2. Yeni Elbise Giyen Kimseye Nasıl Dua Edilir?
3. Gömlek Giyme Hakkında Gelen Hadisler
4. Kaftanlar Hakkkında Gelen Hadisler
Meşhur Olmaya Yarayan Elbise Giymenin Hükmü
5. Yün Ve Kıl(Dan Dokunmuş Elbise) Giymek
Yüksek (Fiyatlı) Elbise Giymenin Hükmü
Kaba (Dokunmuş) Elbise (Giymek)
6. İpekli (Kumaş Giyme) Hakkında Gelen Hadisler
7. Saf İpek(Ten Dokunmuş Elbise) Giyme Hakkında Gelen
Hadisler
8. İpek Elbise Giymeyi Hoş Görmeyenler (İn Rivayet
Ettikleri Hadisi Şerifler)
9. (Elbise Üzerinde) Damga Ve İpek İplik Bulunmasına İzin
Vardır
10. Bir Özürden Dolayı İpek Elbise Giymek
11. Kadınların İpek Giymesinin Hükmü
13. Beyaz (Elbise Giymen)İn Hükmü. 20
14. Elbiseyi Yıkamanın Ve Eski (Elbise Giyme) nin Hükmü
15. Sarıya Boyanmış (Elbise Giymenin Hükmü)
18. Kımızı Elbise Giymenin Caızlıgı Hakkında (Gelen
Hadisler)
19. Siyah Elbise Giyme Hakkında (Gelen Hadisler)
20.Saçak (lı Elbise Giymenin Cevazı) Hakkında
21. Sarık Hakkında (Gelen Hadisler). 26
22. Vücudun Hiçbir Yeri Açıkta Kalmayacak Şekilde Örtünmek
23. Elbisenin Düğmeleri(Ni) Çözmek Ve O Şekilde Kalmak
24. Basın Ve Yüzün Bir Kısmını Bir Örtüyle Örtmek
25. Eteği (Yerlere Doğru) Sarkıtma Konusunda Gelen
Hadisler
26. Büyüklenme Hakkında (Gelen Hadisler)
27. Eteğin Nereye Kadar Uzanacağı Hakkında (Gelen
Hadisler)
28. Kadınların (Giyimi Hakkında) (Gelen Hadisler)
29. "Örtülerini Üstlerine Salsınlar" (Ayeti
Kerimesi) Hakkında (Gelen Hadisler)
30. "Başörtülerini Yakalarının Üstüne
Salsınlar" (Ayeti Kerimesi)
Hakkında (Gelen Hadisler)
31. Kadınların Zinet (Yer)Lerinden Nerelerini
Gösterebileceği Konusunda (Gelen Hadisler)
32. Köle Hanımefendisinin Saçına Bakabilir
33. "Kadına İhtiyacı Bulunmayan Erkekler"
Ayet-i Kerimesi Hakkında (Gelen
Hadisler)
35. Başörtüsü(nü Bağlamak) Nasıl Olur?
36. Mısır Kıptîlerinîn Ketenden Yaptıkları Kubtiyye
Denilen İnce Elbiseleri Giymenin Hükmü
37. Eteğin Uzunluk Ölçüsü Hakkında (Gelen Hadisler)
38. Ölü (Hayvanların) Derilerinin Temizlenmesi) Hakkında
(Gelen Hadisler)
39. Ölü Hayvan Derisinden Yararlanamayacağına Dair Rivayet
Edilen Hadisler 47
40. Kaplan Ve (Diğer) Yırtıcı Hayvanların Derileri Hakkında
(Gelen Hadisler)
41. Ayakkabı Giyme Hakkında (Gelen Hadisler)
42. Döşekler Hakkında (Gelen Hadisler)
43. Perde Kullanma Hakkında (Gelen Hadisler)
44. Elbisede Haç Resmi Bulunması
45. Resim Hakkında Gelen Hadisler. 55
Resmin Hahamlığı Etrafında Meydana Getirilmek İstenen Bazı
Şüpheler:
Her müslümanın avret
yerlerini örtecek ve kendisini olumsuz hava şartlarından koruyacak kadar
giyinmesi farzdır.
Erkeklerin elbisesi
kırmızı ve sarı olmamalıdır.
Giyimde esas olan orta
yollu olmasıdır. Bununla birlikte Allah'ın verdiği nimetleri açıklamak için
olandan fazla giyinmek müstehabtır. Zira Hz. Peygamber, "Şüphe yok ki
Allahu Teala rtimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi ister"[1]
buyurmuştur..
Güzel giyinmeyi itina göstermek
mubahtır. Kibirlenmek ve başkalarından üstün ve farklı görünmek niyetiyle
giyinmek ise mekruhtur.
İsraf sayılacak tarzda
ve şekilde giyinmek haramdır. Fakirlerin veya orta halli kimselerin zenginleri
taklik ederek israfa düşmeleri caiz değildir. Zira bu durum fakirliği
artırdığı gibi insanlar arasında kıskançlık ve düşmanlık da doğurur.
İpek elbise kadınlar
için helal ise de erkekler için haramdır. İpekten yapılmış sair eşyayı
kullanmak ise caizdir.
Erkekler altın
kullanamazlar. Yalmz gümüş vasair yüzük kullanabilirler. Altını diğer madenden
az olan alaşımlardan yapılan yüzük takmalarında bir mahzur yoktur.
Altın dışındaki
madenler ağızda koku yaptıklarından altın diş veya altın kaplama yapılmasına
cevaz verilmiştir.
Bu bilgilerin ışığında
İslamm giyim kuşam konusundaki teklifleri şöylece özetlenebilir.
1- Giyilen
elbise avret mahallerini kapatmalıdır.
2- Giyilen
elbise haram veya mekruh olmamalıdır. İpek elbise erkeğin avretini kapatırsa da
giyilmesi haram kılınmıştır.
3- Giyilen
elbise vücudu gösterecek kadar şeffaf olmamalıdır. Şeffaf olmamakla beraber
avret yerlerini belli edecek kadar dar olan elbiseler de giyilmemelidir.[2]
4020... Ebû
Saîd el-Hudri'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur: Relulullah (s.a.v) yeni bir
elbise giydiği zaman gömlekse veya sank-sa(o elbisenin) ismini anar sonra;at
"Allalı'im sana hamd olsun, bunu ban sen giydirdin. Ben senden bunun
hayrını ve yapılış gayesindekî hayrı istiyorum. Bunun ve yapılış gayesinin
şerrinden sana sığınıyorum" diye dua ederdi.
(Ravi) Ebu Nedre dedi
ki: Peygamber (s.a.v)'in sahâbilerinden biri yeni elbise giydiği zaman (tebrik
etmek maksadıyla) ona (İnşallah sen bu elbiseyi) eskit( inceye kadar
giyin)irsin ve yüce Allah (sana) onun yerine (daha hayırlısını) verir, denirdi.[3]
Hadis-i şerifte
açıklandığı üzere Hz. Peygamber,se giyindiği zaman, "bana giymeyi nasip
ettiği şu gömlekten veya şu sarıktan dolayı" gibi bir sözle o elbiseden
bahsederek metinde geçen duayı okumak suretiyle Allah'a şükredermiş.
Aliyyü'I-Kâri'nin
açıklamasına göre, elbisenin hayrı onun uzun ömürlü, necasetten ve haram para
ile alınmış olma şaibesinden uzak olması, kibir ve tefahur için olmayıp
ihtiyaçtan dolayı giyilmiş olmasıdır.
Yapılış gayesindeki
hayır ise, kişinin avret yerini örtmek, onu soğuğa veya sıcağa karşı koruma
gibi hayırlardır. Bu hayırları istemek elbisenin yapılış gayesine erişmesini
istemektir.
Elbisenin
şerri.yukarıda geçen hayırlarından uzak olması yani haram, pis, dayanaksız
olmasıdır. İftihar, kibir gibi haram gayelerle dokunmuş olması veya
giyilmesidir. Elbisenin şerrinden sığınmak, onu bu niyet ve duygularla
giymekten veya dokunuş gayesinde bulunan bu gibi duygulardan Allah'a
sığınmaktır.
Yine hadis-i şerifte
sahabilerden biri yeni elbise giydiği zaman diğer sahabiler "Tüblî,
yuhlifullahu Teâla Sen (bunu inşallah üzerinde) eskitirsin ve yüce Allah onun
yerine (daha hayırlısını) verir" diyerek onu tebrik ederlermiş. Bu sözler,
elbise giyen kişinin ömrünün uzun olmasını ve daha nice yeni elbiseler giyip
onları da ekşitmesin temenni etme anlamına gelirler.[4]
4021... (Bir
önceki hadis-i şerifin bir) benzeri de el-Cerîrî'den yine aynı senedle rivayet
olunmuştur.[5]
4022...
(4021 numaralı hadisin) manası da el-Cerîrî'den yine aynı senedle rivayet
edilmiştir. (Yani her ikisi de bu hadisi el-Cerîrî'den işitmişlerdir.)
Ebu Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisi rivayet edenlerden) Abdülvahhab (kendisi bizzat Hz. Peygamber'den alan)
Ebu Saîd'i (senedinde) zikretmedi.
Hammâd b. Seleme de (bu
hadisi) el-Cerîrî'den, (o da) Abû-'l Âlâ'dan o da Peygamber (s.a.v)'den de (mek
suretiyle mürsel olarak rivayet) mistir.
Yine Ebû Davûd dedi
ki: Hammâd b. Seleme ile (el-Vehhâb) es-Saka-fî1 (nin bu hadisi işittikleri
(ravi) birdir.[6]
4020-4022 numaralı
hadis-i şerifler aynı manaya gelen lafızlarla bazen muttasıl ve merfu olarak ,
bazen de mürsel menfu olarak rivayet edilmişlerdir.
Bu hadislerin
manasıyla ilgili açıklama 4020 numaralı hadis-i şerifinde geçtiğinden burada
tekrar lüzum görmüyoruz.[7]
4023...
(Sehl b, Muaz b. Enes'in) babasından rivayet edildiğine göre; ResuluIIah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir yemek
yer ve sonra;
" Benim hiç güç
ve kuvvetim olmaksızın bu yemeği bana yediren ve onu bana rızk olarak veren
Allah'a hamd olsun derse onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır."
Kim de bir elbise
giyer ve;
"Bu elbiseyi ben
hiç bir güç ve kuvvetim olmadan bana giydiren ve onu bana rizik olarak veren
Allah'a hamdolsun" derse (onun da) geçmiş ve gelecek günahları
bağışlanır."[8]
Metinde seçen
"geçmiş günahlardan maksat, geçmişte işlenen küçük günahlardır, büyük gurklar,
değildir. Fakat bu duayı yapan kimsenin küçük günahları yoksa oniann yerine
büyük günahlarının hafifletilmesi umulur.
Yemek duası içerisinde
geçen "gelecek günahlar" anlamındaki kelime, Tirmizi ve İbn Mace'nin
rivayetlerinde bulunmadğı gibi Sünen-i Ebu Davud'un bazı nüshalarında da
bulunmamaktadır.
Ancak bu kelime elbise
duası içerisinde bütün rivayetlerde ve nüshalarda bulunuyor. Ulema bu dualar
sebebiyle Allahu Teala hazretlerinin, geçmişteki küçük günahları olduğu gibi
gelecekteki küçük günahları da affetmesinin caiz olduğunu söylemişler ve Bedir
gazilerini misal göstermişlerdir.
Çünkü yüce Allah
onların gelecekteki günahlarını da affettiğini bildirmiştir. Bu bakımdan Bedir
gazileri kendilerinden sâdır olacak günahlardan hesaba çekilmeyeceklerdir.
Bazılarına göre, Bedir
gazilerinin gelecekteki günahlarının affedilmesinden maksat şudur: Onların
işleyecekleri günahlar affedilmiş olarak meydana gelir. Bu bakımdan hiç
işlenmemiş gibi olurlar. Bazılarına göre de Allah onları günah işlemekten korur
onlar hiç günah işlemezler. İşte Allah 'in, onların gelecekteki günahlarını
affetmesinin manası budur.
Münziri'ye göre, bu
hadisin senedinde bulunan Sehl b. Muaz ile Ebu Merhum zayıf raviler
olduklarından, sadece bunların rivayetinde bulunan bu "gelecek
günahlar" sözünün hadisten olduğuna hükmedilemez. Binaenaleyh bu sözün bu
ravilerden birinin hatası yüzünde bu hadise izafe edildiğine hükmetmek gerekir.[9]
4024... Ümmü
Halid binti Halid b. Sâid el-As'dan rivayet edildiğine göre;
Resulullah (s.a.v)'a
çizgili kare şeklinde küçük ve siyah bir aba getirildi. Bu abaya en müstehak
kimi görüyorsunuz?" diye sordu. Orada bulunan) topluluk cevap vermedi.
Bunun üzerine;
"Bana Ümnıü
Halid'i getiriniz" buyurdu.
Ürriraü Halid (Hz.
Peygamber'inyanına getirildi ve bu abayı ona giydirdi. Sonra "Eblî ve
ahlikî= Eskit (ve yerine yenisini al) diye iki defa dûa etti. (Elbisenin güzelliğini
ifade etmek için Ümmü Halid'e doğru "Senâhu senâhu, ey Ümmü Halid"
diyerek aba üzerindeki sarı ya da kırmızı çizgiye bakmaya başladı.
"Senâhu, senâhu" kelimesi Habeş dilinde 'güzel' demektir.[10]
el-Hamîsa: İki tarafında
çizgileri bulunan; dört köşe ve siyan aba demektir.
Senâhu: Habeş dilinde
güzel anlamına gelir.
Ümmü Halid
Habeşistan'da dünyaya geldiği için Hz. Peygamber ona karşı aslı Habeşce olan bu
kelimeyi kullanmıştır. Metinde geçen "ahlifi= yerine yenisini al"
kelimesi Sünen-i Ebu Davud'un bazı nisalarında "ab-liki= eskit"
şeklinde yazılmıştır.
Aslında
"eblî" kelimeyisle "ahlikî" kelimesi arasında bir fark
olmadığından "eblî" kelimesinden sonra "ahlikî" kelimesini
kullanmak cümleye tekidden başka yeni bir mana kazandırmaz.
Metuf ile Matufun
aleyh arasında bir farklılık olması gerktiğinden ikinci kelimenin
"ahlikî" değil de "ahlifî" olması daha uygundur. Çünkü bu
kelimede "eblî" kelimesinin ifade ettiği "eskit"
kelimesinden fazla olarak "yerine yenisini almak " gibi bin mana da
vardır. Nitekim 4020 numaralı hadis-i şerif bu gerçeği teyid ediyor.
Tarikat şeyhlerinden
bazıları bu hadise dayanarak şeyhlerin müridleri-ne hırka giydirmelerinin
sünnetden olduğunu sÖylemişlerdir.İmam Suyu ti'nin açıklamasına göre, Hz.
Peygamber'in düşman üzerine gördermekte olduğu bir seriyyenin kumandanı olan
Abdurrahman b Avf a bizzat kendi eliyle sarık giyilip sarığın ucunu aşağıya
sarkatarak ona sarığın bu şekilde sarılmasını emrettiğine dair Beyhaki'nin
Şuabü'l- imân isimli eserinde zikrettiği hadis-i şerif, hırka giydirmenin Hz.
Peygamber'in sünnetinden olduğuna bu hadisten daha çok ve daha açık bir şekilde
delalet eder. Çünkü;
1- Sûfiler
başlarına takke giyerler. Hadis-i şerifteki sarık buna delalet eder.
2- Hz.
Peygamber'in Hz. Abdurrahman'a elbise değil de sarık giydirmeşinin özel manası
vardır ve bu durum başın taşıdığı şerefe de işaret etmektedir.
3- Hırka
giydirmek biatlaşmak anlamına gelir. Hz. Peygamber, Ürnmü Halid'e sözü geçen
hırkayı giydirdiği sırada biat edecek yaşta değildi. Bu bakımdan Beyhaki'nin
naklettiği hadis hırka giydirmenin sünnetten olduğuna mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şeriften daha çok delalet etmektedir.
Avarifu'l- Maârif
müellifi Sııhreverdî'nin de dediği gibi, her ne kadar Hz. Peygamber zamanından
bugünküne benzer hırkalar yok idiyse de tarikat şeyhlerinden hırka giydirmeyi
usul ittihaz edenler kesinlikle bir asla dayandıklarından onların bu gibi
usullerini inkara kalkmak doğru değildir.[11]
4025... Ümmü
Seleme'den rivayet olunmuştur; dedi ki: "Resulullah (s.a.v)'a elbiselerin
en sevimli olanı gömlek idi.[12]
Kamış: Cepleri ve
yenleri olan giysi demektir.
Türkçede buna gömlek
derler.
Gömlek insanın
vücuduna ridadan ve izardan daha rahat oturup vücut üzerinde kolayca durduğu ve
örtünmeyi daha iyi sağladığı için Hz. Peygamber gömleği daha fazla sevmiş
olabilir.
Burada k'âmîs
kelimesiyle vücudu boyundan ayaklara kadar örten cep-li ve yenli elbiseleri
kastedilmiş de olabilir. Bu durumda onun sevimli la-rafi, örtünme ihtiyacına
birinci derecede cevap vermiş olmasıdır. Gömlek üzerine giyilen giysilerin
örtünme ihtiyacına verdiği cevap ise bu şekildeki gömleğe nisbetle ikinci
derecede kalır.[13]
4026... Ümmü
Seleme'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resıılullah (s.a.v)'a hiçbir elbise
gömlekten daha sevimli değildi.[14]
4027... Esma
binti Yezid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)'ın
gömleğinin yen(ler)i bileğe kadar (uzanır)dı.[15]
Burada "el"
anlamına gelen "yedü" kelimesiyle"yan" anlamına gelen
"kumm" kelimesinin yanya-na gelmesi, ikincinin birinciyi açıklama
için gelmesinden başka bir manaya yorumlanamaz.
Tirmizi'nin
rivayetinde de bu kelimeler "kummu yedi Resûlullah= Re-sulullah'rn kolunun
yen(ler)i" şeklinde gelmiştir ki, Tirmizi'nin bu rivayeti daha açıktır.
Ebû Davûd Sünenindeki
rivayette "kumm" kelimesinin "yed" kelimesini açıklamak
üzere getirildiği kabul edilmediği takdirde ikisinden birinin fazladan
getirilmiş olduğunu kabul etmek icap edecektir.
Mirkâtu's- Suûd isimli
eserde açıklandığına göre, bu hadis-i şerifte kastedilmek istenen gömlek Hz.
Peygamber'in yolculuk esnasında giydği gömlektir. Çünkü Beyhâkî'nin Şuabu'l-
İman isimli eserinde rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber'in hazar vaktinde
giydiği gömleğin yenlerinin parmaklarına kadar uzandığı, bundan fazlasını ise
kestiği ifade edilmektedir.
Ancak mevzumuzu teşkil
eden hadis-i şerifte tarif edilen şekildeki gömleği giymenin daha faziletli,
Beyhâkî'nin eserinde tarif edilen şekildeki gömleği giymenin ise caiz olduğu
düşünülebilir. Yani bu iki hadis bu şekilde tevil edilerek araları telif
edilebilir.[16]
4028...
el-Misver b. M ah rem e'd en rivayet olunmuştur; dedi ki:
Resulullah (s.a.v)
(kendisine hediye olarak) verilen bir takım) kaftan-lan (halka) dağit(mış)tı,
(fakat âmâ olan babam) Mahreme'ye hiç birşey vermemişti.
(Babam) Mahreme
(bana), "Ey oğulcuğum, bizi Resulullah (s.a.v)'a götür." dedi. Ben de
kendisiyle birlikte (Hz. Peygamber'in yanına gittim. (Hz. Peyamber'in bulunduğu
yere varınca babam), "Gir onu bana çağ'ırı-ver" dedi. Ben de Hz.
Peygamber'i çağırdım. Üzerinde (sözü geçen) kaftanlardan bir kaftanla birlikte
babamın yanına çıktı ve;
"Şu kaftanı senin
için saklaınıştıırTdedi. (Misver sözlerine devam ederek şöyle) dedi:
"Bunun üzerine
(babam elleriyle) kaftana (iyice bir) baktı." Yezid b.
Halid:
"Mahreme" diye ilave etti. Bundan sonraki kısımda da Kuteybe ile
Yezid b. Halid şu sözü riveyette) birleştiler:
"Mahreme razı
oldu" dediler. Kuteybe (bu hadisi), "İbn ebî Müley-ke'den"
diyerek rivayet etti. (İbn Ebî Müleyke'nin) ismini söylemedik.[17]
Buhâri'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre Hz.Peygamber'in dağıtmış olduğu bu kaftanlar
kendisine hediye edilmişti. Onlardan bir tanesini Mahreme'ye vermek üzere
ayırmıştı.[18]
Bu hadisi Musannif Ebu
Davud'a rivayet eden ravilerden Kuteybe, İbn Ebi Müleyke'nin ismini
açıklamamıştır. Fakat Yezid b. Halid onun isminin Abdullah b. Ubeydullah
olduğunu açıklamıştır.
Metinde geçen
"radiye Mahreme" sözünün Hz. Peygamber'e ait olduğunu farzedersek,
başında gizli bir soru edatı bulunduğunu da kabul etmemiz gerekir. Bu durumda
cümlenin manası şöyle olur:
"Hz. Peygamber,
'Mahreme memnun oldu mu? diye (Hz. Mahreme'ye) sordu." Yahutta cümlenin
başında soru edatı yoktur. Bu durumda cümle "Mahreme (bu kaftandan) memnun
oldu" anlamına gelmektedir ve Peygamber (s.a) bu cümleyi Mahreme'nin
memnun olduğunu haber vermek için söylemiştir. Yahutta bu cümle, olduğu gibi
Mahreme'ye aittir ve memnuniyetini belirtmek için söylemiştir.
Mahreme âmâ olduğundan
onun kaftana bakması söz konusu olmayacağından, metinde geçen "kaftana
baktı" cümlesi, kaftanı elleriyle yokla-yafak onu iyice tetkik etti
anlamına gelmektedir. Nitekim tercüme de buna işaret ettik.
Hadis-i şerif kaftan
giymenin caiz olduğuna delalet etmektedir.
Kaftan; Lehçesi
Osmani'de açıklandığı üzere, "Türkide kaftan, farisiye nakille haftan
yazılır. Kaba, üste giyilen astarsız entari, bir nevi ak, sade hilat-i
taşrifat" demektir.[19]
4029... ibn
Ömer'den rivayet olunduğuna göre, Resuluiah (s.a.v) şöye buyurmuştur:
"Kim dünyada
şöhret elbisesi giyerse Allah da ona kıyamet gününde benzerini giydirir."
Muhammed b. İsa) Ebu Avâne'den (rivayet ettiği bu hadise) Hz. Peygamber'den
naklen şu sözleri de ekledi: "Sonra onun üzerinde ateş
(ler) alevlenir.”[21]
Bu hadis-i şerif İbn
Mace'nin Sünen'inde, "Her jm dünyada şöhret elbisesini giyerse, Allah da
onu kıyamet gününde zillet elbisesini giydirir."mealindeki lafızlarla
rivayet edilmiştir.
İbn Esirin
açıklamasına göre, şöhret elbisesinden maksat; halkın dikkatilerini üzerine
çekmek maksadıyla giyilen, rengi veya biçimi halkın elbisesiniden farklı olan
elbiselerdir. Bu elbiseyi giyen kimse halka çalım .satmak ve büyüklük taslamak
niyetiyle giydiği için kıyamet gününde Allah onu cehennem ateşi ile
cezalandıracaktır.
İbn Mâce'nin
Sünen'indeki rivayette; bu gibi kimselerin kıyamet gününde zillet elbisesi
giydirilerek cezalandıracağı ifade buyurulmaktadır. Cezalanıl işlenen ameller
cinsenden verileceği düşünülürse şöhret büyüklük taslama, gibi niyetlerle
elbise giyen kimselere verilecek en uygun ce-zaninda onları böye zillete ve
hakarete maruz bırakacak şekilde olmasın-nın hikmeti kolayca anlaşılır.
Bezlü'l-Mechud
yazarının açıklamasına göre; halkın dikkatlerini çekmek, zfihd vetakva
gösterisinde bulunmak, fakir görünmek gibi niyetlerle giyilen eski ve yamalı
elbiseler de şöhret elbisesinden sayılır.
Hadis-i şeriff, şöhret
elbisesi giymenin haram olduğuna delalet etmektedir.[22]
4030... Müseddid(in)
Ebu Avâne'den rivayet etti(gine; göre Resulullah {s.a); "Dünyada şöhret
elbisesi giyene Allah kıyamet gününde" dedikten sonra sözlerini şöyle
tamamlamıştır:)
"(Ona) zillet
elbisesi (giydirecektir)."[23]
4031... îbn
Ömer'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v)
"Kendisini bir
kavme benzetmeye çalışan kimse o kavimdendir" buyurmuştur.[24]
Metinde geçen
"teşebbehe" fiili, binası "tekellüf" olan
"tefe’ul" babından geldiği için bu kelimeyi benzemeye çalışırsa diye
tercüme ettik. Çünkü bu babda "tekellüf" "zorluk" manâsı
vardır.
Bu bakımdan hadis-i
şerifte, klik kıyafet gibi dış görünüş itbariyle meydana gelen değişikliklerin
tümü değil, ancak kişinin kendi istemesi ve Özentisi ile meydana gelen
benzemeler söz konusu edilmektedir. Binaenaleyh bu hadis-i şerif, kendi istek
ve özentisi ile dış görünüşünü kafirler topluluğuna benzeten kimsenin, kafirler
topluluğundan olduğu ve kâfirler topluluğunun İslam cemiyetinde yeri ne ise bu
kimsenin yerinin de o olduğu; dış görünüşünü isteyerek ve Özenerek salihler
topluluğuna benzeten kimsenin de gerçekte tam anlamıyla o salihler gibi olmasa
bile, sahillere yapılan muamele ve ikrama layık olduğu ifade buyurulmaktadır.
Kılık kıyafetini
salihler topluluğuna benzetmekle beraber , esas niyeti onlara benzemek olmayıp,
halk arasında onlardan bilinip onlar gibi şöhrete ve ikrama erişmek olan bir
kimse ise, bir önceki hadis-i şerifte ifade buyurulan şöhret için elbise
giymenin hükmüne girdiğinden Allah yolunda makbul değildir.
Hadis-i şerif,
müslümanların dışındaki topluluklara kılık-kıyafet itibariyle benzemek caiz
olmadığını; kişi kendisini hangi hususta bir kavime benzetmişse o hususta o
kavimden sayıldığını ifade etmektedir.
Eğer kendisini küfürde
bir kavime benzetmişse bu kimse kafirlikte o kavimle beraberdir. Günah ve
isyanda benzetmişse günah ve isyanda onlarla beraberdir. Eğer herhangi bir
kavme ait alametleri taşımakta onlara benziyorsa bu alametleri taşımanın
dünyevi ve uhrevi sorumluluğunda onlarla beraberdir.
Nitekim diğer bir
hadis-i şerifte, "Bizden başkasına benzeyen bizden değildir."[25]
buyrulmuştur. ibn Teymiye ile İbn Hacer, bu hadisin senedinin hasen olduğunu
söylemişlerdir.[26]
4032... Aişe
(ranha)'dan şöyle rivayet olunmuştur:
Resulullah (s.a.v)
(bir sabah evden) çıktı, üzerinde siyah kıldan (dokunmuş) çizgili bir peştemal
vardı.
Hüseyin (b. Ali:
"İbn Ebu Zaide" yerine) Bize Yahya b. Zekeriyya rivayet etti,
demiştir.[27]
4032/1...
Utbe b. Abcles-Sülemî'rîen şöyle dediği rivayet olunmuştur: Resulullah
(s.a.v)'tan (bana bir) elbise giydirmesini istedim de bana adi ketenden iki
parça elbise giydiriverdi. Birde gördüm ki, arkadaşlarım arasında elbisesi en
alizel olan benim.[28]
4033... Ebu
Burde'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Babam bana: "Ey
oğulcuğum, eğer sen bizi Peygamberimiz (s.a.v) ile beraber (olduğumuz günlerde)
yağmura tutulmuş haldeyken bir görmüş olsaydın, kokumuzu koyun kokusu
zannederdin" dedi.[29]
Miri: Yünden ya da
kıldan dokunan kumaştır. Peş temal
olarak kullanılır.
Murahhal: Çizgili
kumaş demektir.
Hadis-i şerif, yün ve
kıldan dokunmuş elbise giymenin caiz olduğuna delalet etmekledir. Ancak İmam
Malik; yün ve kıldan dokunmuş elbise giymek zühd ve takva ile şöhret bulmasına
sebep olabilmesi cihetiyle, kıl ve yünden elbise giymeyi 4029 numaralı hadisin
hükmüne sokarak mekruh görmüştür.[30]
1. Hz. Peygamber
ve sahabilerinin giyimleri çok sade ye hayatları çok mülevazi idi.
2. Şöhret
kasdıyla olmamak şartıyla, kıl ve yünden dokunmuş elbise giymek caizdir.[31]
4034... Enes
b. Malik'den rivayet olunduğuna göre;
Zu Yezen kralı, otuzüç
(erkek veya dişi) deve karşılığında almış olduğu bir elbiseyi Resulullah
(s.a.v)'a hediye etmiş; (Hz. Peygamber de) bu elbiseyi kabul etmiş.[33]
4035...
İshak b. Abdillah b. el-Hâris'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v),
yirmi küsur deve karşılığında bir elbise satın alıp Zü Yezen (reisin)e hediye
etmiş.[34]
Zû Yezen: Himyer
ülkesidir. Zû Yezen kiralı daHimyer kiralıdır. Himyer ülkesinde
"Yezen" isminde bir vadiyi koruduğu için bu ismi almıştır.
Bu babdaki hadis-i şeriflerden
anlaşıldığına göre, Himyer meliki müs-lümanlığı kabul edince Hz. Peygamber'e 33
erkek veya dişi deve değerinde bir elbise hediye göndermiş, Hz. Peygamber de
bu hediyeyi kabul edip karşılığında ona yirmi küsur deve karşılığında satın
alınan bir elbise göndermiştir.
Ancak bu hadislerden
4034 numaralı hadis, senedinde Umare b. Zazan bulunduğu için tenkid edimiştir.
Çünkü bu ravinin güvenirliliği ihtilaflıdır. 4035 numaralı hadis de mürseldir
ve senedinde rivayetleri delil kabul edilmeyen Ali b. Zeyd b. Cüd'an vardır.[35]
1. Hediye
almak cazdır.
2. Hediyeye
hediye iie mukabeıe etmek müstehaptır.
3. Gösteriş
için olmamak şartıyla, pahalı elbise giymek caizdir
Nitekim bu mevzuda
İmam Kastalani şöyle diyor:
"Şöyle malum
olsun ki, giyiniş ve görünüşte güzellik üç nevi üzeredir. Bir nevi beğenilen,
bir nevi kötülerleridir. Bir nevi de ne beğenilen ne de kötiilenendir.
Birincisi, (beğenilen)
şu nevi dir ki, Hak Teâlâ hazretleri için olur. Hak Teâlâ hazretlerinin taatına
ve hükümlerinin infazına ilişkin olur. Nitekim Resulullah Efendimiz hazretleri,
elçiler geldiği zaman kendini güzelleşti-rirdi. Yeni güzel ve hoşa gidecek
elbiselerle cemalini gösterirdi. Bunun benzeri, savaş için harp aleti takınıp,
savaş meydanında ipek elbiseler giyip kafirlere karşı salına salına
yürümektir. Bütün bunlardan maksat i'la-yi kelimetullah (Allah'ın sözünü
yüceltmek) olup islamın şerefini ve insanların efendisinin dininin şevketini
göstermek olduğu için beğenilmiştir. Bu niyetle hareket edenler sevap ve mükafat
kazanmış olurlar.
İkincisi; (kötülenen)
şu nevidir ki, dünya ve başkanlık için olur.Giyi-nip kuşanmaktan maksadı, hak
içinde giyimiyle böbürlenmek ve kibirlenmekten başka bir şey olmaz.
İsteklerinin sonucu, kendini süsleyip donatmaktan ibaret olur.
Üçüncü nevi; (yani ne
beğenilen ve ne de kötülenen) şu kısımdır ki, iki garazdan uzak olur. Yani, ne
Allah için, ne de dünya için olur. Sadece şerefli şeriatın ruhsat verdiği
güzel elbiseleri giyinip kuşanır, ama niyetinde ne İslâm dininin şevketini göstermek
ne de halk arasında böbürlenip Kibirlenmek garazı bulunur. Bu takdirde o kimse
ne beğenilmeye ve övülmeye layık olur, ne de kötülerime" ' Hak etmiş
bulunur.[36]
4036... Ebû
Bürde'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Aişe (r.anha)'nın
yanına girdim Bize Yemen'de yapılan kaim bir peşte-
mal ile mülebbede diye
isimlendirilen bir giysi çıkardı ve; "Allah'a yemin ederim ki, Resulullah
şu iki elbisenin içinde vefat etti" dedi.[38]
4037...
Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:
(Kendilerine)
Hârûriyye (isim verilen Haricîler, Hz. Ali ile savaşmak üzere yola)
çıktıklarında ben Ali(r.a)'ın yanma vardım. (Beni Hârûrilerle görüşmekle
görevlendirip:)
(Haydi) şu topluluğa
gidip (onlarla bir görüş), dedi. Ben de Yemen kumaşlarımın en güzelini giydim
(ve yola koyuldum).
Ebû Zümeyl, (hadisin
burasında) "İbn Abbas, güzel ve görkemli bir adam idi" demiştir.
(İbn Abbas, sözlerine
şöyle devam etti): Onların yanma vardım. (Bana), "Merhaba ey Abbas'ın
oğlu!" dediler. (İbn Abbas da onlara): "Beni (bu elbiselerden dolayı)
niçin ayıplıyorsunuz? Ben elbiselerin en güzelini Resulullah (s.a.v)'ın
üzerinde gördüm" cevabını verdi.
Ebû Dûvud dedi ki: Ebû
Zümeyl'in adı, Simak b. el-Velid el-Hanefi'dir.[39]
Kîsâ-i Mülebbede: Bazılarına
göre yamalı elbise demektir; bazılarına göre de yoğun ve sık dokunmuş, keçeye
benzer bir elbise demektir.[40]
Haruriyye:
Haricilerdir. Harura denilen yere nesbetle onlara "Haruri-ler"
denmiştir. Harura Kufe'nin dışında bir köy adıdır. Sıffın harbinde bunlar İmam
Ali'nin ordusundan ayrıldıktan sonra burada toplanmışlardır.[41]
Haricilerin
başlattıkları hareket şiddetini artırınca İmam Ali onlarla muharebe etmek,
münazara ve münakaşa suretiyle fikirlerini reddetmek üzere harekete geçti...
İmam Ali onlarla
Nahrevan'da Safer 38) H. (17 Haziran
Bu Babdaki hadis-i
şerifler, Hz. Peygamber'in, yerine göre kaba dokunmuş veya kıymetli elbeseler
de giydiğini ifade etmekte ye bu çeşit elbiseleri giymenn caiz olduğuna
delalet etmektedir.
Hafız ibn Kayyım'ın
ifade ettiği gibi, Fahr-i Kainat Efendimizin elbise hususunda belli bir çeşide,
renge münhasır bir adeti yoktu. Bir başka ifadeyle her zaman aynı vasıfları
taşıyan elbiseler giymezdi. Hangisi eline geçerse onu giyerdi. Bazen yünlü,
bazen pamuklu, bazen kaba dakunmuş Yemen kumaşı; bazen yeşil, bazen kırmızı
çizgili, bazen beyaz renkli elbiseler giyerdi.
Bunlardan bazılarım
tercih etmiş olmakla beraber diğelerini giymeyi de mubah kılmıştır.
Yasak olan elbise;
gösteriş, riya ve tefahur gibi Allah'ın hoşlanmadığı niyet ve duygularla
giyilen ve avret mahallerini örtmeyen elbiselerdir.
Bazılarına göre Hz.
Peygamber pahalı elbiseleri, hediye edenlerin gön lünii almak ve pahalı elbise
giymenin caizliğini göstermek için giymiş fakat onları uzun süre üzerinde
tutmamış, giydikte kısa bir süre sonra hemen çıkarıp hibe etmiştir.[43]
4038... (Abdullah
b. Sa'd b. Osman'ın) babası Sa'd'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Buhara'da beyaz bir
katıra binmiş, (başı) üzerinde ipekli siyah sarık bulunan bir adam gördüm.
"Bunu bana Resulullah (s.a.v) giydirdi" diyordu.
Bu (hadis) Osman'ın
rivayet ettiği lafızlarladır. (Çünkü senedde geçen ve) ihbar (ifâde eden
"ahberenî" kelimesi) Osman'ın rivayetinde bulunmaktadır.[44]
4039... Ebû
âmir yahutta Ebu Malik'den rivayet olunduğuna göre; kendisi Resulullah
(s.a.v)'ı şöyle buyururken işitmiş:
"İleride ümmetimden
ipekli kumaşı ve saf ipeği helal sayacak bir takım kimseler türeyecektir"
(Abclurrahman b. ganm el-Eş'ârî dedi ki: Ebû Ârnir ya da Ebû Malik burada bazı
sözler (daha) rivayet etti. (Fakat ben tesbit edemedim. Bu kelimelerden sonraki
rivayeti şöyledir: Hz. Peygamber sözlerine devam ederek) dedi ki:
"Onlardan (geriye kalan) diğer kısımda maymun ve domuz kılığına sokulur.
(Bu durum) kıyamete kadar (Böyle devam eder gider)."
Ebû Dâvud dedi ki:
Resulullah (s.a.v)'ın sahabilerinden yirmi kişi yahutta daha fazlası ipek
giymiştir. Enes ile Bera b. Azib bunlardandır.[45]
Bab başlığında geçen
"el-hazzu" kelimesi "kalın ipek anlamına gelir. Bazılarına göre
bu kalime "erkek tavşan" demek olan "eRtuzez" kelimesinden
türetilmiştir. Kamus yazan Fîruzâbâdi bu görüştedir. Bazılarına göre de bu
kelime tavşan tüyünden yapılan elbiseler için kullanılır. Tavşan tüyünden
yapılmış olduğu için bu ismi almıştır. Münziri bu görüştedir.
en-Nihâye yazarı
İbnü'l- Esîr'e göre, bu kelime ipek ve yjin karışımı kumaşlar için kullanılır.
İbnü'l- Arabi, bu
kelimenin; çözgüleri ipek olan, dokuma maddesi de ipekten başka bir madde olan
yahutta tersi olan kumaşlar için kullanıldığını söylüyor.
Söz konusu kelime
üzerinde ileri sürülen bütün bu görüşler, onun saf ipek olmayıp içinde ipek
karışımı bulunan elbise anlamına geldiğim ort-ya koyduğundan biz bu kelimeyi
"ipekli kumaş" şeklinde tercüme ettik.
4039 numaralı hadisi
rivayet eden sahabinin kim olduğu kesin olarak bilinmiyor. Onun Ebû Âmir (r.a)
ile Ebû Mâlik (r.a)'den birisi olması gerekmektedir. Bilindiği gibi
sahabilerden hepsi de güvenilir kimseler olduğundan onların kimliğini kesin,
olarak tesbit edememek hadisin sıhhatine zarar vermez.
Yine aynı hadiste, Hz.
Peygamber'in bu hadisinin bir kısmının ravi tarafından iyice tesbit
edilemediği ifade edilmektedir. Gerçekten de bu hadisin bir kısmı burada
zikredilmemiştir.
Hadisin tamamı Buhari
de şu manaya gelen sözlerle ifade edilmektedir:
"Ümmetimden
muhakkak bir takım zümreler türeyecektir. Bunlar zina etmeyi, epekli elbise
giymeyi, şarap içmeyi, def ve dümbelekler ile eğlenmeyi helal sayacaklardır.
(Bunlardan) birtakım (acımasız, bencil) insanlar dağ başına çıkarlar. Onlara
ait koyu sürüsü ile çoban sabahları yanlarına gelecek, Akşam gidecek Bunlara
bir fakir hacet için gelecek de bu (duygusuz insan)lar o fakire; haydi (bugün
git) yarın gel, diyecekler. Bunun üzerine Allah (sevip eğlendikleri) dağı
üzerlerine indirerek bir kısmını helak edecek, (sağ kalan) öbürlerini de
kıyamet gününe kadar maymun ve domuz suretlerine tebdil edecek. "[46]
İpekli elbiseler
giymek erkeklere haramdır.Nitekim 4057 numaralı hadis-i şerifte buna delalet
etmektedir.
Ancak Hanefi fıkıh
kitaplarından Hidaye'de açıklandğı üzere; ipekten olan kısım, nişane ve elbise
etrafına çevrilen dikiş gibi dört parmak miktarı kadar az olursa ona ruhsat
vardır.[47]
Bezlü'l-Mechud
yazarının açıklamasına göre; bu yasaklar saf ipek hakkındadır, tavşan tüyünden
yapılan ipekler için geçerli değildir.
İpekli elbiseler
giymenin caiz olduğunu ifade eden rivayetler, tavşan tüyünden yapılan ipeklerle
ilgilidir. İpekten dokunan elbiselerle ilgili değildir.
İpek giymenin helal
olduğunu söyleyen bazı sahabilerin bu sözlerini tavşan tüyünden yapılan ipekli
elbiselerle ilgili olması da mümkündür.
Şevkani'nin belirttiği
gibi; esasen sözü geçen sahabilerin bu görüşlerinin saf ipek hakkında olduğu-
düşünülse bile onların bu görüşü saf ipekten dokunmuş elbise giymenin
haramlığım değiştirmez. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz; ileride ipekli elbise
giyen birtakım zümrelerin türeyeceğini haber vermiş ve onlar hakkında tehditte
bulunmuştur.
2. Bazı
kimselerin suretlerinin maymun veya domuz suretine çevrilmesi bu ümmette de
görülecektir.
Ancak bazı kimseler;
bu değişiklir hakiki manada suret değişikliği olmayıp ahlaklarında meydana
gelecek değişiklik olduğunu sÖylemişİerse de, bunun hakiki manada bir
değişiklik olması hadisin siyakına daha uygundur. Nitekim Hattabi de böyle
demiştir.[48]
İbnü'l-Arabi'de,
hadisteki maymun ve domuz suretine Mesih ve tebdilin geçmiş ümmetlerde olduğu
gibi hakikat olduğunu, ancak tebdil-i ahlaktan kinaye de olabileceğini
söylemiştir.[49]
4040...
Abdullah b. Ömer'den divayet olunduğuna göre; Ömer b. el-Hattâb, Mescidin kapısı
önünde (saf ipekten dokunmuş) çizgili bir elbisenin satılmakta olduğunu görmüş
ve:
Ey Allah'ın Rasulü, şu
elbiseyi sen satın alsan da cuma günleri ve elçiler geldiği vakit giysen,
demiş. Resulullah (s.a.v) da:
"Bunu ancak
ahirette nasibi olmayan kim(ler) giyer" buyurmuş. (Bir süre) sonra
Resulullah (s.a.v)'a (bu elbiselerden bâzı elbiseler gelmiş ve onlardan birini
Ömer b. Hattab'a vermiş. Hz. Ömer de:
Ey Allah'ın Resulü!
Sen bu elbiseyi bana giydirdin. Halbuki (geçenlerde mescidin önünde satılmakta
olan) Utarid'in elbisesi hakkında söyleyeceğini söylemiştin, demiş. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v):
"Ben onu sana
giyesin diye giydirmedim" buyurmuş.
Ömer b. Hattab da onu
Mekke'de buluna bir müşrik kardeşine giydirivenniş.[50]
4041... Şu
(bir önceki hadis-i şerifte geçen) hadise Salim b. Abdillah'ın babasından da
(rivayet olunmuştur. Şu farkla ki, Salim'im babası) bu rivayette şunları
söylemiştir. (Bir süre) sonra (Hz. Peygamber) Hz. Ömer'e kaba ipekten dokunmuş
bir cübbe gönderdi ve: "Bunu satarsın ve onun (parasıy)la ihtiyacını
karşılarsın" buyurdu.[51]
4042... Ebû
Osman en-Nehdî'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ömer (b. el-Hattab) (r.a),
Utbe b. Ferkad'a (şu mealde bir) mektup yazmıştır:
"Peygamber
(s.a.v) ipeği (erkeklere) yasaklamıştır. Ancak, şöyle iki, üç ve dört parmak
kadar olanı müstesnadır.[52]
4043... Ali
(r.a.)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Resulullah (s.a.v)'a,
(saf ipekten dokunmuş) çizgili bir elbise hediye edilmişti. Onu bana gönderdi.
Ben de onu giyip yanına vardım. (Bu elbiseyi üzerimde görmesinden mütevellit)
yüzünde öfke (alametleri) gördüm ve (bana hitaben):
"Ben onu sana
giyesin diye gördermedim" buyurdu ve bana (bu elbiseyi hanımlarıma
vermemi) emretti, ben de (tuttum) onu yakınlarımdan olan hanımlarıma
paylaştırdım.[53]
Sİyerâ: Saf ipekten
yapılmış elbisedir. Bu kelime muhtelif şekillerde izah edilmiştir. Hatta altın
diyenler olduğu gibi; uzun çizgili, renkli bir nebattır diyenler bile
olmuştur. es-Sihah adlı lügatta siyerâ; san çizgili bir kumaştır denilmiştir.
Burada ondan halis ipekli kumaş kastedildiğinde bir şüphe yoktur. Çünkü ittifakla
haram olan budur.
Halâk: Hayırlı nasip
ve salah manasına gelir. Bunun, hürmet ve din manasına geldiğini söyleyenler de
olmuştur. Şu halde bu kelimenin geçtiği cümleye üç türlü mana verilebilir.
1.
"Bunu ancak ve ancak ahirette nasibi olmayanlar giyebilir."
2.
"Bunu ancak ve ancak hürmeti olmayanlar giyer."
3.
"Bunu ancak ve ancak dini olmayanlar giyer"[54]
Birinci kavle göre bu
cümle kafirlere hamledilmiştir. ikinci ve üçüncü kavillere göre hem müslümana
hem de 'kafire şamildir.
Mescid-i Nebevi'nin
kapısı önünde ipek elbise satan şahsın adı Utarid b. Hâcid b. Zürâre idi. Bu
zat kumaş tüccarı idi, geçimini bu yoldan sağlardı.
Hz. Ömer'in kendisine
Hz. Peygamber tarafından hediye edilen ipekli kumaşı verdiği müşrik kardeşi,
Nesâi'nin açıklamasına göre anne bir kardeşi idi. Onun isminin Osman b. Hakim
olduğu söylenir. Hz. Ömer'in diğer kardeşi Zeyd b. el-Hattâb ise müslüman idi,
hatta müslümanlığı Hz. Ömer'den önce kabul etmişti.
Hz. Ali'nin, Hz.
Peygamber'in hayatı süresince Hz. Fatıma'dan başka bir hanımı olmadığından
hadis sarihleri, 4043 numaralı hadisin metninde geçen "onu hanımlarım
arasında bölüştürdüm." anlamına gelen cümleye "onu yakınlarımdan olan
hanımlara bölüştürdüm" manasım vermişlerdir, Yine hadis sarihleri,
Müslim'in Sahih'inde geçen,"Bunu baş bezi olarak Fatımalar arasında taksim
et" mealindeki cümleye bakarak; Hz. Ali'nin bu kumaşı Fatıma binti
Resulullah (s.a.v), Fatıma binti Esed (ki bu hanım Hz. Ali'nin annesidir),
Faüma binti Hamza, b. Abdulmuttalib, Fatıma binti Şeybe b. Rabia (ki bu hanım,
Akil b. Ebu Talib'in hanımıdır) arasında paylaştırdığını söylemişlerdir.[55]
1. Erkeklerin
ipek elbise giymeleri haramdır ipekten dokunmuş elbise giymenin kadınlara
helal olması ise, "Peygamber Efendimiz, bir elinde ipekten bir kumaş,
diğer elinde de altınla çıktı ve: Bu ikisi ümmetimin erkeklerine haram,
kadınların? helal kılınmıştır, buyurdu" mealindeki 4057 numaralı hadis-i
şerifle sabittir.
Ancak üç dört parmak
miktarı kadar az olursa ona ruhsat vardır. İpekten nişane ve elbise etrafının
dikişi gibi. Karışık ipekliye gelince; Şafıiİe-re göre, vezn itibariyle ipeği
fazla gelmedikçe giyilmesi haram değildir. Hanefilere göre ise, İtibar
argacadır.
2. Mescit
kapılarında alışveriş yapmak caizdir.
3. Faziletli
kimseler de bizzat ticaretle meşgul olabilirler.
4. Giyilmesi
caiz olmayan şeyin temellükü ve hediye edilmesi caizdir.
5. Kafir
olan oğlan kardeşe ihsan ve yardım caizdir.
6. Kafire
hediye vermek caizdir.
7. Cuma
günleri ve kabul günlerinde güzel elbise giymek meşrudur.
8. Dünyada
ipek giyen erkekler ahirette ondan mahrum kalacaklardır.
Dünyada ipek giyen
erkekler, bazı ulemaya göre; tövbe etsinler etmesinler ahirette ondan mahrum
kalacaklardır. Ekseri ulemaya göre ise, tövbe edenler ahirette mahrum
kalmayacaklardır.
Mezhep imamlarının bu
mevzudaki görüşlerini 4054 numaralı hadisin şerhinde açıkladık.[56]
4044... Ali
b. Ebî Tâlib(r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Resulullah (s.a.v),
Kassiyy ipeklisi (riden yapılmış elbise giymek) ile asfurla boyanmış elbise
giymeyi, altın yüzük takınmayı ve rükûda Kur'an okumayı yasaklamıştır.[57]
Elkasiyyü"
kelimesi, çeşitli şekillerde açıklanmştır. Hattabi'ye göre bu, Mısır'dan
getirilen ve içinde ipek karışımı bulunan bir kumaş türüdür.
Bazılarına göre ise
bu, "Elkâss" denilen bir memleketten getirilen bir kumaştır. Sözü geçen
memlekete nis-bet edilmesinden dolayı bu ismi almıştır. Bu kelimenin aslının
"Elkâzz" olduğu, fakat sonradan "zay" harfi "sin"
harfine değiştirilerek bu şekle geldiğini söyleyenler de vardır.
Kamus yazarına göre,
Elkaziyyü; "ibrişim" denilen ipek türünden dokunmuş olan bir
kumaştır. Kamus yazarının bu açıklanmasından anlaşılıyor ki,
"el-Kasiyyü" bir çeşit ipekli elbisedir. İmam Nevevî'nin açıklamasına
göre o, içerisinde ipek karışımı bulunan kumaştır. Kalitesiz ipek anlamına
geldiğini söyleyenler de olmuştur.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerif, Hz. Ali (r.a)'nin ipekli elbise giymeyin caiz görmediğini
ifade etmektedir.
Hafız İbn Hacer'in
açıklamasına göre, ulema ipekli elbise giymenin hükmü konusunda ihtilafa
düşmüşlerdir.
Ulemadan bir kısmına
göre ipekli elbise giymek her halükarda hem kadınlara hem de erkeklere
haramdır. Sahabilerden Hz. Ali ile Hz. Ömer , Huzeyfe, Ebü Musa ve İbn
ez-Zübeyr (r.a); tabiilerden de Hasan-ı Basrî ile İbn Şîrîn (r.a)'in bu görüşte
oldukları rivayet olunmuştur.
Bazılarına göre de,
'hadis-i şeriflerde geçen ipek elbise giyme yasağı, onu kibirlenerek ve
bötoüklenerek giyenler içindir. Kibire düşmeden giyenler için değildir.
Yanıtta hadislerde geçen fea yasağın hükmü keraheti tenzihiyyedir, haramhk
değildir.
Ancak bu ikinci
gönişü&.işab.^si&liji aşıkür. Çünkü ipek giymekle ilgili hadis-i
şeriflerde bulunan tehditler ipek giymenin haramlığım açıkça ortaya
koymaktadır.
Mezhep imamlarının bu
mevzudaki görüşlerini 4054 numaralı hadisin
şerhinde açıkladık.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in yasakladığı ifade edilen hususlardan biri de,
sanya boyanmış elbise giymektir. Mezhep imamlarının sarıya boyanmış elbise
giyme hakkındaki görüşleri şöyledir:
1- Şafiilere
göre, erkekler için tümü ya da büyükçe bir kısmı aşfurla boyanmış elbise giymek
mekruhtur. Fakat üzerinde aspurdan noktalar bulunan elbise giymekte bir
sakınca yoktur. Kırmızı, sarı, siyah ve beyaz renkli elbiseler giymek ise ne
haramdır, ne de mekruhtur.
2- Hanbelilere
göre ise, za'ferân ve saf kırmızı renkle boyanmış elbise giymek erkekler için
mekruhtur. Fakat bu renklerle başka renklerin karışımı ile boyanmış elbise
giymekte bir kerahet yoktur. Aspurla boyanmış elbise giymek erkekler için
mekruhtur.[58]
3-
Malikilerin meşhur olan bu görüşüne göre, kırmızı ve sarı boya ile boyanmış
elbiseler giymek mekruhtur.”[59]
Hanefîlere göre ise ,
beyaz elbise giymek müstehaptır. Nebati ve kırmızı renkte elbise giymek ise
mekruhtur.
San ve kırmızı
zaferanla boyanmış elbise giymek de erkekler mekruhtur. Aspur ile sarı ve
kırmızı zaferan dışındaki renklerde sakınca yoktur.[60]
Hadis-i şerifte Hz.
Peygamber'in yasakladığı ifade edilen hususlardan biri de altın yüzük
takmaktır.
İmam Nevevi'nin
açıklamasına göre, ulema erkelerin altın yüzük takınmalarının haram,
kadınların takınmalarının ise mubah olduğunda icma etmişlerdir.
Hattabi'ye göre; bu
hadis-i şerifte söz konusu edilen eşyaların yasaklı-ğı erkekler içindir,
kadınlar için değildir.
Ayrıca hadis-i şerif,
rüku halinde Kur'an okumanın haram olduğuna delalet etmektedir. Çünkü namazda
Kur'an-ı Kerim okumanın yeri kyam-dır. Rükû ve sücûd ise kıraat mahalli
değildir, teşbih ve dua mahallidir. Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz bir hadis-i
şerifte: "Dikkkat edin ki, ben rükû ve secde halinde Kur'an okumaktan
nehyolundum. Rükuda Allahu Teala'yı tazim edin. Secdede ise dua etmeye çalışın.
Zira secde halinde duanızın mestecab olması çok umulur "[61]
buyurmuştur.[62]
1.
Erkeklerin ipekten dokunmuş elbise giymeleri haramdır
2. Sarıya
boyanmış elbise giymek caiz değildir.
3. Altın
yüzük takmak erkeklere haramdır.
4. Rükûda
Kur'an okumak haramdır. Bir numara sonra gelecek hadiste açıklandığı üzere
secde halinde Kur'an okunmasının hükmü de böyledir.[63]
4045... Şu
(bir Önceki hadis) Ali b. Ebî Talib (r.a)'den de rivayet olunmuştur. (Bu
rivayetinde Hz. Ali şöyle dedi:
(Resulullah (s.a.v)
beni), rükûda ve secdede (Kur'an) okumaktan menetti.[64]
4046... Şu
(bir önceki hadis-i şerif} İbrahim b. Abdullah'dan da rivayet edildi. (Şu
farkla ki İbrahim b. Abdullah bu rivayetinde bir önceki hadise şunları da)
ilave etti: "Sizi hehyetti demiyorum.[65]
4047... Enes
b. Mâlik'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rum kralı, Peygamber (s.a.v)'e saf ve
ince ipekten, yenleri geniş bir kürk hediye etti de onu giyindi. Ben (hâlâ
Peygamber Efendimizin) titreşmekte olan yenlerini görüyor gibiyim. Sonra (Hz.
Peygamber) o kürkü Cafer'e gönderdi. Cafer'de onu giyinip Hz. Peygamber'in
huzuruna geldi. Peygamber (s.a.v) de (ona):
"Ben (bunu)
giyesin diye vermedim" buyurdu. (Cafer): Öyleyse onu ne yapayım? diye
sordu.
(Hz. Peygamber de):
"Onu kardeşin
Necâsî'ye gönder" cevabını verdi.[66]
4048...
İmran b. Husayn'dan rivayet olunduğuna göre; Allah'ın Peygamberi' (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Ben kızıl renkli
eğer yastığına binmem, aspurla boyanmış elbise giymem, (yakası) ipekle çevrili
elbise giymem" (Katade) dedi ki: Hasan (bu son cümleden maksadın, yakası
ipekle işlenmiş elbise Iduğunu anlatmak için, cümleyi söylerken kendi)
gömleğinin yakasına işaret etti. (Katade sözlerine devam ederek) dedi ki:
(Hz. Peygamber daha
sonra şöyle) buyurdu:
"Dikkatli olun!
Erkeklerin esansı, rengi olmayan kokudur. Uyanık olun! Kadınların esansı,
kokusu olmayan renktir." (Bu hadisin ravile-rinden) Saîd (b. Ebî Arûbe)
dedi ki: Öyle zannediyorum ki, Katade (şöyle) dedi: Ulema (burada geçen)
kadınların esansı" sözünün, kadınların dışarı çıkmalarıyla ilgili
olduğunu (evinde) eşinin yanında olduğu zaman ise istediği esansı
sürünebileceğim söylediler.[67]
Her ne kadar 4047 neki
hadiste, Rum kralı Herak liyüs'ün Hz.
Peygamber'e hediye elarak gönderdği kürkün saf ipekten olduğu ifade ediliyorsa
da İbnü'ül-Esîr'dediği gibi; bir kürkün her tarafının tümüyle ipekten olması
pek mümkün olmadığından, onun sadece kenarlarının ipekle çevrili bir kürk
olduğu ve bu yüzden de ondan ipek kürk diye bahsedildiği anlaşılmaktadır.
Bazılarına göre, bu
kürkle kastedilmek istenen geniş bir cübbedir. Gerçekten kürkten maksat cübbe
ise o zaman te'vile lüzum yoktur. Çünkü ipekten bir cübbenin bulunması mümkündür.
Sözü geçen hadis-
şerif Hz. Peygamber'in kürk ve bornoz gibi aba cinsinden genişçe giysiler
giydiğini ifade etmekte ve onların içerisinde namaz kıldıgına delalet
etmektedir. Nitekim Ömer b. el-Hattab (r.a)'dan rivayet edilen bir hadis-i
şerifte gerçekten, Peygamber,elleri kürkün içinde iken namaz kılmıştır'
denilmektedir.[68]
Ancak Hz. Peygamber,
Rum kralının gönderdiği ipekli kürkü giydikten bir süre sonra ipekli elbise
giymek yasaklanmış Hz. Peygamber de onu Cafer'e hediye etmiştir. Nitekim şu
hadis-i şeriflerde ipekli elbise giymenin sonradan yasaklandığını ifade
etmektedirler.
1. İpekli
elbise yasaklanmadan önce Ükeydir, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ipekten bir cübbe
hediye etmişti. Hz. Peygamber onu giydi. Halkın pek hoşuna gitmişti. Bunun
üzenine Hz. Peygamber:
"Varlığım elinde
olan Allah'a yemin olsun, Sa'd b. Muâz'ın cennetteki mendilleri bile bundan
daha güzeldir."[69]
buyurdu.
2.
Resulullah (s.a.v)'a ipek bir kaftan hediye edilmiş, o da onu giymişti. Sonra
onunla namaz kıldı. Sonra giderek hoşîanmazmış gibi şiddetle çekip çıkardı ve:
"Bu takva sahiplerine yaraşmaz" buyurdu.[70]
3. Peygamber
(s.a.v) bir gün kendisine hediye edilen ipekten bir elbise giymişti. Sonra onu
çabucak çıkarıp Ömer b. Hattab (r.a)'a gönderdi. Kendisine: Onu ne çabuk
çıkardın ya Resulallah? dediler. O da:
"Beni ondan
Cebrail rnenetti" buyurdu. Derken Ömer (r.a) ağlayarak çıkageldi ve:
Ey Allah'ın Resulü,
hoşlanmadığın bir şeyi bana verdin. Şimdi benim halim ne olacak? dedi. (Hz.
Peygamber de):
"Onu ben sana
giyesin diye vermedim, sataşın diye
verdim" buyurdu. Hz. Ömer de onu iki dirheme sattı.[71]
Bütün bu hadisler ipek
elbise giymenin sonradan yasaklandığına, bu yasaktan sonra Hz. Peygamber'in
sahabilerinin bir daha ipekli elbise giymediklerine delalet etmektedir.
Her ne kadar Hz.
Peygamber'in ipekten yaması olan, kenarları ipekle işlenmiş bir cübbesi
olduğunu ifade eden bir hadis varsa da bu hadis[72] anlattığımız
gerçeğe aykırı değildir. Çünkü Aliyyü'l Kâri'nin dediği gibi, sözü geçen
ciibbedeki ipek miktarı dört parmağı geçmiyordu. 4049 numaralı hadis-i şerifte
açıkladığımız gibi, dört parmak miktarını geçmeyecek kadar az ipek karışımı
bulunan elbiseyi giymek caizdir. Hanefi ulemasının görüşü de budur. Fakat bu
kadarından da kaçınmak takva gereğidir. 4048 numaralı hadis-i şerif, toplum
huzuruna çıkmak, halk arasına katılmak isteyen bir kimsenin vücudunda bulunan
çirkin kokuları hissettirmeyecek ve onları bastıracak şekilde güzel kokular
sürünmesinin müstehap olduğuna delalet etmektedir. Ancak erkeklerin sürüneceği
bu kokuların renksiz olması gerekir. Çünkü renklerle bezenmek kadınlar
içindir.
Kadınların da,
tesettüre riayet etmek şartıyla, kokusu olmayan allıklar sürünmeleri caizdir.
Erkeklerin dikkatlerini çekerek göz zinası işlemelerine sabep olacağı için
kadınların dışarı, çıkarken kokulu allıklar sürmeleri haramdır. Nitekim bir
hadis-i şerifte: "Her göz (yabancı bir kadına şehvetle baktığı zaman)zina
işlemiştir. Kadın da güzel koku sürünerek bir meclisten geçtiği vakit böyledir,
yani zina işlemiştir."[73]
buyurul-muştur.[74]
Fakat kadınlar
evlerinde iken istedikleri kokuyu sürünebilirler.[75]
4049...
Ebû'l-Hüsayn el-Heysem b. Şefiyy'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Ebû Âmir diye anılan
bir arkadaşımla Kudüs'te namaz kılmak için yola çıkmıştım. (Arkadaşım)
Meâfirli bir kimse idi. (O sırada Kudüs) vaizi olan kimse sahabeden Ezdli ve
Ebû Reyhan diye anılan birisiydi. Arkadaşım mescide benden önce vardı. Ben de
arkasından varıp yanma oturdum. Bana, "sen hiç Ebû Reyhan'ın vaazlarında
bulundun mu?" dedi. (Ben de) "Hayır cevabını verim (Bunun üzerine
bana şunları) anlattı:
Ben onu (şöyle) derken
işittim:
Peygamber (s.a.v) on
şeyi yasakladı:
1)
Törpüleyerek dişlerinin uçlarını inceltmeyi,
2) Dövme
yapmayı,
3) (Kadınlar
için) yüzdeki kılları, (erkekler için de yüzdeki beyaz kılları) yolmayı,
4) Arada bir
örtü olmaksızın erkeğin erkekle (çıplak olarak) yatması-
5) Kadının
kadınla (çıplak olarak ve) arada bir perde olmaksızın yatısını,
6) Kişinin
elbisesini altına, ecnebiler gibi ipek koymasını,
7) Yahutta
(elbisesinin) omuzlarına ecnebiler gibi ipek koymasını,
8) Başkalarının
mallarını yağma etmeyi,
9) Pars
(derisinden yapılmış eşya) üzerine oturmayı,
10) İdareciler
dışındaki kimselerin yüzük takınmalarını,
Ebû Dâvud dedi ki: Bu hadisin
diğer yollardan gelen rivayetlerinde zikredilmeyip de sadece bu yoldan gelen
rivayetinde zikredilen kelime "yüzük" kelimesidir.[76]
İliya: Kudüs-i
Şeriftir. Burada namaz kılmanın fazileti çok büyüktür. Nitekim bir hadis-i
şerifte:
"Bir kimse sadece
Kudüs-i Şerifteki Mescid-i Aksa'da namaz kılmak maksadıyla evinden çıkar da
orada namaz kılarsa, en azından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış
olur" Duyurulmuştur.
Bu bakımdan Harem-i
Şerifte ve Mescid-i Nebevi'de namaz kılmak için özel olarak yolculuğa çıkmak
caiz olduğu gibi, Mescid-Î Aksa'da namaz kılmak için özel olarak yolculuğa
çıkmak da caizdir.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifte bu on şeyin yasaklandığı ifade Duyurulmaktadır:
1- Dişleri
törpüleyerek uslarını inceltmek. Bunu daha ziyade genç görünmek isteyen yaşlı
kadınlar yapar. İçerisinde Allah'ın yarattığı bir organın şeklini değiştirmek
ve insanları aldatmak gibi haram fiiller bulunduğundan bu fiil haram
kılınmıştır.
2- Dövme
yapmak veya yaptırmak. Deri, iğne veya çuvaldızla delinerek içine sürme veya
benzeri bir şey doldurulur, o yer renk tutarak ebe-diyyen çıkmama şartıyla
boyalı kalır. 4168-4170 numaralı hadislerde de açıklanacağı üzere, "dövme,
kadına da, erkeğe de, yapana da, yaptırana da haramdır." Yalnız küçüklere
yapılırsa henüz mükellef olmadıkları için günahı sadece yapanlara olur.[77]
3- Kadınların
yüzlerindeki kılları yolup yaratılışlarını değiştirmeye çalışmaları
yasaklandığı gib erkeklerin yüzlerindeki beyaz kılları yolmaları da mekruhtur.
Bir musibet anında kişilerin saçlarım sakallarım yolmaları da bu yasağın
şümulüne girer.
4,5- Arada
bir örtü olmaksızın bir kadının teninin diğer bir kadının tenine, ya da bir
erkeğin teninin diğer bir erkeğin tenine değmesi haramdır. Bu daha ziyade
kişilerin çıplak olarak bir yatakta yatmaları halinde olur. Ancak eşlerin bu
şekilde bir arada yatmalarında bir sakınca yoktur.
6,7- Kişilerin
ecnebiler gibi elbisesinin altına meşru olan miktardan fazla ipekli elbiseler
giymesi haram olduğu gibi, elbisesinin omuzları üstüne meşru olan miktardan
fazla ipek yerleştirilmesi de haramdır.
Ecnebiler yumuşak
tutması için elbiselerinin altına ipekli kısa elbiseler giyerler, görkemli
görümmek için de omuzlarına ipekli kumaşlar yerleştirirlerdi. Hadis-i şerifte
geçen "ecnebiler gibi" sözü bunu ifade etmektedir. Sonuç olarak,
el-Muzhir'in de dediği gibi; erkeklere ipekli elbise giymek kesinlikle
haramdır. İster elbisenin üstüne isterse altına veya kenarına giyilmiş olsun
netice aynıdır.
8- Müslümanların
mallarını yağma etmek de haram kılınmıştır. Bilindiği gibi İslamiyette
müslümanlann malları, canları, ırzları masundur; kimse tevcüz edemez. Ancak
savaşta meşru hudutlar içerisinde düşmanın mallan yağmalanabilir.
9- Pars
derisinin giyilmesi de yasaklanmıştır. Çünkü pars derisi pistir. İmam Şafii'yi
göre ve daha başkalarına göre parsın derisi tabaklanmakla da temizlenmez. İşte
bu yüzden giyilmesi haram kılınmıştır.
Yahut, giyene gurur ve
kibir getirdiği için yasaklanmıştır. Pars derisinden yapılan elbise giymek
kafirlere ait özel bir kıyafet sayıldığı için de yasaklanmış olabilir.
Hanefilere göre;
domuzdan başka bir hayvanın derisi tabaklanmakla temiz sayıldığından[78] pars
derisinden yapılmış olan elbise giymenin haram oluşunun sebebini son iki
ihtimalde aramak gerekir.
10- İdarecilerin
dışındaki kimselerin yüzük takınmaları Ulemâdan bazıları bu hadis-i şerife
dayanarak resmî evraka mühür basmak zorunda olan idarecilerin dışındaki
kimselerin yüzük kullanmalarının haram olduğunu söylemişlerdir. İdareci
zümreye, yüzüklerinin üzerinde yazılı olan isimlerini resmi evrak üzerine
basarak imza atmak zorluğundan kurtulmalarını sağlaması nedeniyle onlara bu
şekilde yüzük takmayı caiz görmüşlerdir. Cumhuru ulema ise, gümüş yüzük
takmanın herkes için caiz olduğunu söylemişlerdir.
Hanefi mezhebine göre
de gümüş yüzük takmak herkese helaldir. Ancak erkeklerin altın, tunç ve
demirden yüzük takmaları haramdır.[79]
Şafii mezhebine göre
ise, gümüş yüzük takmak sünnettir. Çünkü Peygamber (s.a.v), üzerinde
"Allah'ın Resulü Muhammed" ibaresi bulunan bir gümüş yüzük takınırdı.[80]
Hulefa-i Raşidinin de
gümüş yüzüğü vardı. Hz. Ebu Bekir'in yüzüğünün nakşı "Ni'mei kâdiru
Allah", Hz. Ömer'in ki, "kefa bil-mevti vaizan", Hz. Osman'inki,
"lâ ta'tebirunne letendemunne", Hz. Ali'nin kinde "EI-mülkti
lillâhi" ibaresi yazılı idi.[81]
4050... Hz.
Ali'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Kızıl renkli ipekten
yapılmış eğer yastıkları (nı kullanmak) yasaklanmıştır.[82]
Haram ve helal
hudutlarını tayin ve tesbit etmek sadece Allah'ın ve onun izni ile bir de
Resulullah'ın hakkı olduğundan, Hz. Ali'den nakledilen bu hükmün kendi hükmü
olması mümkün değildir. Bu hükmü Hz. Peygamber'den naklettiği kesindir. Bu
itibarla hadis-i şerif her ne kadar zahiren mevkuf ise de hükmen merfu olur.
Biz, kızıl rekli ipekten yapılmış eğer yastıklarının hükmünü 4048 numaralı
hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[83]
4051... Hz.
Ali (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v), bana altın
yüzüğü, ipekli elbiseyi ve kırmızı eğer yastıklarını yasakladı.[84]
4052... Aışe
(ranha) dan rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (s.a.v)
(bir gün) üstünde damgalar bulunan bir hamîsa üzerinde namaz kılmış, (namaz
esnasında onun) damgalarına gözü ilişmiş, (Namazı bitirip de) selam verince;
"Benim şu
hamîsamı Ebû Cehm'e (geri) götürünüz. Çünkü demin beni o (az kalsın) namazdaki
huzurdan aukoy(uyor)du. Bana (Ebu Cehm'in) elbisesini getiriniz" buyurmuş.
Ebû Dâvûd dedi ki: Ebû
Cehm b. Huzeyfe, Adiyy b. Ka'b oğullarındarıdır.[85]
Hamîse: Yünden, dört
köşeli, iki tarafı zencefili bjr çeşit siyah abaya denir. Pek yumuşak ve
dü-rünce pek az yer kapladığı için bu ismi vermişlerdir. Bu hamîse, Şam kumaşlarından
olup Risalet meab Efendimize Ebu Cehm el-Ku resi tarafından hediye edilmişti.
Enbicâiyye: Bu garip
kelimenin kökü hakkındaki dedikoduların bize lüzumu yoktur. Bu, nakış ve süsü
olmayan, yumuşak fakat kalın yünlü abaya denir ki hamîse kadar gösterişli
kumaşlardan sayılmaz.
Hz. Peygamber'in Ebu
Cehm'in hediye ettiği hamîsayı geri görderdik-ten sonra arkasından onun enbicâiyesini
istemesindeki hikmet, onun hediyesini reddetmekle kalbinin kırılmasını
önlemektir. Aslında namazda iken olur olmaz şeylerle Hz. Peygamber'in gönlünün
meşgul olması mümkün değildir. Ancak Fahr-i Kainat Efendimiz bu hareketiyle,
ümmetinin namazlarını sade elbiseler ve seccadeler üzerinde kılmak suretiyle
namaz esnasında dikkatlerini tamamen namaza vermelerini ve namazlarını huşu ve
hudu ile kılmalarını talim ve tavsiye etmek istemiştir. Nitekim Buhari ile
Muvatta'da bulunan hadisten bu husus açıkça anlaşılmaktadır. Yoksa değil
"kâbe kavseyn" makamına varmış olan Fahr-i Kainat Efendimiz, ümmeti
içinde bile hidâyet nuru ile ten ve canı zinde olmuş, kemâl alemine kanat açmış
öyle erler vardır ki, kalbini Hakka tevcih eder etmez, hiçbir hâdise onlairr-u-hâni
zevklerinden ayıramaz.
Nitekim tabiunun ileri
gelenlerinden Müslim b. Yesâr namazda iken tavan çöküp yanıbaşına düşmüş de
onun hiç haberi olmamış.
Rasul-i zîşân
Efendimizin hamisayı Ebu Cehm'e geri vermesi ise onunla namaz kılması için
değil namazın dışında ondan yararlanması içindir.
Bu hadisten ulema,
mescidlerin mihraplarıyla duvarlarım, cemaatı ne-mazda meşgul edecek nakış ve
çizgilerle süslemenin mekruh olduğu hükmü çıkarmışlardır.
Ebû Cehm Âmir yahut
Ubeyd b. Huzeyfe el-Kureşî el-Adevî (r.a), Mekke'nin fethi günü islam ile
müşerref olmuştur. Kendisi Kureyş'in ulularından ve nesep ilmine vakıf olan
dört Kureyşliden biri idi. Allah'ın uzun ömürle nimetlendirdiği kimselerden
olup Hz. Muaviye'nin son günlerine yetiştiği gibi, ondan sonra da berhayat
Öİrrıuştür.Kabe'nin her iki inşasında da hazır bulunduğu rivayet edilir.[86]
4053... (Şu
bir önceki hadisin bir) benzeri de (yine) Hz. Aişe'den rivayet olunmuştur.
Ancak bir önceki; (hadis buna nisbetle) daha uzundur.[87]
4054... Esma
binti Ebî Bekir'in azadlı kölesi Abdullah Ebû Ömer şöyle dedi:
Ben İbn Ömer (r.a)'i
çarşıda gördüm. Şam kumaşından bir elbise satın almıştı. Biraz sonra onun
üzerinde kırmızı (ipekten yapılmış) ip (ler) bulunduğunu gördü ve elbiseyi
(sahibine) geri verdi. Bunun üzerine varıp Esma (ranha)'ya anlattım. (Esma
cariyesine), "Ey cariye, Resulullah (s.a.v)'m cübbesini bana bir
getiriver" diye emretti. (Cariye de) taylasan-iar gibi kalınca dokunmuş; yakası,
yenleri ve yırtmaçları ipekle işlenmiş cübbesini çıkar (ip getir) di.[88]
İbn Mace'nin
Sünen'ninde, İbn Ömer'in satın aldığı
şeyin, üzerinde damgalar bulunan bir sarık olduğu ifade edilmektedir. Bu
durum İbn Mace'nin Sünen'inde anlatılan hadise ile rhevzümuzu teşkil eden
hadis-i şerifte anlatılan hadisenin iki ayrı olay olduğunu gösterir.
Hz. Esma'nın Hz.
Peygamber'in yakası, yenleri ve yırtmaçları ipekli cübbesini çıkarıp
göstermekten maksadı, içerisinde az miktarda ipek karışımı bulunan ipekli elbise
giymenin haram olmadığını belirtmektir.
Binaenaleyh bu hadis-i
şerif, az miktarda ipek karışımı bulunan ipekli elbise giymenin caiz olduğunu
söyleyen Hanefi, Şafii ve Haribeli mezhebinin delilidir.
İpekli elbise giyme
hakkında mezhep imamlarının görüşü kısaca şöyledir:
1_ Hanefi
mezhebine göre, ipek elbise giymek erkeklere haramdır. Ancak dört parmak
miktarı kadar az olursa ona ruhsat vardır.[89]
2_ Şafii
meshebi de Hanefi mezhebi gibidir. Ancak şu var ki, ipek ile pamuk veya keten
ya da yün gibi bir maddeden dokunan elbisedeki ipek miktarı tartı bakımından az
veya diğer maddeye denk ise erkeklere de caizdir. İpek miktarı fazla ise caiz
değildir. Bir elbisenin kenarlarına çevrilen ipek ise örf ve adete göre fazla
sayılmazsa helaldir, aksi takdirde haramdır. İpek nakış biçiminde ise Hanefi
mezhebinde olduğu gibi top-lamînın dört parmaktan fazla olmaması gerekir. Fazla
ise haramdır.
3_ Hanbeli
mezhebine göre ise ipekli elbisedeki ipek miktarı az ve diğer madde kadarsa
caizdir, fazla ise caiz değildir. Yani bu hususta Şafii mezhebi gibidir. Şu
kadar var ki, bir ipekli elbisedeki ipek miktarı tartı bakımdan diğer maddeden
fazla olmakla beraber görünüşünde az ise caizdir. Bir elbisenin erişi ipek
olup argacı başka maddeden ise, meşhur kavle göre yine haramdır. Tabii bu
hükümler erkekler hakkındadır. Elbisenin nakısı ve kenarlarına geçirilen
parçalar ipek ise Hanefi ve Şafii mezheplerinde olduğu gibi toplamının dört
parmaktan fazla olmaması şartı vardır.
4_ Maliki
mezhebine göre, bir elbisedeki ipek nakış miktarı bir parmaktan az ise
erkeklere helâldir. Bir parmak eninde veya iki üç parmak eninde ise mekruhtur.
Dört parmak eninden fazla ise'haramdır. Erişi ipek olup argacı pamuk veya keten
gibi bir maddeden olan elbise tahkikli kavle göre mekruhtur.[90]
4055... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet edilmiştir; dedi ki:
Resulullah (s.a.v),
sırf ipek (olan) elbise (giyme) yi yasaklamıştır. Fakat (elbise üzerinde)
ipekten damga (lar bulunması) ve elbisenin argacı (nın ipekten olması)
sakıncalı değildir.[91]
4056... Enes
(r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Resulullah (s.a.v) Abdurrahman
b. Alefile Zübeyr b. Avvam a, kendilerinde uyuz hastalığı bulunğu için
yolculukta ipek gömlek giymelerine izin verdi.[92]
Bu hadis-i şerif;
uyuz, bit gibi insanı rahatsız eden haşerenin tasallutunda dolayı ipek giymenin
erkeklere de caiz olduğuna delalet etmektedir. Nitekim şu hadis-ı şerif de
bunu açıkça ifade ediyor: "Abdurrahman b. Ayf.ilc Zübeyr b. Avvam, Resulullah
(s.a.v)'a bitten şikayet ettiler. O da iştirak ettikleri bir gazada onların
ipek gömlek giymelerine izin verdi."[93]
Bu mevzuda Şafii
alimlerinden İmam Nevevi şöyle diyor: "Bu hadis, Şafii ile ona muvafakat
edenlerin mezhebine sarahatan delalet etmektedir. Bir kimsede uyuz hastalığı
bulunursa ipek giymek caiz olur. Çünkü ipekte serinlik vardır. Bit ve o manada
şeylerin bulunması da böyedir. İmam Malik caiz olmadığına kaildir. İpeği
zarurette giymek de caizidir. Harb, birden bire patladığı için başka bir şey
bulamayan, sıcaktan ve soğuktan korkarak giyen gibi, ulemamızca sahih olan
kavle göreipeği uyuz ve benzeri rahatsızlıkları dolayısıyla hem seferde hem de
hazarda giymek caizdir. Ulemamızdan bazıları ipek giymenin cevazı sefere
mahsustur, demişse de bu kavil zayıftır.
Maliki ulemasından
İmam Kurtubî ise şunları söylemiştir: "Bu hadis, zaruret halinde ipeğin
giyilebileğine delalet etmektedir. Malikilerden bazılarının kavli de budur.
İmam Malik'e gelince, o ipek giymeyi her iki vecihten de men etmiştir. Bu hadis
açık olarak onun aleyhine hücettir."
Hanefi ulemasından
Bedreddin Aynî ise, ipek giymenin tecviz edilmesine üç şeyin sebep olduğunu
söylüyor. Bunlar; yolculuk, gaza ve uyuzdur. Tabiatiyle bit, pire gibi şeyler
de uyuz hükmündendir.
İbn Battâl'ın beyanına
göre, selef uleması ipek hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları ipek giymeyi
caiz görmüş, bir takımları da mekruh saymıştur, Ömer b. Hattâb, İbn Şîrîn
İkrime ve Muğayriz; kerahetine kail olmuşlar ve, "harpte şehit düşmek
ümit edildiği için ipek giymek daha şiddetle mekruhtur" demişlerdir. İmam
Mâlik ile İmam Azam'in kavilleri de budur.
Efıes b. Mâlik, Ata,
Muhammed b. Hanefîyye, Ürve ve Hasan el Basrî; harpte ipek giymenin caiz
olduğunu söylemişlerdir. İmam Muhammed ve İmam Şafii'nin kavilleri de budur.[94]
4057...
Abdullah b. Züreyr el-Gâfikî, Ali b. Ebî Talib (r.a)'i şöyle derken işittiğini
söylemiştir:
Allah'ın Peygamber'i
(s.a.v), bir ipek (kumaş) alıp onu sağ eline birde altın alıp onu da sol
(el)ine koydu. Sonra;
"Bu ikisi
ümmetimin erkeklerine haramdır"[95]
buyurdu.[96]
4058... Enes
b. Malik (r.a)'den rivayet edildiğine göre;
Kendisi, Resulullah
(s.a.v)'m kızı Ümmü Gtilsüm'ün üzerinde ipekten, (enlice) çizgiler bulunan
(çubuklu) birkumaş görmüştür. (Zühri yada diğer ravilerden biri) dedi ki:
(Metinde geçen "es-siyera" kelimesinden maksat) üzerinde ipekten,
enlice çizgiler bulunan kumaştır.[97]
4059...
Cabir (b. Abdillah) dedi ki:
"Biz ipek
elbiseyi erkek çocuklardan çıkarır, kız çocuklarına giydirirdik." (Bu
hadisin ravilerinden) Mis'ar dedi ki: Ben bu hadisi (rayilerinden biri olan)
Amr b. Dinar'a sordum da hatırlayamadı.[98]
Bu babda geçen hadis-i
şerifler, ipek elbise giymenjn erkeklere haram, kadınlara helal olduğunu ifade
etmektedir.
Hanefi ulemasında
Aleyyü'l-Kârî'nin açıklamasna göre, erkeklerin altın yüzük takınmalarının ve
ipek elbise giymelerinin haram olduğunda İslam uleması ittifak etmişlerdir.
Fakat erkeğin ipeği giyim dışında kullanmasının hükmü üzerinde ihtilaf vardır.
İmam Ebû Hanife'ye göre, üzerinde fesim olmamak kaydıyla ipek kumaştan minder,
döşeme, perde yapıp kullanmakta üzerlerine yaslanmak veya yatıp uyumakta bir
sakınca yoktur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ise; ipeği giyim eşyası
olarak
kullanmak haramdır,
giyimin dışında başka bir maksatla kulunmak ten-zihen mekruhtur
görüşündedirler:
Çocukların ipek elbise
giymelerine gelince; Şevkâni'nin dediği gibi, bu mevzuda da ihtilaf vardır.
Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ipek giymek erkeklere olduğu gibi çocuklara da
haramdır. Çünkü 4057 numaralı hadisin hiimü geneldir. Sözü geçen hadis büyüklerle
küçükler arasında bir ayırım yapmadğı gibi, 4059 numaralı hadis-i şerif de bu
konuda büyüklerle küçükler arasında bir ayırım olmadığına açıkça delalet
etmektedir.
İmam Ebu Hanife
(r.a)'nın görüşü de budur. Binaenaleyh çucuklannm üzerinde ipek elbise gören
veliler onu çıkartmakla mükelleftir Aksi takdirde günahkar olurlar.
İmam Şafii'den bu
mevzuda iki görüş rivayet edilmiştir:
1_
Çocuklarında ipek elbise giymeleri haramdır. Bu bakımdan çocuk velilerinin
onlara ipek elbise giydirmeleri caiz değildir. Çocuk velileri on ların üzerinde
ipek elbise gördükleri zaman onu çıkarmakla mükelleftirler. İbn Salah ile
Ahmed b. Hambel ve başkaları da bu görüşü tencih etmişlerdir.
2_ Çocuğun
yedi yaşma kadar ipek giymesi caizdir. Fakat yedi yaşından sonra haram olur.
İbn Reslân'm açıklamasına göre er-Rafîî bu görüşü tercih etmiştir.
Şafii uleması
çocukların bayram günlerinde ipek elbise giymesinin caiz olduğunda ittifak
etmişlerdir.
4059 numaralı hadisi
Abdullah b. Câbir'den rivayet eden Amr b. Dinar zamanla bu hadisi unuttuğu için
bir gün Mis'ar, kendisine sorunca hatırlayamamiştır.[99]
4060...
Katade'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Biz, Enes b. Malik'e:
"Resulullah (s..v)'ın en hoşuna giden elbise hangisiydi?" diye
sorduk da, "Pamuklu" cevabını verdi.[100]
Hibere: Cevherî'nin
açıklamasna göre hibere, ketenden ya
da pamuktan dokunmuş kumaş demektir.
Süslü bir görünümü olduğu için ona bu isim verilmiştir. Çünkü bu kelime
sözlükte süslü ve güzel anlamına gelir.
Bu elbisenin görünüşü
güzel olmakla beraber üzerinde fazla süs ve nakış olmayıp sade olduğundan
üzerindeki tozlan fazla belli etmediğin den dolayı Hz. Peygamber'in onu
beğendiği düşünülebilir.
Dâvûdî, onun cennet
giysileri gibi yeşil renkli olduğunu, bu bakımdan beyaz renk daha makbul
olmakla beraber kefenlerin de yeşil renkli kumaşlardan yapılmasının müstehap
olduğunu söylemiştir.[101]
4061... İbn
Abbas'tan rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v): "Elbisenizi beyaz
(renkli kumaşlardan) seçiniz. Çünkü o elbiselenizin en hayirlisidır.
Ölülerinizi beyaz renkli kefenlere sarınız.
Sürmelerinizin en
hayırlısı da ismid taşıdır. O gözün nurunu artırır,kirpikleri besler"
buyurmuştur.[102]
Bu hadis-i şerif,
beyaz elbise giymenin ve cenazelerj beyaz kumaşlarla kefenlemenin müstehap olduğuna
delâlet etmektedir.
Çünkü beyaz elbise
alçak gönüllülük ile diğer güzel huylara, sadeliğe, iç ve dış temizliğine
delalet eder.
Şevkâni'nin
açıklamasına göre, buradaki beyaz elbise giymekle ilgili emir vücub değil
müstehablık ifade eder. Esasen Fahr-i Kainat Efen-dimiz'in beyazın dışında
diğer renkleri de giymesi, ashab-ı kiramdan bazılarının diğer renklerden
giydiği elbiseleri sükûtla karşılaması da bunu ifade eder. Çünkü, eğer beyaz
elbise giymek farz olsaydı, Önce kendisi diğer renklerden elbise giymezdi ve
sahabilerin başka renklerden elbise giymesine izin vermezdi.
3151 numaralı hadis-i
şeriften de anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber de bizzat beyaz kefenle defnedilmiş
ve sağlığında ümmetine pamuktan yapılmış beyaz kefenleri tencih efmelirini
tavsiye etmiştir. Ancak bu bir tavsiye niteliğinden öte gitmemiştir.[103]
Hadis-i şerif ayrıca
isrrîid denilen maddeyi sürme olarak gözlere çekmenin müstehap olduğuna
delalet etmektedir. Tirmizi'nin rivayetinde bu hadisin sonunda şu ifade yer
almaktadır. "Resuliulah (s.a.v)'ın bir sürme kutusu vardı. Her gece
yatmadan önce üç defa bunu sağ göze üç defa da sol göze çekerdi."[104]
4062...
Cabir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Resulullah (s.a.v)
yanımıza gelmişti. Karışık saçlı bir adam gördü. (bakımsızlıktan) saçları
dağılmıştı. Bunun üzerine;
"Bu (adam)
saçlarını düzeltecek bir şey bulamamış mı acaba?" buyurdu. Bir de üzerinde
kirli elbiseler bulunan başka bir adam gördü.
"Bu (adam da)
elbisesini yıkayacak bir şey bulamamış mı?" buyurdu.[105]
Bu hadis-i şerif
,saçlannı iyice yıkayıp yağladıktan sonra
güzelce taramanın müstehap
olduğuna delalet etmektedir. Nitekim Resul-i Zişan Efendimiz, günaşırı
olmak üzere saçlarını yıkayıp yağlar ve güzelce tarardı. Ümmetine de böyle yapmalarını
tavsiye ederdi.
Hadis-i şerif ayrıca
bedenin ve elbiselerin kirini, ve pasım, su ve sabun gibi temizleyici
rrddelerle yıkamanın müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Ancak, namaza mani
oîan pislikleri yıkamak ise farzdır. Onun hükmü ayrı bir konudur.[106]
4063... Ebu'l-
Ahvas'ın babası Mâlik b. Nadle'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Eski bir elbise
ile Peygamber (s.a.v)'e varmıştım. (Bana):
"Senin (zekat
verecek kadar) malın mülkün var mı?" diye sordu. "Evet" cevabını
verdi(m).
"Hangi (cins)
maldır?" diye sordu.
Allah bana deve,
koyun, at ve köle verdi, diye cevap verdi(m).
Allah sana bir mal
verdiği zaman Allah'ın nimetinin ve ikramının iz(ler)i senin üzen ide
görülsün" buyurdu.[107]
Hadis-i şerif, maddî
imkanı olan kimsenin yeni elbise giymesinin müstehap olduğuna delalet
etmektedir.
Hali vakti yerinde
olduğu halde, başkalarının dikatini ve merhametini celbedecek şekilde eski
elbiselerle gezmek; hal diliyle, Allah'ın verdiği nimetleri inkar etmek,
dilenmek ve Allah'ı kullara bin nevi şikayet etmek anlamına geldiğinden doğru
bir hareket değildir.
Nitekim, " Ve
Rabbinin nimetini dile getir"[108]
ayet-i kerimesi de kişinin, Allah'ın kendisine verdiği nimeti gizleyip açığa
vurmasını emretmektedir.
Nu'man b. Beşir'den
rivayet olunduğuna göbe, Peygamber (s.a.v): "Aza şükretmeyen çoğa da
şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a teşekkür etmez. İnsanın kendisine
verilen nimeti itiraf etmesi şükürdür. İtiraf etmekten kaçınması ise küfrân-ı
nimettir" buyurmuştur.[109]
4064... Zeyd
b. Eslem'den rivayet olunduğuna göre; İbn Ömer (r.a) sakalını sarıya boyarmış. Hatta
elbisesini de tamane san (boya) ile boyarmış, Kendisine (bir gün):
Sen niçin sarıya
boyanıyorsun? diye sorulmuş.
Ben ResuİLilIah
(s.a.v)'ı sarıya boyanırken gördüm. Kendisine sarıdan daha sevimli bir renk
yoktu. Elbisesini sarığa varıncaya kadar tümüyle sarıya boyardı.[110]
Münziri'nin
açıklamasına göre, elbisenin san ile boyanmasının caiz
olup olmaması konusunda ulema ihtilafa düşmüştür.
Bazılarına göre hadisteki, Hz. Peygamber'in elbisesini sarıya
boyanmasından maksat, saklını
zaferan ile boyaması sakalına değen giysilerinin de bu
boya ile boyanmasıdır.
Bazılarına göre de bu
hadiste sözü gücen cümle ile kastedilen, gerçekten Hz. Peygamber'in elbisesini
tümüyle sarıya boyaması ve sarı boyalı elbise giymestdir.
Nitekim hadisin sonunda
bulunan "sarığına varıncaya kadar tüm elbisesini sarıya boyardı"
cümlesi de bu ikinci görüşü teyid etmektedir. Fakat bu cümle Buharı ile
Müslim'in rivayetinde yoktur.
AIiyyü'1-Kârî, metinde
geçen "Kendisine sandan daha sevimli bir renk yoktu" mea(lindeki
cümleye "îbn Ömer'e sarı renkten daha sevimli bir renk yoktu"
manasını vermiştir. Yani "ileyhi" kelimesindeki zamiri îbn Ömer'e
göndermiştir.
Her ne kadar mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerif ikinci görüşü te'yid ediyorsa da, bu görüş
"Melekler sarya boyanmış cenazede hazır bulunmazlar" hadisine aykın
düşmektedir. İbn Battal ve İbn TiıVe göre, sarıya boyanmayı nehyeden bu hadis,
bedenin cildinisarıya boyamakla ilgilidir. Sanya boyamanın caiz olduğunu ifade
eden mevzumuzu teşkil eden hadis ise elbisenin sarıya boyanması ile ilgilidir.
Mevahib yazarı İmam
Kastalânî'ye göre ise sarıya boyanmış elbise giymeye cevaz veren hadisler, bir
kısmı sarıya bonamış elbise giymekle ilgilidir. Bunu yasaklayan hadislerse tümü
sarıya boyanmış elbise giymekle ilgilidir.
İbnü'l-Cevzi'nin
açıklamasına göre, sahabe ve tabiinden bir cemaat sakallarını sarıya
boyaıianruş. Ahmed b. Hanbcl (r.a), sakalını sarıya boyamış birini görünce;
"Ölmüş bir sünneti dirilten bir kimse görüyorum" demiştir. Mezhep
imamlarının sarıya boyanmış elbise giymenin hükmü hakkındaki görüşlerini 4044
numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[111]
4065... Ebû
Rimse (diye anılan Rifaz b. Yesribî. ya
da Habib h. Hayyan') dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Babamla birlikte
Peygamber (s.a.v)'in yanma gitmiştim. Üzerinde iki yeşil giysi gördüm.[112]
"Bazı hadis-i
şeriflerde açıklandığı üzere, cennet ehlinin ekserisinin elbisesi
yeşildir. Nitekim yüce
Allah Kuranı Keı iminde. "Cennet ehlinin üzerinde yeşil ipekten
ince ve kaim giysiler vur" buyurmuştur.[113]
Gerçekten renklerin göze en yararlı ve en hoş geleni yeşildir. İhtimal ki yeşil
rengin bu gibi özelliklerinden dolayı Hz. Peygamber de zaman zaman safi yeşil
renkli elbiseler giymiştir. Hadisin zahirinden anlaşılan mana budur.
Hanefi ulemasından
Aleyyii'I-Kâri, hadis-i şerifte geçen "biird" kelimesinin ifade
ettiği kumaş cinsinin genellikle yeşil çizgili olduğundan hareket ederek, Hz.
Peygamber'in giydiğinden bahsedilen yeşil elbisesinin tümüyle yeşil olmayıp
yeşil çizgili olması ihtimali üzerinde durulmuşsa da hadisin zahiri bu ihtimale
yer bırakmamaktadır.
Bu hadis-i şerif,
yeşil elbise giymenin sünnet olduğuna delalet etmektedir. Bazıları hadis-i
şerifin zahirinden yeşil elbise giymenin sünnet olduğu hükmünü çıkarmanın
mümkün olmadığını, ancak yeşil elbise giymenin mubah olduğu manası
çıkarılabileceğini iddia etmişlerse de Aliy-yü'1-Kâri, "Eşyada asıl olan
zaten mubah olmaktır. Bir şeyin mübahhğıni anlamak için delile ihtiyaç bulunmadığım
bu bakınmdan Hz. Pelgam-ber'in yeşil elbise giymeyi tercih etmesin onu giymenin
mübahlığını değil müstehaphğını ispatladığım" söylemek suretiyle
bu iddiayı
reddetmiştir. Tirmizi bu hadisin basen garib olduğunu söyemiştir.[114]
4066... (Amr
b. Şuayb'ın) dedesi (abdullah b. Amr b. ÂsVdan rivayet olunmuştur, dedi ki:
Resulullah (s.a.v) ile
birlikte (Ezahir dağ yolu denilen) dağ yolundan iniyorduk. (Bir ara) Resulullah
(s.a.v) dönüp bana baktı. Benim üzerimde de aspurla boyanmış, tek desenli sade
bir giysi vardı.
“üzerindeki bu giysi
de nedir?" diye sordu. Ben onun bundan hoşlanmadığım hemen anlamıştım.
Doçru tandırlarını yakmakta olan ev halkının yanına vardım ve bu elbiseyi
tandıra attım. Sonra ertesi gün Hz. Peygamber'in yanına vardım.
"Ey Abdullah, o
elbiseyi ne yaptın?" dedi. (Ben de yaptıklarımı teker teker) ona
anlattım.
"Keşke onu aile
halkından bazılarına giydirseydin. Çünkü bunda kadınlar için bir sakınca
yoktur"[115] buyurdu.[116]
Reyta: Tek desenle dokunmuş
çarşaf, örtü ve ihram gjkj Sürünülen dikişsiz ve bir parçadan ibaret giysilerdir.
Ustur ise, aspur
denilen boyadığı elbiseye kızıl bir renk veren boyadır.
Aspurla boyanmış
elbise giymenin hükkü hakkında Tuhfetu'l Ahvezi yazarı şu açıklamayı yapıyor:
"Bu hadis-i
şerif, aspurla boyanmış elbise giymenin erkeklere haram olduğuna delalet
etmektedir. Çünkü nehyde asıl olan haramiıktır. Nitekim Şevkâni de
Neylü'I-Evtâr isimli eserinde aspurla boyanmış elbise giymenin haram olduğunu
söylemiştir. İbnü'l-Kayyim'in dediği gibi, her ne kadar Hz. Peygamber'in
kırmızı elbise giydiğine dair bir hadis[117]
varsa da o hadisle bu hadis arasında bir çelişki yoktur. Çünkü burada
yasaklanan aspurla boyanmış olan kırmızı elbisedir. Herhangi kırmızı boya ile
boyanmış olan kırmızı elbise değildir. Aspurla boyanan kırmızı elbisenin özel
bir durumu vardır. Nitekim imam Tirmizi de Süncninde, "Erkeklere kızıla
boyanmış elbise giymenin mekruhiuğu" başlığı altında şu hadisi rivayet
etmiştir: "üzerinde (üst ve alt giysisi olarak) iki kırmızı giysi bulunan
bir adam. Peygamber (s.a.v)'e selam vererek geçti ve Rasul-i Ekrem onun
selamını almadı" İmam Tirmizi bu hadis hakkında şu mütalaayı
serdet-mektedir: İlim adamlarınca bu hadisin manası şudur ki, Rasul-i Ekrem,
aspurla boyanmış elbiseyi mekruh görmüştür. İlim adamları aspurla boyanmış
olmadığı takdirde kırmızı kil veya başka bir madde ile kırmızıya boyanmış
elbisede sakınca görmemektedirler.”[118]
Yine İbnül-kayyim
el-Cevziyye'nin açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in giydiği kırmızı elbiseden
maksat tümüyle kırmızı elbise değildir. Kırmızı ile siyah karışımı elbisedir.
Araplar böyle elbiseye "kırmızı elbise" derîer. Bu inceliği bilmeyen
bazı kimseler Hz. Peygamber'in kırmızı elbise giydiğini ifade eden 4183
numaralı hadisi delil göstererek, kırmızı elbise giyip halk arasına çıkarlar ve
bu hareketleriyle unutulmuş bir sünneti ihya etmeye çalıştıklarını iddia
ederler. Onların bu sözleri tamamen bir vehimden ibarettir.[119]
Bu mevzuda İmam Nevevî
de şöyle diyor:
İslam alimleri
erkekler için aspurla boyanmış elbise giymenin caiz olup olmayacağında ihtilaf
etmişlerdir. Sahabe ve tabiûnun cumhuru ile onlardan sonra gelen ulema bunu
mubah görmüşlerdir. İmam Ebû Hanîfe (r.a) ile İmam Mâlik'in ve İmam Şafiî'nin
kavilleri de budur. Yalnız İmam Mâlik, başka bir boya ile boyanmış elbiseyi
daha efdal görmüştür. Birri-vayette, evlerde ve avlu içlerinde giyilmesini caiz
; toplantı yerlerinde, sokak ve pazarlarda ise mekruh görmüştür. Ulemadan bir
cemaata göre sarıya boyanmış elbise giymek kerahat-i tenzihiyye ile mekruhtur.
Onlar hadisteki nehyi bu manaya hamletm işledir.
Hattabi'ye göre,
buradaki nehiy, kumaşı dokuduktan sonra boyamaya aittir. Evvela ipliği boyanır
da dokunursa bu memnu değildir.
Ulemadan bazıları
buradaki nehyi hac ve umre için ihrama girmiş olanlara hamietmişlerdir. Bu
takdirde hüküm, İbn Ömer hadisine uygun olur.
Mezkur hadiste,
"Peygamber (s.a.v), ihramlının vers ve zaferan değmiş elbise giymesini
yasak etti."[120]
denilmekledir.[121]
Gerçekten Beyhakî bu
meseleyi iyice tetkik etmiş olup, bu arada konu hakkında rivayet olunan
hadisleri nakleder ve; eğer Şafii bu hadislerden habedar olsaydı buhlarla hüküm
verirdi. Çünkü o, "Peygamber (s.a.v)'in hadisi benim söyledğim hükmün
hilafına hümkettiği zaman hadisle amel ediniz ve benim fetvamı bırakınız"
demiştir, diye kaydeder.[122]
Nitekim 4044 numaralı
hadisin şerhinde de açıladığımız gibi, fıkıh alimlerinin büyük çoğunluğu
aspurla boyanmış elbise giymenin mekruh olduğu görüşündedirler.[123]
4067... (Bir
önceki hadisin ravilerinden) Hişâm b. el-Gâzî (Abdullah b. Amr'in şöyle
dediğini) rivayet etti: (Üzerimde bulunan elbise aspurla) boyanmış (idi). Öyle
ki tamamen koyu kırmızı da değildi, gül (kurusu) renginde de değildi,
(ikisinin ortasında idi).[124]
4068...
Abdullah b. Amr b. el-As'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Resulullah (s.a.v)
beni gördü. (Hadisin burasında Musannif Ebu Davud'un talebesi) Ebû Ali
(el-Lü'lüî şöyle) dedi: Öyle zanediyorum ki, (şeyhim) Ebû Davûd (hadisin bundan
sonraki kısmını Abdullah b. Amr'dan naklen şöyle rivayet etti):
Benim üzerimde aspurla
boyanmış gül (kurusu) renginde bir elbise vardı. (Bunu görünce bana):
"Bu nedir?"
dedi. Ben de gidip o elbiseyi (fırında) yaktım (ve Hz. Peygamber'in huzuruna
vardım. Beni karşısında bir başka elbiseyle görünce;
"(Öbür) elbiseni
ne yaptın?" diye sordu. "Yaktım" cevabını verdim.
"Onu (yakacağına)
aile halkından (olan kadınlardan) birine gîy-dirseydin ya!" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi Sevr, Halid'den; "(Üzerimde bir) gül (kurusu) renginde (elbise
vardı)" diye rivayet etti. Tâvûs ise, "(Üzerimde) aspurla boyarmış
bir elbise vardı" (şeklinde) rivayet etti.[125]
4069...
Abdullah b. Amr'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Üzerinde (biri eteklik diğeri
de gömlek olmak üzere) iki kırmızı giysi bulunan bir a-dam Peygamber (s.a.v)'e
(selam vererek) geçti de Peygamber (s.a.v) onun selamını almadı.[126]
4070... Râfî
b. Hadîc'den rivayet edilmiştir; dedi ki:
Resûlullah (s.a.v) i!e
bir yolculuğa çıkmıştık. Develerimizin üzerinde kırmızı pamuktan çizgiler
taşıyan elbiseler (bulunduğunu) gördü de: "Dikkatli olun! şu kırmızı
elbiseleri size hakim ohnuş görüyorum." buyurdu.
Resulullah (s.a.v)'in
bu sözü üzerine (yerlerimizden) süratle kalktık, (develerde yüklü olan
eşyalarımıza) koştuk. Hatta develerimizden bazıları (bizim bu ani
hareketimizden) ürküp kaçtılar. Elbiseleri tuttuk, devlerin üzerinden çekip
aldık. (Onları bir daha giymedik)[127]
4071... Esed
oğullarından bir kadın (in şöyle) dediği rivayet edilmiştir: Ben bir gün
Resulullah (s.a.v)'m hanımı Zeyneb'in yanında idim. Kırmızı kil ile Zeyneb'e
ait elbiseleri boyuyorduk. O sırada Resulullah (s.a.v) üzerimize çikagcldi ve
kırmızı kili görünce döndü ve gitti. (Zeyneb) bunu görünce yaptığımız işten
Resulullah (s.a.v)'m hoşlanmadığını hemen anlamıştı. Bunun üzerine tuttu,
elbisilerini yıkadı ve (onlarda bulunan) kırmızılığın tümünü gözden kaybetti.
Bir süre sonra
Resulullah (s.a.v) (tekrar) döndü geldi. Baktı, (biraz Önce gördüklerinden)
bir şöy görmeyince (içeri) gidi.[128]
4070 Numaralı hadis-i
şerifte anlatılan olayın, hac veya kj,.
savaş yolunda geçtiği
anlaşılmaktadır.Özellikle hac yolunda insanın süslü ve gösterişli
elbiseler giymekten kaçınması gerektiği için Resul-i Zişan Efendimiz
yüklerinde süslü ve gösterişli elbiseler taşıyan sahabilerini ikaz etmiş,
yaptıkları işin doğru olmadığını kendilerine uygun bir dille anlatmıştır.
Nitekim Fahr-i Kainat Efendimiz, hacca gittiği zaman, altında devesinin
palanından başka bir şey yoktu. Devesinin yükünde giyecek olarak sadece dört
dirhem değerinde kadifeden eski bir elbise vardı.
4071 numaralı hadis-i
şerifte Hz. Peygamberin Hz. Zeyneb'in kırmızı kille elbise boyarken gördüğü
için yanına gelmekten vazgeçip uzaklaşıp gittiğinden ve bu işi bıraktıktan
sonra girdiğinden bahsedilmektedir.
Ancak Bezlü'l-Mechud
yazarınmda açıkladığı gibi, bu hadiste Hz. Peygamber'in Hz. Zeyneb'in yanından
dönüp gitmesinin sebebinin onun elbisesini kırmızı kille boyamakla meşgul
olmasıyla açıklanması tamamen Hz. Zeyneb'in şahsi görüşüdür. Halbuki Hz.
Peygamber başka bir sebepten dolayı Zeyneb'in yanına girmekten vazgeçmiş
olabilir. Belkide Hz. Zeyneb'in yanında yabancı kadınlar olduğu için onun
yanına girmekten vazgeçmiştir.
Esasen 4066 numaralı
hadis-i şerifin şerhinde de açıkiandğıınız gibi, Hz. Peygamber'in kırmızı
aspurla boyanmış elbise giymeyi yasaklaması sadece erkekler içindir. Kadıınlar
için böyle bir yasak yoktur. Mezhep imamlarının Hz. Peygamber'in sünnetinden
çıkardıkları hüküm budur. Ayrıca bu hadisin senedinde İsmail b. Ayyaş ile oğlu
Muhammed vardır. Bu iki ravi hadis alimlerince tenkid edilmiştir. 4067-4069
numaraıl hadislerde ise Hz. Peygamber'in erkeklere kırmızı elbise giymeyi
yasakladığından bahsedilmektedir. Biz bu mevzuyu 4066 numaralı hadisin şerhinde
açıkladığımızdan tekrara lüzum görmüyoruz.[129]
4072... Berâ
(r.a)'dan (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur:) Resulullah (s.a.v)'m saç(3ar)ı
kulak memelerine erişirdi. Onu (bir gün) kırmızı bir elbise içinde görmüştüm.
(Bu haliyle) Resulullah (s.a.v)'dan güzel hiçbir şey görmedim.[130]
4073...
(Hilal b. Amir b. Amr'ın) babasından (rivayet olunmuştur;) dedi ki:
Resulullah (s.a.v)'ı,
Mina'da bir katır üzerinde hutbe okurken gördüm. Üstünde kırmızı bir elbise
vardı. Ali de (onun) önünde (duruyor ve onun) sözlerini yüksek sesle
tekrarlayarak uzaklara iletiyordu.[131]
Açıklama
Her ne kadar bu
lîadis-i şeriflerin zahirinden Hz.Peygamber'in kırmızı elbise giydiği
anlaşılıyorsa da, Hafız İbn. Kayyim el-Cevzîyye'nin dediği gibi; aslında burada
kastedilen katıksız kırmızı elbise değil üzerinde kırmızı çizgiler bulunan
siyah elbiselerdir. Yemen kumaşları böyle kırmızı çizgili olur. Araplar böyle
elbiseye kırmızı elbise derler. Kendine ilim adamı süsü veren bazı kimseler
saf kırmızı elbiseler giyerek bu hareketleriyle Hz. Peygamber'in unutulmuş bir
sünetini diriltmeyi açıkladıklarını iddia ederler. Onların bu hareketi sırf
vehim ve hatadan başka bir şey değildir. Eğer bu kimseler "kırmızı
elbise" sözüyle kastedilen elbisenin, üzerinde kırmızı çizgiler bulunan
"siyah elbise" olduğunu bilselerdi böyle hareket etmezlerdi.[132]
Aslında bu hadis-i
şerifler, "ipekli olmadığı takdirde kırmızı elbise giymekte bir sakınca
yoktur" diyen Şafiilerin ve onlar gibi düşünen fıkıh alimlerinin aleyhine;
"aspurun dışındaki herhangi
bir kımızı elbise giymekte bir sakınca yoktur."
diyen Hanefi alimlerinin de lehine bir delildir. Ancak, Hadis-i şerifte Hz.
Peygamber'in saçlarının kulak memelerine eriştiği efade edilmektedir. Hz.
Peygamber'in saçlarının uzunluğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Onların
omuzlara döküldüğünü ifade eden hadisler olduğu gibi, kulaklarının yarısına
kadar ulaştığını ifade eden hadis-i şerifler de vardır.
Kadı Iyaz'ın
açıklamasına göre, bu rivayetlerin hepsi de Hz. Peygamber'in saçlarını ayrı
bir cepheden görünüşünü ifade etmektedir. Hz. Pey-gamber'i arkadan görenler
onun saçlarının omuzlanma kadar indiğini, kulaklarına bakanlar kulak
memelerine kadar indiğini ve omuzu ile kulak memesi arasına sarktığını
görmüşlerdir.
Bazılarına göre de Hz.
Peygamber'in saçları duruma göre değişirdi. Hz. Peygamber onları kestirdiği
zaman kulakların yarısında kalırlardı. Biraz uzayınca kulak memelerinden
aşağıya sarkardı. Bazen de omuzlarına kadar inerdi. Hz. Peygamber'in saçlarına
dikkat edenler onları bu değişik şekilleriyle görmüşler ve her ravi sadece
gördüğünü rivayet etmiştir.[133]
4074... Aişe
(ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Resulullah (s.a.v) için bir elbiseyi kırmızıya-boyamıştım.
Onu giydi (fakat) terleyince (ondan bir) yün kokusu hissetti ve hemen onu
(çıkarıp) attı.(Katade) dedi ki: Öyle zananediyorum ki, (Muttarraf bu hadisi
şöyle) rivayet etti: "Güzel koku Hz. Peygamber'in hoşuna giderdi.[134]
Bu hadis-i şerif,
siyah elbise giymenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Bu bakımdan islam
alimleri, siyah elbise giymenin caiz olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.
Çünkü Hz. Peygamber'in söz konusu elbiseyi çıkarıp atmasının sebebi renginin
siyah olması değil, kokusunun çirkinliğidir. Hz. Peygamber güzel kokuları çok
severdi, çirkin kokulardan ise hoşlanmazdı.
Hanefi ulemasından ibn
Âbidin, Abbas oğullarının şiarı olması ve Hz. Peygamber'in Mekke'ye girerken
başında bulunan sarığın siyah olması sebebiyle siyah elbise giymenin müslehap
olduğunu söylemiştir.[135]
4075...
Cabir b, Süleym'den (rivayet olunmuştur;) dedi ki: Peygamber (s.a.v)'ın yanına
varmıştım. Bir peştemala bürünüp dizlerini öne dikerek ellerini önden
kavuşturmuş bir halde oturuyordu. Peşte-malının saçakları ayaklarının üzerine
düşüyordu.[136]
Bu hadis-i şerif,
saçaklı elbise kullanmanın ve dizleri dikip arkayı ve dizleri bir peştamalla
örterek oturmanın caizliğine delalet etmektedir.
Her ne kadar,
4080-4081 numaralı hadislerde sırt ve bacaklar bir peştamalla örtülü iken bu
şekilde oturmanın yasaklandığı ifade ediliyorsa da, bu yasak üzerinde sedece
bir peştamal oiup da bu şekilde oturunca avret yerleri açılan kimseler içindir.
Fakat üzerinde yeteri kadar elbise olduğu gibi ayrıca üzerine bir peştamal
alıp) onunla da arkasını ve dizlerini örten kimseler için değildir. İşte
mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in üzerinde avret
yerlerini iyice örtecek şekilde elbiseler varken bunlara ilaveten bir de
saçaklı bir peştemal alarak onunla arkasını ve dizlerini örtüp (yukarıda tarif
eltimiz şekilde ) oturduğu ifade edilmektedir.
Allame Erdebilî,
el-Mesâbih şerhinde bu hadis hakkına şöyle demektedir:
"Bu hadis-i
.şerifte üç mesele vardır:
1) Bu hadisi
Ebû Davucl ile Nesâi rivayet etmişlerdir.
2) "Semle";
bedeni örten büyük peştamal demektir. "Hüdüb" ise saçak anlamına
eelir.
3) Dizleri
dikip bir peştamal ile arkayı ve dizleri örterek oturmak caizdir."
Saçaklı peştamal
örtünmenin cevazı konusunda İman Buhari de Sahihinde özel bir bab açmıştır.[137]
4076... Cabir
(r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
ResuîuJİah (s.a.v)
fetih yılında Mekke'ye, başında siyah bir sarıkla girmiştir.[138]
4077... (Cafer
b. Amr b. Hureys'in) babasından (rivayet olunmuştur;) dedi ki:
Peygamber (s.a.v)'i
minber üzerinde görmüştüm Başında siyah bir sarık vardı, ucu da omuzlarının
arasına sarkıtmiştı.”[139]
4078... (Ebu
Cafer Muhammed b. Ali b. Rükane'nin) babasidan rivayet olunduğuna "öre;
Rükane, Peygamber
(s.a.v) ile güreşmiş de Peygamber (s.a.v) onu yenmiş, Rükâne (şöyle) demiştir:
Ben Peygamber (s.a.v)'i;
"Bizimle
müşrikler arasındaki fark fes üzerindeki sarıktır" derken işittim.[140]
4079...
Medineli bir ihtiyar, şöyle demiştir:
Ben Abdurrahman b.
Avfı; "Resulullah (s.a.v) bana sarık sardı. Uçlarının birini) önüme
(diğerini de) arkama sarkıttı" derken işittim.[141]
Mevzumuzu teşkil eden
4076 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamberdin fetih gününde Mekke'ye başında
siyah bir sarıkla girdiği ifade edilmekle beraber, İmam Buhari'nin
Enes b. Malik'den
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Mekke'ye başında bir
miğferle girdiği ifade erilmektedir.
Miğfer diye, zırhdan
takke gibi örülmüş tolgaya derler. Bazıları, siyah. sarığın miğfer üstüne
sarılmış olabileceğini söyleyerek zahirde farklı gibi görünen bu iki rivayetin
arasını telif etmişlerdir. NitekimMoğultayî de iki hadisin arasını telif
ederken aynı fikri ileri sürmüştür.
Kadı Iyaz ise bu iki
rivayetin arasını şöyle bulmuştur: "O şehre girdiği zaman mübarek başında
miğfer vardı, daha sonra siyah sarık sarındı.
Görüldüğü gibi,
aslında bu iki rivayet arasında bir fark yoktur. Ancak Hz. Enes, Hz.
Peygamber'in düşmana karşı korunmak için miğfer giydiğine dikkati çekmek
istediği için miğferden bahsetmekle yetinmiş, Hz. Cabir de Hz. Peygamber'in
fetih günü Mekke'ye girerken ihramsız olduğuna dikkati çekmek istediği için
başında sarık olduğunu seylemekle yetinmiş ve miğferden bahsetmeye lüzum
görmemiştir.[142]
Mevzumuzu teşkil eden
bu babın hadisleri sarığın ucunu ikiomuz arasına sarkıtmanın müstehap olduğuna
delalet etmektedir.4077 numaralı hadis-i şerif, Hz. Peygamberin cuma günü hutbe
okurken başımda ucu iki omuzu arasına sarkan bir sarık bulunduğunu ifade
ettiğinden Bezlü'l Mec-hud yazarı cuma günü cuma namazına giderken sarık
sarmanın müstehap olduğunu, imamlar içinse kuvvetli bir sünnet olduğunu
söylemişlerdir. Nitekim Ebu'd-Derda'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte,
"Allah cuma günleri sarık sarınan kimseler rahmet eder, melekler de o
kimselerin bağışlanmaları için Allah'a yalvarırlar" buyurmaktadır. İbn
Ömer (r.a)'den rivayet edilen merfu bir hadis-i şerifte de, "Sarıkla
kılınan bir vakit namazın sarıksız kılınan yirmibeş vakit namaza, sarıklı
kılınan bir cuma namazının da yetmiş cuma namazına denk dolduğu ifade
Duyurulmaktadır.[143] İbn
Asâkir'in İbn Ömer'den rivayet ettiği, "Sarıklı olarak kılman farz ya da
nafile bir namaz sarıksız kılınan yirmibeş namaza, denktir"[144]
mealindeki hadis-i şerif de. bu gerçeği teyid etmektedir.
Osmanlı ulemasından
Muhammed Mevkûfâti'nin Mülteka üzerine yazmış olduğu meşhur fıkıh kitabında
da, "Sünnet olan sarığın bir ucunu iki omuz'arasına sarkıtmaktır"[145]
denilmektedir.
Her ne kadar İbn
Kayyim el-Cevziyye, 4076 numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Mekke'ye
girerken başında sarık bulunduğundan bahsedildiği halde sarığın ucunun aşağıya
sarkıtıldığından bahsedilmemesini delil göstererek Hz. Peygamber'in her zaman
sarığının ucunu omuzları arasına sarkıtmadığını söylemişse de bu doğru
değildir. Çünkü bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in sarığının ucunu iki omuzu
arasına sarkıttığından bahsedilmemesi, gerçekten Hz. Peygamber'in o anda
sarığının ucu iki omuzu arasında sarkıtmamış olmasını gerektirmez ve Hz.
Peygamber'in bazen sarığını ucunu omuzları arasına sarkıtmadığı anlamına
gelmez.[146]
Gerçekten Hz.
Peygamber'in sarığının ucunu sarkıtmayı hiç terketme-miştir. Bu nedenle Süyûti,
"Sarığın ucunu sarkıtmanın sünnet olduğunu bildiği halde onu kasten
terkeden kimse günahkar olur. Fakat herhangi bir kasdı olmaksızın sarığı
terkeden kimse günahkar olamaz[147]
demiştir.
Hz. Peygamber'in
sarığının ucunu ne tarafa sarkıttığı konusunda gelen hadisler muhteliftir. Arka
tarafına, iki omuzu arasına sarkıttığına dair hadisler olduğu gibi, Hz.
Peygamber'in Hz. Ali'nin başına sarık sarıp acunu arkasına ve sol omuzu üzerine
attığına dair de hadisler vardır.
Taberânî'nin rivayet
ettiği bir hadis-i şerifte ise Hz. Peygamber'in kendi sarığımnn ucunu arka
tarafına attığı ifade edilirken; Ebu Davud'un rivayet ettiği ve isnadında
meçhul bir ravİ bulunan bir hadiste de (yani 4079 numaralı hadiste) Hz.
Peygamber'in, Abdurrahman b. Avf in başına sarık sardıktan sonra ucunun birini
ön tarafa diğerini de arkaya sarkıttığı ifade edilmekledir. Ancak bu mevzuda
gelen hadis-i şeriflerin en sahihi Hz. Peygamber'in kendi sarığının ucunu
arkasına, iki omuzu arasına sarkıttığına dair olan 4077 numaralı Amir rbn-i
Hureys hadisidir.[148]
Taberani'nin
Mu'cemu'I-Kebir'inde Hz. Pcygamber'in tayin ettiği valileri gönderirken başlarına
sarık sarıp, sarığın ucunu sağ tarafına sarkıttığına dair bir hadis-i şerif
varsa da bu hadisin senedinde bulunan Cemi b. Sevb zayıftır.[149]
Hz. Peygamber'in
Abdurrahman'm başına sardığı sarığın bir ucunu önüne diğer ucunu da arkasına
sarkıttığını ifade eden 4079 numaralı hadise gelince; bu hadisin senedi
zayıftır. Ayrıca bu hadiste, birisinde sarığın ucu öne diğerinde arkaya
sarkıtılan iki ayrı sarık sarma hadisesinden de bahsedilmiş oiabilir. Netice
olarak Hz. Pcygamber'in kendi sarığını iki omuzu arasına sarkıttığından
bahseden 4077 numara!: hadis bu hususda bizim için en kuvvetli delildir.
Bununla beraber bu şekillerin hapsiyle de sünnet yerine getirilmiş olur. Fakat
iki omuz arasına sarkıtmanın fazileti daha fazladır.[150]
Ayrıca Hz.
Peygamber'in sarığının hangi ucunu sarkıttığına dair gelen rivayetler
içerisinde en sağlan olan, sarığın üst ucunu sarığın dolamları altına sokup
çıkardıktan sonra onu iki omuzunarasına sartıtığma dair olan rivayettir.
Sünnete uygun olan onu bu şekilde sarkıtmaktır.[151]
İbn Kayyim
el-Cevziyye, Zadu'I-Mead isimli eserinde. Şeyhülislam ibn Termiye'nin sarığın
ucunu sarkıtmanın hikmeti hakkında şöyle bir güzel rhadise anlattığını
söylüyor: "Rcsuiullah (s.a.v) Medine'de bir gece rüya görmüştü, hemen
rüyanın sabahında sarığının ucunu sarkıttı." O rüya şöyle anlatılmıştır:
Ulu ve yüce Rabbim bu
gece en güzel surette uyku aleminde bana geldi ve: "Ya Muhammed, Mele-i
âlâ aralarında neyi konuşuyorlar biliyor musun?" dedi. Ben de
"Hayır" dedim. Bunun üzerine elini iki omuzumun arasına koydu ve ben
o elin soğukluğunu iki memem arasmda-veya göğsümde- hissettim. Sonra göklerde
ve yeryüzünde ne varsa hepsini bildim. Bunun üzerine, "Ey Muhammed. Mele-i
âlâ neyi müzakere ediyorlar biliyor musun?" dedi. Ben de. "Evci,
keffaretler hakkında (konuşuyorlar). Keffaretler. namazdan sonra mescidde
kalmak, cemaatlere yaya olarak yürümek ve güçlüklerde güzelce abdest almaktır.
Kim bunu yaparsa hayırla yaşar, hayırlı olur ve hatalarından (sıyrılarak)
annesinin kendisini dünyaya getirdiği gibi (tertemiz) olur" dedim. Sonra
"Ya Muhammed, namaz kıldığın vakit; "Allah'ım; iyilikleri yapmayı,
kötülüklerden el çekmeyi ve yoksulları sevmeyi senden dilerim. Kullarına bir
fitne (felaket) muv rad ettiğin zaman beni o fitneye uğramamış olarak yanına
al; diye dua et" buyurdu.
Hz. Peygamber daha
sonra şöyle buyurdu: "Dereceler ise. selamı yaymak, yemek yedirmek ve
herkes uykuda iken geceleyin namaz kılmaktır."[152]
Her ne kadar 4076
numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in Mekke'nin fethi günü başında siyah sarık
bulunduğundan bahsedilmekte ise de; beyaz külah ve sarık giydiğine dair
hadisler de vardır.[153]
İmam Nevevi'nin
açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in birisi kısa birisi uzun olmak üzere iki
sarığı vardı. Kısa sarığı yedi zira uzun olanı da oniki zira idi. Ancak, fazla
kısa olan sarık insanın başını yeteri kadar koruyamayacağı, fazla uzunu da
insana sıkıntı vereceği muhakkatır. Hz. Peygamber'in her işte en Ölçülü ve
faydalı olanı tencih etliği düşünülürse yedi zirahk sarığı ölçü olarak almak
Hz. Peygamber'in sünnetinin ruhuna daha uygun düşmektedir.[154]
Hz. Peygamber'in
sarığının ucunu omuzları arasına bir karış kadar uzattığı rivayet edildiği
gibi, belinin yarısına kadar ve oturduğu zaman yere değecek kadar uzattığına
dair rivayetler de vardır.[155]
4078 numaralı hadisten
anlaşıldığına göre sarık müslümaniarla kafirler arasında benzeşmeyi Önleyen bir
engeldir. Ve bu sebeple sarık islamm simasıdır.[156]
Bineaneleyh başa yalnız külah giyip de üzerine sarık sarmamak, kafirlerin
kıyafetidir. Külahsız başa sark sarmanın sünnete uygunluğu cihetinden fazileti
varsa da cfdal olan sarığı külah üzerine sarıp başa giymektir ve sarıksız külah
giymekten son derece kaçınmaktır.
Sözü geçen 4078
numaralı hadis-i şerif rivayet eden[157]
Rükâne (r.a) hakkında siyer kitaplarında şu bilgiler veriliyor:
Rükâne Mekke'de
tanınmış bir pehlivandı. O kadar cüsseli ve kuvvetli idi ki, yere serilmiş bir
inek veya deve derisi üzerine dikildiği zaman birkaç ki.şi deriden tutmak
suretiyle onu çekmek istedikleri takdirde deri yırtılıyor, fakat o yerinden
kımıldamıyordu.
Bir gün Rükâne koyun
sürüsünü otlatırken Hz. Muhammed (s.a.v) ona rastladı. Ve adet edindiği şekilde
onu İslama davet etti. Burada iki rivayet var. Bunlar belki de aynı hikayenin
iki ayrı bölümüdür.
Rükâne,
Peygamberliğinin delili olarak ağaçların emrine uyarak yürürümesini Hz.
Peygamber (s.a.v)'den talep etti. Hz. Muhammed (s.a.v) ona dedi ki: "İşte
bir ağaç, oraya git. benim tarafımdan ona öteki ağacın yanına gitmesini
söyle." Ağaçların yürüdüğünü gören Rükâne tatmin olmadı. Kendi mesleğinden
emin olduğundan Peygamber'i güreşe davet etti. Kendisini yendiği takdirde
İslamiyet! kabul edeceğini belirtti. Üç defa sırtı yere geldi ve böylelikle
İslâmiyeti kabul etti. Diğer rivayette ise Rü-kâne'nin güreş, teklifine Hz.
Muhammed şöyle cevap verdiği anlatılıyor:
Peki ama seni yenersem
sürünün üçte birini alırım. Arka arkaya üç güreşte de Rükâne yenilince sürüsünü
elinden çıkardığı için ağlamaya başladı. Karısından korkuyordu. Hz. Muhammed
(s.a.v) ona dedi ki: "Korkma, ben hem senin ardı ardına yenilmeni, hem de
bütün mülkünün elinden gitmesini istemem. Koyunlarını al ve rahatça git. Bu
hareket Rii-kâne'ye mucizelerden çok tesir etti ve kendiliğinden haykırdı:
Seni Allah'ın
peygamberi olarak tanıyorum, ve dinini kabul ediyorum.[158]
1. Sarık
sarınmak ve sarığın bir ucunu iki omuz arasına sarkıtmak müstehabdır.
2. Sarıksız
külah giymek küfür alametidir. Sarık sünneti, takke ile de hasıl olabilir.
Özellikle beyaz takke tercih edilir. Külahsız olarak başa sarık sarmak .sünnete
uygun olmakla beraber efdal olan, sarığı külahın üzerine sarmaktır.
Erkeğin başı avret
olmadığından, kendi evinde, bağ ve tarlada baş açık olarak kalmasında bir beis
yoktur. Fakat sokak ve çarşıda baş açık olarak gezmesi memfekitin Örf ve
adetine göre değişir.[159]
3. Güreş
tutmak caizdir. Ancak vahşice ve barbarca tutulan güreşler İslamın ruhuna
aykırıdır.[160]
4080... Ebıı
Hureyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Resulullah (s.a.v), iki
çeşit elbise giymeyi yasaklamıştır:
1) Kişinin
cinsel organı açıkta kalacak ve havaya gelecek şekilde oturmasından, ısınan,
2)
Elbisesini (vücudunun) bir tarafı açıkta kalacak şekilde giyip elbise-sini(n
boşta kalan kısmını) da omuzuna atmasından.[161]
4081...
Cabir (r.a)'den (rivayet olunmuştur;) dedi ki:
Resulullah (s.a.v),
sanıma (denilen giyiniş şekli) ile, bir elbise içerisinde ihtibâ (denilen
oturuş şeklin) den nehyetti.[162]
Sanıma: Bu kelimenin
manası üzerinde lügat alimaijmıerj ihtilafa düşmüşlerdir. Lügat alimlerinden
el-Esmâi'ye göre, bu kelime kişinin elleri de içeride olmak üzere vücudunun
hiçbir tarafı dışarıda kalmayacak şekilde Örtünerek gi-yinmesidir. Bu durumda
insanın kendisini boş tehlikelere karşı savunması imkansızlaşacağı için Hz.
Peygamber bu şekilde giyinmeyi yasaklamıştır.
Fıkıh alimlerine göre
sanıma, kişinin elbisesini (vücudunun) bir tarafı açıkta kalacak şekilde giyip,
elbisesinin boşta kalan kısmını da omuzuna atmasıdır. Fıkıh alimlerine göre, bu
giyim şekli avret mahalinin görülmesine sebep olacağı için
yasaklanmıştır.Hanefi ulemasından Aleyyü'l-Kâ-rî'nin açıklamasına göre. giyinen
bir kimsenin avret mahallinin açılması kesinse bu giyinişi ona haramdır. Eğer
kesin değil de ihtilaf dahilinde ise mekruhtur. Eğer bu şekilde giyilen
elbisenin altında başka bir elbise olursa o zaman avret mchallinin açılması
söz konusu olmadığından bir sakınca yoktur.
İhtiba: Kişinin
dizlerini dikip, bir elbiseyi arkasından dizlerine doğru dolamak suretiyle
örtünmesidir. Altında başka elbise bulunmayan bir kimsenin bir elbiseye bu
şekilde sarılarak oturması avret mahallinin görünmesine sebep olacağından
yasaklanmıştır. Fakat altında başka bir elbise bulunan kimsenin bu şekilde
sarılıp örtünmesinde bir sakınca yoktur.
4080 numaralı hadis-i
şerifte tarif edilen iki giyiniş şeklinden birincisi ihtiba denilen bu giyiniş
şekline, ikincisi de fıkıh alimlerinin anladığı manadaki sanıma denilen giyiniş şekline girmekledir.[163]
4082...
(Muâviye b. Kurre'nin) babası şöyle dedi:
Müzeyne (kabilesin)
den bir toplulukla Resulü İlah (s.a.v)'a varmıştım. (Müslüman olduğumuza ve
miislüman olarak kalacağımıza dair hepimiz) kendisine bial enik. O sırada
gömleğinin düğmeleri çözüktü. Kendisine biat ettik. Sonra (teberruken) elimi
gömleğinin yakasına soktum ve (iki kürek kemiği arasında bulunan peygamberlik)
mühr(ün)e dokundum.
Merve dedi ki: Muaviye
ile oğlunu yazda ve kışta kesinlikle düğmeleri çözük olarak gördüm. Düğmelerini
hiçbir zaman iliklemezlerdi.[164]
Hz. Kurre'nin elini
Hz. Peygamberin yakasına sonra iki kürek kemiğinin arasındaki peygamberlik
mührüne elleyebiîmesi Hz. Peygamberin o anda düğmelerini çözük olduğun
gösterir.
Ancak Hz. Peygamber'in
her zaman böyle düğmeleri çözük olduğu söylenemez. Özellikle namazda böyle
düğmeleri çözük olmak evlayı terktir. Aslında Hz. Peygamber'in böyle düğmeleri
çözük olarak durması o anda içinde bulunduğu arızi bir halle elgili olabilir.
Çünkü Hz. Peygamber'in genellikle gömleğinin düğmelerinin ilikli bulundurduğu
bilinen bir gerçektir. Bununla beraber Hz. Kurre ve oğlu Muaviye, onu böyle
gördükleri ve ona bu hususta da uymak istedikleri için böyle yakalan çözük
olarak gezmeleri onlar için herhangi bir keraheti gerektirmez. Yani onların bu
hareketleri aslında Hz. Peygamber'in bu konudaki genel davranışına aykırı
olduğu halde kendi kesin bilgilerine dayanarak Hz. Peygamber'in sünnetine
uyduklanırdan emin oldukları için kerahat işlemiş olmazlar.[165]
4083... Urve
(r.a). Âişe (ranha)'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz (bir ?ün Mekke'de)
güneşin iyice yükseldiği bir sırada evimizde otururken, birisi Ebu Bekir
(r.a)'e şöyle dedi: (Hz. Peygamberin) "Bize (hiç; gelmediği (bir vakit
olan şu) vakitte başı ve yüzünün büyük bir kısmı örtülü olarak gelmekte olan
şu (zat) Resulullah (s.a.v) olmalıdır." Ve kısa bu süre sonra (gerçekten)
Resulullah (s.a.v) geldi ve (yakınımıza gelmek için. izin istedi. Bunun üzerine
{girmesi için) izin verildi ve (yanımıza) girdi.[166]
İbn Esîr'in en-Nihâye
isimli eserindeki açmamasına göre. 'nahru'z-zahire". güneşin sema,... en
üs zirveye yükseldiği vakittir.
İbn Esîr'in bu
açıklamasına göre, bu kelime ile anlatılmak istenen güneşin tam tepe noktasına
erişip sıcaklığın son haddine ulaştığı vakittir. Hadis-i şerif gerek sıcaktan
korunmak gerekse düşmanlara tanınmama için için insanın başının ve yüzünün
büyük bir kısmını örtü ile örtmesinin caizliğine delalet etmektedir. Hadisin
lam metni Buharî'dedir.[167]
4084... Ebu
Cüreyy Câbir b. Süleym'den (rivayet olunmuştur; )dedi ki: Halkın fikrinden
(yararlanarak) döndüğü bir adam gördüm. Onun her söylediğini halk kabul
ediyordu. (Halka) "Bu (zat)kimdir?" diye sordum. "Resulullah
(s.a.v)dır" cevabım verdiler. (Bunun üzerine yanına varıp;
"Aleykesselam ey
Allah'ın Resulü; diyerek iki defa selam verdim.
"Aleykesselam
diye selam verme. Çünkü 'aleykesselam” ölülerin selamıdır. 'Esselamu aleyke'
diye selam ver" buyurdu.
Sen Allah'ın Resulü
müsün? Dedim.
"Ben Allah'ın
Resulüyüm. (O öyle bir Allah 'tır ki) sana bir zarar gelse de kendisine dua
etsen o zararı senden giderir. Sana bir kıtlık yıh gelse de kendisine dua
etsen o yılı senin için verimli hale getirir. Eğer susuz ve kıraç bir yerde
yada bir çölde iken bineğin kaybolsa da kendisine dua etsen onu sana geri
getirir" buyurdu.
Bana bir tavsiyede
bulun, dedim.
"Kimseye
sövme" dedi.
Ondan sonra ben hiçbir
hür insana, köleye, deveye ve koyuna sövmedim. (Sonra tavsiyesine devamla)
şöyle buyurdu:
"Hiçbir iyiliği
küçümserde.(Müslüman) kardeşinle güler yüzle konuşmanı da küçümseme. (Çünkü) bu
da bir iyiliktir. Eteği dizinin yarısına kadar (yukarı) kaldır. Eğer bunu kabul
etmezsen topuklarına kadar(kaldır). (Fakat) eteği(ni daha aşağıya)
salıvermekten sakın. Çünkü bu büyüklennıe alametidir. Allah büyüklenmeyi
sevmez. Eğer bir kimse sana söverse ve sende (olduğunu) bildiğin bir şeyden
dolayı seni ayıplayacak olursa, sen de onda (olduğunu) bildiğin bir şeyden
dolayı onu ayıplama. Çünkü bunun vebali onadır." [168]
Bu hadis-i şerifin
zahirinden kabir ziyareti esnasında ölülere ancak "Aleykesselam",
"Aleykümüsse-lam" gib sözlerle selam verileceği manası anlaşılmakla
beraber, aslında Hz. Peygamberin ölülere de aynen diriler gibi "Esslamu
Aleyküm" diyerek selam verdiği 3237 numaralı hadis-i şerifte ifade
edilmektedir. Bine-aneleyh Hz. Peygamber ıh ölülere selam verişi ile dirilere
selam verişi arasında bir fark yoktur.
Bununla beraber Hz.
Peygamber'in burada karşısında bulunan şahsa "Aleykesselam ölülerin
selamıdır" buyurmakla o sırada araplarca meşhur ve yürürlükte olan ölülere
selamı kastetmiş ve "Öyle araplarca ölü selamı olarak bilinen bu sözlerle
bana selam verme" demek istemiştir.
Hadis-i şerifte
duanın, kainatın tüm idaresinin Allah'a ait olduğuna, isteneni vermenin ancak
Allah'ın gücü dahilinde olduğuna inanmak" gibi bazı şartlan olduğuna bu
şartlara uyulduğu ve Allah'ın iradesine uygun düşüldüğü zaman duanın kabul
edileceğine dair delalet vardır.
Hadis-i şerifte ayrıca
şu hıısuslarada yer verilmiştir:
1- Erkekler
için elbisenin dizin yansında kalıp daha aşağıya inmemesi müstehab, topuklara
kadar inmesi kerahetsiz olarak caiz. lopukian da örtecek kadar aşağıya inmesi
ise haramdır. Çünkü büyüklük dugusu verir. Büyüklük duygusu hissetmeden
topukları örtecek kadar uzun elbise giymek ise tenzihen mekruhtur.
2- Sövmek
haramdır.
3-
Büyüklenmek haramdır.
4- Söven
kimseye aynı şekilde söverek karşılık vermek caiz olmadığı gibi, kendisini ayıplayan
bir kimseyi bir ayıbından dolayı ayıplayıp kalkmak da caiz değildir. Ancak
kötü bir işi işlerken görünce ondan nehyet-mek emri bil-maruf nehyi
ani'l-münker konusuna girdiğinden vaciptir.
Bezlü'l-Mechud
yazarının da ifade ettiği gibi; sözlü saldın veya hakarete uğrayan bir
kimsenin, yalan ve iftira yoluna sapmamak ve kendisine yapılan saldırıdan daha
ileri gitmemek şartıyla karşılık vermesi caizdir.[169]
4085...
(Salim b. Abdiiiah'ın) babasından rivayet olunduğuna göre; Re-sûlullah (s.a.v):
"Elbisesini
büyüklük taslayarak(yerlerde) sürü(yüp gezen) kimseye Allah kıyamet
güuüde(rahmet nazarıyla) bakmayacaktır." buyurmuştur.
Bunun üzerine Hz. Ebu
Bekir(r.a):
Benim eteğimin bir
yanı da (yere) sarkıyor. Oysa ben(elinden geldiğince onu bundan korumaya dikkat
ediyorum, dedi.(Fahr-'i Kainat Efendimiz de):
"Sen bunu
büyüklenerek ycpanlardan değilsin" buyurdu.[170]
4086... Ebu
Hureyre (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir adam eteğini
(topuklarının altına kadar sartıkmış bir halde namaz kılarken Resululah
(s.a.v)(onu gördü de) kendisine, "Git, abdest al" buyurdu. (Adam
gidip abdest aldı geldi. (Hz. Peygamber tekrar); "Git abdest al"
buyurdu. Bunun üzerine (arada bulunan başka bıradam Hz. Peygamber'e:
Ey Allah'ın Resulü,
(namaza albestli olarak başladığı halde) bu adama niçin abdest almasını
emrediyorsun, sonra da bun(un hikmetin) den bahsetmiyorsun? dedi. (Hz.
Peygamber de):
"O eteğini
(topuklarının altına kadar) sarkıtmış bir halde namaz kılıyordu. Oysa yüce
Allah (eteğini topuklarının altına) sarkıtmış olan bir insanın namazını kabul
etmez" buyurdu.[171]
4087... Ebû
Zer (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (s.a.v):
"Üç (kişi) vardır
ki, Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz ve onlara (rahmet nazarıyla) bakmaz
ve onları (günah kirlerinden) temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap
vardır" buyurdu.
(Sevaplardan) eli boşa
çıkan ve (amellerinden) fayda göremeyen bu kimseler kimdir, ey Allah'ın Resulü?
diye sordum. (Resulullah (s.a.v) yukarıdaki sözünü üç defa tekrarladı.
(Ben,yine);
Ey Allah'ın Resulü,
(gerçekten) mahrumiyet ve hüsrana
uğrayan bu kimseler kimlerdir? dedim.
"(Elbisesini)
eteğini kibrinden dolayı topuklarının altına kadar sarkıtan (verdiğini) başa
kakan, yalan yere yeminle malına sürüm sağlayandır. -Ya da facir olan kimsedir-"
buyurdu. (Buradaki tereddüt raviye aittir.)[172]
4088... Şu
(bir önceki) hadisi Peygamber (s.a.v)'den Ebû Zer (r.a) yoluyla Harşe b.
el-Harr)da (rivayet etmiştir, ancak bir önceki rivayet daha uzundur. (Bir
önceki hadisin ravilerinden Ebû Zer'a) dedi ki: "Mennan, her verdiğini
başa kakan kimse anlamına gelir."[173]
Tercümesini sunduğumuz
bu hadis-i şerifler, büyüklük duygusu vereceği için topuklardan aşağıya kadar
sarkan uzun elbise giymenin haram olduğunu ifade etmektedir. 4086 numaralı
hadis-i şerifte ifade edildiği üzere Hz. Peygamber, bu şekilde namaz kılmakta
olan birini görünce ona abdestini yenilemesini emretmiştir.
Bezlü'l-Mechud
yazarının dediği gibi, Hz. Peygamber'in o kimseye ab-dest almasını emretmesi,
"Böyle uzun elbise giymenin abdesti bozmasından değil de, abdesti
günahlara keffaret olması cihetiyle o kimsenin hissetmiş olduğu büyüklük
duygusunun günahına keffaret olması içindir." denilebilir. Bu sözü geçen
hadis- i şerifte, Hz. Peygamber'in uzun elbise ile namaz kılan adama abdest
almasını emrettiği halde, namazını tekrar kılmasını emretmemesi, uzun elbiseler
içerisinde kılınan namazın iadesi gerekmediğine fakat büyüklerime duygusu
hissetmesi sebebiye günahkar olduğuna delalet eder.
Her ne kadar hadis-i
şerifte, Hz. Peygamber'in uzun elbise ile namaz kılan kimsenin kıldığı bu
namazın kabul edilmeyeceği ifade buyuruluyorsa da bu söz, "Allah o kimseye
ve amellerine değer vermez" gibi manalara gelmektedir. Nitekim namaz
bölümünde 637 numaralı hadis-i şerifin şerhinde bu hususu ve mezhep imamlarının
bu husustaki görüşlerini açıklamıştık.
Hadis-i şerif aynı
zamanda Hz. Ebu Bekir'in faziletine, büyüklenme duygusu gibi mezmum duygulardan
arınmig olduğuna da delalet etmektedir.
122 - 4087 numaralı
hadis-i şerifte geçen, "Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz",
"onlara bakmaz", onları temiz çıkarmaz" sözlerini açıklarken
Bezlü'l-Mechud yazarı şöyle diyor:
1- Allah'ın
onlarla konuşmamasından maksat, onlarla razı olduğu kimselerle konuştuğu gibi
rızasıyla konuşmaz, bilakis gazabı ile konuşur demektir.
2- Allah'ın
onlara bakmasından maksat ise,rahmeti ve rızası ile bakmaması, yani onlardan
yüz çevirmesidir.
3- Onları
temize çıkarmaması ise, onların günahlarını temizlememesi yani
bağışlamarhasıdır.[174]
4089... Kays
b. Bışr et-Tağlibî'den rivayet olunmuuştur; dedi ki: Ebu'd- Derda'nın arkadaşı
olan babam bana (şunları) anlattı: Dımişk'da Peygamber (s.a.v)'irı sahabilerden
İbn Hanzaliyye diye anılan bir adam vardı. Yalnız (lığı seven ve yalnız
yaşayan) bir kimseydi. Halk ile az oturur kalkardı. Onun (meşguliyeti nafile)
namaz{dan ibaretti bu meşguleyetini bitirince) ailesinin yanına varırdı. (Bir
gün) biz. Ebu'd-Derda'nın yanında iken bize uğradı. Ebu'd-Derda (r.a) ona:
"Bize yararlı olacak ve sana zararlı olmayacak bir söz (söyle)" dedi.
(Bunun üzerine İbn Hanzaliyye şunları) söyledi:
Resulullah (s.a.v)
(düşman üzerine) bir akıncı birliği göndermişti. Bir süre sonra (bu birlik
savaştan) döndü. Derken bu birliğe katılanlardan biri (Hz. Peygamber'in
mescidine geldi ve Resulullah (s.a.v)'m da bulunduğu meclise oturdu. Yanında
bulunan birisine
Düşmanla
karşılaştığımızda bizi bir görseydin! Falan kimse düşmana saldırıp "Al, bu
da benden! Ben Gifarlı yiğidim!" diyerek mızrağım (düşmana) sapladı. Onun
bu sözü hakkında görüşün nedir? dedi. (O adam da):
,O zatın (bu sözüyle
yapmış olduğu cihadın) sevabını iptal ettiği görüşündeyim, cevabını verdi. Bu
sözü bir başkası işitti ve:
Ben bu sözde bir
sakınca görmüyorum,
Bunun üzerine
münakaşaya başladılar. Nihayet (onların bu münâkaşasını) Resulullah (s.a.v)
duydu ve şöyle buyurdu:
"Hayret doğrusu!
(Allah yolunda savaşırken) bu gibi sözler söyleyen bir müslümanın (bu
savaşından gereği gibi) sevap almasına ve (dünyada) iyilikle anılmasına hiçbir
engel yoktur."
Kays b. Bişr sözlerine
evam ederek dedi ki: Babam daha sonra bana şunları anlattı:
Gördüm ki,
Ebu'd-Derda, Hz. Peygamber'in bu sözüne (çok) sevindi, ve "Sen bunu bizzat
Rcsuîullah (s.a.v)'dan mı işittin?" diyerek başını İbn Hanzaîiyye'yc
(doğru) kaldırmaya başladı. (İbn Hanzaliyye'de): "Evet, (duydum)"
cevabını verdi. Ebu'd-Derda, ibn Hanzaliyye'ye (bunu bizzat Resulullah'tan mı
duydun diyerek sormaya devam etti. Nihayet ben (Ebu'd-Derda'nm bu soruyu
tekrarlarken içinde bulunduğu tevazuyu ve edebi görünce, kendi kendime)
"Kesinlikle ebu'd-Derda (İbn Hanzeliy-ye'nin) dizlerine kapanacak"
diyordum.
(Babam sözlerine devam
ederek şöyle) dedi: (İbn Hanzaliyye) bir başka gün (yine) yanımıza uğradı.
(Yine) Ebu'd-Derda ona:
Bize yararlı olan ve
sana zararlı olmayan bir söz (söyle) dedi. O da:
Resulullah (sav) bize:
"Cihad için elinde tuttuğu ata masraf eden kimse sadaka vererek elini açıp
da kapamayan kimse gibidir" buyurdu, dedi.
Başka bir gün (yine)
bize uğradı. (Yine) Ebu'd-Derda:
Bize yararlı ve sana
zararlı olmayan bir söz dedi. (O da):
Rcsuluilah (s.a.v)
bize: "Saçları (kulak memelerinden aşağı inecek kadar) uzun, eteğide
topuklarından daha aşağıya kadar sarkık olmasa Hureym el-Esedî ne iyi
adamdır" buyurdu, dedi.
Bu (söz) Hureym'e
ulaştı da koşup (eline) bir bıçak (aldı) ve onunla saçını kulaklarına kadar,
eteğini de dizlerinin yarısına kadar kısalttı. Sonra diğer bir günde bize
(yine) uğradı. Ebu'd-Derda ona:
Bize fayda verecek ve
sana zarar vermeyecek bir söz! dedi. (O da):
Resulullah (s.a.v)'ı
(şöyle) derken işittim: "Siz (müslüman) kardeşlerinizin yanına
varıyorsunuz. (Onların yanına vardığınız zaman) binek hayvanlarına güzel
eğerler vurunuz ve güzel elbiseler giyininiz. Öyle ki halk içinde
(vücuttaki) "ben" gibi olunuz.
Çünkü Allah çirkinliği ve isteyerek çirkinleşmeyi sevmez"
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
cümleyi) Ebû Nuaym da Hişâm dan, "Ta ki halk arasında (vücuddaki)
"ben" gibi olunuz diye rivayet etti.[175]
Hadis-i şerifte söz
konusu edilen olayları anlatan jbn Hanzaliyye'nin bu olayları oturarak mı yoksa
ayakta mı anlattığı kesin olarak belli değildir.
Eğer oturarak anlatmış
ise, "Ebu'd-Derda kesinlikle dizlerine kapanarak" anlamındaki
cümlede bulunan "dizlerine" kelimesindeki zamirin İbn Hanzaliyye ile
ilgili olması gerekir. Bu durumda cümle "Kesinlikle Ebu'd-Derda İbn
Hanzaliyye"nin dizlerine kapanacak diyordum" anlamına gelir. Ahmed
b. Hanbel'in rivayetinde bu cümle "Ebu'd-Derda onun dizlerine kapanmaya
niyetlendi" anlamına gelen lafızlarla rivayet edili-ğinden biz. İbn
Hanzaliyye'nin bu olayı oturarak anlattığı kanaatine vardık ve sözü geçen
zamirin de İbn Hanzaliyye'ye döndüğüne hükmederek tercümeyi buna göre yaptık.
Ancak, İbn
Hanzaliyye'nin bu olayı ayakta anlattığı farzedilirse, anlatılanları oturarak
dinleyen Ebu'd-Derda'mn ibn Hanzaliyye'nin dizleri üzerine kapanması mümkün
olmayacağından sözü geçen zamirin Ebu'd-Derda ile ilgili olması gerekir. Bu
durumda sözkonusu cümle "Ebu'd-Derda kendi dizleri üzerine çöktü"
anlamına gelir.
İbn Hanzaliyye,
ibadete düşkün, insanlar arasına fazla sokulmaktan hoşlanmayan birisi olduğu
için sözlerini bir an önce bitirip ibadetine dönmek gayesiyle konuşmasını
oturmadan ayakta yapmış olması da kuvvetle muhtemeldir.[176]
1. Bir
kimsenin savaş esnasında, düşmana kargI yiğjtHk taslaması ve cengaverliğini
ifade eden sözler söylemesi caizdir. Bunun caizliğinde selef uleması ittifak
etmişlerdir.
2. Kişinin
cihad için beslediği alına yaptığı masraf Allah yolunda verilmiş sadaka
gibidir.
3. Bir
kimsenin, söylediği sözlerin kesinlikle müsbet yönde tesir göstereceğini
bilmesi halinde, miişlüman kardeşini içinde bulunduğu kusurlu durumdan
kurtarmak maksadıyla onun kusurlarını, hakkında söylenenleri kendisine
ulaştıracak kimselerin yanında söylemesi caizdir.
4. Kişinin
saçlarını kulak memelerinden aşağı, eteklerini de topuklarından aşağı inecek
kadar uzatması caiz değildir.
5. Kişinin
toplantılara giderken güzel elbiseler giymesi, yolculuğa çıkarken binitini en
güzel şekilde hazırlaması sünnettir.[177]
4090... Ebu
Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İzzet ve celâl
sahibi olan Allah buyurdu ki: Büyüklük benim gömleğim, ululuk da benim
etekliğimdir. Kim bunlardan birinde benimle yarışmaya ycltenirse onu ateşe
atarım."[178]
Rida: Bedenin belden
yukarı kısmı için knlanılan elbisedir.
îzarda bedenin belden aşağı kısmı için kulanılan elbisedir. Allah Teâlâ bu
hadiste, "Kibriya benim ridamdır ve azamet benim izanındır."
buyurmaktadır. Tabii Allah giysiden pak ve nezihtir. Onun hakkında böyle bir
şey de düşünülmez. Çünkü o. bir cisim değildir.
Avnü'l-Mabud yazarının
beyanına göre Hattabi bu cümleyi açıklarken özetle şöyle demi.ştir:
Bu cümlelerin manası
şudur: Kibriya yani büyüklük ve azamet Allah Sübhânehu'ya mahsus iki sıfattır. Hiçbir
kimse bu iki sıfatta Allah'a ortak olamaz ve hiçbir yaratığa bu sıfatları
takınmaya kalkışması yakışamaz. Çünkü yaratığın .şaşmaz ve kaçınılmaz sıfatı
alçak gönüllülük ve küçüklüktür. Ridâ ve İzar denilen giysi bir misal olarak
kullanılmıştır. Yani bir insanın üstündeki elbiseyi aynı anda bir başkasının
bürünmesi, böyece ortak olması nasıl düşüniilemiyorsa Allah'a mahsus bu iki
sıfatta başka bir varlığın ortaklık taslaması da düşünülemez.
Sindî de bu hadisin
izahı bölümünde Özetle şöyle der:
Hadisten maksat şudur:
Bir insanın elbisesine başkasının ortak olması nasıl düşünülmüyorsa, Allah'ın
bu iki sıfatına da başkasının ortak olması, bu sıfatların başkası hakkında
kullanılması veya başkasının bu sıfatlan taşıması düşünülemez. Bilindiği gibi
Allah'ın rahmet ve kerem sıfatları mecazi anlamda başkaları hakkında
kullanılabilir. Mesela falan adam merhametlidir, filan kişi kerem sahibidir
denilir. Fakat kibriya ve azamet sıfatları böyle değildir. Mecazi anlamda da
olsa başkaları bu sıfatlan takına-maz. Hadisin zahirine göre kibriya ve azamet
kelimelerinin manaları arasında bir farkın olmadığı lügat kitaplarından
anlaşılmaktadır. Bu itibarla bu kelimelerin manaları arasında bir farkın
bulunup buunmadığı hususunda ilim adamlarının bazısı duraklamış, birşey
söylememeyi ve görş beyan etmemeyi tercih etmişlerdir. Diğer bir kısım alimler
şu farkın bulunduğunu söylemişlerdir:
Kibriya; Allah
Teâla'nın büyüklüğü. Yaratıklar tarafından takdir edilsin edilmesin, bilinsin
veya bilinmesin onun haddi zatında büyük olmasıdır. Azamet ise, yaratıkların
onun büyüklüğünü takdir e kabul etmiş olmasıdır. Bu duruma göre kibriya, zatî
bir sıfat mahiyetindedir, izafi değildir ve azamet sıfatından daha-yüksektir.
Çünkü azamet sıfatı izafidir. Yani yaratıkların takdir ve kabulü ile ilgisi
bulunan bir sıfattır. Bu nedenledir ki, kibriya. bedenin üst kısmına giyilen
ridaya benzetilmiş; azamet de bedenin alt kısmini örten izar'a benzetilmiştir.[179]
4091... Abdullah
(b. Mes'ud) (r.a)'dan rivayel olunduğuna göre; Rcsulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Kalbinde hardal
tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez. Kalbinde hardal (tanesi)
kadar iman bulunan kimse de cehenneme girmez."
Ebu Dâvud dedi ki: (Bu
hadisin) bir benzerini de el-Kasmeli, El A'meş'ten rivayet etmiştir.[180]
Hardal; turpgillerden,
tadı sert ve yakıcı bir madde taşıyan tohumu hekimlikte kullanılan bir
bitkidir. Bu hadis-i şerifin isnadında bulunan A'meş ile İbrahim ve Alkame'nin
üçü de tabiî ve Kufeli olduğu gibi, hadisi Hz. Peygamberden rivayet eden Abdullah
b. Mes'ud (r.a)da Kııfeli'dir.
Metinde geçen,
kalbinde hardal tanesi kadar bir kibir bulunan kimse cennete giremez"
ibaresinin tevili hususunda ulema ihtilaf etmişlerdir.
Ebû Süleyman Hattâbi
bu ibareyi iki ve.cihle tevil etmiştir;
1_ Kibirden
murad, imandan tekebbür etmek yani iman etmemektir. Bu halde ölen bir kimse
asla cennete giremez.
2_ Maksat;
cennete giren bir kimsenin kalbinde oraya girerken kibir bulunmaz demektir.
Nitekim Allah Teâlâ hazretleri, "Biz onların kalble-rindeki kin ve hasedi
çıkaracağız" buyurmuştur.[181]
Ancak Hattâbi'nin bu
tevillerini Nevevi beğenmemiş; hadisin maruf olan kibirden yani kendini
başkalarından yüksek görerek onları tahkir ve-hakkı bertaraf etmekten nehy için
varid olduğunu söylemiş, binaenaleyh ibarenin bu te'villere hamledilerek matlup
olan manadan çıkarılmaması gerektiğini bildirmiştir.
Kadı Iyaz ile sair
alimlere göre. Hadisin manası kibirli kimse cennete giremez demektir. Nevevî de
bu kavli ihtiyar etmiştir. Bazıları; "Evet, ceza verilirse mana budur.
Fakat Cenabı-ı Hakkın lütfü keremiyle o kimseyi affetmesi de caizdir.
Bineâenaleyh bütün müminler ya doğrudan doğruya yahutta büyük günah işlemekte
ısrar halinde ölen günahkarlardan bazıları azab gördükten sonra mutlaka
cennete gireceklerdir" demişlerdir. Hadisten murad, "kibirlilerin
cennete giren ilk takva sahipleriyle birlikte giremeyceklerini
açıklamaktır" diyenler de olmuştur.
Hadisin sonunda yer
alan. "Kalbinde hardal (tanesi) kadar iman bulunan kimse de cehenneme
girmez" mealindeki ibarenin manası da "kafirler gibi cehenneme ebedi
olarak giremez" demektir.[182]
4092... Ebff
Hureyrû (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Güzel bir adam Peygamber (s.a.v)'e
gelip;
Ey Allah'ın Resulü,
ben kendisine güzellik sevdirilen bir adamım. Gördüğüm kadarıyla ondan bana da
verilmiştir. Hatta bir kimsenin (güzellikle) benden üstün olmasını (asla)
sevmiyorum, demiş. (Ebu Hurey-re'nin hatırlayabildiği kadarıyla o zat); ya
(güzellikte birinin) "bişirâk-i na'Iî= nalinimin tasmasını (geçmesini bile
istemiyorum)” demiş; yahutta bişı's-i na'lî= nalinimin tasmasını (geçmesini
bile istemiyorum)" demiş (ve sorusunu şöyle tamamlamış): "Bu kibirden
midir?"
(Hz. Peygamber de
şöyle) cevap verdi:
"Hayır, fakat
kibir, hakkı inkâr eden ve halkı küçük gören kim-se(nin yaptığı inkâr ve
büyiiklenme fiilleri)dir."[183]
Hz. Peygamber'e,
güzelliği sevdiğinden ve bu hususta hiçbir kimsenin kendisini geçmesini istemediğinden
bahseden ve bu halinin kibir sayılıp sayılmadığını soran zatın kimliği kesin
olarak bilinmiyor. Kadı Iyaz ile İbn Abdilberr bu zatın Mâlik b. Murre
olduğunu iddia ederlerken, İbnü'l-Arabî, onun Ebû Reyhâne Şen'un olduğunu, Ali
b. el-Medinî de Rabbi b. Amir olduğunu söylemiştir. İbn Ebi'd-Dünya. bu zatın
Muaz b. Cebel olduğunu iddia edenlerin de bulunduğunu söylüyor. Abdullah b. Amr
b. As ve Hureym b. Fâtik olduğunu söyleyenler de vardır.
Hadis-i şerif;
güzelliği, güzel giyinmeyi ve güzel işleri sevmenin kibirle bir ilgisi
olmadığını; asıl kibirin, hakkı kabulden kaçınmak ve insanları küçük gömekten
ibaret olduğunu ifade etmektedir.
Gerçekte, güzel elbise
giymenin kibirle ilgisi yoktur. Bilakis güzel giymek Allah'ın nimetine şükür
manasına taşır. 4063 numaralı hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi
"Allah verdiği nimetin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever."
Diğer bir hadis-i
şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"Şüphesiz ki
Allah güzeldir, güzelliği sever. "[184]
4093...
(el-Alâ b. Abdurrahman'ın) babasından rivayet edilmiştir; dedi ki:
Ben Ebû Saîd
el-Hudrî'ye; eteği(n nereye kadar uzanacağını) sordum da (bana) şöyle dedi:
"Bunu tam bilene sordun. Resulullah (s.a.v);
"Müminin eteğinin
uzunluğu dizinin yansı (na kadar) dır. Dizin yarısı ile topukları arasında
olmasında da bir sakınca yoktur. Topuklardan daha aşağısında olan etekler ise
cehennemdedir. Allah (c.c) eteğini büyüklenerek yerlerde sürükleyip
(gezen(kimsenin yüzüne bakmayacaktır”[185]
buyurdu.[186]
4094...
(Salim b. Abdullah b. Ömer'in) babasından rivayet olunduğuna göre; Peygamber
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Giysiyi aşağıya
doğru) sarkıtmak, belden yukarı giyilen giyside, gömlekte ve sarıkta (da)olur.
(Sadece eteklere mahsus bir şey değildir.) Allah bunların (birini giyip de)
bir ucunu (yerlerde) sürükleyen kimsye kıyamet gününde bakmayacaktır."[187]
4095... Zeyd
b. Ebî Siimeyye'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben (Abdullah) b. Ömer'i şöyle
derken işittim:
ResuluIIah (s.a.v)'ın
etek için söylediği, gömlek için de (geçerlidir).[188]
4096...
Muhammed b. Ebi Yahya'dan rivayet edilmiştir; de ki: İkrime (bana) şöyle dedi:
İbn Abbas'i, İzannı
giyip önden (yere doğru sarkan) uç kısımlarını ayaklarının üst tarafına
değdirirken, arkasından (yere doğru sarkan) kısımlarını da (topuklarından yukarı)
kaldırırken gördüm. (Kendisine), "İzannı niçin böyle giyiniyorsun?"
dedimde, Resûlullah (s.a), böyle giyerken gördüm" karşılığını verdi.[189]
4093 ve 4094 numaralı
hadis-i şeriflerde, elbisenin rjn bizleri,-) yansına kadar uzatılıp daha aşağıya
kadar uzatılmaması tavsiye edilmektedir.
4084 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi, erkekler için elbiselerin dizlerin
yarısında kalıp daha aşağıya sarkmaması müste-hap, topuklara kadar inmesi
kerahatsiz olarak caiz, topukları örtecek kadar aşağıya inmesi ise haramdır.
Çünkü büyüklük verir. Büyüklük hissi duymadan topukları örtecek derecede uzun
elbise giymek tenzihen mekruhtur.
4095 numaralı hadis-i
şerifte de ifade buyUrtıIdıiğu üzere, Hz. Peygam-ber'in ölçüyü aşan etekler hakkındaki
tehdilkâr sözleri ölçüyü aşan gömlekler, sarıklar, zırhlar ve abalar içinde
geçerlidir.
Abalar, zırhlar ve
gömlekler hakkındaki Ölçü aynen elekler hakkındaki ölçü gibidir. Yani gömleğin
müstehap olan uzunluğu dizlerin yarısına kadardır. Topukları da içine alacak
kadar uzun gömlek giymek ise haramdır.
Sarıklar hakkındaki
ölçü ise 4079 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibidir.
4096 numaralı hadis-i
şerifte ise İbn Abbas'm, eteklerini topuklara kadar indirip topukları
kapatmasından kaçındığı ve Hz. Peygamberden böyle ^ördüğü için böyle hareket
ettiğini söylediği ifade edilmektedir.
Yukarıda açıkladığımız
gibi, topukları kapatmak şartıyla eteklen topuklara kadar uzun tutmak
kerahatsiz olarak caizdir. 4085 numaralı hadi-i şerifte de açıklandığı üzere
büyüklük duygusuna kapılmadan topukları kapatacak derecede uzun elbise giymek
haram değildir. İbn Abbas'ın bu giyimi bu husuları açıklığa kavuşturmaktadır.[190]
4097... îbn Abbas
(r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v), kadınlardan erkeklere
benzemeye çalışanlara, erkeklerden de kadınlar benzemeye çalışanlara lanet
etmiştir.[191]
4098... Ebû
Hureyre (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Resûlullah (s.a.v), kadın gibi giyinen
erkeğe de, erkek gibi giyinen kadına da lanet etmiştir.[192]
4099... İbn
Ebî Müleyke'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Âişe (ranha)'ya bir kadının erkek
ayakkabısı giydiği söylendi de; "Resululah (s.a.v), kadınlardan kendini
erkeğe benzetmeye çalışan (lar)a lanet etti" karşılığını verdi.[193]
Lanet, Allah'ın
rahmetinden uzaklık demektir.
hadis-i şerifler, erkeklerin kadınlara mahsus
olan elbiseler giyerek, kadınlara mahsus zinetleri takınarak giyim kuşamlarında,
kılık ve kıyafetlerinde kadınlara; kadınların da erkeklere has kıyafetlere
girerek erkeklere benzemesinin haram olduğunu İfade etmektedir.
Hafız İbn Hacer'in
açıklamasına göre; kadınların ya da erkeklerin, konuşmalarda ve yürüyüşlerinde
zıt cinslerine benzemeye çalışmaları da giyim kuşamlarında benzemeye
çalışmaları gibi haramdır.
Ancak, kadın ve
erkeğin kıyafetleri beldelere göve değiştiği için bazı beldelerde erkek ve
kadın kıyafetlerinin ayırd edilmeleri zorlaşacak şekilde birbirine
benzeyebilirler. Bu durumda kadınların islami şekilde örtün-meleriyle bu
benzerlik ortadan kalkmış olur.
Konuşmada ve yürüyüşte
karşı cinse bezemenin lanete hedef olması ise, yürüyenin ya da konuşanın
kasdına bağlıdır. Binaenaleyh yürümesini veya konuşmasını isteyerek karşı cinse
benzeten kimse bu lanete hedef olursa da, yaratılışları icabı yürüyüşleri ve
konuşmaları kadına benzeyen kimseler bu benzerlikten dolayı hadis-i şerifteki
lanete hedef teşkil etmezler.
Ancak bu durumda olan
kimseler bu benzerlikten kurtulmak için güçlerinin yettiği nisbette alıştırma
yapmakla mükelleftirler. Alıştırma sonucu yavaş yavaş bu durumdan
kurtulabilirler. Eğer bu durumdan .kurtulmak için gereken çabayı göstermezlerse
onlar da bu lanete müstahak ve hedef olurlar.
Bu hususta ellerinden
gelen çabayı sarfettikten sonra bu benzeyişten kurtulamayanlar ise vebalden
kurtulmuş olurlar. Binaenaleyh İmam Ne-vevî; sözü geçen hususlarda kadınlara
benzeyen erkeklerin bu hallerinden dolayı kinanamayacaklarını söylerken,
elinden gelen çabayı sarfettikten sonra bu benzerlikten kurtulamayan erkekleri
kasdetmiş olması gerekir. -Ulema, İmam Nevevî hazretlerinin bu sözünü böyle
anlamıştır.
Bir kadının ilimde,
irfanda ve dinen rağbet edilen diğer hususlarda erkeğe benzemesinde hiçbir
sakınca yoktur. Bilâkis bu gibi durumlardaki benzeme makbuldür.[194]
4100...
Safiyye binli Şeybe'den rivayet olunduğuna göre;
Aişe (ranha) Ensar
kadınlarından bahsetmiş, onları övmüş, onlar hakkında iyi (sözler) söylemiş
ve; "Nûr sûresi (nin) 31. âyet-i kerimesi inince onlar hemen (bellerinde
bağlı olan) peştamallarına yöneldiler." (Burada ravi) Ebû Kâmil (Hz.
Aişe'nin, hiçbir anlamı olmayan) hucûr (kelimesini) mi (yoksa, kemer anlamına
gelen) lıucûz (kelimesini) mi (söylemiş olduğunu iyice hatırlayamamış ve)
tereddüde düşmüştür. (Safiyye binti Şeybe'nin rivayetine göre Hz. Aişe
sözlerine şöyle devam etmiştir:)
"Ve hemen onları
iki parçaya ayırıp birer parçasını başörtüsü edindiler."[196]
Tefsir kitaplarında
açıklandığına göre, "başörtüle-yakalarının üstlerine salsınlar"[197]
âyet-i kerimesi inmeden önce müslüınan kadınları başörtülerini sadece arkalarına
sarkıttıkları için boyunlarının ön tarafı ile gerdanları açıkta kalırdı. Yüce
Allah onları bu çirkin durumdan ve zavallılıktan kurtarmak için Nûr sûresinin
31. âyetini indirdi.
İbn Ebî Hâtim'in
babası vasıtasıyla Safiyye binti Şeybe'den rivayet ettiği diğer bir hadis-i
şerifte şöyle buyuruluyor: "Başörtülerini yakalarının üstüne
salsınlar" âyeti nazil oldu. Erkekleri evlerine dönüp Allah Te-âlâ'nın
kendilerine kadınlar hakkında bu âyeti indirmiş olduğunu onlara bildirdiler.
Herkes bu âyeti karısına, kızına, kız kardeşine ve arkabasma okudu. Onlardan
hiçbir kadın kalmayıp, nakışlı, resimli elbiselerine yöneldiler ve bunlarla
başlarından aşağıya örtündüler ki Allah Teâlâ'mn kitabından indirmiş olduğuna
iman etmiş ve onu doğrulamış olsunlar. Sabahleyin namazda Allah Rasûlü
(s.a)'nün arkasında baştan aşağı örtülü olarak durdular. Sanki başlan üzerinde
kargalar vardı.[198]
Aslında mevzumuzu
teşkil eden bu hadisin yeri bir sonraki bab olduğundan burada değil de orada
zikredilse daha isabetli olurdu.[199]
4101...
Urrirnli seleme (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: "Ey Peygamber;
zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerini üstlerine
giymelerini errifet"[200]
(âyet-i kerimesi) inince, Ensar kadınları dışarıya çıktılar. (Başlarına bağladıkları
siyah) örtülerden dolayı sanki başlarında (siyah) kargalar varmış gibi
görünüyorlardı.[201]
Bu hadis-i şeritte,
Allah Teâlâ hazretlerinin, müslüman kadınların şerefini korumak için Ahzâb
sûresinin 59. âyetini indirerek, onlara şereflerine uygun bir şekilde tepeden
tırnağa örtünmelerini emrettiği, bu emirdeki inceliği ve hikmeti derinden
kavrayan Ensarlı kadınların da ince bir titizlik ve büyük bir şevkle bu emre
sarılıp islâmî kıyafete büründükleri ifade edilmektedir. Müfessirler Ahzâb sûresinin
sözü geçen âyetinde bir takım incelikler tesbit etmişlerdir.
Bu inceliklerden
bazıları şunlardır:
1- Allah
Teâlâ örtünme emrine evvelâ Rasûlullah (s.a)'nın zevceleri ve kızları ile
başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların önderi ve imtisal numunesi
olduklarını göstermektedir.
2- Hicâb
âyeti, kadınların avret mahallerini örtünmeleri istikrar kazandıktan sonra
nazil olmuştur. Öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılınan
Sbtr-i avretten başka ve fazla bir örtünmedir. Bunun içindir ki bütün
müfessirler, tabirler değişik de olsa mefhumda birleşerek ayetteki
"cilbâb"dan maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün
vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir.
3- Ayetteki,
"Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına" ifadesindeki
tafsilat, hicabın yalnız Rasûlullah (s.a)'nın zevcelerine farz olduğunu ileri
sürenlerin bu iddialarını açıkça reddetmektedir.[202]
Allah Teâlâ kadınlara,
iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı
erkekler karşısında
uzun bir örtü ile elbiselerinin üzerini örtmelerini emretmiştir. Alimler bu
tesettürün nasıl olacağı hususunda ihtilâf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardı:
1- Süddî'ye
göre, "Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü kapatmalıdır." Ebû
Havyan da şöyle der: "Endülüs'teki âdet de Süddî'nin tarif ettiği gibi
idi."
2- Ümmü
seleme (anha)'dan rivayet edildiğine göre, "Bu âyetin nüzulünden sonra
Ensâr kadınları siyah çarşaflara büründüler. Sanki hepsinin başına birer karga
konmuştu."
3- Taberi,
İbn Şîrînden şöyle rivayet eder: "Abide es-Selmanî (r.a)'ye, "dış
elbiselerini de üstlerine giymelerini söyle" âyetinin manasını sordum,
büyük bir çarşaf olarak onunla bütün vücudunu Örttü. Başını ta kaşlarına kadar
kapattı, yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece
âyeti fiilî olarak tefsir etti."
4- Taberi ve
Ebû Hayyân, İbn Abbas (r.a)'tan şöyle rivayet etmişlerdir: "Kadın cilbâbmı
alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar
kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü
tamamen kapatmalıdır.[203]
Bu mevzuda merhum
Hamdi Yazır şöyle diyor: "Cilbâbdan örtmek" tabirinde iki vecih
vardır
1)
Çilbâblardan birisiyle bedeni sıkıca örtmek
2) Birisi
de, bir cilbâbm bir tarafıyla başından yüzünü örtmek. Bu beyanda da iki suret
vardır: Birisi kaşlarına kadar örttükten sonra büküp yüzünü de örtmek ve
yalnız tek bir gözünü bırakmak. İkincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan
sonra burnunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa da yüzün kısmı
âzamini ve göğsü tamamen örtmüş olmaktır."[204]
Mezhep imamlarının bu
meyzudaki görüşlerini 4104 numaralı hadisin şerhinde açıkladık.[205]
4102...Urve
b.Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre: Aise (ranha) söyle demiştir:
Aliah ilk nuıhacir
kadınlara rahmet eylesin. (Yüce) Allah, "Başörtülerini yakalarının üstüne
salsınlar" ayetini indirdiğinde (yünden ya da ipekten dokunan) dış
giysilerin bedeni en iyi şekilde örtenini, (ravi Ah-med)b. Salih (burayı)
"Yünden ya da ipekten dokunan dış giysilerinin en kalınım ikiye bölüp
onlan(n bir parçasını) kendilerine başörtüsü yaptılar" diye rivayet etti.[207]
4103... İbn
es-Serh şöyle dedi:
Ben dayımın kitabında (bir
önceki hadisin) manasının Ukayl vasıtasıyla İbn Şihâb'dan ve (yine bir önceki)
senediyle (rivayet edilmiş olarak) gördüm.[208]
4100 ve 4101 numaralı
hadisler hakkında yaptığı açıklamalar bu hadis-i şerifler için de geçerlidir. İbn
es-Serh'in dayısı Abdurrahman b. Abdülhamid'dir. Münzirî'nin açıklamasına göre
4102 numaralı hadisin ravilerinden Kurre, çok yanılmakla itham edilen bir
ravidir.[209]
4104... Aişc
(ranha)'dan rivayet olunduğuna göre:
Esma, binti Ebî bekir
(bir gün) üzerinde ince (bir elbise) ile RasûMlah (s.a.v.)'ın yanına gelmişti.
(Hz. Peygamber) ondan yüzünü çevirdi ve;
"Ey Esma!
(şurası) muhakkak ki, kadın ergenlik çağına erişince on (un vücudun) dan şundan
ve şundan başkasının görünmesi uygun olmaz" dedi ve (kendi) yüzü ile elini
işaret etti.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
(hadis) mürseldir. (Çünkü) Halid b. Düreyk, Aişe (ranha)'ya erişmemiştir.[210]
Bu hadis-i şerif,
ergenlik çağına giren bir kadının ile elinin dışında bütün vücudunun avret olduğunu
ifade etmektedir. Binaenaleyh fitne korkusu olmadığı zaman elleri ve yüzleri
açık olarak yabancı erkeklerin karşısına çıkması caizdir.
Saadet asrı olan Hz.
Peygamber dönemi, fitneden uzak bir dönem olduğu için Hz. Peygamber buna izin
vermiştir. Hanefî, Mâliki ve Şafiî uleması; kadının elleri ve yüzü açık olarak
yabancı erkeklerin karşısına çıkmasının caiz olmasını fitnenin bulunmamasına
bağlamışlardır. Çünkü Hz. Peygamber kadının ellerinin ve yüzünün avret
olmadığını söylediği zaman herhangi bir fitne mevcut değildi.
İbn Reslân'ın
açıklamasına göre; müslümanlann bütün devirlerde kadınlarım özellikle fitnenin
çoğaldığı zamanlarda, ihtiyaç olmadıkça yüzleri ve elleri açık olarak dışarı
çıkmalarına izin vermemiş olmaları kadınların ellerini ve yüzlerini yabancı
erkek karşısında açmalanyla ilgili cevazin aynı zamanda bir ihtiyaca da bağlı
olduğunda delâlet etmektedir.
Bir başka ifadeyle,
söz konusu cevaz için şu iki şartın bulunması gerekir:
1) Fitne
korkusu olmayacak,
2) Kadının
elini ve yüzünü açmasına bir ihtiyaç duyulacak.
Fıkıh ulemasının bu
mevzudaki görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz:
1-
Hambelîlere ve Şâfiîlerin bir görüşüne göre, kadının elleri ve yüzü dışında
bütün vücudu avrettir. Doktora muayene olmak, alışveriş yapmak, şahitlik etmek
gibi bir zaruret olmadıkça herhangi bir tarafı açık olarak yabancı erkeklerin
karşısına çıkamaz.
Yüz ve eller zaruri
olarak açıldıklarından avret sayılmamışlardır.
2- Hanefîler
ile Şâfiîlerin ikinci görüşüne ve Mâlikîlerin meşhur olan görüşlerine göre;
kadının elleri ve yüzü dışında bütün bedeni avrettir. Ancak ellerin ve yüzün
avret sayılmaması fitne korkusunun bulunmamasına bağlıdır. Binaenaleyh fitne
korkusu bulunmadığı zaman kadınların yollarda elleri ve yüzleri açık olarak
dolaşmaları caizdir.[211]
Mevzumuzu teşkil cclen
bu hadisin senedinde Saîd b. Beşîr Ebû Ab-durrahman en-Nasrî vardır. Hadis
uleması bu zatı çeşitli yönlerden zayıf kabul etmişlerdir.[212]
4105...
Câbir (r.a)'den rivayet edildiğine göre;
Ümmü Seleme (ranha)
kan aldırmak için Peygamber (s.a.v)'den izin istemiş. (Hz. Peygamber de) Ümmü
Seleme'den kan alması için Ebû Tay-yib'e emretmiş.
(Ravi Ebu'z-Zübeyr)
dedi ki: Öyle zannediyorum ki Câbir (r.a) (Ebû Tayyib'in), Ümmü Seleme'nin süt
kardeşi olduğunu, ya da .(o sırada) henüz ergenlik çağına ermemiş bir çocuk
olduğunu söyle(miş î) di-.[213]
4106...
Enes'den rivayet edildiğine göre;
Peygamber (s.a.v)
Fâtıma'ya (daha önce) kendisine bağışlamış olduğu bir köleyi getirmiş. (O
sırada) Fâtıma'nın üzerinde, başını örtse ayaklarına ayaklarını örtse başına
yetişmeyecek (kısa) bir elbise varmış. Peygamber (s.a) (kızının) karşılaştığı
bu durumu görünce;
"Bunda senin için
bir sakınca yoktur. (Seni gören kimselerin birisi) babandır, (diğeri de)
kölendir" buyurmuş.[214]
Kan, genellikle baş,
bilek, ense gibi kadınların ya- bancı erkeklere göstermesi caiz olmayan
yerlerden alındığı için, 4105 numaralı hadisin zahiri zımnen, kadınların
saçlarını ergenlik çağına gelmemiş çocuklara ve süt kardeşi gibi kendilerine
nikâh düşmeyen yakınlarına göstermelerinin caiz olduğunu ifade etmektedir.
Söz konusu hadis bu
hükmü ifade edince, Musannif Ebû Dâvûd bunu, kölenin de mahrem olduğu
görüşünden hareket ederek süt kardeşine kıyasla mevzumuzu teşkil eden
"Köle hanımefendisinin saçına bakabilir" başlığının altında
yerleştirmiştir.
Ancak Ebû Dâvûd her ne
kadar köleyi, hanımefendisinin mahremi olduğu zannıyla sütkardeşi gibi mahrem
erkeklere kıyas etmişse de, ulema kölenin hanımefendisinin mahremi olduğu
konusunda ittifak etmiş değillerdir.
Hidâye mülellifi fıkıh
âlimlerinin bu mevzudaki görüşlerini açıklarken şöyle diyor:
"Köle, kendi hanımının,
yalnız bir erkeğin yabancı bir kadına bakabildiği yerlerine bakabilir, İmam
Mâlik; köle, hanımına karşı mahrem gibidir, demiştir. İmam Şafiî'nin bir
görüşü de böyledir. Delilleri ise, "Mümin kadınların süslerini
göstermeyecekleri erkeklerden müstesna olanlardan biri de sahip oldukları
köledir.[215] mealindeki âyet-i kerime
ile kölenin, hanımefendisinden izin almadan onun bulunduğu yere girmeye
ihtiyacı olmasıdır.
Biz Hanefîler diyoruz
ki: Köle, herşeyden önce mahrem olmayan bir erkektir. Hanımefendisinin kocası
da değildir. Şehvet de söz konusudur. Ayrıca köle daha çok ev dışında çalıştığı
için hanımefendinin yanına girmeye fazla bir ihtiyaç] da yoktur. Bu bakımdan
köle hanımefendisine nis-betle yabancı erkek hükmündedir."[216]
Beziül-Mechûd
yazarının da açıkladığı gibi. Hanefî ulemasına göre, Nûr sûresinin sözü geçen
âyet-i kerimesinde, mümin kadınların kendilerinden sakınmaları istenen
kimselerin dışında bırakılan kölelerden maksat, erkek köleler değil kadın
köleler yani cariyelerdir.
Her ne kadar 3927
numaralı hadis, "köle mûkâteb oldukları sonra hanımefendisinin onun
ya/unda kapalı olmasını"n gerekliliğini ifade ediyor ve mûkâteb olmadan
önce kapanması gerekmediğine delâlet ediyorsa da Hanefi uleması bu hadis-i
şerifi, "hanımefendi, kölesinin yanında şer'î ölçülere uygun olarak
kapanacaktır. Mûkâteb olduktan sonra işe daha da fazla örtünecektir"
şeklinde anlamışlardır. Nitekim bu hususu sözü geçen hadisin şerhinde
açıklamıştık.
İbn Reslân, 4106
numaralı hadisin, "köle hanımefendisinin mahremidir. Binaenaleyh
hanımefendinin vücudundan mahremlerinin bakabileceği yerlere kölesi de
bakabilir" diyen Mâlikîlerle Şâfiîlerin delili olduğunu söylemiştir.
Kölenin
hanımefendisinin mahremi olmadığım söyleyen Hanefîlere göre, sözü geçen hadisten
böyle bir hüküm çıkarmak isabetli değildir. Çünkü hadis-i şerifte söz konusu
edilen köle ergenlik çağma gelmeyen bir çocuktur. Nitekim Hz. Peygarnber'in bu
köle hakkında, "Erkek çocuk" anlamına gelen tabirini kullanması
bunun en büyük delilidir.[217]
4107... Aişe
(ranha)'dan şöyle rivayet olunmuştur:
Peygamber (s.a)'in
hanımlarının yanına kadın tabiatlı bir adam giriyordu. (Halk) onu (kadınlara)
ihtiyacı olmayan (erkekler) den sayıyorlardı. Derken bir gün o adam (Hz.
Peygamberin hanımlarının birisinin yanında iken Hz. Peygamber (bizim) yanımıza
giriverdi. Adam (o sırada) bir kadını tasvir etmekte idi ve, "Geldiği
zaman dörtle gelir, gittiği zaman sekizle gider" diyordu. Hz. Peygamber
(bu sözü işitti ve): "Dikkat edin, görüyorum ki bu adam orada ne olduğunu
biliyor. Sakın sizin yanınıza bir daha gelmesin" buyurdu. Artık onu
(gelmekten) menettiIer.[219]
"Muhanneş"
yahut "muhannis"; ahlâk, hareket ve sözünde kadınlara benzeyen
erkektir. Bazen yaratılıştan kadına benzer ve tıpkı kadınlar gibi konuşur.
Onun kadına benzemesi kendi arzusuyla değildir. Bu bir nevi hünsa sayılabilir.
(Hünsa, kendisinde hem erkeklik hem de kadınlık uzvu bulunan kimsedir) Peygamber
(s.a.v.)'in. bu adamı ilk gördüğü zaman bir şey dememesi bundandır. Zaten
herkes onun cima ihtiyacı olmadığını kabul ediyordu.
Bazen doğuştan
benzemediği halde kendi arzusuyla kadınlara benzemeye çalışanlar vardır.
Bunlara da "muhanneş" denir.
İşte burada bahis
mevzuu oîan ve 4097 ve 4099 numaralı hadis-i şeriflerde lanetlenen muhannesler
bunlardır.
Rasûlullah (s.a.v)'in
evine giren bu muhannesin ismi, meşhur kavle göre "Hît"tir. Bazıları
"Hinb", diğer bazıları da "Matı" olduğunu söylemişlerdir.
Bu babda daha başka isimler de zikredilmiştir ki. Gelen rivayetlerden,
Rasûlullah (s.a)'ın bunları çeşitli yerlere sürgün ettiği anlaşılıyor.
İbn Kelbî'nin beyanına
göre, "Hİt\ vasfettiği kadın hakkında ileriye giderek, "Ağzı papatya
çiçeği gibi, oturduğu zaman iki olur. Konuşursa renk saçar. Bacaklarının
arasındaki başaşağıya çevrilmiş bir kap gibidir" demiş. Rasûlullah (s.a)
bunu işitiyormuş ve, "Sen ona inceden inceye bakmışsın ey Allah
düşmanı!" buyurmuş. Sonra kendisini Medine'den Ha-ma'ya sürgün etmiştir.
Tâif fethedilince onun tasvir ettiği kız ımislüman olmuş ve Abdurrahman b. Avf
ta evlenmiştir. Rasûlullah (s.a.v) dünyadan gittikten sonra Ebû Bekir (r.a)
Hît'i Medine'ye kabul etmemiş, Hz. Ömer halife olunca bazı kimseler araya
girerek şefaatçi olmuşlar, "Hît, artık zayıf, yaşlı ve muhtaç bir
kimsedir" diyerek Medine'ye gelmesine izin verilmesini rica etmişler. Hz.
Ömer de her cuma günü, Medine'ye gelerek dilenmesine, sonra yine yerine
gönderilmesine izin vermiştir.
Ulema, Hît'in sürgün
edilmesine üç sebep zikretmişlerdir, bunlardan biri hadiste beyan edildiği
veçhile onun kadına ihtiyacı olmadığı zannedilmesi, hakikatte ise kadına
ihtiyacı olduğu halde bunu gizlemesidir. İkincisi kadınların güzelliklerini ve
avret yerlerini başkalarına anlatması-dır. Üçüncüsü de Hît'in kadınların mahrem
yerlerine kadar bütün cinsel özelliklerini öğrenmiş olduğunun meydana
çıkmasıdır.
Hz. Peygamber,
"Sakın sizin yanınıza bir daha girmesin" emriyle bütün muhannesleri
kasdetmiştir. Binaenaleyh, muhannes olanlar kadınların yanına giremediği gibi
kadınlar da açık saçık onların yanına girip çıkamazlar. Muhannesler aynen
kadınlara ihtiyaç duyan diğer erkekler hük-mündediıier. Enenmiş (hayaları
çikarılmış) ve âleti kesilmiş erkeklerde aynı hükümdedirler.
Hît'in, Gaylân'm kızını
tasvir ederken, "Dörtle gelir sekizle gider" demesi, gelirken
vücudunun kabarık ve şişkin yerleri dört, giderken sekiz görünür manasındadır.
Gaylân, Tâifin fethinden sonra müslüman olmuş, fakat hicret edememiştir. Beyaz
tenli, uzun boylu, kumral saçlı, iri ve yakışıklı bir zat olduğu söylenir.
Vaktiyle Peygamber (s.a.v) hakkında, "Kur'ân buna indirileceğine iki
şehirden birinde büyük bir adama indirilseydi ya" diyenlerden biridir.
Kisra'ya bir heyet içinde gönderildiği vakit onunla görüşmüş, Kisra onun
aklını beğenerek, "Senin gıdan nedir?" diye sormuş. O da
"buğdaydır" deyince, "Bu akıl buğdaydandır. Sütle kuru hurmadan
değildir" demiş.[220]
4108... Aişc
(ranha)'dan, (bir önceki hadis-i şerifin) manası (rivayet edilmiştir).[221]
4109... Şu
(4107 numaralı) hadis Aişe'den, (ayrı bir senetle bir defa rîyavet edilmiştir.
Ancak bu rivayetin senedinde bulunan ravilerden Yunus bu rivayete şunları da)
ilâve etmiştir: (Hz. Peygamber bu kadın tabiatlı kimseyi Medine'den) dışarı
sürgün etti. (Bu sürgünden sonra o) çöllerde (yaşar) idi ve her cuma (günü
Medine'ye iner. halktan) yiyecek dilenirdi.[222]
4110... el-Evzaî'den
rivayet olunduğuna göre; şu (4307 numaralı hadiste anlatılan) olayda (şu
hâdise de varmış):
(Hz. Peygamber'e);
"Ey Allah'ın Rasûlü, (eğer sen onu Medine'den sürgün edersen) o zaman o
açlıktan ölür" denmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona her hafta
Medine'ye iki defa girip dilenmesine, sonra (yine Medine'den) çıkmasına izin
vermiş.[223]
4107 nolu hadisi şerifin
şerhinde geçen açıklamalar maiar, 4108 ve 4110 numaralı hadisler için de
geçerli olduğu için burada yeni bir açıklamaya lüzum görülmemiştir.[224]
4111... İbn
Abbas (r.a)'dan şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (haramdan)
sakınsınlar"[226]
âyeti neshedildi de bundan," Evlenme arzusu kalmamış oturan (ihtiyar) kadınlar..."[227]
âyet(inin hükmü) dışarıda bırakıldı.[228]
Bu hadis-i şerif, Nür
sûresinin 60.'âyet-i kerimesinin. Nûr sûresinin 31.âyetinin kadınların
örtünmesiyle ilgili genel hükmünü tahsis ettiğini ifade etmekte ve hayızdan, doğumdan
kesilmiş, artık nikâha ümidleri kalmamış olan, kimsenin evlenme arzusunda
bulunmayacağı ya^lı kadınların, yabancı erkekler karşısında sokakta örtündüğü
örtüyü zinet mahallerini göstermemek kaydıyla çıkarabileceklerine delâlet
etmektedir.
Söz konusu âyet-i
kerimenin tamamı şu mealdedir: Evlenme ümidi kalmayan, (yaşlanıp) olurmuş
kadınlara, zilletlerini açığa vurmamak şarüyla dış elbiselerini çıkarmaktan
dolayı bir vebal yoktur. Ama iffetli davranmaları Onlar için daha hayırlıdır.
Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.[229]
Ayet-i kerimeyi tefsir
ederken Hafız İbn Kcsîr şöyle diyor: "Yaşlanıp oturmuş kadınlara, dış
elbiselerini çıkarmalarından dolayı bir günah yoktur." âyeti hakkında İbn
Mes'ud; başörtülerinin üzerine örttükleri örtü veya mantodur, demiştir. İbn
Abbas, İbn Ömer, Mücâhid, Saîd, b. Cü-beyr, Ebû Şa'sâ, İbrahim Nehaî, Hasan.
Katilde, Zührî, Evzâi ve başkalarından da böyle rivayet edilmiştir. Ebû Salih
söyle der: Dış elbiselerini bırakır da erkeklerin arasında gömlek ve
başörtüsüyle durabilir. Saîd b. Cü-beyr ve başkalarının söylediğine göre;
Abdullah b. Mes'ud'un kıraatmda
( elbiseleri...)
kelimesinin önünde bir de "inin" harf-i cerri vardır. Burada
kastedilen elbise, başörtüsünün üzerine örtülen bir örtüdür. Yaşlı kadının
başında sık dokulu bir başörtüsü olduktan sonra bu örtüyü çıkarmasında bir
beis yoktur. Saîd b. Cübeyr, "Zinueticrini açığa vurmamak şartıyla"
âyeti hakkında şöyle der: Üzerindeki zinet görünsün diye üstündeki dış elbisesini
çıkarmak suretiyle açılıp saçilmamalı. İbn Ebû Hâtim'in babası kanalıyla Hz.
Aişe (r.a)'den rivayetine göre bir kadın Hz. Aişe'nin yanma girip: Ey
müminlerin annesi; kına, boya, küpe, halhal, altın yüzük ve ince elbiseler
hakkında ne dersin? diye sormuştur. Hz. Aişe şöyle cevapladı: Ey kadınlar
topluluğu, sizin durumunuz birdir. Açılıp saçılma olmaksızın Allah Teâlâ size
zineti helâl kılmıştır. Yani zinetinizin namahrem olan birine görünmesi sizin
için helâl değildir:
Süddî şöyle anlatıyor:
Benini, Müslim adında bir ortağım vardı ve bu Huzeyfe İbn Yemân'ın hanımının
kölesi idi. Bir gün çarşıya geldiğimde elinde kına izi vardı. Kendisine bunu
sordum, hanımefendisinin -ki Hu-zeyfe'nin eşidir- başına kına yaktığını
söyledi. Ben bunu hoş karşılamadım ve: İstersen seni onun yanına götürüp (bunu
soralım), dedim. Eve gidelim, dedi. Beni hanımefendisinin yanına götürdü. Bir
de baktım ki yaşlı başlı bir hanım!. Ben: Müslim senin başına kına yaktığını
bana nakletti öyle mi? diye sordum. Evei, dedi: şüphesiz ben evlenme ümidi
kalmayan, yaşlanıp oturmuş kadınlardanım. Allah Teâlâ bu konuda senin de
işittiğin şeyleri buyurdu.[230]
4112... Ümmü
seleme (ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ın yanında
(bulunuyor) idim. Yanında Meymûne de vardır. Derken İbn Ümmü Mekiûın çıkagekli.
Bu (olay) biz örtünme ile emrolunduktan sonra (olmuştu). Bunun üzerine
Peygamber (s.a) (bize): "Ondan örtününüz" buyurdu.
Ey Allah'ın Rasûlü, o
âmâ değilıni ? O bizi göremez ve tanıyamaz, dedik. Peygamber (s.a) de:
"Siz de âmâ
mısınız, onu görmüyor musunuz?" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
(emir) sadece Peygamber (s.a.v)'in hanımları içindir. Baksana, Fâtıma binli
Kays. (Abdullah) İbn Ümmü Mektûm'un yanında iddet beklemiştir. Hz. Peygamber
(s.a) Fâtıma binti Kays'a: "İbn Ümmü Mektûm'un yanında iddet (ini) bekle.
Çünkü o âmâ bir adamdır. Elbiselerini onun yanında (iken) çıkarabilirsin"
demiştir.[231]
Hz. Ümmü Seleme ile
Hz. Meymûne, ilim öğrengayesiyle Hz. Peygamber'in yanma geldikleri bir sırada
Hz. Peygamber'in müezinlerinden Abdullah İbn Ümmü Mek-tûm da oraya çıkıp
gelmiş. Abdullah âmâ olduğundan, Ümmü Seleme ile Meymûne onun .gelmesiyle
vücutlarının örtülmesinde yabancı erkekler karşısında gösterdikleri titizliği
göstermek istememişlerdir.
Hz. Peygamber, onları
bu tutumlarından dolayı ikaz etmiş ve onlara Hz. Abdullah'ın huzurunda da diğer
yabancı erkeklerin huzurunda olduğu yüzle-riyle birlikte gerdanlarını da
örtmeleri gerektiğini, onun yanında bu şekilde örtünmeleri için kendilerinin
onu görebilmelerinin yeterli bir sebep olduğunu
ve Hz. Abdullah'ın âmâ olmasının onun
huzurunda örtünme hususunda gerekli titizliği göstermemek için bir sebep
teşkil edemeyeceğini hatırlatmıştır.
Hadis-i şerifte
özellikle ifade edildiğine göre bu olay, "Ey Peygamber! eşlerine,
kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, örtülerini üstlerine
salsınlar"[232]
mealindeki örtünme âyeti indikten sonra olmuştur.
Bu bakımdan hadis-i
şerifin zahiri, kadınların erkeklere bakmalarının caiz olmadığına delâlet
etmekledir. İmam Nevevî'ye göre ise (ki ulemânın cumhuru da aynı görüştedir.)
kadının, yabancı bir erkeğin diz kapaklan ile göbeği arası dışında kalan kısımlarına
bakması caizdir. Ancak bu cevaz fitne korkusu olmama şanıyla kayıtlıdır.
Binaenaleyh fitne korkusu olduğu zaman bu kısmlara bakması da haramdır.
Bu konuda Aliyyü'i
FCârî şöyle diyor;
"Bu hadis-i şerif,
kadının yabancı bir erkeğe bakmasının mutlak surette haram olduğuna delâlet
etmektedir. Bazıları da hadisteki bu yasağın fitne korkusuyla ilgili olduğunu,
fitne korkusu bulunmadığı zaman bu yasağın kalktıını söylemişlerdir, kadının
yabancı bir erkeğe bakmasının mutlak surette haram olduğu görüşünü savunanlara
göre; "Bir bayram günü Mescid-i Nebevî'nin avlusunda Hz. Peygamber'in
huzurunda Habeşîler oynarken Hz. Aişe'nin onları seyrettiğini"[233]
ifade eden hadis-i şerif, Örtünme âyeti inmeden varid olmuştur. En doğru olan
şudur ki, kadının yabancı bir erkeğin avret yerlerine bakması haram, avret
yerlerinin dışında kalan yerlere bakması ise caizdir. Erkeğin avret yerleri
göbeği ile diz kapağı arasıdır. Göbek ve diz kapağının avret olup olmaması
konusu fıkıh uleması arasında ihtilaflıdır. Biz fıkıh ulemasının bu mevzudaki
görüşlerini 4114 numaralı hadisin şerhinde açıklayacağız inşallah. Mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifte kadının yabancı bir erkeğin avret olmayan yerlerine
bakmaktan da kaçınmasının takva ve verâ açısından daha uygun olduğu ifade
edilmektedir.
Hafız Süyûtî'nin
açıklamasına göre, Habeşîlerin Mescid-i Nebevî'nin bahçesinde oynamaları
hadisesi hicretin 7. senesinde olmuştur. O sene, Hz. Aişe onaltı yaşında idi.
Bu durum bu hadisenin örtünme âyetinin inmesinden sonra olduğunu
gösterir."
Görüldüğü gibi Aliyyül
Kârı fr.a), mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki yasağı verâ ile, Hz.
Aişe'nin Mescid-i Nebevî'de oynayan Habeşî-leri seyrettiğini ifade eden Hadisi
şerifi de cevaz ile açıklamak suretiyle bu iki hadis arasındaki zahirî
çelişkiyi kaldırmış ve iki hadisin arasını telif etmiştir.
Aynı şekilde Hz.
Peygamber'in Fâtıma binti kays'a, "Sen iddetini îbn Ümmii Mektûm'un evinde
bekle. Çünkü o âmâdır. Onun yanında elbiselerini çıkarabilirsin"
buyurduğunu ifade eden 2284 numaralı hadisi de bu şekilde cevaza hamledince
mevzumuzu teşkil eden hadisle onun arasında da bir çelişki kalmaz.
Bazıları da mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifteki yasağın sadece Hz. Peygamber'in hanımlarına, bu
mevzudaki cevazla ilgili hadislerin de diğer müslüman hanımlara ait olduğunu
söylemişlerdir ki Masannıf Ebû Dâvûd (r.a) metnin sonuna ilâve ettiği
sözleriyle bu görüşe işaret etmek istemiştir.[234]
4113...
Abdullah b. As'dan rivayet olduğuna göre; Peygamber (s.a): "Biriniz
cariyesini kölcsiyle nikahladığı zaman (artık bir daha cariyesinin) avret
yerlerine bakmasın" buyurmuştur.[235]
4114...
Abdullah b. As'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Biriniz
cariyesini kölesine yahut işçisine nikahladığı zaman cariyenin göbek(inin)
altı ile diz kapak(ınm) üstüne bakmasın."[236]
Bu hadis-i şeritler;
bir kimsenin cariyesini bir baş kasıyla evlendirdiği zaman artık şehvetini
tatmin yönünden o cariyeden istifade edemeyeceğini, o cariyenin artık kendisine
diğer yabancı kadınlar gibi haram olacağını, binaenaleyh onun sadece
hizmetinden yararlanabileceğini ifade etmektedir.
Hadisin zahiri ve
diğer bazı hadisler; göbek ile diz kapağının avret yeri olmayıp bu ikisi
arasında kalan kısımların avret olduğunu ifade etmektedir.
Avnü'I Ma'bûd da bu
konuda şöyle denilmektedir:
"Mîrkât"
isimli eserde açıklandığı üzere; ulema erkeklerde göbeğin avret yeri
olmadığında ittifak etmişlerdir. Diz kapaklarına gelince, İmam Mâlik ile İmam
Şafiî ve Ahmed'e göre erkeklerde diz kapakları avret yeri değildir. İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Şafiî'nin ashabından bazılarına göre erkeklerde diz kapağı
avrettir.
Cariyenin avret
yerlerine gelince. İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre cariyelerin avret yerleri
aynen erkeklerin avret yerleri gibidir. İmanı Ebû Hanîfe'ye göre
erkekierinkinden fazla olarak cariyelerin karınları ile sutları da
avrettir."[237]
4115... Ümmü
Seleme (ranha)'dan rivayet edildiğine göre;
(Bir gün) kendisi
başörtüsünü bağlarken Peygamber (s.a) yanına girmiş ve, "Bir dolam; iki
dolam değil" buyurmuş.
Ebû Dâvûd dedi ki:
"Bir dolanı; iki dolam değil" sözünün manası, "erkeklerin sarık
sarındığı gibi sarınma, onu (başına bir defa doladm mı yeter) bir veya iki
dolam daha ilâve etme" demektir.[238]
4107 ve 4111 numaralı
hadis-i şeriflerin şerhinde açıklandığı üzere, erkeklerin kadınlara benzemesi
nasıl haramsa. kadınların erkeklere benzemesi de aynı şekilde haramdır.
İşte bu esastan hareketle
Fahri Kâinat Efendimiz, kadınların erkeklere benzemekten kaçınmak için
başlarına bağladıkları örtüleri birden fazla dolam teşkil edecek şekilde
bağlamamalarını, bir dolam teşkil edecek şekilde bağlamakla yetinmelerini
emretmiştir.
Masannıf Ebû Dâvûd
(r.a)'un metnin sonunda ilâve ettiği açıklamasından anlaşılan budur.[239]
4116...
Dihyc b. Halîfe el-Keibî (r.a)'den rivayet edilmiştir: Dedi ki;
Rasûllullah (s.a)'e,
kubtiyye denilen ince kumaşlar getirilmişti. Onlardan birini bana verdi ve:
"Bunu ikiye böl,
birini (kendine) gömlek dik; diğerini de hanımına ver, onu kendisine başörtüsü
yapsın" buyurdu. Sözlerine şöyle devam etti: Hz. Peygamber'in bu emrini
alan) pbihye (oradan ayrılmak üzere) sırtını döndüğü zaman (Hz. Peygamber
ona):
"Hanımına (bu
kaputun) altında kendi (teni)ni göstermeyecek başka bir elbise giymesini de
emret" dedi.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi (Musa b. Çübeyr'den) Yahya b. Eyyub da rivayet etti. (Şu farkla ki,
Ubeyduliah b. Abbas'dan) "Abbas b. Ubey-dullah b. Abbas" diye
bahsetti.[240]
"Kubüyye"
ketenden dokunmuş ince kumaş demektir. Mısır'ın yerlileri olan kiptiler
tarafından dokunduğu için onlara nisbet edilerek bu isim verilmiştir.
Memleketimizde bu
çeşit kumaşlara verilen kaput isminin "Kubtiyye" kelimesinin bozulmuş
şekli olması muhtemeldir.
Hz. Diriye, sözlerinin
başında kendisinden "ben" diye bahsettiği halde, sonunda üçüncü bir
şahıstan söz edermiş gibi Dihye diye bahsetmesi edebiyatta "iltifat"
denilen söz sanatlanndandır.
İnce elbiseler
sahibinin tenini dışarı yansıttıkları için Hz. Peygamber bu tehlikeye dikkat
çekmek gayesiyle Hz. Dihye'ye bu durumdan bahsetmiş ve hanımının elbisesinin
altına bir elbise daha giymedikçe onu giymemesi için uyarmıştır.
Altında başka bir
elbise olmadan bu çeşit elbiseleri giyenler daha ziyade kadınlar olduğu için
Hz. Peygamber bu uyarısını yaparken Hz. Dih-ye'nin hanımı üzerinde durmuş, Hz.
Dihye'nin üzerinde durma lüzumu hissetmemiştir. Çünkü erkekler gömleklerine
genellikle şalvar üzerine giyerler.[241]
4117... Safiye
binti Ebî Ubeyd'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a), belden aşağı
giyilen eteklik(ler)den bahsedince hanımı Ümmü Seleme;
Ey Allah'ın Rasûlii,
(bu hususla) kadm(ın durumu nedir)? demiş. (Hz. Peygamber de):
" (Erkeğin
eleğinden) bir karış (fazla) uzatır" buyurmuş. Ümmü Seleme:
O zaman (kadın
yürüyünce) vücudunun bir kısmı açılır, demiş. (Hz. Peygamber de):
"Bir zira (arşın)
uzatabilir, daha fa/la uzatatoaz" karşılığın vermiş.[242]
4118... Şu
(bir önceki) hadis Ümmü Seleme'den Süleyman b. Yesâr tarafından da rivayet
olunmuştur.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi İbn Lshak ve Eyyub b. Musa, Nâfi aracılığıyla Safiyye'den rivayet etmiştir.[243]
4119... İbn
Ömer (r.a)'dan rivayet edilmiştir, dedi ki:
Rasûlullah (s.a),
hanımlarının eteklerini erkeklerinkinden) bir karış (fazla) uzatmalarına izin
verdi. Sonra onu daha fazla uzatmak istediler.Bunun üzerine onlara (eteklerini)
bir karış daha uzatmalarına izin verdi.Bu hâdiseden sonra (kadınlar) bize etek
gönderiyorlardı, biz de onları bir zira (uzunluğunda olacak şekilde)
ölçüyorduk.[244]
4117 numaralı hadis-i
şerif, Hz. Peygamber'in, kadınlara eteklerini erkeklerin eteğinden bir karış
fazla uzatmalarını tavsiye ettiği; Ümmü Seleme'nin, erkeklerin eteğinden bir
karış kadar uzunluktaki bir etekle yürüyen bir kadının yürüme esnasında
vücudunun bir kısmının açılabileceği endişesini belirtmesi üzerine, kadınların
eteklerini erkeklerden en çok bir zira fazla uzatabileceklerini söylediğim
ifade etmektedir. 4119 numaralı hadis-i şerifte kadınların, eteklerini
erkeklerinkinden en çok iki karış uzatabileceklerini ifade ettiğinden, sözü
geçen hadisteki "iki karış" kelimesi 4117 numaralı hadisteki
"bir zira" kelimesinin tefsiri durumundadır.
Binaenaleyh, hadis-i
şeriflerden anlaşılan mana şudur ki, kadınlar eteklerini erkeğin eteğinden en
çok iki karış, en-az bir karış uzatırlar. Bir karıştan daha az, iki karıştan
daha fazla uzatmaları caiz değildir. Burada şu husus hatırda tutulmalıdır:
Anlatılan bu konu erkeklerin entari giydikleri yerlerle ilgilidir.
Bu mevzuda
Avnü'l-Ma'bûd müellifi, Hafız İbn Hacer'den naklen şöyle diyor:
"Erkeklerin eteklerinin uzunluğunda biri müstehap, diğeri de mubah olmak
üzere iki hal vardır. Müstehap olan hal, eteklerin dizlerinin yansına kadar
inmesi ve daha aşağıya inmemesi halidir.
Mubah olan hal ise
eteklerinin topuklara kadar inmesi halidir.
Aynı şekilde kadınlar
içinde bu mevzuda biri müstehap diğeri mubah olmak üzere iki hal vardır.
Erkeklerin eteğinden bir karış fazla uzatmaları mestehap hali. iki karış yani
bir arşın uzatmaları da mubah halidir.
Bezlü'l-Mechûd
müellifinin dediği gibi, burada dikkati çeken bir husus daha vardır ki o da
kadınların eteklerinin yerde sürünecek kadar uzun olmasına verilen cevazdır.
Çünkü kadınların elekleri erkeklerin eleklerinden iki karış uzun olunca yerde
sürünmesi kaçınılmazdır. Nitekim İmam Tirmizi de hadisi rivayet ettikten sonra;
"Bu hadiste kadınlar için daha kapalı olacağından eteklerini yerde
sürümelerine ruhsat vardır" demiştir.
Hafız İbn Hacer'in
açıklamasına göre; elbisenin yerde sürünecek kadar uzun olması hakkındaki
yasağın kadınlara ait olmayıp sadece erkeklere ait olduğunda icmâ vardır.
Aslında 4117 numaralı hadis-i şerif 4093 numaralı hadis-i şerifin devamıdır.[245]
4120... (Hz.
peyganıber'in hanımı) Meymûne'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Bizim azatlı bir
cariyemize sadaka (olarak toplanmış koyunlar) dan bir koyun hediye edil(miş)ti,
bir süre sonra koyun öldü. Derken Peygamber (s.a), (Ölü olarak yol üzerine
atılıverilmiş olan) bu koyunun yanından geçti ve:
"Bu koyunun
derisini tabaklayıp ondan yararlanmalıydılar" buyurdu. (Bunu işitenler);
"Ey Allah'ın
Rasûlü, o bir leştir, dediler. (Hz. Peygamber de):
"Ölü hayvanın
ancak yenmesi haramdır" karşılığını verdi. [246]
4121... Şu
(bir önceki) hadis, Zührî'den (bir başka senedle daha rivayet edilmiştir ve bu
rivayetinde Zührî) Meymûne'yi zikretmem iştir. (Bu rivayetinde Ziihrî; Hz.
Peygamber: "Onun derisinden faydalanmalıydınız" buyurdu, dedi(kten) sonra (bir önceki hadisin
manasını rivayet etmiş.orada geçen)
tabaklamayı ise rivayet etmemiştir.[247]
4122...
Ma'mer'den rivayet edilmiştir; dedi ki;
Zührî, (deri)
tabaklamayı kabul etmezdi ve "deriden her hal-(li kâr)da
yararlanılabilir" derdi.
Ebû Dâvûd dedi ki:
(4120 numaralı) Zührî hadisinde (onu rivayet edenlerden) el-Evzaî, Yunus ve
Ukayl; tabaklama kelimesini rivayet etmemişlerdir.
Tabaklanmayı ise,
Zübeydî, Saîd b. Abdülaziz ile Hafs b. el-Velîd rivayet ettiler.[248]
4123... İbn
Abbas'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı;
"Deri
tabaklandığı zaman temiz olur" buyururken işittim.[249]
4124...
Peygamber (s.a)'ın hanımı Aişe (ranha)'dan rivayet edildiğine göre;
Rasûlullah (s.a), ölü
(hayvan)ların derileri tabaklanınca (onlardan) yararlanılmasını emretmiştir.[250]
İmam Nevevî'nin
açıklamasına göre, ulema "ihâb"
kelimesinin manası üzerinde ihtilâfa düşmüşlerdir.
Bazılarına göre bu
kelime mutlak surette deri anlamına gelir. Bazılarına göre ise
"ihâb" derinin tabaklanmadan önceki halidir. Tabaklandıktan sonraki
haline ise "edîm" denir.
Hattâbî'nin
açıklamasına göre ise, ulemadan bir kısmı ihâb kelimesinin sadece etleri
yenilebilen hayvanların derileri anlamına geldiğini bu bakımdan tabaklamanın
ancak.eti yenen hayvanların derileri için geçerli olduğunu, eti yenmeyen
hayvanların derilerinin tabaklanma ile temiz olmayacağını iddia etmişlerdir.
Evzaî, İbn Mübarek, İshak b. Râhûyeh ve Ebû Sevr bu görüştedirler.
Hattâbî'ye göre ihâb
kelimesi, eti yenen hayvanların derileri için kullanıldığı gibi, eti yenmeyen
hayvanların derileri için de kullanılır.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifler, ölmüş bir hayvanın sadece etini yemenin haram olduğunu,
derilerininse tabaklanmakla temizleneceğine delâlet etmektedir.
Söz konusu hadisler
aynı zamanda. Ölmüş bir hayvanın bütün kısımlarının haram olduğunu ifade eden.
"Sîze leş haranı kılındı" mealindeki âyet-i kerimenin genel olan
hükmünü tahsis etmişlerdir. Bu durum âyet-i kerimelerin hadis-i şeriflerle
tahsis edilebileceğine delâlet eder.
Ancak âyet-i kerimeyi
hangi tür hadis-i şerifin tahsis edebileceği konusu ulema arasında
ihtilaflıdır.
Avnu'l-Ma'bûd da belirtildiğine
göre, ölmüş bir hayvanın derisinin tabaklanmak suretiyle temizlenip
temizlenemeyeceği konusunda yedi görüş vardır:
1- İmam
Şafiî'nin görüşü: Köpek ve domuz hariç bütün leşlerin derileri tabaklanınca
içiyle ve dışıyla temizlenmiş olur. Bu deriler tabaklandıktan sonra içleri de
dışları gibi temiz olduğundan ıslak yerlerde de kuru yerlerde de
kullanılabilirler. Ali b. Ebî Tâlib (r.a) ile Abdullah b. Mes'ud (r.a)'un da bu
görüşte oldukları rivayet edilmiştir.
2- Hiçbir
leşin derisi tabaklanmakla temiz olmaz. Ömer b. Hattâb (r.a) ile oğlu Abdullah
ve Aişe (ranha) da bu görüştedirler. İmam Mâlik'den rivayet edilen iki
görüşten biri üe İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de budur.
3- Eti yenen
hayvanların leşlerinin derisi tabaklanma ile temizlenir, eti yenmeyen
hayvanların leşlerinin derileri temizlenmez. el-Evzaî ile İbn Mübarek, Ebû Sevr
ve İshak b. Rûhûyeh bu görüştedirler.
4- Domuzdan
başka bütün hayvanların leşlerinin derileri tabaklanmakla temizlenmiş olur. Bu
İmam Ebû Hanîfe (r.a)'nin görüşüdür.
5- Her leşin
derisi tabaklanınca dışı temizlenmiş olur, fakat içi temiz* lenmiş olmaz. Bu
bakımdan tabaklanmış deri kuru işlerde kullanılırsa da rutubetli işlerde
kullanılmaz. Çünkü içlerine yaşlılık erişince oradaki pisliği dışına çıkar. Bu
sebeple böylesi derilerin dış yüzeyi üzerinde namaz kılınırsa da giyilmek
suretiyle içerisinde namaz kılınmaz. İmam Mâlik'in meşhur olan görüşü budur.
6- Domuz ile
köpek de dahil olmak üzere bütün hayvanların leşlerinin derileri içiyle ve
dışıyla temizlenmiş olur. Bu da Dâvud ez-Zâhiri ile Zahirîlerin görüşüdür. Bu
görüş İmam Ebû Yusuf tan da rivayet olunmuştur.
7- Her leşin
derisinden yaş iken de kuru iken de yararlanılabilir. Yararlanabilmek için tabaklamaya
ihtiyaç yoktur. Zührî tarafından ileri sürülen bu görüşe ulema iltifat
etmemiştir. Zührî'nin bu husustaki dayanağı, 4120 numaralı hadis-i şerifte
"tabaklama" kelimesinin geçmemiş olmasıdır.
Kendisine, "Her
ne kadar konu ile ilgili hadiste tabaklanmadan söz edilmiyorsa da onun tefsiri
mahiyetinde gelen ondan sonraki hadislerde tabaklamadan bahsedilmekte ve leşin
derisinin temizlenmesinin ancak tabaklama ile olabileceği
açıklanmaktadır" diye cevap verilmiştir.[251]
4125...
Seleme b. el-Muhabbık'dan rivayet olunduğuna göre;
"Rasûlullalr
(s.a), Tebük savaşında bir eve varmış, evde (deriden yapılmış) asılı bir su
tulumu görmüş ve (ev halkından tulumdaki) su (dan bir miktar vermelerini)
istemiş. (Onlar):
Ey Allah'ın Rasûlü, bu
{su tulumunun derisi) bir leş(e ait)tir, demişler. (Hz. Peygamberde):
“Onun tabaklanmış
olması temizlenmesi (demek)dir" buyurmuş.[252]
4126...
Âliye binti Sübey'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Uhud'da bana ail bir
koyun (sürüsü) vardı. Onlara kıran girdi(de pek çoğu öldü). Bunun üzerine Hz.
Paygambeı-'in hanımı Meymûne'yc varıp bu durumu kendisine anlattım. Meymûne de
bana:
Onların derilerini
alıp onlardan yararlanmalıydın, dedi. (Kendisine):
Bu helâl inidir?
dedi(m).
Evet. Bir defasında
Kureyş'ıen bazı kimseler kendilerine ait bir koyunu eşek (sürür) gibi
sürüyerek Rasûlullah (s.a)'ın yanına geldiler. Rasû-lullah (s.a) onlara;
"Derisini almalı
(ve tabakladıktan sonra ondan yararlanmalı) idiniz" buyurdu. (Onlar bu
sözü işitince;)
O bir leştir, {onun
derisinden nasıl yararlanabiliriz)? dediler. Rasûlullah (s.a) da:
“O deriyi su ve mazı
temizler" karşılığını verdi.[253]
4125 numaralan hadis-i
şerif, tabaklama ile temizlenen bir derinin içinin de dışı gibi'temizleneceğine
ve içine su gibi sıvı maddeler konulabileceği gibi, böyle bir deriden yapılmış
elbise giyinmiş iken namaz kılan kimsenin namazının sahih olacağına delâlet
etmektedir.
Çünkü sözü geçen
hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in ölü bir hayvanın tabaklanmış derisinden
yapılmış bir su tulumundan su içtiği ve "bu derinin tabaklanmak suretiyle
temizlenmiş olduğunu" söylediği ifade edilmektedir.
İmam Mâlik'in iddia
eltiği gibi, tabaklanan bir derinin sadece dışı temizlenip, içi temizlenmemiş
olsaydı içindeki su iç kısımlarına da nüfuz edeceği için Hz; Peygamber ondan su
içmezdi. Bu bakımdan söz konusu hadis İmam Mâlik'in aleyhine; İmam Şafiî ile
Ebû Hanîfe'nin lehine bir delildir.
1426 numaralı hadis-i
şerif ise, leş derisinin sadece tabaklamakla te-mizlenmeyip suyun da katkısı
ile temizleneceğine delâlet etmektedir.
Avnu'l-Ma'bLid
müellifinin ifade ettiğine göre, suyun yardımı iki şekilde olur:
1) Mazı ile
karıştırılıp derinin üzerine dökülmesiyle olabilir.
2) Deri
tabaklandıktan sonra suyla yıkanmasıyla olabilir. Söz konusu hadis-i şerifin bu
manaların ikisine de ihtimali vardır.
Bezlü'l-Mechûd
yazarının dediğine göre, bu hadis-i şerif; "Deri, suyun katkısı olmadan
sadece tabaklanmakla temizlenmez; mutlaka suyun katkısı da olmalıdır"
diyenlerin delilidir. Domuz derisi dışındaki derilerin sadece tabaklanmakla
temizlenmiş olacağını söyleyen İmam Mâlik ile Şafiî ve Ebû Hanîfe'nin delilleri
ise; bir derinin tabaklanmakla temiz olacağını ifade eden 4123 numaralı hadis-i
şerifle, "tabaklanan her deri temiz olur"[254]
mealindeki hadis-i şerifin;. Ancak bu hadis, köpeğin derisinden tabaklanmakla
da temiz olmayacağım söyleyen Şâfiîlerin de aleyhine bir delildir. Hanefîler,
pisliğine dair hakkında âyet bulunduğu için domuz derisinin bu hadisin hükmüne
girmediğini söylerler.[255]
4127...
Abdullah b. Ukeym'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben, genç iken Cüheyne
toprağında bulunduğum bir sırada bize Rasûlullah (s.a)'ın bir mektubu okundu
(Mektupta şu ifadeler yer alıyordu): "Leşin derisinden de sinirinden de
yararlanmayınız."[256]
4128...
Hakem b. Uteybe'cten rivayet olunduğuna göre;
Kendisi bazı
kimselerle birlikte Cüheyne (kabilesin)'den Abdullah b. Ukeym'e gitmişler.
Hakem (sözlerine devam ederek şöyle) dedi: Yanımdaki insanlar Abdullah b.
Ukeym'in yanına girdiler. Bense kapıya oturdum, fonları beklemeye koyuldum).
Kısa bir süre sonra (oradan) çıktılar, benim yanıma (geldiler) ve Abdullah b.
Ukeym'in kendilerine şöyle söylediğini haber verdiler: "Rasûlullah (s.a)
vefatından bir ay önce Cühey-ne'ye bir mektup gönderdi. (İçerisinde şu ifadeler
yer alıyordu): Ölmüş bir hayvanın derisinden de sinirinden de
yararlanmayınız."
Ebû Dâvûd dedi ki:
Nadr b. Eş-Şümeyl. "Tabaklanmamış deriye 'ihâb' dendiğini, tabaklanınca
ona ihâb deniimeyip !şenn' ve "kirbe" dendiğini" söyledi.[257]
Bu hadis-i şerifler,
"hiçbir leşin derisi tabaklan malda
temizlenmez" diyen Ahmet
b. Hanbel'in meşhur olan
görüşüyle İmam Mâlik'ten rivayet edilen görüşlerden birini te'yid etmektedir.
İmam Ahmed ile İmam
Mâlik'in bu görüşünü savunanlara göre, "Bu ha-dis-i şeriflerde söz konusu
edilen Hz. Peygambere ait mektub, vefatından bir ay önce yazıldığı için bu
mevzuda kendinden önceki hadisleri neshetmiştir. Her ne kadar bu mektubu okuyan
kimsenin kim olduğu bilinmediği için mektubun muhtevası "mürsel
hadis" durumunda ise de bu, hadisin sıhhatine zarar vermez. Çünkü Hz.
Peygamberin mektubunu dinlemek, bizzat kendisini dinlemek gibidir. Eğer böyle
olmasaydı, Hz. Peygamber sağlığında kimseye mektup göndermezdi. Oysa
sağlığında pekçok krallara mektup göndermiştir.”
Her ne kadar bu
görüşte olanların iddiaları böyle ise de aksi görüşte olanlar bunu tenkid
ederek isabetsiz olduğunu söylemişler ve leşlere ait derilerin tabaklanmakla
temizleneceğini delillerle ispat etmişlerdir. f424 numaralı hadis-i şerifin
şerhinde açıkladığımız gibi, İmam Şafiî ile İmam Ebû Hanîfe ve taraftarları,
domuz ve köpek gibi bazı istisnaları bulunmakla beraber, şer'an pis olarak
ölmüş olan hayvanların derilerinin tabaklanmakla temizleneceği
görüşündedirler. Sözü geçen fıkıh imamlarına göre, böylesi derilerden
yararlanılamayacağmi ifaden bu gibi hadis-i şerifleri, tabaklanmakla
temizlenebileceğim ve bu suretle kendilerinden yararlanılabileceğini ifade
eden hadis-i şeriflerle birlikte gözden geçirip değerlendirmek icab eder.
Böyle yapıldığı zaman; leşlere ait derilerden yararlanmayı yasaklayan
hadislerin tabaklanmayan leş derilerini, yararlanmayı emreden hadis-i
şeriflerin ise tabaklanmış olan leş derilerini kastettiği kolayca anlaşılır.
Ayrıca mevzumuzu
teşkil eden bu leş derilerinden yararlanmayı yasaklayan hadisler aslında sahih
değillerdir. Avnü'l-Mâbûd müellifi, bu hadislere yöneltilen lenkidleri
Şevkânîden naklen şöyle hülasa eder:
"1- Bu hadis mürseldir. Çünkü rivayet
eden Abdullah b. Ukeym, aslında Peygamber (s.a)'den hadis almamıştır.
2- Bu hadis
aynı zamanda munkali'dir. Çünkü Abdıırrahman b. Ebî Leylâ, Abdullah b.
Ukeym'den hadis dinlememiştir.
3- Bu hadis
hem senedi hem de metni cihetiyle mıızdariptir. Çünkü senedinin birinde bu
hadisin Hz. Peygambcr'in bir mektubundan alındığı ifade edilirken, birinde
Cüheyneli bir şeyhden işitildiği, bir diğerinde de Hz. Peygamber'in mektubunu
okuyan bir kimseden işitildiği ifade edilmektedir. Diğer taraftan bu hadisin
metinlerinden birinde sözü geçen mektubun Hz. Peygamber'in vefatından bir ay
Önce yazıldığı ifade edilirken, birinde iki ay önce, diğer birinde kırk gün,
bir diğerinde de üç gün önce yazıldığı ifade edilmektedir. Bu bakımdan, bu gibi
derilerin tabaklanmakla temizleneceğini ifade etlen hadis-i şeriflerin böylesi
zayıf hadislere tercih edilmesi gerekir."
Nitekim İbn Abdilber
ile Beyhakî ve Hafız İbn Hacer'in görüşlerine göre de, yasaklanan leş
derilerinden maksat tabaklanmamış deri (ihâb)lerdir.
Bu mevzuda İmam
Tirmizî de şöyle diyor: Ahmed b. el-Hasan'dan işittim, dedi ki: "Ahmed b.
Hanbel, bu hadiste "vefatından iki ay önce" diye zekredilmiş
olmasından ölürü bu hadise itimad etmişti ve Rasülullah (s.a)'ın son emrinin bu
olduğunu söylerdi. Bilâhara raviîer, hadisin senedinde karmaşıklığa düşünce,
Ahmed bu hadisi lerketli. Şöyle ki, bazıları (hadisin senedinde) "Abdullah
b. Ukeym'den-Cüheyneli şeyhlerden" dediler."[258]
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifler, pis olarak ölen bir hayvanın sinirlerinin de etleri ve
derileri gibi pis olduğunu ifade etmektedir, nitekim Hanefî ulemasından
AIiyyü'l-Kârî de; "Bir hayvanın canlı iken sinirlerinin kesilmesinin ona
acı vermesi, hayvanın ölmesi ile sinirlerinin de pisleneceğine ve cansız olan
yün ve boynuzlar gibi temiz kalmayacağına delâlet etler" demiştir.[259]
4129...
Muâviye b. Süfyân (r.a)'dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a):
"İpek(ten) ve
kaplan (derisinden yapılmış) eyer"e binmeyiniz" buyurmuştur.
(İbn Seriy yahutla
Ebîi Dâvûd) dedi ki: Muâviye (devlet başkam olduğu için) Rasûlullah (s.a)'dan
(rivayet ettiği bu) hadiste tenkid edilmezdi.
Bize Ebû Saîd dedi ki:
"Bize Ebu Dâvûd, Ebu’l-Mu'temir'in isminin Yezid b. Tahınân olduğunu ve
Hîre'ye yerleştiğini söyledi."[260]
4130... Ebû
Hureyrc (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a): "Melekler
yanlarında kaplan derisi bulunan yolculara katılmazlar" buyurmuştur.[261]
4131...
Halid (b. Mi'damJ'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Mikdâm b. Madîkerb'le Amr b.
el-Esed ve Kmnesrîn halkından olan Esedoğullanndan bir adam. Muâviye b. Ebû
Süfyân'a elçi olarak gelmişlerdi.
Muâviye, Mikdâm'a:
Hasan b. Ali'nin vefat
ettiğini biliyor musun? dedi.
Mikdâm (bu haberi
işitince) hemen "inna lillâhi ve inna ileyhi râciun" dedi.
(Esedoğullanndan olan) adam (veyahut orada bulunan bir başka adam) da
Muâviye'ye:
Sen bu hâdiseyi
(aramızda korkunç fitnelerin doğmasına yol açacak) bir musibet olarak mı
görüyorsun? dedi. Muâviye de ona:
Onu Rasûlullah (s.a)
kucağına koyup, "Bu bendendir, Hüseyin de Ali'dendir" buyurduğu halde
ben bu hadiseyi niçin bir musibet olarak görmeyeyim? dedi. Esedoğullanndan olan
kişi de:
(Bu hâdise gerçeklen
kıvılcımları her tarafa saçılıp büyük yangınlara sebep olabilecek tehlikeli)
bir alcş parçası(dir). Onu Allah söndürdü (ve bizi bu tehlikeden kurtardı)
dedi.
(Bu sözleri işiten)
Mikdâm (Hz. Muâviye'ye hitaben):
Ben bugün seni
öfkelendirmekten ve sana hoşuna gitmeyen sizleri işittirmekten geri
durmayacağını, dedi. Sonra şöyle devam etti: Ey Mu-âviye! Eğer ben (şimdi
söyleyeceğim sözlerimde) doğruyu söylemişsem beni tasdik et, eğer yalan
söylemişsen o zaman da beni yalanla, dedi. (Hz. Muâviye de):
(Peki öyle) yaparım, dedi.
(Mikdâm):
(O halde ey Muâviye!) Allah aşkına söyle. Sen
Rasülullah (s.a)'ın (erkeklere) allın (yüzük) takınmayı yasakladığını
bil(m)iyor musun? dedi. (Muâviye);
Evet, (biliyorum),
cevabını verdi.
Allah için söyle.
Rasûlullan (s.a)'ın ipek giyinmeyi yasakladığını bil(m)iyor musun?
Evet (biliyorum),
dedi.
Allah için söyle,
Rasûlullah (s.a)'ın yırtıcı hayvanların derilerini giymeyi ve o derilerin
üzerine binmeyi yasakladığını bil(m)iyor musun? dedi.
Evet, karşılığını
verdi. (Bunun üzerine Mikdûm);
Allah'a yemin olsun ki
ey Muâviye, ben bunların hepsini senin evinde gördüm, diye konuştu.
Muâviye ise;
Ey Mikdâm. gerçekten
anladım ki ben senin elinden asla kurtulamayacağım, dedi.
(Bu hâdiseyi nakleden
Halid b. Mi'dân sözlerine devam ederek) dedi ki: (Bu konuşmanın hemen
arkasından) Muâviye (Mikdâm'm) iki arkadaşına verilmesini emrettiğinden daha
fazlasını Mikdâm'a verilmesini emretti ve oğlunun da (divandan) iki yüz dinar
(alanlar) arasına kaydedilmesini istedi. Mikdâm (Muâviye'nin kendisine
bağışladığı bu) bahşişleri (kendi yol) arkadaşlarına dağıttı. Hsedoğullarından
olan kiş ise (Hz. Mu-âviye'den aldıklarından) kimseye bir şey vermedi. Bu
(haber) Muâviye'ye ulaştı (da Muâviye): "Mikdâm cömert bir insandır. (Bu
yüzden) elini açtı ve (elinde olanı arkadaşlarına dağıttı). Esed oğulların dan
olan kişi ise elifi'-dekini çok iyi tutan (tutumlu) bir insandır" dedi.[262]
Bu hadisti şerifler,
kaplan eve benzerî yırtıcı hayvanların derilerinden faydalanmanın caiz
olmadığını ifade etmektedir.
el-Muvaffak'ın
açıklamasına göre; "Ulemadan bazıları bu hadis-i şeriflere dayanarak
kaplan gibi yırtıcı hayvanların derilerinin tabaklandıktan sonra da
temizlenmediklerini, hiçbir zaman onların üzerine oturmanın ve-yahutta onları
giymenin caiz olmayacağım söylemişlerdir. İmanı Evzaî ile İbnü'l-Mübârek, ishak
ve Ebû Sevr (r.a) bu görüştedirler. Hz. Câbir ile İbn Şîrîn ve Urve ise, bu
derilerin kullanılmasında bir sakınca görmemişlerdir. Hasan-ı Basit (r.a) ile
es-Şa'bî ve Hanefî ulemasına göre, bu deriler temizdir. Dolayısıyla onları
kullanmak caizdir."
Bu gibi hayvanların
murdar ölmeleri halinde dertleri tabaklanmak suretiyle yine temizlenmiş olur.
Şâfiîlere göre ise,
murdar olarak (boğazı kesilmeden) ölen yırtıcı hayvanların derileri tabaklanma
neticesinde temizlenmekle beraber tüyleri temizlenmiş olmaz. Binaenaleyh
onlardan faydalanılabilmesi için tabaklandıktan sonra ayrıca tüylerinin suyla
yıkanması gerekir. Yine Şâfiîlere göre; mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şeriflerdeki yırtıcı hayvanların derilerini kullanmakla ilgili yasak, onları
tabaklanmadan ve tüyleri yıkanmadan kullanmakla ilgilidir. Tabaklanıp
yıkandıktan sonra kullanılmalanyla ilgili değildir. Zalim ve tenbel olan
kişiler, bu derileri genellikle tabaklamadan ve yıkamadan kullandıkları için
hadis-i şerif, sözü geçen derileri bu şekilde kullanmanın caiz olmadığını ifade
için sevkedilmiştir.
Bu derilerin
tabaklanma ile temizleneceğini söyleyen Hanefî ulemasına ve taraftarlarına
göre ise bu babda gelen hadis-i şeriflerdeki yasak, söz konusu derilerin
tabaklanmadan kullanılmasıyla ilgilidir, tabaklandıktan sonra kullanıimalanyla
ilgili değildir. Çünkü, "Derinin tabaklanması temizlenmesi demektir"
mealindeki 4125 numaralı hadis-i şerifle "Ham olan herhangi bir deri
tabaklanınca temizlenmiş olur."[263]
mealindeki hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir.
4131 numaralı hadis-i
şerif ayrıca saf ipekten dokunmuş elbise giymenin ve altın yüzük takınmanın
haramiığma da delâlet etmektedir. Biz ipek giymenin hükmünü 4038-4039 numaralı
hadislerin şerhinde anlatmıştık. Altın yüzük takmanın hükmü de 4222 numaralı
hadisin şerhinde gelecektir.
4131 numaralı hadis-i
şerifle sözü geçen Hz. Mikdâm'm oğlunun ismi Yahya'dır.
Hafız Münzirî'nin
açıklamasına göre. 4130 numaralı hadisin ravüerin-den İmrân b. Dâver. bazı ilim
erbabınca lenkid edilmiştir.
4131 numaralı hadisin
senetlinde bazı ilim erbabınca tenkid edilen Bakiyye b. el-Velîd vardır.[264]
4132...
(Ebu'l-Melîh b. Üsâme'nin) babasından rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s.a) yırtıcı
hayvanların derilerinden (yararlanmayı) nehyetmiştir.[265]
4133...
Câbir (r.a)'den rivayei olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a) ile
birlikle bir yolculukta {bulunuyor) idik.
"Ayakkabıları
(giymeye) çok önem veriniz. Çünkü insan ayakkabı giydiği sürece (sanki) bin
itli (gibi) olur" buyurdu.[266]
Hadis-i şerif;
ayakkabının insanın ayağını yolda bulunan taş ve diken gibi rahatsız edici
engellerden koruduğu ve yolun sikmiısım azalttığı için müslümanlara ayakkabı
giymeyi tavsiye etmekte; varacakları yere çıplak ayakla giden kimselere
nisbetle daha kolay ve zahmetsiz varacakları için. ayakkabı giyen kimseleri
binitli olarak yolculuk yapan kimselere benzetmektedir.[267]
1.
Yolculukta ayakkabı giymek müstehaptır.
2. Bir
kumandanın emri altında bulunan kimselere ayakkabı giymelerini tavsiye etmesi
müstehabtır.[268]
4134... Enes
(r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a)ün pabucunun parmaklar
arasına geçirilen iki (adet) küçük tasması vardı.[269]
Ayak parmaklan arasına
geçirilen tasma; şirâk, jse ayak parmıağının üst kısmına takılan tasma demektir.
Avnü'l Mâ'bûd'un
açıklamasına göre. Paygamber (s.a)'in pabuçlarının ikişer tasmacıkları vardı.
Onlarda biri orta parmağı ile onun yanındaki parmağı arasında olurdu.
el-Cezerî,
"Birisi baş parmağı ile onun yanındaki parmak arasında; diğeri de orta
parmağı ile onun yanındaki parmak arasında olurdu. Bunların ikisini de
kendilerine takılan büyükçe bir tasma birleştirirdi" demiştir.[270]
4135... Câbir
(r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), kişinin ayakkabıyı
ayakta giymesini men etti.[271]
Bu hadis-i şerifte
ayakkabıları oturarak giymek tavsiye edilmiştir. Gerçekten bazı ayakkabıları
ayakta giymek çok zor olur. Böylesi ayakkabıları giyebilmek için el yardımına
ihtiyaç vardır. Ayakla giyildiği takdirde insanın düşüp zarar görmesi ani
eğilip doğrulmalarla belinin sakatlanması mümkündür. Bu bakımdan ulemadan
bazıları hadisteki bu tavsiyenin her ayakkabı için olmayıp ancak giyilmesi el
yardımıyla mümkün olan ayakkabılar için olduğunu söylemişlerdir.[272]
4136... Ebû
Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a): "-Hiçbiriniz tek
ayakkabı ile yürümesin. Ya ikisini de giysin ya ikisini de çıkarsın"
buyurmuştur.[273]
4137... Câbir'den
rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Birinizin
(pabucunun) tasması koptuğu zaman, tasmasını onartincaya kadar tek pabuçla ile
yürümesin. Tek mest ile de yürümesin ve sol el(iy)le yemesin."[274]
Hattâbî'nin de ifade
ettiği gibi, tek ayakkabr ile yürümek başkalarının dikkatini çeker. Nitekim
4029 numaralı hadis-i şerifte başkalarının dikkatini çekmek için bir giysi giymek
lanetlenmiştir. Tek ayakkabı giymek böyle olduğu gibi, belden yukarısına
giyilen elbiselerin kolunun birisini serbest bırakıp diğerini giymek de
böyledir. Ayrıca göze de çirkin görünür. Çünkü insanlar onun bir ayağının
ötekinden kısa olduğunu zannedebilirler.
Hafız İbn Hacer (r.a)
bu mevzuda şöyle diyor:
"Hadis-i
şerifteki yasağa uymamak insanın vakarım giderir. Hadis-i şerifte belirtilen
yasak giyiniş şekilleri şeytanın kıyafetidir. Sol elle yemek yemek de ayı
şekilde şeytana amir. Bir de hadis-i şerifte yasaklanan bu davranış
şekillerinde insan için bir zorluk ve tehlike de söz konusudur." Çünkü insan
tek ayakkabı ile yürürken dengeyi kaybedip düşebilir. Sol elle yemek yiyenin
de etrafına uyum sağlayamadığı için yemeği üzerine dökebilir.
Neyevî'nin
açıklamasına göre. bu hadis-i şeriflere aykırı hareket etmek tenzihen
mekruhtur.
Bazıları, Tirmizî'nin
rivayet ettiği. "Rasûllııüah (s.a) bazen tek ayakkabı ile yürürdü"[275]
Vieâlindeki "hadis-i şerifle mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifler
arasında çelişki bulunduğunu söyleyerek bu hadisleri reddetmek istemişierse de
İbn Kuieybc onlara şu cevabı vermiştir:
"Biz deriz ki:
Efhamdüllah burada herhangi bir terslik yoktur. Çünkü bir kimsenin
ayakkabısının tasması koparsa ya o ayakkabıyı atar veya eline alır ve bir
başka tasma buluncaya kadar tek ayakkabı ile yürür.
İki ayakkabı, iki mest
ve diğer ikili olarak kullanılan elbiselerde bunlardan birinin kullanılıp
diğerinin kullanılmaması çirkin ve hoş karşılanmayan bir harekettir. Keza
ridânm sadece bir omuza atılıp diğer omuzun açık bırakılması çirkindir. Fakat
bir kimsenin ayakkabısının tasması kopabilir ve onu tamir ettirene kadar hu
halde bir iki veya üç adım atabilir. Muhakkak ki, bu ne çirkindir, ne de kötü
görünen bir harekettir.
Azın hükmü pek çok
yerde çoğun hükmüne muhalif olabilir. Görmüyor musun, namaz kılan bir kimsenin
rükû halinde iken önündeki boş safa doğru bir iki veya daha çok adım atması
caizdir de, yine rükû halinde olduğu halde yüz veya iki yüz zira (arşın)
yürümesi caiz değildir.
Keza ridâsi düşünce
onu omuzlarında ativermesi (namazda) caizdir de, namazda elbisesini toplaması
veya uzunca bir iş yapması caiz değildir.
Yine bir kimse namazda
tebessüm ederse namazı bozulmaz, fakat kahkaha ile gülerse namazı
bozulur."[276]
4138... İbn
Abbas (r.a)'dan şöyle elediği rivayet olunmuştur:
Kişi otur(mak iste)
diği zaman, ayakkabılarını çıkarıp (sol) yanına koyması sünnettendir.[277]
İnsan bir yerde bir
süre oturmak istediği zaman ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına koyması
müste-haptır. Ayakkabıda pislik bulanahiieceği için onu sağ tarafına ve kıble
cihetine koyması caiz değildir. Çünkü insanın bu iki ciheti devamlı hürmete
lâyık olduklarından insan oralara karşı her zaman edepli davranıp, edebe
aykırı davranışlardan kaçınmalıdır.
Ayakkabıları arkaya
koymaksa hırsızlık tehlikesi sebebiyle orada kaldığı sürece sahibinin gönlünü
meşgul edeceğinden sakıncalıdır.
Bir memleketle kıble
ciheti genellikle değişmezse de sağ, sol ve arka dhetieri insanın durumuna göre
değişebilir. Bir başka ifadeyle bu cihetler izafîdir. Fakat bu cihetlerin izafî
olması hadisin hükmünü değiştirmez, İnsanın sağ tarafına gelen cihet devamlı
hürmete lâyıktır. Kıble ciheti de böyledir.[278]
4139... Ebû
Hureyre'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a): "Biriniz
ayakkabı(smı) giyeceği zaman sağdan başlasın, çıkaracağı zaman da soldan
başlasın. Sağı, giyerken ayakların ilki, çikarırker de sonuncusu olsun"
buyurmuştur.[279]
4140... Âişe
(ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
"Rasûlullah
(s.a), temizlenmesinde, taranışında, ayakkabısm(ı) giyme de (yani) bütün
işlerinde elinden geldiği kadar sağdan başlamayı severdi."
Müslim (bu hadisi);
"misvak kullanırken de(sağdan başlamayı severdi)" diye rivayet etti.
"Bütün işlerinde" (kelimesini) rivayet etmedi.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadis-i Şu'be'den Muaz da rivayet etti. (Fakat) "misvaklanmasmda da
(sağdan başlamayı severdi" sözünü) rivayet etmedi.[280]
4141... Ebû
Hureyre'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Giyinirken ve
abdest alırken sağ taraflarınızdan başlayınız."[281]
Bu hadis-i şerifler her
ne kadar Rasûlullah (s.a)'ın her işe sağdan başladığını ifade ediyorlarsa da buradaki
umum, haricî delillerle tahsis edilmiştir. Bu mevzuda Nevevî diyor ki:
"Sağdan başlama
meselesi şeriatın daimî bir kaidesidir, kaide şudur: Tekrim ve teşrif babından
olan; elbise, ve mest giymek, mescide girmek, misvak tutunmak, sürme çekinmek,
tırnak kesmek, bıyık kısaltmak, saç taramak, koltuk yolmak, bası tıraş etmek,
namazda selam vermek, taharet azalarını yıkamak, heladan çıkmak, yiyip içmek,
musafaha etmek, Hacer-i Esved'i öpmek ve benzeri şeylerde sağdan başlamak
müstehaptır. Bunun zıddı olan helaya girmek, mescidden çıkmak, burnunu silmek,
taharetlenmek, elbise, don ve mest çıkarmak gibi şeylerde ise soldan başlamak
müstehaptır. Bütün bunlar sağ tarafın keramet ve şerefindendir."
Bazıları şöyle
demişlerdir: "Bu meselenin hakikati şudur: Yapılması maksut ve matlup olan
işlerde sağdan başlamak müstehaptır. Soldan başlaması müstehap olan fiiller
maılup değildir. Bunlar ya terki matlup yahut yapılması maksut olmayan
fiillerdir."[282]
1. Sağ
soldan şereflidir.
2. Başı
yıkarken, tıraş ederken ve tararken sağ taraftan başlamak müstehaptır. Vakıa
yıkamakta ve taramakta kiri gir dermek, tıraş olmakta da saçı gidermek manası
olduğu, binaenaleyh bunların izale kabilinden gayri maksut fiiller sayılması
lâzım geldiği hatıra gelebilirse de hakikatte bu fiiller başı tezyin ve
güzelleştirme maksadıyla yapıldığından maksut fiillerden sayılırlar.
3. Ayakkabı ve
mest gibi şeyleri de sağdan başlayarak giymek müstehaptır.
4. Abdestte
her uzvu sağdan başlayarak yıkamak müstehaptır. İbnü'l-Münzir: "Abdest
alırken soldan başlayana iade lazım gelmediğine ulema icmâ etmişlerdir"
diyor. Filhakika Hz. Ali ve İbn Mes'ud'un; abdest alırken; "Sağdan mı
başladım, ehemmiyet vermem" dedikleri rivayet olunur. Nevevî, abdest
alırken sağdan başlamanın sünnet olduğuna bütün ulemanın ittifak ettiklerini,
bunu yapmayanın fazilete nail olamayacağını, mamafih abdestinin tamam olduğunu
söyler. Onun bütün ulemadan muradı Ehli Sünnet ulemadır. Çünkü Şiilerin
mezhebine göre sağdan başlamak farzdır. Ulema'dan Râfi'î, İmam Ahmed.b.
Hanhel'in de sağdan başlamanın vücubuna kail olduğu zannını veren sözler
söylemişse de bu iddia doğru değildir. Zira H an be lî'I erden cl-Muğnî isimli
eserin sahibi İbn. Kudâme, "Sağdan başlamanın vacip olmadığı hususunda
hiçbir hilaf bilmiyoruz" demiştir.
Nevevî diyor ki:
Soldan başlamak ne kadar kifayet etse de mekruhtur. İmam Şafiî, el-Ümnı isimli
eserinde bunu bilhassa tasrih etmiş sonra şunları söylemiştir: Malumun olsun
ki. abdest azalarının içinde sağdan başlanması müstehap olmayanlar da vacdrr.
Bunlar kulaklar, avuçlar ve yanaklardır. Mezkur uzuvlar bir defada yıkanılır.
Şayet bir defada yıkamak mümkün olmazsa o zaman sağdan başlanır.
Mevzumuzu teşkil eden
btı hadisler sağdan başlamanın lüzumu hakkında nasstir. Binaenaleyh ona
muhalif harekette bulunmak ya mekruh, yahutta haram olacaktır. Muhalif
hareketin haram olmadığına icma bulunduğuna göre onun mekruh olması icap eder.[283]
4142...
Câbir b. Abdullah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) yataklardan
bahsetti ve şöyle buyurdu:
"Erkek için bir
döşek, hahim(ı) için bir döşek,
(ayrıca) misafir için de bir döşek vardır. Dördüncü fdöşek ise) şeytan
içindir."[284]
Bu hadisten murad.
ihtiyaçtan fazla döşek edinmenin doğru olmadığını beyandır. Çünkü fazlasını
edinmek, öğünmek, böbürlenmek ve dünya zinetine aldanmak içindir. Bu sıfatta
olan herşey kınanır ve çirkindir. Mezmum olan şeyler de şeytana izafe edilir.
Çünkü şeytan bu gibi şeylerden razı olur. İnsanlara vesvese vererek onları
cüzel gösterir.
Ulemadan bazıları
hadisi zahirî manası üzere bırakmışlardır. Bu takdirde lüzumsuz yere edinilen
yalak vs. şeytan için hazırlanmış olur. Şeytan gece ve gündüz istirahatlarında
o döşekte yatar. Nitekim bir kimse aeceleyin evine girerken Besmele çekmese
orada da geceler.
Karı koca için ayrı
bir döşek edinmeye gelince; bunda bir beis yoktur. Çünkü her biri, hastalık ve
benzeri hallerde ayrı döşeğe muhtaç olabilir. Bazıları bununla istidlal ederek.
"Bir kimsenin karısıyla beraber yatması lâzım gelmez, ayrı döşekte
yaiahilir" demişlerse de bu istidlal zayıftır. Çünkü burada maksat
hastalık ve benzeri ihtiyaç zamanıdır. Gerçi bir kimsenin mutlaka karısıyla bîr
döşekle yatması vacip değilse de, doğrusu şudur ki bir özür bulunmadıkça
beraber yatmaları efdaldir. Rasûlullah (s.a)'ın davamlı yaptığı fiili budur.'
Her gece teheccüd namazına kalkar, sonra yine zevcesenin yanına yatardı.[285]
İnsanın ayrıca bir de
misafir için yalak bulundurması icab eder. Çünkü bu misafirin hakkıdır ve
insanın kereminin bir alâmetidir.[286]
4143...
Câbir b. Semüre'den rivayei olunmuştur; dedi ki: Hz. Peygamber (s.a) evinde
iken yanına girdim. Kendisini bir yastık üzerine dayanmış bir halde gördüm.
(Ravi Abdullah)
el-Cerrah (bu riyavele); "solu üzerine" (sözünü de) ekledi.
Ebû Dâvûd dedi ki:
İshak b. Marisûf da (bu hadisi) İsrail'den aynı şekilde, "solu üzerine
(yastığa dayanmış halde gördüm)" diye rivayet etti.[287]
Her ne kadar ravi
Câbir b. Semüre Hz. Peygamberi
Her tarafı üzerine
yaslanmış bir halde görmüşse de bu, Hz. Peygamber'in sağ tarafı üzerine hiç
yaslanmadığı anlamına gelmez. Ravi sadece gördüğünü rivayet ermiştir.
Aslında Hz.
Peygamber'in soluna yaslandığı gibi sağına da yaslandığı sabit olduğundan,
insanın sağ israfına da sol tarafına da yaslanması caizdir.[288]
Hz. Peygamber'in
yastık üzerine yaslandığında rivayetler birleşiyorsa da sol tarafına
yaslandığında bütün rivayetler birleşmiyor. Bu mevzuda İmam Tirmizî şöyle
diyor: "Bu hadis hasen gariptir. Birden çok ravi, bu hadisi İsrajl'den,
Simâk'dan, Câbir b. Semüre'den Câbir'in; "Hz. Peygamber’i (s.a), bir
yastığa yaslanmış olarak gördüm" dediğini rivayet etmekte ve (fakat),
"solunda bulunan" ibaresini zikretmemektedirler."[289]
4144... Saîd
b. Arar, el-Kureyşî'nin babasından rivayet olunmuştur; dedi ki:
İbn Ömer, Yemen
halkından (develerinin) palanları deriden olan bir yol arkadaşları topluluğu
gördü ;
Her kim (sadelik
bakımından) Rasûlullah (s.a)'m ashabına benzeyen bir yol arkadaşları topluluğu
görmeyi severse şunlara baksın, dedi.[290]
Bu hadis-i şerif Hz.
Peygamber'in ashabına uymaya ve her hususta onlara benzemeye çalışmaya teşvik
etmektedir. Bilindiği gibi Kur'an'ı kerim'de Allah kelamıyla övülen ashab-ı
kiram, her hususta Hz. Peygamberi örnek alırlardı. Dolayısıyla onlara uymak ve
onları örnek almak, Hz. Peygambere uymak ve onu örnek almak demektir. İnsanın
yolculuktaki yükü, onun yolculuk süresince yatağı ve sergisi demektir. İşte bu
hadisin bab başlığı ile ilgisi de burasıdır.[291]
4145...
Câbir (r.a) dedi ki: Rasûlullah (s.a) bana;
"Döşeklerinizin
dış yüzü var mı?" diye sordu.
Bizim için döşeklere
dış yüz almak nerede? cevabını verdim.(Bunun üzerine);
"Şunu iyi bilin
ki ileride sizin döşeklerinizin (bir de) dış yüzleri olacaktır" buyurdu.[292]
"Nemt"
kelimesi, Mütercim Asım Efendİ'nin ifade ettiğine göre, mutlak olarak döşeğin
dış yüzü anlamına gelir. Musannif Ebû Dâvûd da bu kelimeyi böyle anladığı için
mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifi döşekleri konu alan bu bab'a yerleştirmiştir.
Bu kelime, saçaklı
halı, perde, deve palanı üzerine serilen ince sergi ve yol gibi manalara da
gelmektedir. Avnu'l-Ma'bûd yazarı Azîmâbâdî ve Nevevî söz konusu kelimenin burada
döşeğin dış yüzü manasında kullanıldığını ifade ederlerken; Bezlü'l-Mechûd
yazarı, saçaklı halı manasında kullanıldığını söylemektedir.
Bu hadis, Hz.
Peygamber'in istikbale ait verdiği haberlerle ilgili mucizelerinden biridir.
Çünkü gerçekten Hz. Peygamber'in bu haberine Uygun olarak ileride döşeklere
çekilen dış yüzler de, saçaklı halılar da, perdeler ve deve palanlarının üstüne
gerilen ince sergiler de ortaya çıkmış ve bunlar müslümanlar tarafından
kullanılmaya başlanmıştır.
Hadis-i şerif, üzerinde
resim ve ipek gibi haram unsurlar bulunmadığı takdirde, halı ve yatak yüzü gibi
eşyanın kullanılmasında bir sakınca olmadığına delâlet etmektedir.[293]
4146... Âişe
(ranha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ın yastığı, -İbn Menî
(bu sözü "Rasûlullah'm) geceleyin üzerinde uyuduğu yastığı" diye
rivayet etti; Hadisin bundan sonraki kısmını (Osman b. Ebî Şeybe ile İbn
Menî'nin her ikisi de) birleşerek (şöyle rivayet ettiler - İçi (hurma) lifi
(ile dolu, tabaklanmış) bir deri (den ibaret) idi.[294]
Hadis-i şerif,
istirahat için yastık ve yatak üzerindi yatıp uyumanın cevazına ve Hz.
Peygamber'in gayet sade bir hayat tarzı yaşadığına delâlet etmektedir.
Ümmetinin her hususta mesut ve güvenceli bir hayata sahip olmaları da
hayatlarının her noktasında onu örnek almalarıyla mümkündür. Fahr-i Kâinat
Efendimiz hayatında herşeyin en azı ve en sadesi ile yetinirdi.[295]
4147... Âişe (ranha)'den rivayet edilmiştir; dedi ki:
Rasûlullah (s.a)'m
yatağı, içi (hurma) lif (i ile) dolu (tabaklanmış) bir deri (den ibaret) idi.[296]
4148... Üirirftü
Seleme'den rivayet edildiğine göre; "Onun yatağı, Peygamber (s.a)'in
(kendi hücresinde) mescid (olarak kullanıldığı yer) in (tam) hizasında olduğunu
söylemiştir."[297]
Bu hadis-i şerif
istirahat için yatak üzerinde yatıp uyumanın ve evin bir kısmini mescid olarak
tahsis etmenin cevazına delâlet etmektedir. Rivayete göre Hz. Peygamber'in
yatağı boyutları itibariyle aynen bir kabri andırırdı. İmam Gazaîî'nin
tesbitine göre Hz. Peygamber'in yatağının uzunluğu aşağı yukarı iki arşın, eni
de bir arşın ve bir karış kadardı.[298]
4149...
Abdullah b. Ömer'den rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s.a) (bir
gün seferden dönünce doğru kızı) Fâtıma'ya vardı, (fakat) kapısında bir perde
(asılı olduğunu) görünce girmedi. (Abdullah rivayetine devam ederek şöyle)
dedi: (Rasûlullah (s.a)'ın bir yolculuktan dönüşünde ziyaretine) Fâtıma'dan
başlamadan (hanımlarından birinin yanına) girmesi pek az olurdu. Ali (r.a)
(evine döndüğü zaman) Fâtima'y] üzüntülü bir halde görünce, "Neyin
var?" diye sordu. (Hz. Fâtıma da);
Peygamber (s.a.) bana
uğradı da yanıma girmedi, cevabını verdi. Ali (r.a) (Hz. Peygambere varıp);
Ey Allah'ın Rasûlü,
senin kendisine uğrayıp da yanına girmemen Fâtıma'nın pek ağrına gitmiş, dedi.
(Hz. Peygamber de):
"Ben nasıl dünya
ile beraber olabilirim ve nasıl nakış (lar)la bir arada bulunabilirim?"
buyurdu.
Bunun üzerine (Hz.
Ali, Hz.) Fâtıma'ya varıp kendisine Rasûlullah (s.a)'m sözünü bildirdi. (Hz.
Fâtıma Hz. Peygamber'in söylediklerini öğrenince Hz. Ali'ye; hemen git)
Rasûlullah (s.a)'a (bu hususta) bana ne emrettiğini sor, dedi. (Hz. Ali varıp
Hz. Peygambere, bu hususta Hz. Fâtıma'ya ne emrettiğini sordu.) (Hz. Peygamber
de):
"Ona söyle, o
perdeyi falanlara göndersin." Onların örtünmek için bir elbiseye çok
ihtiyaçları vardır, onu kendilerine elbise yapsınlar) buyurdu.[299]
4150... Şu
(bir Önceki hadis) (Muhammed) İbn Fudayl'm babasından da (rivayet olunmuştur.
Şu farkla ki İbn Fudayl bu hadisi; "Hz. Fâtıma'nm kapısında) nakışlı bir
perde vardı" diye rivayet etti.[300]
Bu hadis-i şerifler,
ihtiyaç yokken kapılara ya da pencerelere perde takmanın caiz olmadığına delâlet
etmektedir.
Bezlü'l Mechud'taki
açıklamaya göre, el -Muvaffak bu konuda şöyle demiştir:
"İhtiyaçtan
dolayı evlere resimsiz perde asmakta bir sakınca yoktur. Binaenaleyh soğuktan
veya sıcaktan korunmak için kapılara ya da pencerelere perde takabilir. Fakat
böyle bir ihtiyaç yokken sadece süs ve gösteriş olsun diye kapılara veya
pencerelere perde takılması mekruhtur. Hatta bir davete giden kimsenin gittiği
yerde böyle bir ihtiyaç yokken asılmış bir perde görmesi orayı terketmesi için
meşru bir mazeret sayılır. Nitekim Hz. Ebû Eyyub, davetli olduğu bir düğün
evinde böyle bir perde gördüğü için oraya gitmekten vazgeçmiş ve onların
yemeğini yememiştir. Bu bakımdan İmam Şafiî; ihtiyaç yokken evlere perde
asmanın mekruh olduğunu söylemiştir. Bazıları da mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şeriflere bakarak, ihtiyaç yokken perde takmanın Hz. Peygamber için haram
olduğunu söylemişlerdir.”
Nitekim yüce Allah
Kur'an-ı Kerim'inde Peygamberine hitaben; "Onlardan bazı zümrelere
kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme.
Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir"[301]
buyurmuştur.[302]
1. Soğuk ve
sıcaktan korunmak gibi bir ihtiyaç ypfclçen sırf süs olsun diye evlere perde
asmak caiz değildir. Günümüzde özellikle apartmanlarda evlerin içini yabancı kimselerin
nazarlarından korumak için perde asmakta bir sakınca olmadığı gibi, bu
yapılması zorunlu bir şeydir.
2. Bir
kimsenin çoluk ve çocuğunu, ailesini ve yakınlarını tedib etmek ve onlara
yaptıkları işin meşru olmadığını hissettirmek için o işi bırakın-caya kadar
evlerine gitmeyi terketmesi caizdir.[303]
4151... Âişe
(ranha)'den rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s.a), evde
üzerinde haç resmi bulunan hiçbir şeyi bırakmaz, onu mutlaka imha edermiş.[304]
Üzerinde hıristiyanlık
alâmeti olan haç resmi bulunan eşyavı evde bulundurabilmek için haç resmini
imha ve iptal etmek gerekir. Hadis-i şeriften anlaşılan budur.[305]
4152... Ali
(r.a)'den rivayet olunduğuna göre: Peygamber (s.a): "-İçinde resim, köpek
ve cünüp bulunan bir eve melekler girmez” buyurmuştur.[306]
4153... Ebû
Talha el-Ensârî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Peygamber (s.a)'i;
"Melekler,
içerisinde köpek ve heykel bulunan eve girmezler"
derken işittim. (Ben bu
hadisi rivayet edince Zeyd b. Halid el-Cühenî bâ-na; haydi) bizi müminlerin
annesi Aişe'ye götür, bu hadisi kendisine soralım, dedi. Bunun üzerine (Hz.
Aişe'nin yanına) gittik ve;
Ey müminlerin annesi!
Ebû Talha bize Rasûlullah (s.a)'dan şöyle (dediğini) rivayet ediyor. (Gerçekten
sen de) Rasûlullah (s.a)'i bunları söylerken (hiç) işittin mi? dedik.
Hayır, fakat (şimdi)
size Hz. Peygamberi (bizzat) yaparken gördüğüm (buna benzer) bir işi
anlatacağım. Rasûlullah (s.a), savaşlarından bir savaşa çıkmıştı. Ben onun
savaşından dönmesini bekliyordum. Derken (yünden dokunmuş olan) bize ait bir
yaygıyı genişçe bir tahtanın üzerine örttüm. (Hz. Peygamber) gelince kendisini
karşıladım ve;
Ey Allah'ın Rasûlu!
selâm, Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun, seni aziz ve kerim
kılan Allah'a hamdolsun, dedim. Eve baktı ve yaygıyı gördü. Bana hiçbir cevap
vermedi. Yüzünde bir memnuniyetsizlik (alâmeti) gördüm. Hemen yaygıya varıp
onu yırttı, sonra şöyle buyurdu:
"Allah bize rızık
olarak verdiği şeylerde (harcama yaparak) taşları, kerpiçleri giydirmenizi
emretmedi."
(Hz. Âişe) dedi ki:
Ben de o yaygıyı kestim ve ondan iki yastık yaptım, içlerini (hurma) lif (i)
ile doldurdum. Bundan dolayı bana itiraz etmedi.[307]
4154... (Bir
önceki hadisin) bir benzeri de (yine) aynı senedle Süheyl'den de (rivayet
edildi. Şu farkla ki bu rivayette Zeyd b. Halid, el-Cühenî) dedi ki: "Ben
(Hz. Âişe'ye); Ey anneciğim; şu (yani Ebû Talha) bana Peygamber (s.a) 'in
(şunları) anlattığını söyledi, dedim," (cümleleri de yer almaktadır. Yine)
bu rivayette, (bir öncekinden farklı olarak şu söz de yer almaktadır: Cerir)
dedi ki: "Saîd b. Yesâr, Neccâr oğullarının azatlı kölesidir."[308]
4155... Büsr
b. Saîd, Zeyd b. Halid'den (naklen) Ebû Talha'(nın şöyle) dedi (ğini rivayet
etti):
Rasûlullah (s.a);
"içerisinde resim bulunan eve melekler girmezler" buyurdu.
(Ravi) Büsr (b. Saîd)
dedi ki: (Bir gün sonra) Zeyd (b. Halid) rahatsızlandı ve kendisini ziyaret
ettik. Birde ne görelim! kapısının üzerinde resim bulunan bir perde var!.
Peygamber (s.a)'in hanımı Meymûne'nin üvey oğlu Ubeydullah el-Havlanî'ye;
Zeyd, bir gün önce
bize resmin haram olduğunu haber vermedi miydi? dedim. Ubeydullah da:
Sen onu; "Ancak
kumaşa işlenmiş olan müstesnadır" derken işitmedin mi? karşılığını verdi.[309]
4156... Câbir
(r.a)'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a) Ömer b. el-Hattâb
(r.a)'a, Fetih yılında (Muhassab denilen) vadide iken, "Kabe'ye varıp
orada (duvarlarda çizili) bulunan bütün resimlerin silinmesini" emretmiş
ve Peygamber (s.a) oradaki bütün resimler silininceye kadar Kabe'ye
girmemiştir.[310]
4157... Peygamber
(s.a)'in hanımı Meymûne (ranha) şöyle demiştir: Peygamber (s.a), (bir gün)
şöyle buyurdu: "Gerçekten Cibril (a.s) bı gece benimle görüşeceğini bana
vadetmişti ama görüşmedi"
Sonra aklına sedirin
altındaki köpek eniği geldi ve onu oradan çıkarmalarını) emretti (hayvan
oradan çıkarıldı). Sonra eliyle su alarak eniğir yerine serpti. Cibril (a.s)
Hz. Peygamber'in yanına gelince, "Biz, içerisinde köpek ve resim bulunan
eve girmeyiz" dedi.
Sabah olunca Peygamber
(s.a) köpeklerin öldürülmesini emretti.
Hatta küçük bahçe
köpeğinin öldürülmesini emrediyor, büyük bahçe köpeğini bırakıyordu.[311]
4158... Ebû
Hureyre (r.a) Rasûlullah (s.a)'m (şöyle) buyurduğunu söyledi:
"Bana Cibril
(a.s) geldi de (şöyle) dedi:
Dün gece sana
gelmiştim, senin yanma girmeye bir şey engel olamazdı. Ancak kapı üzerinde ve
evde de resimler bulunan nakışlı duvar örtüsü vardı. Evde bir de köpek
bulunuyordu. Binaenaleyh evdeki heykelin başını (n koparılmasını) emret. (O
zaman başı) kesilir ve bir ağaç şekline girer. Örtü için de emir ver, kesilsin
ve ondan yere atılıp çiğnenen iki minder yapılsın. Köpek için de emret (oradan)
çıkarılsın."
Rasûlullah (s.a)
(bunları) yaptı. Bir de ne görsünler. Peygamber ailesinin balkonu altında
Hasan ya da Hüseyin'e ait bir köpek eniği var. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
onun (oradan çıkarılmasın) emretti de (köpek eniği oradan) çıkarıldı.
Ebû Davûd dedi ki:
Nedad, üzerine elbiselerin konulduğu, karyola gibi bir şeydir.[312]
"Suret"; biçim,
görünüş, kılık, yol, tarz. üslup, nüsna; resim ve fotoğraf manalarına gelir.
Tasavvufta ise suret, sîretin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Şöyle ki,
suret insanın dış görünüşüne; sîret ise iç âlemine denilir.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifler; içerisinde resim, heykel, köpek ve cünüb kimse bulunan
evlere rahmet meleklerinin girmediğini ifade etmekte, resim ve heykel yapnıanın
ya da evde bulundurmanın caiz olmadığına delâlet etmektedir.
Bu hadis-i şeriflerden
4155 numaralı hadis, elbise üzerine resim işlemekte ve üzerinde resim bulunan
bir elbiseyi giymekte bir sakınca bulunmadığım; 4158 numaralı hadis-i şerif
ise bir canlının medâr-ı hayat olan baş gibi bir organı olmayan bir resmi veya
heykeli evlerde bulundurmakta bir sakınca bulunmadığını ifade ediyor.
Bezlü'l-Mechûd yazan,
İslâm ulemasının resim hakkındaki görüşlerini
özetlerken, Muhammed Şefî'ed-Diyabendî'nin bu
mevzuda özel olarak hazırladığı
Risâletü't-Tasvîr isimli eserinde şu bilgileri nakletmektedir:
Güneş gibi ruhsuz olan
varlıklardan bile olsa kendisine tapılan şeylerin resimlerini yapmak veya
kullanmak mutlak surette yasaktır.
İnsanların tapındığı
bu tür varlıkların dışındaki şeylere gelince, bunlar ruh sahibi olan ve Ruh
sahibi olmayan varlıklar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bunlardan ruhsuz olan
varlıkların resimlerini yapmak mutlak surette caizdir. Ruh sahibi olanlara
gelince, bunların resmini (ayak altında çiğnenen minder gibi) önemsiz ve
hürmete lâyık olmayan eşya üzerine yapmkta bir sakınca yoktur. Ancak perde gibi
yükseklere takılan önemli eşya üzerine yapmaksa haramdır. Yine bu türden olan
varlıkların resimlerini, yere konduğu zaman ayakta duran kimsenin göremeyeceği
şekilde küçükçe yapmakta da bir sakınca yoktur."
Gerçekten, böyle ruh
sahibi olmayan yarlıkların resmini çizmekte sakınca olmadğına, "Eğer sen
sanatına devam etmek mecburiyetinde isen ağaç ve zîhayat olmayan varlıkların
resmini çiz"[313]
mealindeki hadis-i şerif delâlet etmektedir. Çünkü sözü geçen hadis-i .şerifte
Cebrail (a.s), Fahri Kâinat Efendimize, kapı üzerinde bulunan heykellerin
başını koparmasını tavsiye etmiştir. Başı koparılan bir varlığın kesinlikle
hayatı sona ereceğinden, Hz. Cebrail'in bu tavsiyesi hayat ve ruh sahibi
olmayan bir varlığın resmini çizmekte ve böyle bir resmi evlerde bulundurmakta
bir sakınca olmadığına delâlet eder.
Yine aynı
hadis-şerifte Cibril'in Rasûl-i Zişan Efendimize; üzerinde resim bulunan
perdeleri kesip, onlardan yere atılıp üzerine oturulan minder yaptırmasını
tavsiye etmesi ise. böylesi canlı hayvan resimlerinin minder, yastık, halı,
kilim gibi ayak altına serilen eşya üzerinde bulunmasında bir sakınca
olmadığına delâlet eder.
Ancak ulemadan
bazılarına göre; Hz. Cibril'in bu perdeden minder yapılmasına izin vermesi,
onun çiğnenmesinden değil, minder yapılırken resminin kaybolmasındandır. İmam
Nevevî bu görüştedir.
Yine Şefî,
ed-Diyâbendî'nin açıkladığı gibi; yere koyduğu zaman ayakta bulunan bir
kimsenin göremeyeceği kadar küçük olan canlı resimlerinde de bir sakınca
yoktur. Bu mevzuda Nimet-i İslâm yazarı M. Zihni şöyle diyor:
"Çünkü böyle
belli olmayana tapılmaz, Söz, açıktaki suretler hakkındadır. Kese ve çıkın
gibi şeylerde saklı olanlarda kerahet olmadığı, Düı-rü'1-Muhtâr'da
açıklanmıştır. Merâk'il-Felâh'ın yazarı der ki; namaz kılanın üstünde, kıral
suretli paralar bulunsa bunda beis yoktur. Bu kitabın açıklayıcısı Tahtavî
merhum da derki: Yüzükte nakşedilmiş fakat belirsiz suret de böyledir. Ancak
belli olursa mekruh olacağL anlaşılıyor. O derece küçük suretler, yaygılarda
veya ayak altlarında horlanmış resimler, büyükçe suretler gibi melâikenin
girmesine de engel sayılmaz. Bu mevzuda-ki hadisler - belli yer ve durumlara
göre - tahsis edilmiştir.
Hz. Ebû Hureyre
(ı\a)'nın yüzüğünde iki sinek resmi; Danyal (a.s.)'m yüzüğünde de bir erkek bir
dişi aslan, aralarındaki çocuğu yalar vaziyette oldukları bir resmin olduğu
vakidir. Sebebi de Buhtunnasır, kendisinin helaki onun elinde olacak bir
çocuğun doğacağını işiterek, doğan çocukları öldürmekte olduğu sırada , Hz.
Danyal'ın annesi, Danyal'ı doğurmuş ve belki selâmet bulur diye onu bir ormada
bırakmış. Cenab-ı Hak, ona muhafız olmak üzere, bir erkek aslan ve emzirici
olmak üzere de bir dişi aslan tayin ederek o şekilde neşvü-nemâlandırmış
olduğundan, Hakkın, işbu nimetini ve kudretini göz önünden ayırmamak için Hz.
Danyal (a.s.)'m yüzüğüne o haldeki sureti nakşettirmîştir.
Adı geçen yüzük, Hz.
Ömer'ül-Faruk devrinde ele geçmiş ve Hz. Ömer onu görüp gözleri yaşla dolarak,
Ebû Muse'l Eş'arî hazretlerine vermiştir."[314]
Bu mevzuda
Bezlü'l-MechûdMa şöyle deniliyor:
"Hadis âlimleri,
içerisinde resim bulunan bir eve rahmet meleklerinin girip girmeyeceği
konusunda ihtilâf ettiler. Bu ihtilâf iki madde ile özetlenebilir.
1)
İçerisinde resim bulunan eve rahmet melekleri girmezler. İmam, Nevevî (r.a) bu
görüştedir.
2)
İçerisinde resim bulunan bir eve rahmet melekleri de girebilir. Böyle bir eve
rahmet meleklerinin giremeyeceğini bildiren hadislerin genel hükümleri tahsis
edilmiştir. Binaenaleyh bu yasak, yukarıda açıklanan. canlı ve insanlar
tarafından tapınılan varlıklara ait olmak ve kendisine rağbet edinilen eşya
üzerinde bulunmak gibi özellikler taşıyan resimlerle ilgilidir. Bu özellikleri
taşımayan resimler hadislerin genel hükümlerinin dışında kalır. İbn Abidin
böyle demiştir. Hanefî mezhebinin meşhur kitaplarından el-Bahrü'r - Râik
isimli eserde de böyle denilmektedir. Hanefî mezhebinin bu konudaki görüşü
bundan ibarettir."
4155 numaralı hadis-i
şerifte geçen, ''Ancak kumaşa işlenmiş olan (resim) müstesnadır."
mealindeki ibarenin zahirinden, elbise üzerinde bulunan resimde bir sakınca
bulunmadığı anlaşılmaktadır.Kasım b. Muhammed gibi bazı fıkıh âlimleri bu
hadis-i şerife dayanarak kumaş üzerinde bulunan resimlerde hiçbir sakınca olmadığını
söylemişlerdir. Cumhura göre ise, bu hadis-i şerifte söz konusu edilen resimden
maksat ağaç resmi gibi cansız varlık resmidir. Böyle bir resim duvarda veya kapıda
bulunmasına bir sakınca bulunmadığı gibi, kumaş üzerinde bulunmasında da bir
sakınca yoktur. Mâliki ulemasından İbnül Arabi'nin açıklamasına göre ise,
"İslâmın ilk yıllarında kumaş üzerinde bulunan resimlerde bir sakınca
görülmüyordu. Bu hüküm sonradan neshedilerek kumaş üzerine çizilen resimler de
yasaklandı."[315]
İbn Hacer
el-Askalânî'nin Buharî şerhindeki açıklamasına göre, elbise ve kumaşlar üzerine
çizilmiş hayvan resimleri hakkında dört görüş vardır:
1- 4155
numarada geçen hadise dayanarak caiz olduğunu kabul eden görüş.
2- Resim
konusunda gelen hadislerin umumî hükümlerine dayanarak haram olduğuna hükmeden
görüş.
3-
"Eğer resim elbise ya da herhangi bir eşya üzerinde tam olarak görülüyorsa
haramdır. Şayet parçalanmış veya başı kesilmiş halde bulunuyorsa caizdir"
diyen görüş. En sahih olan görüş de budur.
4-
"Kullanılışında önem verilmeyen; sergi gibi kumaşlar üzerinde çizilen
resimler mubahtır. Önemli eşya üzerinde bulunuyorsa haramdır" diyen
görüş.[316]
İmam Nevevî, Müslim
Şerhi'nde, resimle ilgili görüşünü özetle şöyle ifade ediyor:
"Bizim mezhep
ulemasıyla diğer mezhep uleması diyorlar ki: Canlı varlıkların resmini yapmak şiddetle
yasaklanmıştır. Resim yapanın üzerine büyük vebal terettüp eder. Hakkında
büyük tehditler varid olmuştur. Zira resim yapmak, Allah'ın yaratıcılık işini
taklit etmek anlamını ifade eder. Resim, ister elbise, halı, para, kap ve duvar
gibi şeyler üzerinde; ister başka bir şey üzerinde yapılsın haramdır. Yalnız
ağaç, deve semeri ve cansız mahlukların resmini yapmak haram değildir. Gölgeli
- heykel- ile gölgesiz suretler arasında fark yoktur. Canlılara ait olduktan
sonra haramdır. İbn Hacer, canlı mahlukların suretlerini yapmanın haram
olduğunu, bulundurulmasının da caiz olmadığını belirttikten sonra şöyle der:
Cansız mahlukların
resmini yapmak ve yaptırmakta beis olmadığı gibi, yerde ve ayak altında
bulunan sergilerde hakarete maruz kaldığı halde bulunmasında da beis yoktur.
Ama ayak altında kalması için dahi olsa canlı mahlukun resmini yapmak caiz
değildir.
Gölgeli, gölgesiz
resimler sahabe, tabiîn. Cumhur ulema ile Hanefî, Şafiî, Mâlikî ve Sevrî gibi
mûcteh'idlerce de haram karşılanmıştır. Ancak haram olmayan resimler de vardır.
Şöyle ki:
1- Küçük
kızların oynaması için oyuncaklar.
2- Baş veya
göbekten itibaren yukarı tarafın resmi. Böyle bir resim tam olmadığından
bulunmasında yine beis yoktur. Çünkü böyle bir mahlukun yaşaması mümkün
değildir. Bundan anlaşılıyor ki tapu, nüfus cüzdanı, pasaport ve diğer
muameleler için lüzumlu olan vesikalık fotoğraf ile dış ve iç organların
filimlerinin çekilmesinde hiçbir beis yoktur.
3- Yukarıda
beyan ettiğimiz gibi, yerde ve ayak altında bulunan sergilerdeki resimlerdir.
Bu tür resimlerin bulunmasında beis yoktur.
4- İmam
Nevevî'nin dediği gibi, dağ, deniz, ağaç ve bütün cansız mahlukların resmini
yapmak ve yaptırmaktır.[317]
Buharı ve Müslim'in
Hz. Aişe'den rivayet ettiği:
"Kıyamet günü en
şiddetli azaba uğrayacaklar, dünyada Allah'ın yarattıklarına benzer şeyler
yapanlardır.”[318] mealindeki hadisi
şerifle;
Kıyamet günü bu
suretleri yapanlara azap edilecek ve yarattıklarınıza can veriniz
denilecektir."[319]
mealindeki ve;
"Yüce Allah şöyle
buyurdu; Yarattıklarım gibi yaratmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır?
Eğer onlar yaratıcı iseler bir zerre veya bir arpa tanesi yaratsınlar."[320]
mealindeki hadis-i şerifler, resim ve heykelin haram kılınmasındaki illetin, Allah
(c.c.)'ın yarattıklarına benzetmek olduğuna delildirler.
Bu yasaktaki hikmet
ise, insanları putperestlikten uzaklaştırmak, itikadı şirkten ve puta
tapıcıhktan korumaktır.[321]
Muhammed Hamidullab
İslâm'daki resim yasağına güzel sanatlar açısından yaklaşırken şunları
söylüyor:
"Sanat zevki
insanları harekete geçiren tabiî bir kuvvettir. Sanat kudreti olanlar az
olmakla beraber birçokları onunla alâkadar olur. Gerek heykel olsun, gerek
resim, müzik, şiir, edebiyat, mimari veya herhangi bir sanat şubesi olsun,
bütün sanat eserlerinin temelinde insanı harekete geçiren aynı kuvvet vardır.
Bu fıtrî kabiliyet
bütün insanlarda az veya çok yüksek seviyelerde bulunur; tıpkı hafıza, zekâ,
görme, işitme vs. gibi. Bu vasıflar insanda geliştirilebilir. Onlar bir nebatın
gelişmesi gibidir:
Faydasız kısımlar,
meselâ birçok dallar budanırsa bu durum, çiçek, meyva vs. gibi diğer kısımların
artmasını ve gelişmesini temin eder. Körlerin hafızasının umumiyetle gören
insanlardan kuvvetli olduğu malumdur.
Arzedeceğimız gibi,
Hz. Peygamber (s.a) sanatı asla yasak etmiş görünmüyor. O sadece bir
bahçıvanın iyi meyva alabilmek için ağacın lüzumsuz dallarını budadığı gibi,
sanatın bazı tezahürlerine set çekmiştir.
Şüphesiz en büyük
darbeyi, hayvan (İnsan dahil) heykel ve resiınciliğine indirmiştir. Fakat yasak
tam şümullü ve istisnasız değil gibi görünüyor. Önce bu yasağın tasavufî veya
fizik ötesi diyebileceğimiz cephesini ele alalım. Kitab-ı Mukaddesin ve İslâm
peygamberlerinin kabul ettiği gibi Allah, insanı kendi suretinde yarattı. Aliah
asıl olandır ve insan onun yansımasıdır. İnsan, dindarlıkla, her zaman
Rabbinin huzurunda tevazuunu ve aczini izhar etmek ister. İlâhlaşmak veya ona
eşit olmak bir tarafa, insan yaratıcısına hürmetini parlak bir şekilde izhar
hususunda bazı kayıtlar altına dahi girer. İnsan yaratıklar âleminde
hayvanların, cansız .cisimler ve hatta nebatlardan daha fazla Rabbinin
yaratıcılık vasfının muhteşem tezahürü olduğunu gördüğünden, insan daha
aşağısıyla iktifa ederek, Allah'ı en yüksek kudretinde taklitten kaçınır:
İnsan, "Yaratmak" da yani -heykel ve resimde- maden ve nebatlarla
iktifa ederek hayat ve can sahibi olanları Rabbine münhasır bırakır. Müşahhas
realitelere daha yaklaşırsak en eski devirlerden beri, insanın görünmeyen,
müteal hakkında bir fikir sahibi olmayı istediğini, kendi imalatını ilâh
olarak alıp, ona tapacak kadar aptallaştığmı görürüz. Putperestlik İslâm
peygamberi tarafından en korkunç bir delilik olarak telakki edilmiştir. O her
ne olursa olsun bir yaratığa tapma arzusunu ortadan kaldırmaya teşebbüs etti:
Bu ister bir sanatkârın muhayyilesine göre ilâh resmi, ister bir hayırseverin,
bir atanın, bir mürşidin veya bir başkasının ilâhlaştırılmasına matuf heykel
olsun mesele aynıdır. İşaret ettiğimiz gibi ilahî lütuf olan sanat kabiliyeti
insanda böylelikle kaybolmuyor; bir taraftan söndürülürken diğer taraftan daha
kuvvetli olarak çıkıyor.
Malumdur ki İslâm
sanatı hiçbir milletinkinden aşağı değildi. Hatta birçok sahalarda başkaları
ona ulaşamadı.
Meselenin ahlakî
cephesi de var: Sanatkâr, şayet nefsaniyeti galebe ederse ekseriye çıplaklığı
mevzu edinir. İslâm nazarında bu, sanatın güzel ismini lekelemektir. Cemiyette
aleniyetten kaldırılmış olan şey, sanat bahanesiyle resim ve heykelde ele
alınmamalıdır.[322]
Batı kültürü ile
doldurulmuş ve Batı kültürüne ayarlanmış bazı kimseler, resmin yüksek ve bediî
bir sanat dalı olduğunu, Batı medeniyetine erişebilmek için resmin önemli bir
vasıta olduğunu iddia etmektedirler. Bu vesile ile de resim ve heykelin
haramlığı husuunda bazı şüpheler ileri sürmektedirler. Biz şimdi bu şüpheleri
özetleyerek yanlışlıklarını ortaya koymaya çalışacağız:
1- Birinci
şüphe; Bu iddiacılar resim ve heykel hakkındaki yasaklayıcı naslarm putperestliğin
hüküm sürdüğü yıllarla ilgili olduğunu, putlara tapma korkusu kalktıktan sonra
bu nasların hükümlerinin de yürürlükten kaldırıldığım iddia ederler.
Bu kimseler, şu anda
gerçek bir putperestliğin mevcut olduğunu unutmaktadırlar. Meselâ günümüzde
kabirlere ve kabirlerde yatanlara öyle bir hürmet vardır ki, putperestlikten
pek farklı değildir. Kabirlere taparcasına saygı gösterilmekte, bir sıkıntısı
olan bir kabirde yatandan sıkıntısının giderilmesi hususunda yardım
islemektedir.
2- İkinci şüphe;
Resmi ve heykeli yasaklayan nasların âhad tarikiyle sabit oldukları, haramlık
ifade eden bir hükmünse âhad haberlerle sabit olamayacağı iddiasından
doğmaktadır.
Oysa bu iddia,
sahiplerinin İslâm şeriatini bilmediklerini ortaya koyan bir iddiadır. Çünkü
bütün İslâm âlimleri ister, mütevâtir, ister âhad olsun
Rasûlullah (s.a)'dan
rivayet edilen bütün kavlî, fiilî ve amelî hadislerle amel etmemizin vacip
olduğunda ittifak etmişlerdir.
3- Üçüncü
şüphe; Resim ve heykelin haram olmadığını iddia edenler bu iddialarını ahkâm
âyeti olmayan bazı âyetlere dayandırmak istemektedirler. Aslında onların
dayanmak istedikleri âyetlerin hükümleri Kur'an-ı
Kerim ile
nesbedilıniştir.
İşte bu âyetlerden
biri, "O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabît
kazanlardan ne dilerse (o cinler) kendisine yaparlardı"[323]
mealindeki âyet-i kerimedir.
Oysa bu ayette resim
ve heykelin helâl olduğuna delâlet eden hiçbir şey yoktur. Çünkü bu âyet
cinlerin Süleyman (a.s) yaptıkları hizmetleri haber vermektedir. Ayette sözü
geçen heykellerin canlı varlıkların heykelleri olduğuna dair hiçbir işaret
yoktur.[324]
1-
İçerisinde canlı resmi ya da heykeli bulunan bir eve rahmet melekleri girmez.
Ancak bunu sadece evlere tahsis etmek yanlış olur.
Bu hadise dayanarak
Şâfiîlerin bazıları içerisinde resim bulunan bir eve girmenin caiz olmadığını
Söylemişlerdir. İmam Ahmed; içerisinde resim bulunan bir eve yapılan bir
ziyareti terketmek o resmi oraya sokan ev sahibini cezalandırmak için caiz
olmakla beraber, böyle bir eve girmek de caizdir görüşündedir. İmam Mâlik'in
görüşü de budur. Nitekim Kabe'de Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in resimlen olduğu
halde Hz. Peygamber'in oraya girdiğini ifade eden hâdis-i şerif, resim bulunan
bir eve girmenin caiz olduğuna delalet eder.
2. Tasavvuf
erbabı; "İçerisinde köpek bulunan bir eve melek girmez" mealindeki
hadis-i şerife dayanarak, "Kalbinde hased, kin, intikam, vurup kırma gibi
yırtıcılık sıfatları bulunan kimselere meleklerin ulvî duygular ve gerçekleri
ilham etmeyeceklerini" söylemişlerdir. Hattâbî'nin de açıkladığı gibi,
sadece zevk için evlerde köpek beslemek haramdır. Ancak büyük bahçeleri ve
koyun sürülerini beklemesi için köpek beslemekte bir sakınca yoktur.
3. İçerisinde
cünüp bulunan bir eve rahmet melekleri girmez. Yine Hattâbî'nin dediği gibi,
buradaki cünüpten maksat keyfî olarak yıkanmayıp cünüp olarak bekleyen
kimsedir, Çaresizlik sebebiyle cünüp olarak bekleyen kimse değildir. Nitekim
227 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.
4. Duvarları
halı ve benzeri örtülerle süslemek caiz değildir.[325]
[1] Tirmizi, edeb. 4.
[2] Dabbağoğlu Ahmed Kara. Ansiklopedik Büyük İslâm
ilmihali 168 - I69.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/96-97.
[3] Tirmizi libas 2K: Alımcı b. Hanbel III 30.50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/97.
[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/98.
[5] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/98.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/98-99.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/99.
[8] Ebu Davûd, edeb; Tirmizi, davat 55 ibn-i mâce 55 İbn-i
mâce. el'ime 16; Ahmed b. Hanbel II 117 III 457.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/99.
[9] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/99-100.
[10] Buhari. cihad, 188: libas 22-32: edeb 17; Ahmed b.
Hanbel VI 365.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/100-101.
[11] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/101-102.
[12] Tirmizî, libâs 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/102.
[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/102.
[14] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/102-103.
[15] Tirmizi, libas 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/103.
[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/103.
[17] Buharı Hibe/19 Humus/11. Müslim zckat/129, Tirnıizi
edeb/53. Nesâî zine/98.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/103-104.
[18] Buharî Humus / 11.
[19] Pakalın M.z. Osmanlı Deyimleri ve terimleri sözlüğü II
184.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/104-105.
[20] Concandance'de bu bab'a numara verilmemiştir.
[21] İbn-i Mâce. libas 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/105.
[22] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/105-106.
[23] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/106.
[24] Ahmed b. Hanbel, II 50.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/106.
[25] Tirmizî, istizan 7.
[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/106-107.
[27] Müslim, libas 36, fedâilü-5 sehûbe 61, Tirmizi, edeb
49 Ahmed b. Hanbel VI 162.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/107.
[28] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/108.
[29] Tirmizî kıyame 3K; Ahmed b. Hanbel IV 407 - 419; ibn-i
mâce libas 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/108.
[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/108.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/108.
[32] Concondance'da bu bab'a numara verilmediği gibi, bazı
Ebu Dâvud nııshalarında bu başlık yoktur.
[33] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/108-109.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/109.
[35] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/109.
[36] Mevahib-i ledünniye tercemesi I. 553.554.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/109-110.
[37] Concondance'de bu baba numara verilmemişitir.
[38] Müslim, libas 34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/110.
[39] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/110-111.
[40] Mevahib-i ledünniye tercemesi II - 556.
[41] A.g.e II 74.
[42] A.g.e. II. 84-25.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/111-112.
[44] Tirmizi, tefsir sure (69) 2.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/112.
[45] Buhâri, eşribe 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/112-113.
[46] Buhari, eşribe 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/113-114.
[47] el -Aynî, el -Binâye Fi şerhi'l - Hidaye IX 214.
[48] Abdullah b. Hirazi. Fethu'l - Mubdî bişerlıi
muhtasarız zebîcü, III 258.
[49] Kâmil miras tecrid-i sarih tercemesi XII 48.1. Baskı.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/114-115.
[50] Buhâri, cuma. 7; ideyn I. buyu 40x, Hibe 27, 29, cihad
177, libas 25, 30, 66; Müslim libas 6 - 10; Ebû Dâvûd. Kalat 213; Nesaî, ideyn 5, zîne 83, 85. 90; Ahmed b.
Hanbel I 46-49, II 20. 24, 39, 49 51, 68, 289, 329,337,111. 103. 114. 127., 146
V45, VI
288.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/115-116.
[51] Buharı libas 25; Müslim libas 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/116.
[52] Nesâî zine 93; İbn-i mace libas 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/116.
[53] Müslim libas 17 Nesâî zine 85.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/116-117.
[54] Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim terceme ve şerhi, IX
420.
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/117-118.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/118.
[57] Buhârî, cenâiz 2. Ecrine 28, menzâ 4, libits 28, 36,
45 İstizan X; muslim libas 2, 28. 29, 31, 64; Tirmizi salat 80, libas 5, 13,
44. edeb 45, tatbik 8, 6,1, eşribe 26; muvatta. nida 28; Ahmed b, Hambel I- 80,
81.92. 94, 104, 105, 114, 119. 121, 123, 126, 129, 132,134, 137, 138, 145. IV,
284, 287, 299, VI,228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/118-119.
[58] Abdurrahman el-Cezerî. kitâbü'l Fıkıh alel-Mezahîbi'l
Erbaa; II. 10-13.
[59] Celâl Yeniçeri, İhtiyar metn-i Muhtar tercemesi-309.
[60] İbn-i Abidin'i, Redül Muhtar V 228.
[61] Müslim, salat 207; Ebû Dâvud salat 148; Nesâî. tatbik
9,26; Darimî, salat 77; Ahmet b. Hambel, I,219, 255.
[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/119-120.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/120.
[64] Müslim, salât 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/121.
[65] Müslim salat 211.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/121.
[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/121.
[67] Müslim, libas 10; Ebu Dâvûd, nikâh. 49; tirmizi, edeb
36; Nesai, Zînet. 32, 44, 121; Ahmed h. Hambel, I. 147, 541. III. 342. 347. IV
442.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/122.
[68] Bezlü'l, Mechûd, XVI. 373.
[69] Ahmed b. Hambel III. 207. 229. 251. 337. 347.
[70] Buharı salat 16, libas 12: Müslim, libas 23; Nesâî,
kıble 19; Ahmed b. Hambel IV. 149, 150.
[71] Müslim, libas 10.
[72] Müslim, libas 10.
[73] Tirmîzî, edeb 35.
[74] Mübârekfûrî, tuhvet’ul - Ahvezî VIII. 71.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/122-124.
[76] Nesâî, zine 20, 27; Ahmed b. Hambel, I, 45, IV,
134-135.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/124-125.
[77] Davudoğlu A. sahihi Müslim Tcrceme ve Şerhi IX. 512.
[78] Ömer Nasuhi Bilmen. Büyük İslâm ilmihali, 64.
[79] Dürrül -muhtar V, 229.
[80] Buhârî, lîbas 46, 50, 52.54, 55: Müslim libas 56 - 58;
İbn. Mace libas 39. Ahmed b. Hambel II.
94, 144.
[81] Gönenç Halil Fetvalar 1/216.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/125-127.
[82] Müslim libas, 10: Tirmizî, Edelı 36: Nesâî, zînet. 44.
Ahmed b. Hambel I, 147. III 342, 347.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/127.
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/127.
[84] Buharî; cenâiz 2, eşribe 28, merzâ 4. libas 28. 36.
45. İstizan 8; Müslim, libâs 2. 28. 29. 31. 64: Tirmizî. Salat 80. libas 5. 13,
44. edeb 45; Nesâî. tatbîk 8, 61.eşribe 26: Muvatta, nida 28; Ahmed b. Hanbel.
I,80, 81, 92. 94, 104, 105, 114, 119,
121, 123, 126, 128, 132, 133, 134, 137, 138, 145, 146, IV, 284. 287, 299, VI,
228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/127.
[85] Buharî, salât 14, ezan 93, menâkıbûl-ensur 37, libâs
19; Müslim, mesâcid 61-63; Ebû dâvûd, salât 163; Nesâî, kıble 20; İbn Mâce,
libâs 1: Muvatta, nida 67, 68; Ahmed b. Hambel, VI, 37, 46, 177, 199,208.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/128.
[86] Ahmed Nâim. Tecrid-i sarih terceme ve serhî II 260. Birinci blok.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/128-129.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/129.
[88] İbn-i mace, libâs 18: Müslim, libâs 10.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/129-130.
[89] Meylanî Ahmed, el-Hidâye tercemesi IV 134.
[90] Hatiboğlu H. Süneni İbn Mâce tercemesi IV- 372-373.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/130-131.
[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/131.
[92] Buhari, libas 29, cilıâd 91; Müslim, libâs 23, 25;
Tirmizî, libas 2: Nesai, zine 92; İbn-i Mace libas; 17 Ahmed b. Hambel III.
127. 180. 215. 255. 273.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/131.
[93] Buharî, cihad. 91; Müslim, libas 26: Tirmizî, libas 2
Ahmed b. Hanbel III. 122, 192,252.
[94] Davudoğlu Ahmed. sahihi müslim terceme ve şerhi.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/131-132.
[95] Tirmizî. libas I: Nesâî, Zîne 40; İbn-i Mace libas 19.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/132-133.
[97] Buhârî, libas 30: Nesâi, Zine 83; İbn-Mâce, libâs 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/133.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/133.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/133-134.
[100] Buhâri libâs III; Müslim- Libas 33; Tirmizî, libas
4.1-45; Nesâî. zine 94: Ahmed b. Hambel. III, 134. 184, 251. 292.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/134.
[101] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/135.
[102] Buharı, libas 24: müslim, libas 33; tîrmizî cenâiz I8
libas 22, 23 tıb 9; I8. Nesaî, cenaiz 38, Zine 28. Ahmed b. Hambel III 134. 184, 251, 291, Ebû Davûd tıb 14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/135.
[103] bk. 3150 numaralı Hadis.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/135-136.
[105] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/136.
[106] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/136-137.
[107] Nesaî, zine 54: Ahmed b. Hambel 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/137.
[108] Duhâ (93) II.
[109] Kurtubi, Cami'li ahkümi'l Kuran XX 102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/137.
[110] Buharı, ve levdû 30, libas 37: Müslim. İmce 23: Ebû
Davûd, menâsik 21; Nesâî zine, 17: Ahmed b Hambel 11,66- 110.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/138.
[111] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/138-139.
[112] Tirmîzî, Edeb. 48; Ebû Davud Tercemesi I8: Nesâî.
îdeyn 16: Ahmed b. Hanbel.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/139.
[113] İnsan, (76)21.
[114] Mübârekturi, Tulfetu'l-Ahvezî VIII 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/139-140.
[115] İbn-i Mace, libas 21.
[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/140-141.
[117] Buharı, libas 35; Müslim salât 269, Ebû Davfal 4183
nolu Hadis.
[118] Mübarek furî,tuhfetü'l Ahvezî V, 395.
[119] Azîmabadî, Avnu'1-Mabûd, XI 117.
[120] Buhârî libas, 17-34: Müslim, hacc 3: Ncsûî. Men3sik
2S, 35; İbn-i mace, menâsik 19: muvatta Hacc 9; Ahmed b. Hambel 111 66.
[121] Sahih-i müslim terceme ve şerh-i IX : 436.
[122] Hatiboğlu, ibn-i mace tercemesi IX. 383 – 384.
[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/141-142.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/142.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/143.
[126] Tirmizî. edeb 45.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/143.
[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/144.
[128] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/144-145.
[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/145.
[130] Buhârî, libas 35-68; Müslim, fedûl 52; tirmizi libas
4; İbn-i Mace, libas 35-67; Nesâî, Zînel 9,59, 93; Ahmed b. Hambel IV. 231,
290, 295, 300, 303, 308. 309.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/146.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/146.
[132] Azîmâbâdî. Avnu'l mâbüd XI, 118, 123.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/146-147.
[134] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/147.
[135] Reddû'l Muhtar V, 223.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/147-148.
[136] Ahmed b. Hanbel I, 89, 101, -151, V, 63, 64.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/148.
[137] Buharî, libas 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/148-149.
[138] Buharî, sayd 17. cihad 169, meğâzi 48, libâs, 17;
Müslim, Hacc, 451-454:Ebu Davûd, libas 6, 20, 21: Tirmizî, libâs II, cihad 9,
tefsir sure, (69) 2: Nesâî, menâsik 107, Zine 100; İbn Mâce, ikâme 85, libâs
14.15, cihad 22; Darimî. menâsîk 88, Ahmed
III. 363. 387. IV, 307.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/149.
[139] Müslim, hacc 454: Nesâî. zinet 110: İbn Mace, cîhad
22, libâs 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/149.
[140] Tirmizî, libas 43.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/149-150.
[141] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/150.
[142] M. ez-zürkânî - Şerhu'l- Mevahibu'l - Ledünniye, V,
10.
[143] Aliyyü'l Kâri, Aynu'l ilim ve Zeynü'l Hilim I, 128.
[144] Suyûtî, El. camiu'l sağîr II 50.
[145] Muhammed Mevkûfâtî II 204.
[146] Mübarek fûri, tuhftelü'l Ahvezî V 413.
[147] Zürkânî, Şerhu'l Mevühibü'l ledünniye V 11.
[148] Ez-Zürkânî V412. 413.
[149] Aynî, umdetü’l kâri XXI 308.
[150] Ez-rüfkânî, Şerhi Mevahibül-ledünniye V 13.
[151] Ayni umdetu'l-Kûrî. XXI 308.
[152] Tirmizî, Sure (3) 4. (38) 2: Darimî rüya
[153] Suyutî, camili's sağır. II, 126.
[154] Aliyyü’l-Kâri, Aynu'l-ilim ve Zeynü'l - ilim. I, 305.
[155] Aliyyül-Kari, mirkat’ül. mefatih IV. 427.
[156] Aynî. umdetül - kari XXII 308.
[157] Aliyyül kari, mirkâtü'l mefatih IV 427.
[158] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi 1/83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/150-154.
[159] Gönenç Halil, Fetvalar, 1,219.
[160] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/154.
[161] Buharî salât 10, ınevâkîı 30, sav 66, büyü 62, libâs
20. 21. istizan 42: Müslim, libâs 70, 73; Ebi Dâvûd, savm 48, büyü 24. edeb 20;
Nesâî, zîne 106, 107: İbn Mâce, ikame 96. libâs 3: Dârimî, Salat 10 Muvatta,
Kibs 17. sıfatü'n-nebî, 5; Ahme b. Hambel, II. 219,380, 419, 432. 464. 475.
478, 491,, 496, 503 510, 529. III. 6, 13. 46, 66, 95, 96, 293, 297, 298. 322,
327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/155.
[162] Buharı, salât 10, mevâkît 30, sav 60, hüyîi 62. libâs
20,21, istizan 42; Müslim, libâs 70. 73 Ebû Dâvûd. savm 48, büyu 24, edeb 20; Ncsâî.
zîne 106, 107; İbn Mace. İkame 96, libâs 3; Dârimî. salât 10 Muvatîa, lübs 17,
sıfalü'n-nehî, 5; Ahmed b. Hambel. II, 219., 380. 419, 432, 464. 475, 478. 491,
469, 503 510.529. 111,6, 13. 46, 66, 95, 96, 293. 297. 298, 322, 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/155.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/155-156.
[164] İbn-i Mace. libas, 11; Ahmed b. Hanbel, 111 434, IV
l9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/156.
[165] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/157.
[166] Buhari, libas 16, Menakıhu'l-Ensar 45: İbn-i Mace-45
Ahmed b. Hanbel VI, 198.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/157.
[167] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/157-158.
[168] Tirmizî, libas 8.9: Nesfıî, zînel 17; İbn-i Mâce,
libas 9; Dârimî. rikak 54; Ahmecİ b. Hanbel I, 380, 397, 439, 11-154, 267 492.
III. 470 IV 65, 180. V, 63, 64. 79, 378.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/158-159.
[169] Bezlü’l- Mechûd XVI. 410.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/159-160.
[170] Buhari, fedâilü's – sahabe 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/160.
[171] Ahmed b. Hambel. IV, 68, V 379.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/160-161.
[172] Müslim. İman 106: Nesaî. buyu 5, zekat 69 Zinci 104;
Tinnîzî buyu 5: ibn-i Mâce, ticarel, 30: Ahmed b. Hambel, V 148, 158. 162. 168,
178.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/161-162.
[173] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/162.
[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/162-163.
[175] Ahmed IV- 180.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/163-165.
[176] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/165-166.
[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/166.
[178] Müslim I. 136- ibn-i Mace, Zuhd I fi; Ahmed b. Hanbel
11,248, 376.414.427,442. VI. 19.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/167.
[179] Hatiboğlu Haydar. Sünen-i ibn-i Mace tercemesi ve
şerhi, X 449-450.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/167-168.
[180] Buharı, iman'15. ikan. 35, 51. fisen. B. tevhid 36:
muslim, iman 80, I48. 149. 230. 304. 326, Firen 52; tirmizi. Birr 61, Filen 17:
İbn-i Mace, mukaddime 9. Filen 27. Ziihd 16; Dârimi. mukaddime 7; Ahmed b.
Hambel, 1451, II 164, 215. III, 56, 144. 320. IV. 151, V 983.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/168.
[181] Hicr, (15)47.
[182] Davudoğlu Ahmed, sahih-i Müslim terceme ve şerhi I
382, 383.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/168-169.
[183] Müslim, iman 92: tirmîzî, birr 60: Ahmed b. Hanbel
385, 427.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/169-170.
[184] Muslim İman 148; ibn-i Mâce, duâ 10. Ahmed b. Hanbel
IV 133, 134. 151.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/170.
[185] Buharı, libâs, 1,2,5, fcclâilü's sahabe 5: Müslim,
libâs 42. 43-46. 48; Tirmizî. libâs 8,9: İhtı Mâce .libâs 6.9; Muvatta, lübs
9-12; Ahmed b. Hanbel. II, 5, 10, 32, 42, 44, 46. 55, 56, 60. 65. 67. 69. 74.
76. 81. 386, 397. 409.430.454.467.479, 111.5.6, 31,44.52, 97. 140. 249,249,
256.
[186] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/171.
[187] Buharı, libâs. 1,2,5, fedâilü's sahabe 5: Müslim,
libâs 42,43-46. 48: tirmizî, libâs 8,9; İbn Mâce, libâs 6,9; Muvatta, lühs
9-12: Ahmed b. Hanbel, II. 5. 10, 32,42,44.46.55.56.60.65,67,69. 74, 76, 81,
386,397, 409,430,454.467.479. III. 5,6. 31,44,52.97, 140. 249,. 249. 256.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/171.
[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/172.
[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/172.
[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/172-173.
[191] Buhârî, libas , 61; Tirnıîzî, edeb. 34; ibn-i Mâcc
nikah, 22; Ahmed b. Hanbel I. 254. 330. 339 II 200. 287. 289.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/173.
[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/173.
[193] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/173-174.
[194] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/174.
[195] Ahzâb(33)59.
[196] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/175.
[197] Nûr, (24)31.
[198] İbn-i kesir. Hadislerle kur'an-ı kerîm tefsiri XI
5862.
[199] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/175-176.
[200] Ahzab (33) 59.
[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/176.
[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/176.
[203] A.taşkesenüoğlıı, Ahkam tefsiri IV 324-327.
[204] Hak dini kur'an dili VI 3928.
[205] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/176-177.
[206] Nûr(24)-31.
[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/178.
[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/178.
[209] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/178.
[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/179.
[211] El,Cezeri Abdurrahman. el-Fıkh alel-Mezâhibi'l Erbaa V
54-55.
[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/179-180.
[213] Müslim, selâm 72: ibn – Mâce tıb 20. Ahmcd b. Hanbel
III 350. V.9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/180.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/181.
[215] Nûr (24) 31.
[216] Aynî. eI-Binüye, IX 289-290.
[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/181-182.
[218] Müslim. Selâm 32-33.
[219] Nûr (24) 31.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/182-183.
[220] Davudoğlu Ahmed, sahihi müslim tercemesi ve şerhi IX
595-597.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/183-184.
[221] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/184.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/184-185.
[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/185.
[224] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/185.
[225] Nûr (24) 31.
[226] Nûr (24) 31.
[227] Nûr (24) 60.
[228] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/185.
[229] Nûr (24)59.
[230] İbn-i kesir. Hadisleri kur'an-ı kerim tefsiri XI. 5065
– 5966.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/185-186.
[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/187.
[232] Ahzâb(33)59.
[233] Buharı, sahil 69, îdeyn 25. cihad 79, Menakib 15,
Nikâh 154: Müslim. îdeyn 17. 21. 22. mesâicid IX: Ncsâî, îdeyn, 34-35: Ahmed b.
Hanbel II. 367, VI 56-83-85-166-186-242,247,270.
[234] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/187-189.
[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/189.
[236] Ebû Davûd, salat 26.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/189.
[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/189-190.
[238] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/190.
[239] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/190.
[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/191.
[241] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/191-192.
[242] Nesâî, zinet 106; ibn-i Mace, libas 13: Tirmizî, libas
9.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/192.
[243] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/192.
[244] İbn Mâce, libas 13; Dârimî. istizan 16: Ahmed b. Hanbel
II 5, 8, 90, VI 75. 123.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/193.
[245] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/193-194.
[246] Müslim, hayz 100, 102; Tirmizî Iibas 7; Nesâî Fer’ 17.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/194.
[247] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/194-195.
[248] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/195.
[249] Müslim, Hayz 105; Nesâî, Fer 20. 30, 31; Darimî,
.edahii 20 Muvatta, saya, 17, 18; Ahmed b. Hanbel I. 219.227,237, 270. 274.
280. 314 328. 343, 365, 372. VI 73. 104. 148, 153.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/195.
[250] İbn Mâce, libas 25: Mesâî Fer' 6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/195.
[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/196-197.
[252] Müslim Hayz 106, 107: Nesâî. Fer’ 26; Darimî, edâhi
20, buyü 35: Ahmed b. Hanbel III, 176 V 6.7. VI 155.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/197.
[253] Nesâî Fer' 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/197-198.
[254] Tirmizî, libâs 7; Aynî Binâye I 361.
[255] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/198-199.
[256] Buhari, buyü
151, .Zebaih 30; Tirmîzî, libas 20: Ahmed b. Hanbel, IV. 110-311: İbn Mace,
libas 25. 26:
Darımı, edahi 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/199.
[257] Buharı, huyu 151, Zcbâih 30: Nesaî. Fer' 4.5.10;
Tirmizî. libas 1; İbn maci. libas. 25- 26: Darimi, edahi; 20: Ahmed b. Hanbel.
IV 310-311.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/199-200.
[258] Molla mehtoğlu O.Zeki. Sünen-i Tirmizî tercemesi III,
251.
[259] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/200-202.
[260] İbn Mace, libas. 47.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/202.
[261] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/202.
[262] Ebû Davud, menâsik 23, tirmizi libâs 31; Nesâî. Fer 7;
Dârimî, edahi 19; Ahmed b. Hanbel IV 101 - V.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/202-204.
[263] Zeylâî Nasbu'r - Raye lil-ehadîsi'l - Hidaye I. 115.
[264] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/205-206.
[265] Ebû Davud, Menasik 23: Tirmizi, libas 31: Nesaî, Fer'
6;Dârimî. edâhi 20, buyü 35; muvatta, sayd 18, Ahmed b. Hanbel. IV 15, VI 73.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/206.
[266] Müslim, libâs 66; Ahmed b. Hanbel III 337. 360.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/206.
[267] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/206.
[268] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/206.
[269] Buharî. libas. 41 hums 5; Tirmizî, libas 32: Nesâi.
zînet, I 15; İbn Mâce, libas 27: Ahmed b. Hanbel III. 22. 203,245.269.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207.
[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207.
[271] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/207.
[272] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/207.
[273] Buhari, libas 40; Müslim, libas, 68, 71; Tirmizi.
libas 34; ibn-i Mace libas 29, muvatta, lübs 14; Ahmed b. Hanbel II 245- 243,
477. 480, 528.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/207-208.
[274] Müslim libâs 69, 71: Nesin zînet 116, Ahmed b, Hanbel,
II 245. 253. 314. 424. 443, 447. 480, 525, III, 293, 327.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/208.
[275] Tirmizî, libas 36.
[276] Kırbaşoğlu;
Hadis müdafaası 128.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/208-209.
[277] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/209.
[278] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/209-210.
[279] Buhari, libas 39, 39; Müslim libas 67; Tirmizi libas
37; İbn Mace libas 235, Muvatta, lübs 15; Ahmed b. Hanbel II- 223, 245, 283, 465, 467.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/210.
[280] İbn Mace, tahare 46; Ahmed b. Hanbel VI, 94, 130, 147,
188, 202, 210.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/210.
[281] İbn Mâce, tahare 41.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/210-211.
[282] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/211.
[283] Davudoğlu. A. sahihi Müslim terceme ve şerhi. II
380-381.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/211-212.
[284] Müslim libas 41; Nesai.nikah 82: A.h. Hanbel. III 293.
324.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/212.
[285] Davudoğlu A. sahihi Müslim terceme ve şerhi, IX.
442-443.
[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/212-213.
[287] Buharî. mezâlim, 25, nikâh X3. Tirmizi edeb 23;
Darimî, hudud 12; Ahmed b. Hanbel, lI. 145. V 86. 87;102.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/213.
[288] Mubârek furi. tuhfetü'l Ahvezi VIII 55.
[289] Molla Mehmetoğlu. O. Zeki, Sünen-i Tirmizî terceme IV
479.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/213-214.
[290] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/214.
[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/214.
[292] Buharî, menâkıp. 25; Müslim, Libas 39, 40; Tirmizi
Edep 26 Nesâî, nikâh 83.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/214-215.
[293] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/215.
[294] Buharı, Savm 59; mezâlim 25, tefsir sûre (66) 2, nikâh
83, İstizan 38; Müslim, Siyam 191, libas 37, 38; Tirmizî, kıyâme 32; Nesâî,
sıyâm 79; Ahmed b. Hanbel I, 369, II, 96, III, 140, IV, 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/215.
[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/215-216.
[296] Buharı, tefsir sûre (66) 2; İbn Mâce, Libâs.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/216.
[297] İbn Mace, ikametü’l-SaIâ 40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/216.
[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/216.
[299] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/216-217.
[300] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/217.
[301] Tâhâ(20) 131.
[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/218.
[303] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/218.
[304] Buharı, libâs 90; Ahmed b. Hanbel, VI, 52.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/218-219.
[305] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/219.
[306] Buharî, bedii'ül -halk 7, 17, enbiyâ 8, megâzi 12,
nikâh 76; Tirmizî, edeb 44; Nesâî, tahâre 167, sayd 9, 11; İbn Mâce, libâs 44;
Muvatta, isti'zan, 8.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/219.
[307] Buharî, bedü'l-halk 7, megâzi 12; Müslim, libâs 87;
Tirmizi. ertcb44; Nesâî. zînet 110; Muvatta: istizan 6; Ahmed b. Hanbel, III
90, IV. 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/219-220.
[308] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/220-221.
[309] Buharı, bedü'I- halk 7, libâs 92; Müslim, libâs 85,
86; Tirmizî, libâs 18; Nesâî, kıble 12; Dârimî, İsti'zan 33; Muvatta, İsti'zan
7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/221.
[310] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/221-222.
[311] Buharı, bedü'l-halk 7, 17 megâzi 12, libâs 77, 94;
Müslim, libâs 81-84; Ebu Davud, tahare 89- Tirmizî edeb 44; Nesâî, tahâre 167,
sayd 9, II, zînet 110; İbn Mâce, libâs 44; Dârimî, istizan 34; Ahmed 1-80, 83,
104, 107, 139, 148, 150, II, 390, IV, 28, 30, V, 203, 353, VI, 143, 330.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/222.
[312] Tirmizî, kıyâme 32, edeb 44; Ahmed b. Hanbel, II. 305.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/222-223.
[313] Müslim. Libâs 99.
[314] Mehmet Zihni Etendi. Nimet-i İslâm. 327 – 328.
[315] Es-Sâbûnî, Revâiü'l - Beyân. 11.414.
[316] Es -Sâbûnî, Revâiû'l-Beyân, II, 415.
[317] Gönenç Halil. Günümüz Meselelerine Fetvalar, I. 209 -
210 .
[318] Buharî, libâs 91; Nesâî, zînet 121; Ahmed b. Hanbel
VI, 36, 83, 219.
[319] Buharı, bedü'l-halk 7; Müslim, libâs 97.
[320] Buhari tevhit 56, Ahmed b. Hanbel, II. 232.
[321] Çev. Taşkesenlioğlu Mazhar, Kur'an-ı Kerim'in Ahkam
Tevsiri. II. 344. 345.
[322] Çev: Tuğ -Salih; İslâm Peygamberi, II 60-62.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/223-228.
[323] Sebe, (34) 13.
[324] Çev. Taşkesenlioğlu Mazhar, Kur'an-ı Kerim'in Ahkâm
Tefsiri, II, 351-354.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/229.
[325] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
14/230.