yapılan bu mektubu, M. Sab-bağ'ın tahkikinden
yararlanarak tercüme etmiş bulunmaktayız. Tercüme bu mukaddime içinde yer
alacaktır.
el-Merasîl: Mürsel
hadislerle ilgili olup Reisu'l-küttâb 145/2 ve Köprülü 294/2'de yazma nüshaları
bulunan bu eser Kahire'de 1310'da basılmıştır.
Mesfiilu'l-lmsm Ahmed:
Fıkıh konularına göre tertib edilmiş olan eser, Ah-med b. Hanbel'e tevcih
edilen sualler ve cevaplan ihtiva etmektedir. Reşid Rı-za'nın tahkiki ile
Kahirede basılmıştır. Daha sonra ofset baskılan yapılmıştır.
Bunların dışındaki Ebû
Davud'a ait eserler şöylece sıralanabilir:
el-Mesâil, en-Nasih
ve*l-mensûh, İcâbâtuhu an suâlâti Ebî Ubeyd Muhammed b. AH b. Osman el-Âcurrî,
Kitâbu'z-zühd, Tesmiyetu ıhveti'l-Iezîne reva anhum el-hadise, Kitâbu'l-kader,
Esiletün li Ahmed b. Hanbel ani'r-ruvât ve's-sikât ve'd-duafâ, Kitâbu*l-ba's
ve'n-nüşûr, Delâilu'n-nübuvve, et-Teferrüd fi's-Sünen, Fedâilu'I-Ensâr, Müsnedu
Mâlik, ed-Dua, tbtidau't-vahy ve Ahbâru'l-Havâric.
Bütün bu eserler
içinden Sünen ve Sünen'in muhtevasını tanıtan Risale ilâ ehl-i Mekke diye de bilinen
Ebû Davud'un mektubu, doğrudan bizi ilgilendirmektedir. Diğer eserleri,
muhtevaları Ebû Davud üzerinde yapılacak etraflı bir ilmî çalışma konusudur.
Biz burada S ü n e n'i
tanıtacak ve müellifin sünen hakkındaki mektubunun tercümesini vermekle yetineceğiz.[39]
Ebû Davud'un Sünen'ini
tanımak için öncelikle hadis edebiyatı içinde
sunen diye bilinen türü tanımak gerekir.
Tarihî bir gerçektir
ki, ilk devirlerden beri hadisciler a h k â m ve i' t i k a d ile ilgili
hadislere ayrıca bir önem atfetmişlerdir. Yani hiçbir zaman bu iki konuya ait
hadisleri meselâ târihî hadisler (meğâzî hadisleri) ile bir tutmamışlardır.[40]
Bu genel tavrın bir
neticesi olarak hicrî IH. asrın ikinci yarısından itibaren hadisciler, sadece
ahkâm hadislerini toplamaya yönelmişlerdir. İşte bu yöneliş hadis edebiyatı
tarihi içinde süne n'leri meydana çıkarmıştır.[41]
Hadis edebiyatı çeşidi
olarak sünen, taharetten vasiyyete kadar bütün fıkhı konulara dair hadisleri
ihtiva eden eserlerdir.Bunları şöyle tarif etmek, de mümkündür: Fıkıh bablarına
göre tasnif edilmiş ahkâm hadislerini muhtevi kitaplardır.
Sünen'Ier fıkhı
görüşle telif ve tasnif edildikleri için, genellikle Hz. Peygamberin söz, fiil
ve takrirlerini bize nakleden m e r f u' hadisleri ihtiva ederler. Mevkuf ve
maktu’ haberlere pek yer vermezler.[42]
Süne n'lerin muhtevalarını, ibâdâ t, muamelât ve ukûbâ
t'tan ibaret saymak mümkündür.
Bu mahiyette olmak
kaydıyla sünen denilince ilk akla gelen, k ü t ü b - i s i 11 e'ye dahil olan s
ti n e n'Ierdir. Bunların başında da, hiç şüphesiz. Ebû Davud'un S ü n e n'i
yer almaktadır.[43]
Ebû Davud'un eserinin
Sünen adını taşıdığında şüphe yoktur. Zira bizzat müellif Mekkelilere yazdığı
mektubunda kitabını "Sünen" diye anmaktadır. Ulema da onun eserini hep
Sünen olarak isimlendirmiştir. Kurtubî'-nin tefsirinde "Musannef"
demesi, telif sistemi itibariyle bir isimlendirmedir. el-Hâşimî'nin
naklettiğine göre, Ebû Davud "Tarsus'ta 20 «ene kaldım ve Müs-ned'i
yazdım, 4 bin hadis topladım..." demektedir. Müellifin bu sözü de, kitabını
isimlendirmekten çok, ihtiva ettiği hadislerin genel karakterlerini
belirtmektedir.[44]
Ebû Davud'un ilk Sünen
müellifi, eserinin de ilk Sünen olduğuna dâir beyânlar, mutlak olarak değil,
bazı kayıtlarla kabul edilebilecek bir değerlendirmedir. Yani beş bine yakın
ahkâm hadisini böylesine güzel bir tertib ile ilk kez Ebû Davud'un ortaya
koyduğunu kabul etmek daha isabetlidir. İlk Şârih Hattflbî (388/998)'nin,
"Din ümi alanında benzeri telif edilmemiş çok değerli bir kitap... Ondan
önce bu işi yapanı ve onun arkasından ona benzer bir eser ortaya koyanı
tanımıyoruz" sözlerini hep muhteva ve tertib açısından ilk ve benzersiz
oluşu anlamında almak lâzımdır. Sünen'in bu müstesna durumunu ulemâ pek canlı
ifâdelerle anlatmaya çalışmışlardır. Meselâ Ebû Zeke-riyya es-Sâcî;
"Allah'ın kitabı İslam'ın asFı; Ebü Davud'un "Sünen"i ise İslâm'ın
mesnedi (and) idir" demiştir.
İbnu'l-Arâbî elindeki
Sünen-i Ebî Davud'u işaret ederek,"<fin adına elinde Allah'ın kitabı ve
şu kitaptan başka bir şey olmasa kişi, ilim adına hiçbir şeye muhtaç
olmaz" demiştir.
Hattâbî ise, Sünen'i
tanıtan mukaddimesinde tarihî açıdan önemli bazı bilgiler de vererek şunları
söyler:
Ebû Davud'dan Önce,
ahkâm, ah bâr, kıssalar, mevâiz ve âdâb gibi konuların tamamını içeren Camiler
ve Müsnedler gibi geniş eserler vardı. Fakat sadece Hz. Peygamberin kavi, fiil
ve takrirlerinden ahkam yönü ağır basan sü-nen'leri bir araya getirmeyi kimse
düşünmemis,boylesi bir Özelleştirmeye, uzun ve karışık konular arasından ahkâmı
özleştirmeye muktedir olmamıştır. Bu sebeple Sünen-i Ebî Davud, hadis imamları
ve haber âümlerince beğenilmiş ve dünyanın dört bir yanından ilim talihleri
Ebû Davud'a akın etmiş rihleler gerçekleştirilmiştir.
Gazzâlî de “müctehide
ahkâm konusunda yalnız başına Sünen-i Ebî Davud yeter” demiştir.
Sünen, müellifin büyük
bir ihtimalle ilk eseridir ve Tarsustaki yirmi yıllık ikâmeti sırasında telif
edilmiştir. 202'de doğan Ebû Davud'un 241'de vefat eden Ahmed b. Hanbel'e
eserini takdim ettiği ve talebelerinden 6 kez baştan sona Sünen'i kendisinden
dinleyenlerin bulunduğu göz önüne alınırsa, Sünen'in ilk eseri olduğunu kabul
etmek gerekecektir. Bunun tabit sonucu da kırk yıla yakın bir süre Ebû Davud'un
Sünen'i okuttuğudur. Zira kendisi 275*de vefat etmiştir. Vefat ettiği yıl
kendisinden Sünen'i dinleyen talebeleri bulunmaktadır. Kırk yıl süre ile
okutulan kitapta bazı çıkarmaların, takdim-tehirlerin ve hatta bazı ilâvelerin
olacağı da bir başka tabiî sonuçtur.İleride işaret edilecek olan Sünen-i Ebî
Davud nüshaları arasındaki bazı farkların bir sebebi de budur.
Bu güzel kitap,
müellif tarafından kaleme alınmış bir mukaddimeden yoksundur. Müellifin kırk
yıla yakın bir süre okuttuğu kitabına bir mukaddime yazmamış olması aslında
insana garib gelmektedir. Ancak Buharî gibi diğer bazı müelliflerde de aynı
durum görülmektedir.[45] Ne
var ki Sünen'den ayrı da olsa onu bize tanıtan müellifin kaleminden çıkma bir
mektup elimizde bulunmaktadır: Risale ttfi ehl-i Mekke.
Günümüze kadar tam
olarak Türkçe'ye çevrilmemiş olan Ebu Davud'un bu mektubunun tercümesini
sunmayı Sünen'i tanımak bakımından lüzumlu görmekteyiz.[46]
Bismillahirrahmanirrahim
Lâ havle velâ kuvvete
illâ billahi' 1-aliyy.
Muhammed b. A bd il
aziz el-Hâşimî anlatıyor:
"Ebu Davud
Süleyman b. el-Eş'as b. İshak b. Beşîr b. Şeddâd es-Sicistanî Meklelilere ve
başkalarına yazdığı mektubu konusunda kendisinden bilgi istendiğinde cevaben
bize şunları yazdırdı:
"Selamün aleyküm...
Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamdeder ve her anıldığında kulu ve
Resulü Muhammed1 i rahmetine ğarketmesini niyaz ederim.
Allah bize ve size
sıkıntısız ve sonunda hesap olmayan bir afiyet versin.
Sizler Sünen isimli
kitabımdaki hadislerin, sünen konusunda bildiklerimin en sahihi midir diye
soruyor ve benden açıklamada bulunmamı istiyorsunuz.
Sorularınızı dikkatle
inceledim. Eserin tamamının; bildiğim en sahih hadislerden müteşekkil olduğuna
emin olabilirsiniz. Ancak bir hadis iki ayrı sahih senedle rivayet edilmiş olur
da birinin isnadı daha kuvvetli, diğerinin de râvisi hıfz yönünden daha ileri
ise, bu durumda, çoğu kere hıfzı kuvvetli olanı tercih ettim. Kitabımdaki bu
tür hadisler on kadardır.
Bir konuda birçok
sahih hadis mevcud olsa da bir bab başlığı (terceme) altında bir veya iki
hadis verdim. Böyle yapmasaydım kitabın hacmi büyürdü. Bu şekilde davranmakla
kitaptan istifadeyi kolaylaştırmak istedim.
Kitapta bir hadisi iki
veya üç değişik senedle tekrar etmişsem, sebebi, farklı ve fazla bilgi ihtiva
etmesindendir. Zira aynı konudaki herhangi bir hadis değişik senedle rivayet
eedilmîş olmasından dolayı diğerlerinde olmayan daha fazla malumat ihtiva
edebilir.
Çoğu kez uzun
hadisleri ihtisar ettim. Zira hadisi bütün uzunluğuyla ver-seydim, duyan ve
okuyanlardan bazıları konuya ait hükmü belirleyen kısmının neresi olduğunu
bilemezlerdi. İşte bundan dolayı uzun hadislerin sadece o bablâ ilgili kısmını
aldım.
Süfyân es-Sevrî, Mâlik
b.Enes ve el-Evzâî gibilerinin yaşadığı dönemdeki âlimler mürsel hadislerle
amel ederlerdi. Bu anlayış Şafiî'ye kadar sürdü. O, mür-sel hadisleri delil
olarak kullanma konusunda belli şartlar ileri sürdü. Ahmed b. Hanbel ve
başkaları da bu konuSda Şafiî'nin görüşlerini benimsemişlerdir.
Bir mevzuda, mürsel
hadisin zıddına bir roüsned hadisin mevcud olmadığı veya müsned hadisin hiç
bulunmadığı yerde, her ne kadar kuvvet bakımından müsned hadis gibi olmasa da
mürsel hadisle ihticac olunur.
Kitabımda
metrûku'l-hadîs (yani hadisi terkedilmiş) râviden alınma herhangi bir rivayet
yoktur.[47]
Aynı konuda
kendisinden başka, ona benzer herhangi bir hadis bulamadığımdan dolayı m ü n
k>e r bir hadise yer vermişsem onun m ü n k e r olduğunu mutlaka açıkladım.
Sünendeki hadisler çok
azı müstesna îbnu'l-Mübarek ve Veki'in kitaplarında mevut değildir. Çünkü
bunların kitaplarındaki hadislerin ekserisi m ü r s e I'dir.
Sünen'de Malik b.
Enes'in Muvatta'ında yer alan bir miktar hadis bulunmaktadır. Aynı şekilde
Hammad b. Seleme ve Abdurrezzak'ın Musannef'lerinde yer alan hadislere de rastlamak
mümkündür. Öyle sanıyorum ki, Sünen(in bölümlerinde bulunan hadislerin üçte
biri bile anılan kitaplann hepsinde yer almış değildir.
Elde ettiğim hadisleri
düzenli bir şekilde te'lif ettim. Değişik bir tarikle yer almış olması durumu
hariç, kitabıma almadığım bir sünnet (hadis) hatırlatılacak olursa, bil ki, o
hadis değeri olmayan bir rivayetten ibarettir. Zira ben okuyup öğrenmek
isteyene karşı kitabın hacmi büyür (göz korkutucu olur) düşüncesiyle hadisin
bütün tariklerini vermedim. Kendimden başka da kılı kırk ya-rarcasına bir
araştırmayla hadis toplayan (kitap telif eden) birini tanımıyorum. Ancak
Hasenb. Ali eKHallâl ahkâma dair 900 kadar hadis toplamış ve yine
tbnu'l-Mübârek de ahkâma dair Resûlullah'dan nakledilen hadislerin 900 kadar
olduğunu söylemiştir. Kendisine, Ebû Yusuf un 1100 kadardır, dediği
hatırlatılınca da Îbnu'l-Mübârek; "Ebu Yusuf surdan burdan bir takım zayıf
hadisleri de almıştır" şeklinde karşılık vermiştir.
Kitabımda yer alıp da
kendisinde şiddetli vehn (zayıflık) bulunan hadislere (geçtiği yerde) işaret
ettim. Senedi sahih olmayanlar da bunlara dahildir.
Hakkında bir şey
söylemediklerim s a 1 i h t ir (i'tibar veya ihticac olunabilir). Eserimi ben
değil de bir başkası telif etseydi, bu söylediklerimden çok daha fazlasını söyler,
överdim.
Bu.öyle bir kitaptır
ki Nebî (s.a.) den salih isnadla vârid olan (her) sünnet onda mevcuttur. Ancak
hadisten çıkarılmış sözlere (hükümlere) pek yer verilmez. Bunlar yok denecek
kadar azdır.
Kur'an-ı Kerim dışında
insanların öğrenimine bundan daha çok ihtiyaç duyacakları bir başka kitap
bilemiyorum. Ve yine bu kitabı elde ettikten sonra başka bir hadis kitabına
sahip olmadığı için ilmî bakımdan zarara uğrayacak bir kişi de tanımıyorum.
Eser incelenip üzerinde düşünüldüğü ve ânlamayacahşıldığın-da onun değeri
ortaya çıkacaktır.
Fıkhı meseleler
es-Sevrî, Mâlik ve eş-Şâfiî'nin meseleleridir. Topladığım hadisler de bu
meselelerin nassı (kaynakları)nı teşkil etmektedirler.
Kişinin, bu kitapla
birlikte Nebî (s.a.)'nin ashabının görüşlerine (ve uygulamalarına) da yer
vermesi benim için memnuniyet vesilesi bir durumdur. Ayrıca Câmi-i Süfyân
es-Sevrî gibilerini elde etmesi de yerindedir. Zira Süfyân es-Sevrî'nin Cfimi'İ
ulemânın ortaya koyduğu camilerin en güzelidir.
Sünen'e aldığım
hadislerin büyük çoğunluğu meşhur hadislerdir. Bunlar hadi s(le ilgili eser)
yazan herkesçe de meşhurdur. Ne var ki, bu hadisleri temyize her âlim muktedir
olamaz. Bu hadisleri seçmiş olmak övünmeye değer. Zira Mâlik, Yahya b. Said ve
hadis ilminin diğer otoritelerinin rivayeti de olsa, ğ a r î b hadisle ihticac
olunmaz. Herhangi bir adam ğ a r i b hadisle delil getirse bile, bu konuda
kendisini ta'n edecek, aleyhinde konuşacak kimseler çıkar. Hadis ğ a r î b, şâ
z z olduktan sonra, kendisiyle (önceden) delil getirilmiş diye, hükme esas
alınamaz.
Meşhur, muttasıl ve
sahih olan hadisi reddetmek kimsenin haddi ve hakkı değildir, tbrahim en-Nehaî
şöyle der: "Âlimler ğ a r i b hadisi hoş kar-şılamazlardı." Yezid b.
Ebî Habib de şunları söyler: "Hadis duyduğun zaman yitiğini ilân ettiğin
gibi onu ilân et. Şayet hadis olarak bilinirse ne alâ, değilse, at
gitsin."
Sünen'de yer alan
hadisler içerisinde mürselvemüdelles gibi muttasıl olmayanlar da vardır,
Muhaddislerin büyük bir çoğunluğu nezdin-de sahih hadisin bulunamadığı yerde;
el-Hasen'in Câbir'den, yine el-Hasen'in Ebû Hureyre'den, el-Hakem'in Miksem'den
(rivayetleri gibi) m ü r s e 1 hadisler m u
Durumu bilmeyense
bizim sahih hadisi terkedip onun yerine illetli hadisleri aldığımızı söyler
(söyleyecektir).
Sünen'e sadece ahkâm
hadisle r'ini aldım. Z ü h d ve amellerin faziletleri ve diğer f e z a i 1 ile
ilgili konuları işlemedim. Eserde mevcud 4800 hadisin tamamı ahkâma aittir.
Zühd, faziletler ve diğer konularda bir çok hadis bulunmasına rağmen onları
kitaba almadım.
Ve's-selâmu aleyküm ve
rahmetu’llahi ve berekâtuh Ve sallellahu alâ seyyidina Muhammed ve alâ âlih...[48]
Mısır, Mezopotamya,
Mağrib ve islam dünyasının bir çok bölgelerinde başlangıçtan beri muhtelif
mezhep âlimlerince standart bir hadis kitabı olarak hüsnü kabul görmüş ve çokça
okunmuş olan EbÛ Davud'un Sünen'i, Concordance diye bilinen
el-Mu'cemu'1-müfehres li elfâzı'l-hadsi'n-Nebevî'ye göre 40 kitap (bölüm) ve
1889 babtan meydana gelmektedir. Müellifin kendi ifâdesine göre toplam 4800
hadis ihtiva etmektedir. Muhammed Muh-yidcfin Abdülhamid neşrine göre ise, bu
rakamlar şöyle değişmektedir: 35 kitap (bölüm), 1871 bab ve 5274 hadis.[49]
Aşağıdaki listede de görüleceği gibi, luka-ta, huruf ve mehdi bölümlerinin
bab'lan bulunmamaktadır.[50]
M. Muhyiddin
Abdülhamid neşri ile Concordance'ın vcrdiği kitap ve bab isim ve sayılarının
farklı olduğunu belirttik.Şimdi bu farkı bir liste halinde göstermeye
çalışacağız. Zira Sünen'den istifade edecek olanların bu durumu bilmelerinde
büyük fayda vardır.[51]
Kitap (bölüm) |
Concordance'da |
|
M. Muhyiddin |
Neşrinde |
Adı |
Kit. No: Bab |
Sayısı |
Kit. No: Bab Sayısı |
|
et-Tahâre |
1 |
139 |
1 |
143 |
es-Salat |
2 |
251 |
2 |
367 |
Salâtu'l-istiskâ |
3 |
11 |
— |
— |
Salâtu's-sefer |
4 |
20 |
— |
— |
Salâtu't-tatavvu* |
5 |
27 |
— |
— |
Şehru Ramazan |
6 |
10 |
— |
— |
Sücudu’l-Kur’an |
7 |
8 |
— |
— |
Vitr |
8 |
32 |
— |
— |
ez-Zekât |
9 |
46 |
3 |
47 |
el-Lukata |
10 |
— |
4 |
— |
el-Menâsik |
11 |
96 |
5 |
98 |
en-Nikah |
12 |
49 |
6 |
50 |
et-Talak |
13 |
50 |
7 |
50 |
es-Savm |
14 |
81 |
8 |
81 |
el-Cihad |
15 |
170 |
9 |
182 |
el-Edâhî (dahâyâ) |
16 |
25 |
10 |
20 |
es-Sayd |
|
— |
11 |
4 |
el-Vasâyâ |
17 |
17 |
12 |
17 |
el-Feraiz |
18 |
18 |
13 |
17 |
el-Harâc ve’l-imâre
ve'l-fey 19 |
41 |
14 |
40 |
|
el-Cenâiz |
20 |
80 |
15 |
84 |
Eymân ve'n-nüzûr |
21 |
25 |
16 |
32 |
el-Büyû’ |
22 |
90 |
— |
— |
el-Buyü’ ve'icâre |
— |
— |
17 |
92 |
el-Akdiye |
23 |
31 |
18 |
30 |
el-İlm |
24 |
13 |
19 |
13 |
el-Eşribe |
25 |
22 |
20 |
22 |
el-Et'ime |
26 |
54 |
21 |
55 |
el-Tıbb |
27 |
24 |
22 |
24 |
el-Itâk (itk) |
28 |
15 |
23 |
15 |
el-Huruf ve'1-Kırae |
29 |
— |
24 |
— |
el-Hammâm |
30 |
2 |
25 |
3 |
el-Libâs |
31 |
45 |
26 |
47 |
et-Terreccül |
32 |
21 |
271 |
21 |
el-Hâtem * |
33 |
8 |
28 |
8 |
el-Fiten |
34 |
7 |
29 |
7 |
el-Mehdî |
35 |
— |
30 |
— |
el-Melâhim |
36 |
18 |
31 |
18 |
el-Hudud |
37 |
38 |
.32 |
40 |
el-Diyât |
38 |
18 |
33 |
32 |
es-Sünne |
39 |
29 |
34 |
32 |
el-Edeb |
40 |
169 |
35 |
180 |
Genellikle bab
başlıkları altında oldukça az hadîse yer verir.Bu onun en büyûk özelliğidir.
Durumu kendisi, biraz önce tercümesini sunduğumuz Mekkeİilere yazdığı
mektubunda; "bir babta bir çok sahih hadis bulunduğu halde, kitabın hacmi
büyür düşüncesiyle, bir-iki hadis almakla yetindim. Böylece kitabın daha
faydalı olmasını istedim'* diye açıklamaktadır. Nadiren de olsa, bu genel
durumun dışına taşıldığ bir kaç sayfalık hadislerin yer aldığı bâb'lar
görülebilmektedir. Meselâ "Babu sıfatı haccı'n-Nebiy" yedi sayfa
tutmaktadır.[52]
Genelde bab başlıkları
(terceme) kısadır ve fakat herhangi bir görüş ortaya koyacak şekilde değildir.
Ancak hadisler okununca bâb başlığındaki ifâdelerden ne kasdedildiği
anlaşüabUmektedir.Meselâ"Bâbumen edreke mine'l-cumuati rek'aten"
başlığı, altındaki hadis okununca, "bir rek'ate yetişen kişinin cundanın
tamamına yetişmiş" sayıldığı anlaşılmaktadır.[53] 2
Bazan da "bâb" kelimesi "terceme"sizdir.[54]
Pek sık olmamakla
beraber, hadisleri, ilgileri dolayısıyla birkaç bâbta zikrettiği olur. Fakat
bu halde asla takti* yoluna gitmez. Sadece hadis uzun ise, o takdirde ilgili
kısmım vermekle yetinir.[55]
Gerekli gördüğü yerde
şahıs tanıtması yapar (bk. 1, 31,38,251,303,384; III, 12). Bazan bir râvî
hakkında ileri sürülen iki ayrı isimle ilgili tercihli-tercihsiz açıklamada
bulunur (I, 34, 325). Ya başkalarından naklen veya bizzat kendi görüşü olarak
cerh ve ta'dilde bulunur (bk. 1,32,280,281). Tasnif devri müelliflerinde şu
veya bu ölçüde görülen "bu kısa kayıtlar, sonraları müstakil bir usûle
varmak Üzere inkişâf etmiş olan hadîs tenkidinin ilk misalleri
sayılabilir."[56]
Zayıf
hadisleri'belirtirken gerekçe zikreder (bk. I, 34, 68, 237, 263). Mekânlar
hakkındabilgi verir (bk. 1,49-50). Hadisin sebeb-i vürûduna bildirir (bk.
1,332-333), kelime açıklar (bk. I. 68, 71, 343). Taz'îf ve tashih dışında bazı
değerlendirmeler de yapar. Meselâ hadisi belli bir yöre âlimleri rivayet
etmişse, bunu belirtir (bk. I, 65, 79, 319).
Hadis ıstılahlarını
yer yer kullanır. Bir yerde de m e v k u f yerine m a k s u r terimi
kullanmıştır (bk. I; 278), Sürtenlerin genel karakterine bir ölçüde ters düşen
"eser" denilen mevkuf veya maktu haberden başka herhangi bir m e r f
u hadisin bulunmadığı "bâbu ıhfaYt-teşehhüd" gibi terce-melere de
rastlanır.
Sünen'de hic s ü 1 â s
î rivayet yoktur.[57] On
altı aded k ud s î hadis bulunmaktadır.[58]
EbÛ Davud'un
Sünen'indeki hadisler el-Bukâ'î'ye göre 6 gruptur:
I. S a h i
h: Buna sahih li zâtihi dernek mümkündür.
2.
Sahihebenzer (şibhuhu): Buna da sahih li gayrini demek mümkündür.
3.
Sahiheyakın (mukârib): Buna hasen li zatihi denilebilir.
4. Kendisinde
şiddetli v e h n olan hadisler. Müellif böylesi hadisleri, açıklar.
5. "Hakkında
bir şey söylemediklerim şalih'tir" dedikleri. Bundan da hafif bir v e h n
bulunanları anlamak mümkündür ve bunlar sadece i' t i b a r a elverişlidir.
6. Takviye
gördüğü takdirde hasen li ğayrihi olabilecek olan hadisler.."[59]
Zehebi [60] de bu taksimi şöyle verir:
1. Seyhan
(Buhâri ve Müslim)'in birlikte tahric ettiği hadisler (ki bunlar kitabın
yansını teşkil eder)
2.
Seyhan'dan sadece birinin kitabına aldığı hadisler.
3.
Sahihân'da olmamasına rağmen» senedi c e y y i d olan ve aynı zamanda ş a z z
ve i 11 e 11 i de olmayan hadisler.
4. İsnadı s
â 1 i h [61] olan, iki ya da daha fazla 1 e y y i n
tarikten geldiği için ulemânın kabul ettiği hadisler.
5. Râvideki
hafıza noksanlığı sebebiyle isnadı zayıf kabul edilen hadisler (ki, bu tür
hadisler hakkında Ebû Davud çoğu kere sükût eder).
6. Râvisinin za'fı çok açık olan hadisler. (Bu
tür hadislerin za'fını müellif ekseriya açıklar).[62]
Bu durum, EbÛ
Davud'un, "fakihlerin delil olarak kullandıkları ahkâm hadislerini bir
araya toplamak" gayesinin tabiî
bir sonucudur. Böyle bir mak-sadla yola çıktığı için Ebû Davud, kitabına Sahih,
hasen, leyyinve amel edilebilir
hadisleri almıştır. Çünkü ona göre.aşırı derecede zayıf olmayan hadis, r e ' y
ve k ı y a s'tan önde gelir.
Aslında Ebû Davud,
Sünen'inde zayıf hadislerin mevcudiyetini bizzat kendisi söylemiştir. Ancak O,
"muhaddislerin ittifakla tcrkcttikleri" herhangi bir hadisi kitabına
almamıştır.[63]
EbÛ Daud'un hadis
kabul şartlan, yukarıda tercümesini sunduğumuz Mekkclilere yazdığı mektubta
bizzat kendi ifadeleriyleortaya konulmuş bulunmaktadır. Bununla beraber biz,
kütüb-i sitte imamlarının hadis kabul şartlan ile ilgili bir tesbit çalışması
yapmış olan Ebu'1-Fadl Mu-hammed b. Tâhir el-Makdisî (507/1113)'nin görüşüne
yer vermek istiyoruz. Mak-disî, "EbÛ Davud ve ondan sonraki kütüb-i
sitteye dahil Sünen sahiplerine gelince..."diyerek toptan bir
değerlendirme yapmakta ve bu müelliflerin "kitapları üç kısma aynhr"
dedikten sonra bu kısımları şöyle sıralamaktadır:
Birinci Kısım, sahi h'tir.
Bunlar, Sahihayn'daki hadisler gibidir. Bu kısma giren hadisler hakkında
yapılacak değerlendirme, Sahihayn'ın ittifak Ve ihtilaf ettikleri hadisler
hakkındaki değerlendirmenin aynıdır.
İkinci kısım, Sünen
sahiplerinin kendi şartlarına göre sahi h'tir. Ebu Ab-dillah b. Mende'nin
belirttiğine göre EbÛ Davud ve NesâTnin şartı, terkinde ulemanın ittifak
etmedikleri râvilerirUıadislerini,-tabiî isnadı inkıta ve irsalden uzak olmak
kaydıyla- kabul etmektir. Bu kısım da Sahih grubundandır. Zira Buhârî ve
Müslim'in beyanlarından Sahihayn'ın dışında -senedleri farklı da olsa- daha pek
çok sahih hadis olduğu anlaşılmaktadır. Sünenlerde yer alan bu kabil hadisler,
Buhâri ve Müslim'in kitaplarına atmadıkları Sahih hadisler cümlesindendir.
Üçüncü kısım: Önceki
kısımda yer alan hadislere zıd olarak sahih olduklarına dair kesin bir hüküm
verilmeksizin zikredilen hadislerdir. Bunlardaki illeti, işin ehli olan
kimselerin anlayacağı bir tarzda müellifler genellikle açıklarlar.
Tabiî, kendilerine
göre de sahih olmayanbuıtür hadisleri niçin kitaplarına aldıktan sorulabilir.
Buna üç ayrı şekilde cevap vermek mümkün gözükmektedir:
1. Bir çok
atim bunları rivayet etmiş ve bunları hükme medar kılmışlardır. Bu sebeple
kitaplarına almış ve şüphelerini gidermek için de illetlerini açıklamışlardır.
2. Bu
müellifler, Buhârî ve Müslim gibi kitaplarının daha isimlerinde, zikrettikleri
hadisler hakkında saUtoBk iddiasında bulunmamışlardır... Ve tabiî olarak sahih
olanları zikrettikleri gibi sahih olmayanları da zikretmişlerdir.
3. Fukaha ve
diğer ulemanın, aslında, delil olmayacağını bile bile hasımlarının delillerini
zikrettikleri bilinen bir gerçektir. Muhtemelen b^ muhaddisler d*- böyle bir
davranış içinde olmuşlardır. Gerçeği Allah bilir."[64]
Yukandan beri
verdiğimiz izahat çerçevesinde, toptan bir değerlendirme ile "Sünendeki
hadislerin hepsi Sahih'tir" demeye nasıl imkan yok ise* "hepsi
hasen'dir" hükmünü vermek de mümkün değildir. Birincisini söylemek mübalağa,
ikincisi ise, üstünkörü bir hüküm olur. Bu sebeple de es-Silefî'nin birinci
görüşü ve el-Beğavî'nin ikinci tavrı ulemâ tarafından tasvip edilmemiştir. Zira
bir kere daha tekrar edelim ki, Ebtt Davud, zayıflığım belirterek, "o
konuda sahih hadisin bulunmadığı" gerekçesiyle zayıf hadis rivayet
etmiştir.
O halde yapılacak
toptancı değerlendirmeler yerine her hadis için ayrı ayrı hüküm vermek,
müellifin tavrını dikkate almak daha isabetli ve ilmî bir tutum olacaktır.
Ebû Davud'un Sünen'i
Buhârî ve Müslim'in Sahihleri ile mukayese edilecek olursa, Sünen,
Sahilıayn'dan hemen sonra gelir. Ama Hat tabî'nin onu Sa-hihayn'a takdim ettiği
izlenimini veren, ".. fakat Horasan alimlerinin çoğu Buharı ve Müslim'in
kitaplarına ve sahih hadisleri toplamakta onların şartlarına uygun davrananlara
itibar ediyorlar. Halbuki Ebû Davud'un kitabı, tertib açısından daha mükemmel,
fıkıh yönünden daha zengindir..'.' sözlerine aynen iştirak etmek mümkün
değildir. Ulemâ, Sünen'i Sahihayn'a en yakın eser olarak kabullenmiş ve kütüb-i
sitte'nin 3. sırasını ona ayırmıştır.
Şuna işaret edelim ki,
Ebû Davud'da olup da altı muteber hadis kitabının diğer beşinde bulunmayan
hadisO'Zevâid-i Ebî Davud") pek fazla değildir. Ebû Davud'un yalnız başına
rivayet ettiği hadisler meselâ tbn Mâce'nin zevâidine kıyasla çok daha
sağlamdır.
Ebû Davud'un Sünen'i, hadis
kitaplarının ikinci tabakasına dahildir.[65]
Ebû Davud'un Sünen'i,
talebesinden yedi kişi tarafından rivayet edilmiştir.Bunlar şöylece
sıralanabilir:
1. Ebû Ali
Muhammed b. Ahmed b. Artır el-Lu'tuî (333/944)
2. Ebü Bekr
Muhammed b. Bekr b. Abdirrezzak b. Dâse et-Temmâr (346/957)
3. Ebû Said
Ahmed b. Muhammed b. Ziyad el-Arâbî (340/951)
4.
Ebu'İ-Hasen Ali b. el-Hasen b. el-Abd el-Ensârî (328/940)
5. Ebû Usâme
Muhammed b. Abdilmelik er-Ruâsî
6. Ebû Salim
Muhammed b. Said el-Culûdî
7. Ebû Amr
Ahmed bv Ali el-Hasen el-Basrî
En sahih ve yaygın
rivayet, el-Lu'luî'ninkidir.[66] Zira
Sünen'i bir çok kereler müelliften dinlemiştir. En son dinlemesi ise, Ebû
Davud'un vefat yıh 275'de gerçekleşmiştir.[67]
Ebû Davud'un Sünen'i,
Kahire (1280), Denli (1283), Luknov Baskılan (ig40-i888), Haydarâbâd (1321)
gibi merkezlerde defaatle basılmıştır. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid'İn
tahkiki ile Mısır'da 1354/1935'de yapılan baskısı 4 cilt halinde ve hadisleri
rakamlanmış vaziyettedir. Bu baskı 1950'de tekrarlanmıştır.
Ayrıca Halep'te
MeâlİmıTs-sünen'le birlikte 5 cild halinde bir başka baskısı daha
gerçekleştirilmiştir. Muteberdir.[68]
Ebû Davud'un Sünen'i, Ebû
Muhammed Abdilaziz b. Abdilgavî el-Münziri (656/1258) tarafından e 1 - M ü c t
e b â adıyla ihtisar edilmiştir. Bu ihtisar, Haydarâbâd'da 1342'de basılmıştır.
A. Muhammed Şâkir ve Muhammed Hamid el-Fakî tarafından tahkik edilen Muhtasar
Kahire'de 1948'de basılmıştır.[69]
İbn Kayyım el-Cevâyye
(751/I350)'de "Tehziba Sünen-i Ebî Davud" adlı bir çalışma yapmıştır
bu da basılmıştır.[70]
Ebû Davud'un Sünen'ine
birçok şerh yazılmıştır.[71]
Bunlardan başlıcaları şunlardır:
Ebû Süleyman, Hamd
(AhmetÜb.İbrahim el-Hattâbî el- Büsü (388/998) fakih-muhaddis ve edip olarak,
gerçekten kendisinden sonrakilerin daima fikirlerine müracaat etmek ihtiyacım
hissettikleri bir Türk âlimidir. Hattâbî, elde mevcut bilgilere göre ilk şârih
olarak Hadis Edebiyatındaki müstesna yerini Ebû Davud'un Sünen'ine yazdığı
"Meali m us-sünen" adlı şerhiyle almış bulunmaktadır.
Hattâbi, bu işe istek
üzerine başladığını ortaya koyan cümleleri, "benden İstediğiniz, benim
için terki, sizin tein cehli caiz olmayan, yine bana gizlemesi size de
bilmemesi yakışmayan bir iştir..." diye bitirmekte, Ebû Davud'un Sünen'i
gibi bir eseri tefsir, mü&kil lafızları izah, muğlak mânâları şerh, ahkâm
yönlerim beyan, hadis metinlerindeki hüküm istinbâtma elverişli noktalara delâlet
ve lafızların gerisinde yatan ftkhî manaları keşf edeceğini bildirmektedir.
Tabiatıyla Hattâbî'nin kullandığı bu kelimeler, bir şerhte hangi yönlerin bulunduğunu
da ortaya koymakta ve bir çerçeve çizmektedir.
Hattâbî, zamanındaki
âlimlerin "ehl-i hadis ve eser", "ehl-i fıkıh ve nazar"diye
iki gruba ayrılmış olduklarını, ancak bunların birbirlerinden asla müstağni
kalamayacaklarını, zira hadis'in "asi" anlamında temel,fıkhın da
"fer" anlamında bina gibi olduğunu; temelsiz binanın çökeceğini, binasız
bir temelin be çukurdan başka bir değer ifâde etmeyeceğini belirtmektedir.
Ancak bu gerçeğe
rağmen, bu iki grubun yekdiğerine yardımcı olmadıklarından hatta birbirlerini
tenkid etmekten de geri durmadıklarından yakınmaktadır. Çok açık cümlelerle her
iki grubun tutumlarını tahlil ettikten sonra kendisinin, bu şerh çalışmasıyla
her iki grubu yekdiğerinin meşguliyet sahası ile ilgilenmeye sevkedebileceği
ümidi içinde bulunduğunu da vurgulamaktadır.
Böylece ilk şerhin
fıkıhçilarla hadisçüerin aralarını te'lif hedefine yönelik olduğu ortaya çıkmış
olmaktadır.
Hattâbî,sonra Ebû
Davud'un Sünen'ini tanıtmaktadır. Ebû Davud'dan önceki ulemânın eserlerinin
Câml ve Müsned türünden olduğunu, bunların ise, her konuya dair hadisleri
ihtiva ettiklerini, fakat Ebû Davud'un, Sünen'de, şimdiye dek kimsenin
yapmadığı bir işi yaptığını, ahkam ile ilgili hadisleri topladığını, bu yüzden
de rağbet gördüğünü pek canlı ifadelerle dile getirmektedir.
Ebû Davud ve Sünen'i
hakkındaki ulema görüşlerini hülasa olarak verdik-ten sonra şerhe
başlamaktadır.
Şerh'te, sıradan her
hadisi muafassal bir şekilde ele almaz. Her bâbtan açıklamasına ihtiyaç
duyduğu kelime ya da ifâdeleri kısa kısa açıklar. Ğaribu'l-hadis çalışmasına
fıkhı görüşlerin İlâve edilmesi, hadisler arasındaki muhtelif manaların cem ve
telifinin nasıl yapılabileceğine dair görüş beyanı ve bu açıklamalar lann cem
ve telifinin nasıl yapılabileceğine dair görüş beyanı ve bu açıklamalar
Meallrnu's-sünen'in en bariz vasıflarını oluşturmaktadır.
Mealimu's-sünen,
"kale, kul tu" uslubundakî şerhlerdendir. Özellikle âyetlere
"kavluhu" diye işaret eder. Herhalde ilk şerh olmasının da bu üslubun
benimsenmesinde rolü bulunmaktadır.
Mealimu's-sünea, gerek
müstakil olarak (Haleb 1351/1932) gerek Sünen'i Ebû Davud'un sayfa altlarına
konulmak suretiyle basılmıştır.
Kendisinden sonra şerh
yazan hemen herkes, Hattâbi'nin görüş beyân ettiği hadisleri açıklarken,
Hattâbî'ye atıf yapma ihtiyacım hisseder.
Ebu't-Tayyib,
Şemsu'I-hak el-Azimâbâdî ile küçük karde- şi Muhammcd Eşref el-Azimâbâdî'den
bazan birine, bazan ötekine bazan da her ikisine birden nisbet edilen ve fakat
aslında Ebu't-Tayyib Şemsu'l-Hakk'a ait olan Avnu'l-ma'bud şerbu Süneni Ebİ
Davud Hind uleması tarafından yazılmış şerhlerin en değerlilerindendir.
Avnu'l-ma'bud'un
kaleme alınma sebepleri şöylece sırlanabilir: .Ebû Davud'un Sunen'inde geçen
hadislerin, herhangi bir tercih yapılmadan ve mezheb delillerini zikretmeden,
manâlarını anlamaya çatışmak ve imkan vermek, çok zarurî olan yerlerde
gerektiği kadar izanda bulunmak.
Hadislerin tercih ve
tahkiki, mezheb delilleri, metin ve senedlerde söz konusu olacak illetler ve
diğer bilgiler, çok daha geniş bir hacma sahip olan yine Ebu't Tayyib'e ait
olan Gâyetu'l-maksud adlı şerhe bırakılmıştır.
Anılan maksat ve
çerçevede kaleme alınmış olan Avnu'l-nu'bud, m e m z û c şerhlerdendir. Ancak»
Sünen'in metni harekeli olarak sayfa başlarında ayrıca verilmiştir. Bablar ve
hadîsler de sıradan rakamlanmıştır. Buna göre Sünen-i Ebû Davud'da 5252 hadis
bulunduğu görülmektedir. Avnu'l-ma'bud, Sünen'in tbn Dase rivayetini esas
almıştır.
Avnu'l-ma'bud,
Sünen'in muğlak ifadelerinin halli ve maksadlarının keşfi için yeterlidir.
Hatta başka şerhlerden okuyucuyu müstağni kılacak zenginliktedir.
Avnu'l ma'bud,
Abdurrahman Muhammed Osman'ın zabt ve tahkiki ve tbn Kayyım el-Cevziyye'nin
şerhi ile birlikte 14 cild halinde basılmış bulunmaktadır.[72]
Halil Ahmed b. Mecîd
es-Sehârenfûrî (1346/1927)’nin ömrünün son on yılında, öğrencisi Muhammed
Zekeriyyâ'mn yardımıyla telif ettiği Bezlu'l-mettaûd fî halli Ebî Davud memzüc
şerhlerdendir. Ancak Sünen'in metni harekesiz olarak sayfa başlarına da
konulmuştur.
BezluM-mechûd'un
yazılma sebebi, ed-Nedvî*ye göre ikidir.[73]
1. Şarih'in
hadis'e karşı duyduğu engin sevgi, zevk ve ona hizmet hırsı.
2. Hadis ve
fıkıh ilimlerini şahsında birleştirmiş Hanefî bir âlime ait kapsamlı bir EbÛ
Davud şerhinin mevcut olmaması...
Şârih es-Sehârenfûrî
de, hadislerin şerhinde çoğu kere sırasıyla Aliyyu'l-Kaarî'nin Mirkat'ına, tbn
Hacer'in Feihu'l-bârî'sine ve Aynî'nin Umdetu'ul-kaarî'sine; fıkhî meselelerde
Bedâyi'u's-sanâyi'a; ricalin durumu ile ilgili hususlarda da İbn Hacer'in
Taltrîb, Tehzİb ve İsâbe'sine, es-Sem'finî'nin el-Ensflb'ına dayandığını
belirtmektedir.
Es-Sehârenfûrî, Ebû
Davud'un rical ve hadisler hakkındaki sözlerine Özel bir önem vermiş, Sünen'in
nüshalarının mukayese ve tashihine dikkat göstermiş, ta'Hklerin tahririne
çalışmış, kaynakları bulamadığı zaman bunu da açıkça belirtmiştir. Hadisler
ile bâb başlığı ("terceme") arasındaki irtibatın gizli kaklığı
yerlerde açıklamasına gayret etmiş, bâb başlıklarında tekrar varsa, bunun sebeplerini
ortaya koymuştur. Hadis sarihlerinin ihtilâf ettikleri konularda sadra şifa
açıklamalarda bulunmuş ve kendi tercihlerini ortaya koymuştur.
Es-Sehârenfûrî,
hadisçilerin metoduna uygun olarak, hadise ait meseleleri tetkik etmiş, Hadis
ilmi verilerinin dışına taşmamıştır. Bu çok önemli bir me-ziyyettir. Hadisçüiği
ve hadis ilmi usullerini ön planda tutmuştur. Zira Hindİs-Unda son zamanlarda
bilhassa şerh, Hanefi Mezhebi ve ihtilaflı meseleler ile ilgili neşriyatta
kelam! bir üslub,aklî istidlaller ağır basmaktadır. Bu tarzın faydasına rağmen
mütekaddimûn sarihlerinin metodu olmadığı da ortadadır.
Bezlu'l-mechûd sahibi,
hadislerde yer alan fitnelerin teşhisine de özel bir gayret sarfetnüştir.
10 mücelled ve 20 cild
halinde Muhamed Zekeriyya'nın ta'liki ile birkaç kez basılmış olan
Bezlu'l-mechûd, EbÛ Davud'un şerhleri arasında mahiyeti dolayısıyla özel bir
yere sahip bulunmaktadır.
Mahmud Muhammed Hattâb
es-Sufrkî (1352/1933) tarafından dört mezhebin görüşlerine mümkün olduğunca yer
vermek suretiyle kaleme alınmış olan el-Menhelu'1-azbu'l-mevrûd Şerhu Siinen-i
Ebî Da-vud adında bu çağdaş şerh ne yazık ki bitirilememiştir.
Şârih, parantez içinde
sâd harfim yazdıktan sonra hadisin harekeli olarak tam metnini verir. Sonra
yine parantez içinde şerh'e delâlet etmek üzere şın harfini yazdıktan sonra
"ricâlu'l-hadis" başlığı altında senedde geçen zevatı tanıtır. Daha
sonra "Ma'ne'l-hadis" başlığı ile hadisin anlamım mümkün olduğunca
doyurucu bir tarzda açıklar. Bilahare "Fıkhu'I-hadîs" başlığıyla
hadisten çıkarılabilecek hükümleri sıralar. En sonunda da "Men
ahrece'l-hadis" başlığı altında, hadisi kitaplarına almış olan
hadiscilere ismen işaret eder. "Kavluhu" tarzında kaleme alınmış olan
el-Menhel, kitabu'l-menasik'e kadar böylece devam etmiştir. Bu haliyle 10
cild, beş mücelled halinde basılmıştır (1951). Sarihin vefatını müteâkib oğlu
Emin Mahmud Hattab "Fethu'l-raelİki'l-ma'bud
tekmiletıTl-Menheli'l-azbi'l-mevrud adıyla dört cild tekmile yazmış "Bâbu
ta'zimi'z-zina"ya kadar gelebilmiştir. Bu haliyle şerh, Sünen'in hemen
hemen yarısını kapsamaktadır. Tekmile cildleri de basılmıştır (1955-1963).
Ayrıca Mustafa Ali
el-Beyyûmî'nin ilk on cild için yaptığı Miftah da basılmış bulunmaktadır.
(Kahire I356/1937).[74]
Sünen-i Ebî Davud,
dilimize İbrahim Koçaşh tarafından tercüme ç^ım^ ve ou tercüme Milli Gazete
Yayınları arasında (İstanbul 1983) basılmıştır.
Sünen'in elinizdeki bu
ikinci tercüme ve şerhine gelince; bunun asıl değerlendirmesi pek tabiî olarak
okuyucular ve ilim erbabı tarafından yapılacaktır. Ancak biz burada bu vesile
ile konuya dair bazı düşünce ve temennilere yer vereceğiz.
Giderek muhteva
kazanan dinî hayat ve kültür dünyamıza k i t a p ve sünnet'e dair yeni
katılacak çalışmalar, mutlaka bir öncekinden daha ileri, daha dolgun» modern ve
pratik unsurlar taşımalıdır. Gelişme ancak böyle sağlanabilir, î d a r î
denetim ve takipler gelişmeye katkıda bulunmaz, aksine köstek olur. Ancak ilmî
denetim ve değerlendirmeler faydalı ve destekleyici olabilir.
Aynı kitabın birden
fazla tercümesinin yapılmış ve yayınlanmış olmasını, o eserin değerinin bir
göstergesi olarak yorumlamak mümkün olmakla birlikte, gerçekten maddî imkanları
kıt ve neşredilecek eseri bol olan bizim gibi kültür muhitleri için
-kaynakların israfı açısından- bir talihsizlik olarak nitelemek de mümkündür.
Yapılan bir yayın, hiç değilse, belli bir süre aym kitap üzerinde aynı türden
çalışma yapılmasına ihtiyaç bırakmayacak şekil ve muhtevada olmalıdır. Bu konu
hiç şüphesiz büyük hacimli eserlerde daha da ehemmiyet kazanmaktadır. Hacimli
ve kaynak eserlerin yayınına değilse bile, tercüme ve şerhine kalkışmak gerçekten
büyük cesarettir.
Öte yandan kişilerin
olgunluk dönemi işi olması gereken Kur'an ve Hadis tercümeleri sıkı bir
bağımlılık fikri telkin etmektedir. Bu sebeple kendileri tercüme yapabilecek
olanlar yapılmış tercümelerden yararlanma eğilimi göstermektedirler. Akademik
unvan sahipleri bile, çoğu kere, aynı yola başvurmakta;me-sâilerinde delil
olarak kullandıkları âyet ya da hadisleri kendileri tercüme yoluna
gitmemektedirler. Aslında Kur'an meali ve hadis tercümeleri halk ve öğrenci
kesimi için belli ölçüde faydalı ise de o seviyenin üstündeki insanlar için
tenbei-liğe sevkedici olmaktadır. Oysa her insanın algılama ve ifâde kabiliyeti
farklıdır.
Her yayının toplumda
karşılayacağı bir ihtiyaç ve dolduracağı bir boşluk mutlaka vardır. Bu yüzden
de en azından bir yayın faaliyeti olarak her yayını kendi çerçevesinde
anlayışla karşılamak mümkündür ve gereklidir.
Diğer taraftan
yayıncılıkla meşgul olanların temel eserlere yönelmeleri de memnuniyet vesilesi
bir davramştır. Tabiatıyla dile ve konuya hakim mütercim ve başarılı tercümeler
ile yayıncılar arasında belli bir kalite ve seviye standardı arayışını ve hatta
yarışını görmek bu memnuniyeti fevkalade boyutlarda arttıracak ve hizmeti
verimli kılacaktır. Zaten zamanla seviyeli çalı malar aranacak ve takdir edilecektir.
Bu temel düşünceler
muvacehesinde elinizdeki tercüme değerlendirildiğinde lehte ve aleyhte
söylenebilecek sözler elbette bulunacaktır. Meselâ arapça metinleri verilmiş
olmasına rağmen senedler tercüme edilmemiştir .Bu husus okuyu-cularındikkatinde
olmalıdır. Muhterem mütercimlerin senedleri de tercüme etmiş olmaları yapılan
işin bütünlüğü bakımından ve hadis kavramının yerleşmesi acısından pek
isabetli olurdu. Zira böyle bir tutum, okuyucuya sened'in önemli olmadığı gibi
yanlış ve sakıncalı bir fikir vermektedir.
Tercümede mümkün
olduğunca yaşayan dil kullanılmıştır. Bu sebeple de redaksiyon sırasında
mutlaka müdahale gereği duyulan bazı hadis ıstılahlanyla ilgili yerler dışında
-mütercimlerin uslub ve ifadelerini korumak için- fazlaca bir müdahalede
bulunulmamıştır. Mutedil bir redaksiyon benimsenmiştir.
Açıklama bölümlerinde
(özellikle el-MenheTden yararlanıldığı için) mez-heb görüşleri verilmiş, ayrıca
"bazı hükümler" yanbaşhğıyla hadisten çıkarılabilecek bazı hükümlere
kısa kısa işaret edilmiş,"fıkhu'l-hadis"e önem verilmiştir.
Tercüme, Concordance
diye bilinen hadis mu'cemi yardımıyla kullanılabilir hale getirilmiş, kitab ve
bab'lar Concordance'a göre numaralanmış ve her sahifenin başına hangi kitabın
kaçıncı bftb'ınm o sahifede bulunduğu yazılmıştır. Hadisler concordance
yardımıyla tahric edilmiş, diğer hadis kitaplarındaki yerleri Concordance
sistemine göre gösterilmeye gayret edilmiştir.
Ayrıca ilk geçtikleri
yerde tanıtılmaları prensip olarak benimsenmiş ve genelde el-Menhel'deki kadar
tanıtılmış olan sahâbî raviler hakkında geniş bilgi alınabilecek kaynaklar
redaksiyon sırasında ilâve edilmiştir.
Kısaca bu terceme ve
şerh, şimdiye kadar neşredilmiş hadis terceme ve şerhleri arasında dil, muhteva
ve yayın kalitesi bakımından ilk sıralarda yer alabilecek durumdadır.[75]
Bilindiği gibi hadis
ilmi bir ıstılahlar ilmidir. Bu sebeple herhangi bir hadis kitabı okurken bu
ıstılahların pek çoğuyla karşılaşılmaktadır. Kısmen de olsa okuyucuya yardımcı olabilmek
maksadıyla pek yaygın olarak kullanılan ana terimlerden bazılarını tarif
etmekte fayda mülahaza ettik. Aslında bu tarifleri, gerektiğinde çabucak
başvurabilmeyi kolaylaştırmak için alfabetik olarak vermek daha yerinde olurdu.
Ancak bu ıstılahlar biraz da temelde bağlı bulundukları ana konular
çerçevesinde ve onlarla irtibattı olarak tanıtıldıkları zaman daha kolay
anlaşılabilmektedirier. Bu yüzden bu ikinci yol tercih edildi.
Hadis timi: Hz.
Peygamberin söz, fiil, takrir, ahvâl ve evsâfını tesbit ve tahkik eden ilim
olarak tarif edebileceğimiz Hadis timi rivayet ve dirayetle ilgili iki ana
bölümden meydana gelir.
Rivftyetu'I-hadis
ilmi; Hz.Peygamberin söz, fiil, takrir ve halleri ve bunların rivayet ve zabt
edilişi ve kelimelerinin yazılışıyla alakalı bir bilim dalıdır. Hadis
metinlerini ihtiva eden hadis kitapları bu dala ait kaynaklardır. Bu ilim dalı
"hadis naklinde hatadan uzak kalma" temeli üzerinde yapılmış
çalışmaları yansıtır.
DirâyetıTI-hadis timi;
hadisin yapısını teşkil eden s e n e d ve m e t n'i anlamaya imkan veren bir
takım kaideler ilmidir. Bu kaideler yardımıyla bir hadisi kabul veya reddetmek
mümkün olur. "Hadis Usûlü" adım taşıyan eserler bu dalın
kaynaklarıdır. Bu bilim dalına Hadis Istılahları İlmi de denir.
Bu dalın maksadı, Hz.
Peygamberin hadislerini tedlis, tağyir, teşviş ve iftiradan ilmî yollarla
korumaya çalışmaktır. Neticede de dini tahrif ve tebdilden korumaktır. Zira Hz.
Peygambere atfen ortaya konan sözün gerçekten o'na ait olup olmadığını bu ilmin
kui alları içinde tesbit mümkün olmaktadır.
1 Rivâyetu'l-hadis
llmi'nin konusu, Peygamber olması yönünden Hz. Mu-hammed'in bizzat kendisi;
Dirâyetu'l-hadis llmi'nin konusu ise, red ve kabul açısından senedvemeti n'dir.
Hadis timinin gayesi
ise, rivayetlerin sahih ve doğru olanlarım sahih ve doğru olmayanlardan
ayırmaktır. Bir başka ifâde ile, Hz. Peygamberin söylemediği bir sözü ona
söyletmemek, yapmadığı bir isi ona yaptırmamak, yani s ü n n e t'i aslî
berraklığı içinde tesbit ve tebliğ etmektir.
Hadis ilminin
gelişmesi "Peygambere yalan isnad etmeme dikkati diyebileceğimiz bu
tesbit ve "tebliğ görevi"nin yerine getirilmesi sayesinde gerçekleşmiştir.
Bu konularda ilk ve en
ciddî gayret, Hz. Peygamberin "Nesillerin en hayırlıları.." olarak
takdir ve takdîm ettiği Ashftb-ı kiram, Tab'iun ve Etbau't-
tâbiîn'e düşmüş;
onlardan sonrakiler, bu üç neslin gayretlerinin neticelerini onlardan
öğrendikleri ilmî dikkat ve titizlikle kitaplaştırmış ve ümmet-i Muham-med'in
genel istifâdesine sunmuşlardır. (Allah cümlesinden razı olsun.)
Hadis İlminin temeli
olan H a d İ s; en geniş şekilde "söz, fiil, takrir, yaratılış veya boyla
ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygamber'e (veya sahabe ve tabiûna) izafe edilen
her şeydir'* diye tarif edilmektedir.
Sünnet; Hz.
Peygamberin sözle veya fiille açıktan; gördüğü veya duyduğu olayları susarak
onaylamak, tasvib ve tecvîz etmek suretiyle zımnen ortaya koyduğu beyânların
hepsine verilen isimdir. Kısaca Hz. Peygamberin yaşayış tarzıdır.
Hadisçiler, Hz.
Peygamberin ahlâk ve yaratılışı ile ilgili sıfatlarım hadîse olduğu gibi
sünnet'e de dahil etmekte ve netice itibariyle hadis ile sünnet'i birbirinin
yerine kullanmaktadırlar.
Usul-i Fıkıh alimleri
ise, s ü n n e t*i Hz. Peygamber'in sözü, fiili ve takriri olarak tarif ve
kabul etmektedirler. Bu sebeple de sadece, ahkâma dair hadisleri yani sünnet
malzemesini toplayan hadis kitaplarına S ü n e n adı verilmekte ve bu kitaplar
yalnızca m e r f u* hadisleri ihtiva etmektedirler.
Hadis timinin ve bu
ilme ait terimlerin kaynağı büyük ölçüde, hadisin yapısında yer alan s e n e d
kısmıdır. S e n e d, biri diğerinden alıp nakletmek suretiyle hadisi kitabına
kaydeden müelliften (burada Ebû Davud'dan) ilk kaynağına Hz. Peygamber'e
sâhâbî veya tabiîye kadar uzanan râvi isimlerinin yer aldığı kısımdır. Yani râvilerin
isim zinciridir. Sened, hadisin bize kimler aracılığı ile ulaştığını gösteren
vesikadır. Bu kısımda ismi geçen her şahsa r â v î; ravî isimleri arasında
görülen o iki kişi arasındaki ilim ahş-veriş şeklini belirleyen
"haddesenâ", "semi'tü", "an" gibi lafızlara
rivayet lafızları veya tahammül ve eda sigalan; böyle bir senedi zikretmeye de
i s n a d adı verilmektedir, ts-nâd, medâr-ı ilm-i hadîs (hadis ilminin
üzerinde dönüp durduğu zemin) olarak, islâm ümmetine has bir ilmî meziyettir.
Çünkü isnad sistem i'nin, tam bir sorumluluk duygusu, dürüstlük ve ilim
namusundan kaynaklandığı açıktır. Bu da kendine ve yaptığı işe güvenden ileri
gelir.
tsnad sisteminin ana
görevini Enveru'l-Keşmîrî çok açık ve isabetli bir şekilde şöyle tesbit
etmektedir: "İsnad, dinden olmayanın dine girmesini Önlemek içindir. Yoksa
senedde yeralanlann kusurlarından dolayı, dinden olduğu tesbit edilmiş
hususları dinden çıkarıp atmak için icfld edilmiş değildir"[76]
Abdullah İbnu'l-Mübârck de pek haklı olarak şunlan söylemektedir: "İsnad
dindendir. Eğer isnad olmasaydı, her rastgeleB aklına eseni rivayet etmeye
kalkışırdı."[77]
Hadis ve sünnet
kelimeleri gibi sened ve isnad kelimeleri de biribirleri-nin yerine
kullanılmaktadır. Tarîk ve vecih kelimeleri de s e n e d yerine sıkça kullanılan
iki terimdir.
Âlî İsafid, râvî
sayısı az »lan veya sayısı çok olsa bile râvîlerî üstün nitelikli
(sika-güvenilir) olan senede denir. Ravî sayısı fazlalaştıkça sened âli olmaktan
çıkar nazil isnad haline gelir.
Hadis terimlerinin bir
çoğu seneddeki inkıta ve ittisa l'den kaynaklanmaktadır. Sened'de yer alan
râvilerin dummlan bu açıdan bir çok terimin doğuş sebebidir. Ayrıca metn'in
değişik durumları için de ayrı ayrı terimlerle kıymet hükümleri verilmektedir.
Hangi gruba girerse
girsinler hadisler öncelikle ve genelde Makbul ve Mer-dud olmak üzere iki kısma
ayrılır:
Makbul hadis;
kendisiyle amel edilmesi gereken, "ma'mulun biri", "muhteccun
bih" ve "me'hûzun bih" hadislerdir. Bu grub s a h i h ve h a s e
n hadislerden teşekkül eder. Ayrıca tetkike tâbi olarak zayıf hadisler arasında
da makbul hadisler çıkabilir. Mütevâtir hadisler gibi tetkike tabi tutulmaksızın
makbul olanlar da vardır.
Merdud hadis;
râvisinin doğruluğu kabul edilmeyen ve kendisiyle amel gerekmeyen hadistir.
Hükmüyle amel edilip edilemeyeceğine karar verilemeyen (tevakkuf edilen)
hadisler de m e r d û d sayılır. MerdÛd hadislerin ilk bölümünü mevzu (uydurma)
hadisler, tetkike tabi olmak kaydıyla zayıf hadisler teşkil eder.
Hadisler râvi sayışma
göre genelde Mütevâtir ve âhâd olmak üzere iki kısma ayrılır.
Mütevâtir badis; yalan
üzerinde birleşmeleri âdeten mümkün olmayan râviler topluluğunun, her nesilde
kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettiği işitme veya görmeye
("mahsüsât") dayanan hadislerdir. Mütevâtir hadisler, kesin bilgi
ifâde eder, tetkik ve tenkid dışıdır. înkar eden küfre girer. Yalan üzere
birleşmeleri mümkün olmayan" ifâdesinin asgarî rakamı olarak ulema
tarafından İttifakla benimsenmiş bir sayı yoktur. Mütevâtir hadis deyince
laf-zan mütevâtir olanlar akla gelir. Ma'aen mütevatir, aralarında ortak bir
nokta (asgarî müşterek) bulunan değişik hükümlerin, tevatür şartlarını taşıyan
râviler tarafından nakledilmesiyle ortaya çıkan ortak manaya denir. Meselâ 100
kadar hadis-i şerifte Hz. Peygamberin dua ederken ellerini kaldırdığı ayrı ayrı
olaylar olarak zikredilmektedir. Bu rivayetlerde "mütevâtir olan
mana", Hz. Peygamberin dua ederken ellerini kaldırdığı dır. Ne kadar ve
nasıl kaldırdığı değil.
Senedin başında veya
sonunda veya herhangi bir yerinde tevatür şartını yitirmiş olan hadisler, diğer
yerlerinde tevatür şartlanın taşısa bilen m ü t c-v â t i r sayılmazlar. Bu tur
hadisler, "mütevâtir hadis şartlarını taşımayan hadis" olarak tarif
edilen âb âd hadislere dahil olmak üzere meşhur veya müstefîz" diye adlandırılırlar.
Meşhur hadi slerin
mutlaka * 'sahih'' oldukları ilk anda akla gelebilir-se de, tevatür derecesini
bulamadıklarına göre râvilcri tetkike tabidirler. Böyle olunca da tetkik
sonucuna göre sahih, hasen veya zayıf meşhur olabilirler ve hükümleri de öteki
sahih,, hasen ve zayıflar gibi muhtelif olur.
Ah a d hadis
veyahaber-i v â h i d, ilk anda bir tek kişinin verdiği haber(ler) gibi
anlaşıhyora da bunun en doğru tarifi "mütevâtir hadis şartlarım taşımayan
hadis" şeklindedir. Bu manâda hadis külliyâtının hepsi âhâd hadis
koleksiyonlarıdır. Zira mütevâtir hadislerin sayısı gerçekten azdır.
Sıhhat ve hüküm
açısından hadisler sahih, hasen ve zayıf olmak üzere üçe ayrılırlar.
Sahih hadis: Adalet ve
tam zabt sahibi râvüerin muttasıl senedle rivayet ettikleri şâz ve muallel
olmayan hadistir.
Şâzz, sika bir
râvinin, kendisi gibi sika râvilere muhalif olarak naklettiği hadise denir.
Muallel olmamak ise, dış görünüşü itibariyle sahih olmakla beraber, konunun
uzmanlarınca farkedilebilecek gizli bir kusur taşımamak demektir.
Yukarıdaki şartların
hepsi bir araya gelmedikçe herhangi bir hadise sahih denmez.
Eğer hadis sıhhat
şartlarına e n ü s t seviyeden sahip olursa» ona sahihlizâtihi denir. Mutlak
olarak "sahi h" denilince de sahih li zâtini akla gelir.
Sıhhat şartlarını en
üst seviyeden taşımamakla beraber, kendisini sahih derecesine çıkaracak bir
başka rivayet (â d ı d) bulunan hadislere de s a h i h 1 i ğ a yr i h i veya
sahihlâlizâtihi denir. Bu, aslında li zâtini hasen olan hadisin sahih
derecesine çıkarılması demektir.
Sahih hadis
hüccettirve gereğince amel etmek v â c i b t i r. Alimler arasında sadece i t i
k â d î konularda sahih hadisin muktezasınca hareket edilip edilmeyeceği
hususunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Çoğunluk inanç konularının ancak
Kur'an-ı Kerim veya mütevâtir sünnetle sabit olacağı görüşündedirler.
Sahih hadisler yedi derecedir:
1. Buhârî ve
Mülim'in müştereken kitaplarına aldıkları hadisler
2. Sâdece
Buhârinin kitabına aldığı hadisler
3. Sadece
Müslim'in kitabına aldığı sahih hadisler
4. Kitaplarına
almamış da olsalar, Buhârî ve Müslim'in hadis kabul şartlarına uyanlar
5. Yalnızca
Buhârî'nin şartlarına uygun olanlar
6. Yalnızca
Müslim'in şartlarına uyanlar
7. Buhârî ve
Müslim'in dışındaki hadis mütehassıslarının "s a h i h" dedikleri
hadisler...[78]
"Bu hadis
sahihtir" sözü, o hadisin sıhhat şartlarını taşıdığını ifâde eder. O
hadisin sahih olabileceği konusunda oldukça kuvvetli bir zanna sahip olunur
.Fakat Mütcvâtir hadiste olduğu gibi "kesinkes" bir kanaatten söz
edilemez. Bu ifâde hadisin hem sened hem de metin olarak sıhhat şartlarını
taşıdığı anlamındadır. Fakat "Bu, isnadı sahih bir hadistir" sözü,
sadece sened'in sıhhat şartlarını taşıdığını metnin sâzz veya muallel olabileceği
anlamına gelir.
Hasen hadis: Zabtı
biraz gevşek olan râvilerin muttasıl senedle rivayet ettiği şâz ve muallel
olmayan hadistir. Hasen'in, Sahih 'ten tek farkı, ravisi-nin zabt niteliğinin
mükemmel olmamasıdır. Hasen hadis de hasen li zâtini ve hasen li gayrini diye
ikiye ayrılır. Mutlak olarak hasen* denilince, hasen li zâtini akla gelir.
Hasan li zâtihi olan birhadis, m ü t â b i' demlen lafzı benzer bir hadis
tarafından takviye edilirse sahihliğayrihi derecesine yükselir.
Hasenliğayrihi, lafız
veya mana yönünden başka rivayetlerle ("âdıd") desteklendiği için
hasen derecesine çıkan zayıf hadistir." Bunun zayıf hadisten farkı,
kendisini destekleyen bir âdıd'ın bulunmasıdır.
Aslında hasen li
gayrini olan bir hadis de çoğunlukla başka hadisleri desteklemek
('Ttibar") için kullanılır.
Hasen hadis bütün
fakihlere göre hacettir. Hasen li gayrini olanlar da aynı makbuliyet
içindedirler.
Hasen-Sahih terimi,
hadisin bir kaç senedinin olduğunu ve şahinlik derecesine ulaştığını gösterir.
Bu ifâde, hadis bir tarikten hasen, bir tarikten sahihtir anlamına gelir.
Ceyyidvekavî terimleri
sahih demektir. Salih terimi ise sahih ve hasen hakkında ortak kullanılır. Yine
mücevved ve sabit terimleri bü ikisi için kullanılan terimlerdendir. M ü ş b i
h, hasen veya hasen'e yakın anlamındadır. Müstahsenise sahih olmaya da h a s e
n olmaya da ihtimali var demektir.
ZayıfHadis:En kestirme
tarifiyle Sahih ve hasen hadis şartlarını taşımayan hadistir. Bu sebeple zayıf
hadisin çok çeşidi vardır, bu çeşitler, 49'dan510'a kadar değişen rakamlarla
ifade edilmiştir. Ancak bunların bir çoğu nazarîdir.
Zayıf h a d i s'in 15
çeşidi öteden beri özel terimlerle tanıtılagelmiştir ve yaygındır. Bunlar da
iki temel sebebe dayanırlar:
1. Seneddeki
inkıta (kopukluk). Bu sebebe bağlı zayıf hadisler; milr-sel, Munkatı, Muu'da I,
Muallak ve Müdelle s'tir.
2. Râvide cerhi gerektiren bir hal. Bu sebebe
bağlı zayıf hadisler de; M u aile I, Şâzz, Münker, Mevzu, Metruk, Müdrec,
Maklûb, Muzdarib, MusahhafyeMuharre f tir.
Mürsel:TâbıTnin sahâbi
râviyi atlayarak Hz. Peygambere izafe ettiği hadistir. Mürselin çoğulu M e r â
s î l'dir. Şayet bir sahâbî hadisi doğrudan Hz. Peygamberden duymadığı, bir
başka sahâbiden duyduğu halde, onu atlayarak doğrudan Hz. Peygamberden duymuş
gibi naklederse buna sahâbî m ü r-s e I i denir. Bunu bir rivayet kusuru
saymayanlar bulunmaktadır. Sahabe mür-seli sahihtir, bilittifak hükmüyle amel
edilir. Ancak m ü r s e 1 hadislerin hükmü konusunda ulemâ arasında görüş
ayrılıkları vardır. EbÜ Hanife, İmam Malik ve taraftarlarınca s i k a'mn
mürseli sahihtir, hüccettir.
Munkatı': Senedi
muttasıl olmayan hadistir. Munkatı' hadis, m Ü r s 11 hadis ten daha zayıftır.
Onu etbâu't-tabiîn'den olan bir râvinin, tabiî râviyi atlayarak sahâbi'den naklettiği
hadistir diye tarif edenler bulunmaktadır. Se-nedde müphem (tanınmayan) bir
râvinin zikredilmiş olmasını da bir çeşit inkıta kabul eden ve böylesi hadise
de m u n k a
M u ' d a 1: Senedinin
herhangi bir yerinden peşpeşe iki veya daha fazla ravinin düştüğü hadistir. M u
' d a 1, munkatı'dan daha zayıftır.
Merfu' bir hadisi
sahâbî ve Rasûlullah'ı düşürerek tabiînden birinin sözüy-müş gibi nakletmek de
hadisi m u ' d a 1 kılar.
Muallak: Senedinin baş
tarafından bir veya birkaç râvi ya da müntehâ-sına kadar senedin bütünüyle
hazfolunduğu hadistir.
M ü d e 11 e s:
Seneddeki bir râvinin ismini atlayarak, orada böyle biri yokmuş izlenimini
verecek şekilde sevkedilmiş hadistir. Böyle bir işi yapmaya t e d 1 i s, bunu
yapana m ü d e İl i s denir. T e d 1 i s, isnad'da, şuyûhta ve tesviyemde
olabilir.
Ravîde bulunan bir
cerh sebebi dolayısıyla zayıf kabul edilen hadis çeşitleri de şöyle
sıralanabilir:
Metruk veya m a t r u
h: Yalancılık» çok yanılma, fısk ve gaflet gibi kusurlardan biriyle ta'na
uğramış râvinin yalnız başına rivayet ettiği hadistir.
M u a 11 e İ: Dış
görünüşü itibariyle sahih olmakla beraber, ancak hadis otoritelerinin
farkedebileceğ^hadisin sıhhatini yok edebilecek bir gizli kusur taşıyan
hadistir. Tabiatıyla böylesi illet ya metinde veya senedde olur. Buna m a ' 1 u
1 de denir.
Ş â z: Makbul (sika)
bir râvinin, kendisinden daha sika bir râviye muhalif olarak rivayet ettiği
hadistir. Bu muhalefet de senedde veya metinde olur. Daha sika ravinin
rivayetine de m a h f u z adı verilir.
M ü n k e r: Daha
zayıf bîr râvinin zayıf râviye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir.
Kapılgan, fazla hata eden ve fâsık râvinin rivayetine de m ü n k e r denir.
M ü d r e c: Sened
veya metinde râvilerden birinin yaptığı ilâveyi ihtiva eden hadistir. îdrac
senedde olursa, "'müdrecıTI-isnacf'; metinde olursa
"müdrecu'l-metn" adını ahr.
M a k 1 u b: Râvilerin
isimleri ya da hadisin metnindeki kelimeleri takdim tehirle birbirine
karıştırılmış olarak rivayet edilen hadistir.
M u z d a r i b: Hadisin
sencd veya metni muhtelif şekillerde rivayet edilir ve bunlardan birini
diğerine tercih etmek imkanı olmazsa, böylesi hadislere muz-darib denir.
Musahhaf:
Kelimelerindeki nokta (ve dolayısıyla harfler) değiştirilmiş olan hadistir. Bu
tasnif, senedde veya metinde olur.
Muharref: Harekeleri
değiştirilmiş hadistir. Bu da sened veya metinde olabilir.
Mevzu: Hadis diye
uydurulmuş sözlerdir. Bunlara hadis denmesi, onları uyduranların zannlanna
rtibarendir. Yoksa bunlar hadis değildirler. Buna m u h t e I a k ve m a s n
u'da denir. Mevzu olduğunu bile bile hadis rivayet etmek -öğretmek maksadıyla
misal vermenin dışında- ve hükmüyle amel etmek memnu'dur.
Senedin m ü n t e h â
s ı'na veya söyleyenine göre hadisler de dörde ayrılır: Kudsî, Merfû, Mevkuf,
Makt u'...
Hadis, Hz. Peygamber
tarafından Allah teâlaya izafe edilmişse bu k u d s î, i
Bu izafeyi yapan kim
olduğu hiç önemli değildir, önemli olan Hz. Peygambere izafe edilmiş
olmasıdır.
Hükmenmcrfu': Herhangi
bir sahâbinin, geçmiş peygamberler veya gelecek olaylar ya da işlenmesi halinde
işleyene sevap yahut azab gerekecek konular gibi şahsî görüş ve kanaate bağlı
olmayan (mahall-i ietihad ve re'y olmayan) konulara dair verdiği haberlerdir.
Merfu* hadis bütün
islam bilginlerince hüccettir. Bu sebeple de bağlayıcıdır. M e r f u* hadis,
sahih, basen ve zayıf olabilir.
M e v k a f:
SahâbUerin söz, fiil ve takrirlerine dair - muttasıl veya munkatı'-haberlere
denir. Sened sahâbide kalır, Hz. Peygambere ulaşmaz.
Mevkuf bir hadise
"sahihtir" demek, onun Hz. Peygambere ait olduğunu söylemek değildir.
Hatta onunla amel etmenin vacip olduğunu belirtmek anlamına da gelmez. Çünkü
en sahih görüşe göre mevkufhadis, hüccet
değildir.
Bununla beraber bu
konuda görüş ayrılığı bulunduğu da dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Makta': Herhangi bir
tâbîî'ye (veya daha sonraki nesilden birine) izafe olunan söz, fiil veya
takrirlere denir.Makt u' hadis hüccet değildir.
Hadis terimlerinin tam
olarak yerleşmediği dönemlerde Şafiî, Taberânî, Dâ-rekutnî gibi bazı âlimler
maktu* yerine munkatı' terimini kullanmışlardır.
Eser: Mevkuf ve maktu
hadislere denir. Bir başka ifade ile Hz, Peygambere izafe edilmeyen, sahabe ve
tabiin kamillerine eser denir.
M ü s e 1 s e 1:
Hâvilerin aynı sözü veya aynı hareketi ya da her ikisini birden aynen tekrar
ederek rivayet ettikleri hadistir.
Muttasıl, mevsul, müsned:Seneddeki ravîleri tam olan hadislere
denir.
Muan‘an: An fülân, an
fülan diye (an) rivayet lafzı kullanılarak rivfiye-tedilen hadistir.Müenen;
senedinde e n n e kelimesi bulunan hadistir.
G a r î b: Hangi
tabakadan plursa olsun, bir râvinin yalnız basma rivayet ettiği hadistir.
Mutlak ve nisbî garib diye iki kısma
ayrılır.
Mutlak garîb (buna
ferd-i mutlak da denir), garabet hadisin asl'ı yani sahâ-bî tarafında,
(çoğunlukla tabiîn tabakasında) olan hadistir.
Nisbî garîb (buna
ferd-i nisbî de denir), garabet, senedin ortasında olan hadistir.
Ayrıca hadis
senedlerinde görülen ( C ) ***& orada senedin değiştiğini gösterir ve <
U. ) diye okunur. [Bunu el-Hadfse veya tahvil diye okuyanlar da vardır.[79]
Mukaddimeyi bitirmeden
önce son bir konu olarak bir hadis kitabı okunurken dikkat edilmesinde fayda
olan, bir başka ifâde ile
"edebten" sayılan bazı noktalara işaret etmek istiyoruz.
Herşeyden önce badis
okuru, okuyacağı kitabın bir hadisci tarafından kaleme alınmış olmasına dikkat
etmelidir. Çünkü özellikle hadis ilmi tam bir ıstılahlar, terimler ilmidir.
Her konunun mütehassısına itibar etmekten daha tabiî bir yol yoktur. Çoğu kere
bu pek önemli husus nedense dikkatten kaçırılmaktadır.
îşin amelî yönüne
gelince, İmam Ncvevî (676/1277), bir kitap yazar ve okurken dikkat edilmesi
gerekli noktalan şöyle belirler:
Allah'ın adı anılınca,
hadis yazan kişinin hemen o kelimeden sonra "azze ve celle",
;'teâlâ", "sübhânehu ve teâlâ", "tebâreke ve teâlâ",
"celle zikru-hu", "tebâreke ismuhu", "cellet
azametuhu" gibi veya benzerî saygı cümlelerinden birini yazıvermesi hoş
görülmüştür, (müstahab)
Aynı şekilde, Nebî
(s.a.)'nin zikri geçince de "sallellahu aleyhi ve sellem" dua
cümlesini, kısaltarak veya sembolle değil açıkça yazması hoş görülmüştür
(müstahabtır).
Yine bir sahabinin
ismi anılınca hemen yanına "radiyallahu anh", eğer ra-vi sahabinin
babası da sahabi ise, bu takdirde, radiyallahu anhuma yazılması; diğer ulema
için de Allah'dan rahmet ve rıza dilenmesi uygun olur.
Hatta bunlar, nakil
yapılan kaynakta yazılı olmasa bile, rivayet değil, dua oldukları için yazmak
uygun olur. Yine aynı şekilde hadis okuyan biri için de okuduğu kitapta bunlar
yazılı değilse, yazüıymış gibi okunması, bunları tekrar etmekten bıkmaması
gerekir. Bu noktayı ihmal eden kişi, büyük bir hayrdan mahrum kalır ve üstün
bir fazileti kaçırmış olur."[80]
Bugün genellikle Allah
kelimesinden sonra "celle celâluh"nun kısaltılmış şekli olan (c.c);
Hz. Peygamberdin isminden sonra da (s.a.) bazan (s.a.s.) ba-zan da (s.a.v.)
kısaltmaları yazılmaktadır. Bu Üç kısaltmadan en doğrusu (s.a.)'dır. Diğer
peygamberlerin isminden sonra "aleyhisselâm"ın kısaltması olarak
(a.s.); sahabî isimlerinden sonra da (r.a.) kısaltmaları çokça yazılmaktadır.
Okurken bu kısaltmaları açık şekilde söylemek uygun olur.
Ayrıca kadın sahâbiler
için (r.a.) kısaltmasının "radıyallahu anhâ" şeklinde okunması
gerektiği de dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Bazı ilmî muhiti er,
bu tür saygı ve tazim ifadelerini ilmîliğe aykırı bulurken, bazı yayınlarda da
bu ifâdelerin bozuk para gibi ikisi üçü bir arada yazıldığı görülmektedir.
Bizce her iki tavır da yanlıştır. Meselâ Hz. dcnmişse (r.a.) demeye veya
(r.a.) yazılacaksa, ismin başına, "Hz." yazmaya gerek yoktur.
Bazı ilmî çalışmaların
başına besmele, hamdete ve salvek'nin yazılmasına karşı çıkan anlayışı da
anlamak mümkün değildir. Çünkü islâm uleması, besmelesiz herhangi bir işe
başlamamak âdetindedir.
Yine bilinen bir
gerçektir ki, saygı ifadeleri kullanmak, gereken yerde gerekli tenkidi yapmaya
mani de değildir.[81]
Sünen-i Ebî Davud'un
bu yeni tercüme ve şerhinin ilim ve
kültür hayatımıza, mütercimlerine ve yaymasına
hayırlı; müslüman
milletimize sünnetin hayata intikali konusunda yardımcı olmasını temenni
ediyor ve mukaddimeyi büyük hadisçi İmam Nevevî (676/ 1277)nin şu pek yerinde
sözüyle bitirmek istiyoruz:
ve diğer (dtaf) ilimler İle meşgul olan
herkes, Ebu Davud'un Sunen'İne itina ve itibar etmeli ve ona tam olarak
kavramaya çalışmalıdır..."[82]
Tevfîk Allah'dandır.
Dr. İsmail L. ÇAKAN
15 Ağustos 1987
Bağlarbaşı-tstanbul[83]
[1] Menhel sahibi "Kitabu's-Savm”ı
"kitabu'l-menasik"ten öne aldığı için,
"kitabu's-savm"ın terceme ve
izahında da öncelikle Menhel'den yararlanıldı.
[2] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/VII-IX.
[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XII.
[4] bk. Ahmed b. Hanbel, VI, 188. Fukahaya göre sünnet,
Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirlerinden ibarettir. Edille-i şer'iyyenin
ikincisi olan sünnet de bu anlamdaki sünnettir.
[5] Buhârî, nikah 1; Müslim, nikah 5
[6] Dârimî, mukaddime 16
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XIV-XV.
[8] Geniş bilgi ve deliller için bk. S. Nedvî Asr-ı Saadet
(Tebligat ve talimat), 1,40-250; yeni baskı IV, 39-203
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/XV.
[9] bk. Şafiî, er-Risale, s. 91-92
[10] bk. es-Sünne
ve Mekanetuha s. 379-385
[11] M. Hamidullah, "Sünnet", tA., XI,243
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XV-XVII.
[13] Geniş bilgi için bk. Garafî, thkta, s. 86-109, Tahir
b. Asûr, Mektadu'şıjeria, s. 27-40
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/XVII-XVIII.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XVIII-XIX.
[15] Bu dörtlü merhale hk. da bilgi İçin bk. I.Çakan, Hadis
Edebiyatı, s. 9-20
[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XIX-XX.
[17] Suyûtî, Miftâbu'l-cenne nMhtkİc bi's-sünne, s. 48
[18] Muvatta, kader 3
[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XX-XXI.
[20] EbuDavud, salât 46
[21] bk. Hatîb, Kifflye, s. IS
[22] el-Mü'minün (23), 73; bk. eş-Şûra (41), 52
[23] en-Nûr (24), 54; bk. el-A'raf (7), 158
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXI-XXII.
[25] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXII-XXIII.
[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXIV.
[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXIV.
[28] bk. Tezhibu't-Tehzib, IV, 172.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXV.
[30] bk. Sünen. 1, 18
[31] Talebelerinin uzun bir listesi için bk. Zehebî Siyero
a'Mmtn-nübelft, XIII, 205-206
[32] Ebû Ya'lâ, Tıbakfttu'l-HaUbHe. I, 162
[33] Îbn Adiyy, "Ebû Davud'un bu sözü niçin
söylediğini bilmek mümk<ln değildir. Zira cumhur, Abdullah'ın
güvenilirliğinde müttefiktir" demektedir. (Vefeyftt, II, 405). Abdullah
hakkında bilgi için bk. Hatîb, Tarih» Bajdid IX, 464, Zehebî, MlzftmTI-İ'tidal,
II, 433.
[34] Başka örnekler İçin bk. Hatîb, el-Cimİ' H
aMakl'r-rivf, I, 136.
[35] Mubârekfûrî, Mukatidimetu Tuhfelil-ahvezî, I, 352.
[36] Bu "yeterlik" kanaatine Zehebî itiraz
etmekte ve "müsluman Kur'anla birlikte bir çok sahih sünnete
muhtaçtır" demektedir (Slyeru a'lftmTa-nübelfi, XIII, 210).
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXV-XXIX.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXIX.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXIX-XXX.
[40] bk. Sıddîkî, Hadis Edebiyatı Tarihi, s. 34-35.
[41] Bu devrede telif edilen sünenler hakkında bk. Kettânî,
Risale, s. 29-33; Mübarekfûrî, Multad-diroetu Tuhfetİ'l-ahvezf, 1, 86-88;
Koçyiğıt, Hadis Tarihi, s. 210-211, 243-244.
[42] bk. Ketlânî, Rtsile, s. 29. Said b. Mansur'un eseri de
"Sünen" adım taşımasına rağmen mer-fualtan çok mevkuf ve maktu
hadisleri İhtiva etmektedir.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXX-XXXI.
[44] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXXI.
[45] Gerçi "Buhârî'nİn eserini yem baştan elden
geçirmeye fırsatı olmamıştır. Ebû Davud ise, bu
imkana sahiptir"
denebilir.
(x) Mektubun ilk tercümesini yapan M. Kavaklıoğlu'na teşekkür ederim.
[46] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXXI-XXXII.
[47] Bu söz değişik kitaplarda, "Ulemanın terkinde
ittifak ettikleri râvinin hadisini kitabıma almadım" şeklinde yer
almıştır. Doğrusu da budur.
[48] Adva'uş>Şeria. Sy.5, 1394 (M. Sabbagın tahkiki ile).
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/XXXII-XXXV.
[49] Avnu'l-ma'dud'daki rakamlamaya göre 5252'dir.
[50] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXXV.
[51] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXXV-XXXVI.
[52] bk. Sünen, 11,248-254.
[53] bk. Sünen, I, 400.
[54] bk. Sünen, I, 160.
[55] bk.Sabbağ, a.g.mkl. s. 289.
[56] bk. W. Marcais, “Ebu Davud” , İA. IV, 16.
[57] Mubârekfûrî, MttkaddJmetü TahfetTI-ahverf, I. 349.
[58] bk. d-EfeMf»*l kndsiyye, «c.fihrist (Beyrut, ts.).
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/XXXVII.
[59] bk. K.Çelebi, Ke?f, II, 1005.
[60] Siyeru a'lam'n-.nübelâ, XIII, 214-215.
[61] Suyutî'ye göre sali h'den maksad, ıhticac'a değil,
i'tibâra salih olmaktır. (Ebu Zehv, el-Hadis ve'l-mahaddisûn, s. 413).
[62] Kâsımî, KsvaMu't-tahdts, s. 232; K. Çelebi, Keşf, II,
1005; Leknevî, Ecvibe, s. 67.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XXXVIII-XXXIX.
[64] Şarilu'l-dranıetrs-allle, s. 19-20 (Beyrut 1984); t.
Canan, "Kütüb-i Sitte imamlarının Hadis Kabulündeki Şartlan", Prof.
M. Tayylb Okiç Armağanı, s. 306-307, (Ankara 1978).
[65] bk. cd-Dihlevî, Hiiccetullahl'l-bâliga, I, 283.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/XXXIX-XL.
[66] Sabbağ, a.g.mkl. 279; J Robson, "Sünen-i Ebî
Davud Nüshalarının Rivayeti", trc. T. Koçyigıt, İlah. Fak. Der
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XL-XLI.
[68] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XLI.
[69] Sezgin, ftrihu't-lürâs, I. 237.
[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XLI.
[71] Bilgi için bk. Sezgin, TarihıTl-türas, I, 235-237.
[72] bk. Sezgin, Tırİhut-luras, 1, 237.
[73] bk. Ebu'İ-Hasen en-Nedvî, Bezhı'l-mechAd, I, 10
(Takdlrau'l-kitip).
[74] Ebû Davud'un şerhİeri hakkında bilgi İçin bk. Sezgin,
T«rihu'l-lurâs, I, 235-237; Katıp Çele-bı, Keşf, II, 1004-1005.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/XLI-XLIV.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XLIV-XLVI.
[76] Leknevî, Ecvibe, s. 238.
[77] Müslim, (mukaddime).I, 15.
[78] Bu yedi kısmın her birinin 40’ar hadislik misalleri
için bk. İbn Dakikı’l-iyd,
el-İktiralı fi beyanı’l-ıstılah ve ma udife ila zalike
mine’l-ehadisi’l- ma’düde mine’s-sıhah, Beyrut 1986.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/XLVII-LIV.
[80] Kâsımî, Kavâdla't-taMta, s. 222-223.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/LV-LVI.
[82] Sünen, I, 12 (M.M.Abdülhamid'in mukaddimesi).
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
1/LVI.