38. DİYETLER BAHSİ. 3

1. Cana Mukabil Can. 3

2 Bir Kimse Kardeşi Veya Babasının Suçu İle Sorumlu Tutulmaz. 3

3. İmam (İdareci) Kanı Affetmeyi Tavsiye Eder. 4

4. Amden Öldürülen Kişinin Velisi Diyete Razı Olabilir. 9

5. Diyet Aldıktan Sonra Katili Öldürenin Durumu. 11

6. Birisi R.İr Adama Zehir İçirir Veya Yedirir De Adam Ölürse (K Vtile) Kısas Uygulanır Mı?  11

7. Kölesini Öldüren Veya Onun Uzuvlarını Kesen Kişiye Kısas Uygulanır Mı?. 14

8. Kasâme İle Öldürmek. 15

9. Kasâme İle Kısası Terketmek. 19

10. Katile Kısas Uygulanır. 21

11. Kâfiri Öldüren Müslümana Kısâs Uygulanır Mı?. 22

12. Hanımı İle Birlikte Birisini Bulan Kişi Onu Öldürebilir Mı?. 24

13. Âmil'in Elinden Hataen Bir Kaza Çıkarsa (Birini Yaralarsa) Ne Gerekir?. 25

   Demirden Başka Bir Şeyle Kısas. 26

14. Vurmaktan Dolayı Kısas Ve Reisin Kendisine Kısas Uygulatması. 26

15. Can (Acıtma Ve Yaralamalar) Da Kısas. 26

   Kadınların Kanı (Kısası) Affetmeleri. 27

   İki Gurup Arasındaki Kavgada Kimin Tarafından Ve Nasıl Öldürüldüğü Bilinmeyen Bir Maktule Ait Hüküm... 28

16. Diyetin Miktarı Ne Kadardır?. 29

17. Amde Benzeyen Hata İle Öldürmenin Diyeti. 31

   Develerin Yaşları. 34

18. Organların Diyeti. 34

19. Ceninin Diyeti. 38

20. Mükâtebin Diyeti. 41

21. Zimmînin Diyeti. 42

22. Birisiyle Dövüşüp Kendisini Koruyan Kişinin Durumu. 42

23. Bilmediği Halde Tabiblik Taslayıp Ta Hastaya Zarar Veren Kişinin Durumu  43

24. Amde Benzeyen Hatanın Diyeti. 44

25. Fakirlere Ait Olan Kölenin Cinayeti. 44

26. İki Gurup Arasındaki Kavgada Kimin Tarafından Ve Nasıl Öldürüldüğü Bilinmeyen Bir Maktule Ait Hükümler. 45

27. Ayağı İle Tepen Hayvanın Verdiği Zarar. 45

   Hayvan, Maden Ve Kuyudan Dolayı Vuku Bulan Zararlar Hederdir. 46

   Başka Tarafa Sıçrayıp Zarar Veren Ateşe Ait Ahkam... 47

28. Dişde Kısas. 47

 

 


38. DİYETLER BAHSİ

 

1. Cana Mukabil Can

 

4494... îbn Abbas radıyallâhü anhümâdan; Şöyle demiştir: Kurayza ve Nadir (iki Yahudi kabilesi) idi. Nadir, Kureyza'dan daha güçlü idi. Kureyza'dan birisi, Nadir'den birini öldürürse, onun karşılığın­da öldürülürdü. Nadir'den bir adam, Kurayzalı birini Öldürdüğü zaman ise yüz vesk hurma fidye karşılığında serbest bırakılırdı. Rasûlullah (s.a.v) gönderildiğinde, NadîrMen bir adam Kureyza'dan birisini Öldürdü. Nadiriiler:                                   

"Onu bize veriniz, öldürelim" dediler. Kurayzalılar ise: "Aramızda Peygamber var" dediler. Hep birlikte, rasûlullaha geldiler. Bunun üzeri­ne: "Hükmettiğin zaman, onlar arasında adaletle hükmet..."[1] ayeti nazil oldu.

-İbn Abbas der ki: Kist (adalet); cana mukabil candır- Sonra da; "On­lar (Yahudiler) cahiliyyenin hükmünü mü istiyorlar.?”[2] ayeti indi.

Ebû Davud şöyle der: "Kureyza ve Nadtf in hepsi Harun (a.s) w evlâdmdandır."[3]

 

Açıklama

 

Hadisten anlıyoruz ki, Kurayza ve Nadîr adındaki, Medine'de yaşayan Yahudi kabileleri arasında bir teamül vardı. Nadîr'den birisi, Kureyza'li birini öldürürse 100 vesk (Tak­riben yirmi ton) hurma fidye olarak veriliyor ve katil serbest kalıyordu. Kureyzalı birisi Nadîrliyi öldürdüğünde ise katil öldürülüyordu.

Rasûlullah (s.a.v) gönderildikten sonra Nadîr'li bir adam Kureyza'dan birisini öldürdü. Kureyzalılar öldürmek için Nadir'li katili istediler. Ama Nadirliler vermediler. Kureyzalılar, Rasûlullah Medine'ye teşrif ettiğinde yapılan anlaşma gereği, Hz. Peygamber'in hakemliğine başvurmak istedi­ler ve hasımları ile birlikte Rasûlullah*a geldiler. Bunun üzerine, "Onlar arasında hükmettiğin zaman adaletle hükmet'...." mealindeki ayet nazil ol­du. İbn Abbâs; bu ayetten maksadın; katil ve maktul kimden olursa olsun, teammüdi (kasti) olduğu takdirde kısasın gerekliliğine işaret olduğunu söyler.

Taberânî'nin İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre ise bu âyet diyetle ilgili olarak nazil olmuştur. Bu rivayete göre; Kureyzalılar Nadirlilerden birisini öldürdüğünde, Nadirliler tam diyet alırlar, Nadîrli birisi Kureyzalı birini öldürdüğünde ise yarım diyet verirlerdi. İşte Rasû­lullah (s.a.v), hakemliğine başvuran Yahudiler arasında adaletle hükmet­ti ve her iki tarafın diyetini eşitledi.

Nadirliler, Rasûlullah (s.a.v) in bu hükmünden hoşlanmadılar ve yine eskisi gibi kendilerine üstünlük tanınmasını istediler. Bu sefer de: "Onlar câhiliyye hükmünü mü istiyorlar?!.." mealindeki âyet nazil oldu.

Hadis-i şerif; kısas ve diyette herkesin eşit olup, mevki ve nesebi ne olursa olsun kanun önünde müsavi oduklanna delâlet etmektedir.[4]

 

2 Bir Kimse Kardeşi Veya Babasının Suçu İle Sorumlu Tutulmaz

 

4495... Ebû Rimse[5] (r.a) den; şöyle demiştir:

Babamla birlikte Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellemin yanına gittik.

Rasûlullah (s.a.v) babama:

"Bu senin oğlun mu?" dedi.

Babam:

"Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki evet. Gerçekten (o benim oğ­lum), ona şehâdet ederim" dedi.

Rasûlullah (s.a.v) benim babama benzerliğimden ve babamın benim üzerime yemin etmesinden dolayı güldü. Sonra;

“Şüphesiz o senin suçun sebebiyle muaheze edilmez, sen de onun suçu yüzünden sorumlu tutulmazsın" buyurdu ve: "Bir günah işleyen, başka birisinin günahını yüklenmez.." ayetini okudu.[6]

 

Açıklama

 

Câhiliye döneminde Araplardan birisi bir cinayet işlese, cânînin babası ve kardeşi de o cinayetten dolayı sorumlu tutulur, tazminata iştirak ederlerdi. Herhalde, bu adetin tesiri ile olsa gerek ki, Ebû Rimse (r.a) in babası birgün oğlunu elinden tutarak Rasûlûllah'a gelmiş ve yemin ederek onun kendi oğlu olduğunu ikrar etmiştir. Maksadı, onun işleyeceği bir cinayetin tazminini yüklen­mektir. Rasûlûllah (s.a.v) adamın bu tavrıma gülmüş ve herkesin kendi yaptığından sorumlu olduğunu, babanın oğlunun işlediği bir cinayetten, oğulun da babanın işlediği cinayetten dolayı sorumlu tutulamayacağını söylemiş ve aynı hükmü ifâde ede âyet-i kerimeyi okumuştur.

Sindî bu sözü izah ederken; her birinin cinayetinin kendisine ait olup, başkasına geçmediğini ve maksadın, günahın geçmeyeceği olduğunu, çünkü baba oğulun birbirlerinin diyetine iştirak ettiklerini söyler.

Nihâye'de de; buradaki "cinayet"; "günah, suç ve insanların işleyip de kendilerine dünyada kısas veya âhirette azap icabeden suçlar" şeklin­de izah edilmiştir.

Rasulullah (s.a.v) kişilerin işlediği bir suçun günah ve cezasının sa­dece kendisine olduğu, babası ve oğlu bile olsa başka birisinin bu gü­nahın azabına iştirak etmeyeceğini beyan buyurmuştur. Bu hüküm, uhrevi ceza ve kısaslarla ilgilidir. Diyet konusu ise biraz daha farklıdır. Çün­kü bir müslüman diyeti geektiren bir suç işlediği takdirde âkılesi o di­yeti öder.   Kişinin akrabası da âkıleye dahildir.[7]

 

3. İmam (İdareci) Kanı Affetmeyi Tavsiye Eder

 

4496... Şüreyh el-Huzâi (r.a) den; Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur:

"Bir kimse öldürülme veya yaralanmaya maruz kalırsa o (öle­nin varisi) şu üç şeyden birisini seçer: Ya kısas yapar, ya affeder ya­da diyet alır. Eğer dördüncü bir şey isterse onu engelleyin. Kim­de bundan (bu üç şeyden birini seçtikten) sonra haddi aşar (başka birşey isterse) onun için acı verici bir azâb vardır.”[8]

 

Açıklama

 

Hadisin îbn Mâce'deki rivayetinde, muhayyer olduğu üç şeyden birisini seçtikten sonra başka bir şey isteyen kişinin ebediyyen Cehennemde kalacağı  ifade edilmektedir. Tabi bu, azabın şiddetine işaret içindir.

Çünkü ehl-i sünnet inancına göre, bir mü'min ebediyyen cehennem­de kalmaz. Hadis-i şerifte, öldürülen veya bir uzvu kesilen yada yarala­nan kişinin vârislerinin af, diyet ve kısas arasında muhayyer olduğu beyan edilmektedir. Yaralama olayında ise muhayyerlik yaralananındır. Yani bu kişinin intikam almak, caniyi öldürmek gibi bir yola sapması caiz değildir. Bu üç şeyden birisini seçtikten sonra da bir diğerine geçe­mez. Meselâ affetmişse bir daha diyet veya kısas isteme cihetine gide­meyeceği gibi, diyeti seçmişse kısas isteyemez. Şayet istese acı bir aza­bı hak etmiştir.

Cinayetlerde diyetle kısas arasında muhayyer olanın kim olduğu ko­nusunda ihtilâf edilmiştir. Fetlıu'l-Bâri'de cumhura nisbet edilen görüşe göre, kısas ile diyet almak arasında muhayyer olan, maktulün velisidir. İmam Mâlik, Sevrî ve Ebû Hanife'ye göre kısac ile diyet arasında mu­hayyerlik katile aittir. Şerhlerde böyle denilmektedir. Ama Hanefi fı­kıh kitaplarında aksi söylenir.[9] Tahâvi, İmam-ı Azam ve onun görüşünde olanların, delilinin Enes b. Mâlikten merfû olarak rivayet edilen şu ha­dis olduğunu söyler: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın yazdığı (farzı) kısastır." Şayet veli, kısas veya diyette mu­hayyer olsa idi, Rasulullah bunu bildirirdi. Ayrıca şu da bu görüş için bir delildir: Saye' veli diyet ister, katil buna razı olmazsa kendisinden zorla diyet alınamaz.

Bu ihtilâfın esası şudur: Hanefilere göre kasden adam öldürmenin ce­zası kısasın kendisidir. Kısas ayeti buna delâlet ettiği gibi, maktulün ve­lisinin katilden zorla diyet alamaması ve katilin ölmesi durumunda ce­zanın düşmesi de buna delâlet eder. İmâm Şafiî'den bir kavle göre ise Öldürmenin cezası kısas veya diyetten birisidir. Veli isterse kısas ister, isterse diyet alır. Diyet için katilin rızası şart değildir. Dolayısıyla ka­til ölürse diyet teayyün eder.

Şu kadar var ki Hanefilere göre maktulün varislerinden birisi kısası istemezse, kısas düşer. Varislerden birisi katille sulh yaparsa, diğer vâ­rislerin hissesi de kısasa inkılâb eder.[10]

 

4497... Enes b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) a kısası gerektiren bir suç (lu) getirildiğinde, onun ancak affı emr (tavsiye) ettiğini gördüm.[11]

 

Açıklama

 

Hz. Enes'in bu hadisinden, Rasûîullah (s.a.v) in, huzuruna getirilen kısaslık bir dâvada hüküm  vermeden Önce, cinayete mâruz kalan yaralıya veya mağdur ölmüşse onun vârislerine mütecavizi affetmeleri için tavsiye ve teşvikte bulun­duğu anlaşılmaktadır. Metindeki, Rasûlullaha nisbet edilen emir, tavsi­yedir. Çünkü eğer maksat direkt emir olsa idi, cinayete mâruz kalan ki­şi veya varisler için kısası affetmeleri seçeneksiz şart olur ve buda âye­te muhalif düşerdi. Bu noktay-ı nazarlardan anlıyoruz ki, buradaki emir­den murat teşviktir.[12]

 

4498... Ebû Hureyre (r.a) den; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) zamanında bir adam öldürüldü. Dava Rasûlullaha getirildi. Rasûlullah (s.a.v) katili, maktulün velisine teslim etti.

Katil:

"Ya Rasûlullah! Vallahi ben onu öldürmeyi istemedim" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) maktulün velisine:

"Haberin  olsun,  eğer  o doğru söylüyorsa (ve buna rağmen) sen onu öldürürsen cehenneme girersin" buyurdu. Adam da katili serbest bıraktı.

Katilin elleri arkadan enli bir kayışla bağlı idi, kayışını sürüyerek çıktı.Bu yüzden adam "zû nis'a=kayışlı" diye adlandırıldı.[13]

 

4499... Vâil b. Hucr (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v)  in yanında idim.  Boynunda kayış bağlı  bir katil getirildi. Rasûlullah (s.a.v) maktulün velisini çağırdı ve:

"Onu affediyor musun?" dedi. Adam:

Hayır, cevâbını verdi. Rasûlullah (s.a.v):

"Ondan diyet mi alıyorsun?" buyurdu.

Adam:

Hayır, dedi. Rasûlullah (s.a.v):

"Onu öldürecek misin?" diye sordu. Adam:

Evet, dedi. Rasûlullah (s.a.v):

"A! onu götür" dedi.

Dördüncü seferinde:

"Haberin olsun, eğer sen onu affedersen, o hem kendi günahını hem de öldürdüğü kişinin günâhı ile döner" buyurdu.

Ravi derki:

Bunun üzerine maktulün velisi katili affetti. Ben onu, kayışını sürür­ken gördüm.[14]

 

4500... Bize Ubeydullah Ömer b. Meysere haber verdi, bize Yahya b. Said haber verdi, "Bana Cami b. Metar haber verdi" dedi. Bana Alkame b. Vâil (önceki hadisi) aynı isnâd ve manâ ile rivayet etti.[15]

 

Açıklama

 

Son rivayet, önceki hadisin aynıdır. Üzerinde söz edilecek bir nokta mevcut değil.

4498 numaralı hadiste, Fahri kâinat Efendimizin, kısasına hükmettiği katilin: "Ben onu öldürmek istemedim" demesi üzerine, maktulün veli­sine: "Eğer o doğru söylüyorsa ve sen onu öldürürsen cehenneme girersin" buyurduğunu görmekteyiz. Burada sanki Efendimizin, birisi­ni kasıt olmadan öldüren kişiye kısas cezası verdiği görünümü ortaya çıkmaktadır. Ama bu mümkün değildir. Çünkü Efendimizin şahitleri dinlemeden, delilleri tesbit etmeden birisini ölüme mahkûm etmesi dü­şünülemez. Olayı şöyle değerlendirmek gerekir:

Zahiri deliller, katilin maktulü teammüden öldürdüğüne delâlet edi­yordu. Ama buna rağmen katil, öldürmesinde kasıt olmadığını iddia ediyordu. Tabi Rasûlullah (s.a.v) mücerret bir iddia ile değil, delillerin Kahiri ile hükmetti. Ama, katilin iddiası karşısında da, maktulün velisine, tatili affetmesini tavsiye etti. İşte mesele bundan ibarettir.

4498 numaralı hadiste görüyoruz ki; Rasûlullah (s.a.v) maktulün ve-İsine af, diyet ve kısastan hangisini tercih edeceğini sormuş, onun da cısası tercih etmesi üzerine katili ona teslim etmiş ancak, onu affetmeîi halinde katilin hem kendi günâhı hem de arkadaşının (öldürdüğü şah­sın) günahı ile birlikte döneceğini yâni her iki günâhı yükleneceğini haber vermiştir.

Katilin hem kendisinin hem de karşı tarafın günahını yüklenmesi ilimler tarafından çeşitli şekillerde açıklanmıştır. Şimdi bu konu ile ilgi-i görüşleri nakledelim:

Hattâbî şöyle der:

"Bunun manâsı; O arkadaşını (öldürdüğü kişiyi) öldürmekteki güna­hını yüklenir. Günahı arkadaşına izafe etti. Çünkü onun katle mahal ol­ması yüzünden, günâhına sebep olur. Bu; "Şüphesiz söze gönderilen Ra-sûlünüz mecnundur" (Şuarâ, 26,27) âyetine benzer. Aslında Resul, Al­lah'ın onlara gönderdiği Rasûlu olduğu halde, onlara izafe edilmiş, sizin Rasûlünüz denilmiştir..."

Aynı konuda Sindi'nin sözleri de şöyledir: "Bunun tevilinde şöyle de­nildi: Yâni katil, eski günâhı ve birisini öldürmesi sebebiyle olan günâhı­na bürünmüş bir halde döner. Günâhın arkadaşına (maktule) izafesi en alt seviyedeki mülâbesettir. Velinin katili öldürmesi ise böyle değildir. Çün­kü onu öldürmek katillikten alacağı günâha keffaret olur."

Nevevi de şöyle demektedir:

"Canını telef ettiği için maktulün, kardeşinin acısını tattırdığı için de velînin günâhını yüklenir. Rasûlullah (s.a.v) e sırf bu adam için bu hü­küm vahyedilmiştir. Bu sözün; senin onu affetmen hem senin hem de öl­dürülen kardeşinin günahının   affına sebep olur. manâsına   olması da muhtemeldir."[16]

 

Bazı Hükümler

 

Bu hadis-i şerifin ihtiva ettiği hükümleri de Hattâbî'den nakledelim: "Bu hadisteki fıkıh şudur:

1. Maktulün velisi kısas ile diyet almak arasında muhayyerdir.

2. Amden öldürmenin diyetinin peşin olarak ve bizzat katilin malından verilmesinin gerekli olduğuna delil vardır.

3. Devlet   başkanı kısas hükmü tahakkuk ettikten sonra, maktulün ve­lisi nezdinde, kısastan vazgeçmesi için şefaatte bulunmahcır.

4. Kendisine kısas icap eden suçluyu, kaçmaması için ip "e benzeri bir şeyle bağlamak meşrudur.

5. Katilin kısasından vazgeçildiği takdirde ayrıca birde ta'zir cezası verilmez. Bu konuda. Mâlik b. Enes'ten, "katile affedildikten sonra yüz değnek vurulacağı ve bir sene hapsedileceği rivayet edilmiştir."

Bu hadislerin konu ile ilgisi, Rasûlullah'ın, maktulün velisini, katili af­fetmeye teşvikidir.[17]

 

4501... Alkame b. Vâil (r.a) in babası (Vâil) den rivayet etti (ğine gö­re); Vâil  şöyle dedi:

"Bir adam Habeşli birisini Rasûlullah (s.a.v) e getirip:

Bu adam kardeşimi öldürdü, dedi. Rasûlullah (s.a.v) Habeşliye:

Onu nasıl öldürdün? diye sordu Habeşli:

Kafasına balta vurdum, maksadım onu öldürmek değildi, karşılığını verdi.

Rasûlullah:

Onun diyetini ödeyecek malın var mı? Habeşli:

Hayır Rasûlullah:

Seni göndersem de, insanlardan isteyerek onun diyetini toplasan olur mu? buna ne dersin?

Habeşli:

Hayır Rasûlullah (s.a.v):

Mevlâlarm (efendilerin) sana onun diyetini verirler mi?

Habeşli:

Hayır.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) adama (maktulün velisine): "Onu al" buyurdu. Adam, öldürmek için katili çıkardı. (Peşinden) Rasûlullah (s.a.v): "Şüphesiz eğer adam onu öldürürse aynen onun gibidir" buyurdu. Bunun üzerine maktulün velisi katili, Rasûlullah'm sözünü işiteceği bir yere götürdü ve şöyle dedi:

"(Ya Rasûlullah!) İşte adam, onun hakkında dilediğini emret" dedi. Rasûlullah (s.a.v):

Onu salıver, arkadaşının (maktulün) ve onun günahı ile döner, (yüklenir) de Cehennemliklerden olur buyurdu. Adam da katili salıver­di.[18]

 

Açıklama

 

Hadisin Sahih-i Müslim'deki rivayetinde buradakinden bazı farklılıklar vardır. Bunların en önemli­leri şunlardır:

Katil öldürdüğü şahsı, bir ağacı silkelerken kendisine küfrettiği için öldürdüğünü  söylemiştir.

Rasûlullah'm: "Ona diyet verecek malın var mı?" sorusuna Habeş­li elbisesi ve baltasından başka bir şeyinin bulunmadığını söylemiştir.

Rasûlullah'm, Habeşli'ye kavminin kendisini alıp almayacakları yo­lundaki sorusuna Habeşli, onlar yanında hiçbir değerinin olmadığını söy­lemiştir.

Maktulün velisinin, katili salıvermesi halinde, onun günahları yüklen­mesi konusu da Sahih-i Müslim'de: "Onun, senin ve kardeşinin gü­nahlarını yüklenmesini istemez misin?" şeklinde vârid olmuştur. Yani Sahih-i Müslim'deki rivayete göre katilin yükleneceği günah maktulün ve velinin günahlarıdır. Bu mes'ele önceki hadisin izahı esnasında geç­mişti.

Hadisin, Rasûlullah (s.a.v) le, katil olan Habeşli arasında geçen konuş­manın bulunduğu bölümünde izaha muhtaç bir nokta yoktur. Rasûlullah önce katilden, maktulün diyetini temin edip edemeyeceğini, metinde ge­çen tarzda sormuş, adamın her seferinde aynı cevâbı vermesi üzerine, kı­sas yapması için maktulün velisine teslim etmiştir. Peşinden de: "Eğer bu veli, katili öldürürse o da aynen onun gibidir" buyurmuştur. İşte bu cüm­le sarihlerin dikkatini çekmiş ve tartışmalara konu olmuştur.

Nevevî'nin izahına göre bu cümlenin tevili şu olur: "Bu iki şahıs, aralarında üstünlük ve minnet bulunmaması bakımından biribirlerine denktiıier. Çünkü mevlâ katili öldürmek suretiyle ondan hakkını almış ve ona bir iyilikte bulunmamıştır. Ama onu affederse durum farklıdır. Çünkü bu durumda üstünlük, minnet, ahirette bol sevap ve dünyâda güzel bir nâm onun için olur.

Mevlâ un, katili öldürmesi durumunda, onun da, aynı şekilde katil ol­duğunu söyleyen de olmuştur. Tabi bu durumda birisinin fiili haram öbürününki ise meşrudur. Ancak öfkeye bo1 un eğme ve nefse uyma konu­sunda ikisi de eşittir."

Hattâbî'nin izahına göre ise, bu cümlenin iki cihete ihtimâli vardır. Bunlar:

1. Rasûİullah (s.a.v) maktulün velûinin katil: öldürmesini caiz gör­memiştir. Çünkü katil, adamı isteyerek öldürme' iğini bunun bir hata ve­ya amde benzeyen Öldürme olduğunu iddia etmiştir. Bu da kısasın dü­şürülmesini gerektiren bir şüphedir.

2. Veli katili öldürürse, sonuç itibariyle aynen onun gibdir. Hakkını al­dıktan sonra kısas uyguladığı şahsa bir üstünlüğü kalmaz.

Sahih-i Müslim'deki ikinci bir rivayette Rasûlullah (s.a.v); "Katilde maktul de cehennemdedir" buyurmuştur. Ancak sarihler bu cümlenin bu hadisteki hâdise ile ilgili olmadığını söylemişlerdir.[19]

 

Bazı Hükümler

 

1. Davalıya, kendisini  savunması için imkân verilmelidir.

2. Hâkim, maktulün velisinden katili affetmesi için istekte bulunabilir,

3. Kısaslarda, dâva mahkemeye intikal etlikten sonra da af caizdir,

4. Teammüden vuku bulan öldürmelerde diyet almak caizdir,

5. Kısas, katilin günahının tamamına keffâret olmaz. Bu tercih Kadı îyâd'a aittir.[20]

 

4502... Ebû Ümâme b. Sehi (r.a) den; şöyle demiştir:

Osman (r.a) evde mahsur iken, biz onunla birlikte idik. Evde bir giriş vardı. Oradan giren Belattaki[21] lerin sözünü işitirdi. Osman (r.a) oraya girdi ve rengi değişmiş bir vaziyette yanımıza çıkıp şöyle dedi:

"Onlar az önce beni, öldürmekle tehdid ediyorlardı." Biz; "Yâ emi-ra'1-mü'minin onlara karşı Allah sana yeter" dedik.

"Beni niçin Öldür (mek ist) iyotlar?! Rasûlullah (s.a.v)i: "Bir müslümanın kanı şu üç şeyden birisi dışında helâl değildir: Müslüman ol­duktan sonra küfre düşmek, İhsandan[22] sonra zina ve bir can muka­bili olmadan birisini öldürmek" diye buyururken dinledim. (Hz. Osman devamla şöyle dedi): ''Vallahi ben Câhiliyyc devrinde de İslâm dönemin­de de hiç zina etmedim, Allah beni hidâyete erdirdireli beri, onun yerine benim için başka bir din olmasını istemedim ve hiçbir kimseyi öldürme­dim. Beni ne sebeple Öldürecekler?!.."

Ebû Davüd şöyle der:

Ebûbekir ve Osman (r. anhüma) şarabi cahiliye devrinde terkettiler.[23]

 

Açıklama

 

Bu Hadis-i şerif, Eb Sünen-i Ebû Dâvûd ravilerinden Lüjûrnin rivayetinden değildir.

Tercemeye "ev" diye geçtiğimiz "dâr" kelimesi, etrafı bahçe ile çevri­li ev manasınadır. Haberde konu edilen hâdise, Hz. Osman (r.a) in şehid edilmesine tekaddüm eden günlerle ilgilidir. Anlaşıldığına göre, Hz. Os­man (r.a) in evi kendisine karşı olanlar tarafından kuşatılmış, Hz. Osman evinde hapsedilmişti. Kuşatmayı yapanlar Mısırlılardı. Sebep de Hz. Os­man'ın Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'i Mısır valiliğine tâyin etmiş olması idi.

Haberde görüldüğü üzere, Hz. Osman'ın evi Belât denilen yere yakın­dı. Evini kuşatan düşmanları orada toplanmışlar ve aralarında Hz. Osman'ı öldürmeyi kararlaştırıyorlardı. Hz. Osman, evinden Belât tarafına doğru olan girişe girince onların kendisi hakkındaki konuşmalarını duymuş ve rengi atık bir vaziyette içlerinde haberin râvisinin de bulunduğu toplulu­ğun yanına dönmüştü. Oradakilere, evini kuşatanların kendisini öldürmek istediklerini ama buna haklarının olmadığını, çünkü bir müslümanın an­cak metinde sayılan üç şeyden birisi sebebiyle Öldürülebileceğini oysa kendisinin bunlardan hiçbirisini yapmadığını söylemiştir.

Avnü'l-Ma'bûd müellifi hadisin konu ile ilgisine temas ederken: "Os­man (r.a) mazlum idi. Onlara: Niçin beni öldürmek istediniz?! Ben ölü­mü gerektirecek hiçbir şeyi asla yapmadım... dedi. Bu kelimelerle onlar­dan özür diledi ve affetmelerini istedi" demektedir. Ancak bu bence pek yerinde bir izah değildir. Çünkü bir defa, metinde Hz. Osman'ın evini ku­şatan eşkıya ile konuştuğuna işaret eden bir nokta yoktur. Konuştuğu mu­hatabı onlar değil, râvi ve arkadaşlarıdır. Ayrıca Hz. Osman'ın özür dile­yip, af dilemesi söz konusu olamaz. Çünkü bir suç işlememiştir ki istesin.

Haberden, bir müslümanın, ancak üç hareketten birisi sebebiyle öldü-rülebileceği bildirilmektedir. Bunlar:

a- Sahih bir nikâhla evlenip, eşi ile cinsi ilişki kurmuş olan bir müslü­manın zina etmesi

b- Bir kimsenin Müslüman olduktan sonra irtidâd etmesi yâni müslümanlıktan çıkması,

c- Haksız yere bir müslümanı öldürmesi

Bu konu, hudûd kitabında 4352 numarada geçmişti.[24]

 

4503... Urve b. Zübeyr, babasından; Musa; ve dedesinden de, ikisi de Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte Huneyn gazvesine iştirak ettiler dedi.-[25] Şimdi tekrar Vehb rivayetine dönüyoruz: şöyle rivayet etmiştir:

Muhallim b. Cessâme el-Leysî, İslâm döneminde, Eşca' boyundan bir adamı öldürdü. -Bu, Rasûlullah (s.a.v) in hükmettiği ilk diyettir- -Uyey-ne, el-Eşcaî'nin katli konusunda konuştu. Çünkü o, (öldürülen Eşcaî gibi) Gatafan kabilesindendi. Ekra' b. Habis de Muhallim'in tarafından konuş­tu. Çünkü o da (Muhallim gibi) Hmdef kabilesindendi.[26] Bu esnada ses­ler yükseldi, husûmet ve gürültü çoğaldı. Rasûlullah (s.a.v):

"Ya Uyeync! Diyeti kabul etmiyor musun?" dedi. Uyeyne:

Onun kadınları benim kadınlarımın düştüğü keder ve sıkıntıya düşün­ceye kadar, hayır (kabul etmem) vallahi, dedi.

Sonra sesler (yine) yükseldi, husûmet ve gürültü çoğaldı. Rasûlullah (s.a.v) tekrar:

"Yâ Uyeyne! diyeti kabul etmiyor musun?" buyurdu. Uyeyne yine ön­ceki söylediğini tekrarladı. Nihayet Beni Leys kabilesinden, üzerinde zırh ve elinde silâh olan Mükeytil adındaki adam ayağa kalkıp:

Ya Rasûlullah! Ben bunun, İslâm'ın şu ilk günlerinde yaptığı şeye bir ko­yun sürüsünden başka bir mesel bulamıyorum; şöyle ki: Sürü suya vardığın­da öndekiler taşlanırsa arkadakiler kaçar. Bugün (kısas konusundaki) sünne­tini işle. istersen yarın değiştir,[27] dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Şimdi hemen elli (deve). Medineye döndüğümüz zaman elli (deve)" buyurdu.

Bu olay, Rasûlullah'ın seferlerinden birisinde oldu. Muhallim (katil) uzun boylu esmer bir adamdı.

O insanlar tarafından sevilirdi. İnsanlar, o kurtuluncaya kadar (yardım et­meye) devam ettiler. Rasûlullah'ın huzurunda Muhallim'in gözlerinden yaş­lar boşanıyordu "Yâ Rasûlellah! Ben. sana gelen bu işi işledim, Allah'a tev-be ediyorum. Yâ Rasûlullah! Benim için Allah'tan af dile" dedi.

Rasûlullah (s.a.v): "Sen onu İslâm'ın daha ilk günlerinde silâhınla öl­dürdün demek!" Yüksek sesle: "Allah'ım, Muhallim'i bağışlama" dedi.

Ebû Seleme şunu da ilâve etti:

"Muhallim, elbisesinin ucu ile gözyaşlarını silerek kalktı."[28] İbn İshak şöyle dedi:

"Onun kavmi, bundan sonra Rasûlullahın onun için bağışlanma dile­diğini iddia ettiler." Ebû Dâvud şöyle der: Nadr b. Şümeyi: "e!-ğıyer; diyettir" dedi.[29]

 

Açıklama

 

Hadisin İbn Mâce'deki rivayeti, buradakine nisbeüe oldukça kısadır.

İbn İshak'm rivayetine göre, hâdise Huneyn savaşı günü vuku bulmuş­tur. Huneyn, Mekke ile Tâif arasında, Mekkeye üç mil mesafede bir va­didir. H. 8. yılda Mekke fethinden sonra, Hevâzin ve Sakif kabileleri 20.000 kişilik bir ordu topladılar. Güçlenip gelişen Müslümanları durdur­mak istediler. Huneyn vadisinde pusu kurarak müslümanları beklediler. Müslümanlar Önce yenilgiye uğrayıp, kaçmaya başladılar. Fakat Hz. Pey­gamber (s.a.v) in sebat ve cesareti sayesinde Allah'ın yardımı ile hezimet zafere dönüştü. Müslümanlar o zamana kadar görülmedik derecede gani­met elde ettiler.

Yine îbn İshak ve İbn Mâce'nin rivayetlerine göre, Rasûlullah (s.a.v) öğle namazını kıldıktan sonra bir ağacın gölgesine oturmuş ve metinde geçen olay o esnada vuku bulmuştur.

Metinde görüldüğü üzere, Hındef kabilesinden Muhallim b. Cessâme adındaki şahıs, Gatafan kabilesinin Eşca' kolundan birisini öldürmüş ve aynı kabileden Uyeyne (Amir b. el-Ezbat el-Eşca') adındaki şahıs maktu­lün velisi sıfatı ile kısas isteğiyle dava etmiş ve Rasûlullah'ın huzurunda davasını savunmuştu. Katilin kabilesinden Akra' b. Habis de katili müda­faa sadedinde konuştu. Rasûlullah (s.a.v) davacılardan, kısastan vazgeçip, diyete razı olmalarını istedi. Ama Uyeyne buna razı olmayarak kısasta ıs­rar etmiş ve: "O, bizim kadınlarımızı ağlattı. Onları yoksulluk ve kedere düşürdü. Onun kadınları da keder ve yoksulluğa düşmedikçe dâvamızdan vazgeçmeyiz" dedi. Rasûlullah'ın, diyet konusundaki teklifini tekrarla­ması üzerine Uyeyne de cevâbını tekrarladı. O esnada Benû Leys kabile­sinden, Mükeytil adındaki zât ayağa kalkarak, Rasûlullahtan katile kısas uygulamasını istedi. Bu isteğini de bir temsille anlattı. İslâmın henüz baş­langıcında kısastan taviz verilmesinin zarar doğurabileceğini, suya gelen bir koyun sürüsünün öncülerine taş atılırsa, arkadan gelenlerin hemen döneceğini söyîedi ve Araplar arasında yaygın olan şu darbı meseli hatırlat­tı: "Usnun el-yevme ve ğayyir ğaden: Bugün bir yol aç (uygulama yap! İstersen) yarın da değiştir." İbnu'1-Esîr bu darb-ı meseli: "Kısas konusun­da koyduğun sünneti uygula. Bundan sonra değiştirmek istersen değiştir." "Değiştir" ..iye terceme ettiğimiz kelimenin: "'İstersen diyet al" manâsın­da olduğu da söylenmiştir, şeklinde açıklanmıştır.[30]

Aynı darb-ı meseli Hailâbi de şöyle izah etmektedir: "Bugün ona kı­sas uygulamazsan, yarın sünnetini ye kestiremezsin ve hükmünü kendin­den sonrasına geçiremezsin. Böyle yapmazsan, katil böyle yâni deme imkânı bulur. Bunun sonunda, sünnetin ve onun ahkâmı değişir."

Bu cümlenin Sindi tarafından yapılan diğer bir açıklaması da şöyledir:

"Hükmünü bugün yerleştir, istersen yarın değiştir. Yâni eğer kısası nü km olunduğu ilk anda terkeder ve diyetle yetinir, sonra da birisine kar­şı onu uygularsanız bu az önce söylenilen koyun sürüsü misâline benzer. Hasılı bugün sen onu öldürürsen, misaldeki sürü gibi olur."

Süyûtî de Mîrkâtü's-Suûd'da şöyle der:

"Muhallirrfin daha İsİâmın ilk günlerinde adamı öldürüp de kendisine karşılık ktsas edilmemesini, diyet alınmasını istemesi bu koyun sürüsüne ben/er. Yâni eğer, maktulün velîleri ile olan münasebet Muhallim'in iste­diği gibi olursa, bu insanların İslama girmelerine mâni olur..."

Beni Leys'ten olan şahsın bu sözüne rağmen Rasûlullah (s.a.v) diyette ısrar etmiş ve ellisi peşin, ellisi de Medineye vardıktan sonra Ödenmek üzere y'û/ deve verilmesine hükmetmiştir. Bu. bir can karşıhğındaki diye­tin 100 deve olduğuna delildir.

Hadisin konu ile ilgisi, Hz. Peygamber (s.a.v) in, maktulün velisine di­yeti kabul etmesini teşvik ve tavsiye etmesidir.[31]

 

Bazı Hükümler

 

1. Teammüden yani kasten adam öldürmenin cezâs, kisasnr Ancak, maktulün velîle­ri isterlerse diyet kabul edebilirler.

2. Teammüden adam öldürmenin diyeti yüz devedir.

3. Kısastan vazgeçip diyet almak konusıındak' muhayyerlik maktulün velisine aittir. Konu üzerindeki ihtilâf daha önce geçmişti.[32]

 

4. Amden Öldürülen Kişinin Velisi Diyete Razı Olabilir

 

4504... Ebû Şûreyh el-Ka'bî (r.a) den (şöyle) dedi (ği rivayet edilmiş­tir):

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur;

"Dikkat edin, ey Huzâa topluluğu! Siz, Huzeyl'den şu maktulü öldürdünüz. Ben onun diyetini ödemekteyim. Benim şu sözlerimden sonra kimin bir adamı öldürülürce onun ailesi diyet almak yada ka­tili (kısas olarak) öldürmek arasında muhayyerdir."[33]

 

Açıklama

 

Tirmizi bu hadis için 'İıasen-sahih" demiştir.

Huzâa kabilesj; bir zamanıar Mekke'ye hakim ol­muşlardır. Sonra oradan çıkartıldılar ve dışında kaldılar.

Bu hâdis-i şerif, Rasûlullah (s.a.v) in Mekke Fethi günü irad ettiği hut­benin bir bölümüdür. O günlerde Huzâahlar, aralarındaki câhiliyye döne­minden kalma bir kan dâvası yüzünden, Hüzeyl kabilesinden birisini öl­dürmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.v) aralarındaki soğukluğu gidermek ve husû­meti Önlemek için Huzâahlar nâmına Huzeyl'den olan maktulün diyetini ödemiş ve bundan böyle birisi öldürüldüğü zaman, maktulün velilerinin kısas veya diyet almak arasında muhayyer olduklarını bildirmiştir.

Hadis metninde Rasûlullah (s.a.v) in, Huzâahlara hitâbederken "Siz Huzeyl'den bir maktulü öldürdünüz" buyurduğu görülmektedir. Bu tür ifadeler Arapçada kullanılan ve "itibâru mâ yekûn" denilen mecazî bir ifadedir. Yani insan Öldürüldüğü zaman maktul olduğu için böyle denilir. Hadis-i Şerif, kısas ve diyetten birisini seçmek konusundaki muhay­yerliğin, öldürülen şahsın velisine ait olduğuna delâlet etmektedir. Konu babın son hadisinde tekrar ele alınacaktır.[34]

 

4505... Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir:

Mekke fethedilince Rasûlullah (s.a.v) ayağa kalkıp:

"Kimin bir adamı öldürülürse o iki şey arasında muhayyerdir; ya diyet ödenmesi yada kısas yapılması" buyurdu.

Yemenlilerden, Ebû Şât denilen bir adam kalktı ve "Ya Rasûlellah! Benim için yaz; - Abbas; benim için yazın, dedi[35] dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) "Ebû Şât için yazınız" buyurdu.[36]

Bu, (ravilerden) Ahmed'in hadisinin lâfzıdır.

Ebû Dâvud dedi ki: "Benim için yazın "; Rasûlullah' in hutbesini benim için yazın, demektir.[37]

 

Açıklama

 

Bu Hadis-i Şerifin bir kaç konu ile ilgisi vardır.

Zâten hadis mecmualarında yer aldığı konular bu­na delâlet etmektedir. Hadîs, bir yönden, hadis (ilim) yazmanın cevazını, bir yönden öldürülen kişinin katiline verilecek cezayı, bir başka açıdan da Mekke-i Mükkereme'nin hürmetini ilgilendirmektedir.

Hadis-i şerif daha değişik lafzlaıia Sünen-i Ebî Davud'un Kitabü'l-Menâsik'inde 2017 numarada geçmişti. Oradaki rivayet, Mekke'nin ha­rem oluşunu ve Ebû Şât'ın yazma isteğini ihtiva etmektedir. Gerekli açık­lama için o kısma bakabilir.

Buhâri'nin Kitâbu'l-İlm'deki rivayetinde de Rasûlullah (s.a.v) önce Mekke'nin harem olduğunu bildirip, oraya ait bazı yasakları saymış, son­ra da katile uygulanacak ceza ile ilgili bölümü beyân buyurmuştur.

İşaret edilen rivayetlerde efendimiz, Mekkenin kendisinden önce de, sonra da harem olduğunu ancak o gün bir müddet için kendisine izin verildiğini söylemiştir.[38]

 

4506... Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla, dedesinden, o da Rasûlulah (s.a.v) den, şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Bir rnü'min, kâfire karşılık öldürülmez. Kim bir mü'mini teammüden öldürürse, maktulün velîsine teslim edilir. Onlar isterlerse ka­tili öldürürler, isterlerse diyet alırlar."[39]

 

Açıklama

 

Bu hadis, Sünen-i Ebû Davud'un Lü'lûî rivayetinde yoktur BunUj Jbnu'l-Arabi ve İbn Dâse rivayet etmişlerdir.

Hadis~i Şerif iki temel noktaya ışık tutmaktadır. Bunlar:

a- Bundan önceki hadislerde de olduğu gibi, kısas veya diyet konusun­da maktulün velisinin muhayyer olması meselesi,

b- Bir kâfiri öldüren, bir müslümanın kısas yoluyla Öldürülüp, öldürü-lemeyeceği meselesi,

Şimdi bu iki konuya kısaca göz atalım:

a) Daha Önce de belirtildiği üzere, cumhura göre, diyet veya kısastan birisini tercih konusunda muhayyerlik, maktulün velisine aittir. Ancak Imam-ı Azam Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik'e göre muhayyerlik katile ait­tir.

Hadis şerhlerinde de, İmâm-ı Âzam'in görüşü böyle verilmekle bera­ber, Hanefi fıkıh kitaplarındaki ifadeler biraz daha farklıdır. Meselâ, Hi-dâye'de; anıdan öldürmenin cezasının kısas olduğu belirtildikten sonra "... ancak veliler affederler veya sulh yaparlarsa müstesna. Çünkü o, on­ların hakkıdır. Sonra o (kısas) vacib-i aynidir. Velinin, katilin rızâsı olmadan diyet almaya hakkı yoktur. Bu, İmam Şâfiînin iki görüşünden biri­dir.”[40] denilmektedir.

Görüldüğü gibi bu ifadeler, kısas veya diyet isteme hakkının katile ait olduğunu değil, maktulün velilerinin kısas yerine diyet alabilmeleri için katilin rızâsının şart olduğunu bildirmektedir.

Şayet bir kişiyi, birkaç kişi öldürürse İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Raheveyh'e göre maktulün velisi istediğinden diyet alır, iste­diğini Öldürür. Eğer maktulün birden fazla velisi (kısasa hak sahibi) olsa ve bunların bir kısmı çocuk olsa veya gaib olsa İmâm Şafiî, Ebû Yûsuf, Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Raheveyh'e göre gaib olan ge­linceye ve çocuk büyüyünceye kadar hazır olan büyükler kısas isteyemez­ler. İmam Ebû Hanife ve İmâm Mâlike göre ise küçüklerin büyümesini beklemeden, büyüklerin kısas yapma hakları vardır. Eğer maktulün veli­lerinden bir kısmı kısas istese, bir kısmı da diyet istese, kısas uygulanmaz, ceza diyete dönüşür.

Katil, kısastan ve diyet ödemeden ölse cumhura göre maktulün varis­leri, katilin varislerinden diyet alırlar. Çünkü maktulün varisleri, kıyasla diyet arasında muhayyerdirler. İmâm Ebû Hanifeye göre; esas ceza kısas olduğu için bu durumda maktulün varisleri katilin varislerinden diyet ala­mazlar.

b) Hadis-i Şerifte zimmi veya rrtüste'mfen ayırımı yapılmadan, ğayr-i müslim birisini öldüren bir müslümanın öldürülmeyeceği belirtilmekte­dir. Ulemânın cumhurunun görüşü de bu istikâmettedir. Hanefilere göre ise eğer müslüman bir zimmiyi amden öldürürse kısas olarak öldürülür. Müste'meni öldürmesi durumunda ise öldürülmez.

Şa'bî ve İbrahim en-Nehâî'ye göre müslümanın öldürdüğü gayr-i mus­lini ehl-i kitaptansa yani yahûdi veya hıristiyansa müslümana kısas uygu­lanır. Mecûsî ise öldürülmez.[41]

 

5. Diyet Aldıktan Sonra Katili Öldürenin Durumu

 

4507... Câbir b. Abdillah (r.a) den (şöyle) dedi (ği rivayet edilmiştir):

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur

"Diyet aldıktan sonra (katili) öldüren bolluk görmesin."[42]

 

Açıklama

 

"Bolluk görmesin" diye terceme ettiğimiz "la u'flye" mâzi machûîdür. İbnü'l Esir ve Sindi'nin ifâdeleri­ne göre, beddua olarak söylenmiştir; "malı artmasın, ihtiyaçtan kurtulma­sın" manâlarına gelir.

Bazı nüshalarda bu kelime mütekellim sığası ile: "Lâ iTfî" şeklindedir. Bu durumda manâ; "Diyet altıktan sonra (katili) öldüreni affetmem" şek­linde olur.

Câhiliyye devrinde maktulün velisi önce katille diyet karşılığı anlaşır ona güven verir sonra da fırsat bulunca onu Öldürürdü. İşte fahr-i kâinat efendimiz bu sözüyle böyle bir davranışı tasvib etmediğini, bunun caiz ol­madığını bildirmiş ve bu hükmü beddua ederek veya bu hareketi yapanı affetmeyeceğini söyleyerek ifâde etmiştir.

Hadisi Hasenü'l-Basri, Câbir b. Abdullah'tan duymuş gibi rivayet et­miştir. Oysa Hasen. Câbir b. Abdullah'tan hadis işitmemiştir. Onun için münkatı'dır.[43]

 

6. Birisi R.İr Adama Zehir İçirir Veya Yedirir De Adam Ölürse (K Vtile) Kısas Uygulanır Mı?

 

4508... Hişam b. Zeyd'in rivayet ettiğine göre; Enes b. Mâlik (r.a) (şöyle demiştir):

Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v) e zehirli bir koyun getirdi, Rasûlullah ondan yedi. (Bilâhere) kadın getirildi. Rasûlullah (s.a.v) kadı­na bunu niçin yaptığını sordu.

Seni öldürmek istedim, dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Allah seni bu işe -veya: benim üzerime-[44] musallat etmez" bu­yurdu.

Sahabeler:

Onu öldürmeyelim mi? dediler.

Rasûlullah  (s.a.v):

"Hayır" cevâbını verdi. Enes derki:

Ben onu (zehrin alametini) Rasûlullah'ın boğazının sonundaki et­lerde[45] gördüm durdum.[46]

 

4509... Ebû Hûreyre (r.a) den; şöyle de (diği rivayet edil) mistir: "Ya­hudilerden bir kadın, Rasûlullah (s.a.v) e zehirli koyun hediye etti. Ra­sûlullah, (s.a.v) kadına hiçbir ceza vermedi."

Ebû Davud dedi ki; Rasûlullah (s.a.v) i zehirle (mek iste) yen bu yahûdi kadın, Merhab'ın kız kardeşidir.[47]

 

4510... Câbir b. Abdillah (r.a) şöyle anlatırdı:

Hayberlilerden Yahudi bir kadın, ateşte kızartılmış bir koyuna zehir koydu. Sonra onu RasÛluİlah (s.a.v) e hediye etti. Rasulûlullah (s.a.v) (koyunun) kolunun (ön bacağını) aldı ve ondan yedi. Onunla birlikte as­habından bir gurup da yedi. Sonra Rasûlullah onlara: .

"Ellerinizi kaldırın   (yemeyi bırakın)" dedi. Yahudi kadına haber gönderip çağırdı ve ona:

"Bu koyuna zehir mi koydun?" diye sordu. Kadın:

"Sana kim haber verdi?" dedi. Rasûlullah (s.a.v): (elindeki) kolu göstererek:

"Şu elimdeki haber verdi" dedi.

Kadın:

"Evet"

Hz. Peygamber (s.a.v);

"Bununla ne (yapmak) istedin?" Kadın:

"Eğer Peygamberse ona zarar vermez, peygamber değilse ondan kurtuluruz dedim."[48]

Hz. Peygamber (s.a.v) kadını affetti, cezalandırmadı. (Ama) Rasûlul­lah'ın ashabından, koyundan yiyenlerden birisi öldü. Rasûlullah (s.a.v) yediği etten dolayı kürekleri arasından kan aldırdı. Ondan,   Ebû Hind boynuz ve bıçakla kan aldı. Ebû Hind, Ensardan Benû Beyâda'nın azat­lısı idi.[49]

 

4511... Ebû Seleme (r.a) den, şöyle (dediği) rivayet edilmiştir:

Hayberde, yahûdi bir kadın Rasûiullah (s.a.v) e ateşte kızartılmış bir koyun hediye etti. Râvi (yukarıdaki) Câbir hadisinin bir benzerini söyle­yip şöyle dedi: Bişr b. Berâ b. Ma'rûr el-Ensâri öldü. Bunun üzerine Ra-sûlufiah Yahûdi kadına haber gönderip (çağırdı). Ona:

"Niçin böyle birşey yaptın?" dedi.

-Ravi yine Câbir hadîsinin benzerini söyledi.-

Rasûhılİah emretti  ve kadın Öldürüldü.

(Bu hadisin) Ravî (si) kan aldırma mes'elesini anmadı.[50]

 

4512/1... Ebû Hûreyre r.a'den; şöyle demiştir: "Rasûiullah (s.a.v) hediyeyi kabul eder, sadaka yemezdi.”[51]

 

4512/2... (Ravilerden) Muhammed b. Amr; Ebû Seleme Men (diyerek)-Ebû Hureyre'yi zikretmedi- şöyle demiştir:

"Rasûiullah (s.a.v) hediyeyi kabul eder, sadaka kabul etmezdi." -Ravî (Ebû Seleme) şunları da ilâve etti: -Yahûdi bir kadm, Hayber'-de ona ateşte kızartılmış, içine zehir koyduğu bir koyun hediye etti. Rasû­iullah ve halk ondan yedüer. Rasûîullah (s.a.v): "Ellerinizi çekiniz! O bana, zehirli olduğunu haber verdi" buyurdu. Bişr b. el-Berâ b. Ma'rûr el-Ensâri öldü. Rasûlullah kadına haber gönderdi (getirtti ve ona): "Niçin böyle birşey yaptın?" dedi.

Kadın:

"Eğer sen peyganıbersen yaptığım şey sana zarar vermez. Eğer kral-san insanları senden kurtarırım (diye düşündüm)" dedi. Bunun üzerine RasûlullarTın emri ile kadın öldürüldü.

Hz. Peygamber {s.a.v) vefat ettiği hastalığı esnasında şöyle buyurdu:

"Haybcr'de yediğim lokmanın tesirini devamlı hissedip durdum. Şu an, damarlarımı[52] kestiği andır."[53]

 

4513... Ka'b b. Mâlik (r.a) in oğlu, babasından (Ka'b b. Mâlik'ten) şöyle (dediğini) rivayet etmiştir:

Mübeşşir'in annesi (Ümmii Mübeşşir), Rasûlullah (s.a.v) e, vefat et­miş olduğu hastalığı esnasında: "Hastalığına sebebin ne olduğunu zanne­diyorsun? Yâ Rasûlellah! Ben oğlum hakkında da, (hastalığına) seninle birlikte yediği zehirli koyundan başka bir ştiy sebep olduğunu zannetmi­yorum" dedi. Rasûlullah (s.a.v) de: "Bende kendim için bundan başka bir sebep bulamıyorum. Bu, benim damarlarımı kestiği zamandır" buyurdu.

Ehû Davud şöyle dedi: Abdurrezzak bu hadisi bazan Ma'mer ve Zuh-rî isnadıyla Rasûlullah'dan mürsel olarak rivayet etti. Bazan da onu Zuh-rî ve Abdurrahman b. Kâ'h b. Mâlik isnadı ile rivayet etti.

Abdurrezzak' in bildirdiğine göre; Ma'mer, hadisi kendilerine bir sefe­rinde mürsel olarak haber verip, onların da, onu öylece yazdıklarını, bir seferinde de müsned olarak rivayet ettiğini ve onların da öylece yazdık­larını söyledi. Bize göre. bunların hepsi sahihtir.

Abdurrezzak şöyle dedi: İbnü1 l-Mübârek Mamer'in yanına geldiğin­de, Ma'mer mevkuf olarak rivayet etmiş olduğu hadisleri ona müsned (yani senedlerinde kopukluk olmaksızın) olarak rivayet etti.[54]

 

4514... Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik annesi ümmii Mübeşşir'den, -Ebû Saîd b. el-A'rabî: "Böylece annesinden dedi, doğrusu babasından, o da Uuimü Mübeşşir'den demeliydi" deyip- rivayet etti ki;

O (Ümmü Mübeşşir) Rasûlullah (s.a.v) in yanına girdi... (Ravî), Mihled b. Hâlid'in hadisini Câbir'in hadisi gibi rivayet etti ve şöyle dedi: Bişr b. el-Berâ b. Ma'rûr öldü. Rasûlullah (s.a.v) Yahudi kadına haber gönder­di (getirtti) ve ona:

"Seni yaptığın bu şeye sevkeden ne?" diye sordu.

Ravi, Câbir'in hadisinin benzerini rivayet etti, ve şunu da zikretti: "Rasûlullah (s.a.v) emretti ve kadın öldürüldü." Kan aldırma mes'elesini anmadı.[55]

 

Açıklama

 

Bu babta geçen tüm rivayetler aynı hadiseye aittir.

Rivayetler birebirlerinin mütemmimi durumundadır. Onun için bu rivayetleri göz önüne alarak olayı bütünüyle ortaya koy­mak faydalı olacaktır:

Hayber savaşı esnasında bir Yahudi kadın kızarttığı bir koyuna zehir katarak Hz. Peygambere hediye etti. Peygamber (s.a.v) hayvan kolunu çok sevdiği için, o kısma fazla koydu. Rasûlullah (s.a.v) eti yemeye baş­ladı. Onunla birlikte ashabtan Bişr b. el-Berâ da yedi. Ama diğer sahabe­ler yemeden hayvanın zehirli olduğunu anladı ve onlara yememelerini tenbih etti. Ashabtan birisini gönderip, kadını çağırttı. Ona, koyuna zehir katıp katmadığımı sordu. Kadın hayrete düşüp, nasıl farkına vardığını sordu. Rasûlullah elindeki kolu göstererek: "Bana bu haber verdi, Allah cc seni benim ölümüme musallat etmez" buyurdu. Bu, Hz. Peygamber vs.a.v) in bir mûcizesidir. "Allah seni insanlardan korur" (Mâide (5), 57) ayet-i kerimesinin tezahürüdür. Allah (c.c) hem Rasûlünü zehirden korumak hem de onu l:oyunun zehirli olduğunu bildirmek suretiyle âyet-i ceiilesinin hükmünü göstermiştir.

Rasûlullah daha sonra kadına, niçin böyle bir yola tevessül ettiğini sormuş, o da: "Eğer sen peygambersen Allah seni korur, kralsan halkı senden kurtarmak istedim" karşılığını vermiştir. Peygamber efendimiz henüz ortada bir can kaybı olmadığı için, kendisi açısından intikam duy­gusuna da katılmadan kadını serbest bırakmış sahabelerin "Onu öldürme­yecek miyiz" tarzındaki sorularına: Hayır cevâbım vermiştir. Sahabeler bu soruları ile, hükmü öğrenmek arzusunun yanı sıra, kadının cezalandı­rılması yolundaki arzularını da ihsas etmiş oluyorlardı,

Fahr-i kâinat efendimiz, önce kadını serbest bırakmakla birlikte, Bişr b. Berâ adındaki sahabenin, zehirin tesiri ile ölmesi üzerine, kadını öldürt­müştür.

Hadis-i şerifin bazı rivayetlerinde, zehirin tesirinden korunmak için iki küreği arasındaki damarlardan kan aldırmıştır. Râvi Hz. Enes'in be­yânına göre, o zehirlenmenin etkisi, Rasûlullah "in ömrünün sonuna ka­dar görülmüştür. Bu etkiyi efendimizin küçük dili ve etrafındaki etlerde gördüğünü söylemektedir. Sarihlerin beyânına göre, Enes (r.a) in mak­sadı, zehirin etkisi ile Rasûlullah (s.a.v) in bazan hasta olmasıdır. Onun bu etkiyi, anılan bölgelerdeki kızartı ve şişmelerle anlamış olması da muhtemeldir.

Son iki rivayet, Peygamber efendimizin, vefatına sebep olan hastalı­ğının da bu zehirlenmenin etkisi ile olduğu kanaatinde olduğunu ifâde etmektedir.

Az önce, Bişr b. Berâ'nın ölümü üzerine, Yahudi karısının öldürüldü­ğünü söylemiştik. Bununla birlikte bu kadının öldürülüp öldürülmediği ve öldürülmüşse kimin tarafından öldürüldüğü konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür:

Vakıdî: "Bize göre sabit olan, Rasûlullah kadını öldürtmüş ve etin yakılmasını emretmiştir" der.

Beyhakî, kadının katli konusundaki rivayetlerin muhtelif olduğuna işaret etmiş ve "Enes'den rivayet edilen esahtır" demiştir. Beyhakî de­vamla, Hz, Peygamber'in önce kadını öldürmeyip, bir kişinin ölmesi üze­rine kadının Öldürülmesini emretmiş olmasının muhtemel olduğunu, râ-vilerden her birinin, şahit   okluğunu naklettiğini söyler.

Neveyî'nin, Kadı Iyaz'a nisbet ederek İbn-i Abbas'tan nakline göre. Rasûlullah efendimiz kadını Bişr'in velîlerine teslim etmiştir.

İbn Sehnûn; hadis ulemâsının, Rasûlullamn kadını öldürttüğünde icma ettiklerini söyler.

Kadı Iyaz; bütün bu görüş ve rivayetlerin arasının şöyle te'lif edile­ceğini söylemiştir: Hz. peygamber (s.a.v) önce kadını öldürtmemiş fa­kat, Bişr b. el-Berâ'nın ölümü üzerine onun velilerine teslim etmiş, onlar di kısas olarak kadını öldürmüşlerdir.

Bu hadiseye ait rivayetler arasındaki farklılıklar, birisine zehir içirerek veya yedirerek ölümüne sebep olana verilecek ceza konusunda ulemanın ihtilâfına sebep olmuştur.

İmâm Mâlik'e göre birisine zehir yedirip veya içirip de öldüren ki­şiye kısas gerekir.

İmam Şafiî'den bir rivayete göre birisinin yiyecek veya içeceğine zehir koyup onda zehir olduğunu söylemeyene kısas icabeder. Diğer bir rivaye­te göre ise kısas gerekmez. Ama zehiri zorla içirmesi halinde hem Şafiî hem de Mâlik'e göre   kısas uygulanır.

Hanefilere göre birisi başka birisine zehir verir, o da bilmeden yer ve içerse kısas ta diyet de gerekmez. Ancak hapsedilir ve tazir edilir. Ama bo­ğazına döker de içilirse, bu işi yapanın âkılesi diyet öder. Boğazına dök-meyip eline verse sonra da içmesi için ölüm tehdidi ile zorlasa yine âkile

diyet öder.

Hadis-i Şerif, gayr-i müslim birisinden hediye kabul etmenin ve eh-1-i kitabın yemeğini yemenin caiz olduğuna da delâlet etmektedir.[56]

 

7. Kölesini Öldüren Veya Onun Uzuvlarını Kesen Kişiye Kısas Uygulanır Mı?

 

4515... Semure (r.a) den, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kim kölesini   öldürürse   biz de onu öldürürüz. Kim kölesinin uzuvlarını (burnunu, kulağını...) keserse biz de onun uzuvlarını keseriz.[57]

 

4516... Katâde (r.a) den yukarıdaki hadis aynı isnâd ve metinle riva­yet edilmiştir.

Ravî (bu rivayette) şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v): "Kim kölesini iğdiş ederse (yumurtalarını çıka­rırsa) biz de onu iğdiş ederiz." buyurdu.[58]

Ravi sonra Şube ve Hammâd'ın hadisinin benzerini söyledi.

Ebû Davud der ki: Bu hadisi, Ebû Davud et-Tayâlisî Hişâm'dan Muaz in hadisi gibi rivayet etti.[59]

 

4517... Katâde'den, Şube'nin isnadı ile onun hadisinin bir benzeri ri­vayet edildi. Ravi bu rivayette şunu da ilâve etti: "Sonra Hasen (ilk ha­disin tabii râvisi olan Hasenü'1-Basrî) bu hadisi unuttu. O sebeple "hür, köle mukabilinde öldürülmez" derdi.[60]

 

4518... Bize Müslim b. İbrahim haber verdi, bize Hişâm, Katâde'den o da Hasen'den haber verdi; Hasen (ül-Basri); "Hürre köle mukabilin­de kısas   uygulanmaz' dedi.[61]

 

4519...  Amr b. Şuayb babası vasıtasıyla dedesinden,  şöyle dediğini

rivayet etmiştir:

Yardım isteyen bir adam Rasûlullah (s.a.v) e gelip:

"Onun cariyesi yâ Rasûlellah!  (efendim kendisine ait bir câriye yü­zünden bana eziyet etti, yâ Rasûlellah!)" dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Vah vah! yazık, sana ne oldu?" dedi.

Adam: "Felâket! efendisine ait bir cariyeyi gördü, o da gayrete gelip cinsel organını kesti" dedi. Rasûlullah (s.a.v):

“Bana   adamı getirin" buyurdu. Adam  arandı ama  getirilemedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

"Git sen hürsün" dedi. Adam:

"Ya Rasûlellah! bana kim yardım edecek (bana yardım kime vazi­fe)?" dedi:

Rasûlullah:

"Bütün mü'mînlere" veya "bütün müslümanlara"[62] buyurdu.[63] Ebû Davud şöyle dedi: Azâd edilenin adı Ravh b. Dinar'dır, onun cin­sel organım kesen Zinba'dır"

Yine Ebû Davud şöyle dedi: O Ravh' m babası Zinba dır. Kölenin Mevlâsı idi.[64]

 

Açıklama

 

Bu babın ilk iki hadisi kölesini amelen öldüren  veya yaralayan kişiye kısas uygulanacağına delâlet etmektedir. Hadisin tâbiûndan olan râvisi Hasenü'l-Basri'dir. 4517, 45 İ8 numaralı haberlerde ise, Hasenü'l-Basrî'nin köle mukabilinde hür-rün öldürülmeyeceğini söylediği ifâde edilmektedir. Hatta 4517 numara­lı haberde râvi, Hasenü'l-Basri'nin, bizzat rivayet ettiği hadisi unutup köle karşılığında hürrün öldürülmeyeceği fikrini savunduğunu söylemiş­tir.

Hattâbi; Hasenü'l-Basri'nin rivayet ettiği hadisi unutmayıp, bunun vücûba delâlet etmediği, İnsanların bu tür davranışlara tevessül etme­meleri için zecr tarzında vârid olduğu görüşünü benimsemiş olabileceği­ni söyler. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) bir hadiste, dördüncü veya beşinci defa içki içenin öldürülmesini emrettiği halde öldürmemiştir.

Yine Hattâbi'nin bildirdiğine göre bazı âlimler de, hadisten muradın; önceden kölesi iken azad ettiği insanı öldüren kişi olduğunu söylemek­tedirler.

Sindî de Rasûlullah'ın: "Biz de onu öldürürüz" ve "biz de onun or­ganlarını keseriz" sözünden muradın, yaptığı kötü işten dolayı onu cezalandırmak olduğunu söyler.

Bazı âlimler ise hürler ve köleler arasında kısasta eşitliğe delâlet eden hadisin mensûh olduğunu söylerler.

Bir köleyi öldüren veya yaralayan kişiye verilecek ceza; mütecavizin, kölenin sahibi olup olmamasına göre farklılık gösterir. Her iki halde de ulemâ görüşbirliği içersinde değildir. Bu konudaki değişik görüşlerin özeti şudur:

Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer (r.a), İbn Zübeyr, Hasen, Ata, Ikrime, Ömer b. Abdü'1-Aziz, İmâm Mâlik, İmâm Şafiî, Ahmed b. Han bel ve İshak'a göre köleye karşılık hürre kısas yoktur. Bu ulemânın görüşlerini nakle­den Hattâbî, kölenin kendi malı veya başkasına ait oluşu konusunda bir tafsilatta bulunmamıştır. Ancak her ikisine şamil olsa gerektir.

İbn Müseyyeb, Şâ'bî, Nehâî, Katâde, îmam-ı Âzam Ebû Hanife ve ta­lebelerine göre bir kimse başkasına ait bir köleyi amden öldürürse kısa-sen öldürülür. Yâni hürler ve köleler arasında kısas câridir. Kendi kö­lesini Öldüren kişiye ise kısas yoktur. Sûfyân Sevrî'ye göre ister kendi­sinin olsun ister başkasının, bir köleyi amden öldüren şahsa kısas uygu­lanır. Sûfyan'dan gelen diğer bir rivayete göre ise o da Ebû Hanife ve ar-daşalan ile aynı görüştedir.

Uzuvlar konusunda  ise,  kölelere  karşılık hürlere kısas uygulanmaz.Bunda ulemâ hem fikirdirler.

4519 numaralı hadisten anlaşıldığına göre Ravh b. Dinar adındaki bir köle efendisi olan Zinba'ın bir cariyesine şehvetle bakmış (İbn Mâce'de-ki rivayete göre cariyeyi öpmüş) ve cariyenin sahibi gayrete gelip köle­nin erkeklik uzvunu kesmiş, köle Hz. Peygambere gelip şikâyette bulun­muş, Rasûlullah köleye acımış, kendisine bu kötülüğü yapan adamı ça­ğırttırmış ama adam getirelememiş, bunun üzerine köleyi azâd edip eski sahibine ve başkalarına karşı onu tüm müslürnanlann koruyacağını söy­lemiştir.

Sindi'nin beyânına göre, Hz. Peygamber (s.a.v) insanların bu tür kö­tülüklere cür'et etmemeleri için köleyi azâd etmiştir. Yani bu hüküm o olaya hastır. Bazı alimler ise, kölesine böyle bir kötülük yapan herkesin aynı hükümde olduğunu yani kölenin azâd edileceğini söylerler.[65]

 

8. Kasâme İle Öldürmek

 

Kasâıne sözlükte güzel yüzlülük ve yemin manâlarına gelir. Istılahı tarifi mezheplere göre farklılık arzeder. Hanefilere göre kasâme: "Katili bilinmeyen ve üzerinde kati izleri bulunan bir maktulün bu­lunduğu yer halkından elli kişinin usulü dairesinde yemin etmeleridir."

Hanefilerin bu tarifini biraz açarsak kasâme kelimesinin manâ ve mefhumu daha iyi anlaşılacaktır.

Bir köyde, kasabada veya mahallede yahut bu meskûn mahallere ses ulaşacak bir mesafede yada birisinin mülkünde bir Ölü bulunsa ve bu ölünün üzerinde darb izi, bıçak ve kurşun yarası gibi kati alâmeti olsa ve katili bilinmese, o mahallin halkından elli kişiye; "Bu adamı ben öldür­medim ve öldüreni de bilmiyorum" diye yemin ettirilir. İşte buna kasâ­me denilir. Yemin ettikleri zaman diyeti verirler, kısastan kurtulurlar. Yemin etmeyen çıkarsa, edinceye kadar hapsedilir.

Şayet katil iddiası diyeti gerektiriyorsa ve kendilerine yemin tevcih edilenlerden bazıları yeminden kaçınırlarsa diyetin tümü yeminden ka­çanların âkılesi tarafından ödenir. Hepsi yeminden kaçınırsa katli ikrar veya yemin edinceye kadar hapsedilirler.

Burada özellikle dikkat çekmek istediğimiz nokta, kasamede yemi­nin katil zanlılarına yani maktulün bulunduğu bölge halkına yöneltilme-sidir. Diğer mezheplerde durum farklı olduğu için bu noktaya dikkat çe­kiyoruz.

Şafiî meshebinde Kasâmede yemin, maktulün bulunduğu bölge hal­kına değil, maktulün velilerine yöneltilir. Bu mezheb ıstılahında kasâme: "Maktulün velilerinin yapacakları elli yemindir" şeklinde tarif edi­lir.

Tarifi biraz açalım: Bir adam öldürülüyor ve maktulün velilerine gö­re zanlısı yada zanlıları var. Ama ellerinde onun katil olduğuna delâ­let eden beyyine yok. İşte bu durumda maktulün velisi muayyen bir şa­hıs için "bu katildir" derse kendisine (veliye) elli kez yemin ettirilir. Eğer veli birden fazla ise her birisine mirastaki hissesine göre yemin ettiri­lir. Şayet maktulün velisi durumunda olan kişi birisinin katil olduğunu iddia eder ama yemin etmekten kaçınırsa, bu kez dâvâlı durumunda ola­na elli kez yemin etmesi teklif edilir. Yemin ederse kendisinden diyet alınmaz. Ama yemin etmezse diyet verir. Katil iddiası ister amden ister hatâen olsun  farketmez,

Mâlikîlerde de yemin maktulün âkil ve baliğ olanla velilerine tevec­cüh eder. Şayet bunlar birisinin katil olduğuna ve katlin teammüden vu­ku bulduğuna elli kerre yemin ederlerse kısas, hatâen öldürdüğüne ye­min ederlerse diyet hükmedilir.

Mâlikîlere göre birisini, bilinmeyen bir adam öldürse ve bir toplu­luğun içine karışsa, maktulün velileri de herhangi bir şahsı itham et­mese o topluluktakilerin her birine kendisinin o şahsı öldürmediğine ve öldüreni de bilmediklerine dair yemin ettirilir. Yemin ederlerse bir mü­kellefiyetleri kalmaz. Yemin etmezlerse müştereken maktulün diyetini verirler. Bir kısmı yemin eder, bir kısmı yemin etmezse diyet yemin et­meyenler tarafından ödenir.

Hanbelîlerde yemin önce katilin erkek varislerine, onların yemin­den kaçınmaları halinde de dâvâlıya (müddeâ aleyhe) ettirilir.

Kasâmenin meşru kılınmasının bir takım hikmetleri vardır. Bu hik­metleri iki noktada toplamak mümkündür:

a- Maktulün bulunduğu bölge halkına yemin ettirilerek diyete iştirak ettirilmesi, onların bölgelerinin huzur ve sükûnuna çalışmalarına, orada­kilerin emniyetini temine gayret etmelerine vesile olur. Böylece sefih ve mütecavizlerin, eşkiyânın bölgelerine sızmasın?., orada üslenmesine mâ­ni olurlar.

Ayrıca "biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz" şeklindeki bir ye­min onların töhmet altında kalmamalarına, kendilerini temize çıkarmala­rına sebep olur.

b- Maktulün,  katili bilindiği zaman, kısas veya diyet yoluyla ölünün

yakınlarının acıları bir nebze dindirilmiş, gönüllerindeki alev söndürül­müş olur. Katilin bilinmemesi durumunda acıları ile başbaşa kalırlar. İş­te kasâme yoluyla maktulün velilerine diyet verilmesi veya bâzı mezhep­lere göre kısasa hükmedilmesi onları biraz da olsa rahatlatır.

Şüphesiz kasâme konusunu böyle birkaç cümlede, olduğu gibi ortaya koymak mümkün değildir. Mes'ele fıkıh kitaplarında cinayetler bölümü­nün kasâme konusunda enine boyuna açıklanmıştır. Biz burada sadece konu hakkında çok genel bir bilgi vermekle yetiniyoruz.[66]

 

4520...  Selıl b. Ebî Has'ame ve Râfi b. Hadîc (radıyallâhü anhiimâ) dan, şöyle (dedikleri) rivayet edilmiştir:

Muhayyısa b. Mes'ûd ve Abdullah b. SehJ Hayber tarafına gitmişler ve hurmalıkta biribirlerinden ayrılmışlardı. Abdullah b. Sehl öldüiül-dü. Yahudileri ilham ettiler. Kardeşi Abdurrahman b. Sehl ve amcası­nın oğullan Huveyyisa ve Mühayyisa, Rasûlullah (s.a.v) in huzuruna gel­diler. Onların küçüğü olduğu halde, kardeşinin başına gelen şey konu­sunda Abdurrahman konuştu. Rasûlullah (s.a.v) "Büyük konuşsun, bü­yük" -veya: "büyük olan başlasın"[67]-buyurdu. Bunun üzerine arkadaş­larının (amca oğullarının durumu) hakkında ikisi birden (Huveyyisa ve Mühayyisa) konuştular.   Rasûlullah (s.a.v):

"Sizden elli kişi onlardan bir adam aleyhine yemin ederse onun ipi (size) verilir" buyurdu. Onlar;

"Görmediğimiz bir şeye nasıl yemin ederiz?! (Yemin edemeyiz)" dediler.

Rasûlullah (s.a.v):

"O halde yahûdiler kendilerinden elli kişinin yemini ile size kar­şı temize çıkarlar" buyurdu.

Onlar:

"Yâ Rasûlullah! onlar kâfirdirler. (Onların yeminine nasıl güveni­lir?) dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) o maktulün diyetini kendisi verdi.

Sehl (b. Ebî Hasme) der ki:

"Birgün onların deve ağılına girdim, develerden birisi bana tekme at­tı."

Hammâd bunu veya benzerini söyledi.[68]

Ehû Davud şöyle dedi: Bu hadisi Bisr b. el- Müfaddal ve Mâlik, Yah­ya b. Said'den rivayet ettiler. Yahya bu rivayette Rasûlullah1 in söyle de­diğini söyledi:

"Etti defa yemin edip arkadaşınızın veya katilinizin kanını hak eder misiniz?" Bişr, "kant" anmadı.

Ahde, Yahya'dan, Hammâd'm dediği gibi nakletti.

Bu hadisi İbn Vyeyne, Yahya'dan rivayet etti. Rivayetine Rasûlul­lah'in şu sözü ile başladı: "Yahudiler, edecekleri elli yemin ile size karsı temize çıkarlar" Yahya "kam hak etmeyi" anmadı.

Ebû Davud, "Bu ibn Vyeyne'den bir vehmdir" der.[69]

 

4521... Sehl b. Ebi Hasme ve karninin büyüklerinden (bazı) adamlar haber verdiler ki:

Abdullah b. Sehl ve Muhayyisa başlarına gelen bir kıtlık yüzünden Hayber'e doğru yola çıktılar. Muhayyisa'ya gelinip, Abdullah b. Sehl'in öldürüldüğü ve bir kuyuya veya çukura atıldığı haber verildi.[70] Muhay­yisa Yahudilere gelip: "Vallahi onu siz öldürdünüz" dedi. Yahudiler de: "Vallahi biz öldürmedik" dediler. Bunun üzerine döndü ve kendi kav­mine geldi. Olup biteni onlara haber verdi. Sonra da kendisinden büyük olan kardeşi Huveyyisa ve Abdurrahman b. Sehl ile birlikte geldiler.

Muhayyisa -Hayberde olan o idi- konuşmak için (Rasûlullah'a) gitti. Rasûlullah (s.a.v) yaşı kasderek "büyült, büyült (büyüğünüz konuşsun)" buyurdu. Bunun üzerine, Huveyyisa konuştu, sonra Muhayyisa konuştu.

Rasûlullah (s.a.v):

"(Yahudiler) ya arkadaşınızın diyetini verirler yada (Aîlah ve Rasûlüne) harb açtıklarını bildirirler" buyurdu. Ayrıca bunu Yahudilere yazdı. Yahudiler de: "Vallahi onu biz öldürmedik" diye yazdılar.

Rasûlullah (s.a.v): Huveyyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman'a: "Ye­min eder ve arkadaşınızın kanını hak eder misiniz?" dedi.

"Hayır" dediler. Rasûlullah:

"Sizin için Yahudiler yemin etsinler irsi?" buyurdu.

"Onlar müslüman değiller" dediler. Bunun üzerine, Rasûlullah onun diyetini kendi yanından verdi. Onlara, yüz dişi deve gönderdi. O kadar ki, develer evlerine kadar sokuldu.

Ravi Sehl şöyle dedi: "O develerden kırmızı bir deve beni tepti."[71]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerif, kasâme'nin meşruiyeti konusunda delildir. Tüm İslâm ulemâsı kasâmenin meşru olu­şunda müttefik olmakla birlikte, uygulaması yönünden bazı farklı görüş­lere sahiptirler. Bu konulara girmeden evvel hadisteki şahıslar ve tâbirler üzerinde kısaca duralım:

Metinlerde görüldüğü üzere Muhayyisa b. Mes'ud ve Abdullah b. Sehl birlikte Haybere gitmişler ama yolda ayrılmışlar. Abdullah öldürülmüş ve Huveyyisa, Muhayyisa ile Abdullah'ın kardeşi Abdurrahman, Hz. Pey­gambere gelmişler, Huveyyisa ile Muhayyisa iki kardeştirler ve öldürülen Abdullah'ın amcası oğullarıdırlar. Bunlar maktulün kardeşi olan Abdurrahman'dan daha büyüktürler. Maktulün velisi olduğu için olsa gerek ki, küçük olmasına rağmen Rasûlulîah'ın huzurunda kardeşinin öldürülmesi konusunda Abdurrahman konuşmuş ama efendimiz bunu hoş karşılama­mış, edebe mugayir olduğunu ihsas ettirmiş ve "el-kübra el-kübra" demiş­tir. Bu tabir ya "Söze büyüğünüz başlasın" yahut da "büyüğünüzü öne ge­çirin" manalarına kullanılır. Zâten râvi, Rasûlulîah'ın böyle mi yoksa "li yebdei'I ekberu = büyüğünüz başlasın" mı dediği konusunda şüpheye  düşmüştür.

Hz. Peygamber {s.a.v) maktulün velilerinin konuşmalarını dinledikten sonra: "Onlardan birisinin öldürdüğüne dâir elli defa yemin ederseniz onun ipi size verilir." buyurmuştur.

"İpi verilsin" diye terceme ettiğimiz terkib "fe'l yudfe' bi rummetihi" dir. "Rumme" aslında hayvanın kaçmasın diye bağladıkları iptir. Burada murad: "Katilin boğazına bağlanıp maktulün velilerine teslim edildiği ip­tir."

Maktulün velilerinin görmedikleri bir şeye yemin edemeyeceklerini ve müslüman olmayan Yahudilerin yeminlerine itibâr etmeyeceklerini söy­lemeleri üzerine Hz. Peygamber, yüz kızıl deve vererek maktulün diyeti­ni kendisi ödemiştir.  

Müslim'in bir rivayetinde Rasûlulîah'ın bu diyeti sadaka develerinden ödediği bildirilmektedir. Ama bu, sarihlerin ilgisine konu olmuştur. Çün­kü zekât mallarının kimlere verileceği Kur'an-ı Kerim'de bildirilmiştir ve bunlar arasında faili meçhul cinayetin diyeti yoktur. Bazı âlimler; bu ifâ­denin, râvinin bir hatâsı olduğunu söylerken, bâzıları Rasûlulîah'ın bu de­veleri kendilerine zekât olarak verilen fakirlerden satın alarak diyet öde­diğini söylerler. Nevevî ikinci görüşü benimsemiştir. Rasûlulîah'ın bu de­veleri satın alırken bedelini kendi şahsî malından yada hazineden ödemiş olması mümkündür.

Hadislerde görüyoruz ki, Hz. Peygamber (s.a.v) önce maktulün velîle­rine, maktulü falan öldürdü, diye elli defa yemin etmelerini teklif etmiş, onların yeminden imtina etmeleri üzerine de, yahûdilerin (katil zanlıları­nın) yemin etmeleri halinde temize çıkacaklarım söylemiştir. Bu hal, ye­min önce maktulün velîlerine (davacılara), onların yeminden kaçınmaları halinde katil zanlılarına (dâvâlılara) teklif edilir, diyen Mâliki, Şafiî ve Hanbelilerin görüşüne delildir. Mukaddimede de işaret ettiğimiz gibi Ha-nefilere göre ise yemine dâvâlıdan başlanılır. Hanefiler Kasâme konusu­nu da diğer dâvalarla bir tutmuşlar ve "Beyyine getirmek mâddeiye, (dâvâcıya), yemin de inkâr edene (dâvâlıya) vazifedir" hadisi ile istidlal et­mişlerdir. Ayrıca, üzerinde durduğumuz hâdise de, Saîd b. Müseyyeb'in, "Rasûlullah (s.a.v) yemin ettirmeye Yahudilerden başladı. Çünkü maktul onların arasında bulundu" dediği tarzındaki rivayete dayanırlarlar.[72]

Daha önce, Hanefi ve Şâfiîİere göre Kasâme yoluyla kısasın sabit ol­madığını, Mâlikilere göre ise dâvanın amden öldürme şeklinde olması ha­linde kısasın sabit olacağını söylemiştik. Bu hadislerdeki, "Eğer siz elli kere yemin ederseniz onun ipi teslim edilir" cümlesi Mâl ikiler için de­lildir. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi buradaki ipten murad, katilin boynuna bağlanıp maktulün velilerine teslim edildiği iptir. Ama diğer ule­mâ bundan maksadın, onların diyet ödemeleri için teslim edilmeleri oldu­ğunu söylemişlerdir.[73]

 

Bazı  Hükümler

 

Hattâbi bu hadislerden birçok hüküm istinbat  etmiş ve  bunları  sıralamıştır.Şimdi de özet olarak bu hükümleri verelim:

1. Had istemede vekâlet caizdir,

2. Hazır olan birisine vekil olmak caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) maktulün kardeşi dururken, daha büyük olduğu için amcasının oğ­lunu konuşturmuştur.

3. Kasâmedeki dâva diğer davalara benzemez. Diğer dâvalarda önce dâvâlıya yemin ettirildiği halde, kasâmede davacıya yemin ettirilir. Bu konu üzerindeki müctehidlerin ihtilâl've görüşleri yukarıda verilmiştir.

4. Dâvâlılar, maktulü kendilerinin öldürmediklerine yemin ederlerse kısastan kurtulurlar.

Hadis-i Şerifteki: "Yahudiler kendilerinden elli kişinin yemini ile si­ze karşı ibra olsunlar mı? (temize çıksınlar mı?)" sözünün şu manâlara ih­timâli vardır:

a. Size karşı, dâvanızdan temize çıksınlar mı?

b. Onlar yemin ederek, sizi yeminden kurtarsınlar mı? Yâni onlar ye­min ederlerse dâva biter, siz de yemin etmekten kurtulursunuz.

5. Müslüman ile zimmî arasındaki hüküm iki müslüman arasındaki hü­küm gibidir.

6. Bir mtisliimanın, başka bir müslüman aleyhindeki yeminine itibar edildiği gibi, gayr-i müslimin müslüman aleyhindeki yeninine de itibar edilir. İmâm Mâlik, dinlen i lmeyeceği görüşündedir.

7. Kasâme ile kısas sabit olur. Hadisteki "Onun ipi verilir" ve "arka­daşınızın kanını hak edersiniz" cümleleri buna delâlet eder. İmâm Mâlik, Ahmed b. Hanbcl. ve Ebû Sevr bu görüştedir. Aynı görüş tbn Zübeyr ve Ömer b. Abdil-Aziz'den de rivayet edilmiştir.

İmam-ı Azam Ebû Hanife ve talebeleri, İmâm Şafiî, Sufyân-ı Sevil ve İshak b. Râheveyh'e göre kasâme ile kısas sabit olmaz. Bu görüş, İbn Ab-bas, Hasentri-Basıi ve İbrahim en-Nehâî'den de menkuldür. Bu âlimlerin yukarıdaki ilk cümleyi anlayış biçimleri az önce geçmişti. İkinci cümleyi -arkadaşınızın kanını hak edersiniz- de "arkadaşınızın diyetini hakedersiniz" şeklinde tevil ederler. Çünkü diyet, kan sebebiyle alınır. Nitekim bu cümle başka tanklarla "Ya arkadaşınızın diyetini alırsınız yada harbi ha­ber verin" şeklinde rivayet edilmiştir. Bu rivayet, bu tevilin sahih olduğu­nu gösterir.

Hattâbî'nin hadislerden istifâde ile sıraladığı hükümler bunlar. Yine Hattâbî, Rasûlullah (s.a.v) m, maktulün diyetini kendisinin ödemesini de şöyle izah etmektedir:

"Rasûlullah'in, diyeti kendisinin vermesi" yahûdilerle yapmış olduğu muahededen dolayı olsa gerek. Efendimiz, bir yönden o ahdi bozmayı is­temedi, diğer taraftan da maktulün kanının heder olmasını istemedi. O yüzden diyeti kendisi Ödedi."

Hayli uzunca ele alınmış olan kasâme konusundaki ihtilâfları, Bidaye-tü'1-Müctehid'ten özetle aktarıp konuyu bitirmek istiyoruz:

Ulemânın kasâme konusundaki ihtilâfları dört noktada toplanmaktadır. Bunlar:

a- Kasâme ile hükmetmenin cevazı konusu: Cumhuru ulemaya göre caizdir. Dört mezhep bu görüştedir. Bâzı alimlere göre ise, bir kimseye mevhum bir konuda yemin ettirilmez.

b- Kasâme yoluyla sabit olan cezada ihtilâf edilmiştir. İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre amden öldürme iddiasında kısas, hatâen öldür­me iddiasında ise diyet gerekir.

İmam Şafiî ve Hanefılere göre her iki halde de diyet gerekir. Bâzı Kû-felilere göre sadece dâvadan kurtulur.

c-Yemine davacıdan mı yoksa dâvâlıdan mı başlanacağı konusu ihti­laflıdır. İmâm Şafiî, Ahmed ve Davud'u Zâhirî'ye göre davacıdan başla­nır. Küfe (Hanefilerj, Basra ve Medine ulemâsına göre dâvâlıdan başla­nır.

d- Kasâme için, maktulün üzerinde Hanefi, Şafiî, Mâliki ve Hanbelîle-re göre bir alâmet bulunması gerekir. Birisinin sâdece ölü olarak bulun­ması kifayet etmez. Bu alâmete "levs" denilir. İbn Rüşd'ün ifâdesine gö­re bazı tâbiûn uleması böyle bir alâmeti şart koşmamaktadırlar.

Mâlikilere göre bir kişinin şahitliği levs yerine geçer. İmâm Şafiî'ye göre de, başkaları ile irtibatı olmayan bir topluluğun bulunduğu mahalle­de bir maktul bulunsa veya maktul ile, bulunduğu mahalle sakinleri ara­sında düşmanlık bulunsa bu da levs sayılır ve kasâme uygulanır.[74]

 

4522...  Amr b. Şuayb (r.a) den rivayet edildi ki:

Rasûlullah (s.a.v) Liyyetu'l-Bahrâ kenarındaki Bahratu'r-Ruğa (deni­len yer) de Benî Nasr b. Mâlik'ten bir adamı kasâme yoluyla öldürdü.

Râvî: "katil de maktulde onlardan (beni Nasr b. Mâîik'ten) idi" der.

Bu, Mahmûd'ıın lâfzıdır. "Liyye kenarındaki Bahra" sözünü sâdece Mahmûd zikretti.[75]

 

Açıklama

 

Bu hadiste, Hz. Peygamber (s.a.v) in bir şahsı kasâme yoluyla öldürdüğü rivayet edilmektedir. Metinde görüldüğü gibi olay, Bahra vadisi kenarındaki, Bahrâtü'r-Ruğâ denilen yerde olmuştur. Önce bu yerler hakkında kısaca bilgi verelim.

Bahratu'r-Ruğa: Kâmus'taki bilgiye göre burası Tâif vadisinde bir yerin ismidir. Rasûlullah (s.a.v) orada bir mescid inşâ ettirmiştir.

Hattâbi; "Ruğâ" nın bir yer ismi olduğunu "Bahra" nın da memleket, belde mânasına geldiğini söyler '

"Liyye" kelimesi de vadi manasındadır. Burası "Sakif diyarında bir va­di" veya "Tâif te bir dağ" dır. Bu dağın yüksek kısımları Sakîf e, etekle­ri de Nasr b. Muâviye'ye aitti.

Müstakil olarak "Bahra" kelimesinin bir kaç manâsı vardır. Bunlar: Çukur yer, büyük bahçe, su kaynağı, Bahreyn'de bir köy, içersinde su akan ve temiz tatlı suyu bulunan her köy ve Rasûlullah (s.a.v) in şehridir.

Kelimelerin ihtiva ettiği bu değişik mânalardan dolayı tâbirleri terceme etmeden aynen almayı ve izahı açıklama kısmına bırakmayı uygun bulduk.

Bezlü'İ-Mechûd müellifi İbn İshak'tan naklen bu olayla, Rasûlullah (s.a.v) in Huneyn gazasından sonra Taife yürüdüğü esnada, Benû Huzeyl'den bir adamı öldüren, Benû Leys'îi şahsa kısas uygulaması (bk. ha­dis 4503) arasında ilgi kurar. Ancak bu olaylar arasında bir irtibat olmasa gerek. Çünkü o olayda katil bellidir, kasâmeye ihtiyaç yoktur.

Bu rivayet, kasâme yoluyla sabit olan katili öldürmenin meşru olduğu­na delâlet eder. Daha önce de geçtiği gibi bu, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebleridir. Ancak Münzirî'nin bildirdiğine göre hadis mu'daldır. Ulemâ, Amr b. Şuayb'ın hadisi ile ihticâcın caiz olup olmadı­ğında da ihtilâf etmiştir.[76]

 

9. Kasâme İle Kısası Terketmek

 

4523... Beşir b. Yesâr'dan; O, Ensar'dan adının Sehl b. Ebî Has'ame olduğunu zannetiği bir adamın kendisine şöyle haber verdiğini söyledi:

Kavminden (Sehl b. Has'ame'nin) bir gurup Hayber'e gitmişlerdi. Orada birbirlerinden ayrıldılar. Bilâhere içlerinden birisini öldürülmüş olarak buldular. Arkadaşlarını yanlarında buldukları kavme; "Arkadaşımızı siz öldürdünüz" dediler. Onlar: "Onu biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz" dediler. Bunun üzerine Rasûluilah (s.a.v) e gittik. Rasûlullah (s.a.v) onlara:

"Bunu kimin öldürdüğüne dâir bana beyyine getirebilir misi­niz?" dedi. Onlar:

“Bizde beyyine yok" dediler. Rasûlullah (s.a.v):

"(Yahudiler) sizin için yemin etsinler mi?" Maktulün velileri:

"Yahudilerin yeminine razı olmayız" dediler.

Allah Rasûlü, maktulün kanını heder etmeyi hoş görmedi ve sadaka (zekât) develerinden yüz tanesi ile onun diyetini verdi.[77]

 

Açıklama

 

Bu Hadis-i Şerif, daha önce geçen 4520 ve 4521  numaralı hadislerde geçen olayın aynısından bahsetmektedir. Ancak bir farkı, o hadislerde ve bundan sonra gelecek olan-larda Hz. Peygamber (s.a.v) in diyeti kendi malından ödediği bildirildiği halde, bu rivayette sadaka (zekât) develerinden ödediği beyân edilmekte­dir. O hadisleri izah ederken; Rasûluilah'ın zekât develerini, kendilerine tevzi edilen fakirlerden satın alarak diyeti ödemiş olmasının muhtemel ol­duğunu söylemiştik. İbnü'l-Kayyim, bu ihtimâle Rasûlullah'ın diyet ola­rak verdiği develeri, zekât develerinden ödünç almış olması ihtimâlini de ekler.[78]

 

4524... Rafı' b. Hadîc (r.a) den; şöyle demiştir:

Ensârdan bir adam, Hayber'de öldürülmüş olarak bulundu. Maktulün velileri, Rasûlullah (s.a.v) e gittiler ve olayı kendisine anlattılar. Rasûiullah (s.a.v):

"Arkadaşınızın öldürüldüğüne sahicilik edecek iki şahidiniz var mı?" diye sordu. Onlar;

"Ya Rasûlellah! Orada mü si umanlardan kimse yoktu. Onlar yahûdi; bundan daha büyük şeylere cüret ederler" cevâbını verdiler.

Rasûlullah (s.a.v):

"Onlardan (yahudilerden) elli kişi seçip yemin ettiriniz" buyurdu. Maktulün velileri buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Hz, Peygamber (s.a.v) kendi yanından, maktulün diyetini ödedi.[79]

 

Açıklama

 

Ölü olarak bulunan zât daha önceki rivayetlerde geçtiği üzere Abdullah b. Sehl'dir. Maktulün velîleri,  Hz. Peygambere gelip Yahudileri şikâyet ettikleri zaman, "'Onlar bundan daha büyük şeyler yaparlar" demişlerdir. Bundan maksutları: "Şayet onlar cezâlandırılmazlarsa nifak, hile. Rasûlullah'a karşı tuzak, peygamberleri öldürmek (v.s) gibi daha büyük kötülükleri ya­parlar" demek istemişlerdir.

Bu rivayet, kasâmede yemine önce dâvâlılardan başlanır, diyenler için delildir.[80]

 

4525... Abdurrahman b. Büceyd (r.a) den; Muhammed b. İbrahim; "Vallahi Sehi (b. Has'ame) hadiste vehme kapıldı" dedi.

Şüphesiz Rasûlullah (s.a.v) Yahudilere:

"Aranızda öldürülmüş birisi bulundu, onun diyetini veriniz" diye yazdı. Onlar da; elli kez: "Onu biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz" diye Allah'a yemin ederek (cevap) yazdılar.

Râvî der ki: Rasûlullah (s.a.v) kendi yanından yüz deve ile maktulün diyetini verdi.[81]

 

Açıklama

 

Bu hadisin râvilerinden Muhammed b. îbrâhim, 4520 4521 ile 4523 nolu hadislerin râvisi Sehı b. Ebî Has'ame'nin, rivayet ettiği hadiste vehme düştüğünü söyler. İşaret edilen rivayetlerden birisinde (4523) diğerlerinden farklı olarak Hz. Pey­gamber (s.a.v) in, maktulün diyetini zekât develerinden ödediği bildiril­mektedir. Diğer rivayetlerde ise efendimizin diyeti, kendi malından öde­diği bildirilmektedir.

İmam Şafiî ise Sehl hadisini üzerinde durduğumuz bu hadise tercih et­miş ve bunun sebebini şöyle açıklamıştır:

"Birisi bana, İbn Buceyd hadisini niçin almıyorsun diye sordu. Şu ce­vâbı verdim: İbn Buceyd'in, Rasûlullah'tan hadis işitip işitmediğini bil­miyorum. Eğer işitmemişse onun rivayeti mürseldir. Biz de, mürsel ile amel etmiyoruz. Halbuki sen biliyorsun ki Sehl, Rasûlullahla birlikte bu­lunmuş ve ondan hadis işitmiştir...1'

İbn Hacer Isâbe'de, Abdurrahman b. Buceyd'in terceme-i halini verir­ken, Ebûbekir b. Ebî Davud'un onun için "sahabe" dediğini söyler. îbn Ebî Hâtem de, İbn Buceyd'in hem Rasûlullah'tan hem de dedesinden ha­dis rivayet ettiğini bildirmiştir. İbn Hıbban ise, onun için sahâbi denildi­ğini söyledi, daha sonra da gerçekte tabiilerin güvenilirlerinden olduğunu zikreder. Beğavî de "onun sahabi mi yoksa,tabiî mi olduğunu bilmiyo­rum" demektedir. Ebû Amr "Rasûlullah'a yetişti ama zannımca ondan ha­dis duymadı. Sahâbi oluşu tartışmalıdır. Ancak, hadis rivayet etmiştir. Ulemâdan bâzıları onun hadisinin mürsel olduğunu söyler..." der.

Ayrıca bu rivayette diğerlerinden farklı olarak Yahudilerin elli kez ye­min ettikleri bildirilmektedir. Ancak bu tür yeminlere itibar edilmez. Çün­kü yemin kaza meclisinde olur.[82]

 

4526... Ebû Seleme b. Abdurrahman ile Süleyman b. Yesâr, Ensâr'dan bazı zâtlardan şöyle (dediklerini) rivayet ettiler:

Rasûlullah (s.a.v) Yahudilere, onlardan başlayarak şöyle dedi: "Sizden elli erkek yemin etsin." Yahudiler buna yanaşmadılar. O za­man Ensâra: "Hakkınızı (yemin ederek) kazanınız (arkadaşınızın kanını hak ediniz)" dedi. Onlar da: "Görmediğimiz şeye yemin mi edelim? Ya Rasûlellah!" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah Yahudiler aleyhine diye­te hükmetti. Çünkü maktul onların arasında bulunmuştu.[83]

 

Açıklama

 

Bu Hadis-i Şerifte diğerlerinden farklı olarak, Rasûlullah (s.a.v) in, maktulün diyetini Yahudiler­den aldığı bildirilmektedir. Halbuki, daha önceki rivayetlerin birisinde ze­kât develerinden, diğerlerinde de kendi yanından verdiği geçmişti. Zekât devesinden verdiği yolundaki rivayetin te'vili daha önce geçti. Şimdi de Yahudilerden aldığını bildiren bu rivayetin diğerleri ile nasıl uyuşturula-bileceğine bakalım; konu, sarihler tarafından pek ele alınmamıştır. Bezlü'1-Mechûd müellifi bu noktaya dikkat çektikten sonra, Muhammed Yahya'nın konuya eğildiğini ve tatminkâr açıklamada bulunduğunu söy­ler.      

Muhammed Yahya şöyle der:

"Beyyine olmadığı için, Yahudiler aleyhine bir şey sabit olmamıştır. Ancak onlar, yemine hazır idiler. Fakat maktulün velileri onların yemini­ni kabul etmediler. Bu da onların hakkıdır. Velilerin düşürmesi ile, Yahu­dilerin yemini de düşmüş oldu. Ancak, Yahudiler, hâdise daha fazla malı gerektirir endişesiyle bir miktar mal hazırlamışlardı. Maktul aralarında bulunduğu için iddianın sübutundan korkarak hazırladıkları malı teslim ettiler. Rasûlullah (s.a.v) de, onlar aleyhindeki iddia sabit olmasa bile, ka­til onlar arasında bulunduğu için onlardan malı kabul etti..."

Muhammed Yahya bundan sonra, diyetin, Yahudilerin verdiklerine Rasûlullah'ın ilâvesi ile ikmâl edildiğini, diyetin Yahudilerden alındığını inkâr edenlerin tamâmını kastettiklerini, kabul edenlerin de bir kısmını al­dığını kastettiklerini söylerler. O zaman Hayber henüz fethedilmemişti. Müslümanlarla aralarında muahede vardı. Hz. Peygamber, muahedenin devamında maslahat görüyordu. Diyeti onların tamamına yüklediği tak­dirde ahdi bozmalarından endişe ediyordu. Onun için diyetin kalan kısmı­nı ödedi.

Bundan önceki hadiste, Yahudilerin Rasûlullah'a mektup yazarak elli kerre yemin ettiklerini okumuştuk. Halbuki diğer rivayetlerde Yahudilere yemin ettirilmediği ifâde edilmektedir. Bu çelişkiyi de Muhammed Yanya şöyle izâle etmektedir:

Yahudilerin yemin ettiğini bildiren rivayete göre, onlar mektup yaza­rak yemin etmişlerdir. Oysa yeminin muteber olması için hakim huzurun­da edilmiş olması gerekir. Yahudilerin yemin etmediğini rivayet eden râ-vîler, kuralına uygun olarak yemin etmediklerini kasdetmişlerdir. Yemin ettiklerini söyleyenler de mektupla ettikleri yemini yemin kabul etmişler­dir.[84]

 

10. Katile Kısas Uygulanır[85]

 

4527... Enes b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir: Kafası iki taş arasında ezilmiş bir câriye bulundu. Kendisine:

"Bunu sana kim yaptı? Falan mı, falan mı?" diye soruldu. (Bu) bir Yahûdinin ismi söyleninceye kadar (sürdü), (f ahûdinin ismi anılınca) ba­şı ile (evet diye) işaret etti. Yahudi yakalandı ve suçunu itiraf etti. Rasûlullah (s.a.v) yahûdinin başının da taşla ezilmesini emretti.[86]

 

4528... Enes (r.a) den; (şöyle dediği) rivayet edilmiştir;

Bir Yahudi, ensârdan bir cariyeyi ondaki bir zinetten dolayı Öldürdü; sonra bir kuyuya attı. Kadının başını taşla ezmişti. Yahudi yakalandı ve Rasûlullah'a getirildi. Rasûlullah adamın ölünceye kadar taşlanmasını emretti ve ölünceye kadar taşlandı.[87]

Ehû Davud şöyle der:

Bu hadisi, İbn Cûreyc de Eyyûb'dan buna benzer şekilde rivayet etti.[88]

 

4529... Enes (r.a) den; (şöyle dediği) rivayet edilmiştir: Bir Yahudi üzerinde zinet bulunan bir câriye'nin başını taşla ezdi. Ra­sûlullah (s.â.v) câriye ölmek üzere iken yanına girdi.

Ona:

"Seni kim öldürdü? Falan mı öldürdü?" diye sordu. Kadın başı ile "hayır" diye işaret etti. Rasûlullah tekrar:

"Falan mı öldürdü?" dedi.

Kadın bu sefer başı ile "evet" diye işaret etti. Bunun üzerine, Rasûlul­lah (s.a.v) emretti ve katilin başı iki taş arasında ezildi.[89]

 

Açıklama

 

 Hadisin Buhâri ve Müslim'deki rivayetlerinde de öldürüldüğü bildirilen kadın, "Câriye" kelimesi ile ifâdelendirilmiştir. İbn Mâce'nin bir rivayetinde ise mutlak olarak "ka­dın" denilmektedir. Kadın köleye "cariye" denildiği gibi, küçük kıza da câriye denilir. Yahûdinin kadını bir zinet eşyasından dolayı öldürdüğü ve o zamanın şartlarında kölelerin zinet takınmasının güçlüğü göz Önüne alı­nırsa, öldürülenin bir kız yada hür bir kadın olması ihtimalden uzak olmaz kanaatindeyiz.

Bu babdaki üç hadis de Enes b. Mâlik (r.a) den rivayet edilmiştir. Bun­lardan birincisini Enes'den nakleden Katâde, ikincisini nakleden Ebû Kilâbe üçüncüsünü nakleden de Hişâm b. Zeydân'dır. Bu rivayetlerden iki­sinde (4527 ve 4529) Hz. Peygamber (s.a.v) in, katil olan yahûdiyi kendi­sinin yaptığına kısas olarak kafasını iki taş arasında ezdirerek öldürttüğü, birisinde ise (4528) recmle öldürttüğü ifâde edilmektedir. Bu hal, hadis­ler arasında çelişki izlenimini vermekte ise de sarihlerin yaptıkları tevil­ler bu izlenimi izâle etmektedir. Azîmâbâdi, bu hadislerin arasını şu şekil­lerde te'lif etmektedir:

1- Hadislerde geçen "razh, raz = iki taş arasında ezmek" ve "recm= taşlamak" aynı manâdadır. Çünkü hepsi taşla öldürmek demektir. Sadece, Katâde adama nasıl taş vurulduğunu açıklamış, Ebû Kılâbe ise açıklama­mıştır.

2- Bir adamın kafası bir taşın üzerinde iken ona taş atmak veya üstten taş vurmak da recmdir. Çünkü recmin çeşitleri vardır. Dolayısıyla her iki tâbir de aynı manâyı ifâde eder.

3- Adamın başı önce taşla ezilip kuyuya atılmış, sonra da taşlanmış olabilir.

Hadisin babtaki ilk rivayetinde yahûdinin, kadını öldürdüğünü itiraf et­tiği görülmektedir. Buhârî'nin vesâya'daki rivayetinde de aynı şekilde yahûdinin itirafı söz konusu edilmemiştir. Bu durum, hadis üzerinde bir takım farklı yorumlara sebep olmuştur.

Bâzı âlimler, hâdisenin İslâmm ilk dönemlerinde vuku bulduğunu, o zamanlar öldürülen kişinin ölmeden önceki verdiği habere itibar edilirken bilâhere neshedildiğini söylerler. Yahûdinin itirafının sâdece Katâdenin rivayetinde bulunduğunu söyleyerek dâvalarını te'yid ederler.

Ulemânın çoğunluğu ise Katâde vasıtasıyla gelen rivayeti esas alarak, Hz. Peygamber'in yahûdiyi maktulün iddiası ile değil, kendisinin itirafı ile öldürdüğünü söylerler. İtirafın Katâde'nin dışındaki râviler tarafından anılmamasını, onun olmaması yüzünden değil, bir kimseye mâli ve bede­ni bir cezanın beyyine olmadan verilemeyeceğinin herkes tarafından bili­nir olmasından kaynaklandığını söylerler. Hattâbi, bu izahı getirenlerden­dir.[90]

 

Bazı Hükümler

 

Bu babdaki hadisler hüküm bakımından oldukça zengindir. Şimdi de bu konulara göz atalım:

1- Kadına mukabil kısas olarak erkeğin öldürülmesi caizdir. Hasenu'l-Basri ve Atâ b. Ebî Rabah'ın dışındaki ulemânın görüşü de bu istikâmet­tedir.

2- Kısas yapılırken, katile, maktule yaptığının aynısı tatbik edilir. Yâ­ni katil, maktulü ne ile ve ne şekilde öldürürse kendisi de o şekilde öldü­rülür. İmâm Mâlik, İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Şâ'bî ve Ömer b. Ab-dil-Aziz bu görüştedir.

İmam Âzam Ebû Hanife, talebeleri Ebû Yûsuf ve Muhammed ile Süfyân-ı Sevrî'ye göre katil ancak kılıç gibi keskin bir âletle öldürülür. Baş­ka bir yolla kısas uygulanmaz. Bunlar: Tahâvî'nin rivayet ettiği; "Kısas ancak kılınçla olur" hadisine dayanmaktadırlar. Bu rivayetin Ebû Davud et-Tayâlisi tarafından yapılan rivayeti de; "Kısas ancak demirle olur"

şeklindedir.

Ayrıca bu görüş sahipleri, silah dışında bir yolla öldürmeyi müsle (iş­kence) olarak değerlendirmektedirler. Hattâbi'nin bildirdiğine göre; Al­lah'ın azâbettiği şekilde azabı nehyeden hadis de bu görüş lehine delildir. Çünkü eğer katil, maktulü öldürdüğü şekilde öldürülectK olsaydı, birisini yakarak öldürenin de yakılarak öldürülmesi icâbederdi. Oysa yakarak ce­zalandırmak Allah Teâlaya aittir. Diğer görüşe mensup ulemâya göre ise yeri geldiğinde yakarak cezalandırmak da caizdir.

Hanefiler, bu hadislerle amel etmezken, hadisle]e bakış açılarını şu şe­killerde ortaya koymuşlardır:

a- Katile, öldürdüğünün aynı ile mukabele etmek İslâmın ilk devirle­rinde idi. Sonradan neshedildi.

b- Yahudi öldürüldüğü zaman müsle müban idi, sonradan neshedildi.

c- Hz. Peygamber (s.a.v) in Yahûdiyi Allah hakkı olarak öldürmüş ol­ması muhtemeldir. Böyle durumlarda öldürülen âlet önemli değildir.

3- Suçlunun İkrârj ile de kısası gerektiren suçlar sabit olur. Çünkü esah görülen görüşe göre Hz. Peygamber Yahûdiyi kendi ikrarı sebebiyle ce­zalandırmıştır.

4- Bir müslümanı öldüren gayr-t müslime kısas tatbik edilir.[91]

 

11. Kâfiri Öldüren Müslümana Kısâs Uygulanır Mı?

 

4530... Kays b. Ubâd (r.a) den[92]; şöyle de (diği rivayet edil) mistir:

Esterle[93] birlikte Hz. Ali (r.a) nin yanına gidip:

"Rasûlullah (s.a.v) tüm insanlara vasiyet etmediği bir şeyi sana tavsi­ye etti mi? dedik. Ali (r.a):

"Hayır, ancak benim şu kitabımdaki müstesna..." dedi.

Müsedded; "bir kitap çıkardı" dedi. Ahmed ise; "kılıcının torbasından bir kitap çıkardı" dedi.[94] O mektupta şunlar vardı:

Müslümanların kanları eşittir. Başkalarına karşı onlar tek bir el gibidirler. En alt seviyedekînden de olsa, emânlarım tanırlar. Habe­riniz olsun! Bir mü'min bir kâfire karşılık ve ahd sahibi (bir gayr-i müslim de) ahdi esnasında, kâfire karşılık (kısas yoluyla) öldürülmez. Bir kimse bir şey ihdas ederse (bir cinayet işlerse) cezası sadece kendi-sinedir. Her kim birşey ihdas eder veya ihdas edeni (caniyi) barındırırsa Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun.[95]

Müsedded, ibn Ebî Arûbe'den (naklen) "bir kitap çıkardı" dedi.[96]

 

4531...  Amr b. Şuayb, babası vâsıtasıyle dedesinden, şöyle rivayet et­miştir:

Rasûlullah (s.a.v) buyurdu, deyip yukarıdaki Hz. Ali hadisinin benze­rini zikretti.

Amr, rivayetinde şunları da ilâve etti:

"Onların (müslümanlann) en alt seviyesindeki kişi hepsi adına eman verebilir, en güçlüleri (aldığı ganimetten) zayıflarına da verir, sa­vaşa giren mücâhitler, katılmayan askerlere de (ganimet) verirler.”[97]

 

Açıklama

 

Bu babdaki hadislerden ikincisi, birincisi ile hemen  hemen aynıdır. Ancak onda metinde zikredilen bazı ilâveler vardır. Onun için ikisini birlikte izah etmeyi uygun bulduk.

Birinci (4530 no'lu) hadisin Buhârî, İbn Mâce ve Tirmizi'deki rivayet­leri, Ebû Cuhfe'den gelmektedir. Bu kitaplardaki rivayetin, Ebû Davud'daki ile benzerliği sâdece Hz. Ali'ye sorulan soru ve Hz. Ali'nin ce­vâbının; "bir müslümamn, kâfire karşılık öldürülemeyeceğini" bildiren  kısmıdır.

İkinci hadisin (4531) İbn Mâce'deki rivayeti de Amr b. Şuayb'ın ba­bası ve dedesindendir. Ancak oradaki ifâdelerde de bazı farklar vardır. İbn Mâce'deki rivayette, Ebû Davud'un rivayetinde atıfta bulunulan, Hz. Ali'nin hadisine benzeyen kısma işaret edilmemiştir.

Hadisin diğer kitaplardaki rivayetlerle ilgili bu tesbitten sonra, hadiste izaha ihtiyaç duyduğumuz nokta ve ahkâma geçebiliriz. İzahımızı, anla­şılması daha kolay olması için maddeleştirerek sunmak istiyoruz:

1- Hz. Ali (r.a); Kays b. Ubâd ve Eşter'in, "Rasûlullah (s.a.v) diğer müslümanlara tavsiye etmediği bir şeyi sana vasiyet etti mi, öğretti mi?" tarzındaki sorularına, "Hayır, ama şu kitabımdakiler hariç" cevâbını ver­miştir. Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ali kitabım -maksat: üze­rinde bazı şeyler yazılı olan bir kağıt parçası veya başka bir yazı malze­mesidir- kılınç torbasından çıkarmıştır. Kılınç torbası dediğimiz şey; de­riden yapılan, yolculuk esnasında kılınan kını ile birlikte içine konuldu­ğu bir dağarcıktır.

Kays b. Ubâde ve Eşter'in Hz. Ali'ye böyle bir soru yöneltmelerinin sebebi şu olsa gerektir: Bâzı şiîler, Hz. Ali'de, Hz. Peygamber (s.a.v) in başkalarına duyurmayıp özellikle ona söylediği bazı sırlar ve bilgilerin mevcut olduğunu iddia ediyorlar ve bununla hasımlarını ilzam etmek is­tiyorlardı. Anılan zatlar, bu iddianın doğruluk derecesini öğrenmek maksadı ve içlerindeki merak sâikasıyla bu sorulan yöneltmişlerdi.

Hz. Ali (r.a) da verdiği cevapta işaret edilen iddiaları reddetmiş, halkın elindeki Kur'an'dan başka kendi yanında da birşey olmadığını, Rasûlullah'ın risâlet ve tebliğinin umûmi olduğunu ihsas etmiş ve metinde anılan birkaç noktayı haber vermiştir. Hz. Ali'nin haber verdiği bu noktalar sır olmadığı gibi, siyâsi mâhiyet arzeden ve hasımlarını ilzama yönelik olan şeyler de değildir,

2- "Müslümanların kanlan eşittir" ifadesine gelince Şerhu's-Sün-ne'deki izaha göre bundan maksat, kısas ve diyet konusundaki eşitliktir. Yâni en üst makamdaki bir müslüman ile en alt seviyedeki bir müslüman, erkekle kadın, yetişkinle çocuk, âlimle câhil yaşama hakkı itibariyle eşit­tir. Dolayısıyla katil ve maktul bunlardan hangisi olursa olsun kısas yada diyet uygulanır. Meselâ en üst seviyedeki birisi, en aciz bir müslümanı öl­dürse cezası ne ise (kısas veya diyet) mevki ve varlığına bakılmaksızın cezalandırılır.

İslâmın koyduğu bu eşitlik, eşine ender rastlanan bir adalet örneğidir.

3- n"Mü'minler, başkalarına karşı tek bir el gibidirler." Yani düş­manlarına karşı biribirleri ile yardımlaşırlar. Aralarına düşmanlık ve ayrı­lık girmez. Karşılarındaki hangi millet, hangi* din mensubu olursa olsun müslümanlar tek bir yürek, tek bir el gibi davranırlar.

Şüphesiz bu, Rasûlullah'ın istediği, gerçek mü'min'in özelliğidir. Bu günkü değişik ideolojilere kapılan, gayr-i müslimlerin peşinde koşarken nerede ise biri birlerinin kanını içecek duruma gelen müslümanların duru­muna bakınca İslâm'a ne ölçüde yakın olduklarını anlamak hiç de güç değil.

4- "En alt seviyedekinden de olsa enıanlarını tanırlar." Aslında, İs-lâmda sınıflar ve sınıfçılık yoktur. Değişik mertebedeki insanların biribir-lerine karşı bir önceliği, bir üstünlüğü yoktur. Ancak bir devlet başkanı ile, ücra bir köydeki koyun çobanı (hukuk karşısında eşit olmakla birlik­te) aynı seviyede sayılmaz. İşte bu cümledeki alt seviyedeki insandan maksat budur. Buna göre; demek oluyor ki; meselâ bir koyun çobanı, memlekete gelen bir yabancıya emân verse, bu emân tüm müslümanlan bağlar. Emân verilen kişi İslâm ülkesinde can ve mal emniyetine kavuş­muş olur.

Tabi devrimizde şartlar değişmiş, memlekete gelecek yabancılara izin verme yetkisi devletlerin insiyatifine tahsis edilmiştir. Suudi Arabistan ve Pakistan gibi İslâmî esaslar çerçevesinde idare edildikleri Anayasalarında ifade edilen ülkelerde de durum farklı değildir.

5- "Bir müslüman bir kâfire karşılık, and sahibi bir gayr-i müsIim'de bir kâfire karşılık (kısas yoluyla) öldürülmez"

Bu cümlelerden ilki; gayr-i müslim birisini öldüren bir müslümamn kı­sas yoluyla Öldürülmeyeceğine delâlet etmektedir. Öldürülen müslümamn harbî (müslümanların idaresi altında olmayan ve kendisine İslâm ülkesin­de serbestçe dolaşma izni verilmeyen gayr-i müslim) halinde, onu öldü­ren müslümamn kısasen öldürülmeyeceğinde İslâm uleması arasında bir görüş ayrılığı bilmiyoruz. Yani ittifakla, böyle bir müslüman öldürülmez. Ama öldürülen gayr-i müslimin zimmî (İslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslim vatandaş) olması halinde öldüren müslümana kısas uygulanıp uy­gulanmayacağı ihtilaflıdır.

Hattâbi'nin tesbitine göre; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Zeyd b. Sa­bit (Allah hepsinden razı olsun), Atâ b. Ebî Rebah, iklime, Hasenü'I-Bas-rî, Ömer b. Abdil-Aziz, Süfyân-ı Sevrî, İbn Şübrüme, İmam Mâlik, İmam Şafiî , Evzaî, Ahmed b. Hanbel ve îshâk b. Rahûye'ye göre zimmi karşı­lığında müslüman Öldürülmez. Yâni bir zimmiyi öldüren müslümana kı­sas uygulanmaz, başka bir ceza verilir.

Şa'bî, İbrahim en-Nehâî, İmam-ı Azam Ebû Hanife ve talebeleri Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre bir zimmiyi öldüren müslümana kısas uygu­lanır ve katil öldürülür. Bu görüşte olanlar, " Rasûlullah (s.a.v) bir kâ­fire karşılık, bir müslümanı kısâsen öldürdü" hadisi ile istidlal ederler. Bu görüşte olanların, üzerinde durduğumuz hadisi izahları da şu şekilde­dir:

Hadiste Peygamber (s.a.v) önce; "bir müslüman bir kâfire karşılık öldürülmez" buyurmuş sonra da bu cümleye atıf yoluyla ahd sahibi bir gayr-i müslimin de (ki o zimmîdir) bir kâfire karşılık öldürülmeyeceğini bildirmiştir. Bundan anlaşılıyor ki hadiste zikri geçen kâfirle, ahd sahibi gayr-i müslim (zimmi) ayrı ayrı guruplardır. Çünkü eğer birinci cümlede­ki "kâfir" kelimesi zimmî ve harbî tüm kâfirlere şâmil olsaydı. Rasûlullah'ın ikinci cümleyi söylemesine gerek olmazdı. Başka bir ifâde ile ikin­ci cümlenin gelmesi abes olurdu. Rasûlullah'a böyle bir kusurun nisbeti mümkün olmadığına göre bunların ayrı ayrı guruplardaki gayr-i müslimler olması gerekir. Yoksa ikinci cümlenin manâsı "ahid sahibi ahdi esna­sında öldürülmez" demek değildir. Çünkü bu zaten belli olan ve herkesçe bilinen açık bir şeydir.

Bu nokta sabit olunca hadisin mefhûmu muhalifinden, zimmîyi öldüren bir müslümanın kısas yoluyla öldürülebileceği sonucu çıkar. Yani bu hadisin manâsı: "Bir müslüman ve ahid sahibi gayr-i müslim, ahid sahibi olmayan harbî bir gayr-i müslimi öldürürlerse kendilerine kısas uygulan­maz. Ama bir zimmîyi öldürürlerse kısas uygulanır."

Tabi karşı görüşte olanların bu anlayışa karşı verdikleri cevâplar var. Zâten onlar hadîsin zahirine baktıkları için sözü fazlaca uzatmış olmamak bakımından bu cevâplara girmek istemiyoruz. Arzu eden kişi bu hadisin Avnu'l-Ma'bûd'daki şerhine bakabilir.

6- "Bir kimse bir şey ihdas ederse..." Hattâbi bundan maksad "bir kimse cinayet işlerse cinayetinin cezasını sadece kendisi çeker. Başkası bundan sorumlu tutulamaz" der. Bu izaha göre, buradaki cinayetten mu-rad, teammiiden işlenen cinayettir. Ama hata veya Şibh amd yollarıyla iş­lenen cinayetlerde, katilin âkilesi diyeti öder.

Hattâbi'nin bu izahına göre, bundan sonraki cümle de "bir caniyi ko­ruyana Allah, melekler ve tüm müslümanlar lanet etsin" manasınadır. AvnûI-Ma'bûd müellifi de Hattâbi'nin anlayışını benimsemiştir.

Bezlü'I-Mechûd müellifi ise cümleyi "bir kimse bir bid'at koyarsa..." şeklinde anlamıştır. Aslında bu anlayış hadisin zahirine daha muvafıktır. Biz tercemeyi Hattâbi'nin izahı istikâmetinde yaptık.

İkinci hadiste (no 4531) Efendimizin, yukarıdakilere ilâveten;

a- "Güçlülerinin zayıflara (ganimetten) vereceklerini;

b- Savaşa katılanların, katılmayan askerlere de ganîmet vereceklerini" beyan buyurmuştur.

İbnü'I-Esîr Nihâye'de birinci cümleyi: "Hayvanı kuvvetli olan, hayva­nı zayıf olan savaşçıya ganimetten elde ettiğinden verir" şeklinde izah et­miştir.

İkinci cümledeki "savaşa katılan" diye terceme ettiğimiz "müteserri" yine İbnü'l-Esir'in izahına göre; geceleyin düşman üzerine yürüyen bir­liktir. Bunların sayısı dört yüzden fazla olmaz.

Hadisin bu bölümünden anlaşılan şudur: Komutan veya devlet başka­nı bir birliği düşman üzerine gönderseler ve o birlik bir ganimet elde etse bu ganimet tüm askere paylaştırılır.[98]

 

12. Hanımı İle Birlikte Birisini Bulan Kişi Onu Öldürebilir Mı?

 

4532... Ebû Hûreyre (r.a) den; şöyle de (diği rivayet edil) mistir: Sa'db. Übâde(r.a):

"Yâ Rasûlellah! Hanımı yanında bir erkek bulan kişi, onu öldürebilir mi?" dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Hayır" buyurdu.

Sa'd                                                                                             

"Sana hak ile ikram eden Allah'a yemin ederim ki, evet (oldurur) dedi.

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Şu seyyidinizin (reisinizin) dediğine kulak veriniz" Abdul-Vehhab; "Sa'd'ın dediğine" dedi.[99] buyurdu.[100]

 

4533...  Ebû Hûreyre (r.a) den; şöyle dedi: Sa'd b. Ubâde, Rasûlullah (s.a.v) e;

"Hanımımla birlikte bir erkek bulsam, dört şahit getirinceye kadar ona mühlet mi vermeliyim? (Ne dersin?)" dedi. Rasûlullah (s.a.v):

"Evet" buyurdu.[101]

 

Açıklama

 

Hadisin, Sahih-i Müslim'deki rivayetinde Rasûlullah (s a v) in: "Şüphesiz Sa'd gayretli (kıskanç) dir. Ama ben ondan kıskancım, Allah da benden daha kıskançtır" buyur­duğu zikredilmiştir.

Metinde gördüğümüz gibi, Sa'd b. Ubâde (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v) e; hanımını yabancı bir erkekle yakalayan kişinin onu öldürüp öldüremeyeceğini sormuş, Rasûlullah'da; "Hayır" cevâbını vermiştir. Bunun üze­rine Sa'd efendimize; "Sana hak dinle ikramda bulunan Allah'a yemin ederim ki öldürür" demiştir. Tabi bu, Rasûlullah'in verdiği bir hükme kar­şı çıkmak değil, bu durumla karşı karşıya kalan birisinin sabredemeyip ci­nayet işleyebileceğine ihsasla efendimiz ruhsat vermeyince susmuş, edep dairesinin dışına çıkmamıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v) in, Sa'd için: "Şu büyüğünüzün dediğine ku­lak verin" buyurması, Aliyyûl-Kâri'nin dediğine göre, Sa'd için bir özür beyanı ve onun söylediğinin sırf gayretinden dolayı olduğuna dikkat çek­mektir. Yoksa birisini öldüren kişiyi övmek değildir.

Üzerinde durduğumuz hadis-i şerifler, karısının yanında yabancı bir erkek bulan kişinin, onu öfdüremeyeceğine delâlet etmektedir. 4417 nu­maralı hadis-i şerifi izah ederken, Hz. Ömer (r.a) in bir haberine istinaden, hanımı ile zina halinde iken birisini yakalayan kişinin, her ikisini de öl­dürmesi hâlinde kendisine kısas uygulanmayacağını, İbn Kudâme'nin Muğnî'sinden nakletmiştik.

Hz. Ali ise, katilin dört şahit getirememesi hâlinde kısas uygulanaca­ğını söylemiştir. İmâm Şafiî de, Hz. Ali'nin bu sözüne işaret ettikten son­ra, "Biz de bunu alırız" demiştir. Ancak İmâm Şafiî (r.a) bu durumla kar­şılaşan birisinin, muhsan olmaları hâlinde karısı ile zina etliği erkeği öl­düren kişinin Allah katında mes'ul olmayacağım ama kısasian kurtulama­yacağını söyler.

Ahmed b. Hanbel'e göre ise, şayet adamı öldüren kişi onları zina ha­linde iken yakaladığına dair şahit getirirse maktulün kanı hederdir. Ebû Sevr ve İshâk da aynı görüştedir. Bu konuya 4417 nolu hadiste temas et­miştik.

İmam Nevevî, birisini öldürüp de sonra onu karısı ile birlikte bulduğu­nu iddia eden kişi konusunda ulemânın ihtilâf ettiğine işaret ettikten son­ra, Cumhura göre beyyine getiremediği yada maktulün vârisleri ikrar et­medikleri takdirde iddiasının kabul edilmeyip kendisine kısas tatbîk edi­leceğini ama, Allah katında kendisine bir mes'ûliyet teretüp etmediğini söyler.

Nevevî'nin bildirdiğine göre bazı Şâfiîler; Sultanın emri olmadan muhsan bir zânîyi öldüren kişi mutlaka kısas edilir. Ancak Nevevî önce­ki görüşü daha sahih bulur.[102]

 

13. Âmil'in Elinden Hataen Bir Kaza Çıkarsa (Birini Yaralarsa) Ne Gerekir?

 

4534... Âişe radıyallâhu anhâdan; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) Ebû Celim b. Huzeyfe'yi zekât toplayıcı olarak gön­derdi. (Gittiği yerde) bir adam, malının zekâtı konusunda onunla tartıştı. Ebû Cehm, adama vurup başını yardı. (Yaralının velîleri) Rasûlullah'a gelip:

"Kısas isteriz yâ Rasûlallah!" dediler.

Rasûlullah (s.a.v):

"Size şu kadar mal var (kısastan vazgeçin)" dedi. Razı olmadılar. Rasûlullah tekrar; (artırarak); "Size şu kadar mal" buyurdu, yine razı olma­dılar. Hz. Peygamber (s.a.v) (üçüncü defa ve artırarak): "Size şu kadar mal var, (kısastan vazgeçin)" buyurdu. Bu sefer razı oldular.

Hz. Peygamber (s.a.v):

"Öğleden sonra halka hitâbed^p, razı olduğunuzu haber verece­ğim" buyurdu.

Onlar da:

"Evet" dediler.

Rasûlullah (s.a.v) halka hitabederek şöyle dedi:

“Leysliler (Leys kabilesinden olan davacılar) bana, kısas istemeye geldiler. Ben de onlara şu kadar mal (en son teklif edip de onların razı oldukları malı söyledi) teklif ettim, razı oldular, (halka duyurmak için) razı oldunuz mu?" buyurdu.

"Hayır" dediler.

Muhacirler, üzerlerine atılmak istediler, Rasûlullah vazgeçmelerini emretti. Onlar da bıraktılar. Rasûlullah sonra davacıları çağırıp, malı ar­tırdı ve: "Razı oldunuz mu?" dedi. "Evet" dediler.

Rasûlullah (s.a.v):

"Ben halka hitâbedip sizin razı olduğunuzu haber vereceğim" buyurdu.

"Evet" dediler.[103]

 

Açıklama

 

İbn Mâce: "Muhammed b. Yahya'dan, bu hadisi  sadece Ma'mer rivayet etti. Ondan başka birinin ri­vayet ettiğini bilmiyorum" der.

Hadis-i Şerif, İslâmın adalet anlayışına, insanların haklarını aramakta ne kadar itinalı olduğunu görmeye en güzel delildir. Aradan on beş asır geçmesine rağmen hâlâ o seviyeye eremediği halde İslâmı ve müslüman-ları tezyif ve tahkire yeltenen despotların kulakları çınlasın.

Hadis-i Şerifin mânâsı izaha ihtiyaç duyurmayacak kadar açık. Ancak ihtiva ettiği hükümlere işaret edilmesi gerekir. Şimdi kısaca bu hükümle­ri görelim.[104]

 

Bazı  Hükümler

 

1- İdareci veya devlet memuru, vazifesi esnasında bile olsa birisine karşı cinayet işler­se kısas gerekir. Onların mevkî kendileri için bir ayrıcalık sağlamaz.

2- Yaralanan birisini kısastan vazgeçirmek için diyetten daha fazla mal vermek caizdir.

3- Zekât verilecek miktar konusunda, mal sahibinin beyânı esastır. Ze­kât memurunun mal sahibini dövmesi, zorlaması caiz değildir.

4- Hâkimin, beyyine olmadan kendi bilgisine dayanarak hüküm ver­mesi caiz değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) daha önce davacıları be­lirli bir mala razı ettiği halde, bilâhere onların dönmeleri üzerine eski bil­gisi üzerine onları ilzam etmemiş, halkın huzurunda, malı artırarak tekrar rızalarını ikrar ettirmiştir.

Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer dönemlerinde işledikleri suçlardan dolayı zekât memurlarına kısas uygulamışlardır. İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râheveyh de aynı görüştedirler.

5- Bir memurun vazifesi esnasındaki bir suçundan dolayı sabit olan mâli ceza, devlet tarafından ödenir.[105]

 

Demirden Başka Bir Şeyle Kısas[106]

 

4535... Enes b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir:

Bir câriye, kafası iki taş arasında ezilmiş bir halde bulundu. Ona: "Bu­nu sana kim yaptı? Falan mı? Falan mı?" diye soruldu. Bu hal, bir Yahû-dinin ismi anılıncaya kadar devam etti. (Yahûdinin adı anılınca) başı ile işaret etti. Yahudi yakalandı ve suçunu itiraf etti. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (s.a.v) Yahûdinin başının da taşla ezilmesini emretti.[107]

 

Açıklama

 

Bu hadisi şerif 4527 ve 4528 numaralarda geçmiş ve Orada gerekli açmama yapılmıştır. Hadisin tahrlci de anılan yerde vardır. Oraya müracaat edilmelidir.

Bu hadis, Hind nüshasında ve Münzirî'nin Muhtasar'ında yer alma­mıştır.[108]

 

14. Vurmaktan Dolayı Kısas Ve Reisin Kendisine Kısas Uygulatması

 

4536... Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) den; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) mal (ganimet) taksim ederken bir adam gelip üzeri­ne abandı. Rasûlullah (s.a.v), yanındaki hurma salkımı sapından olan kamçıyı adama vurdu. Adamın yüzü yaralandı.

Rasûlullah (s.a.v) adama:

"Gel sen de kısas yap (bana vur)" dedi. Adam:

“Affettim yâ Resûlallah!" dedi.[109]

 

15. Can (Acıtma Ve Yaralamalar) Da Kısas

 

4537... Ebû Firâs'dan[110] şöyle demiştir: Ömer b. el-Hattab (r.a) bize hitâbedip şöyle dedi:

"Ben âmillerimi (memurlarımı) sizin bedenleriniz vursunlar ve malla­rınızı alsınlar diye göndermedim. Kime böyle bir şey yapıldıysa bana mü­racaat etsin, ona kısas yapayım."

Arnr b. el-As:

"Eğer birisi maiyetinden birisini te'dib etse ona da kısas yapar mısın, (ceza verir misin)?" dedi.

Ömer (r.a):

"Evet, canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki ona kısas uygula­rım (Yaptığının aynı ile ceza veririm). Rasûlullah (s.a.v) i kendisine kısas uygulatırken gördüm" dedi.[111]

 

Açıklama

 

4536 ile 4537 nolu hadis-i şerifler mevkii ne olursa olsun birisini yaralayan kişiye yaptığının misli ile ceza verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) elindeki küçük kamçı ile yüzünü yaraladığı birisine, onun da kendisine vurmasını (kısas yapmasını) teklif etmiştir. Hadis kitaplarına baktığımız zaman bunun birçok örneğine rastlamak mümkündür. Meselâ, Kitâbü'l-Edeb'te gelecek olan şu hâdise hayli meşhurdur:

Üseyd b. Hudayr'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir sopa ile onun böğrüne vurmuş, o da Rasûlullah'tan kısas istemiş. Efendimiz buna imkân verince, kendisinin sırtında gömlek olmadığını halbuki Rasû-lullah'm gömleği olduğunu söyleyip, gömleğini toplatmış, sonra da efen­dimizin böğrünü öpmeye başlamış ve: "Benim maksadım bu idi yâ Rasû­lellah!" demiş.

Nesâî'nin ve Ebû Davud'un Ebû Hûreyre'den rivayet ettiği şu haberde ise Rasûlullah'ın kısas istediği söz konusu edilmektedir. Aslında efendi­miz bu tip şeyleri affederdi. Hükmü beyân için kısas taleb etmiştir.

Ebû Hûreyre diyor ki;

Biz, Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte mescidde oturur kalktığında biz de kalkardık. Birgün, Rasûlullah kalktı, onunla birlikte biz de kalktık. Mes­cidin ortasına gelince, ona bir bedevi yetişti, arkasından ridâsim çekti. Ri-dâsı sertti, boynunu kızarttı. Bedevi:

"Ya Muhammedi Benim şu iki deveme mal yükle. Sen onu ne kendi malından ne de babanın malından yükleyecek değilsin" dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Hayır estağfirullah! Çektiğinden dolayı bana yaptığını benim de sana yapmama imkân verinceye kadar senin için birşey yüklemem"

buyurdu.

Bedevî: Hayır vallahi sana bu imkânı vermem, dedi.

Biz bedevinin sözünü duyunca sür'atle ona doğru yöneldik. Rasûlullah (s.a.v) bize dönüp;

"Benim sözümü duyan kişinin, kendisine izin verinceye kadar ye­rinden ayrılmamasına azmettim" buyurdu. Sonra halktan birisine:

"Ey falan bir deveye arpa, bir deveye de hurma yükle buyurdu" sonra da "dağılın" dedi.[112]

Bu hadislerde söz konusu olan yaralamalar baştaki bir yaralama, vü­cuttaki bir çizik ve bir vuruştur. Bu tip suçların eksiksiz ve fazlasız aynı­sı ile mukabelesi mümkün olmayabilir. Bundan dolayı, her türlü yarala­maya kısas uygulanıp uygulanmayacağı ulemânın ihtilâfına konu olmuş­tur.

İbniri-Kayyinı'in belirttiğine göre bu mes'elede iki görüş vardır:

a- Her türlü dövme ve yaralamada kısas uygulanır. Bu görüşü Ahmed b. Hanbel, Hulefâi Râşidinden nakletmiş ve kendisi de benimsemiştir. İbn Kayyım'ın üstadı İbn Teymiye selefin cumhurunun bu görüşte olduğunu söyler.

b- Kısas yapılması hâlinde eşitliğin sağlanması mümkün olmayan vak'alarda kısas uygulanmaz, başka münâsib bir ceza verilir. Bu görüş İmâm Şafiî, İmâm Mâlik ve müteehhirûn Hanbelî ulemâsından nakledil­miştir. Hattâ bâzıları bu konuda icmâ olduğunu söyler.

İbnü'l-Kayyim, kısas yapılmayacağında icmâ olduğu yolundaki iddi­ayı reddetmekte ve "asıl icma, dört halifeden nakledilen görüştedir. Çün­kü onların görüşüne muhalif bir görüş bilinmemektedir." demektedir.

Şüphesiz, her iki görüşe sahip olanların da görüşlerini dayandırdıkları delilleri vardır. O delillerin buraya alınıp münakaşa edilmesi hayli uzun yer işgal edecektir. Onun için biz sadece görüşleri vermekle yetindik.[113]

 

Kadınların Kanı (Kısası) Affetmeleri[114]

 

4538... Âişe radiyellâhü anhâ'dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Maktulün kısas isteyen velilerinin, bundan vazgeçme hakları vardır.

Bu, kadın bile olsa maktule yakınlık sırasına göredir."[115]

Ebû Davud şöyle dedi:

Yani velilerden birisi oldukları zaman kadınların katildeki afları caiz­dir. Bana Ebû Ubeyd'in; "ondan vazgeçmeleri" sözü, "kısastan vazgeç­meleri" anlamına geldiği (ne dair açıklaması) ulaştı.[116]

 

Açıklama

 

Hadisteki "el-Muktetilin" sözünü "maktulün kısas isteyen velileri" diye terceme ettik. Hattâbi bu ke­limeyi şu şekilde izah etmiştir: "Maktulün velileri kısas isterler, katiller de buna razı olmak istemezler. Bu yüzden aralarında kavga savaş çıkar. İşte onun için bunlara muktetil denilmiştir."

Hadis-i Şerif, kısası affetmekte veya istemekte sıranın, maktule yakın­lık derecesine göre olduğuna delâlet etmektedir. Meselâ kardeş varken amcanın kısası affetme yetkisi yoktur.

Hadisin delâlet ettiği ikinci bir konu da maktulün kadın olan yakınla­rının kısastan vazgeçme yetkileridir. Hadis, bu yetkinin varlığına delâlet etmektedir. Ulemânın ekseriyeti de bu hadisin delâleti istikâmetinde, ka­dın ve erkek velîlerin bulunması durumunda, kadınların kısastan vazgeç­meleri halinde cezanın diyete dönüştüğünü söylemektedir.

Evzâi ve İbn Şübrüme ise kadınların bu hakka mâlik olmadığını söy­lerler. Şüphesiz bunların da dayandıkları deliller vardır.

Hasenü'l-Basrî ve İbrahim en-Nehâi kocanın ve karının kısası af yet­kilerinin olmadığı görüşündedirler.[117]

 

İki Gurup Arasındaki Kavgada Kimin Tarafından Ve Nasıl Öldürüldüğü Bilinmeyen Bir Maktule Ait Hüküm[118]

 

4539... Tâvûs'tan (Rasûhıllah fs.a.v) şöyle buyurmuştur):

"Biribirlerî ile ... bir ölü bulunsa..." (diye) rivayet edilmiştir. İbn Ubyed ise: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: ... dedi. (Hadisin devamı Tâvûs'un ve İbn Ubeyd'in rivayetiyle şöyledir); "Biribİrleri ile taş kamçı ve sopa­larla dövüşen bir topluluk içersinde kim tarafından ve nasıl öldürül­düğü bilinmeyen bir ölü bulunsa bu, hatâ (hükmünde) dir. Diyeti, ha-tâen öldürmenin diyetidir. (Bu durumda) teammüden öldürülen kişi içinse kısas gerekir." İbn Ubeyd (burada): "Elin kısası" dedi. Sonra râviler[119]  ittifak ederek şöyle dediler.

(Rasûlullah devamla şöyle buyurdu):

"Her kim kısasa mâni olursa, Allah'ın lanet ve gazabı onun üzeri­ne olsun. Ondan ne farz ne de nafile (yahut da; ne tevbe ne de fidye) kabul edilmesin."[120]

Sûfyân'ın (İbn Serh'in kendisinden rivayeti) hadisi daha tamdır.[121]

 

Açıklama

 

Ebû Davud'un rivayeti mevkuftur. Çünkü Tâvûs arava sâhabî katmadan direkt Rasûlullah'tan riva­yet etmiştir. İbn Mâce'nin rivayeti ise merfûdur. Çünkü orada, Tâvûs ha­disi İbn Abbas (r.a) den rivayet etmiştir.[122]

İbn Mâce'nin rivayetinde ayrıca buradakinden fazla olarak, "asabiyet nedeniyle dövüşürken" mânâsına gelen bir kelime yer almıştır. Yine îbn Mâce'nin rivayetinde, kısasa mâni olmak mânâsına gelen tâbir "Kısas ile katil arasına girerse" şeklinde ifâde edilmiştir.

Hadis metnindeki "ondan farz da nafile de kabul edilmesin" diye ter-ceme ettiğimiz cümleyi "ondan tevbe ve diyet kabul edilmez" şeklinde izah edenler de vardır.

Hadis-i Şerif, bir kavgada kimin tarafından ve nasıl öldürüldüğü bilin­meden bulunan bir ölüm olayındaki cezanın diyet olduğuna delâlet et­mektedir. Ancak maktulün diyetinin kimin tarafından ödeneceği konu­sunda ulemâ ihtilâf halindedirler.

İmâm Mâlik'e göre, maktulün hasımları tarafından ödenir. Ahmed b. Hanbel'e göre ise hasım olan gurubun akiklerine aittir. Ancak muayyen bir adamın öldürdüğüne dâir bir iddia olursa o zaman kasâmeye başvuru­lur.

İmâm Ebû Yûsuf ve İbn Ebî Leylâ diyetin dövüşen her iki gurubundâkilelerine ait olduğunu söylerler.

Evzâi, bizzat dövüşen iki guruptaki kişiler tarafından ödeneceği görü­şündedir.

İmam Şafiî'ye göre; eğer maktulün velîleri muayyen bir şahıs veya gu­rup için dâvâcı olurlarsa kasâme uygulanır. Hiçkimse için bir dâva vuku bulmamışsa diyet de kısas da söz konusu değildir.

İmâm-ı Âzam'a göre, maktulün velileri başkaları hakkında iddiada bu­lunmazlarsa, cesedin bulunduğu kabilenin âkılesine aittir.

Hadis-i Şerif, anlatılan şekilde Ölü bulunan kişinin, öldürülmesinin te­ammüden olması halinde cezanın kısas olduğuna da delâlet etmektedir. Bu, birkaç kişinin birlikte birisini Öldürmeleri durumunda katillerin hep­sinin kısas edileceğini gösterir.

Hadisin delâlet ettiği diğer bir hüküm de şudur:

Birisi kısasa müstehak olduğunda, ona kısas uygulanmasını önlemek büyük günahtır. Rasûlullah (s.a.v) böyleleri için "Allah'ın gazap ve lane­ti üzerine olsun" diye beddua etmiştir. Allah'ın lanetinden maksat, onun rahmetinden uzak kalmaktır. Ayrıca böyle olanların farz ve nafilelerinin kabul edilmeyeceği ifâde edilmektedir. Bundan maksat, yaptıkları ibâde­tin, kendilerini kurtarmaya yetmeyeceği olsa gerektir. Yada; bu durumlar­dan uzak kalınması için bir zecr ve tehdidtir. Bu cümlenin mânâsını "on­dan tevbe ve diyet kabul edilmez" şeklinde anlarsak, maksat yine tehdit ve korkutmadır.[123]

 

4540... Bize Muhammed b. Ebî Galib haber verdi, bize Saîd b. Süley­man, Süleyman b. Kesir'den naklen haber verdi, bize Amr b. Dinar haber verdi. O Tavûs'tan, Tavus da İbn Abbas vasıtasıyla Rasûlullah'tan haber verdi (deyip); ravi Siifyân hadisinin mânâsını zikretti.[124]

 

Açıklama

 

Bu  rivâyet yukarıdaki hadisin aynıdır. Ancak önceki rivayet mürsel olduğu halde, bu rivâyet merfûdur. Hadisin sahabe râvîsi İbn Abbas'tır.[125]

 

16. Diyetin Miktarı Ne Kadardır?

 

4541... Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivâyet et­miştir:

Rasûlullah (s.a.v) hatâen öldürülenin diyetinin; otuz bintü mehaz (iki yaşma girmiş dişi deve) otuz bintü lebûn (üç yaşına girmiş dişi deve), otuz hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve) on da ibni lebûn (üç yaşına girmiş er­kek deve) olmak üzere yüz deve olduğuna hükmetti.[126]

 

Açıklama

 

Diyetler bahsinin başında da temas ettiğimiz gibi  diyet; bizzat katilin veya katilin âkilesinin, öldürülen kişinin yakın akrabalarına ödemek zorunda oldukları mâlî cezadır. Bu ceza aslında tammüdî olmayan öldürmelerde sözkonusudur. Ancak, teammüden vukubulan öldürme olaylarında maktulün velilerinin veya içle­rinden birisinin kısastan vazgeçip diyet istemesi halinde de kısas diyete dönüşür.

Konunun başında hangi tür öldürmelerden dolayı diyet verildiğini ve diyetin miktarının Hanefi mezhebine göre (mallara göre) ne olduğunu açıklamıştık. Tabî orada maksadımız diyetler konusunda genel bir bilgi vermekti. Burada hadislerin izahı kabilinden bazı meselelere tekrar temas etmemiz gerekecektir.

Hadis-i şerif, açıkça hatâen vuku bulan öldürmelerin diyetinin yüz de­ve olduğunu ve bunun; iki yaşına girmiş otuz, üç yaşına girmiş otuz, dört yaşına girmiş dişi deve; on da üç yaşına girmiş erkek deve olarak ödene­ceğini bildirmektedir. Ancak ulema bu hadisle istidlal etmemişler, başka delilleri almışlardır.

Hattâbî; fakihler içersinde, bu hadisle istidlal eden hiç kimseyi tanıma­dığını, ulemânın çoğunluğunun, diyeti beş gurup deveden yirmişer olarak takdir ettiklerin söyler.

Hanefîlerin görüşünün; binti mehaz, binti lebûn, hıkka, cezea (beş ya­şma girmiş dişi deve) ve ibn hu haz (iki yaşma girmiş erkek deve) dan yir­mişer adet olduğunu daha önce belirtmiştik. Süfyân-i Sevil, İmam Mâlik ve ashabı, Ahmed b. Hanbel'in de görüşü böyledir. Abdullah b. Mes'ud'un da aynı görüşte olduğu rivayet edilmiştir.

İmâm Mâlikin bir başka kavline ve İmam Şâfiîye göre; cezea, hıkka, binti lebûn, binti mehaz ve ibn lebûn (üç yaşına girmiş erkek deve) dan yirmişer adettir. Bu görüş Ömer b. Abdil Aziz, Süleyman b. Yesâr, Züh-rî, Rabia b. Abdirrahman ve LeyvS b. Sa'd'den de rivayet edilmiştir.

Hanefüer görüşlerinde 4545 numarada gelecek olan İbn Mes'ud'dan rivâyet edilen hadise dayanmışlardır. Ş afiflerin ibn mehaz yerine ibn le-bûn'u almalarına sebep Hayber yahûdileri ile olan kasâmede Rasûlul­lah'm diyeti zekât develerinden ödemiş oluşu ve zekât develeri içersinde benû mehaz'm olmayışıdır.

Ulemâdan bir gurub ta hatâen Öldürme diyetinin deveden dört nev'den ödeneceği görüşündedir. Bu görüş Hz. Ali (r.a), İshak b. Râhûye, Şa'bî, Hasenu'l-Basri ve İbrahim en-Nehâi'ye aittir. Bunlara göre diyet; yirmi-beş cezea, yirmibeş hıkka, yirmibeş binti lebûn ve yirmibeş binti mehaz­dır.

Bu hadis; hatâ yoluyla olan Öldürmenin diyetinin deve ile ödenmesi halindeki miktarı tayin etmektedir. Diyette esas olan da budur. Başka maddelerden (altın, gümüş, elbise, koyun) Ödendiğinde miktarların ne olacağı konusu bundan sonraki hadislerde gelecektir. Oralarda görülece­ği üzere,efendimiz deveyi esas almış ve öbür maddelerden, yüz deveye mukabil olacak miktarı tayin etmiştir.[127]

 

4542... Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivayet et­miştir:

Rasûlullah (s.a.v) devrinde diyetin (yüz devenin) kıymeti sekizyüz di­nar altın veya sekiz bin dirhem gümüştü. Ehl-i kitabın diyeti de o zaman müsltimanların diyetinin yarısı idi. Bu hal Ömer (r.a) halîfe oluncaya ka­dar devam etti.

Hz. Ömer (halife olunca) ayağa kalkıp halka hitaben: "Biliryorsunuz ki deve pahalandı..." dedi. Ömer diyeti altın sahiplen için bin,dinar, gümüş sahipleri için on iki bin dirhem, sığır sahipleri için iki yüz sığır, koyun sahipleri için iki bin koyun, elbise sahipleri için de iki yüz elbise olarak tesbit etti. Zimmîlerin diyetini olduğu gibi bıraktı, nor­mal diyette yaptığı gibi onu yükseltmedi.[128]

 

Açıklama

 

Amr b. Şuayb'ın bu rivayeti de devenin dışındaki maddelerden ödenmesi halinde, diyetin miktarını tesbit etmektedir.

Önceki hadiste de belirttiğimiz gibi Rasûlullah (s.a.v) diyet için deve­yi esas almış, diğer mallan, devrindeki deve fiyatlarım esas alarak tesbit etmiştir. Hz. Ömer de bilâhere deve fiyatlarının arttığım göz önünde tuta­rak altın ve gümüşteki diyet miktarını artırmıştır. Bundan sonra gelecek olan rivayette görüleceği üzere; koyun, sığır ve elbisede Rasûlullah'in tesbit ettiği miktarla, Hz. Ömer'inki aynıdır. Demek ki, deve karşısında bu mallarda bir artış olmamıştır.

Hanefilere göre; deve haricindeki maddelerde diyetin; bin dinar altın veya onbin dirhem gümüş, veya ikiyüz sığır yahut ikibin koyun yada iki yüz elbise olduğunu daha önce belirtmiştik.

İmam Şafiî de teanımüden öldürme durumunda, Hz. Ömer'in bu pren­sibini esas almış ve diyetin deveden ödenmesini şart koşmuştur. Devenin çok nadir kalması halinde de cinayetin vuku bulduğu dönemde yüz deve­nin fiyatına mukabil, altın gümüş, sığır, koyun ve elbiseden ödeneceğini söylemiştir.

Bugün için bu maddelerin Türk parası olarak değerlendirmesini yap­maya kalksak karşımıza oldukça farklı rakamlar çıkar. Meselâ bin dinar altın aşağı yukarı dört kg. eder. 24 ayar altının gramı 24 000 TL. olduğu­nu farzedersek 4 kg. altın 96 milyon TL. eder. Ortalama bir sığırı 350 000 TL kabul edersek ikiyüz sığır 70 milyon TL eder. Bir koyunu da 150 bin lira saysak ikibin koyun 300 000 milyon TL. tutar. Tahmin ettiğimiz bu fiyatların bir miktar aşağı veya yukarı olması mümkündür. Ama yine de aralarında fahiş farklar var. Memleketimizde deve çok az olduğu için pi­yasasını bilmiyoruz. Ama her halükârda yüz devenin yetmiş seksen mil­yonu geçeceğini sanmıyoruz. Gümüşle takdir edildiğinde de öyle çok ka­barık bir rakam çıkmaz. Çünkü bir dirhem 2.806 gr. dır. On bin dirhem 28.060 gramdır. Gümüşün gramı 425 TL. kabul edilirse, gümüşten diyet 12 milyon TL. sına yakın bir meblağ çıkar.

İslâm hukukunun uygulandığı dönemde memleketimizde diyet gümüş­ten ödenmiştir. Miktarı da 1166.3 mediciyedir. Gümüşten ödemekte ko­laylık olduğu için bu yola gidilmiştir.[129]

 

4543...  Ata b. Ebî Rabâh'dan rivayet ettiğine göre;

Rasûlullah (s.a.v) diyeti; deve sahiplerine yüz deve, sığır sahiplerine ikiyüz sığır, koyun sahiplerine ikibin koyun, elbise sahiplerine de iki yüz elbise olarak tâyin etti. Buğday sahiplerine de bir şey tâyin etti ama (riva­yeti Atâ'dan aktaran) Muhammed (b. İshâk) onu aklında tutamadı.[130]

 

Açıklama

 

Bu haber mürseldir. Çünkü Atâ b. Ebî Rabah  tâbi undandır ve sahabe râvîyi anmamıştır. Ancak aşağıdaki rivayet sahabe ravîsinin Câbir b. Abdullah olduğunu göster­mektedir.[131]

 

4544... Atâ b. Ebî Rabah, Câbir b. Abdillah (r.a) den, şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Rasûlulîah (s.a.v) diyeti... takdir etti"

Râvî, (bir önceki hadisi Ebû Davud'a nakleden) Musa'nın (rivayet et­tiği) hadisinin mislini zikretti ve: "Buğday sahiplerine de birşey takdir et­ti, ama ben aklımda tutamadım" dedi.[132]

 

Açıklama

 

Bu rivayet meıfûdur ama münkati'dır. Çünkü isnâdda  hadisi Atâ'dan nakleden şahıs yer almamıştır.[133]

 

4545... Abdullah b. Mes'ud (r.a) den;

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Hatâen Öldürmenin diyeti; yirmi tane dört yaşına, yirmi tane beş ya­şma, yirmi tane iki yaşma, yirmi tane üç yaşına girmiş dişi deve ve yirmi tane de iki yaşına girmiş erkek devedir."[134]

(Abdullah'ın görüşü de budur.)[135]

 

Açıklama

 

Tirmizi bu hadis için: "Bu rivayeti, bunun dışında kimseden merfû olarak bilmiyoruz. Abdul­lah'tan mevkuf olarak rivayet edilmiştir" der.

Bu hadis, daha önce de işaret ettiğimiz gibi hatâen Öldürmenin diyeti nin deveden ödenmesi halinde hangi yaştaki develerden verilmesi konusunda Hanefilerin delilidir.[136]

 

4546... İbn Abbas (r.a) den rivayet edildi ki:

Beni Adiy'den bir adam öldürüldü. Rasülullah (s.a.v) onun diyetini on iki bin dirhem takdir etti.[137]

Ebû Davııd dedi ki:

Bu hadisi İbn Vyeyne Amr'dan o da Ikrime vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet etti, İbn Abbas'ı anmadı.[138]

 

Açıklama

 

Tirmizi'nin bir rivayeti merfû, bir rivayeti de mürseldir.İbn Mâce ye Nesâj'nin rivayetleri de meıfûdur.

Hadis tenkidçileri isnâddaki Muhammed b. Müslim hakkında konuş­muşlar kimisi sika kimisi de zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Hadis-i Şerif Hz. Peygamber (s.a.v) in, diyetin gümüşten ödenmesi du­rumunda miktarı on iki bin dirhem olarak takdir ettiğini göstermektedir.

Rivayette, öldürülen zâtın hatâen mi yoksa teammüden mi öldürüldü­ğüne dâir bir kayıt yoktur.

Hattâbi olayı teammüden Öldürme olarak değerlendirmiş olmalı ki bu hadisin izahında teammüden öldürmenin diyeti konusundaki görüşleri vermiştir. Yine Hattâbi, para cinsinden (altın ve gümüş) Ödenmesi halin­de, ulemânın benimsediği miktarları vermiştir. Buna göre: İmam Ahmed, İmâm Mâlik, ve İshak'a göre altından bin dinar, gümüşten oniki bin dir­hemdir. Hanefilerle Süfyan-ı Sevrî ve İbn Şübrüme'ye göre altından bin dinar gümüşten onbin dirhemdir.[139]

 

17. Amde Benzeyen Hata İle Öldürmenin Diyeti

 

Amde benzeyen hata: Birisini, kesici ve delici olmayan bir âletle teammüden öldürmektir. Yâni birisini, silah sayılmayan bir âletle öldürmektir.[140]

 

4547...  Abdullah b. Amr (r.a) den;

Müsedded dedi ki-[141] Rasûlullah (s.a.v) Fetih günü Mekke'de (halka) hi­tabetti. Üç kerre tekbir getirdi sonra "Va'dini yerine getiren, kuluna yar­dım eden ve kâfirleri tek başına hezimete uğratan tek Allah'tan başka ilâh yoktur."

(Ebû Davud der ki): Buraya kadarını Müsedded'ten ezber ettim. Sonra ikisi de (yani hocaları Süleyman b. Harb ile Müsedded) ittifakla Rasûlul­lah'm şöyle buyurduğunu söylediler.

"Haberiniz olsun!.. Mal veya kandan, Câhiliyye devrinde anılıp zikredilen tüm övünme vesilesi olan şeyler ayaklarımın altındadır. (Kaldırılmıştır.) Sadece Hacılara su vermek (sikâyetu'1-hac) ve Kabe hizmeti (Sidânetû'1-Beyf) bundan müstesnadır.

"Haberiniz olsun!.. Şüphesiz, kamçı ve sopa ile olan amde benze­yen hatâen öldürmenin diyeti yüz devedir. Bunlardan kırkının karın­larında yavruları olacaktır."[142]

Müsedded'in hadisi daha tamdır.[143]

 

Açıklama

 

Müsedded'in rivayetine göre, Rasûlullah (s.a.v) efendimiz Mekke fethi günü halka hitâbederken önce; Allah (c.c) in va'dini yerine getirip, kuluna yardım ettiğini ve kâfir­leri tek başına hezimete uğrattığını vurgulamıştır. Allah'ın va'dinden maksat, Mekke'nin fethine dair olan va'didir. Kâfirleri tek basma hezime­te uğratmasından maksat da, Mecma'daki ifâdeye göre Hendek savaşıdır. Çünkü o gün Allah (c.c) çıkardığı bir fırtına ile ortalığı biribirlerine kat­mış, insanların müdâhalesi olmadan kâfirleri hezimete uğratmıştır.

Bir başka görüşe göre de buradaki kâfirlerden murat dünyânın her ta­rafındaki bütün kâfirlerdir.

"Tüm övünme vesilesi olan şeyler..." diye terceme ettiğimiz "me'se-re" kelimesi Câhiliyye Araplarının Övünme vesilesi ve iyiliklerinden anı­lan herşeydir. Rasûlullah'm; onları, ayaklan altında olarak nitelemesin­den murat da, kaldırıldıklarını ve iptal edildiklerini ilândır. Efendimiz bu iftihar vesilesi olan şeylerden ikisini; sidâne ve sikâye'yi istisna etmiştir.

SİDANE: Kabe'nin temizliğini yapmak, kapısını açıp kapatmak gibi Kabe hizmetine dâir olan vazifelerdir. Bu vazife Beni Şeybe'ye aitti.

SİKAYE: Hac mevsiminde, hacılara su vermek vazifesidir ki o da Be­ni Hâşim'e aitti.

Diğerlerinin aksine bu iki hizmet kaldırılmamış, sahiplerinin elinde bı­rakılmıştır. Araplar, Kabe'ye ve insanlara hizmeti hedef alan bu gibi gö­revlerden dolayı büyük gurur duyarlar ve onlarla övünürlerdi.

Bu ikisinin dışında, Câhili arapların övündükleri ve Rasûlullah (s.a.v) tarafından kaldırılan diğer bazı vazifeler şunlardır:

RİFADE: Mekkeye, hac için gelenlerin fakirlerine yemek ikram et­mek, onların barınmalarını sağlamak vazifesi,

KIYÂDE: Buna Ukab da denilir. Savaşlarda sancağı taşıma görevi,

NEDVE: Önemli olayları ve kararlan görüşmek için aktedilen toplantı,

SEFARET: Elçilik görevi.

Bunların dışında, taşınacak eşyaya izin vermek, savaş araç ve gereçle­rini korumak, putların önünde ok çekmek gibi başka görevler de vardı.

Fahr-i Kâinat efendimiz daha sonra Amde benzeyen hata yoluyla Öl­dürmenin cezasını beyan buyurmuştur.

Amde benzeyen Öldürme; metinde de görüldüğü gibi silah yada silah yerine kaim olmayan bir alet ile teammüden öldürmektir. Yâni Öldürücü olmayan bir âlet ile bile bile vurarak öldürmektir. Hadiste; sopa ve kam­çı öldürücü olmayan âletlerden sayılmıştır. İmam Ebû Yûsuf, İmam Mu-hammed ve İmâm Şafiî'ye göre büyük taş ve kalın sopa ile öldürmek teammüden öldürmedir. Çünkü bunlarla genelde adam öldürülebilir.

Amde benzeyen öldürmeye, hatâ denilmesine sebep; âlete itibarla kas-dın bulunmamasıdır. Çünkü sopa ve kamçı gibi âletler adam Öldürmek için değil, terbiye maksadı ile dövmek için kullanılan âletlerdir.

İmâm Ebû Hanîfe'ye göre şibh amd, silâh dışındaki bir aletle, öldür­mek maksadı olmadan vururken meydana gelen Öldürme şeklidir. Taş ve­ya sopanın büyük yada küçük olması arasında fark yoktur. İmam Mâlik ise, şibh amd diye bir öldürme şekli kabul etmemektedir. Ona göre öldür­me ya teammüden yada hatâendir.

Hadis-i Şerif, amde benzeyen hata yoluyla vuku bulan öldürmenin di­yetinin, kırkı hamile olmak şartıyla yüz deve olduğuna delâlet etmektedir. Bilindiği gibi bu türden olan diyete "diyet-i muğallaza" denilir.

Ulemânın, amde benzeyen hata yolu ile olan Öldürmenin cezâsj konu­sundaki görüşleri muhteliftir. Bu görüşleri şu maddelerde toplamak müm­kündür:

1- Bu tür bir öldürmenin diyeti yüz devedir. Ancak kırkı hamile, altmı­şı da dört ve beş yaşma basmış otuzar dişi deve olacaktır. Hadis metnine de uygun düşen bu görüş İmam Şafiî, Atâ ve İmâm Muhammed'e aittir.

2- İki, üç, dört ve beş yaşına gören yirmi beşer devedir. Yâni yine yüz devedir, ama muğallaza değildir. Bu görüş de İmam Azam Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel'indir.

3- Mâliki mezhebine göre, bu tür öldürme, teammüden öldürmedir. Bu öldürme türüne verilecek ceza. birinci guruptaki imamların öngördükleri cezadır.

4- Ebû Sevr'e göre de beş ayrı türden yirmişer olmak üzere yüz deve­dir.

İmam Şafiî'ye göre Şibh amd diyeti, katilin âkilesi tarafından ödenir. Hanefılerin görüşlerini, konunun başında belirtmiştik.

Hattâbî, bu hadisin hayvanda selem yapmanın cevazına da delâlet etti­ğini söyler. Çünkü âkile tarafından ödenecek deve üç sene zarfında Öde­nir. Yani vadelidir.

Kitâbû'l-Bey'de geçtiği gibi selem; Para peşin mal vadeli olmak üze­re yapılan bir satım şeklidir. Bu satım şekli Hanefilere göre sadece Ölçü ve tartıyla alınıp satılan mislî mallarda caizdir. Hayvan ve benzen kiymi mallarda ise caiz değildir. Şâfiîlere göre hayvanda da selem caizdir.

Yine Hattabî; hamileliğin, hayvanda zapt ve sınırlanması mümkün bir vasıf olduğunun hadisin delâleti içersinde olduğunu söyler.[144]

 

4548... Bize Musa b. İsmail haber verdi. Bize Vüheyb, Halid'den bu hadisi aynı isnâd ve benzeri bir mânâ ile rivayet etti.[145]

 

4549... Bize Müsedded haber verdi, bize Ali b. Zeyd'den naklen Abdulvâris haber verdi. Ali b. Zeyd, Kasım b. Rabîa vasıtasıyla İbn Ömer'­den o da Rasûlullah (s.a.v) den önceki hadisi aynı mânâda rivayet etti. Ravi şöyle dedi:

"Rasûlullah fs.a.v) feth günü -veya Mekke fethi günü- Beyt-i şerifin veya Kabe'nin- merdiven basamağında halka hitabetti."

Ebû Davud der ki:

Bu hadisi İbn Üyeyne de; Ali h. Zeyd'den. o Kasım b. Rabîa dan, o da İbn Ömer vasıtasıyla Rasûlullah (s.a.v) den rivayet etti. Ayrıca, Eyyûb es-Sahtiyânî, Kasım b. Rabîa vasıtasıyla Abdullah b. Amr'den Hâlid'in ha­disinin benzerini rivayet etti. Hammad b. Seleme de Ali b. Zeyd kanalıyla Ya'kub es-Sedûsî'den, o da Abdullah b. Amr vasıtasıyla Rasûlullah'dan rivayet etti. Zeyd ve Ebû Musa'nın sözleri, Rasûlullah'in hadisi ve Ömer (r.a) m haberi gibidir.[146]

 

Açıklama

 

Bu hadisler, babın ilk hadisinin değişik rivayetleridir.£bu Davud, metnin sonunda talikan beyan ettiği

görüşlerinde değişik isnadlara işaret etmiştir. Son cümlede de; Zeyd ve Ebû Musa'nın sözlerinin, Rasûlullah ve Ömer'in hadisleri gibi olduğunu söylemektedir. Bundan maksadı, Zeyd ve Ebû Musa'nın Şibh amd konu­sundaki görüşlerinin Hz. Peygamber (s.a.v) in hadisinde ve Hz. Ömer'den gelen haberde belirtilen istikâmette olduğunu beyândır. Hz. Ömer'in işa­ret edilen haberi bir sonraki 4550 nolu hadistir.

Ebû Davud'un tâlikında İbn Uyeyne'nin rivayetinin İbn Ömer'de, Ey-yûb es-Sahtiyânî'nin rivayetinin ise Abdullah b. Amr'da son bulduğu gö­rülmektedir. Mûnzîrî bu mes'ele ile ilgili olarak şöyle der:

"Kasım b. Rabîa'nın hadisi hem Abdullah b. Ömer hem de Abdullah b. Amr'dan işitip, bir seferinde birinden, bir seferinde ötekinden rivayet etmiş olması muhtemeldir."[147]

 

4550...  Mücâhid'den; şöyle demiştir:

"Ömer (r.a) amde benzeyen öldürmede, otuz hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve) otuz cezea (beş yaşına girmiş dişi deve) ve kırk da altı yaşı ile dokuz yaş arasında hâmile deve ile hükmetti."[148]

 

4551... Âsim b. Damra, Hz. Ali (r.a) den, şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Amde benzeyen öldürmede diyet üç türde üçde bir orandadır: Bunlar; Otuz üç dört yaşına giren dişi deve, otuz dört de altı yaş ile dokuz yaş ara­sında dişi devedir. Bunların hepsi hamile olacaktır."[149] [150]

 

4552...  Abdullah (b. Mes'ud) (r.a) şöyle demiştir:

Amde benzeyen öldürmefnin diyeti): Yirmibeş tane dört yaşma girmiş dişi deve, yirmibeş tane beş yaşma girmiş dişi deve, yirmibeş tane üç ya­şına girmiş dişi deve, yirmibeş de iki yaşına girmiş dişi devedir.[151]

 

4553... Asım b. Damra. Hz. Ali (r.a) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hatâen öldürmenin diyeti dört sınıftan dörtte birer oranladır; Yirmibeş tane dört yaşına girmiş dişi deve, yirmibeş tane beş yaşına girmiş dişi de­ve, yirmibeş tane üç yaşına girmiş dişi deve ve yirmibeş tane de iki yaşı­na girmiş dişi deve.[152]

 

4554...  Osman b. Af fan ve Zeyd b. Sâbit'ten (Allah ikisinden de razı olsun) şöyle rivayet edilmiştir:

Muğallezada (amde benzeyen öldürmede) diyet; kırk tane beş yaşma girmiş hamile deve, otuz tane dört yaşına girmiş dişi deve, otuz da üç ya­şma girmiş dişi devedir.

Hatâen öldürmede diyet de: Otuz tane dört yaşına girmiş dişi deve, otuz tane üç yaşına girmiş dişi deve, yirmi tane üç yaşına girmiş erkek de­ve, yirmi de iki yaşına girmiş dişi devedir.[153]

 

4555... Sâid b. Müseyyeb, Zeyd b. Sâbit'ten muğallaza diyet (Şibh-i amd diyeti) konusunda rivayette bulundu ve önceki haberin benzerini, her guruptan eşit miktarlarla rivayet etti.

Bu bölümdeki rivayetler bâzı sahabelerin şibh amd için gerekli gör­dükleri diyeti söz konusu etmektedir. Eserler izaha ihtiyaç bırakmayacak şekilde açıktır. Müctehid ulemânın görüşleri de ilk hadisin açıklamasında belirtilmiştir.[154]

 

Develerin Yaşları[155]

 

Ebû Davud der ki:

Ebû Ubeyd ve (ulemâdan) daha başkaları şöyle dediler: Deve dört yaşına girince o hıkktır, dişisine hıkka denilir. Çünkü o, üzeri­ne binilecek ve yük vurulacak kıvamdadır. Beş yaşma girdiğinde ceza'dır, dişisi cezeadır. Altı yaşına girer de ön dişlerden birisini atarsa o semdir, di­şisine de seniyye denir. Yedi yaşına girdiğinde raba ve rabâıyyedir. Sekiz yaşına girer de rabâiyye (köpek dişi ile Ön dişler arasındaki diş) den sonra­ki dişi atarsa o sedts ve sedestir. Dokuz yaşına girer de köpek dişi görünür­se o bâzilâir. On yaşına girdiğinde de muhliftir. Bundan sonra artık devenin adı yoktur. Ancak, bir yıllık bâzil, iki yıllık bâzil, bir yıllık muhlif, iki yıllık muhlifilâ ahırih... denilir,

Nadr b. Şümeyl: Bir seneliğe bintü mehaz, iki seneliğe hintü lehûn, üç se­neliğe hıkka, dört yaşındakine cezea, beş yaşındakine sent, altı yaşındakine rabâ, yedi yaşındakine sedîs, sekiz yaşındakine de bâzil denilir, demiştir.

Ebû Hatim ve el-Esmâi de şöyle derler: Ceıûa bir vakittir, yaş değildir.

Ebû Hatim: Bazılarının şöyle dediklerini söyler: Rabâıyyesini (köpek dişi ile ön dişler arasındaki diş) attığı zaman raha , ön dişini attığında da senidir.

Ebû Ubeyd şöyle der; Hamile kaldığı zaman halifedir ve on aya kadar böyledir. On aya varınca adı; Uşerâ olur.

Ebû Hatim; Ön dişini attığı zaman sent, ön dişle köpek dişi arasında­ki dişini attığında da rabâ dır.[156]

 

Açıklama

 

Bu son ta'likta Ebû Davud, Arapların çeşitli yaşlardaki develere verdikleri isimleri, dilcilerden naklen be­yân etmektedir. Maksadı diyetleri takdir ederken geçen tâbirlere açıklık kazandırmaktır.[157]

 

18. Organların Diyeti

 

4556...  Ebû Musa (el-Eş'arî) (r.a) den; Rasûlullah fs.a.v) şöyle buyur­muştur:

"Parmaklar eşittir. (Onların) herbirinin (diyeti) onar devedir."[158]

 

4557... Ebû Mûse'l-Eş'âri (r.a) den; Şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v): "Parmaklar eşittir" buyurdu. "Onar onar mı?" de­dim. "Evet" buyurdu.[159]

Ebû Davud der ki:

Bu hadisi Muhammed b. Ca'fer Şu be'den o da Galib'ten nakletti. Galib: "Meşrûk b. Evs'ten işittim" dedi. Yine bu hadisi İsmail; "Bana Gâlib et-Temmar Ebû Velîd'in isnadı ile rivayet etti." dedi. Hamala b. Ebu Safiyye de Galib'ten ismail'in isnadı ile rivayet etti.[160]

 

4558...  İbn Abbas (r.a) den;

Rasûlullah (s.a.v); baş parmakla küçük parmağı kastederek; "Bu ve bu eşittir" buyurdu.[161]

 

4559...  İbn Abbas (r.a) dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Parmaklar (in diyeti) eşittir. Dişler (in diyeti) eşittir. Ön diş ve azı dişi (n diyeti) eşittir. Şu ve şu (baş parmakla serçe parmak) eşittir."[162]

Ebû Davııd şöyle der:

Bu hadisi Nadr b. Şumeyl Şubeden, Ahdüssamed'in (rivayetinin) ma­nâsıyla rivayet etti.

Ebû Dâvûd dedi ki: Bize bunu Dârimi, Nadr (b. Şumeyl) den rivayet etti.[163]

 

4560...  İbn Abbas (r.a) dan: Rasûlullah (s.a.v):

"Dişler (in diyeti) eşittir, parmaklar (m diyeti) eşittir" buyurdu.[164]

 

4561...  İbn Abbas (r.a) dan; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) ellerin ve ayakların parmaklarını (n diyetlerini) eşit tuttu.[165]                                                                                     

 

4562...  Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v) sırtını Ka'beye dayamış bir vaziyette irad buyurdu­ğu hutbesinde: "Parmaklarda onar (deve diyet) vardır" buyurdu.[166]

 

4563...  Amr b. Şuayb, babası kanalıyla dedesinden, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Dişlerde beşer (deve diyet) vardır."[167]

 

Açıklama

 

Bu babda şimdiye kadar geçen hadislerin hepsinde, güzellik ve faydalan farklı olmasına rağmen par­makların ve dişlerin diyetlerinin eşit olduğu bildirilmektedir. Herhangi bir parmağa bir cinayet vukuu halinde onun diyeti, tam diyetin onda biri olan on devedir. Bu hüküm bakımından en değerli parmak olan baş parmak ile en az değerli olan başka bir parmak arasında fark yoktur.

Hadisler dişlerin de eşit olduğuna delâlet etmektedir. 4563 nolu hadis­te her dişin diyetinin beş deve olduğu beyan edilmektedir.

Hattâbi dişler arasında bir üstünlüğün söz konusu olmadığında ulemâ­nın ittifak halinde olduğuna dikkat çekerek şöyle der:

"Ulemânın büyük çoğunluğu ittifak ettiler ki; dişler arasında üstünlük yoktur. Her dişin diyeti beş devedir. Her bir parmağın diyeti on devedir. Baş parmakla serçe parmak arasında fark yoktur. Bu konuda ellerle ayak­lar arasında da fark yoktur. Nasıl ki büyükle küçük, zayıfla şişman, güç­lü ile zayıf tam diyet konusunda eşit iseler, parmaklarda da diyet eşittir. Şayet bu konuda güzellik ve menfeat söz konusu olsaydı işler karışırdı..."

Hattâbi bunun yanı sıra Saîd b. Müseyyeb'in şu görüşüne de işaret et­mektedir: "Baş parmağın diyeti onbeş, işaret parmağınınki on, orta parmağınki on, yüzük parmağınınki dokuz, serçe parmağınınki de altı deve idi diyordu. Ebû Amr b. Hazm'ın yanında, Rasûlullah'ın her parmağın eşit olduğuna dâir olan mektubunu bulunca o hükmü aldı."

Said b. Müseyyeb de daha önce dişler konusunda aynı şeyleri söylü­yordu. Öndeki dişler için beş, azı dişleri için tek bir deve diyete hükme­diyordu. Muaviye'den duyduğu bir haber üzerine o görüşten dönmüş, diş­lerin eşit olduğunu hükmetmeye başlamıştır.

Saîd b. Müseyyeb bu görüşünde Hz. Ömer (r.a) in hükmüne istinâd ediyordu. Çünkü Hz. Ömer, önceleri parmakları farklı görüyordu. Kendi­sine Hz. Peygamber'in haberi gelince görüşü değişti.

Said b. Müseyyeb, Hz. Muaviye'nin görüşü ile ilgili olarak şöyle der:

"Şayet ağzın tümüne bir cinayet işlenirse, Hz. Ömer'in hükmüne gö­re diyet az olur. Muaviyenin hükmüne göre ise diyet artardı. Ben olsay­dım, azı dişleri için ikişer deve takdir ederdim."

Hattâbi'nin de dediği gibi cumhuru ulemâ her bir parmak için tam di­yetin onda birinin, herbir diş için de yirmide birinin verileceği görüşünde birleşmişlerdir. Bu, diyetin ödeneceği malın birimine göre ayarlanır. Par­maklardaki boğumlarda da aynı kıstas uygulanır. Yani üç boğumlu bir parmağın bir boğumu kesilirse, bir parmak diyetinin üçte biri yani tam di­yetin otuzda biri diyet takdir edilir.

Diğer organların diyetine ait hükümler bundan sonraki hadislerde ele alınacaktır. Bunda esas, organın vücuttaki sayısıdır. Meselâ vücutta çift olan bir organın diyeti tanı diyetin yansı, dil gibi tek olan bir organın di­yeti tam diyet, göz kapağı gibi dört tane olan organların diyeti de dörtte bir tam diyettir.

Şüphesiz, amden öldürmelerde kısas cereyan ettiği gibi, amden yarala­malarda da kısas cereyan eder. Ancak azalarda kısasın uygulanabilmesi için, öldürmede kısasın uygulanması için gereken şartlara ilâveten şu şart­ların da bulunması gerekir:

1- Yaranın iyileşmesi gerekir.

2- Cinayete uğrayan kişinin emir ve rızası olmalıdır.

3- Cani ve yaralı hür olmalıdırlar.

4- Cinayete mâruz kalan organ ile, caninin aynı organı arasında eşitlik olmalıdır.

5- Kısasta, organlar arasında denkliğe tam olarak riâyet mümkün ol­malıdır,                                                    

Daha önce kısas için geçen genel şartlar ve bu şartlar bulunmazsa or­ganlarda da kısas uygulanmaz, yerine diyet uygulanır.[168]

 

4564... Ebü Davud şöyle der:

(Şu rivayeti) Seyhan'dan yazdığım kitabımda bulduğum halde kendi­sinden işitmedim. Onu bize güvenilir bir dostumuz olan Ebûbekir haber verdi. O şöyle dedi: Bize Şeyban haber verdi, bize Muhammed -yani îbn Raşid- Süleyman'dan- yani İbn Musa'dan- haber verdi. O, Amr b. Şuayb'dan, Amr de babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivayet etti:

"Rasûlullah (s.â.v) hatâen öldürmenin diyetini köylülere dört yüz dinar altın veya ona mukabil gümüş olarak takdir ederdi. Onu takdir ederken deve fiyatlarını esas alırdı. Deve pahalanınca diyeti (altın ve gümüş ola­rak) artırır, ucuzladiğırida da azaltırdı. Rasûlullah zamanında (deve fiyat­ları) dört yüz dinarla sekizyüz dinar arasında oynuyordu. Onun gümüşten karşılığı da sekizbin dirhemdi.

Rasûlullah (s.a.v) sığır sahiplerine (tam diyeti) ikiyüz sığır olarak tak­dir etti. Diyeti koyundan ödeyenler de iki bin koyun verirler.

Rasûlullah (sav) "Diyet, maktulün varisleri arasında, yakınlık de­recesine göre mirastır. Artan olursa (farz sahiplerinden artarsa) o asa-beye aittir." buyurdu.

Rasûlullah (s.a.v) burunda; tamamı kesildiği zaman tam diyet, ucu ve­ya bir tarafı kesildiğinde yarım diyete hükmetti ki o da; elli deve veya onun mukabili altın yahut gümüş yada yüz sığır veya bin koyundur. El ke­sildiğinde yarım diyete, ayak kesildiğinde yarım diyete me'mûme (et ke­silip beyin ile kemik arasındaki zarı meydana çıkaran yaralama, buna âm­me de denilir) de otuz üç tam ve üçte bir deve veya onun kıymetinde al­tın, gümüş, sığır yada koyuna, câife (karın boşluğuna kadar ulaşan yara) de de aynısına hükmetti. Parmaklarda herbir parmak için on deve, dişler­de de herbir diş için beş deve diyet vardır.

Rasûlullah (s.a.v) kadının diyetinin, (farz sahiplen olan) varislerinden artandan başka miras alamayan asabesi ayasında ortak olduğuna hükmet­ti. (Bir kadın bir cinayet işlerse, cinayetin diyetini asabesi öder.) Eğer bir kadın Öldürülürse onun diyeti varisleri arasında taksim edilir. Onlar, katillerini[169] (kısas olarak) öldürür (Ölümünü isleyebilirler.

Rasûlullah (s.a.v): "Maktulün vârisi yoksa bile katil on (un mirasın­dan veya diyetin) den birşey alamaz. Onun varisi, insanların kendisi­ne en yakın olanıdır. Katil, (öldürdüğü kişiden) hiçbir şeye varis ola­maz" buyurdu.[170]

Muhammed (b. Raşid) şöyle dedi:

Bunun tamamını bana Süleyman b. Musa Amr b. Şuayb'tan, o baba­sından o da kendi babası vasıtasıyla Rasûlullah'tan haber verdi. Ebû Davud der ki: Muhammed b. Raşid Dimeşk (Şam) lıdır. Katilden, Basraya kaçmıştır.[171]

 

Açıklama

 

Bu haber hayli uzun olduğu ve değişik hükümleri ihtiva ettiği için, diğerlerinden ayırarak müstakü-len ele almayı uygun bulduk.

Ebû Davud bu hadisi bizzat râvinin ağzından duymadığını, ondan elde ettiği kitabında yazılı olarak bulduğunu bununla birlikte onu güvenilir bir dostun yine Seyhan'dan yaptığı rivayet ile elindeki yazılı nüshanın rivayetini böylelikle yeni bir semâ1 (dinlemek) ile pekiştirdiğini belirterek, bu rivayetinin güvenilirliğini ifâde eden beyanlarda da bulun­muştur. Ebû Davud'un bu tutumu hem kendisinin, hem sair muhaddis-lerin rivayetteki titizlikleri hakkında açık bir fikir vermektedir.

Hadis Önce, bir cana kıymanın bedeli olan tam diyetin miktarı ile ilgi­li bazı gelişmeleri ele almıştır. Bu konu daha önce işlendiği için biz bura­da o mes'ele üzerinde durmayacağız. Hadisin temas ettiği diğer bir konu parmaklar ve dişlerin diyetidir. Biz bunun üzerinde de durmayacağız. Çünkü bundan Önceki hadiste o mes'elenin de izahı yapılmıştı. Burada söz konusu edip. izaha çalışacağımız noktaları maddeler halinde takdim etmeyi düşünüyoruz:

1- Bir kimse Öldürüldüğünde, ona mukabil alınacak diyet maktulün va­risleri arasında, mirastan alacakları hisseye göre taksim edilir. Artanı da asabe alır.

Ölen birisinin akrabalık sebebiyle kendisine varis olan kişiler üç gu­rupta mütalaa edilir. Bunlar: Ashab-ı ferâiz, asabe ve zevi't- erhamdir.

Ashab-i feraiz (farz sahipleri); mirastan alacakları pay Kur'an-ı Ke-rim'de tesbit edilen akrabalardır. Kari-koca, baba-anne, nine, kızkardeş v.s.

Asabe: Mirastan alacakları pay belli olmayan farz sahiplerinin hisse­sinden artanı alan kardeş v.s.

Zevi'l-Erham: Teyze, hala, dayı, gibi ikinci derecede mirasçı olan ak­rabalar. Bunlar, ancak yukarıdaki iki guruptan mirasçının bulunmaması halinde varis olabilirler, aksi halde alamazlar.

Hadis-i Şerifte efendimiz, maktulün diyetinin önce farz sahiplerine hisseleri nisbetinde verilip, artan olursa asabeye intikal edeceğini bildir­mektedir. Bu, normal miras taksiminde uygulanan usûlün aynıdır.

2- Burunun diyeti, tam diyettir. Yani bir kimsenin burnunu kökten ke­sen kişi, kısas mümkün olmaz veya cinayete uğrayan kişi kısas istemez­se, sanki onu öldürmüş gibi tam diyet ödemek zorundadır. Bu hüküm, bundan önceki hadisi izah ederken işaret ettiğimiz genel prensibe uygun­dur. Çünkü burun vücutta tek organdır, cinayeti-den dolayı tam diyet ge­rekir. Nitekim hadisin devamında bir eli kesmenin diyetinin de yarım di­yet olduğu beyân edilmektedir.

Burunun tamamının kesilmesi durumunda tam diyetin gereği konusun­da ulemâ arasında ihtilâf yoktur. Burun direğinin kesilmesi halinde, ule­mânın çoğuna göre üçte bir diyet gerekir. Bu görüş Zeyd b. Sabit, Mücahid Mekhûlden rivayet edilmiştir. Ahmed b. Hanbel de aynı görüştedir.

3- İki elden her birinin diyeti, tam diyetin yansıdır. İkisinin diyeti tam­dır. Bu konuda da ihtilâf yoktur. Ancak elin çolak olması halinde diyeti­nin ne olacağı konusu âlimler arasında ihtilaflıdır.

Hz. Ömer (r.a) den, çolak elin diyetinin, tam diyetin üçte biri olduğu rivayet edilmiştir. Bu görüş aynı zamanda Mücâhid, Ahmet b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'ye de aittir.

Hanefi imamları ile İmâm Şafiî'ye göre ise çolak el için hükümet-i adi (ehli vukuf tarafından belirlenecek bir miktar) gerekir.

Sağlam ele vurulup da çolak edilmesi durumunda ise tam bir el diyeti gerekir.

4- Başta bulunup da, kafa kemiği ile beyin arasındaki zara kadar ula­şan yaranın diyeti tam diyetin üçte biridir. Bu yaraya, memûme veya âm­me denilir. Câife denilen ve karına ulaşan yaranın diyeti aynıdır. Bu ya­raya sebep olan silah vücudun bir yerinden girip öbür tarafından çıkarsa üçte iki diyet gerekir.

5- Bir kadın cinayet işlerse, diyeti âkılesi tarafından Ödenir. Âkılesi de, asabe denilen akrabasıdır. Asabe'nin ne demek olduğu birinci maddede açıklandı.

Bu cümle, babanın ve dedenin âkıleye dahil olmadığına delil kabul edilmiştir. Çünkü onlar bazan altında bir hisse alırlar.

6- Bir kimse, kendisinin vârisi olduğu bir yakınını öldürürse onun mi­rasından mahrum olur. Katle iştirak etmeyen diğer uzak akrabaları mira­sı alırlar.

7- Diyet aynen miras gibidir. Diğer miras nasıl taksim edilirse, diyet de aynı şekilde taksim edilir.

Bu hadiste iki tür yaralama (me'mûme ve câife) söz konusu edilmiş di­ğer yaralara temas edilmemiştir. Bunların dışındaki bazı yaralar için, Ha­nefî" mezhebine göre verilmesi gereken diyet şöyledir:

Deri kesilip kemik görünürse bu yaralamanın diyeti tam diyetin yirmi­de biri, kemik kırılır yerinden oynarsa diyetin onda biri verilir. Kemiğe kadar ulaşmayan yaralamalarda hükümet-i adi gerekir. Uzmanlar ne gibi bir ceza takdir ederlerse o uygulanır. Çünkü bunlar için takdir edilmiş bir diyet yoktur.[172]

 

4565... Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden, Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

"Amde benzeyen öldürmenin diyeti, tcammüdcn öldürmenin diye­ti gibi muğallaza (katı) dır. Onda, sahibi (katil) öldürülmez."[173]

(Ebû Davud şöyle) dedi: Halil bize İbn Raşid'den naklen, (Rasûîul-lah'in) şu sözleri (ni) de ilâve etti:

"Bu, şeytanın insanlar arasına sıçramasıdır. Hiçbir kin ve silah ol­madan körü körüne farkına varılmadan akan kandır."[174]

 

Açıklama

 

Bilindiği gibi amde benzeyen öldürme, silah  sayılmayan bir âletle döve döve öldürmedir. Bu tür öldürmenin diyeti muğallazadir. Konu bundan önceki babda detaylı ola­rak geçmişti.

Hz. Peygamber (s.a.v) bu hadiste, amde benzeyen öldürmeden dolayı kısas gerekmediğini açıkça beyan buyurmuştur. Rasûlullah'jn bu tasrihi­ne sebep, şibh-i amd, amde benzediği için kısasın gerekebileceği yolun­daki şüpheleri defetmektir.

Musannif Ebû Davud, Halil b. Ziyâd el-Muhânbî'nin İbn Raşid'den naklettiği bir ziyadede, Rasûlullah'ın şibh-i amd yoluyla öldürmenin vu­kuunu anlatan bir sözüne işaret etmiştir. Buna göre; amde benzeyen öl­dürme silâhla ve düşmanlık eseri işlenen bir cinayet değildir. Şeytanın in­sanlar arasındaki bir faaliyetidir. Bu Öldürme şeklinin esası açıklığa çıka­maz. Katilin halel-i rûhiyesi ve öldürüş şekli bilinmez. Böyle bir durum­da da katil Öldürülmez.

Bu hadisin, üzerinde durduğumuz konu ile hiçbir irtibatını göremedik. Musannifin bu hadisi niçin buraya aldığını da bilmiyoruz.[175]

 

4566...  Abdullah b. Amr (r.a) den; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Mudıhalarda (kemiğe varan yaralarda) diyet beş devedir."[176]

 

Açıklama

 

Mûdiha; terceme esnasında da işaret edildiği gibi, kafa derisi ve altındaki zarın yarılıp, kemiğin açığa çıkması halindeki yaraya verilen isimdir. Bu türdeki bir yaranın diyeti beş deve yani tam diyetin yirmide birisidir. Yaranın büyük ve küçük olması arasında fark yoktur. İki ayrı yerde böyle bir yara olursa diyet ikiye kat­lanır.

İmâm Mâlik, burundaki bir mûdıhayı kabul etmemekte, Şafiî ise kabul etmektedir. Baş ve yüzün dışındaki mûdıhalarda hükümet-i adi (bilirkişi takdiri) gerekir.[177]

 

4567... Rasûlullah (s.a.v) yerinden çıkmayan (ama görme hassasını kaybeden) gözde üçte bir diyete hükmetti.[178]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerif, metinde de görüldüğü gibi bir cinavete mgruz ka}m da görme özelliğini kaybeden ama yerinden çıkmayan gözün diyetini konu edinmektedir. Hadise göre böyle bir cinayetin diyeti, üçte birdir. Avnu'l-Ma'bûd müellifi bu "üçte bir" i, gözün diyetinin üçte biri diye kayıtlamıştır.

İbn Melek1 in nakline göre, Ishak hadisin zahirine göre hükmetmiş ve böyle durumlarda üçte bir diyete hükmetmiştir.

Ulemânın cumhuruna göre ise hükümet-i adi gerekir. Bu hükmün ha­dis ile te'lifi şöyledir: Hükümet-i adi, üçte bir diyet kadardır.

Hükümet-i adi; bilindiği gibi ehl-i vukufun takdir edeceği meblağdır. Bir köle sağlam olarak değerlendirilir, sonra da gözü yerinde olmak şar­tıyla görme Özelliğini kaybetmiş bir vaziyette değerlendirilir. Aradaki fark, hükümet-i adidir.

Göz yerinde kalmak şartıyla, görme duyusunu kaybeden göze, tam bir aöz diyeti deşil de daha az bir ceza takdir edilmesine sebep, gozun gör­me özelliğiniWbetmesine rağmen, yüzün güzelliğini muhafaza etmesi­dir. Çünkü gözün menfaati tamamen yok olmamış, yarısı gitmiştir. Onun için böyle bir cinayetin cezası daha hafiftir.[179]

 

19. Ceninin Diyeti[180]

 

4568... Muğira b. Şû'be (r.a) den; şöyle demiştir:

Hüzeyl kabilesinden bir adamın nikâhı altında iki kadın vardı. Bunlar­dan birisi öbürüne bir direk (kalın bir sopa) ile vurdu ve onu öldürdü.[181] Taraflar mes'eleyi Rasûlullah'a getirdiler.

Adamlardan birisi:

"Bağırmayan, yemeyen, içmeyen ve ağlamayan bir kimse (cenin) için nasıl olur da diyet öderiz?!..” dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Bedevilerin secîli konuşmaları gibi mi konuşuyorsun?!" buyurup Gurreye[182] hükmetti ve onu kadının âkılesine yükledi.[183]

 

4569... Bize Osman b. Ebî Şeybe haber verdi, bize Cerir haber verdi. O, Mansûr'dan aynı isnâd ve mânâ ile nakledip şunu da ilâve etti.

"Rasûlullah (s.a.v), öldürülen kadının diyetini katilin âkilesine yükledi ve karnındaki cenin için de ğurreye hükmetti.

Ebû Davud:

"Bu hadisi aynen bu şekilde Hakim, Mücâhid' den o da Muğira' dan ri­vayet etti" dedi.[184]

 

4570...  Misver b. Mahreme'den; şöyle demiştir:

Ömer fr.a) halkla, kadının çocuk düşürmesi konusunu istişare etti. Mu­ğira b. Şu'be: "Rasûîullah'ın onun için ğurreye; bir köle veya cariyeye hükmettiğine şâhid oldum" dedi.

Ömer:

"Sana şahitlik edecek birisini getir" dedi. Urve de Muhammed b. Mes-leme'yi getirdi.

Harun: "Onun için- yani adamın karısının karnına vurduğuna-[185]  şâhitlik etti" dedi.[186]

Ebû Davud söyle der;                                          .

"Ebu Ubeyd'den bana ulaştı ki, çocuk düşürmeye İmlâs denilir. Çün­kü kadın onu doğum vaktinden önce kaydırır (atar.) Elden ve başka bir şeyden atılan herşeye: "Melisa=kaydı" denilir."[187]

 

4571... Bize Mûsâ b. İsmail haber verdi, bize Vuheyb haber verdi. O, Hişâm'dan, Hişâm babasından, o Muğîra'dan Muğîra da Ömer (r.a) den (yukarıdaki hadisi) mânâ olarak rivayet etti.

Ebû Davud şöyle der:

"Bu hadisi, Hammad b. Zeyd ve Hammad b. Seleme Hişâm h. Ur­ve'den, o babasından "Ömer şöyle dedi..." diye rivayet etti."[188]

 

'4572...  İbn Abbas (r.a) dan rivayet edildi ki:

Ömer (r.a) Rasûlullah (s.a.v) in, cenin düşürme konusundaki hukmunu sordu. Hamel b. Mâlik b. Nâbiğa ayağa kalkıp:

"Ben iki kadının arasındaydım; birisi öbürüne çadır direğıyle vurdu.

Hem onu hem de karnındaki bebeği öldürdü. Rasûlullah (s.a.v) maktulün cenininde gurreye ve katil kadının öldürülmesine hükmetti." Dedi.[189] Ebû Davud şöyle der:

Nadr b. Şûmeyl, "Miştah; fırından ekmek çıkartılan kürektir" dedi. Ebû Ubeyd ise: "Mistah; çadır direklerinden birisidir" dedi.[190]

 

4573... Tâvûs şöyle demiştir:

"Ömer (r.a) minbere çıktı..." Ravi önceki hadisi mânâ olarak anlattı, ama ondaki "kadının öldürülmesine" cümlesini zikretmedi. Gurre kelime­sine "bir köle veya câriye" kelimelerini ilâve etti ve şöyle dedi:

Ömer (r.a): "Allahü Ekber. Eğer bunu duymasaydım, başka bir şeye hükmederdik" dedi.[191]

4574... İbn Abbas (r.a) dan;

Hamel b. Mâlik kıssası hakkında şöyle dedi:

"Kadın, saçı bitmiş bir cenini düşürdü, (öbür) kadın öldü. Rasûlullah (s.a.v) katilin âkılesine diyeti hükmetti.

Öldürülen kadının amcası:

"Yâ Rasûlellah! O, saçı bitmiş bir çocuğu düşürdü" dedi. Bunun üze­rine katilin babası:

"O yalancıdır. Vallahi o ses vermedi, yemedi, içmedi. Onun gibiler he­derdir (karşılığı yoktur)" dedi.                                                      

Rasûlullah (s.a.v):

"Câhiliyye döneminin seçili sözleri ve kâhinlikleri gibi mi konuşu­yorsun?!.. Çocuk için de gurre ver" buyurdu.

İbn Abbas:

"Kadınlardan birisinin adı Müleyke öbürünün adı Ümmü Gutayf ti" der.[192]

 

4575...  Câbir b. Abdillah (r.a) den; şöyle demiştir:

Hüzeyl kabilesinden iki kadından birisi öbürünü öldürdü. Her birinin

kocası ve çocuğu vardı.

Rasûlullah (s.a.v) öldürülen kadının diyetini, öldürenin âkılesine yük­ledi. Kocasını ve oğlunu muaf tuttu. Öldürülenin âkılesi:

"Onun mirası bizim mi?" dediler.

Rasûlullah (s.a.v):

"Hayır, onun mirası kocasının ve oğlunun olur" buyurdu.[193]

 

4576...  Ebû Hûreyre (r.a) den; şöyle demiştir:

Hüzeyl kabilesinden iki kadın dövüştüler. Birisi öbürüne bir taş atıp Öl­dürdü. Taraflar meseleyi Rasûlullah'a getirdiler. Rasûlullah (s.a.v) ölen kadının karnındaki bebeğinin diyetini bir köle veya cariye olarak gurre; kadının diyetini de, katilin âkılesine hükmetti. Öldürülen kadının mirası­nı oğluna ve onunla birlikte olanlara verdi.

Bunun üzerine, Hamel b. Mâlik b. Nâbiğa el-Hûzelî:

"Yâ Rasûlellah! Yemeyen, içmeyen, konuşmayan, ağlamayan bir ceni­nin diyetini nasıl öderim?! Böyleleri heder sayılır" dedi. Rasûlullah (s.a.v):

Onun seçili konuşmasından dolayı:

"Bu kâhinlerin kardeşlerindendir" buyurdu.[194]

 

4577... Ebû Hureyre (r.a) bu kıssa hakkında şöyle dedi: "Sonra, aleyhine ğurre hükmedilen kadın öldü. Rasûlullah (s.a.v); onun mirasının oğullarına, diyetin de asabesine olduğuna hükmetti."[195]

 

4578... Abdullah b. Büreyde, babasından şöyle rivayet etti: Bir kadın başka birisine taş atıp (karnındaki bebeği) düşürdü. Mesele Rasûlullah (s.a.v) e arzedildi. Rasûlullah (s.a.v) çocuk için beşyüz koyu­na hükmetti ve o gün taş atmayı yasak etti. Ebû Davud şöyle der:

Hadis böyle, "beşyüz koyun" şeklindedir. Ama doğrusuyuz koyundur. Abbas böyle (beşyüz koyun) dedi. O bir vehmdir.[196]

 

4579... Ebû Hureyre (r.a) den; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) Cenin hakkında gurre; köle, cariye, at veya katır ile hükmetti.

Ebû Davud şöyle der:

Bu hadisi Hammad b. Seleme ve Halid b. Abdullah, Muhammed b. Amr'dan rivayet etmişler, "at veya katır" kelimelerini  zikretmemişlerdir.[197]

 

4580... Şâ'bî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Gurre beşyüz dirhem gümüştür."

Ebû Davud derki:

Rabîa: "Gurre elli dinar altındır" dedi.[198]

 

Açıklama

 

Bu babdaki hadisler, beş ayrı sahabeden nakledilmektedir. Bunlar; Cabir b. Abdullah, Muğira b. Şû'be, İbn Abbas, Bureyde ve Ebû Hureyre (Allah hepsinden razı olsun) dir. Hadislerin hepsi, Huzeyl kabilesinden iki kadının biribirleri ile kavga edip, birisinin hamile olan öbürüne vurup kadının ve bebeğinin ölümüne sebep olduğunda birleşmektedirler. Ancak bir kısım rivayetlerde, katil olan kadının çadır direği vurduğu bildirildiği halde 4578 numaradaki riva­yette birşey attığı ve kadının bebeğini düşürdüğü beyan edilmektedir. An­cak, Ebû Davud bu hadisteki bir hükme itiraz etmiş, gurre olarak rivayet edilen beşyüz koyunun doğrusunun, yüz koyun olduğuna işaret etmiştir.

Bir de, bazı hadislerde kavga edip biribirini öldüren kadınların aynı şahsın nikâhı altında iki kuma olduğu bildirilirken, bazılarında bu cihet hiç anılmamış, birisinde ise başka başka adamların karıları olduklarına dikkat çekilmiştir.

Taberânî'nin, Ebû Melih el-Huzelî'nin, babasından yaptığı rivayet da­ha tafsilatlıdır. Taberânî'nin rivayeti şu şekildedir:

"Bizde Hamel b. Mâlik diye birisi vardı. Adamın; birisi Huzeyl, öbü­rü de Âmir kabilesinden iki karısı vardı. Huzeyl kabilesinden olan, çadır direğiyle Âmir kabilesinden olanın karnına vurdu. Kadının çocuğu düştü. Kocaları, vuran kadını Rasûlullah'ın yanına götürdü. Kadının İmran adın­daki kardeşi de beraberlerinde idi. Olayı Rasûlullah'a anlattılar. Rasûlul­lah:

"Diyetini verin" buyurdu.

İmran:

"Hiç yememiş, içmemiş bağırıp ağlamamış bir ceninin diyetini mi vereceğiz?!" dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Sen bedeviler gibi secîli konuşmayı bırak. Buna, bir köle veya cariyenin değeri; beşyüz dirhem veya bir at yada yüz yirmi koyun ge­rekir." buyurdu.

imran:

"Yâ Rasûlellah! Kadının iki tane oğlu var. Obanın ileri gelenleridir­ler, Annelerinin ceremesini benden çok onlar çekmeliler" dedi.

Peygamber (s.a.v):

"Hayır kız kardeşinin ceremesini onlardan çok sen çekmelisin" buyurdu.

İmran:

"Benim verecek bir şeyim yok" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) kadınların kocası ve ölen ceninin babası olan ve Huzeyl kabilesi­nin zekâtlarını toplamakla görevli bulunan Hamel b. Mâlik'e döndü ve:

"Ey Hamel! Sen çocuğun diyetini elindeki HuzeyFin zekâtların­dan yüz yirmi koyun alarak tahsil et" buyurdu. Hamel de öyle yaptı.[199]

Taberânî'nin bu rivayeti olayı daha detaylı bir şekilde aksettirmekte­dir. Rivayetler arasındaki küçük farkları olayın teaddüdüne bağlamak mümkündür.

Metinlerde Rasûlullah'ın secîli konuşmayı men ettiği intibaını veren ifâdeler vardır. Ama bu mutlak değildir. Kâhinlerin yaptıkları gibi, bâtıl fikirlerini doğru göstermek için yapılan seciler yasaktır. Normal secî ca­izdir. Bizzat Rasûlullah secîli konuşma yapmıştır.

Hadis-i Şerif, tüm rivayetleri ile, ana karnındaki ceninin düşmesine se­bep olan kişiye ğurre denilen bir cezanın gerektiğine delâlet etmektedir. Yine hadisin rivayetlerinde gurre'nin; bir köle veya câriye, bir at, yüz ko­yun, beşyüz dirhem gümüş, elli dinar altın olduğuna işaret vardır.

Gurre aslında atın alnındaki beyazlık, aydınlık manalannadır. Onun için bazı âlimler bu kelimeyi, lügat mânâsının delâleti istikâmetinde de­ğerlendirmişlerdir. Meselâ Ebû Amr b. Alâ: "Gurre; beyaz köle veya ca­riyedir, beyaz olduğu için bu isim verilmiştir. Siyahı kabul edilmez" der.

Ulemânın Cumhuruna göre gurre, diyetin yirmide biridir. Bu da beş­yüz dirhem gümüş veya o kıymette bir köledir. Diyetin gümüş karşılığı on ikibin dirhemdir, diyenlere göre gurre, altı yüz dirhem gümüştür. Bu hü­küm cenin erkek olması halindedir. Kız olursa kadının diyetinin onda bi­ridir ki, o da beşyüz dirhem gümüş eder. Çünkü kadının tam diyeti, erke­ğin diyetinin yarısıdır.

İmâm Şafiî'ye göre ceninin diyeti deveden ödenir ve beş devedir. An­cak bu develerden ikisi hamile deve kıymetinde üçü de dört veya beş ya­şına girmiş erkek deve kıymetinde olacaktır.

Cenin için ödenmesi gereken diyet kendisinden miras olur. Yâni o be­beğin mirasçıları gurre denilen o diyeti alırlar. Ancak ceninin düşmesine sebep olan kişi mirasçı olamaz. Meselâ bir kimse hamile olan karısının karnına vursa ve bebek düşse, baba çocuk için ödenen gurreden miras ala­maz. Anne bizzat kendisi karnına vurarak veya ilaç içme v.s. gibi bir yol­la bebeğini düşürürse; bebek ölü olarak düşerse gurre gerekir. Diri olarak düşer, sonra Ölürse tam diyet icâbeder. Bu diyet kadının âkılesince çocu­ğun yakınlarına ödenir. Şüphesiz kadın buna mirasçı olamaz.

Düşen ceninden dolayı gurre gerekmesi için, ana karnında kaç aylık ol­ması gerektiği konusunda bir kayıt mevcut değil. Ancak, metinlerde; vü­cudunun bir kısmı tamamlanan ceninin, tamamı tamamlanan cenin hük­münde olduğu ve düşürülmesinden dolayı gurre gerektiği bildirilmekte­dir.

Şayet cenin bir darbe sonunda diri olarak düşer, bilâhere ölürse tam di­yet gerekir.

Hadis-i Şerif, cenin için ödenmesi gereken diyetin, katilin âkılesi tara­fından ödenmesi icâbettiğine ve oğul ile kocanın âkile olmadığına delâlet etmektedir. Yine hadisten anlıyoruz ki, bir kadının oğlu ve kocası varken âkılesi miras alamaz.

Hadisin bazı rivayetlerinde, bebeği düşen kadının kendisinin de öldü­ğüne işaret edilmektedir. Ölen bu kadın içinde, bazı rivayetlerde katil ka­dının âkılesine diyet yüklendiği, bir rivayette ise öldürüldüğü bildirilmiş­tir. Hattâbi; bu rivayetten başka, katli söz konusu eden bir rivayet bulun­madığını söyler. Kalın odun ve iri taşı silâh hükmünde sayıp ta bunlarla vuku bulan teammüden öldürmenin kısası gerektirdiğini söyleyenlere gö­re, bunda hiçbir müşkil yoktur. Ancak Hanefiler, bu durumda, ölen kadın için, âkılesine diyet yükleyen rivayeti tercih etmiş olacaklar ki, ölen anne için tam diyet, bebeği için de beşyüz dirhem gurreye hükmetmişlerdir.

Bugün çokça yapılmakta olan kürtajların da çocuk düşürme hükmün­de olması gerektiği kanaatindeyiz. Kürtaj için zaruret yoksa hem izin ve­ren anne baba hem de kürtajı yapan doktor dinen mes'uldür. Fakat rahim­deki cenin henüz organları belli olmayacak bir halde ise, hukuken diyet (gurre) gerekmez.[200]

 

20. Mükâtebin Diyeti

 

4581... İbn Abbas (r.a) dan; şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v) Öldürülen mükâtebin diyeti konusunda hüküm verdi. Buna göre; mükâtebe akdinden ötürü ödediği oranda hür diyeti, kalandan da köle diyeti ödenir.[201]

 

4582... İbn Abbas (r.a) dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bir mükâteb diyeti hak ederse veya mirasa vâris olursa, hürriye­tini elde ettiği oranda varis olur."[202]

Ebû Davud şöyle der:

Bu hadisi, Vüheyb, Eyyüb'tan, o îkrime'den, o da Ali vasıtasıyla Rasû­lullah'tan rivayet etmiştir. Hammad h. Zeyd ve İsmail ise, Eyyüb'tan o da Ikrime tarikıyla Rasûlullah'tan mürsel olarak rivayet etmişlerdir. İsmail h. Uleyye bunu, İkrime'nin sözü kabul etmiştir.[203]

 

Açıklama

 

Bu babdaki hadisler, kendisi veya bir yakını öldürülen mükâtet, jçin tahakkuk edecek diyeti, yada mükâtebin alacağı diyeti söz konusu etmektedirler.

Mükâteb: Sahibi ile, belirli bir mal karşılığında hürriyetini kazanmak için anlaşma yapan köledir. Yâni bir köle sahibi ile; anlaştıkları miktar­da para veya bir malı, tesbit ettikleri süre zarfında kazanıp getirmek ve buna mukabil hür olmak konusunda anlaşır. Şayet o malı getirirse hür olur. Getiremezse köleliği devam eder. İşte bu anlaşmaya mükâtebe, bu anlaşmayı yapan köleye de mükâteb denilir.

Birinci hadis; öldürülen bir mükâtebin diyetini tâyin etmektedir. Buna göre mükâteb kazanıp sahibine ödediği bedel oranında hür, kalan borcu oranında köledir. Meselâ, anlaştıklarının yarısını ödemiş ve öldürülmüş olursa; hürrün diyetinin yarısı ile, köle diyetinin yarısı kadar diyet takdir edilir. Anlaştıkları meblağın üçte birini ödemişse hür diyetinin üçte biri ve köle diyetinin üçte ikisine müstehak olur. Hadisin delâleti budur. An­cak, Hattâbi'nin dediğine göre ulemâdan hiç birisi bu hadisin delâleti yo­lunda bir görüşe sahip olmamıştır. Fukahâ; Mükâtebin, borçlu olduğu müddetçe köle olduğu konusunda icmâ etmişlerdir. Fukahâyı bu hükme götüren; "Mükâteb, bir dirhem dahi borcu olduğu müddetçe köledir" hadisidir.

Hattâbı; eğer hadis mensuh değilse veya ona muarız ondan daha güç­lü başka bir hadis yoksa onunla hükmetmek gerektiğini söyler.

İkinci hadis de, mükâtebin varis olması veya bir uzvuna karşı girişilen bir cinayetten dolayı diyet hak etmesi durumunda alacağı oranı söz ko­nusu etmektedir. Bu da aynen yukarıdaki mes'elede olduğu gibidir. Yani efendisine ödediği oranda hür, borcu oranında köledir. Meselâ mükâtebin, hür olan babası ölse ve ondan başka vârisi olmasa; mükâteb efendisine vereceği malın yarısını vermişse, mirasın yarısını alır. Yine meselâ mükâ­tebe bedelinin yansını ödeyen bir mükâtebin bir eli kesilmiş olsa, bir hür­rün yarım diyetinin yansı ile, bir kölenin yarım diyetinin yarısını alır.

Şüphesiz, mükâtep borcu kaldığı müddetçe, köle kabul edilirse, bu ko­nularda da köleye ait hükümler uygulanır.[204]

 

21. Zimmînin Diyeti

 

4583... Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Muâhid (zimmî) in diyeti, hür (müslümanın) diyetinin yarısıdır."[205]

Ebû Davıtd şöyle der:

Bu hadisin benzerini Üsâme b. Zeyd el-Leysî ve Abdurrahman b. Ha­ris, Amr b. Şuayb'tan rivayet etmişlerdir.[206]

 

Açıklama

 

Tirmizî hadis için: "Bu hadis hasendir" demektedir.Hadisin Tirmizî'deki rivayeti: "kâfirin diyeti, müslümanın diyetinin yarısıdır." şeklinde; İbn Mâce'nin rivayeti de: ehl-î kitabın diyeti, müslümanların diyetinin yarısı kadar hükmedil­di" şeklindedir.

Zimmî; İslâm ülkesinde yaşayan gayri müslim tebaadır.

Hattâbi zimmîlerin diyeti konusunda bundan daha açık bir rivayet ol­madığına işaret ettikten sonra, ulemânın görüşlerini verir. Buna göre:

Ömer b. Abdil-Aziz, Urve b. Zübeyr, İmam Mâlik, îbn Şübrüme ve Ahmed b. Hanbel'in görüşleri hadiste bildirildiği gibidir. Yani bu âlimle­re göre İslâm ülkesinde öldürülen bir zimmî için ödenecek diyet, hür bir müslümanın diyetin yansıdır.

İmâm Ebû Hanîfe, talebeleri Ebû Yûsuf ve Muhammed, Şa'bi, Nehâî, Mücâhid, Hz. Ömer ve İbn Mes'ud'a göre zimmînin diyeti de aynen müs­lümanın diyetidir. Bu görüş sahiplerinin delilleri; zimmîlerin diyetinin bin dinar altın olduğunu bildiren "Zimmînin diyeti, Müslümanın diyetidir"

mânâsmdaki hadislerdir.

İmâm Şafiî ve İshak b. Râhûye'ye göre ise zimmînin diyeti, müslüma­nın diyetinin üçte biridir. Said b. Müseyyeb, Hasenü'l-Basrî ve îkri-me'den de böyle rivayet edilmiştir. Hz. Osman'dan ve Hz. Ömer'den bir rivayet de bu şekildedir.[207]

 

22. Birisiyle Dövüşüp Kendisini Koruyan Kişinin Durumu

 

4584... Safvan b. Ya'Iâ, babası (Ya'lâ) dan, şöyle dediğini rivayet et­miştir:

Benim işçim bir adamla dövüşüp elini ısırdı. Adam elini çekti ve işçi­nin ön dişi düştü. Adam Rasûlullah (s.a.v) e geldi. Rasûlullah dişi heder etti (diyet takdir etmedi.) ve: "Onunda elini senin ağzına koymasını ve senin onu erkek deve gibi kemirmeni mi istiyorsun?" buyurdu.[208]

(Abdullah b. Abdül Aziz) şöyle dedi:

"Bana, İbn ebî Müleyke babasından, Ebû Bekir (r.a) ön dişi heder etti (diyet takdir etmedi) ve "Dişi kalmayasıca!" dedi, diye nakletti.[209]

 

4585...  Abdülmelik Atâ'dan, o da Ya'Iâ b. Ümeyye'den bu hadisi riva­yet etti ve şunu ilâve etti:

Sonra (Rasûlullah s.a.v) ısırana:

"İstersen elini ağzına koy, o elini isırsin sonra ağzından çek" bu­yurdu ve dişlerinin diyetini iptal etti.[210]

 

Açıklama

 

Hadisin Buhari'de iki rivayeti var. Bunlardan birisinin hâvisi Imrân b. Husayn öbürününki de Ya'lâ b. Ümeyye'dir. Bu rivayetlerde, kavgaya taraf olanlardan birisinin Ya'lâ'nın işçisi olduğuna dair bir kayıt mevcut değildir.

Müslim'deki rivayetlerin de bir kısmı İmran b. Husayn'den, diğerleri Ya'lâ b. Ümeyye'dendir. Ya'lâ b. Ümeyye'nin rivayetinde kavga eden şa­hıslardan birisinin Ya'lâ'nın kendisi olduğu söylenmektedir.

İbn Mâce'deki bir rivayet ise Ümeyye'nin iki oğlu Ya'lâ ve Seleme (r.a) dan rivayet edilmektedir. Bu rivayette olayın Tebûk gazvesi esnasın­da olduğu ve dövüşenlerin onların bir arkadaşı ile başka birisi olduğu bildirilmektedir. Bu rivayetteki arkadaştan maksadın, diğer bazı rivayetler­de anılan işçileri olması muhtemeldir.

Rivayetlerin tümünü göz Önüne alarak   olayı şöylece özetlememiz  mümkündür:

Ya'lâ b. Ümeyye veya bir başkası, Ya'lâ'nın işçisi ile kavga etti. İşçi karşısındakinin elini ısırdı. O da elini çekti ve işçinin dişi kırıldı. Adam dişinin diyetini istemek için Rasûlulîah'a başvurdu. Fakat Rasûlullah (s.a.v) diyete hükmetmedi, dişi heder saydı. Sonra da adamın içindeki duyguyu defetmek için: "İstersen o da senin elini ısırsın ve sen elini  çek" buyurdu.

İmam Nevevî, kavga edenin Ya'lâ ile işçisi olduğunu ve ışınlan elin Ya'lâ'nın eli değil, işçisinin eli olduğunun sahih ve meşhur görüş olduğu­nu söyler. Kurtubî ise; Hz. Ya'lâ'nın büyük bir zât olduğuna dikkat çeke­rek, ısıranın işçi olduğunu söylemenin daha yerinde olacağını bildirir.

Hadis-i Şerif, kişinin nefsini müdâfa etmesinin meşru olduğuna ve bu­nu yaparken başka çare yoksa saldırganı öldürmesi halinde sorumlu tutul­mayacağına delâlet etmektedir.

Yine hadis, kendisini savunurken karşıdakinin bir uzvunun telefine se­bep olan kişiye cezanın olmadığına delâlet etmektedir. Cumhur ulemânın görüşü de bu istikâmettedir. İmâm Mâlik'ten ise; böyle durumlarda, uzva zarar veren kişinin diyet vermesi gerektiği görüşünde olduğu rivayet edil­miştir. Kısasın gerekmediği konusunda ihtilâf yoktur.

Kurtubî, İmâm Şafiî'nin görüşünün de İmâm Mâlik'in görüşü istikâ­metinde olduğunu söylemektedir.[211]

 

23. Bilmediği Halde Tabiblik Taslayıp Ta Hastaya Zarar Veren Kişinin Durumu

 

4586...  Amr b. Şuayb, babası kanalıyla dedesinden Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Bir kimse, kendisinden tıp bilinmediği (ehil olmadığı) halde tabip­lik yapmağa kalkar (ve hastaya zarar verir) sa, dâmindir."[212]

Nasr (b. Asım), Velîd b. Müslim'in; "Bana İbn Cüreye haber verdi" dediğini söyler.[213]

Ebû Davud: "Bu hadisi Velîd'den başkası rivayet etmedi. Onun sahih olup olmadığını bilmiyoruz," dedi.[214]

 

4587...  Abdûl-Aziz b. Ömer b. Abdil-Azîz şöyle dedi:

Babama gelen heyetlerden birisi, Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurdu­ğunu söyledi:

"Daha önceden tabiplik yaptığı bilinmeyen birisi bir kavme dok­torluk yapmaya kalkar da hastaya zarar verirse dâmindir."

Abdül-Aziz: "Ama dikkat edilmeli ki o, tedaviyi tarifle değildir. O an­cak damarları kesmek, yarayı yarmak ve yakmaktır" dedi.[215]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerifler, ehil olmadığı halde hastaları tedaviye kalkıp onlara zarar veren kişinin verdiği zarardan sorumlu olduğuna delâlet etmektedir. Hattâbî, birisini tedavi ederken hastanın telefine sebep olması halinde diyetin gerekli olduğunda ihtilâf olmadığını söyler. Ancak bir kasıt olmadığı için kısas icâbetmez. Zira tedavi yapan kişi bunu zorla yapmamakta hastanın izni ile tedaviye yeltenmektedir.

İkinci rivayetin sonundaki Abdül-Aziz'in sözlerinden de anlaşıldığı gi­bi yukarıda açıklanan hüküm, câhil olduğu halde hastayı tedaviye yelte­nen kişinin ilâcı eliyle içirerek, yarayı yararak veya yakarak tedaviye kal­kışması halindedir. Böyle olmayıp da, hastaya bir ilâç kullanmasını, ve­ya bir yarayı tedavi için bir yöntemi tavsiye etse hasta da zarar görse so­rumluluk olmaz.

Avnü'I-Ma'bûd müellifinin Alkamî'den naklettiğine göre haddi za­tında ehil olduğu halde, tedavi esnasındaki bir hatası yüzünden hastanın zarar görmesine sebep olan tabibe sorumluluk yoktur. Şüphesiz bu, kasdi olmayan yada ihmale dayanmayan kusurdur.

İnsan hayatı fevkalâde önemlidir. O yüzden dinimiz hayata zararı ön­leyecek tedbirleri almıştır. Bu kabilden olmak üzere, câhil tabibin faali­yetten men edilmesi gerektiğine hükmetmiştir.[216]

 

24. Amde Benzeyen Hatanın Diyeti

 

4588... Abdullah b. Amr (r.a) den; Rasûlullah (s.a.v) -Müsedded; Mek­ke fethi günü hitabetti dedi-[217] şöyle buyurdu:

"Haberiniz olsun! Mal veya kandan câhiliye döneminde anılıp zik­redilen tüm övünme vesilesi olan şeyler ayaklarımın altındadır. Sade­ce, Sikayetu'1-hâc (hacılara su vermek) ve Sidânetu'I-Ka'be (Kabe hiz­meti) bundan müstesnadır.

Haberiniz olsun!.. Şüphesiz kamçı ve sopa ile olan amde benzeyen hatâen öldürmenin diyeti yüz devedir.

Bunlardan kırkının karınla­rında yavruları olacaktır."[218]

 

4589...  Bize bu hadisi aynı isnadla ve benzer mânâ ile Halid'den Mu­sa b. İsmail ve Vüheyb de haber verdiler.[219]

 

Açıklama

 

Bu Hadis-i Şerif 19. babda 4547 numarada geçmişti Qerek görülen noktalara orada işaret edildi. Am­de benzeyen hata yoluyla öldürmenin şekli ve ahkâmı konusundaki görüş­ler de orada geçti.[220]

 

25. Fakirlere Ait Olan Kölenin Cinayeti

 

4590...  İmran b. Husayn (r.a) den rivayet edildi ki:

Fakirlere ait bir köle, zengin birilerine ait bir kölenin kulağını kopardı. Bunun üzerine kulağı koparanın sahipleri Rasûlullah'a gelip:

"Ya Rasûlallah! biz fakir insanlarız" dediler. Rasûlullah (s.a.v) de on­lara hiçbir şey (ceza) yüklemedi.[221]

 

Açıklama

 

Bu bab bazı nüshalarda, Kitâbûd-diyât'ın son babından hemen önce yer almaktadır. Biz metinde geçen "Gulâm" kelimesini babın ismine uygun olarak "köle" diye terceme ettik. Bu kelime, köle mânâsına geldiği gibi, bulûğa erme­miş çocuk ve hizmetçi mânâlarına da gelir. Hattâbî, cinayet işleyenin ai­lesinin Rasüluîlah'a gelip, fakirliklerini söylemelerini göz önünde tutarak cinayet işleyenin de, cinayete uğrayanın da hür olduklarını söyler. Çünkü kölenin işlediği cinayetin diyetini âkılesi yüklenmez. Fakat bu anlayışa göre hadisle, başlık arasında irtibat mümkün olmaz.

Ulemânın ekserisine göre, bir köle bir hürre karşı cinayet işlerse, cina­yeti kendi rakabesinedir. Bunda ittifak vardır. Ancak ne şekilde tahsil edi­leceği konusunda ihtilâf vardır. Fakat biz artık kalmamış bir kurumla il­gili bu tafsilâta girmekte fayda görmüyoruz.[222]

 

26. İki Gurup Arasındaki Kavgada Kimin Tarafından Ve Nasıl Öldürüldüğü Bilinmeyen Bir Maktule Ait Hükümler

 

4591...İbn Abbas (r.a) dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Biribirleri ile taş ve kamçı ile dövüşen bir topluluk içersinde kim tarafından ve nasıl öldürüldüğü bilinmeyen bir ölü bulunsa, onun di­yeti hatâen öldürmenin diyetidir. Teammüden öldürülen kişi için el­lerinin kısas (için bağlanmas) ı vardır. Onunla kısas arasına giren Al­lah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın."[223]

 

Açıklama

 

Bu bab daha önce 17 numaralı babta 4539 numara  ile geçmiş ve orada gerekli izahatta bulunulmuştu.[224]

 

27. Ayağı İle Tepen Hayvanın Verdiği Zarar

 

4592... Efaû Hûreyre (r.a) den; Rasûlullah (s.a.v): "Ayak (m tepip vurduğu) hederdir" buyurdu.[225]

Ebû Davud: "Adam üzerinde binili iken hayvanın ayağı ile vurması" dedi.[226]

 

Açıklama

 

Alimler içersinde, bu hadisin mahfuz olmadığını  söyleyenler vardır. Buna sebep de râviler arasında-

ki Sûfyân b. Hüseyn'in hafıza zayıflığı ile tanınmış olmasıdır.

Munziri, bu hadisi Süfyân b. Hüseyn'den başkasının rivayet etmediği­ni; Mâlik, İbn Uyeyne, Yûnus, Mâmer, İbn Cureyc ve Zebîdi gibi hafız­ların Zührî'den ona muhalif rivayette bulunduklarını söyler. Anılan zâtla­rın rivayeti bundan sonraki babda gelecek olan hadistir. O rivayette "ayak" mânâsına gelen kelime kullanılmamış onun yerine, "hayvan he­derdir, mâden hederdir, kuyu hederdir" denilmiştir.

Bu Hadis-i Şerif, üzerinde binili bir adam bulunan hayvanın birisini tepmesi veya ezmesi halinde, bu cinayetten dolayı bir sorumluluğun ol­madığına delâlet etmektedir.

Hattâbi Ebû Hanife ve talebelerinin bu hadisin ifâde ettiği mânâ istikâ­metinde görüş sahibi olduklarım, ama hayvanın arka ayağı ile vurması ile ön ayağı ile ezmesi arasında fark olduğunu söyler. Hattâbî'nin ifâdesine göre Hanefîler, arka ayağı ile tepmesi halinde üzerindeki süvariye birşey gerekmediği, ön ayağı ile ezmesi halinde ise verilen zararın diyetini dâ-min olduğu görüşündedirler. Ancak bu bilgi Hanelilere ait fıkıh kitapla­rındaki malûmatı biraz eksik aksettirmektedir. Konu oralarda biraz daha detaylı ele alınmıştır. Meselâ el-Hidâye adındaki eserde şöyle denilmek­tedir:

"Hayvanın Ön veya arka ayaklarıyla veya başı ile tepelediği yada diş­leri ile ısırdığı, şeyden dolayı vuku bulan cinayeti, üzerinde binmekte olan kişi damindir. Çarpması halinde de hüküm aynıdır. Ama arka ayağı ile ve­ya kuyruğu ile teptiğinden dolayı olan cinayeti dâmin değildir."

Hanefiler bu hükme varırken, üzerindeki binicinin hayvana sahip ola­bilme veya sahip olamama pozisyonunu esas almışlardır. Giden bir hay­vanın arkasındaki birisine tekme atmasında yada kuyruğu ile vurmasında binicisinin kusuru olmaz. Bir kimsenin üzerine basmasında, kafası ile vurmasında yada ısırmasında ise binici kusuru söz konusudur.

Hayvanı arkadan süren kişi de, üzerine binen hükmündedir. Önden çe­ken ise sadece ön ayaklar ile ezdiğinden sorumludur.

Hindistanlı Hanefi âlimlerinden Muhammed Yahya üzerinde durduğu­muz hadisten muradın; hayvanın üzerinde kimsenin olmaması veya aya­ğından sıçrayan bir taşın birisine değip zarar vermesi ile ilgili olduğunu

söyler.

Hattâbi'nin nakline göre; hayvanın Ön ayağı yada arka ayağı ile vur­ması veya ezmesi arasında fark yoktur. Her halükârda binicisi verilen za­rarın diyetini ödemek zorundadır. Çünkü ona göre binicisi hayvana tam olarak mâlik olabilir. Hayvanın her türlü cinayetinde hincisinin kusuru

söz konusudur.

İbn Rüşd; Ulemânın ihtilâf ettiği konulardan birisinin; hayvanın işledi­ği bir cinayetten ötürü, binicisinin, sürücüsünün veya önden yedenin so­rumlu olup olmadıkları olduğuna işaret ettikten sonra cumhura göre bun­ların hepsinin sorumlu olduklarını, Zahirîlere göre ise sorumlu olmadık­larını söyler.[227]

 

Hayvan, Maden Ve Kuyudan Dolayı Vuku Bulan Zararlar Hederdir[228]

 

4593...  Ebû Hureyre (r.a) Rasûlullah (s.a.v) den, şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir:

"Hayvanın yaralaması hederdir. Mâden (de uğranılan zarar) heder­dir. Kuyu (da uğranılan zarar) hederdir, Rikâz[229] da beşte bir vardır.”[230]

Ebû Davud: Açma (hayvan); yanında kimse bulunmayan salıverilmiş başıboş hayvandır. Bu da gündüz olur, gece olmaz, demiştir.[231]

 

Açıklama

 

Hadisi ahkâm yönünden tahlile başlamadan önce üç kelime üzerinde kısaca durmak istiyoruz:

ACMÂ: "Hayvan" diye terceme ettiğimiz bu kelime, sözlükte sessiz, dilsiz mânâlarına gelir. Konuşmaya gücü yetmeyen herşey açmadır. Hay­vanlar da konuşmadıkları için bu adı almışlardır. Ancak bu kelime hay­vanlar için kullanıldığında yırtıcı olmayan ve mülkiyet altına giren büyük ve küçük baş hayvanlar kastedilir.

HEDER: "Cübâr" kelimesine karşılık kullandığımız bu kelime, boşa giden, karşılıksız, tazminat alınmayan demektir. Yâni, "bu cinayet heder­dir" denildiğinde mânâ "bu cinayet karşılıksızdır, diyeti gerektirmez" de­mektir.

RİKÂZ: Kâmus'ta bu kelime; "Allah'ın yerde gizlediği maden, câ-hiliyye dönemine ait define, altın ve gümüş parçaları" mânâlarınadır.

İmâm Nevevi kendi mezheplerinde bu kelimenin; Cahiliyye devrine ait defineler olduğunu ve bunun, cumhurun görüşü olduğunu, Hanefilere göre ise mâden mânasına geldiğini, onlarca bu iki kelimenin müteradif ol­duklarını söyler.

Hadis-i Şerifte dört konunun ahkâmı beyan edilmektedir. Şimdi de onları ele alalım:

1. Hayvanın yaralaması hederdir: Bu mes'eleye kısmen bir önceki hadiste temas edilmişti. Ancak orada söz konusu olan hayvan, üzerinde binicisi veya arkasında sürücüsü yada önünde yedicisi bulunan hayvandı. Burada söz konusu olan ise yanında kimse olmayan, salıverilmiş başı boş hayvandır.

Bu cümle, yanında hiçbir kimse olmayan bir hayvanın her ne suretle olursa olsun birisini yaralaması veya öldürmesi halinde sahibine diyet ya­da başka bir ceza verilmeyeceğine delâlet etmektedir. Ancak, musannif Ebû Davud, hadisin sonuna koyduğu kayıtla bu hükmün gündüze ait ol­duğuna dikkat çekmiştir.

İmam Nevevî'nin belirttiğine göre; yanında kimse bulunmayan bir hayvanın gündüz verdikleri zarardan dolayı sahiplerinin sorumlu tutulma­yacaklarında ulemâ müttefiktir. Ama gece zarar verirse İmâm Mâlik'e gö­re, hayvan sahibi zararı tazminle yükümlüdür. İmâm Şafiî ve arkadaşları­na göre ise, hayvanın sebep olduğu zararda sahibinin kusuru varsa zararı öder, aksi halde ödemez.

İbn Âbidin'in bildirdiğine göre, İmâm Şafiî'nin gece ile gündüz arasın­da fark gözetmesi sahibinin geceleri hayvanı bağlamak zorunda olmasından dolayıdır.

Hanefilere göre; salıverilmiş olan hayvan ister gündüz olsun ister gece bir mala veya insana zarar verirse, sahibine hiçbir sorumluluk yoktur. Ha­nefi fıkhına ait eserlerde, görüşlerinin delili olarak üzerinde durduğumuz hadis verilmektedir.

2. Madende uğranılan zarar hederdir: Bundan maksat şudur: Bir kimse kendi arazisinde veya mevât arazi denilen sahipsiz ve yerleşim böl­gelerinin uzağındaki bir yerde maden çıkarmak için yeri kazar ve oraya birisi düşüp bir zarara uğrarsa, madeni kazan sorumlu tutulamaz. Aynı şe­kilde, maden kazmak için tuttuğu işçi göçük altında kalsa işveren sorum­lu tutulamaz.

Tabi bu hüküm küçük çapta olup, güvenlik için bir takım tedbirler ge­rektirmeyen madenlerdedir. Ama bugün olduğu gibi büyüyen ve güvenlik tedbirleri gerektiren madenlerde işverenin kusurundan dolayı meydana gelen kazaları farklı değerlendirmek gerekir.

3. Kuyuda uğranılan zarar hederdir: Bundan maksat da, madende olduğu gibi, kişinin kendi milkinde veya kuyu kazma hakkı olduğu başka bir yerde kazdığı kuyudur. Böyle bir kuyuya düşen bir insanın veya hay­vanın zararını kuyu sahibi ödemez. Ama umuma ait bir yolda kuyu ka­zarsa bu kuyunun vereceği zarar heder değildir. Şayet birisi oraya düşer de ölürse, Ölenin diyetini kuyu sahibinin âkılesi öder.

Eğer bir kimse arazisinde kuyu kazdırmak için birkaç işçi tutar ve ku­yu kazılırken işçilerden birisi toprak altında kalarak ölürse, diyeti (ölende dahil) bütün işçiler tarafından ödenir. Meselâ dört işçi olsa ve birisi ölse diyet dörde bölünür. Dörtte üçü kalan üç işçi tarafından ödenir.

4. Rikâz'da beşte bir vardır: Rikâzdan maksadın ne olduğu yukarı­da açıklanmıştı. Bu hadisten anlıyoruz ki toprak altından çıkartılan mâden veya cahiliyye dönemine ait definelerin beşte biri devletin hakkıdır. Bu konu Zekât bahsinde geçmiştir.[232]

 

Başka Tarafa Sıçrayıp Zarar Veren Ateşe Ait Ahkam[233]

 

4594...  Ebû Hûreyre (r.a) den;

Rasûlullah (s.a.v); "Ateş hederdir" buyurdu.[234]

 

Açkılama

 

Hadisin İbn Mâce'deki rivayetinde; ateşin yanısıra  kuyu da amlmaktadir.

Hattâbî; "hadis ulemâsının; bu hadiste Abdül-Aziz hata etti, doğrusu "kuyu hederdir" dediklerini duyup durdum. Nihayet Ebû Davud'un Ab-dul Melik es-San'anî vasıtasıyla Ma'mer'den rivayetini buldum da, o ko­nuda Abdurrezzak'ın yalnız olmadığını gördüm" der.

Hadisten anladığımıza göre; bir kimse kendi mülkünde kendi ihtiyâcı için ateş yakar ve rüzgâr ateşi yayar ve başkalarının malına zarar verirse, bundan dolayı ateş sahibi sorumlu tutulmaz. Çünkü ateş yakanın buna en­gel olmaya gücü yetmez.[235]

 

28. Dişde Kısas

 

4595... Enes b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir: Enes b. Nadr'ın kızkardeşi Rubeyyi' bir kadının ön dişini kırdı. Hep birlikte Rasûlullah'a geldiler. O da Allah'ın kitabı ile kısasa hükmetti.

Enes b. Nadr:

"Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bugün onun (karde­şimin) dişi kırılmaz" dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

"Yâ Enes! Allah'ın kitabı (hükmü) kısastır" buyurdu. Bilâhere di­şi kırılan kadının tarafı diyete razı olup, aldılar. Rasûlullah (s.a.v) buna şaştı ve:

"Şüphesiz, Allah'ın kullan arasında öyleleri var ki Allah'a yemin etse onu yerine getirir" buyurdu.[236]

Ebû Davud şöyle der: Ahmed b. Hanbel'den işittim ki; kendisine: "diş­te nasıl kısas yapılır" denilmiş o da "törpülenir" demiştir.[237]

 

Açıklama

 

Hadisin Buharı ve İbn Mâce'deki rivayetlerinde,  Enes'in kızkardeşi Rubeyyi'nin dişini kırdığı kadı­nın câriye olduğuna işaret edilmektedir. Ayrıca cariyenin sahiplerinin, Hz. Peygambere gelmeden önce diyete razı olmayıp, kısas istedikleri bil­dirilmektedir.

Rasûlullah (s.a.v) in, kınlan dişe mukabil kısas hükmünü vermesinden sonra, Rubeyyi'nin ağabeyi Enes'in yemin ederek "Bugün onun (Ru­beyyi'nin) dişi kırılmaz" demesi hâşâ Hz. Peygamber'e verdiği hükme iti­raz değil, cinayete mâruz kalan kadının adamlarının kısas istediğinden vaz geçip, diyete razı olacakları umudun ifadesidir. Yoksa, kız kardeşine kısas uygulanmasını engelleme niyetini izhar değildir. Zâten Hz. Peygam-ber'in daha sonra: "Şüphesiz Allah'ın kulları arasında öyleleri varki, Allah'a yemin etse onu yerine getirir" buyurması da bunu göstermek­tedir.

Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber efendimizin, Allah'ın kitabı ile, kısasa hükmettiği bildirilmektedir. Buradaki Allah'ın kitabı ile işaret edilen âyet bazı alimlere göre:

"Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılık kısası yazdık (farz ettik)..."[238] ayeti ke-rimesidir.

Diğer bazı âlimler ise maksadın şu ayeti kerime olduğunu söylerler:

Eğer ceza vermek isterseniz, size yapılanın aynı ile mukabele edin. Sabrederseniz, yemin olsun ki bu sabredenler için daha hayırlıdır."[239]

Birinci görüş daha güçlü görülmektedir. Çünkü onda "diş" kelimesi özellikle zikredilmiştir. Hangisi olursa olsun, âyetler ve hadis-i şerif, diş­te kısasın uygulanacağına delâlet etmektedir. Yani bir kimse başka birinin dişine kasden vurur da kırarsa veya sökerse, kendisinin dişi de kırılır. Diş­ler arasındaki büyüklük küçüklük farkına bakılmaz. Çünkü dişlerinin sağladığı fayda büyüklük ve küçüklüğe göre değişmez. Ancak, cinayete maruz kalan diş hangisi ise, caninin de o dişinde kısas uygulanır.

Eğer diş kökünden sökülmüşse caninin dişi de kökünden sökülür. Kı­rılmış ise o kırılan kadar kısım, caninin dişinden törpülenir. Ebû Da­vud'un, Ahmed b. Hanbel'den naklettiği kayıt da bunu göstermektedir.

Şüphesiz cinayet kasdî değilse yada cinayete maruz kalan kişi razı olursa kısas yerine diyet uygulanır. Diyete ait hükümlerde daha önce geç­mişti.

Kısas zulüm değil, adalettir. Çünkü herkesin hayatı ve organları eşittir. Kimsenin hayatı ötekinden daha üstün değildir. İslâm hukuku eşitliği ve adaleti sağlamak için, kısası emretmiş, katilin üç beş sene hapiste yattık­tan sonra çıkıp, maktulün, mağdur yakınlarının karşısına geçip gülmeleri­ne izin vermemiştir.

Allah en iyisini bilendir.[240]

 



[1] Mâide(5) 42.

[2] Mâide (5) 50.

[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/209-210.

[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/210.

[5] Temim b. Abdi Menât b. Edvem kabilesindendir. Tirmizi'nin dediğine göre adı: Habib b. Hayvan veya Rufla b. Yeşribî dir. Ama babasının ad! konusunda başka rivayetler de vardır

[6] En'am (6), 64, İsra (17) 15, Fâtır (35)  18. 4. Nesâî, Kasâme 42, ibn Mâce, dıyat 26, Darimî, diyal 25. Ahmet, 3: 499. 4:163.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/211.

[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/211-212.

[8] İbn Mace: diyet 3, Dârimi, diyât I.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/212-213.

[9] Bu mes'ele için bak. 4506 nolu hadisin izahı.

[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/213.

[11] Nesâi, Kasâme 29. İbn Mace, diyât 35.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/214.

[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/214.

[13] Tirmizi, diyât 13, Nesâi, Kasâme 6, İbn Mâce, diyât 34.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/214-215.

[14] Nesâi. kasâme 6-7. Müslim 33.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/215-216.

[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/216.

[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/216-217.

[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/217.

[18] Müslim, kasâme 32, Nesâi, Kasame 7.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/217-219.

[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/219-220.

[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/220.

[21] Belât: Sözlükle bir çeşit taştır. Ancak, Medinedeki bir mevkiye ad olmuştur. Burada mak­sat orasıdır.

[22] İhsan; bir kimsenin sahih bir nikâhla evlenip, eşi ile cinsi temas kurduktan sonra elde et­liği konumdur.

[23] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/220-221.

[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/221-222.

[25] Bu hadisi musannif Ebö Davud'a. Musa b. İsmail, Vehb b. Beyân ve Ahmet b. Sfıid cl-He-medâni haber vermişlerdir. Gelecek metin, Vehb'in rivayetidir. Vehb'in rivayetine göre Urve b. Zübeyr. hadisi baabasindan rivayet etmiştir. Musa b. İsmail ise onun babası ile dedesinden rivayet elliğini ve onların her ikisinin Huneyn gazvesine sahil olduklarını söylemiştir.

[26] Hındef, İiyas b. Müdar'ın hanımıdır Asıl  adı Leylâ'dır. İlyas b. Mudar'ınn çocuklun ona nisbet edilmiştir. Hındef onların annesidir.

[27] Bu cümle hirdarb-ı meselin manâsıdır, İzah esnasında gerekli açıklama yapılacaktır.

[28] İbn Mace. diyet 4.

[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/222-225.

[30] Biz tercemeyi, İbn Esîr'in hu izahını göz önümle bulundurarak yaptık.

[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/225-226.

[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/226.

[33] Tirmizi, diyât 13, Ahmed, IV: 32. VI. 385.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/227.

[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/227.

[35] Hadisi Ebû Davud'a iki râvi rivayet etmişlerdir. Birisi Abbas b. Velid, Öbürü de Ahmed b. İbrahim'dir. Metin Ahmed b. İbrahim'in rivayetidir. Abbas’ın rivâyetindeki bir farklılığa metinde işaret edilmiştir.

[36] Buhâri, İbn 39 diyât 8 lûkata 7; Müslim, hac 447, 448; Tirmizî, ibn 12; Ahmed , III, 230.

[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/228.

[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/228-229.

[39] Tirmizi. diyâi 17; İbn. Mâce. diyât 21.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/229.

[40] el-Merğınâni, Hidâye, IV.158.

[41] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/229-230.

[42] Ahmed. III. 363.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/230-231.

[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/231.

[44] Şek râvidendir.

[45] "Boğazındaki etler" diye ferceme ettiğimiz "lehevât" kelimesi cemidir. Kelimenin müfredi "lehât" tır ve "küçük dil" manasınadır. Boğazın bilimindeki etlere de bu isim verilir. Terceme bu ikinci manâya göre yapılmıştır. Çünkü küçük dilin çoğulu yoktur.

[46] Buharî, hibe 28; Müslim, selâm 45; Ahmed, III, 218.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/231-232.

[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/232.

[48] Bu hadis münkatı'dır. Çünkü Zührî, Câbir'den hadis işitmemiştir.

[49] Dairimi. mukaddime 11.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/232-234.

[50] Bu hadîs mürseldir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/234.

[51] Bu hadis Bezlu'l-Mechud nüshasında mevcut değildir. Avnıi'l-Ma'bucna da b,r sanraK. hadisle birlikte anılmıştır. Musannıfın hadisi. Rasûlullah'ın zehirlenmek istediğini.anlatan hadisler arasına kalışı Rasûlullah'ın kendisine hediye edilen koyunu kabûl etmesi yönündendir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/234-235.

[52] "Damarlar diye terceme elliğimi, "ebher kelime sırttaki iki damar, kalbin içindeki da­mar, kollardaki damarlar gibi manâlara gelir.

[53] Buharı meğazi X3; Darimi. Mukaddime 11; Ahmed. VI: 18.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/235.

[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/235-236.

[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/236-237.

[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/237-239.

[57] Tirmizî. diyât 17; Nesâî. kasâme 11.17; İbn Mace. diyât   23; Dârimi, diyât 7; Ahmed. V. 10.11.12.18:20.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/239.

[58] Nesâi, kasâme 17.

[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/239-240.

[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/240.

[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/240.

[62] Şek râvidendir.

[63] Ibn Mâce. diyât 29.

[64] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/240-241.

[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/242-243.

[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/243-245.

[67] Buradaki .şek, râviye aittir.

[68] Buhâri, edeb 89, cizye 12; Müslim, kasâme 1,2; Tirmizi, diyât 22; Nesai, kasâme 4; İbn Mace, diyat 28: Ahmed, IV, 2.3.

[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/245-247.

[70] Terceme, Avnü'l-Ma'bud'un izahı göz önünde tutularak, fiillerin meçhul okunuşuna gö­re yapılmıştır. Aynı cümleyi, fiilleri malum okuyarak, "Muhayyisa gelip, Abdullah b. Sehl'in öl­dürüldüğünü ve bir çukura veya kuyuya atıldığını haber verdi" şeklinde terceme etmek te müm­kündür.

[71] Buharî, diyât 12; Müslim, kasâme 6; Nesâi, kasâme 4; İbn Mâce, diyât 28.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/247-248.

[72] bk. eI-Merğınâni. el-Hidâye, IV. 216-217.

[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/248-250.

[74] İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetu'l-Muktesid, (Beyrut 1982). IV, 427-43i; Hidâye, IV, 218; Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî, IV, 287.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/250-252.

[75] Hadisi Musannif Ebû Davud'a: Mahmud b. Halid, Kesir b. Ubeyd ve Muhammed b. Sabbah isimlerinde üç ayrı rûvi rivayet etmiştir. Yukarıdaki metin, Mahmûd b. Halid'in rivayetidir. Kesir b. Ubeyd ve Muhammed b. Sabbâh'ın rivayetlerinde "Liyye kenarındaki Bahra" sözü yoktur. Bu zâtların rivayeti: "Rasulullah (s.a.v) Riga'da. Nasr b. Mâlik'ten bir adamı kasâme yoluyla Öldürdü" şeklindedir. Bunların rivayetinde "katil de maktul de onlardandı" cümlesi yoktur.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/252.

[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/252-253.

[77] Buharî, diyât 22: Müslim, kasâme 5; Nesâî, kasâme 3.5; İbn Mace. diyât 28; Mâlik, kasâme I.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/253-254.

[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/254.

[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/254-255.

[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/255.

[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/255-256.

[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/256.

[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/256-257.

[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/257-258.

[85] Babın ismi bazı nüshalarda: "katile kısas taş ile mi yoksa Öldürdüğü şeyin misli ile ini uygulanır" şeklindedir.

[86] Buhâri, vesâyâ 5, diyât 7; Müslim, kasâme 15; Tirmizi, diyât 6; İbn Mâce, diyât 24; Nesâî, kasâme 13; Dârimi, diyât 4.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/258.

[87] Müslim, kasâme 16; Nesaî, Kasâme 13.

[88] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/258-259.

[89] Buhâri, diyât 7; Müslim, kasâme 15; Nesâi, kasâme 13; İbn Mâce, diyât 24.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/259.

[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/259-260.

[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/260-261.

[92] Kays b. Ubâd; Muhadram'dır. Yani Hz. Peygamber devrinde yaşadığı halde onu görme­miş, ashabla görüşmüştür.

[93] Eşler: Mâlik b. Haris b. Abdi Yağus'tur. Bu da mu had rami ardandır. Hz. Ali'nin taraftar-larındandır. Onunla birlikte tüm savaşlara katılmıştır. Hz. Ali kendisini Mısır'a vali tâyin etmişti. Kalzem'de bir bal şerbeli içmiş, zehirlenerek ölmüştür.

[94] Hadisi musannif Ebû Davud'a Ahmed b. Hanbel ve Müsedded rivayet etmişlerdir. Müsed­ded rivayetinde: "Ali bir kitap çıkardı" derken, Ahmed b. Hanbel, "Kılınç torbasından bir kitap çı­kardı" demiştir.

[95] Buhârî, Cihâd 167; Nesâî, kasâme 13; Tirmizi, diyât 16; İbn Mâce, diyât 21.

[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/261-262.

[97] İbn Mâce, diyet 32.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/262-263.

[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/263-266.

[99] Buhari Salat 44, tefsir sure 24, talak 4; Müslim, Hân 1, 14; İbn Mace, hudûd 34; Nesâî, talak 7; Dârimi, nikâh 39; Ahmed, V:336, 339.

[100] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/267.

[101] Müslim, Liân 15.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/267-268.

[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/268-269.

[103] Nesâî, kasâme 25; İbn Mace, diyât 10; Ahmed, VI, 233.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/269-270.

[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/270.

[105] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/270-271.

[106] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/271.

[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/271.

[109] Nesâî. kasame 21; Ahmed, III, 56-65.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/272.

[110] Rabi1 b. Ziyâd b. Enes el-Hârisî.

[111] Nesâî, Kasâme 24.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/272-273.

[112] Metin Nesâî'nin rivayetidir. Ebû Davud'da bu hadis biraz değişik olarak Kitabü'l-Edeb'te (Hadis: 4775) gelecektir.

[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/273-274.

[114] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[115] Nesâî, kasâme 31.

[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/274-275.

[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/275.

[118] Bu bab bâzı nüshalarda mevcut değildir. Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[119] Hadis iki ayrı isnâdhdır. Birisinin râvîsi Muhammed b. Ubeyd, Öbürünün ki İbn Serh'tir. Muhammed b. Ubeyd'in rivayeti mürseldir.İbn Serh’in rivâyeti mevkuftur. (Bezlu'l-Mechûd)

[120] Nesâî, kasâme 32; İbn Mâce, diyet 8.

[121] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/276.

[122] Nitekim Ebu Davud'un bundan sonraki rivayeti de böyledir.

[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/276-277.

[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/278.

[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/278.

[126] Nesâî, kasame 33; İbn Mace, diyet 6; Ahmed, II: 178, 183, 186, 217, 224.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/278.

[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/278-279.

[128] Ahmed, II. 180,215.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/280.

[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/280-281.

[130] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/281.

[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/282.

[132] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/282.

[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/282.

[134] Tirmizi, diyet 1; Nesâî. kasâme 34; İbn Mâce, diyet 6; Ahmed, I, 450.

[135] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/282.

[136] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/282-283.

[137] Tirmizi, diyet 2; Nesai, kasâme 35; İbn Mâce, diyet 6; Dârimi, diyât 11.

[138] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/283.

[139] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/283.

[140] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/284.

[141] Musannif hadisi. Müsedded ve Süleyman b. Harb'ien içilmiştir. Buradan itibaren musan­nifin belirteceği yere kadarki kısmı sadece Müsedded rivayet etmiştir. Bundan sonraki bölüm ise Müsedded'le Süleyman'ın müşterek rivayetidir.

[142] Nesâî, kasâme 33.34; İbn Mace, diyet 5; Buhari, et-Tarihu'I- Kebir; Dârimî, diyât 22; Ahmed. M, 11,103.

[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/284-285.

[144] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/285-286.

[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/287.

[146] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/287.

[147] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/287-288.

[148] Mücâhid Hz. Ömer'den hadis duymamıştır. Onun için hadis munkatı’dır.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/288.

[149] Ravî. Âsim b. Damra tenkide tabî tutulmuştur. Şâfiîlerin şibh amd için takdir ettikleri di­yet bu haberde bildirildiği gibidir.

[150] Nesâi, kasâme 34; Ahmed. I. 49. 3: 41.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/288.

[151] Hanefiler Abdullah b. Mes'ud'un bu haberi ile amel etmektedirler.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/289.

[152] Hanefiler hatâen öldürmede, metindeki dört .sınıflan ve bir de iki yaşma girmiş erkek de­veden yirmişer adet diyet hükmederler.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/289.

[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/289-290.

[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/290.

[155] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/290-292.

[157] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/292.

[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/292.

[159] Bu iki hadise benzer rivayetler: Nesâi. kasâme 45; İbn Mâce,-diyet 19; Tirmizî, diyât 4. Muvatta. ukul I; Ahmed, I, 289. 2: 207.

[160] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/292-293.

[161] Buharî. diyât 20: Tirmizî, diyât 4; Ncsâî, kasâme 45; İbn Mâce, diyet 18; Ahmed, 1,227, 339.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/293.

[162] Tirmizi. diyet 4; İbn Mâce. diyet 18.

[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/293-294.

[164] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294.

[165] Buhari, diyât20: Tirmizî, diyat 4; Nesâî. kasâme 45; İbn Mâce, diyât 18.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294.

[166] Nesâi, Kasâme 45; İbn Mace, diyet 18.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294.

[167] Nesâî, kasâme 45.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294-295.

[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/295-296.

[169] Bazı nüshalarda: "kadının katili" mânâsına gelecek hiçimde "katilehâ" şeklindedir. Bu da­ha uygundur.

[170] İbn Mace. diyet 6.

[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/296-298.

[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/298-300.

[173] Ahmed. 11,217.

[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/300-301.

[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/301.

[176] Nesâî, kasâme 45; Tirmizî. diyât 3; İbn Mâce. diyât 19; Ahmed. II, 179. 189, 207, 215.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/301-302.

[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/302.

[178] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/302.

[179] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/302-303.

[180] Cenin: Ana karnındaki bebeğin adıdır. İsler (anı şekillensin isler şekillenmesin hepsine cenin denilir.

[181] Bazı nüshalarda "Onu ve karnındaki bebeği öldürdü" denilmekledir.

[182] Ğurre: Tam diyetin yirmide birine tekabül eden diyettir. Açıklama bölümünde gelecektir.

[183] Müslim, kasâme 37, 38; Tirmizî, diyât 15; Nesâî. kasâme 40, 41; İbn Mâce. diyât 11.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/303.

[184] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/303-304.

[185] Buradaki tefsir bir râviyc aitlir. Bunu "kadın Öbür kadının karnına vurdu" diye tefsir eden de vardır.

[186] Müslim. kasâme 39 İbn Mace, diyet 11, Buhari, î'tisam 13, diyât 25 Ahmed, 4: 244.

[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/304-305.

[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/305.

[189] İbn Mâce, diyet 11; Nesai, kasâme 12; Dârinıi, diyât 20.

[190] Terceme, Ebû Ubeyd'in izahına göre yapılmıştır.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/305-306.

[191] Nesâî, kasâme 12. Bu hadis munkatı'dır. Çünkü Tavus Ömer'den hadis işitmemiştir.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/306.

[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/306-307.

[193] İbn Mâce, diyet 15.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/307.

[194] Buharî, diyât 25; Müslim, kasâme 39; Nesâî, kasâme 12.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/307-308.

[195] Buharî feraiz 11; Müslim, kasâme 35; Tirmizi, diyet 19; Nesâî, kasâme 40; Ahmed II, 539.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/308.

[196] Nesâî, kasâme 40.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/309.

[197] Beyhaki de, at ve katır sözlerinin mahfuz olmadığını söyler.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/309-310.

[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/310.

[199] el-Heytemî, Mecmeu'z-Zevâid, IV, 300.

[200] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/310-312.

[201] Nesâî, kasâme 38; Ahmed I, 363.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/313.

[202] Tirmizî, büyü 35; Nesâî, kasâme 38.

[203] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/313.

[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/313-314.

[205] Tirmizî, diyât 11; Nesâî, kasâme 15; İbn Mâce, diyât 32.

[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/314-315.

[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/315.

[208] Buhârî, diyâl 18: Müslîm, kasâme 24; Nesâî, kasâme 18; İbnMâce, diyet 20; Ahmed, IV, 435.

[209] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/315-316.

[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/316.

[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/316-317.

[212] Nesâî, kasâme 41; İbn Mâce, tıb 16.

[213] Musannifin diğer üslûtlı Muhammed b. Sabbalı; Velid'in; "'İbn Cürcyc'den..." diye rivâyet etmiştir.

[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/317-318.

[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/318.

[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/318-319.

[217] Bu hadisi Ebû Davud'a Süleyman b. Harb ve Müsedded nakletmiştir. Müsedded, Rasû-lullah'ın bu sözü Mekke fethi günü söylediğine işaret etmiştir.

[218] Nesâî, kasâme 33,34; îbn Mâce, diyet 5; Buhâri, el-Târihu'l-Kebir; Dârimi, diyât 22; Ahmed, 11:11,103111:410.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/319-320.

[219] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/320.

[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/320.

[221] Nesâi, kasâme 16.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/320.

[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/320-321.

[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/321.

[224] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/321.

[225] Bu hadisi sadece Ebû Davud rivayet etti.

[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/321-322.

[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/322-323.

[228] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[229] Bu kelime açıklama kısmında izah edildi.

[230] Buhâri, zekât 66, diyât 28,29; Müslim, hudûd 45; İbn Mâce, diyât 27; Tirmizî, zekât 16, Ahkâm 37.

[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/323-324.

[232] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/324-325.

[233] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.

[234] İbn Mâce. diyât 27.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/325-326.

[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/326.

[236] Buhârî, Sulh 8, Nesâi, kasâme 17, 18 İbn Mâce, diyet 16.

[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/326-327.

[238] Mâide(5):45.

[239] Nahl(16): 126.

[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/327-328.