36. MELÂHIM (MEYDANA
GELECEK BÜYÜK OLAYLAR VE SAVAŞLAR) KONUSU
1. Yüzüncü Yılda Olacak Hadiseler. 3
2. Rumlarla Yapılacak Savaşlar
4. Savaşların Arka Arkaya Çıkması. 5
5. Milletlerin Islama Karşı (Savaşmak Üzere) Biribirlerini
Davet Etmeleri
6. Fitnelerden (Savaşlardan) Sığınılacak Yer
7-Savaşlarda Fitnenin Kalkması
8. Türkleri Ve Habeşlerı Tahrikten Nehy
11. Habeşlileri Tahrikten Nehy
13. Fırat'ın Hazinesini Açığa Çıkarması
17. (İyiliği) Emir Ve (Kötülükten) Nehy Etmek
Melâhım, Melhame
kelimesinin çoğuludur. Melhame sözlükte "savaş yeri" veya "büyük
olay" manalarına gelir.
En-Nihaye'de şöyle
denilmektedir: "Melhame, savaş ve savaş yeridir. Bir kumaşın luhmesi ve
sedâsi (argaç ve direzisi) nin birbirine girdiği gibi, savaşta insanlar
birbirine karıştığı ve birbirine girdiği için böyle denilmiştir. Savaşta
öldürülenlerin etinin çokluğundan dolayı, bu kelimeni et manasına gelen Iahm
kelimesinden alınmış olduğunu söyleyenler de vardır."[1]
4291... Ebû
Alkame; "Bildiğime göre, Ebu Hureyre (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etti" dedi.
Allah (c.c) bu ümmete her
yüz yılın başında dinini yenileyecek birisini (bir müceddid)
gönderecektir"
Ebû Davud diyor ki:
Abdurrahman b. Şüreyh el - İskenderanî hadisi Şe-râhiî'i aşmadan (Ebu Aîkame ve
Ebu Hureyre'yi anmadan) rivayet etti.[2]
Hakim, Beyhaki, Zeynu'l
-Irakî ve Hafız İbn Hacer gibi alimler bu hadisin sahih olduğunu ifade
et-mişlerdir.Mu'dal oluşu bir açıdan sakıncalı değildir.Çünkü hem başka bir
yoldan müsned olarak rivayet edilmiştir, hem de adi yapan Abdurrahman b. Şüreyh
el- İskendereyanî sika bir ravidir.
Ebu Alkame'nin,
"Bildiğime göre" demesi, hadisin merfu oluşu konusundaki şüphesini
ifade etmektedir. Yani ravi hadisin mevkuf mu yoksa merfumu olduğunda şüphe
etmiş, ancak ağırlıklı kanaatinin merfu olduğu istikamette olduğuna işaret
etmiştir.
Hadisten anladığımıza
göre, Allah c.c. her yüzyılın başında dinini yenileyecek birisini
gönderecektir. Bu zata "müceddid = yenileyici" denilir.
Yüzyılın başı lafzında
amaçlanan şeyin asrın evvelimi yoksa sonu mu olduğu konusu ihtilaflıdır.
Avnü'l-Ma'bûd müellifinin benimsediği ve ekseriyete nisbet ettiği görüşe göre,
"asrın sonu"dur.
Asrın başının ya da
sonunun, Hz. Peygamberin doğumundan mi, bi'setinden mi, hicretinden mi yoksa
vefaatından itibaren mi başladığı konu-suda ihtilafhdir.Şafiî ulemasından Sübkî
gibi bazıları hicretin esas alınmasının daha uygun olacağını söylemektedirler.
Avnü'l - Ma'bud müellifi ise asır başlangıcının bi'sete göre olmasını tercih
eder.
Her asır başında
gelecek olan müceddid, dini ve zahiri ilimleri bilen, devrinin parmakla
gösterilen, en büyük alimi olan ve asır bittiği zaman hayatta olan birisi
olacaktır. Asrın sonunda hayatta değilse, asır içerisinde devrinin en büyük
alimi olan kişi asrın sonunda yaşayan müceddidden daha alim bile olsa müceddid
sayılmaz.
Müceddidin yapacağı
işten, yani dini yenilemekten maksat, yeni bir din ihdas etmek veya dine, dinde
olmayan yeni şeyler ilave etmek değil, bozulan ve değişen amelleri kitap ve
sünnet ile diriltmektir. Kitap ve sünnetin gereklerini ortaya çıkarmak,
yaygınlaşan bid'atleri ortadan kaldırmaktır. Ayrıca şuna da dikkat çekmek
gerekir; her asırda sadece bir tek müceddid gelecek diye bir kayıt yoktur. Bir
asırda birden fazla müceddid gelip, sünneti ihya, bid'atleri ilga için
çalışabilir.
Bu hadiste ifade
edilen "müceddid" konusu üzerinde bir çok çalışma yapılmıştır.
Süyutî, de ed-Durreru'1-Müntesire'sinin sonunda bu konuda müstakil bir risale
te'lif etmiştir. "Tuhfetu'l-Muhtedin bi ahbari'I-mü-ceddidin" adı ile
yazdığı bir şiirde de müceddidlerin isimlerini saymıştır. Suyûtî'nin
belirttiğine göre ilk müceddid Ömer b. Abdil-Aziz ikincisi İmam Şafii'dir.
Suyutî 9. asrın müceddidinin de kendisi olduğunu umud eder.Bazı asırlar için
birden fazla isimler de sayar. Ancak bunlar birer tahminden ibarettir ve
genelde bu konuda görüş beyan edenler,mücedidleri kendi mezheplerindeki alimler
arasından seçerler.
Bezlu'l-Mechûd
müellifi Camiu'l- Usûl'den naklen şöyle demektedir: "Alimler, bu hadisteki
müceddidin tevilinde bir çok şey söylemişlerdir.
Herkes kendi
mezhebindeki bir âlime işaret etmiş ve hadisi ona hamlet-miştir. Ama hadisi
umuma hamletmek daha uygundur. Çünkü hadis metnindeki "kimse"
kelimesi hem bir kişi hem de cem' için kullanılır. Üstelik müceddidliği sadece
fâkihlere tahsis etmek de doğru değildir. Çünkü her ne kadar onların ümmete
verdikleri fayda büyük ise de, ülü'l-emrin, ha-disçilerin, kuiTanın,vaizlerin
ve zahidlerin verdikleri menfaat de az değildir. Çünkü dini ve siyaset
kanunlarını korumak, adaleti ayakta tutup zulmü ortadan kaldırmak ülül- emrin
(devlet başkanı veya imam'in) görevidir. Aynı şekilde kurra ve hadis uleması,
kur'an ve hadisi zabtetmektedirler. Vaizler vaazla ve insanları takvaya
teşvikle yarar sağlamaktadırlar. Ancak müceddid olarak gönderilen zatın bu
ferilerden her birinde parmakla işaret edilir olması gerekir. Allah bilir ama
buna göre müceddidden maksat bir kişi değil, bir gruptur. Bunlardan her biri
bir memlekette ve bir veya bir kaç fende temayüz eder ve dinin esaslarının
devamına, ilmin yok olmasını önlemeye ve bid'atleri kaldırmaya çalışırlar.
Şüphesiz dîni
yenilemek de izafi bir şeydir. Çünkü zaman geçtikçe ilim gerilemekte, cehalet
artmaktadır. Ancak zamanımızdaki alimlerin büyüklüğünün ölçüsü, bu günkü cehle
göredir. Yoksa şimdiki alimleri daha önce geçen mütekaddimin ulemâ ile
kıyaslamak mümkün değildir. Onlar Rasûlullah devrine olan yakınlıklarından
dolayı ilim, fazilet, takva, ihlas ve huy bakımından şimdikilerden çok ileride
idiler.Buharı'nin Enes (r.a) den merfu olarak rivayet ettiği şu hadis de buna
delalet eder:
"Ümmetim üzerine
hiç bir döneni gelmez ki kendisinden sonrası ondan daha şerli olmasın."
Taberânî'nin İbn
Abbas'dan rivayet ettiği şu sözler de bu kabildendir: "İnsanların bir
bid'at ortaya çıkarmayacakları ve bir sünneti ortadan kaldırmayacakları hiç
bir yeni sene yoktur..."
Şerhlerden Özet olarak
naklettiğimiz bu bilgileri kısaca ifade edersek;
İnsanlar arasında
cehaletin arttığı, bid'atlarin çoğaldığı, sünnetlerin unutulmaya yüz tuttuğu
her yüz yılın nihayetinde veya başında, Cenabı Allah, Kur'an ve Sünneti bilen, ilmiyle
amel eden kişiler yaratacak ve bu zatlar unutulan ya da unutulmaya yüz tutan
sünnetleri ihya edecekler, bid'atleri ortadan kaldıracaklar ve islamı aslî
saflığına döndürmeye çalışacaklardır.Diğer âlimler arasında ilmiyle,
faziletiyle ve ameliyle seçkinleşen bu zatlara müceddid denilir.Geçmiş devirler
için çeşitli alimler tarafından bazı isimler, yaşadıkları devrin müceddidi
olarak takdim edilmektedir. Bu belki mümkün olabilir. Ancak müceddidliği yanlız
onlara has kılmak ve başka müceddidin olmadığını söylemek yersiz olur.
Onlardan başka müceddidler de gelip geçmiştir. İleride de daha bir çok alim
gelecek ve islam esaslarının unutulmamasına, İslama sokulan bid'atlann
ayıklanmasına zulmün ve müstevli hakimiyetinin yok edilip islamın hayata hakim
kılınmasına çalışacaklardır.[3]
4292... Hassan
b. Atıyye şöyle demiştir; Mekhûl, İbn Ebi Zekeriyya ve ben Halid b.Mi'dan'a
gittik. Halid bize Cübeyr b. Nüfeyr'den naklen,(müslümanlarla Rumlar
arasındaki) sulhu haber verdi. Cübeyr; "Ra-sûluDah'in ashabından olan Zî
Mihber'e[4]
gidelim" dedi. Ona geldik Cübeyr (müslürrianlarla Rumlar arasındakijsulhu
sordu. Zü'I- Mihber şöyle dedi:
Rasûlullahı (s.a)
şunları söylerken dinIedim:"RumlarIa güvenilir
bir sulh yapacaksınız.
Onlar ve siz arkanızdaki bir düşmanla savaşacaksınız. Zafer kazanacak, ganimet
elde edecek ve (tehlikeden) salim olacaksınız. Sonra dönüp, tepecikleri olan
bir otlakta konaklayacaksınız. Rumlardan birisi salibi (haçı) kaldırıp, salib
kazandı diyecek. Müslümanlardan bir adam buna öfkelenip salibi kıracak. İşte o
zaman Rumlar ahdi bozup savaş için toplanacaklar.[5]
Bu hadis,
kitabü'l-Cihad'da 2767 numarada geçmişti. Ancak burada da bir iki noktaya
kısaca temas etmek istiyoruz.: Şerhlerde Rum milletinin kimliği hakkında bilgi
verilmiştir. Bu bilgiler günümüzde Rum diye isimlendirdiğimiz Rumlar
(Yunanhlar)Ia aynı kavme işaret ediyor.Mu'cemü'l- Buldan da Rumlarla ilgili
olarak şu bilgiler verilmektedir:
"Rum, bilinen
millettir. Kendi adlarına izafe edilen geniş bir ülkede otururlar. O ülkeye
Bilâdı rûm denilir. Neseplerinin aslında ihtilaf edilmiştir. Rum ülkesinin
doğu ve kuzeyinde Türkler, güneyinde Şam ve İskenderiye, batısında deniz ve
Endülüs (İspanya) vardır. Kisralar devrinde Rakka ve Şâmât Rum hudutları içerisindedir.
Müslümanlar, Rum ülkelerini fethedip onları kovuncaya kadar Antakya
başkentleri idi. "Mu'ce-mü'l- Buldandaki bu bilgi Bizans İmparatorluğunu
tarif etmektedir. Zaten Bisans halkı Rum idi.
Hadisi şerif, Rumlarla
Müslümanlar arasında yapılacak barıştan söze-diyor. Ancak metinde önce Rumlar
anılmamış, sadece "Sulh" kelimesi sözkonusu edilmiştir. Ama buradaki,
Hüdne'den maksadın Rumlarla yapılacak olan sulh olduğu İbn Mace'nin rivayet
ettiği şu hadisten anlaşılmaktadır: Peygamber (s.a), "Sizinle sarı
oğullular arasında bir sulh olacak ve onlar size olan ahidlerini
bozacaklar." buyurmuştur.
Müslümanlarla Rumların
düşmana karşı savaşmalarından maksat, ikisinin birlikte aynı düşmana mı yoksa
her birisinin kendi düşmanına mı karşı savaşacağı meselesi ihtilaflıdır. Ancak
birinci görüş daha kuvvetlidir.
Metinden anlaşıldığı
gibi savaştan sonra iki ordu dönecek ve içerisinde yığma tepecikler olan geniş
bir Mer'aya gelecekler ve Rumlardan birisi sulhu bozmak maksadıyla savaşı
haçın kazandığını söyleyecektir. Yani savaşı Hristiyanların kazandığını iddia
edecektir. Buna öfkelenen bir müslüman da haçı kıracak ve aralarındaki barış
sona erecektir. Böylece Rumlar müslümanlarla savaşmak için toplanmaya
başlayacaklardır.
Hadiste anılan böyle
bir olayın tarihte meydana geldiğini gösteren bir bilgiye rastlayanı adı k.
Şüphesiz hadise için bir zaman sınırı olmadığı için, kıyamete kadar meydana
gelmesi mümkündür.[6]
4293... Bize
Müemmel b. Fadl. el-Harranî haber verdi ve şöyle dedi: Bize Velid haber verdi.
Velid; bize bu hadisi Hassan b. Atıyye'den Ebu Amr haber verdi dedi. Hassan
hadisinde şunu ilave etti:"... ve müslümanlar silahlarına sarılıp Rumlarla
savaşırlar. O birliğe Allah (c.c) şehitliği ikram eder."
Ancak Velid hadisi,
"Cübeyr'den o da Zi Mihber vasıtasıyla Rasûlul-lah'dan" diye rivayet
etti.
Ebu Davûd der ki:
"Hadisi Ravh, Yahya b. Hamze ve Bişr b. Bekr Ev-zai'den İsa'nın dediği
gibi rivayet etti."[7]
Bu rivayet, önceki
hadisin aynıdır. Yalnız bunda, müslümanların da silaha sarılıp savaşacakları ve
Allah'ın kendilerine şehitliği nasibedeceği ilavesi vardır.[8]
4294... Muaz
İbn Cebel (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Beytu'I-Makdis"in
imarı, Metlinenin harabına, Medine'nin harabı büyük savaşın çıkışına, büyük
savaşın çıkışı İstanbul'un fethine, İstanbul'un fethi de Deccal'in çıkışına
alâmettir."
Sonra Rasûlullah (s.a)
eli ile konuştuğu kişinin (Muaz b. Cebel'ın) dizine, veya omuzuna (omuzlarına)[9],
vurdu ve; "Bu (dediklerim) şüphesiz senin burada oluşun gibi - veya senin
burada oturduğun gibi - haktır" buyurdu.[10]
Hadisin senedindeki
Abdurrahman b. Sabit hakkında olumlu ve olumsuz beyanda bulunanlar olmuştur.
Münziri ise Abdurrahman'in salih ve sika bir şahıs olduğunu söyler. Bu hadisi
şerifte, İslâm dünyasında meydana gelecek bazı olayların, başka olayların
doğmasına sebep ve alamet olduğu ifâde edilmektedir. Ancak bir hâdise olduktan
sonra, meydana gelecek olan diğer hâdisenin öncekinin hemen arkasından olması
şart değildir. îki olay arasında uzun aralıklar olabilir. Hadiste ilk
bildirilen mesele Beyti makdisin yanı mes-cid-i Aksa'nın imarının Medine-i
münevverenin tahribatına sebep olacağıdır. Aliyyü'1-Kari bu cümleyi
"Beyt-i maksidin imarı, Medine'nin harabı vaktinde olacaktır."
şeklinde izah etmiştir. Beyti makdisin imarının, kafirlerin istilası ile
olacağı da söylenmektedir.
El-Erdebili,
el-ezhar'da şöyle demektedir: "Bazı sarihler, beyti makdisin imarından
maksadın, harabından sonraki imarı olduğunu söylerler. Çünkü beytü'l - Makdis
ahir zamanda harab olacak sonra onu kafirler imar edeceklerdir. Gerçek olan
ise, imardan maksadın, oranın tam olarak imar edilmesidir...."
Hadiste daha sonra
Medine'nin harabının büyük savaşın çıkışına alamet olduğu bildirilmektedir. İbn
Melek, bu savaşın Şamlılarla Rumlar arasındaki savaş olduğunu söyler.
Avnü'l-ma'bud'da ise Moğollarla Şamlılar arasındaki savaşın olduğu söylenir.
Aliyyü'l-Kari'de, îbn Melek'in fikrini benimser. Anılan bu savaş İstanbul'un
fethine, İstanbul'un fethi ise Deccarin çıkışına işarettir. Bezlü'l-Mechud'da
İstanbulini fethinden maksadın, orasının Mehdi tarafından fethi olduğunu
söyler. Şüphesiz bu görüşler birer tevildir. Belirli bir nassa dayanmamaktadır.
Onun için bu tevillere kesin gözüyle bakmak mümkün değildir. Doğru olabileceği
gibi hatalı olma ihtimali de vardır.[11]
4295... Muaz
b. Cebel (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
Büyük savaş, İstanbul'un
fethi ve Deccal'in çıkışı yedi ay içerisinde olacaktır."[12]
Tirmizi bu hadis için,
"hassen garibtir, bunu sadece bu yoldan biliyoruz" der. Sarihler
hadisin senedindeki Ebû Bekir b. Ebî Meryem'in hadisi ile ihticac
edilemeyeceğini söylerler.[13]
4296...
Abdullah b. Busr (r.a) demiştir ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
(Büyük) "Savaş
ile İstanbul'un fethi arasında altı sene vardır. Yedinci senede Mesihu'd -
Deccal çıkacaktır."
Ebu Davud der ki:
Bu hadis, İsa'nın
hadisinden (önceki hadisten) daha sahihtir.[14]
Bu hadisle, bir Önceki
hadis arasında bir çelişki göze çarpmaktadır. Çünkü önceki hadiste büyük
savaşla İstanbul'un fethinin yedi ay içerisinde olacağı bildirildiği halde, bu
hadiste aralarında altı yılın olacağı haber verilmektedir. Musannif Ebû Davud
bu çelişkiye işaretle, bu hadisin Önceki hadisten daha sahih olduğunu
söylemiştir. Böylece o hadisin buna muarız olamayacağına işaret etmiştir.
Aliyyül- Kari'de bu çelişkiye ve Ebu Davud'un tercihine katılmakta ve şöyle dernektedir:
"Bu söz (Ebu Davud'un bu daha sahihtir sözü) iki hadis arasıda taarruzun
sabit olup, aralarını birleştirmenin imkansız olduğuna delalet eder. Doğru olan
da, tercih edilendir. Özetle: Büyük savaş ile Deccal'in çıkışı arasında yedi
sene oluşu yedi ay oluşundan daha sahihtir."
Bazı alimler de iki
hadis arasında görülen çelişkiyi şöyle te'vil ederek kaldırmaktadırlar:
"Büyük savaşın başlaması ile bitimi arasında altı sene müddet vardır. Savaşın
bitimi ile İstanbul'un fethi ise Deccal'in çıkışı da yedi aylık bir zaman
olacak şekilde yakındır."
İbn Kesir bu te'vili
yapanlardandır. Münzîrî, hadisin senedinde bulunan Bakıyye b. Velid hakkında
söz edildiğini söyler.[15]
4297...
Sevban (r.a)Men rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Yakında
milletler yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet
ettikleri gibi[16] size karşı (savaşmak için)
biribirlerini davet edecekler."
Birisi:
"Bu o gün bizim
azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.
Rasûlullah (s.a) ;
"Hayır, aksine
siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah
düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de
vehn atacak" buyurdu. Yine bir adam:
Vehn nedir? ya
Rasûlullah diye sorunca,
"Vehn, dünyayı
(fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir"[17] buyurdu.[18]
Hadisten anladığımıza
göre, İslam düşmanları, müslümanları yok edip kuvvetlerini kırmak için
birbirlerini birleşmeye davet edeceklerdir. Bu davet, sofrasına adam davet
eden bir sofra sahibi rahatlığı içerisinde olacaktır. Yani nasıl ki onlar için
sofraya oturup yemek zor olmayan bir işse, kafirlerin İslama karşı birlik
çağrısında bulunup müslümanlarm zenginliklerini yemeleri de engellenemez bir
kolaylık taşıyacakcaktı. Kafirler islam dünyasını önlerine konmuş bir sofraya benzetecekler
ve bu cazip
sofrayı paylaşmak için birbirlerini davet edeceklerdir. Onları böyle
bir işi yapmaya cüretlendiren şey müslümanların azlığı değil aksine onların
takva bakımından güçsüzlüğü ve dünyaya aşırı düşkünlükleri olacaktır. Çünkü
ölümden korkan ve dünyaya fazlaca düşkün olanlar, fedakarlıklara katlanamazlar.
Canları ve mallan ile katılmaları gereken cihâdı ihmal ederler. Böylece eskiden
olduğu gibi düşmanlara karşı heybetli değildirler ve artık düşmanlar onlardan
kor-mazlar, çekinmezler.
Hz. Peygamber (s.a)'in
bu haberi, Osmanlı devletinin, birleşen kâfirler tarafından yenilip
parçalanması ve bu gün müslümanların zenginliklerinin çeşitli yollar ve
siyonist çabalarla yağmalanması olayı ile ne kadar da uyuşmaktadır.
Hadisi şerifte,
Rasûlullah müslümanların uğrayacakları güçsüzlüğü vehn kelimesi ile ifâde
etmiştir. Vehn aslında sözlük olarak zayıflık manasınadır. Efendimiz vehn
konusunda kendine sorulan soruya, zaafa sebep olacak şeyleri bildirmek
suretiyle cevap vermiştir.
Tîbî bu meseleyi:
" Zaafın çeşidini Öğrenmek için sorulmuş bir sorudur. Yahut da soruyu
soran şahıs, zayıflığın hangi cihetten geleceğini öğrenmek istemiştir."
sözleri ile izah etmektedir.[19]
4298...
Ebu'd - Derda (r.a)den, Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Büyük savaş
gününde müslümanların çadırı (kalesi) Şam'ın en hayırlı şehirlerinden olan
Dimeşk adındaki şehir tarafındaki Guta da olacaktır.[20]
4299... Ebu
Davud der ki: Bana İbn Vehb'den haber verildi, O dedi ki bana Cerir b. Hazim
Ubeydullah b. Amr'den Ona Nafi İbn Ömer (r.a)'den; Rasûlullah (s.a) in şöyle
buyurduğunu haber vermiş: "Yakında müsmmanlar (Dımeşk) şehrinde muhasara
edilecekler. Öyle ki onların en uzak karakolu Selah olacak"[21]
4300...
Zührî, "Selalı Hayber'e yakın bir yerdir" demiştir.[22]
Tercemeye
"çadır" diye geçtiğimiz kelime, sözlükte büyük çadır demektir. Burada
müslümanların sığınacakları kale manasında kullanılmıştır.
Dımeşk: Günümüzde
Suriye'nin başşehri olan Şam şehrinin adıdı. Bu ismin verilmesine sebep orasını
Dımaşk b. Nemrûd b. Kenan'ın bina etmiş olmasıdır. Anılan şahıs Hz. İbrahim'e
iman etmişti. Bu yüzden babası Nemrud, oğlunu bu şehre gönderdi.
Guta: Şam havalisinde
suyu bol ve ağaçlıklı bir yerdir. Hadisi şerifte Dımeşk şehri için "Şam'ın
en hayırlı şehirlerinden olan" denilmektedir. Alkamî bu ifadeleri gözonüne
alarak, Dımeşk'ın fazileti konusunda şunları söylemektedir:
"Bu hadis
Dımeşk'in ve ahir zamanda orada oturanların faziletine ve orasının fitnelerden
sığınılacak bir kale olduğuna delalet etmektedir. Oraya Rasülullah'ı gören on
bin şahabının girmiş olması orasının faziletlerin-dendir. Nitekim Peygamber
efendimiz de peygamber olmadan önce ve peygamber olduktan sonra Tebûk seferinde
ve İsra gecesinde oraya girmiştir."
Hadiste büyük savaş
çıktığında müslümanların Dımeşk yakınlarındaki Guta denilen yere sığınacakları
ve en uzaktaki karakollarının Selalı olacağını bildirmektedir. Selah, Hayber
yakınlarında bir yerin adıdır. Müs lümanların en uzak karakollarının Hayber
yakınında bir yer oluşu ne kadar çok sıkıştırılacaklarına delil kabul
edilmektedir.[23]
Savaş ; miislümanla
gayri müslimler arasındaki, fitne de müslümanların kendi aralarındaki
muharebelere denilir.[24]
4301... Afv
b. Malik (r.a); Rasûlullah (s.a)'in
şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Allah (c.c) bu
ümmetin üzerinde, biri kendisinden birisi de düşmanından olan iki kılıcı
birleştirmeyecektir."[25]
Hadis-i şerif,
müslümanlann aynı anda hem birbirleri ile kem düşmanları ile savaşmayacaklarını
bildirmektedir. Şayet müslümanlar arasında bir kargaşa çıkmışsa ve o esnada
düşmanla savaşmak zarûrçtj doğmuşsa müslümanlar kendi aralarındaki kavgaya son
verip düşmana karşı tek vücut halinde savaşırlar. Aksi halde müslümanlann
hayatiyetlerini sürdürmeleri mümkün olmaz. Bu gün İslam birliği parçalanmış,
müslümanlar küçük küçük gruplara, devletlere ayrılmışlardır. Bunlardan bir
kısmı gayri mlislimlerle savaşmak zorunda kalırken bir kısmı da birbirleri ile
boğuşmaktadırlar. Ancak bu devletlerin islamla olan irtibatları, Hz. Peygambere
ümmet olup olmayacakları son derece su götürür. Bugün halkı müslüman olan bir
çok ülkenin başındakilerin müslümanlıkla zerre kadar irtibatı olmadığı gibi,
İslamiyeti yok etmek için çırpınan idareciler vardır. Böyle idarecilerin hükmettiği
bir devlete ishm devleti denemez. Dolayısıyla hadisi şerifte vak'aya zıt bir
durum yoktur.[26]
4302...
Ashâb-ı kiramdan birisi, Rasûlullah (s.a) 'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir.
"Size
dokunmadıkları müddetçe siz de Habeşlere dokunmayın. Sizi terkettikleri
müddetçe siz de Türkleri terkedin. Onlara sataşmayın.”[27]
Görüldüğü üzere Hz.
Peygamber (s.a) efendimiz müslümanlara, kendilerine sataşmadıkları müddetçe
Habeşleri ve Türkleri kendi haline bırakmalarını, onlarla savaşmamalarını
emretmiştir. Şüphesiz hadiste kastedilen, henüz islamiyeti kabul etmemiş olan
Türkler ve Habeşlilerdir.
Hadiste başka
milletlerin değil de Habeşlerle Türklerin bahse konu ediliş sebebini Tıbî şöyle
izah eder: "Çünkü Habeş ülkesi ile islam ülkesi arasında Büyük çöller,
boşluklar vardır. Dolayısıyla fazla yorgunluğa sebep olacağından dolayı
müslümanlara onların ülkelerine girme külfeti yüklememiştir. Ayrıca 4309 nolu
hadiste geleceği üzere Rasûlullah Ka'be'yi Habeşlilerin yıkacağını haber
vermiştir. Bu, Habeşlilerin savaş-da sakınılması gereken bir millet olduğuna
delalet eder. Türklere gelince savaşçı bir millettirler. Ülkeleri de soğuktur.
İslam ordusu ise sıcak memlekette yaşamaktadır. İşte bu yüzden müslümanlara
saldırmadıkları müddetçe Türklerle savaşa girilmemesi emredilmiştir.
Hadisten anladığımıza
göre, Türkler ve Habeşlerle savaşmaktan kaçınılması tavsiyesi bu milletlerin
müslümanlara saldırmamaları hali ile kayıtlıdır. Ama müslümanlara saldırırlar,
zorla İslam ülkesine girerlerse o zaman savaşmaktan kaçımlamaz. Çünkü bu
durumda savaşmak farzı ayın, önceki durumda ise farz-ı kifayedir. Hz.
Peygamberin "Sizi terkettikleri müddetçe onları terkediniz" sözü
buna delalet etmektedir.
Bezi müellifi,
hadisteki bu ifadeyi gözönüne alarak, nehyin vücûba değil, ibâhaya delâlet
ettiğini söyler.
Burada şöyle bir şey
akla gelebilir: Kur'ân-ı Kerim'de "tüm müşriklerle savaşın...[28]
buyurulmaktadır. Ayet hiç bir milleti ayırmadan, Allah'a şirk koşan bütün
kâfirlerle savaşmayı emretmektedir. Hadiste ise iki millet bu emrin dışında
tutulmuştur. Bu hal, hadisin ayete zıt olduğu izlenimini verebilir.
Aliyyü'l - Kari bu
konuya işaretle şöyle demektedir: "Ayet mutlaktır. Hadis mukayyedtir.
Mutlak mukayyede hamlolunur. Hadis ayeti tahsis etmektedir. Nitekim mecusiler
konusunda da hadis ayeti tahsis etmiştir. Mecusiler kafir (müşrik) dir. Buna
rağmen müslümanlar, "Onlara ehli kitaba yaptığınız gibi muamele
ed'in" hadisinden dolayı mecûsilerden cizye almışlardır."[29]
4303... Ebû
Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Müslümanlar,
yüzleri kat kat deri ile kaplı kalkan gibi olan, kıldan elbise giyen Türklerle
savaşmadikça kıyamet kopmaz."[30]
Hadisin sahibi
Müslim'deki rivayetlerin de ve Ebû Davud'taki bir sonraki hadiste, anılan
milletin kıldan giyecekleri şeyin pabuç olduğu bildirilmektedir. Ayrıca bir
rivayette yukarıdaki özelliklere ilaveten anılan milletin gözlerinin küçük ve
burunlarının yassı olacağı da ilave edilmiştir.
Hadis-i şerifte
müslümanların Türklerle savaşacağı bildirilmekte ve Türklerin şekli tarif
edilmektedir. Beydavi'nin dediğine göre yüzlerinin kalkan gibi olmasından
maksat geniş olması, kalkanın kat kat deri ile kaplı olmasından maksat da sert
ve etli olmasıdır. Ayrıca hadiste anılan kavmin kıldan yapılmış elsise
giyeceği bildirilmektedir. Bazı âlimler bu cümleyi Müslim'in ve Ebu Davud'un
bir sonraki rivayetlerine bakarak kıldan dokunmuş pabuç giyecekleri şeklinde
açıklamışlardır. Nevevi'de bu izahı yapanlardandır. Avnü'l-Mabud müellifi ise,
sahihi Müslim'deki rivayetin "Onlar kıldan (yapılan) şeyler giyerler ve
kıldan yapılan ba-buçlarıyla yürürler" şeklinde oluşuna dikkat çekerek,
hem üzerlerine giydikleri elbisenin hem de ayaklarına giydikleri ayakkabıların
kıldan olacağını söyler. Sünen-i Ebi Davud'un bu rivayetinde yürüyecekleri pabuç
zikredilmediği için anılan cümle Avnü'l-Ma'bud'daki izaha uygun olarak kıldan
elbise giyerler, diye tercüme edilmiştir.
Hadisteki tarife göre,
müslümanlarla savaşacak olan milletin tatarlar olması muhtemeldir.
Aynî'nin şu izahı,
Rasûlullah'ın işaret ettiği ordunun Cengiz Han ve torunu Hülagü'nün komutasında
islam alemini yakıp, yıkan, gaddarlığı dillere destan olan Tatar ordusu
olduğuna işaret ediyor.
Aynî şöyle demektedir:
Rasûlullah'ın haber
verdiği bu savaşların bir kısmı 617 tarihinde meydana gelmiştir. Türklerden
büyük bir ordu çıkarak bütün Horasan diyarını kılıçtan geçirmiş, bundan sadece
mağaralara saklananlar kurtulabilmişlerdir. Bunlar, Rey, Kazvin ve Merağa'ya
kadarki bütün islam beldelerini çiğneyip geçmişler, kadınlarını esir edip,
çocuklarını kesmişlerdir. Sonra da İsfahan'a ilerleyerek sayısız insanı
öldürmüşlerdir. Atlarını camilere doldurup cami ve mescidlerini direklerine
bağlamışlardır."[31]
4304... Ebu
Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Siz pabuçları kıldan olan bir milletle savaşma-dıkça kıyamet
kopmayacaktır. Siz, gözleri küçük, burunları yassı ve yüzleri kat kat deri ile
kaplı kalkan gibi olan bir milletle sayâşmadık-ça kıyamet kopmayacaktır."[32]
Hadisin Buhari ve
Müslim'deki rivayetlerinde anılan kavmin metinde sayılan özelliklerden başka.yüzlerinin
de kırmızı olduğuna işaret edilmiştir. Ayrıca Buhari'nin rivayetinde, tarif
edilen milletin Türkler olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Buhari'nin
menakıb'daki rivayeti daha uzundur. Buhari'nin bu rivayetinde kıyamet kopmadan
önce müslümanların savaşacakları kıldan pabuç giyenlerle Türklerin ayrı ayrı
milletler olduğu izlenimini veren bir ifade kullanılmıştır. Arada atıf edatı
kullanılmıştır. Aynî bunların Türklerden iki cins ya da öncekinden maksadın
kürtler olmasının muhtemel olduğunu söyler.
Tirmizi'nin
rivayetinde, savaşılacak milletin özellikleri sayılırken sadece yüzlerinin
kalkana benzeyen kısmı zikredilmiştir.
Hadisi şerif önceki
rivayetle hemen hemen aynı şeyleri ihtiva etmektedir. Orada gerekli izah
yapılmıştır. Burada da sadece Nevevi'nin Sahih-i Müslim şerhinde bu hadisleri
izah sadedinde söylediği bir şeyi ilave etmek istiyoruz. Nevevi şöyle diyor:
"Bütün bunlar Rasûlullah (s.a)in mu-cizelerindendir. Rasûlullah'ın tüm
özellikleri ile zikrettiği bu Türklerle savaş yapılmıştır. Zamanımızda
müslümanlar onlarla defalarca savaşmışlardır. Şu anda da savaş sürmektedir.
İyi sonucun müslümanlar için olmasını dileriz." Nevevi'nin maksadı
Moğollarla yapılan savaşlar olsa gerek.[33]
4305...
Abdullah b. Büreyde, babasından, Rasûîullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
"Sizinle gözleri
küçük bir kavm-yani Türkler[34] -
savaşacaktır.
siz,onları Arap
Yarımadasına katıncaya kadar üç kerre süreceksiniz, ilk sürüşte onlardan
kaçanlar kurtulacak, ikincisinde bir kısmı helak olup, kimisi kurtulacak,
üçüncüsünde ise kökleri kazınacak."[35]
Bu hadisi şerifde
Müslümanların, müslüman olma- yan Türkleri sıkıştıracakları ve onları üç kez
Arap Yarımadasına kadar sürecekleri bildirilmektedir. Aynı ravinin, Ahmed b.
Hanbel'in müsnedindeki rivayetinde ise tam aksi bildirilmektedir. Yanı
Türklerin müslümanlan Arap yarımadasına kadar sürecekleri, ilk seferinde
kaçanların kurtulacakları, ikincisinde bir kısmının kurtulup bir kısmının
helak edileceği üçüncüsünde ise hepsinin kılıçtan geçirileceği ifade
edilmektedir. Yani Ebu Davud'un rivayetinin tam tersidir. Ahmed b. Hanbel'in
rivayeti şu şekildedir:
"Abdulah b.
Büreyde, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben Rasûlullah (s.a) 'in
yanında otururken efendimizin şöyle buyurduğunu duydum:
"Şüphesiz geniş
yüzlü, küçük gözlü sanki yüzleri deriden kalkan gibi olan bir kavim benim
ümmetimi, Arap Yarımadasına sokuncaya kadar üç kerre sürecek birincisinde
onlardan kaçanlar kurtulacak, ikincisinde bir kısmı helak olup bir kısmı
kurtulacak, üçüncüsünde ise onlardan geri kalanların hepsi kılıçtan
geçirilecek."
Rasûlullah'a: - Onlar
kimlerdir? Ya Rasûlullah diye sordular,
"Onlar
Türklerdir, nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki atlarını müslümanların
camilerinin direklerine bağlayacaklar." buyurdu.
Ravi der ki; Büreyde
bundan sonra devamlı surette iki üç deve, yol azığı ve suyu bulundururdu.
Görüldüğü gibi, Ebu
Davud'un rivayeti ile Ahmet b. Hanbel'in rivayeti biribirine taban tabana
zıttır. Bunların telif ve te'vili de mümkün değildir. Bu hadislerden birisini
öbürüne tercih gerekecektir. Hadislerin siyakı ve vakıaları gözönünde
bulundurulduğunda, Ahmed b. Hanbel'in rivayetinin daha doğru olduğu fikri ağır
basmaktadır. Çünkü bir defa sürülen millet, Arap Yarımadasına kadar
kovalanacaktır. Arap yarımadası da müslüman olmayan tatarların değil,
müslümanların yurdudur. Savaşta yenilenler, düşmanın anayurduna değil, kendi
anayurtlarına kaçarlar. Dolayısıyla galip devlet kovaladığı düşmanı onların
ülkesine doğru sürer.
İkincisi; Büreyde
(r.a) Rasulullah'tan hadisi duyduktan sonra her an Türklerin saldırısını
beklemiş ve kaçabilmek için deve ve azığını hazır tutmuştur. Ayrıca Ebu
Davud'un rivayetinin sonundaki - veya dediği gibi" ifadesi ile de ravinin
şüphesini ortaya koymaktadır. Ayrıca olaylar da Ahmet b. Hanbel'in rivayetini
te'yid etmektedir.
Anlaşılıyor ki, Ebu
Davud'un rivayetinin ravileri vehme düşmüşler ve yanlış nakilde bulunmuşlardır.
Avnü'l-Ma'bud müellifi
yukarıya aktardığımız nokta-i nazarları zikrettikten sonra, Kurtubî'nin,
Tezkiresine her iki rivayeti de aldığını ve bunun sebebini anlayamadığını
söyler.[36]
4306...
Müslim b. Ebi Bekre, babasından rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurdu.
Ümmetimden (bazı)
insanlar, üzerinde köprü olan, Dicle denilen nehrin yanında, Basra adını
verecekleri çukur bir yere yerleşecekler. Oranın ahalisi çoğalacak ve o şehir
Muhacirlerin şehirlerinden olacak. - İbn Yahya, Ebu Ma'mer'in; mü s lü m ani
arın şehirlerinden olacak dediğini söyledi - Ahir zaman gelince geniş yüzlü
küçük gözlü Kantura oğulları gelip, nehir kısıyısma kadar inecekler (o zaman)
şehir halkı üç gruba ayrılacak; bir grup öküzlerin kuyruğuna ve arıziye
sarılacak (çiftçiliğe yönelecek) ve helak olacak, bir grup kendi canlarını
tercih edip (düşmandan aman dileyip) kâfir olacak, bir grup da çocuklarını
arkalarına alıp düşmanla savaşacaktır. İşte onlar şehidlerdir.[37]
Hadiste, müslümanlarm
Basra şehrine gelip orada yerleşecekleri ve sarihler tarafından Türkler (Moğollar)
diye açıklanan bir kavmin hücumuna uğrayacakları bildirilmektedir.
Bazı alimler, metinde
geçen Basra'dan Muradın Bağdat olduğunu, Bağdat'ın dışındaki; Basra kapısı
denilen kapıdan dolayı Rasulullah'm Bağdan bu isimle andığını söylerler.
Alimleri bu düşünceye sevkeden sebepler şunlardır:
1- Dicle
nehri Bağdat'ın ortasından akmaktadır,
2- Hz.
Peygamber ümmetinin bir şehir kuracağını haber vermiştir. Gerçekten Bağdat
Rasûlullah zamanında bir şehir değil, köyden ibaretti. Oranın bir şehir haline
getirilişi müslümaıılar tarafından olmuştur.
3-
Hadiste müslümanlarm uğrayacağı
bildirilen hücumlar Basra'ya değil Bağdat'a karşı vuku bulmuştur. Abbasî
hükümdarlarından Mu'tasım billah zamanında 650 yılında Bağdat Moğolların
istilasına uğramış, Rasûlullah1 in haber verdiği hadise tahakkuk etmiştir.
Hadiste belirtilen
diğer bir konu da, anılan beldenin geniş yüzlü ve küçük gözlü Kantura
oğullarının hücumuna uğrayacaklarıdır. Sarihler, Kantura 'nın;
a) Türklerin
atası,
b) Hz.
İbrahim'in bir cariyesi olduğu tarzında iki ayrı görüş beyan etmişlerdir.
Sonraki görüş sahiplerine göre, bu cariyeden Hz. İbrahim'in çocukları olmuş ve
onların neslinden Türkler türemiştir. Ancak bu görüş tenkid edilmiştir. Çünkü
Türkler Hz. Nuh'un oğullarından Yafes'in nes-lindendir. Yafes de Hz.
İbrahim'den çok öncedir. Buna göre İzahlar biri-birleri ile çelişki arz
etmektedir. Bu çelişkiyi şu şekilde çözümleyebiliriz: Kantura adındaki Cariye
Yafes'in soyundandır veya Kantura Hz. İbrahim'in cariyesi değil, oğullarından
birisinin kızıdır, Yafes soyundan birisi ile evlenmiş ve onlardan Türkler
türemiştir. Bu durumda da Türkler hem anılan cariyenin hem de Yafes'in
neslinden gelmiş olurlar.
Rasûlullah (s.a),
Basra -veya Bağdat - halkının Moğolların hücumuna uğrayınca üç gruba
ayrılacaklarını bildirmiştir. Bunlar:
a) Savaştan
yüz çevirip, çiftçiliğe yönelenler. Bunlar canlarını kurtarır umuduyla
tarlalarda hayvanlarının başında çiftçilikle uğraşacaklar ama bu fayda
vermeyecek ve öldürüleceklerdir.
b) Canlarını
kurtarmak için Moğollardan aman dileyenler. Bunlar belki canlarını
kurtaracaklar ama kâfir olacaklardır.
c)
Evlatlarını arkalarına alıp düşmana karşı savaşanlar; bunlar şehit olacaklar ve
Allah'ın rızasını kazanacaklardır.
Aliyyül-Kari, bu
haberin Rasûlullah'ın mucizelerinden olduğunu, bunun ayniyle H.653 yılında
meydana geldiğini söyler.
Münziri, hadisin
isnadında Said b. Cumhan'ın olduğuna dikkat çeker.[38]
4307... Enes
b. Malik (r.a) demiştir ki; Rasûlullah (s.a) kendisine şöyle buyurmuştur:
"Ya Enes!
şüphesiz insanlar birtakım şehirler kuracaklar. Onlar içerisinde Basra-veya
Busayra-denilen bir şehir olacak. Eğer oraya uğrarsan - veya girersen-tuzlu
yerlerden, iskelesinden, çarşısından ve emirlerinin kapısından uzak dur.
Kenarlarına git. Şüphesiz orada yer çöküntüsü, taş yağması ve zelzele olacak.
Bir kavim, akşam yatacak ve sabahleyin maymunlar ve domuzlar olarak
kalkacaktır."[39]
Hadisin izahına
geçmeden önce bazı kelimelerin karşılıklarını vermek istiyoruz:
Sibah: Tuzlu çorak
arazi, Tîbî: "O, üzerinde tuz çıkan arazidir. Bazı ağaçlardan başka bir
şey bitmez." der.
Kella veya Kila:
Basra'da bir yerin adıdır. İbnü'l - Esir, en-Nihaye adındaki eserinde
"Kella gemilerin bağlandığı yerdir, Terceme İbnü'-l Esir'in izahına göre
yapılmıştır.
Davahi: Güneşe açık
olan yerler veya dağlar demektir. Burada maksat, insanlardan uzleti
tavsiyedir.
Hasf: Yere batmak,
yerde kaybolmaktır.
Kazf: Ahali üzerine
taş yağması, şiddetli ve soğuk rüzgar, toprağın ölüleri dışarı atması. Terceme,
Aliyyü'l - Kari'nin tercihi olan ilk manaya göre yapılmıştır.
Recf: Zelzele,
şiddetli yer sarsıntısı
Hadisi şerif,
müslümanlarm birçok şehirler kuracaklarını ve Basra'nın da bunlardan birisi
olduğunu haber vermektedir.
Nevevi'in bildirdiğine
göre bu şehre, Basra, Busra, Bisra ve Busayra denilir. Bunlar içerisinde en
meşhur olanı Basra'dır.
Basra şehrini hicretin
17. senesinde Hz. Ömer'in emriyle Ukbe b. Gaz-van inşa etmiş ve müslümanlar 18
senede buraya yerleşmişlerdir. Bu şehir müslümanlar tarafından inşa edildiği
için içerisinde asla puta tapılma-mıştır.
Rasûlullah (s.a) Hz.
Enes'e, oraya yolunun düşmesi halinde bazı yerlerden uzak kalmasını tavsiye
etmiştir. Bunlardan ilk i ki sindeki hikmetle ilgili bir kayda rastlayamadık.
Ancak çorak araziden uzak kalmayı tavsiyesi, oranın verimsizliğinden dolayı
olabilir.
Çarşısından uzak
kalmayı tavsiye edişindeki hikmet, oradaki gafletin ve boş lakırdıların
çokluğu, alışverişlerde fıkhın prensiplerine uygunsuzluktur. İdarecilerin
kapılarından uzak kalmayı tavsiye de, onların zulmünün çokluğu hikmetine
binaendir. Rasûlullah Enes'e oraya vardığı takdirde Basra'nın dışına
çıkmasını, insanlardan uzaklaşmasını söylemiş ve orada yere batacak, üzerine
taş yağacak, sallanacak yerlerin olduğunu ve insan olarak yatıp, maymun ve
domuz olarak kalkacak insanların olacağını haber vermiştir.
Ulema bu son cümleyi,
o bölgede kaderiyecilerin çıkacağına işaret saymışlar, Hasf (yere batma) ve
mesh (hayvan haline gelme)'nin onlarda olduğunu ifâde etmişlerdir.
İbnü'l-Cevzi bu hadisi,
buradakinden başka bir isnadla mevzu hadisler arasında saymıştır. Hafız
Salahuddin el,Alaî'nin bildirdiğine göre, Cev-zî'nin mevzu dediği rivayetin
isnadı şu şekildedir; Ebu Ya'la el-Mevsılî, Ammar b. Zübey, Nadr b. Enes,
babası, dedesi ve Enes (r.a) Bu isnadın tenkidine sebep Ammar b.Zübey'dir.
Çünkü o itham edilen birisidir.
Ebu Ya'la'mn ifadesine
göre Ebu Davud'daki rivayetin senedindeki şahısların hepsi sahihtir. Ancak
ittisalında bir kararsızlık vardır ama o da zarar vermez.[40]
4308...
İbrahim b. salih b. Dirhem, babasından şöyle duyduğunu haber vermiştir:
Hacca gidiyorduk, bir
adam (Ebu Hureyre) bize:
Sizin tarafta
el-Übbele denilen bir köy var mı? dedi.
Evet, dedik.
Bunun üzerine şöyle
dedi:
Kim benim için, Aşşar
mescidinde iki veya dört rekat namaz kılıp "Bu, Ebu hureyre içindir"
demeyi tekeffül eder (söz verir)? Ben, Habibim Ebu'l - Kasım (s.a)'i
"Şüphesiz Allah (c.c) kıyamet gününde Aşşar mescidinden şehitler
diriltecek. Bedir şehitleri ile birlikte onlardan başka hiç bir şehit kalmayacak."
derken işittim.[41]
Ebu davud "Bu
mescid nehrin (Fıratm) yanındadır." dedi.[42]
Bu hadisin
ravilerinden, İbrahim b. Salih b. Dırhem ve babası Ebu Muhammed Sa]ih b Dirhem
el-Basrî hakkında hayli konuşulmuştur. İbrahim hakkında, Buharı "Peşinden
gidilmez" Ukaylî: "İbrahim ve babası meşhur değiller, hadis mahfuz değildir."
Darakutnî "Zayıf demişler, İbn Hıbban ise sikalar arasında saymıştır.
Salih b. Dirhem için
de el-Acurî; "Ebu Davud'a, o Kaderi mi? dedim. L1Bilmiyorum" dedi,
der. İbn Hıbban bu zatı da sikalar arasında saymış; İbn Ebî Hatim de;
"Ondan Yahya b. Said el-Kattan rivayette bulundu" demiştir.
Darakutnî de İbrahim b. Salih'in terceme-i halini verirken, "babası
sikadır" kaydını koymuştur.
Metinden anlaşıldığına
göre, bir hac yolculuğu esnasında - sarihlerin ifadesine göre- Medine ile Mekke
arasında yol alırken Ebû Hureyre (r.a) yanındaki Basralılara, onların yakınında
Übbele diye bir köyün olup olmadığını sormuş "evet" cevabını alınca
da birisinin oradaki Aşşar mescidinde kendisi adına iki veya dört rek'at namaz
kılıvermesıni istemiş bu isteğine sebep olarak da Rasulullah'm, "Aşşar
mescidinde Cenabı Hakkın şehitler dirilteceğini ve bunların Bedir şehidleri
ile birlikte olacaklarını" haber verdiğini söylemiştir.
Übbele: Dicle
kenarında, Basra körfezinin Basra'ya gelen istikametinde bir yerdir. Basra'dan
daha eskidir. Yukarıda işaret edildiği üzere. Basra Hz. Ömer devrinde inşa
edildiği halde, Übbele mevcut bir şehirdi.
Siyaktan da
anlaşıldığına göre, Aşşar mescidi bu köyde olsa gerek.
Ebû Hureyre (r.a)
Basralılardan, birisinin o mescidde kendisi için namaz kılıvermesini ve
"Bu Ebu Hureyre için" demesini istemiştir. Bu hal alimlerin dikkatini
çekmiştir. Namaz bedenî bir ibadettir. Bedenî ibadetlerde niyabet caiz
değildir. O halde Ebû Hureyre niçin böyle bir istekte bulunmuştur? Bu soruya
iki türlü cevap verlişmiştir:
a) Ebu
Hıifeyre nın görüşü, bedenî ibadetlerde de niyabetin caiz olduğu istikamette
olabilir.
b) "Bu,
Ebu Hureyre içindir" sözünden maksat, bu namazın sevabı Ebu
Hureyre'nindir" olabilir. Çünkü Tîbî'nin bildirdiğine göre bazı alimler
bunu caiz görmüşlerdir.
Aliyyü'l - Kari'de
şöyle der: "Ulemamız, başkası adına haccetmek tc asl'm şu olduğunu
söylediler. İnsan; hac, namaz, oruç, sadaka, kuran tilaveti ve zikir gibi,
ibadetlerinin sevabını başkasına bağışlayabilir. Bu başkası diride ölüde
olabilir. Bir kimse böyle bir amel işler ve sevabını başka birisine bağışlarsa
ehli sünnete göre caizdir, sevabı, bağışlanan kişiye ulaşır."
Bu haber, yapılan bir
ibadetin sevabının, diriye de hediye edilebileceğini gösterir. Şamî de bunun
cevazını açıkça bildirmiştir. Rasulullah'ın ümmeti için kurbanlar kesmesi de
buna delalet eder.
İmam Nevcvi; duanın
dua edilen şahsa fayda vereceğinde ıcına olduğunu, Kur'an okumanın sevabının
kendisi için okunulan şahsa varıp varmayacağında ise ihtilaf edildiğini
söyler. Beziü'l-Mechud'un talikinde bildirildiğine göre, İmam Şafii'nin meşhur
görüşüne göre sevab ulaşmaz. Ahmed b. Hanbel'e göre ulaşır. Hanefi
kitaplarından Bedai'de de insanın tüm ibadetlerinin sevabını başkasına
bağışlayabileceği ifade edilmiştir.[43]
4309...
Abdullah b. Amr (r.a) demiştir ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Sizi
terkettikleri müddetçe siz de Habeşlileri terkedinîz. Şüphesiz Kâ'be'nin
definesini, Habeşlilerden iki cılız bacaklı birisinden başkası
çıkarmayacaktır.[44]
Hadisin Buharı ve
Müslim'deki metinleri, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edilmiştir. O rivayetlerde
ince bacaklı Habeşli bir adamın Ka'beyi tahrib edeceği bildirilmiş, define (hazine)
sözkonusu edilmemiştir. Zaten Ebu Davud'un rivayetindeki, Kâ'be'nin definesinin
çıkartılmasından maksat, Ka'be'nin yıkılıp altındaki hazinenin
çıkartılmasıdır. Ayrıca Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde Habeşlilerin
terkedilmelerine dair bir kayıt mevcut değildir.
Hadisi şerif,
Habeşliler müslümanlara saldırmadığı müddetçe onlara sataşılmamasını, kendi
hallerine bırakılmasını emretmektedir. Bu konu 4302 nolu hadisin izahında ele
alınmış ve buna sebebin, müslümanlarla Habeşliler arasında büyük bir çölün
bulunuşu olduğunu söylemiştik. Bu hadiste ise efendimiz; Ka'beyi Habeşlilerin
yıkacağını haber vermiştir. Habeşlileri kendi hallerine bırakmanın bir
hikmetinin de onların müslü-manlara zarar vermelerine mani olmaktır.
Başka rivayetlerin de
delaleti ile anlaşılıyor ki, Ka'benin Habeşliler tarafından yıkılması Hz.
İsa'nın inmesinden sonra olacaktır. Habeşlilerin başında ince bacaklı birisi
bulunacaktır. Aslında Habeş milleti zayıf, çelimsiz bir ırktır. Ancak hadiste
işaret edilen olaydaki askerin başındaki şahsın bacakları çok daha ince
olacağı için efendimiz ona “ = İki bacakcik sahibi" demiştir.
Ka'benin Habeşliler
tarafından yıkılması Ka'be'nin yeryüzünden kalkması demektir. Bir rivayette
Ka'be'yi yedi sene kimsenin haccetmeyeceği, sonra yıkılacağı, Kur'an'm önce
mushaflardan sonra da kalplerden silineceği, insanların şiire, müziğe ve
cahiliye hikayelerine döneceği sonra Deccal'in çıkacağı ve Hz. İsa'nın ineceği
bildirilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de
Mekke-i Mükerreme'nin emin bir harem kılındığı bildirilmektedir.[45]
Halbuki bu hadiste Ka'benin yıkılacağı bildirilmekte dir. Bu durum, hadisin
ayetle çelişki arzettiği izlenimim verebilir. Ama aslında bu çelişki sözkonusu
değildir. Çünkü Harem-i şerifin emniyeti dünya harabolup kıyamet yaklaşıncaya
kadardır. Ayetin bu hadiste tahsis edildiğini söyleyenler varsa da Kadı Iyaz
önceki görüşü benimsemiştir.[46]
4310... Ebu
Züra şöyle demiştir:
Medine'de Mervan'a[47] bir
grup geldi. Onu, kıyametin alametlerinden İlkin'in Deccal'in çıkması olduğunu
söylerken dinlediler. Ben ayrılıp, Abdullah b. Amr (r.a)'ya geldim ve olanı
haber verdim.
Abdullah:
"Çıkış itibariyle
alametlerin üki güneşin batıdan doğması veya kuşluk vakti Dabbe'nin[48]
insanlar arasına çıkışıdır. Bunlardan hangisi daha önce olursa diğeri hemen
peşinden gelir."
Ebu Zür'a derki:
Abdullah-ki o
kitapları okurdu. "Zannediyorum o ikisinden daha önce çıkacak olan;
güneşin batıdan doğmasıdır." dedi.[49]
Hadisin Müslim'deki rivayetinde,
Mervan'ın kendileri ile konuştuğu grubun üç kişi olduğu belirtilmiştir. İbn
mace'nin rivayetinde ise Mervan hadisesi sözkonusu edilmemiştir.
Hadisten anladığımıza
göre; Mervan kıyametin ilk alametinin Deccal'in çıkması olduğunu söylemiş, Abdullah
b. Amr ise bunun doğru olmadığını, Mervan'ın sahabe olmadığı için sözüne
itibar edilemeyeceğini ihsas ederek, ilk alametlerin güneşin batıdan doğması
veya kuşluk vakti dabbenin çıkması olduğunu söylemiştir. Abdullah bu sözlerini
Rasûlul-lah'tan işittiğini söyleyerek takviye etmiştir.
Bilindiği gibi kıyamet
kopmadan önce birtakım alametler belirecektir. Bunlardan bir kısmı büyük
alametler, bir kısmı da küçük alametlerdir. Bundan sonra gelecek olan hadiste,
Rasulullah (s.a) kıyametin on alametini saymıştır. Üzerinde durduğumuz bu
hadis; kıyametin, çıkacak olan ilk alametini sözkonusu etmektedir. Biz,
kıyametin diğer alametleri üzerinde konuşmayı bundan sonraki hadise bırakarak
burada kıyametin ilk alameti konusundaki münakaşaları ele almak istiyoruz.
Fethu'l-Vedûd'da şöyle
denilmektedir:
"Abdullah b. Amr;
Mervan'ın söylediğinin batıl olduğunu kasdetmiş.-tir. Ancak Beyhaki, Halimî'den
ilk alametin Deccal'in çıkışı sonra Hz. İsa'nın inişi sonra Ye'cuc ve me'cuc'un
çıkışı, sonra Dabbe'nin çıkışı ve güneşin batıdan doğması olduğunu söyler. Buna
sebep şudur; Kafirlerin hepsi İsa aleyhisselam zamanında müslüman olacaklardır.
Şayet güneşin batıdan doğması, Deccal'm çıkışından önce olsaydı, onların imanı
fayda vermezdi. Onun için, bazı alimler bu(üzerinde durduğumuz) hadisi, te'vil
etmişler ve alametlerden maksdın ya kıyametin yaklaştığım veya geldiğini
bildiren işaretler olduğunu, Deccal'in çıkışının birincisinin, güneşin batıdan
doğmasının da ikincisinin ilk alameti olduğunu söylemişlerdir.'7 İbn Kesir ise,
Deccal'in çıkışı ve Hz. İsa'nın inişinin insan alışık olduğu cinsten olaylar
olduğunu çünkü bunların birer beşer olduğunu, Dabbe'nin çıkışı ve güneşin
batıdan doğmasının ise insanların alışık olmadıkları harikulade olaylar
olduğunu söyler. Bu te'vil iki rivayetin arasım birleştirmekte oldukça makul
bir izahtır.
Bu rivayette Abdullah,
Rasulullah'tan naklen kıyametin ilk alametlerinin güneşin batıdan doğması veya
Dabbe'nin çıkışı olduğunu haber vermiş ama hangisinin daha önce olduğunu
açıklanmamıştır. Ancak bunlardan birisi meydana gelince hemen peşinden
öbürünün zuhur edeceği beyan edilmiştir. Ancak İbn Mace'nin rvayetînçle önce
güneşin batıdan doğması, sonra da Dabbe'nin çıkışı zikredilmiştir.
Ebu Zür'a; Abdullah'ın
kitapları okuduğuna işaret etmiştir. Bu kitaplardan murad; Tevrad, ve İncil
gibi kutsal kitaplardır. Tabi onlar muharrer oldukları için içindekiler delil
değildir.[50]
4311...
Huzeyfe b. Esîd el-Ğıfari demiştir ki; Rasûlullah'a ait bir çardağın
gölgesinde oturmuş konuşuyorduk. Kıyameti söz konusu ettik, seslerimiz
yükseldi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a):
Kıyamet kendisinden
önce (şu) on alamet çıkıncaya kadar kopmaz - veya olmaz-: Güneşin battığı
yerden doğması, Dabbe'nin çıkması, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkmaları, Deccal, İsa
b. Meryem, duman, biri doğudan biri batıdan, biri de Arap Yarımadasında olmak
üzere üç yerin batması, bunların sonuncusu da Yemen'den; Aden'in en aşağısından
bir ateşin çıkmasıdır. Bu, insanları mahşere sevk eder." buyurdu.[51]
Müslim'in bir
rivayetinde Şu'be, kendisine onuncu
alamet olarak bir ravinin de insanları denize atacak bir rüzgarın
çıkması olduğunu söylediklerini nakleder. Tirmizi'nin rivayetinde de
"Onuncusu ya insanları denize atacak bir rüzgar ya da İsa b. Meryem'in
inişidir" denilmektedir.
Tirmizi bu konuda,
Ali, Ebu hureyre, Ümmii Seleme ve Safiyye binti Huyey'den mervi hadis olduğunu
söyler ve bu hadisin hasen sahih olduğunu ilave eder.
Üzerinde durduğumuz
hadisi şerif, kıyamet kopmadan önce meydana gelecek olan on alameti konu
edinmiştir. Şimdi bu alametleri tek tek ele alıp inceleyelim:
1- Güneşin
battığı taraftan doğması: Şüphesiz bu fevkalade bir olaydır. Cenabı hak bir
düzen kurmuş ve kendi dilediği vakte kadar o düzenin aynı şekilde yürümesini
dilemiştir. Güneşin şimdi doğduğu istikametten doğup, battığı istikametten
batması o düzenin gereğidir. Güneşi doğudan doğduran Allah'ın Batıdan
doğdurmaya da gücü yeter. Bunu yapmak için de tüm kainatın nizamını
değiştirmeye ihtiyacı yoktur. "O bir şeyin olmasını murad ettiği zaman ol
der o da oluverir."[52]
Kirmanı, asırlar önce,
kainatın kurulmuş bir düzeni olup bu düzenin değişemeyeceği tarzında varid
olabilecek itirazlara cevap vermiş, Suyutî de bunu nakletmiştir. Anılan alimin
söyledikleri yukarıya özet olarak verdiğimiz fikir istikametindedir.
2- Dabbe'nin
çıkışı: Dabbe hayvan demektir. Kur'an-i Kerim'de buna işaret edilmiştir. Bir
ayet-i kerimede: "Kendilerine söylenmiş olan, başlarına geldiği zaman,
yerden bir çeşit hayvan çıkarırız ki o, onlara, insanların ayetlerimize kesin
olarak inanmadıklarını söyler."[53] buyurulmaktadır.
Müfessirler, dabbe'nin
Safa dağından çıkacak büyük bir hayvan olduğunu söylerler. Bazıları Dabbe'nin
biri Mehdi, diğeri Hz. İsa zamanında üçüncüsü de güneş batıdan doğduktan sonra
olmak üzere üç defa çıkacağını söylemişlerdir.
İbn Mace'deki, Hz.
Musa'nın asası ve mühürü beraberinde olduğu halde çıkacağı, asa ile mü minin
yüzünü parlatacağı, mühür ile de kafirin burnunu damgalayacağı ifade
edilmektedir.[54]
Gerek hadis
şerhlerinde gerekse tefsirlerde, kıyamete yakın zamanda çıkacak olan dabbenin
bazı özellikleri sözkonusu edilmiştir. Bu özelliklerin bazıları Rasulullah'tan
rivayet edilen hadislere istinad ettirilirken, bazıları için kaynak
gösterilmemiştir.
Fahreddin Razi'nin
naklettiğine ve bir hadise dayandırdığına göre Dabbe'nin boyu altmış zira
(yaklaşık 42m)'dir. Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadise göre de iki
boynuzunun arası bir fersah (
Dabbe; dört ayaklı
derisi tüy ve kıllarla kaplı ve iki kanatlı olacaktır. Kurtubî Tezkire'sinde
İbn Zübeyr'den naklen, Dabbe'nfn bütün hayvanlardan mürekkep bir bütün
olacağım söylemiştir. Buna göre; başı öküz başından, gözü domuz gözünden,
kulakları fil kulağından, boynuzu deve boynuzundan, boynu deve kuşu boynundan,
göğsü Aslan göğsünden, rengi pars renginden, böğrü kedi böğründen, kuyruğu koç
kuyruğundan ayaklan yük devesinin ayaklarından olacak, her iki mafsal arasında
on iki zirahk (arşınlık) mesafe bulunacaktır."
Kurtubi'nin bu
söylediklerini Sa'lebi, Maverdi ve daha başka alimler de zikretmişlerdir. Bunlar
İbn Cüreyc'ten de rivayet edilmiştir.
Dabbe'nin çıkış
müddeti ve çıkış yeri konusunda da birtakım rivayetler vardır. Hz. Ali
(r.a)'dan onun üç günde çıkacağı rivayet edilmiştir. Yukarıda onun, Safa
tepesinden çıkacağını söylemiştik. Mescidi haramdan çıkacağına dair de görüşler
vardır.
Fahreddin Razi'nin
belirttiğine göre Dabbe, birincisi Yemen'den ikincisi çölden üçüncüsü Mescidi
Haramdan olmak üzere üç kez çıkacak, ilk ikisinde kaybolacak üçüncüsünde
kalacaktır.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi, Kur'an'da Dabbe'nin çıkacağı bildirilmiş ama tafsilat
verilmemiştir. Hakkında söylenenler pek sahih hadislere dayanmamaktadır,
tenkide açıktır. Kabul edilmesi zorunlu değildir.
Bu konuda Elmalık
Muhammed Hamdi Yazır Merhum'un bazı alimlerden naklettiği ve kendisinin de
katıldığı görüş daha kabule şayandır. El-malılı merhumun meseleye bakışı özetle
şöyledir: "Dabbe" kelimesi yerde yürüyen her canlı hakkında
kullanılır, dolayısıyla insana da şamildir. Ayet-i kerime de, dabbe'nin
konuşacağı ve insanlara inanmadıklarını söyleyeceği bildirilmektedir. Ayrıca
İbn Mace ve daha başka muhaddislerin rivayet ettikleri hadiste efendimiz,
dabbe'nin elinde Süleyman (a.s)'ın mühürüniin ve Musa (a.s)'mn asasının
bulunacağını haber vermiştir. Ayrıca Hz. Ali" den Dabbe'nin kuyruğu olan
bir dabbc değil, sakalı olan bir dabbe olduğu rivayet edilmiştir. Bütün bunlar
insana ait özelliklerdir. O halde çıkacak olan dabbenin insan olduğunu söylemek
daha uygundur.
Hamdi Efendi'nin
belirttiğine göre; dabbe maddi ve manevi harikulade bir kuvvet ve saltanatla
zuhur edecek ve büyük bir İslam devleti kuracaktır. Çıkacak bu zata dabbe
denilmesine sebep, kafirlere karşı katı olacağı ve onu çıkarmanın Allah Teâlâ
ya yerden bir dabbe çıkarır gibi kolay olması yönündendir.
İçlerinde Abdullah b.
Ömer'inda bulunduğu bir grup alime göre dabbe'nin çıkışı, emri bi ma'rüf,
nehyi ani] miinker îerkedildiği zamana olacaktır.[55]
3- Ye'cuc ve
Me'cuc'un Çıkışı:
Ye'cuc ve Me'cuc,
Arapçaya başka dillerden geçmiş yabancı kelimelerdendir. Batılılar bunlara
Yagug ve Magug demişler ve bunların şeytanın soyundan geldiklerini iddia
ederlermiş. İbn Haldun da Mukaddimesinde bunlara Yegug Magug demiştir ki
bunlar da batıdan alınmış bir tabirlerdir.
Batılılar batı Roma
İmparatorluğu'nu istila eden Hunlara Yagug ve Magug demişlerdir.
Ehli kitaptan
bazıları, Ye'cuc ve Mecuc'un Hz. Adem'in bir ihtilamin-dan meydana geldiğine
dair bir efsaneye inanmaktadırlar. Tevrat'ta ise bunların Hz. Nuh'un
oğullarından Yafes'in soyundan geldikleri bildirilmektedir. Vehb b. Münebbilrde
bu kanaati benimsemiştir. Bu görüş birçok alim tarafından hüsn-ü kabul
görmüştür.
Kur'an-ı Kerim'in
birçok ayetinde, Ye'cuc ve Me'cuc'dan ve bunların kıssalarından
bahsedilmektedir. Kehf suresi'nin 74. ayetinde "Şüphesiz Ye'cuc ve Me'cuc
yeryüzünde fesat çıkarıcılardırlar." buyurulmakta-dır. Müfessirler bu
ayetteki "fesat çıkarıcıdırlar" lafzının cem' oluşuna bakarak,
bunların iki kişiden ibaret olmayıp pek çok olduklarını söylemektedirler.
Müfessir Katade, Ye'cuc ve Me'cuc'un yirmi küsur kabileden meydana geldiğini
söyler. Elmalılı Hamdi efendinin bildirdiğine göre, yeryüzündeki insanların
yüzde doksanının Ye'cuc ve Me'cuc olduğunu nakledenler de olmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de,
Ye'cuc ve Me'cuc'un baskısından korkan bir milletin, Zülkarneyn'e müracaat
ederek, kendilerini Ye'cuc ve Me'cuc tehlikesinden koruyacak bir set yapmasını
istedikleri, Zülkarneyn'in de demir ve bakır eriyiğinden böyle bir set
yaptığını tafsilatlı bir şekilde hikaye edilmektedir.[56]
Merhum Kamil Miras,
bazı müfessirlerin, Zülkarneyn'e set yapımı için müracaat eden kavmin Türkler
olduğunu söylediklerini nakleder ve buna göre Ye'cuc ve Me'cuc'unda Moğollar
olması gerektiğini söyler.[57]
Enbiya suresinin 96 ve 91 ayetlerinde: "Nihayet Yecûc ve Me'cuc açılıp da
her tepeden akın ettikleri ve hak olan va'd yaklaştığı zaman o küfredenlerin
derhal gözleri belerecek "eyvah bizlere; biz bundan gaflet ettik, hayır
kendimize zulmetmiş olduk" diyeceklerdir." buyurulmaktadır.
Müslim, İbn Mace ve
Ahmet b. Hanbel'in rivayetlerinde belirtildiğine göre, Ye'cuc ve Me'cuc o kadar
kalabalık olacak ki, Taberiye gölü veya Dicle ve Fırat'ın bütün suyunu içip
bitireceklerdir. Yeryüzündekiîeri öldürdükten sonra gökyüzüne oklarını
atacaklar ve oklar kanlı olarak dönecek, göktekileri de öldürdük diyeceklerdir.
Bunun üzerine Allah (c.c) bir gecede onların burun deliklerine, boyunlarına
veya kulaklarına neğaf denilen küçük kurtlar (deve ve koyun gibi hayvanların
burunlarından düşen küçük kurtlar) gönderecek ve sabahleyin hepsi ölmüş
olacaklar. Bunların leşlerinden yeryüzü kokacak ve yeryüzüne inmiş olan Hz. İsa
ve arkadaşlarının duasıyla Cenab-ı Hak deve boynu gibi uzun boyunlu kuşlar gönderecek.
Bu kuşlar, o leşleri alıp Allah'ın istediği yerlere götürecek sonra bir yağmur
yağacak ve ortalığı temizleyecektir.[58]
Hindistan'ın tanınmış
alimlerinden Mehmet Enver Keşmirî (V.H.
Taberi'nin
bildirdiğine göre Ye'cuc ve Me'cuc üç tiptir: Birincileri sedir ağaçları kadar
uzun boylu, ikincileri o kadar iri, üçüncüleri de vücutlarını kulakları ile
örtebilecek durumdadırlar.
Ye'cuc ve Me'cucun
çıkışı kıyametin alametlerindendir. Haklarında Kur'anda ve sahih hadislerde
söylenenler haktır, gerçektir. İnanır kabulleniriz. Bunların dışındakiler ise
ilmî dayanağı olmayan iddialardan ibarettir. Müfessir Ebu Hayyan, Ye'cuc ve
Me'cuc'un eşkali hakkkında söylenenlerin hiçbirisinin doğru haberler olmadıklarını
söyler.
4- Deccal'in
çıkması: 14. bab Deccal'in çıkışı ile ilgili hadisleri ihtiva etmektedir.
Deccal konusunu orada ele almak istiyoruz.
5- İsa
(a.s)'nm inmesi: Kıyamet kopmadan önce Hz. İsa (a.s) yeryüzüne inecek ve Hz.
Muhammed (s.a)'İn şeriatı ile hükmedecektir. Onun inmesi, son peygamberin Hz.
Muhammed (s.a) olup, ondan sonra peygamber gelmeyeceği gerçeğine aykırı
değildir. Çünkü Hz. İsa (a.s) yeni bir şeriat getirip, Hz. Muhammed'in
şeriatini neshetmeyecek, adaletli bir hakem olarak inecek, bizim şeriatimizle
hükmedecek, insanların terkettiği şer'î işleri ihya edecektir.
İsa (a.s)'in yeryüzüne
indikten sonra Deccal ile kavga edip onu öldüreceği sahih hadislerle sabittir.
Hz. İsa'nın yeryüzünde
ineceği yerin Şam'ın doğusundaki beyaz minareli bir cami, Kudüs'teki mescidi
Aksa ve Ürdün olduğu tarzında rivayetler vardır. İbn mace'nin, Nevvas b.
Sem'an el-Kilabî'den rivayet ettiği uzunca bir hadisin, Hz. İsa'nın inmesi ve
faiiyetleri ile ilgili bölümünde şöyle denilmektedir: ".... Deccal ile halk
bu durumda iken Allah, İsa (a.s)'yi gönderecek. İsa Dimeşk'ın doğusunda beyaz
minarenin yanına boyalı bir ei-bise içinde, ellerini iki meleğin kanatlan
üzerine koymuş olarak inecektir. İsa (a.s) başını eğdiği zaman terler
damlayacak, kaldırdığı zaman iri inciler gibi gümüş taneciklerine benzeyen ter
tanecikleri yuvarlanacaktır. Onun nefesi gözünün alabildiği yere kadar
ulaşacak, nefesinin kokusunu duyan bütün kâfirler ölecektir. Hz. İsa gidip,
Lud kapısı yanında Deccal'e yetişecek ve onu öldürecektir. Sonra Allah'ın
Nebisi İsa, Allah'ın Deccal'den koruduğu bir kavmin yanma varacak, yüzlerini
mesbedecek ve onlara cennetteki derecelerini anlatacaktır.
Onlar bu vaziyette
iken Allah (c,c) Hz. İsa'ya "Ya İsa! Ben öyle kullar yarattım ki onlarla
savaşmaya kimsenin gücü yetmez. Sen, benim kullarımı Tur'a götür, koru"
diye vahyedecek Ye'cuc ve Me'cuc'u gönderecektir. Bunlar, Allah'ın buyurduğu
gibi her tepeden hızla ineceklerdir. Öncüleri Ta-beriye gölüne uğrayıp ondaki
suyu içecektir. Arkadan gelenler de oraya varıp, burada su vardı,
diyeceklerdir. Allah'ın nebisi Hz. İsa ve arkadaşları mahsur kalacak. Öyle ki
onlardan birisine bir öküz başı, bu gün sizden birinize yüz dinardan daha
değerli olacak. Daha sonra Hz, İsa ve arkadaşları Allah'a dua edecekler ve Allah
(c.c) onların (Ye'cuc ve Me'cuc'un üzerine) boyunlarına Neğaf (kurtlar)
gönderecek. Böylece Ye'cuc ve Me'cuc bir kişinin ölmesi gibi hepsi birden
ölmüş olacaklar. Hz. İsa ve arkadaşları (Tur'dan) inecekler ve onların leşleri,
pis kokuları ve kanlan ile dolmamış bir karış yer bulamayacaklar. Bunun üzerine
İsa (a.s) ve arkadaşları Allah'a dua edecekler. Allah da onların üzerine melez
devenin boynu gibi uzun boyunlu kuşlar gönderecek. Bu kuşlar o leşleri alıp,
Allah'ın dilediği yere atacaklar. Sonra Allah (c.c) onlar üzerine bir yağmur
gönderecek, insanları o yağmurdan ne bir kerpiç ev, ne de bir çadır
koruyamayacak. O yağmur her tarafı yıkayıp ayna gibi parlatacaktır. Sonra yere,
"ürününü bitir, bereketini geri getir" denilecektir. İşte o gün
herkes bir tek nardan yiyecek. Nar insanları doyuracak ve kabuğu altında
gölgelenecekler. Allah süte de bereket verecek öyle ki yeni doğuran deve
kalabalık bir cemaata, yeni buzağılamış inek bir kabileye, yeni kuzulamış bir
koyun da sülâleye yetecek kadar süt verecektir. Sonra Allah (c.c) onlara güzel
bir rüzgar gönderecek, o rüzgar onları koltuk altlarından yakalayarak,
müslüman olan herkesin ruhunu alacaktır. Diğer insanlar eşeklerin alenen
çiftleştiği gibi açıkta çiftleşip duracaklar. İşte onların üzerine kıyamet
kopacaktır.[59]
Görüldüğü gibi bu
hadis Hz. İsa'nın inmesi ile ilgili hayli detaylı bilgi vermiştir. Aslında
bunlara başka birşey eklemeye gerek yoktur. Ancak konu ile ilgili olarak Buhari
ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisin mealini de aktarmak istiyoruz:
Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Hayatım elinde
olan Allah'a yemin ederim ki muhakkak yakında Meryem oğlu İsa, adil bir hakim
olarak gökten inecektir. O, salibi kıracak, hınzırı öldürecek ve cizyeyi
kaldıracaktır. Mal o kadar çoğalacak ki onu kimse kabul etmez olacaktır. Artık
Allah (c.c)'a bir secde etmek, dünya ve dünyada olan herşeyden daha hayırlı
olur."[60]
6- Duman
(Duhan)'ın çıkması: Kıyametin alameti olan duman konusundaki önemli görüşler
şunlardır:
a) Kur'an-ı
Kerim'de buyurulan, "O halde, gökyüzünün açık bir duman getireceği günü
(bekle)"[61] ayetinde geçen dumandır.
Bu duman Hz. Peygamber döneminde geçmiştir. Huzeyfe, İbn Ömer ve Hasen
(r.an-hum) bu görüştedir.
b) İbn Mes'ud'un
bildirdiğine göre dumandan maksat Mekke müşriklerinin başına gelen kıtlık
felaketidir. Bu felaket esnasında müşrikler açlıktan zayıflamışlar, gözlerinin
feri gitmiş ve gökyüzünü puslu görmüşler, onu duman zannetmişlerdir. Bazı
alimler bu görüşü benimsemişlerdir.
c) Duman
henüz vuku bulmamıştır, kıyametin kopacağına yakın bir zaman da olacak,
kafirlerin nefeslerini tıkayacak, mü'minlere nezle gibi bir rahatsızlık
verecektir. Nevevi bu görüşü benimsemiştir.
Huzeyfe (r.a),
Duhan'ın kıyamete yakın bir zamanda görülüp 40 gün 358devam edeceği şeklinde
bir hadis rivayet etmiştir.
Alimler bu farklı
rivayetleri birleştirmek için, iki ayrı duman olayının varlığını; birisinin
vuku bulduğunu, öbürünün de kıyamete yakın bir zamanda meydana geleceğini
söylemişlerdir.
7,8,9- Biri
doğuda birisi batıda, birisi de Arap Yarımadasında olmak üzere üç yerin
batması.
Bizden önceki bazı
ümmetler, işledikleri günahlardan ötürü ceza olarak "hasf" yere
batma cezasına çarptırılmışlardır. Bu hadisten anlıyoruz ki; kıyamet kopmadan
önce üç ayrı sarsıntı, (zelzele) olacak ve üç bölge batacaktır .İbn Melek daha
önceden bir çok batma olayının olduğunu ama bu hadiste haber verilen olayın
henüz gerçekleşmediğini, bu batmanın öncekilere nisbetle çok şiddetli
olacağını söyler.
10- Bir
ateşin çıkması: Üzerinde durduğumuz hadiste Aden'in en uzak köşesinden bir
ateşin çıkıp insanları mahşere sevkedeceği bildirilmektedir. Bazı alimler,
buradaki mahşerden maksadın Şam olduğunu söylerler. Bu görüş mahşerin Şam
arazisi üzerinde olacağım bildiren meşhur bir hadise dayanmaktadır.
Aliyyii'1-Kari, Şam arazisinin ya mahşerin başlangıç yeri olacağını veya bu
bölgenin tüm mahşer ahalisini alacak derecede büyültüleceğim söyler.
Hadis metininde de
belirtildiği gibi Aden Yemen'de büyük bir şehirdir.
Kıyametin alameti olan
ateşin, Hicaz toprağında çıkacağını bildiren bir hadis yine ateşin Hadramutta
çıkacağını bildiren bir başka hadis daha vardır.
Buhari ve Müslim'in
Ebu Hureyrc (r.a)'den rivayet ettikleri bir hadiste, Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuştur. "Hicaz toprağından Basra'daki develerin boyunlarını
aydınlatacak bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır."[62]
Tirmizi'nin, İbn Ömer
(r.anhuma)'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a) şöyle
buyurmuşlardır. "Kıyametten önce Hadramııt'tan veya Hadramut denizinden
bir ateş çıkacak ve halkı Şam'a doğru sürecektir...."
Alimler kıyametten
önce çıkacak olan bu ateşler konusunda şunları söylemişlerdir: Kadı Iyaz:
"İhtimal ki bunlar ayrı ayrı iki ateştir. Ya da ateşin ilk çıkışı
Yemen'den olacak ve çok kuvvetli olduğu için Hicaz'da görülecektir"
demiştir.
Nevevi ise, Kadı
Iyaz'ın izahını beğenmemiş ve şöyle demiştir: ''Hadiste Hicaz'da çıkacak olan
ateşin haşrla bir bağlantısından bahsedilme-inektedir. O ayrı bir kıyamet
alametidir. Zamanımızda Medine'de bir ateş çıkmıştır. Bu ateş pek büyük
olmuştur. Onun hakkında Şam'lılann ve başka bölgelerde yaşayanların bilgisi
vardır."
Kurtubi de Medine'den
böyle bir ateşin çıktığından bahsetmektedir.
Kurtubi'nin
bildirdiğine göre bu ateş 654 yılında çıkmış ve ta Busra dağlarından
görülmüştür.
Bu izahlardan
anlaşıldığına göre kıyamet alameti olarak çıkacak olan ateş konusunda fazla
bilgi yoktur. Alimler, bu ateşlerin bazılarının çıktığını söylemişlerdir.
Tarihte bir takım büyük ateşler çıkmış olabilir. Ama bunların kıyamet alameti
olan ateş olduğunu kesin olarak söylemek mümkün değildir.
Rasûlullah'm hadisi
ile sabit olan bu on alametin hangi sıraya göre çıkacağı konusunda farklı
görüşler vardır. Bu görüşleri şöylece özetleyebiliriz:
1- Kıyamet
alametlerinin çıkış sırası şöyledir: Dumanın çıkması, Dec-cal'in çıkışı, Hz.
İsa'nın inmesi, Ye'cuc ve Me'cuc'un
çıkmaları, Dab-be'nin çıkışı, güneşin batıdan doğması, bu görüş sahipleri; Hz.
İsa zamanında tüm kafirlerin müslüman olacağını hatırlatarak "Şayet güneşin
batıdan doğması Hz. İsa'nın inmesinden önce olsaydı kafirlerin müslüman
olmalarının kıymeti olmazdı." derler.
2- Fethu'l -
Vedûd da bildirildiğine göre, ilk alamet yer batmalarıdır. Sonra sırayla Deccal'in
çıkışı, Hz. İsa'nın inmesi, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkmaları, mü'minlerin
ruhlarının kabzolunacağı rüzgarın çıkışı, güneşin batıdan doğması,
dâbbetü'1-arzm çıkjşı, dumanın çıkışı.
Kurtubî de Tezkire'de
bu sıraya benzer bir sıra zikretmiş ancak dumanın yerine Deccal'i anmıştır.
Beyhaki, Hakim'den bu
tertibin benzerini zikretmiş Dâbbe'nin çıkışını güneşin batıdan doğmasından
Önce anmıştır.
Rasulullah (s.a)'den
rivayet edilen bazı haberlerde kıyamet alametleri sayılırken ilk sırada güneşin
batıdan doğması anılmıştır. Nitekim üzerinde durduğumuz hadiste de öyledir.
Kurtubi bu hadislerdeki alametlerin çıkış sırasına göre sıralanmadığını,
maksadın tertibe işaret olmayıp tamamını bildirmek olduğunu söyler. Kurtubi,
Huzeyfe (r.a)'den rivayet edilen bir hadisin "fâ" edatı ile tertip
ifade eden bir tarzda dizildiğini ancak bunun sahih olmadığını çünkü
Huzeyfe'den başka sırayla da rivayetler bulunduğunu söyler.
Şüphesiz bu tip
şeylerin akıla ve kıyasla bilinmesi imkansızdır. Rasu-lullah'tan da sıraya
işaret eden kesin bir bilgi rivayet edilmediğine göre "alametlerin çıkış
sırası şudur" diyebileceğimiz kesin bir tertib göstermek zordur.
Şu ana kadar anlatmaya
çalıştığımız alametler, kıyametin büyük alametleridir. Bir de küçük alametler
vardır. Bunların başlicalan şunlardır: Büyük inşaatlar, camilerin süslenmesi,
emanete hıyanet, içki ve bid'atle-rin çoğalması, kadınlarda hayanın azalması,
hakimlerden adaletin kalkması, bereketin azalması, şarkıcı kadınların
çoğalması, hilekarlann güvenilir, eminlerin hain tanınması, idari işlerin ehil
olmayanlara verilmesi, fitnenin çıkması, kadınların çoğalması, erkeklerin
azalması, müslüman-larla yahudiler arasında savaş, Fırat nehrinin suyunun
çekilip altından altın bir dağ çıkması..
Bu sayılanlar küçük
alametlerden bazılarıdır. Bunların sayısı çok fazladır. Biz sözü fazla uzatmış
olmamak için örnek olarak bunları zikretmekle iktifa ettik.[63]
4312... Ebu
Hureyre fr.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Doğup da insanlar onu
gördüğü zaman, yeryüzünde olan herkes iman edecek. İşte bu: ".... Daha
önceden iman etmiş veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o
günkü) imanı fayda vermez... "[64]
(ayetinin işaret ettiği) zamandır.[65]
Hadisin Müslim ve İbn
Mace'deki rivayetleri Ebu Davud'dakinin aşağı yukarı aynısıdır. Ancak buradaki
ayet-i kerime, ayet olduğna işaret edilmeden hadis metninin bir bölümü olarak
kaydedilmiştir.
Buhari'deki rivayeti
ise hayli uzundur. Hadisin buradaki rivayetinde. Önce kıyamet kopmadan evvel
iki büyük topluluk arasında büyük bir savaş çıkacağı, otuz kadar yalancı
Deccal'in çıkıp her birinin kendisini Allah'ın elçisi sanacağı, depremlerin
çoğalacağı, zamanın kısalacağı, fitnelerin çıkıp savaşların artacağı, malın
çoğalıp insanların sadaka vermek için kişiler arayacağı, insanların bina
yapımında yarışacakları, insanların hayattan bıkıp kabirdeki ölülerin yerinde
olmayı isteyecekleri bildirilmektedir. Hadisin buradaki bölümünden sonra da,
iki kişinin kumaşlarım yayacakları, ama daha alıp satmadan ve toplamadan,
insanın hayvanını sağıp daha sütünü içmeden, havuzunu sıvayıp doldurmadan,
lokmasını ağzına alıp da daha yemeden kıyametin kopacağı bildirilmektedir.
Hadis-i şerifte
güneşin batıdan doğmadan kıyametin kopmayacağı, batıdan doğduğu zaman da
yeryüzündeki herkesin iman edeceği bildirilmiş-ve bu halin En'am suresinin 158.
ayetinde işaret edilen hal olduğu ifade edilmiştir. Hadis metninde ayetin
tamamı zikredilmemiştir. İşaret edilen ayetin tamamı şu şekildedir: "Onlar
hala kendilerine ille (azab edecek) meleklerin gelmesini, yahut (bizzat)
Rabbinin gelmesini veya Rabbi-nin ayet (ve mucize) lerinden birinin gelmesini
mi bekliyorlar? Rabi-nin ayetlerinden biri geldiği gün daha evvelden iman etmiş
veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı asla
fayda vermez. De ki: Bekleyin! Çünkü biz (de) şüphesiz bekleyicileriz."
(En'âm 158).
Ayetin zahiri, güneşin
batıdan doğması gibi kıyamet alametleri çıktıktan sonra imanın da tevbenin de
fayda vermeyeceğine delalet etmektedir. Ebu'l-Berekât Abdullah en-Nesefi bu
ayetin tefsirinde: "Güneş batıdan doğduktan sonra kafirin imanının kabul
edilmeyeceği gibi, münafıkm ihlası ve tevbesi de kabul edilmeyecektir. Ayetin
takdiri şu şekildedir: Önceden iman etmeyenin imanı ve tevbe etmeyenin tevbesi
fayda vermez" demektedir.[66]
Rasûlullah'in birçok
hadisinde de, güneş batıdan doğduktan sonra imanın fayda vermeyeceği beyan
edilmiştir. İbn Cerir'in Ebû Hureyre'den rivayet ettiğine göre Rasûlullah
(s.a) şöyle buyurmuştur;
"Üç şey var ki
onlar çıktıktan sonra, iman etmiş veya imanından bir hayır kazanmış olmayan
hiçbir kimseye ( o günkü) imanı fayda vermez. Bunlar: Güneşin battığı yerden
doğması, Deccal ve Dabbetü'l, arz'dır."[67]
İbn Mace'nin Safvan b.
Assal'dan yaptığı bir rivayette de efendimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz
güneşin battığı tarafta genişliği yetmiş yıllık mesafe olan açık bir kapı
vardır. Güneş o kapı (batı) tarafından doğunca, önceden iman etmiş veya
imanında bir hayır kazanmış olmayan hiç kimseye (o günkü) imanı fayda
vermeyecektir.[68]
4313... Ebu
Hüreyre (r.a)'den Rasûlullah
(s.a)'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
"Fırat'ın,
altından bir defineyi açığa çıkarması yakındır. Kim ( o zaman) orada bulunursa
ondan bir şey almasın."[70]
4314...
Abdullah b. Said el-Kindî, (Abdullah'a) Ukbe - yani İbn Halid- (Ukbe'ye)
Abdullah haber verdi; Ebu'z-Zinad'dan, Ebuz'z-Zinad A'rec'den o da Ebu Hureyre
kanalıyla Rasûlullah (s.a)'den önceki hadisin mislini rivayet etti. Ancak O
(ravi) "Altından bir dağ üzerinden açılır." dedi.[71]
Tirmizi bu iki rivayet
için "hasen sahih" demiştir.
Hadisin Buhari'deki
rivayeti aynen Ebu Davud'taki gibidir.
Sahih-i Müslim'de ise
birkaç farklı rivayet vardır. Bunlardan ikisi, Sünen-i Ebu Davud'taki birinci
ve ikinci rivayetler gibidir. Müslim'in bir rivayeti de şu şekildedir:
"Fırat nehri
altın bir dağın üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar onun için
biribirleri ile savaşacaklar ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecektir.
Onlardan her biri keşke kurtulan ben olsam diyecektir."
Müslim'in başka bir
rivayeti de şu şekildedir:
"Yakında Fırat
nehri altın bir dağ üzerinden açılacak (altındaki altını açığa çıkaracaktır)
İnsanlar bunu duyunca ona doğru yürüyecekler, onun yanında olanlar,
"Şayet bundan birşey almalarına izin verirsek bunun hepsi götürülür"
diyecekler. Bunun üzerine savaşacaklar, her yüz kişiden doksan dokuzu
öldürülecektir."
Bu babdaki
rivayetlerden birisinde Fırat nehrinin tabanından altından bir define,
birisinde ise altından bir dağ çıkacağı bildirilmektedir.
Avnü'l-Ma'bud
müellifinin nakline göre altına "define" denmesine sebep; nehir
açılmadan önceki haline itibarla, "dağ" denmesi de çokluğuna
itibarladır. Aliyyü'l-Kari'de rivayetlerde belirtilen olayın tek, rivayetlerin
muhtelif olduğunu, maksadın; altından bir dağ gibi büyük bir hazinenin ortaya
çıkacak oluşu olduğunu söyledikten sonra; rivayetlerin ayrı ayrı olaylara
işaret edebileceğini, altından hazinenin çıkışının ayrı, altın madeninden olan
dağın çıkışının da ayrı bir olay olmasının da muhtemel olduğunu söyler.
Avnü'l- Ma'bud
müellifi, birinci görüşün sahih olduğuna işaret etmiştir.
Hadislerden
anlaşıldığına göre kıyamet yaklaşınca Fırat nehrinin suyu çekilecek ve dibinden
altın bir hazine çıkacaktır. Bu hazine dağlar gibi çok olacaktır. İnsanlar bu
hazineyi almak için oraya üşüşecekler ve biri-birlerine gireceklerdir. Öyle ki,
savaşan her yüz kişiden doksan dokuzu ölecektir. Rasûlullah (s.a) ümmetinden o
gün orada hazır olanların anılan altına yaklaşmamalarını tavsiye etmişlerdir.
Böylece çıkacak olan fitneden emin olacaklarını ihsas etmişlerdir.
Muasır müelliflerden
fıratın altından hazine çıkmasından maksadın, Fırat sularının
değerlendirilmesi, onun ekonomiye en yararlı biçimde kullanılması şeklinde
izah edenler vardır. Tabi bu bir te'vildir, doğruluk yönü tartışmaya açıktır.[72]
4315... Rabi
b. Hıraş şöyle demiştir: Huzeyfe (b. el-Yeman) ve Ebu Mes'ud (el-Ensarî) bir
araya geldiler. Huzeyfe şöyle dedi:
"Şüphesiz Deccal
ile birlikte olan şeyi ben ondan[73] daha iyi bilirim; şüphesiz Deccal'in yanında
sudan bir deniz ateşten bir nehir olacaktır. Sizin su(dan) zannetiğiniz
aslında ateş, ateş olarak gördüğünüz de sudur. Sizden her kim buna erişir de
(su isterse) ateş olarak gördüğünden içsin. Çünkü o onu su (olarak)
bulacaktır."
Ebu Mes'ud el,Bedri:
"Rasûlullah (s.a)'den aynen böyle derken işittim" dedi.[74]
Bu konu kıyametin
büyük alametlerinden birisi olan Deccal ile ilgilidir. Deccal'in şekli,
yapacağı işler gibi izahına gerek duyduğumuz noktalan hadislerin izahı
esnasında açıklamaya çalışacağız.
Deccal sözlükte
gizleyen, örten, yalancı manalarına gelir. Hakkı batılla örteceği için bu isim
verilmiştir. Yeryüzünün çeşitli yönlerini dolaşacağı için Deccal ismini
aldığını söyleyenlerde vardır.
Kurtubî, Tezkire'sinde
bu nesneye Deccal denilmesine sebep olarak on görüş ileri sürüldüğünü söyler.
Deccal bir insandır.
İnsanları Allah'a isyana, kendine kulluğa çağıracaktır. Huzeyfe (r.a) Ebu
Mes'ut la bir araya geldiğinde "Ben Deccal'in yanındakini ondan daha iyi
bilirim" demiştir.
Dipnotta işaret
ettiğimiz gibi Huzeyfe'nin "ondan" sözü ile Deccal'i de Ebu
Mes'ud'uda kasdetmiş olması muhtemeldir. Ebu Mes'ud'u kas-detmiş ise, Ebu
Mes'ud'un bunu Rasûlullah'tan işitmediğini zannediyor olsa gerek. Nitekim Ebu
Mes'ud'da "Ben Rasûlullah'tan aynen böyle duydum" diyerek Huzeyfe'nin
zannının hatalı olduğuna dikkat çekmek istemiştir.
Sahihi Müslim'deki bir
rivayette, burada Huzeyfe'nin sözü olarak geçen bu cümle, Rasûlullah'ın sözü
olarak takdim edilmektedir. O rivayette "ondan" kelimesinden
maksadın Deccal olduğu açıkça bellidir.
Hadisi şerifte,
Deccal'in yanında sudan bir deniz ve ateşten bir nehir bulunacağı, ama aslında
ateş gibi görünen şeyin su, su gibi görünen şeyin de ateş olduğu
bildirilmektedir. Sahih-i Müslim'deki bazı rivayetlerde ve Buhari'nin
rivayetinde deniz ve nehir anılmadan Deccal ile birlikte su ve ateş bulunacağı,
bir rivayette de ateşten bir nehir, sudan bir nehir olacağı ifade edilmektedir.
Ahmed b. Hanbel ve Taberani'nin rivayetlerinde ise onunla birlikte iki vadi
bulunacağı bunlardan birisinin cennet Ötekinin cehennem olarak gösterileceği,
ama aslında cehennemin cennet, cennetin de cehennem olduğu beyan edilmektedir.
Yine Ahmet b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den tahric ettiği bir hadiste de cennet ile
birlikte cennet gibi bir-şey olacağı belirtilmektedir.
Askalani Fethu'l -
Bari'de nesneleri aksi olarak görmenin sebebinin görülen şeyin görene göre
farklılık arzedeceğinden kaynaklandığını söyler. Askalani'ye göre burada
sözkonusu edilen farklı görüntülerin sebebi de ya Deccal'in bir sihirbaz olup
bir şeyi olduğunun ters göstermesi ya da Allah (c.c)'ın Deccal'in cennet olarak
gösterdiği şeyin içini cehennem, cehennem olarak gösterdiğinin içini de cennet
kılmasıdır.Üçüncü bir ihtimal de cennetin nimet ve rahmetten, cehennemin de
mihnet ve hikmetten kinaye olmalarıdır. Her kim Deccal'e itaat eder, Deccal de
ona inam ederse onun işi sonuçta cehennemdir. Kim de ona karşı çıkar cezasına
muhatap olursa onun gideceği yer de cennettir.
İbn Hacer bu
ihtimallerden ikincisini tercih etmektedir.
Hz. Peygamber (s.a)
Deccal'in yanındaki ateş ve suya erişen mü'min-lerin onun suyunu değil ateşini
tercih etmelerini, çünkü aslında onun suyunun ateş, ateşinin su olduğunu
belirtmiştir. Bu aynı zamanda Deccal'e itaat değil, karşı çıkılması yolunda bir
emirdir.[75]
4316... Enes
b. Malik (r.a) Rasulullah (s.a) in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Hiç bir
peygamber gönderilmemiştir ki ümmetini tek gözlü, yalancı Deccal'e karşı
uyarmış olmasın. Haberiniz olsun o tek gözlüdür, Rabbiniz Teala ise tek gözlü
değildir. Şüphesiz Deccal'in iki gözü arasında "Kâfir" yazılıdır.[76]
4317... Bize
Muhammed b. el-Müsenna, Muhammed b. Cafer'den o da Şu'be'den (Deccal'in iki
gözü arasında) "
=Kefere" yazılı olduğunu haber verdi.[77]
4318... Bize
Müsedded, ona Abdulvaris haber verdi, o Şuayb b. el-Hı-cab'dan, Şuayb da Enes
b. Malik (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet ettiği bu hadiste Rasûîullah,
"Onu (Deccal'in alnındaki kafir yazısını) her müslüman okur."
buyurdu.[78]
Bu üç rivayet,
Deccal'in görünüşü ile ilgilidir. Aralarındaki cüzi farklara işaret için bunlar
ayrı numaralar altında verilmişlerdir. Bu rivayetlerden birincisinde Deccal'in
iki gözü arasındaki yazının “ = Kafir, ikincisinde, " Kaf, fe ve re
harfleri) olduğu bildirilmekte, üçüncüsünde ise bu yazının bütün müslümanlar
tarafından okunabileceği, ilavesi yer almaktadır. Sahih-i Müslim'deki bir
rivayette Ke-fe-re harfleri, "yani Kâfir" diye tefsir edilmiştir.
Hadisi şerifte,
gönderilen her peygamberin ümmetini Deccal'e karşı uyardığı bildirilmektedir.
Tirmizi'nin rivayetinde, Hz. Nuh (a.s)'un da ümmetini Deccal'e karşı uyardığı
ifade edilmekte ve Rasûlullah'm Deccal'in tek gözlü olduğunu diğer
peygamberlerin haber vermediğini sadece kendisini bildirdiğini söylediği ilave
edilmektedir.
Hz. Nuh'un ve daha
sonraki peygamberlerin ümmetlerini Deccal'e karşı uyarmaları konusunda bir
müşkil görülmektedir. O şudur: Bir çok sahih hadiste Hz. İsa'nın inip Hz.
Muhammed (s.a)'in şeriatı üzere amel edeceği ve Deccal'i öldüreceği haber
verilmiştir. Bu, Deccal'in Hz. Muhammed (s.a)'in Peygamberliğinden sonra
çıkacağını gösterir. O halde Hz. Nuh'un ve diğer peygamberlerin ümmetlerini
Deccal'e karşı uyarmalarının sebebi nedir?
Bu müşkile şu şekilde
cevap verilmiştir: "Hz. Nuh'a ve daha sonraki peygamberlere Deccal'in
çıkacağı vakit açıklanmamıştı. Bunlar Deccal'in çıkacağını biliyorlar ama
çıkış vaktini bilmiyorlardı.
Onun için ümmetlerini
uyarmışlardır. Nitekim önceleri bu bizim Peygamberimizce de açıklanmamıştı.
Onun "eğer o ben aranızda iken çıkarsa ben onun hasmıyım" buyurmuş
olması da buna delildir. Hz. Peygamber (s.a)'e Deccal'in çıkacağı zaman daha
sonra bildirilmiştir.
Bu hadiste Deccal'in
tek gözlü olacağına işaret edilmiş fakat hangi gözünün kör hangisinin açık
olacağına temas edilmemiştir. Diğer hadis kitaplarında bu mes'eleye temas eden
hadislerin biribirleri ile çelişkili oldukları görülmektedir. Sahih-i
Müslim'in bir rivayetinde Deccal'in sağ gözünün kör ve üzüm tanesi gibi dışa
fırlamış olduğu[79] bir rivayetinde sol gözünün kör[80] (
başka bir rivayetinde de gözünün silik olduğu[81] bildirilmektedir. Görüldüğü gibi bunlar
birbirleri ile çelişkilidir.
Aynî, bu rivayetler
arasındaki çelişkiyi izale için şöyle demektedir: "Deccal'in bir gözü
tamamıyla kör, öbürü de sakattır. Dolayısıyla her iki göz için de kör demek
sahihtir. Çünkü " = a'ver"
kelimesi aslında kusurlu manasınadır."
Hz. Peygamber (s.a);
"Rabbiniz tek gözlü değildir" buyurarak hem Allah'ın noksan
sıfatlardan münezzeh olduğuna işaret buyurmuş, hem de Deccal'in ilahlık
iddiasını ibtal etmiştir. Çünkü Allah mükemmeldir, yaratıklara benzemez,
noksan sıfatlardan münezzehtir. Deccal tek gözlülüğü ile hem kusurludur, hem
beşere benzemektedir; hem de kusurlarından kurtulabilecek bir güce de sahip
değildir. O halde bu derece aciz bir varlığın kalkıp da tanrılık iddiasında
bulunması çok abestir. Buna rağmen insanlar arasında ona inanan, peşinden
gidenler olacaktır. Onun için bütün peygamberler ümmetlerini ona karşı
uyarmışlardır. Deccal'e inanılmasına sebep bir takım harikulade şeyler
göstermesi ve uğradığı yerlerden süratle geçmesidir. Onu gören zayıf iradeli ve
zayıf akıllılar yaptıklarına kanacaklar, noksanları konusunda düşünmelerine
zaman bırakmadan Dec-cal orayı terkedecektir. Kadı Iyaz'ın belirttiğine göre
Deccal birisini öldürecek sonra tekrar çürütecektir. Dinlen şahıs onu tasdik
edeceği yerde yalanlayacak ve "Senin şerrin konusunda basiretim
arttı" diyecektir.
Hadis-i şerifte ayrıca
Deccal'in bir alameti olarak iki gözü arasında ;'kâfir" yazılı olacağı ve
bunun (okumayı bilsin bilmesin) tüm müslü-manlar tarafından okunacağı
bildirilmektedir.
Kadı îyaz bu yazının
gerçekten olacak mı, yoksa onun küfrüne delalet eden bir alamet mi olduğu
konusunda ihtilaf edildiğini söyler. Kuvvetli görüşe göre bu gerçek bir yazıdır
ve harfleri ayrı ayrı değil bitişik olarak cafir şeklindedir. Nevevi'de yazının
gerçek olduğunu söyleyenlerdendir.[82]
4319...
İmran b. Husayn (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu Öylemiştir.
"Deccal'i işiten kişi ondan uzaklâşsın. Vallahi insan onu mü’min
zannederek ona gelir ve içine düştüğü (ölüleri diriltmesi gibi) üphelerden
dolayı[83] -
veya içine düştüğü şüpheler için-[84] ona
tabi olur.[85]
4320...
Ubade b. Samit (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Şüphesiz ben
size Deccal'den (çok) bahsettim, (ama yine de) anlayamamış olmanızdan korktum.
Şüphesiz Mesihud Deccal kısa boylu, eğri bacaklı, (yürürken bacaklarının arası
açık) kıvırcık saçlı, tek gözlüdür. Gözü siliktir, kabarık da çukur da
değildir. Eğer durumu size karışık gelirse biliniz ki Rabbiniz tek gözlü
değildir."
Ebu Davud: "Amr
b. Esved kadılığa tayin edildi" dedi.[86]
Bu hadiste
müslümanlann karıştırmamaları için Deccal'in özellikleri daha detaylı olarak
verilmiştir. Bu özelliklerden ikisi, sarihlerin üzerinde durdukları konulardan
olmuştur. Bunlar:
a) Boyunun
kısa olması: Bu hadiste, Deccal'in boyunun kısa olduğu bildirilmektedir. Temimu'd-
Dari'nin rivayet ettiği bir hadiste ise onun insanların en büyüğü olduğu
bildirilmektedir.
Zahirdeki bu tearuz
birkaç yolla izâle edilmiştir:
1- Deccal
aslında uzundur ama çok şişman olduğu için kısa görülür. İyice dikkat edilmezse
kısalığı farkedilemez.
2- Deccal'in
iri olmasından maksat, şişmanlığıdır. O kısadır ama şişmandır. Aliyyü'l -
Kari, Deccal'in çok fitneci oluşundan dolayı bu te'vi-lin yerinde olduğunu
söyler.
3- Aslında
uzun boyludur ama çıktığı zaman Allah onun şeklini değiştirecektir.
b) Deccal'in
gözlerinin durumu: Hadiste önce Deccal'in bir gözünün kör olduğu belirtilmiş,
peşinden de gözün silik olduğu; ne dışa doğru çıkık ne de çukur olduğu ilave
edilmiştir. Bu özelliklerin hepsi tek gözdedir.
Diğer göz ise üzüm tanesi
gibi göz çukurunun dışındadır. Yukardaki özellikler, diğer gözün dışa doğru
çıkık olmasına mani değildir.[87]
4321...
Nevvas b. Sem'an el-Kilabî (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a)
Deccal'i anıp şöyle demiştir:
"Şayet ben
aranızda iken çıkarsa, sizin önünüzde onun hasmı (mağlup edicisi) benim. Eğer
ben aranızda yokken çıkarsa herkes kendisinin savunucusu (galip gelicisi) dur.
Her müslüman hakkında Allah benim halifemdir. Sizden her kim ona erişirse, ona
karşı Kehf (suresinin baş tarafını) okusun. Şüphesiz o fitneye karşı sizin için
emandır."
(Ravi Nevvas der ki):
Biz (Rasûlullah'a):
Yeryüzünde ne kadar
kalacak? dedik.
"Kırk gün; bîr
gün bir sene gibi, bir gün bir ay gibi, bir gün bir hafta gibi diğer günleri de
sizin (normal) günleriniz gibidir" buyurdu.
Ya Rasûlullah bu bir
sene gibi olan günde bir günlük namaz bize yeter mi? dedik;
"Hayır, onun için
günü takdir ediniz."
Sonra Dımeşk (şam)'in
doğusundaki beyaz minarenin yanına İsa b. Meryem (a.s) inecek, Deccal'e yetişip
Lüt kapısının yanında onu öldürecek" buyurdu.[88]
Hadisin Müslim,
Tirmizi ve İbn Mace'deki rivayetleri hayli uzundur. Örnek olarak Sahih-i
Mülimdeki rivayetin tercümesini buraya aktarmak istiyoruz: Nevvas (r.a) şöyle
dedi. "Bir sabah Rasûlullah (s.a) Deccal'i andı, onu anlatırken sesini
alçalttı, yükseltti hatta onu hurma bahçesinde zannettik, akşamleyin yanına
vardığımızda bizdeki bu zannı anladı ve: "- Bu haliniz ne?" diye
sordu. Biz:
Ya Rasûlullah,
sabahleyin Deccal'i andın, onun hakkında konuşurken sesini Öyle alçaktın
yükselttin ki kendisini hurma bahçesinde zannettik, dedik. Bunun üzerine şöyle
buyurdular:
"Deccal'den
başkası sizin namınıza beni daha çok korkutur. Eğer ben sizin aranızda iken
çıkarsa, ona ben galebe çalarım. Ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi
başının çaresine bakar. Allah her müslüman hakkında benim halifemdir. bu adam
kıvırcık saçlı bir gençtir.. Gözü fırlamıştır. Ben onu, Abdul-Uzaz b. Katan'a
benzetir gibiyim. Sizden ona kim yetişirse, üzerine Kehf suresinin ilk ayetlerini
okuyuversin. O, Şam ile Irak arasında bir semtten çıkacak ve sağa sola fesat
saçacaktır. Ey Allah'ın kulları sebat edin." Biz:
Ya Rasûlullah!
Yeryüzünde ne kadar kalacaktır? dedik
"Kırk gün
(kalacak) Birgün bir sene gibi, Bir gün bir hafta gibi. Sair günleri de sizin
günleriniz gibi olacaktır." buyurdular.
Ya Rasûlullah Bir sene
gibi olacak bir günde bir günlük namaz bize kafi gelecek mi? dedik.
“Hayır, onun için
günün miktarını tayin edin" buyurdu.
Ya Rasûlullah onun
yeryüzünde sürati ne olacak?" dedik;
"Arkasından
rüzgar esen yağmur gibidir. Bir kavmin üzerine gelerek onları davet edecek.
Onlar da kendisine iman edecek ve icabette bulunacaklardır. Gökyüzüne
emredecek o yağmur yağdıracak yere emredecek o da nebat bitirecektir.
Akşamleyin deve sürüleri o kavmin yanlarına alabildiğine uzun hörgüçlü ve bol
sütlü, böğürleri dolu olarak döneceklerdir. Sonra bir kavme gelerek onları da
davet edecek, fakat onun sözünü reddedecekler, o da kendilerinden savuşup
gidecektir. Bunlar kıtlık içinde sabahlayacaklar, ellerinde mallarından bir
şey kalmayacaktır. (Bu adam) bir harabeye uğrayarak ona definelerini çıkar,
diyecek. Harabenin defineleri arı kovanları gibi hemen arkasına düşeceklerdir.
Sonra, genç babayiğit bir adam çağıracak ve onu kılıçla vurarak ikiye bölecek,
her parçayı bir ok atımı yere fırlatacaktır. Sonra bu adamı çağıracak. Adam ona
gülerek yüzü parlar bir halde gelecektir. O bu halde iken aniden Allah, Mesih
b. Meryem'i gönderecektir. Mesih, Dımeşk'in doğusundaki Akmina-reye iki boyalı
elbise içinde elini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak inecek. Başını
eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri
yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kafir mutlaka ölecektir.
Nefesi de gözünün gördüğü yere varacaktır. Mesih, bu adamı arayacak nihayet
onu Lut kapısında yetişerek öldürecektir. Sonra bu adamın şerrinden
kendilerini Allah'ın koruduğu Meryem oğlu İsa'ya bir kavm gelecek. İsa onların
yüzlerini silecek, onlarla cennetteki derecelerine göre konuşacaktır. O bu halde
iken Allah İsa'ya: "Ben öyle kullarımı çıkardım ki, onları öldürmeye hiç
kimsenin eli varmaz. Şimdi sen benim kullarımı Tûr'a götürerek
koru, diye vahy
indirecek ve Allah
Ye'cuc'u Me'cuc'u gönderecektir. Bunlar her tepeden sür'atle sizacaklardır.
Bu sür'atle, öncüleri, Taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler.
Son gelenleri oraya varacak ve: Bu gölde bir zamanlar hakikaten su vardı
diyeceklerdir. Nebiyullah İsa ile arkadaşları muhasara edilecek hatta onlardan
birine bir öküz başı, sizden birinize bugün yüz altından daha makbul
olacaktır. Bunun üzerine Allah'ın nebisi İsa ve arkadaşları (Allah'a) niyaz
edecekler. Allah da Ye'cuc Me'cuc'un üzerine, boyunlarına isabet edecek deve
kurdu neğaf gönderecektir. Böylece, bir kişinin ölmesi gibi helak olarak
sabahlaya-caklardır. Sonra Nebiyullah İsa ile arkadaşları (Tur'dan) yeryüzüne
inecekler yeryüzünde onların leşleri ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer
bulamayacaklardır. Nebiyullah İsa ile arkadaşları yine Allah'a niyaz edecekler,
Allah'da Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek, bu kuşlar
onların cesetlerini yüklenerek, Allah'ın dilediği yere atacak ki ona ne kerpiç
ev ne de çadır mani olabilecektir. Bu yağmur yeryüzünü yıkayacak, onu ayna
gibi yapacaktır. Sonra yere, "mahsulünü bitir, bereketini tekrar
getir," denilecektir. İşte o gün cemaat, nar yiyecekler ve onun kabuğu
altında gölgelenecek-lerdir. Süte bereket verilecek hatta yeni doğurmuş bir
deve bir sürü insana yetecek, yeni doğurmuş bir sığır bir kabileye yetecek,
yeni doğurmuş bir koyun akrabadan bir oymağa kafi gelecektir. Onlar bu halde
iken, Allah güzel bir rüzgar gönderecek, bu rüzgar onları koltuklarının
altlarından yakalayacak, her mü'minin ve her müslümanın ruhunu kabzedecek, insanların kötüleri kalarak
yeryüzünde eşekler gibi alenen çiftleşeceklerdir. İşte kıyamet bunların üzerine
kopacaktır."
Hadisin sünen-i Ebu
davııd'un rivayetindeki şu konular üzerinde durmak gerekir:
a) Hz. Peygamberin;
şayet Deccal onun sağlığında iken çıkarsa, kendisinin onun hasmı olacağı;
efendimizin vefatından sonra çıkarsa herkesin kendisini savunması meselesi:
Hadisin devamında Hz.
İsa'nın yeryüzüne inip deccal'i öldüreceği bildirilmektedir. Bu durumda
hadisin baş tarafı ile son tarafı arasında bir çelişki göze çarpmaktadır.
Çünkü efendimiz baş tarafta kendisinin onunla karşılaşması ihtimali olduğu
izlenimini vermiş sonunda ise, Deccal'i Hz. İsa'nın öldüreceğini açıkça beyan
buyurmuştur.
Alimler zahirdeki bu
çelişkiyi genelde iki şekilde te'lif etmişlerdir:
1-
Rasûlullah (s.a) daha önceleri Deccal'in ne zaman çıkacağını bilmiyordu,
kendisine bilahare bildirildi. Bu halin uzunca bir konuşmanın başı ile sonu
arasında olması da mümkündür.
2- Hz.
Peygamber, Deccal'in mutlaka çıkacağını, onun çıkışında hiç bir şüphenin
olmadığını bildirmek için böyle bir ifade kullanmıştır.
Fahr-i kainat
efendimiz, Deccal'in kendisinin vefatından sonra çıkması halinde herkesin
kendisini korumasından maksat, onun göstereceği bazı harika şeylere kanmamak,
elindeki delili ile kendisini savunmaktır.
b)
Müslümanlara Deccal ile karşılaştıklarında Kehf suresinin ilk ayetlerini
okumaları tavsiye edilmiş, buna sebep olarak da onun, müslümanlar için eman
olduğu belirtilmiştir. Anılan sürenin baş tarafından Allah'a inanan birkaç
kişinin zalim Dakyanos'un şerrinden kaçarak bir mağaraya sığındığı ve orada
Cenab-ı Hak tarafından korunduğu anlatılmaktadır. Aynı şekilde, Deccal'in
fitnesine karşı da Allah (c.c)'ın bu ayetlerle müs-lümanları koruyacağı umulur.
c) Hadisi
şerifte Deccal'in kırk gün kalacağı, ama onun günlerinin uzun olacağı
bildirilmektedir. Buna göre Deccal'in bir günü bir sene, bugünü bir ay, bir
günü bir hafta geri kalan günler de normal günler kadar olacaktır. Rasûlullah
{s.a) bu uzun günlerde namazların takdir edilerek kılınacağını haber
vermiştir.
Bu mes'ele ile ilgili
olarak Nevevi şöyle demektedir: "Bu hadis zahiri üzeredir. Bu üç gün,
anılan rnikdar kadar uzundur. Rasûlullah1*iti kalan günlerde sizin günleriniz
gibidir, buyurması buna delalet etmektedir."
Bazı alimler,
"günlerin uzunluğundan maksat, müslümanlann gam ve kederlerinden dolayı
vaktin geçmemesi, günlerin sıkıntının miktarına göre yıl gibi ay gibi, hafta
gibi görünmesi, geçmek bilmemesi" demişlerdir. Ancak bu görüş kabule şayan
değildir.
Hadiste bir yıl gibi
olan günde namazların takdir edilerek kılınacağı bildirilmektedir. Nevevi'nin
beyanına göre bundan maksat normal günlerdeki zamanı esas alarak takdirde
bulunmaktır. Yani fecirden sonra normal gündeki fecir ile öğle arasındaki
zaman takdir edilip öğlen namazı kılınır. Öğle ile ikindi arasındaki vakit
takdir edilip ikindi, ikindi ile akşamın arası takdir edilip o kadar vakit
geçince yatsı akşam ile yatsı arası takdir edilip o kadar zaman geçince yatsı
kılınır ve bu tekrarlanır. Yani bir sene kadar uzun olan günde senenin
günlerinin tüm namazları kılınır. Ay ve hafta kadar sürecek olan günler için de
durum aynıdır.
Kadı Iyaz ve başka
alimler: Bu hüküm o güne mahsustur. Bunu bize şeriat sahibi koymuştur. Eğer bu
hadis olmayıp da biz içtihadımızla baş başa bırakılsaydık o günde bilinen
vakitlerde beş vakit namazla iktifa ederdik" demişlerdir.
Bu hadis şafağın
kaybolmadığı yerlerdeki yatsı namazı ve altı ay gece ve altı ay gündüzün devam
ettiği bölgelerdeki vakit namazları konusu için de bir mesned olmuştur. Bazı
alimler vaktin, vücubun zahiri sebebi ve edasının şartı olduğunu, şart
bulunmayınca meşrutun da bulunmayacağını söyleyerek böyle yerlerde vakit
bulunmadığı için namazın farz olmayacağını söylerler. Diğer bazı alimler ise bu
hadisle istidlal ederek buralara en yakın olan; vaktin tam teşekkül ettiği
yerler esas alınmak surtiyle takdir yapılıp, beş vakit namazın kılınacağını
söylerler. Eş-Şami, İmam Şafii'den şafak kaybolmadan önce fecrin doğduğu bölgelerde
yatsının farz olduğunu nakletmektedirler.[89]
d) Hadiste,
Hz. İsa'nın Şam'ın doğusundaki beyaz minareye inip Lüt kapısında Deccal'e
yetişip onu öldüreceği bildirilmektedir. Bazı rivayetlerde Hz. İsa'nın
Kudüs'teki mescid-i Aksa'ya ineceği bildirilmektedir. Aliyyü'l - Kari:
"Bence bu rivayet daha kuvvetlidir ve diğer rivayetlere ters değildir.
Çünkü mescid-i Aksa Dımeşk'in doğusundadır ve o zaman müslüman askerlerin
toplandığı yer olacaktır. Şu anda orada beyaz minare yoksa o zaman
yapılır" demektedir.
Nevevi ise "Beyaz
minare şu anda Şam'ın doğusunda mevcuttur" der. Hz. Isa'nın.Ürdün'e
ineceği şeklinde de rivayet vardır.
Suyûtî'nin Mirkatu's
-Suut'ımda, İmadu'd-din b. Kesir'den naklen şöyle denilmektedir:
"Zamanımızda (741 yılında) minarenin yapısı beyaz taşlarla yenilenmiş ve
bu, eski minareyi yakan Hristiy ani arın mallan ile yapılmıştır. Her halde bu
Rasûlullah'ın peygamberliğinin delilleriridendir. Çünkü Allah (c.c) beyaz
minarenin binasının Hz. İsa'nın inmesi için Hristiyanlann malları ile yapılmasını
lütfetmiştir.[90]
4322... Bize
İsa b. Muhammed haber verdi, bize Damure haber verdi. o Şeybanî'den, Şeybanî
Amr b. abdullah'dan, Amr Ebu Ümame'den o da Rasûlullah (s.a)'den önceki hadisin
benzerini rivayet etti. Namazları da o hadisteki aynı mananın benzeri ile
zikretti.[91]
Musannif Ebû Davud bu
rivayeti muhtasar olarak önceki hadise havale etti. İbn Mace'nin rivayeti ise
hadisin tamamını almaktadır.
Üç sahife kadar olan
İbn Mace'nin rivayetinin özeti şudur: Rasûlullah (s.a) cemaate Deccal'i anlatmış,
kendisinden önceki bütün peygamberlerin ümmetlerini Deccal'e karşı uyardığını
çünkü yeryüzündeki en büyük fitnenin Deccal'in fitnesi olduğunu beyan
etmiştir. Şayet Efendimizin sağlığında çıkarsa onunla kendisinin mücadele
edeceğini, sonra çıkarsa herkesin kendisini savunacağını bildirmiş, Deccal'in
özelliklerini saymıştır. Rasülullah'ın bildirdiğine göre, Deccal önce
kendisiin peygamber olduğunu söyleyecek daha sonra Allah olduğunu iddia edecektir.
İki gözü arasında Kafir yazılı olacak ve bu yazı okuma yazma bilen bilmeyen
herkes tarafından okunacaktır. Beraberinde bir cennet bir de cehennem
olacaktır. Ancak aslında onun cenneti cehennem, cehennemi de cennettir. Kehf
sûresinin ilk ayetlerini okuyanlar, Hz. İbrahim'in ateşten korunduğu gibi, Deccal'in
fitnesinden korunacaktır.
Deccal bir bedeviye;
anasını babasını dirilttiği takdirde kendisine inanıp inanmayacağını soracak,
onun "evet" demesi üzerine, iki şeytan onun anası babası kılığına
girecek ve bedeviyi Deccal'e tabi olmaya teşvik edeceklerdir. Ayrıca başka bir
fitne olarak da; Deccal bir adamı testere ile biçip ikiye ayıracak, sonra onu
diriltip Rabbinin kim olduğunu soracak, adam da: "Rabbim Allah'tır, sen de
Allah düşmanı Deccalsin" diyecektir. Hadiste belirtildiğine göre;
Deccal'in bunlardan başka fitneleri de vardır. Mesela buluta yağdırmasını,
yere bitirmesini emredecek yağmur yağıp yer bitki bitirecektir. Bir kabileye
uğrayacak, o kabile kendisini yalanlayacak bunun üzerine o kabilenin tüm
hayvanları helak olacaktır. Başka bir kabileye daha uğrayacak onlar ise
Deccal'i tasdik edecek bunun üzerine yağmurlar yağacak, bol ot bitecek,
hayvanlar etlenecek, sütleri artacaktır. Mekke ve Medine'nin dışında Deccal'in
ayak basmadığı yer kalmayacaktır. Mekke ve Medine'ye gitmek istediğinde, ona
melekler mani olacaklardır. Nihayet Zurayb-i ahmer yanında çorak bir yere
inecek, Medine şehri iiç defa sallanacak, Medine'de ne kadar münafık varsa Deccal'in
yanma koşacaktır.
O günde Araplar çok az
olacak ve beytü'l-Makdis'de bulunacaklardır. Salih bir zat olan imamları onlara
sabah namazı kıldırmak üzere öne geçtiği esnada Hz. İsa inecek bunun üzerine
imam, Hz, İsa'nın namaz kıldırması için geriye çekilecek ama Hz. İsa
geçmeyecektir. Namazdan sonra Hz. İsa kapıyı açmalarını isteyecek, açtıklarında
kapı önünde yanında yetmiş bin yahudi olduğu halde Deccal durur olacaktır.
Deccal Hz. İsa'ya bakınca tuzun suda eridiği gibi eriyecek ve kaçmaya
başlayacaktır. Hz. İsa, Deccal'in peşine takılıp, Lût'un doğu kapısında ona
yetişip öldürecektir. Allah yahudileri hezimete uğratacak, yahudiler neyin
arkasına gizlenirlerse o şey bunu haber verecektir.
Rasûlullah daha sonra
Deccal'in kırk yıl kalacağını, onun bir yılının yarım yıl, bir yılının bir ay,
bir ayının bir hafta gibi, kalan günlerinin de kıvılcım gibi süratli olacağını
söylemiş, o günlerde namazların takdir edilerek kılınacağını beyan
buyurmuştur.
Rasûlullah bundan
sonra Hz. İsa (a.s)'mn yapacaklarının anlatmıştır. Buna göre İsa (a.s) haçı
kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kldıracak zekatı terkedecektir. Düşmanlık
ve kin ortadan kalkacaktır. Hatta çocuk elini yılanın ağzına sokacak ama yılan
ona zarar vermeyecek, aslan çocuğun önünden kaçacaktır. Yeryüzünde tek din
olacak, herkes Allah'a tapacaktır. Yerin bereketi artacak bir üzüm salkımı bir
topluluğa yeter hale gelecektir. At fiatları azalacak, sığır fiatları
artacaktır. Deccal'in çıkmasından evvel üç yıl tedrici bir kuraklık ve kıtlık
hüküm sürecektir. Üçüncü yıda bir damla yağmur yağmayacak yerden bir ot
bitmeyecektir. Tüm çift tırnaklı hayvanlar ölecek, insanlar tekbir teşbih ve
tahmid sayesinde yaşayacaklar, bunlar insanlara gıda gibi gelecektir.[92]
4323...
Ebu'd-Derda (r.a) Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bir kimse Kehf suresinin başından on ayet ezberlerse, Deccal'in
fitnesinden korunur."
Ebu Davûd şöyle dedi:
"Hişam
ed-Düstûraî de Katade'den aynen böyle rivayet etmiştir. Ancak hişam: "Kim
Kehf suresinin sonlarından ezberlerse" demiştir. Şu'be ise Katade'den:
"Kehf in sonundan." demiştir.[93]
Hadisin Hemmam
vasıtası ile Katade'den rivayetinde Efendimiz, Kehf suresinin baş tarafından on
ayet ezberleyen kişinin Deccal'in fitnesinden korunacağını bildirmiştir.
Sahih-i Müslim'in bir
rivayeti de bu şekildedir. Tirmizi'nin rivayetinde de: "Kehf suresinin
başında üç ayet...." denilmektedir. Katade'den Hişam kanalıyla gelen
rivayette ise, Kehf suresinin sonundan ezberleyenin korunacağı
bildirilmektedir. Müslim'in ve Nesai'nin birer rivayeti de böyledir. Nesai'nin bir
rivayetinde de: "Kehf suresinden on ayeti ezberleyen Deccal'in
fitnesinden emin olur" buyurulmaktadır.
Hadisin Ebu Davud'daki
rivayetinde, Katade'den sonraki iki ravinin (Hemmam ve Hişam) rivayetleri
birbirinden farklıdır. Hemmam'ın rivayetinde: "kehf suresinin
baştarafından on ayet..." denildiği halde, Hi-şam'ın naklinde:
"Sonundan on ayet..." denilmektedir. Diğer hadis kitaplarındaki bazı
rivayetler Hemmam'ın bazıları da Hişam'm nakillerine uygun düşmektedir.
Ayrıca, "Başından üç ayet" ve baş ve son ile kayıtlanmadan "on
ayet" şeklinde de rivayetler vardır.
Bir rivayette ise:
"Her kim Kehf suresini ezberler sonra da Deccal yetişirse Deccal ona
musallat olamaz" buyurulmaktadır. Suyûtî, biribi-rine muhalif görünen
rivayetleri bu rivayetle birlikte gözönüne alınarak şöyle demektedir:
"Başından ve sonundan on ayet denilmesi, tamamını ezberlemekte istidrac
(peyderpey ezberlemek) cihetindendir. "Yani suyu-ti'nin dediğine göre
Rasûlullah'ın istediği Kehf suresinin tamamının ezberlenmesidir. Fakat bunu temin
için bazan baştan on ayet, bazan da sondan on ayet veya mutlak olarak "on
ayet" demiştir.
Kehf suresinin
şeytanın fitnesine karşı koruyucu olmasının hikmeti konusunda da Kurtubi
şunları söylemektedir. Kimileri bu .süredeki ashabı kehf ile ilgili ilginç
kıssalar olduğunu söylerler. Çünkü o kıssalara muttali olanlar Deccal'in
olayım yadırgamazlar dolayısıyla Deccal'den etkilenmezler...”
Geçen rivayetler ve
izahlar göz önüne alındığında şöyle denilebilir: Kehf suresini okuyup manasını
düşünen kişi Deccal'den korunur ve onun fitnesinden emin olur.[94]
4324... Ebû
Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Benimle onun -yani İsa (a.s)'in- arasında peygamber yoktur ve o mutlaka
inecektir. Onu gördüğünüz zaman, tanıyınız; o, orta boylu, kırmızıya çalan
beyaz benizli, bir adamdır. Sarımtırak renkte iki elbise içerisinde olacaktır.
Başına bir ıslaklık değ-mese de (sanki yıkanmış gibi) damlali olacaktır,
(başından sular damla-yacaktır) İslam adına insanlarla savaşacak, Haç'i kıracak
domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır. Onun zamanında Allah islamm dışındaki
tüm dinleri ibtal eder. İsa (a.s) Mesih Deccal'i öldürecek ve yeryüzünde kırk
sene kalacaktır. Sonra vefat edecek ve müslümanlar namazını kılacaklardır.[95]
Hadisi şerif
Deccal'den ziyâde Hz. İsa (a.s)'nın inmesi ile ilgilidir_ Dana önce de işaret
edildiği gibi Hz. Isa yeryüzüne inecek, tüm insanları tek bir dinde
birleştirecek ve Deccal'i öldürecektir. Bu, Hz. Muhammed (s.a)'in son peygamber
oluşu kcyfiyLne ters Çünkü Hz. İsa bir peygamber olarak yeni bir şeriat
getirmeyecek Hz. Mü-hammed'in şeriatını uygulayacak, onunla hükmedecektir. Yani
Hz. Muhammed'e ümmet olacaktır. Nitekim Rasûlullah (s.a) bir hadisinde
"Eğer Musa sağ olsaydı ancak benim tabilerimden olurdu" buyurmuştur.
Hz. İsa yeni bir
şeriat getirmeyeceğine göre, İslam'ın teklifleri kalkmayacak devam edecektir.
Kurtubî'nin dediğine göre Hz. İsa indiği zaman, müslümanlar üzerinde ondan
başka sultan, imam, hakim ve müftı olmayacaktır. Zaten Allah yeryüzünden ilmi
çekip almış olacaktır. Hz. İsa, İslam-dininden ihtiyacı olan ilimleri,
Allah'ın emri ile gökyüzünde öğrenmiş bir vaziyette inecektir. İsa bunu
söyleyince insanîar onun etrafında toplanacaklar ve onu kendilerine hakem
seçeceklerdir.
Suyûtî ise, yeryüzünde
ilmin ve ulemânın kalmayacağı görüşüne karşı çıkar, devamlı olarak yeryüzünde
İslâm ulemasının bulunacağını ancak kendisine baş vurulacak büyük imamın Hz.
İsa olacağını söyler.
Hadiste, Hz. İsa'nın
kolayca tanınması için bazı özellikleri anlatılmak-ta've yapacağı bazı şeyler
sözkonusu edilmektedir. Buna göre.Hz, İsa orta boylu, kırmızıya çalar-beyaz
benizli olacaktır. Üzerinde hafif sarıya çalan iki elbise bulunacaktır. Temiz
ve parlak olduğu için başım ıslatmadığı halde sanki ıslatılmış gibi damlalar
olacaktır.
Hz. İsa'nın yapacağı
bazı şeyler de şunlardır:
1- Haç'ı
kıracaktır: Şerhu's-sünne'de, bundan maksadın hristiyanlığı iptal edip, İslam
dini ile hükmetmesi olduğunu söyler.
2-
Domuzu öldürecektir. Yani domuz sahibi olmayı
ve yemeyi yasaklayarak, öldürülmesini mubah görecektir.
3- Cizyeyi
kaldıracaktır: Alimler bu konuyu üç ayrı yolla izah etmişlerdir:
a) Ehl-i
kitabı İslama girmeye mecbur tutacak, onların cizye vererek dinlerinde
kalınlarına izin vermeyecektir. Müslüman olmayanları da öldürecektir. Bu izah,
Hattabi'ye aittir. Nevevi'nin görüşü de bu istikamettedir. Nevevi, cizyeyi
kaldırmanın, bizim dinimizin kabul ettiği bir hükmün neshi olmadığını çünkü
cizyenin meşruiyeti hükmünün Hz. İsa'nın nüzulüne kadar devam etmekle kayıtlı
olduğunu söyler.
b) Kendisine
cizye mükellefiyeti konulacak zımmî kalmayacaktır. Yani, müslümanlar
zenginleşecek, ziinmîlerin cizye vermesine ihtiyaç duyulmayacaktır. Çünkü
cizye müslümanlarm maslahatlarına,sarfedilmek için konulur. Buna ihtiyaç duyulmayınca,
cizye de alınmaz. Bu görüş Nihaye sahibine aittir.
c) Kadı
Iyaz'ın bildirdiğine göre, cizyenin vaz'mdan maksadın; cizyeyi kaldırmak
değil, cizye koymak olması muhtemeldir. Yani bu görüşe göre Hz. İsa hiç bir
taviz vermeden herkesten cizye alacak bu yüzden mal mülk çoğalacaktır.
4- Hz. İsa
Deccal'i öldürecektir: Bu konu daha önce izah edilmişti. Daha sonra, hadiste,
Hz. İsa'nın kırk sene yaşayacağı ve sonra vefat edeceği bildirilmektedir.
Müslim'in Abdullah b. Amr'dan rivayetinde Hz. İsa'nın yedi sene kalacağı ifade
edilmektedir. Imadu'd-din b. Kesir bu iki rivayet arasında bir çelişki olduğunu
söyledikten sonra bu çelişkiyi şöyle giderir: "Bu yedi yıl, Hz. İsa'nın
indikten sonraki ikâmetine hamledilir. Bu, daha semaya yükseltilmeden önce
dünyada geçen otuz üç yıla ilave edilir ve toplam kırk yıl eder. Hz. İsa'nın
semaya yükseltilmeden önceki yaşı meşhur görüşe göre otuz üçtür."
Üzerinde durduğumuz
hadis Hz. İsa'nın ineceğine açıkça delâlet etmektedir. Ehl-i sünnete göre Hz.
İsa sağ olarak ve kendi aslî unsuru ile inecektir. Bazı Mutezîlîlerle bazı
Cehmiler Hz. İsa'nın inmeyeceğini söylerler ve görüşlerini Hz. Peygamberin
Hatemü'l- Enbiya olduğunu bildiren ayet ile takviyeye çalışırlar. Ancak
yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Hz. İsa yeni bir peygamber olarak inmeyeceği
için onun inmesi bu ayete zıt düşmez. Hz. Peygamberden, İsa'nın ineceğine
işaret eden birçok hadis gelmiştir. Şevkâni Hz. İsa, Deccal ve Mehdî konusunu
incelediği et-Tev-hidfl tevaturi mâ câefi'l - ehadisfi'l-Mehdi ve'd-Deccal ve'l-Mesih
adındaki risalesinde, Hz.İsa'nm ineceğini bildiren yirmi dokuz hadis nakleder
ve bunların tevatür derecesinde olduğunu söyler.[96]
4325...
Fatıma binti Kays (r.anha) şöyle demiştir: Bir gece Rasûlullah (s.a) yatsı
namazını geciktirdi sonra çıkıp şöyle dedi:
"Beni, Temimu'd -
Dari'nin adalardan, birindeki bir adamdan verdiği haber geciktirdi. (Temim dedi
ki)Ben saçlarını yerde sürüyen (uzun saç-h) bir kadınla karşılaştım.
Sen kimsin? dedi (m)
Ben Cessase'yim, şu
köşke git, dedi. Oraya gittim, bir de ne göreyim. Saçlarını sürüyen (uzun
saçlı) bukağılara bağlı, yerle gök arasında sıçrayan bir adam!
Sen kimsin? dedim
Ben Deccal'im,
ümmîlerin peygamberi çıktı mı? dedi.
Evet, dedim.
Ona itaat mı ettiler,
isyan mı? dedi
İtaat ettiler, dedim.
Bu onlar için
hayırlıdır, dedi.[98]
Haberde anlatılan
hadiseyi Temimu'd-Dari haber vermiş, Hz. Peygamber de reddetmemiştir. Böyle
olunca, hadis Hz. Peygamberin verdiği haber hükmünü almış olur.
Bu haberde
Temimu'd-Dari'nin karşılaştığı Cessase bir kadındır. Bundan sonra gelecek olan
hadiste ise Cessase'nin bir Dabbe (hayvan) olduğu görülmektedir. Bu çelişki üç
şekilde izale edilmektedi:
1- Dabbe,
yeryüzünde yürüyen canlı demektir. Kelimenin taşıdığı bu genel manaya göre kadına da dabbe demek mümkündür. O zaman iki
varlık da aynı olur.
2- Deccal'in
iki tane cessasesi vardır. Birisi hayvan birisi de kadındır.
Temimu'd-Darî her iki
Cessase ile de karşılaşmıştır.
3- Cessase bir
şeytandır, değişik kılıklara girebilir. Temimu'd-Dari onunla bir seferinde
kadın kılığında iken, bir seferinde de hayvan kılığında iken karşılaşmıştır.
Haberde zincirlerle
bağlı olan Deccal'in "Ümmilerin peygamberi çıktı mı?" diye sorduğu
bildirilmektedir. Ümrnî; okuma yazma bilmeyen demektir. Araplar o zaman
genelde okuma yazma bilmedikleri için, Bz. .Peygamber (s.a)'e "Ümmilerin
peygamberi"' denilmiştir.
Hadisten, Deccarin
daha Hz. Peygamber devrinde yaraniınış olduğu ve insan içine çıkacağı günü beklediği
anlaşılmaktadır.
Bu hadisin isnadın da
Osman b. Abdurrahman el-Kureşî vardır. Onu sıka kabul edenler olduğu gibi
hakkmda tenkitli ifadeler kullananlar da olmuştur, îbn Hıbban el-Büstî;
"Bence onun rivayeti ile ihticac caiz değildir" demiştir.
Bu hadisi Müslim,
değişik tanklarla tahric etmiştir. Onun tahriclerinde Osman b. Abdurrahman
yoktur.[99]
4326...
Falıma b. Kays (r.anha) şöyle demiştir: Rasululîah'ın müezzininin "Namaz
toplayıcıdır" diye seslendiğini duydum ve çıktım. Rasû-lullah (s.a) ile birlikte.namazı
kıldım. Rasûluliah (s.a) namazını bitirince gülümseyerek minbere oturdu.
"Herkes yerinde kalsın" dedi. Sonra:
“Sizi niçin topladım
biliyormusunuz?" dedi.
Allah ve Rasulü daha
iyi bilir, dediler.
Şöyle buyurdu:
Ben sizi bir korku ve
rağbet (bir şeyden korkutmak veya hoşlanacağınız bir şey söylemek) için toplam
adım, şu haber için topladım:
Temimu'd-Dari
bristiyan bir adamdı (Bize) gcîip bi'at etti ve müs-lüman oldu. Bana, Deccal
konusunda size anlattığım şeylere uyan şeylerden bahsetti. Anlattığına göre; o,
Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi ile birlikte bir deniz gemisine (büyük
bir gemiye) binmiş. Dalga onlarla denizde bir ay oynamış ve güneşin battığı
yerdeki bir adaya yanaşmışlar. Geminin kayıklarına binip adaya girmişler. Onları
çok kıllı bir hayvan karşılamış.
Vah sana! sen kimsin?
demişler,
Ben Cessfâse'yim, şu
manastırdaki adama gidin, çünkü o sizin haberinize müştakdır, demiş.
Temim dedi ki: Bize
adamın adını söyleyince onun şeytan olmasından korktuk ve koşarak gittik.
Manastıra girince bir de ne görelim, o zamana kadar hiç görmediğimiz iri
cüsseli, elleri boynuna sıkı sıkıya bağlanmış bir adam.." Ravi hadisi
zikretti;[100]
Deccal onlara; Beysan
hurmalığını, Zûar pınarını ve Ümtrrî nebiyi sordu (sonra) "Şüphesiz ben
Mesih Deccal'im, benim çıkmama yakında izin verilecektir" dedi.
Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurdu;
"O Deccal Şam
denizinden - veya Yemen denizinden, - hayır aksine doğu tarafından evet doğu
tarafından çıkacaktır." dedi. Rasûlullah (bunu söylerken) doğu tarafına
işaret etti.
Fatıma binti Kays:
"Bunu Rasûlullah'tan ezberledim" dedi.
Ravi hadisi şevketti.[101]
Metinlerde
farkedildiği gibi hadisin Ebu Davud'daki kısmı muhtasardır. Sahih-i Müslim'de
tamamı vardır. Sahih-i Müslim'de olup da burada olmayan kısımlara mefhum olarak
işaret etmek istiyoruz. Müslim'in rivayetinin başında, Fatıma binti Kays,
kocası Mugire, bir savaşta yaralanıp ölünce Fatıma'nın dul kaldığını,
Rasululullah'ın kendisini Usame b. Zeyd ile nikahlamak istediğini iddetini
doldurmak üzere İbn Ümmü Mektub'un evine gönderdiğini, iddeti bitince müezzinin
"namaz toplayıcıdır" sözünü duyup camiye gittiğini anlatmıştır.
Sahih-i Müslim'deki
rivyette Ebu Davud'un rivayetinin orta kısmındaki "hadisi şevketti"
bölümü tafsilatlıca anlatılmıştır. O kısımda anlatıldığına göre manastırdaki
adam;
Siz benim haberimi
almışsımzdır. Şimdi siz bana haber verin siz kimsiniz? demiş, onlar da denizde
başlarından geçeni; Cessase ile karşılaşmalarını, onun söylediklerini
anlatmışlar. Deccal gelenlere Zuğar pınarından önce Taberiye gölünü sormuştur.
Müslim'in rivayetindeki bu bölümler aynen şöyledir: Deccal:
Bana Beysan
hurmalığından haber verin?
Onun nesinden haber
almak istiyorsun?
Onun hurmasını
soruyorum, ürün veriyor mu?
Evet
Haberiniz olsun! O yakında
ürün vermez hale gelecektir. Bana Taberiye gölünden haber verin?
Nesinden haber almak
istiyorsun?
içinde su var mı?
Suyu çok
Haberiniz olsun. Onun
suyu çekilmek üzeredir. Bana Züğar pınarından haber verin.
Onun nesini sororsun?
Pınarda su var mı?
Sahipleri onun suyuyla ekin yetiştiriyorlar mı?
Evet onun suyu çok ve
sahipleri onun suyuyla ekin yetiştiriyorlar.
Bana ümmilerin
peygamberinden haber verin, o ne yaptı?
Mekke'den çıktı,
Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti.
Araplar onunla
savaştılar mı? Evet
Onlarla ne yaptı?
Kendisine,
Rasûlullah'm peşinden gelen Araplarla galip geldiğini ve Arapların ona itaat
ettiklerini söyledik.
Bu oldu mu? dedi
Evet oldu, dedik.
Dikkat edin bu onlar
için ona itaat etmelerinden daha hayırlıdır. Ben size kendimden bahsedeyim; ben
Mesih (ud- Deccal)'im, bana yakında çıkış izni verilecektir. Çıkıp yeryüzünde
dolaşacağım. Kırk günde Mekke ve Taybe'den başka, ayak basmadığım yer
kalmayacaktır. Bunların ikisi bana haram kılındı. Ne zaman bunlardan birine
girmek istesem elinde kınından çekilmiş bir kılıç bulunan bir melek karşıma
çıkacak ve bana engel olacak. Oradaki her yol üzerinde orayı koruyacak
melekler var" dedi.
Fatıma dedi ki:
Rasûlullah (s.a) bastonu ile minbere vurarak: "İşte taybe budur işte Taybe
budur" dedi. O Medine'yi kastediyordu.
Daha sonra Rasûlullah:
"Bunu size söylemiş miydim?" diye sordu. Cemaat "evet"
karşılığını verdi.
Hadisin devamında
Rasûlullah (s.a)'ı Temîm'in, Deccal, Mekke ve Medine konusunda söylediklerinin
kendi söylediklerine uymasının hoşuna gittiğini söyledi.[102]
4327...
Fatıma binti Kays (r.anha) şöyle dedi. Nebi (s.a) öğle namazım kıldı sonra
minbere çıktı. Halbuki o daha önce minbere sadece Cuma günü çıkardı...
Ravi Amir sonra bu
(bir önceki hadisteki) kıssayı aıılatn.
Ebû Davûd derki:
îbn Sadran Basralıdir.
İbn Mısver ile birlikte denizde batü. ondan başka hiç kimse kurtulamadı.[103]
Bu rivayetle Fatıma
binti Kays Rasuiullah'ın kendilerine Cessase kıssasını öğleden sonra anlattığını
söylemektedir. Haibuki önceki rivayette, yatsıdan sonra anlattığını söylemiştir.
Halbuki önceki rivayette, yatsıdan sonra anlattığı ifade edilmekle idi. Bu,
görünüşte bir çelişkidir.
Bezlü'l-Mechud
müellifi bu konu ile ilgiii olarak şöyle demektedir: "Bu iki rivayet
arasında çelişki yoktur. Çünkü Temim, hadiseyi Rasûlul-lah'a akşamdan sonra
anlatmış bu yüzden yatsı geçmiştir. Yatsıdan sonra Rasûlullah oradaki cemaate
anlatmıştır. Ertesi gün öğleden sonra da yatsıda olmayanlara
anlatmıştır."[104]
4328... Ebu
Seleme b. Abdurrahman’ın, rivayetine göre Cabir (r.a.) demiştir ki:
Rasûlulİah (s.a) bir
gün minber üzerinde şunları söyledi: "Bazı insanlar denizde giderlerken
yiyecekleri bitti. Karşılarına bir ada çıktı. Ekmek aramak üzere[105]
adaya çıktılar. Onları Cessase karşıladı."
(Velid b. Abdullah der
ki:)
EbuSeleme'ye; Cessase
nedir? dedim.
Bedeninin kıllarını ve
saçlarını sürüyen (saçı ve vücudunun kılları uzun) bir kadın dedi. (Ravi sözüne
devamla şöyle dedi:) Cesase: "Şu köşkte (biri var....)" dedi. Hadisi
zikretti köşkteki (Deccal) Beysan hurmalığını ve Zuğar pınarını sordu.
Ravi Ebu Seleme:
"O MesiIurcl
Deccal'dir" dedi.
Velid b. Abdullah
şöyle dedi: "Ebu SeJeme'nin oğlu bana bu hadiste bir şey var ama onu
hatırımda tutamadım" dedi. Ebu Seleme şöyle dedi: "Cabir onun
(Deccal'in) İbn Sayyad [106]
olduğuna yemin etti."
Ben kendisine:
Ama o öldü, dedim;
Ölmüş de olsa o, dedi,
O müslüman oldu,
dedim.
Müslüman olsa da dedi,
O Medine'ye girdi,
dedim.
Medine'ye girmiş olsa
bile, dedi.[107]
Bu rivayette
Cessase'nin kadın olduğuna işaret edilmektedir. Halbuki daha önceki bazı
rivayetlerde onun hayvan olduğu söylenmişti. Bu tezatın izalesi yoluna önce
geçen hadislerin izahı esnasında temas edilmiştir. Yine bu hadiste Deccal'in bulunduğu
yerin bir köşk olduğu bildirilmektedir. Oysa bundan önceki rivayette onun bir
manastırda bulunduğu söylenmişti.
Bu rivayette, Cabir
(r.a), hadisede anılan Deccal'in İbn Sayyad olduğunu söylemiş, hem de sözünü
yemin ederek te'yid etmiştir. Ebu Seleme ise, İbn Sayyad'm öldüğü, Müslüman
olduğu ve Medine'ye girdiği gibi DeccaT ie bulunmaması gereken özellikler
taşıdığını söylemiş ama Cabir "Öyle de olsa İbn Sayyad, Deccal'dir"
demiştir. Çünkü Rasûlullah (s.a) Deccal'i Hz. İsa'nın öldüreceğini, onun kafir
olarak öleceğini, Mekke ve Medine'ye giremeyeceğini haber vermiştir. Oysa İbn
Sayyad'm yaşayış ve ölümü bu özelliklere zıt olmuştur.
Suyutî, Mirkatü's-
Sıîud adındaki eserinde Deccal'in Medine'ye girememesini, oradan çıktıktan
sonra bir daha girememe şeklinde yorumlamış ve bu üç maddeden birisindeki
çelişkiyi izale cihetine gitmiştir. Ancak Hafız İmamiiddin İbn Kesir'in şu
açıklaması daha yerindedir.: "Bazı sahabeler, İbn Sayyad'in ahir zamanda
çıkacak olan Deccali ekber (büyük Deccal) olduğunu zannediyorlardı. Fakat doğrusu
o, Fatıma binti kays hadisinde haber verilen küçük Deccaî'dir."
Beyhaki'de Fatıma
binti kays haberi hakkında şunları söylemektedir:
"Büyük Deccaî,
İbn Sayyad değildir. İbn Sayyad Hz. Peygamber (s.a)'in çıkacaklarını haber
verdiği yalancı Deccallerde'n birisidir. Onların da çoğu çıkmıştır. İbn
Sayyad'ın Deccal olduğunu söyleyenler Temim kıssasını duymamış olsalar
gerek..."
Bu nakilleri 4333 ve
4334 numarada gelecek olan hadisler te'yid etmektedir. Çünkü o hadislerde otuz
tane yalancı Deccalin çıkacağı bildirilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre
otuz tane Deccal çıkacak ama ahir zamanda çıkıp Hz. İsa tarafından öldürülecek
olan Deccal büyük Deccal olacaktır. Hz. Peygamber (s.a)'in sağlığında yaşayan
İbn Sayyad da küçük Deccallerden birisidir. Kendisinde görülen bazı olağanüstü
hallerden ve Rasulullah'm onun hakkındaki sözlerinden dolayı bazı sahabiler onu
büyük Deccal sanmışlardır.[108]
4329... İbn
Ömer (r.anhuma)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) içlerinde Ömer b.
el-Hattab'ın da bulunduğu; ashabından bir grup ile birlikte İbn Said'e uğradı.
O çocuktu ve Benî Mağale kalesi yanında erkek çocuklarla oynuyordu. İbn Said
(Rasulullah'm geldiğini) farketmemişti. Rasûlullah (s.a) eliyle onun sırtına
vurdu, sonra:
"Benim, Allah'ın
Rasulü olduğuma şehadet ediyor musun?" dedi.
İbn Said (Sayyad)
Rasûlullah'a bakıp
Senin, ümmîlerin
nebisi olduğuna şehadet ediyorum, sen de benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet
eder misin? dedi.
Rasûlullah (s.a) (onun
sorusuna kulak asmadan):
"Ben Allah'a ve
Rasûllerine iman ettim," buyurdu:
Sonra İbn Said'e:
"Sana ne (ler)
geliyor?" diye sordu.[110]
İbn Said:
Bana gerçek haberler
de gelir, yalan haberler de diye cevap verdi. Rasûlullah:
"Öyleyse senin
işin çok karıştıktır," buyurdu. Sonra da ona: "Haydi gönlümde senin
için bir şey sakladım."
Gönlünde Semanın açık
bir duman getirdiği gün" saklamıştı - (Onu bil bakalım) buyurdu.
İbnü's - Sayyad:
O düh (duman)dur,
dedi. Rasûlullah (s.a)
"Defol git[111] sen
kaderini asla aşamayacaksın," buyurdu.
Hz. Ömer (r.a) :
"Ya RasüîülîaK,
bana izin ver onun boynunu vurayım" dedi. Rasûlullah (s.a)
"Eğer o -Deceal-
ise ona asla musallat olunamayacaktır. Deccal değilse onu öldürmekte hayır
yok" buyurdu.[112]
Hadisin Buharı ve
Müslim'deki-rivayetlerinde İbn Sayyad'm ergenlik çağma yaklaştığına da dikkat
çekilmiştir. Ayrıca o rivayetlerde Ebu Davud'un rivayetindeki "Sana neler
geliyor" cümlesi "Sen (rüyanda) neler görüyorsun?" şeklinde
varid olmuştur. Bir de Ebu Davud'n rivayetindeki "Rasulullah'm: gönlümde
senin için bir şey sakladım" ".........,......................."
cümlesi Buharı ve Müslim'in rivayetlerinde yer almamıştır.
Buhari ve Müslim'in
rivayetlerinin sonunda îbn Ömer (r. anhuma'nın) şu taliki yer almıştır:
"RasûluJlah (s.a)
başka bir seferinde Übeyy bin Ka'b iie birlikte İbn sayyad'm bulunduğu bir
hurmalığa gitmişti. Rasûlullah onu gafil aviamak, ona görünmeden özel hayatını
görmek ve onun kehanetini ashabına göstermek istiyordu. Rasûlullah onu kadife
hırka içerisinde yan yatmış bir halde buldu. Hırka içerisinde genizden gelen
bir hırıltı vardı. O anda îbn Sayyad'm bir hurma ağacının arkasına gizlenmiş
olan annesi Rasûlullah'ı gördü ve:
Ya Safi, - bu İbn
Sayyad'm adıdır- İşte Muhammed (geldi) dedi. Bunu duyan İbn Sayyad süratle
ayağa kalktı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) etrafındakilere:
"Şu kadın oğlunu
o halde bıraksaydı (ne sahtekar olduğunu) anlatırdı" buyurdu.[113]
İbn Sayyad - ya da İbn
Said- in esas adı Sâfî'dir. Abdullah olduğunu söyleyenler de vardır. Bir yahudi
çocuğudur. Bazı alimler de onun Beni Neccar'dan olduğunu söylerler. İbn Sayyad
zaman zaman Kehanette bulunur, kehaneti bazan doğru bazan da ters çıkardı. Bu
hali halk arasında yayılınca Rasûlullah (s.a) onu görmek ve sahtekar bir kahin
olduğunu ashaba göstermek içn İbn Sayyad'm bulunduğu yere gitmiştir. Hz.
Peygamberin onunla karşılaşması tesadüfi değil, kasdidir. Nitekim Buhari ve
Müslim'in rivayetinde efendimizin îbn Sayyad'm yanına gittikleri açıkça
belirtilmiştir.
Bazı sahabiler
tarafından Deccal olduğu zannedilen İbn Sayyad'm gençliği berbat geçmiştir.
Büyüdükten sonraki hali ise Hattabi'nin dediğine göre ihtilaflıdır. Onun
büyüdükten sonra kehanetlerinden ve peygamberlik iddiasından vazgeçip tevbekar
olduğu ve Medine'de Öldüğü rivayet edilmiştir. Hatta rivayete göre öldüğünde
namazı kılınınca yüzündeki örtü kaldırılarak halka gösterilmiş ve öldüğüne
herkes şahit tutulmuştur.
îbn Sayyad'm Harra da
öldüğünü gösteren bir haber nakledilmekte ise de Hattabi'nin Medine'de öldüğünü
bildiren rivayeti daha makbul görülmüştür.
İbn Sayyad'm Deccal
olmadığım ve müslüman olduğunu bildiren bir rivayet, Ebu said el , Hudri'den
değişik lafızlarla rivayet edilmiştir. Sahih-i Müslim'deki bu rivayetlere göre
İbn sayyad, Ebû Said eLHudri'ye halkın kendisini Deccal zannettiklerini oysa bu
zannm Rasûlullah'in haberine uymadığını söylemiş ve sözlerini şöyle
desteklemiştir:
"Rasûlullah
Deccal'in Mekke ve Medine'ye giremeyeceğini haber verdi, oysa ben Medine'de
doğdum ve şimdi Mekke'ye (hac için gidiyorum. Rasûlullah, Deccal'in çocuğunun
olamayacağını söyledi benimse çocuğum var. Rasûlullah Deccal'in yahudi
olacağını söyledi bense müslümanım.[114]
İbn Sayyad bu
konuşmanın sonunda kendisi Deccal olmamakla birlikte onun doğduğu yeri ve
şimdi nerede olduğunu bildiğini söylemiştir.
Ebu said el-Hudri bu
haberi naklettikten sonra; neredeyse onun sözünün kendisine tesir edeceğini
söylemiştir. Hatta rivayetlerden birinin sonunda Ebu Said'in, İbn sayyad'a:
"Günün geri kalan saatlerinde sana yazıklar olsun" dediği
bildirilmektedir. Ebu Said el-Hudri'nin bu tavrı; onun îbn Seyyad'a
inanmadığını göstermektedir.
İmam Nevevi, îbn
Sayyad'm ilk sözlerinin, kendisinin Deccal olmayıp, mü'min olduğuna delalet
ettiğini, sonraki sözünün ise gaybı bilme iddiası taşıması sebebiyle küfrü
hakkında kuvvetli bir hüccet teşkil ettiği için Eb said el-Hudri nin kafasının
karıştığını söyler.
Yine İmam Nevevi, İbn
Sayyad ile ilgili olarak şöyle demiştir: "Alimler; onun kıssasının
müşkil, işinin karışık olduğunu söylerler. Onun meşhur mesihu'd-Deccal mi yoksa
başka birisi mi olduğu da belli değildir. Ama onun Deccallerden bir Deccal
olduğunda şüphe yoktur."
Avnü'l- Ma'bud'da da
şöyle denilmektedir:
"Alimler dediler
ki: Hadislerin zahirine göre, onun Deccal mi yoksa başkası mı olduğu konusunda
Rasulullah'a bir vahiy gelmemiştir. Ancak ona, Deccal'in özellikleri
vahyedilmiştir. İbn Sayyad'ta da onun Deccal olması ihtimalini gösteren
karineler vardı. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a) onun Deccal olup olmadığı
konusunda kesin bir tavır koymamıştır. Onun için de Hz. Ömer'e: O Deccal ise
zaten dokunamayacaksın, değilse öldürmenin faydası yok, buyurmuştur."
Bu yazılanlar ışığında
diyebiliriz ki, İbn Sayyad Deccal ise, kıyametin önünde çıkacak olan Deccal
değil, Hz. Peygamber (s.a)'in haber verdiği otuz civarındaki Deccal'den
birisidir.
İbn Sayyad hakkında
verdiğimiz bu malumattan sonra hadisi şerifte temas edilmesi gereken önemli
konulara geçebiliriz;
Rasulullah efendimiz
İbn Sayyad'a: '"Sen benim, Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet eder
misin?" diye sorunca o: "Senin, ümmilerin Rasûlü olduğuna şehadet
ederim" karşılığını vermiştir.
Kadı Iyaz; İbn
Sayyad'ın bununla Arapları kasteddiğini çünkü onların çoğunlukla ümmi
olduklarını yani okuma yazma bilmediklerini söyler. Avnü'l mabûd müellifi
Azimabadi, Kadı Iyaz'ın bu sözüne karşılık şunları söylemektedir: "bu,
her ne kadar mantık olarak doğru ise de, mefhum olarak doğru değildir. Çünkü
mefhumu, Hz. Peygamberin Arap olmayanların peygamberi olmadığı manasına gelir.
Bu da bazı yahudilerin iddialarıdır. Şayet İbn Sayyad, verdiği cevapla bu
manayı kast etmişse o zaman bu ona şeytanının hatırlattığı bir şey olur."
İbn sayyad, Rasûlü
Ekrem efendimizin sorusunu cevapladıktan sonra o da kendisinin rasûl olduğunu
iddia ederek Hz. Peygamberin onu tasdik edip etmediğini sormuş, Rasûlü Zîşan
efendimiz ise bu soruya hiç kulak asmadan, "Ben Allah'a ve RasûElerine
iman ettim" buyurmuştur. Ra-sûlullah bu sözü ile, "Ben Allah'ın hak
peygamberlerine iman ettim, sen nesin ki sana inanayım" demek istemiştir.
Peygamber efendimiz
daha sonra İbn Sayyad'a kendisine ne gibi haberler geldiğini sormuştur. Bu
soru Buharı ve Müslim'de sen neler görüyorsun? şeklinde varid olmuştur. Bazı
Buharı sarihleri bu soruya; "Sen rüyanda ne gibi şeyler görüyorsun?"
diye izah etmişlerdir. İbn Sayyad'ın bu soruya cevabı doğru haber de yanlış
haber de geliyor" şeklinde olmuş, Rasulullah (s.a) 'da "Senin işin
karıştırılıyor" buyurmuştur. Nevevi bu cümleyi "Şeytanının sana
getirdiği şey karışıktır" diye izah etmiştir.
Daha sonra Hz.
Peygamber İbn Sayyad'ı denemek için Duhan suresini aklında tutmuş ve ona:
"Senin için bir şey gizledim; bil bakalım o ne?" demiş, İbn
Sayyad'da, "Dün" cevabını vermiştir. Alimlerin cumhuruna göre 0
"Dün" Duhan (duman) manasınadır. Yani İbn Sayyad Rasulul-lah'm
aklında tuttuğu şeyi bilmiştir. Hattabi ise bu görüşe karşı çıkmış ve bu soruda
duman manasının olmadığını söylemiştir. Hattabi'nin dediğine göre Hz.
Peygamberin aklında tuttuğu şey (duman) ismi değil,
"Semanın açık bir
duman getireceği günü gözet." ayetidir.
Kadı Iyaz da bu konuda
şöyle demiştir: "Sahih olan görüş; İbn Sayyad'ın Rasûlullah'ın aklında
tuttuğu ayeti bilemediğidir. O, kâhinlerin adeti üzere sadece bu yarım kelimeyi
(Düh kelimesini) bilmiştir. Onun şeytanı kendisi üzerine şihab gönderilmeden
önce sadece bu kadarını kapmış ve onu haber vermiştir."
Hz. Peygamber bundan
sonra İbn Sayyad'a kızıp yanından kovmuş ve kovarken de köpekleri kovmakta
kullanılan bir söz sarfetmiştir. Peşinden "Sen kaderini
aşamayacaksın" buyurmuştur. Bundan maksat, "Sen kahinlerin
bilebilecekleri kadarını bilir, daha fazlasını bilemezsin" demektir.
Burada akla
gelebilecek bir soruya ve ulemanın bu soruya verdiği cevaba işaret ederek
konuya son vermek istiyoruz; Akla gelmesi muhtemel soru şu:
İbn Sayyad, garip
halleri olan, Peygamberlik iddiasında bulunan bir serseri idi. Hz. Peygamber
(s.a) ona karşı niçin lakayd kaldı? Onu niçin öldürtmedi veya Medine dışına
sürmedi?
Ulema bu soruya üç
türlü cevap vermişlerdir:
1- îbn
Sayyad o zaman henüz çocuktu. Hz. Peygamber (s.a) bu yüzden kendisine ceza vermemiştir.
2- İbn
Sayyad bir fitne idi Allah c.c bununla müslümanlan imtihan ediyordu. Nitekim
daha önce de Musa (a.s)'nm ümmetini bir buzağı ile imtihan etmişti. Hidayete
erenler o fitneden kurtulmuş, fitneye uyanlar ise helak olmuşlardı.
3-
Müslümanlığın ilk yıllarında Rasûlü Ekrem, Medinelilerle bir dostluk anlaşması
yapmıştı. Onlarla savaş etmeme ve onları Medine'den kov-mamaya söz vermişti.
İbn Sayyad'ın ailesi de Hz. Peygamber'in yaptığı anlaşmaya imza koyanlardandı.
Eğer Rasulullah (sa.) bu çocuğu cezalandırma cihetine gitseydi tüm yahudileri
karşısında bulacak ve henüz kuvvetlenmemiş müslümanların zarar görmelerine
sebep olacaktı. Onun için Rasulullah efendimiz îbn Sayyad'ı cezalandırmamış,
işini zamana bırakmıştır.
Hattabi bu cevabı
vermiş, Kadı lyaz'da benimsemiştir. İbn Sayyad daha sonra, yaptığı
davranışlardan dolayı bizzat kavminin tepkisini çekmiş ve aile soyundan
kovulmuştur. Bu kovulma olayına sadece elli kişi karşı çıkmıştır. Halbuki daha
önce Rasûlullah tarafından ce-zalandırılsa idi tüm yahudilerin düşmanlığı
kazanılacak belki de muahede feshedilecekti. Hatta Yahudilerin hamisi oian
Beni Neccar'da bile hoşnutsuzluklar çıkabilecekti. Ama Cenabı Hak'kın verdiği
hükmü, müslü-manlar için hiçbir kötü sonuç meydana getirmeden pürüzü halletmiştir.[115]
4330... Nafi
demiştir ki; İbn Ömer (r.a): "Vallahi mesihırd-Deccarin İbn Sayyad
olduğunda asla şüphe etmiyorum"' dedi.[116]
4331...
Muhammed b. Münkedir dedi ki:
Cabir b. Abdullah'ı,
İbn Said'in Deccal olduğuna yemin ederken gördüm. Kendisine:
Allah'a yemin mi
ediyorsun?! dedim.
Ben Ömer (r.a)'i Rasûlullah (s.a) 'in yanında
böyle yemin ederken işittim. Rasûlullah da onu inkar etmedi, dedi.[117]
4329... no'lu hadiste
İbn Sayyad hakkında geniş bilgi verilmişti Buradaki haberlerden birincisinde İbn.
Ömer (r.anhuma), İbn Sayyad'ın Deccal olduğundan emin olduğunu söylemiştir.
İkincisinde belirtildiğine göre de Cabir b. Abdullah, îbn Sayyad'ın Deccal
olduğuna yemin etmiş, Muhammed b. Münkedir'in bunu yadırgaması üzerine de
iddiasını, Hz. Ömer'in aynı konuda yemin edip Hz. Peygamberin men etmemesi ile
te'yit eriştir.
ibn Sayyad kıssasında,
Hz. Ömer'in onu öldürmek istemesi üzerine Rasûlullah'ın mani olduğunu ve
"şayet o Deccal ise öldüremezsin değilse öldürmen fayda vermez"
buyurduğunu biliyoruz. Buna göre Hz. Peygamber (a.s) İbn Sayyad'ın Deccal
olduğundan emin değildi. Durum böyle olunca nasıl olur da Hz. Ömer İbn
Sayyad'ın Deccal olduğuna yemin edebilir ve Rasûlullah bunu engellemez?
Sindî, Buharı
haşiyesinde bu soruya iki şekilde cevap vermiştir:
a) Hz.
Peygamberin, Hz. Ömer'in sözüne karşük susması, İbn Sayyad'ın Deccal olduğuna
delalet etmez.
b) Rasûlullah'ın
îbn Sayyad'ın Deccal olduğu hususundaki şüphesi, bilahare izale edilmiş ve
kendisine onun Deccal olduğu bildirilmişti. Hz. Ömer'in yemini bundan sonra
olmuştur.
Bu cevaplardan
ikincisi daha uygun gibidir. Çünkü Hz. Peygamberin yanlış birşey duyunca
susması olağan bir hadise değildir.
İbn Sayyad'ın Deccal
olduğu kabul edilirse, onun, geleceği Rasûlullah tarafından bildirilen otuz
Deccal'den birisi olduğunu söylemek gerekir. Çünkü kıyamet alameti olarak çıkıp
Hz. İsa tarafından öldürülecek olan büyük Deccal'in özellikleri İbn Sayyad'ta
yoktur.
İmam Nevevi, bazı
alimlerin bu hadisle istidlal ederek, zan üzere yemin etmenin cevazına kail
olduklarını söylemiştir. Nevevi'nin bu nakline göre bir kısım alimlere göre
yemin edebilmek için kesin bilgi şart değildir. Kişinin doğru olduğunu
zannettiği bir konuda yemin etmesi caizdir. Bu konu ile ilgili olarak Kitabü'l
- eyman ve'n-nüzur bahsine bakılabilir.
Nevevi devamla,
Beyhaki'den naklen insanların İbn Sayyad konusunda ihtilaf ettiklerini söyler
ve bu ihtilafları nakleder. Beyhakî îbn sayyad'ın Deccal olmadığı
görüşündedir.[118]
4332...
Cabir (r.a) şöyle demiştir: "Biz İbn Sayyad'ı Hana gününde kaybettik"[119]
Harra günü H. 63
yılıda Medineliler ile Yezid b. Muaviye arasında vuku bulan savaştır. Bu
savaşta Yezid b. Muaviye Medinelileri mağlub etmiştir.
Harra; aslında
"İki dağ arasındaki siyah taşlar" manasınadır. Medine'yi iki tane Harra
kuşatmıştır. Bu taşlara Harra denilmesine sebep, sıcak oluşlarıdır.
Bazı alimler bu
haberle, yine Cabir'den rivayet edilen; İbn Sayyad'ın Medine'de öldüğünü
bildiren haberi arasında çelişki olduğunu söylerler. Aliyyü'1-kari ise böyle
bir çelişkinin olmadığını bildirir. Bu ihtilafa sebep onun kaybolmasının
çeşitli ihtimallere müsait oluşudur. Çünkü İbn Sayyad'ın Harra gününde ölüp
kaybolmuş olması, Medine'de ölmesi, başka bir yerde ölmesi muhtemeldir. Ayrıca
.dünyada kalıp da kıyamete yakın bir zamanda çıkması da ihtimal dahilindedir.[120]
4333... Ebû
Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet, otuz tane Deccal çıkıncaya kadar kop-mayacaktır. Bunların her
biri kendisinin Allah'ın Rasûlü olduğunu iddia eder."[121]
4334... Ebu
Hureyre (r.a)': Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Otuz tane yalana
Deccal çıkıncaya kadar kıyamet kopmaz. Onların hepsi Allah'a ve Rasulüne
iftira ederler."[122]
4335...
Abide es-Selmanî bu haberi rivayet edip, (önceki hadisteki sözlerin)benzerini
zikretti.
(Abîde'nin talebesi
İbrahim der ki:) "Ona şu Muhtar (es-sakafî) hakkında ne dersin? O da
mehdî mi?" dedim. Abide:
O liderlerindendir,
dedi.[123]
Bu üç hadisi şerif,
otuz tane yalancı Deccal çıkmadjçça kıyametin kopmayacağına delalet etmektedir.
Buha-ri'deki bir haberde ise "Otuza yakın" Deccal'i'n çıkacağı
bildirilmktedir. Ahmet bin Hanbel'in, Huzeyfe'den rivayet ettiği bir hadiste
ise çıkacak Deccallerin sayısı yirmi beş olarak tahdid edilmekte bunların
dördünün kadın olacağı söylenmektedir. Ayrıca Ahmed'in rivayetinde bu yalancı
Deccallerin hepsinin peygamberlik iddiasında bulunacakları, sonuncusunun da
tek gözlü olacağı bildirilmektedir. Taberani'deki senedi zayıf bir rivayette
ise yetmiş tane yalancı Deccal'in çıkacağı söylenmektedir.
İbn Hacer bu farklı
rivayetlerle ilgili olarak şöyle demektedir: "Peygamberlik iddiasında
bulunanların otuz kadar, ondan sonrakilerin de Peygamberlik iddiasında
bulunmadan insanları sapıklığa çağıran yalancılar olması muhtemeldir."
İbnü'l-Hacer,
Fethu'1-Bari de daha sonra, Ğulat-ı Rafızî'ye, Batınıyye, ehlu'l-vahde ve
Hululiyye gibi fırkaların bunlardan olduğunu söyler. Ah-med b. Hanbel'in
Müsnedindeki Hz. Aliye ait bir söz de buna delalet etmektedir. İşaret edinilen
bu haberde Hz. Ali; Abdullah b. el-Kuva'e ".... Sen onlardansın"
demiştir. İbnü'1-Kuva Peygamberlik iddiasında bulunmamıştı,
Avnü'l-Ma'bud
müellifi; Kadyâni'nin de Deccallerden birisi olduğunu söyler. Anlaşılan İslama
zarar veren, kendi emir ve görüşlerini Allah'ın ve Rasulünün emirlerinden üstün
tutan, İslam'a savaş açan herkes hangi milletten olursa olsun ve hangi asırda
yaşarsa yaşasın Rasûlullah'ın çıkacağını haber verdiği deccallerden birisi
olabilir.
Son rivayette Abide;
Muhtar es Sekafi'nin de Deccallerin ileri gelenlerinden birisi olduğunu
söylemiştir. Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Kekafi Hz. Hüseyin'in intikamını almak
bahanesiyle çıkan birisidir. Şiaya mensuptur. Tarihçilerin bildirdiğine göre
dönek birisidir. Önce Emeviler taraftarı görünmüş, sonra da İbn Zübeyr safına
geçmiştir. İbn Zübeyr kendisine güvenmiyordu. Onun için ondan umduğunu
bulamadı. Küfe'ye giderek Şia tarafına geçti. İbn Zübeyr ve Emevilere karşı
olan kininden dolayı, Hz. Hüseyin'in intikamını almak isteyen hareketi
değerlendirdi. Ibnu'l-Hanefiyye'nin arkasına gizlendi ve onun veziri olduğunu
iddia etti. Aslında maksadı Hz. Hüseyin'in intikamını almak değil, hilafet
makamını elde etmek idi. 685 yılında, Abdullah b. Zübeyr'in kardeşi Mus'ab b.
Zübeyr ile Küfe yakınlarında giriştikleri savaşta öldürüldü.[124]
4336... Abdullah b.
Mes'ud (r.a) Rasûlullah
(s.a)Mn şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"İsrail
oğullarında meydana gelen ilk kusur şudur: Birisi, (kötülük işleyen) başka bir
adamla karşılaşır ve ona: "Ey adam! Allah'tan kork, yaptığını tcrket,
çünkü o sana helal olmaz, derdi. Sonra ertesi gün onunla tekrar karşılaşır
fakat dünkü yaptığı, onunla birlikte yemesine, içmesine ve oturmasına mani
olmazdı. Bunu yaptıklarında Allah onların kalblerini biri birine karıştırdı (Günah
işlemeyenlerin kalplerini günah işleyenlerin kalplerine muvafık kıldı)"
Rasûlullah sonra "İsrail
oğullarından kafir olanlar; Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın dili ile
lanetlendiler" diye başlayan ayetleri: "Fa-kat onların çoğu
faştırlar."[125]
mealindeki ayetin sonuna kadar okudu. Daha sonra şöyle buyurdu:
"Dikkat ediniz,
gerçekten vallahi siz ya iyiliği emreder kötülükten menedersiniz, zalimin
elinden tutup onu hakka döndürürsünüz ve onu hak üzere tutarsınız (ya da sizin
de kalplerinizi biribirine karıştırır)[126]
4337... Ebu
Ubeyde, İbn Mes'ud kanalıyla Rasûlullah (s.a) 'dan önceki hadisin benzerini
rivayet etti. Ravi şunu da ilave etti: "......Ya da Allah bazınızın kalbini
bazilarinmkine karıştırır. Sonra da onlara lanet ettiği gibi size de lanet
eder."
Ebu Davud şöyle dedi:
"Muharibi, Ala b.
Müseyyeb'ten, O Abdullah b. Amr b. Mürre'den, O. Salim el-eflas'tan, O Ebu
Ubeyde'den, Ebu Ubeyde de Abdullah'-dan rivayet etti.
Ayrıca, Halid
et-Tahhan, A'Ia'dan o da Amr b. Mürre vasıtasıyla Ebû Ubeyde'den rivayet
etmiştir."[127]
Hadisten anladığımıza
göre İsrail oğullarından bazıjarı; kötülük yapan, günah işleyen arkadaşlarını
görürler onları yaptıklarından men ederler. Sonra da sanki hiçbirşey olmamış
gibi onlarla birlikte otururlar yerler ve içerlerdi. Günahkârlara gönüllerinde
hiçbir buğz ve kırgınlık beslemezlerdi. Bu yüzden Allah (C.C) kötülük
yapmayanların kalplerini de kararttı, Onları da kötülük yapanlara benzetti.
Böylece hepsinin kalpleri katılaştı, hakkı kabulden uzaklaştı. Birçok ayet-i
kerime ve hadisi şerifte bir toplulukta işlenen günahlara karşı verilecek
cezanın sadece kötülere yönelik olmayacağı, toplumun tümüne şamil olacağı
bildirilmiştir. Buna sebep olarak da iyilerin kötülüğe mani olmamaları
gösterilmiştir. Bu ayet ve hadislerden birkaçının meallerini görelim:
Bir ayet-i kerimede
şöyle buyurulmaktadır:
"Geldiği zaman
sadece içinizdeki zalimlere mahsus olmayacak olan bir musibetten
sakınınız." (el-Enfâl 8/25)
Şu hadisi şeriflerde
aynı manaya delalet ederler:
"Allah c.c.
umumun işlediği günahlar yüzünden suçsuzları cezalandırmaz. Fakat aralarında
günahın işlendiğini görür ve bunu engellemeye güçleri yettiği halde mani
olmazlarsa müstesna."[128]
İbn Abbas
(r.anhuma)'ın bildirdiğine göre efendimiz: "içerisinde sa-lih insanların
bulunduğu bir belde halkı helak olur mu.?" sorusuna "evet"
karşılığını vermiş, bunun sebebini soranlara da:
"Allah'a karşı
yapılan isyanlar karşısında susmanız ve bunları umursamamanız buyurmuştur.[129]
Bu hadisten sonra
gelecek olan hadis de aynı manaya delalet etmektedir.
Aliyyü'l- Karî,
"İyilerin, ikrah olmadan ve kötüler kötülüklerine son vermeden
günahkârlarla birlikte yemeleri ve içmeleri açık bir günahtjr. Çünkü Allah için
buğzetmenin gereği, günahkârlardan uzak kalmak ve onları terke t m ektir."
demiştir.
Hz. Peygamber sonra
Maide suresinin şu mealdeki ayetlerim okumuştur:
"İsrail
oğullarından inkar edenler Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle
lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitme-lerindendi.
Biribirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne
kötü idi. Çoğunun inkar edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin
önlerine sürdüğü ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir, onlar azapta
temellidirler.
Eğer Allah'a
peygambere ve ona indirilen Kur'aıı'a inanmış olsalardı onları dost
edinmezlerdi, fakat onların çoğu fâsıtkır."[130]
Rasûlü Ekrem Efendimiz
bu ayetleri okuduktan sonra ümmetine hitaben tekitle ve yemin ederek:
"İyilikle emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup hakka döndürür
ve onu hak üzere tutarsınız" buyurmuştur. Bu rivayette, bu sözlerin
karşıtı olan bölüm yer almamıştır.
4337 numaradaki
rivayette ise bu sözlerin karşıtı: "Veya Allah bazınızın kalbini bazınıza
karıştırır sonra da onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder"
cümleleri ile ifadelendirilmiştir.
Bu hadiste, emri
bi'1-ma'ruf ve nehyi anil münker (iyiliği emredip kötülükten men etme)in
müslümanların vazifesi olduğu görülmektedir. Ama bunun hükmü nedir? Bu konuda
Aliyyü'1-Kari şöyle demektedir:
"İşlenen kötülük
haramsa onu men etmek vaciptir. Kötülük mekruhsa onu men etmek menduptur.
İyiliği emretmenin hükmü de ma'rufa tabidir. Eğer maruf vacipse emir vacip,
mendupsa onu emir menduptur.
İyiliği emir ve
kötülükten sakındırmanın şartı; fitneye sebebiyet vermemesi, muhatabın
denileni kabul edeceğinin zannedilmesidir. Onun kabul etmeyeceği zannedilirse,
İslâmın şiarını göstermek için iyiliğin emredilip kötülükten sakındınlması
gerekir. "Sizden her kim bir kötülük görürse..." hadisindeki "
her kim" sözcüğü, hitabın kadın-erkek, adil-fasık, çocuk-yetişkin herkese
şamil olduğunu gösterir. Ama fasık olana emri bil ma'ruf ve nehyi anıl münkerde
bulunması," insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyormusunuz ve
yapmadıklarınızı niçin söylüyorsunuz" ayetleri gereğince uygun
görülmemiştir."
Emr-i bi'1-ma'ruf ve
nehyi ani'l münkerin hükmü, İslam âlimleri arasında ihtilaflıdır. Fahreddin
Razi'nin, Tefsîr-i kebir (Mefâtihu'l-gayb)'in-de bildirdiğine göre, bazı alimler:
"Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder
kötülükten nehyedersiniz."[131]
ayet-i kerimesine dayanarak emr-i bi'l Ma'ruf nehyi ani'l-münkerin farz-ı ayn
olduğunu, kimi alimler ise; "Sizden hayra çağıran, doğruyu emreden ve ve
fenalıktan men eden bir cemaat bulunsun...”[132]
ayetinin ifadesine bakarak farz-ı kifâye olduğun söylemişlerdir.
Bu ayetlerin
tefsirinde, Ebu's-Sııud efendi de, yukarıda AIiyyü'i-Ka-ri'den naklettiğimiz
sözlere benzer şeyler söylemiştir. Ebussûud şöyle demiştir: "Vacip olan
bir şeyi emretmek menduptur. Bütün kötülüklere mani olmaya çalışmak ise
farzdır. Çünkü Allah'ın kötü dediği herşey haramdır.”
Emr-i bi'1-ma'rûf ve
nehyi ani'l-münkerin yapılma mecburiyeti yukarıda da işaret ettiğimiz gibi
bazı kayıtlarla bağlıdır. Bunlar sözün tesir edeceğinin bilinmesi, tesiri
bilinmese bile kötü tepki görmeyeceğinden emin olunmasidır. Edilen nasihata
küfürle veya kavga ile karşı gelinecek-se ses çıkartılmaz, sadece kalben
buğzetmekle yetinilir.[133]
Öyle kötülüklerin işlendiği toplumlardan uzaklaşihr, yanlarında durulmaz.
İkinci rivayetin (4337
hadis) sonundaki talikta, Ebû Davud rivayetlerin senedleri arasındaki ihtilafa
işaret etmiştir. Buna göre Muharibi, Ala b. Müseyyeb ile Salim arasında Abdullah
b. Amr b. Miirre'yi zikrettiği halde, Ebu Şihâb, Amr b. Mürre, demiş,
Abdullah'ı anmamıştır. Halid el-Tahhân ise ikisine de muhalefet etmiştir. Çünkü
o Salim'i anmamıştır.[134]
4338... Bize
Vehb b. Bakıyye Halid'ten, Amr b. Avn'de Hüseyn'den aynı manâ ile haber
verdiler. Halid ile Hüseyn İsmail'den, o da Kayş'tan nakletti, Kays şöyle
demiştir:[135]
Ebu Bekr (r.a) Alah'a
hamd ve sena ettikten sonra şunları söyledi: "Ey insanlar şüphesiz siz şu,
"Siz kendinize bakınız, siz hidayet yolunda olduğunuzda sapıtan size
zarar vermez" (Maidd VL105). âyetini yanlış anlıyorsunuz." Vehb b.
Bakıyye Halid'den:
Ebu Bekir'in şöyle
dediğini nakletti:
Biz Rasûlullah (s.a)'i
şöyle derken işittik:
"Şüphesiz
insanlar zulmü gördükleri zaman, güçleri yettiği halde ona mani olmazlarsa,
Allah'ın azabının hepsi üzerine inmesi pek yakındır."
Amr'da Hüseyin'den Ebû
Bekr'in şunları söylediğini nakletti:
Ben RasûMIah'i şöyle
derken işittim:
"Bir millet ki
aralarında kötülük işlenir, sonra onlar o kötülüğü değiştirmeye güçleri yettiği
halde değiştirmezlerse, Allah yakın bir zamanda mutlaka onlara genel bir azab
verir."
Ebû Davûd şöyle
demiştir:
Bu hadisi, Halid'in
dediği şekilde Ebû Usârne ve bir cemaat rivayet etti. O rivayette Şu'be böyle
dedi:
"Bir kavim ki
aralarında kötülükler işlenir, sayılan onu işleyenlerden çok olduğu halde ona
mani olmazlarsa.....”[136]
Musannif Ebû Davud
hadisi iki ayrı üstaddan almşür Bunlar Vehb b. Bakıyye ve Amr b. Avn'dır. Vehb
b. Bakıyye'nin üstadı Halid (et-Tahhan), Amr b. Avn'ın üstadı da Hüseyin'dir.
Halid ile Hüşeym her ikisi de İsmail'den rivayet etmişlerdir. Halid ile
Hüseyin'in rivayetlerinde, Ebû Bekir (r.a)'in Rasûlullah'dan işittiğini
söyleyerek naklettiği sözler arasında biraz fark vardır. Metinde bu farka
işaret edilmiştir.
Ebu Davud'un, hadisin
sonunda işaret ettiği rivayette, Şu'be, Ebu Bekir (r.a)'den, hem Halid'in hem
de Hüseyin'in rivayetlerine uymayan bir cümle isnad etmiştir. Bu, kötülüğe mani
olmanın, kötülük yapmayanların yandan fazla olmaları ile kayıtlı oluşudur.
Hz. Ebu Bekir
hitabesinde ashaba "Ey inananlar, siz kendinize bakın. Siz doğru yolu
bulduğunuz zaman sapıtanlar size zarar ver-mez."(Maidc VI. 105) ayetini
yanlış anladıklarını, bu ayetin mutlak manada emri bi'l-ma'nıfye nehyi
ani'l-münkere engel teşkil etmediğini söylemiş ve sözünü Rasûlullahtan duyduğu
nehyi ani'l-münkeri teşvik eden bir hadisle teyid etmiştir.
İmam Nevevî, anılan
âyetin emri bi'1-ma'rûf ve nehyi ani'l-münkerin vücûbuna mani olmadığını
söyledikten sonra şöyle demektedir: "Muhakkik âlimlere göre âyetin manası
konusundaki sahih görüş şudur: "Siz üzerinize düşeni yaptığınız zaman
başkasının kusuru size zarar vermez. Bu: "Günahkar kimse diğerinin
günahını çekmez" (fâtır, 35-18) ayetine benzer. Durum böyle olunca emri
bi'1-Ma'ruf ve nehyi ani'l-münker de kişinin üzerine düşen, mükellef tutulduğu
şeylerdendir."
Bu hadiste Emri
bi'1-ma'ruf ve nehyi ani'l-münkeri terketmenin azabın tüm halka şâmil olmasına
sebep olduğuna delâlet etmektedir.[137]
4339...
Cerir (b. Abdullah el-Beceli) (r.a) şöyle demiştir: Rasûlııllah (s.a) 'ı şöyle
buyururken işittim: "Bir kimse bir toplum içerisinde bulunur ve o
toplumda günahlar işlenir de, ona mani olmaya güçleri yettiği halde mani
olmazlarsa, onlar ölmeden önce Allah mutlaka azabını gönderir."[138]
Bu hadis de, önceki
hadislerde geçen mananın aymm jfgjjg etmektedir. Gerçi ifade bakımından biraz
farklılık varsa da bu, manaya ve hadislerin özüne tesir edecek durumda
değildir.
Kötülüğe mani olmak; bundan
sonraki hadiste geleceği gibi elle (fiili olarak durdurmak ve dille mani olmak
ya da kalben buğzetmektir. Sorumluluk, kişinin gücünün yettiği derecede
engelleme yapmadığı takdirde söz konusudur. Allah kimseye taşıyamayacağı yükü
yüklemez.[139]
4340... Ebû
Said el-Hudri demiştir ki;
Rasûlullah (s.a)'i:
"Kim bir kötülük görür de onu eli ile değiştirmeye gücü yeterse eli ile
değiştirsin (mani olsun)..." buyururken işittim.
Hennad hadisin geri
kalanının kesti, İbn A'la[140] ise
şu şekilde tamamladı."(eli ile değiştirmeye) gücü yetmezse, dili ile
(değiştirsin) Dili ile (değiştirmeye) gücü yetmezse kalbi ile (değiştirsin) Bu
sonuncusu ise, imanın en zayıfıdır."[141]
Bu hadis Ebû Davud'un
kitabussalat bölümünde 1140 nolu hadis olarak daha önce geçti. Hadisin oradaki
rivayetinde Ebû Said el-Hudri bu hadisi, Mervan'ın, bayram günü minberi
musallaya çıkarması ve bayram namazından önce minbere çıkması üzerine
"sünnete muhalefet ettin" diyen bir adamın sözünü te'yid için rivayet
etmiştir.
Hadisin zahiri, bir kötülüğün
işlendiğini gören bir müslümanın o kötülüğe gücü ölçüsünde eli veya dili ile
mani olmasının, bunlara gücü yetmediği zaman kalbi ile buğzetmesinin
gerektiğine delîl teşkil etmektedir.
Kötülüğe el ile mani
olmak, onu fiilen engellemektir. Kötülük aletini kırmak, içki ise dökmek, bir
malın gasbı ise gasbedilen malı sahibine geri vermektir. Kötülüğe fiilen engel
olmanın boyutları sadece bu değildir. Öyleki Emr-i bîl-Ma'ruf ve Nehy-i
anil-Münker'in birçok safhasında kendisini gösteren oldukça önemli bir
konudur.
Dil ile1 mani olmak;
kötülük işleyene nasihat etmek, Allah'ın o kötülüğü işleyenler için vaad
ettiği cezayı hatırlatmak ve o konudaki âyetleri okumaktır.
Kalb ile mani olmak
da; o kötülüğe razı olmamak, kölülük işleyene içinden buğzetmektir. Davranışın
bu şekli kötülüğü manen engellemektir. Çünkü onun gücü daha fazlasına
yetmemektedir.
Kötülüğe kalben
buğzetmekle yetinmek imanın en zayıf durumda oluşudur. Nevevi bundan maksadın
imanın semeresinin az olması olduğunu söyler. Aliyyü'I-Kâri ise: "Bu
durumdaki müslüman, iman ehillerinin en zayıfıdır. Çünkü o kuvvetli olsaydı ve
dini gayreti yüksek birisi olsa idi kalben buğzetmekle yetinmezdi. En efdal
cihad, zalim sultanın yanında hak söz söylemektir, "manasındaki hadis bunu
teyid etmektedir."
Münavi'de bu sözden
maksadın; "İslâm veya islamın semere ve eserleri" olduğunu söyler.
Hadisin zahiri, emri
bil maruf ve nehyi anil münkerin kademeli uygulanışı olan bu tarzı gruplara
bölmemiş tüm müslümanlara teşmil etmiştir. Yani kötülüğe el ile mani olmak şu
grubun, dil ile mani olmak öteki grubun, kalben buğzetmek de başka bir grubun
işidir diye bir ayırım yapmamıştır. Ancak bazı alimler kötülüğü el ile
engellemenin devletin, dil ile engellemenin alimlerin, kalben buğzetmenin de
avamın vazifesi olduğunu söylemişlerdir.[142]
Kanaatımızca da bu,
yerinde bir sınıflandırmadır. Eğer bir İslâm devleti müşahhas olarak varsa ve
bütün kurumlan mevcutsa devletin engel olabileceği bir takım kötülüklere
birileri mani olmaya kalkışırsa karışıklık çıkabilir, Usulünü bilmeden dil ile
mani olmaya çalışmak ve münker-den kaçındırmak da fayda yerine zarar
getirebilir. İnsanları hakka yaklaştıracağı halde uzaklaştırabilir. Zaten emri
bi'1-mâârûf ve nehyi anil mün-kerin, muhatabın karşı çıkmaması ile kayıtlanması
da bu namâyı ifâde eder.[143]
4341... Ebu
Ümeyye eş-Şa'banî şöyle demiştir;
Ebu Sa'lebe
el-Huşeni'ye:
Ya Ebu Sa'lebe! Şu,
"Siz kendinize düşeni yapın." (Maide 105) ayeti hakkında ne
dersiniz?" dedim. Şu karşılığı verdi:
Vallahi sen onu iyi
bilen birisine sordun. Ben de onu Rasûlullah (sa.)'a sormuştum. Şu cevabı
verdi:
"Biribirinize
iyiliği tavsiye ediniz. Kötülükten men ediniz.[144]
Öyle ki itaat edilen bir cimrilik, tabi olunan nefsi arzular (ahiiete) tercih
edilen dünya ve her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini görürsen
kendine düşeni yap. Halkı terket şüphesiz sizin ardınızda sabır günleri var. O
günde sabretmek avuçta kor tutmak gibidir. O günlerde bir iyi amel işleyene,
onun yaptığının benzerini yapan elli kişinin sevabı vardır."
Bir başkası benim
soruma ilaveten: "Ya Rasûlullah elli kişinin ecri mi?! dedi. Rasûlullah
(sa.), "Sizden elli kişinin ecri" buyurdu.[145]
Tirmizi bu hadis için
"hasen ayet ve garib" demiştir.Hadisin vürûduna sebep, birçok ayet ve
hadiste va-rid olan emri bi'l-mafruf nehyi anil münker vazifesi ile; "Ey
inananlar, siz kendinize düşene bakınız. Hidayette olduğunuz zaman sapıtan kişi
size zarar vermiz." manasına gelen ayetin arasım tevfiktir. Çünkü bazı
sahabiler bu ayetin, emri bi'1-maruf ve nehyi ani'l-münkerin vücubu ile
çelişkili olduğunu zannediyorlardı. Zira ayetin zahiri, kişilerin başkalarını
bırakıp kendilerine düşeni yapmalarını emretmektedir. Bu ayette amaçlanan
mananın islam uleması tarafından nasıl anlaşıldığını 4338 numaralı hadisi izah
ederken aktarmıştık. Burada hadiste geçen bazı tabirleri açıklamak yetinmek
istiyoruz:
İtaat edilen bir
cimrilik: Cimrilik diye terceme ettiğimiz kelimesi, cimrilik kelimesinin tam
karşılığı olan dan daha
şiddetlidir, Türkçemizde bu mânayı ifade edecek başka bir kelime olmadığı için
cimrilik kelimesi ile terceme ettik.
Buhl ve şuh kelimesi
arasında başka farklara da işaret edilmektedir. Bazıları buhl'un hırsla,
şuh'hun da hırsın dışında olan cimrilik olduğunu, bazıları da buhl'un özel,
şuh'hun genel olduğunu söylerler. Bir başka görüşe göre de buhl; maldaki
cimrilik, şuh ise mal ve iyilikte olan cimriliktir.
Cimriliğin itaat
olunan bir konumda olması da nefsin cimri eğilimlere itaat edip, bunu uygulama
alanına koymasıdır.
Tabî olunan nefsî
arzular: Nefse ait olup, tabi olunan arzular, İslama uymayan isteklerdir.
Ahirete tercih edilen
dünya: Dünya hayatında arzu edilen mal ve mevkidir.
Her görüş sahibinin
kendi görüşünü beğenmesi: Yani herkesin kitap ve sünnete, hak ve adalete
bakmadan kendi görüşünü beğenmesi, ashab ve tabiuııa uymayı terketmesidir. Bu
durumda olan kişi kendi görüşünü beğenir, başkasının dediğine kulak asmaz.
Doğruyu kabule yanaşmaz.
Sabır günleri: İleride
gelecek olan ve sabretmekten başka çarenin olmayacağı günlerdir, ya da maksat
sabrın övüleceği günlerdir. O günlerde öyle hadiseler olacak ki, onlara karşı
sabredebilmek, kor halindeki ateşi elde tutmak kadar güç olacaktır. Yahut da
sabreden kişi, elinde korlaşmış ateş tutanın çektiği zorluğu çekecektir.
Fahri kainat efendimiz
o günlerde iyi bir iş yapanın başka zamanlarda onun yaptığı amelin aynısını
yapanın alacağı ecrin elli katını alacağını söylemiştir.
Fethu'l-vedûd'da bu
hükmün genel olmadığı, o günlerde yapılması güç amellerle ilgili olduğu
söylenmiş ve buna "sizden biriniz Uhud dağı kadar altın tasadduk etse
onlardan (sahabilerden) birisinin bir müdd'üne[146] ve yarısına erişemez," hadisi şahit
tutulmuştur.
Şeyh İzzuddîn de bu
mânanın mutlak olmayıp iki kural üzerinde yapılandığını söyler. İzzüddin'in
işaret ettiği kaideler şunlardır:
1- Ameller
verdikleri faideye ve sonuca göre değer kazanırlar-,--
2- Ahir
zamanda garip olan İslâmın ilk günlerinde garip olan gibidir. Çünkü Rasûlullah
(s.a); "İslam garib olarak başlamış, garib olarak dönecektir. Benim
ümmetimden garip olanlara ne mutlu."buyurmuştur.
Bu hadiste kastedilen
garip müslümanlar, içinde yaşadıkları zamanlar da yalnız kalanlardır. Durum
böyle olunca, İslâm'ın ilk günlerindeki in-fak efdaldir. Rasûlullah (s.a)'ın
Halid b. Velid'e söylediği şu sözler bunu gösterir: "Eğer biriniz Uhud
dağı kadar altın tasadduk etse onlardan birisinin müdd'üne ve yansına
ulaşamaz." Buna sebep, o yardımın İslam fütuhatını gerçekleştirmeye ve
Allah'ın kelimesini yüceltmeye vesile olmasıdır. Kişinin bedenî olarak cihada
katılımı da böyledir. Sonrakiler bu konuda öncekilerin derecesine ulaşamazlar.
Çünkü öncekilerin sayıları, az yardımcıları sınırlı idi. Kötülükten nehyetmek
ise, sonraki müslümanlar için güçtür. Çünkü o zamanda iyiye yardımcı az,
münker ise çoktur. Bu yüzden Fahr-i kainat efendimiz "Dinine yapışan sanki
avııcunda kor tutar gibi olacaktır." buyurmuştur. Yani bir gün gelecek,
dinin emir ve yasaklarını gözeterek islamı yaşamak elde kor tutmak kadar zor
olacaktır. Önceki müslümanlar için ise böyle bir meşakkat sözkonusu değildir.
Şeyh İzzeddin'den
özetle naklettiğimiz bu bilgilerden anlıyoruz ki, sabırdan başka çarenin
kalmadığı günlerde, emri bi'1-maruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesini yapan veya
benzen güzel amel işleyen; yani o günde yapılması güç olan bir ameli işleyen
bir müslüman aynı ameli daha önce işleyen bir müslümanm alacağı sevabın elli
katım alacaktır. Yani hadisteki hüküm mutlak değil, yapılan amelin önem ve
meşakkatine göredir.
Bu hadis ve izah tam
günümüze ışık tutmaktadır. Bu gün için sadaka vermek, hac ve umre yapmak o
kadar güç değildir. Çünkü insanlar zenginleşmiş vasıtalar artmış, sıkıntılar
kalkmıştır.Ama nefsin haramlardan korunması, dünya zevklerine önem verilmesi,
cihad, emri bi'1-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker gibi ameller öyle değildir. Daha
güçtür, dolayısıyla sevabı da fazla olur.[147]
4342...
Abdullah b. Amr b. el-As (r.anhuma) dan; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: "İnsanların eleneceği (iyilerin gidip) kötülerin
kalacağı, ahid ve emanetlerinin bozulacağı ve ihtilafa düşüp şöylece-
parmaklarını biri biri arasına soktu olacakları zamanın gelmesi yakındır. -
veya geldiği zaman haliniz ne olur?" [148]
Oradakiler:
(O zaman) Biz ne
yapalım, ya Rasûlullah (s.a)? dediler, Rasûlullah
"İyi bildiğinizi
alır, kötü gördüğünüzü bırakırsınız. Kendinize ait işlere yönelir, umuma ait
işleri terkedersiniz.[149]
Ebû Davûd der ki:
Abdullah b. Amr vasıtasıyla tek vecihten böylece rivayet edildi.[150]
Peygamber (s.a) efendimiz
bir mucize olarak ileride olacak bazı olayları haber vermiş, yeryüzünü
kötülerin dolduracağını, insanların anlaşmazlıklara düşüp biribirlerine gireceklerini
emanete riayet ve ahde vefanın ortadan kalkacağını bildirmiştir. O gün
geldiğinde de; müslümanlara hak olarak bildikleri şeyleri yapmaya devam edip,
kötü bildiklerinden uzak kalmalarını, başkalarını bırakıp sadece kendi işleri
ile ilgilenmelerini tavsiye etmiştir.
Çünkü işaret edilen
zaman geldiğinde fesat artıp cehalet yayılacak, nasihat fayda vermeyecek,
vaizlere ve nasihatçılara kulak asılmayacak bu yüzden de emri bil-maruf nehyi
anil -münker vazifesi sağlıklı yapılmaya-b ilecek.[151]
4343...
Abdullah b. Amr b. el-As (r.anhuma) şöyle demiştir;
Biz Rasûlullah (s.a)'in
etrafında (toplanmış) oturuyor iken (o) fitneden bahsedip şöyle buyurdu:
"İnsanları;
ahidleri karışmış, emanetleri azalmış ve şöylece - parmaklarını biribirine
soktu- olmuş bir halde gördüğünüz zaman..."
Ben kalkıp:
"Allah beni sana
feda kılsın o zaman ne yapayım?" dedim:
"Evine kapan,
dilini tut, hak bildiğini al, kötü gördüğünü bırak. Kendine ait işlere sarıl,
ammeye ait işleri terk et." buyurdu.[152]
Bu hadis aşağı yukarı
önceki hadisin aynıdır. Fitnenin yayılıp ve nasihatin fayda vermediği, emri
bi'1-marûf ve nehy'i ani'l-münkerin kâr etmediği bir zamanda insanın kendi
şahsi ile meşgul olup başkalarını terketmesinin caiz olduğuna delâlet
etmektedir.
Avnü'l-Ma'bud
müellifi; "Bu, kötüler çoğalıp iyiler azaldığı zaman emri bi'1-ma'ruf nehyi
ani'l münkeri terketmeye ruhsattır" der.[153]
4344... Ebû
Said el-Hudri şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) "En efdal cihad, zalim
sultanın -veya zalim emirin-[154]
yanında adaleti söylemektir." Buyurdu.[155]
Hadisin Tirmizi'deki
rivayetinde, "en efdal cihad" yerine "cihadın en
efdalindendir." denilmektedir. İbn Mace'nin bir rivayetinde de
"adaleti söylemek" yerine "hakkı söylemek" denilmiştir.
Zalim sultanın yanında
hakkı veya adaleti söylemekten maksat ona iyiliği hatırlatıp kötülükten
men'etmektir. Bu hareketin en efdal cihad oluşu Hattabi'nin dediğine göre şu
yöndendir: "İnsan düşmanla savaş ettiği zaman galip mi geleceği, mağlup
mu olacağı belli değildir. Mağlubiyetten korktuğu gibi galibiyet umudunu da
taşır. Ama zalim bir hükümdarın yanında hakkı söyler onu kötülükten men etmeye
çalşırsa kesin bir şekilde kendisini tehlikeye atmıştır."[156]
4345... Urs
b. Amira el-Kindi (r.a)'den[157] rivayet edildiğine göre:
Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Yeryüzünde günah işlendiği (bir kötülük yapıldığı) zaman birisi
ona şahit olur da çirkin görürse -bir seferinde de inkar ederse demiştir - o
kötülükten uzakta olan kişi gibidir. Kötülükten uzakta olup da ona razı olan
ise ona şahid olan (birlikte olan) kimse gibidir."[158]
Hadis, kötülüğe kalben
buğzetmenin kişiyi sorumluluktan kurtaracağına delalet etmektedir. Sarihlerin
belirttiğine göre bu, kötülüğe dil ile mani olma gücüne sahip olmayanlar
hakkındadır. Azizî'nin dediğine göre bu durumda olan kişinin kalben
buğzetmesinin yanı sıra kendi kendine "Allahım, bu iş kötüdür. Ona razı
değilim" demesi efdaldir.
Yine hadisten
anladığımıza göre işlenen bir kötülüğün uzağında olmakla birlikte onu beğenen,
razı olan kişi, sanki kötülüğe şahit olup da ona iştirak etmiş gibi günah
kazanır.[159]
4346... Adiyy
b. Adiyy, Rasûlullah (s.a)'dan önceki hadisin benzerini rivayet etti Bu
rivayette Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
"Bir kimse
kötülüğe şahit olur da onu çirkin görürse, ondan uzakta olan kimse
gibidir."[160]
Bu rivayet de
yukarıdakinin aynıdır. Ancak bu rivayet mürseldir. Çünkü Adiyy b. Adiyy,
Rasûlullah (s.a)'i görmemiştir.
Yukarıdaki hadisin
dipnotunda belirttiğimiz gibi bu zat Urs b. Ami-ra'nın kardeşinin oğludur,
tâbiûn'dandır.[161]
4347...
Ebu'l Bahteri demiştir ki; Rasûlullah (s.a)'den işiten birisi, -Süleyman
Rasulullah'ın ashabından bir adam dedi-[162]
bana, Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: "İnsanlar,
günahları ve ayıpları çoğalıncaya kadar helak olmayacaklardır."[163]
"Günahları ve
ayıpları çoğalıncaya kadar", diye terceme ettiğimiz ya'zirü" kelimesi
if al babından
=yu'ziru" şeklinde de rivayet edilmiştir.
Bu fark, bir ravi
şüphesi olarak metinde mevcuttur. Bu fiilin hem sülasi-den hem if'âl babından
aynı manaya geldiğini söyleyenlere uyarak biz farklı rivayetlere tercemede
işaret edemedik. Azınlıkta kalan bir grup âlime göre ise kelimenin if al
babından manası, "Özrü izale etmek" demektir . o zaman bu cümlenin
manası: "Onlar için bir özür kalmaymcaya kadar...." olur.
Hadisin buradaki
rivayetinde sahabi ravi anılmamıştır. Taberi ise bu hadisi tefsirinde
Abdülmelik b. Meysere, ez-Zarid kanalıyla, Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet
etmiştir. Abdullah b. Mes'ud hadisi rivayet edince kendisine, "Bu nasıl
olur?" denilince; baskınımıza uğradıklarında sözleri; gerçekten biz
haksızdık demekten ibaret kalmıştır." [164]
ayetini okumuşlardır. İbn Mes'ud'un bu âyeti okuması sanki ikinci izahı desteklemektedir.[165]
4348... Abdullah
b. Ömer (r.amhuma) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) ömrünün sonunda bir gece
bize yatsı namazını kıldırdı. Selam verince ayağa kalktı ve "Bu geceyi
görüyorsunuz ya, işte bu geceden itibaren yüz sene sonra (bu gün) yeryüzünde
olanlardan hiç kimse kalmayacaktır." buyurdu.
İbn Ömer şöyle dedi:
"İnsanlar
Rasûlullah (s.a)'ın bu sözünü (anlamakta) hataya düştüler. Halbuki Rasûlullah
(s.a) Bu gün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır, buyurmuş, bu
müddetin bu asırda yaşayanları mahvedeceğini (haber vermek) istemiştir”[166]
Hadisin, Buhari'nin
kitabü'l-İIm'deki rivayetinde jkn Ömer'in izahı yer almamıştır.
Mevakitu'ssa-lat'daki rivayeti ise aynen buradaki gibidir.
Ibn Ömer'in izahından
da anlaşılacağı gibi onun zamanında bazı insanlar, üzerinde durduğumuz hadisi yanlış
anlamışlar korkuya kapılarak yüz yılın bitiminde kıyametin kopacağını
zannetmişlerdir. Nitekim Taberani ve daha başka bazı muhaddisler bunu Ebû
Mes'ûd el- Bedri (r.a)'den de rivayet etmişler ve Hz. Ali(r.a)'nin bu sözü
reddettiğini nakletmişlerdir. Yani hadiste kastedilen mana; yüzyılın bitiminde
kıyametin kopacağını bildirmek değil, o zaman hayatta olan neslin yüzyılın
bitimine kadar ölmüş olacaklarını haber vermektir.
Nitekim Rasûlullah'm
bu haberi bir mucize olarak gerçekleşmiş ve o zaman hayatta olan sahabilerin
tümü yüz sene içerisinde vefat etmişlerdir. Alimlerin araştırmasına göre bu
hadisin geçtiği sene hicretin onbirinci se-nesidir. En son ölen sahabi de,
Ebu't-Tufeyl Amir b. Vasîle (r.a)'dir, bu zatın vefat tarihi de H. 110'dur.
Bu hadisi şerif Hızır
aleyhisselam'ın hayatta mı yoksa ölmüş mü oldu-uğu konusundaki tartışmalara
önemli bir kaynak olmuştur. Rasûlullah'ın o dönemde yaşayanların hepsinin
yüzyıl içerisinde öleceğini haber vermesi, o zaman Hızır hayatta ise onun da
öleceğine delil kabul edilmiştir. Hızır aleyhisselamm hayatta olduğunu
söyleyenler ise "Bu hadis Hz. İsa, Hz. Hızır, melekler ve iblis'e Şamil
değildir. Yeryüzündekilerden maksat Rasûlullah'ın ümmetidir ki bunların bir
kısmı ümmeti icabet (müslüman-lar) bir kısmı da ümmeti davet (müslüman
olmayanlardır. Yukarıda saydıklarımız ise ümmet sınıfına dahil
değillerdir." derler.
Avnu'l-Ma'bûd müellifi
Azîmâbâdî, değişik kaynaklardan nakiller yaparak Hızır aleyhisselamın hayatta
mı yoksa ölü mü olduğu konusunda tartışmıştır. Şimdi bu tartışmayı özet olarak
vermek istiyoruz:
İmam Nevevî, ulemanın
çoğunluğunun Hızır'ın hayatta olduğu görüşünde olduklarını, ehli tasavvufun
ise bunda ittifak halinde olduklarını söyler.
Avnü'l-îvla'bud
müellifi Azimabadi, Nevevi'nin bu sözüne karşı çıkarak Hızır aleyhisselamın
hayatta olduğu iddiasının hatalı olduğunu söyler. Görüşünü de Hafız İbn Hacer
el-Askala'nı'nm bu konudaki sözleri ile destekler.
Azimabadi'nin
naklettiğine göre, Askalani, özellikle H. üçüncü asırdan sonra Hızır
hakkındaki hikayelerin çoğaldığını bu konudaki rivayetlerden çoğunun
isnatlarının zayıf olduğunu ifâde eder. Abdurrahman es-Sulemî ve Eb'ul - Hasen
b. Cehzam bu zayıf rivayetleri nakledenlerdendir.
Süheyli, Buharı, Ebû
Bekir b. Arabi, Ebu '1-Hattab b. Dihye, Ali b. Musa er-Rida, Ebû Hayyan, İbn
Ebi'1-fadl, Ebu'l-Hasen b. el-Mübârek, İbrahim el-Harbî, İnü'l-Cevzî, Ebû
Ya'lâ b. el-Arabî, Ebû Tahir b. El-Ibadî, Ebu'l-Hüseyn b. el-Münadi, gibi
alimlere göre hızır aleyhisselam hayatta değildir. İbn Hacer kendisi de aynı görüştedir.
Bu alimlerin görüşlerine dayanak teşkil eden şeyse; üzerinde durduğumuz hadis
ve Rasûlullah'ın Hızır ile hiç görüşmeyişidir. Çünkü eğer Rasûlullah'ın
hayatında Hızır aleyhisselam sağ olsa idi mutlaka kendisine gelir, onunla
cumaya ve cemaata iştirak eder, cihada katılırdı. Hz. Peygamber (s.a) bir
hadisinde, "Musa hayatta olsa idi mutlaka bana tabi olurdu."
buyurmuştur. Hz. Musa hakkında durum böyle olunca, Hızır aleyhisselamın,
hayatta olduğu halde efendimize tabi olmaması nasıl düşünülebilir.[167]
4349... Ebu
Sa'lebe el-Huşenî (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Allah (c.c) bu ümmete yarım gün (mühlet vermek) den aciz
değildir."[168]
4350... Sa'd
b. Ebi Vakkas (r.a)'den;
Rasûlullah (s.a)'in
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şüphesiz ben ümmetimin Rableri
katında, onlara yarım gün geciktirmesinden aciz olmadığını umarım."
Sa'de: "Yarım gün
ne kadardır?" denildi Sa'd: "Beş yüz sene" cevabını verdi.[169]
Bu terceme
AIiyyü'l-Kari'nin açıklamasına uygun olarak yapılmıştır. Maksat, kıyametin
anılan müddetten önce kopmayacağını ifâde etmektir. Rasûlullah (s.a) bu
sözüyle, "ümmetimin Allah katında, yarım gün (beş yüz sene) geçmeden onlar
üzerine kıyameti koparmayacak kadar yakınlığı verdir." demek istemiştir.
İbn Melek ve Tıybî
gibi alimler de hadisi Aliyyü'l Kârî'nin anladığı gibi anlamışlardır.
Aliyyü'1-Kari, bu manayı İbn Melek'in de tercih ettiğini bizzat keadisi ifade
etmiştir. Bu anlayışa göre manâ; "Kıyamet beş yüz sene sonra kopacak"
değil, "Beş yüz seneden önce kopmayacak" şeklinde anlaşılır.
Rasûlullah hadiste
"beşyüz sene" değil de "Yarım gün" tabirini kullanmıştır.
Ravi Sa'd b. Ebi Vakkas bunu, "beşyüz sene" diye izah etmiştir. Ravi
bu izahı: "Şüphesiz rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin
sene gibidir." (Hacc 47)
Ve gökten yere kadar,
olan bütün işleri Allah düzenler, sonra işler sizin hesabınıza göre bin yıl
kadar tutan bir gün içinde ona yükselir." (es-Secde, 32-5) ayetlerine
dayanarak yapmıştır.
Alkâmî ise hadisi
başka bir şekilde anlayıp izah etmiş, Avnu'l-Ma'bûd müellifi de bu izahı tercih
etmiştir.
Alkâmînin izahına
göre, hadisin tercemesi şu şekilde olacaktır: "Ben Alkamî'nin izahına
göre, hadisin tercemesi şu şekilde olacaktır: "Ben ümmetimin
(zenginlerinin mahşerde) Rableri önünde (cennete girmekte fakirlerden) yarım
gün sonraya bırakılmaya (sabırda) aciz olmayacaklarını umarım."
Bu anlayışa göre de
yarım gün ahiret günlerindendir ve beşyüz seneye denktir. Bu izaha göre hadis
kıyamete hamledilmiştir.
Hadisin kıyametin
yaklaşması babında yer alması, Ebû Davud'un da hadisi AIiyyü'l-Kari'nin
anladığı gibi anladığına delalet etmektedir.
Tîbî'de karşı anlayışı
tenkid etmiş ve bunun vehm olduğunu söylemiştir.[170]
[1] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/412.
[2] Bu hadis iki yoldan rivayet edilmiştir.Birisi metinde
olduğu gibi müsneddir. öbüründe ise Abdurrahman b.Şüreyb, Ebû Alkame ve Ebû
Hureyrc'yi anmadan, .sanki Şerahîl Rasullullah'tan duymuş gibi rivayci etmiştir.
Bu şekilde aynı yerde iki veya daha çok ravi düşürülerek rivayet edilen
hadislere Mu'dal Hadis denilir. Ancak Abdurrahman sika bîr ravidir. Buhari ve
Müslim onunla ihticac etmişlerdir. Bu hadisi .sadece Ebû Davud rivâyel
etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/412.
[3] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/412-415.
[4] Bir nüshada, “veya Zi mıhmer" şeklindedir. Şüphe
musannif Ebu Davud'a aittir. Zî Mihber Peygamberimizin hizmetçisi İbn
Ebin-Necaşi'dir. Cübeyr b. NüTcyr ve başkaları kendisinden hadis rivayet dinişlerdir.
Şamlılardan sayılmaktadır, İbn Mâcede de Ebu Davud'un bir nüshasında şüpheli
olarak belirttiği Zi Mıhmer şeklinde varid olmuştur.
[5] İbn Mace, fiten, 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/415-416.
[6] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/416-417.
[7] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/417.
[8] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/417.
[9] Şüphe ravilerden birisine aittir.
[10] Ahmed, b. Hanbel V, 222,245.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/417-418.
[11] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/418-419.
[12] Tirmizi. filen 58: İbn Mace. filen 35; Ahmet b. Hanbel
V, 234.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/419.
[13] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/419.
[14] İbn Mace, fîten 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/420.
[15] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/420.
[16] Bu terceme Avnü'l-Ma'bud'un izahına göre yapılmıştır.
Bezlü'l-Mechûd'laki izaha göre "yemek yiyenlerin cırnakları etrafında
toplandıklar) gibi" şeklinde olur.
[17] Ahmet, II, 259; V. 278.
[18] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/421.
[19] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/421-422.
[20] Ahmed b. Hanbel VI, 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/422.
[21] Bu hadis, Aynü'l Ma'bud ve Bezlü’l -Mechûd'da önceki
hadisin devamı olarak yer almıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/423.
[22] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/423.
[23] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/423-424.
[24] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/424.
[25] Ahmed b. Hanbel. VI, 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/424.
[26] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/424.
[27] Nesâî,Cihâd 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/425.
[28] Tevbe (9) 36.
[29] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/425-426.
[30] Müslim, fiten 62. 63. 65, Nesai, cihad 42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/426.
[31] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/426-427.
[32] Buhari. cihad 95. 96: Menalîb, 26; Müslim, filen 64.
66: İbn Mace, filen 36: Tirmizi, filen 40: Ahmed Hanbel 11,530.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/427.
[33] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/427-428.
[34] Bu tefsir sahabi veya tabiî raviye aittir.
[35] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/428.
[36] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/428-430.
[37] Sadece Ebû Davûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/430.
[38] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/431-432.
[39] Hadisi sadece Ebu Davûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/432.
[40] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/432-433.
[41] Sadece Ebu Davud rivayet etmiştir.
[42] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/433-434.
[43] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/434-435.
[44] Buhârî, Hac 49: Müslim, fiten 57. 58, 59; Ahmet b.
Hanbel V, 371.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/436.
[45] Bk. Ankebut (29) 67.
[46] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/436-437.
[47] Hakem b. Eb’l, As b. Ümeyye’dir.Abdül-Melik’in
babasıdır.H. 64 yılında halife
olmuştur.Kendisi sahabe değildir.
[48] Dabbe: Hayvan demektir. Bundan sonra gelecek olan
hadisle izah edilecektir.
[49] Müslim, fiten 118; İbn Mâce. fiten 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/437-438.
[50] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/438-439.
[51] Müslim, Fiten 39, 40; Tirmizi, filen 21: İbn Mâce,
filen 25. 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/439-440.
[52] Yasin (26), 82.
[53] Neml (27) 82.
[54] İbn Mâce. sünen, fiten 31.
[55] Bk. Elmalılı M.H.Yazır. Hak Dini Kur'an Dili, V 3701 ve devamı.
[56] bk. Kehf sûresi (18) ayet 93-98.
[57] Tecrid-i Sarili Terceme ve şerhi 9.97 (2 nolu dipnot).
[58] Müslim, filen \ 10; İbn Mace. filen 33, 59; Ahmed b.
Hanbel, müsned, 1,375; 11,510.
[59] İbn Mace, fiten 32. (Bu bölüm hadisin yarısından
sonraki kısımdır. Daha önceki kısmı Deccal ile ilgilidir.)
[60] Buharı, enbiya 49: Müslim. İman 242.
[61] Duban. 10.
[62] Buharı, fiten 24: Müslim, İnen 42.
[63] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/440-448.
[64] En'am 6, 158.
[65] Buharı, filen 26: Müslim, iman 248; İbn mace. filen
32: Nesaî, cuma 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/448.
[66] Nesai. Medariku't-Tenzil, II, 42.
[67] Muhtasar-ı Tefsiri İbn Kesir, I. 636.
[68] İbn Mace, filen 32; Hadis no: 4070.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/448-449.
[69] "Açığa çıkarma" diye terceme etliğimiz
kelimesi "açılmak" manasına gelir, başlığın harfi tercemesi
"Fırat'ın hazinesinden açılması" demektir.
[70] Buhari, fiten 25; Müslim, fiten 30; Tirmizi,
Sıfatü'l-cenne, 26; İbn mace, Filen 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/450.
[71] Müslim, fiten 31; Tirmizi, sıfatu'l- cenne, 26; Buhari
fiten 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/450.
[72] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/450-451.
[73] "Ondan" kelimesinin. Deccal 'in yerine
kullanılmış olması da, Ebu Mes'ud'un yerine kullanılmış olması da muhtemeldir.
[74] Buhari fiten 27; Müslim, fiten 108.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/451-452.
[75] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/452-453.
[76] Buhari, fiten 27; Müslim, filen 101: Tirmizi, fiten,
56.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/453-454.
[77] Önceki rivayetle Deccal'ın gözleri arasındaki yazının
kafir olduğu, bu rivayetle ise kefere olduğu bildirilmektedir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/454.
[78] Müslim, fiten 103.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/454.
[79] Müslim, filen 100.
[80] Müslim, fiten 104.
[81] Müslim, fiten 103.
[82] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/454-456.
[83] İçine düştüğü şüphelerden maksat; Sihir, ölüleri
diriltme ve benzeri istidrac olaylarıdır.
[84] Şek bir raviye aittir. Bundan sonra o ravi
"Şeyhim .sek ile böyle dedi" demiştir.
[85] Ahmed b. Hanbel. IV, 431, 441.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/456.
[86] Ahmet b. Hanbel, V. 324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/456-457.
[87] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/457.
[88] Müslim, fıten 110; İbn. Mâce, fiten 33 Tirmizî, fiten
59; Ahmet b. Hanbel, III. 420, IV. 226.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/457-458.
[89] Geniş bilgi için bk. C. II, sh. 122, 123.
[90] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/458-462.
[91] İbn Mâce, fiten 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/463.
[92] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/463-464.
[93] Müslim, salatü'l-müsafirun, 257; Tirmizi,
sevabu'l-Kur'an, 6: Ahmed, b. Hanbel V, 196.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/464-465.
[94] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/465-466.
[95] Sadece Ebu Davut rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/466.
[96] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/466-468.
[97] Cessase: Haber toplayan demektir- Nevevi'nin dediğine
göre bu yaratık Deccal'e haber topladığı için bu adı almıştır.
[98] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/468-469.
[99] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/469-470.
[100] Ravi hadisi uzun uzadıya anlatmış, ancak Ebu Davud
ihtisar diniştir. Hadîsin tamamı Sahih-i Müslim'de mevcuttur, bu fazlalığa
açıklama bölümünde işaret edilecektir.
[101] Müslim, fiten 119.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/470-472.
[102] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/472-473.
[103] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/473-474.
[104] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/474.
[105] Bazı nüshalarda, haber istemek üzere"
şeklindedir.
[106] Bazı nüshalarda '"İbn Said"lir. Aşağıda gelecek
oları haberde de İbn Said'fir. Biz izahla metne bakarak İbn Sayyad dedik.
[107] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/474-475.
[108] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/475-476.
[109] Bazı nüshalarda "İbn Sayyad" şeklindedir.
[110] Bu soru Buhari ve Müslim'deki rivayetlerde:
"Senneler görüyorsun?" şeklindedir.
[111] Bu tabir köpeği kovmak için kullanılan bir tabirdir.
[112] Buhari. cenaiz 80; cihad 173; Müslim, fiten 95;
Tirmizi, fiten 63.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/476-478.
[113] Bu Talik Buhârı’nın hem Cenaiz hem de cihad konu
kumduk i rivayetlerinin sonunda vardır.
[114] İbn Sayyad'm sözü olarak verdiğimiz bu cümleler mana
olarak aktarılmıştır. Bu rivayetler için bk Sahih-i Müslim, fiten, 89, 90, 91.
[115] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/478-482.
[116] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/482.
[117] Buharı, İ'tisâm 22; Müslim, fiten, 94.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/482.
[118] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/482-483.
[119] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/483.
[120] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/483-484.
[121] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/484.
[122] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/484.
[123] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/484-485.
[124] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/485-486.
[125] Maide: 5/78-81.
[126] Parantez içerisindeki kısım bu rivayette mevcut
değildir. Ancak mananın anlaşılması için bu takdire ihtiyaç vardır. Bir
sonraki rivayet bu ilaveyi içermektedir. Tirmizi, Tefsîru'l - Kur'an, 5,6,7:
İbn Mace. fiten 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/486-487.
[127] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/487.
[128] Ahmed b. Hanbel, müsned V, 192.
[129] Gazzali, İhyâ-u ulumi'ddin, II, 376 (Taberani ve
Bezzar'dan)
[130] Maide, 5/78-81.
[131] Al-i İmrân, III, 110.
[132] Al-i İmran, III, 104.
[133] Fahreddiner - Razi, Mefâtihu'l-gayb, III, 27.
[134] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/487-490.
[135] Fetevây-i Hindiyye, V, 352, 353.
[136] Tirmizi, Tefsîru'l - Kur'an, 5,6.7; filen 8; İbn Mace,
fiten 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/490-491.
[137] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/491.
[138] İbn mâce, fıten 20; Ahmet b. Hanbel IV, 361, 363. 364, 366.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/492.
[139] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/492.
[140] Hennad ve Ebu'l A'la, Ebu Davud'un hadisi rivayet
elliği üsiadlardır. Hennad hadisi kısa kesmiş. Ebu'l.Ala tamamını rivayet
etmiştir.
[141] Müslim. el-İyman 78: Timizi, fıten 11; İbn Mace, fiten
21; Nesai, iyman 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/492-493.
[142] Fetavay-ı Hindiyye, V, 353.
[143] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/493-494.
[144] Aynu’I-Ma'budlaki bir izaha göre mana "İyiliğe
imtisal ediniz, kötülükten kaçınınız" şeklindedir.
[145] Tirmizi, tefsir 6; İbn Mâce, fiten 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/494-495.
[146] Müd: 832 gr. buğday alan bir ölçek
[147] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/495-497.
[148] Buradaki şek raviye aittir.
[149] İbn Mâce, filen 10; Ahmed b. Hanbel II, 220, 221.
[150] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/497-498.
[151] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/498.
[152] îbn Mace, filen. 10; Ahmed b. Hanbel II, 162, 212,
220, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/498.
[153] Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499.
[154] Şüphe ravilerden birisine aittir.
[155] Tirmizi, fiten 13: İbn Mace, filen 20; Nesai, biat 37;
Ahmed. b. Hanbel III, 19, 61; IV, 314, 315.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499.
[156] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499.
[157] Amira Urs'un annesidir. Babasının adı Kays'dır.
Zehebî'nin bildirdiğine göre Urs b. Amira Adiyy'in kardeşidir. Kardeşinin oğlu
Adiy b. Adiy kendisinden hadis rivayet etmişür. Urs b. Amira şahabıdır.
[158] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/499-500.
[159] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500.
[160] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500.
[161] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500.
[162] Hadisi Ebu Davud'a Süleyman b. Harb ve Hafs b. Ömer
rivayet etmişlerdir. Birinci rivayet Hafs'a, ikincisi de Süleyman'a aittir.
[163] Ahmed, b Hanbel
IV, 260; V, 293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/500-501.
[164] A'râf, 7/5.
[165] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/501.
[166] Buharî, ilim 41; Mevâkit Salât 40; Muslim.
fedâilu's-sahabe, 216; Tirmizi, fi ten 64; Ahmed b. Hanbel, II, 88.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/501-502.
[167] bkz. Aynu’I-Ma'bûd, XI. 504 ve devamı; İbn Hacer
el-Askalanî, el-İsabe fi TemyiziVSahâbe, I, 441.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/502-503.
[168] Ahmed b. Hanbel, IV, 193.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/503-504.
[169] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/504.
[170] Sünen-i Ebu
Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/504-505.