1. Dinden Çıkan Kişi (Mürted)
Hakkındaki Hüküm
2. Rasulullah'a Söven Kişinin Hükmü
3. Muharebe (Yol Kesicilik,
Eşkıyalık) Konusunda Varid Olan Hadisler
5. Haddi Hak Edenlerin Suçunu
Gizlemek
6. Yetkili Makama Ulaşmadan Önce
Hadleri Bağışlanabilir
7. (Haddi Gerektiren Suçları)
İşleyenleri Setretmek
8. Haddi (Gerektiren Bir Suç)
İşleyenin Gelip İkrar Etmesi
10 Ne Olduğunu Söylemeden Bir Haddi
(Gerektiren Bir Suçu) İtiraf Edenin Durumu
11. (Sorgulamada Zanlıyı) Döverek
İşkence Etmek (Caiz Midir?)
12. Hırsızın Elinin Kesildiği Mal
(Mikdarı)
Hırsızın Elinin
Kesilmesi İçin Aranan Diğer Şartlar:
13. Çalındığında El Kesilmeyen Mallar
14. Yankesicilik Ve Hainlikte El
Kesilir Mi?
15. Bir Malı Hırz (Korunduğu Yer) Dan
Çalan Kişinin Durumu
16. Ariyet İnkar Edildiği Zaman İnkâr
Edenin Eli Kesilir Mi?
17. Hırsızlık Yapan Veya Haddi
Gerektiren Bir Suçu İşleyen Akıl Hastasının Durumu
İslâm Hukuku'nda
Ehliyet Arızalarından: Çocukluk ve Delilik:
18. Çocuğun Haddi Gerektiren Bir Suç
İşlemesi
19. Savaş Esnasında Hırsızlık Yapanın
Eli Kesilir Mi?
20. Nebbaş (Kefen Soyucu) İn Elinin
Kesilmesi
21. Birkaç Kerre Hırsızlık Yapan
Hırsızın Durumu
22. Hırsızın Elinin Boynuna Asılması
Hırsızlık Yaptığı Zaman Kölenin
Satılması
Recmle Birlikte Celd Uygulanır Mı ?. 42
24. Rasûlullah’ın Recmedilmesini
Emrettiği Cüheyneli Kadın
25. İki Yahûdinin Recmedilmeleri
26. Mahremi İle Zina Eden Kişi
Hakkında (Ki Hadisler)
27. Karısının Cariyesi İle Zina Eden
Kişinin Durumu
28. Lût Kavmunun Yaptığını (Livâta) Yapan Kişi Hakkında
29. Bir Hayvana Temasda Bulunan Kişi
Hakkında
30. Erkeğin Zinayı İkrar Edip Kadının
İkrar Etmemesi Halinde Yapılacak Şey
31. Adam Bir Kadına Cinsi İlişkinin
Dışında Bîr Şey Yapar Ve Yakalanmadan Önce Tevbe Ederse 63
32. Muhsan Değilken Zina Eden Cariye
Hakkında,
35. Şarap İçenlere Uygulanan Had
36. (Had Vurulduktan Sonra) İçki
İçmeye Devam Edene Ait Hükümler
A- Tazir
Cezalarının Çeşitleri
B - Tazirlerin
Suçlulara Göre Mertebeleri:
Had sözükte "Mani
olmak" demektir. İki şeyi birbirine karışmaktan men eden mania da haddir.
Haddin çoğulu "hudûd"tur.
İslam Hukuk terimi
olarak "had" Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gerekli bulunan
sınırlı ve belli cezadır. Bu cezalar, zararı tüm insanlığa dokunan bir takım
kötü iş ve eylemlerden insanları menettiği için "had" adını
almışlardır.
Tariften de
anlaşıldığı gibi "had", Allah hakkı olarak öngörülen bir cezadır.
Yani âmme menfaati ile alâkalıdır. Onun için, bu cezaların uygulanmasında af
sözkonusu olmadığı gibi, mağdurun şikâyette bulunması da her zaman gerekli
değildir.
Had cezasının
uygulandığı suçlar: Zina, sarhoşluk veren içki kullanmak, hırsızlık, yol
kesmek, dinden dönmek, İslâm ahkâmı ile hükmeden yönetime baş kaldırmak ve kazf
(namuslu bir kadına zina isnadında bu-lunmak)tır. Bu suçları işleyenlere
verilecek cezaların türü ve miktarı bizzat şarî (yani din koyucu olan Allah
c.c) tarafından tesbit edilmiştir.
İslam ceza hukukunda
hadlerden başka iki türlü ceza daha vardır, bunlar:
A) Kısas ve
diyet: Cana veya bedene yönelik cinayetlere (öldürme veya yaralama) verilecek
dünyalık ceza;
Kısas: Öldüren veya
bir uzva zarar veren şahsı, verdiği zararın aynısı ile cezalandırmaktır.
Meselâ, öldürücü bir aletle suçsuz birisini amden (kasden) öldüren kişiye kısas
olarak ölüm cezası verilir.
Diyet: Kasdi olmayan öldürmelerde
veya kasdi olduğu halde maktulün yakınlarının kısastan vazgeçmeleri durumunda
ya da yaralamalarda, kısas için denkliği sağlamanın mümkün olmadığı hallerde
cani tarafından maktulün yakınlarına veya mağdura ödenen malî tazminattır.
Keffâret ise, bazı
öldürme suçlarında öldürenin köle azad etme ve oruç tutmak gibi fiillerle eda
ettiği ibadet cinsiden cezalardır.
B) Tâzîr
cezası: Tazir, tedib etmek, yola getirmek demektir. Istılahta ise dinin
yasakladığı ama karşılığında ceza belirlemeyip, devlet yetkilisinin takdirine
bıraktığı cezadır. Ta'zir cezası kırbaçlama, hapis, sözlü ihtar ve tenbih
(uyarı) şekillerinde verilir.[1]
4351...
İkrime (r.a)'den rivayet edildiğine göre:
Hz. Ali (r.a) dinden çıkan
bir takım insanları ateşte yaktı. Bu (haber) Abdullah b. Abbas'a ulaştığında
Abdullah (r.a) şöyle dedi:
(Ben olsaydım) Onları
ateşte yakmazdım. Çünkü Rasûlullah (s.a) "Allah'ın azabı ile
cezalandırmayınız" buyurdu. Ama, Rasûlullah'ın sözü sebebiyle onları
öldürürdüm. Çünkü Rasûlullah (s.a) "Kim dinini değiştirirse onu hemen
öldürünüz" buyurdu.
Bu sözler Hz. Ali'ye
ulaşınca; "Vah îbn Abbas!" dedi.[2]
Hadisten Hz. Ali
(r.a)'nın dinden dönen bazı insanlan ateşte yaktığını öğreniyoruz. Ateşte yakılanlar,
Hz. Ali'nin Allah olduğunu söyleyen insanlardır. Bunlar Abdullah b. Se-be'nin
saptırdığı kişilerdir.
Metinde görüldüğü
üzere Hz. Ali (k.v), İbn Abbas (r.a)'ın kendisinin mürtedleri yaktığını duyunca
tenkid edip "ben olsaydım onları öldürürdüm" dediğini ve bu konuda
Hz. Peygamberin bir hadisini rivayet ettiğini duyunca; "Vah İbn
Abbas!" demiştir. Bazı nüshalarda bu "Vah İbn Ab-bas'm annesi!"
şeklindedir. Hz. Ali'nin bu sözü İbn Abbas'ın söylediği şeyi doğru bulmadığı
için ona bir merhamet eseri olarak söylemiş olması muhtemel olduğu gibi, onu
haklı bularak övmek maksadı ile söylemiş olması da muhtemeldir. Çünkü bu söz,
hem bir şey beğenilmediğinde, söyleyenin hatasından dolayı duyulan üzüntüyü
ifade için, hem de sözü doğru bulup söyleyeni övmek için kullanılır. Birinci
ihtimale göre, Hz. Ali, İbn Abbas'ın haber verdiği hadisi kendisinin de
bildiğini ondaki nehyin tenzihi olduğunu, İbn Abbas'ın ise zahirine hamledip
tahrime delâlet saydığını belirtmek istemiştir. İkinci ihtimale göre ise, îbn
Abbas kendisinin bilmediği ya da unuttuğu bir hadisi haber verdiği için
beğenmiş ve onu övmek için bu ifâdeyi kullanmıştır. Aliyyü'1-Kari ulemanın
çoğunluğunun bu sözün medh için söylendiği görüşünde olduklarını,
Şerhus-Sün-ne'deki: "Bu Ali'ye ulaştı. O da; İbn Abbas doğru söyledi,
dedi" şeklindeki rivayetin de bunu teyid ettiğini söyler. Hattabi de:
"Bu söz İbn Abbas için duadır. Onu medh ve sözünü beğenmedir" der.
Hadis-i şeriften iki hüküm çıkmaktadır. Bunlar:
I- İnsanlar
ne suç işlerlerse işlesinler yakılarak cezalandırılmazlar. Çünkü ateşle ceza
metinde de görüdüğü gibi "Allah'a ait bir cezalandırma" şeklidir.
Nitekim Buhari bu hadisi, "Allah'ın azabı ile cezalandırılmaz" adını
taşıyan bab içerisinde vermiştir. Aynı babda, Buhari'nin Ebû Hureyre'den rivayet
ettiği bir başka hadis de şu şekildedir: "Rasûlullah bizi bir grup içinde
gönderip falan ve falanı bulursanız ateşte yakınız, buyurdu. Tam biz çıkmak
istediğimizde, ben size falanı ve falanı bulursanız ateşte yakmanızı
emretmiştim. Ama ateşte ancak Allah cezalandırır. Eğer onları bulursanız,
Öldürünüz, buyurdu."
II- İslam
dininden çıkan birisi Öldürülür. Dinden çıkmaya îrtidâd, dinden çıkan kişiye de
mürted denilir. Kur'an-i Kerim'de
İslamdan çıkan kişiye verilecek uhrevî ceza sözkonusu edilmiştir Bir ayet-i
kerimede cenab-ı Hak meâlen şöyle buyurmaktadır: "İçinizden kim dininden
döner ve kafir olarak ölürse, işte onların yaptıkları dünyada ve âhiret-te
boşa gider. Bunlar cehennemliktirler ve orada kalıcıdırlar." (el-Bakara,
218)
Mürted1 in dünyevi
cezasının ölüm olduğu, hadisler ve İslam ulemasının icmaı ile tesbit
edilmiştir. Bu babtaki hadisler, dinden dönene verilecek cezayı net bir
şekilde ortaya koyuyor. İslam müctehidleri, İslam dininden çıkan bir erkeğin
öldürülmesi konusunda fikir birliğine varmışlardır. Ancak aynı cezanın
İslamdan çıkan kadına da uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalıdır. Hanefilere
göre, bu durumdaki bir kadın öldürülmez. Çünkü fahr-i kâinat efendimiz, bir
hadisinde, savaş esnasında kadınları öldürmeyi men etmiştir. Cumhura göre ise
İslam'dan çıkan kadınlar da öldürülür. Bunlar Muâz b. Cebel (r.a) Yemen'e
gönderilirken, Rasûlul-lah'ın kendisine söylediği şu sözlere dayanırlar:
"Hangi erkek İslamdan çıkarsa onu İslama davet et. Dönerse ne ala, aksi
halde boynunu vur. Hangi kadın da İslamdan çıkarsa onu tekrar davet et. Dönerse
ne ala, aksi halde boynunu vur."
Cumhur, Hanef ilerin
dayandıkları hadisteki yasaklamayı, İslam'dan dönen değil de aslen kâfir olan
kadının öldürülmemesine hamletmişlerdir.
Yukarıda naklettiğimiz
Muaz hadisinden de anlaşılacağı üzere, mürted öldürülmeden önce tekrar dine
davet edilir. Mürtede karşı uygulanacak esaslar şunlardır:
1- İrtidad
bir şüphe neticesi olmuşsa, mürteddin bu şüphesi izâle edilir, gerçek
anlatılır.
2- Tekrar
İslama dönmesi teklif edilir. Bazı alimlere göre, mürtedde düşünme fırsatı
verilir. Düşünme müddeti konusunda üç gün ile bir yıl arasında değişen
rivayetler vardır. Mürted bundan sonra yine İslama girmezse öldürülür. Dinden
dönen şahıs bir yabancı ülkeye kaçar ve oraya sığınırsa malı ve ailesi
konusunda özel hükümler vardır. Konu fıkıh kitaplarının ilgili
bölümlerindedir.[3]
4352...
Abdullah (b. Mes'ud) (r.a) şöyle demiştir :
Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına, benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet
eden müslünıan bir kişinin kanı ancak üç şeyden birisi ile helal olur; Zina
eden Seyyib, cana karşı can ve dinini terkedip cemaatten ayrılan."[4]
Bu hadisteki "Üç
şeyden biri" cümlesi İbn Mace'nin rivayetinde "üç kişiden
birisi..." şeklinde varid olmuştur. Buhari ve Müslim'in rivayetleri ise
aynen buradaki gibidir.
Hadis-i şerifte ancak
şu üç gruptan birisine giren bir müslümanın öldürülebileceği, bunların
dışındakilerin kanlarının helal olmadığı bildirilmektedir.
1- Zina eden
Seyyib: Seyyib sözlükte "dul" demektir. Bu hadiste sahih bir nikahla
evlenip bir kerre bile olsa karı koca ilişkisi yaşamış olan erkek veya
kadındır. Bu durumdaki erkeğe "muhsan" kadına muhsana" denir. Bu
durumda olan bir erkek veya kadın ister evlilikleri devam etsin ister ayrılmış
olsunlar veya taraflardan birisi ölmüş olsun zina ederse resmedilerek
öldürülür. Recm cezasının uygulanması için zina eden kişinin o esnada evli
bulunması şart değildir. Dul bile olsa recm uygulanır. Hiç evlenmemiş olan
kadın ve erkeğe ise zina etmeleri halinde yüz sopa vurulur. 23. babda bu konu
geniş bir şekilde gelecektir.
2- Cana
karşı can: Bir başkasını amden (kasden) ve öldürücü bir aletle öldüren kişi,
maktulün yakınlarının kısas talebi durumunda öldürülür.
Hanefilere göre; hür bir
müslüman, hür bir müslümana karşı kısas edildiği gibi zimmi (gayr-i müslim
tebea) ya ve köleye karşı da kısasen öldürülür. Yani bir köleyi veya zimmiyi
öldüren hür bir müslüman öldürülür. İmam malik, Şafii, Ahmed ve Leys'in de
içinde bulunduğu Cumhura göre ise, hür bir müslüman köleye veya zimmiye karşı
öldürülmez. Bu hadisin mutlak oluşu Hanefilerin görüşüne delildir.
3- Dini
terkedip cemaatten ayrılan kişi: Yani İslamdan çıkıp İslam toplumundan ayrılan
mürted; hadisin üzerinde durduğumuz konu ile ilgisi bu bölümüdür. İmam Nevevi
bu hükmün, tüm mürtedlere şamil olduğunu söyler.
Bazı alimler:
"Cemaatten ayrılan" ifadesinden hareketle, hükmün bid'at ve isyanla
cemaatten ayrılan herkese şamil olduğunu, Haricilerin (İslâmî ahkâm ile
hükmeden İslâm Devleti yöneticilerine karşı başkaldıranların) da buna girdiğini
söylerler.
Hadis-i şerif,
müslümanlardan kanı helal olanları bu üç gruba hasretmiştir. Ancak alimler
daha başka delillere de dayanarak bu sayıyı arttırmışlardır. Mesela İmam
Şafii'ye göre namaz kılmayan birisi tevbe etmezse öldürülür. İmam-ı Azam'a
göre ise öldürülmez. Şafii ulemasından Müzenî ve İmamü'l-Harameyn de İmam-ı
Azam'in görüşündedirler. Ayrıca bazı alimlere göre sihirbaz, bazılarına göre
alenen silah çekip saldıran kişi (sâil) de öldürülür. Hz. Peygamber (s.a)'e
küfredenin öldürüleceği de ittifakla sabittir.
Bazı alimler bu
sayılanlarla birlikte kanı helal olanları ona çıkarmaktadırlar. Ancak bunları
hadisin üçüncü fıkrası altında toplamak mümkündür.[5]
4353... Aişe
(radiyallahü anha'dan; rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muham-med'in Allah'ın
Rasulü olduğuna şehadet eden müslüman birisinin kanı helal olmaz. Ancak şu üç
husustan birisi dolayısıyla olması müstesna:
1) İhsandan
sonra zina eden adam; o recmedilir,
2) Allah'a
ve Ra-sulüne karşı savaşa çıkan adam; o, öldürülür veya salbedilir ya da ülkeden
sürgün edilir.
3) Bir
insanı öldüren; o da öldürdüğü kişiye karşılık öldürülür."[6]
Bu hadis, önceki
hadisten bir iki noktada ayrılmaktadır. Bu noktalara bir göz atmak istiyoruz:
1- Önceki
hadiste kanı helal olanlar arasında sayılan zinâkâr "Seyyib" kelimesi
ile vasfedilmişti. Bu hadise ise; "İhsandan sonra" denilmiştir.
İhsan; sözlükte
korumak muhafaza altına almak demektir. Terim olarak da erkek veya kadının
sahih bir nikahla evlenip karı koca ilişkisinde bulunmaları halinde aldıkları
vasıftır. Bu durumda olan bir erkeğe zinadan korunduğu için
"ımıhsan" kadına da "muhsana" denilir. Önceki hadisin
izahında seyyib konusunda söylediğimiz gibi; ihsan konusunda da evliliğin
devamı şart değildir. Herhangi bir sebeple evlilik son bulmuş da olsa kadın ve
erkeğin ihsan hali devam etmektedir.
Bu hadiste öncekinden
farklı olarak öldürülebilecek kişilere verilecek cezalar da beyan edilmiştir.
Buna göre ihsandan sonra zina eden kişi recmedilir. Recm; zina suçuna has bir
cezadır. Zinakâr taşlanarak öldürülür.
2- Önceki
hadiste kanı helal olanlar içerisinde sayılan bir grup, İslam-dan çıkıp
cemaatten ayrılanlardır. Bu hadiste ise, mürted yer almamış, onun yerine
Allah'a ve Rasulüne savaş açan zikredilmiştir.
AIiyyü'1-Kari'nin
bildirildiğine göre,ondan maksat, yol kesiciler ve İslam devletine karşı isyan
edenlerdir. Bu zümreden olanlara verilecek ceza işlediği suçun ölçüsüne göre
farklılık gösterir. Eğer birisini öldürür ama malını almazsa kılıçla kafası
kesilerek öldürülür. Hem adam öldürmüş hem de mal almışsa salb edilir ve
ölünceye kadar mızraklamr. Salb'in şekli şudur: T şeklinde bir ağaç hazırlanır.
Suçlunun elleri T'nin üst tarfına ayaklan da dikine olan kısmına bağlanır. Bu
şekilde asılan şahıs daha önce öldürülmemişse asıldıktan sonra karnı veya sol
memesi, ölünceye kadar mızrakla yarılır ve üç gün bu şekilde kalır.
İmam-ı Azam'a göre;
hem adam öldüren hem de mal alan yol kesiciye verilecek cezada devlet başkanı
muhayyerdir. Dilerse bunların önce el ve ayaklarını keser sonra da öldürür veya
salbeder. Dilerse sadece öldürür veya salbeder. Yol kesen eşkiya cana
dokunmamış sadece mal almışsa sağ eli ve sol ayağı mafsaldan kesilir.
Yol kesen eşkiya mala
ve cana dokunmamış, sadece yolcuları korkutmuş ise onun cezası da sürgündür.
Devlet başkanı sürgün yerine dayak atabilir. Sürgünden maksadın hapsetmek
olduğunu söyleyen alimler de vardır.
Hz. Peygamber (s.a)'in
Allah'a ve Rasulüne savaş açanlar için verileceğini bildirdiği bu cezalar
Rur'an'ı Kerim'deki şu âyette de aynen ifade edilmektedir:
"Allah (Teâla) ve
onun Rasulü ile muharebe eden, yeryüzünde fesada koşan (yol kesicilikte
bulunanların cezaları ancak öldürülmeleri veya salbedilme (asılma) leri veya
çaprazlamasına olmak üzere elleri ile ayaklarının kesilmesi veya yeryüzünden
sürülmeleridir. Bu ceza, onlar için dünyada bir rüsvaylıktır, onlar için
ahirette ise büyük bir azab vardır. Ancak onlar kendilerini ele geçirmenizden
önce tevbe ederlerse müstesna. Bilin ki Allah bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir."
(Mâide, 33)
Yol kesicilik,
Allah'ın kullarına karşı büyük bir tecavüz olduğu için bu, Allah'a ve Rasulüne
karşı savaş kabul edilmiştir.
Bu izahımız, yol
kesiciye verilecek cezalar arasındaki atıf edatı olan; "ev=veya" nın
tenvi için olduğu görüşüne göredir. Aralarında bazı küçük ayrılıklar olmakla
birlikte; Hanefiler, İmam Şafii, Katade ve Evzaî bu görüştedirler. Bu, İbn
Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
İmam Malik'e göre;
"ev=veya" edatı tahyir (muhayyerlik bildirmek) içindir. Devlet başkam
yol kesiciye verilecek cezada öldürme, salbetme ve sürgün arasında muhayyerdir.
Bu cezalardan dilediğini verir. Ebu Sevide aynı görüştedir.
Hadiste kanı helal
görülen üçüncü grup da teammüden adam öldürenlerdir. Bu önceki hadiste de
geçmişti.[7]
4354... Ebu
Mûsâ (r.a), şöyle demiştir:
Yanımda Eş'arilerden
iki adamla birlikte Rasulullah (s.a)'a geldim. Adamlardan birisi sağımda birisi
solumda idi. Her ikisi de Rasulullah'tan görev istediler. Rasulullah susmakta
idi.[8] Bunun
üzerine:
" Ne diyorsun ya
Ebu Musa? veya: Ya Abdullah b. Kays?" dedi.[9]
Seni hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki, gönüllerindekini bana söylemediler ve onların
görev isteyeceklerinin farkına dahi varmadım, dedim. Sanki ben şu anda
Rasulullah'm dudağı altında misvakinin yükseldiğini görür gibiyim.
Rasulullah (s.a):
"Biz işimize asla
onu isteyeni tayin etmeyeceğiz - veya onu isteyeni tayin etmeyiz[10] -
ama, ey Ebu Musa - yada Abdullah b. Kays- sen git" buyurdu ve onu Yemen'e
gönderdi. Sonra peşinden Muaz b. Cebel (r.a)'i de gönderdi.Râvi der ki:
Muaz, Ebu Musa'nın
yanına varınca Ebu Musa, "in" (buyur) dedi ve onun için bir minder
serdi. Muaz, Ebu Musa'nın yanında bağlı bir adam gördü ve:
Bu ne? dedi Ebu Musa:
Bu yahidi idi,
müslüman oldu, sonra tekrar dinine; kötü dinine döndü, dedi.
Muaz:
O öldürülmedikçe
oturmam. Bu, Allah'ın ve Rasulünün hükmüdür, dedi.
Ebu Musa:
Otur, evet, dedi. Muaz
üç kere:
O Öldürülünceye kadar
oturmam. Bu Allah'ın ve Rasulünün hükmüdür, dedi.
Bunun üzerine Ebû Musa
emretti ve adam öldürüldü. Sonra bu iki sahabe gece namazını tartıştılar.
Muaz: "Ben uyurum
da, namaz da kılarım; veya: namaz da kılarım uyurum da.[11]
Namazımda umduğumu (sevabı) uykum halinde de umanm" dedi.[12]
4355... Ebû
Mûsâ (r.a) şöyle demiştir:
"Ben Yemen'de
iken Muaz yanıma geldi. Yahudi olan bir adam müs-lüman olmuş, sonra tekrar
İslamdan çıkmıştı. Muaz gelince;
"O öldürülmedikçe
hayvanımdan inmem" dedi. Bunun üzerine adam öldürüldü.
Râviler (Talha b.
Yahya ve Büreyd b. Abdullah b. Ebi Bürde) den birisi: "Adam daha önce
tevbeye davet edilmişti" dedi.[13]
4356... Eş-
Şeybânî (Ebû îshak, Süleyman b. Feyrûz) Ebû Bürde'den yukarıdaki kıssayı
rivayet etti.Ravî dedi ki:
"Ebû Musa
(r.a)'ya İslamdan çıkan bir adam getirildi. Ebu Musa adamı yirmi gece veya ona
yakın bir müddet (İslam'a) davet etti. Sonra Muaz geldi, o da (İslama) davet
etti. Ama adam kabul etmedi. Bunun üzerine boynu vuruldu. (Muaz boynunu
vurdurdu)."
Ebû Davûd der ki:
"Bu hadisi Ebu
Bürde'den Abdülmelik b. Umeyr de rivayet etti, ama tevbeye davet meselesini
zikretmedi. Ayrıca İbn Fuzayl Şeybani'den, o, Said b. Ebi Bürde'den o da babası
vasıtasıyla Ebû Musa'dan rivayet etti, ama tevbeye da'veti anmadı."[14]
4357... Bize
Mes'ûdî (Abdurrahman b. Abdullah b. Utbe b. Abdullah b. Mes'ud) Kasım (İbn
Abdurrahman b. Abdullah b. Mesûd)dan bu kıssayı haber verip şöyle dedi:
"Onun boynu
vuruluncaya kadar Muaz hayvanından inmedi ve onu tevbeye de davet etmedi."[15]
Bu dört rivayet aynı
hadisenin birbirinden farklı olan nakilleridir. Onun için hepsinin izahını
birlikte ele aldık. Rivayetler arasındaki fark dinden dönen yahudi asıllı
şahsın tevbeye davet edilip edilmediği konusundaki ihtilaftır.
Hz. Peygamber (s.a),
Ebû Musa el-Eş'ârî ile Muaz İbn Cebel'i Yemen'deki iki vilayete vali olarak
göndermişti. Bu iki zat zaman zaman birbirlerini ziyaret ederlerdi. Metinden
anlaşıldığına göre Ebû Musa'nın Yemen'e gidişi Muaz'ın gidişinden önce olmuştu.
Kıssa'da anlatılan Ebû
Mûsâ ile Muaz
(r.anhuma)'ın karşılaşmalarının Hz. Muaz'ın ilk gidişinde mi yoksa bilahere
aralarında geçen ziyaretleşmelerden birisi esnasında mı olduğu konusunda bir
açıklık yoktur.
Hz. Muaz Ebu, Musa
(r.a)'nın yanına vardığında, Ebu Musa onun al-tma: "visâde = yastık"
atmıştır. Bu, arapların bir adeti idi. Fazla ikram etmek istedikleri
şahısların altına yastık verirlerdi. Bazı alimler burada vi-sade'nin sergi,
minder manasında kullanıldığını söylerler. Nevevi bunu reddederek visade'nin
yastık olduğunu, buna sergi denildiğini hiç bir kitapta görmediğini söyler.
Ancak biz türkçeye uygun olması için "minder" diye terceme ettik.
Cabir (r.a), Ebû
Musa'nın yanında bağlı bir adam görünce hayret etmiş ve onun kim olduğunu sormuştur.
Taberanî'nin rivayetine göre Cabir (r.a) şöyle demiştir: "Kardeşim, sen
insanlara işkence etmek için mi gönderil-din? Biz ancak onlara dini Öğretmek,
faydalı şeyler öğretmek için gönderildik" demiş, onun müslümanlıktan
çıkan bîr mürted olduğunu öğrenince ateşte yakılmasını istemiş ve yahudi ateşe
atılarak yakılmıştır. Ancak bu rivayete göre yahudinin öldürüldükten sonra
yakılmış olduğunu söylemek gerekir. Çünkü hadisin bir çok rivayetinde onun
Öldürüldüğü ya da boynunun vurulduğu söylenmektedir. Ebu Davud'un rivayetinin
yanı sıra Buhari ve Müslim'de de adamın öldürüldüğü ifade edilmiştir. Ayrıca
bir suçluyu yakarak cezalandırmak Allah'a ait bir şeydir. Müslümanlar bundan
men edilmişlerdir. O halde rivayetlerin arasını te'lif için Taberanî'nin rivayetindeki
yakılma olayını öldürüldükten sonra yakılma şeklinde değerlendirmek gerekir.
Üzerinde durulması
gereken diğer önemli bir konu da, irtidad eden şahsa öldürülmeden önce İslamî
telkin ve tevbeye davetin yapılıp yapılmadığıdır. Hadisin bazı rivayetlerinde
bu konuya hiç temas edilmemişken bazılarında tevbeye davet edildiği, hatta
birisinde bu davetin yirmi gün kadar sürdüğü bazılarında ise davet edilmediği
söylenmektedir. Ancak tevbeye davet edilmiş olduğuna işaret eden haberler
vakıaya daha uygundur. Ebu Musa'nın mürteddi hemen öldürmeyip bağlı tutması,
onun tekrar İslama dönme umudunu koruduğunu gösterir. Nitekim Hz. Ömer (r.a)
Mürted konusunda yazdığı bir mektupta: "Onu üç gün hapsediniz, her gün
çörek yediriniz. Umulur ki o tevbe eder de Allah tevbesini kabul eder"
demiştir. Sahabeden hiç bir kimse bu mektubu inkâr etmemiştir. Dolayısıyla bu,
sahabenin icmaı hükmündedir. Mürtedde tevbe teklifini lüzumlu gören alimler
ayrıca;
"Eğer tevbe
ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse serbest bırakınız." (Tevbe
9/5) ayetini de delilleri arasına alırlar.
Babın ilk hadisini
izah ederken de söylediğimiz gibi, ulemânın cumhuruna göre mürted öldürülmeden
önce tereddüdü izale edilir ve tevbeye davet edilir. Ancak tevbe için
verilecek mühletin süresi ve tevbe teklifinin adedi ihtilaflıdır.
Hanefilere göre
mürtedin üç ayrı günde üç defa tevbe etmesi istenir. Ahmed b. Hanbel, İshak ve
İmam Malik'e göre üç gün davet edilir, kabul etmezse öldürülür.
Ubeyd b. Umeyr, Tavus
ve Hasenül-Basri'ye göre mürteddin tevbeye davet edilmesine gerek yoktur.
Derhal öldürülür. Ata'dan rivayet edilen bir görüşe göre ise; eğer mürted aslen
müslüman olur da irtidad ederse tevbesi istenmeden öldürülür. Ama daha önce
gayri müslim iken İslama girmiş daha sonra irtidat etmişse tevbeye davet
edilir.[16]
Ayrıca tevbe istemenin
hükmü ihtilaflıdır.
1- Devlet
kademesindeki yüksek görevler için vazife istenmez, verilir. Bu konuda liyakat
esastır.
2- Devlet
yetkilisi, İslamm emirlerini uygulamakda asla taviz vermemelidir.
3- İslam'a
girdikten sonra dönen kişi (mürted) öldürülür.
4- Mürted
öldürülmeden önce şüpheleri izale edilir
ve tevbe etmeye davet edilir. Tevbe ederse serbest bırakılır. Aksi halde
öldürülür.
5-
Şehirlerin valileri, serî hadleri tatbike yetkilidirler. Ulemanın cumhuru bu
görüştedir.
6- Müslüman,
durumun gerekli kıldığı şekilde ma'rufu emretmeîidir.[17]
4358... îbn
Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir: Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Rasulullah (s.a)
a (vahiy) kâtiplik (i) yapardı. Şeytan onu saptırdı. (İslamdan çıkıp) kafirlere
iltihak etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a) onun Fetih günü öldürülmesini
emretti. (Ancak) Osman b. Affan (r.a) onun için eman istedi. Rasulullah {s.a)
da eman verdi.[18]
4359... Sa'd
(b.Ebi Vakkas) (r.a) demiştir ki;
Mekke'nin fethi
gününde Abdullah b. Sa'd b. EM Şerh, Osman b. Affan'a sığındı. Osman onu
getirip Rasulullah'm huzurunda durdurttu. ve; Ya Rasulullah Abdullah'ın biatini
kabul et (eman ver), dedi.
Rasulullah (s.a) başını
kaldırıp ona baktı. (Osman r.a bunu) üç kere tekrar etti, Rasulullah (s.a) her
seferinde eman vermekten kaçınıyordu. Nihayet üçüncü müracaatından sonra
biatini kabul buyurdu (eman verdi). Sonra ashabına dönüp;
"İçinizde, ben
onun biatından kaçındığımda kalkıp onu öldürecek anlayışlı birisi yok
muydu?" buyurdu.
Sahabiler:
"Ya Rasulullah
senin gönlündekini biz bilmiyoruz, gözlerinle bize işaret etseydin ya"
dediler.
Rasulullah (s.a):
"Bir peygamberin
hain gözlü olması yakışmaz" buyurdu.[19]
Hadis-i şeriflerde,
irtidat ettiği bildirilen Abdullah b Sad b Ebi Serh) Hz Osman'ın süt kardeşi
idi.
O yüzden, efendimizin
yanında Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'e şefaatta bulundu.
Hz. Peygamber (s.a)
efendimiz önce Abdullah'ın bi'atini kabul etmek istemedi. Ama Hz. Osman'ın
ısrarına dayanamayarak kabul etti. Fakat gönlü razı değildi. Onun için
sahabilerine: "içinizde ben onun biatinden kaçındığımda kalkıp onu
öldürecek anlayışlı birisi yok muydu?" diyerek tarizde bulundu. Sahabeler
de "Ya Rasulullah biz senin gönlündekini bilemeyiz, gözlerinle bize
işaret etseydinya" karşılığını verdiler. Rasulullah (s.a) "Bir
peygamberin hain gözlü olması yakışmaz" buyurdu.
Hattabi hain gözlü
olmayı; "Özü ile sözünün biri birini tutmaması, içinde bir şey gizleyip
dışına başka bir şey aksettirmesi dilini tutup gözüyle işaret etmesi"
şeklinde izah etmektedir. Çünkü insan diliyle söylemeyip gözüyle işaret ederse
hıyanet etmiş olur. Bu hıyanet gözden zuhur ettiği için "hain gözlü"
diye ifade edilmiştir.
Bu hadisin
delaletinden anlaşıldığına göre; Hz. Peygamber (s.a)'in hayatında iken irtidat
eden bir kimsenin tevbesinin kabulü Rasulullah'm rızasına bağlıdır. Çünkü o
efendimize eziyet etmiştir. Böyle birisi tekrar iman ederse artık öldürülmez.
Ayrıca bu hadis,
Rasulullah'a küfredenin had olarak değil, irtidad sebebiyle öldürüleceğini
söyleyenlerin görüşünü te'yid etmektedir.[20]
4360... Cerir
(b. Abdullah el-Beceli) (r.a)'den Rasulullah (s.a)'i şöyle buyururken işittim:
"Köle (darı)
şirke kaçtığı zaman, kanı helal olmuştur."[21]
Hadis-i şerifin
Sahih-i Müslim'de üç rivayeti vardır ve gbu Davud'un rivayetinden biraz
farklıdır. Müslim'in rivayetleri şu şekildedir:
"Sahiplerinden
kaçan bir köle, onlara dönünceye kadar kafir olmuştur."
"Kaçan bir
köleden zimmet kalkmıştır."
"Köle kaçtığı
zaman onun namazı kabul olunmaz."
Nesai'de de üç rivayet
vardır. Birisi aynen Ebu Davud'taki gibidir. İkisi biraz farklıdır. Nesai'nin
rivayetleride şu şekildedir:
"Köle,
sahiplerinden kaçtığı zaman namazı kabul olunmaz. Şayet ( o vaziyette) ölürse
kafir olarak ölür."
"Köle kaçtığı
zaman sahiplerine dönünceye kadar namazı kabul olunmaz."
Görüldüğü gibi, hadisi
şeriflerde kaçan köle mutlak olarak anıimış, ırtidadı söz konusu edilmemiştir.
Hatta, Müslim'in ve Nesai'nin rivayetlerinde onun kaçtığı zaman müslümanlığm
devam ettiği ihsas edilmiştir. Çünkü namaz ancak müslüman için söz konusudur.
Ebu Davud'un
rivayetinde dar-ı küfre kaçan bir kölenin kanının helal olduğu ifade
edilmektedir. Yani böyle bir köle Ölümü hak etmiştir. Onu öldürene bir şey
lazım gelmez. îrtidâd etmediği halde kanı helal olunca, irtidad ettiğinde
"öncelikle helal olur.
Müslim ve Nesai'nin
rivayetlerinde; kaçan kölenin namazının kabul edilmeyeceği bildirilmektedir.
Nevevi'nin nakline göre; İmam ei-Mazî ve Kadı Iyaz bu hükmün sahibinden kaçmayı
helal sayan köleye ait olduğunu söylerler. Ebu Amr ise kaçmayı helal görmediği
halde kaçan kölenin de aynı hükümde olduğunu belirtir ve bu durumu gasbedilen
arazide kılınan namaza benzetir. Yani kaçan kölenin namazı sahihtir, fakat makbul
değildir. Kendisinden namaz borcu düşer ama sevap alamaz.[22]
4361... İbn
Abbas (radıyallahü anhüma) şöyle haber verdi: "Âmâ bir adamın bir ümmü
veledi vardı, Rasâlullah'a küfreder, onun hakkında yakışıksız şeyler söylerdi.
Âmâ onu bundan nehyeder, fakat kadın vazgeçmez, âma yine onu meneder ama
dinlemezdi. Kadın bir gece Rasûlullah (s.a) hakkında yakışıksız şeyler
söylemeye, ona küfretmeye başladı. Bunun üzerine âmâ hançeri aldı kadının
karnına sapladı ve üzerine yüklenip onu öldürdü. Ayaklan arasına bir çocuk
düştü. Kadın orasını (yatağı) kana buladı.
Sabah olunca olay
Rasûlullah'a anlatıldı. Rasûlullah (s.a) halkı toplayıp şöyle dedi:
"Bu işi yapan
şahsı Allah'a havale ediyorum (Allah adına yemin vererek arıyorum). Şüphesiz
onun üzerinde benim hakkım var, (bana itaat etmesi vacip) ama ayağa kalkarsa
müstesna."
Bunun üzerine âmâ
kalktı, safları yararak ve sallanarak (gelip) Rasûlullah (s.a)'ın önüne gelip
oturdu ve:
"Ya Rasûlullah!
Ben o kadının sahibiyim. Sana küfreder ve hakkında çirkin sözler söylerdi. Onu
nehyederdim dinlemez, menederdim vazgeçmezdi. Benim ondan inci tanesi gibi iki
oğlum var. O bana karşı da yumuşaktı. Dün gece yine sana sövmeye ve hakkında
çirkin sözler söylemeye başladı. Ben de hançeri alıp karnına sapladım, üzerine
yüklenip onu öldürdüm.!' dedi.
Rasûlullah (s.a):
"Dikkat edin!
Şahid olunuz ki o kadının kanı hederdir" buyurdu.[23]
Hadiste anılan âmânın
kim olduğu konusunda şerhlerde bir kayıt yoktur. Bezlü'l-Mechûd sahibi "Bu
zatın ismini bulamadım" der.
Ümmü veled: Sahibinden
çocuk dünyaya getiren cariyedir. Sahibinin ölümü ile hürriyetini kazanır.
Sarihlerin belirttiğine göre hadiste anlatılan ümmü veled gayr-i müslim idi.
Metinde, cariyenin
hamile olduğu ve çocuğunun diri olarak düştüğü anlaşılmaktadır.
Hadis-i şerif
Rasûlullah'a küfreden kişinin öldürülmesi gerektiğine delalet etmektedir. Konu
hayli izaha muhtaçtır. Bundan sonraki hadisin açıklanması esnasında bu mes'ele
tafsilatlı olarak verilecektir.[24]
4362... Ali
(r.a) şöyle demiştir;
"Bir yahudi
kadın, Rasûlullah (s.a)'a küfreder ve onun hakkında çirkin şeyler söylerdi. Bir
adam o kadını boynundan yakaladı ve basarak öldürdü. Rasûlullah (s.a) kadının
kanını iptal etti (heder saydı)."[25]
Bu rivayet de
yukarıdaki gibi Rasûlullah (s.a)'a
küfreden birisinin öldürülmesi gerektiğini, kanının heder olduğunu ifâde
etmektedir.
Hattabi bundan önceki
hadisi izah ederken şöyle demektedir: "Bu, Rasûlullah'a küfreden kişinin
kanının heder olduğunu beyan etmektedir. Çünkü Rasûlullah'a küfretmek dinden
çıkmaktır. Dinden çıkanın katlinin vacib olduğu konusunda ulemadan ihtilaf eden
birisini bilmiyorum. Ama eğer küfreden, zimmî ise onun hakkında ihtilaf
edilmiştir. Mâlik b. Enes yahudi ve hristiyanlardan Rasûlullah'a küfreden kişi
müslüman olmazsa öldürülür der. İmam Şafiî'de Rasûlullah'a küfreden bir zımmî
öldürülür ve kendisinden zimmet kalkar demiştir. İmam Ebû Hanîfe'den de; Peygambere
sövmekle zımmî öldürülmez, onların içinde bulundukları şirk daha büyüktür,
dediği nakledilmiştir."
Hattâbî'nin bu
sözünden; Rasûlullah'a küfreden şahsın müslüman veya zimmî oluşuna göre hükmün
farklı olacağı anlaşılmaktadır. İbn Abi-din; "Kitabu tenbihi'l-vülat
ve'1-hukkam ala ahkamı şatimi hayri'l-enam ey ehadin min ashabihi'l-kiram
aleyhi ve aleyhimü's-salâtü vesselam"[26] adlı
risalesinde bu iki şıktan başka Rasûlullah'a küfreden bir müslümamn tevbe edip
etmemesi halini de ekleyerek mes'eleyi incelemiştir. Bu çok değerli
incelemenin sonucunu özet olarak burada vermek istiyoruz.
a) Rasûlullah
(s.a)'a küfredip de tevbe etmeyen bir müslümamn durumu:
Takiyüddin Ebu'l-Hasen
Ali b. Abdi'1-Kâfi es-Sübki'nin, es Seyfu'l -Meslul ala men sebbe er-Rasûl
(s.a), adındaki eserinde Kadı Iyaz'dan naklettiğine göre; Rasûlullah (s.a)'e
küfreden ya da ona kusur isnâd eden müslümanlar öldürülür. Bu konuda ümmetin
görüşbirliği vardır. Fakihler-den bazısı Rasûlullah'a küfreden ve tevbe etmeyen
bir müslümamn öldürülmesi gerektiği konusunda icma olduğunu belirttikten sonra
Mâlik b. Enes, Leys, Ahmed b. Hanbel, İshak, Şafiî, Ebû Hanife ve talebeleri,
Sev-ri, Küfe uleması ve Evzai'nin bu görüşte olduklarını söyler. Kadı Iyaz da
bu alimlerin bir kısmının isimlerini zikretmiştir. Bu isimlerin ittifak ettiği
bir meselede ihtilafı zikredilen birkaç kişinin sözüne elbette itibar edilmez.
Ancak şuna işaret etmek gerekir: İmam Ebu Hanife'ye göre Rasûlullah'a küfreden,
kadın olursa öldürülmez. Çünkü ona göre mürted olan kadın Öldürülmez.
Ulemânın Rasûlullah'a
küfreden birisinin kafir olup öldürüleceği hükmüne varırken delilleri; kitap,
sünnet, icma ve kıyastır.
Bu hükmün Kur'an'dan
delilleri şunlardır: "Allahı ve peygamberini incitenlere Allah dünyada da
ahirette de lanet eder, onlara alçaltıcı bir azap hazırlar." (Ahzâb
(33/57)
"Allah'ın
Peygamberini incitenlere can yakıcı azab vardır." (Tevbe 9,57)
"İki yüzlüler,
kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar, eğer bundan
vazgeçmezlerse, andolsun ki seni onlarla mücadeleye davet ederiz, Sonra
çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar. Lanetlenmiş olarak, nerede
bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler." (Ahzâb 33/61-62)
Görüldüğü gibi bütün
ayetler, Hz. Peygamber (s.a) ı incitenlerin kâfir olacağına delâlet etmektedir.
Rasûlullah'a
küfredenin katli hükmünün sünnetten delilleri de üzerinde durduğumuz hadislerin
yanısıra İfk hadisesi üzerine Rasulullah'ın Abdullah b. Übeyy b. Selûl
hakkında Sa'd b. Muâz'ın "...Eğer o Evs'ten ise boynunu vururum. Eğer
kardeşlerimiz olan Hazrec'ten ise ve sen bize emredersen, emrini
uygularız." şeklindeki sözlerini Rasûlullah'm ikrar etmesidir. Yine 4359
numarada geçen hadisteki irtidâd eden Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh hakkında
Rasûlullah'm söyledikleri de bu hükme delil kabul edilmiştir.
Kadı Iyaz'ın rivayet
ettiği bir hadiste Rasûlullah efendimiz: "Kim bir peygambere söverse onu
öldürünüz. Kim de benim sahabelerime söverse onu dövünüz" buyurmuştur.
Hilal ve Ezci'nin Hz.
Ali (r.a) den rivayet ettikleri bir hadiste de efendimiz: "Kim bir
peygambere söverse öldürülür. Kim de benim ashabıma söverse sopa ile
dövülür" buyurmuştur;[27]
Rasûlullah'a küfreden
bir müslümanin öldürülmesinin vacip olduğunun icma'ile sabit olduğunu az önce
belirtmiştik.
Kıyastan delil de:
Mürted icmâen öldürülür. Rasûîullah'a küfreden de mürteddir. O halde o da
öldürülür.
Rasûîullah'a küfreden birisinin
öldürülmesinin gereği hükmü açıkça ortaya konulduktan sonra akla bir soru
gelmektedir, Acaba böyle birisi küfründen dolayı mı öldürülür, yoksa had olarak
mı öldürülür? Bu konunun incelenmesi gerekir.
Ulemânın büyük
çoğunluğuna göre mürted olan kişi tevbe ederse kabul edilir, aksi halde
öldürülür. Mürtedin öldürülmesi de had olarak olacaktır. Çünkü veliyyul-emrin,
mürtedin cezasını affetmeye veya değiştirmeye yetkisi yoktur. Aslen kafir olan
ise böyle değildir. Çünkü veliyyü'1-emir isterse onu öldürür isterse
köleleştirir. Mürted hakkında ise böyle bir serbestlik yoktur. Mürted had
olarak öldürüleceğine ve Hz. Peygamber (s.a)'e küfr eden de mürted olduğuna
göre, onun öldürülmesi de had olacaktır.
b)
Rasûlullah (s.a)'a küfreden birisi tevbe ederse, tevbesi kabul edilip had düşer
mi? Yoksa yine öldürülür mü?
Ebu Bekr b. el-Münzir;
Mâlik b. Enes, Leys, Ahmed, İshak ve Şafii'ye göre Rasûîullah'a küfredenin
öldürülmesi gerektiğini ve tevbesinin kabul edilmeyeceğini söyledikten sonra,
Ebû Hanife ve ashabının, Sevri ve Ev-zai'nin de aynı görüşte olduklarını ama
bunlara göre Rasûîullah'a sövmenin, dinden dönme sayıldığını ilave eder.
İbn Abidin, yaptığı
tahkik sonunda İmam Malik ve ashabına, Selefe ve ulemanın cumhuruna göre
Rasûîullah'a küfredenin had olarak öldürüleceğini, bunlara göre tevbesinin
kabul edilmeyeceğini, tevbenin yakalandıktan sonra olması ile, kendisinin
tevbe ederek dönmesi arasında fark olmadığını söyer. Delilleri ise, bunun bir
had oluşu ve diğer hadlerde olduğu gibi onu tevbenin düşürmeyişidir. İbn
Abidin'in araştırmasına göre İmam Şafii ve İmam Azam Ebu Hanife'ye göre ise
Rasûîullah'a küfreden tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Aksi halde öldürülür.
İbn Abidin vardığı bu sonucu; İmam Sübki'den, İbn Teymiye'nin; es
Sarimu'I-Meslul'ün-den, Ebu Yusuf'un; Kitabu'l - Harac'mdan, Şeyhu'l - İslam
es-Sadi'nin, Kitabu'n-netf'inden, Müeyyedzade'nin Fetavasından,
Muinü'1-Huk-kam'dan ve Nuru'I-ayn Islahu cami'il fusuleyn'den yaptığı
nakillerle teyid eder. Sonuç olarak şöyle der: "Mezhep ehlinden yapılan bu
nakiller, Rasûîullah'a küfredenin tevbesinin kabulü konusunda makbul olduğunda
açıktır. Bizim mezhebimizin dışındaki mezhep mensuplarından (Sübki ve İbn
Teymiye) yaptığımız nakiller de aynı istikamettedir."[28]
Konuyu toparlarsak
deriz ki; Dört Mezhep İmamından İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel'e göre
Rasûîullah'a küfreden birisi pişmanlık duyup tevbe etse bile dinlenmez
öldürülür. Ama Allah katındaki durumunu biz bilemeyiz. İmam Azam Ebu Hanife ve
İmam Şafii'ye göre ise tevbe ederse kabul edilir, öldürülmez. Bu görüşün delili
de Mürted'de yapılan uygulamadır. Çünkü daha önce de geçtiği gibi mürted tevbe
eder de tekrar İslama dönerse öldürülmez. Rasûîullah'a küfreden de mürteddir.
İbn Abidin
araştırmasının devamında el-Fetavâ'1-Bezzaziye gibi Hanefi bazı müteahhirûn
kitaplarında Rasûîullah'a küfredenin tevbesinin kabul edilmeyeceği yolunda
nakiller bulunduğuna dikkat çekerek bunun bir hata olduğunu, konunun iyi
araştırılması gerektiğini söyler ve önceki anlattıklarının sahih olduğunu
bildirir. İbn Abidin'in bu istikameteki nakil ve cevaplan hayli uzundur. Buraya
aktarmanız mümkün değildir. Dileyen adı geçen esere bakabilir.[29]
c)
Zimmilerden, Rasûîullah'a küfredenin durumu:
Açıklamamızın baş
tarafından Hattabî'den naklen, Rasûîullah'a küfreden zimminin (müşîümartların
idaresi altındaki yahudi ve hristiyanm) İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre
öldürüleceğini, İmam-ı Ebu Hanife-den ise öldürülmeyeceğinin nakledildiğini
söylemiştik.
Kadı îyaz da, Ebu
Hanife ve Sevri ile bunların ashabının dışındaki âlimlere göre, Rasûîullah'a
küfreden zimminin öldürüleceğini söyler. Çünkü müslümanlar onlara
peygamberlerine sövsünler diye zimmet vermemişlerdir. İmam Sübki de Hanefi
mezhebinin dışındaki mezheplere göre böyle bir zımmînin öldürüleceğini
bildirir.
Zımmî, Rasûîullah'a
küfreder de öldürülmeden önce müslüman olursa durum ne olacaktır? Hanefilere
göre cevap bellidir. Müslüman olmasa bile öldürülmeyeceğine göre, müslüman
olduktan sonra hiç öldürülmez. Diğer üç mezhebe göre ise konu ihtilaflıdır.
İmam Malik'den bu konuda
iki rivayet vardır. Bir rivayete göre öldürülmez, diğerine göre öldürülür.
Hanbelilerden üç farklı görüş rivayet edilmektedir:
I)
Rasululullah'a küfrettikten sonra müslüman olup tevbe edenin tevbesi bir kayda
tabi olmadan kabul edilir.
II) Mutlak
olarak tevbesi kabul edilmez.
III)
Zimminin tevbesi müslüman olmakla kabul edilir, mtislümanken küfredip de tevbe
edenin tevbesi kabul edilmez.
Şafülere göre de
mutlak olarak (yani ister müslüman olsun ister zimmi iken İslama girsin)
Rasûlullah'a küfredenin tevbesi kabul edilir, kati düşer.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi Hanefilere göre, Rasûlullah'a küfreden bir zimmî öldürülmez ve
zimmeti bozulmaz. Ancak adam ta'zir edilir. Hanefi fıkhına ait metin ve
şerhlerde zikredilen budur. Tekiyuddin İbn Teymiye de anılan eserinde
Hanefilerin bu konudaki görüşlerini verirken şöyle der: "Ebu Hanife ve
ashabına gelince; sövmekle ahd bozulmaz ve zimmî öldürülmez. Ancak böyle çirkin
bir davranışı izhar ettiği için diğer münkeratta olduğu gibi ta'zir edilir."
Rasûlullah'a küfreden
kişiye ait hükümler konusunda bu malumatın yeterli olduğu kanaatindeyiz. Daha
geniş bilgi almak isteyenlerin İbn Abidin ve İbn Teymiye'nin adı geçen
eserlerine müracaat etmelerini tavsiye ederiz.[30]
4363... Ebu
Berze (r.a) der ki:
Ebu Bekir (r.a)'in
yanında idim, bir adama öfkelendi ve ona sert davrandı.[31] Ben
kendisine:
Ey Rasûlullah'ın
halifesi, izin verirsen boynunu vurayım, dedim. Benim bu sözüm Ebu Bekir'in
Öfkesini dindirdi. Kalkıp (odasına girdi). Sonra bana (birisini) gönderip;
Az Önce dediğin ne
idi? dedi
Bana izin ver, boynunu
vurayım, dedim.
Şayet emredersem yapar
mısın?
Evet.
Hayır, vallahi
Muhammed Sallallahü aleyhi vesellem'den sonra buna kimsenin hakkı yok, dedi.
Ebu Davud: "Bu
Yezid'in lafzıdır" dedi. Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: "Yani Ebubekirin
Rasûlullah'ın söylediği su üç şeyin haricinde hiç kimseyi öldürmeye hakkı
yoktur. İmandan sonra küfür, ihsandan sonra zina veya birisini kıssasın dışında
öldürmek. Rasulullah' in bunlardan birisi olmadan da öldürmeye yetkisi
vardı."[32]
Haberde bahsedilen
adamın ismine şerhlerde temas edilmemiştir. Avnü'l-Ma'bud'da denildiğine göre
Hz. Ebû Bekr'in adama öfkeleniş sebebi adamın Ebu Bekr'e küfretmiş olmasıdır.
Nesai'deki rivayette adamın Hz. Ebu Bekir'e kabalık ettiği söylenmektedir.
Ashaba sövmenin hükmü
4658 ve devamındaki hadislerde gelecektir.
(K. Sünnebab: İ0)
Bu haberde Ahmed b.
Hanbel'in tefsirine göre; Ebubekir, Rasulul-lah'dan sonraki bir halifenin bir
müslümanı öldürebilmesi için ancak üç sebepten birinin bulunması gerektiğini
bunları da müslümanın irtidadı, muhsan (sahih bir nikahla evlenip hanımı ile
cinsel ilişki kuran) bir kimsenin zina etmesi ve birisinin haksız yere bir
başkasını öldürmesidir.
Bu haberin konu ile
pek bağlantısı yok gibidir. Ancak bundan önceki mürted konusu ile ilgisi
vardır.[33]
4364... Enes
b. Malik (r.a) den rivayet edildi ki; Ukl veya Urayne'den bir grup Rasûlullah
(s.a)'a geldi. Ama Medine'nin havasına uyum sağlayamadılar. Rasûlullah (s.a)
onlara sağmal develeri tavsiye edip idrarlarından ve sütlerinden içmelerini
emretti. Onlar da gittiler ve iyileşince Rasûlullah'ın çobanını öldürdüler,
develeri de sürüp götürdüler. Onların bu yaptıklarının haberi daha günün
başında Rasûlullah'a ulaştı. Efendimiz de peşlerinden (adam) gönderdi. Günün
ilerlemiş bir vaktinde (yakalanarak) Rasûlullah'a getirildiler. Rasûlullah
emretti ve adamların elleri ayaklan kesildi, gözlerine mil çekildi ve Harra'ya
atıldılar. Su istiyorlar fakat kendilerine su verilmiyordu.
Ebu Kılâbe der ki:
"Bunlar, çalan,
öldüren, imandan sonra kafir olan, Allah ve Rasûlüne karşı muharebe eden bir
kavimdir."[34]
4365...
Vüheyb, Eyyûb'dan bu (önceki) hadisi, aynı isnadla rivayet edip şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a)
çiviler istedi, onlar kızartıldı ve gözlerine çekti, ellerini ve ayaklarını
kestirdi ve onları (kanlarının kesilmesi için damarlarını ateşle)
dağlamadı."[35]
4366...
Velid bize Evzai'den, Evzai Yahya-yani İbn Ebi Kesir-den o da Ebu Kılabe
vasıtasıyla Enes b. Malik'den bu (önceki) hadisi rivayet etti; ravi (bu
rivayette şöyle) dedi:
"Rasûlullah (s.a)
onları bulmak için iz sürücüler (arayıcılar) gönderdi. Onlar yakalanıp
getirildiler. Bunun üzerine Allah tebareke ve tealâ: "Şüphesiz Allah ve
Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkaranların cezası...
(Öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir.
Onlara âhirette de büyük azap vardır.)[36]
âyetini indirdi.[37]
4367...
Sabit, Katade ve Humeyd, Enes b. Malik'den bu hadisi rivayet ettiler. Bu
rivayette Enes (r.a) şöyle dedi:
"Onlardan
birisini, susuzluktan, ağzıyla toprağı ısırırken gördüm. İşte böylece Ölüp
gittiler."[38]
4368...
Hişam, Katade vasıtasıyla Enes b. Malik (r.a)'den bu hadisin benzerini rivayet
etti. Râvî şunu ilave etti:
"Rasûlullah (s.a)
sonra Müsle (adamların kulak, burnun, dudak gibi organlarını kesmek)'den
nehyetti."
Bu rivayette
"Çaprazlamasına" sözünü zikretmedi.
Şube; Katade ve Selam b.
Miskin'den, onlar da Sabitten hepsi Enes'den bu hadisi rivayet ettiler, Katade
ve Selam: "Çaprazlamasına" sözünü zikretmediler. Ben, Hammad b.
Seleme'nin dışında onların hiçbirinin rivayetinde "Ellerinin ve
ayaklarının çaprazlamasına kesildiği'' ifadesini bulamadım."[39]
4369... İbn
Ömer (radıyallahü anhuma), dedi ki: Bazı insanlar, Rasû-lullah'ın develerini
yağma edip sürüp götürdüler, İslam'dan döndüler, Rasûlullah (s.a)'ın mü'min
olan çobanını öldürdüler. Bunun üzerine Rasûlullah peşlerinden (adamlar)
gönderdi. Hırsızlar yakalandı. Efendimiz ellerini ve ayaklarını kesti,
gözlerini oydu.
Onlar hakkında,
muharebe ayeti (Maide, 33) nazil oldu. Haccac sorduğu zaman, Enes b. Malik'in
bildirdiği kişiler onlardır.[40]
4370...
Ebu'z-Zinâd şöyle, demiştir:
"Rasûlullah (s.a)
sağmal develerini çalanların (ellerini ayaklarını) kesip, ateşle gözlerini
oyunca onun dikkatini çekmek için Allah (c.c): "Allah ve Rasûlü ile
savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkaranların cezası, öldürülmeleri veya
asılmaları..."[41]
ayetini indirdi.[42]
4371... Muhammed
b. Şirin demiştir ki: "Bu, yani Enes hadisi hadler indirilmeden (meşru
kılınmadan) önce idi."[43]
4372... İbn
Abbas (ranhuma) şöyle demiştir:
"Allah ve Rasülü
ile savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası öldürülmeleri veya
asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden
sürülmeleridir... Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette de büyük
azab vardır. Ancak onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır.
Biliniz ki Allah bağışlar ve merhamet eder." ayeti müşrikler hakkında
nazil oldu. Onlardan her kim yakalanmadan önce tevbe ederse bu kendilerine lâzım
olan haddin uygulanmasına mâni olamaz.[44]
Abbas'dan Selen son
naber dışındaki tüm hadisleri, aynı olaydan bahseden bir hadisin, biri
birinden küçük farklarla ayrılan değişik rivayetleridir. 4372 numaradaki son
haber de, hadislerde geçen, Maide suresinin 33. ayetinin nüzul sebebi
konusundaki İbn Abbas'ın görüşünü ifâde etmektedir. Tüm rivayetler aynı hadise
ile ilgili olduğu için izahı hadislerin sonuna bırakmayı uygun bulduk.
Önce diğer hadis
kitapları ile tarih ve siyer kitaplarındaki nakilleri de göz Önüne alarak
hadiseyi vermek sonra da hadisin ihtiva ettiği fıkhî hükümlere geçmek
istiyoruz:
Urayne veya Ukl
kabilesinden yedi sekiz kişilik bir grup Medine'ye gelerek müslüman oldular.
Ancak Medine'deki ikametleri esnasında, Medine'nin havası kendilerine ağır
geldi ve hastalandılar. Renkleri soldu, zayıf ve bitap bir hale düştüler. Hz.
Peygamber (s.a)'e müracaat ederek, şehri terkedip develerin yanına gitmek
istediler. Rasulullah da develerin yanına gitmelerine izin verdi ve tedavi
olmaları için, develerin idrar ve sütlerini içmelerini tavsiye etti. Develer,
Küba civarında, Zü'1-Hader denilen yerde idi. Sayılan 15 kadar olan bu develer
sağılıyordu. Bir kısmı zekat devesi, bir kısım da Rasulullah'm şahsi malı idi.
Adamlar develerin
yanına gittiler, efendimizin tavsiyesi istikametinde süt ve idrarlarından
içtiler. Allah'ın izni ile tedavi oldular, iyileşip kendilerine gelince,
irtidat ettiler ve develerden birisini kestiler. Çobanlardan birisinin de
ellerini ve ayaklarını kestiler, gözlerine diken batırarak oydular ve güneşin
ortasında ölüme terkettiler. Geri kalan develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan
çoban, Medine'ye gelerek hadiseyi Rasulullah'a haber verdi. Rasulullah hemen
peşlerinden yirmi kişilik bir süvari müfrezesi gönderdi. İçlerinde iz sürücüler
de vardı. Başlarında Kürz b. Cabir el-Cihrî bulunan bir müfreze kısa zamanda
sakilleri yakalayıp Rasulullah (s.a)'a getirdi. Hz. Peygamber (s.a) de onları
kendi yaptıklarına uygun bir şekilde cezalandırdı. Ellerini ve ayaklarını
kestirdi, gözlerine mil çektirdi ve Han'a denilen yere güneşin altına attırdı.
Sıcağın altında: "su su!" diye bağırdıkları halde hiç kimse bunlara
su vermedi. Böylece geberip gittiler.
İslam'dan dönen,
develeri çalan ve çobanı işkence ederek öldüren Uraynalılara verilen bu ceza,
bir çok alime göre hadislerin tercemesi esnasında meali verilen, Maide
suresinin 33. ayetinin nüzulüne sebep olmuştur. İşaret edilen ayette Cenab-ı
Hak, Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanlara verilecek cezayı beyan
buyurmuştur. Ayet-i kerimede Rasulullah'm uygulamasından gözleri oyma
dışındakiler bırakılmıştır.
Konu ile ilgili fıkhı
ahkama geçmeden önce akla gelmesi muhtemel bir iki noktaya işaret etmek
istiyoruz.
1-
Rivayetlerden birisinde Rasûlü ekremin, adamların el ve ayaklarını kestirdikten
sonra damarlarını dağlamayıp, kanın akmasına göz yumduğuna işaret
edilmektedir. Hırsızlık ve yol kesme gibi suçlara uygulanan el ve ayak kesme
cezalarında, kanın durması için kesilen yer ateşle dağlanıp damar büzdüriildüğü
halde acaba burada niçin yapılmamıştır?
Bu somya şöyle cevap
verilmiştir: Bu adamlar dinden çıktıkları için zaten ölümü hak etmişlerdir. Dolayısıyla
ölümlerini engelleyecek bir muamelede bulunmaya gerek yoktur.
2-
Rasûlullah (s.a) bunlara, el ve ayaklarını kesmenin yanı sıra, gözlerini
oymak, çöle terkedip su vermemek gibi çok katı cezalar vermiştir. Oysa Müsle
İslamda haramdır. Rasûlullah bu cezaları niçin vermiş olabilir?
Bu muhtemel soruyu da
şöyle cevaplamak mümkündür: Kadı Iyaz'ın bildirdiğine göre bu ceza hudud ve
muharebe ayeti inmeden önce verilmiştir. Dolayısıyla efendimiz bu cezayı, had
olarak değil, kısas olarak vermiştir. Müslüman çobanın gözünü oydukları için
kısas olarak Rasûlullah da onların gözlerini uydurmuştur. Ama ayet indikten
sonra bu ceza neshedilmiştir. Bazı alimlere göre ise, muharebe ayeti, hadiste
anılanlar hakkında inmiş ama Rasûlullah onların çobana yaptıklarına karşılık
kısas olarak bu cezayı vermiştir.
Çöle atıldıktan sonra
bunlara su verilmemesi mes'elesine gelince, Hz. Peygamberdin su verilmemesi
yolunda bir emri yoktur. Suyu sahabeler vermemişlerdir. Kadı Iyaz'a göre ölüme
mahkum edilen birisinin bir de su verilmemek suretiyle cezalandırılması caiz
değildir. Nevevi'ye göre ise bu adamlar dinden dönüp çobanı öldürdükleri için
ne su istemeye ne de başka bir iyi muameleyi beklemeye haklan yoktur. Hatta
yanında abdest alacak kadar su bulunan kişinin o suyu ölümden ya da şiddetli
susuzluktan korkan bir mürtede verip de teyemmüm etmesi caiz değildir. Fakat
suyu isteyen bir zımmi veya hayvan olursa vermek gerekir.
Hadis-i şeriflerde
temas edilen Maide suresinin 33. ayetinde anılan cezaların Allah Rasûlüne karşı
muharebe edenlere mahsus olduğunu görüyoruz. Hadiste anlatılan hadisede ise
Urayneliler, dinden çıkmışlar, çoban öldürmüşler ve deve çalmışlardır.
Bunların yaptıkları,
"Muharebe" kelimesinden ilk aklımıza gelen anlam içine girmemektedir.
O halde ayet-i kerimedeki muharebebe sözcüğünden neyi anlayacağız? Bunu
açıklığa kavuşturmamız gerekir.
Aşağı yukarı görüşü
nakledilen alimlerin tümüne göre ayetteki muharebe edenden maksat, silahla
insanlara saldıran, onların mallarına ve canlarına musallat olan kişi ya da
kişilerdir. Ulemâ bu anlayışta hem fikir oldukları halde saldırının şehir içi
ve şehir dışında olması halinde muharebe
hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağında ihtilaf etmişlerdir.
İmam Malik, İmam
Şafii, Ebu Sevr ve İbnu'l-Münzir'e göre; ister şehir içinde olsun ister şehir
dışında, insanlara saldırıp canlarına ve mallarına göz dikenler ayetteki
muharebenin şümulüne girerler. Süfyan'ı Sevrî, İs-hak ve Ebû Hanife'ye göre
muharebe hükümlerinin sabit olması için saldırının şehir dışında olması
gerekir. Şehir içindeki saldırılarda muharebe ahkamı câri değildir.
Ayet-i kerimede,
Allah'a ve Rasûlüne karşı savaş edenlere birtakım cezalar öngörülmektedir. Bu
cezaların hepsi mi verilecektir? Hakim bu cezalardan istediğini vermekte
muhayyer midir? Yoksa ayetteki belirli cezalar belirli suçlara mı hastır? Bu
konu alimler arasında tartışmalıdır. Şimdi bu konudaki görüşleri Kıırtubi'nin
tefsirinden naklen vermek istiyoruz:
1- Suçluya
suçu nisbetinde ceza verilir; yolda korku yaratıp mal alanın eli ve ayağı
çaprazlama (sağ eli sol ayağı) kesilir. Eğer hem mal alıp hem de adam öldürürse
önce eli ve ayağı kesilir sonra asılır. Adam öldürüp mal almazsa öldürülür.
Şayet adam öldürmez mal da almazsa memleketinden sürülür. Bu görüş İbn Abbas,
Nehaî, Ata el-Horasanî ve İbn Mic-lez'e aittir.
2- İmam-ı
Azam Ebu Hanife'ye göre; adam öldürürse öldürülür. Mal alır da adam öldürmezse
eli ve ayağı çaprazlama kesilir. Hem adam öldürür hem de mal alırsa, otorite sahibi muhayyerdir; isterse
elini ve ayağını kesip öldürür ve asar, isterse elini ayağını kesmeden öldürür
ve asar.
3- İmam
Şafiî'ye göre; mal alırsa sağ eli kesilir ve dağlanır. (Kanın durması için
bileğin damarı ateşle veya kızgın yağla büzdürülür), sonra sol ayağı kesilir,
dağlanır ve serbest bırakılır. Adam öldürürse Öldürülür. Hem mal alır hem de
adam öldürürse öldürülür ve asılır. İmam Şafiî'den, asmanın üç gün süreceği
rivayet edilmiştir.
4- Ahmed b.
Hanbel'e göre; adam öldürürse Öldürülür, mal alırsa Şafii'nin dediği gibi sağ
eli ve solayağı kesilir.
5- Bazı
alimlere göre; devlet başkanı, Allah ve Rasulü ile savaşana ayette anılan
cezalardan birisini vermekte muhayyerdir. Hem öldürmek hem asmak veya hem el ve
ayak kesip hem de öldürmek gibi birden fazla cezayı aynı anda vermek caizdir.
Bir rivayette İbn Abbas, İmam Malik, Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdi'1-Aziz,
Mücahid, Dahhak ve Nehâî bu görüştedirler.[45]
Hanefî mezhebine göre,
yolculara baskın veren, fakat mala ve cana dokunmadan sadece onları
korkutanlara verilecek ceza nefy yani sürgündür.
Ulemâ, ayette geçen
"nefy=(sürgün)"den maksadın ne olduğunda da ihtilaf etmiştir. Kimine
göre maksat, İslam ülkesinden çıkarmak, kimine göre doğup büyüdüğü
memleketinden başka bir yere sürmek, kimine göre hapsetmek, kimine göre
yakalanıp cezalandırılıncaya kadar devamlı olarak takip edilmesi, kimine göre
de suçu işlediği memleketten başka bir yere sürülmesidir. Hanefîlerin muteber
görüşüne göre maksat hapistir.[46] Arap
edebiyatında hapse atılan için "Dünyadan sürülmüş" tabiri kullanılmaktadır.
Bir dörtlükte mahbuslarcîan biri şöyle demiştir:
"Dünyalı
olduğumuz halde dünyadan çıkmışız.
Ne ölüler,ne dinler
arasında sayılırız.
Bir şey için yanımıza
gelse bir gün garaliyan,
'Bu dünyadan gelmiş'
diye şaşıp kalırız."
Yukarıya aldığımız
izahattan anlaşılacağı üzere âyetteki Allah'a ve Rasulüne karşı savaş
açanlardan maksat yol kesici eşkıyalardır.[47]
1- Tedavî
maksadı ile eti yenen hayvanların idrarını içmek caizdir.
Bazı alimler, bu
hadisle istidlal ederek eti yenen hayvanların idrarlarının temiz olduğuna
hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, Hanefi imamlarından Muhammed, Şafiîlerden
Rûyânî, İmam Şa'bi, Atâ, Nehaî, Zührî, İbn Şîrîn ve Süfyân-ı Sevrî bu
görüştedirler.
İmam-ı A'zam, İmam
Şafii, Ebu Yûsuf, Ebû Sevr ve diğer bazı âlimlere göre, eti yenen hayvanların
idrarları pistir. Ancak Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf'a göre, necaseti muhaffefedir.
Bulaştığı elbisenin dörtte birini aş-mamışsa namaza mani değildir.
Bu alimlere göre
Urayneliler had i ses indeki hüküm zarurete mebnidir. Zaruretin bulunduğu yerde
birçok haram mubah olur. Ama zaruret kalkınca haram hükmü devam eder.
2- Tedavi
edeceği kesin bilinirse, haram madde ile tedavi olmak caizdir. Ancak konu
ihtilaflıdır.
3- Bir
kişiye karşı birden fazla kişi bir cinayet işlerse, kısas canilerin hepsine
karşı uygulanır.
4- Devlet
başkanı, yanına gelen yabancıların işleri ile ilgilenmeli, onların
ihtiyaçlarını karşılamalıdır.
5- İlaç
kullanmak caizdir.
6- Mürted,
tevbe etmesi beklenmeden Öldürülür. Ancak mesele ihtilaflıdır. Daha Önce geçen
bablarda bu konu tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
7- Bir suç
işleyen kişiye kısas uygulanırken misillemede bulunmak caizdir.[48]
4373... Aişe
radıyallahu anha şöyle; demiştir
Mahzumckabilesine
mensup, hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyş'i üzdü. "Onun hakkında
Resulullah ile kim konuşur" denildi. "Buna Rasûlullati'ın çok sevdiği
Usâme b. Zeyd'den başka kim cesaret edebilir?" dediler. Usâme Rasqlullah
(s.a) ile konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a);
"Ya Üsame!
Allah'ın hadlerinden bir hadde şefaat mı ediyorsun?" buyurdu. Sonra kalkıp
halka hitaben şöyle dedi: "Şüphesiz sizden öncekiler, içlerinde itibarlı
birisi hırsızlık yaptığı zaman bırakıverdikleri, zayıf birisi hırsızlık
yaptığında ise kendisine had uyguladıkları için helak oldular. Allah'a yemin
ederim ki eğer Muhammed'in kızı Fati-ma (bile) hırsızlık yapsa elini
keserim."[49]
4374...
Ma'mer; Zühri'den, Zührî; Urve'den o da Hz. Aişe'den rivayet etmiştir.
Hz. Aişe (r.anha)
şöyle dedi:
"Mahzum
kabilesinden bir kadın iyreti eşya alır -ve onu inkâr ederdi. Rasûlullah
(s.a)'de o kadının elinin kesilmesini emretti."
Ravî, Leys'in (önceki)
hadisinin benzerini anlattı, "Rasûlullah (s.a) kadının elini kesti"
dedi.[50]
Ebû Davûd der ki: Ibn
Vehb bu hadisi, Yunus vasıtasıyla Zühri'den rivayet edip Leyş'in dediği gibi
söyle dedi:
"Rasûlullah (s.a)
zamanında, Feth (Mekke fethi) gazvesinde hırsızlık yaptı...."
Leys, Ibn Şihab'dan
aynı isnadla rivayet edip "Bir kadın iyreti aldı... " dedi. Mes'ud b.
el-Esved de Rasûlullah (s.a)'den bu haberin benzerini rivayet etti ve
"Rasûlullah'in evinden bir kadife çaldı..." dedi.
Ebu'z-Zübeyr,
Cabir'den, bir kadının hırsızlık yapıp Rasûlullah (s.a)'in kızı Zeyneb'e
sığındığını rivayet etti.[51]
Hadis-i şerifte,
hırsızlık yapan bir kadının elinin kesilmemesi için yapılan müracaatta,
Rasûlullah'ın öfkelendiği ve bunun eski ümmetlerin helak sebeplerinden biri
olduğu anlatılmaktadır. Hadiste anılan kadın, Mahzum kabilesinden Fatıma bint
el-Esved b. Abdi'l-Esed'tir. Ebû Seleme (r.a)'nin yeğenidir.
Yukarıdaki
rivayetlerden birisinde kadının iyreti olarak bazı eşyalar alıp iade etmediği
ve bunları inkar ettiği bildirilmektedir. Bunları esas alarak bazı alimler
kadının elinin kesiliş sebebinin ariyetleri inkar edişi olduğunu söylerler. Ama
çoğunluk bu görüşü kabul etmez ve bundan maksadın kadını tarif etrnek olup, el
kesme sebebinin hırsızlık olduğunu söylerler. Nitekim rivayetlerin çoğunda
kadının hırsızlık ettiği, mal çaldığı açıkça görülmektedir. 4395 numaralı
hadiste bu konu tekrar gelecektir. Gerek Ebû Davud'un gerekse diğer
muhaddislerin rivayetlerini bir araya toparlarsak hadisenin şu şekilde cereyan
ettiği anlaşılmaktadır:
Mekke fethedildiği
sene Mahzum kabilesinden Fatıma bin-t Esved adındaki kadın, Rasûlullah'ın
evinden bir kadife kumaş çaldı. İşlediği suç, kolunun kesilmesi cezasını
gerektiriyordu. Ancak kadın itibarlı bir alieye mensuptu. Onun için, elinin
kesilmesi bazı sahabelere ağır geldi. Rasûlullah'tan kadının elinin
kesilmemesini rica etmek istiyorlar ama buna cesaret edemiyorlardı. Nihayet
Üsâme b. Zeyd'in Rasûlullah yanındaki mevkiine ve Rasûlullah'ın ona olan
sevgisine güvenerek, ricacı olarak Üsa-me'yi gönderdiler. Hz. Üsâme, ashabın
arzusunu efendimize anlatınca caiz olmadığını söyledi ve cemaatın karşısına
çıkıp bir hitabede bulundu. Rasûlullah hutbesinde daha önce yaşayan
milletlerin (beni İsrail'in) helakine, içlerinde itibarlı bir aileye mensub
olan birisi hırsızlık yaptığında salıvermeleri, ama zayıf birisi hırsızlık
yaptığında haddi uygulamalarının sebep olduğunu söyledi. Suçu işleyen kim
olursa olsun hak ettiği cezayı vermek konusundaki kararlılığını göstermek için
de: Hırsızlık yapan, ailesinin en değerli ferdi olan kızı Fatıma bile olsa
elini keseceğini söylemiş ve kadının elini kesmiştir.
Kadın daha sonra
pişmanlık duymuş, durumunu düzeltmiş ve evlenmiştir. Hatta bazı hacetleri için
Hz. Aişe'nin yanına geldiği rivayet edilir. Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre
hadlere tealluk eden bir cezanın affedilmesi ya da hafifletilmesi için
yetkililer nezdinde şefaatçi olmak caiz değildir. Bu hüküm hakim nezdinde dava
başladıktan sonrası içindir. Bu konuda tüm âlimler müttefiktir. Ama daha dava
mahkemeye intikal etmeden devlet yetkilisi tarafından duyulmadan önce suçu
örtbas etmek, affı için şefaatçi olmak ulemânın çoğunluğuna göre müstehabtır.
Ama bu, kötülüğü adet edinmeyen kişiler hakkındadır.
Haddi gerektirmeyen
suçlarda ise, suçlunun affı için yetkililer nezdinde şefaatçi olmak ve şefaati
kabul etmek caizdir.
Yine hadisin
delaletine göre hakimin haddi gerektiren bir suç işleyen kişiyi bağışlaması
veya fidye karşılığında salıvermesi caiz değildir.
Hadisin bazı
rivayetlerinde Mahzum kabilesinden olan kadının ariyet alıp onları inkar edişi
belirtilmektedir. Bazı alimlerin bu rivayeti, esas alarak kadının elinin kesiliş
sebebinin ariyetleri inkâr etmesi olduğunu söylemiştik. Ahmet b. Hanbel ile
İshâk bu rivayetle istidlal ederek ariyet olarak bir mal alıp iade etmeyen ve
ariyeti inkar eden kişinin elinin kesileceğini söylemişlerdir. Cumhûr'a göre
ise inkâr edilen ariyetten dolayı el kesilmez. El kesme cezasını gerektiren
çalmak konusunda tafsilat 11. babda gelecektir.[52]
4375... Aişe
radıyallahü anha'dan; rivayet edildiğine göre Rasûlullah
(s.a) şöyle
buyurmuştur:
"İyi haslet
sahiplerinin haddi gerektirenler dışındaki hatalarını bağışlayın"[54]
Münzirî, isnaddaki
Abdülmelik b. Zeyd'den dolayı nacuse zayıf demiştir. Siracüddin el-Kazvînî de
bu hadisi tenkid etmiş hatta mevzu olduğunu söylemiştir. Hafız İbn Ha-cer ise
Kazvînî'nin iddiasını reddetmiştir. İbn Hacer bu hadisin başka bir isnadla daha
rivayet edildiğini, gerçi o isnadda da zayıf bir ravinin bulunduğunu ama iki
rivayetin birbirlerini takviye ettiklerini söyler.
Hadis-i şeriften,
hadlerin dışındaki suçların affedilmelerinin caiz olduğu anlaşılmaktadır.
Hattabî bu hadisin tazîri gerektiren suçlarda imamın ceza verip vermemekte
muhayyer olduğuna delil olduğunu söyler.
Hadisten anlaşılan
ikinci bir hüküm de, tazîri gerektiren suçta cezanın suçu işleyenin şahsiyetine
göre değişebileceğidir. Çünkü İslâm hukukunda cezanın asıl hedefi, suçun bir
daha işlenmesini önlemektir. Şahsiyetli birisi hata ederek bir suç işlerse çok
hafif bir ceza onun aynı suçu bir daha işlemesine mani olur. Şahsiyetsiz,
kaşarlanmış birisinin aynı suçu bir daha işlemekten korkar hale gelmesi ise
daha ağır bir cezayı gerektirebilir. Bu hal hiç de adalete aykırı bir hal
değildir. Bu gerçeğin farkına varıldığı anlaşılan çağdaş hukuk sistemlerinde de
sabıkanın olmayışı, sanığın iyi hali cezayı hafifletici sebeplerden kabul
edilmiştir.
Hadler Allah hakkı
olarak meşru kılındığı için haddi gerektiren suçlarda haysiyet ve itibar
sahibi birisi ile haysiyetsiz, sabıkalı birisi arasında hiçbir fark yoktur. Bu
türden bir suçu işleyen birisi kim olursa olsun şarî-in koyduğu ceza noksansız
uygulanır.[55]
4376...
Abdullah b. Amr b. el-As (ranhuma)'dan;
Rasûlullah (s.a)'in
şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
"Hadleri aranızda
bağışlayınız. Bana ulaşan hadd (in uygulanması) ise vacib olmuştur. "[56]
Hadis-i şerif, daha
hakime ulaşmadan önce haddi gerektiren suçlan bağışlamayı teşvik etmektedir.
Suçu bağışlamaktan maksat gizlemek, hâkime intikal ettirmemektir.
Hadisteki
"affediniz" emri vücûb için değil, istihbab içindir. Yani suç
işleyenin durumunu gizlemek, hakime götürmemek vacip değil müstehaptır.
Yukarıdaki hadiste de işaret edildiği gibi, haddi gerektiren bir suç hâkime
intikal etmiş ise artık haddi uygulamak vacib olur. Af sözkonusu olamaz.[57]
4377...
Yezid b. Nuaym, babası (Nuaym)dan şöyle rivayet etti: Mâiz (r.a) Rasûlullah
(s.a)'a gelip dört defa (zina ettiğini) ikrar etti. bunun üzerine Rasûlullah
(s.a) recmedilmesini emretti ve Hazzâl'e;[58]
"Eğer onu elbisenle gizleseydin senin için daha hayırlı olurdu" dedi.[59]
4378...
İbnü'l Miinkedir şöyle demiştir:
"Hezzâl, Mâız'a;
Rasûlullah'a gidip haber vermesini emretti.[60]
Mâız, kıssası 4419
numaralı hadiste gelecektir.
Ama burada kıssanın
özetini vermek istiyoruz: Maız b Malik, Hezzal'in vesayeti altında yetim
büyümüştü. Bir câriye ile zina etti. Kendisi Muhsandı. Yani sahih bir evlilik
yapmış ve hanımı ile ilişki kurmuşu. Hezzal, Mâız'a Rasûlullah'a gidip durumu
haber vermesini belki Rasûlullah'in buna bir çıkış yolu bulacağını kendisi
için Al-lah'dan af dileyeceğini söyledi. Mâız da Rasûlullah (s.a)'a gelip:
"Ya Rasûlullah ben zina ettim. Bana Allah'ın kitabını uygula" dedi.
Rasûlullah ona itibar etmedi ama Mâız dönüp bu sözlerini üç kez daha
tekrarladı. Bunun üzerine efendimiz, recmedilmesini emretti ve Mâız
recmedildi. Hezzale de, mes'eleye muttali olup da Maız'ı kendisine
göndereceğine, onların üzerine elbisesini atıp gizlemesinin daha hayırlı olacağını
söyledi.
Hadis-i şerifin konu
ile ilgili bölümü, Rasûlullah'ın Hezzal'e söylediğidir. Efendimiz bu sözü ile
haddi gerektiren bir suç işleyen kişinin başkaları tarafından bilinmeyen suçunu
hakime haber vermemenin daha iyi olacağına işaret etmiştir.[61]
4379...
Alkame b. Vail babasından, şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a) devrinde
bir kadın namaza gitmek üzere çıkmıştı. Karşısına bir adam çıkıp kadının
elbisesini başına örttü ve tecavüz etti. Kadın bağırdı ve adam da gitti. O anda
yanından geçen başka birisine ; Kadın:
"İşte şu adam
bana şöyle şöyle yaptı" dedi. Muhacirlerden bir gruba uğrayıp yine,
"Şu adam bana şöyle şöyle yaptı" dedi. O grup gidip kadının
kendisine tecavüz ettiğini zannettiği adamı yakaladılar, kadına getirdiler.
Kadın: "Evet bu, o" dedi. Bunun üzerine adamı alıp Rasûlullah (s.a)'a
götürdüler. Rasûlullah (s.a) adamın (recmedilmesini) emredince, kadına tecavüz
eden adam ayağa kalktı ve:
"Ya Rasûlullah,
ona tecavüz eden benim" dedi. Rasûlullah kadına döndü ve;
"Git seni Allah
bağışladı" buyurdu. (Getirilen) adama iyi sözler söyledi.
Ebû Dâvûd dedi ki;
Yani (iyi sözler tik) tutuklanan adam içindi. Kadına tecavüz eden adam için de:
"Onu recmediniz.
Şüphesiz o öyle bir tevbe etti ki eğer tüm Medine halkı o tevbeyi etseydi
hepsinden kabul olunurdu.[62]
buyurdu.
Ebû Davûd: "Sw
hadisi Esbal b. Nasr da Sımak'dan rivayet etti." dedi.[63]
Hadisin ihtiva ettiği
hükme geçmeden önce metin deki bazı noktalara temas etmek istiyoruz:
"Kadının
elbisesini başına örttü" diye terceme ettiğimiz,
"tetecellele-hâ" kelimesi, Suyûtî tarafından "onunla cinsî temas
kurdu" şeklinde izah edilmiştir. Bizim tercememiz Aliyyü'l-Kari'nin
izahına uygundur.
"Ona tecavüz
etti" diye terceme ettiğimiz" "tekadâ hâcetehû minhâ"
cümlesinin zahir manası "ihtiyacını giderdi" demektir. Burada
"cinsi temasta bulundu" manasına kinaye olarak kullanılmıştır.
Hadis metninde
Peygamber efendimiz kadına; "Allah seni bağışladı" buyurmuştur. Bunun
iki manaya gelme ihtimali vardır:
1- Sen
suçsuz birisine iftira ettin. Bilmeden onun sana tecavüz ettiğini iddia edip
lekeledin. Ama bunu bilmeden yaptığın için Allah seni affetti.
2- Seninle
kurulan cinsel ilişkiden dolayı Allah seni affetti. Çünkü sen kendini isteyerek
teslim etmedin. Zorla tecavüz edildin.
Sarihler daha çok
ikinci mana üzerinde durmaktadırlar. Efendimiz, kadının iddia ettiği adamın
suçsuz olduğu meydana çıkınca onu teselli edici gönül alıcı güzel sözler
söylemiş, kadının yaptığı hatayı tamir cihetine gitmiştir. Sonra da kadına
tecavüz ettiğini ikrar eden gerçek mütecavizin recmedilmesini istemiştir.
Burada karşımıza iki mesele çıkmaktadır:
a) Gerçek
mütecaviz çıkmadan önce, efendimiz maznunun recmedilmesini emretmişti. Adamın
ikrarı olmadan ve kadın şahit göstermeden efendimiz bu suçu nasıl sabit gördü
de ceza vermek istedi?
b) Gerçek,
mütecaviz, kadına tecavüz ettiğini bir defa ikrar etmiş görünüyor. Bir defa
ikrar ile suç sabit olur mu? Bu konuda ulemanın görüşü ne?
Şimdi bu sorulara
sırasıyla cevap bulmaya çalışalım:
a) Gerçekten
metni zahirine göre anlarsak ortaya bir müşkil çıkmaktadır. İslam hukuku
prensiplerine göre metindeki vakıaya uygun düşen adamın recmedilmesi değil,
kadına kazf haddinin uygulanmasıdır. Çünkü kadın, adamı lekeleyici bir iddiada
bulunmuş ve bu iddiasını isbat edememiştir.
Avnü'l-Ma'bud
müellifinin, Kari ve Fethu'l - Vedud'den naklettiğine göre maksat,
Rasûlullah'in recmi emretmek üzere oluşudur. Çünkü huzuruna bir dava
gelmiştir, meseleyi tetkik etmektedir. Mümkündür ki gidişat, hakkında iddiada
bulunulan zatın aleyhine bir seyr takib etmektedir.
b) Üzerinde
durduğumuz hadiste mütecavizin ikrarını tekrarladığına dair bir kayıt mevcut
değildir. Hz. Peygamber'in ikrarı tekrarlatmadan recmettirdiğini bildiren başka
rivayetler de vardır. Mesela, Asîf hadisi diye bilinen bir rivayette Üneys
(r.a)'e "Ya Üneys, o kadına git, itiraf ederse recmet" buyurmuştur.
37 yine Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, ne-sai ve İbn Mace'nin Ubâde b.
es-Samit'ten rivayet ettikleri bir hadiste belirtildiğine göre efendimiz
Cüheyne'den bir kadını, ikrarı tekrarlatmadan recmetmiştir.[64]
Yine Büreyde
(r.anha)'dan rivayet edilen bir haberde bildirildiğine göre, efendimiz bir
kadını dört defa ikrar etmeden recmetmiştir.
Bütün bu hadislere
dayanarak, İmam Malik, İmam Şafiî, Hammad ve Ebû Sevr, zina suçunun sübûtu için
bir defa yapılan ikrarın kafi olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, sahabelerden
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den, Tabiundan da Hasenu'l-Basri (Allah hepsinden
razı olsun)den rivayet edilmiştir. Bu grupta olanlar Hz. Peygamber (s.a)'in
dört defa ikrar ettirdiğini bildiren hadislerin muzdarib olduklarını
söylemişlerdir.
Hanefî ve Hanbelî
mezheplerine göre, zina suçunun sübutu için dört şahit yok ise, suçu işleyen
kişinin dört defa ikrarda bulunması gerekir. Her ikrar ayrı ayrı meclislerde
olmalı ve hakim ilk üç seferinde bu ikrarı reddetmelidir. Bu gruptaki ulemanın
delilleri, Maiz'in ikrarı konusundaki çeşitli rivayetlerdir. Bu rivayetlerden
bir kısmında, Mâiz'in dört kez ikrarda bulunduğu belirtilirken, bir kısmında
Mâiz'in dördüncü ikrarı olmasaydı recmedilmeyeceğine işaret edilmekte,
bazılarında da Rasûlullah'm birinci, ikinci ve üçüncü ikrarlarında Mâiz'i
kovduğu bildirilmektedir. Mesela bir rivayette Büreyde, "Biz Rasûlullah'm
ashabı, aramızda Mâiz'i konuşur ve eğer üçüncü itirafından sonra evinde
otursaydı Rasûlullah onu recmetmezdi. Onu ancak dördüncü ikrarından sonra
recmetti" derdik, demektedir.[65]
îbn Ebi Leyla, İshak
b. Rahûye ve Hasen b. Salih de bu görüştedirler.
Bu görüş sahipleri
öncekilerin delillerini şu şekilde cevaplamaktadırlar: "O hadisler
mutlaktırlar. Bizim dayandığımız; ikrarın dört defa olduğunu bildiren hadisler
onları kayıtlamıştır. Karşı görüşte olanlar ise takyidin söz ile olacağını, bu
mes'elelerde ise fiil olduğunu söyleyerek itiraz etmişlerdir.
Hanefî ulemasından
Mergınanî, zina suçunun şehadetle sübutunda bir farklılık bulunduğuna, diğer
suçlar iki şahitle sabit olduğu halde zinanın sübûtu için dört şahit
gerektiğine dikkat çekerek, bunun ikrarının da dört defa tekrarlanması
gerektiğine mantıki bir delil olduğunu söyler.[66]
4380... Ebu
Ümeyye el-Mahzûmi (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'a (çaldığmı)kesin bir
dille itiraf eden bir hırsız getirildi (ama) yanında mal bulunmuyordu. Efendimiz:
"Senin (birşey)
çaldığını zannetmiyorum" buyurdu. Adam: "Evet çaldım" dedi ve bu
sözü iki veya üç[67], defa tekrarladı. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a) emretti, adam(m eli) kesildi ve Rasûlullah'a (tekrar)
getirildi. Rasûlullah: "Allah'tan bağış dile ve ona tevbe et"
buyurdu.
Adam:
Estağfirullâhe ve
etûbû ileyh: Allah'tan bağış diler ve ona tevbe ederim" dedi.
Rasûlullah (s.a) üç
kerre:
"Allah'ım, onun
tevbesini kabul et" dedi.[68]
Ebû Davûd der ki:
"Bu hadisi Amr b.
Asım, Hemmam'dan, o İshak b. Abdullah'dan rivayet eni. ishak: Ensar'dan birisi
olan Ebû Ümeyye Rasûlullah' dan (rivayet etti), dedi"[69]
Hadis-i şerifin konu
ile ilgisi, haddi gerektiren bir suç jşiecjiğjni ikrar eden kişiye, ikrarından
dönmesi için telkinde bulunmanın meşruiyetine işaret etmesidir. Efendimizin
kendisine gelip de bir şey çaldığım söyleyen birisine: "Senin bir şey çaldığını
zannetmiyorum" buyurması buna delildir. Hattabî, Rasûlullah'm böyle
demesine sebebin itirafta bulunmanın gaflette olduğunu zannetmesi veya onun
hırsızlığın manasım bilmeden hırsızlık itirafında bulunmuş olması ihtimali ya
da buna benzer birşey olduğunu söyler. Çünkü itiraf edilen suç haddi gerektiren
bir suçtur. Hadler şüphelerle düşer. Öyleyse suçun şüpheye meydan bırakmayacak
şekilde sabit olması icab eder. Ama suçun varlığı kesin bir şekilde açığa
çıkarsa artık ceza uygulanır.
Hırsıza ikrarından
dönmesi için telkinde bulunmanın meşruiyeti, Hz. Ömer, Ebu Hureyre, Ebu Derda
gibi sahabelerden rivayet edilmiştir. İs-hak ve Ahmed b. Hanbel, telkinde
bulunmakta beis görmezlerdi.
Şevkânî bu hadisin
haddi düşürmeye sebeb olacak bir şeyi telkin etmenin müstehap oluşuna delil
olduğunu söyler.
Hadiste görüldüğü
üzere, Rasûlullah efendimiz hem hırsızlık itirafında bulunan şahsın elini
kesmiş, hem de Allah'a tevbe edip bağış dilemesini tavsiye etmiştir. Burada
şöyle bir soru akla gelebilir: "Had cezaları işlenen suça keffarettir,
dolayısıyla suçluya had uygulandığı takdirde kendisinden işlediği suçun uhrevî
mesuliyeti de düşer. O halde efendimiz cezayı uyguladığı bir adama niçin tevbe
telkininde bulunmuştur?"
Bu muhtemel soruya
Sindî şöyle cevap vermiştir: "Rasûlullah, tevbe ve istiğfarı hırsızın
diğer günahları için emretmiştir. Bir daha böyle bir suç işlememesi için tevbe
telkin edilmiş de olabilir."
Hadiste hükme esas
olacak başka bir yön de hırsızlık ikrarında bulunan birisine haddin
uygulanabilmesi için ikrarın tekrarlatılması meselesidir. Metinde hırsızlık
yapan şahsın itirafını iki veya üç defa tekrarladığı görülmektedir. Acaba bu,
hükmün gereği midir? Yoksa şart olmamakla birlikte vuku bulan bir uygulama
mıdır? Bu konuda ulema ihtilaf etmiştir. Ibn Ebî Leyla, İbn Şübrume, Ahmed b.
Hanbel ve İshak b. Rahûye'ye göre hırsızlık ikrarında bulunana had
uygulanabilmesi için ikrarın en azından iki defa tekrarlanması gerekir. Bu
görüş Ebû Yusuf'tan da rivayet edilmiştir. Delilleri, üzerinde durduğumuz bu
hadistir.
İmam Mâlik, İmam Şafiî
ve Hanefî mücdehidlerine göre hırsızlık suçunun sübutu için bir tek ikrar
kafidir. Bu hadisin ikrarın tekrarlanmasının şart oluşuna delil olmadığını,
hadisin ikrarda bulunana haddi düşürücü telkinde bulunmanın ve suçun isbatmda
ihtiyatlı davranmanın mendupluğuna delil olduğunu söylerler. Hz. Peygamber
(s.a)'in: Senin bir şey çaldığını zannetmiyorum" buyurmasının da
iddialarına delil olduğunu söylerler. Ayrıca kalkanın ve Safvan'ın ridâsmın
çalınması olaylarında, ikrarın tekrarı söz konusu edilmeden efendimizin,
hırsızın elini kestiği rivayet edilmiştir. Bu da, son gruptaki ulemânın görüşüne
delildir.[70]
1- Haddi
gerektiren bir suç itirafında bulunan kişiye haddi düşürmeye yönelik telkinde
bulunmak müstehaptır.
2- Bir suç
işleyen kişiye tevbe ve istiğfar etmesini tavsiye edip, duasının kabulü için
dua etmek müstehaptır.
3- Haddi
gerektiren bir suçun işlendiği ikrarla sabit olunca had uygulanır.[71]
4381... Ebû
Ümâme (r.a) haber verdi ki: Bir adam Rasûlullah'a gelip:
Ya Rasûlullah ben
haddi gerektiren bir suç işledim. Bana haddi uygula, dedi. Rasûlullah:
"-Geleceğin zaman abdest aldın mı?" dedi.
Evet,
"Biz namaz
kıldığımızda, bizimle birlikte namaz kıldın mı?"
Evet
"Haydi git, Allah
seni affetti."[72]
Bu manadaki hadisi, Buhari,
ve Müslim, Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet etmişlerdir. Haddi gerektiren bir suç
işlediğini ikrar eden birisine efendimizin, işlediği suçun ne olduğunu
sormadan abdest ve namazını sorup, "Allah seni affetmiştir"
buyurması, iki türlü değerlendirilmiştir.
1-
Rasûlullah'ın vahy yoluyla Allah'ın o zatı bağışladığını öğrenmiş olması
muhtemeldir. Aksi halde Rasûlullah ona işlediği suçun ne olduğunu sorar ve
haddi uygulardı. Bu görüşü Hattabî, Askalânî'den nakletmiş-tir.
2- Nevevî ve
bir grup alimin dediğine göre; adamın işlediği günah küçük günahlardandı. Hz.
Peygamberin namaz ve abdest sorarak günahının Allah tarafından bağışlandığını
söylemesi buna delildir. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.
3- Hadiste
zikredilen had; istılahî manası olan had değil günahtır. Yani buradaki had,
küçük günah manasınadır. Çünkü ulema hadlerin teybe ile düşmeyeceği konusunda
müttefiktirler. Namaz da küçük günahlar için keffarettir.
4-
Efendimiz, haddi düşürmek için özellikle suçun ne olduğunu sormamış, adam
açıklamayınca da salıvermiştir. Nitekim Rasûlullah (s.a) zina ikrarında bulunan
birisine: "Her halde sen Öptün, her halde sen dokundun" diyerek
haddi düşürmeye çalışmıştır.
Hadisteki suç
ikrarında bulunan zat; Ebu'1-Yusr Ka'b b. Amr el - Ensarî es-Sülemî'dir.[73]
4382...
Ezher b. Abdullah el-Harâzî [74]
şöyle haber verdi:
Kelâ kabilesinden[75] bir
grubun mallan çalındı. Dokumacılardan bazı insanları itham edip onları
Rasûlullah'ın sahabesinden olan Nu'man b. Beşire getirdiler. Nu'man onları bir
kaç gün hapsetti, sonra salıverdi. Kelâ'lılar Nu'man'a gelip:
"Onları dövmeden
ve işkence etmeden salıverdin?" dediler.
Nu'man:
Nasıl isterseniz.
İsterseniz onları döveyim. Şayet mallarınız (onlardan) çıkarsa mesele yok, ama
çıkmazsa onların sırtına vurduğum kadar size de vururum" dedi.
Kela'lılar:
Bu senin hükmün mü?
dediler. Nu'man:
Bu, Allah'ın ve
Rasûlullah (s.a)'in hükmüdür,[76] dedi. Ebû Davûd der ki:
"Nu'man bu sözü
ile Kela'lılan korkut (mak istemiş) ti. Yani dayak ancak itiraftan sonra
icâbeder."[77]
Metinden anladığımıza
göre; Kelâ kabilesine mensup bazı insanların malları çalınmış, onlar da dokumacılık
yapan bir grup insanı itham ederek, alıp vali olan Nu'man b. Be-şir (r.a)'e
getirmişler. Nu'man b. Beşir acaba ikrar ederler mi diyerek, zanlıları birkaç
gün hapsetmiş, onlar ikrar etmeyince de serbest bırakmış, Kelâlılar bunu
yadırgamışlar, Nu'man'dan zanlıları döverek ikrar ettirmesini istemişler. Ama
Nu'man buna razı olmamış, zanlıları döver ve çalınan mallan bulamazsa kisasen
kendilerini de döveceğini söylemiş, yaptığı işin Allah'ın ve Rasûlünün hükmü
olduğunu ilave etmiştir.
Hadis-i şerif suçu
ikrar etmesi için zanlıyı hapsetmenin caiz olduğuna, dövmek ve işkence etmenin
ise caiz olmadığına delalet etmektedir. Bezlü'l-Mechud'da Muhammed Yahya'nın,
"Bu, Allah'ın hükmüdür. Ama zamammızdaki bazı alimler suçu ikrar için
dövmeyi ve başka türlü bir tehdidi tecviz etmişlerdir" dediğini söyler.
Trablusî,
Muînu'I-Hukkâm adındaki eserinde, haps'in meşru olduğu yerleri sayarken, onuncu
olarak kendisine hırsızlık veya bir kötülük nisbet edilenin, hapsedilmesini de
sayar.[78]
ed-Dürru'I-Muhtar'da,
hırsızlık töhmeti altında olan bir kimsenin suçunu ikrar ettirmek için kemiği meydana
çıkaracak derecede olmamak şartıyla dövmenin caiz olduğunu söyleyen Hanefi
alimlerden nakiller yapılmaktadır. Hasen b. Ziyad, İbnu'1-Iz el-Hânefî,
Zeylai, İbn Kemal, Tecnis ve Kmye müellifleri bunlardandır. Bu alimlerin
delilleri naklî ve aklî olmak üzere iki gruptur."[79]
Nakli delil şudur:
Bazı muahidler, Rasûlullah'ın kendileri ile muahede yaptığı malı gizlemişler,
Rasûlullah "İbn Ehtab mahallesinin hazine si nerede?" diye sorunca
"Ya Muhammed onu sadaka ve savaşlar tüketti" demişler. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a) Zübeyr b. Avvam'a " bunlara ne istersen yap"
buyurmuş, Zübeyr (r.a) onlara biraz işkence yapınca sakladıkları malın yerini
göstermişlerdir.
Bu hadise, suçu
meydana çıkarmak için zanlıyı dövmenin cevazına delâlet etmektedir.
Aklî delilleri:
Devirlerinde, fesadın artmış olması ve hırsızlığı gören şahit bulmanın
güçlüğüdür. İbn Kemal: "Zamanımızda fesat çoğaldığı için, dövmenin caiz
olduğu görüşünü almak gerekir" demektedir. Ayrıca hırsızlıklar genelde
gece gerçekleştirildiği için hırsızlığa şahit olacak şahit bulmak pek mümkün
olmaz. Bu durum bir çok hak sahibinin hakkının zayâına sebep olur. Fesad
arttığı için işlediği suçu ikrar edecek kişi de pek çıkmaz. Onun için özellikle
hırsızlık yapma ihtimali fazla olan zanlıyı tehdid ederek ya da aşırıya
gitmemek kaydıyla döverek suçu isbata çalışmak meşrudur. Ama döverken dişi
veya eli kırılırsa, Kınye'de bildirildiğine göre, diyeti şikayetçi şahısça
ödenir.
Burada şuna işaret
etmek gerekir; tehdid veya dövme konusunda tüm itham edilenler aynı hükümde
değildir. İbn Abidin'in nakline göre İbnü'l-Iz el-Hanefi, et-Tenbih alâ
Müşkilati'l -Hidaye adındaki eserinde bu konu ile ilgili olarak şöyle
demektedir:
"Hırsızlık ve
benzeri bir suçla itham edilen kişi konusunda ulemanın cumhuru şu görüştedir:
Eğer itham edilen şahıs iyi hali ile tanınan birisi ise onu cezalandırmak caiz
değildir. Ama kendisine yemin ettirilip ettiril-meyeceği konusunda iki görüş
vardır. Kimi alimler onu itham eden kişinin ta'zir edileceğini söylerler. Ama
itham edilen kişinin hali bilinmiyorsa, gerçek anlaşılıncaya kadar hapsedilir.
Hapis müddeti bazılarına göre bir ay, bazılarına göre veliyyü'lemrin uygun
göreceği bir müddettir. Ama itham edilen şahıs fücuru ile tanınan birisi ise
bir grup alim onu, vali veya hakimin; bir kısım alim ise sadece valinin
dövebileceğini söylerler Bazı alimlere göre ise hiç kimse dövmez."
Fakih Ebu Bekr
el-A'meş de itham edilen kişi hırsızlığı inkâr ederse, reisin zannı galibi ile
amel ederek, ikrar ettirmeye çalışabileceğini söyler. Mesela, sanığı
fasıklarla, hırsızlarla birlikte görür, onun çalmış olmasına zann-ı galib hasıl
olursa, suçu itiraf ettirmek için dövebilir.
Bu nakiller gösteriyor
ki; Hanefî mezhebinin müteahhirûn ulemasına göre, hırsızlık yapma ihtimali
bulunan, fışkı ile tanınan kişileri, suçunu itiraf ettirmek için dövmek ya da
başka bir yolla tehdid etmek caizdir. Üzerinde durduğumuz hadise o günün
şartlarına göre verilmiş bir hükümdür.[80]
4383... Âişe
(r.anha) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)
çeyrek dinar ve daha çoğunda (hırsızın elini) keserdi [81]
4384... Aişe
(r.anha)'dan, rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Hırsızın eli
çeyrek dinar ve daha fazlasında kesilir."[82]
Ahmed b. Salih:
"Kesmek, çeyrek dinar ve daha fazlasındadır" dedi.[83]
4385... İbn
Ömer (r.a)'dan rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a) fiatı üç dirhem
(gümüş) olan bir kaîkan(ı çalan hırsızın elini) kesti.[84]
4386...
Abdullah b. Ömer (r.a) demiştir ki: "Rasûlullah (s.a); kadınlar sofasından
fiatı üç dirhem gümüş olan bir kalkan çalan adamın elini kesti."[85]
4387... îbn
Abbas (r.a) demiştir ki:
"Rasûlullah (s.a)
kıymeti bir dinar (allın) veya on dirhem (gümüş) olan bir kalkan (çalan) adamı
(n elini) kesti"
Ebû Davûd der ki:
Bu hadisi Muhammed h.
Seleme ve Sa'dânb. Yahyajbnilshak'tan aynı isnadla rivayet etmiştir.[86]
Bu bab, hırsızlık
haddinin nisabı yani bir hırsızın kolunun kesilebilmesi için çaldığı malın
olması gereken asgari değeri ile ilgilidir. Babda geçen hadislerde Hz.
Peygamber (s.a)'in; çeyrek dinar altın, fiatı üç dirhem gümüş olan kalkan ve
kıymeti on dirhem gümüş veya bir dinar altın olan kalkan çalan hırsızın elini
kestiği görülmektedir. Bu babta, Müslim ve İbn Mace'nin rivayet ettikleri bir
hadiste Rasûlullah (s.a) efendimiz: "Allah hırsıza lanet etsin, bir
yumurta (veya miğfer) çalar da eli kesilir, bir ip çalar da eli kesilir."[87]
buyurmuştur.
Bu hadisteki yumurta
ve ipten muradın ne olduğu konusuna ilende işaret edilecektir.
Hırsıza verilecek ceza
hususunda, Mâide süresindeki âyet mutlaktır. Hırsızlık yapan erkek ve kadının
elinin kesilmesi emredilmiş ama çaldığı malın mikdarı konusuna değinilmemiştir.
Gerek bu ayetin mutlak oluşu, gerekse hadislerdeki farklı rivayetler el kesme
nisabında ulemanın ihtilafına sebep olmuştur. Bu ihtilafları önce "nisap
yoktur" diyenler ve "nisap vardır" diyenler şeklinde ayırdıktan
sonra da nisap vardır diyenlerin kendi aralarında ihtilaf ettikleri mikdarları
ele alalım:
1) Zahiriler
ve Haricilere göre; el kesmek için çalman malda nisap aranmaz. Yani çalınan mal
az veya çok olsun hırsızın eli kesilir. Bu görüş Hasenü'l-Basri'den de rivayet
edilmiştir. Delilleri: "Allah'tan ibret verici bir ceza olarak,
işledikleri fiilden dolayı erkek ve kadın hırsızın ellerini kesiniz. Allah aziz
ve hakimdir."[88]
ayet-i kerimesinin mutlak oluşudur. Bu ayette cenab-ı Hak, hırsızın elinin
kesileceğini beyan etmiş ama mikdar belirmemiştir. Bu, çalınan malın az veya
çokluğuna bakılmadan hırsızın elinin kesilmesi gerektiğine delalet eder."
derler.
Ayrıca yukarıda Müslim
ve İbn Mâce'den naklettiğimiz yumurta ve ip çalmanın, el kesmeyi
gerektireceğine işaret eden hadis de bu görüş sahipleri için delildir. Yumurta
ve ip değersiz şeyler olduğu halde, bunları çalanın elinin kesilmesi gereğine
el kesmede nisabın olmayışına delil sayarlar.
2) Cumhur
ulemâya göre; bir malı çalan hırsıza el kesme cezası verilmesi için çalınan
malın asgari bir değere sahip olması gerekir. Bu görüş sahiplerinin delilleri,
bu babın hadisleridir. Bu görüşte olanlar karşı görüş sahiplerinin delillerini
şöyle cevaplandırırlar:
İşaret edilen ayet-i
kerime mutlaktır. Hadisler bu ayet-i kerimeyi kayıtlamakta ve el kesme cezası
verilebilmesi için çalınan malın asgari bir değere varmış olmasını
gerektirmektedir. O halde kayıtlayan bu hadislerin hükmüne uymak gerekir.
Cumhurun, önceki görüş
sahiplerinin sarıldıkları yumurta ve ip çalmadan bahseden hadisle ilgili
istidlallerine cevapları da şu şekildedir:
a) Hadiste
sözkonusu edilen "beyda" kelimesi yumurta değil, miğfer manasınadır.
Çünkü bu kelime her iki anlama gelebilir. İp de lalettayin bir ip değil, değeri
büyük olan gemi halatıdır.
Nevevi, bu tevili
beğenmemiş "hadiste kıymetsiz mallara tenezzül edip de elini kestiren
hırsıza lanet edilmiştir. Halbuki miğfer ve gemi halatının kıymeti hayli
yüksektir. Bu şekildeki bir izah hadisin vürûdundaki ruha uygun düşmez."
demiştir.
b) Bu
hadisten maksat, hırsızın durumunu tahkirdir. Hırsız yumurta ve ip çalarak
hırsızlığa başlayınca bunu kendisine adet edinir ve elinin kesilmesini gerektirecek şeyleri çalar hale gelir. Bu izaha
göre; hadisteki "beyda" kelimesinden maksat yumurta, ipten
murat da alelade bir iptir.
c) Hadisten
maksat hırsızlıktan sakındırıp akta mübalağadır. Bu '"Bağırtlak kuşunun
yuvası gibi de olsa bir yuva yapan kimse..." hadisine benzer. Bağırtlak
kuşunun yuvasının mescid olması mümkün olmadığı halde efendimiz mescid
yapanların faziletine işaret için onu misal göstermiştir. Bu hadiste de
hırsızlığın kötülüğüne işaret için, yumurta ve ip çalmak el kesmeyi
gerektirmediği halde gerektirirmiş gibi bir ifade kullanmıştır.
d) Bu hadis,
yukarıda işaret edilen ayet (Maide 38) indiği zaman varid olmuş, daha sonra
fahr-i kainat efendimiz çalınan malın kıymetini tayin etmiştir.
Alimlerce, hadisin
izahında daha başka şeyler de söylenmiştir. Bizim kayda değer bulduklarımız
bunlardır.
Hırsıza el kesme
cezasının uygulanması için çalınan malın asgari bir kıymete baliğ olmasını şart
koşan cumhur, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bu mikdarm tayininde ihtilaf
etmişlerdir. Şimdi de bu konudaki görüşlere temas etmek istiyoruz:
1- Hz. Aişe,
Ömer b. Abdilaziz, Evzaî, Leys, Ebû Sevr, îshâk ve İmam Şafiî'ye göre,
hırsızlıktan dolayı el kesme nisabı çeyrek dinar altın veya onun kıymetidir.
Çeyrek dinarın kıymeti ister üç dirhem gümüşe denk olsun işer az veya çok
farketmez. Bir kimse çeyrek dinar altın veya onun kıymetinde bir mal çalar ve
diğer şartlar tahakkuk ederse eli kesilir.
Bu görüşün delilleri
Hz. Aişe fr.anhâ) rivayet edilen (4383 ve 4384 no'daki) hadislerdir. Hz.
Peygamber (s.a) bu hadislerde el kesme nisabının çeyrek dinar altın olduğunu
lafız olarak ve açıkça beyan etmiştir. Peygamber (s.a)in, bir hırsızın elini
üç dirhem gümüş kıymetindeki bir kalkan çaldığı için kestiğini bildiren
hadisleri, üç dirhem gümüşün çeyrek dinar altına denk olduğuna hamlederek
açıklamışlardır. Hz. Peygamberin on dirhem gümüş kıymetindeki bir kalkanı çalan
hırsızın elini kestiğini bildiren hadisin (hadis no: 4387) ise zayıf olduğunu
söylerler. Hadisin sıhhati halinde de bu haberin el kesme nisabını tayin için
değil, o olaydaki kalkanın kıymetinin on dirhem gümüş veya bir dinar altın
olduğuna hamlederler. Bu izahlar Şafii alimlerinin büyüklerinden İmam Nevevi'ye
aittir.
2- İmam Malik
ve Ahmed b. Hanbel'e göre; hırsızlıktaki el kesme nisabı, çeyrek dinar altın
veya üç dirhem gümüş ya da üç dirhem gümüş kıymetine denk olan mal'dır. Çalınan
mal altınsa çeyrek dinar, gümüş ise üç dirhem, başka bir şey ise üç dirhem
gümüş kıymeti kadarı el kesmek için yeterlidir.[89]
Ahmed b. Hanbel'in bir görüşüne göre bu ikisinden, daha ucuz olanı ile
değerlendirilir.[90]
Bazı Bağdatlı alimler
İmam Malik'ten, çalınan malın altın veya gümüş dışında bir mal olması halinde,
o memleketin örfü esas alınarak altından ya da gümüşten değerlendirileceği
görüşünü nakletmişlerdir. Ama önceki
görüş daha sahihtir.
Bu görüş sahiplerinin
delilleri Rasulullah'ın üç dirhem gümüş değerindeki kalkanı çalan hırsızın
elini kestiğini bildiren haberlerdir. 12 dirhem gümüş bir dinar altın
kıymetindedir. O halde üç dirhem gümüşün altın karşılığı da çeyrek dinardır.
3- İmam Azam
Ebu hanife ve arkadaşlarına göre el kesmek için hırsızlıkta nisab, on dirhem
gümüş veya onun kıymetidir. Çalınan mal altın bile olsa gümüşle değerlendirilir.
Muteber olan külçe halindeki değil, dar-bedilmiş olan gümüştür.[91]
Hanelilerin delili, bu
babın son hadisiyle birlikte Beyhaki ve Taha-vi'nin İbn Abbas radıyallahü
anhuma'dan rivayet ettikleri hadis ile Rasû-lullah (s.a) devrinde kalkanın
kıymetinin on dirhem olduğunu bildiren haber, Tahavî'nin Şerhu Meâni'l-Âsar'da
rivayet ettiği: "Ancak bir dinar (altın) veya on dirhem (gümüş) de el
kesilir" mealindeki hadis[92] ve
Ta-beranî'nin Mu'cemu'I-Evsât'ında İbn Mes'ud vasıtasıyla Rasûlullah'dan
rivayet ettiği: "Ancak on dirhemde (el) kesilir"[93]
hadisi ve benzeri hadislerdir.
Ayrıca Hanefiler
"Şüphelerle hadleri düşürün" hadisini de delilleri arasında sayarlar.
Çünkü el kesmek için, çalınan malın kıymeti konusunda rivayet edilen haberler
muhteliftirler. Mümkün mertebe haddi düşürebilmek için bu mikdarîardan en
üstününü almak ihtiyata daha muvafıktır. O da on dirhemdir.
Hanefi alimlerinden
Tahavî, Şafiilerin dayandıkları Hz, Aişe hadislerinin kiminin mevkuf, kiminin
de muttasıl olduklarını söyleyerek Şafiiîere itiraz etmektedir.
4- İki
dirhem gümüşden dolayı hırsızın eli kesilir. İbnu'l-Münzir bu görüşü
Hasentri-Basri'den nakletmiştir.
5- Dört
dirhem gümüştür. İbnü'l-münzir bunu Ebu Hureyre ve Ebu Sâ-id'den. Kadı lyaz da
bazı sahabelerden nakletmiştir.
6- Bu miktar
üçte bir dinardır. Bu görüş Muhammed Bâkır'dan nakledilmiştir.
7- Bu miktar
beş dirhem gümüştür. Bu görüş; Nasır, Nehai, İbn Şübrü-me, İbn Ebi Leyla ve
HaseniTl-Basri'den, rivayet edilmiştir. Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen:
"Beş (parmak) ancak beş dirhemden dolayı kesilir" haberine
dayanırlar.
8- Bu miktar
bir dinar veya onun kıymetidir. İbnü'l-Münzir bu görüşü Nehaî'den nakletmiştir.
9- Altın
olarak, çeyrek dinardır. Altın dışındaki maddelerin azı ve çoğu eşittir. Nisap
sözkonusu değildir. İbn Hazm bu görüştedir. Aynısı İbn Abdilberr'den de rivayet
edilmiştir.
10- Bir
dirhem ve daha fazlasıdır. Bu görüş de Osmanü'l-Bettî ve Ra-bia'dan rivayet
edilmiştir.
Buraya aktarmış
olduğumuz görüşler; nisabı gerekli görmeyenlerin görüşü ile birlikte onbir
etmektedir. Biz bu görüşleri Şevkânî'nin Ney-lu'1-Evtâr'ından [94]
naklettik. Askalanî bu görüşlerin sayısını yirmiye çıkarmaktadır.
Nisap, hırsızın elinin
kesilmesi için gerekli olan şartlardan birisidir.[95]
Yeri gelmişken diğer
şartlara da kısaca temas etmek istiyoruz. Buraya nakledeceğimiz şartların
Hanefilere ait olduğunu da hatırlatalım:
a) Çalman
mal, en azından on dirhem gümüş kıymetinde olmalıdır.
b) Çalman
mal, ot, odun kamış gibi değersiz mallardan olmamalı, itibar edilen mallardan
olmalıdır.
c) Mal, süt
yoğurt gibi çabucak bozulan mallardan olmamalıdır.
d) Çalınan
mal hırzdan (koruma altından) çalınmış olmalıdır. Her malın koruma biçimi
kendine hastır. Hayvan için hirz ahır, altın için cep, kese, kasa vs. dir.
e) Malı
çalan, âkıl-baliğ, gören ve konuşan birisi olmalıdır.
f) Çalan,
çalınan malın sahibi ile ortak olmamalıdır.
g) Çalanla,
malı çalman arasında ana babalık, kardeşlik ve birisi kadın farzedilse
kendisiyle evlenemeyeceği derecede bir akrabalık olmamalıdır.
h) Çalan ile
malı çalınan arasında karı kocalık bulunmamalıdır.
ı) Çalınan
mal, mütekavvim yani dinen kıymeti olan bir mal olmalıdır. Mesela şarap çalan
birisinin kolu kesilmez.
i- Çalınan
mal, mülk olmalıdır. Madenindeki altın, gümüş gibi cevherleri çalanın eli
kesilmez.
j- Çalınan
malda, hırsızın hakkı ve mülkiyet şüphesi bulunmamalıdır.
k- Çalınan
mal, her yönden tecüvüzden korunmuş olup hırsızın alma salahiyetinin
bulunmaması gerekir. Mesela darulharbte bir harbî'nin malını çalmak el kesmeyi
gerektirmez.
1- Hırsızlık
dar-ı adide gerçekleşmelidir.
m- Hırsızlık
kıtlık senesinde olmamalıdır.
Yukarıdaki şartlan
haiz bir çalma olayında hırsızın sağ eli bilekten kesilir ve kanının durması için
gereken muamele yapılır. Aynı şahıs ikinci defa hırsızlık yaparsa sol ayağı
topuktan kesilir. Üçüncü defa çalarsa Hanefilere göre artık el ve ayak
kesilmez. Tevbe edinceye kadar hapsedilir. Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre
üçüncü hırsızlıkta sağ el, dördüncüsünde sağ ayak kesilir. Bundan sonra bir
daha hırsızlık yaparsa ta'zir edilir.[96]
4388...
Muhammed b. Yahya b. Habban, şöyle demiştir:
Bir köle, birisinin
bahçesinden bir hurma fidanı çaldı ve onu efendisinin bahçesine dikti. Fidan
sahibi, fidanını aramaya başladı ve onu buldu. Köleyi, o zaman Medine emiri
olan Mervan b. Hakem'e şikayet etti. Mer-van köleyi hapsetti ve elini kesmek
istedi.
Kölenin sahibi, Râfi,
b. Hadîc (r.a)'e gidip bu mes'eleyi sordu. Râfi, ona, Rasûlullah (s.a)'i:
"Meyveden ve hurmadan dolayı el kesilmez" buyururken işittiğini haber
verdi.[97]
Adam:
"Şüphesiz Mervan
kölemi yakaladı, elini kesmek istiyor. Ben senin, benimle birlikte ona gidip
Rasûlullah (s.a)'den duyduğun bu sözleri haber vermeni istiyorum" dedi.
Râfi'b. Hadîc adamla
birlikte yürüyüp Mervan b. Hakem'e geldi. Mervan'a:
"Ben
Rasûlullah'ı, meyve ve hurma yağında el kesilmez, buyururken işittim."
dedi. Bunun üzerine Mervan kölenin salıverilmesini emretti.
Ebû Davûd "Keser,
cümmâr (hurma ağaçlarının ortasında olup araplar tarafından yenen
şey)'dir" dedi.[98]
4389...
Muhammed b, Ubeyd, Hammad'dan (o), Yahya'dan (o), Muhammed b. Yahya b.
Habban'dan bu hadisi rivayet etti.
Ravi şöyle dedi:
"Mervan o köleye
birkaç sopa vurdu ve serbest bıraktı."[99]
Bu hadis, meyve çalan
bir hırsızın elinin kesümeyeceğine delâlet etmektedir. Ancak, meyve manasına
gelen "es-Semer" kelimesinin içerdiği mana konusundaki ihtilaf, ilim
adamlarını hadisten çıkarılacak hüküm konusunda da ihtilafa sevketmiştir.
İmam Şafiî,
"Semer" kelimesinin, ağacın dalında olup henüz kopartılmamış olan
meyve anlamında olduğunu belirterek, hadiste çalındığı zaman hırsızın elinin
kesilmeyeceği ifade edilen meyvenin, ağaçtaki meyve olduğunu söyler. Buna sebep
de, o zamanki Medine bahçelerinin etraflarının çevrili olmayışı yani
ağaçlardaki meyvelerin "muhraz" olmayışıdır. Ama İmam Şafii'ye göre;
meyve koparılıp bir harmanda ya da sergi yerinde toplanmışsa onu çalanın eli
kesilir. İmam Şafii bu durumdaki meyve ile taze yiyecek maddeleri ya da altın
ve diğer eşya arasında fark gözetmemiştir. Hattabî, İmam Malik'in de aynı
görüşte olduğunu nakletmiş-tir. Ancak "Kitabu'1-Fıkh ale'l-Mezahibi'l -
Erbaa" adındaki eserde, Maliki mezhebine göre; ağacın dalından çalınan
meyvenin korunur (muhrez) olması halinde, çalanın elinin kesileceği
bildirilmektedir. Bunun delili de, Hz. Osman (r.a)'ın kıymeti üç dirhem gümüş
olan ağaç kavununu çalan hırsızın elini kestirmesidir.[100]
Hanbelîlere göre;
ağacın dalındaki meyveyi çalan hırsızın eli kesilmez. Fakat kendisinden,
çaldığı meyvenin bedelinin iki katı alınır.[101]
Hanefilere göre; ister
dalından olsun ister yerden olsun meyve çalan hırsızın eli kesilmez. Et,
peynir, süt ve diğer bozulan maddeler de aynı hükme tabidir. Delilleri,
üzerinde durduğumuz bu hadistir. Çünkü Râfi' b. Hadîc, Rasulullah'dan hiç bir
ayırım yapmadan meyve ve cummarı (hurma ağacının tepesinden çıkan beyaz nesne)
çalanın elinin kesilmeyeceğini rivayet etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a)
başka bir hadisinde "Ben taam (yiyecek maddesi) dan dolayı el
kesmem" buyurmuştur. Hububat ve şeker gibi maddeleri çalanın elinin
kesilceğinde ittifak olduğuna göre, bu hadisteki "taam"dan maksat
çürüyüp bozulan cinsten olan meyvelerdir. Ayrıca bir hadiste: "Meyvede el
kesilmez" buyurulmaktadır.
Harman ve sergi
yerlerinde biriktirilen kuru üzüm ve hurma gibi meyveleri çalanların elleri
kesilir. Çünkü buralar anılan maddeler için hırzdır. Burada bugün için oldukça
önem taşıyan bir konuya değinmek istiyoruz:
Yollarda ya da
bostanlarda ağaçların dibinde bulunan meyvelerin hükmü nedir? Bunları bulan
kişi ne yapmalıdır? Bu meyvelerden yiyen birisi günahkâr olur mu?
Hanefi ulemasına göre
bu meselenin hükmü, ağaçların şehirde ve köyde oluşuna göre farklılık
gösterir.
Şehirdeki bahçelerde
bulunan meyveler, çabuk bozulan cinsten iseler, açıkça veya adeten menedilmemiş
iseler alınıp yenilebilirler. Ama men edilmiş ise yenilemezler. Fakat bugün
bahçelerin etrafı duvarlar ve çitlerle çevrilmekte, oralara yabancıların
girmesine izin verilmemektedir. O halde bugün şehirlerdeki bahçelerden meyve
alıp yemek caiz olmaz.
Şehir bahçelerindeki
ceviz ve badem gibi bozulmayan meyveler ise, sahiplerinin açık izni olmadan
yenilmezler.
Köy bahçelerindeki meyvelere
gelince, ceviz ve badem gibi bozulmayan meyveler sahiplerinin izni olmadan
yenilemezler. Bozulacak cinsten meyveler ise, yenilmesinin menedildiği açıkça
belirtilmemişse yenilebilirler.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi bu hükümler ağaçların dibine dökülen meyvelerle ilgilidir. Ama
ağaçların başındaki meyveler sahiplerinin izni olmadan nerede olurlarsa
olsunlar yenilmezler.
Akarsu ve ırmaklar
üzerinde bulunan meyveleri alıp yemekte hiç bir mahzur yoktur. Çünkü o durumda
bırakılacak olurlarsa çürüyüp telef olurlar.
Sahipleri ürünü
topladıktan sonra, gözden kaçıp bağda bahçede kalan meyve ve başakları almak;
halk diliyle bunları başaklamak caizdir.[102]
4390...
Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'a;
ağaçtaki meyve (nin hükmü) soruldu.
Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurdu:
"İhtiyaç içinde
olan birisi, yanında bir şey götürmeksizin sadece yerse ona birşey gerekmez.
Ondan birşey götüren kimseye ise aldığının iki katı (bir katı) ödetilir ve
ceza gerekir. Her kim harman yerine getirildikten sonra meyveden bir şey çalar
ve çaldığı, bir kalkan fiatına ulaşırsa eli kesilir. (Bundan daha azını çalana
ise çaldığının iki katını ödeme zorunluluğu ve ceza vardır.)"[103]
Ebu Davûd: "Çerin
(harman yeri) hurma kurutulan yerdir" demiştir.[104]
Tirmizi bu hadis için
"Hasen-sahih" demiştir. Hadisin Tirmizi'deki rivayeti, buradakinden
hayli kısadır. Ağaçtaki meyveyi alıp götürene ve harmandan çalana verilecek ceza
ile ilgili bölümler orada mevcut değildir.
İbn Mâce'nin rivayeti
de Ebû Davud'un rivayetinden hayli farklıdır. Hadis-i Şerif, meyve hırsızlığı
konusundaki birkaç tasavvurla ilgili hükümleri ihtiva etmektedir, bunlar:
1- Ağacın
dalındaki meyveyi koparıp yiyen ihtiyaç sahibinin durumu: Bu durumdaki kişinin
eli kesilmeyeceği gibi, başka bir şekilde de cezalandırılmaz. Bundan Önceki
hadiste de belirtildiği gibi, Hanefi ve Şafiile-rin görüşü, hadisin zahirinden
çıkan hüküm istikametindedir.
2- Ağacın
dalındaki meyveyi koparıp, alıp götüren kişinin durumu: Hadis-i şerifte bu
durumdaki bir kişiye, aldığı meyvenin iki katı kadarının Ödettirileceği ve
ayrıca cezalandırılacağı açıklanmış, ancak bu cezanın ne olduğuna temas
edilmemiştir. Nesaî ve Ahmed, b. Hanbel'in rivayetlerinde bu cezanın ibret
verecek şekilde dövmek olduğu ifâde edilmektedir.
İbn Mâce'nin
rivayetinde ise "İbret verici bir ceza" denilmiş, cezanın çeşidi
belirtilmemiştir. Nesâi ve Ahmed'in rivayetleri göz önüne alınarak bu cezanın
dövmek olduğunu söylemek gerekir.
Hadis-i şerifin bu
bölümü, Hanbelî mezhebinin görüşüne uygun düşmektedir. İbn Kudâme, İshak'ın da
bu görüşte olduğunu, çoğunluğuna göre ise çalınan meyvenin sadece kendi misli
ile ödenmesi görüşünde olduklarım söyler. Hatta İbn Kudame'nin nakline göre
İbn Abdi'1-Ber: "İki misli ile ödenmesi gerektiğini söyleyen hiç bir fakih
bilmiyorum" demiştir. Şafiîler de bu hadisin malî ceza verildiği
dönemlerle ilgili olup bilahare neshedildiğini söylerler.
3- Meyve,
harmana ya da sergi yerine taşındıktan sonra çalınır ve değeri bir kalkan
fiyatı kadar (çeşitli görüşlere göre üç dirhem, 10 dirhem, dört dirhem, çeyrek
dinar) olursa hırsızın eli kesilir. Bu hükümde mezhepler arası bir görüş
ayrılığı yoktur. Çünkü mal hırzından çalınmıştır ve kurumaya yüz tuttuğu için
bozulan cinsten değildir. Dolayısıyla hüküm tüm mezheplerin prensiplerine
uymaktadır.
4- Harman
yerinden çalınan meyve, nisaptan az ise çalana iki katıyla ödettirilir ve
ayrıca ceza verilir. Bu şık Sünen'in bazı nüshalarında mevcut değildir.
Bu hadis-i şerif,
hırsızın elinin kesilebilmesi için malın hırzından çalınması gerektiğine
delâlet etmektedir.[105]
4391...
Câbir b. Abdullah (r.a) demiştir ki;
Rasûluîlah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "(Birisinin malını) açıktan zorla alanın (müntehibin) eli kesilmez.
Açıkta olan bir malı zorla olan bizden değildir."[106]
4392... Bu
(yukarıdaki hadisteki) isnadla, Rasûluîlah (s.a) şöyle buyurmuştur:
“Haine el kesme yoktur
(hainin eh kesilmez).[107]
4393... Nasr
b. Ali1 İsa b. Yunus'tan O, İbn Cüreyc'ten, İbn Cüreyc de Ebu Zübeyr vasıtası
ile Cabir'den, önceki hadisin benzerini rivayet etmişlerdir. Ravi bu
rivayette:
"Kapkaççıya da el
kesmek yoktur. (Kapkaççının eli kesilmez)" cümlesini ilave etmişlerdir.[108]
Ebû Dâvûd der ki:
"Bu iki hadisi,
İbn Cüreyc Ebu' z-Zübeyr' den gitmemiştir. Bana Ahmed b. Hanbel'in bunları İbn
Cüreyc, Yasin ez-Zeyyat'tan işitti, dediği
ulaştı.
Bu hadisleri Muğire b.
Müslim, Ebû Zubeyf den, o da Cabir vasıtasıy
Bu üç rivayet aynı
hadisin farklı nakilleridir. Rivayetler yan yana getirildiğinde Hz. Peygamber
(s.a)'in, üç tür hırsızın elinin kesilmeyeceğini beyan buyurduğu görülmektedir.
Bunlar: Müntehib, hain ve muhtelis'tir. Hadisleri terceme ederken Türkçe
karşılıklarını verdiğimiz bu kelimeleri biraz açıklamak istiyoruz:
Miintehib: Bir şehirde
veya köyde bulunan bir şeyi, kahren (zorla) alan kimsedir. Buna gâsib da
denilebilir. Bu işe de intihab denir.
Hâin: Emniyeti kötüye
kullanan, hilekârlıkta bulunan kimsedir. Kişi, başkasının malını ariyet
(iğreti) veya vedîa (emanet) olarak alır, sonra da onu kaybettiğini veya
yanında vedia ya da ariyet olduğunu inkâr ederse hıyanette bulunmuş olur. Böyle
birisine de "hain" denilir.
Muhtelis: Bir malı
sahibinin elinden veya evinden, gafletinden istifade ederek alenen sür'atle
kapıp alan kişidir. Bu işe "ihtilas" denilir. Metni terceme ederken
bu kelimenin karşılığında "kap-kaççı" tabirini kullandık. Muhtelis,
tarrar (yan kesici)'a benzer aralarında ufak bir fark vardır. Tarrar (yankesici);
uyanık bir kimsenin korumak istediği bir malı gafletinden istifade ederek,
hile ile alır. Muhtelis (kapkaççı) ise bir malı sahibinin elinden veya evinden
süratle kapar.
Ulemâ, yan kesiciliği,
sirkat (hırsızlık) çeşitlerinden sayıp, el kesme cezasını uyguladıkları halde
muhtelise bu cezayı uygulamam ıslardır.
Hadisten anladığımıza
göre, hain, müntehib ve muhtelis el kesme cezası verilmez. Çünkü bu fiiller
sirkat (hırsızlık) tarifinin içine girmemektedir.
Sirkat (hırsızlık):
Mükellef bir şahsın, en az el kesme nisabına varan, değeri olan ve bozulup
çürümeyen başkasına ait bir malı, korunduğu yerden gizlice alıp dışarıya
çıkarmasıdır.[110]
Görüldüğü gibi bir
fiilin hırsızlık sayılması için bir takım şartlar vardır. Bu şartlardan ikisi
olan, malı gizlice almak ve korunduğu yerden çıkarma eylemi, bu hadiste
anlatılan şeylerde söz konusu değildir. Çünkü muhtelis ve miintehib malı
açıktan almakta, hain de malı korunduğu yerden çıkartmamaktadır. Onun için
bunlar hırsız sayılmaz, elleri kesilmez ama başka ceza verilir. Bir de bu
fiiller az gerçekleşen şeylerdir. İbnü'l Hümam, hain, müntehib ve muhtelisin
elinin kesilmeyeceği konusunda icma nakledildiğini, ama İshak b. Rahûye ve
Ahmed b. Han-bel'den hainin elinin kesileceği görüşünün rivayet edildiğini
söyler.[111]
Hainin elinin
kesileceğini söyleyen görüşün delili Aişe (r.anha)'dan rivayet edilen; Mahzum
kabilesine mensup bir kadın hakkındaki 4372 no'lu hadistir. Çünkü o hadiste
Aişe (r.anha) kadının malları ariyet olarak alıp inkâr ettiğini söylemiştir.
Cumhura göre ise, Mahzumlu
kadının elinin kesilmesine sebep hainlik yapışı değil hırsızlık yapışıdır. Hz.
Peygamber (s.a)'in kadının fiilini hırsızlık diye vasfetmesi buna delildir. Hz.
Aişe o kadını tanıtmak için ariyetleri inkâr ettiğini söylemiştir.
İyas b. Muâviye'ye göre
de muhtelis hırsız sayılır ve eli kesilir.
İlk rivayette Hz.
Peygamber (s.a), "Başkasına ait olan, açıktaki bir malı zorla alan bizden
değildir" buyurmuştur. Bundan maksat, bizim sünnetimiz üzere tam kâmil bir
mü'min olmayışıdır. Yoksa bu işi yapanın İslam dininden çıkışı
kastedilmemiştir.
Ebû Dâvûd, metnin
sonundaki ta'likda senet zincirinde kopukluk olduğuna işaret etmiştir. Nitekim
İbn Hıbban'ın bir rivayetinde İbn Cüreyc ile Ebu'z-Zübeyr'in arasında Amr b.
Dinar vardır.
Ebu Davud'un işaret ettiği
bu inkitâ' hadisin sıhhatine zarar vermez. Çünkü bu metin, muttasıl olarak da
birçok muhaddis tarafından rivayet edilmiştir.[112]
4394...
Safvan b. Ümeyye (r.a) şöyle demiştir:
Üzerimde otuz dirhem
değerinde bir abam bulunduğu halde Mescidde uyuyamazdım.[113] Bir
adam gelip onu benden çaldı. Adam yakalanıp Ra-sûlullah (s.a)'e getirildi ve
Rasûlullah (onun elinin) kesilmesini emretti.
Ben efendimize gidip:
"Otuz dirhem
yüzünden onu(n elini) kesecek misin? Ben abayı ona satıyorum ve parasına da
vade veriyorum" dedim. Rasûlullah:
"Adamı bana
getirmeden önce bunu yapmasaydın olmaz mıydı?[114]
buyurdu.
Ebû Dâvûd der ki:
"Bu hadisi Zaide,
Simak'ten, o da Cuayd b. Huceyr'den rivayet edip; "Safvan uyudu" dedi.
Mücahid ve Tavus," O uyumakta idi. Bir hırsız gelip başının altından bir
desenli aba çaldı" diye rivayet ettiler. Ebû Seleme b. Abdurrahman ise
rivayetinde: "Abayı başının altından çekti, Safvan uyanıp bağırdı ve adam
yakalandı" dedi. Zührı de Safvan b. Abdullah'dan şöyle rivayet etti:
"'Safvan ridasını başının altına yastık yaparak mescidde uyudu. Bir hırsız
gelip ridayt çaldı. Hırsız yakalanıp Rasülullah (s.a) 'a getirildi...."[115]
Ebû Dâvûd, talikında,
hadisin çeşitli ravilerce yapılan farklı rivayetlerini vermiştir. Bu rivayetler
arasında manaya tesir edecek çapta önemli farklar yoktur.
Metinde görüldüğü
üzere, Safvan b. Ümeyye (r.a)'nın abası, o mescidde uyurken altından ya da
başının altından çalınmış, efendimiz de yakalanıp kendisine getirilen hırsızın
elini kestirmiştir. Safvan'in; otuz dirhem değerindeki bir mal için adamın
elinin kesilmesini istemeyerek "Ben abayı ona veresiye sattım"
demesine karşılık da: "Bunu bana gelmeden yapmalıydın" buyurmuştur.
Bazı rivayetlerde Safvan'ın abayı hibe etmeyi teklif ettiği bildirilmektedir.
Hadisin bize ışık
tuttuğu iki önemli hüküm vardır:
1- Hırsızın
elinin kesilmesi için çaldığı malı hırz (korunduğu yer)dan çalmış olmalıdır.
Ayrıca kişinin başının altındaki ya da kendi altındaki mal korunan maldır.
2- Bir
hırsızlık davası hakime geldikten sonra hırsızın mala malik olması el kesme
cezasını düşürmez. Ama dava hakime gelmeden önce Malik olursa el kesme cezası
düşer.
Şimdi bu iki konuyu
teker teker inceleyelim:
1- Bir
hırsızın yaptığı hırsızlıktan dolayı elinin kesilmesi için mal muh-rez (koruma
altında) olmalıdır.
Hırz: Bir malın, adet
üzere korunmasına ait olan yerdir. Hırz iki çeşittir:
a) Hırz bi
nefsini: İçinde eşya saklanmak üzere hazırlanıp içerisine izinsiz girilmesi
yasak olan herhangi bir yerdir. Evler, dükkanlar, çadırlar, sandıklar,
çuvallar, kasalar gibi. Buna hırz bi'1-mekân da denilir.
b) Hırz bi
gayrini: Aslında eşya saklanmak için hazırlanmayan ve izinsiz girilmesi yasak
olmayan ama içerisine konulan malların yanı başında muhafızı bulunan yerdir.
Mescidler, yollar, sahralar bu kabil hırzdan sayılır.[116]
Buna, hırz bi'1-hafız da denilir.
Hırz bi nefsini,
saklanan eşyanın cinsine göre değişik olabilir mi? Mesela hububatın korunması
için hazırlanan bir yer, altın ve mücevherat için de hırz sayılır mı? Bu mesele
fakihler arasında ihtilaflıdır. Hanefi ulemasından Kerhî'nin, Hanefi
imamlarından nakline göre bir tür mala hırz olan bir yer, başka tür mallar için
de hırz sayılır. Çünkü bir malı koruyan bir yer, başka malları da koruyabilir.
Yine Hanefî
ulemasından İmam Tahavî ise hırzın mala ve örfe göre değişeceğini, her malın
kendine has bir korunma yerinin olacağını söylemiştir. Mesela, koyun saklamak
için yapılan bir ağılda para ve mücevher saklanamaz, demiştir. Hanefi
mezhebinde muteber görüş budur. Hatta bir çok fıkıh kitabında Kerhî'nin nakline
hiç temas edilmeden tek görüş olarak Tahavî'nin naklettiği görüş hüküm olarak
verilmiştir.[117]
Şafiî, Maliki ve
Hanbelilerin görüşleri de Tahavî'nin dediği gibidir. Bunlara göre de örf
muteberdir. Hırz, malların çeşidine göre farklılık gösterir.
Hattabî de, hırzın
insanların Örfüne ve malın çeşidine göre değişebileceğini söyledikten sonra,
başın altının, insanın önünün, çuvalın, deve katarının, çadırın hırz olduğunu ve
buralardan çalınan mal nisaba ulaşırsa hırsızın elinin kesileceğini söyler.
Konuyu özetlersek; her
malın kendine göre korunduğu bir yer ve tarz vardır. Hayvan nasıl ağıl veya
ahırda korunursa, para kasada, cüzdanda ve kapalı yerlerde korunur. Buna göre ağıla
konulmuş olan altın kesesini çalan hırsızın eli kesilmeyeceği gibi, otlağa
salıverilen hayvanı çalan hırsızın da eli kesilmez. Ayrıca sahiplerinin
yanıbaşında veya önünde duran mallar açıkta bile olsalar koruma altında
sayılırlar. Çahnırlarsa hırsızın eli
kesilir.
Zahirilerle ehli
hadisten bazı alimlere göre hırsızlık haddinin uygulanması için hırz şart
değildir. Nisab miktarına varan bir malı hırz olmayan yerden çalmak da el
kesmeyi gerektirir.
2- Mal
sahibi, dava hakime intikal etmeden önce çalınan malı hırsıza satar ya da hibe
ederse, yani hırsız mala malik olursa el kesme cezası düşer. Ama dava hakime
geldikten sonra malik olursa had düşmez.
Bu konu ulema arasında
ihtilaflıdır.
Hanefi imamlarından
Ebu Yusuf'a göre, hakim hüküm vermeden önce hırsız çaldığı mala malik olursa
had düşer. Ama hüküm verdikten sonra malik olursa had düşmez. Bu görüş
hadisteki hükmün aynıdır.
İmam-ı Azam ve İmam
Muhammed'e göre ise hakim haddin uygulanması kararma vardıktan sonra bile
olsa, hırsız mala malik olursa had düşer. Çünkü infaz tamamlanmadıkça hüküm
kesinlik kazanmaz.
Diğer üç mezhep
imamına göre ise hırsız her ne şekilde olursa olsun çaldığı mala malik olacak
olsa bile, kendisi hakkında vacib olan had düşmez. Mala malik oluşu ister
davanın hakime götürülmesinden önce isterse de sonra olsun fark yoktur. Çünkü
bu cinayetle hududu ilahiyyeye tecavüz edilmiş, had icrasına Allah hakkı
tealluk etmiştir.[118]
4395... İbn
Ömer (r.a) demiştir ki;
Mahzûm kabilesinden
bir kadın, eşya ariyet alır ve onu inkâr ederdi. Rasûlullah (s.a) emretti ve
kadının eli kesildi.[119]
Ebû Dâvûd der ki:
"Bu hadisi
Cüveyriye, Nafi'den o da İbn Ömer veya Safıyye binti Ebu Ubeyd'den rivayet
etti, Ravi bu rivayette şunları da ilave etti:
Rasûlullah (s.a) hitab
için kalkıp şöyle buyurdu: "Allah'atevbe eden, Rasulullah'dan özür dileyen
bir kadın var mı?" Rasûlullah bu sözü üç kez tekrarladı. Kadın da orada
hazır olduğu halde kalkıp konuşmadı.
Bu hadisi ibn Qanc,
Nafi'den o da Safıyye binti Ebû Ubeyd'den rivayet etti. Bu rivayette:
"(Rasûlullah) kadının aleyhine şahitlikte bulundu." dedi.[120]
4396... Aişe
radıyallahü anha şöyle demiştir:
Bir kadın kendisi
tanınmadığı halde (halk arasında) tanınan bazı insanların adına -zînet eşyası
- ariyet aldı. Ama o eşyayı sattı. Yakalanıp Rasûlullah (s.a)'a getirildi.
Rasûlullah (s.a) elinin kesilmesini emretti.
Bu kadın, hakkında
Üsame'nin şefaatçi olup Rasûlullah'ın, bilinen sözleri (yani Allah'ın
hadlerinden birinde şefaat mı ediyorsun? Sizden öncekiler içlerinde hatırlı
birisi çaldığında onu terk ederler, zayıf birisi çaldığında ise haddi
uyguladıkları için helak oldular. Allah'a yemin ederim ki eğer Muhammed'in kızı
Faüma'da çalsa elini keserim) söylediği kadındır.[121]
4397... Aişe
radıyallahü anha şöyle demiştir:
Mahzum kabilesinden
bir kadın eşya ariyet alır ve onu inkar ederdi. Rasûlullah (s.a) elinin
kesilmesini emretti.
Ravi Abbas,
Kuteybe'nin Leys kanalıyla İbn Şihab'dan rivayet ettiği (4373 numaradaki)
hadisin aynısını rivayet edip: "Rasûlullah kadının elini kesti"
sözünü ilave etti.[122]
Bu bolümün 4. babında
da bazı rivayetleri geçen bu hadis Kutüb-i sjtte müelliflerinin tümü tarafından
kitaplarına alınmıştır. Hadisin sıhhatine bir diyecek yoktur. Ancak Buhari'nin rivayetinde,
kadının eşya ariyet alıp inkar ettiğine temas edilmemiş 4373. numaradaki metin
yer almıştır.
Mahzum kabilesinden
bir kadın kendisi tanınır, güvenilir birisi olmadığı için halk arasında
tanınan insanların adını vererek, Mesela "Falan senden şu eşyayı istiyor,
beni gönderdi" diyerek, zînet eşyaları ve başka mallar ariyet alır, sonra
da onu inkar ederdi. Kadının durumu Rasûlullah'a intikal ettirilince efendimiz
isim vermeden kadını tevbeye çağırdı, ama kadın oralı olmadı. - Bir rivayette de
kadın ariyet alıp inkar ettiği bir malı satarken yakalanıp Rasûlullah'a
getirildi. - Bunun üzerine Rasûlullah kadının elinin kesilmesini emretti.
Ashab, Üsame b. Zeyd (r.a)i göndererek kadın için şefaatçi olmak istedilerse
de efendimiz öfkelendi, bunu kabul etmedi ve kadının elinin kesilmesini
emretti.
Ariyet: Birine
karşılıksız olarak kullanmak üzere ve geri almak kay-. dıyla verilen maldır.
Dilimizde buna, iğreti
ve emanet denilir. Ama emanet aslında vedianın karşılığıdır. Yani kullanıp
geri vermek üzere alınan mal ariyet, bir müddet koruyup sonra sahibine verilmek
üzere alınan da vedîa (emanet) dır. Vediada mal, korunmak için, iarede ise bir
müdet kullanmak için alınır.
Bir malı ariyet olarak
vermeye iare, malı ariyet olarak veren mal sahibine mııîr ariyet alana
müsteîr, ariyet almaya da istiare denilir.[123]
Hadisin zahiri; ariyet
alarak mal alan birisi, aldığını inkâr ederse (müsteîr, ariyeti inkâr ederse)
elinin kesileceğine delâlet etmektedir. Hanbeli-lerle, İshak b. Rahuye bu
görüştedirler. İbn Kayyım el-Cevzî ve Şevkânî de bu görüşü teyid eder mahiyette
beyanda bulunmuşlardır.
Bu görüş sahipleri,
üzerinde durduğumuz hadislerin zahiri ile istidlal etmişler, ariyeti inkârın
sirkat (hırsızlık) sayılmayacağı, oysa el kesme cezasının Kur'an'a göre
hırsıza verileceği, dolayısıyla ariyeti inkar edenin elinin kesilemeyeceğini
söyleyen cumhura şöyle cevap vermişlerdir.
İbnu'l-Kayyim;
"Ariyet ya da vediayı inkâr da sirkat isminin altına girer. Çünkü vediayı
inkâr edenden ve hırsızdan sakınmak mümkün değildir. Müntehip ve muhtelis ise
böyle değildir" der.
Şevkanî de aynı görüşü
te'yid babında şöyle demektedir:
"Rasûlullah
(s.a)'ın bu inkârı sirkat (hırsızlık) makamına koymuş olması mümkündür. Bu
durumda hadis vediayı inkâr edene hırsız demenin sahih olduğunu söyleyenlerin
sözüne uygun düşer. İbn Ömer hadisindeki; "Rasûlullah emretti ve kadının
eli kesildi" sözü, kadının ariyeti yüzünden elinin kesildiğinin açık
göstergesidir. Bazı rivayetlerde kadına hırsız denilmesi bu anlayışa zıt
düşmez. Çünkü vediayı inkâr eden de hırsızdır. Hak olan şu ki; vediayı inkar
edenin eli kesilir."
Ulemanın cumhuruna
göre ise, ariyeti inkar eden kişiye hırsız denmez ve bundan dolayı el kesilmez.
Cumhurun mes'eleye bakışlarını iki noktada toplayabiliriz:
1- Bu (üzerinde
durduğumuz) hadisin, ariyeti inkâr edenin elinin kesileceğine delâleti kesin
değildir. Çünkü rivayetlerin çoğunda ariyet alma söz konusu edilmemiş, kadına
"hırsız" denilmiştir. Mesela; Buhari'nin*ri-vayetinde ariyet lafzı
yer almamıştır. Abdü'1-Hak, Ahkam'mda: "Bu kadının kıssası konusundaki
rivayetler muhteliftir. Çaldı diyenler, ariyet aldı diyenlerden daha
çoktur" demektedir.
Zeylaî de şöyle der:
"Bazı alimler,
ariyeti sadece Ma'mer b. Raşid'in zikrettiğini söylerler. Leys, çalmayı rivayet
etmiş, içlerinde Yunus b. Zeyd, Eyyub b. Musa, Süf-yan b. Uyeyne'nin de
bulunduğu bir grup, çaldı demişlerdir. Bazı alimler de ariyet demekle Ma'mer'e
uymuşlarsa da Öbürlerine karşı zayıftırlar. Burada açıktır ki ariyetin
anılması, kadını özel bir sıfatıyla vasfetmek içindir. Kadın sık sık ariyet
alırdı ve bu hali hırsızlık yapıp da eli kesilinceye kadar devam etti. İbn
Mace'nin Hz. Aişe (r.anha)'den rivayet ettiği ve kadının Ra-sulullah'ın evinden
kadife çaldığını bildiren hadis de bu fikri te'yid eder."
2- Kur'ân-ı
Kerim ve sünnet-i nebevi, hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir, Vediayı
inkar eden, hırsız sayılmaz. Hırsızdan ve vediayı inkâr edenden korunulması
mümkün değildir. Tarzındaki itiraz geçersizdir. Çünkü hainden de korunmak
mümkün değildir ama hainin eli kesilmez.
Cumhur, üzerinde
durduğumuz babın hadislerinde
anılan ariyet mes'elesine kadını
tanıtmak için kullanılan bir tabir olup el kesme sebebinin hırsızlık olduğunu
söylerler. Az önce temas edilen; Zeylaî'nin işaret ettiği, kadının
Rasûlullah'ın evinden kadife çaldığını bildiren hadis de buna delildir. Bu
hadise 4374. hadisin sonundaki talikda yer almıştır.[124]
4398... Aişe
(r.anha)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Uç gruptan kalem
kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, iyileşinceye kadar cinnet
getirenden ve büyüyünceye kadar çocuktan"[125]
4399... İbn
Abbas radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ömer (r.a)'e zina etmiş olan akıl
hastası bir kadın getirildi. Hz. Ömer, onun hakkında insanlarla istişarede
bulundu ve recmedilmesini emretti.[126] Ali b. Ebi Talib (r.a) kadına rastladı (bir
diğer nüshaya göre: Kadını Ali b. Ebî Talib'in bulunduğu bir yerden götürdüler)
ve;
Bunun hali ne? dedi.
Bu falan oğullarının
delisidir. Zina etti, Ömer de recmedilmesini emreddi, dediler. Ali:
Onu geri götürünüz,
dedi, sonra da Ömer'e gelip:,
Ey mü'minlerin emiri!
(Rasûlıtllah'ın:) "Üç gruptan; iyileşinceye kadar deliden, uyanıncaya kadar
uyuyandan ve aklı erinceye (baliğ oluncaya) kadar da çocuktan kalem
kaldırılmıştır" (diye) buyurduğunu bilmiyor musunuz? dedi.
Ömer (r.a): 1 - Evet
biliyorum,
O halde bu kadının
durumu nedir, neden recmedüiyor?
Bir şey yok.
Onu salıver, İbn
Abbas:
Ömer (r.a) kadını
salıverdi ve tekbir getirmeye başladı, dedi.[127]
4400...
Vekî, A'meş'ten naklen bu hadisin benzerini rivayet etti. Önceki hadiste
olduğu gibi: "Çocuk, aklı erinceye kadar ve akıl hastası da ifakat
buluncaya (ayılıncaya) kadar...." sonra da Ömer tekbir getirmeye başladı,
dedi.[128]
4401... İbn
Abbas (r.a) demiştir ki:
"Ali b. Ebi Talib
radıyallahü anh bana uğradı... "
Ravi, Osman'ın
hadisinin manasım rivayet etti ve şöyle dedi:(Ali:)
"Rasulullah
(s..a) in, "kalem üç gruptan kaldırıldı; aklı başından gitmiş akıl
hastasından, uyanıncaya kadar uyuyandan ve baliğ oluncaya kadar çocuktan "
buyurduğunu hatırlamıyor musun? dedi.
Ömer:
Doğru söyledin, dedi.
İbn Abbas:
"Ömer kadını
serbest bıraktı" dedi.[129]
4402... Ebu
ZabyanHennad'ın dediğine göre el Cenbî-[130]
şöyle dedi: Ömer (r.a)'e zina etmiş olan bir kadın getirildi. Ömer de
recmedüme-
sini emretti. Ali
(r.a) (kadına) rastladı, onu alıp serbest bıraktı. Bu,
Ömer'e haber verildi.
Ömer (r.a).
Ali'yi bana çağırın,
dedi.
Ali (r.a) gelip:
Ey Mü'minlerin emiri
biliyorsun ki "Rasulullah (s.a) ; "üç gruptan kalem kaldırıldı;
buluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve iyileşinceye
kadar bunaktan" buyurdu. Şüphesiz bu kadın falan oğullarının bunağıdır.
Her halde ona tecavüz eden ona cinnet halinde iken tecavüz etmiş" dedi.
Ömer:
"Bilmiyorum"
Ali:
"Ben de
bilmiyorum" dedi.[131]
4403... Ali
(r.a)'den; rivayet edildiğine göre; Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Üç gruptan kalem
kaldırılmıştır; uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan ve
akıllanıncaya kadar akıl hastasından."
Ebû Davûd der ki:
Bu hadisi Ibn Cerir
Kasım b. Yezid'den, o da Ali (r.a) vasıtasıyla Ra-sulullah'tan (rivayet etti
ve) ona "ve bunaklıktan.." sözünü ilave etti.[132]
Bu bab; akıl hastası
olan birisi, haddi gerektiren bir suç işlerse, kendisine had cezasının verilip
verilmeyeceğini konu edinmektedir. Aynı hadisin çeşitli rivayetlerinde anlatılan
olay da zina suçu ve recm cezası ile ilgilidir. Musannifin, babda hırsızlık
konusunda hiç hadis olmadığı halde bab başliğına "hırsızlık"
kelimesini de ilave etmesi, üzerinde durulan mevzuun hırsızlık haddi ile ilgili
olmasından dolayıdır. Zaten birisine akıl noksanlığından dolayı bir had uygulanmıyorsa
başka hadler de uygulanmaz demektir. Bu babtaki rivayetlerde bahse konu olan
kadına deli olduğu için zina haddi olan recm uygulanmazsa, hırsızlık yapması
halinde de el kesme cezası uygulanmaz.
Deli olan birisine
haddin uygulanmayışının delili, geçen rivayetlerde görüldüğü üzere Hz.
Peygamber (s.a)'in hadisidir.
Bir hadiste efendimiz
üç kişiden kalemin kaldırıldığını beyan etmiştir. Bu üç kişi, uykuda olduğu
müddetçe uyuyan, deliliği devam ettiği müddetçe akıl hastası ve buluğa
ermedikçe çocuktur. Ancak hadisin bazı rivayetlerinde delilik yerine bunaklık
kullanılmıştır.
Bu üç gruptan kalemin
kaldırılmasından maksat nedir?
Hakikat midir yoksa
mecaz mıdır? Bu konuda iki görüş vardır.
a) Meşhur
olan görüşe göre bu ifade, kinayeli bir ifadedir. Kalemin kaldırılmasından
maksat teklifin olmayışıdır. Yani kişi bu üç halde iken işlediği bir günahtan
dolayı mesul değildir. Çünkü akıl nimetinden mahrumdur.
Bu sözün zahiri ile
kinaye manası arasındaki ilişki, teklifin yazmanın sonucu oluşudur. Nitekim bir
ayette cenab-i Allah: "Size oruç yazıldı (yani farz kılındı)"
buyurmuştur. Yazı kalemle olduğuna göre yazının varlığı kalemin de varlığını,
yazının yokluğu kalemin de yokluğunu ifade eder. Başka bir cihetten de; kalemin
yokluğu yazının yokluğunu yazının yokluğunu da teklifin yokluğu gerektirir.
Buna göre mana: "Uyuyan, akıl hastası ve çocuk yaptıklarından dolayı
yargılanamazlar, onlardan sorumluluk kalkmıştır" demektir.
b) Bu sözden
maksat hakikattir. Yani bu üç gruptan gerçekten kalem kaldırılmıştır. Şu hadis
bu görüşün delilidir: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona yaz,
demiş kalem de kıyamete kadar olacak olan herşeyi yazmıştır."
Allah bu kalemi Levh-i
Mahfuza koymuştur. İnsanların yaptığı ve yapacağı iyi ve kötü herşeyi
yazmaktadır. Çocuk, akıl hastası ve uyuyanın yaptıklarında günah olmadığı için
kalem yazmaz. Allah'ın bu fiilleri yazmamasına hükmetmesi, kalemin
kaldırılmasıdır. İşte efendimiz "kalem kaldırılmıştır" buyururken bu
manayı ifade buyurmuştur.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi bunlardan birinci anlayış daha meşhurdur. Hangi mana
kastedilirse edilsin, kesin olan bir şey vardır. O da; akıl hastasının,
uyuyanın ve çocuğun işledikleri cinayetlerden dolayı sorumlulukları
olmadığıdır; günaha girmiş olmazlar.
Buradaki
"sorumluluk yoktur" sözünden maksadımız, mutlak değildir. Sorumlu
oldukları noktalar da vardır. Mesela itlaf ettikleri malı tazmin zorundadırlar.
Konuya açıklık
getirmek için ehliyyet ve arızalarından olan çocukluk ve cünûn (delilik)
üzerinde kısaca duralım.[133]
Ehliyet, sözlükte
salahiyet manasınadır.
İstılahta: İnsanın
kendisine hüküm tealluk edecek bir durumda olmasıdır,[134]
Ehliyet vücub ehliyeti ve eda ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır:
Vücûb ehliyeti:
İnsanın bir takım haklar edinme ve sorumluluklar yüklenme salahiyetidir. Bu
ehliyetin aslı insan oluştur. Yani ister ana rahmindeki cenin olsun ister
hayattaki birisi, ister erkek ister kadın, ister deli, ister akıllı, insan
dediğimiz her varlık bu ehliyete sahiptir. Şu kadar var ki bu ehliyet herkeste
aynı değildir. Mesela ana karnındaki ceninin zimmeti zayıftır. Aleyhine olan
şeylerin vücubuna uygun değildir. Ama varis olmak, vasiyet, hibe gibi lehine
olan hakların sübutuna ehildir.
Eda ehliyeti: İnsanın,
kendisinden şer'an muteber olacak şekilde fiil meydana gelmesine salahiyetli
olmasıdır.[135] Yani kişinin söylediği
bir sözün veya yaptığı bir işin hakiki bir sonuç doğurmasıdır.
Eda ehliyetinin esası
akıldır. Yani insanın sahip olduğu - başka bir ifade ile bir fiili işlerken
sahip olduğu- akla göre; kamil ve nakıs kısımlarına ayrılır. Yani aklı
olmayanın eda ehliyeti yok, aklı eksik olanın eda ehliyeti noksan
(nâkısu'l-ehliye), aklı tam alanın da eda ehliyeti tam (kâmilü'l,ehliye) dir.
I- Temyiz çağına
gelmemiş olan çocuk ve deli adîmu'l-ehliye (eda ehliyetine sahip omayan)
dirler. Dolayısıyla bunların sözlerine itibar edilmez. Ancak mala yönelik bir
cinayetleri olursa tazmin ederler. Vergi ve nafakalar konusunda mükelleftirler.
II- Temyiz
çağına gelen çocuklar (mümeyyiz çocuklar) ve bunak (matuhlar noksan ehliyetli
(nakısu'l-ehliye)dirler. Mümeyyiz olmayan çocuk ve delinin yükümlü olduğu her
şeyle bunlar da yükümlüdürler. Ayrıca hibe kabulü, sadaka kabulü gibi sırf
menfaat olan şeyleri velilerinin izni olmadan, aliş-veriş gibi menfaatta da
zarara da ihtimali olan tasarrufları velilerinin izni ile yapabilirler. Hibe
etmek, tasaddukta bulunmak gibi mali açıdan sırf zarar olan tasarrufları ise
velilerinin izni bile olsa yapamazlar.
III- Akıl ve
baliğ olan insanın ehliyeti kâmildir. Yani leh ve aleyhine olan tüm
tasarrufları geçerlidir. Ancak insanın elinde olan ve olmayan bazı arızalar bu
ehliyeti ortadan- kaldırır ya da noksanîaştınr. Mesela delirme, bayılma,
uyuma, sefahat, cehalet bunlardandır.[136]
Ehliyet hakkındaki bu
kısa bilgiden sonra şimdi üzerinde durduğumuz babın konusu olan ehliyetin
arızalarından akıl hastalığı, çocukluk ve uyku hallerine geçebiliriz.
a) Delilik:
(Akıl Hastalığı, Cunun)
İyiyi kötüden, güzeli
çirkinden ayıramamak, bunların sonucunu idrâk edememek halidir.
Delinin iman ve
irtidadi anababasına tebaen muteberdir.
Delilik (cünun) iki
çeşittir:
1- Cünun-i
mutbık: Devamlı olan cünun (delilik): Bir akıl hastalığının mutbık sayılması
için hastalığın ömür boyu olması şart değildir.
Asgari müddeti
konusunda ulemadan farklı görüşler rivayet edilmiştir. Mecelle sarihi Ali
Haydar efendi yaptığı araştırma sonunda bu meselede Hanefi ulemasından dört
görüş tesbit ettiğini söyler. Bunlar:
a) Tam bir
sene
b) Tam bir
ay
c) Yarım
seneden fazla
d) Bir gün
ve gecenin yarıdan fazlası
Ali Haydar efendi;
Fetavay-ı Suğra'da bunlardan birincisine, Kadıhan da ise ikincisine müftebih
denildiğini kaydeder.
Sürekli olan cünun
(delilik) yukarıda belirttiğimiz gibi mallarla ilgili fiillerde müessir değildirler.
Yani sürekli olarak akıl hastalığına tutulmuş olan birisi (mecnun-u mutbık), bir adamın malını
telef ederse kendisine tazmin ettirilir, Kısası gerektiren bir suç işlerse
kısas uygulanmaz, ama mali tazminatla sorumlu tutulur. Alım satım, icare, hibe
etmek, hibe kabul etmek (vs) gibi sözlü tasarrufları geçersizdir. Bu tasarruf
ister sırf menfaat, ister sırf zarar, ister ikisine de ihtimali olan cinsten
olsun farket-mez. Çünkü deli ehliyetsizdir.
İbadetler konusunda da
cununu mutbik müessirdir. Yani ibadeti düşürür. Ancak ibadeti düşürmesi için
gerekli müddet ibadete göre farklıdır. Bu müddet namazlarda; İmam Azam ile İmam
Ebu Yusuf'a göre bir gece ve bir gündüzden birazcık fazladır. İmam Muhammed'e
göre ise altıncı namazın vaktinin girmesidir. Yani delilik hali bu kadar devam
ederse o müddet içerisindeki namazlar düşer. Bu müddet oruç hakkında bir ay, zekat
hakkında da bir yıldır.
2- Cünûn-i
gayr-i mutbik: Sürekli olmayan akıl hastalığıdır. Bu şekildeki bir hasta bazan
akıllı bazan delidir. Bazı alimler mecnunu gayrı mutbikı: Ayda en azından bir
defa rahatsizlaşan geri kalan kısımda normal olan akıl hastası, diye tarif
ederler.
Bu gruptaki bir
mecnunun delilik halindeki sözlü tasarrufları geçersiz, normal zamandaki
tasarrufları geçerlidir. Ancak vekâlette mecnunu mutbık ile gayri mutbik
arasında fark vardır.[137]
b) Çocukluk:
Baliğ olmayan çocuk iki devrede incelenir:
1- Sabıyy-i
gayr-i mümeyyiz: Mecelle'de şöyle tarif edilmektedir: "Bey' ve şırayı
fehmetmeyen yani milkiyeti, bey'ın salib ve şifanın calib olduğunu bilmeyen ve
onda beş aldanma gibi gabn-i fahiş olduğu zahir olan bir gabn-i, gabn-i
yesirden temyiz ve tefrik eylemeyen çocuk olup, bunları temyiz iden çocuğa,
sağıra mümeyyiz denilir."[138] Bu
tarifi şu şekilde sadeleştirebiliriz: "Sabıyyi gayri mümeyyiz:
Alış-verişi anlamayan, bir şeyi satmanın milkiyeti elden çıkarmak, satın
almanın da milk edinmek demek olduğunu bilmeyen ve yarı yarıya aldanmak gibi
aşırı aldanmayı daha az aldanmadan ayıramayan çocuktur. Bunları ayırabilen de
sabıyy-i mümeyyizdir."
Bazı alimler, yedi
yaşından küçük çocuklara sabıyy-ı gayri mümeyyiz yedi yaşından büyük olup da
buluğa ermemiş olanlara da sabıyy-i mümeyyiz demektedirler.[139]
Sabıyy-i gayr-i
mümeyyize ait hükümler, aynen akıl hastasına ait hükümlerdir. Hiçbir sözlü
tasarrufuna itibar edilmez. Yani mecmunun sorumlu tutulmadığı şeylerden
sabıyy-i gayri mümeyyiz de sorumlu tutulmaz. Sorumlu tutulduklarından o da
sorumlu olur.
2- Sabıyy-i
mümeyyiz: Sabıyy-ı gayri mümeyyizin özelliklerinin zıttı-na sahip olan (baliğ
olmamış) çocuktur. Bu durumdaki bir çocuk ehliyetten tamamen yoksun değildir.
Noksan ehliyetlidir. Tamamen menfaatına olan tasarrufları kayıtsız şartsız
geçerli, zararına olan tasarrufları mutlak geçersiz; iki yöne ihtimali olanları
da velilerinin olur vermesi halinde geçerlidir. İbadetlerle mükellef
değillerdir, kendilerine had ve kısas uygulanmaz. Verdikleri zararı tazmin ve
zekât gibi mali konularla mükelleftirler.
c) Uyku
hali: Uyku hali muamelâta ait tasarruflara manidir. İbadetleri düşürmez ancak
eda vaktini geciktirir. Yani uykudan dolayı namazını kılmayan kişi namaz
kılmamaktan dolayı sorumlu tutulmaz, ama uyanınca namazını kılar.
Uyurken verilen fîlî
zararlardan dolayı da bedeni ceza verilmez. Mali ceza verilir. Mesela birisi
uyurken yuvarlansa ve bir başkasının ölümüne sebep olsa kısas uygulanmaz ama
diyet verir. Haddi gerektiren bir suç işlerse had uygulanmaz.[140]
4404...
Atıyye el-Kurazı (r.a) şöyle demiştir: "Ben Benu Kureyza esirlerindendim.
Müslümanlar bakıyorlar, (eteğinde) kıl bitenleri Öldürüyorlar, bitmeyenleri
öldürmüyorlardı. Ben kıl bitmeyenlerdendim."[141]
4405... Ebu
Avane bu hadisi Abdülmelik b Umeyr'den rivayet etmiştir.Atıye el-Kurazi şöyle
dedi:
“Eteğimi açtılar, kıl
bitmemiş olduğunu görünce beni esir saydılar.”[142]
4406... İbn
Ömer Radıyallahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre;
O, Uhud savaşı gününde
on dört yaşında iken Rasulullah'a arzedildi. Rasulullah ona icazet (savaşa
katılmak için izin) vermedi. Hendek gününde onbeş yaşında iken arzedildi, izin
verdi.[143]
4407... Nafi
şöyle demiştir:
Bu hadisi Ömer b.
Abdi'l-Aziz'e haber verdim "Şüphesiz bu, küçükle büyük arasındaki
sınırdır" dedi.[144]
Bu babda iki hadis yer
almıştır, birisi Atıyye el-Kurazi'den, diğeri de İbn Ömer radıyallahü anhüma'dan
rivayet edilmiştir.
Bu hadislerin her
ikisinin zahiri de çocukluktan çıkıp gençlik dönemine girmenin 15 yaşında
olacağına delalet etmektedir. Ulemanın bu konudaki mütalaalarına geçmeden önce
Atıyye el-Kurazî'nin eteğinde kıl bitmediği için Ölümden kurtulup esir
edildiği hadiseyi kısaca anlatmak istiyoruz:
Rasulullah (s.a)
Medine'yi teşrif ettiği zaman Medine'de Evs ve Hazrec kabilelerinin yanısıra
Yahudi kabileler de vardı. Bu kabilelerden birisi de Benû Kureyza idi.
Rasulullah (s.a) bunlarla bir anlaşma yapmıştı. Anlaşma gereği taraflar
birbirlerine düşmanlık etmeyecekler ve Medine-ye yapılan hücumları birlikte
karşılayacaklardı.
Medine'deki yahudi
kabilelerden Benî Nadir ahidlerini bozdukları için daha önce Medine'den
çıkartılmıştı. Benû Kureyza kabilesi de Hendek savaşı esnasında ahdi bozdu.
Rasûlullah'a ihanet ederek müşrikler tarafına geçtiler. Bu hal, Medine
müslümanlanm büyük sıkıntıya soktu, korkulu anlar yaşamalarına sebep oldu.
Müslümanlara karşı
giriştikleri hücumlar sonuç vermeyen, aksine büyük zayiatlar veren Kureyş,
çıkan fırtına ile ordugahları darmadağın, hayvanları telef olunca geri
çekilerek Mekke'ye döndü. Bunun üzerine Rasû-lullah (s.a) ahdi bozup, vatana
ihanet eden Benu Kureyzalıları cezalandırmak istedi. Ashabını derhal Benu
Kureyza üzerine şevketti . Benu Ku-reyzalılar Hz. Peygamberden özür dileyip
sulh isteyecekleri yerde kalelerine sığınarak savaşı seçtiler. Bununla da
kalmayıp Rasûlullah hakkında yakışıksız şeyler söylediler. Müslümanlar
yahudilerin sığındıkları kaleyi kuşattılar. Kuşatma yirmi beş gün sürdü.
Nihayet muhasaradan bıkıp savaşa başladılar ve mağlup oldular. Onlar da Benu
Nadir kabilesi gibi Medine'den sürülmeye razı idiler. Fakat Rasûlullah bu
isteklerini kabul etmedi, haklarında hüküm vermesi için bir hakem seçmelerini
istedi. Onlar da müttefikleri olan Sa'd b. Muaz'ı hakem gösterdiler. Sa'd b.
Muaz haklarında şu kararı verdi: Yahudilerden savaşanlar öldürülecek, çocuklar
ve kadınlar esir edilecek, malları da ganimet sayılacaktır. Bu hüküm ilk bakışta
biraz ağır gibi görünmektedir.
Ama yahudiler hakkında
verilen bu hüküm kutsal kitapları olan Tevrat'taki hükme tamamen uygun
düşmektedir.
Tevrat'ta aynen şöyle
denilmektedir: "Savaş için bir şehre yaklaştığın saman onları sulha çağır.
Eğer kabul edip kapılarını açarlarsa içerdekile-in hepsi haraç verip hizmet
edeceklerdir. Sulha razı olmayıp savaşırlarsa ) zaman orayı muhasara edeceksin
ve Allah sana oranın fethini müyesser edince erkeklerin hepsini kılıçtan
geçireceksin. Kadınları çocukları hayranları ve şehirdeki bütün mallan
alacaksın..."[145]
Bu hüküm gereğince
Kureyzah erkeklerden dört yüz kişi öldürüldü. Jocuk mu yoksa genç mi olduğundan
şüphe edilenlerin eteklerine bakıl-ii. Kıllananlar savaşmış sayılarak
öldürüldü, kıllanmayanlar esir edildi. Birinci hadisin ravisi Atıyye el -Kurazi
(r.a)o zaman çocuk olduğu için öl-lürülmeyip esir olarak bırakıldı. Daha sonra
da müslüman oldu.
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi bu babın birinci hadisinin zahiri, çocukluk ile gençlik çağlan
arasındaki ayırımın etekte kıl bitmesi olduğuna, kincisi de on beş yaş olduğuna
delalet etmektedir.
Ahmed b. Hanbel, İmam
Malik ve îshak b. Raheveyh birinci hadisteki hükmü esas alarak etekte kıl
bitmesini buluğ çağının alameti kabul etmişlerdir. Ancak, Ahmed b. Hanbel on
beş yaşı, sesin kalınlaşmasını ve kızların aybaşı olmasını, erkek çocukların
ihtilam olmaya başlamasını da buluğa alamet saymıştır. İmam Malik ise yaşa
itibar etmemiş, ihtilam olma aybaşı olma gibi alametleri kabul etmiştir.
Şafii ve Hanefiler
etekte kıl bitmesine, buluğ alameti olarak itibar etmemişler, fizikî buluğ
(ihtilam, aybaşı) ya da yaşı esas almışlardır. Ancak itibar ettikleri yaşlar
farklıdır. Bu farklara geçmeden önce âlimlerin, bu babtaki Atıyye el-Kurazi
hadisine bakış açılarına bir göz atalım:
Bu hadise, gençlerin
öldürülüp çocukların bırakıldığı bir esnada vuku-bulmuştur. Dolayısıyla yaş ya
da buluğ sorulduğu takdirde, gayr-i müslimlerin doğru söyleyecekleri son derece
şüphelidir. Çünkü mesele Ölüm kalım meselesidir. Soruya muhatap olan şahıs
baliğ olmuş olsa da veya yaşı onbeşten yukarı da olsa, canını kurtarmak için
bunu gizleyecek, çocuk olduğunu iddia edecektir. Her ne kadar etekte kıl
bitmesi kesin olarak buluğ alameti değilse de bir ölçüdür. Onun için anılan
yahudilerin eteklerine bakılmıştır. Ama bu müslümanlarda buluğ alameti olamaz.
Bu konu ile ilgili
olarak Hattabi de şunları söylemektedir: "Kılın bitmesi, buluğ için bir
sınır sayılamaz. Ancak onunla ehl-i şirk hakkında hüküm verilir. Onların
savaşçıları öldürülür ve kıl bitmesine itibarla geri kalanları sağ
bırakılır."
Buluğa erme konusunda
Şafiilerin görüşü şudur: Erkek çocukları dokuz yaşını doldurduktan sonra
ihtilam olurlarsa baliğ, kız çocukları da yine dokuz yaşım.doldurduktan sonra aybaşı
olurlarsa balığa sayılırlar. Ama erkek çocukları ihtilam, kız çocukları da
aybaşı olmamışlarsa, onbeş yaşını doldurunca baliğ ve baliğa olmuş, yani
erginlik çağına girmiş sayılırlar. Emir ve yasaklarla mükellef olurlar, haddi
gerektiren bir suç işlerlerse kendilerine had uygulanır. Şafiilerin delili üzerinde durduğumuz
hadistir.
Hanefilere göre; Erkek
çocuğun baliğ olması; ihtilam olması, cinsel ilişkide bulunduğu zaman
kendisinden meni gelmesi veya kadını hamile bırakması iledir. Kız çocuklarının
buluğa ermesi de aybaşı olması veya hamile kalması iledir. Şayet bunlar
bulunmazsa yaşa itibar edilir. Ama yaş konusunda Hanefi ulemasının görüşleri
farklıdır.
İmam Azam'a göre bu
yaşın sınırı; erkeklerde on sekiz, kızlarda on yedidir. Yani erkekler onsekiz
yaşına geldikleri halde kendilerinden buluğ alameti görülmezse baliğ
sayılırlar. İmam Ebu yusuf ve Muhammed'in görüşleri diğer imamların görüşü
gibidir. Yani kendilerinde buluğ alameti görülmeyen erkek ve kız çocukları on
beş yaşını doldurunca baliğ ve balığa kabul edilirler.
Buluğ çağı kişinin
mükellef olma yani dininin emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmak zorunda
olduğu, aksi halde dünya ve ahiretteki cezalan hak ettiği çağdır. Dolayısıyla
kişinin buluğ çağını tesbit aynı zamanda haddi gerektiren bir suç işlediğinde
haddin uygulanabildiği çağı tesbit-tir. Yukarıya aktardığımız görüşlerle bu
konu açığa kavuşmuştur. Ancak Süfyan'dan nakledilen ilginç bir göıiiş var, onu
da vermek istiyoruz:
Süfyan diyor ki:
"İşittiğimize göre buluğun en aşağısı on dört yaş en yukarısı da on sekiz
yaştır. Mesele had olunca biz en yukarı olanı (onsekiz yaşı) alırız."[146]
4408...
Cünâde b. Ebi Ümeyye şöyle demiştir;
Büsr b. Ertat ile
birlikte denizde (deniz yolculuğunda) idik. Büsr'e Mısdar adında birisi
getirildi. Dişi bir deve çalmıştı. Büsr:
"Rasûlullah
(s.a)'ın "Yolculuk esnasında eller kesilmez" buyurduğunu işittim.
Eğer bunu duymasaydım elini keserdim" dedi.[147]
Tirmizi bu hadis için
"hasen garib" demiştir.
Metinde "dişi
deve" diye terceme ettiğimiz "buhtiyye" kelimesini Hora.san
devesi diye açıklayanlar da vardır.
Hadisin Tirmizi'deki
rivayeti, ""Savaş esnasında eller kesilmez" şeklindedir. Bu
ifade, bab ismine daha uygundur.
Tıbî, Ebû Davud'un
rivayetindeki "Sefer esnasında eller kesilmez" ; sözünü "gazve
esnasında eller kesilmez" şeklinde anlamak gerekir," I demiştir.
Azizi de Camiussağır
Şerhi'nde: "Seferde" kelimesinin "savaş şeferinde"
manasında olduğunu söyler.
Bu izahlardan sonra
Ebû Davûd'taki metnin konu başlığı iîe alakası daha iyi anlaşılmaktadır.
Tirmizî, rivayetinin
sonundaki ta'lîkda şöyle demektedir:
"İçlerinde
Evzai'nin de bulunduğu bazı alimler bu görüştedir. Bunlar kendisine had
uygulanan şahsın düşmana katılabileceği endişesiyle savaşta düşman karşısında
had uygulanmayacağını söylerler. Ama devlet başkanı düşman ülkesinden çıkıp
dar-ı İslama dönünce suçluya haddi uygular. Evzai böyle demiştir."
Hattabi'nin bu konu
ile ilgili sözleri de şöyledir:
"Şayet bu hadis
sabit ise, yolculuk esnasında hırsızlık yapandan haddin düştüğü
anlaşılmaktadır. Çünkü, orada devlet başkanı yoktur. Emîr veya ordu komutanı
vardır. Bazı fakihlere göre ordu komutanı dar-ı harpte hadleri ikame edemez.
Ama ordunun başında halife varsa veya emîr, Irak, Şam ve Mısır gibi geniş bir
memleketin emîri ise müstesna; o zaman askeri içerisinde hadleri uygular. Bu
Ebû Hanife'nin görüşüdür.
Evzâî, askerin
komutanı sınırdan dönünceye kadar hırsızın elini kesmez, dönünce keser
demiştir.
Fakihlerin çoğunluğu,
haddi uygulamak için dar-ı harple dar-ı İslam arasında fark görmezler. İster
dar-ı İslamda olsun ister dar-ı harpte ibadetler ve farzların vücublanna kail
oldukları gibi suç işleyenlere de hadlerin vücubuna kaildirler."
Hattabi bu sözleri ile
sanki hadisin sıhhatinden endişe ettiğini hissettiriyor. Münziri de Yahya b.
Main'in Busr b. Ertat'ı pek iyi anmadığım bunun ona göre Büsr'ün sahabi
olmadığına delalet ettiğini söyler.
Yine Münziri, bu zatın
sahabeliğinde ihtilaf edildiğini, Rasûlullah vefat ettiğinde iki yaşında
olduğunu, kendisinin meşhur haberleri bulunduğunu bildirmektedir.
Yukarıya aktardığımız
nakillerden anlıyoruz ki, içlerinde Evzai ve İmam Azam'ın da bulunduğu bazı
alimlere göre savaş esnasında ve dar-ı harpte had uygulanmaz. Azîzî'nin
dediğine göre uygulanmama konusunda hadler arasında fark yoktur. Yani bu hüküm
hırsızlık haddine has değildir. Zina haddi, kazf haddi gibi diğer hadler de
uygulanmaz. Ancak, Evzai'ye göre, dar-ı İslâm'a döndükten sonra had uygulanır.
Hanefi mezhebine göre dar-ı İslama döndükten sonra da had uygulanmaz.
Hidaye'de şöyle denilmektedir: "Bir kimse dar-ı harbte veya dar-ı bağyde
zina eder sonra dar-ı İslama gelirse had uygulanmaz. "Hidaye sahibi Hanefi
mezhebinin bu görüşüne Beyhaki'nin rivayet ettiği "Dar-ı harbte had uygulanmaz"
mealindeki hadisi gösterir. Ayrıca görüşün mantıki izahı da şudur: Hadde
güdülen gaye, insanları o suçu işlemekten sakındırmaktır. İslam Devlet Başkanı
'nin dar-ı harbte velayet yetkisi yoktur. Öyle olunca, orada had uygulamak
faydasız olmuştur. Dar-ı İslam'a geldikten sonra da uygulanamaz. Çünkü suç,
haddi gerektirir bir vasıfta işlenmemiştir, sonradan haddi gerektirir bir
şekle dönüşmez.[148]
Şayet halife ve büyük
şehrin emiri gibi haddi uygulama yetkisini haiz olan kişi ordunun başında
olursa, ordugahında haddi gerektiren bir suç işleyen kişiye haddi uygular.
İster dar-ı İslamda
ister dar-ı harbte olsun savaş esnasında da barış esnasında da had uygulanır,
diyen cumhurun delili Ubâde (r.a)'den rivayet edilen şu hadistir: "Allah
yolunda yakın ve uzak tüm insanlarla cihad ediniz. Kınayanın kınamasına
aldırmayın. Hazarda ve seferde Allah'ın hadlerini uygulayın."[149]
4409... Ebû
Zer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) bana: Ya Ebû Zer! dedi. Buyur Ya Rasûlullah, emret, dedim.
"İnsanlar
(topluca) ölüp evin -yani kabrin- bir köle fiatına olduğu zaman ne yaparsın
(halin ne olur)?" buyurdu.
Allah ve Rasulü bilir
- ya da Allah ve rasûlü (benim için) ne seçerse- dedim.[150]
"Sabra sarıl
-veya sabretmeye çalış-"[151]
buyurdu.
Ebu Davud der ki:
Hammad b. Süleyman : "Kefen soyucunun eli kesilir, çünkü o ölünün evine
girmiştir" dedi.[152]
Bu hadis Sünen-i Ebi
Davud'da 4261 numarada geçmişti. Hadisin izahı işaret edilen kısımda yapılmıştır.
Biz burada hadisin konu ile olan münasebetini ve ulemanın bu husustaki
görüşlerini eîe almak istiyoruz.
Hadisin konu ile
ilgisi, Ebu Davud'un talikan verdiği Hammad b, Ebi Süleyman'ın sözüdür. Yani
Rasûlullah (s.a) kabri ev olarak nitelemiştir. Ev hırz olduğuna ve evden
çalanın eli kesildiğine göre, kabirden kefen çalanın da elinin kesilmesi
gerekir. İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ah-med, İmam Ebu Yusuf, Ebu Sevr,
Hasenü'I-Basrî, Şa'bî, Nehaî, Katade, Hammad ve Ömer b. Abdi'1-Aziz bu
görüştedir. Bu görüş, ashabtan İbn Mes'ud ve Âişe (radıyallahü anhuma)'dan da
rivayet edilmiştir.
İmam Azam Ebu Hanife,
İmam Muhammed, Süfyan-ı Sevrî, Evzâî ve Zührî'ye göre kefen çalanın eli
kesilmez. Bu görüş de ashabtan İbn Ab-bas'tan da rivayet edilmiştir.
Aliyyü'1-Kari, bu
hadiste kabre ev denmesinin, kabrin hırz sayılmasını gerektirmeyeceğini, çünkü
her evden çalmanın el kesmeyi gerektirmeyeceğini söyler. Nitekim kapalı bir
kapısı veya bekçisi bulunmayan bir evden hırsızlık yapanın eli kesilmez. Ancak,
herşeyin hırzı, örfün hırz saydığı şeye göredir, denilirse o zaman, kabir hırz
sayılabilir.
Merginani'nin beyanına
göre, kefen soyucunun eli kesilir diyenler, kabri hırz saymalarının yanı sıra,
Beyhaki'nin rivayet ettiği "kim kefen çalarsa elini keseriz"
mealindeki hadistir. Kefen soyanın eli kesilmez diyenler de İbn Ebi Şeybe'nin
rivayet ettiği "Muhtefi'nin eli kesilmez" mealindeki hadistir.[153]
Medileniler muhtefi diye kefen soyucuya derlermiş. Ayrıca el kesilmez
diyenler; kefenin mülk olmadığını, el kesmek için, çalınan malın tam bir mülk
olması gerektiğini de söylerler.[154]
4410...
Cabir b. Abdullah (r.a) şöyle dedi: Rasûhıllah (s.a)'e bir hırsız getirildi.
Efendimiz:
"Onu öldürün"
buyurdu. Sahabîler:
Ya Rasulullah, o
sadece hırsızlık yaptı, dediler. Rasulullah:
"Onun (elini)
kesiniz" buyurdu ve kesildi.
Sonra adam ikinci kez
getirildi, Rasulullah (s.a) yine:
"Onu
öldürünüz" buyurdu.
Oradakiler:
Ya Rasulullah o sadece
hırsızlık yaptı, dediler. Bunun üzerine efendimiz:
"Onu (n ayağını)
kesiniz" buyurdu ve kesildi. Sonra üçüncü defa getirildi, Rasulullah (s.a)
yine: "- Onu öldürünüz" buyurdu. Sahabeler; "Ya Rasulullah, o
sadece çaldı," dediler. Bu sefer efendimiz yine;
"Onu (n sol
elini) kesiniz" buyurdu.
Aynı adam dördüncü kez
getirildi, Rasulullah (s.a);
"Onu
öldürünüz" buyurdu.
Sahabîler:
Ya Rasulullah o sadece
çaldı, dediler Rasulullah (s.a)
"Onu (n sol
ayağını) kesiniz," buyurdu.
Adam beşinci kez
getirildi bu sefer de Rasulullah (s.a)
Onu öldürünüz, buyurdu
Cabir der ki:
Biz adamı götürdük ve
öldürdük, sonra sürüyüp bir kuyuya attık ve üzerine taş attık.[155]
Hadisi şerif metni;
Rasulullah (s.a)'ın kendisine defalarca getirilen hırsız için dört kez, Önce:
"Onu öldürünüz" buyurduğu, sahabelerin kendisine "Ya Rasulullah
o sadece hırsızlık yaptı" demeleri üzerine de: "Onu kesiniz"
buyurduğu şeklindedir. Ancak biz terceme ederken. Darekutnî'nin Ebu
Hureyre'den rivayet ettiği hadisi göz önüne alarak; "elini ayağını, sol
elini, sol ayağını" şeklinde takdirlerde bulunduk. Şüphesiz Rasûlullah'ın
"Onu kesiniz" buyururken maksadı, adamın kesilmesi değil,
organlarının kesilmesidir. Hadisin delaleti ile o organlar da, tercemede
parantez içerisinde takdir ettiğimiz şekildedir.
Yukarıda işaret
ettiğimiz; Darekutnî'nin hadisi şu şekildedir:
Rasulullah (s.a)
hırsız hakkında:
"Eğer çalarsa
elini kesiniz, sonra yine çalarsa ayağını kesiniz, sonra çalarsa elini
kesiniz, sonra yine çalarsa ayağını kesiniz." buyurdu.
Nesâî, bu hadisin
mtinker olduğunu, raviler arasında bulunan Mus'ab. b. Sabit'in hadiste kuvvetli
birisi olmadığını söyler.
İbn Kayyım'in
Zadü'l-Meâd'daki ifadesine göre bazı alimler de hadisi hasen kabul etmişler ve
hadisteki hükmün sadece o şahsa has olduğunu söylemişlerdir. Üçüncü bir grup
alime göre ise hadis sahihtir ve birisi beşinci kez hırsızlık yaparsa
öldürülür. Bu üçüncü görüş Malikilerden Ebu'l-Mus'ab'ın görüşüdür.
Ulemanın büyük
çoğunluğuna göre - bazı alimler bunu icma olarak ifade etmektedirler. Hırsızlıktan
dolayı Ölüm cezası yoktur. Gerçi müctehid-ler, hırsızlık fiilini 3,4, kez
tekrarlayan kişiye verilecek ceza konusunda farklı görüştedirler ama hiç birisi
beşinci kezde Öldürüleceğini söylememişlerdir. Oysa bu hadisin zahiri beşinci
kez hırsızlık yapanın öldürülmesi gereğine delâlet etmektedir.
Alimler bu hadisi
nasıl anlamışlar da, zahirde muhalif görünen bir görüşe sahip olmuşlardır ve
görüşlerinde neye dayanmışladır. Şimdi kısaca bu konuya göz atalım:
Ulema bu hadisteki
hükmü değerlendirirken şu görüşleri öne sürmüşlerdir:
1- Hırsızlık
yapan şahsın irtidat etmiş olup, Peygamber (s.a)'in buna vakıf olmuş olması
muhtemeldir. Adamın öldürüldükten sonra, sürünerek bir kuyuya atılması ve
üzerinin taşlarla örtülmesi bunu te'yid etmektedir. Çünkü müslüman birisi büyük
günah işlemiş de olsa cezası verilir ve öldüğünde cenazesi kılınır. Özellikle,
kendisine had uygulanıp da temizlendikten sonra namazı kılınır.
2- Bu
hadis-i şerif, bir müslümanın kanının ancak üç şeyden dolayı helâl olduğunu bildiren
hadisle neshedilmiştir. (Hadis no: 4352, 4353)
Ancak bu iddia pek
uygun görülmemektedir. Çünkü neshin sübutu için hadislerin vürud tarihlerinin
bilinmesi gerekir. Oysa bu hadislerden birisinin ötekinden sonra varid
olduğuna dair bir bilgi mevcut değildir.
3- Suç
işleyen kişi yeryüzünde fesad çıkaranlardan sayılırsa bazı fakihlere göre had
olarak değil de tâzir olarak öldürülebilir. Devlet başkanı maslahatın
gerektirdiğine göre kişiye hadden daha fazla da ceza verebilir. Hatta gerekirse
öldürülebilir. İşte hadisin zahiri bu görüş çerçevesinde değerlendirilebilir.
Hattabi'bu görüşün
Malik b. Enes'e nisbet edildiğini söyler ve rasulullah'ın hırsız daha ilk
getirildiğinde, önce öldürülmesini emretmesinin bu görüşün haklı yanını
güçlendirdiğine işaret eder.
4-
Rasûlullah (s.a) vahiyle adamın ilerde yapacaklarına muttali olmuş ve onun için
öldürülmesini emretmiştir. Bu hüküm sadece bu şahsa aittir.
5- Adam
fesadı meşhur biridir. Onun hırsızlığı tekrarlaması herkesçe malumdu. Bu huyuna
son vermesi mümkün görülmez. Onun için öldürülmüştür.
6- Bu hadis
münkerdir, istidlale elverişli değildir.
Bu görüşler içerisinde
en uygunu kanaatimizce birinci maddedekidir.
İbn Kayyım, hırsızın
öldürülmeyeceğine dair icma olduğu iddiasının yerinde olmadığını, çünkü Abdullah
b. Ömer'in: Bana dördüncü kez hırsızlık yapanı getirin, onu öldürmem
gerekir" dediğini ve bunun seleften bazılarının mezhebi olduğunu söyler.
Yine İbnü'l-Kayyim,
nesh iddiasını reddederek, nasih olduğu söylenen hadisin ânım, bu hadisin ise
hâs olduğunu ifade eder. İbn Kayyım'ın bildirdiğine göre bu hadisteki
"öldürün" emri kesinlik ifadesi için değil, maslahatın gerektirdiği
bir tazir cezasıdır. Nitekim bir yerde içki içenler çoğalır, hadlerden ibret
alıp içkiyi terketmek mümkün olmaz ve imam gerekli görürse içki içeni
öldürebilir. Bu yüzden Hz. Ömer içki içeni bir seferinde hapsedip, bir
seferinde saçını tıraş edip seksen sopa vururdu. Halbuki Rasûlullah (s.a) ve
Hz. Ebu Bekir içki içene kırk sopa vururlardı.
İbn Kayyım'ın bu
sözleri gözardı edilecek cinsten değildir.
Birden fazla hırsızlık
yapana verilecek ceza konusundaki görüşler:
1- Dört
mezhep imamları birinci defa hırsızlık yapanın sağ elinin ikinci kez hırsızlık
yapanın sol ayağının kesileceğinde müttefiktirler. Ancak daha fazla hırsızlık
yapana verilecek cezada ihtilâf halindedirler.
2- Şafii ve
Malikilere göre, üçüncü hırsızlıkta sol eli, dördüncü hırsızlıkta da sağ ayağı
kesilir. Beşinci kez çalarsa hapsedilir ve tazir edilir. İshak b. Râhûye ve
Katade de aynı görüştedirler. Delilleri Darakutnî'nin Ebû Hurey-re (r.a)'den
rivayet ettikleri şu hadistir: "Rasûlullah (s.a) hırsız hakkında şöyle
buyurdu: "Eğer hırsızlık yaparsa elini kesin, sonra çalarsa ayağını kesin,
sonra yine çalarsa elini, sonra yine çalarsa ayağını kesiniz." Önce sağ
elinin kesileceği "hırsızlık yapan erkeğin ve hırsızlık yapan kadının
ellerini kesiniz" mealindeki ayetin İbn Mes'ud'un kıraatında "Sağ ellerini
kesiniz" şeklinde okunması delildir. Çünkü bu, haber-i meşhur hükmündedir.
3- Ahmed b.
Hanbel, Şa'bi, Nehai, Hammad b. Ebi Süleyman ve Evzaî'ye göre birinci çalışında
sağ eli, ikinci çalışında da sol eli kesilir. Üçüncü kez çaldığında artık el ve
ayak kesme yoktur, hapsedilir.
4-
Hanefilere göre de üçüncü kez çalanın bir tarafı kesilmez. Ancak çaldığı
ödettirilir. Tevbe edinceye kadar hapselir ve ta'zir edilir.
Üçüncü ve daha sonraki
hırsızlıktan dolayı el ve ayak kesilmeyeceğini söyleyenlerin delilleri şudur:
Beyhakî'nin Hz. Ali
(r.a)'den rivayet ettiği bir habere göre; Hz. Ali'den, sağ eli ve sol ayağı
kesikken hırsızlık eden birisinin sol elini.kes-mesi istenildiğinde: "Onu
da kesersem bu adam ne ile taharetlenir, ne ile yer?" demiştir. Ayağını
kesmesi istenildiğinde de: "Ayağını nasıl keserim? O zaman neyin üzerinde
yürür? Ben Allah'tan utanırım" demiş ve onu dövmüş müebbeden hapse
atmıştır.
Görüldüğü gibi bu
görüşün delili sahabe tatbikatı ve maslahattır.[156]
4411...
Abdurrahman b. Muhayrîz şöyle demiştir:
Fadale b. Ubeyd'e
hırsızın elini boynuna asmanın sünnetten mi olduğunu sorduk; "Rasûlulîah
(s.a)'a bir hırsız getirildi, eli kesildi, sonra Rasulullah'ın emri ile kesik
eli boynuna asıldı." dedi.[157]
Tirmizi bu hadis
hakkında "Hasen garibtir. Onu, Ömer b. Ali'nin Haccac b. Ertat'den yaptığı
rivayetinden başka bilmiyoruz" demiştir.
Nesai'de : Haccac b.
Ertat'in zayıf olup hadis ile ihticac edilemeyeceğini söylemektedir.
Bu haber - sahih ise-
hırsızın eli kesildikten sonra kesilen elini boynuna asmanın meşruiyetine
delâlet etmektedir. Maksat hem hırsız, hem de görenler için ibrete vesile
olmasıdır. Şevkanî, Neyiu'I-Evtar'da bu haberin kesik eli hırsızın boynuna
asmanın meşruiyyetine delil olduğuna işaretten sonra şöyle demektedir:
"Çünkü bu, suçu önlemede fevkalade önemlidir. Zira hırsız boynuna asılı
olan kesik eline bakar ve buna sebep olan fiili ve o fiilin verdiği zararı
hatırlar. Aynı şekilde onu o vaziyette görenler içinde, alçak vesveselerini
kesecek bir caydırıcılık işi görür. Bey-hakî'nin rivayetine göre, Hz. Ali bir
hırsızın elini kesmiş, halk ona, eli boynuna asılı bir halde
rastlamıştır."
Hanefi alimlerinden
İbnü'I-Humam da Şerhu Fethi'l-Kadir adındaki, eserinde bu görüşün İmam Şafii ve
Ahmed'den nakledildiğini ama, bu hareketin Rasulullah'ın tatbikatında Sürekli
olmadığını, dolayısıyla sünnet olmayacağını söyler. İbnu'l-Humam'in ifadesine
göre hırsızın elini kestikten sonra boynuna asıp teşhir etmek, siyasi bir
olaydır. Devlet yetkilisi isterse yapar isterse yapmaz.[158]
4412... Ebû Hureyre
(r.a)'den rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Köle hırsızlık yaparsa, bir neş (yirmi dirhem) karşılığında bile olsa
sat."[160]
Hadis, hırsızlık eden
kölenin çok ucuz bir fiyata da Qısa satıi!p eiden çıkarılmasını önermektedir.
Çünkü bu onun yeni sahibi yanında ıslahı nefs etmesine sebep olabilir. Ancak
satış esnasında kölenin bu aybı gizlenmemen', müşteriye söylenilmelidir. Aksi
halde müşteri ileride bu durumu öğrenirse köleyi önceki sahibine ayıp
muhayyerliği ile geri verme hakkına sahiptir.[161]
Zina eden erkek ve
kadına, muhsan olup olmamalarına göre recm ve celd cezalan verilir. Bu cezalar
zinanın haddidir. Bunlarla ilgili malumat hadislerin izahı sadedinde
verilecektir.[162]
4413... İbn
Abbas radiyallanü anhüma; demiştir ki:
Allah (C.C):
"Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahit
getirin, şahitlik ederlerse ölünceye veya Allah onlar için bir yol açıncaya
kadar evlerde tutunuz."[163]
ayetinde kadından sonra erkeği zikretti, sonra ikisini birleştirip
"İçinizden zina eden iki kişiye eziyet edin. Eğer tevbe edip düzelirlerse
onları bırakın."[164] buyurdu.
Allah (c.c) bu ayeti
de, Celd ayeti ile neshedip şöyle buyurdu: "Zina eden kadın ve zina eden
erkekten her birine yüz değnek vurunuz."[165]
4414...
Mücahid demiştir ki; "(Ayetteki) yol, haddir."
Süfyan da şöyle dedi:
" O ikisine eziyet edin" sözünden maksat; bekarlar, "Evlerde
tutun" sözündeki maksat da dul kadındır."[166]
Mücahid ve Süfyan'dan
nakledilen tefsirler, yukandaki ayet-i kerimelerdeki bazı tabirlerin izahıdır.
Onun için bu haberi İbn Abbas haberinin hemen peşine koyduk.
Bab başlığı olan recm,
ve haberdeki ayet-i kerimenin ifade ettiği celd ile ilgili açıklamaları bundan sonraki
hadislerin izahına bırakarak, İbn Abbas radıyallahü anhümanın sözleri ile
ilgili olarak birkaç kelime söylememiz gerekmektedir.
İbn Abbas, Cenab-ı
Allah'ın Önce zina eden kadını, peşinden de zina eden erkeği zikrettiğini,
sonra da ikisini bir arada andığını söylemiştir. Oysa ilk ayette (Nisa, 15)
zina eden kadınlar anılmış ama erkeklerden hiç söz edilmemiştir. Bezlü'l-Mechûd
müellifi, üstad Muhammed Yahya'dan naklen erkeği zımmen, zikrettiğini sonra da
sarahaten erkeği ve kadını birlikte andığını söylemektedir.
Nisa suresinin on
altıncı ayetindeki "Zina eden iki kişi"den murad, ulemanın cumhuruna
göre kadın ve erkektir. Sadece Mücahid ve Ebu Müslim Isfahani bu ayetin livata
ile ilgili olup "iki kişi"den maksadın iki erkek olduğunu söylemişlerdir.
Ulemanın bu ayetlerin
ışığmdaki beyanlarına göre, İslam'ın ilk günlerinde zinanın cezası kadınlar
için vefat edinceye veya Allah onlar için bir yol açmcaya kadar evlerde hapis,
erkekler için de hakimin uygun göreceği bir ceza idi. Daha sonra bu hükümler neshedildi
ve bekârlar için Nur suresinin ikinci âyetinde belirtildiği üzere (yüz sopa
vurmak), evlenmiş olan muhsanlar içinde (metni mensuh, hükmü baki olduğu
söylenen) recm âyeti ve Rasûlullah'ın fiiili tatbikatı gereğince recm
(taşlayarak ödürme) cezalan konuldu. Zaten üzerinde durduğumuz İbn Abbas haberinde
de Celdle ilgili ayetin, daha Önceki hükmü ifade eden hapsle ilgili ayeti
neshettiği belirtilmektedir.
Kimi alimler de
sonraki ayetin (Nur: 2) Önceki ayetleri (Nisa: 15,16) neshetmeyip, izah
ettiğini Allah'ın çıkaracağı yolun beyanı olduğunu söylerler.
Az önce de işaret
ettiğimiz gibi, zina cezası olan recm ve celd konusunda önümüzdeki iki hadisin
sonunda geniş bilgi verilecektir.[167]
4415...
Ubade b. es-Samit (r.a)'den, demiştir ki; Rasûlullah (s,a); "Benden
öğrenin, benden öğrenin, şüphesiz Allah (c.c) o kadınlar hakkında bir yol açtı.
Evlenmiş olan evlenmiş olanla (zina ederse onlara) yüz sopa ve taşlarla recm
(cezası vardır); bekar bekarla zina ederse yüz sopa ve bir sene sürgün"
buyurdu.[168]
4416... Bakıyye
ve Muhammed b. Sabbah b. Süfyân, Hüseyin'den, O Mansur'dan, Mansûr'da Hasen'den
önceki hadisi, Yahya'nın isnâd ve manâsıyla rivayet edip; "Yüz sopa ve
recm" dediler.[169]
Bu hadisi şeriflerde,
Rasûlullah (s.a) yukarıdaki hadisin içindeki âyette "yoP'un, seyyid
(muhsan) hakkında yüz sopa ve recm, muhsan olmayanlar hakkında da yüz sopa ve
bir yıl sürgün olduğunu beyan buyurmuştur. Yani artık zina eden muh-san'a
verilecek ceza recm ve bazılarına göre buna ilâveten yüz sopa, bekârlara
verilecek ceza da yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Ancak, alimler arasında,
muhsan'a, recme ilâveten sopa vurulması ve bekârlar için sürgün konularında
ihtilaf vardır. Bu ihtilafları yeri gelince göreceğiz.
Önce Zina suçunun
isbatı, celd, recm ve bunların uygulanışları hakkında bilgi vermek istiyoruz.[170]
Zina suçu ya dört
erkek şaidin şahitliği, yada zina eden erkek veya kadının ayn ayrı meclislerde
dört kez zina ettiklerini ikrar etmeleri ile sabit olur. Zinanın şahitle isbâtı
Kur'an-ı Kerimle (Nisa: 15); ikrarla isbâtı da sünnetle (4419 numaralı hadis ve
benzerleri) sabittir. Bâzı alimlere göre, bekâr ya da dul bir kadının hâmile
oluşu da Zina suçunun sübutu ve had-din uygulanması için delil sayılır. Ama
Cumhura göre delil değildir. Bu konuya da 4418 numaralı hadisi izah ederken
temas edeceğiz. İkrar konusu da ileride daha genişçe ele alınacaktır.
Zinadan dolayı haddin
uygulanması için şahitlik ve ikrarda dikkat edilmesi gereken bazı hususlar
vardır. Bu hususların mutlaka göz önünde tutulması gerekir. Şöyle ki: Hakim
şahitlere, zinanın mâhiyetini, keyfiyetini, yerini, zamanını, zina edilen
kadının kim olduğunu ve erkekle kadının zina hallerini, sürme kabındaki mil
yada kınındaki kılıç gibi görüp görmediklerini sorar. Onların âdil olup omadıklarını
tesbit eder. Ondan sonra hadde hükmeder. Bir yabancı kadınla bir erkeğin yalnız
başlarına bir odada kalmaları, hatta aynı yatakta yatmaları ile had
uygulanmaz. Şahitlerin onları üst üste ve âletlerini sürme kabındaki mil gibi
görmeleri gerekir,
Aynca şahitlerin
dörtten az olmayıp hepsinin erkek olması, âdil olmaları, hür ve gözlerinin
görür olması, hepsinin bir arada şahitlikte bulunmaları şarttır.
Zinanın ikrarla sübûtu
için de; ikrarın hâkim huzurunda ve dört ayrı mecliste olması, gerekir. İkrar
esnasında hâkim, mukırra: (ikrarda bulunana) zinanın ne demek olduğunu, nerede
ve nasıl olduğunu sorar. Çeşitli suretlerle ikrarından dönmesi için telkinde
bulunur. 4428 numarada gelecek olan hadis hâkimin mukırra soracağı sorulan
tayin eden bir nasstır. Zinadan dolayı had uygulanabilmesi için, zina eden
şahıslarla ilgili bir takım şartlar vardır, Bunlar:
1- Zina
edenler; akıl, baliğ olmalıdırlar.
2- Zinanın
zorlama neticesinde değil, rızâ ile olması gerekir. Kadının zorlanması
konusunda ihtilaf olmamakla birlikte, erkeğin zorlanması halinde haddin
uygulanıp uygulanmayacağı konusunda ihtilaf vardır.
3- Cinsi
temasta kadının, erkeğin, mülkü olabileceği şüphesi olan yerlerde olmaması
gerekir.
4- Cinsi
temasta bulunulan kadirim, erkeğin hanımı olabileceği şüphesinden uzak
olmalıdır.
5- Cinsi
temas, kiralama ile ilişkili olmamalıdır. Buna göre; birisi, bir kadına ücret
vererek zina etse had uygulanmaz. Ama yapılan iş zinadır, haramdır. Âhirette
cezası verilir.
6- Zina eden
kişi dilsiz olmamalıdır.
7- Zinanın
dar-ı adide (İslâm ülkesinde) olması gerekir.
8- Zinanın,
cinsel organ yoluyla yapılmış olması icab eder. Buna göre eş cinsellerin
yaptıkları, son derece çirkin bir melanet ve çok büyük bir günah ise de,
faillerine zina haddi uygulanmaz.
Zina haddinin
uygulanabilmesi için, zinada bulunması gereken şartları ve zina suçunun isbâtı
konusundaki kısa bilgiden sonra zina haddinin çeşitleri olan, celd ve recm'e
geçmek istiyoruz.[171]
Celd sözlükte,
"deri üzerine vurmak" demektir. Her bir vuruşa da "celde"
denilir. Fıkıh ıstılahında ise celde: Muhsan olmayan mükellef zina eden erkeğin
ve zina eden kadının vücudunun muayyen bölgelerine özel olarak sopa veya kamçı
vurmaktır."
Bu ceza, suçlunun
derisi (cildi) üzerine uygulandığı için, "celde" denilmiştir.
Bu tariften anlıyoruz
ki, celd yani sopa vurmak cezası zina edenlerden, muhsan olmayanlara hastır.
Muhsan: Âkil, baliğ,
hür, müslüman ve iffetli olan erkektir. Bu özellikleri taşıyan kadın da
"muhsana" dır. Muhsan bir erkek, muhsana bir kadınla sahih bir
nikahla evlenir ve cinsi ilişki kurarlarsa, bu çift recm bakımından da ihsana
haiz olmuş olurlar. Muhsan sıfatını haiz olduktan sonra, zina edildiği zaman,
evli veya bekâr (dul) olmanın farkı yoktur. Bekâr bile olsa, muhsanhği devam
etmektedir. Yani, bu durumda olan bir erkek veya kadın zina ederse kendisine
recm cezası verilir. Aksi halde, yani yukarıda sayılan özelliklen taşımıyorsa
muhsan değildir ve zina etmesi halinde recm değil, celd uygulanır.
Muhsan olmayan
birisinin, zina etmesi durumunda, gerekli şartlar gerçekleşince, celd (sopa
vurma) cezasının uygulanacağında ulemâ müttefiktir. Ancak, buna ilâveten
sürgün cezasının da verilip verilmeyeceği ihtilaflıdır. Önce Celd, konusunu
inceleyip, sonra sürgün konusundaki ihtilafları ele alalım.
Zina edip de sopa
vurulmayı hak eden, muhsan olmayan kişiye sopa vurulurken bir takım esasların
göz önünde bulundurulması gerekir. Bunların başlıca şunlardır:
1- Sopa iri
olmayacak, parmak kalınlığında ve düz, budaksız olacaktır. Çöp gibi basit
şeylerle de olmaz.
2- Sopayı
vuran kişi, sopayı omuzuna kadar kaldıracak daha arkaya aş ırm ayacaktır.
3- Çıplak
bedene vurulmayacak, bedende gömlek gibi bir elbise bulunacaktır. Ama kürk ve
palto gibi kalın bir giysi de olmalayacaktır.
4- Sopa;
karın, yüz ve ut yeri gibi nazik ve tehlikeli yerlere vurulmayacaktır.
5- Hepsi bir
yere vurulmayacak, vücudun çeşitli yerlerine dağıtılacaktır.
Kendisine celd
uygulanacak zinakâr, erkekse ayak üstü durdurulur, kadınsa oturtulur.
Sopa vurulurken ne şiddetli
davranılıp ölüme veya yaralamaya sebep )lmalı, ne de hafif geçirilmelidir. Orta
bir yol izlenmelidir. Celd cezasının hikmeti konusunda bilgi almak isteyenler,
Elmalılı Tefsirine bakabilirler. (Cild: 5 sh. 3470 ve dev.) Celd uygulanırken
buna bir grubun şahit )lması gerekir. Topluluğun, en az üç kişi, dörtten kırka
kadar, iki kişi, on :işi olması tarzında görüşler vardır.[172]
Ulemânın cumhuruna
göre, muhsan olmayanlar zina ederlerse, celdin 'anı sıra sürgüne de
gönderilirler. Delilleri, üzerinde durduğumuz hadissrdir. Çünkü bu hadislerde,
Rasûlullah (s.a) bekâr birisinin zina etmesi alinde, yüz sopa ve sürgün cezası
verileceğini beyan buyurmuştur.
Sürgün cezasının
varlığını kabul edenler, bu cezanın tüm zina eden bekârlara mı yoksa belirli
kesimlerin bu hükümden müstesna mı olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir: İmam
Şafii, Sevrî, Dâvud, ez-Zâhiri ve Ta-beri hükmün zina eden herkese şâmil
olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiiden bir görüşe göre köleler sürgün edilmez.
Evzaî ve İmâm Mâlike göre, sürgün, zina eden erkeklere hastır, Ahmed
b.Hanbel'den iki görüş de nakledilmiştir.
Yine bu görüş
sahipleri, suçlunun sürgün edileceği mesafe ya da yer konusunda da ihtilâf
halindedirler. Bir kısımlarına göre bu, hakimin takdirindedir, kimine göre
ise, belirli bir mesafe şarttır. Bu mesafenin de üç günlük yol, iki günlük yol,
bir mil, sürgün denilebilecek bir uzaklık olduğu konusunda görüşler vardır.
Mâlikiler, sürgüne gittiği yerde hapsedilmesini de şart koşarlar.
Sürgün müddeti bir
yıldır.Hanefilere göre sürgün cezası yoktur. Sadece sopa vurma cezası
uygulanır.
Delilleri,
Bedâiu's-Sanâî' adındaki fıkıh kitabında şöyle ortaya konul-muştur.Özeti:
"Bizim delilimiz;
"Zina eden kadın ve zina eden erkekden her birine yüz sopa vurunuz,"
ayetidir. Bu ayetten istidlalimiz iki cihettendir;
a- Ayeti
kerimede celd anılmış ama sürgün yer almamıştır. Sürgünü gerekli görenler,
Kur'andaki hükme bir ilâvede bulunmuşlardır. Kur'ana ilâve, nesli demektir.Bir
ayetin, haber-i vâhidle neshedilmesi ise caiz değildir.
b- Cenâb-ı
Allah, çeldi "ceza" diye isimlendirmiştir. Ceza da kâfi miktarda
olan bir şeyin adıdır. Şayet biz celde bir de sürgünü ilâve edersek, ceza kafi
gelmemiş olur ki bu, nassın hilâfınadır.
Ayrıca zinâkân sürgün
etmek onu iyice zinaya arzetmektir. Çünkü zi-nâkâr memleketinde kaldığı
müddetçe, eşten, dosttan, akrabadan utanır, çekinir ve zinaya yaklaşamaz.
Tanımadığı bir yere sürgüne gönderildiğinde ise, bu endişe söz konusu olmaz.
Nitekim, Hz. Ömer'in sürgün ettiği birisi, Rumlara iltihak edince, Hz. Ömer
sürgün ettiğine pişman olmuş ve bir daha kimseyi sürgün etmemiştir.[173]
Recm sözlükte;
öldürmek, sövmek, kovmak, terketmek, bühtan, lanet etmek ve atılan taş
manalarınadır.
Istılahta da; Muhsan
olan zinakâr erkekle, muhsan olan zinakâr kadını usûlüne göre taşlayarak
öldürmektir.
Daha önce
belirttiğimiz gibi ve tariften de anlaşılacağı üzere, muhsan sıfatını taşıyan
erkek veya kadına zina etmeleri halinde recm uygulanır. Recmin delili, metni
mensûh ve hükmü baki olduğu kabul edilen: " eş-şeyhu ve'şeyhatu izâ zeneyâ
fe'rcumûhumâ: Muhsan bir erkek ve muhsan bir kadın zina ederlerse, onları
recmediniz" ayeti ile, Rasulüllah'in kavlî ve fiilî sünnetidir. 4417
numarada gelecek olan hadiste görüleceği üzere, Hz. Ömer ( r.a.) kendilerinin Rasûlüllah
(s.a.)'den recm ayetini okuyup ezberlediklerini, hem Rasûlüllah'ın, hem de onun
vefa-atından sonra recme uyguladıklarını söylemiştir. Üzerinde durduğumuz
hadislerin yanı sıra, 4419 numarada gelecek olan Mâiz hadisi ve
(4435,4440,4445) numaralardaki hadisler Rasûlüllah'ın recm ettiğine delâlet
etmektedirler. Hemen hemen tüm hadis kitaplarında yer alan bu hadisler de
recmin meşruiyetinin başka delilidir.[174]
Recmedilecek kişi
erkekse ayakta tutulur, kadınsa göğsüne kadar bir çukura sokulur ve ölünceye
kadar ufak taşlarla taşlanır.
Zina suçu şahitlerin
şehâdeti ile sabit olmuşsa taşlamaya önce şahitler başlar. Zâninin kendi ikrarı
ile sabit olmuşsa önce hakim başlar sonra da halk taşlamaya başlarlar.
Zina eden çiftten
birisi muhsan olur, öteki muhsan olmazsa, muhsan olan recmedilir, muhsan
olmayana ise yüz sopa vurulur.
Recm edilerek
öldürülen müslümanın cenaze namazı kılınır, müslümanların kabristanına
defnedilir.[175]
Üzerinde durduğumuz
hadiste, Rasûllüllah (s.a.) muhsanm cezasını beyân ederken, "yüz sopa ve
recm" buyurmuştur. Bu, muhsan olan zinâ-kâra önce celd sonra recm
cezalarının tatbikinin gereğine delâlet eder. Hz. Ali r.a'de böyle yapmış ve
"Allanın kitabı ile celd ettim (dövdüm),Rasû-lullah (s.a)'in sünneti ile
de recmettim" demiştir. Hasenül-Basri, Dâvûd, ez-Zâhiri ve tabileri, İshak
b. Râhûye de bu görüştedirler.
Ulemânın cumhuruna
göre, muhsan olan zinâkâra verilecek ceza sadece recm'idir, ayrıca bir de
celde gerek yoktur. Bu görüş sahipleri, üzerinde durduğumuz hadisin mensuh
olduğu görüşündedirler. Rasûlüllah (s.a) Mâizi, Ğâmıdiyye'yi, Cüheniyye'yi ve
iki tane Yahûdiyi recm ettirmiş ama bunlara celd uygulatmamıştır. Şayet celd
olsa idi, efendimiz onu terketmezdi. Ayrıca İmâm Şâfiînin istidlal ettiği 4445
numarada gelecek olan hadiste efendimiz, muhsan olmayan erkeğe yüz celde ve bir
yıl sürgün muhsan olan zinâkâr kadına da sadece recm cezası vermiş, ayrıca
celdden hiç bahsetmemiştir.
Zina haddi konusunda
bu kadar malumatı, burada yeterli görüyoruz. Önümüzde gelecek olan hadisleri
terceme ederken, ihtiyaç duyulan izahlara da yer verilecektir. Bu konularda
daha geniş bilgi almak isteyenler, fıkıh kitaplarının ilgili bölümüne müracaat
etmelidirler.[176]
4417...
Seleme b. el-Muhabbak'tan; Ubâde b. Sâmit (r.a.), Rasûlullah sallallahü aleyhi
vesellemden, bu hadisi rivayet etti. Bunun üzerine insanlar Sa'd b. Ubâde
(r.a.)'a;
"Ey Ebâ Sabit !
Şüphesiz hadler indi. Şayet sen, karınla birlikte bir adam bulsan ne
yapardın?" dediler,
Said (r.a.);
"Onlar susuncaya (ölünceye) kadar, kılıçla vururdum. ( O durumda) gidip de
dört tane şahit mi toplayayım?! O zamana kadar zaten iş biter" dedi.
(Oradakiler) gidip, Rasûlullah (s.a)'in yanında toplandılar ve ;
" Ya Rasûlullah !
Ebû Sâbit'e baksana ! Şöyle şöyle dedi" dediler. Rasûlullah (s.a):
"Şahit olarak
kılınç yeter" buyurdu, sonradan da; "Hayır hayır ben o konuda
kindarların ve kıskançların aceleyle kötülük yapmalarından korkarım"
dedi.[177]
Ebû Davud der ki: Baş
tarafını, Vekî, Fazî b. Delhem'den, O haseriden, Hasen, Kabisa b. Hureys'ten, O
da Seleme b. Muhabbık vasıtasıyla Rasûlullah (s.af den rivayet etmiştir. Bu,
İbnul-Muhabhık' in isnadı (onda) "Bir adam, karısının cariyesi ile temasta
bulundu" şeklindedir.
Ebû Davud: "Fail
b. Delhem "Hafız" değildir. Vâsıf da[178]
kasaptı" dedi.[179]
Rivayetin baş tarafı,
bundan önce geçen hadistir. Zâten o kısım burada yer almamıştır. O bölümle ilgili
olarak burada söylenecek bir şey yoktur. Ancak son bölümle ilgili açıklamada
bulunmamız gerekir.
Rasûlullah (s.a) önce,
Sa'd b. Ubâde'nin, karısını bir yabancı ile yatarken görmesi halinde onları
öldüreceği tarzındaki sözlerini benimsemiş ve: "şahit olarak kılınç
yeter" buyurmuştur.
Ama peşinden bunun bir
takım sûi istimallere sebep olacağını söyleyerek men etmiştir. Rasûlullah
(s.a) bunun bazı haksız öldürmelere sebep olacağına işaretle; "kindarın ve
kıskancın acele ile bir kötülük işlemelerinden korkarım" buyurmuştur.
Yâni olur ki, birisine kızan birisi evine girdiğinde o adamı evinde görür ve
karısına kötülük ettiği zahabına kapılarak aceleyle öldürür. Ya da aşırı
derecede kıskanç birisi, evinde gördüğü bir adamı zina etmese bile öldürmeye
kalkar. İşte böyle kötü bir sonucun ortaya çıkmaması için bir yabancı bulan
kişiye ne onu ne de* karısını öldürme yetkisi verilmez. 4532 ve 4533
numaralarda gelecek olan hadisler de açıkça buna delâlet etmektedirler.
Fakat, karısını
birisiyle zina ederken yakalar ve o vaziyette öldürürse durum ne olur?
İbn Kudâme bu konu ile
ilgili olarak şöyle demektedir: "Bir adam birisini karısı ile zina
halinde bulur ve onu öldürürse kendisine kısas da, diyet te gerekmez. Çünkü
rivayet edildi ki; Hz. Ömer (r.a) bir gün öğle yemeği yerken, elinde kınından
çıkmış, kana bulanmış bir kılıçla koşarak bir adam geldi.
Ömer'in yanına oturup,
yemeye başladı. Bir grup da peşinden gelip; "Yâ emirel-mu'minin! şüphesiz
bu adam karısı ile birlikte arkadaşımızı öldürdü, dediler. Hz. Ömer:
Bunlar ne diyorlar?
Adam:
Birisi karısının
bacaklarına kılınçla vurdu. Onların arasında birisi vardı, onu öldürdü, dedi.
Hz. Ömer, gelenlere:
Bu adam ne diyor?
dedi. Adamlar:
Kılınanı vurdu ve
karısının bacaklarını, kesti. Kılınç adamın ortasına değdi ve ikiye böldü,
dediler.
Hz. Ömer, adama:
Eğer tekrar yaparlarsa
sen de tekrarla, dedi"[180]
İbn Kudame devamla,
kadının, zinayı kendi rızasıyla yapması halinde tazminat gerekmediğini, ama
zorlanarak ikrahla teslim alınmışsa öldürene kısas uygulanacağını söyler.
Birisi, bir adamı
öldürse ve onun karısı ile birlikte bulduğunu iddia etse, maktulün velisi de
zina iddiasını reddetse, velinin sözü kabul edilir. Katilden beyyine istenir.
Beyyinenin iki şahit mi yoksa dört şahit mi olduğu konusunda iki görüş vardır.
Bu ihtilâfa sebep, öldürenin, zinanın sübutunu mu yoksa öldürme sebebinin zina
oluşunu isbat mı olduğu konusundaki farklı görüşlerdir.
Burada bir de şu soru
hatıra gelebilir:
Birisi zina etse ve
zina suçu dört erkeğin şehâdeti ile hakim huzurunda sabit olsa ve zinakârı
birisi öldürse katile ne icâbeder?
İbn Kudâme, bu soruya
da; "Muhsan olan zinakârı öldürene kısas, kef-fâret ve diyet gerekmez. Bu,
Şafii mezhebinin zahiri görüşüdür. Alimler, zinâkarı Öldürmenin devlet
başkanının hakkı olduğunu söyleyerek, katile diyet gerektiğini
söylemişlerdir"[181]
Ebû Davud, hadisin
sonunda, Kabîsa'nın Seleme b. Muhabbık'tan bir
rivayetine işaret
etmiş ve bu rivayetin isnâdındaki Fadl b. Delhem'in zaafına dikkat çekmiştir.
Ayrıca Musannif, bu rivayette Fadl b. Delhem'in, yanlışlık yaptığını bir metnin
senedini, başka bir metne kattığını söylemiştir. Çünkü üzerinde durduğumuz
hadis ve konu ile, bu adamın cariyesi ile temas kurduğunu bildiren hadis
arasında hiçbir ilgi yoktur.[182]
4418...
Abdullah b. Abbas radıyallahü anhuma şöyle demiştir: Ömer (b. el-Hattâb) (r.a)
halka hitâb edip şöyle dedi: "Şüphesiz Allah (c.c) Muhammed (s.a)'i hak
ile gönderdi, ona Kitabı indirdi. Recm âyeti ona indirilenler içindedir. Biz
onu, okuduk ve ezberledik. Rasûlullah (s.a) recmetti, ondan sonra biz de
recmettik. İnsanlar üzerinden uzun zaman geçerse, birisinin; biz Allah'ın
Kitabında recm âyetini bulamıyoruz, demesinden ve Allah'ın indirdiği bir farzı
terketmek suretiyle sapıtmalarından korkarım. Muhsan olduğu ve beyyine ya da hamilelik
ve itiraf bulunduğu zaman erkeklerden ve kadınlardan zina edene recm haktır
(sabittir). Allah'a yemin ederim ki eğer insanlar, Ömer Allah'ın kitabına
ilâvede bulundu, demeyecek olsalardı, recm âyetini yazardım."[183]
Allah (c.c)'ün, Hz.
Muhammed (s.a)'e gönderdiği âyetlerin bir kısmı neshedilmişdir. Neshedilen
âyetler de üç kısımdır.
a- Hem lâfz,
hem de hükmü neshedilenler,
b- Hükmü
neshedilip, lâfzı kalanlar,
c- Lâfzı
neshedilip, hükmü kalanlar.
İşte recm ayeti, bu
üçüncü kısımdandır. Yâni lâfzı neshedilip, hükmü baki olan ayetlerdendir. İbn
Mâce'nin rivayetine göre Hz. Ömer hutbe esnasında, lafzı mensuh olan recm
ayetini de okumuştur. Metnini daha önce de verdiğimiz bu ayet şöyledir:
"eş-şeyhu ve'şeyhatu izâ zeneyâ fe'rcum-ûhumâ: Yaşlı (muhsan) erkek ve
kadın zina ettiklerinde, onları recmediniz."
Lâfzı neshedilip de
hükmü kalan bu tür ayetler, Kur'ândan sayılmazlar. Dolayısıyla namazda
okunamazlar, abdestsiz olarak dokunulmalarında sakınca yoktur. Ashabı kiramın,
bu ayeti bilmelerine rağmen Kur'ân-da yer almaması, lâfzı mehsûh olan ayetlerin
Kur'âna yazılmayacağına delildir. Hz. Ömer'in, recmi uyguladıklarını bir sahabe
topluluğu huzurunda haber verdiği halde, itirazla karşılaşmaması, recmin
sübutunda icmâ kabul edilmiştir.
Zâten, Hâriciler ve
bazı Mütezilîler dışında tüm müslümanlar recm hükmünün varlığını ve
devamlılığını kabul etmektedirler
Hz. Ömer (r.a): Muhsan
olan bir erkek veya kadın zina ederse ve zina, beyyine (dört erkek şahidin
şehâdeti), zina edenin itirafı yâni ikrarı, yada kocası veya efendisi olmayan
kadının hamileliği ile sabit olursa recmedileceğini söylemiştir.
Alimler, beyyine ve
ikrarla recmin, sabit olacağı konusunda Hem fikir oldukları halde, hamileliğin
delil sayılıp sayılmayacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. İmâm Mâlik ve
ashabı, Hz. Ömer'in görüşüne tâbi olmuşlar ve: "Bir kadının kocası
olmadığı halde hamile olur ve kendisine zorla tecâvüz edildiğini iddia
etmezse, hamilelik zina için delil sayılır ve kadın (muhsansa) recmedilir. Ama
kadın yabancı olup çocuğunun kocasından ve ya efendisinden olduğunu iddia
ederse recmedilmez" demişlerdir.
Hanefi ve Şâfiilerin
de içlerinde olduğu cumhuru ulemâya göre, hamilelik zina suçunun sübutu için
delil değildir. Dolayısıyla kocası olmasa bile, başka bir yolla sabit
olmadıkça, bir kadın hamilelikten dolayı recme-dilemez. Çünkü hadler şüphelerle
düşer.
Şevkânî, hamileliğin
zina suçunun sübutu için delil sayılıp sayılmayacağı konusundaki görüşleri
naklettikten sonra şöyle demektedir:
"Hasılı bu Ömer
(r.a)'in görüşüdür. Bu gibi bir şeyle, canların helakini gerektiren şeyler
sabit olmaz. Hz. Ömer'in bunu bir sahabe toplumunun karşısında söyleyip de,
onların inkâr etmemesi, bu hükümde icmâ olduğunu gerektirmez. Çünkü içtihadı
konularda, muhalifin itiraz etmesi şart degıldır. Özellikle bunu söyleyen,
sahabe içerisinde mehabet timsali Ömer olursa...."
Hanefi ulemâsından
Tahâvî de şöyle demektedir:
"Maksat;
hamileliğin zinadan dolayı olduğu sabit olursa recinin vâcib oluşunu
bildirmekdir." Yâni hamileliğin zinadan dolayı olduğu beyyine ya da
ikrarla sabit olursa recm uygulanır.
Şahitler ve ikrarla
zinanın sübûtu için gerekli şartlan 4416 ve 4417. hadislerin izahını yaparken
vermiştik. Tekrara gerek duymuyoruz.[184]
4419...
Nuaym b. Hezzâl, babasını (Hezzâl)'ın, şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Mâ'iz b. Mâlik babamın
yanında kalan bir yetimdi. Mahalleden bir Cariyeyle cinsî ilişki kurdu. Babam
kendisine:
"Rasûlullah
(s.a)'e git, yaptığını haber ver. Belki senin için (Allah'tan) bağış
diler" dedi. Bunu, Mâiz için bir çıkış yolu bulunur umuduyla istemişti.
Mâiz, Râsûlullah'a
gelip:
"Yâ Rasûlullah!
ben zina ettim. Bana Allah'ın Kitabını (n hükmünü) uygula" dedi.
Rasûlullah ondan yüz
çevirdi. Mâiz dönüp tekrar;
" Yâ Rasûlullah!
Ben zina ettim. Bana Allah'ın kitabım (n hükmünü) uygula" dedi.
Rasûlullah yine ondan
yüz çevirdi. Ama Mâiz tekrar dönüp: "Yâ Rasûlullah ! Ben zina ettim. Bana
Allah'ın Kitabını uygula dedi." Nihayet bunu dört kez söyleyince,
Rasûlullah (s.a):
"Sen bunu dört
kez söyledin. Kiminle zina ettin?" dedi. Mâiz:
" Falan kadınla"
Onunla birlikte yattın
mı? -Evet
Derin onun derisine
değdi mi? -Evet
Onunla cinsel ilişkide
bulundun mu? -Evet
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a) recmedilmesini emretti. Mâiz, Harre'ye götürüldü. Recmedilip
de (recmedilmeye başlanıp da) taşın acısını hissedince sabredemedi,
(recmedildiği yerden) çıkıp kaçtı. Arkadaşları yetişemediği halde Abdulah b.
Üneys yetişip, bir deve inciği[186]
aldı ona atıp Öldürdü. Sonra Rasûlullah (s.a)'e geldi ve bunu kendisine haber
verdi.
Rasûlullah (s.a):
"Keşke
bıraksaydınız. Belki tevbe ederdi de, Allah tevbesini kabul ederdi"
buyurdu.[187]
4420...
Muhammed b. İshak şöyle demiştir:
Asım b. Umer b.
Katâde'ye Mâiz b. Mâlik kıssasını haber verdim. O da bana şöyle dedi:
Bana Hasen b. Muhammed
b. Ali b. Ebû Talib (r.a.) şöyle haber verdi: Rasûlullah'ın ; "Keşke onu
bıraksaydınız" sözünü bana Eşlem kabilesinden, hiç itham edemeyeceğim,
istediğin (kadar) kişi haber verdi. Ben bu hadisi (sözü veya hadisin tümünü)
bilmiyordum.
Cabir b. Abdullah'a
gidip:
"Şüphesiz, Eşlem
kabilesinden bazı adamlar, Rasûlullah'a, Mâız'm taşlar değmeye başlayınca
sabredemediğini söyleyince efendimizin, kendilerine; "Onu bıraksaydınız
ya!" dediğini söylüyorlar.Oysa ben bunu bilmiyorum" dedim. Câbir
şöyle dedi:,
Ey kardeşimin oğlu!
Ben bu hadisi insanların en iyi bileniyim. Ben, o zatı recmedenler
arasındaydım. Biz onu (Mâizı) çıkarıp da recm etmeye başlayınca taşın acısını
duydu ve bize: "Ey kavmim! beni Rasûlullah'a geri götüranüz, şüphesiz
kavmim beni öldürdü ve beni aldattı. Bana Rasûlullah'ın , beni öldürmeyeceğini
haber vermişlerdi" diye feryâd etti.
Ama biz onu olduğu
yerden çıkarmadık ve onu öldürdük.Rasûlullah (s.a)'e dönüp de, olayı haber
verdiğimizde: "Onu serbest bırakıp da bana getirseydiniz ya !"
buyurdu. Rasûlullah bunu, durumu iyice anlamak (tevbe ettirmek)[188]
için söyledi. Haddi terketmek için hiç değil. Hasen der ki: (İşte o zaman)
Hadisin vechini anladım.[189]
4421... İbn
Abbas radıyallâhü anhumâ; şöyle demiştir: Mâız b. Mâlik, Rasûlullah (s.a)'e
gelip, zina ettiğini söyledi. Rasûlullah (s.a) ondan yüz çevirdi. Mâız
defalarca tekrarladı, Rasûlullah da (her seferinde) yüz çevirdi. Nihayet,
Mâız'm kavmine
O akıl hastası mı?
diye sordu. -Hayır o normal, dediler.
Bu sefer de Mâız'a:
Onu yaptın mı ? dedi.,
Mâız :
"Evet" dedi.
Bunun üzerine, onun recmedilmesini
emretti. Mâız götürüldü ve recmedildi. Rasûlullah onun namazını kılmadı.[190]
4422...
Câbir b. Semure (r.a.) şöyle dedi:
Mâız b.
Mâlik'i,Rasûlullah (s.a)'e getirildiği zaman gördüm. Kısa boylu, dolgun (iri kaslı)
bir adamdı. Üzerinde gömleği yoktu.Zinâ ettiğine dair kendi aleyhine dört kez
şahitlik etti. Rasûlullah (s.a)' kendisine :
"Herhalde sen onu
öptün" dedi.
Mâız ;
“Hayır, Vallahi O
alçak zina etti " dedi.Bunun üzerine Rasûlullah onu recmedip (recmettirip)
halka hitaben şöyle dedi:
"Dikkat edin !..
Biz Allah azze ve celle yolunda her savaşa gidişimizde, teke melemesi gibi
meleyen birisi arkada kalır. Kadınlardan birisine az bir süt verir (ve O
kadınla zina eder). Dikkat edin, Eğer[191] Allah
onlardan birisini elime düşürürse onu mutlak cezalandırırım."[192]
4423...
Simâk şöyle demiştir:
Bu hadisi, Câbir b.
Semure'den işittim. Önceki daha mükemmeldir. Câbir;
"Rasûlullah
(s.a)' Mâız'ı iki kerre geri çevirdi" dedi. Simak dedi ki:
Bunu Said b. Cübeyr'e
haber verdim, "Rasûlullah onu dört kerre geri çevirdi" dedi.[193]
4424... Şû'be
şöyle demiştir;Simafce; "Küsbe" nin[194] ne
olduğunu sordum. "Az süt" dedi.[195]
4425... İbn
Abbas (r.anhumâ): şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a), Mâız
b. Malik'e:
"Senden bana
gelen haber gerçek mî?" diye sordu.
Mâiz:
"Benden sana ne
ulaştı?"
“Bana, senin filân
oğullarının cariyesi ile cinsi temasta bulunduğun haberi geldi."
Mâiz:
"Evet " dedi
ve dört kez şahitlik etti. Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a) emretti ve Mâız
recmedildi.[196]
4426... îbn.
Abbas (r.anhumâ) şöyle dedi:
Mâiz b. Mâlik,
Rasûlullah (s.a)'e gelip zina ettiğini iki kez itiraf etti. Rasûlullah (s.a)
onu kovdu. Sonra tekrar gelip iki kez daha itiraf etti. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a);
"Dört defa
aleyhine şahitlik ettin, Onu götürün ve recmedin" buyurdu.[197]
4427... İbn.
Abbas (r.anhumâ) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a), Mâız
b. Mâlik'e:
"Herhalde sen onu
öptün veya dokundun ya da baktın" dedi. Mâız
"Hayır"
dedi.
Rasûlullah:
"Onunla birleştin
mi?"
"Mâız:"
"Evet" dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a) Mâız'ın recmedilmesini emretti.
(Ravi) Musa; "İbn
Abbas'tan" demedi. Bu, Vehb'in (rivayet ettiği) lâfızdır.[198]
4428... Ebû
Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
el-Eslemî (Mâiz b.
Mâlik) Rasûlullah (s.a)'e gelip, bir kadınla haram ilişkide bulunduğuna dört
kez şehadette bulundu. Her seferinde Rasûlullah ondan yüz çeviriyordu. Beşinci
seferde ona döndü ve:
"Onunla birleştin
mi?" dedi. Mâız:
Evet Rasûlullah (s.a);
Sendeki şu (âlet)
ondakinde kayboluncaya kadar mı?
Evet
Mil, sürme kabında ve
kova ipi kuyuda kaybolduğu gibi mi?
Evet
Zinanın ne olduğunu
biliyor musun?
Evet, insanın hanımı
ile helâl olarak yaptığını ben onunla haram olarak yaptım.
Bu sözle ne demek
istiyorsun?
Beni temizlemeni
istiyorum.
Bunun üzerine
Rasûlullah emretti ve (Mâiz) recmedildi.
Rasûlullah (s.a),
ashabından iki kişiden birisinin öbürüne; "şu adama bak! Allah onu
gizlemişken nefsi onu bırakmadı da köpek taşlanır gibi taşlandı
(recmedildi)" dediğini duydu. Hiç ses çıkarmadı, sonra bir müddet yürüdü
ve ayağını dikmiş bir eşek leşine rastladı.
"Falan ve falan
neredeler?" dedi.
Onlar Biziz Yâ
Rasûlullah! dediler
" İniniz ve şu
eşeğin leşinden yeyiniz" buyurdu.
Adamlar:
"Ey Allahirî
nebisi! Bundan kim yiyebilir ki?" dediler. Rasûlullah:
"Sizin az önce kardeşinizin
ırzına sataşmanız, bunu yemekten daha şiddetlidir. Bana sahip olan (Allah')a
yemin ederim ki o şimdi Cennet nehirlerine dalmaktadır" buyurdu.[199]
4429... Bize
Ebû Âsim haber verdi, bize İbn Cüreyc haber verdi, bize Ebû'z-Zübeyr haber
verdi. O, Ebû Hureyre'den bu (hadisin) benzerini rivayet etti ve şunu ilâve
etti: Bana farklı şeyler söylediler; Bazıları; "Mâ-ız ağaca
bağlandı", bazıları da; "ayakta durduruldu" dediler.[200]
4430...
Câbir b. Abdullah (r.a)'den rivayet edildi ki:
Eşlem kabilesinden bir
adam (Mâız b. Malik) Rasûlullah (s.a)'e gelip zina ettiğini itiraf etti.
Rasûlullah (s.a) ondan yüz çevirdi. Adam sonra tekrar itiraf etti, Rasûlullah
(s.a) yine yüz çevirdi. Bu hal, kendisi aleyhine dört defa şahitlik edinceye
kadar (sürdü)
Nihayet Rasûlullah
(s.a) ona;
" Sen de bir akıl
rahatsızlığı var mı?" dedi. Adam:
"Hayır",
Rasûlullah (s.a):
" Muhsan
mısın?" Adam:
"Evet" dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a) emretti ve o zat, musallada recmedildi. Taşlar kendisini
acıtınca kaçtı. Ama yakalandı ve ölünceye kadar recmedildi. Rasûlullah (s.a)
onun hakkında hayırla konuştu, cenaze namazını kılmadı.[201]
4431... Ebû
Saîd (r.a) şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a) Mâız
b. Mâlik'in recmedilmesini emredince, onu Bakî'a çıkardık, Vallahi onu
bağlamadık. O ayakta durdu.
Ebû Kâmil'in
rivayetine göre Ravî devamla şöyle dedi:[202] Biz
ona kemik, toprak tezeği ve tuğla parçaları attık. Bunun üzerine Mâız kaçtı,
biz de peşinden koştuk. Harra'nın yanına varınca karşımızda durdu. Biz de ona,
ölünceye kadar Harra'nın kayalarını attık. Rasûlullah (s.a) Onun için
istiğfarda bulunmadı, hakkında kötü konuşmadı.[203]
4432... Ebû
Nadra şöyle demiştir:Rasûlullah (s.a)'e bir adam geldi.
Râvi Önceki hadis'in
benzerini rivayet etti, ama tamamını değiI.(Sonra) ravi şöyle dedi; Sahabeler
onun hakkında kötü konuşmaya başladılar, Rasûlullah (s.a) onları nehyetti.Onun
için bağış dilemeye başladılar, onu da nehyetti, ve: " O günah işleyen bir
adamdır. Ona Allah kâfidir" buyurdu.[204]
4433... İbn
Büreyde, babasından şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a)'Mâiz'm ağzını
kokladı.[205]
4434...
Abdullah b. Büreyde, babasından şöyle dediğini rivayet etti:
Biz, Rasûlullah'ın
sahabeleri, aramızda; "Ğamidli kadın[206] ve
Mâız eğer itiraflarından sonra dönselerdi- veya itiraflarından sonra Rasûlullah'ın
yanına dönmeselerdi- Rasûlullah (s.a) onları istemezdi."diye
konu-şurduk.Onları ancak dördüncü itirafta recmetti.[207]
4419 numaradan
itibaren buraya kadarki hadisler, Maiz Mâlik adındaki sahabenin recmi ile
ilgilidir. Hepsi, aynı hadiseyi konu edindiği için, açıklamayı hadislerin
bitimine bıraktık.Şimdi işaret ettiğimiz bütün bu rivayetleri göz önüne
alarak, gerekli izahatı vermeye çalışalım. Hadislerin ihtiva ettiği ahkâma
geçmeden önce, Mâız'in recmedildiği yer konusuna değinmek istiyoruz. Çünkü bir
rivayette onun Harra'da başka bir rivayette Musalla'da bir başka rivayette de
Baki'da recmedildiği bildirilmektedir. Harra: Medine'de siyah taşları olan bir
yerdir. Musalla, Bakî'dadır. Dolayısıyla Bakî'da recmedüdiğini bildiren haberle,
Musalla'da recmedüdiğini bildiren haber arasında bir tezat yoktur. Mâız'ın
Musalla'da recmedilmeye başlanıp, kaçtıktan sonra Harra'da yakalanmış olduğunu
söylemek mümkündür.[208]
Şimdi de Hadislerden
elde edebileceğimiz hükümleri maddeler halinde ele alalım:
1-
Rasûlullah (s.a)' zina itirafında bulunan Mâız'a ilk seferlerinde yüz vermemiş,
ancak dördüncü ikrarından sonra recmedilmesini emir buyurmuştur. Bu hâl
ulemânın tedkik konusu olmuştur. Acaba İkrarın tekrarlanması şart mıdır? Yoksa
Rasûlullah (s.a) konunun daha çok açığa çıkması için mi ilk seferlerde recme
hükmetmemiştir? Konu ihtilaflıdır. 4516... no'lu hadiste de kısaca temas edilen
mes'elenin tafsilatı şöyledir:
a- Zina
suçunun sûbûtu ikrarla oluyorsa, ikrarın dört defa tekrarlanması şarttır.
Hanefi imamları ile, İbn Ebi Leylâ, Ahmed b. Hanbel ve îshak b. Râhûye bu
görüştedirler.
Bu gruptaki alimler,
ikrarın ayrı ayrı meclislerde olmasının şart olup olmayışında da ihtilâf
etmişlerdir.
Hanefilere göre ikrar
dört ayrı mecliste olmalıdır. Tek meclisteki müteaddid ikrarlar tek ikrar
sayılır.
İbn Ebi Leylâ ve Ahmed
b. Hanbel'e göre ise, zina suçunun isbâtı için, dört ikrarın tek mecliste
olması yeterlidir.
b- Zina
suçunun isbâtı için tek ikrar yeterlidir. İmam Mâlik, İmâm Şafiî, Ebû Sevr,
Hasenü'l-Basrî ve Hammad b. Ebu Süleyman da bu görüştedirler. Katillik ve
hırsızlığın sübutu için bir ikrarın yeterli olduğu gibi, zinanın isbâtı için de
bir kez yapılan ikrarın kâfi olduğunu söylerler.
Bu görüşte olanlar,
Rasûlullah'ın dört kez ikrarı tekrarlatmasını, fiilen sübutu konusundaki
şüphesini def etmeye hamlederler. Rasûlullah'ın, Mâız'ın akli dengesinin
yerinde olup olmadığını, muhsan olup olmadığını sormasını, sarhoş olup
olmadığını anlamak için ağzını koklamasını delil sayarlar.
Ancak, Rasûlullah'ın
ikrarı tekrarlatması sadece Mâız'a has olmamış, Cüheyniye'ye de
tekrarlatmıştır. Ayrıca, Mâız için recmi emretmeden önce; "Sen onu dört
kez söyledin" buyurmuştur. Bunlar, birinci görüşü te'yid eden delillerdir.
2- Bir adam zina
ikrarında bulunduktan sonra, ikrarından rücû ederse had uygulanmaz. Mâız'ın
recmden kaçtığı ve sonra yakalanıp recmedildi-ği haber verilince, Rasûlullah
(s.a)'in "Onu bıraksaydınız ya" buyurması buna delildir.
Hanefi imamlarının
yanı sıra, İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Atâ b. İbi Rebah,
Zührî ve Hammad b. Ebî Süleyman bu görüştedirler.
İmâm Mâlik, İbn Ebi
Leylâ ve Ebû Sevr'e göre ise mukırrın ikrardan rücü'u kabul edilmez. Bu görüş,
Hasenü'l - Basri, Said b. Cübeyr ve Câ-bir b. Abdullah'tan da rivayet
edilmiştir. 4420 numaralı rivayet bu görüşe delildir.
3- Bir haddi
uygulamadan önce, maznunun aklî dengesinin yerinde olup olmadığının kontrol
edilmesi gerekir. Rasûlullah'ın hem Mâız'a, hem de kavmine sorması buna
delildir.
4- Zina haddini
düşürmek için, ikrarda bulunan şahsa, belki yanılmış olacağını, öpmenin,
kucaklamanın zina sayılmayacağını, zinanın fiilen cinsî temas olduğunu
hatırlatmak gerekir.
5- Zina
ettiğini ikrar eden ve bu yüzden fecmedilen kişinin cenaze namazı kılınır. Hz.
Peygamber (s.a)'den Mâız'ın cenazesini kılıp kılmadığı konusundaki rivayetler
farklıdır. Ebû Davud'un 4430 numaradaki hadisi, efendimizin Mâız'ın namazım
kılmadığını beyân etmektedir. Buhârî'nin rivayetinde ise, kıldığı
bildirilmektedir.
Abdürrezzak'm Ebû
Ümâme b. Sehl b. Hanif ten rivayet ettiği bir habere göre; Efendimize, Marz'ın
namazını kılıp kılmayacağı sorulmuş, o da "hayır" demiştir. Ama
ertesi günü, ashabına "Arkadaşınızın namazını kılınız" buyurmuş ve
kendisi de kılmıştır.
Bu rivayet, konu üzerindeki
farklı rivayetleri güzel bir şekilde cem etmekte ve tezâtı izâle etmektedir.
Devlet Başkanının,
böyle birisinin cenazesini kılıp kılamıyacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Askalanî'nin belirttiğine göre İmam Mâlik, kılamıyacağını çünkü bunun bir bakıma
suça teşvik sayılabileceğini söyler.
Cumhûr'a göre ise
devlet başkanı recmedilen bir suçlunun cenazesini
kılabilir.
6-
Recmedilecek kişi için ister erkek olsun ister kadın, bir çukur kazılması şart
değildir. îmam-ı Azam, Ebu Hanife ve İmam Mâlik bu görüştedir. Ancak, Hanefi
mezhebindeki müftabih görüşe göre kadın için çukur
kazılması caizdir.
Nevevî'nin
bildirdiğine göre ; Ebû Yûsuf, Katâde ve Ebû Hanife'den bir rivayet, hem erkeğe
hem de kadına çukur kazılmasının gerekliliği istikametindedir.
Bazı Mâlikiler de;
şahitlerle sabit olan zina suçunda çukur kazılacağı-nı, ikrarla sabit olanda
ise kazılmayacağım söylerler.
Şâfiilere göre;
erkekler için çukur kazılmaz. Kadınlar için kazılıp ka-zılmayacağı konusunda da
üç vecih vardır, Bunlar:
a- Kadının
göğsü hizasına kadar çukur kazılması müstehaptır.
b- Yetkili
merci muhayyerdir. Dilerse kazar, dilerse kazmaz. Kazmak müstehap da değildir,
mekruh da değildir.
c- Zinası,
beyyine ile sabit olmuşsa kazmak müstehaptır. İkrarla sabit
olmuşsa değildir.
Nevevi, bu son görüşün
daha uygun olduğunu söylemektedir.
7- Recm
ederken mutlaka taş atmak şart değildir. Sert toprak, tuğla parçası v.s gibi
maddeler de atılabilir.
8-
Recmedilen birisi hakkında çirkin sözler söylenmez. İstiğfar da edilmez.[209]
4435...
Hâlid b. Leclâc, babası Leclâc'ın[210]
şöyle haber verdiğini rivayet etmiştir:
O (Leclâc) çarşıda
kendi kendine oturduğu yerde çalışıyordu. Kucağında bir çocuk taşıyan bir
kadın geçti. (Leclâc der ki): İnsanlar onunla birlikte koşuştular, ben de
yürüdüm. Rasûlullah (s.a)'ın yanına vardım. Rasûlullah (s.a):
"Bunun babası
kim?" buyurdu. Kadın sustu (karşılık vermedi). Kadının hizasında duran
bir genç; "Onun babası benim, Yâ Rasûlullah!" dedi.
Rasûlullah, kadına
dönüp; "Yanındaki bu çocuğun babası kim?"buyurdu. Genç yine:
"Onun babası benim, Yâ Rasûlullah !" dedi.
Rasûlullah (s.a)
etrafında duran bazılarına baktı. Onlara gencin durumunu soruyordu. Onlar
"Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dediler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a) gence:
"Muhsan mısın?"
dedi:
Genç:
"Evet" dedi.
Rasûlullah (s.a) onun recmedilmesini emretti. Genci çıkardık, onun için, bize
recm imkânı verecek kadar bir çukur kazdık, sonra hareketsiz kalıncaya
(ölünceye) kadar ona taş attık.
Recmedilen genci soran
bir adam geldi. Onu alıp, Rasûlullah'a götürdük ve: "Bu adam o habisi
sormaya geldi" dedik. Rasûlullah (s.a):
"Şüphesiz o Allah
katında misk kokusundan daha güzeldir" buyurdu. Bir de gördük ki, o adam
gencin babası imiş. Genci; yıkamakta, kefenlemekte ve defnetmekte adama yardım
ettik."[211]
Râvi diyor ki;
"Namazda" dedi mi, demedi mi bilmiyorum."
Bu Abde'nin hadisidir
ve bu daha tamdır.[212]
Hadiste anılan kadının
ismi konusunda bir açıklamaya rastlayamadık.
Kadının, kucağındaki bir
çocukla giderken, onu gören insanların da onunla gitmelerine sebep, kadının
çocuğunun zina mahsulü olduğunu bilmeleri olsa gerektir. Zâten hadiste,
kadının recmedildiğine dair bir kaydın bulunmaması, kadının evli olmadığına
delâlet etmektedir.
Bu hadiste, çocuğun
kendisine ait olduğunu söyleyen gencin, ikrarını tekrarladığı yolunda bir kayıt
mevcut değildir. Genç dört kez ikrarda bulunduğu halde, bunların rivayette yer
almamış olması muhtemeldir.
Hadisin delâletinden
anlaşıldığına göre; zina eden iki çiftten birisi muhsan olur, Öbürü olmazsa
sadece muhsan olan recmedilir.
Yine hadisten
anladığımıza göre, büyük günahlardan birisini işleyen kişi tevbe ederse tevbesi
kabul edilir. Zinadan dolayı recmedilerek öldürülen, yıkanır ve cenazesi
kılınır.[213]
4436...
Mesleme b. Abdullah el-Cühenî, Halid b. El-Leclâc'dan, o babası vasıtasıyla
Rasûlullah (s.a)'den bu (Önceki) hadisin bir kısmını rivayet etti.[214]
4437... Sehl
b. Said (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:
Bir adam, Rasûlullah
(s.a)'e gelip, onun yanında, adını vererek bir kadınla zina ettiğini ikrar
etti. Rasûlullah (s.a) o kadına haber gönderip bunu sordu. Kadın zina ettiğini
inkâr etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) adama had (sopa) vurdu, kadını
bıraktı.[215]
Bu hadis bazı
nüshalarda; "Adam zinayı ikrar eder kadın ikrar etmezse» babdadır. Orada
yine gelecektir. (Hadis 4466)
Adam. zina suçunu
ikrar ettiği için cezalandırıldı. Anlaşılan, muhsan değildi, onun için had
olarak celde uygulandı. Kadın ise inkâr ettiği ve şahit de bulunmadığı için serbest
bırakıldı.[216]
4438... Câbir (r.a)'den rivayet edildi ki:
Bir adam, bir kadınla
zina etti. Rasûlullah (s.a) emretti ve adama celd haddi uygulandı. Sonra
Efendimize onun muhsan olduğu haber verildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a)
recmedilmesini emretti.
Ebû davud der ki: Bu
hadisi Muhammed b. Bekr el-Bursânî, Ibn Cü-reyc'îen Câbir' e mevkuf olarak
rivayet etti. Ebû Asım da, İbn Cüreyc'ten Ibn Vehb'in hadisinin benzerini
rivayet etti, Rasûlullah'ı anmadan; Bir adam zina etti, muhsan olduğu bilinmedi
ve celd uygulandı (sopa vuruldu). Sonra muhsan olduğu anlaşıldı ve recmedildi.[217]
4439... Bize
Muhammed b. Abdurrahim Ebû Yahya el-Bezzâz haber verdi, bize Ebû Asım, İbn
Cüreyc'den, o da Ebû Zübeyr vasıtasıyla .Câbir'den rivayet etti ki:
Bir adam, bir kadınla zina
etti, onun muhsan olduğu bilinemedi ve celd uygulandı (yüz sopa vuruldu). Sonra
onun muhsan olduğu anlaşıldı ve recmedildi.[218]
Metinde görüldüğü
üzere, hadise iki ayrı rivayetle gelmiş, birisi Rasûlullah'a isnâd edildiği
halde, ikincisi isnâd edilmemiştir.
Hadisten anlaşıldığına
göre; yetkili kurum, haddi gerektiren suçlardan birisine, gereken cezayı vermez
de başka bir ceza verirse bu, yeterli değildir. Suçun kendi cezasının da
uygulanması icâbeder. Bu konu ile ilgili olarak Aliyyü'I-Kârî şöyle der:
"Hadis, iki
şeyden birisinin öbürünün yerini tutmayacağına delildir. Eğer İmam suçlu için
hadlerden birisini emreder, sonradan cezanın başka bir şey olduğu anlaşılırsa,
vacip olan cezaya dönülmesi gerekir. Bunu Eşref zikretmiş, İbn Melek'de ona tabî
olmuştur.
Bezlû'l - Mechûd
müellifi. Kâri 'nin; "iki şeyden birisinin ötekinin yerini
tutmayacağı..." sözüne itirazla, bunun mutlak olarak doğru olmadığını,
çünkü recmin hem sureten hem de manen celde yerine geçtiğim ve onun keffâret
olarak yeterli olduğunu söyler.
Hadisin, Rasûlullah'a
müsned olan rivayetinde bir sorun söz konusudur. Şöyle ki: Cumhur'a göre,
Rasûlullah (s.a) hata üzere bırakılmaz. Oysa burada bırakıldığı görülmektedir.
Çünkü zina eden adamın muhsan ol-
duğunu bilmeden adama
sopa vurdurmuş, muhsan olduğunu öğrenince de recmettirmiştir. Bu, Cumhûr'un
görüşüne göre celdin hatâen vukûbuldu-ğunu gösterir. Oysa Rasûlullah (s.a) hatâ
üzere devam etmez. Bu caiz değildir. Bu açıdan, rivayette bir işkâl söz
konusudur. Ancak Rasûlullah'a gerçeğin haber verilip, onun da buna uygun
hareket ettiği ve hata üzerinde bırakılmadığı; ancak düzeltmenin vahiy ile
değil de, böyle bir ilâhi takdir ile gerçekleştiği söylenebilir. Böylelikle
işkâl de kalmamış olur.
Celd ile, recmin
birleştirilmesini caiz görenlere göre ise böyle bir problem yoktur.[219]
4440... Imrân b. Husayn (r.a) den rivayet edildi ki:
Bir kadın, - Ebân'ın hadisinde denildiğine göre, Cüheyneli bir kadın Rasûlullah
(s.a)'e gelip, zina ettiğini ve gebe olduğunu söyledi. Rasûlul-
lah (s.a) kadının bir
velisini çağırdı ve: "Ona iyi davran, çocuğunu doğurunca getir"
buyurdu.
Kadın çocuğunu
doğurunca (velisi onu Rasûlullah'a) getirdi. Rasûlil-lah (s.a) emir buyurdu ve
elbisesi üzerine bağlandı. Sonra da efendimizin emri ile recmedildi. Sonra yine
emretti ve ashap cenazesini kıldı.
Ömer (r.a); Yâ
Rasûlullah! O zina etmiş olduğu halde, namazını kılıyor musun?!..." dedi.
Rasûlullah (s.a):
"Canım elinde
olan Allah'a yemin ederim ki, o öyle bir tevbe etti ki, eğer tevbesi
Medinelilerden yetmiş kişiye taksim edilse yeterdi. Sen bu kadının canını feda
etmesinden daha üstününü buldun mu?" buyurdu.
Ravi Müslim, Ebân'dan
olan rivayetde; "Elbisesi üzerine bağlandı" demedi.[220]
4441...
Evzâî şöyle demiştir:
"Fe şükket aleyhâ
şiyabuhâ" sözünün manâsı "elbisesi üzerine bağlandı" demektir.[221]
Hadisin Müslim'deki
rivayetinde Hz. Ömerr.a'mn sözüne karşılxk) Rasûlullah (s.a)'ın; "Sen
Allah için canını feda eden kadından daha üstününü buldun mu?!.,." buyurduğu
belirtilmektedir. Yani, Ebu Davud'un rivayetinden fazla olarak "Allah
için" sözcüğü yer almıştır.
Hz. Peygamber
(s.a)'in, 'Cüheyneli kadının velisini çağırıp, ona iyi davranmasını emretmesi,
diğer akrabalarının, yaptığı kötü işten ötürü kadına kötü davranmış
olmalarından dolayı olabilir.
Kadının recmedileceği
zaman elbisesinin üzerine bağlanmasına sebep, bedeninin açılması endişesidir.
Çünkü recm esnasında acı çekecek, çırpmacak, vaziyetini kontrol edemiyecek, bu
da bedeninin açılmasına sebep olacaktır. İşte ona meydan vermemek için elbisesi
bağlanmıştır. Recmedilecek kadın için çukur kazılması da bu endişeden
dolayıdır. Yine bu yüzden, kadınlar, Ulemânın cumhuruna göre oturdukları
vaziyette recm edilirler.[222]
Bu ııvavet ahkam
bakımından da bazı konuları ihtiva etmektedir. Bunlara kısaca temas edelim:
1- Zina eden
bir kadın, zina suçu sabit görüldüğü anda hamile ise, çocuğunu doğuruncaya
kadar ceza uygulanmaz. Çocuğunu doğurması beklenir. Recmde de ceîdde de durum
aynıdır.
2- Bir kimse
bir günah işlemiş, hatasını anlamış ve tevbekâr olmuşsa ona kötü
davranmamalıdır.
3- Zinadan
do.ayı recmedilerek öldürülen bir müslümanın cenazesi kılınır.
4- Bir kimse
zina eder ve suçunu ikrar edip tevbe ederse tevbesi makbuldür.
5- Zina eden
birisinin tevbe etmesi kendisinden haddi düşürmez.[223]
4442...
Abdullah b. Büreyde, babasın (Büreyde)'dan şöyle rivayet etmiştir:
Bir kadın-yâni
Gamid'den - Rasûlullah (s.a)'e gelip: "Ben suç işledim (zina ettim)"
dedi. Rasûlullah (s.a):
"Dön git,"
buyurdu. Kadın dönüp gitti, Ertesi gün tekrar geldi ve;
"Herhalde sen,
Mâız'ı geri çevirdiğin gibi, beni de geri çeviriyorsun, Oysa Vallahi ben
gebeyim" dedi.
Rasûîullah (s.a) yine;
"dön git" buyurdu. Kadıa ertesi gün tekrar geldi, Efendimiz bu sefer:
"Dön git, onu
doğuruncaya kadar (bekle)" buyurdu.
Kadın çocuğu
doğurunca, Rasûlullah'a gelip; "işte, onu doğurdum"dedi.
Rasûlullah (s.a);
"git, onu emzir, sütten kesinceye kadar (dur)" buyurdu.
Kadın (bilâhare)
çocuğunu sütten kesmiş, çocuk elinde bir şey yer bir vaziyette geldi.Rasûlullah
(s.a) çocuğun, müslümanlardan birisine verilmesini emretti. Efendimizin emri
ile kadın için bir çukur kazıldı ve rec-medildi. Hâlid de, kadını
recmedenlerdendi.Ona bir taş attı, kadının kanından bir damla şakağına
bulaştı.Bunun üzerine ona kötü söz söyledi.Ra-sûluîlah (s.a) Halide:
"Yavaş ol ey Hah'd ! Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o öyle bir
tevbe etti ki, eğer halktan haksız yere toplanan vergilere el koyan birisi
öyle tevbe etse affedilirdi" buyurdu.
Rasûlullah (s.a)
emretti; kadının namazı kılındı ve defnedildi.[224]
Hadisin, Müslim'deki
rivayetinde kadın çocuğu getirdiğinde elinde ekmek olduğu bildirilmektedir.[225]
4443...
İmran'm babası Zekeriyya şöyle dedi :
Ebû Bekre'den haber
veren bir şeyhten işittim; Ebû Bekre babasından şöyl". rivayet etmiş:
"kasûlullah (s.a)
bir kadını recmet (tir)miş, o kadın için göğsü (hizasına) kadar çukur
kazılmış."
Ebû Davud der ki:(Bunu
) bana, Osman'dan, bir adam belletti.[226]
(Yine Ebû Davud şöyle
der: Gassânî: "Cüheyne, Ğamid ve Bârık aynıdii"dedi.)[227]
4444... Ebû
Davud şöyle dedi:
Bina Abdussamed b.
Abdil-Vâris'den anlatıldı. Bize Zekeriyyâ b. Sü-leym. aynı isnâdla yukarıdaki
hadisin benzerini rivayet etti. Rivayetinde şunu ilâve etti.
(Rasûlullah); Sonra o
kadına, nohut gibi taşlar attı! Sonra da: "atınız, yüzden sakınınız"
dedi, Kadın ölünce de namazını kıldı.
Tevbe konusunda da,
Bureyde hadisindeki gibi söyledi.[228]
4442 numara ile
başhyan son üç rivayet aynı hadiseyi anlatmaktadır. Onun için üçünün izahını
birlikte ele almayı uygun bulduk.
4441... nolu
rivayette, Ebû Davud'un Gassânî'den naklettiğine göre Gamid, Cüheyne ve Bârik
aynı kabilelerin adıdır.
Kâmus'ta; "Bârik:
Yemendeki bir kabilenin babası olan Said b. Adiyy'in lâkabıdır"
denilmektedir.
Gamid de, Yemen'deki
bir kabilenin babasıdır. Bunlar Cüheyne'den bir batındır.
Musannifin bu üç ismin
aynı kabileye ait olduğunu bildiren bu sözü nakletmekteki maksadı; 4440 nolu
hadiste recmedildiği bildirilen Cüheyneli kadın ile, 4442 nolu hadiste söz
konusu edilen Ğâmid'li kadının aynı kadın olduklarına dikkat çekmektir. Demek
oluyor ki; hâmile olarak gelip zina ikrarında bulunan ve Rasûlullah tarafından
doğumdan sonra gelmesi için geri çevirilen tek bir kadın vardır. Yani hâdise
tektir. Ancak, iki hadis arasında bir çelişki gözlendiği söylenebilir. Çünkü
sonraki hadis, öncekine nisbetle oldukça mufassaldır Şöyle ki: Önceki rivayete
göre Hz. Peygamber (s.a) kadına, çocuğunu doğurduktan sonra gelmesini söylemiş
ve kadın çocuğunu doğurup gelince recm ettirmiştir. Sonraki hadise göre ise
efendimiz kadını, Önce üç kez geri çevirmiş, sonra çocuğunu doğurduktan sonra
gelmesini emretmiştir. Kadın çocuğu doğurduktan sonra gelince de geri dönüp
çocuğunu emzirmesini, sütten kesince geri gelmesini emretmiştir. Ayrıca, önceki
îmran hadisinde kadın recmedileceğinde elbisesinin bedenine bağlandığı
belirtilmiş, çukur kazılıp içerisine konulduğundan söz edilmemiştir. Sonraki
Büreyde hadisinde ise bir çukur kazıldığı belirtilmiştir.
Bütün bu farklılıklar,
hadisler arasında bir ihtilâfı ortaya koymaktadır. Her ne kadar önceki hadis
daha sağlamsa da, hadislerin ikisi de sahih olduğu için, birini öbürüne tercih
mümkün değildir. Onun için sarihler, ihtilâfı izâlede te'vil yoluna
gitmişlerdir. Sonraki rivayet daha açık, daha mufassal olduğu için önceki
rivayeti sonrakine göre tevil etmek gerekir. Yâni olay ikinci hadiste
anlatıldığı gibidir. Ancak İmrân'ın rivayeti biraz muhtasar kalmıştır.
Büreyde hadisinde, önceki
İmran hadisinden farklı olarak ele almamız gereken başka noktalar da var. Şimdi
de kısaca onlara bir göz atalım:
Attığı bir taştan
sonra, recmedilen kadından sıçrayan kan Halid'in şakağına bulaşmıştı. Bu
yüzden çok Öfkelendi ve kötü şeyler söyledi. Bu mânâ metinde, "Seb"
kelimesi ile ifâdelendirilmiştir. Seb; küfretmek, sövmek karşılığmdadır. Ancak
sahabelerin, bugün anlaşıldığı şekilde küfretmiş olacaklarını düşünemiyoruz.
Onun için tercemede "onun hakkında kötü sözler söyledi" ifâdesini
kullandık.
Halid'in sözüne
karşılık; Hz. Peygamber (s.a) efendimiz, onu dürtmüş ve halktan haksız yere
toplanan vergilere el koyan birisinin o kadın gibi tevbe etmesi halinde
bağışlanacağını beyan buyurmuştur. "Haksız yere vergi toplayan kişi"
diye terceme ettiğimiz tabir "sâhibu meks" terkibidir. Bu izah
Neylu'l-Evtâr'ın izahıdır.
İmâm Nevevi'de bu
cümle'den hareketle, insanlardan toplanan vergilere haksız yere el koyamamn
büyük günahlardan olduğunu söyler. Şimdi de İmrân hadisinde (4440) olmayıp,
burada yer alan hükümlere işaret etmek istiyoruz.[229]
1- Recm
cezasını hak eden bir kadının emzıklı bebeği varsa, onu sütten kesınceye kadar
beklenir. Ondan sonra fecmedilir. Bu rivayet, bu hükme delâlet etmektedir. Önceki
hadiste ise, emzirme konusuna temas edilmemiştir. Hz. Ali (r.a)'den de, Surâha
adındaki zina eden kadını, çocuğunu doğurunca hemen recmettiği, emzirmesini
beklemediği rivayet edilmiştir. İmam Mâlik, İmâm Şafii, İmâm Ebû Hanife ve
talebeleri de bu görüşü benimsemişlerdir.
Ahmed b. Hanbel ve
İshak b. Râhûye'ye göre, recmedilecek olan kadın, çocuğunu doğurduktan sonra,
iki sene emzirmesi için beklenir. Sonra recmedilir.
Hattâbî, önceki
hadisin daha güvenilir olduğunu söyleyerek, Hanefi, Mâliki ve Şafiilerin
görüşünün daha sağlam olduğuna işaret etmektedir.
2-
Recmedilecek olan kadın için bir çukur kazılır.Çukurun derinliği kişinin göğüs
hizasına kadardır. Bu konudaki ihtilâflar, daha önce beyân edilmişti.
3- Suç
işleyip, suçunu itiraf eden ve tevbe istiğfar eden kişiye küfredilmez. Onun
için çirkin şeyler söylenmez.
4-
Recmedilecek kişiye taş vurulurken, yüzünden sakınılır. Yüzüne vurulmaz.
5- Eğer suç
ikrarla sabit olmuşsa recme devlet başkanı başlar. Bazı âlimlere göre bu
vaciptir. Ancak ulemânın çoğunluğu bu görüşte değildir. İbn Dakikı'1-İyd ve
"Fakihler, recme suç ikrarla sabit olmuşsa İmamın başlamasını müstehap
görüşlerdir. Beyyine ile sabit olduğunda ise, şahitler başlar."
demektedir.[230]
4445... Ebû
Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cüheni (radıyallahü anhû-mâ)dan; şöyle haber
vermişlerdir:
İki adam, Rasûlullah'a
dâvalarını getirdiler, (dâvâlaştılar). Birisi:
"Yâ Rasûlullah!
Aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet" dedi. Öbür hasım: -O ikisinin daha
anlayışlısı idi-.
"Evet, yâ Rasûlullah!
Aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet. Bana da izin ver konuşayım" dedi.
Rasûlullah :
"Haydi
konuş" buyurdu. Adam şöyle dedi:
" Oğlum bu adamın
yanında ücretli (işçi) idi. Karısı ile zina etti. Bana, oğlumun recmedilceğini
söylediler.Ben de, yüz koyun ve bir de câriye vererek oğlumu kurtardım. Sonra
ilim adamlarına sordum. Onlar, oğluma yüz değnek had ve bir yıl sürgün
gerektiğini, sadece onun karısının recmedileceğini söylediler.
Resûlullah (s.av);
"Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda, Allah'ın Kitabı ile
hükmedeceğim. Koyunların ve cariyen sana geri verilecektir" buyurdu.
Adamın oğluna yüz deynek vurdu. Ve bir yıl sürgün etti. Üneys el-Eslemî'ye de,[231]
diğerinin karısına gitmesini, eğer itiraf ederse recmetmesini emretti: Kadın îtirâf
etti, Üneys de recmetti.[232]
Hadiste görüldüğü
üzere, Rasûlullah'a dâvalarını arzeden sahabeler, onun Allah'ın hükmü ile hükmedeceğini
bildikleri halde, "Aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet" demişlerdir.
Bundan maksat; aralarında sulh, cezayı hafifletme v.s. gibi bir şeye
meyletmeden hüküm ne ise onunla hükmetmesidir.
Rasûlullah (s.a) de
adamların isteğine karşılık, Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğini söyleyerek,
muhsan olan kadına recm, muhsan olmayan gence de celd (sopa) ve sürgün cezası
vermiştir. Kur'an-ı kerimde, okunan bir ayet olarak recm ayeti mevcut
olmadığına göre, recm cezasını Allah'ın Kitabına bağlamak nasıl olmaktadır?
Ulemâ bu soruya birkaç şıkta cevap vermişlerdir:
1-
Hadisteki, "Kitap" tan murat; farz ve gerekliliktir. Yâni manâ;
"aranızda Allah'ın farz kıldığı ve gerekli kıldığı şekilde
hükmedeceğim" demektir. Nitekim bâzı âyetlerde "kitap", farz
manâsında kullanılmıştır. Meselâ bir ayette: "Size kısas farz
kılındı"[233] bir ayette "Oruç
size farz kılındı..."[234]
başka bir ayette de : "Allah'ın size farzı...."[235]
Duyurulmaktadır.
2. Her ne
kadar Kur'anda recm lafzan mevcut değilse de icmâlen mevcuttur. "Sizden
zina eden iki kişiye eziyet edin"[236]
anlamındaki âyette "eziyet" recme de şâmildir.
3- Bir
ayette: "Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbât edecek aranızdan dört
şahit getirin, şahitlik ederlerse ölünceye veya Allah onlara bir yol açana
kadar evlerde tutun."[237]
buyurulmaktadır.
Ayet, onlar için bir
yol açılacağını içermektedir. Bu yolda sünnetle açılmıştır. Peygamberimiz
(s.a): (Hükmü) Benden alın. Allah onlar için bir yol açmıştır. Bekâr bekar ile
zina ederse cezası yüz deynek ve bir yıl sürgündür. Evlenmiş olan, evlenmiş
olanla zina ederse cezası yüz deynek ve recmdir" buyurmuştur.
4- Recm
âyeti, Kur'ân ayetlerindendir. Onun metni neshedilmiştir, hükmü bakidir.
Nitekim Hz.Ömer (r.a) Allah; "Evli kadın ve evli erkek zina ederlerse
onları recmedin." ayetini indirdi. "Biz onu okurduk" demiştir.
Bu dört şık ayrı ayrı
veya birlikle ele alınınca, Rasûlullah (s.a)'in "Aranızda Allah'ın kitabı
ile hükmedeceğim" sözünün manâsı anlaşılır.
Hadis-i şerif hüküm
itibariyle hayli zengindir. Bir kısmı, daha önceki hadislerde de geçen bu
hükümleri özetlemek istiyoruz.[238]
1- Recim,
zina eden muhsana uygulanacak bir cezâdır. Muhsan olmayana uygulanmaz.
2- Hakim,
mahkemede hasımlardan, dilediğinin ifâdesine öncelik tanıyabilir.
3- Fasid bir
alışveriş veya fasid bir sulh ile veya benzen bir akitle ele geçirilen mal,
sahibine iade edilmelidir. Çünkü Hz. Peygamber, oğlu zina eden kişiye
koyunlarını ve cariyesini geri verdirmiştir.
4- Rasûlullah
(s.a)'ın hayâtında da, alim olan sahâbilere soru sormak ve onların fetvası ile
amel etmek caizdir. Çünkü Rasûlullah, bunu haber veren şahsı kınamamıştır.
5- Zina eden
kişiyi sürgün etmek meşrudur. Bu konu daha Önce tartışılmıştı. İmam Âzam ve
İmam Muhammed'e göre sürgün edilmez.
6- Zina eden
muhsan bir şahsa recm ve deynek cezası birlikte verilmez.
7- Zinanın
sübûtu evli çiftler arasında ayrılık meydana getirmez.
8- Zinây. itirafta
tekrar şart değildir. Bu konu tartışmalıdır. Hanefîlere göre itirafın dört kez
ve ayrı meclislerde olması gerekir.
9- Hadleri
uygulamakta, yetkili mercinin birisine vekâlet vermesi caizdir. Bizzat devlet
başkanının had esnasında hazır bulunması şart değildir.
10. Haber-i
vâhidle amel etmek caizdir.
11- İcâre
yoluyla işçi çalıştırmak caizdir. Bu konuda hadis oldukça azdır. Akde konu
olan şey müşahhas bir mal olmadığı için bazı âlimler icâre akdini kabul
etmezler.
Yerlerinde de işaret
ettiğimiz gibi bu maddelerin hepsi, âlimler arasında ittifak edilen şeyler
değildir. Daha başka delillerle, bazı konularda farklı görüşlere sahip olanlar
da vardır.[239]
4446... îbn.
Ömer radıyallâhu anhûmâ şöyle demiştir: Yahudiler Rasûlullah (s.a)'e gelip,
içlerinden bir erkekle kadının zina ettiğini söylediler. Rasûlullah (s.a)
kendilerine:
"Zina hakkında
Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" dedi.
"Onu teşhir
ederiz ve deynekle dövülür" dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm[240]
" Yalan söylediniz.
Onda recim var" dedi.
Tevratı getirip,
koydular. Yahudilerden birisi, elini recm ayetinin üstüne koydu,[241]
sonra onun öncesini ve sonrasını okumaya başladı. Abdullah b. Selâm Ona:
"Elini kaldır" dedi. Adam elini kaldırdı, recm ayeti gÖ-rünüverdi.
Bunun üzerine Yahudiler:
"Doğru söyledi.
Yâ Muhammedi Tevratta recm âyeti var" dediler. Rasûlullah da onların
recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.
Abdullah b. Ömer:
"Adamı, taşlardan korumak için kadının üzerine abandığını gördüm"
dedi.[242]
4447... Berâ
b. Âzib r.a şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'e
yüzü kömürle karartılmış vaziyette dolaştırılan bir Yahudi getirdiler.
Rasûlullah (s.a) Yahudilere Allah adı vererek, kitaplarındaki zina nadinin ne
olduğunu sordu. Efendimizi, içlerinden birisine havale ettiler. Bu sefer
Rasûlullah o adama yemin vererek, "kitabınızda-ki zina haddi nedir?"
diye sordu. Adam: şu karşılığı verdi: "Recmdir. Ama zina bizim eşrafımız
arasında yayıldı. Biz eşrafın bırakılıp da, alt tabakada olana had
uygulanmasını çirkin gördük ve bunu (recm cezasını) aramızdan kaldırdık.'1
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a) emretti ve zinâkâr recmedildi. Efendimiz de: "Ey
Allahım! Ben senin kitabından kaldırdıklarını ilk ihya edenim" buyurdu.[243]
4448... Berâ
b. Âzib (r.a)'den; şöyle demiştir:
Rasûluİlah (s.a)'e
(yüzü) kömürle karartılmış (deynekle dövülmüş) bir Yahudi getirildi. Efendimiz,
onları (Yahudileri) çağırıp:
"Zina haddini
(kitabınızda) böyle mi buluyor sunuz?" dedi.
"Evet"
dediler.
Rasûluİlah.
bilginlerinden bir adam çağırıp:
"Tevrat'ı Musa'ya
indiren Allah aşkına şöyle, kitabınızda zina haddini (cezasını) böyle mi
buluyorsunuz?" dedi.
Adam şu cevabı verdi:
"Vallahi hayır.
Eğer sen bunu bana böyle sormuş olmasaydın, haber vermezdim. Biz kitabımızda zina
cezası olarak recmi buluyoruz. Ancak zina bizim eşrafımız arasında çoğaldı. Biz
eşraftan bir adamı yakaladığımızda bırakıverir, zayıf bir adamı
yakaladığımızda ise ona haddi tatbik ederdik. Bunun üzerine gelin, hem
zayıflarımız hem de ileri gelenlerimize uygulayacağımız bir şeyde birleşelim
dedik ve kömürle boyama ve deynek vurma üzerinde birleştik. Recmi
terkettik."
Rasûluİlah (s.a):
"Ey Allahım! Ben,
senin emrini kaldırdıklarında ilk ihya edenim" buyurdu, zinâkânn
recmedilmesini emretti ve adam recmedildi. Allah fc.c) de: "Ey Peygamber!
Kalpleri inanmamışken ağızlarıyla inandık diyen Yahudilerden yalana kulak
verenler ve başka bir topluluk hesâbına casusluk edenlerden inkâra koşanlar
seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de; böyle bir fetva size
verilirse alın, verilmezse, kaçının derler. Allah'ın fitneye düşmesini
dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar
Allah'ın kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik
onlaradır. Onlara âhirette de büyük azâb vardır."[244]
ayetini, yahûdiler hakkındaki: "Allanın indirdiği ile hükmetmeyenler,
kâfirlerin de kendileridir..." âyetine kadar, yine yahûdiler hakkındaki
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zâlimlerin ta kendileridir"
ayetine kadar ve aynı şekilde Yahudiler hakkında olan "Allah'ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, fâsıklann ta kendileridir"[245]
ayetine kadar indirdi.[246]
Râvi der ki:
Bunlar, yani bu
ayetler, tüm kâfirler hakkındadır.[247]
4449... Ibn.
Ömer radıyallâhü anhümâ şöyle demiştir: Yahudilerden bir grup gelip
Rasûluİlah'i Kuf denilen yere davet ettiler. Rasûluİlah okuma evinde onlara
geldi. Yahûdiler:
"Ya Ebe T- Kasım!
Bizden bir adam bir kadınla zina etti. (Aralarında) hükmet" dediler.
RasÛlullah (s.a) için bir yastık koydular. Efendimiz onun üzerine oturdu,
sonra;.
"Bana Tevrat'ı
getiriniz" buyurdu. Tevrat getirildi. Efendimiz, altındaki yastığı aldı
ve üzerine tevrâtı koydu. Sonra: "Sana ve seni indirene imân ettim"
dedi. Daha sonra: "En bilgininizi getirin" buyurdu.
Bir genç getirildi.
Ravi sonra, recrri
hâdisesini; Mâlik'in Nâfi'den rivayet ettiği gibi zikretti.[248]
4450... Ebû
Hureyre (r.a) -Bu Ma'mer'in hadisidir ve daha tamdır-[249] şöyle demiştir.
Yahudilerden bir
adamla bir kadın zina ettiler. Birbirlerine:
"Şu Peygamber'e
gidelim. Şüphesiz o hafifletmek üzere gönderilen bir nebidir. Eğer bize
recimden başka bir fetva verirse kabul ederiz. Onunla Allah katında ihticâc
eder ve senin peygamberlerinden birisinin fetvası, deriz" dediler.
RasÛlullah (s.a)
mescidde sahabeleri arasında otururken geldiler, ve:
"Ya Ebe'l-Kasım!
Zina eden erkek ve kadın hakkında ne dersin?" dediler.
RasÛlullah onların
okuma evine gelinceye kadar, kendileri ile bir kelime konuşmadı. (Oraya
gelince) kapının yanında durdu: "Size, Tevratı indiren Allah adı ile
soruyorum. Zina eden birisi muhsan olduğu za-ınan, onun hakkında Tevratta ne
ceza buluyorsunuz?" dedi.
"Yüzü kömürle
boyanır, tecbih edilir ve deynekle dövülür." dediler.
Tecbih: Zina edenlerin
sırt sırta gelecek şekilde bir eşeğe bindirilip, dolaştırılmalarıdır.[250] Ama
onlardan bir genç sustu. RasÛlullah (s.a) onun sustuğunu görünce ona yemin
vermekte ısrar etti.
Genç:
"Sen bize yemin
verdiğin için söylüyorum: Biz Tevrat'ta recmi buluyoruz" dedi.
Rasûlullah (s.a):
"Âliahın emrini
yumuşatıp kolaylaştırdığınız ilk olay nedir?" dedi.
Genç:
"Kırallanmızdan
birisinin bir akrabası zina etti. Kıral onu recmetme-yi geciktirdi. Sonra,
halktan bir aileden birisi zina etti, onu recmetmek istedi. Bunun üzerine
tebaası karşısına dikildi ve "Senin akraban getirilip de recmedilmedikçe
bizim arkadaşımız recmedileniez" dediler. Neticede, aralarında bu ceza
üzerinde anlaştılar, dedi.
Rasûlullah (s.a):
"Şüphesiz ben,
Tevrattaki ile hükmedeceğim" buyurdu, recmedil-melerini emretti ve
recmedüdiler.
(Ravilerden) Zühri
şöyle dedi:
"Şüphesiz biz,
yol gösterici ve nur olarak Tevrâtı indirdik. Kendisini Allah'a teslim eden
Peygamberler onunla hükmeder....."[251]
ayetinin bu yahudiler
hakkında indiği haberi bize ulaştı. Rasûlullah (s.a) de (onunla hükmeden)
Peygamberlerdendir.[252]
4451... Ebû
Hüreyre (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a),
Medine'ye geldiğinde, Yahudilerden, muhsan olan bir erkekle bir kadın zina
ettiler. Tevrat'ta onlara recm emredilmişti. Onu terkettiler ve eşeğe ters
bindirme cezasını koydular, zina edene, kara sakızla boyanmış bir iple yüz kez
vurulur ve yüzü eşeğin arkasına gelecek şekilde eşeğe bindirilirdi.
Yahudilerin
bilginlerinden bazıları toplanıp, başka bir gurubu Rasûlul-lah'a gönderdiler
"Ona zina haddini sorun..." dediler.
Ravî (Ebû Hureyre)
hadisin devamını zikretti ve "Onlar, Rasûlullah'm dinine mensup değildiler
ki onlar arasında hükmetsin. Onun için Rasûlullah muhayyer bırakıldı."
dedi. Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu: "Eğer sana gelirlerse, ister aralarında
hükmet, ister onlardan yüz çevir."[253]
4452...
Câbir b. Abdullah (r.a)'den; şöyle dedi:[254]
Yahudiler,
kendilerinden zina eden bir erkekle bir kadın getirdiler. Rasûlullah (s.a):
"Sizden, en bilgin iki adam getirin" buyurdu. Sûrîyâ'nın iki oğlunu
getirdiler. Rasûlullah onlara yemin vererek: "Bu ikisinin işini Tevratta
nasıl bulursunuz?" diye sordu.
"Tevratta
şöyledir: Dört kişi, erkeğin âletini - Sürmelikteki mil gibi kadının âleti
içinde gördüklerine şahitlik ederlerse kadın da erkek de recmedilir"
dediler.
Rasûlullah:
"Onları
recmetmenize engel olan ne?" dedi.
"Hakimiyet ve
gücümüz gitti. O yüzden Öldürmeyi hoş görînedik" dediler.
Rasûlullah (s.a)
şahitleri çağırdı. Dört tane şahit getirdiler. Onlar adamın âletini -
sürmelikteki mil gibi - kadının âleti içinde gördüklerine şahitlik ettiler.
Rasûlullah (s.a) de, zinakârların recmedilmelerini emretti.[255]
4453... Bize
Vehb. b. Bakiyye haber verdi, o Hüşeym'den, Hüşeym Muğire'den o da İbrahim ve
Şa'bî vasıtasıyla Rasûlullah'tan yukarıdaki hadisin benzerini rivayet etti.
"Rasûlullah şahitleri çağırdı, şahitlik ettiler..." sözünü
zikretmedi.[256]
4454...
Bize. Hüşeym'den, Vehb b. Bakıyye rivayet etti. Hüşeym, İbn. Şiibıüme'den, O
Şa'bî'den, Şa'bi de Rasûlullah.'tan önceki hadisin benzerini rivayet etti.[257]
4455.. Bize
İbn Cüreyc haber verdi; O, Ebu'z Zübeyr'den işitmiş. Ebıfz-Ziibeyr'de Câbir b.
Abdullah'dan, şöyle derken işitmiş: "Rasûlullah (s.a.) Yahudilerden, zina
eden bir erkekle bir kadını recmetti."[258]
Bu babdaki tüm rivayetler,
zina eden bir Yahudi çiftine verilen
cezayı söz konusu etmektedir. Rivayetlerin tümü göz önüne alındığında hadiseyi
şöylece özetlemek mümkündür:
Yahudiler, zina eden
rnuhsan bir çift hakkında hüküm vermesi için Rasûlullah-'a gelmişler, Rasûlullah
önce onlara, kendilerinin zina suçunu işleyenlere ne ceza verdiklerini sormuş,
onlar da yüzünü karaya boyayıp eşeğe ters bindirerek teşhir ettiklerini ve yüz
deynek vurduklarını söylemişler. Peygamber (s.a.v) Allah adına yemin vererek
bu konuda Tevrat'ta bir hüküm olup olmadığını sormakta ısrar etmesi üzerine,
zinanın dört şahit tarafından ve erkeğin âleti, kadının âleti içinde görülmesi
halinde recm cezası olduğunu söylemişler. Rasûlullah'm recmi nasıl
terkettiklerine dâir sorusunu da, kıratlarının bir yakını ve eşraftan
olanların zina etmeleri üzerine onları öldürmemek için terkettiklerini
söylemişlerdir.
Hz. Peygamber (s.av.)
Yahudilere recm cezası vermiş ve cezayı infaz etmiştir.
Hz. Peygamberin
onlara, recmin Tevrattaki hükmünü sorması, onu öğrenmek için değil, kendi
kitap ve inançları ile ilzam etmek içindir. Muh-temedir ki, efendimiz
Yahudilerin Tevrat'taki recm ayetini değiştirmediklerini, ama onu
gizlediklerini vahiy yoluyla öğrenmiş ve açığa çıkarmak istemiştir.
Rivayetlerden birisinde,
zina eden Yahudilerin suçunun dört şahidin şehâdeti ile sabit olduğu
bildirilmektedir. Ancak bu şahitlerin müslüman mı yoksa yahûdi mi oldukları
konusunda bir kayıt yer almamıştır. Neve-vi, bu konuya işaretle, şahitlerin
müslüman olmaları halinde bir müşkil olmadığını yahûdi iseler şahitliklerine
itibar edilmeyeceğini, onun için zinanın zinâkâriarın itirafı ile sabit
olduğunu söyler.
Nevevi'nin belirttiği
müşkil, Şafiî ve Mâliki mezheplerine göre varid-dir. Ama Hanefi mezhebine göre
böyle bir müşkil yoktur. Çünkü Hanefi-lere göre zimmİlerin biribirleri
hakkındaki şahitlikleri makbuldür. Rasûlullah'm bazı hristiyanların
biribirleri aleyhindeki şahitlikleri kabul etmesi, Hanefilerin delilidir.
Hadislerin, ihtiva
ettikleri hükümleri de şöylece özetleyebiliriz.[259]
1- Ehli
kitabın biribirleri ile olan evlilikleri
sahihtir. Dolayısıyla boşanmaları da geçerlidir.
2- Ehl-i
Kitabın evlilikleri, ihsân'a sebeptir.
İmam Şairi, İmam Ahmed
ve Hanefilerden İmam Ebû Yûsuf'un görüşü bu istikâmettedir. Hanefilerden İmam
Muharnmed'e göre gayri müslim evli olsa bile muhsan olamaz.
Ehl-i kitaptan bir
kadın, bir müslüman erkekle evlendiği takdirde, kocayı muhsan yapıp
yapmayacağı konusu âlimler arasında ihtilaflıdır.
İmam Şafii'ye göre,
Yahudi veya hıristiyan bir kadınla evlenen ve onunla zifafa giren bir müslüman
erkek muhsan olmuş olur.
Hanefilere göre,
kitabi bir kadınla evlenen bir müslüman erkek muhsan olmaz.
3- Kâfirler,
şeriatın fürûu ile muhataptırlar.
Şüphesiz bu hüküm,
Yahudilerin recmedilmelennin, İslâmm hükmüne göre olduğu söylenildiği takdirde
söz konusudur. Kafirlerin, İslâmın fürü u ile mükellef olup olmadıkları ulemâ
arasında ihtilaflıdır.
4- İslâm
ulemâsı, iki zımmî arasında cereyan eden bir olayın dâvası, müslüman hakime
getirildiği zaman, hakimin dâvaya bakmak mecburiyetinin olup olmadığı
konusunda ihtilâf etmişlerdir. Hasenü'l-Basrî, Şa'bî, Nehâî, Zührî ve Ahmed b.
Hanbel'e göre hâkim muhayyerdir. Dilerse dâvaya bakar, dilerse bakmaz.
Zımmi ile müslüman
arasındaki bir dâvaya ise, müslüman hakimin bakması zorunludur.
5- Gayr-i
müslimler, müslüman hakime müracaat ettikleri zaman, hakimin hasımların
şeriatına göre mi yoksa İslama göre mi hüküm vereceği konusu da ulemâca
ihtilaflıdır. İmâm Mâlik, İmam Şafiî, Atâ, Şa'bî, İbrahim en-Nehâî gibi
ulemâya göre hakim muhayyerdir. Dilerse hasımların şeriatına, dilerse İslamî
esaslara göre hükmeder.
Hanefilerle, İmam
Zühri, Ömer b. Abdü'l Aziz gibi âlimlere göre hakim Allah'ın hükmü ile
hükmetmek zorundadır. Muhayyerliği yoktur. Adaletle hükmetmek
mecburiyetindedir.
6-
Recmedilecek olan suçlu bağlanmaz. Rivayetlerin birisinde belirtilen, erkeğin
kadım taşlardan korumak için onun üzerine abanması buna delildir.[260]
4456... Berâ
b. Azib (r.a) şöyle demiştir: Kaybolan bir kölemi ararken, yanlarında bayrak
olan atlı bir (bedevi) toplulukla karşılaştım. Bedeviler, Rasûlullah'ın
yanındaki mevkiimden dolayı etrafımı kuşatmaya başladılar. Derken bir kubbeye
(kubbe şeklindeki bir çadıra) geldiler. Oradan bir adam çıkarıp, boynunu
vurdular.
Onun sebebini sordum.
"Babasının karısı ile nikahlandı" dediler.[261]
4457...
Yezid b. el-Berâ, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir.
Amcamla karşılaştım.
Beraberinde bir bayrak vardı. Ona: " Nereye gidiyorsun?" dedim.
"Rasûlullah (s.a)
beni, babasının karısı ile nikahlanan bir adama gönderdi. Bana, onun boynunu
vurmamı ve malını almamı emretti." dedi.[262]
Tirmizî bu hadis için
" hasen-ğarib" demiştir.
Berâ b. Azib'ten
rivayet edilen bu hâdise farklı birkaç şekilde anlatılmıştır. Yukarıdaki iki
naklin yanı sıra, Tirmizi'nin rivayetinde Berâ b. Azib, dayısı Ebû Bürde b.
Nigâr ile karşılaştığım söylemiştir. Yine Tirmizi'nin bir rivayeti ile, İbn
Mâce'nin rivayetinde dayısı ile karşılaştığı ifâde edilmekte, ama dayısının adı
Haris b. Amr olarak geçmektedir. Berâ (r.a) den gelen başka bir rivayette de:
"Bize, giden in-/ sanlar uğradılar" denilmektedir.
Rivayetler arasındaki
bu lâfzî bazı ihtilâflara rağmen, hadisin sıhhati konusunda herhangi bir
tenkide rastlamadık. Şevkâni, bu hadisin birçok isnâdla, rivayet edildiğini, bu
senedlerden bir kısmındaki râvîlerin, sahih hadislerin râvileri olduğunu
söyler.
İslâmdan önceki
cahiliye döneminde insanlar babalan öldüğü zaman geride kalan üvey annelerini
bir miras olarak kabul ederler ve onlarla evlenmeyi meşru haklan olarak
görürlerdi. Ancak İslâm bunu yasaklamış, üvey anne ile evlenmenin caiz
olmadığını beyân etmiştir. Bir ayeti kerimede: "Babalarınızın evlendiği
kadınlarla evlenmeyiniz..." Duyurulmuştur.[263]
Bu yasağa rağmen, -
yasak oluşunu bilerek mi, yoksa bilmeden mi olduğunu bilemiyoruz- Bedevilerden
birisi, Ölen babasının karısı ile evlenmiş ve Rasûlullah (s.a) bu adamı
öldürmek ve mallarını müsadere etmek üzere bir heyet göndermiştir. Bazı
rivayetlerde, Rasûlullah'in bu vazife için, Berâ b. Âzib'in amcası yada
dayısını gönderdiği bildirmektedir.
Hafız İbn Hacer
el-Askalanî'nin, el-Isâbe'de ve İbnu'l-Cevzi'nin Telkih'ta bildirdiklerine
göre, hadiste anlatılan (babasının karısı ile evlenen) adam, Manzur b. Ebân,
kadın da Melike binti Hârize'dir. Ancak bu iddia tenkid edilmektedir. Çünkü
babasının karısıyla evlenen şahıs, Rasûlullah devrinde öldürülmüştür. Halbuki,
Manzûr b. Ebân, Hz. Peygamber (s.a.v)'den sonra yaşamıştır.
Bu hadisin zahiri,
babasının hanımı veya başka bir mahremi ile evlenen kişinin cezasının ölüm
olduğuna delâlet etmektedir. Müctehidlerin bazıları da bu görüşe sahip
olmuşlardır. Bazıları ise, her ne kadar kişinin mahremiyle evlenmesi caiz
değilse de, bir nikâh şüphesi olduğu için, had olarak Öldürülmeyeceğini, başka
bir şekilde cezalandırılacağını, bu hadisteki Öldürme olayının, mahremi ile
evlenmeyi helal sayan kişi ile ilgili olduğunu söylerler.
Şimdi, bu konuya hayli
uzun yer veren Hattâbî'nin sözlerini özetlemek ve mezheplerin görüşlerine
işaret etmek istiyoruz.
Hattâbî özetle şöyle
der:
"Bu nikâhın şüphe
ile olduğu, bu yüzden haddin düştüğü yolundaki iddia, gerçekten çok uzaktır.
Çünkü şüphe, bazı yönlerden helâla benzeyen bir şeyde söz konusudur. Mahrem
olanların nikâhı ise hiçbir şekilde helâl değildir. Her ne kadar buna nikâh
denilmekte ise de bu, zinadır. Bu, bir câriye kiralayıp da onunla zina etmeye
benzer. Buna icâre denilmesi, onu zina olmaktan çıkarmaz ve ondan haddi
düşürmez.
Bâzıları,
Rasûlullah*ıh adamı, babasının karısıyla evlenmeyi helâl gördüğü için
öldürülmesini emrettiğini zannederler. Üveyannesi ile evlenmeyi mubah görerek
evlenen kişinin dinden çıkacağını ve cezasının riddet-ten ötürü ölüm olduğunu
söylerler.
Bu tevil fasiddir.
Üvey annesi ile evlenenin öldürülmesini bu şekilde tevil etmek caiz ise, zina
edip de recmedilen başkalarını da bu şekilde te'vil mümkün olur. Rasûlullah
onu, zinayı helâl gördüğü için recmettir-miştir, denilebilir.
Bu şekildeki bir
tevilin fasid olduğu açıktır. Rasûlullah üvey annesi ile evlenen kişiyi- zina
ettiği ve annesi hakkındaki hürmeti çiğnediği için oldürtmüştür.
Bazı âlimler,
mahremini öldürene diyeti artırmışlardır. Bu, Hz. Osman’dan rivayet edilmiştir.
Hz. Ali'nin de, ramazanda içki içen birisine hadde ilâveten bu mübarek ayda
haram işlediği için yirmi deynek daha vurduğu rivayet edilmiştir.
Alimler, mahremi ile
evlenen kişiye verilecek ceza konusunda ihtilâf etmişlerdir.
Hasenü'l-Basrî, bu
şahsa zina haddi gerektiğini söyler. Mâlik b. Enes ve İmâm Şafiî'nin görüşü de
böyledir.
Ahmed b. Hanbel'e göre
adam öldürülür ve malı elinden alınır. İshak b. Râheveyh de aynı görüştedir.
Süfyân'a göre evlenme
şahidler huzurunda olmuşsa ondan had düşürülür.
İmâm Ebû Hanife, adama
had uygulanmayacağını, ta'zir cezası verileceğini söyler. Ebû Hanifenin iki
arkadaşı (Ebû Yûsuf ve Muhammed) ise, haram olduğunu bile bile evlenmişse
haddin uygulanacağı görüşündedirler."
İbn Kûdâme; mahremi
ile evlenenin nikâhının bâtıl oluşunda icmâ olduğunu ve onunla ilişki kurması
hâlinde de ulemânın çoğunluğuna göre had gerektiğini söyler. İbn Kudâme haddi
gerekli gören âlimlerden bazılarının isimlerini sayar. Bunlar, Hasen, Câbir b.
Zeyd, Mâlik, Şafiî, Ebû Yûsuf, Muhammed, İshak, Ebû Eyyûb, ve İbn Ebî
Hayseme'dir. Yukarıda, Hattâbî'den naklettiğimiz gibi, İbn Kûdâme de Ebû
Hanife ve Sevrî'ye göre, şüpheden dolayı haddin icabetmediğini kaydeder.
Haddi gerekli
görmeyenlere göre şüphe, cinsî teması mubah kılan şeyin sureten varlığıdır. O
da, nikâhtır. Her ne kadar nikâh batılsa da, haddi düşürecek bir şüphe vücuda
getirir. Ancak, şiddetli bir şekilde cezalandırılır.[264]
1- Mahremi
olan birisi ile evlenip de, onunla cinsi İlişki kuran kişi öldürülür. Bu Cumhurun
görüşüdür. Ebû Hanife'ye göre öldürülmez, ta'zir edilir.
2- İslâmın
kesin bir hükmüne muhalefet eden kişi, devlet başkanının emri ile
öldürülebilir.
3- Bir
tarafa giden heyetin, bayrak filâma gibi bir şey taşıması caizdir.
4-
Mahremlerinden biri ile evlenip, cinsi temas kuran kişinin mallan elinden
alınabilir. Bu taziren verilen bir cezadır.[265]
4458... Hubeyb
b. Salim şöyle demiştir: Abdurrahman b. Huneyn adında bir adam, karısının
cariyesi ile cinsel ilişkide bulundu. Hadise, Küfe Emiri olan Nûmân b. Beşir
(r.a)'a götürüldü.Nûman:
"Senin hakkında,
Rasûlullah (s.a)'m hükmü ile hükmedeceğim; Eğer karın o cariyeyi sana helâl
kılmışsa (onunla cinsî ilişkide bulunmana izin vermişse) sana yüz değnek
vuracağım, Onu sana helal kılmamışsa (izin vermemişse) taşlarla
recmedeceğim" dedi.
Kadının kocasına izin
verdiğini öğrendiler. Bunun üzerine adama yüz deynek vurdu.
Katâde der ki:
"Bu mes'eleyi
Hubeyb b. Sâlim'e yazdım, o da bana böyle yazdı."[266]
Anlaşılan, ravîlerden
Kâtâde kendisine hadisi nakleden Halid b. Urfuta'ya pek itimad etmemiş, işin
aslını anlamak için, Halid'in rivayette bulunduğu Hubeyb b. Sâlim'e yazmış, o
da Halid'in haberini tasdik mâhiyetinde cevap vermiş.
4459... Nûman
b. Beşir (r.a), karısının cariyesi ile cinsi ilişkide bulunan kişi hakkında
Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Eğer karısı,
cariyesini kocasına helâl etmişse (onunla cinsî ilişkide bulunmasına izin
vermişse) yüz değnek vurulur. Helâl etmemiş (izin vermemiş)se recmederim."[267]
Bu iki rivayetin ifâde
ettiği hüküm aynıdır. Birisinde^ Nurnan b. Beşir (r.a) Rasûlullah (s.a)'den duyduğunu
söylemiş, öbüründe de uygulamıştır. Her iki rivayetin, Nûman b. Beşir'den aynı
anda duyulmuş olması mümkün olduğu gibi, farklı zamanlarda vürûdu da
mümkündür.
Bu rivayetler hadis
ulemâsı tarafından hayli tenkid edilmiştir;
Hattâbi "Bu
hadis, muttasıl değildir, onunla amel edilmez" der.
Tirmizi: "Nûman
hadisinin isnadında ızdırap var, Muhammed b. İsmail'e bu hadisi sordum, Ben bu
hadisi kabul etmem dedi" demektedir.
Nesâi: "Nûmân'ın
bütün hadisleri muzdaribtir" demiştir.
Ulema, raviler
arasında bulunan, Halid b. Urfuta'nın mechûl olduğunu söylerler.
İbnü'l-Arabi'nin
beyânına göre; karısının izni ile, onun cariyesi ile cinsi temas kuran kişiye
yüz sopa vurulması had değil, tazirdir. Ancak suç büyük olduğu için had
sınırına varan bir ceza öngörülmüştür. Çünkü, -Sindî'nin de dediği gibi - evli
(muhsan) olan birisinin zina etmesi hâlinde uygulanacak ceza recmdir. Başka bir
ceza yoktur. Herhalde bu adama recm cezasının uygulanmayışına sebep; kadının
cariyesini helâl kılmasının bir şüphe doğurmasıdır. Kadının cariyesini
kocasına ariyet olarak vermesi, onu kocasına helâl kılmasa da zayıf bir şüphe
doğurur. Bu şüphe de recmin düşmesine sebep olur. Tabi bu izah yukarıdaki
rivayetlerin sahih sayılması halinde söz konusudur. Üstelik bundan sonra
gelecek olan rivayette, Seleme b. Muhabbık; Rasûlullah'ın, karısının cariyesi
ile cinsel ilişkide bulunan şahsa had uygulamadığını söylemiştir.
Gerek ashab, gerekse
daha sonraki ulemâ karısının cariyesi ile cinsel ilişki kuran kişiye verilecek
ceza konusunda ihtilâf halindedirler.
Hattabfnin nakline
göre; Ömer. b. el-Hattab ve AH b. Ebî Talib (radı-yallâhü anhumâ), bu durumdaki
bir kişinin recmedilmesi gerektiğini söylerler. Atâ b. Ebî Rebah, Katâde,
Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İshak da aynı
görüştedirler.
Zührî ve Evzâî'ye göre
sopa vurulur, ama recmedilmez.
İmâm Ebû Hanife ve
talebelerine göre; adam karısının cariyesi ile zina ettiğini; ikrar ederse
recmedilir, Ben, onun bana helâl olduğunu zannettim, derse had uygulanmaz.
Sûfyân-ı Sevm'den de;
"eğer bu işi yapan adam, cahilliği bilinen birisi ise ta'zir edilir, had
uygulanmaz" dediği rivayet edilmiştir.
Avnü'l-Mâbûdda,
Haılâbî'nin aksine Ahmed ve İshak'ın, mezheplerinin Nûman b. B esir'in
naklettiği şekilde olduğu Şevkânî'nin de bunu sahih bulduğu söylenmektedir.[268]
4460... Seleme
b. el-Muhabbak'tan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a), karısının
cariyesi ile cinsî ilişki kuran kişi hakkında şöyle hüküm vermiştir:
Eğer adam cariyeyi
zorlamışsa, câriye hürdür. Adam, cariyenin sahibine (karısına) o câriye'nin
mislini borçlanmış olur. Eğer câriye gönüllü ise, câriye adamın olur, sahibine
onun mislini öder.
Ebû Davud der ki:
Yûnus b. Ubeyd, Amr h.
Dinar, Mansur b, Zâzân ve Sellârn, bu hadisi Hasen'den aynı manâ ile rivayet
etmişlerdir.[269]
Yûnus ve Mansûr,
Kabisa'yı anmamışlardır.[270]
4461...
Hasen, Seleme b. el-Muhabbak'tan, O da Rasûluilah (s.a)'den önceki hadisin
benzerini rivayet etmiştir. Ancak, bu rivayete göre Rasûlullah: "Eğer
kadın gönüllü ise, hem cariye hem de adamın malından, onun misli, cariyenin
sahibine (kadına) verilir" dedi.[271]
Hattâbî: "Bu
hadis münkerdir. Kabîsa b.Hureys ma'rûf değildir. Bu gibi hadisler hüccet
olamaz. Hasen, hadis işittiği kimselere pek aldırmaz, incelemezdi. Hasen'in
arkadaşı, Eş'as'm; bu hükmün hadler meşru kılınmadan önce olduğunu duydum,
dediği rivayet edilir" demiştir.
Gerçekten, bu
rivayetlerle, önceki rivayetler birbirleri ile tam bir çelişki içersindeler.
Onlar da, karısının cariyesi ile cinsî ilişki kurana; duruma göre recm veya değnek
cezaları, yâni had uygulandığı söylenirken, bu rivayetlerde, haddin olmadığı
anlaşılmaktadır. İbn. Mâce'nin aynı râvîden rivayet ettiği bir haberde;
Rasûlullah'a, karısının cariyesi ile cinsi ilişki kuran bir adam getirildiği ve
Rasûlullah'm ona had uygulamadığı açıkça ifade edilmektedir.[272]
Hattâbî, yukarıya
aktardığımız, sözlerinde, bu rivayetlere itibar edile-miyeceğini söylemişti.
Hattâbî'nin bu rivayetleri hüccet saymamakta başka sebepleri de var. Şöyle ki:
a- Bu,
konunun esaslarına ters düşen bir durumdur. Hiç bir âlim bu rivayetlerde
öngörülen hükmü benimsememiştir.
b- Telef
edilen bir mal için, mislini ödettirmek hayvanlara hastır.
c- Bu
rivayetlere göre zina, bir kadına sahip olma hakkını vermektedir.
d- Bu hüküm bedenden
haddi düşürüp, malda ceza uygulamaktır.
Bütün bunlar, hiçbir
âlimin kabul etmediği, şeriata uygun olmayan şeylerdir. Şayet bu rivayetler
sahih ise, bunların mensuh olduğunu söylemek gerekir.
Sıraladığımız bu madde
ve görüşler, Hattâbî'ye ait idi.
Hind ulemâsından
Mevlânâ Muhammed Yahya, biribirleri ile çelişkili görülen bu rivayetlere daha
değişik bir biçimde bakmış ve aralarını telif etmiştir.
Muhammed Yahya özetle
şöyle der:
"Karısının
cariyesi ile zina eden birisi bunu karısının izni ile yapmışsa değnekle
dövülür. Karısının izni olmamışsa recmedilir. Bundan sonra bakılır; eğer
câriye gönüllü olarak kendisini teslim etmişse, o cariyenin adama verilmesi
maslahat gereğidir. Çünkü bunlar birbirlerine alışmışlardır,
o işi tekrar tekrar
isteyeceklerdir. Harama düşmektense, cariyeyi erkeğe verip, helâl kılmak daha
yerindedir. Eğer câriye gönüllü değil de, adam kendisine zorla tecâvüz etmişse,
cariyenin serbest bırakılması uygun olur. Çünkü bu durumdaki bir cariyenin o
evde tutulması birçok kötülüklere sebep olur."
Bezhı'l-Mechûd
müellifi bunları naklettikten sonra, Muhammed Yahya'nın bu nefis izahının,
hiçbir fakihin aklına gelmeyen eşsiz bir izah olduğunu söyler.[273]
4462... İbn
Abbas radıyallahü anhuma'dan; Rasûlullah Salallahü aleyhi vesellemin şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Lût kavminin
yaptığını yapan birisini bulursanız (bilirseniz), yapanı da yapılanı da
öldürünüz."[274]
Ebû Davud der ki:
"Bu hadîsin
benzerini, Süleyman b. Bilâl, Amr b. Ebî Amr'den rivayet etmiştir. Abbad b.
Mansûr da, İkrime vasıtasıyla İbn Abbas'tan merfû olarak rivayet etmiştir.
Ayrıca, İbn Cüreyc, ibrahim'den, ibrahim, Dâvud h. el-Husayn' dan. o
İkrime'den, İkrime de ibn Abbas'tan, merfû olarak rivayet etti"
Buradaki "merfû
olarak" sözünden maksadı şudur; İbn Abbas, "Rasûlullah şöyle
dedi.." dememiş, râvi: "İbn Abbas onu, ref etti" demiştir.[275]
4463... Said
b. Cübeyr ve Mücahid, İbn Abbas radıyallahü anhumâdan;
Livâta ederken
yakalanan bekâr hakkında: "Recmedilir" dediğini rivayet etmişlerdir.
Ebû Davud şöyle dedi:
"Asımın hadîsi,
Amr b. Ebî Amfin hadîsini zayıflatıyor."[276]
Lût kavminin yaptığı
işten maksat, insanlarla, arka tarafından temas kurmaktır. Temas kurulan şahıs
erkek olsun kadın olsun aynıdır. Bu harekete, livâtâ denilir. Bugün kullanılan
"HomoseLsüellik" tâbiri ile aynı manâdır.
Cenâb-ı Allah'ın
gönderdiği bir Peygamber olan Hz. Lût (.s)'ın kavmi arasında bu çirkin hareket
yayıldığı için, "Lût kavminin yaptığı iş" denilmiştir.
Bu fiili işleyene de
"Lûtî" denilir.
Allah (c.c.) Lût
kavmini, işledikleri bu çirkin günahtan dolayı daha dünyada iken cezalandırmış,
onları üzerlerine taş yağıdırarak helak etmiştir. Cenâb-ı hakkın şu cilvesine bakın
ki her türlü hastalığın tedavisinin bilindiği bu asırda, homoseksüellikten
kaynaklanan bir hastalık, tedavisi, mümkün olmayan tek hastalıktır.
Allah'ın emir ve
yasaklarının tümü insanların maslahatına yöneliktir. Yâni ya insanlık için
(fert veya toplum) bir menfaat sağlamayı ya da onlardan bir zararı defetmeyi
hedeflemiştir. Eğer bir şey yasaklanmışsa mutlaka onda bir hikmet, bir
maslahat vardır. Dolayısıyla, zina ve homoseksüellik (eş cinsellik) gibi
fiiller, ilk bakışta iki kişi arasında cereyan ettiği için, "bunun ne
mahzuru var ki?! Alan memnun veren memnun" denilemez. Bu hareketler,
Allah'ın emrine isyan oluşlarının yanı sıra, fert ve toplum hayatının
(parçalanıp çözülmesine), onulmaz yaralar açılmasına da sebeptirler. İşte
asrımızda, dinimizin şiddetle yasakladığı en büyük çirkinliklerden
olan,eşcinselliğin, tedâvî edilmez bir hastalığa sebep olduğunun ortaya
çıkışı, garip ama Allah'ın emir ve yasaklanndaki hikmete yeni bir örnek olması
bakımından hikmetli bir tecellidir.
Üzerinde durduğumuz
rivayetlerden birincisi, evli ve bekâr ayırımı yapmadan eşcinsellik
muamelesinde bulunan her iki kişinin de (temas eden ve kendisine temas
edilenin) öldürüleceğini bildirmektedir. İkinci rivayette ise, İbn Abbas (r.a)
hemcinsi olan bir insana arkadan varan bekârın recmedileceğini söylemiştir. Bu
harekette, kendisine arkadan yaklaşılan
pasif tarafın erkek veya
kadın olması arasında
fark yoktur.
İslâm ulemâsı ister
erkek olsun ister kadın, ister kendi karısı olsun ister yabancı bir insana arkasından
yaklaşmanın haram olduğunda müttefiktirler. Ancak, bu işi yapanlara
uygulanacak dünyalık ceza konusunda, değişik delillere istinad ederek farklı
görüşlere sahip olmuşlardır. Bu görüşlerin özeti şudur.[277]
1- Bir
insana arkasından temas eden kişiye, zinâ haddi uygulanır yâni, temas eden kişi
muhsansa (sahih bir nikahla bir kadınla evlenip onunla cinsi ilişki kuran
birisi ise) recmedilir. Muhsan değilse yüz değnek vurulur. Bu görüş; Sa-id b.
Müseyyeb, Atâ b. Ebî Rabah, Nehâî, Hasenü'l-Basri, Katâde, Hane-filerden Ebu
Yusuf, Muhammed, kuvvetli görüşüne göre İmam şâfiî ve bazı alimlerin nakline
göre İmâm Mâlik'e aittir.
İmam Şâfiîye göre,
pasif durumda olan tarafa da ister erkek olsun ister kadın, ister muhsan olsun
ister olmasın yüz değnek vurulur ve bir yıl sürgün edilir.
2- Livâta
fiilini işleyen kişi ister muhsan olsun, ister olmasın Öldürülür. Bu görüş,
Ahmed b. Hanbel, Mâlik b. Snes ve bir rivayete göre İmam Şafiî'ye aittir. Bu
görüş, üzerinde durduğumuz hadise muvafıktır.
Lûtî'yi öldürme
şekline gelince; Üzerine bir bina yıkılır, yüksek bir yerden atılır şeklinde
görüşler vardır.
3- Lûtiye
had uygulanmaz, ta'zir edilir. Bu görüş de, İmam Azam Ebû Hanife'ye aittir.
Hanefi eserlerinden, el-Hidâye'de, İmamı Azamın görüşü şu şekilde
delillendirilmiştir.
"Bu hareket bir
zina değildir. Çünkü sahabeler onun öldürülüş şeklinde ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi ateşle yakılmasını, kimi üzerine bir duvar yıkılmasını, kimisi yüksek
bir yerden itilip peşinden taş atılmasını v.s. söylemişlerdir. Bu fiilde,
çocuğu telef etmek veya neseplerin karışması da söz konusu olmadığı için bu,
zinâ manâsında değildir. Her iki taraftan bu işe istek olmadığı için vukuu da
nadirdir. Zinaya ise istek vardır. Lûtinin Öldürüleceğini bildiren haberler ya
siyâseten öldürüleceğine delâlet eder ya da bu fiili helâl görenle
ilgilidir."
4- Hz.
Ebûbekir, Hz. Ali (radıyallâhû anhûma) gibi, büyük sahabelerin
de içinde bulunduğu
bir guruba göre, Lûtî kılıçla kafası kesilerek Öldürülür.
5- Bâzı
Zahirîlere göre, bu çirkin hareketi işleyenlere hiç bir ceza uygulanmaz.
Hattâbî beşinci
maddedeki görüşün, doğruya en uzak olduğunu, insanları bu kötü amele teşvike
sebep olacağını söyler.[278]
4464... İbn
Abbas (radıyallâhû anhûmâ)'dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur: "Bir kimse, bir hayvana cinsel te-masda bulunursa, hem o
adamı hem de hayvanı öldürünüz"(Râvî) İklime der ki:
İbn Abbas'a:
"Hayvanın suçu ne?" dedim. "Zannediyorum, Rasûlullah
bunu ancak kendisine
böyle bir şey yapılmışken o hayvanın etinin yenilmesini kerih gördüğü için
söylemiştir." dedi.[279]
Ebu Davud; "Bu
hadis kuvvetli değildir" demiştir.[280]
4465... İbn
Abbas (r.â) şöyle demiştir:
"Hayvana ilişkide
bulunana had yoktur."[281]
Ebu Davud der ki:
Ata da böyle dedi.
Hakem: "Onun değnekle dövülmesini ama bunun had miktarına varmamasını
uygun bulurum" dedi. Hasen ise "O zina menzil e sindedir"
demiştir.
Ebu Davud: "Âsim
in hadisi, Amr b. Amr'ın hadisini zayıflatmaktadır" dedi.[282]
Görüldüğü gibi İbn
Abbas'tan aynı konuda biri bidne zıt i]d
rivayet gelmiştir. Bunlardan; Rasulullah'a isnad edilen rivayet, hayvana cinsi
ilişkide bulunan kişinin öldürüleceğine delalet ederken; İbn Abbas'm sözü
olarak nakledilen rivayette bu işi yapana haddin olmadığı ifade edilmektedir.
Rivayetler arasındaki
bu çelişkiyi, ulema rivayetlerin isnatlarındaki ravilerin durumlarım göz önüne
alarak izale etmişlerdir. Hemen belirtelim ki tenkidler daha çok hayvana cinsî
temasta bulunanın öldürüleceğini bildiren 4464 nolu hadisin isnadında
yoğunlaşmıştır.
Hattabi: "Şayet
bu konuda İbn Abbas'ın bildiği bir hadis olsaydı ona muhalefet etmezdi"
diyerek, hadisin zayıflığına işaret etmiştir.
Yahya b. Main,
"Amr b. Ebi Amr (Hadisin tabiinden sonraki ravisi) fena değil, kuvvetli
de değildir." demiştir.
Muhammed b. İsmail
el-Buhari de : "Amr, saduk (doğru) dur, ama İkrime'den münker hadisler
rivayet etmiştir. Hadisinde İkrime'den işittiğine dair bir şey
söylememiştir" demektedir.
Tirmizi, Asım'ın
hadisinin (hayvanla temas kurana haddin olmadığını bildiren 4465 no'İu hadis)
daha sahih olduğunu söyler.
Beyhaki ise yukarıdaki
alimlerin aksine Amr hadisinin kuvvetli olduğunu söylemiştir.
Ulemanın çoğunluğu
hayvanla temas kuran kişinin öldürüleceği görüşüne katılmamaktadır. Bu konudaki
farklı görüşlere girmeden önce şunu belirtelim ki alimlerin çoğunluğunun bu işi
yapanın öldürüleceği görüşünde olmayışı, o işi meşru görmeleri anlamına
gelmez. Hayvana cinsi temasta bulunmk haramdır, çirkindir, bu işi yapan kişi
Rasûlullah'ın dili ile lanetlenmiştir. Beyhaki'nin rivayet ettiği bir hadiste
Rasûlullah "Bir hayvana cinsel ilişki kuran kişi mel'undur. Hem onu hem
de şöyle şöyle yapılan hayvan bu, denilmemesi için o hayvanı öldürünüz"
buyurmuştur.
Büyük alim Hattabi,
hayvanla cinsi ilişki kuranın ve o hayvanın öldürüleceğini bildiren hadis
hakkında: "Bu hadis, Rasûlullah'ın hayvanları yemek maksadı dışında
öldürmekten nehyeden hadise ters düşüyor" dedikten sonra hayvana ilişkide
bulunan kişiye verilecek dünyalık ceza konusundaki görüşleri şöyle özetler:
1- Bir
kimse, Rasûlullah'ın yasakladığını bildiği halde bir hayvanla temas kurarsa
öldürülür. Şayet devlet başkanı ölüm cezasını kaldırırsa, zinaya kıyasla yüz
değnek vurulur.
Bu görüş İshak b.
Rahaveyh'indir.
2 - Eğer
adam muhsansa öldürülür. Bekarsa yüz değnek vurulur.
Bu görüş de Hasenü'l -
Basri'den nakledilmiştir. İmam Şafii'den gelen bir görüş de böyle dir.
3- Zühri'ye göre,
temasta bulunan ister muhsan olsun ister olmasın yüz değnek vurulur.
4- Bu fiili
işleyen kişi ta'zir edilir. Yani hakim uygun göreceği bir ceza verir. Ulemanın
cumhuru bu görüştedir. Ata, Nehai, İmam Malik, Süfyan-ı Sevri, Ahmed b. Hanbel,
İmam-ı Azam Ebu Hanife ve talebeleri, İmam Şafii'nin bir görüşü bu şekildedir.
Hayvanın öldürülmesini
gerekli görenlere bundaki hikmet yukarıya Beyhaki'den naklettiğimiz rivayette
de görüldüğü gibi, temas edilen hayvanın insanlar tarafından gösterilme
endişesidir.
Merginanî:
"Hayvanın kesilip yakılması şeklindeki rivayet onun hakkında konuşmayı
kesmek içindir. Bu vacip değildir" der.
Sindî, Suyûtî'den
naklen hayvanın öldürülmesindeki hikmetin hayvanın yarısı insan yarısı hayvan
şeklinde bir yavru dünyaya getirmesi endişesi olduğunu söyler. Ama bu gün için
bu görüş isabetli kabul edilemez. Çünkü ayrı ayrı cinslerden olan canlıların
birleşmesi sonucu, üremenin sağlanamayacağı ilmen sabittir. Nitekim özellikle
köy ve kasabalarda cahil gençler arasında hayvanla ilişki kuranlar bulunduğu
halde hiç bir hayvanın yarısı insan yarısı hayvan olan bir hilkat garibesi
dünyaya getirdiği duyulmamıştır.[283]
4466... Sehl
b. Sa'd (r.a) demiştir ki:
Bîr adam Rasûlııllah
(s.a)'a gelip huzurunda adını vererek bir kadınla zina ettiğini ikrar etti.
Rasûlullah (s.a) kadına birisini gönderip, bunu sordu. Kadın zina ettiğini
inkâr etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) adama celd haddini uyguladı (yüz
değnek vurdurdu), kadını bıraktı.[284]
4467... İbn
Abbas (radıyallahü anhüma)'dan rivayet edildi ki:
Bekr b. Leys'den,bir
adam Rasûlullah (s.a)'e gelip bir kadınla zina ettiğini dört kez ikrar etti.
Rasûlullah ona yüz-değnek vurdu. (Çünkü) adam bekârdı. Sonra kadın aleyhine
beyyine istedi. (Adam getiremedi) Kadın: "Vallahi yalan söyledi, ya
Rasûlullah" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) adama kazf cezası olarak
da seksen değnek vurdu.[285]
Nesaî "bu hadis
münkerdir" demiştir. İbn Hibban da "Bununla ihticac batıldır"
der.
Zina suçu. şahitlerin
şehadeti ile sabit olduğu takdirde hem erkek hem de kadın için bağlayıcıdır,
sabittir* Ama taraflardan birisinin ikrar edip Öbürünün inkar etmesi durumunda
inkar eden açısından bağlayıcılığı yoktur. Çünkü ikrar sadece ikrar eden kişi
aleyhinde delildir.
Üzerinde durduğumuz
babın hadisleri erkeğin zinayı ikrar edip, kadının ikrar etmemesi halini
sözkonusu etmektedir. Bunlardan birincisinde Zina ikrarında bulunan bekar
erkeğe yüz değnek zina haddi vurulup, kadının salıverildiği bildirilmekte,
adama ayrıca iftira (kazf) haddinin vurulup vurulmadığından
bahsedilmemektedir.
İkinci Jıadiste ise
adama zina haddinin yanısıra seksen değnek de kazf cezası uygulandığı
bildirilmektedir. Ancak ikinci hadis için Nesai: "Bu hadis münkerdir"
demiştir.
Alimlerin bir kısmı
birinci hadisle istidlal ederek erkeğin zina ikrarında bulunup da kadının
inkâr etmesi halinde adama zina haddinin uygulanacağını, kazf haddinin
uygulanmayacağını söylemişlerdir. İmam Malik ve Şafii bu görüştedirler.
İmam Azam Ebu Hanife
ve İmam el-Evzai'ye göre böyle birisine sadece kazf haddi uygulanır. Zina
haddi uygulanmaz. Çünkü kadının inkârı bir şüphe ortaya koymaktadır. Şüphe ile
de had düşer.
İmam Muhammed de;
"Erkeğe hem zina hem de kazf cezası uygulanır" diyor. Bu görüş
Şafiiden de rivayet edilmiştir.
Şevkani iki vecihten
dolayı bu görüşün uygun olduğunu söyler. Bunlar:
1- Birinci
hadiste erkeğe kazf haddinin uygulandığına dair bir kaydın bulunmaması kazf
hadinin olmadığına delil olmaz. Çünkü kadın kazfi istemediği için veya başka
bir sebepten dolayı haddin uygulanmamış olması muhtemeldir.
2- Kazfe
delalet eden delillerin zahiri umumidir. Bu umumdan ancak bir delille
çıkılabüir. Bu mes'elede adamın kadına iftirası (kazfi) sabittir. Çünkü zina
iddiasında bulunmuş isbat edememiştir. Kazif haddini düşürecek delil de
yoktur.[286]
4468....
Abdullah (b.Mes'ud r.a) şöyle demiştir:
Bir adam Nebî (s.a)'e
gelerek şöyle dedi:
"Ya Rasûlullah
ben Medine'nin kenarında bir kadınla oynaştım. Ona cinsi temastan başka herşeyi
yaptım. İşte ben huzurundayım. Bana dilediğin haddi uygula (dilediğin cezayı
ver), dedi.
Hz. Ömer (r.a)
"Allah seni (n suçunu)
gizledi. Sen de gizleseydin (iyi olurdu)" dedi.
Rasûlullah (s.a) hiç
bir cevap vermedi. Adam gitti. Rasûlullah (s.a) peşinden bir adam gönderip onu
(geri) çağırdı ve şu ayet-i kerimeyi okudu: "Gündüzün iki tarafında ve
gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı kıl..."[287]
Halktan birisi:
"Ya Rasûlullah bu
sadece onun için midir? Yoksa tüm insanlar için midir?" dedi.
Rasûlullah (s.a):
"Tüm insanlar
için" dedi.[288]
Hadisin Sahih-i
Müslim'de birkaç rivayeti vardır. Bunlar arasında bazı lafız farkları varsa da
mana bakımından aynıdır.
Hadiste, bir kadınla
oynaştığını söyleyen zatın ismi hakkında değişik isimler rivayet edilmiştir.
Bunlar: Ebu'1-Yüsr, Amr b. Aziziyye İbn Muattib, Ebu Mukbil Amir b. Kays,
Nebbah et-Temmar ve Abbad'dır. Bunlar içerisinde en tercihe şayan görülen
Ebu'1-Yüsr Ka'b b. Amr el-Ensari'dir.
Hadiste, anılan zatın
kadınla oynaştığı yerin Medine'nin ucunda olduğu bildirilmektedir. Bundan
maksat; Medine'nin kenarı Mescid-i Harama uzak bir yeridir.
Hadisten; bir kadınla
öpüşmek, kucaklaşmak ve sıkıştırmak gibi bir şekilde oynaşan birisine had
gerekmediği anlaşılmaktadır. Çünkü böyle bir şey yaptıktan sonra pişmanlık
duyan zata, Rasûlullah (s.a) hiçbir ceza vermemiş, Hz. Ömer (r.a)'de
"Allah senin suçunu Örtmüş; sen de gizleseydin ya" demiştir. Peşinden
de, "Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı
emreden ve iyiliklerin kötülükleri gidereceğini" bildiren Hud suresinin
114. âyeti nazil olmuştur.
Şuna işaret etmek
gerekir ki, bir harekete had cezasının uygulanmayışı, o hareketin meşru
olduğunu göstermez. Cinsi temas olmasa bile, yabancı bir kadına dokunmak
haramdır. Şüphesiz bu şekildeki hareketin günahı zinanın günahı kadar ağır
değildir. Ama günahtır.
Hadisi şerif beş vakit
namazın küçük günahlar için keffaret olduğuna da delalet etmektedir.[289]
4469... Ebu
Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a) dan rivayet edildi ki: Rasûlullah
(s.a)'e muhsan olmayan bir cariye zina etse hükmünün ne olduğu soruldu.
Rasûlullah (s.a):
"Eğer zina ederse
(celd) değnek vurunuz, sonra tekrar zina ederse yine değnek vurunuz, Sonra
tekrar zina ederse bir ip mukabilinde bile olsa onu satınız" buyurdu.[290]
ibn Şîhab şöyle dedi:
Rasûlullah (onu
satınız diye) üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde mi dedi bilmiyorum.
"Dafîr" ip demektir."[291]
4470... Ebû
Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
"Birinizin
cariyesi zina ederse, ona had uygulasin, hakaret edip başa kakmasın.
Rasûlullah (s.a) bunu üç kez tekrarladı, eğer dördüncü defa yine tekrarlarsa
kıl bir ip mukabilinde bile olsa onu satsın."[292]
4471... İbn
Nufeyl Muhammed b. Seleme, Muhammed b. İshak, Said b. Ebi Said el-Makburî ve
onun babası kanalıyla bu (önceki) hadisi Ebu Hureyre'den rivayet etti. Buna
göre (Rasûlullah) Her seferinde: "Ona sopa vursun. (Bu) Allah'ın Kitabıdır
(farz kıldığı hükümdür). Ona hakaret etmesin." Dördüncüsüne de:
"Tekrar yaparsa ona sopa vursun. (Bu) Allah'ın Kitabıdır (farz kıldığı
hükümdür); sonra da kıldan yapılmış bir ip karşılığında bile olsa satsın"
buyurdu.[293]
Bu babdaki hadisler
zina eden bir cariyeye verile çgjç cezavı sözkonusu etmektedir. Hadislerin
zahirine göre, muhsan olmayan bir cariye zina ederse kendisine celd (sopa vurma)
cezası uygulanır. Ayrıca cariyeye hakaret ayıplama gibi bir ceza verilmez.
Bazı alimlerin izahına göre zina eden cariyenin cezası daha önce hakaret ve
kınama idi. Daha sonra bu hüküm neshe-dildi ve celd cezası meşru kılındı.
Rasûlullah bu sözü ile; "zina eden cariyeyi artık azarlayarak, hakaret
ederek cezalandırmayınız. Ona celd vurunuz." demeyi kast etmiştir.
Hadislerde üçüncü veya
dördüncü defa zina eden cariyenin satılması öngörülmektedir. Çünkü yeni
sahibinin yanında bu işi bir daha yapmaması mümkündür.
Hadisler, evli veya
evlilik yapmamış cariyeye dayak cezası uygulanacağı izlenimini verecek şekilde
varid olmuştur. Halbuki Kuran-ı Kerim-'deki bir ayet muhsan olan cariyenin zina
etmesi halinde de celd cezasının verileceğine işaret etmektedir. Çünkü bir
ayet-i kerimede Cenab-ı Allah "Cariyeler muhsan olurlar da fahişelik
ederlerse onlara hür muhsan kadınlara olan azabın yarısı vardır...[294]
buyurmaktadır. Aslında hür muhsan kadınların zina etmeleri halinde cezalan
recmdir. Ama rec-min yarısı olamayacağı için alimler bu ayetten maksadın celdin
yarısı, yani elli değnek olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Buna göre demek oluyor
ki bir cariye zina ederse ister muhsan olsun ister olmasın cezası elli değnektir.
Bu ayetle hadisler arasında bir çelişki intibaının çıkmaması için hadisteki
"muhsan" kaydı iki şekilde yorumlanmıştır. Bunlar:
1- "Muhsan"
kelimesi Rasûlullah (s.a)'den mahfuz (sabit) değildir. Bu hadis başka
isnadîarla muhsan kelimesi olmadan rivayet edilmiştir.
2- Rasûlullah'a
muhsan olmayan bir cariyenin zina etmesi durumunda cezasının ne olacağı
sorulmuş, onun için Efendimiz muhsan kaydını sözkonusu etmiştir. Maksat muhsan
olan cariye ile muhsan olmayan cariyenin zina cezalarının farklı olduğuna
işaret değildir.
3- Burada
muhsandan kasıt, evlilikten dolayı olan ihsan değil, iffet ve İslamdir. Yani
maksat, hür ve iffetli olmayan demektir.
Ulemanın cumhuruna,
göre ister muhsan (evli) olsun, ister olmasın bir cariye zina ederse elli
değnek vurulur. Dört mezhep imamı bu konuda hemfikirdir. İbn Abbas ve
Tavus'tan, evli olmadıkça zina eden cariyeye ceza verilmeyeceği rivayet
edilmiştir.
Hadislerin zahiri,
zina eden cariyeye efendisinin had uygulayabileceğine delalet etmektedir.
Çünkü Rasûlullah (s.a) efendilere hitaben, "onlara celd vurunuz"
buyurmuştur. İmam Malik, Ahmed b. Hanbel, İmam Şafii, Sahabe ve tabiundan
birçok alimin mezhebi budur.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
ve bir grup alime göre ise, efendisi cariyesinin cezasını tatbik edemez. Bu
hak devlet yetkilisine aittir.
Hadis-i şerif, fasık
ve asilerle birlikte olmayı ve onlarla düşüp kalkmayı da yasaklamış
olmaktadır.[295]
4472... Ebu
Ümame b. Seni b. Huneyf Ensar'dan Rasûlullah'ın bir sahabisinden şöyle rivayet
etmiştir:
Ensardan bir adam
hastalandı, öyle ki bitkin düşüp bir deri bir kemik haline geldi. Ensardan
birisinin cariyesi adamın yanına girdi; adam onu arzulayıp cinsel ilişki kurdu.
Kavminden bazı adamlar ziyaret için yanma girdiklerinde olup biteni onlara
anlattı ve:
"Ben yanıma giren
bir cariye ile ilişki kurdum. Benim için Rasûlullah (s.a)'a bunun hükmünü bir
soruverin" dedi. Adamlar bunu Rasûlullah'a haber verdiler ve:
"İnsanlardan onun kadar sıkıntıda olan birini görmedik. Eğer onu yüklenip
sana getirseydik kemikleri dökülürdü. O sadece bir deri bir kemik"
dediler.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a) yüz tane hurma salkımı sapı almalarım ve ona bir defa
vurmalarını emretti.[296]
4473... Ali
(r.a) demiştir ki:
Rasûlullah'ın ailesine
ait bir cariye zina etmişti. Rasûlullah (s.a):
"Ya AH git ona
haddi tatbik et" buyurdu. Gittim bir de ne göreyim! Kadından devamlı kan
gidiyor. Rasûlullah'a geldim. Efendimiz: "İşi bitirdin mi ya Ali?"
dedi.
"Kadına gittim,
kendisinden kan gidiyordu" dedim.
Rasûlullah (s.a):
"Onu kanı
kesilinceye kadar bırak, sonra haddi uygula. Sahibi olduğunuz kölelere (ve
cariyelere) hadleri uygulayınız" buyurdu.
Ebıı Davûd şöyle dedi:
Ebu l-Ahvas da Adü'l - A'la1 dan aynen bu şekilde rivayet eni. Şu'be,
Abdu'Vdan rivayet edip şöyle dedi: Rasûlullah: "Doğuruncaya kadar ona
vurma" buyurdu. Ancak birincisi daha sahihtir.[297]
Bu bab haddi
gerektiren bir suç işleyip de hasta olan
kişilere karşı uygulanacak yöntemi açıklamaktadır. Biz bu konuya girmeden önce
birinci hadiste geçen iki kelime üzerinde durmak istiyoruz.
"Bitkin düştü"
diye terceme ettiğimiz; "udniye" kelimesi, hastalıktan zayıflayıp
halsizleşmek, bitkin bir hale gelmek manasınadır. Zaten hemen peşinden gelen
"bir deri bir kemik kaldı" cümlesi de buna delalet etmektedir.
"Bir deri bir kemik kaldı" diye terceme ettiğimiz cümlenin tam karşılığı
da "kemik üzerinde bir deri haline döndü" şeklindedir.
Hadislerden birincisi,
hastalıktan takatsiz ve zayıf düşen birisine hakettiği had cezasının seri bir
hile ile hafifletildiğine, ikincisi ise nifas olan (kendisinden devamlı kan
gelen) bir kadının hakettiği cezanın hastalık geçtikten sonra tatbik
edileceğine delalet etmektedir.
Bu iki hadis
arasındaki hüküm farklılığı ulemanın da ihtilafına sebep olmuştur.
İmam Şafii'ye göre iyi
olmasından umut kesilen hasta birisi haddi gerektiren bir suç işlerse,
kendisine tatbik edilecek sopa adedince değnek bir araya getirilir ve bir defa
vurulur. Ancak bir araya toplanan değneklerin hepsinin suçlunun bedenine
değdiğinin bilinmesi icab eder. Bu uygulamanın benzeri Kur'an-ı Kerimde de vadir.
Bir âyette: "Ey Eyyub, eline bir demet sap alıp onunla vur, yeminini
bozma" demiştik.[298]'
Hatta-bi'nin bildirdiğine göre Şafii ulemasından bazıları, hırsız zayıf olur da
eli kesildiği takdirde öleceğinden korkulursa el kesilmez.
Hanefi imamlarına ve
İmam Malik'e göre haddin hafifletilmesi söz konusu değildir. Had kişiden
kişiye değişmez. Hasta olanla sağlam olan arasında fark yoktur. Ancak
hastalığın iyi olmasından sonra had uygulanır. Hanefi mezhebinin önde gelen
fıkıh kitaplarından Hidaye'de şöyle denilmektedir: "Hasta zina eder ve
cezası recm olursa hemen recmedilir. Çünkü o ölümü hak etmiştir. Hastalık
sebebiyle bundan kaçınılmaz. Ama eğeı cezası celd (sopa) ise ölüme sebebiyet
vermemesi için iyi oluncaya kadar celd uygulanmaz." Hidaye şerhi Fethu'l-Kadir'de
de aynı konuya şerh sadedinde hastalığın iyi olması umulmuyorsa veya haddi hak
eden son derece zayıfsa, Şafiilerin dediği gibi yüz ince sopanın bir araya
getirilerek bir defa vurulacağı söylenmektedir. Ayrıca bütün değneklerin vücuda
değmesi şart koşulmuştur.[299]
4474 ...
Âişe radıyallahü anha'dan şöyle demiştir:
"Özrüme
(suçsuzluğuma dair âyetler) inince, Rasûlullah (s.a) minbere çıktı ve bunu
(masumiyetimi) anlattı, Kur'ân'ı (suçsuzluğum ile ilgili âyetleri) okudu.
Minberden inince iki adam ve bir kadın hakkında emir buyurdu, hadleri vuruldu.[300]
4475... Bize
Nufeyli anlattı. Muhammed b. Seleme, Muhammed b. Is-hak'tan rivayet etti.
Muhammed b. îshak, Âişe'yi zikretmeden şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a) iki adam
ve bir kadına kazf haddi uygulanmasını emretti. Hassan b. Sabit ve Mistah b.
Üsâse o kötü sözleri (dedikoduyu) konuşanlardandırlar.
Nüfeylî: "O
kadının da Hamne bint Cahş olduğunu söylüyorlar" dedi.[301]
Bu hadis-i şerifler,
iffetli bir kadına zina isnadında bulunanlara verilecek ceza ile ilgilidir.
Hadislerin vüruduna sebep olan hadise, İfk hadisesi olarak bilinen ve Aişe
(r.anhu-ma) nin başından geçen bir olaydır. Bir sefer dönüşünde Hz. Aişe topluluktan
geride kalmış, hakkında çok çirkin dedikodular çıkartılmış sonunda Allah (c.c)
Hz. Aişe'nin suçsuzluğunu haber veren ayetlerini indirmiştir. Rasûlullah
(s.a)'de Hz. Aişe'ye o çirkin iftirayı uyduranlara şekli Kur'an-i Kerim'de
bildirilen kazf haddi cezasını uygulamıştır. Kazif haddi ile ilgili fıkhı
malumata girmeden önce üzerinde durduğumuz hadislerin vüruduna sebep olan İfk
hadisesini anlatmak istiyoruz.
İfk hadisesi,
Buhari'nin meğazi, tefsir, iman, nüzûr, i'tisam, cihad, tev-hid ve şehadet
bahislerinde, Müslim'in tevbe bahsinde, Nesai'nin de tefsir bahsinde tahric
edilmiştir. Biz, Buhari'nin şehadet bahsinde Hz. Aişe (r.a)'den rivayet edilen
haberi buraya aynen aktarmak istiyoruz. Aişe radıyallahü anha şöyle demiştir:
"Rasûlullah (s.a)
bir sefere çıktığında hanımları arasında kura çekerdi. Kurada hangisi çıkarsa
Rasûlullah ile birlikte o da giderdi. Çıkmak istediği gazvelerden birinde
(Beni Müstalik gazvesinde) aramızda kura çekti, benim adım çıktı. Rasûlullah
ile birlikte sefere çıktık. Bu sefer, hicab (örtünme) ayeti indirildikten sonra
idi. Beni hevdece (devenin üzerine konulan ve içerisine kadınların
bindirildiği odacık) bindirdiler. (Konak yerinde) hevdecten indirildim,
böylece yürüdük. Rasûlullah (s.a) bu gazvesinden dönerken ve Medine'ye
yaklaştığımızda (bir yerde konakladık. Gecenin bir kısmını orada geçirdik) yola
çıkmak için hareket emri verildiğinde, ben kalkıp (tek başıma ihtiyacım için)
ordugâhtan ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip, kafileye geri döndüm. Göğsümü
yokladım, bir de ne göreyim! Yemen boncuğundan olan gerdanlığım kaybolmuş.
Tekrar dönüp gerdanlığımı aradım. Ancak onu aramak beni oyaladı (yoldan alıkoydu).
Bana yolda hizmet edenler gelip, beni içinde sanarak hevdecimi götürmüşler ve
onu bindiğim deveye yüklemişler. O zaman kadınlar hafiftiler, ağır değillerdi.
Yağ tutmuyorlardı. Çok az yemek yiyorlardı. Özellikle ben küçük yaşta idim.
Onun için hizmetçiler hevdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında hevdecin ağırlık
derecesini farkedemeyerek yüklemişler. Deveyi sürüp götürmüşler. Ordu
gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordugaha geldim, ama orada kimseyi
bulamadım. Daha önce bulunduğum yere geldim. Hevdecte beni bulamayıp da geri
geleceklerini zannetmiştim. Ben bu düşünce içerisinde otururken uyuyakalmışım.
Sülemîli - sonra
Zekvanh - Safvan b. Muattal, ordunun arkasından gelmekteydi. (Geride kalan
askerlerin unuttuğu eşyaları toplayıp sahihlerine vermek için geride kalmıştı).
Sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Bana
geldi, hicab ayeti inmeden önce beni görürdü. (Bu yüzden beni tanıdı) Devesini
çökerttiği zaman: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn": Muhakkak biz
Allah'ınız ve ona dönücüyüz" demesi ile uyandım. Safvan (beni binsin
diye) devesinin ön ayağına bastı, ben de bindim. Safvan, bindiğim deveyi
yularından çekerek yürüdü. Nihayet öğle sıcağında, konak yerinde konaklayan
kafileye yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan helak oldu.
İftiraya ilk düşen Abdullah b. Übey b. Selul[302]
olmuştu.
Medine'ye gelince bir
ay hastalandım, meğer o esnada iftiracıların iftiraları ortalıkta dolaşıyormuş
(Benim bunlardan haberim yoktu). Yalnız hastalığım esnasında beni işkillendiren
bir yon vardı, başka hastalıklarımda Rasûlullah'tan gördüğüm şefkati, bu
hastalığımda görmüyordum. Sadece yanıma giriyor, selam veriyor ve
"hastamız nasıl?" diyordu. Benim, o iftiracıların söylediklerinden
hiç haberim yoktu. Nihayet nekahat devresine girdim.
Bir gece Mistah'm
annesi ile birlikte kazayı hacet yerimiz olan "Menası" tarafına çıkmıştım.
Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu adet, evlerimizin yanında helalar
yapmadan Önce idi. O zaman bizim halimiz, ilkel araplarm çöldeki tebermzü veya
nezaheti idi. Ben Ebu Ruhme'nin kızı Ümmü Mistah ile birlikte def-i hacet
yerine doğru giderken onun ayağı çarşafına takılıp düşmüştü. Bunun üzerine
Mistah'ın annesi (selnıa), araplar arasında felaket anlarında söylenen:
"düşmanım helak olsun" yerine "Mistah helak olsun" diye
oğluna beddua etti.Ben kadına:
Ne fena söyledin!
Bedir'e iştirak eden birisine seb mi ediyorsun? dedim. Kadın bana:
Hele şu saf şeye bak!
Ortada dönen bühtanları duymadın mı? diyerek İfk olayına katılanların
iftiralarını anlattı. Bunu duyunca hastalığımın üstüne bir hastalık daha
katlandı. Evime dönünce Rasûlullah (s.a) yanıma geldi ve;
"Nasılsınız?"
diye sordu.
Ya Rasûlullah! Bana
izin veriniz, anne babamın yanına gideyim, dedim. Ben bu haberi ebeveynimden
tahkik etmek istiyordum. Rasûlullah (s.a) bana izin verdi, ben de ebeveynimin
yanma geldim." Anneme:
Halk arasında dolaşan
bu haber nedir? dedim. Annem:
Ey kızım, kendini
üzme, sen nefsini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın kendisini seven
kocasının yanında sevimli olur, bir çok da ortağı bulunursa aleyhinde dedikodu
olmaması pek nadirdir, dedi. Ben:
Sübhanellah, halk
(nasıl) böyle konuşur, doğrusu hayret! dedim.
O gece babamın evinde
yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sabah olunca
Rasûlullah (s.a) Ali b. Ebi Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmış vahiy gecikince
ailesi ile ayrılığı konusunda onlarla istişarede bulunmuş, Üsame ehli beyt
hakkında gönlünde beslediği sevgiye işaret edip:
"Ya Rasûlullah
sizin temiz ve iffetli hanımlarınız, sizin ailenizdir. Biz Aişe hakkında
hayırdan başka bir şey bilmeyiz" demiş.
Ali b. Ebi Talib ise:
Ya Rasûlullah Allah sana dünyayı daraltmamıştır. Aişe'den
başka çok kadın var. Ama bir de Aişe'nin cariyesi Berîre'ye sor, o sana doğrusunu
söyler, demiş.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a) Berire'yi çağırıp: " Ey Berire! Hanımında seni şüpheye
düşürecek bir hal gördün mü" diye sormuş. Bedre şu karşılığı vermiş:
Hayır, ya Rasûlullah
görmedim. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben
hanımından ayıp olarak sadır olan şundan başka.bir şey görmedim. Aişe küçük
yaşta bir kadındı, hamur yoğu-rurken uyur, evin evcil hayvanı gelip hamuru
yerdi."
Bundan sonra
Rasûlullah (s.a) Mescid-i Nebevi'de bir hutbe iradederek, bu bühtanı ilk ortaya
atan Abdullah b. Übey b. Selul'den dolayı konuşmaktan mazur görülmesini
isteyerek şöyle buyurmuş:
"Ailem konusunda
bana eza eden bir herif hakkında kim bana yardım eder de benim için ondan
intikam alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim.
Bu iftiracılar bir zatın da adını çıkardılar. Ben onun hakkında da hayırdan
başka bir şey bilmiyorum. Bu zat şimdiye kadar ailemin yanına ben olmadan girmemiştir."
Bunun üzerine Sa'd b.
Muaz (Evs'in reisi) ayağa kalkarak:
Ya Rasûlullah! Vallahi
size ben yardım edeceğim. Eğer o Evs'ten ise biz onun boynunu vururuz. Hacrecli
kardeşlerimizden ise ne gerekiyorsa emrediniz. Biz emrinizi yerine
getiririz." demiş.
Akabinden de
(Hazrecilerin reisi) Sa'd b. Ubade ayağa kalkmış - bu zat, sâlih bir zattı.
Fakat bu sefer hamiyyet gayreti ile Sa'd b. Muaz'a karşı-:
Vallahi sen yalan
söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Übeyyi) öldü-remezsin, buna gücün de yetmez,
demiş. Bu sefer de Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye karşı:
"Allah'ın beka ve
ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu
öldürürüz. Sen şüphesiz münafıksın ki münafıklar adına bizlerle mücadele
ediyorsun, diye mukabele etmiş. Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri
ayaklanmışlar. Hatta biri birleriyle savaşa yeltenmişler. Rasûlullah o esnada
hala minberde imiş. Hemen minberden inip, onları sakinleştirinceye kadar kendilerine
iltifatta bulunmuş. Kendisi de (birşey demeyip) susmuş."
"Ben ise o gün
ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin annem babam
yanıma geldiler. Ben bu vaziyette iki gece bir gün boyunca ağladım. O kadar ki
ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Annem babam yanımda oturur ben ağlarken
ensardan bir kadın izin istedi, ben de kendisine izin verdim. O da benimle
oturup ağlamaya başladı. Biz bu vaziyette iken Rasûlullah içeriye giriverdi
(yanıma) oturdu. Oysa, hakkımdaki dedikodular çıkalıberi yanıma oturmuyordu, -
Rasûlullah bir ay beklediği halde, hakkımda vahiy gelmemişti. - Şehadet ederek
şöyle buyurdu:
"Ey Aişe,
hakkında bana şöyle şöyle sözler geldi. Eğer sen bu isnadlardan beri isen,
Allah pek yakında seni aklar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa Allah'tan
af dile ve ona tevbe et. Çünkü kul günahını itiraf eder ve tevbe ederse Allah
da ona af ile muamele eder." Rasûlullah (s.a) bu sözlerini bitirince
gözümün yaşı kesildi ve gözümde bir damla yaş kalmadı. Babama:
Rasûlullah'a benim
yerime cevap ver, dedim Babam:
Kızım, vallahi
Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bu sefer anneme:
Rasûlullah'a benim
yerime cevap ver, dedim. O da: -Vallahi ben Rasûlullah'a ne diyeceğimi
bilmiyorum, dedi.
Ben küçük yaşta bir
kadındım. Kur'an'ın çoğunu okumamıştım. Bu yüzden şöyle dedim:
"Vallahi ben
bilirim ki siz halkın dedikodusunu duydunuz. Nefsinizde onu büyütüp, inandınız.
Şimdi ben size "suçsuzum" desem, - Allah bilir ki suçsuzum- sözümü
tasdik etmezsiniz. Eğer bir şeyi itiraf etsem, -Allah bilir ki ben kesinlikle
suçsuzum- beni tasdik edersiniz. Vallahi bu durumda benim ve sizin için bir
örnek bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasını (Yakub a.s'i) Örnek buluyorum.
Yusuf'un gömleği üzerinde yalancı bir kan lekesi getirdikleri zaman Yakub (a.s)
oğullarına: "Hayır, nefisleriniz size bir işi süslemiş, bir fitneye
sevketmiş. Şimdi işim güzel sabırdır. Anlattıklarınıza karşı sığındığım
Allah'tır" demişti.[303]
Ben bu sözleri söyledim,
yatağıma döndüm. Beni sadece Allah'ın aklayacağını umuyordum. Ama hakkımda
okunan bir vahy (Kur'ân ayeti) nazil olacağını zannetmiyordum. Kendimi bana ait
bir mes'ele için Kur'an-ı Kerim'de mevzubahs edilmeye değmeyecek kadar küçük
görürdüm. Ama Rasulullah'm bir rüya görüp Cenab-ı hakkın bu rüya ile beni
aklamasını umuyordum. Vallahi daha Hz. Peygamber (s.a) yerinden kalkmadan,
oradakilerden hiçbirisi dışarı çıkmadan Rasulullah'a vahy indi. Onu vahyin
ağırlığından dolayı terlemek gibi vahiy alâmetlerinden bir şey kapladı. Hatta
ondan vahiy esnasında kış günlerinde bile inci gibi ter dökülürdü.
Rasulullah'tan, vahy eserleri gidince o sevincinden gülüyordu. Bana söylediği
ilk sözü şu oldu:
" Ey Âişe,
Allah'a hamdet, şüphesiz Allah seni ifkten (iftiradan) akladı." Bunun
üzerine anam:
Kızım kalk da
Rasulullah'a (teşekkür et) dedi.
Hayır, kalkmam ve
sadece Allah'a hamdederim, dedim.
Allah (c.c) benim
aklanmam hakkında: "Sizden bir iftira getiren topluluk..."[304]
diye başlayan âyetleri indirdi. Bunun üzerine Ebu Bekir (babam) (r.a)
akrabalığından dolayı yardım ettiği Mistah b. Üsâse için:
"Vallahi Aişe'ye
böyle bir iftira ettikten sonra artık Mistah'a hiç bir yardımda
bulunmayacağım" dedi. Allah (c.c) bunun üzerine "Muham-med'in eşine o
iftirayı uyduranlar, içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın,
o sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah
karşılığı ceza vardır. İçlerinden elebaşılık yapana ise büyük azab
vardır."[305]
Ayet-i celilesini
"Ey Müminler, sizden servet ve varlık sahibi olanlar, akrabalarına,
miskinlere, Allah yolunda hicret edenlere infakta kusur etmesin. Affetsin,
aldırmasın. Allah'ın sizi mağfiret etmesini istemez misiniz? Allah Ğafûr'dur,
Rahîm'dir" kavl-i şerifine kadar indirdi.[306]
Bunun üzerine Ebu
Bekir: "Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini severim" dedi ve
Mistah'a etmekte olduğu yardıma devam etti.
Rasûlullah (s.a)
Zeyneb binti Cahş'a da benim durumumu sormuştu: "Ey Zeyneb, Âişe hakkında
ne biliyorsun? Ne gördün?" demişti. Zeyneb cevap olarak:
"Ya Rasûlullah,
ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi
ben Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" demişti.
Zeyneb, (Rasulullah'm
hanımları içerisinde) benimle rekabet edebilecek durumda birisi idi. Fakat
Allah onu takvası sebebiyle korudu.[307]
İşte Hz. Aişe'ye
iftira edilip, onun cenab-ı Allah tarafından suçsuzluğunun tescil edildiği
hadise budur.
Hz. Aişe'ye iftira
edenlerin başında münafıkların lideri Abdullah b. Ubey b. Selûl vardır. Fakat
üzerinde durduğumuz Ebu Davud hadisinde onun adına temas edilmemiş,
Rasûlullah'ın şairi Hassan b. Sabit, Hz, Ebu Bekir'in akrabalarından olan ve
onun ihsanına mazhar olan Mistah b. Usase ve Rasulullah'm hanımlarından Zeyneb
bint Cahş'm kızkardeşi Hamne bint Cahş'ın adı zikredilmiştir.
Hafız şöyle der:
"Sünen sahipleri, Muhammed b. İshak'tan; o Abdullah b. Ebi Bekr b.
Hazm'dan; O Amra'dan; Amra da Hz. Aişe (radıyalla-hü anha'dan) rivayet etti ki;
Rasûlullah (s.a) İfki konuşanlara (Hz. Aişe'ye iftira edenlere) haddi uyguladı..."
Yalnız rivayetlerde Abdullah b. Übeyy zikredilmedi. Aynı konuda Bezzar'ın Ebu
Hureyre'den rivayet ettiği hadiste de Abdullah b. Ubey anılmamıştır.
Hakim'in Abdullah b.
Ebibekrden rivayet ettiği bir haberde ise had uygulananlar arasında Abdullah b.
Übeyy'in adı da geçmektedir.
Rivayetlerin çoğunda
Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunun anılma-masmın hikmetini İbn Battal şöyle
izah eder:
"Bu hadis had
vurulduğu takdirde bir fitnenin zuhuru endişesi olursa, haddin
geciktirilecebileceğine delildir."
Kadı Iyaz ise Abdullah
b. Ubeyy'e had vurulduğuna dair bir rivayetin sabit olmadığını söyler. Ancak
Bezlü'l - Mechud müellifi Abdullah b. Übeyy'e had vurulduğunu bildiren birçok
rivayet zikreder.
Hadis-i şeriflerde.
Hz. Aişe'ye iftira edenlere had uygulandığı bildirilmiş, ama bu haddin nevi ve
mikdarı konusunda bir şey söylenmemiştir. Kazf suçunu işleyene (iffetli
birisine zina isnad edip, dört şahit getiremeyene) verilecek ceza Kur'an
ayetiyle tesbit edilmiştir. Bir ayet-i kerimede şöyle denilmektedir:
"İffetli
kadınlara zina isnad edilip de sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek
vurun, ebediyyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış
kimselerdir."[308]
Ayette görüldüğü üzere
kazf fiilini işleyene seksen değnek vurulur ve şahitliği kabul edilmez. Tabii
kazfin gerçekleşmesi ve öngörülen cezanın uygulanması için birtakım şartlar
vardır. Şimdi kazf ve cezası konusundaki fikhi malumatı özetlemek istiyoruz.[309]
Sözlükte
"atrnak" demektir. Bilahere başkasına çirkin bir şey isnad etmek
manasında kullanılmıştır. Kazf e "firye" de denilir.
Kazf, fıkıh
İstılahında şöyle tarif edilir: "Bir kimseyi, ayıplamak ve kötülemek
maksadıyla muhsan bir erkek veya kadına zina isnad eden mükellef bir şahıs
hakkında tatbik edilecek ceza demektir." Yukarıda da temas edildiği gibi
bu ceza hürler hakkında seksen değnek, köleler hakkında da bunun yarısı olan
kırk değnektir.
Zina isnad eden kişiye
"kaazif" zina isnad edilen şahsa "nıakzûf" zina isnadında
kullanılan söze "makzûfun bih", zina isnadının vuku bulduğu yere de
"makzûfun fih" denilir.
Kazf haddinin
uygulanması için kâzife, makzufa, makzûfun bihe ve makzûfun fihe ait birtakım
şartlar vardır. Bu şartlar, özet olarak şöyledir.[310]
Birisine zina isnadında
bulunan şahsa had uygulanabilmesi için, Kâzifte şu şartların bulunması gerekir:
1- Kâzif
akıl ve baliğ olmalıdır.
2- Kâzif
muhtar olmalı yani mükreh olmamalıdır.
3- Kaazif,
isnad ettiği suçu dava vukuunda dört şahit ile isbat edememiş olmalıdır.
Şafiiler, henüz baliğ
olmayıp mümeyyiz bulunan bir kâzife ta'zir cezası uygulanacağını söylerler.
Kazif'in; hür,
müslüman, zinadan afif, kazf halinde ayık (sarhoş olmamak) olması şart
değildir.[311]
1- Makzuf
(kendisine zina isnad edilen şahıs) muhsan olmalıdır.
Muhsan: Âkil bâlig,
hür, müslüman ve afif (zina fiilinden iffetli) olan kişidir. Buna göre; muhsan
olmayan birisine zina isnadında bulunan kişiye had uygulanmaz.
2- Makzûf
belli (malum) olmalıdır. Dolayısıyla meçhul bir şahıs hakkında zina isnadında
bulunana had vurulmaz. Mesela bir gruba, "İçinizden birisi
zinakârdır" dese kendisine had uygulanmaz.
3- Makzûf
kâzifin füruundan olmamalıdır. Dolayısıyla bir kimse çocuğu veya torunu
hakkında kazifte bulunursa kendisine had uygulanmaz.
4- Makzûf
konuşabilir olmalıdır. Dolaysıyla dilsiz hakkında isnad edilen zina suçundan
dolayı had cezası uygulanmaz.
5- Makzûf
mecbub (tenasül uzvu kesik) ve hünsai müşkii (kendisinde hem erkeklik hem de
kadınlık organı bulunup erkek mi kadın mı olduğu ayndedilemiyen) olmamalıdır.
Zina isnad edilen kadınsa, tenasül organında temasa engel bir kusur
olmamalıdır.
6- Makzuf,
kazif esnasında sağ olmalıdır.
Hanbelilere göre,
makzûfun baliğ olması şart değildir. Cinsi ilişkiye muktedir olması yeterlidir.
Bu da erkeklerde on bir, kızlarda dokuz yaştır. Ancak baliğ olmayanlara kazfte
bulunulduğunda kâzife had, makzûf baliğ oluncaya kadar uygulanmaz.[312]
Birisine zina
isnadında kullanılan söz;
a) Sarih
olabilir; "Sen zinâkarsın" demek gibi,
b) Kinaî bir
lafız olabilir; mesela bir kadına "kahpe" demek gibi,
c) Ta'riz
kabilinden olabilir; birisine zina isnad eden şahsa "sen haklısın"
demek gibi
Kâzife had uygulanması
için, kâzifin sarih lafızlarından birisi ile olmalıdır. Ancak bazı sözler de
sarih yerine geçer. Mesela birisinin nesebini inkar böyledir. Birisine:
"Ey zinakarın oğlu, veled-i zina, piç, sen babanın oğlu değilsin..."
gibi sözler sarih lafızlardır.
Ayrıca zina isnadında
kullanılan sözün dille söylenmesi ve mak-zûf'dan olması imkan dahilinde
olmalıdır. Buna göre, zina isnadında kullanılan söz yazı ile olursa veya
makzûfdan sııdûru imkansız olursa, kâzife had uygulanmaz.
Bir kimseyi, mensub
olduğu ırktan başka bir ırka nisbet etmenin kazf sayılıp sayılmadığında ihtilaf
vardır. Mesela bir Türke; "Sen Almansın" demenin kazif olup olmadığı
ihtilaflıdır, Hanefilere göre kazif değildir.
Malikilere göre
birisine: "Ey Lutî! (İbne!)" demek veya bir kadına "kahpe"
demek kazf sayılır.
Şafiilere göre de
kazfdeki tabirler sarih ve ta'riz kısımlarına ayrılır, imam Şafii'ye göre
ta'riz ile kazfe niyyet edildiği ve bu tariz kazf ile tefsir edildiği takdirde
haddi gerektirir. Aksi halde gerektirmez. [313]
1- Kazif
dar-i adl'de (mü slü m ani arın meşru idareci derince idare edilen dar-ı
İslam'da) olmalıdır. Dar-ı harbte veya eşkıyanın hükümranlığr altındaki dar-ı
bağy'de vuku bulan kazften dolayı had uygulanmaz.
2- Kazf
mutlak olmalı, yani bir şarta bağlı olmamalıdır.
Kazf haddinin
uygulanabilmesi için yukarıdaki şartlara ilaveten, mak-zûfun davası da şarttır.
Makzûf dava edip şikayetçi olmazsa had uygulanmaz.
Kazf haddi
uygulanırken, kâzifin üzerinden ceket, palto kürk gibi giyecekler çıkartılır.
Seksen değnek vurulur. Değnek vücudunun aynı yerine vurulmaz. Baş, yüz ve
tenasül uzuvlarına^ vurulmamak şartıyla vücudun değişik yerlerine taksim
edilir.
Eğer bir kimse kendi
karısına zina isnad eder ve zinayı dört şahitle is-bat edemezse
"liân" denilen özel bir yeminle yeminleşirler. Bu yemin erkeği kazf
haddinden, kadını da zina haddinden kurtarır.
Liânlaşmadan önce
koca: "Dört kez Allah'a şehadet ederim ki ben ona isnad ettiğim zina
davasında doğruyum, der". Beşinci olarak da: "Eğer ona isnad ettiğim
zinada yalancılardansam, Allah'ın laneti üzerime olsun" der. Sonra da
kadın: Dört defa: "Allah'a şehadet ederim ki o bana zina isnadında
yalancılardandır" dedikten sonra beşinci olarak! "Eğer o
doğru-lardansa Allah'ın gazabı üzerime olsun" der. Böylece Liânlaşma tamamlanmış
olur.
Gerek kazf haddi,
gerekse liân konusu fıkıh kitaplarında hayli geniştir. Arzu edenler ilgili
bölümlere bakabilirler.[314]
4476... İbn
Abbas (radıyallahü anhüma) dan rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a) şarap
içen için (belirli sayıda) bir had tayin etmedi. (İçki içene uygulanacak haddin
mikdarını tayin etmedi). İbn Abbas şöyle dedi:
"Bir adam içki
içip sarhoş oldu. Yolda yalpa yaparken görüldü. Rasûlullah (s.a)'a götürülmek
üzere yakalandı. Abbas'ın evinin hizasına gelince ellerinden kurtuldu.
Abbas'ın yanma girip, ona sığındı. Bu, Rasûlullah'a anlatıldı. Rasûlullah (s.a)
güldü ve "Demek öyle yaptı?" buyurdu. Onun hakkında bir şey (ceza)
emretmedi.[315]
Ebu Davud şöyle der:
"Hasen b. Ali'nin
bu hadisi, sadece Medine' illerin rivayet ettikleri hadislerdendir"[316]
4477... Ebu
Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'a
içki içmiş olan bir adam getirildi. Rasûlullah (s.a) :
"Ona
vurunuz" buyurdu.
Ebu Hureyre (r.a) der
ki:
“Bizden kimi eli, kimi
ayakkabısı, kimi de elbisesi ile vurdu. Ayrılınca (dövme işi bitince)
topluluktan birisi: "Allah seni rezil rüsvay etsin" dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a) :
"Öyle demeyiniz,
ona karşı şeytana yardım etmeyiniz" buyurdu.[317]
4478... Bize
Muhammed b. Davud b. Ebi Naciye el- İskenderanî haber verdi, bize İbn Vehb
haber verdi. Ona Yahya b. Eyyub, Hayve b. Şüreyh ve İbn Lehîa, İbnü'l- Hadi'den
önceki hadisi aynı isnad ve mana ile rivayet edip, dövme olayını anlattıktan
sonra şöyle dedi:
Sonra Rasûlullah (s.a)
ashabına:
"Onu
kınayınız" buyurdu. Sahabelerde : "Allah'tan çekinmedin mi?,
Allah'tan korkmadm mı? Rasûlullah'tan utanmadın mı?" diyerek ona yöneldiler,
sonra salıverdiler.
Ravi rivayetin sonunda
(Rasûlullah'in şöyle dediğini) söyledi:
"Allah'ım onu
bağışla! Allah'ım ona merhamet et" deyiniz." Bazı raviler bu
(Allah'ın onu bağışla) sözü ve benzerini ilave ettiler.[318]
4479... Enes
b. Malik (r.a) den şöyle rivayet edilmiştir:
Rasûlulîah (s.a) içki
içmekten dolayı hurma dalı ve ayakkabılarla dövdü. Ebu Bekir (r.a) kırk değnek
vurdu. Ömer (r.a) idareye gelince halkı davet etti ve onlara:
"Şüphesiz
insanlar bitek arazilere yaklaştılar; - Müsedded; köylere ve bitek arazilere,
der- içki haddi konusunda ne düşünürsünüz?" diye sordu.
Abdurrahman b. Avf:
"Onu, hadlerin en
hafifi gibi yapmam uygun buluruz" dedi. Hz. Ömer de içki haddi olarak
seksen değnek vurdu.[319]
Ebu Davud der ki:
Bu hadisi İbn Ebi
Arûbe Katade'den, o da Rasûlullah (s.a)'den rivayet etti. Bu rivayete göre;
Rasûlullah ("s,a) yaprağı soyulmuş hurma dalı ve (ayakkabılarla) kırk
(kez) vurmuştur.
Şu be ise bunu
Katade'den o da Enes (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet etti. Enes şöyle
dedi:
"Rasûlullah iki
hurma dalı ile kırk tane kadar vurdu."[320]
4480...
Hudayn b. el-Münzir er - Rakâşî, - S asan'in babasıdır - şöyle demiştir:
Osman b. Affan (r.a)'m
yanında idim. Velid b. Ukba getirildi. Humran[321] ve
başka bir adam onun aleyhinde şahidîik ettiler. Birisi onu şarap içerken, Öteki
de onu (şarabı) kusarken gördüğünü söyledi.
Osman (r.a);
Eğer o şarabı
içmeseydi kusmazdı, dedi. Hz. Ali (r.a)'ye:
Ona haddi uygula,
dedi. Ali de (oğlu) Hasen'e:
Ona haddi uygula,
dedi. Hasen (r.a):
Onun (hilafetin)
cefasını, sefasını sürene yükle, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a) Abdullah b.
Cafer'e:
Ona haddi uygula,
dedi.
Abdullah kamçıyı alıp
vurdu. Ali sayıyordu. Kamçı sayısı kırka varınca Ali: "Yeter, Rasûlullah
(s.a) kırk sopa vurdu" dedi. Ravi diyor ki:
"Zannediyorum Ali
şöyle dedi:
"Ebu Bekir de kırk
değnek vurdu, Ömer ise seksen değnek vurdu. Bunların hepsi sünnettir. Ama
bence bu (kırk) daha iyidir."[322]
4481... Ali
(r.a) şöyle demiştir:
İçki (haddin)'de
Rasûlullah (s.a) ve Ebu Bekir (r.a) kırk değnek vurdular. Ömer ise bunu
seksene çıkardı. Bunların hepsi sünnettir.
Ebu Davud der ki:
Esmaî:
"Velli hârrahâ
men tevellâ kaarrahâ"[323]
Cümlesinin manası, onun (halifeliğin) sıkıntısını, nimetlerine nail olana
yükle, demektir." der.
Ebu Davûd şöyle
demiştir:
"Hudayn h. Münıir
Ebu Sasan[324] kavminin seyyididîr.[325]
Bu bab, içki içene
uygulanan had konusunda çeşit hadisleri ihtiva etmektedir. Bu hadislerdeki hükümler
konusuna girmeden önce, hadislerin daha iyi anlaşılması için ihtiyaç duyulan
bazı açıklamalarda bulunmak ve bazı hadislerin diğer hadis kitaplarındaki
rivayetlerine göz atmak istiyoruz:
Babın ilk hadisinde
(4476) İbn Abbas (r.a) yolda sallanarak yürüyen birisinin, Rasûlullah'a
getirilirken, ellerinden kurtulup Hz. Abbas'a sığındığını ve Hz. Peygamberin
adamın yaptığına gülüp hiç bir ceza vermediğini söylemiştir. Adamın Abbas'a
sığınmasından maksat, onun evine girmesi, ellerine sarılması yada onu
kucaklayarak kendisine şefaatta bulunmasını istemesidir. Rasûlullah'm adam
için bir ceza emretmeyişi de dipnotta Hattabi'den de naklettiğimiz gibi adamın
suçunun ikrar veya şahitlerle sabit olmayışıdır.
Babın ikinci hadisinde
(4453) Ebû Hureyre, içki içen birisini Rasûlullah'm emri ile dövdüklerini,
kimisinin eli ile kimisinin ayakkabısı ile kimisinin de elbisesi ile vurduğunu
söylemiştir. Elbise ile vurmaktan maksat, elbisenin bir parçasını büküp kırbaç
haline getirerek vurmaktır. Yine bu hadiste bazı mü s Ki mani arın içki içen
şahsa, "Allah seni rezil etsin, al-çaltsm" diye beddua etmeleri
üzerine, Rasûlullah bunu men etmiş ve bu hareketin şeytana yardım olduğunu
söylemiştir. Çünkü şeytan, adamın alçalarak günahları iyi görmesini ister.
Dolayısıyla insanlar onun alçalması için dua edince şeytanın isteğine yardımcı
olmuş olurlar. Ya da adam, müslümanların kendisi hakkındaki beddualarını işitince
buna öfkelenir. Cemaattan uzaklaşır, yalnızlığa itilir ve iyice günaha dalar.
4478 numaralı hadiste
belirtildiğine göre ise, Hz. Peygamber (s.a) içki içen kişi için dayaktan sonra
bir de kınama cezası öngörmüş, sahabeleri içki içeni ayıplar mahiyette sözler
söylemeye sevketmiştir. Sonunda da o zat için dua etmelerini emretmiştir.
4479 nolu hadiste
görülüyor ki, Hz. Peygamber (s.a) ve Hz. Ebu Bekir dönemlerinde içki içenlere
verilen ceza kırk değnekti. Fakat Hz. Ömer devrinde müslümanlar birtakım yeni
yerler fethedip verimli topraklara, üzüm bağlarına sahip olunca içki içenler
çoğaldı. Onun için Hz. Ömer (r.a) daha zecri tedbirlere başvurmayı düşündü.
Bunun için sahabelerle istişare etti. Abdurrahman b. Avf içki içene
Kur'an'daki en hafif haddi uygulamasını tavsiye etti. Hz. Ömer de bunu uygun
buldu ve Kur'an-ı Kerim'de belirtilen en hafif had olan seksen değnek
vurulmasını emretti. Ancak gerek bu rivayetin sonundaki ta'liktan gerekse 4477
nolu hadisten anladığımıza göre o zaman içki içene had uygulanırken belirli bir
disipline uyulmamış, herkes ayakkabı, kamçı (vs.) gibi eline geçirdiği şeyle
vurmuştur. Şu'be, Katade, vasıtasıyla Enes'ten iki tane değneği alıp kırk kadar
vurduğunu rivayet etmiştir. Nevevi; Şafii ulemasına göre bundan maksadın ayrı
ayrı iki değnek olduğunu, her birisi ile birer mikdar vurduğunu ve bunların
toplamının kırka vardığını söyler. Diğer bazı alimlere göre iki değnek birlikte
kırk kez vurulmuş ve bunun toplamı seksen etmiştir.
4480 nolu hadiste,
Velid b. Ukbe'nin içki içtiği ve bu yüzden kendisine had uygulandığı ifade
edilmektedir. Sahih-i Müslim'in rivayetinde, Velid'in sabah namazını iki rek'at
kıldıktan sonra cemaata: "Size bunu ar-tırayım mı?" dediği ve iki
kişinin onun hakkında içki içtiğine (birisi içki içtiği öbürü içki kustuğuna)
dair şahitlik ettikleri beyan edilmektedir.
Hadiste adı geçen
Velid b. Ukbe, Kufe'de vali idi. İçki içerdi, kötü huylu idi. Kufe'de sabah
namazını dört rek'at kıldırmış sonra da cemaata "size ziyade edeyim
mi?" demiş, cemaat de: "Zaten sen bize vali olalı beri ziyade
ediyoruz. Daha neyi ziyade edeceksin, Allah hayrını vermesin" demişler ve
kendisini mescid'in çakılları ile taşlamışlar. Bu mes'ele Küfe'de yayılınca,
Hz. Osman Velid'i yanına geri çağırmıştır. "Ey mü'nıinler, size bir fasik
haber getirirse (gerçeği) araştırın..."[326]
mealindeki ayet bu şahıs hakkında nazil olmuştur.[327]
Hz. Osman, Hz. Ali'ye
Velide had vurmasını söylemiş, o da oğlu Ha-san'a emretmiş, onun vurmak
istemeyişi üzerine Abdullah b. Ca'fer'e vurdurmuştur. İbn Mace'deki bir
rivayete göre ise Hz. Osman, Hz. Ali'ye: "İşte amcanın oğlu önünde, ona
haddi vur." demiş,
Hz. Ali'de haddi
vurmuştur. Bundan maksadın, Hz. Ali'nin haddi uygulattığı olsa gerektir. Çünkü
Ebu Davud'daki rivayete göre Hz. Ali haddi Abdullah b. Cafer'e vurdurmuştur.
Zaten Arapçada bu tür tabirler çok görülür. Mesela bir padişah bir büyük eser
yaptırdığında "Padişah şu eseri yaptırdı" denmez, "Padişah şu
eseri yaptı" denilir.
Hz. Hasan, babasının
Velid'e haddi uygulamasına dair emrine "halifeliğin sefasını kim sürerse
cefasını da çeksin." cevabını vermiştir. Bundan maksadı, emre karşı durmak
değil, Hz. Osman'ın uygulamalarına bir tarizdir.
Bu hadiste, Hz. Ali
"Rasûlullah (s.a) ve Hz. Ebubekir kırk değnek Hz. Ömer ise seksen değnek
vurdu. Bunların hepsi sünnettir..." demiştir.
Hattabi, bundan
maksadın "Hz. Peygamber (s.a) kırk değnek vururdu, bu sünnettir. Hz.
Ömer'de seksen değnek vurmuş ve bazı sahabeler - ki Hz. Ali'de onlardandır -
buna muvafakat etmişlerdir. O da sünnet olmuştur" der ve "Benden
sonra iki kişiye Ebu Bekir ve Ömer'e uyunuz" mealindeki bir hadise işaret
eder.
Hz. Ali (r.a)'nın:
".....bunların hepsi sünnettir, bence makbul olan budur" sözünün
neye işaret olduğunda ihtilaf edilmiştir. Kimi alimler Hz. Ali'nin
"bu" sözü ile kırk değneğe, kimi alimler de seksen değneğe işaret
etmek istediğini söylerler. Kadı Iyaz, Hz. Ali'nin şarap haddi hakkındaki
görüşünün seksen değnek olduğunu, binaenaleyh buradaki işaretten maksadının da
seksen değnek olması gerektiğini ifade eder. Hz. Ali'nin Velid'e had
vurdururken kırka kadar sayıp durdurmasını da vurulan kamçının iki başlı olup
kırk defa vurulmuş da olsa bunun tamamının seksene
ulaştığı şeklinde
değerlendirilir.
Bu babdaki hadisleri
hüküm bakımından değerlendirirsek şu üç sonuca varırız:
1- İlk iki
hadiste görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a) içki haddi olarak herhangi bir
ceza takdir etmemiştir. Bu, içki haddinin vacib olmadığının bu cezanın bir
ta'zirden ibaret olduğunu söyleyenler için delildir.
Şevkânî bu görüşe
şöyle cevap vermiştir: Haddin vücubu konusunda sahabenin icmaı vardır. İbn
Abbas'tan rivayet edilen hadis celd meşru kılınmadan Önceye aittir. Sonra celd
meşru kılmmıştır.
Rasûlullah'in bu
adama, suçu ikrar etmediği ve şahitler de bulunmadığı için had vurmadığını
söylemek de mümkündür.
2- İçki
haddi, kırk kamçıdır. İmam Şafii, Ahmed, İshak ve Zahiriler bu
görüştedirler. İbn Hazm: Ebubekir,
Ömer, Osman, Ali ve Hasen b. Ali'nin de bu görüşte olduklarını söyler.
Ancak Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin seksen değnek vurulması görüşünde olduklarını
daha önce söylemiştik.
3- İçki
haddi seksen değnektir. İmam Azam Ebu Hanife, İmam Malik, Hasenü'I- Basri, Ebu
Yusuf ve Muhammed de bu görüştedirler.
Feth de, içki içmenin
sübutu halinde had gerektiğinde icma olduğu, ihtilafın kırk sopa mı yoksa
seksen sopa mı olduğu konusuna inhisar ettiği söylenmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz
gibi içki haddi Şafii ve Hanbelilere göre kırk değnek, Hanefi ve Malikilere
göre ise seksen değnektir. Her iki görüşü takviye eden hadisler yukarıda geçmiştir.
Şimdi de, içki haddi
ile ilgili olarak Hanefi mezhebine ait bazı teknik bilgileri özetleyelim:
İçki suçu ya iki
şahidin şehadeti ya da içki içen kişinin bir defa ikrarı ile sabit olur.
İçki cezasının
uygulanabilmesi için, içki içen yakalandığı ve şahitler şahitlik ettiği zaman
ya kokusu ağzında mevcut olmalı ya da sarhoşluğu devam etmelidir.
Sarhoşluğun ölçüsü
İmam Ebu Hanife'ye göre az çok konuşmaya gücünün yetmemesi veya erkekle kadını
biribirinden ayırdedememesidir. Ebu yusuf ve Muhammed'e göre abuk-sabuk
konuşması ve sözünün karışık olmasıdır.
Hanefilere göre; şarap
içen kişiye diğer şartlar mevcutsa ister sarhoş olsun ister olmasın had
uygulanır. Şarabın dışındaki içkiler ise sarhoş edecek kadar içilmişse had
uygulanır. Daha az içilmişse uygulanmaz. Diğer mezheplere göre ise adı ne
olursa olsun sarhoşluk veren tüm içkilerin azından da çoğundan da had gerekir.
"Her sorhuşluk verici şey hamr-dır, her hamr haramdır" hadisi ile
"Çoğu sarhoşluk verenin azı da haramdır" hadisi diğer üç imamın
görüşüne delildir.
Bunların dışında içki
haddinin uygulanması için, içenin âkil ve baliğ, konuşabilen birisi olması,
içkinin dar-ı İslam'da içilmesi, kişinin içtiğinin haram oluşunu hakikaten ve
hükmen bilmesi, kendi isteği ile içmesi gibi şartlar vardır.
İçki haddinin
uygulanması için iki erkek şahidin kişiyi içki içerken görmüş olmaları ve
yakalandığında ağzındaki kokunun veya sarhoşluğun devam etmesi şarttır. İçki
içerken görülmediği halde ağzında koku bulunduğu için veya içki kustuğu için
had uygulanamaz. Ancak İmam Malik'e
göre içki kusan kişiye
had uygulanır.
Afyon, esrar (vs) gibi
katı uyuşturucuları kullanmak da haramdır. Ancak bunları kullananlara had
uygulanmaz, tazir cezası verilir.
İçki haddi zina
haddinden daha hafif, kazif haddinden daha şiddetlice uygulanır ve değnekle
vurulur. Şafiilere göre değnek ve kırbaçla uygulanabileceği gibi ayakkabı ile
el ile ve elbise ile de olabilir.[328]
4482...
Muaviye b. Ebi Stifyan (r.a) demiştir ki:
Rasûluîlah (s.a):
"İçki içtikleri zaman onlara dayak atınız. Sonra yine içerlerse dövünüz,
sonra tekrar içerlerse, yine dövünüz, sonra yine içerlerse öldürünüz."[329]
buyurdu.[330]
4483...
Nafi, İbn Ömer radıyallahümâ vasıtasıyla Rasûluîlah (s.a) 'dan bu (önceki) hadisi
manası ile rivayet etmiştir. Ravi (bu rivayette) şöyle demiştir:
Zannediyorum, (şeyhim)
beşincisinde: "Eğer (yine) içerse onu öldürünüz" buyurdu.
Ebu Dayud der ki:
"Ebu Gutayfın
hadisinde de; "beşincisinde" şeklindedir."[331]
4484... Ebu Hureyre
(r.a)'den, Rasûlullah (s.a) 'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"(Bir kimse)
sarhoş olduğu zaman ona dayak atınız, sonra (yine) sarhoş olursa (yine) dayak
atınız, sonra sarhoş olursa yine dövünüz, dördüncü defa tekrarlarsa onu
öldürünüz."[332]
Ebu Davud şöyle
demiştir:
"Ömer b. Ehi
Seleme nin babasından, onun da Ebu hureyre (r.a) vasıtasıyla Rasûlullah (s.a)
'den rivayet ettiği hadis te aynıdır. (Bu rivayette) Rasûlullah söyle
buyurmuştur: "Şarap içtiği zaman ona dayak atınız.
Dördüncü kez tekrarlarsa
öldürünüz"
Yine Ebu Davud şöyle
der:
Süheyl'in Ebu
Salih'ten onun da Ebu Hureyre vasıtasıyla Rasûlullah i s.a)'den rivayeti aynı
şekilde şöyledir:
"Dördüncü defa
içerlerse onları öldürünüz-" ibn Ebi Num'un ibn Ömer vasıtasıyla
Rasûlullah'tan, Abdullah b, Amr'ın Rasûlullah (s.a) den ve Şeıid'in
Rasûlullah'tan rivayet ettikleri hadisler de aynıdır.
el-Cedelî (Abd b.
Abdi'nin Muaviye vasıtasıyla Rasûlullah (s.a) 'den rivayet ettiği hadiste ise
Efendimiz:
"Üçüncü veya
dördüncüde tekrarlarsa onu öldürünüz" buyurdu.[333]
4485...
Kabîsa b. Ziieyb (r.a)Mcn rivayet edildi ki: Rasûlullah (s.a):
"Bir kimse şarap
İçerse ona dayak atınız, tekrarlarsa yine dayak atınız. Yine tekrarlarsa
üçüncüsünde veya dördüncüsünde onu öldürünüz" buyurdu.
Rasûlullah'a içki
içmiş olan bir adam getirildi, ona dayak attı, sonra (yine) getirildi, yine
dayak attı. Sonra (tekrar) getirildi, (tekrar) dayak attı. Sonra (tekrar)
getirildi, yine dayak attı öldürmedi, (bu) bir ruhsattı.
Süfyan şöyle dedi:
"Zühri bu hadisi,
yanında Mahsur b. el-Mu'temir ve Muhavvel b. Raşid varken rivayet etti ve
onlara: "Bu hadis ile Iraklıların elçileri olunuz'1 dedi.
Ehu Dantel şöyle
demiştir: Bu hadisi Şenel b. Süveyd, Şiirahbil b. Evs, Abdullah b. Amr,
Abdullah b. Ömer, Ebu Gutayf el Kindi ve Ebıt Seleme b. Ahdurrahman, Ebu
Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir.[334]
Bu hadislerin isnadlan
tenkide tabi tutulmamıştır. Yani isnadlan sağlamdır. Ancak son hadisin sahabe
ravisi Kabîsa b.Züeyb'in Mekke fethi yılında dünyaya geldiği, dolayısıyla
Raşûlullah'dan hadis rivayet edecek bir yaşta olmadığını söyleyenler olmuştur.
Öbür taraftan bu zatın hicret yılında dünyaya geldiği, binaenaleyh Rasûlullah
vefat ettiği zaman on yaşında olduğu için. ondan hadis rivayet etmesinin tabii
olduğunu söyleyenler de vardır.
Yukarıda geçen
hadislerden ilk üçü bir kimsenin içki içmeyi tekrarlaması halinde ilk üç
seferde dayak atılacağını, dördüncü veya beşinci kez içmesi halinde
öldürüleceğini ifade etmektedirler. Dördüncü hadiste ise (4485) Hz. Peygamber
(s.a)'in öldürmeyi kaldırdığı yani kendisine içki içtiği için dördüncü kez
getirilen şahsı öldürmediği bildirilmektedir.
Zahirilere göre İçki
içmeye devam eden kişi dördüncü kerresinden sonra öldürülür. Bunlar yukarıda
geçen hadislere istinad etmektedirler. Şafii alimlerinden Celaleddin es-Suyutî
de bu görüşü benimsemiş ve bu hükmün mensuh olduğunu söyleyenlere itiraz
etmiştir.
Cumhuru ulemâya göre
ise içki içmekte ısrar eden kişinin dördüncü kerreden sonra öldürüleceğini
bildiren hadisler mensuhtur. Hz. Peygamber (s.a)in kendisine dördüncü kez içki
içtiği için getirilen şahsı öldürmediğini bildiren hadis öbürlerini
neshetmişiir. Bazı alimlere göre ise bu, içkiyi helal görenler için veya
Rasûkıilah'ın maksadı tehdiddir, ya da öldürülme siyaseten tazir cezasıdır.
Şimdi bu görüşleri serdeden bazı alimlerin dediklerini nakledelim:
Tirmizi,
Kitabu'l-Ilcl'inde şöyle diyor:
"insanlar onun
(öldürmenin) terkedildiğinde, yani, mensuh olduğu üzerinde icma etmişlerdir.
Yahut da bu öldürme şiddetli dövme ile tevil edilir."
Münziri'nin nakline
göre Tirmizi, Buhari'nin bu hükmün ilk dönemlere ait olup bilahare
neshedildiğini söylediğini ifade etmiştir.
Yine Münziri. İmam
Şafii'den şu sözleri nakletmektedir:
"Kati (öldürme)
bu ve başka hadislerle neshedilmiştir."
Tıybî: "Ravinin
(Kabisa b. Züeyb'in): "onu öldürmedi" sözü, RasûlulIah'ın; "onu
öldürünüz" sözünün şiddetli dayaktan mecaz olduğuna delildir" der.
Hattabi de şöyle der:
"Bazan emir.
cezayı vaad (ceza ile tehdit) şeklinde olur. Onunla bir fiilin vukuu
kastedilmez. Onunla ancak bir işten sakındırmak kastedilir. Rasûlullah (ş.a)'in
şu sözleri buna örnektir: "Bir kimse kölesini öldürürse biz de onu
öldürürüz. Kölesinin bir organım kesenin biz de organını keseriz."
Halbuki tüm alimlerin görüşüne göre, kölesini öldüren kişi öldürülmez.
Beşinci kez içmesi
halinde öldürmenin vacip olup, sonradan neshedil-miş olması da muhtemeldir.
Çünkü içki içen kişinin öldürülmeyeceği konusunda ümmet icma etmiştir. Kabîsa
b. Züeyb'ten, buna delâlet eden sözler zikredilmiştir."
Bu istikametteki
sözlere İbn Kayyım'ın Zadü'l-Meâd'deki şu sözleri ile son verelim:
"Alimlerden bir
grup dördüncü defa içmesi halinde öldürülmesi emrinin icma ile terkedildiğini
söylemişlerdir. Bu, Tirmizi ve başka alimlerin sözüdür. O hükmün Abdullah
Hammar'ın hadisi ile neshedilmiş olduğunu söyleyenler de vardır. Rasûîullah
(s.a); "dördüncüsünde öldürülür" dememiştir. Onu (öldürmeyi) niçin
terkettin? diyenlere Ahmed b. Hanbel Osman'ın, "bir müslümanın kanı ancak
üç şeyden birisi için helal olur" hadisinden dolayı cevabını vermiştir.
Bunların hepsi tenkide
açıktır. Öldürmenin hilafında icma olduğu iddiası geçersizdir. Çünkü icma
yoktur. Abdullah b. Ömer onu (içki içeni) dördüncüde bana getirin öldüreyim,
demiştir. Bu bazı Selef ulemanın görüşüdür. Abdullah Hammar'ın hadisi ile
neshedildiği iddiası da ancak onun sonradan varid olduğunun ve dördüncü
kerreden sonra getirildiğinin sübutu ile sözkonusudur. (Bu da sabit değildir).
"Bîr müslümanın kanı ancak üç şeyden biri ile helal olur," hadisi ile
neshedildiği görüşü de yerinde değildir. Çünkü o hadis âmdır, beşinci kez içki
içeni öldürmeyi ifade eden hadis ise hastır.
Delilin gereği olarak
söylenecek söz şudur: İçki içeni dördüncüden sonra öldürmeyi ifade eden emir,
vücub için değildir. Aksine bu, maslahat gereği ta'zirdir. İnsanlar içki
içmekte aşın giderler, cezalar da onları
engellemeye kafi
gelmezse ve İmam öldürmeyi yararlı görürse öldürebilir. Bundan dolayı Hz. Ömer
(r.a) bir seferinde onu hapseder. Bir seferinde başım tıraş eder ve seksen
değnek vurulurdu. Halbuki Rasülullah (s.a) ve Hz. Ebu Bekir (r.a) kırkar değnek
vurmuşlardı. Öyleyse onu dördüncüsünde öldürmek had değil, maslahat gereği
tazirdir."
Muhtelif alimlerden
yukarıya naklettiğimiz sözlerden elde ettiğimiz sonuç şudur:
Bir kimse içki içtiği
zaman kaç kere içerse içsin öldürülmez. Cezası dayaktır. Dördüncü veya beşinci
seferinde öldürüldüğünü bildiren hadislerden maksat şunlardan birisi olabilir:
1- Önceleri
öldürme vardı, bu, ümmetin icmacı ile terkedildi.
2- Önceleri
öldürme hükmü vardı, bilahare bu hüküm neshedildi.
3-
Rasûîullah'in maksadı, içki içmekten sakındırmak için tehdid idi. Öldürülmesi
emri değildi.
4-
Rasûlullah'ın "Onu öldürünüz" emri şiddetli dayaktan kinayedir.
5- Öldürme
emri had değil, siyasettir. Devlet başkanı öldürmeyi maslahata uygun görürse
öldürebilir.
Hanefi ulemasına göre,
içki haddinde tedahül caridir. Yani bir kimse müteaddit defalar içki içmiş olsa
ve bunlardan dolayı had vurulmamişsa hepsi için sadece bir defa had vurulur.
Ama had vurulduktan sonra, tekrar içerse yine had vurulur, Bu hal her içki
içişte tekrarlanır. Çünkü ceza fayda vermemiş dernektir. Onun için tekrar
cezalandırılır.[335]
4486... Ali
b. Ebi Talib (r.a) şöyle demiştir:
Ben, içki içenden
başka kendisine had vurduğum (dan ötürü ölen) hiç kimse için fidye vermem.
(Çünkü) Rasülullah (s.a) onun (içkinin) hakkında (belli) bir şey bırakmadı. O
had (din miktarı) bizim koyduğumuz bir şeydir.[336]
Bu hadis mana yönünden
hiçbir izaha gerek kalmalı yacak şekilde açıktır. Hüküm olarak ise iki yönden
ele alınmalıdır.
a) Hadisin
zahirinden, Rasülullah (s.a) 'in içki haddi konusunda hiçbir belli ceza
bırakmadığı anlaşılmaktadır.
Hz. Ali (r.a) başka
bir haberde Hz. Peygamberin ve Hz. Ebu Bekir'in içki içenlere kırk, Hz. Ömer'in
ise seksen değnek vurduklarını, bunların hepsinin de sünnet olduğunu
söylemiştir (bak: Hadis no: 4480). Bu hal iki hadis arasında bir çelişki
görünümü vermektedir.
Hafız İbn Hacer iki
haber arasında görünüşte olan bu ihtilafın aslında olmadığına işaret eder ve bu
çelişkiyi şöyle giderir:
"Hz. Peygamber
(s.a), içki içene kırk sopa had vurmuştur. Bu sabittir. Rasulullah'tan bir
uygulamanın sabit olmadığı şey kırktan fazlasıdır. Efendimiz, seksen sopa
konusunda bir şey söylememiş ve yapmamıştır. Onu biz kendi içti hadi arımızla
ihdas ettik."[337]
Görüldüğü gibi,
meseleye Askalani'nin bu izahı istikametinde bakılırsa bu hadisler arasında
bir çelişki sözkonusu olmaz.
b) Kendisine
had vurulan bir kişi, bu haddin etkisi ile ölürse kendisi için fidye verilmez.
İmam Nevevi bu konuda ulemanın ittifak halinde olduklarını söyler. Ancak
Şafiilere göre Ta'zir cezası uygulanırken suçlu ölürse, hakimin âkilesinin
ölenin diyetini ödemesi gerekir. Cumhura göre kimse bir şey ödemez.
Had uygulaması
esnasında ölene diyet verilmemesi içki, haddi de dahil, bütün suçlara
şamildir. Hz. Ali (r.a)'nin içki haddini uygularken ölenin diyetini
ödeyeceğine işaret eden sözleri kırk değnekten fazla vurulması haline
hamledilmektedir. Yani Hz. Ali; "Rasülullah (s.a), içki içen kişiye
kırktan fazla değnek-vurmamıştır. Dolayısıyla ben, birisine içki içtiği için
kırk değnekten fazla vurduğum için adam ölürse Rasûlullah'ın vermediği bir
cezayı verdiğim için diyetini öderim" demek istemiştir. Ama dediğimiz gibi
cumhura göre hangisi olursa olsun had uygulanırken ölen için diyet ödenmez.[338]
4487...
Abdurrahman b. Ezher (r.a) şöyle demiştir;
"Sanki ben şu
anda Rasûlullah (s.a) 'a bakar gibiyim;[339] O,
evler arasında Halid b. Velid'in evini aramaktaydı. Rasûlullah (s.a) a bu
vaziyette iken şarap içmiş olan bir adam getirildi. Efendimiz insanlara:
"Ona dayak
atınız" buyurdu, bunun üzerine onlardan kimi ayakkabılarla, kimi sopa ile
kimi de mîteha (hurma dalı) ile vurdu -İbn Vehb: O şey hurma dalıdır, dedi-.
Sonra Rasûlullah (s.a) yerden toprak alıp adamın yüzüne attı.[340]
4488...
Abdullah b. Abdurrahman b. el-Ezher babasının şöyle dediğini haber vermiştir:
Rasûlullah (s.a)
Huneyn'de iken kendisine şarap içmiş olan birisi getirildi. Efendimiz adamın yüzüne
toprak serpti. Sonra ashabına (ona vurmalarını) emretti. Sahabeler adama
ayakkabıları ile ve ellerinde olan şeylerle vurdular. Nihayet Rasûlullah
onlara "yeter" dedi, onlar da bıraktılar.
Rasûlullah (s.a) vefat
etti, sonra Ebu Bekir (r.a) şaraptan dolayı kırk değnek vurdu. Hilafetinin ilk
döneminde Hz. Ömer (r.a)'de kırk değnek vurdu. Hilafetinin sonunda ise seksen
değnek vurdu. Osman (r.a) her iki haddi de; hem kırk hem de seksen değnek
vurdu. Nihayet Muaviye içki K-.ıHHini Sftksftn nhınık temhir otıi haddini
seksen olarak tesbit etli.[341]
4489...
Abdurrahman b. Ezher (r.a) şöyle dedi:
Mekke fethinin ertesi
günü Rasûlullah (s.a)'i insanlar arasında dolaşıp Halid b. Velid"in evini
sorarken gördüm. O esnada ben bir delikanlı idim. Rasûlullah (s.a)'a içki içmiş
olan birisi getirildi. Efendimiz sahabelere (ona dayak atmalarını) emretti.
Onlar da ellerinde olan şeylerle vurdular; kimisi kamçı ile kimisi sopa ile
kimisi de ayakkabısı ile vurdu. Rasûlullah (s.a) de adama toprak serpti.
Ebu Bekir halife olunca,
kendisine içki içen birisi getirildi. Ebu Bekir (r.a) sahabelere, Rasûlullah'in
içki içene vurduğu haddi sordu. Onu kırk değnek diye zabt (muhafaza) ettiler.
Ebu Bekir de kırk
değnek vurdu. Ömer halife olunca Halid b. Velid kendisine, insanların içki içmeye
düşkünlük gösterdiklerini, haddi ve cezayı küçümsediklerini yazıp;
"(Sahabeler) Senin yanında - ilk muhacirler Hz. Ömer'in yanında idiler -
onlara sor" dedi. Ömer de onlarla istişare etti. Seksen değnek vurması
için icma eltiler. Ali (r.a) "İnsan içliği zaman iftira eder. Onu iftira
(kazf) haddi gibi takdir etmeyi uygun görürüm." dedi.[342] Ebu
Davıul şöyle der:
"Ukayl b. Halici
bu hadiste Zührî ile Ibm'i 'l-Eiher arasına Abdullah b, Abdurrahman b. Ezhert
sokmuştur."[343]
Bu son üç hadis içki haddinin
Rasûlullah (s.a) oncjan sonraki raşit halifeler devrin-
de uygulanışını ve
Önce kırk iken. Hz, Ömer zamanında nasıl seksen değnek olduğunu, konu
edinmişlerdir. Aslında bu rivayetlerin yeri bu bab değil, bundan Önceki
babdır. Nitekim önceki babıa aynen bu rivayetle rdeki manayı ihtiva eden
haberler geçmiştir, (bk. Hadis no: 4479, 4480, 4481) Yalnız burada bir noktaya
işaret etmemiz gerekir; 4479 no'lu hadiste Hz. Ömer ashab ile içki haddini
istişare ederken, kendisine Abdurrahman b. Avfın seksen değneği tavsiye ettiği
belirtilmişken, bu rivayete göre; Hz. Ali (r.a), görüşünün içki haddinin de
kazf haddi gibi olması tarzında olduğunu ifade etmiştir. Her iki sahabenin de
aynı kanaate sahip olmaları hiç de yadırganacak bir husus değildir. Dolayısıyla
iki haber arasında bir çelişki sözkonusu değildir.
Bu haberde Hz. Ömer'i
içki haddi konusunda ashabla istişare edip yeni bir ceza tesbitine sevkeden
amilin Halid b. Velid'in bir mektubu olduğunu da görmekteyiz.
Hadislerin hüküm bakımından
ihtiva ettiği noktalar yukarıda işaret ettiğimiz numaralardaki hadislerin
izahı esnasında geçmiştir. Burada tekrara gerek yoktur.[344]
4490...
Hakîm b. Hizam (r.a) şöyle demiştir:
"RasûiuUah (s.a).
camide kısas istenmesinden, kayıp ilanından ve hadleri uygulamadan
nehyetti."[345]
Hadîs, camilerde had
ve kısas uygulamalarının kaymam yapılmasının caiz olmadığını ifade etmektedir.
Bu yasağın hikmeti üç noktada toplanabilir.
1- Camiler
bu tür işler için yapılmamışlar, namaz, dua zikir gibi ibadetler için
yapılmışlardır. Camilerde bu tür faaliyetlerin yapılması o mahalleri gayesi
dışında kullanmakur.
2- Camilerde
kısas veya had uygulandığı takdirde kısas ve had uygulananların vücutlarından
çıkan kanlar caminin kirlenmesine sebep olur.
3- Camilerde
bu tür faaliyetler, oraların hürmet ve kudsiyetini ihlaldir. Camilerde kayıp
ilan etmenin caiz olmadığım bildiren başka bir hadis
473 numarada geçmişti.
Orada konu ile ilgili tafsilat verilmiştir.
Hadisin ravilcri
arasındaki Muhammcd b. Abdullah b. Muhacir eş-Şuaysi, ulemanın leh ve aleyhte
tenkidine maruz kalmıştır. Münziri'nin belirttiğine göre Ebu hatim er-Razi:
"Hadisi yazılır ama onunla ihticac edilmez" demiştir. Bir çok alim
ise onun sika olduğunu söylemişlerdir.[346]
4491... Ebu
Bürde (r.a) şöyle demiştir: RasûiuUah (s.a): "Allah azze ve ccllcnin
hadlerinden bir hsıddiıı dışında, on değnekten fazla vurulmaz" buyururdu.[347]
4492... Bize
Ahmed b. Salih haber verdi, bize İbn Vehh haber verdi, bana \mr haber verdi, ona
Bükeyr b. el-Eşec haber vermiş, o Süleyman b. Yrsar'dan şöyle haber verdi: Bana
Abdurrahman b. Cabir, babasının şöyle haber verdiğini söyledi: "O Ebû
Bürde el-Ensari'yi şöyle derken işitmiş:
"Rasûlüllah
(s.a}'ı.....derken işittim."' Ravi o önceki hadisin manasını zikretti.[348]
Kitabü'Mıudud'un
başında Tazir'in. Hakkında muayyen bir ceza ve had olmayan suçlardan dolayı
tatbik edilecek olan ceza olduğunu söylemiştik. Yine orada Kizir cezasının sucu
isleyene ve işlendiği yere ızöre değişebileceğini bu cezanın ta-yin ve
takdirinin hakime ait olacağım belirtmiştik.
Tazir'in meşruiyeti
Kitap, sünnet ve icma ile sabitir. Rasûlüllah (s.a) birisine "Ey Muhannes
(kachnımsı)" diyen bir kişiyi cezalandırmışın'. Bu bir tazirdir.
Büyüyen toplumların
varlığı ve gittikçe çoğalan ve çeşitlenen suçların mevcudiyeti de tazir
cezasının geçerli olmasını gerektirir. Çünkü namütenahi denilebilecek suçların
herbirisi için muayyen bir haddin olmayışı o suçun cezasız kalmasına sebep
olabilir. İşte böyle bir durumla karşı karşıya kalmamak için tazir cezası
gereklidir ve dinimiz bunu meşru kılmıştır.
Alimlerimiz, ta'zirin
meşru oluşunda hemfikir olmakla birlikte şekil ve miktarında farklı görüşlere
sahip olmuşlardır. Üzerinde durduğumuz hadis, ta'zirin dayak atılması şeklinde
olması halindeki üst sınırını beyan etmekledir. Biz bu hadisin ifade ettiği
hüküm ve bu konudaki görüşlere geçmeden önce tazir çeşitlen, tazirlerin
suçlulara göre mertebeleri ve kiziri gerektiren bazı suçlan Hanefi mezhebini
esas alarak kısaca gözden geçirelim.[349]
1- Sadece
i'Iam (bildirmek): Hakimin suçluya: "Sen şöyle yapmışsın, sen bu suçu
işliyor muşsun" demesi gibi.
2- Suçluyu
mahkemeye çağırarak, işlediği suçu kendisine söylemek ve uyanda bulunmak.
3- Öğüt ve
nasihat; hakimin suçluyu, işlediği bir suçu bir daha tekrarlamaması için
nasihatta bulunmasıdır.
4- Sert bir
şekilde bakmak, bulunduğu yerden çıkıp gitmek, hakimin suçluya öfkeli bir
şekilde bakması, meclisi terkedip gitmesi.
5- Azarlamak
ve tekdir; hakimin suçluyu azarlaması
6- Süreli
hapis: Suçluyu bir müddet hapsetmek
7- Süresiz
(müebbet) hapis: Suçlunun kötülüğünden korunmak için onu ölünceye kadar
hapsetmek.
8- Muayyen
olmayan hapis: Suçluyu ıslah oluncaya kadar hapsetmek,
9- Sürgün;
suçluyu bir müddet bulunduğu yerden başka bir yere çıkarmaktır. Sürgün
müddetinin tayini hakime aittir. İmam Şafii'ye göre, sürgün müddeti hürler
için bir yıldan fazla olamaz.
10- Teşhir:
Suçlunun yüzüne siyah boya sürerek veya bir merkebe ters bindirerek şehir
içinde dolaştırılması ile olur.
11- Çeşitli
cezalarla tehdid; suçluyu durumunu düzeltmemesi halinde bazı cezalar verileceği
tarzında tehdid etmek.
12- Memuriyetten
azl; vazifesini ihmal eden bir memuru memuriyetten çıkarmak.
13- Kulak
bükmek.
14- Dayak
atmak; dayağın şekil ve mikdanna ileride temas edilecektir.
15- Öldürmek;
yeryüzünde fesad çıkarmayı adet edinen ve bu huyundan vazgeçmeyen kişi
öldürülür. Buna hadden öldürme de denilir.
16- Evini
yıkmak; Bu da fesadı adet edinip bundan vazgeçmeyenlerin bulundukları odayı
üzerine yıkarak öldürmektir.
17- Para
cezası; Suçludan bir mikdar para alınır. Suçlu durumunu düzeltirse parası iade
edilir. Düzeltmezse hazineye intikal eder.
Suçluya para cezası
verilmesinin cevazı sadece Ebu Yusuf'un görüşüdür. Diğer müctehidtere göre
para cezası yoluyla ta'zir olamaz.[350]
Hakimler tazir
konusunda suçların mahiyetlerini, suçluların mevkilerini, kabiliyetlerini, suç
işlemeyi adet haline getirenlerden olup olmadıklarını göz önünde tutarlar ve
ona göre bir ceza takdir ederler. Çünkü cezaların caydırıcılığı suçlunun
durumuna göre farklılık gösterir. Bazı insanlar çok hafif bir tekdiri fevkalade
onur kırıcı addederek bir daha o suçun semtine yaklaşmazken bir başkasına
halkın ortasında dayak bile kâr etmez.
İşte bu yüzden bazı
fakihler tazirleri şu sınıflara ayırmışlardır:
1- En üst
seviyede mevki ve onur sahibi olanlar; bunlara verilecek ta'zir sadece suçu
bildirmekten ibarettir.
2- Şahsiyet
sahibi eşraftan olanlar: Bunlara verilecek ta'zir. suçu bildirmektir. Ama bu,
suçluyu mahkemeye çağırarak veya bir vasıta ile bildirmek yoluyla olur.
3- Normal
halk tabakası: Bunlar hem mahkemeye çağırılarak,ihtar hem de bahsedilerek
cezalandırılırlar.
Bu cezalar gerek Allah
haklarına gerek kul haklarına karşı büyük bir cür'et gösterilmemesi halindedir.
Ama Allah veya kul haklarına büyük cür'et gösterenler kim olurlarsa olsunlar
daha ağır şekilde tazir edilirler.[351]
Tazirin tarifinden de
anlaşıldığı gibi tazir, hakkında had ve kısas bulunmayan suçlara verilir. Biz
burada örnek olarak tazir yoluyla cezalandırılan bazı suçlara işaret edelim:
1- Dine
ahlaka ve umumi adaba aykırı olarak yapılan hareketler.
2- Ramazanda
özür olmadığı halde açıktan oruç yemek.
3- Halk
arasında yayılan bid'atlerden kaynaklanan suçlar.
4- Mübarek
şahıslar ve mübarek makamlara karşı yapılan saygısızlıklar.
5- Devletin
meşru emirlerine uymamaktan neşet eden suçlar.
6- Yalan
şahitlik, yalan yere yemin etmek.
7-
Memuriyeti suistimal.
8- Rüşvet
alıp vermek.
9- İçkinin
dışındaki uyuşturucuları kullanmak veya ticaretini yapmak.
10- Ammeye
ait yerleri işgalden kaynaklanan suçlar.
11-
Kalpazanlık yapmak (sahte para basmak).
12- Hileli
iflas dolandırıcılık.
13- Kumar
vs. gibi haram kazançla uğraşmak.
14-
Alışverişe hile karıştırmak.
15- Sözle;
fiille, hatta bakışıyla halkı rahatsız etmek. 16- Suya. gıda maddelerine,
ilaçlara halk sağlığına zarar veren maddeler.
Tabi bunlar tazir cezası
verilen suçların tamamı değildir. Yukarıda da temas edildiği gibi örnek olarak
zikredilmişlerdir. Hakkında had, kısas ve diyet olmayan bütün suçlarda tazir
uygulanır.
Taziri gerektiren
suçlar kadınların şahitliğinin kabul edilmesi, şüphelerle düşmeyişi,
affedilmesi, mümeyyiz çocuklara da uygulanabilmesi gibi özelliklerle haddi
gerektiren suçlardan ayrılırlar.
Tazir cezasını
uygulama yetkisi de diğer suçlarda olduğu gibi devlet başkanına veya onun tayin
ettiği bir görevliye aittir.
Ta'zirle ilgili bu
genel ve kısa bilgiden sonra hadisin konusu olan "darb (dayak atma)"
meselesine dönebiliriz.
Ta'zir için dövmek, el
ile veya bir sopayla olabilir. Bu hadis, dövmenin azami haddini on olarak
tesbit etmiştir. Ahmed b. Hanbel bu hadisin zahirini alarak tazir için on
değnekten fazla vurulamayacağını söylemiştir. Bazı Şafiiler ve zahiri uleması
da bu görüştedirler. Ulemanın geri kalanı on değnekten fazla vurulabileceğini
söylemekte ama bunun azami haddinin tesbitinde ittifak edememektedir.
İmam Malik'e göre,
vurulacak sopa miktarı maslahata ve yetkili merciin takdirine bağlıdır.
Maslahat gerektiriyorsa yüz değnekten de fazla olabilir.
İmam Şafii'ye göre
hürler için kırktan az olmalıdır.
İmam Ebu Hanife ile
İmam Muhammed'e göre en fazla otuz dokuz, en az üç sopa olabileceğini söyler.
Hanefi imamlarından Ebu Yusuf'a göre ise üç ile yetmiş beş veya yetmiş dokuz
arasında değişir.
İmam-ı Azam ve
Muhammed tazir için azami mikdan tayin ederken köleler için meşru kılınan en
düşük haddi, İmam Ebu Yusuf ise hürler için meşru kılınan en düşük haddi esas
almışlar, ancak birer kamçı aşağısını
takdir etmişlerdir.
İbn Ebi Leyla da,
tazirdeki azami sayıyı yetmişbeş olarak takdir edenlerdendir.
Görüldüğü eibi
cumhurun görüşü; üzerinde durduğumuz hadise uysun düşmemektedir. Çünkü hadis en
fazla on sopa vurulacağını söylerken alimler bunu 39. 75, 79 hatta daha fazlaya
çıkarmışlardır. Acaba bu görüşlere sahip olan alimler niçin bu hadis iîe amel
etmemişler ve görüşlerini ortaya
koyarken nelere dayanmışlardır? İbn Hacer el- Askalani'nin belirttiğine göre:
a) Bu hadisi
ta'n edenler vardır. Ama bu şekildeki bir cevap tutarsızdır. Çünkü Şeyhayn
bunun sıhhatinde ittifak etmişlerdir.
b) Bu
hadisin hilafına sahabenin ameli vardır. Sahabenin bir hadisin hilafına ameli o
hadisin mensuh olduğunu gösterir. Nitekim Hz. Ömer (r.a) Ebu Muse'l-Eş'ari'ye
yazdığı bir mektupta yirmi kamçıdan fazla vurmamasını emretmiştir. Yine Hz.
Ömer'den yüz değnekten fazla vurduğu ve sahabelerin buna itiraz etmediği
rivayet edilmiştir.
c) Hz.
Peygamber (s.a)'in bu hadiste varid olan hükmü, muayyen bir olay ve muayyen bir
şahsa attir. Genel değildir.
d) Hadisteki
tahdid kamçı ile ilgilidir. Bir sopa veya el ile vurulduğunda bu haddi aşmak
caizdir.
Tabi bu görüşler
tenkid edilebilir ve zaten tenkid edenler de olmuştur. Şevkani, NeyiuM-Evtar'da
şöyle der: "Beyhakî sahabeden bu konudaki amel üzerinde ittifakın
olmadığını nakletmiştir. O halde {üzerinde durulan bu hadisi) neshettiği nasıl
iddia edilebilir?"
Hattabi. tazirin
miktarı konusundaki farklı görüşlerin suç ve cinayetlerin farklılığından
kaynaklandığını söyler ve ulemanın görüşlerini nakleder.
Tazir için dövme, adet
olarak hadlerden daha aşağı olmakla beraber şiddet olarak onlardan daha
ağırdır. Yani tazir için dövmek had için dövmekten daha şiddetli oiur.
Cezalandırılacak kişinin üzerinde varsa kürk. parke, palto vs. gibi elbiseler
çıkartılıp öyle dövülür. Yüz. baş ve tenasül uzuvlarının dışındakiler olmak
kaydıyla hepsinin aynı uzva vurulması caizdir.
Tazir konusunda daha
geniş bilgi almak isteyenler fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine müracaat
edebilirler.[352]
4493... Ebu
Hureyre (ta)'den demiştir ki:
Rasûlulîah (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Biriniz vurduğu
/aman yüzden sakınsın."[354]
Yüz, insanın insanî Özelliklerinin
toplandığı, güzelliğinin belirdiği yerdir. İnsanın duyu organlarından bir çoğu
yüzde bulunduğu gibi, sevinmek, üzülmek, utanmak gibi ruhî hallerinin de
görüntü mahallidir. Onun için yüz, insanın en şerefli organıdır. Hem insan
şerefini rencide etmemek hem de yüzde bulunan organların herhangi bir zarara
uğramasına meydan vermemek için Rasûlulîah yüze vurmayı nıenetmiştir. Bu,
hadleri uygulama anına şamil olduğu gibi nıücerred terbiye için olan dövmelere
de şamildir.[355]
[1] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/9-10.
[2] Buhari, cihad 145; Tirmizi, hudûd 25; Nesâî, Tahrîmü'd
- dem, 14; İbn Mace hudûd 2; Ahmed b. Hanbel, I, 217, 220.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/10.
[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/10-12.
[4] Buhari,diyât 6; Müslim, kasâme 25; Tirmizi, diyât
10;hudûd 15; Nesai, tahrimu'd-dem 5; İbn Mace. hudûd 1; Darimi, hudûd 2, siyer
11; Ahmed b. Hanbel I, 282, 428.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/12.
[5] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/13-14.
[6] Nesai, tahrimu’d-dem.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/14.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/14-16.
[8] “Rasulullah susmakta" manasına gelen hal cümlesi,
Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde "Rasulullah dişini misvak
fiyordu" anlamına gelecek şekildedir.
Ayrıca Müslim'de "Rasululiah" yerine "Nebî"
denilmiştir.
[9] Ebu Musa'nın asıl adı Abdullah, babasının adı da
Kays'dır. Ravi, Hz. Peygamber'in bu sahabeye künyesi olan Ebu Musa ismiyle mi.
yoksa adı olan Abdullah b. Kays diye mi hitabettiğinde şüphe etmiştir.
[10] Şüphe ramidendir.
[11] Şüphe ravidendir.
[12] Buhari. istitabetü'l-mürteddin 3; Müslim, imare 15;
Ahmed b. Hanbel, IV, 409. Hadisin izahı 4357 no'lu hadisten sonra gelecektir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/16-17.
[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/18.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/18-19.
[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/19.
[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/19-20.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/21.
[18] Nesai, tahrim 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/21.
[19] Nesai, tahrimu'd-dem 14; Ebû Davûd, cihad 127.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/21-22.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/22-23.
[21] Müslim, iman 124; Nesai. tahrimu'd-dem 12,13.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/23.
[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/23-24.
[23] Nesai, tahrimu'd-dem 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/24-25.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/25.
[25] Sâdece Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/26.
[26] İbn Abidin'in bu risalesi; Rasûlullah'a veya ashaba
küfreden kişiye ait hükümleri ihtiva etmektedir. Resâili îbn Abidin'in 15
risalesidir. Bk. Mecmuatu Resal-i İbn Abidin: I, 282. Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye
de, es-Sarimü'I-Meslûl alâ Şâtimi'r-Rasul adındaki 600 sayfalık eserini bu
konulara tahsis etmiştir.
[27] Bu iki hadis zayıftır. Birincisinin isnadında
Abdulaziz b. Hüseyn vardır. İbn Hibban onu cerhetmiştir, ikincisinin isnadına
da İbn Salah vakıf olmadığını belirtmiştir.
[28] İbn Abidin. Resâil I, 303.
[29] İbn Abidin. a.g.c, I. 305 ve dev.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/26-30.
[31] “Sert davrandı" diye terceme ettiğimiz cümlenin
"adam da ona kötü davrandı, küfretti" şeklinde anlaşılması mümkündür
(Bezlü'l- Mechûd).
[32] Ahmed b. Hanbel'in bu sözleri, Hz. Ebu bekr'in son
sözlerinin ifadesidir. Bazı nüshalarda mevcut değildir. Nesai, tahrimu'd-dem,
17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/30-31.
[33] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/31-32.
[34] Buharı, zekat 68; cihad 152; tıp 6; hudud 17; Müslim,
kasâme, 9,10,11; İman 184; Tirmizi vudû' 55; et'ime 38; tıb 6; İbn Mace, hudûd
20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/32-33.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/33.
[36] Maide (5) 33. Parantez içindeki kısım, ayetin hadis
metninde olmayan bölümünün mealidir.
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/33.
[38] Buhari, tıp 5; Tirmizi, taharet 55; Nesâî, tahrim 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/34.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/34.
[40] Haccac b. Yusuf es-Sekafî, Enes b. Malik'e bir mektup
yazıp Rasûlullah'ın verdiği en büyük cezayı sormuş, o da bu hadiseyi haber
vermiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/34-35.
[41] Mâide (5)33.
[42] İbn Cerîr'in rivayetine göre yukarıdaki sözler İbn
Ömer'e anlatılmış o da bu ayetlerin Rasûlullah'ı ılab için indiği iddiasını
reddedip "Rasûlullah'ın verdiği ceza sırf o gruba aitti, bu ayet onların
dışında Allah'a karşı savaşanlar hakkında indi ve göz oyma cezası
kaldırıldı" demiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/35.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/36.
[44] Nesâî, tahrimu'd-dem, 9,10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/36.
[45] Kurtûbî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, VI, 151, 152.
[46] el-Mevsılî, el-Ihtiyar lî ta'Iili'l-Muhtâr, IV, 114.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/36-40.
[48] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/40.
[49] Buhârî, hudud 12; enbiya 54; Müslim, hudud, 8.9;
Tirmizi, hudûd 6; İbn Mâce, hudud 6; Nesâi, sarik 6; Darimi. hudûd 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/41.
[50] Müslim, hudûd, 10; Nesâi, sarik 5,6; Ahmed, b. Hanbel,
II, 151.
[51] Ebû Davud'un ta'ükan naklettiği bu rivayetlerden her
biri çeşitli hadis mecmualarında mevcuttur.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/41-42.
[52] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/43-44.
[53] Elimizdeki Ebû Dâvud nüshalarında bu başlık
bulunmamakla birlikte; Teysîru'l-Menfaah ile Concordance'da bu başlığı taşıyan
bir babın bulunduğuna işaret edilmiştir.
[54] Ahmed b. Hanbel, VI, 181.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/44.
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/44-45.
[56] Nesai. kalu's-sarik, 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/45.
[57] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/45-46.
[58] Hezzal; Nuaynı'm babasıdır. Medine'de oturan
bir.sahabidir. Mâız'ın babası Malik, Hezzali vasî tayin etmişti. Hadisin
tahrici için 4419 nolu hadise bkz.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/46.
[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/46.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/46-47.
[62] Tirmizi, hudûd 22.
[63] Bu rivayet 4445 numarada gelecektir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/47-48.
[64] Bu rivayet 4440 numarada gelecektir.
[65] Bu konudaki çeşitli rivayetler için bk. Şevkânî,
Neylü'l- Evtâr Şerhu Münteka'1-Ahbâr, VII, 106 ve dev.
[66] el-Mergınani, el-Hidaye, II, 95.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/48-50.
[67] Şek, ravilerden birisine aittir.
[68] Nesai, katu's-sarik 3; İbn Mace, hudûd, 29; Darimi,
hudûd 6; Ahmed, b. Hanbel, V, 293.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/50-51.
[70] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/51-52.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/52-53.
[72] Buhari, hudûd 27; Müslim, hüdûd 24; Ahmed b. Hanbel,
V, 262, 265.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/53.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/53-54.
[74] Buhari, Ezher b. Abdullah'a. Ezher b. Said ve Ezhcr b.
Yezid de denildiğini söyler. Tâbi-ûn'dandır. Bu zan bazan Harâzî bazatt Murâdî
bazan da Müzeni diye nisbetlendirmişlcrdir. İbn Ebi Davud, Kitabu'd-Duafa'sında
bu zatın Hz. Ali'ye küfrettiğini söyler. Ebu Davud'da: "Ben ona
buğzederim" der. Ezelî "Onun mezhebi hakkında ileri-geri
konuştular" demiş, Aclî, sika olduğunu söylemiştir (Bezlu'l - Mechûd,
XVII, 326).
[75] Kelâ: Yemen'de bir kabiledir.
[76] Nesai, katu’s-sarik, 4.
[77] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/54-55.
[78] Trablusî, Mııînü'l - Hukkânı, 194.
[79] Bk. İbn Abidin. Haşiyetü Reddi'l - Muhtar
ala'd-Dürri'l-Muhtar, IV, 87, 88.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/55-57.
[81] Müslim, hudûd 1; Tirmizi, hudûd 16; Nesai, katu's-sarık
9,10; Ahmed, b. Hanbel, VI, 36.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/57.
[82] Buhârî, hudûd 13: Müslim, hudûd 2; Nesâî. Katu’s -
Sarık, 9-10; İbn Mâce hudûd 22- Ahmed b. Hanbel II, 36, 41, 80, 126. 163.
[83] Hadisi Ebu Davud'a Ahmed b. Salih ve Vehb b. Beyân
nakletmelerdir. Bu kısım Ahmet b. Salih'in rivayetidir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/57-58.
[84] Buhâri, hudûd 13; Müslim, hudûd 6; Nesâi, katu's-sarık
8-10; İbn Mâce hudûd 22- Tirmizi, hudûd 16; Malik, hudûd 21; Darimi, hudûd 4;
Ahmed b. Hanbel, II. 6, 54, 64.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/58.
[85] Nesâi, sarık X; Ahmed b. Hanbel II. 145.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/58.
[86] Müslim, hudûd 7; İbn Mâce. hudûd 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/58-59.
[87] Müslim, hudûd 7; İbn Mâce. hudûd 22.
[88] Maide 5, 38.
[89] İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehîd, (Beyrut 1982), IV, 448.
[90] İbn Kudâme el-Muğnî (Beyrut (1984). X, 238.
[91] Mergınânî, el-Hidaye Şerhu bidayeti’l-Mübtedi, II,
118, 119.
[92] Şerhu Meâni'1-Âsar II. 93.
[93] Zeylaî. Nasbûrraye, III. 359.
[94] Şevkânî. Neylu'l-Evtâr, VII, 141 ve dev.
[95] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/59-62.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/63.
[97] "Hurma" diye terceme etliğimiz
"el-keser" kelimesi, hurma ağacının ortasındaki beyaz renkli bir
nesnedir. Araplar bu nesneyi yerler. Bu kelime, hurma çiçeği manasına da gelir.
Maksat birinci manadır.
[98] Nesai, katu's-sarik 13; Tirmizi, hudûd 19; İbn Mace,
hudûd 27; Darimî, hudûd 7; Malik, hudûd 32; Ahmet b. Hanbel, III, 463,
464.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/63-64.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/65.
[100] el-Ceziri, Kitabü'l - Fıkh ale'l-Mezahibi'l - Erbaa,
V, 174.
[101] İbn Kudame. Muğnî, X, 260.
[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/65-66.
[103] Metinde köşeli parantez, tercemede normal parantez
içindeki ibareler, farklı nüshaları ifade etmektedir. Nesâî, katu's-sank 12; Tirmizi,
büyü 54; İbn Mâce, hudûd 28; Ahmed b. Hanbel, II 180. 224.
[104]Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/66-67.
[105] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/67-68.
[106] Nesai, nikah 60; hıyel 15; sarık 13; Tirmizi, hudûd
18; îbn Mace, hudûd, 26 filen 3; Ahmed b. Hanbel III, 140, 197, 390.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/68.
[107] Tirmizi, hudûd 18; Nesai, katu's-sarik 13; İbn Mâce,
hudûd 26, Darimi, hudûd 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/68-69.
[108] Önceki rivayetlerin kaynakları.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/69.
[110] Bu tarif Hanefilere aittir.
[111] İbnü'I-Humam, Şerhu Fethi'l - Kadir, V, 136.
[112] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/69-71.
[113] cümle bazı matbu nüshalarda "abamın üzerinde
uyuyordum..." manasını verecek şekilde harekelenmişsin Bu tür harekeleme
diğer rivayetlere ve hadisenin akışına daha uygun düşmektir.
[114] Nesai, Katu's-sank 5; İbn Mâce, hudud 28.
[115] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/71-72.
[116] Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-i
Fıkhıyye Kamusu, III, 15.
[117] Bk. el-Mevsılî, el-İhtiyar li Ta'Iili'l-Muhtar, I,
104.
[118] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/72-74.
[119] Müslim, hudûd 10.
[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/74-75.
[121] Nesai, sarik 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/75.
[122] Bu rivayet 4374 numarada geçti.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/75-76.
[123] Bu tabirler .için bk. Bilmen Ö.N. Istılahât-ı Fikhiyye
kamusu, IX, 144, 145.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/76-78.
[125] İbn Mace. talak 15; Ahmed b. Hanbel, I, 155, 158, VI,
144.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/78.
[126] Hauabi. Hz. Ömer'in akıl hastası olan bir kadının
recmedilmesini emretmiş olup da etrafındakilerin buna razı olmalarının mümkün
olmadığını, kadının bazan iyileşip ba-zan da delirdiğini ve iyileştiği esnada
zina etmiş olmasının muhtemel olduğunu söyler. Hz. Ömer'in kanaati akıl
hastasının, akıllılık anındaki yaptığı suçtan dolayı haddin uygulanması, Hz.
Ali'nin kanaati ise uygulanmaması istikametinde olabilir.
[127] Hz. Ömer'in tekbir getirmesine sebep, yaptığı
anlaşıldıktan dolayı duyduğu şaşkınlıktır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/78-79.
[128] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/79.
[129] Buhari. hudûd 22; Ahmed. b. Hanbel, I, 140, 154, 155.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/80.
[130] Bu rivayeti, Ebû Dâvûd. Hennad ve Osman b. Ebi
Şeybe'den almıştır. Osman, Ebû Zebyan'ın yanına el-Cenbî'yi eklemediği halde,
Hennad eklemiştir.
[131] Tirmizi, hudûd I; Dârimî. hudûd 1; Ahmed b. Hanbel, I,
118; VI,
101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/80-81.
[132] Buharı, Hudud 22; İbn Mace, talak 15; Tirmizi, hudûd
1; Dârimî, hudûd 1; Ahmed b. Hanbel VI, 100, 101.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/81-82.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/82-83.
[134] Karaman H., Mukayeseli İslâm Hukuku, I, 176.
[135] Bilmen Ö.N. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fikhıyye
Kamusu, 1, 228.
[136] Ehliyet ve arızaları ile ilgili geniş bilgi için Usulü
fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine bakılabilir. Ayrıca bkz. Ö.N. Bilmcn'in
Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıy-ye Kamusu, I. 226, H. Karaman.
Mukayeseli İslâm Hukuku, I, 177 ve devamı.
[137] Mecelle, 944 ve 980'nci maddeleri.
[138] Mecelle: Madde 943.
[139] Zeydan Abdül-Kerim, el-Veciz fi Usuli'I-Fîkh, 74.
[140] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/83-86.
[141] Tirmizi, siyer 29; îbn Mace, hudûd 4; Darimi, siyer
26; Ahmed b. Hanbel IV, 310, V, 312.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/86.
[142] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/86-87.
[143] Buharı, megazî 29; şehâdât İ 8; Müslim, imara 91; İbn
Mace, hudûd 4; Ahmed b. Hanbel II, 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/87.
[144] Yukarıdaki hadisin diğer kaynaklarında bu rivayet ayrı
bir hadis olarak değil, önceki hadisin peşinde ta'lik olarak verilmiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/87.
[145] Ahd-i Kadîm, Teşriiye 20/ 10-15.
[146] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/87-90.
[147] Tirmizi. hudûd 20; Nesai, katu's-sarik 16 Ahmed b.
Hanbel, IV, 181.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/90.
[148] Mergnıânî, el-Hidaye, II, 103.
[149] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/90-92.
[150] Şüphe ravidendir.
[151] Şüphe ravidendir.
[152] İbn Mace, fiten 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/92-93.
[153] Bu hadisler için bk. Zeylâî, Nasbu'r-Râye, III, 366,
367.
[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/93.
[155] Nesai.katu’s-sârık, 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/934-95.
[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/95-97.
[157] Tirmizî, hudûd, 17; Nesaî, katu's-sarık 18; İbn Mace,
hudud 23; Ahmed, b Hanbel,VI, 19.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/98.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/98.
[159] Bu bab'a Concordance'da numara verilmemiştir.
[160] İbn Mace. hudûd 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/99.
[161] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/99.
[162] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/99.
[163] Nisa (4) 15.
[164] Nisa (4) 16.
[165] Nur, (24) 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/99-100.
[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/100.
[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/100-101.
[168] Müslim, hudud 3; Tirmizi, hudud 8; lbn Mace, hudud 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/101.
[169] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/101-102.
[170] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/102.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/102-103.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/103-104.
[173] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/104-105.
[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/105-106.
[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/106.
[176] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/106-107.
[177] İbn Mâce, hudûd 34.
[178] Basra İle Küfe arasında, Haccac tarafından inşa
edilmiş olan bir şehirdir.
[179] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/107-108.
[180] İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 348.
[181] İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 348.
[182] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/108-110.
[183] Buhâri; hudûd 30. 31 Tirmizi; hudûd 7; Müslim; hudûd
15; İbn Mâce, hudûd 9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/110.
[184] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/110-112.
[185] Bu baba Condordance'da numara verilmemiştir.
[186] "İncik" diye terceme ettiğimiz "vazîf'
kelimesine Kâmus'da "atın veya devenin topuğu ile dizi arasındaki
kemik" denilmektedir.Nihâye'de ise devenin ayağına vazîf denildiği
bildirilmektedir.
[187] Buhârî, hudûd 26. 27; Müslim, hudûd 22. 23 Ahmed, V,
262, 265.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/112-113.
[188] Bazı nüshalarda "liyestetîbe" şeklindedir.
[189] Buharı, hudûd 26, 27; Müslim, hudûd 16.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/113-115.
[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/115.
[191] Buradaki "in" edatının nâfiye olması da
mümkündür.
[192] Müslim, Hudûd
17,18; Dârimi, hudûd 12 Ahmed V, 86,87,102,103.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/115-116.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/116.
[194] Yukarıdaki rivayette geçen, ve "az süt diye"
terceme ettiğimiz kelime.
[195] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/116.
[196] Müslim, hudud 19; Tirmizi, hudûd 4.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/117.
[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/117.
[198] Buharî, hudûd 28 Ahmed, I, 280, 289, 325.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/117-118.
[199] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/118-120.
[200] Bu ve önceki hadisi Ebû Davud'a Hasen b. Ali rivayet
etmiştir. Hasen b. Ali, önceki rivayeti Abdurrezzak'tan, bunu da Ebû Âsım'dan
almıştır. Ebû Âsım'ın rivayetinde, Abdurrezzak'mkinden fazla olarak metindeki
rivayet vardır.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/120.
[201] Buhârî, hudûd 22, 25, 29; Tirmizi, hudûd 5; Müslim,
hudûd 16; Nesâî, cenâiz 63; İbn Mace, hudûd 9; Darimi, hudûd 13. - Hadisi,
Musannıfa Ebû Kâmil ve Ahmed b. Menî' Rivayet etmişlerdir. Bundan sonraki kısım
Ebû Kâmil'in rivayetindendir.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/120-121.
[202] Buhari'nin rivayetinde "Cenaze namazını
kıldı" denilmektedir. Babın sonundaki izah esnasında mesele ele
alınacaktır.
[203] Müslim, hudud 20; Ahmed, III, 62.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/121-122.
[204] Rivayette söz konusu edilen zât, Mâiz'dır.Münziri, bu
hadisin Mürsel olduğunu söyler. Çünkü, sahâbi ravİ anılmamıştır.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/122.
[205] Müslim, hudud 22. Rasûlullah Mâız'ın sarhoş olup
olmadığını anlamak için ağzını koklamıştır.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/122.
[206] Ğâmidiye diye meşhur bir kadındır. Zina edip, ikrarda
bulunmuş ve recmedilmiştir. Bu hanımla ilgili haber 4442 numara da gelecektir.
[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/122-123.
[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/123.
[209] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/123-125.
[210] Sahabidir. Elli yaşında müslüman olmuştur. Künyesi
Ebu'l-AIâ'dır. 120 sene yaşamıştır.
[211] Ahmed, 111,479.
[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/125-127.
[213] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/127.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/127.
[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/128.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/128.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/128-129.
[218] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/129.
[219] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/129-130.
[220] Müslim, hudûd 24; Tirmizi, hudûd 9; Nesâi, cenâiz 64;
İbn Mâce, hudûd 9; Dârimî, hudûd 17; Ahmed b. Hanbel, IV, 430, 435, 437, 440.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/130-131.
[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/131.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/131.
[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/132.
[224] Müslim, hudûd 23;Dârimi. hudûd 17:Ahmed. B. Hanbel V, 348.
[225] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/132-133.
[226] Osman, Ebû Davud'un hocasıdır.Sanki Ebû Davud bu
hadisi hocasından okurken anlayamamış da, orada birlikte bulunduğu bir adanı
ona anlatmıştır.
[227] Bu kısım bazı nüshalarda mevcut değildir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/133-134.
[228] Ahmed b. Hanbel, V, 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/134.
[229] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/134-135.
[230] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/136.
[231] Dahhak el-Eslemî'nin oğludur. Şamlılardan sayılır.
[232] Buhârî, Ahkâm 39; Sulh; eymân ve'n-nûzûr 3; hudûd 30,
34; Müslim, hudûd 25; Tirmizî. hudûd 8; Nesâi. kudât 22; İbn Mâce hudûd 7;
Dârimî, hudûd 12; Mâlik, hudûd 6; Ahmed. b Hanbel, III. 115, 116
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/136-137.
[233] Bakara 2:178.
[234] Bakara 2: 183.
[235] Nisa 4: 24.
[236] Nisâ 4: 16.
[237] Nisa 4: 15.
[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/137-139.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/139.
[240] Aslen Yahudi idi. Benû Kaynuka kabilesine mensuptu;
müslümanlığı kabul etmiş ve ensâr'a yardım etmiştir. Rasûlullah tarafından
Cennetle müjdelenmiştir. H.49 tarihinde Medine'de vefat etmiştir.
[241] Bu adamın Abdullah b. Sûryâ olduğu rivayet edilir.
[242] Buharı, hudüd 37, nıenâkıb 26; Müslim, hudûd 26;
Tirmizi. hudûd 10; Mâlik: Hudûd 1.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/139-140.
[243] Müslüm. hudûd: 28; İbn Mace. hudûd 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/140-141.
[244] Metinde âyetin tamamı yer almamıştır. Ancak biz
manânın bozulmaması için tamamının meâüni verdik.
[245] Mâide (5)41-47.
[246] Mâide sûresinin 41 - ilâ 47 ayetleri, bu hadise
üzerine inmiştir. Ancak metinde tamamı yer almamış sadece işaret edilmiştir.
[247] Müslim, hudûd 28; İbn Mâce 10. Bu babın ilk hadisinde
geçen olay kastedilmektedir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/141-143.
[248] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/143-144.
[249] Hadis, Ebû Davud'a bir kaç kanaldan gelmiştir.
Bunlardan birisi Macmer vasıtasıyla gelendir.
[250] İbn Hacer'in dediğine göre, tecbihinin bu izahı
Zührî'ye aittir.
[251] Mâide(5)44.
[252] Bu hadisin isnadında Müzeyne'den bir adam var. Hattâbî
onun bilinmediğini söyler.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/144-146.
[253] Mâide(5)42.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/146-147.
[254] îsnadda mechûl bir adam var.
[255] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/147-148.
[256] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/148.
[257] Bu iki rivayet mürseldir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/148.
[258] Müslim, hudûd 28. Bu hadis, Lü'lüî'nin rivayetinde
mevcut değildir. İbnü'l-Arâbi ve İbn Dâse'nin rivâyetindendir. Bunu Ebu'l-Kasim
ed-Dimeşkî' zikretmemiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/148.
[259] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/148-149.
[260] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/149-150.
[261] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/150-151.
[262] Tirmizî, ahkâm 25; Nesâî, nikâh 58;İbn Mâce, hudûd 35;
Dârimî, nikâh 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/151.
[263] Nisa (4) 22.
[264] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/151-153.
[265] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/153.
[266] Tirmizi. hudûd 21; İbn Mâce, hudûd 8; Nesâî, nikah 70;
Dârimî, hudûd 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/154.
[267] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/154-155.
[268] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/155-156.
[269] Nesâî. nikâh 70; Ahmed, III, 476.
[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/156.
[271] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/156-157.
[272] İbn Mâce. hudûd S: Had. No: 2552.
[273] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/157-158.
[274] Tirmizî, hudûd; 24 İbn Mace. hudûd 12.
[275] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/158-159.
[276] Musannif Ebû Davud, bu rivayeti ile Âsım'm rivayet
ettiği, hayvanla ilişkide bulunana haddin olmadığını bildiren hadisin (n: 4465),
Amr b. Ebî Amr'ın rivayet ettiği ve böyle birisine haddin gerekliliğini
bildiren hadisi (no: 4464) zayıflattığına işaret etmek istiyor. Ancak, bu
ta'likm yeri burası değil, bundan sonraki babtır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/159.
[277] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/159-160.
[278] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/160-161.
[279] İbn Mâce, hudûd 13; Tirmizî, hudud 23,24; Ahmed I: 217, 269, 300.
[280] Bu cümle, nüshaların çoğunda yer almamıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/161-162.
[281] Tirmizi, hudud 23.
[282] Bu kayıt bazı nüshalarda barada yer almamıştır.
Bilindiği gibi bu cümle 4463 no'lu hadisin sonunda da geçti. Orada işarcl
edildiği gibi asıl yeri burasıdır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/162.
[283] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/162-164.
[284] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/164.
[285] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/164-165.
[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/165-166.
[287] Hud (11)114- âyetin devamı şu şekildedir:
"Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir
hatırlatmadır."
[288] Müslim, Tevbe, 42; Tirmizi, tefsir sûre 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/166-167.
[289] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/167.
[290] Buhari, hudud 35; buyu 13; Müslim, hudûd 32;
Tirmizi,hudûd 8; İbn Mâce, ika-metu'l-hudûd 14 Nesai, kusuf 11; Dârimî, hudûd
18; Mâlik, hudûd 14.
[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/167-168.
[292] Müslim hudud 30; İbn Mace 14; Ahmed b. Hanbel II, 376.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/168.
[293] Buhari, hudud 36; Müslim, hudûd 30; Ahmed b. Hanbel.
II. 249, 494.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/168-169.
[294] Nisa (4) 25.
[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/169-170.
[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/170-171.
[297] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/171-172.
[298] Sad (38)44.
[299] İbnu'l - Humam, Şerhli Fethı'l - Kadir, V, 29.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/172-173.
[300] Tirmizi, tefsir 24; İbn Mace. hudud 15; Ahmed b.
Hanbel, VI, 30,35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/173.
[301] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/173-174.
[302] Münafıkların reisidir.
[303] Yusuf (13) 18.
[304] Nur (24) 11. Hz. Aişe hakkında inen ayet sayısı ondur.
[305] Nur (24) 20.
[306] Nur (24) 22.
[307] Buharı, şehadet, 14.
[308] Nur (24) 4.
[309] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/174-180.
[310] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/180.
[311] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/180.
[312] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/180-181.
[313] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/181-182.
[314] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/182.
[315] Hattabî, Hz. Peygamber (s.a)'in adama hiçbir ceza
vermeyişini şöyle izah eder: "Muhtemeldir ki adam Abbas'ın evine
sığındıktan sonra, içki içtiğini ikrar etmemesi ve içtiğine dair adil
şahitlerin bulunmaması sebebiyle Rasûlullah onu cezalandırma cihetine
gitmemiştir. Adam yokla yalpa yaparken görülmüş ve sarhoş zannedilmiştir. Ama
onun bu hali başka bir sebepten olabilir. Efendimiz de meseleyi
araştırmamıştır."
[316] Musannifin bundan maksadı İbn Abbas ve İkrime'dir.
Çünkü diğer raviler Medine dışındaki şehirlerdendirler.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/182-183.
[317] Buhari, hudud 5; Ahmed, b. Hanbel, II, 300, 350.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/183-184.
[318] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/184.
[319] Müslim, hudud 35, 36; İbn Mace, hudud 16, Ahmed b.
Hanbel, III, 115, 180.
[320] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/184-185.
[321] Hz. Osman (r.a)'ın kölesidir.
[322] Müslim, hudud 38; İbn Mace, hudud 16.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/185-186.
[323] "Onun cefasını, sefasını sürüne yükle'" diye
terceme ettiğimiz cümle, Araplar arasında bir darb-ı meseldir.
[324] Hadisi Hz. Ali'den nakleden zat.
[325] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/186-187.
[326] Hucûrat, 6.
[327] Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerhi, VIII, 387.
[328] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/187-191.
[329] Tirmizi, hudud 15; îbn Mace, hudud 17; Nesai, eşribe
42.
[330] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/191.
[331] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/191.
[332] İbn Mace, hudud 17; Nesai. eşribe 42.
[333] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/192-193.
[334] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/193-194.
[335] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/194-196.
[336] Buhari. hudud 4: Müslim, hudud 39; İbn Mace, hudud 16.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/196.
[337] Bk. 4480 no'Iu hadisin izahı.
[338] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/196-197.
[339] Ravinin maksadı, hadiseyi o anda görüyormuş gibi
hatırladığını ifade etmektir.
[340] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/197-198.
[341] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/198-199.
[342] Bu hadis Lü'lüînin rivayetinden değildir. İbıı
Dâsc'nin rivayetindendir. İbn Ebİ Hatim: "Bu hadisi babamave Ebu ZürVya
sordum, 7ü1"1.;' bunu Abdurrahman b. Ez-her'den işitmedi, dediler.
[343] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/199-200.
[344] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/200.
[345] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/200-201.
[346] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/201.
[347] Buhari. hudûd 42; Müslim, hudüd 40; Tirmizi. hudud 30,
İbn Mace, hudûd 32; Darimî. hudûd II: Ahmed b. Hanbel. 111. 466; IV, 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/201.
[348] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/201-202.
[349] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/202.
[350] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/202-203.
[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/203-204.
[352] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/204-206.
[353] Bu bab bazı nüshalarda mevcut değildir. Bazılarında da
Tu'zir babından daha öncedir.
[354] Müslim, birr 13; Ahmed b. Hanbel II. 509.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/206.
[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/206.