29. HARFLER VE KIRAATLAR BÖLÜMÜ
1. Abdullah B. Muhammed
En-Nüfeyli'nin Rivayeti
3. Kuteybe B. Said'in Rivayeti
4. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti
5. Kuteybe B. Said'in Rivayeti
6. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti
8. Osman B. Ebî Şeybe'nin Rivayeti
11. Muhammed B. Yahya El-Kutaî'nin
Rivayeti
12. Muhammed B. Kesir'in Rivayeti
13. Muhammed B. Abdullah'ın Rivayeti
14. Musa B. İsmail'in Rivayeti
16. İbrahim B. Musa'nın Rivayeti
17. Muhammed B. Abdurrahman'ın
Rivayeti
18. Muhammed B. Mes'ud El-Missisi'nin
Rivayeti
20. Osman B. Ebî Şeybe'nin Rivayeti
21. Ahmed B. Abde'nin Rivayeti
22. Muhammed B. Râft En-Neysabûrî'nin
Rivayeti
23. Müslim B. İbrahim'in Rivayeti
24. Ahmet B. Hanbel'in Rivayeti
27. Ahmet B. Salih'in Rivayeti
29. Muhammed B. Ubeyd'in Rivayeti
30. Osman B. Ebi Şeybenin Rivayeti
32. Ahmed B. Hanbelin Rivayeti
33. Said B. Yahya El-Umevî'nin
Rivayeti
34. Osman B. Ebi Seybe'nin Rivayeti
35. Muhammed B. İsa'nın Rivayeti
36. Ebû Ma'mer Abdullah , Amr'ın
Rivayeti
38. Ahmed B. Salih'in Rivayeti
39. Ca'fer B. Müsâfir'in Rivayeti
40. Musa B. İsmail'in Rivayeti
3969... Cabir
(r.a)'den rivayet olunduğuna göre;Peygamber (s.a.v), "Siz de İbrahim'in
makamından bir namaz yeri edinin”[2] (şeklinde, emir siyasıyla) okumuştur.[3]
Hadis-i şerif, ayet-i
kerimede ki kelimesini sigasıyla
"ittehüzü" şeklinde okunması gerektiğini söyleyen kıraat alimlerinin
çoğunluğunun delilidir. Meşhur olan kıraat da
budur. Bu görüşte olâri
kıraat imamlarına göre,
bu kelime"[4]
ayet-i kerimesinde bulunan "özkürü" kelimesine matuf olduğu için
emir kabblannda "ittehızü" şeklinde okunması gerekir.
Nafî ve Amr'a göre ise
bu kelime, noktalı ha'nın üstünü ile "ittehazû" şeklinde okunması
gerekir. Nitekim Tirmizi'nin rivayeti de bu görüşü doğrulamaktadır. Bu durum
söz konusu kelimeyi her iki şekilde okumanın da caiz olduğunu gösterir.[5]
3970... Aişe
(r.anha) dan rivayet olunduğuna göre;
Bir adam geceleyin kalkıp
(Kur'an) okumuş, Kur'an okurken de sesini yükseltmiş. Sabah olunca Resulullah
(s.a.v) (onun hakkında):
"Allah falancadan
razı olsun. O bu gece benim (unutarak) atlamış olduğum bazı ayetleri bana
hatırlatmış oldu."[6]
demiş.[7]
Musannif Ebu Davud bu
hadisi zekretmekten makşadı, içerisinde bulunan ve değişik şekillerde okunabilen
"kâin" kelimesine dikkati çekmektedir.
Al-i imran suresinin
146. ayet-i kerimesinde de geçen "nice" anlamına gelen bu kelmeyi ibn
Kesir burada olduğu gibi "kain" şeklinde okuduğu halde, diğer kırat
imaları "keeyyin şeklinde okumuşlardır. Bu yüzden hadis-i şerif, söz
konusu kelimenin kain şeklinde okunacağını söyleyen Yahya İbn Kesiftin
delilidir.
Avnii'l Ma-bûd
yazarının açıklamasına göre, bu kelime Sünen-i Ebu Davud'un bazı nüshalarında
"keeyyin", bazılarında da "keeyyinin" şeklinde
geçmektedir. Çünkü bu kelimeyi yukarıda görülen üç şekilde de okumak caizdir.
Hafız Süyûtî,
Mirkatu's Süûd isimli eserinde bu kıraatlar içerisinde en meşhurunun
"keeyyin" şeklindeki kıraat olduğunu söylüyor.
Hadisten çıkartılan
bazı Hükümler
1- Kâinün
kelimesini "keeyyin ve keeyyinin" şekillerinde de okumak caizdir.
2- Hz.
Peygamberin ümetine tebliğ ile mükellef olduğu hükümleri, tebliğ ettikten sonra
unutması caizdir. Fakat tebliği ile mükellef olmadığı hususları her zaman
unutabilir. Cumhuru ulemânın görüşü budur. Kadı Iyazla İmâm-ı Nevevî ve Hafız
ilan-i Hacer böyle demişlerdir.[8]
3971... İbn
Abbas (r.a)'m azatlı kölesi Mıksem; İbn Abbas'ın şöyle dediğini söylemiştir:
Şu, "Bir
Peygamber'in ganimet malını gizlemesi (emanete hiyanet etmesi) asla
olamaz"[9] (mealindeki) ayet-i kerime
Bedir (savaşı) günü,
(ganimetler arasında
kaybolan kırmızı kadife (den bir kese) hakkında inmiştir. (Bu kese) Bedir
(savaşı) günü kayboldu. (Münafıklardan bazı kimseler, (Bunu) belki de
Resulullah almıştır, diye dedikodu etmeye başladılar. Bunun üzerine Aziz ve
Celil olan Allah "Bir peygamber için ihanet etmek asla olamaz"
ayetini -sonuna kadar- indirdi. Ebû Davûd dedi ki; kelimesinin ya'sı
üstünlüdür) [10]
Bilindiği gibi,
Peygamberlerde bulunması vacip olan sıfat1ardan biri de emanet (güvenilir
olmak) sıfatıdır. Bu sıfatın zıddı olan ihanet sıfatının peygamberlerde
bulunması imkansızdır. Çünkü kendisinde bu sıfat bulunan kimsenin peygamber olması
mümkün değildir. İşte Yüce Allah bu ayet-i kerimesiyle bir taraftan Bedir
ganimetlerinin arasından kaybolan kadife bir keseden dolayı Hz. Peygamberini de
temize çıkarırken, diğer taraftan peygamberlerde ihanet sıfatının hiçbir surette
bulunmayacağını ifade buyurmuştur.
Musannif Ebu Davud'un
burada bu hadisi rivayet etmekten maksadı, ayet-i kerimede geçen kelimesine
dikkati çekmektedir. Çünkü bu kelimeyi farklı şekillerde okumak mümkündür.
Kıraat imamlarının eksenli bunu, ya'nın fethası ve gayn'da zammesi ile
"yegulle" şeklinde okumuşlardır.
Musannif Ebu Davud'un
hadisin sonundaki açıklamasından da anlaşılacağı üzere, mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerif, bu kelimenin "yagulle" şeklinde okunabileceğini ifade
etmektedir.
İmam Hamza ile Nâfî
Âmir ve Kisaî ise bu kelimeyi meçhul siğasiyla veya if'al babı siğasıyla yani
"yûgalle" şeklinde okumuşlardır.
İbn Reslân'ın
açıklamasına göre bu kelimeyi sadece Nâfî ile el-ihvan ve eş-Şâmî meçhul
siğasıyla okumuş, bunların dışındaki kıraat imamlarının tümü
"yegulle" şeklinde okumuştur. "Yeğulle" şeklinde okunduğu
zaman ayetin manası tercümede arz ettiğimiz gibidir.
"Yugalle"
şeklinde okuduğumuzda ise meçhul kalıbından geldiği kabul edilirse şöyledir:
"Bir peygamber (ümmeti tarafından) ihanet edilmesi asla (doğru)
olamaz."
îf'al babından olduğu
kabul edilirse mana şöyledir: "Bir peygambere ihanet isnad edilmesi asla
(doğru) olamaz." Bu okunuşların hepsi de ayet-i kerimenin ruhuna uygundur.[11]
3972... Enes
b. Malik, Peygamber (s.a.v)'in;
"Ey Allah'ın,
cimrilikten ve aşırı yaşlılıktan sana sığırım" diye duâ ettiğini
söylemiştir.[12]
Bu hadisin bu bölümle
ilgisi, metinde geçen kelimesidir.
Avnü'l Ma'bud
yazarının açıklamasına göre, bu kalimedeki ba harfi bazı el yazması nüshalarda
ve başlıklarda ötreli olarak "buhl" şeklinde hare-ketlenmiştir. Ve
"Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emrederler"[13]
ayet-i kerimesinin tefsirinde müfessirler, cumhurun bu kelimeyi banın ötresi
ve noktalı hanın sükûnu ile "buhl" şeklinde okuduklarını söylemişlerdir.
Ensarın lugatında bu kelime "ba" ve noktalı "ha" nın
fethalanyla "behal" şeklinde, okunur. Bahl ve "buhul"
şekillerinde de okunur. Bunların hepsi de çeşitli ara.p kabilelerine ait
telaffuz şekilleridir. Nitekim Kamus yazarı da böyle demiştir.[14]
3973...
Lakıt b. Sabire'den (şöyle) dedi(ği) rivayet olunmuştur: Ben Elmüntefik
oğullarının Resulullah (s.a)'a giden elçileri, yahutta müntefik oğullanma
heyeti içerisinde idim. (Ravi Lakıt sözlerine devam ederek 142 numaralı) hadisi
(olduğu gibi) nakletti. Sonra da (şöyle) dedi: Peygamber (s.a.v)
(konuşurken) kelimesini (si'nin
esresiyle) "lâ tahsibenne" diye telafuz etti, "vela
tahsebenne" diye telaffuz etmedi.(*)[15]
Musannif Ebû Davud'un
bu hadisti şerifi burada rivayet etmekten
maksadı kelimesindeki sin hafinin üstünlü ve esreli olarak
okunabileceğine dikkatleri çekmektedir. Çünkü hadis-i şerifte Fahri Kainat
Efendimizin bu kelimeyi esreli olarak okuduğu ifade edilmektedir.
Bu mevzuda Avnü'l
Mabud yazan şöyle diyor: "O ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeyle
övülmeyi sevenlerin "onacaklarını sanma"[16]
ayet-i kerimesindekî kelimesini Şamî, Hamza ve Âsim, "sin" in
üstünüyle, geri kalan kıraat imamları da sinin esresiyle okumuşlardır, el-Gays
ve Lisanu'1-Arab isimli lügat kitaplarında bu kelimelerin her iki şekilde de
okunabileceği ifade ediliyor.
Bezlü'l Mechud yazarı
da, cumhur ulemanın bu kelimeyi sinin fethasıyla okuduğunu söylemiştir. Bu
hadisle ilgili fıkhi açıklama 142 nolu hadisin şerhinde geçmiştir.[17]
3974... İbn
Abbas'dan rivayet edilmiştir;
Müslümanlar kendisine
ait küçük bir koyun sürüsü içerisinde bulunan bir adama rastladılar. (Adam
onlara) "Es-selamu aleyküm= Allah'ın selamı sizin üzerinize olsun"
diyerek selam verdi. (Onlar da) onu öldürdüler bu sürüyü ele geçirdiler. Bunun
üzerine, "Size selam verene dünya hayatının geçici menfatini gözeterek;
Sen mü'min değilsin, demeyin..."[18]
(Yani) şu küçük davar sürüsü gibi (geçici menfaatlere göz) dikerek böyle işler
yapmayın) ayet-i kerimesi indi.[19]
Bu hadis-i şerif,
metinde geçen ayet-i kerimedeki kelimesini lam'dan sonra bir elif olduğunu
kabul ederek "selâmun" şeklinde okuyan kıraat imamlarının delilidir.
Nâfi ile ibn Ömer ve Hamza bu kelimeyi elifsiz olarak "es-selem) şeklinde,
diğer kıraat imamları ise "es-selam" şeklinde okumuşlardır. Eban b.
Zeyd, Asımdan rivayetle bu kelimenin "itaat etmek, boyun eğmek" anlamlarına
gelen "sihri" şeklinde de okunacağını söylemişlerdir. el-Hocendî de
bu kelimeyi "selm" şeklinde okumuştur, ibn Abbas da böyle
okumaktadır. "Selm", teslim olarak itaat altmagirmek demek olduğundan
bu okunuşa göre ayet-i kerime (la ilahe illallah demek suretiyle) size teslim olan
kimseye, dünya hayatının geçici menfaatlerini gözeterek, sen mümin değilsin
demeyin" anlamına gelir.
Sözü geçen kimse Âmir
b. el-Ezbat el-Escaî'dir. Müslümanlar onu kendini ölümden kurtarmak için selam
vermek suretiyle zahirden müslüman görünmek isteğini zannederek öldürmüşlerdir.[20]
3975... Zeyd
b. Sabit (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber 's.a),
(özürlü anlamına gelen) [21]
kelimesini ranm fetfasıyla gayre şekilde) okurmuş.
(Ebu Davud dedi ki: Ancak
bu hadisin ravilerinden) Saîd b. Mansûr (Muhammed b. Süleyman'ın rivayetinde
geçen) "okurdu" kelimesini rivayet etmedi.[22]
Hadis-i şerifte söz
konusu edilen ayet-i kerimenin tamamı meâlen şöyledir: "İnsanlardan
özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda
cihad edenle bir olmaz."
Musannif Ebû Davud'un
açıklamasından anlaşıldığına göre, bu hadis-i şerif kendisine birisi Said b.
Mansûr, diğeri Muhammed b. Süleyman olmak üzere iki yoldan ulaşmıştır.
Bunlardan Muhammed'in rivayetinde "okurdu" anlamına gelen "kâne
yekrau" cümlesi bulunduğu halde Said'in rivayetinde bu yoktur.
Hadisin kıraatla
ilgili yönü, içerisinde geçen "gayr" kelimesidir. Hadis-i şerif, Hz.
Peygamber'in bu kelimeyi okurken son harfini fethah okuduğunu, binaenaleyh bu
kelimenin "gayre" şeklinde okunabileceğini ifade etmektedir. Bu
sebeple Mekke ve Medine kurrası bu kelimeyi böyle okumuşlardır.
Bu okuyuş, sözü geçen
kelimenin kelimesinden hal olmasıyla ilgilidir. Nafî ile İbn Amir ve Kisâî de
böyle okumuşlardır. Zec-cac ise bu kelimenin "el-kaidûne"
kelimesinden mütesna olarak "ra" nın ötresi ile "gayru"
şeklinde okunabileceğini söylemiştir.
Ayrıca bu kelimeyi
kelimesinin sıfatı olarak "gayri" şeklinde okumak da caizdir.[23]
Avnü"l Mabud
yazarının açıklamasına göre, bu kelimenin ra'sını ötre-li olarak okumanın
cevazına sebep, "el-kaidun" kelimesine sıfat veya bedel
olabilmesidir. Nitekim Yahya ibn Kesir ile ebu Amr, Hamza ve Asım onu böyle
okumuşlardır. Beyzavî de böyle demiştir.[24]
3976... Enes
b. Malik'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v) şu ayet-i kerimeyi
okudu ve (içerisinde bulunan) kelimelerini "elaynü bilayni" şeklinde
okudu.[25]
Metinde geçen gaibe zamirinin
bir mercii olması gerekir. Ancak zahirde bir mercii olmadığına göre, söz
konusu, zamirin merciinin Hz. Enes'in zahrinde tuttuğu bir ayet-i kerime
olması icabeder. Hadisin sonunda geçen
kelimesine
bakılırsa Hz. Enes'in
zihninde tuttuğu ayetin şu ayet-i Kerime olması gerekir: "Onda"
(Tevratta) onlara; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve
yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık.”[26]
Kisâî, ayet-i kerimede
geçen "Elayn" kelimesinin ve onu takip eden "Elenf",
"el-üzün", "es-sinn", "el-cüruh" kelimerinin son
harflerini ötreli okumuş. İbn Kesir, Ebu amr ve Abu Amir ise, sadece
"el-cüruh" kelimesini ötreli olarak okumuş, İbn-i kesîr, Ebû Amr ve
Ebû Âmir ise sadece el-curûh kelimesini ötreli olarak okumuş geri kalan kıraat
imamları ise bu kelimelerin tümünü üstünlü okumuşlardır.[27]
3977... Enes
b. Malik"den rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a.v),
"Onda (Tevratta) onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş ve yaralara karşılık kısas yazdık"[28]
mealindeki ayet-i kerimeyi); şeklinde
okumuştur.[29]
Bu hadis-i Şerifte
geçen ayet-i Kerimedeki kelimelerin
kıraatıyle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerifinde geçmiştir.[30]
3978...
Atiyye b. Sa'd El-Avfî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: "o Allah'dır ki,
sizin za'fdan yarattı"[31]
ayetini Abdullah b. Ömer"in yanında (kelimesinin ilk harfini üstün
olarak) okudum? da bana; "min du'fin" oku, dedi (ve sözüne şöyle
devam etti): "Ben bu ayeti Resulullah (s.a.v)'a senin bana okuduğun
şekilde okudum da benim sana itiraz ettiğim gibi bana itiraz etti."[32]
Müfessir Beğavi'nin
açıklamasına göre; hadis-i şerifte söz konusu edilen kelimesinin
"dat"ı Ötreli olarak da üstünlü olarakta okunur. Kureyşliler
"dat"ın ötresiyle, Temin kabilesi de ''daf'ın üstünüyle okurlar.
Nesefi'nin
açıklamasına göre, Kıraaat imamları da ötreli okurlar. Asım ile Hamza bu harfi
üstünlü, diğer kıraaat imamları da ötreli okurlar. Fakat mevzumuzu teşkil eden
haris-i şerif bu harfi ötreli okumanın üstünlü okumaya nisbetle daha sıhhatli
olduğuna delalet etmektedir.[33]
3979... Ebu
Saîd'den rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a.v) (Rûm
sûresinin 54. ayet-i kerimesinde geçen) (kelimesini dat'ın ötresiyle du'fin
şeklinde okumuştur.[34]
Bu hadisle ilgili
açıklama osr önceki hadisin şerhinde geçmiştir.[35]
3980...
Abdurrahnıan b. ebza'dan rivayet olunduğuna göre;
Übeyy b. Ka'b,
"deki: Allah'ın lütfuyla, rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlansınlar
"[36]
ayet-i kerimesini (şeklinde okumuştur. Ebû Davûd dedi ki: kelimesi k'(tâ) ile
okunur.[37]
Metinde geçen
"feltefrahu" kelimesinin mütevatirdan kıraaat şekli ..
feıyefrahu"dur. Bu kelimeyi "felatefrahu" şeklinde okumak meşhur
yahutta şaz bir kıraattir. Zeyd b. Sabit'in de bu kelimeyi
"feltefrahu" şeklinde okuduğu rivayet edilmektedir.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerif, bu kelimenin bu şekilde okunabileceğine delalet ettiği gibi,
3981 numaralı hadis-i şerif de bu kıraatin caizliğini teyid eder.
Bu durumda ayet-i
kerimenin meali şöyle olur: "Deki... Ey Muhammed ashabı, Allah"m
lütfuyla , rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlanın."[38]
3981...
Übeyy b. Kab'dan rivayet olunduğuna göre;
Paygamber
(s.a.v)"Deki: Allah'ın lütfuyla, rahmetiyle ancak onunla ferahlansınlar"
(anlamındaki, Yunus suresinin 58. ayet-i kerimesini); "Bifadlillahi ve
birahmetihi febizalike feltefrahu hüve hayrun mimma tecmeûn" şeklinde
okumuştur.[39]
Bu hadis-i şerifte
farklı şekillerde okunabilen iki kelimeye dikkat çekilmekte ve bu kelimeleri
Hz. Peygamber'in nasıl okuduğu açıklanmaktadır.
Bu kelimelerin biri
"feltefrahu" kelimesidir. Biz bu kelime ile ilgili kıraat
şekillerini bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum
görmüyoruz.
İkinci kelime ise
"tecmeun" kelimesidir. Bu kelimeyi de "ta" ve
"ya" harfleriyle okumak caizdir. Bezlü'l Mechud yazarının açıklamasına
göre, bu kelimeyi ibn Amir "tâ" ile, diğer ku'aat imamları ise
"ya" ile okumuşlardır.[40]
3982... Esma
bin. Yezid'den rivayet olunduğuna göre;
Kendisi Peygamber
(s.a.v)'i ("Onun yaptığı uygunsuz bir iştir"[41] mealindeki
ayet-i kerimeyi) (şeklinde) okurken
işitmiş.[42]
Bu hadis, ayet-i
kerimede geçen kelimesinin
"amile" şeklinde ve kelimesinin de üstünlü "ra" ile
"gayra" şeklinde okunabileceğini, çünkü, Hz. Peygamber’in bu kelimeleri
böyle okuduğu ifade edilmektedir.
Hattabi'nin
açıklamasına göre, Yakub ile Kısâî bu hadis-i şerife dayanarak bu kelimeleri
böyle okumuşlardır. Bu okuyuşa göre ayet-i kerimenin manası şöyle olur:
"Senin oğlun yaramaz bir iş yapmıştır." Yani şirk koşmuştur.
Diğer kıraat imamları
ise bu ayet-i "innehu amelun gayru sâlikin" şeklinde okumuşlardır.
Bu okuyuşa göre "innehu" kelimesinde bulunan zamirin iki mercii
olabilir.
1. Hz.
Nuh'un oğlu.
2. Hz.
Nuh'un Allah'tan istediği oğlunun boğulmaktan kurtarılması işi. Binaenaleyh bu
kıraat'a göre ayet-i kerimeye iki şekilde de mana vermek mümkündür.
1. "Ay
Nuh, senin oğlun faydasız bir iş (sahibi) dir."
2. "Ey
Nuh, (senin benden istediğin) bu (iş) faydasız bir iştir."[43]
3983... Şehr
b. Hûşeb'den rivayet olunmuştur; dedi ki:Ben, Ümmü seleme'ye; Resulullah
(s.a.v), şu
ti(ni) nasıl okurdu?
diye sordum. Onu, "innehu amile gayra salihina[44]
şeklinde okudu" cevabını verdi.
Ebû Davûd dedi ki: Bu
hadisi Harun en-Nahvî ile Musa da Sabit'ten Abdulaziz'in rivayet ettiği gibi
rivayet ettiler.[45]
3984...
Übeyy b. Ka'b şöyle demiştir:
Resulullah (s.a.v) dua
ettiği zaman (duaya) önce kendinden başlardı. (Birgün şöyle) buyurdu:
Allah'ın rahmeti bizim
ve (kardeşim) Musa'nın üzerine olsun. Eğer (o) arkadaşından gördüğü şeylere
sabretse (de bu gördükleri hakkında ona soru sormasa idi (daha pek çok
acaiblik(ler) görecekti. Fakat o (gördüklerine sabredememesi neticesinde
şöyle) dedi: "Eğer bundan sonra (bir daha) sana bir şey sorarsam artık
bana arkadaş olma. (O zaman) benim tarafımdan (yapılacak) son özüre
ulaştın."[46] Hamza (bu cümlede geçen
Ledünnî kelimesini) dal hafinin Ötresi
ve nun harfinin şeddesi ile "ledünni şeklinde okudu.[47]
Metinde geçen ayet-i kerimedeki
kelimesinin nun'unu çeşitli şekillerde okumak caizdir. Mevzumuzu teşkil eden
hadiste de açıklandığı gibi, bu kelimeyi Ebu Davûd dal hafinin ötresi ve
nun'un şeddesi ile "ledünni" şeklinde, Nafi "le dünî"
şeklinde, Ebu Bekir dal hafinin sükunu ve zamme işmami ile "ledni"
şeklinde okumuştur.
Bilindiği gibi işmam,
harfin herekesini göstermek için sükundan sonra dudakları yummaktır, dudakları
yumarak harfin herekesini göstermek, gösterilmek istenen hereke telafuz
edilirken dudaklar hangi şekli alırsa, dudağı yumunca o şekli vermekle olur.
Geriye kalan kıraat imamları da yine "ledunnî" şeklinde okumuşlardır.
Bu mevzuda imam Beğavi
şöyle diyor: Ebu Cafer, Nafî ve Ebû Bekir kelimesinin nun'unu şeddesiz, diğer
kıraat imamları ise şeddeli okurlar.[48]
3985...
Übeyy b. Ka'b'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a.v), şu
"Benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır," mealindeki, Kehf suresinin
76. ayeti(ni), şeklinde, nun harfinin ötresi ve şeddesi ile okumuştur.[49] Bu
Hadis'i şerifle ilgili açıklama 3924 nolu hadiste geçti.[50]
3986...
Mısda' Ebu Yahya'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben İbn Abbas'ı, "Übeyy
b. Ka'b bana (Kehf süresindeki; kara balçıklı göze' anlamına gelen kelimeleri)
Resulullah (s.a.v)'in kendisine okuttuğu gibi (şeklinde) okudu, (yani) mimden
sonraki harfi elif değil de hemze olarak okudu" derken işittim.[51]
Söz konusu kelimeyi
şeklinde okumak İbn Âbbasile Narı, İbn
Kesîr' Ebû Amr.ve Hafs kıraatidir.
Tefsir kitaplarında
açıklandığı gibi bu kelimeyi İbn Amr, Ebu Bekir, Hamza ve Kisâî elifli
olarak şeklinde; diğer kıraat imaları da
şeklinde okumuşlardır. Birinci okuyuşa göre kelimesi sıcak bir göze anlamına
gelirken, ikinci okuyuşa göre "siyah balçıklı göze" anlamına
gelmektedir.[52]
3987... Ebu
Said el-Hudri'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Cennette)
cennetin en yüksek yerlerinin halkından olan bir kimse (kendi makamının aşağısında
bulunan) cennet (ehlin)e bakar da (aşağıda bulunan) cennet (ehlinin yüzü onun)
yüzünün parlaklığı ile aydınlanır. (Çünkü o makamda bulunan cennet ehlinin)
yüzleri inci parlaklığında bir yıldız gibidir."
(Musannif Ebu Davud
rivayetine devam ederek şöyle) dedi: Bu hadis (bana) böyle (dürriyyûn"
(şeklinde ki kiraatla, yani) hemzesiz ve ötreli dal harfiyle geldi.
(Ebû Davud rivayetine
şöyle devam etti): "Ebû Bekir ile Ömer de onlardandır. (Şu farkla ki Ebu
Bekir ile Ömer), fazilet ve (büyük nimetlere erişme cihetiyle onlardan) daha da
üstündürler."[53]
Metinde geçen kelimesi Nur suresinin 39. avet-j
kerimesinde de geçmektedir. Kelimeyi bu ayet-i kerimede ebu Amr ile Kisâî şeklinde,
yani dal harfinin esresi ra'nın meddi ve hemze ile okumuşlardır.
Diğer, imamlar ise
şeklinde okumuşlardır. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif bu kelimenin
şeklinde kunabılecegmı irade etmektedir. Bu okunuşa göre kelimesi "inci
parlaklığında bir yıldız" anlamına gelir. Diğer iki kıraata göre ise
"şihap parlaklığında bir yıldız" anlamına gelir. Çünkü diğer iki
kıraat şekline göre bu kelime "yıldızın kayması" kelimesinden
türemiştir.[54]
3988...
Ferve b. Müseyk'el GutayfTden rivayet olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a)'e
vardım. (Ferve sözlerine devamla önceki) hadisi rivayet etti. Hadis şöyle devam
ediyor):
Cemaatten birisi:.
Ey Allah'ın Resulü,
bize Sebe'i anlat, o nedir? Bir yer midir yoksa bir kadın mıdır? dedi.
(Hz. Peygamber de)
şöyle buyurdu:
"O kadın
değildir, bir yer de değildir. Fakat o araplardan on (kavim) meydana getiren
bir adamdır. (Bunlardan) altı (Kavim) Yemen dolaylarına, dört kavim de Şam
havalisine yerleşti."
(Bu hadisin
ravilerinden) Osman, "el-Gutayfî" kelimesinin yerine
"el-Gatâfâni" kelimesini rivayet etti ve, "Bize el-Hasan b.
El-Hakem en-Nehâî, haber verdi" (şeklinde) konuştu.[55]
Bu hadisin tamamı
Tirmizî'nin Sünen'indedir. Mealen şöyledir:
"Peygamber
(s.a.v)'e geldim ve: Ey Allah'ın Resulü, kabilemin (müs-luı Hanlıktan) yüz
çevirenlerine karşı (müslümanlığa) yöııelenleriyle beraber savaşayım mı?
dedim. Hz. Peygamber, onlara karşı savaşmak Hususunda bana izin verdi ve beni
kumandan tayin etti. Yanından çıktığım zaman "Gutayfi ne yaptı1?"
diyerek beni sormuş ve kendisine benim hareket ettiğim bildirilmiş. Hemen
peşimden adm gördeıip beni geri çevirdi. Yanına geldim. Kendisi sahabeden
birkaç kişi ile beraberdi. "Kavmi İslam'a davet et ve onlardan müslüman
olanın mülümanlığını kabul eyle. Kim müslüman olmazsa sana yeni bir emir
verinceye kadar ecele etme" buyurdu.
Sonra, Sebe hakkında
indirilen ayetler nazil oldu.[56]
Hadisin bundan sonraki
kısmı tercemede sunduğumuz gibidir.
Bu hadisin mevzumuzu
teşkil eden kıraat bölümüyle ilgili yönü. Nemi suresinin 22. ayetiyle, Sebe
suresinin 15. ayetinde geçen kelimesidir. Bu kelimeyi el-Bezzi ile Ebû Amr, her
iki ayet-i kerimede de hemzeyi üstünlü ve tenvinsiz olarak okumuştur. Çünkü
onlara göre bu kelime bir kabile ismi olması cihetiyle alem (özel isim) ve
ucme (yabancı) olma şartlarını haiz olduğundan gayri mun s ariftir. Kumbııl
ise, vakf niyetiyle her iki ayette de hemzeyi sakin okumuş, geri kalan kıraat
imamları da esreli ve tenvinli okumuşlardır.
Şurası bir gerçek ki,
Hz. Peygamber'in bu kelimeyi nasıl okuduğu hâdis-i şerifte açıklanmadığından bu
kıraatlardan hangisinin Hz. Peygamber'in kıraatına uygun düştüğü burada
açıklığa kavuşmuyor.
Tirmizi'nin
rivayetinde açıklandığı üzere Sebe'nin neslinden gelerek Şam'a yerleşen
kavimler Lahm, Güzam, Gassân, ve Amile kavimleridir. Yemen dolaylarında
yerleşenler ise Ezd, Eş'ariler, Hımyer, Kinde, Mez-hic ve Enmâr kabileleridir.[57]
3989... Ebu Hureyre'den
rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v) vahy hadisini zikretmiş, "İşte
bu, Yüce Allah'ın kalplerindeki korku giderilince"[58]
ayeti(nde işaret buyurduğu mesele) dit" demiş.[59]
Vahy hadisi Buharinin
Sahih'indeki şu manaya gelen cümlelerle rivayet edilmiştir: "Allah,
gökteki meleklere bir emrin infaz olunmasına hükmettiği zaman, düz bir taş
üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi heybetli olan bu ilahi hükme
melekler tam manası ile uyarak (korku ile) kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden
bu korku gidince de melekler, mukarrebin meleklere: Rabbiniz ne söylerdi? diye
sorarlar. Mukkarrebin melekler: Allah'ın söylediği hak sözdür, diye allah'm
hüküm ve emrini bildirirler ve Allah yücedir, büyüktür, derler. Bu şekilde
kulak hırsızı şeytanlar Allah'ın o emir ve takdirini işitirler. O esnada kulak
hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme)
dizilmiş (ve kulak hırsızlığına hazırlanmış) bulunurlar. Şeytanlar bu halde
iken bazen melekler arasında bir ateş parçası yetişip altındaki şeytana
konuşulanı işittirmeden onu yakar. Bazı defalar da ateş yetişmeden altındaki
şeytana konuşulanı işittirir. O da altındakine vererek bu suretle ta yere
kadar haber ulaşır ve sahirin ağzına verilir. Şimdi sahir o haberle beraber yüz
yalan uydurup (halka söyler). Allah'ın emri yeryüzünde gerçekleşince sîhir
doğru çıkmış olur. Ondan bu haberi duyanlar da:
- Sahir, vaktiyle
şöyle şöyle olacak diye bunları birer birer bize haber vermemiş miydi? İşte
gördük ya sahirin gökyüzünden işittim dediği sözünü haklı ve doğru buluyoruz,
derler."[60]
Metinde geçen £*£
kelimesinin nasıl okunacağı konusunda meşhur kıraat imamları ihtilaf
etmişlerdir. Büyük çoğunluk bu kelimeyi "füzzia" şeklinde
okumuşlardır, ibn Amr ise "fezzea" şeklinde okumuştur. Kıraat
imamlarının tümü "ze" harfinin şeddeli okunacağında ittifak etmişlerdir.
İhilaf bu fiilin malum sigasıyla mı yoksa meçhul sigasıyla mı okunacağı
konusundadır.[61]
3990...
Peygamber (s.a.v)'in hanımı Ümmü Seleme, Peygamber (s.a.v)'in (Evet ya, sana
ayetlerim geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkarcılardan
oldun"[62] mealindeki ayeti)
(şeklinde) okuduğunu söylemiştir.
Ebu Davud dedi ki: Bu (hadis)
mürseldir. (Çünkü) er-Râbî (b. Enes) Ümmü Seleme'ye yetişememiştir.[63]
Müfessirlerin
açıklamasına göre, bu ayetin baş ta
rafında bulunan "bela" kelimesi, bu ayetten iki ayet önce
bulunan, 'Allahu Teala, eğer, beni hidayette kılmış olsaydı elbette ben de
müttakilerden olurdum. "[64]
ayetindeki "ley-" kelimesinden doğan olumsuzluğu red için gelmiştir.
Bilindiği gibi olumsuzluğun reddi "belâ" kelimesiyle olur.
Bir başka ifadeyle,
kıyamet gününde günahkar nefsin içinde bulunduğu durumu, Allah'ın kendisini
hidayette kılınmasına bağlamaya kalkışması bu "Belâ" kelimesiyle
reddedilmiştir. Kelimesinin sonuna gelen "kef" harfi ile bundan sonra
gelen kelimelerinin sonlarında ki "te" zamirlerinin bu hadis-i
şerifte ifade edildiği gibi kesra ile okunmaları bu zamirlerin Zümer suresinin
56. ayetinde geçen "nefs" kelimesine döndüklerini kabul eden
kimselerin görüşüne göredir. Çünkü "Nefs" kelimesi lafzen müennesi
semaidir. Burada "Nefs" kelimesiyle günahkar şahsın kastedildiğini
söyleyenlere göre ise, bu zamirlerin mercileri şahıs olması itibariyle
müzekker ve fethalıdır. İbn Ya'mer ile el-Hocendî, Ebû Hayve, ez-Zaferânî, İbn
Miksem, Mes'ud b. Salih, Şafiî, Yahya ibn Kesîr bu zamirlerin merciinin nefs
kelimesi olduğu noktasından hareket ederek onları esreli okumuşlardır. Hz. Ebu
Bekir'le kızı Hz. Aişe'nin ve Hz. Ümmü Seleme'nin kıraatları da böyledir.
Beydâvi'nin
açıklamasına göre İmam Asım, bu zamirlerin müzekker olduklarını kabul ederek
onları fethalı okumuştur. Hasen, A'meş ve A'rac da kelimesini elifsiz
olarak şeklinde okumuşlardır.
Her ne kadar bu
hadis-i şerif muttasıl bir senetle rivayet edilmişse de aslında mürseldir.
Çünkü er-Râbî Hz. ümmü Seleme'yi görüp ondan hadis almamıştır. Zira Ümmü
Seleme hicretin 59. senesinde, er-Rabî ise 139. senesinde vefat etmiştir.
Nitekim Münziri de bu hadisin mürsel olduğunu söylemiştir.[65]
3991... Aişe
(r.anha)nın şöyle dediği rivayet olunmuştur
Ben, Peygamber
(s.a.v)'i (Vakıa suresinin 89. ayetinde geçen ve "rahatlık ve güzel
rızık" anlamına gelen iki kelimeyi) (şeklinde) okurken işittim.
Ebu İsa, bu hadis
hakkında : "Ebu Davud, bana bu hadisin münker olduğunu söyledi"
demiştir.[66]
Kıraat imamları bu
ayet-i kerimede geçen kelimesindeki "ra" harfinin üstünlü mü yıksa ötreli
mi okunacağı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Süyûtî, bu harfin ötreli
okunacağını söylemiştir. Nitekim mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif de bu
harfin ötreli olarak okunabileceğini ifade etmektedir. Meşhur olan kıraate göre
harf üstünlü olarak okunur. İmam Beğavi'inn açıklamasına göre, bu harfi kıraat
imamlarından Yakub ötreli, diğerleri ise üstünlü okumuşlardır.
Hasan-ı Basri'nin
açıklamasına göre, bu kelime ra'nin ötresiyle okunduğu zaman ayet-i kerimenin
manası: " O kimsenin ruhu reyhan içerisinde çıkar gider" demek olur.
Katade'ye göre ise, kelimenin bu şekilde okunması halinde ayet-i kerime "
O kimse için rahmet ve reyhan vardır." anlamına gelir. Çünkü
"ruh" rahmet demektir.[67]
3992...
(Safvan b. Ya'la'mn) babası Ya'la b. Ümeyye el-Temimi'den rivayet olunmuştur;
dedi ki:
Ben Peygamber
(s.a.v)'i (" Ey Malik! diye seslendiler" mealindeki Zuhruf suresinin
77. ayetini) mimber üzerinde
(şeklinde) okurken işittim.
Ebû Davûd dedi ki: (Ravi, Hz. Peygamber
"Malik" kelimesini) terhimsiz olarak ( okudu) demek istiyor.[68]
Bir gramer terimi olan
"terhim", hafiflik sağlamak için münadamn son harfini hazfetmek
demektir. Metinde geçen-----"Uu
kelimesi bir münada olarak terhim kaidesine tabi tutulup sonundaki
"kâf" hafi hazf edilebilir. Bir başka ifadeyle bu kelime terhim
kaidesi uyarınca "yâ Mali" şeklinde okunabilir. Ancak hadis-i şerif,
Resulüzişan Efendimizin bu kelimeyi terhim kaidesine tabi tutmadan "yâ
Malik" şeklinde okuduğunu ifade ediyor.
Nitekim Beydâvi de tef
isinde bu kelimenin "lam" hafinin esresi ve otresi ile "yâ
Mâli" ve "ya Mâlu" şekillerinde okunabileceğini söylüyor.
Rühtil-Meâni müellifi Alûsî'nin açıklamasına göre, Hz Ali (r.a) ile İbn Mes'ud
İbn Vessâb ve A'meş bu kelimeyi terhim kaidesine tabi tutarak okumuşlardır.
Gramer kaidelerine uygun olan bu kıraâta göre ayetin manâsı şöyle olur:
"Onlar, cehennem'in bekçisi olan Malik'e seslenip O'nu yardıma
çağırırlar."[69]
3993...
Abdullah (b. Mes'ud)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (sav)
"Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah'dır"[70]
mealindeki ayet-i kerimeyi) bana okuttu.[71]
Kraat imamları ayet-i
kerimede geçen kelimesinin son harfinin ötreli mi yoksa esreli mi okunacağı
konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.
Bu hadis-i şerif bu
hafin ötreli olarak okunacağım ifade etmektedir.
Hadisin ravisi
Abdullah b. Mes'ud'un kıraati de böyledir. A'meş ise hafi kesreli olarak
okumuştur. Beyzavi de tefirinde
bu kelimenin kesreli olarak
okunacağım söylüyor.
Sözü geçen harfi
ötreli okuyanların delilleri mevumuzu teşkil eden hadis-i şerif ile
"el-Metin" kelimesinin
kendinden önce geçen
"zu" kelimesinin sıfatı olusudur.
Bu hafi esreli okuyanlara
göre "el-metin" kelimesi "zu" kelimesinin değil
"el-kuvve" kelimesinin sıfatıdır. Sıfat mevsufuna tabi olduğundan,
"metin" kelimesinin son hafinin herekesi "el-kuvve"
kelimesinin son harfinin herekesi gibi esre olması gerekir.[72]
3994...
Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s. av)
("Öğüt alan yok mudur?)[73]
mealindeki ayet-i kerimeyi (şeklinde) yani (dal hafini) şeddeli olarak
okumuştur.
Ebu Davud dedi ki:
kelimesinde mim ötreli, dal üstünlü, kaf da esrelidir.[74]
Ba hadis-i şerif,
metinde geçen kelimesinin mjm harfinin ötreli dal harfinin şedde ve üstünlü kâf
hafinin de esreli okunacağına delalet etmektedir.
kelimesinin aslı dir.
fakat, tâ hafi dal'a çevrilmiş, dal ile zal harflerinin mahreçleri bir
olduğundan (zâl) de dâl'e çevrilerek
İbn Reslân'ın açıklamasına göre; Katâde ile Dahhâk, kelime üzerindeki bu değişikliği
(ibdâli) yaparken dal'i zal'e idgam ederek bu kelimeyi şeklinde şeddeli zal ile okumuşlarsa
da, kelime üzerinde yapılan bu idgam işlemi arapça kaidelerine uygun değildir.
Dolayısıyla onların kıraati şâz bir kıraattir.[75]
3995...
Cabir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Ben, Peygamber
(s.a.v)'e "Malınının kendisini ebedi yaşatacağını (şeklinde sanıyor"[76]
ayet-i kerimesini) (şeklinde,
yani yahsibu kelimesinin başına üstünlü elif getirerek) okurken gördüm.[77]
Bu hadis-i şerif,
metinde geçen kelimesinin, başında üstünlü bir hemze ve sin harfinin esresi
ile okunacağını ifade etmektedir.
Avnü'l Ma'bûd yazan;
Münzirî nüshası ile diğer bir nüshasının dışında tüm Sünen-i Ebu Davûd
nüshalarında bu kelimenin böyle tesbit edildiğini fakat tecvid kitaplarında
böyle bir kıraata rastlayamadığmı, meşhur olan kıraata göre de bu kelimenin,
başındaki üstünlü hemzenin hazfedilerek okunduğunu söylüyor.
Süyutî; Eddürr isimli
eserinde İbn-i Hibbân ve Hâkim ile, İbn-i Mer-dûye ve Hatîb-i Bağdadî'nin Hz.
Cabir'den yaptıkları rivayete dayanarak Hz. Peygamber'in, bu kelimeyi hemze-i
istifhamsız, yahsebün Hz. Peygamberin bu kelimeyi hemze-i istifhamsız,
"yahsebü" kelimesindeki sin harfini de esresi olarak okuduğunu
kaydetmiştir.
Gaysü'n-Nef isimli
eserde ise eş-Şâmî ile Asım ve Hamza'nm bu kelimede ki sin harfini üstünlü diğer
kıraat imamlarının ise esreli okudukları ifade edilmektedir.[78]
3996... Ebu
Kılâbe'den (rivayet olunduğuna göre; Sahabilerden birine) Resulullah (s.a.)'in
("O gün Allah'ın edeceği azabı hiç kimse edemez, onun vuracağı bağı kimse
vuramaz”[79]ayetini) kendisine
(şeklinde) okutmuştur.
Ebu Davud~dedi ki:
Bazıları Halid ile ebû Kılabe arasında bırravi sokmuşlardır.[80]
Kıraat imamları
metinde geçen kelimesindeki "zal" harfi ile LmJi^ kelimesindeki
"sa" harfinin üstünlü mü yoksa esreli mi okunacağı konusunda ihtilafa
düşmüşlerdir.
Meşhur olan kiraata
göre bu harflerin ikisi de esreli ve her iki kelime de malum sigasıyla
okunurlar. İmam Begâvi'nin açıklamasına göre, Kisâi ile Yâkup bu harfleri
üstünlü ve fiilleri meçhul sigasıyla, bunların dışındaki kıraat imamları da bu
harfleri esreli ve fiilleri malum sigasıyla okumuşlardır. Her ne kadar bir
hadisin senedinde kimliği meçhul bir ravinin bulunması aslında o hadisin
sıhhatine zarar verse de bu şahsın sahabiden olması halinde hadisin sıhhatine
bir zarar gelmez. Mevzumuzu teşkil eden hadisin senedinde bulunan kimliğinin
meçhul olması hadisin sıhhati yönünden bir kusur teşkil etmez. Ancak bu hadis
başka rivayetlerle karşılaştırılınca, Halid ile ebu Kılâbe arasındaki ravinin
atlandığını anlaşılır. Fakat bu hadis diğer rivayetlerle takviye edildiğinden
zayıf değildir.[81]
3997... Ebu
Kılabe'den rivayet okunuştur:
Peygamber (s.a.v)'m okuttuğu,
yuhutta okutduğunun pkuttuğujbit kimun Allah'ın edeceği azabı kimse etmez"[82]
ayetinin) (şeklinde) okunacağı bana haber verdi.
Ebu Davud dedi ki: (Bu
hadiste geçen kelimelerini Âsim ile A'meş, Talha b. Musarrıf, Ebû Cafer, Yezid
b. el-Ka'ka, Şeybe b. Nassâh] Nâfî b. Abdurrahman, Abdullah b. Kesîr ed-Dârî,
Ebû Amr b. el-Alâ, Hamza ez,Zeyyâd, Abdurrahman cl-A'rac, Katâde. Hasan-ı
Basıl, Miicâhid, Humeyd el-A'rac, Abdullah b. Abbas. Abdurrahman b. Ebû Bekı ye
okumuşlardır. Ancak kelimesindeki zal'ın fethalı okunacağına dair de merfu bir
hadis vardır.[83]
3998... Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s. a.v), içerisinde
bahsettiği bir söz söyledi.(Hz. Ebû Sa â sözlerine devam ederek şöyle dedi:
(Hz. Peygamber bu iki meleğin ismini) Cebrail) ve Mikail diye okudu.
Ebu Davud dedi ki:
Halef, (bu kelimelerin okunuşu konusunda şöyle) dedi: Ben kırk senedir harfleri
yazmaktan kalemimi kaldırmış değilim. Beni (kelimeleri) kadar hiçbir kelime
yormadı.[84]
Görüldüğü gibi Cebrail
ve Mikail kelimeleri metinde iki defa zikredilmektedir. Bunların ilk
zik-rcdildikleri yerdeki okunuşları şeklindedir.Bir nüshada da şeklinde geçiyor. Telafflızu Hz. Peygambere
ait olup ikinci sırada zikredilenler ise, sözü geçen nüshaların pekçoğunda
"Cebrail" ve "Mikail" şeklindedir.
Allâme el-Hafacî,
Beyzavî haşiyesinde Cibril kelimesinin onüç şekilde okunabileceğini söylemiş
ve bunları şu şekilde göstermiştir.
1. Bu kıraat
şekilleri içerisinde dil kurallarına ve edebiyatına en uygun olanı J^^rŞ^
"Cibril" şeklinde olan kıraatır. Nitekim İbn Amr ile Nâfi, îbn Amir,
Hafs ve Âsim bu kelimeyi böyle okumuşlardır. Bu kıraat kureyş lehçesine uygundur.
2. "Cebrîin
Şeklinde kıraat, Bu kıraat şekli İbn Kesir ile Hasan-ı Basri'nin kıraatidir.
Ancak Ferra bu kıraati arafça kurallarına uygun olmadğı gerekçesiyle tenkid
etmiştir.
3.
"Cebrail" kıraat şekli ise Hamza ile Kısaî"ye aittir.Kays ve
Temim kabilelerinnin lehçesidir.
4.
"Cebrail". Bu kıraat Asım'dan rivayet edilmiştir.
5.
"Cebreillü". Bu kıraat da Asım'dan rivayet olmuştur.
6.
"Cebrâîl". Bu kıraat ikrime'nin kıraatidir.
7.
"Cebrâîl" şeklindeki kıraat.
8.
"Cebrâyîl". Bu kıraat ise A'meş'in kıraatidir.
9.
"Cebral" şeklindeki kıraat.
10.
“Cebrîlû" ve "Cebrîlü" şeklindeki kıraat. Bu kıraat Talha b.
Musarnf in kıraatidir.
11. “Cebrîne"
şeklindeki kıraat.
12. "Cibrîne"
şeklindeki kıraat.
13.
"Cibrâyin" şeklindeki kıraat.
Münzirî'nin
açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Atiyye el-Avefî bulunmaktadır. Bu ravi
zayıftır.[85]
3999... Ebu
Said el-Hudrî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v) Sur
sahibinden bahsetti ve, "(Onun) sağında Cebrail solunda da Mikâil
vardır." buyurdu.[86]
Sur: Kelime olarak;
boru üfürülünce ses çıkaran) boynuz anlamına gelir.
Sûr, kıyametin
kopuşunu ve kıyamet koptuktan bir müddet sonra bütün insanların mahşer
meydanında toplanmak üzere dirilmelerini belirtmek için İsrafil'in üflediği
boynuz şeklinde bir borudur. Birinci üfleyişe "nef-ha-i ûlâ" ikinci
üfleyişe de "nefha-i saniye" denir.
Nemi suresinin 87.
ayetiyle Zümer suresinin 68 ve Yasin suresinin 51. ayet-i kerimeleri bu durumu
açıklamaktadırlar.
Bütün bunlardan da
anlaşıldığı üzere, metinde geçen "sûr sahibi" sözüyle kastedilen
İsrafil aleyhisselam'dır.
Cebrâîl ve Mikâîl
kelimeleriyle ilgili kıraat şekillerini bir önceki hadisin şerhinde
açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[87]
4000...
İbnü'l-Müseyyeb dedi ki:
Peygamber (s.a.v) ile
Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a), ("Din gününün sahibi"[88]
mealindeki ayet-i kerimeyi)
(şeklinde) okumuşlardır. (Bu hadisin ravilerinden İbn Şihâb'ez Zührî)
dedi ki: (Bu ay'et-i kerimeyi) ilk defa "Meliki yevmiddin" şeklinde
okuyan Mervan'dır.
Ebu Davud dedi ki:
(Mürsel olarak rivayet edilen) bu hadis, Zühri'nin (bu mevzuda) Enes'den
rivayet ettiği hadisten de Salim vasıtasıyla Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği
hadisten de sağlamdır.[89]
Bu hadis-i şerif,
Fatiha suresinde geçen kelimesinin elifli olarak "maliki" şeklinde
okunacağını söyleyen Asım, el-Kisâî, Halef ve Yakûb'un delilidir. Aynı zamanda
bu şekilde okumanın "Meliki" şeklindeki kıraatine tercih
edilebileceğine delalet etmektedir.
Kıraat-1 seba
imamlarının ekserisi bu kelimeyi "Meliki" şeklinde okumuşlardır.
Nitekim 4001 numaralı hadis-i şerif bu kıraat şeklinin de sahih olduğuna bir
delildir.
Bütün bu
açıklamalardan anlaşılacağı üzere, söz konusu kümeyi "maliki"
şeklinde okumak caiz olduğu gibi "meliki" şeklinde okumak da caizdir.
Mevzumuzu teşkil eden
ve mürsel senedle rivayet edilen bu hadis, her ne kadar yine Zührî tarafından
biri Enes yoluyla diğeri de Salim yoluyla olmak üzere iki ayrı yoldan muttasıl
ve merfu senedle rivayet edilmişse de hadisin metindeki senedle gelen rivayeti
diğer rivayetlerin ikisinden de sahihtir.
Zührinin Enes yoluyla
rivayet ettiği hadis için İmam Tirmizî "bu hadis garibdir" demiştir.[90]
Hafız Münzîri'nin açıklamasına göre Zührî'nin Sâlimyoluyla muttasıl senedle
rivayet ettiği bu hadisi Darekutnî de el-Ef-râd isimli eserinde tahriç
etmiştir.[91]
4001... İbn
Cüreyc'in Abdullah b. Müleyk'den yaptığı rivayete gere; Ümmü Seleme Resulullah
(s.a.v)'ın (Kur'an-ı Kerim) okuyuşunu (şöyle) zikretmiştir:
Ravilerden biri,
"zikretmiştir" kelimesinde tereddüt etmiştir (Ümmü Seleme sözlerine
şöyle devam etti: Resuluîlah (s.a.v); (ayetlerini) okurken herbir ayetin
sonunda kıraatına ara verirdi. (Ebû Dâvûd dedi ki: Ben Ahmed'i "Eski (den
beri okunagelen) kıraat (şekli) "Mâliki yevmiddin" (şekli) dır"
derken işittim.)[92]
Fatiha suresinde geçen
kelimesinin elifsiz oıarak şeklinde okunacağım ifade eden bu hadis-i şerif
garibdir.
Tirmizi bu hadis
hakkında şöyle demektedir:
"Bu hadis
garibdir. Ebû Ubeyde bu kıraati ihtiyar eder ve onunla okurdu. Yahya b. Sâid
el-Emevî ve başkaları bu hadisi böylece İbn Cüreyc'den, İbn Ebi Müleyke'den
Ümmü Seleme'den rivayet etmişlerdir. Bu hadisin isnadı muttasıl değildir. Çünkü
Leys b. Sa'd bu hadisi İbn Ebi Müleyke, Ya'la b, Meınlek, kanalıyla: "Ümmü
Seleme, Peygamber (s.a.v)'in kıraatına harf harf olarak vasıflandırdı"
diye rivayet etmektedir. Leys'in rivayeti daha sağlamdır. Aynı zamanda Leys'in
rivayetinde, "meliki yevmiddin okurdum rivayeti de yoktur. (Bak a.g.y.)
Hafız ibn-i Kesir tefsirinde bu kelimeyi "malik" ve "melik"
şeklinde okumanın caiz olduğunu, her iki kıraatin de sahih olduğunu
söylemiştir.[93]
4002... Ebu
Zer (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur; Ben merkebe binmiş bulunan
Resulullah (s.a.v)'ın terkisinde idim Güneş batıyordu. (Bana);
"Bu (güneş)
nereye batıyor biliyor musun?" dedi. Ben: - Allah ve Resulü daha iyi
bilir, dedim. " Kuşkusuz o kızgın bir pınara batıyor" buyurdu. [94]
Aslında bu hadis-i
şerifin yeri burası değildir, 3986
numaralı hadisin arkasıdır.
Biz bu hadis-i şerifte
geçen "hamiye" kelimesiyle ilgili kıraat şekillerini sözü geçen
hadisin şerhinde açıklamıştık.
Hadis-i şerifte,
"En sonunda güneşin battğı yere vardığı zaman onu kara (veyahutta kızgın)
bir suda batıyor buldu"[95]
ayet-i kerimesine işaret vardır.
Hafız ibn Kesir,
"Onu kızgın bir suda batıyor buldu" ayet-i kerimesini tefsir ederken
şöyle diyor: "Hz. Zülkarneyn, güneşi Atlas okyanusunda batıyor olarak
gördü. O kıyıya varan herkes bunu görür. Orada güneşin suya dalıp kaybolduğunu
müşahede eder. Çünkü orası güneşin yerleştirildiği ve kendisinden hiç
ayrılmadığı dördüncü felekten hiç ayrı değildir."[96]
4003...
İbnü'l-Eska'dân rivayet olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a.v),
Muhacirlerin (fakirlerinden oluşan) Soffa ehlini ziyaret etmiş. (Onlardan}
birisi Hz. Peygamber'e, Kur'an-ı Kerim'de en büyük ayet£angisidir? diye sormuş.
Peygamber (s.a.v) de dir,diye cevap vermiş.[97]
Bu hadis-i şerif, Ayet
el-Kürsi'nin faziletine delalet etmekte ve Kuran ayetlerinin bazısını
bazısından üstün görmenin caiz oldğunu söyleyen Kadı Iyaz ve İshak b. Râhûye
gibi alimlerin delilini teşkil etmektedir. Ancak İshak b. Râhûye, bu üstünlüğün,
okumaktan doğan sevap açısından olduğunu söylemiştir.
Ebu'l Hasan el-Eşari
ile Ebû Bekir el-Bakillâni'ye göre ise Kur'an ayetlerinin bazısını
diğerlerinden üstün görmenin bazılarını aşağılama anlamına geleceği görüşünden
hareket ederek bunun caiz olmadığını söylemişler ve Hadis-i şeriflerde bazı
ayetler hakkında gelen "daha büyük" "daha faziletli" gibi
ifadeleri, "büyük" "faziletli" anlamına tevil temişlerdir.
Tercih edilen görüşe
göre, "okumanın sevabı çok" anlamında kullanılmak şartıyla bazı
Kur'an ayetleri hakkında "daha faziletli, "daha büyük" gibi
tafdil ifade eden kelimeler kullanmakta bir sakınca yoktur.
Hadis sarihlerinin
açıklamasına göre, Ayet el-Kürsi'nin diğer ayetler arasında bir imtiyaza sahip
olmasının hikmeti; içerisinde Allahu Teala ve takaddes hazretlelerinin isim ve
sıfatlarının esası ile Kürsi'nin zikredilmiş olmasıdır.
Musannif Ebû Davud'un
1460 numarada zekretmiş olduğu bu hadisi tekrar birde burada zikretmesinin
sebebi, ayet-i kerimede geçen "el-kayyum" kelimesinin farklı
şekillerde okunduğuna dikkat çekmektir.
İmam Beğâvi'nin
açıklamasına göre; bu kelime "el-Kayyûm" şeklinde okunabileceği gibi
"el-Kıyam" ve "el-Kayyim" şekillerinde de okunabilir.
Nitekim bu kelimeyi
Hz. Ömer (r.a) ile Abdullah b. Mes'ud "el-Kıyam" şeklinde, Alkame de
"el-Kayyim" şeklinde okumuştur. Ancak bu son iki okunuş tarzı
mütevatir değildir.
Bununla beraber
hepsinin manası aynıdır.[98]
4004...
Şekîk'den rivayet olunduğuna göre;
İbn Mes'ud (r.a)
("... haydi gelsene"[99]
mealindeki ayet-i kerimeyi (şeklinde)
okumuştur. Şakîk dedi ki: "Biz(se) bu ayet-i kerimeyi seklinde
okuyoruz." (Şakik bu sözüyle)
"İbn Mes'ud, (benim bu kelimeyi bana öğretildiği gibi okumam dah
çok hoşuma gidiyor) dedi," demek istiyor.[100]
İbn Mes'ud'un bu
ayeti şeklinde okuması bu ayet hakkında
mütevatir olan kıraat şekillerinden biridir.
Vahidi bu kelimenin
isim-fiil olduğunu ve "Haydi gelsene" anlamına geldiğini, masdarı ve çekimi
olmayan kelimelerden olduğunu söylemiştir.
Ferrra'ya göre bu
kelime Havran halkının kullandığı bir lügattir. İbnü'l-Enbari de Havran halkı
da Kureyşlüer de birbirlerinden habersiz olarak aynı manada kullanmışlardır. Bu
kelimenin tesniyesi, cemii ve müennesi yoktur. Bir fiilde bulunması gereken
hususlar bu fiilde sonuna ilave edilen muhatab ve muhataba zamirleriyle ifade
edilir.
Bu kelime beş şekilde
okunabilir. Bu kıraat şekilleri içerisinde en güzel olanı şeklindeki kıraattir.
Bu kelimeyi;
1. Nâfi ile
ibn Zakvân ve Ebû Ca'fer
"hiyte" şeklinde,
2. îbn Kesîr
"heytü" şeklinde,
3. Hişam
"İıi'te" yahut "hi'tü" şeklinde,
4. Diğer
kıraat imamları da "heyte” şeklinde okumuşlardır.
5. İbn Abbas
ise bu kelimeyi “hüyiytü" şeklinde okumuştur. Bu kıraat şekillerine dört
şaz kıraat şekli de ilave edilirse, bu kelimenin dokuz şekilde okunduğu
görülür.[101]
4005...
Şakîk'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Abdullah (b. Mes'ud)'a "Bazı
kimseler şu ^'Haydi gelsene" dedi. Ayetini denildi de o: "Kuşkusuz
bana öğretildiği gibi (şeklinde) okumam bana (onların okuduğu gibi okumamdan)
daha sevimlidir) karşılığını verdi.[102]
Bu hadisle ilgili
açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.[103]
4006... Ebû
Sâid el-Hudrî'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v), ("Secde
ederek kapıdan girin ve hitta (yarabbi bizi affet) deyin ki, biz de sizin
hatalarınızı bağışlayalım"[104]
ayeti keri meşini Allah teâlâ İsrail
oğullarına buyurdu ki
diye söze başlayarak şeklinde okudu.[105]
İsrail oğulları
"Tih" sahrasında kırk sene kaldıktan sonra Yûşa (a.s) ile oradan
çıkmışlar. Cenabı Hak Kudüs'e girmelerini kendilerine müyesser kılmıştır.
Ancak şehrin kapısından
girerken secde halinde bulunmalarını yani eğilmelerini yahut girdiklerine
şükretmelerini emir buyurmuştu. Onlar bu emri değiştirdiler ve şehre sürünerek
girdiler. Girerken "hitta" demeleri de emir Duyurulmuştu. Bunun
manası, "Dileğimiz günahlarımızın indirilmesidir." demektir. Onlar
bunu da değiştirerek "hitta" yerine "habbe" kelimesini
kullandılar ve "kılın içinde bir habbe" dediler. Bu söz manasızdır.
Fakat onların maksatları Allah'ın emrine muhalefet etmekti. Filhahika, hem
kavlen, hem fiilen Allah'ın emirlerine muhalefet ettiler. Allahu Teâîâ da
onları taunla cezalandırdı. Rivayete nazaran bir saatte yetmiş bini helak
olmuştur.[106]
Metinde geçen
kelimenin okunuş şekli üzerinde kıraat imamları ihtilaf etmişlerdir.
Nafi bu kelimeyi
"yüğfer" şeklinde okurken, İbn Amir "tüğfer" şeklinde,
diğer kıraat imamları da "nağfir" şeklinde okumuşlardır.[107]
4007... (Bir
önceki hadisin) bir benzeri de yine Zeyd b. Eşlem yoluyla Hişâm b. Sa'd'dan
rivayet olunmuştur.[108]
4008... Aişe
(ranha)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: (Bir gün) Resulullah (s.a.v)-vahiy
geldi. Bunun üzerine ("Bu indirdiğimiz ve hükümlerini üzerinize farz
kıldığımız bir suredir"[109]
mealindeki ayet-i kerimeyi) bize
(şeklinde) okudu.
Ebû Davûd dedi ki:
(Urve, Hz. Peygamber'in kelimesinin
râsını şeddesiz olarak okuduğunu söylemek istiyor.[110]
Kıraat imamları
kelimesinin okunuşunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Kesir ile Ebû Ömer bu kelimeyi
"ra" harfinin şeddesi ile "ferradna" şeklinde, diğer kıraat
imamları da şeddesiz olarak "feradna" şeklinde okumuşlardır.[111]
[1] Concordance'da bu bölümün her bir rivayeti aynı
zamanda bir bab olarak kabul edilmiştir. M.F Abdiilbâki merhum da
Concordance'da esas alınan bölüm ve babları belirten eseri Teysîr^ül-Menlaah'de
iıer hadise" görüleceği şekilde bab vermiştir. Biz de aynen uyguladık.
[2] Bakara, (2), 125.
[3] Tirmizî, tefsir Bakara (2) I; İbn Mâce, ikame 56.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/54.
[4] Bakara. (2), 122.
[5] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/54.
[6] Tirmizi tefsir Bakara 2/1 İbn mâce ikame/56
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/54-55.
[8] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/55.
[9] Âl-i İmrân, (3) 161.
[10] Tirmizi tefsir (3) 17.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/55-56.
[11] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/56-57.
[12] Buharı cîhâd /25. Da'vat/38, 39, 42.44, Müslim
zikir/49,50,70, 73, 76. Ebû Davud vitr/32, Tirmizî dua/76,
115 Ahmed II- 185. 186,111- 113, 117. 201. 205. 208, 214, 231, 235. 240,
427 VI - 57, 207.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/57.
[13] Bir önceki kaynaklar,
(*) Tırmizi savm: 69, Nesâi Iahâte9l İbn Mâcelahâre54Darimi Vutlû, 34
Ahmed. IV-211.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/57.
[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/57.
[16] Âli İmran(3) 188.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/58.
[18] Nisa (4) 24.
[19] Buhârî tefsir 14 17: Müslim, tefsir 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/58.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/58-59.
[21] Nisa (4) 95.
[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/59.
[23] Alûsi Ruhul meani 5/121.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/59-60.
[25] Tirmizî, kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/60.
[26] Mâide (5) 45.
[27] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/60.
[28] Ma'ide (5)45.
[29] Tirmizî, kıraat, 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/61.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/61.
[31] Rûm (30) 54.
[32] Tirmizi, Kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/61.
[33] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/61-62.
[34] Tirmizi, kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/62.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/62.
[36] Yunus (10) 58.
[37] Tirmizî, Kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/62.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/62-63.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/63.
[40] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/63.
[41] Hûd (II) 96.
[42] Tirmizî kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/63.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/64.
[44] Hûd. 46.
[45] Tirmizi kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/64.
[46] Kehf. 18 76.
[47] Tirmizî kıraat I; Tefsîrtil-kuran (18) I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/65.
[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/65.
[49] Tirmizî, kıraat 1; Tefsîr'ul kur'an (18).
[50] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/66.
[51] Tirmizî kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/66.
[52] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/66.
[53] İbn-ı Mace, mukadime 9. Ahmed b. Hanbel I, 374, III 79.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/67.
[54] İbn-i kesir, hadislerle kur'an-ı kerim. XI 5 998.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/67.
[55] Tirmizî tefsir (sebe) 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/68.
[56] Molla mehmeloğlu e. Zeki. Süneni Tirmizî Tercümesi: V
338.
[57] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/68-69.
[58] Sebe. (34) 23.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/69.
[60] Hatiboğlu Haydar. Sünni İbn-i Mace tercemesi 1/348.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/69-70.
[62] Zümer (39) 59.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/70.
[64] Zümer, (39) 57.
[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/71.
[66] Tirmizî Kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/71-72.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/72.
[68] Buhari, tefsirü'l kur'ân 43) I; Müslim Cüm'a 49,
Tirmizî salat 362.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/72.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/73.
[70] Zariyûl (51) 58.
[71] Tirmizi kıraat I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/73.
[72] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/73-74.
[73] Kamer (54) 22.
[74] Tirmizi, kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/74.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/74.
[76] Hûmeze (104) 3.
[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/74-75.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/75.
[79] Fecr (89) 25-26.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/75.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/75-76.
[82] Fecr (89) 25,
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/76.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/77.
[85] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/77-78.
[86] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/78.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/78.
[88] Fatiha (I) 3.
[89] Tirmizî, kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/79.
[90] Bak Molla Mehmetoğlu O. Zeki Sünen-i Tirmizî tercümesi
5/61.
[91] Azimâbadî, Avnü'I-Mabud XI 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/79.
[92] Tirmizi, kıraat 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/80.
[93] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/80.
[94] Buharı, tefsir'ül kıırûn, yasin (36) 1; Müslim, eyman
159Tirmizî, tefsirü'l Kuran (yenin 36) 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/80-81.
[95] Kehf (18) 86.
[96] Karlığa Dr. Bekir İbn-i Kesîr. Hadislerle Kur'an-ı
kerim tefsiri X.507l.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/81.
[97] Mûslîm salat'ül-müsafırîn 258; Tİrmizî,
sevâb'til-kurân 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/81-82.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/82.
[99] Yusuf, (12) 23.
[100] Buhârî, tefsir'ul-kur'ân, suretü’l-Yusuf .
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/82-83.
[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/83.
[102] Buhari, tefsür'ul - kur'ûn, süre-i yûsuf 4.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/83.
[103] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/84.
[104] Bakara, (2) 58.
[105] Buhârî, tefsîrû’l- Kur'ân, bakam 148; Müslim,
teftir,Tirmizî tefsîr'ul - Kur'an Bakara 1.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/84.
[106] Davudoğlu A. Sahihi Müslim terceme ve şerhî X499-500.
[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/84.
[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/85.
[109] Nâr. (24) 10.
[110] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/85.
[111] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/85.