2 Bir Kimse Kardeşi Veya Babasının
Suçu İle Sorumlu Tutulmaz
3. İmam (İdareci) Kanı Affetmeyi
Tavsiye Eder
4. Amden Öldürülen Kişinin Velisi
Diyete Razı Olabilir
5. Diyet Aldıktan Sonra Katili
Öldürenin Durumu
6. Birisi R.İr Adama Zehir İçirir
Veya Yedirir De Adam Ölürse (K Vtile) Kısas Uygulanır Mı?
7. Kölesini Öldüren Veya Onun
Uzuvlarını Kesen Kişiye Kısas Uygulanır Mı?
9. Kasâme İle Kısası Terketmek
11. Kâfiri Öldüren Müslümana Kısâs
Uygulanır Mı?
12. Hanımı İle Birlikte Birisini
Bulan Kişi Onu Öldürebilir Mı?
13. Âmil'in Elinden Hataen Bir Kaza
Çıkarsa (Birini Yaralarsa) Ne Gerekir?
Demirden Başka Bir Şeyle Kısas
14. Vurmaktan Dolayı Kısas Ve Reisin
Kendisine Kısas Uygulatması
15. Can (Acıtma Ve Yaralamalar) Da
Kısas
Kadınların Kanı
(Kısası) Affetmeleri
İki Gurup Arasındaki Kavgada Kimin Tarafından Ve Nasıl
Öldürüldüğü Bilinmeyen Bir Maktule Ait Hüküm
16. Diyetin Miktarı Ne Kadardır?
17. Amde Benzeyen Hata İle Öldürmenin
Diyeti
22. Birisiyle Dövüşüp Kendisini
Koruyan Kişinin Durumu
23. Bilmediği Halde Tabiblik Taslayıp
Ta Hastaya Zarar Veren Kişinin Durumu
24. Amde Benzeyen Hatanın Diyeti
25. Fakirlere Ait Olan Kölenin
Cinayeti
27. Ayağı İle Tepen Hayvanın Verdiği
Zarar
Hayvan, Maden Ve Kuyudan Dolayı Vuku Bulan Zararlar
Hederdir
Başka Tarafa Sıçrayıp Zarar Veren Ateşe Ait Ahkam
4494... îbn
Abbas radıyallâhü anhümâdan; Şöyle demiştir: Kurayza ve Nadir (iki Yahudi
kabilesi) idi. Nadir, Kureyza'dan daha güçlü idi. Kureyza'dan birisi, Nadir'den
birini öldürürse, onun karşılığında öldürülürdü. Nadir'den bir adam, Kurayzalı
birini Öldürdüğü zaman ise yüz vesk hurma fidye karşılığında serbest
bırakılırdı. Rasûlullah (s.a.v) gönderildiğinde, NadîrMen bir adam Kureyza'dan
birisini Öldürdü. Nadiriiler:
"Onu bize
veriniz, öldürelim" dediler. Kurayzalılar ise: "Aramızda Peygamber
var" dediler. Hep birlikte, rasûlullaha geldiler. Bunun üzerine:
"Hükmettiğin zaman, onlar arasında adaletle hükmet..."[1] ayeti
nazil oldu.
-İbn Abbas der ki:
Kist (adalet); cana mukabil candır- Sonra da; "Onlar (Yahudiler)
cahiliyyenin hükmünü mü istiyorlar.?”[2] ayeti
indi.
Ebû Davud şöyle der:
"Kureyza ve Nadtf in hepsi Harun (a.s) w evlâdmdandır."[3]
Hadisten anlıyoruz ki,
Kurayza ve Nadîr adındaki, Medine'de yaşayan Yahudi kabileleri arasında bir
teamül vardı. Nadîr'den birisi, Kureyza'li birini öldürürse 100 vesk (Takriben
yirmi ton) hurma fidye olarak veriliyor ve katil serbest kalıyordu. Kureyzalı
birisi Nadîrliyi öldürdüğünde ise katil öldürülüyordu.
Rasûlullah (s.a.v)
gönderildikten sonra Nadîr'li bir adam Kureyza'dan birisini öldürdü.
Kureyzalılar öldürmek için Nadir'li katili istediler. Ama Nadirliler
vermediler. Kureyzalılar, Rasûlullah Medine'ye teşrif ettiğinde yapılan anlaşma
gereği, Hz. Peygamber'in hakemliğine başvurmak istediler ve hasımları ile
birlikte Rasûlullah*a geldiler. Bunun üzerine, "Onlar arasında hükmettiğin
zaman adaletle hükmet'...." mealindeki ayet nazil oldu. İbn Abbâs; bu
ayetten maksadın; katil ve maktul kimden olursa olsun, teammüdi (kasti) olduğu
takdirde kısasın gerekliliğine işaret olduğunu söyler.
Taberânî'nin İkrime
kanalıyla İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre ise bu âyet diyetle ilgili olarak
nazil olmuştur. Bu rivayete göre; Kureyzalılar Nadirlilerden birisini
öldürdüğünde, Nadirliler tam diyet alırlar, Nadîrli birisi Kureyzalı birini
öldürdüğünde ise yarım diyet verirlerdi. İşte Rasûlullah (s.a.v), hakemliğine
başvuran Yahudiler arasında adaletle hükmetti ve her iki tarafın diyetini
eşitledi.
Nadirliler, Rasûlullah
(s.a.v) in bu hükmünden hoşlanmadılar ve yine eskisi gibi kendilerine üstünlük
tanınmasını istediler. Bu sefer de: "Onlar câhiliyye hükmünü mü
istiyorlar?!.." mealindeki âyet nazil oldu.
Hadis-i şerif; kısas
ve diyette herkesin eşit olup, mevki ve nesebi ne olursa olsun kanun önünde
müsavi oduklanna delâlet etmektedir.[4]
4495... Ebû
Rimse[5] (r.a)
den; şöyle demiştir:
Babamla birlikte
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellemin yanına gittik.
Rasûlullah (s.a.v)
babama:
"Bu senin oğlun
mu?" dedi.
Babam:
"Kabe'nin Rabbine
yemin ederim ki evet. Gerçekten (o benim oğlum), ona şehâdet ederim"
dedi.
Rasûlullah (s.a.v)
benim babama benzerliğimden ve babamın benim üzerime yemin etmesinden dolayı
güldü. Sonra;
“Şüphesiz o senin
suçun sebebiyle muaheze edilmez, sen de onun suçu yüzünden sorumlu
tutulmazsın" buyurdu ve: "Bir günah işleyen, başka birisinin günahını
yüklenmez.." ayetini okudu.[6]
Câhiliye döneminde
Araplardan birisi bir cinayet işlese, cânînin babası ve kardeşi de o cinayetten
dolayı sorumlu tutulur, tazminata iştirak ederlerdi. Herhalde, bu adetin tesiri
ile olsa gerek ki, Ebû Rimse (r.a) in babası birgün oğlunu elinden tutarak
Rasûlûllah'a gelmiş ve yemin ederek onun kendi oğlu olduğunu ikrar etmiştir.
Maksadı, onun işleyeceği bir cinayetin tazminini yüklenmektir. Rasûlûllah
(s.a.v) adamın bu tavrıma gülmüş ve herkesin kendi yaptığından sorumlu
olduğunu, babanın oğlunun işlediği bir cinayetten, oğulun da babanın işlediği
cinayetten dolayı sorumlu tutulamayacağını söylemiş ve aynı hükmü ifâde ede
âyet-i kerimeyi okumuştur.
Sindî bu sözü izah
ederken; her birinin cinayetinin kendisine ait olup, başkasına geçmediğini ve
maksadın, günahın geçmeyeceği olduğunu, çünkü baba oğulun birbirlerinin
diyetine iştirak ettiklerini söyler.
Nihâye'de de; buradaki
"cinayet"; "günah, suç ve insanların işleyip de kendilerine
dünyada kısas veya âhirette azap icabeden suçlar" şeklinde izah
edilmiştir.
Rasulullah (s.a.v)
kişilerin işlediği bir suçun günah ve cezasının sadece kendisine olduğu,
babası ve oğlu bile olsa başka birisinin bu günahın azabına iştirak
etmeyeceğini beyan buyurmuştur. Bu hüküm, uhrevi ceza ve kısaslarla ilgilidir.
Diyet konusu ise biraz daha farklıdır. Çünkü bir müslüman diyeti geektiren bir
suç işlediği takdirde âkılesi o diyeti öder.
Kişinin akrabası da âkıleye dahildir.[7]
4496...
Şüreyh el-Huzâi (r.a) den; Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse
öldürülme veya yaralanmaya maruz kalırsa o (ölenin varisi) şu üç şeyden
birisini seçer: Ya kısas yapar, ya affeder yada diyet alır. Eğer dördüncü bir
şey isterse onu engelleyin. Kimde bundan (bu üç şeyden birini seçtikten) sonra
haddi aşar (başka birşey isterse) onun için acı verici bir azâb vardır.”[8]
Hadisin îbn Mâce'deki
rivayetinde, muhayyer olduğu üç şeyden birisini seçtikten sonra başka bir şey
isteyen kişinin ebediyyen Cehennemde kalacağı
ifade edilmektedir. Tabi bu, azabın şiddetine işaret içindir.
Çünkü ehl-i sünnet
inancına göre, bir mü'min ebediyyen cehennemde kalmaz. Hadis-i şerifte,
öldürülen veya bir uzvu kesilen yada yaralanan kişinin vârislerinin af, diyet
ve kısas arasında muhayyer olduğu beyan edilmektedir. Yaralama olayında ise
muhayyerlik yaralananındır. Yani bu kişinin intikam almak, caniyi öldürmek gibi
bir yola sapması caiz değildir. Bu üç şeyden birisini seçtikten sonra da bir
diğerine geçemez. Meselâ affetmişse bir daha diyet veya kısas isteme cihetine
gidemeyeceği gibi, diyeti seçmişse kısas isteyemez. Şayet istese acı bir azabı
hak etmiştir.
Cinayetlerde diyetle kısas
arasında muhayyer olanın kim olduğu konusunda ihtilâf edilmiştir.
Fetlıu'l-Bâri'de cumhura nisbet edilen görüşe göre, kısas ile diyet almak
arasında muhayyer olan, maktulün velisidir. İmam Mâlik, Sevrî ve Ebû Hanife'ye
göre kısac ile diyet arasında muhayyerlik katile aittir. Şerhlerde böyle
denilmektedir. Ama Hanefi fıkıh kitaplarında aksi söylenir.[9]
Tahâvi, İmam-ı Azam ve onun görüşünde olanların, delilinin Enes b. Mâlikten
merfû olarak rivayet edilen şu hadis olduğunu söyler: Rasulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
"Allah'ın yazdığı
(farzı) kısastır." Şayet veli, kısas veya diyette muhayyer olsa idi,
Rasulullah bunu bildirirdi. Ayrıca şu da bu görüş için bir delildir: Saye' veli
diyet ister, katil buna razı olmazsa kendisinden zorla diyet alınamaz.
Bu ihtilâfın esası
şudur: Hanefilere göre kasden adam öldürmenin cezası kısasın kendisidir. Kısas
ayeti buna delâlet ettiği gibi, maktulün velisinin katilden zorla diyet
alamaması ve katilin ölmesi durumunda cezanın düşmesi de buna delâlet eder. İmâm
Şafiî'den bir kavle göre ise Öldürmenin cezası kısas veya diyetten birisidir.
Veli isterse kısas ister, isterse diyet alır. Diyet için katilin rızası şart
değildir. Dolayısıyla katil ölürse diyet teayyün eder.
Şu kadar var ki
Hanefilere göre maktulün varislerinden birisi kısası istemezse, kısas düşer.
Varislerden birisi katille sulh yaparsa, diğer vârislerin hissesi de kısasa
inkılâb eder.[10]
4497... Enes
b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v) a
kısası gerektiren bir suç (lu) getirildiğinde, onun ancak affı emr (tavsiye)
ettiğini gördüm.[11]
Hz. Enes'in bu
hadisinden, Rasûîullah (s.a.v) in, huzuruna getirilen kısaslık bir dâvada
hüküm vermeden Önce, cinayete mâruz
kalan yaralıya veya mağdur ölmüşse onun vârislerine mütecavizi affetmeleri için
tavsiye ve teşvikte bulunduğu anlaşılmaktadır. Metindeki, Rasûlullaha nisbet
edilen emir, tavsiyedir. Çünkü eğer maksat direkt emir olsa idi, cinayete
mâruz kalan kişi veya varisler için kısası affetmeleri seçeneksiz şart olur ve
buda âyete muhalif düşerdi. Bu noktay-ı nazarlardan anlıyoruz ki, buradaki
emirden murat teşviktir.[12]
4498... Ebû
Hureyre (r.a) den; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
zamanında bir adam öldürüldü. Dava Rasûlullaha getirildi. Rasûlullah (s.a.v)
katili, maktulün velisine teslim etti.
Katil:
"Ya Rasûlullah!
Vallahi ben onu öldürmeyi istemedim" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v) maktulün velisine:
"Haberin olsun,
eğer o doğru söylüyorsa (ve buna
rağmen) sen onu öldürürsen cehenneme girersin" buyurdu. Adam da katili
serbest bıraktı.
Katilin elleri arkadan
enli bir kayışla bağlı idi, kayışını sürüyerek çıktı.Bu yüzden adam "zû
nis'a=kayışlı" diye adlandırıldı.[13]
4499... Vâil
b. Hucr (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah
(s.a.v) in yanında idim. Boynunda kayış bağlı bir katil getirildi. Rasûlullah (s.a.v)
maktulün velisini çağırdı ve:
"Onu affediyor
musun?" dedi. Adam:
Hayır, cevâbını verdi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Ondan diyet mi
alıyorsun?" buyurdu.
Adam:
Hayır, dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Onu öldürecek
misin?" diye sordu. Adam:
Evet, dedi. Rasûlullah
(s.a.v):
"A! onu
götür" dedi.
Dördüncü seferinde:
"Haberin olsun,
eğer sen onu affedersen, o hem kendi günahını hem de öldürdüğü kişinin günâhı
ile döner" buyurdu.
Ravi derki:
Bunun üzerine maktulün
velisi katili affetti. Ben onu, kayışını sürürken gördüm.[14]
4500... Bize
Ubeydullah Ömer b. Meysere haber verdi, bize Yahya b. Said haber verdi,
"Bana Cami b. Metar haber verdi" dedi. Bana Alkame b. Vâil (önceki
hadisi) aynı isnâd ve manâ ile rivayet etti.[15]
Son rivayet, önceki
hadisin aynıdır. Üzerinde söz edilecek bir nokta mevcut değil.
4498 numaralı hadiste,
Fahri kâinat Efendimizin, kısasına hükmettiği katilin: "Ben onu öldürmek
istemedim" demesi üzerine, maktulün velisine: "Eğer o doğru söylüyorsa
ve sen onu öldürürsen cehenneme girersin" buyurduğunu görmekteyiz. Burada
sanki Efendimizin, birisini kasıt olmadan öldüren kişiye kısas cezası verdiği
görünümü ortaya çıkmaktadır. Ama bu mümkün değildir. Çünkü Efendimizin
şahitleri dinlemeden, delilleri tesbit etmeden birisini ölüme mahkûm etmesi düşünülemez.
Olayı şöyle değerlendirmek gerekir:
Zahiri deliller,
katilin maktulü teammüden öldürdüğüne delâlet ediyordu. Ama buna rağmen katil,
öldürmesinde kasıt olmadığını iddia ediyordu. Tabi Rasûlullah (s.a.v) mücerret
bir iddia ile değil, delillerin Kahiri ile hükmetti. Ama, katilin iddiası
karşısında da, maktulün velisine, tatili affetmesini tavsiye etti. İşte mesele
bundan ibarettir.
4498 numaralı hadiste
görüyoruz ki; Rasûlullah (s.a.v) maktulün ve-İsine af, diyet ve kısastan
hangisini tercih edeceğini sormuş, onun da cısası tercih etmesi üzerine katili
ona teslim etmiş ancak, onu affetmeîi halinde katilin hem kendi günâhı hem de
arkadaşının (öldürdüğü şahsın) günahı ile birlikte döneceğini yâni her iki
günâhı yükleneceğini haber vermiştir.
Katilin hem kendisinin
hem de karşı tarafın günahını yüklenmesi ilimler tarafından çeşitli şekillerde
açıklanmıştır. Şimdi bu konu ile ilgi-i görüşleri nakledelim:
Hattâbî şöyle der:
"Bunun manâsı; O
arkadaşını (öldürdüğü kişiyi) öldürmekteki günahını yüklenir. Günahı
arkadaşına izafe etti. Çünkü onun katle mahal olması yüzünden, günâhına sebep
olur. Bu; "Şüphesiz söze gönderilen Ra-sûlünüz mecnundur" (Şuarâ,
26,27) âyetine benzer. Aslında Resul, Allah'ın onlara gönderdiği Rasûlu olduğu
halde, onlara izafe edilmiş, sizin Rasûlünüz denilmiştir..."
Aynı konuda Sindi'nin
sözleri de şöyledir: "Bunun tevilinde şöyle denildi: Yâni katil, eski
günâhı ve birisini öldürmesi sebebiyle olan günâhına bürünmüş bir halde döner.
Günâhın arkadaşına (maktule) izafesi en alt seviyedeki mülâbesettir. Velinin
katili öldürmesi ise böyle değildir. Çünkü onu öldürmek katillikten alacağı
günâha keffaret olur."
Nevevi de şöyle
demektedir:
"Canını telef
ettiği için maktulün, kardeşinin acısını tattırdığı için de velînin günâhını
yüklenir. Rasûlullah (s.a.v) e sırf bu adam için bu hüküm vahyedilmiştir. Bu
sözün; senin onu affetmen hem senin hem de öldürülen kardeşinin günahının affına sebep olur. manâsına olması da muhtemeldir."[16]
Bu hadis-i şerifin
ihtiva ettiği hükümleri de Hattâbî'den nakledelim: "Bu hadisteki fıkıh
şudur:
1. Maktulün
velisi kısas ile diyet almak arasında muhayyerdir.
2. Amden
öldürmenin diyetinin peşin olarak ve bizzat katilin malından verilmesinin
gerekli olduğuna delil vardır.
3. Devlet başkanı kısas hükmü tahakkuk ettikten sonra,
maktulün velisi nezdinde, kısastan vazgeçmesi için şefaatte bulunmahcır.
4. Kendisine
kısas icap eden suçluyu, kaçmaması için ip "e benzeri bir şeyle bağlamak
meşrudur.
5. Katilin
kısasından vazgeçildiği takdirde ayrıca birde ta'zir cezası verilmez. Bu
konuda. Mâlik b. Enes'ten, "katile affedildikten sonra yüz değnek
vurulacağı ve bir sene hapsedileceği rivayet edilmiştir."
Bu hadislerin konu ile
ilgisi, Rasûlullah'ın, maktulün velisini, katili affetmeye teşvikidir.[17]
4501...
Alkame b. Vâil (r.a) in babası (Vâil) den rivayet etti (ğine göre); Vâil şöyle dedi:
"Bir adam Habeşli
birisini Rasûlullah (s.a.v) e getirip:
Bu adam kardeşimi
öldürdü, dedi. Rasûlullah (s.a.v) Habeşliye:
Onu nasıl öldürdün?
diye sordu Habeşli:
Kafasına balta vurdum,
maksadım onu öldürmek değildi, karşılığını verdi.
Rasûlullah:
Onun diyetini ödeyecek
malın var mı? Habeşli:
Hayır Rasûlullah:
Seni göndersem de,
insanlardan isteyerek onun diyetini toplasan olur mu? buna ne dersin?
Habeşli:
Hayır Rasûlullah
(s.a.v):
Mevlâlarm
(efendilerin) sana onun diyetini verirler mi?
Habeşli:
Hayır.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v) adama (maktulün velisine): "Onu al" buyurdu. Adam,
öldürmek için katili çıkardı. (Peşinden) Rasûlullah (s.a.v): "Şüphesiz
eğer adam onu öldürürse aynen onun gibidir" buyurdu. Bunun üzerine
maktulün velisi katili, Rasûlullah'm sözünü işiteceği bir yere götürdü ve şöyle
dedi:
"(Ya Rasûlullah!)
İşte adam, onun hakkında dilediğini emret" dedi. Rasûlullah (s.a.v):
Onu salıver,
arkadaşının (maktulün) ve onun günahı ile döner, (yüklenir) de
Cehennemliklerden olur buyurdu. Adam da katili salıverdi.[18]
Hadisin Sahih-i
Müslim'deki rivayetinde buradakinden bazı farklılıklar vardır. Bunların en
önemlileri şunlardır:
Katil öldürdüğü şahsı,
bir ağacı silkelerken kendisine küfrettiği için öldürdüğünü söylemiştir.
Rasûlullah'm:
"Ona diyet verecek malın var mı?" sorusuna Habeşli elbisesi ve
baltasından başka bir şeyinin bulunmadığını söylemiştir.
Rasûlullah'm,
Habeşli'ye kavminin kendisini alıp almayacakları yolundaki sorusuna Habeşli,
onlar yanında hiçbir değerinin olmadığını söylemiştir.
Maktulün velisinin, katili
salıvermesi halinde, onun günahları yüklenmesi konusu da Sahih-i Müslim'de:
"Onun, senin ve kardeşinin günahlarını yüklenmesini istemez misin?"
şeklinde vârid olmuştur. Yani Sahih-i Müslim'deki rivayete göre katilin
yükleneceği günah maktulün ve velinin günahlarıdır. Bu mes'ele önceki hadisin
izahı esnasında geçmişti.
Hadisin, Rasûlullah
(s.a.v) le, katil olan Habeşli arasında geçen konuşmanın bulunduğu bölümünde
izaha muhtaç bir nokta yoktur. Rasûlullah önce katilden, maktulün diyetini
temin edip edemeyeceğini, metinde geçen tarzda sormuş, adamın her seferinde
aynı cevâbı vermesi üzerine, kısas yapması için maktulün velisine teslim
etmiştir. Peşinden de: "Eğer bu veli, katili öldürürse o da aynen onun
gibidir" buyurmuştur. İşte bu cümle sarihlerin dikkatini çekmiş ve
tartışmalara konu olmuştur.
Nevevî'nin izahına
göre bu cümlenin tevili şu olur: "Bu iki şahıs, aralarında üstünlük ve
minnet bulunmaması bakımından biribirlerine denktiıier. Çünkü mevlâ katili
öldürmek suretiyle ondan hakkını almış ve ona bir iyilikte bulunmamıştır. Ama
onu affederse durum farklıdır. Çünkü bu durumda üstünlük, minnet, ahirette bol
sevap ve dünyâda güzel bir nâm onun için olur.
Mevlâ un, katili
öldürmesi durumunda, onun da, aynı şekilde katil olduğunu söyleyen de olmuştur.
Tabi bu durumda birisinin fiili haram öbürününki ise meşrudur. Ancak öfkeye bo1
un eğme ve nefse uyma konusunda ikisi de eşittir."
Hattâbî'nin izahına
göre ise, bu cümlenin iki cihete ihtimâli vardır. Bunlar:
1.
Rasûİullah (s.a.v) maktulün velûinin katil: öldürmesini caiz görmemiştir.
Çünkü katil, adamı isteyerek öldürme' iğini bunun bir hata veya amde benzeyen
Öldürme olduğunu iddia etmiştir. Bu da kısasın düşürülmesini gerektiren bir
şüphedir.
2. Veli
katili öldürürse, sonuç itibariyle aynen onun gibdir. Hakkını aldıktan sonra
kısas uyguladığı şahsa bir üstünlüğü kalmaz.
Sahih-i Müslim'deki
ikinci bir rivayette Rasûlullah (s.a.v); "Katilde maktul de
cehennemdedir" buyurmuştur. Ancak sarihler bu cümlenin bu hadisteki hâdise
ile ilgili olmadığını söylemişlerdir.[19]
1. Davalıya,
kendisini savunması için imkân
verilmelidir.
2. Hâkim,
maktulün velisinden katili affetmesi için istekte bulunabilir,
3.
Kısaslarda, dâva mahkemeye intikal etlikten sonra da af caizdir,
4. Teammüden
vuku bulan öldürmelerde diyet almak caizdir,
5. Kısas,
katilin günahının tamamına keffâret olmaz. Bu tercih Kadı îyâd'a aittir.[20]
4502... Ebû
Ümâme b. Sehi (r.a) den; şöyle demiştir:
Osman (r.a) evde
mahsur iken, biz onunla birlikte idik. Evde bir giriş vardı. Oradan giren
Belattaki[21] lerin sözünü işitirdi.
Osman (r.a) oraya girdi ve rengi değişmiş bir vaziyette yanımıza çıkıp şöyle
dedi:
"Onlar az önce
beni, öldürmekle tehdid ediyorlardı." Biz; "Yâ emi-ra'1-mü'minin
onlara karşı Allah sana yeter" dedik.
"Beni niçin Öldür
(mek ist) iyotlar?! Rasûlullah (s.a.v)i: "Bir müslümanın kanı şu üç şeyden
birisi dışında helâl değildir: Müslüman olduktan sonra küfre düşmek, İhsandan[22]
sonra zina ve bir can mukabili olmadan birisini öldürmek" diye buyururken
dinledim. (Hz. Osman devamla şöyle dedi): ''Vallahi ben Câhiliyyc devrinde de
İslâm döneminde de hiç zina etmedim, Allah beni hidâyete erdirdireli beri,
onun yerine benim için başka bir din olmasını istemedim ve hiçbir kimseyi
öldürmedim. Beni ne sebeple Öldürecekler?!.."
Ebû Davüd şöyle der:
Ebûbekir ve Osman (r.
anhüma) şarabi cahiliye devrinde terkettiler.[23]
Bu Hadis-i şerif, Eb
Sünen-i Ebû Dâvûd ravilerinden Lüjûrnin rivayetinden değildir.
Tercemeye
"ev" diye geçtiğimiz "dâr" kelimesi, etrafı bahçe ile çevrili
ev manasınadır. Haberde konu edilen hâdise, Hz. Osman (r.a) in şehid edilmesine
tekaddüm eden günlerle ilgilidir. Anlaşıldığına göre, Hz. Osman (r.a) in evi
kendisine karşı olanlar tarafından kuşatılmış, Hz. Osman evinde hapsedilmişti.
Kuşatmayı yapanlar Mısırlılardı. Sebep de Hz. Osman'ın Abdullah b. Sa'd b. Ebî
Serh'i Mısır valiliğine tâyin etmiş olması idi.
Haberde görüldüğü
üzere, Hz. Osman'ın evi Belât denilen yere yakındı. Evini kuşatan düşmanları
orada toplanmışlar ve aralarında Hz. Osman'ı öldürmeyi kararlaştırıyorlardı.
Hz. Osman, evinden Belât tarafına doğru olan girişe girince onların kendisi
hakkındaki konuşmalarını duymuş ve rengi atık bir vaziyette içlerinde haberin
râvisinin de bulunduğu topluluğun yanına dönmüştü. Oradakilere, evini
kuşatanların kendisini öldürmek istediklerini ama buna haklarının olmadığını,
çünkü bir müslümanın ancak metinde sayılan üç şeyden birisi sebebiyle
Öldürülebileceğini oysa kendisinin bunlardan hiçbirisini yapmadığını söylemiştir.
Avnü'l-Ma'bûd müellifi
hadisin konu ile ilgisine temas ederken: "Osman (r.a) mazlum idi. Onlara:
Niçin beni öldürmek istediniz?! Ben ölümü gerektirecek hiçbir şeyi asla
yapmadım... dedi. Bu kelimelerle onlardan özür diledi ve affetmelerini
istedi" demektedir. Ancak bu bence pek yerinde bir izah değildir. Çünkü
bir defa, metinde Hz. Osman'ın evini kuşatan eşkıya ile konuştuğuna işaret
eden bir nokta yoktur. Konuştuğu muhatabı onlar değil, râvi ve arkadaşlarıdır.
Ayrıca Hz. Osman'ın özür dileyip, af dilemesi söz konusu olamaz. Çünkü bir suç
işlememiştir ki istesin.
Haberden, bir
müslümanın, ancak üç hareketten birisi sebebiyle öldü-rülebileceği
bildirilmektedir. Bunlar:
a- Sahih bir
nikâhla evlenip, eşi ile cinsi ilişki kurmuş olan bir müslümanın zina etmesi
b- Bir
kimsenin Müslüman olduktan sonra irtidâd etmesi yâni müslümanlıktan çıkması,
c- Haksız
yere bir müslümanı öldürmesi
Bu konu, hudûd
kitabında 4352 numarada geçmişti.[24]
4503... Urve
b. Zübeyr, babasından; Musa; ve dedesinden de, ikisi de Rasûlullah (s.a.v) ile
birlikte Huneyn gazvesine iştirak ettiler dedi.-[25]
Şimdi tekrar Vehb rivayetine dönüyoruz: şöyle rivayet etmiştir:
Muhallim b. Cessâme
el-Leysî, İslâm döneminde, Eşca' boyundan bir adamı öldürdü. -Bu, Rasûlullah
(s.a.v) in hükmettiği ilk diyettir- -Uyey-ne, el-Eşcaî'nin katli konusunda
konuştu. Çünkü o, (öldürülen Eşcaî gibi) Gatafan kabilesindendi. Ekra' b. Habis
de Muhallim'in tarafından konuştu. Çünkü o da (Muhallim gibi) Hmdef
kabilesindendi.[26] Bu esnada sesler
yükseldi, husûmet ve gürültü çoğaldı. Rasûlullah (s.a.v):
"Ya Uyeync!
Diyeti kabul etmiyor musun?" dedi. Uyeyne:
Onun kadınları benim
kadınlarımın düştüğü keder ve sıkıntıya düşünceye kadar, hayır (kabul etmem)
vallahi, dedi.
Sonra sesler (yine)
yükseldi, husûmet ve gürültü çoğaldı. Rasûlullah (s.a.v) tekrar:
"Yâ Uyeyne!
diyeti kabul etmiyor musun?" buyurdu. Uyeyne yine önceki söylediğini
tekrarladı. Nihayet Beni Leys kabilesinden, üzerinde zırh ve elinde silâh olan
Mükeytil adındaki adam ayağa kalkıp:
Ya Rasûlullah! Ben bunun,
İslâm'ın şu ilk günlerinde yaptığı şeye bir koyun sürüsünden başka bir mesel
bulamıyorum; şöyle ki: Sürü suya vardığında öndekiler taşlanırsa arkadakiler
kaçar. Bugün (kısas konusundaki) sünnetini işle. istersen yarın değiştir,[27]
dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Şimdi hemen elli
(deve). Medineye döndüğümüz zaman elli (deve)" buyurdu.
Bu olay, Rasûlullah'ın
seferlerinden birisinde oldu. Muhallim (katil) uzun boylu esmer bir adamdı.
O insanlar tarafından
sevilirdi. İnsanlar, o kurtuluncaya kadar (yardım etmeye) devam ettiler.
Rasûlullah'ın huzurunda Muhallim'in gözlerinden yaşlar boşanıyordu "Yâ
Rasûlellah! Ben. sana gelen bu işi işledim, Allah'a tev-be ediyorum. Yâ
Rasûlullah! Benim için Allah'tan af dile" dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Sen onu İslâm'ın daha ilk günlerinde silâhınla öldürdün demek!"
Yüksek sesle: "Allah'ım, Muhallim'i bağışlama" dedi.
Ebû Seleme şunu da
ilâve etti:
"Muhallim,
elbisesinin ucu ile gözyaşlarını silerek kalktı."[28] İbn
İshak şöyle dedi:
"Onun kavmi,
bundan sonra Rasûlullahın onun için bağışlanma dilediğini iddia ettiler."
Ebû Dâvud şöyle der: Nadr b. Şümeyi: "e!-ğıyer; diyettir" dedi.[29]
Hadisin İbn Mâce'deki
rivayeti, buradakine nisbeüe oldukça kısadır.
İbn İshak'm rivayetine
göre, hâdise Huneyn savaşı günü vuku bulmuştur. Huneyn, Mekke ile Tâif
arasında, Mekkeye üç mil mesafede bir vadidir. H. 8. yılda Mekke fethinden
sonra, Hevâzin ve Sakif kabileleri 20.000 kişilik bir ordu topladılar. Güçlenip
gelişen Müslümanları durdurmak istediler. Huneyn vadisinde pusu kurarak
müslümanları beklediler. Müslümanlar Önce yenilgiye uğrayıp, kaçmaya
başladılar. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v) in sebat ve cesareti sayesinde
Allah'ın yardımı ile hezimet zafere dönüştü. Müslümanlar o zamana kadar
görülmedik derecede ganimet elde ettiler.
Yine îbn İshak ve İbn
Mâce'nin rivayetlerine göre, Rasûlullah (s.a.v) öğle namazını kıldıktan sonra
bir ağacın gölgesine oturmuş ve metinde geçen olay o esnada vuku bulmuştur.
Metinde görüldüğü
üzere, Hındef kabilesinden Muhallim b. Cessâme adındaki şahıs, Gatafan
kabilesinin Eşca' kolundan birisini öldürmüş ve aynı kabileden Uyeyne (Amir b.
el-Ezbat el-Eşca') adındaki şahıs maktulün velisi sıfatı ile kısas isteğiyle
dava etmiş ve Rasûlullah'ın huzurunda davasını savunmuştu. Katilin kabilesinden
Akra' b. Habis de katili müdafaa sadedinde konuştu. Rasûlullah (s.a.v)
davacılardan, kısastan vazgeçip, diyete razı olmalarını istedi. Ama Uyeyne buna
razı olmayarak kısasta ısrar etmiş ve: "O, bizim kadınlarımızı ağlattı.
Onları yoksulluk ve kedere düşürdü. Onun kadınları da keder ve yoksulluğa
düşmedikçe dâvamızdan vazgeçmeyiz" dedi. Rasûlullah'ın, diyet konusundaki
teklifini tekrarlaması üzerine Uyeyne de cevâbını tekrarladı. O esnada Benû
Leys kabilesinden, Mükeytil adındaki zât ayağa kalkarak, Rasûlullahtan katile
kısas uygulamasını istedi. Bu isteğini de bir temsille anlattı. İslâmın henüz
başlangıcında kısastan taviz verilmesinin zarar doğurabileceğini, suya gelen
bir koyun sürüsünün öncülerine taş atılırsa, arkadan gelenlerin hemen
döneceğini söyîedi ve Araplar arasında yaygın olan şu darbı meseli hatırlattı:
"Usnun el-yevme ve ğayyir ğaden: Bugün bir yol aç (uygulama yap! İstersen)
yarın da değiştir." İbnu'1-Esîr bu darb-ı meseli: "Kısas konusunda
koyduğun sünneti uygula. Bundan sonra değiştirmek istersen değiştir."
"Değiştir" ..iye terceme ettiğimiz kelimenin: "'İstersen diyet
al" manâsında olduğu da söylenmiştir, şeklinde açıklanmıştır.[30]
Aynı darb-ı meseli
Hailâbi de şöyle izah etmektedir: "Bugün ona kısas uygulamazsan, yarın
sünnetini ye kestiremezsin ve hükmünü kendinden sonrasına geçiremezsin. Böyle
yapmazsan, katil böyle yâni deme imkânı bulur. Bunun sonunda, sünnetin ve onun
ahkâmı değişir."
Bu cümlenin Sindi
tarafından yapılan diğer bir açıklaması da şöyledir:
"Hükmünü bugün
yerleştir, istersen yarın değiştir. Yâni eğer kısası nü km olunduğu ilk anda
terkeder ve diyetle yetinir, sonra da birisine karşı onu uygularsanız bu az
önce söylenilen koyun sürüsü misâline benzer. Hasılı bugün sen onu öldürürsen,
misaldeki sürü gibi olur."
Süyûtî de
Mîrkâtü's-Suûd'da şöyle der:
"Muhallirrfin
daha İsİâmın ilk günlerinde adamı öldürüp de kendisine karşılık ktsas
edilmemesini, diyet alınmasını istemesi bu koyun sürüsüne ben/er. Yâni eğer,
maktulün velîleri ile olan münasebet Muhallim'in istediği gibi olursa, bu
insanların İslama girmelerine mâni olur..."
Beni Leys'ten olan
şahsın bu sözüne rağmen Rasûlullah (s.a.v) diyette ısrar etmiş ve ellisi peşin,
ellisi de Medineye vardıktan sonra Ödenmek üzere y'û/ deve verilmesine
hükmetmiştir. Bu. bir can karşıhğındaki diyetin 100 deve olduğuna delildir.
Hadisin konu ile
ilgisi, Hz. Peygamber (s.a.v) in, maktulün velisine diyeti kabul etmesini
teşvik ve tavsiye etmesidir.[31]
1. Teammüden
yani kasten adam öldürmenin cezâs, kisasnr Ancak, maktulün velîleri isterlerse
diyet kabul edebilirler.
2. Teammüden
adam öldürmenin diyeti yüz devedir.
3. Kısastan
vazgeçip diyet almak konusıındak' muhayyerlik maktulün velisine aittir. Konu
üzerindeki ihtilâf daha önce geçmişti.[32]
4504... Ebû
Şûreyh el-Ka'bî (r.a) den (şöyle) dedi (ği rivayet edilmiştir):
Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur;
"Dikkat edin, ey
Huzâa topluluğu! Siz, Huzeyl'den şu maktulü öldürdünüz. Ben onun diyetini
ödemekteyim. Benim şu sözlerimden sonra kimin bir adamı öldürülürce onun ailesi
diyet almak yada katili (kısas olarak) öldürmek arasında muhayyerdir."[33]
Tirmizi bu hadis için
'İıasen-sahih" demiştir.
Huzâa kabilesj; bir zamanıar
Mekke'ye hakim olmuşlardır. Sonra oradan çıkartıldılar ve dışında kaldılar.
Bu hâdis-i şerif,
Rasûlullah (s.a.v) in Mekke Fethi günü irad ettiği hutbenin bir bölümüdür. O
günlerde Huzâahlar, aralarındaki câhiliyye döneminden kalma bir kan dâvası
yüzünden, Hüzeyl kabilesinden birisini öldürmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.v)
aralarındaki soğukluğu gidermek ve husûmeti Önlemek için Huzâahlar nâmına
Huzeyl'den olan maktulün diyetini ödemiş ve bundan böyle birisi öldürüldüğü
zaman, maktulün velilerinin kısas veya diyet almak arasında muhayyer
olduklarını bildirmiştir.
Hadis metninde
Rasûlullah (s.a.v) in, Huzâahlara hitâbederken "Siz Huzeyl'den bir maktulü
öldürdünüz" buyurduğu görülmektedir. Bu tür ifadeler Arapçada kullanılan
ve "itibâru mâ yekûn" denilen mecazî bir ifadedir. Yani insan
Öldürüldüğü zaman maktul olduğu için böyle denilir. Hadis-i Şerif, kısas ve
diyetten birisini seçmek konusundaki muhayyerliğin, öldürülen şahsın velisine
ait olduğuna delâlet etmektedir. Konu babın son hadisinde tekrar ele
alınacaktır.[34]
4505... Ebû
Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
Mekke fethedilince
Rasûlullah (s.a.v) ayağa kalkıp:
"Kimin bir adamı
öldürülürse o iki şey arasında muhayyerdir; ya diyet ödenmesi yada kısas
yapılması" buyurdu.
Yemenlilerden, Ebû Şât
denilen bir adam kalktı ve "Ya Rasûlellah! Benim için yaz; - Abbas; benim
için yazın, dedi[35] dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v) "Ebû Şât için yazınız" buyurdu.[36]
Bu, (ravilerden)
Ahmed'in hadisinin lâfzıdır.
Ebû Dâvud dedi ki:
"Benim için yazın "; Rasûlullah' in hutbesini benim için yazın,
demektir.[37]
Bu Hadis-i Şerifin bir
kaç konu ile ilgisi vardır.
Zâten hadis
mecmualarında yer aldığı konular buna delâlet etmektedir. Hadîs, bir yönden,
hadis (ilim) yazmanın cevazını, bir yönden öldürülen kişinin katiline verilecek
cezayı, bir başka açıdan da Mekke-i Mükkereme'nin hürmetini ilgilendirmektedir.
Hadis-i şerif daha
değişik lafzlaıia Sünen-i Ebî Davud'un Kitabü'l-Menâsik'inde 2017 numarada
geçmişti. Oradaki rivayet, Mekke'nin harem oluşunu ve Ebû Şât'ın yazma
isteğini ihtiva etmektedir. Gerekli açıklama için o kısma bakabilir.
Buhâri'nin
Kitâbu'l-İlm'deki rivayetinde de Rasûlullah (s.a.v) önce Mekke'nin harem
olduğunu bildirip, oraya ait bazı yasakları saymış, sonra da katile
uygulanacak ceza ile ilgili bölümü beyân buyurmuştur.
İşaret edilen
rivayetlerde efendimiz, Mekkenin kendisinden önce de, sonra da harem olduğunu
ancak o gün bir müddet için kendisine izin verildiğini söylemiştir.[38]
4506... Amr
b. Şuayb, babası vasıtasıyla, dedesinden, o da Rasûlulah (s.a.v) den, şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bir rnü'min,
kâfire karşılık öldürülmez. Kim bir mü'mini teammüden öldürürse, maktulün
velîsine teslim edilir. Onlar isterlerse katili öldürürler, isterlerse diyet
alırlar."[39]
Bu hadis, Sünen-i Ebû
Davud'un Lü'lûî rivayetinde yoktur BunUj Jbnu'l-Arabi ve İbn Dâse rivayet
etmişlerdir.
Hadis~i Şerif iki
temel noktaya ışık tutmaktadır. Bunlar:
a- Bundan
önceki hadislerde de olduğu gibi, kısas veya diyet konusunda maktulün velisinin
muhayyer olması meselesi,
b- Bir
kâfiri öldüren, bir müslümanın kısas yoluyla Öldürülüp, öldürü-lemeyeceği
meselesi,
Şimdi bu iki konuya
kısaca göz atalım:
a) Daha Önce
de belirtildiği üzere, cumhura göre, diyet veya kısastan birisini tercih konusunda
muhayyerlik, maktulün velisine aittir. Ancak Imam-ı Azam Ebû Hanîfe ve İmam
Mâlik'e göre muhayyerlik katile aittir.
Hadis şerhlerinde de,
İmâm-ı Âzam'in görüşü böyle verilmekle beraber, Hanefi fıkıh kitaplarındaki
ifadeler biraz daha farklıdır. Meselâ, Hi-dâye'de; anıdan öldürmenin cezasının
kısas olduğu belirtildikten sonra "... ancak veliler affederler veya sulh
yaparlarsa müstesna. Çünkü o, onların hakkıdır. Sonra o (kısas) vacib-i
aynidir. Velinin, katilin rızâsı olmadan diyet almaya hakkı yoktur. Bu, İmam
Şâfiînin iki görüşünden biridir.”[40]
denilmektedir.
Görüldüğü gibi bu
ifadeler, kısas veya diyet isteme hakkının katile ait olduğunu değil, maktulün
velilerinin kısas yerine diyet alabilmeleri için katilin rızâsının şart
olduğunu bildirmektedir.
Şayet bir kişiyi,
birkaç kişi öldürürse İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Raheveyh'e göre
maktulün velisi istediğinden diyet alır, istediğini Öldürür. Eğer maktulün
birden fazla velisi (kısasa hak sahibi) olsa ve bunların bir kısmı çocuk olsa veya
gaib olsa İmâm Şafiî, Ebû Yûsuf, Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve İshak b.
Raheveyh'e göre gaib olan gelinceye ve çocuk büyüyünceye kadar hazır olan
büyükler kısas isteyemezler. İmam Ebû Hanife ve İmâm Mâlike göre ise
küçüklerin büyümesini beklemeden, büyüklerin kısas yapma hakları vardır. Eğer
maktulün velilerinden bir kısmı kısas istese, bir kısmı da diyet istese, kısas
uygulanmaz, ceza diyete dönüşür.
Katil, kısastan ve
diyet ödemeden ölse cumhura göre maktulün varisleri, katilin varislerinden
diyet alırlar. Çünkü maktulün varisleri, kıyasla diyet arasında muhayyerdirler.
İmâm Ebû Hanifeye göre; esas ceza kısas olduğu için bu durumda maktulün
varisleri katilin varislerinden diyet alamazlar.
b) Hadis-i
Şerifte zimmi veya rrtüste'mfen ayırımı yapılmadan, ğayr-i müslim birisini
öldüren bir müslümanın öldürülmeyeceği belirtilmektedir. Ulemânın cumhurunun
görüşü de bu istikâmettedir. Hanefilere göre ise eğer müslüman bir zimmiyi
amden öldürürse kısas olarak öldürülür. Müste'meni öldürmesi durumunda ise öldürülmez.
Şa'bî ve İbrahim
en-Nehâî'ye göre müslümanın öldürdüğü gayr-i muslini ehl-i kitaptansa yani
yahûdi veya hıristiyansa müslümana kısas uygulanır. Mecûsî ise öldürülmez.[41]
4507...
Câbir b. Abdillah (r.a) den (şöyle) dedi (ği rivayet edilmiştir):
Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur
"Diyet aldıktan
sonra (katili) öldüren bolluk görmesin."[42]
"Bolluk
görmesin" diye terceme ettiğimiz "la u'flye" mâzi machûîdür.
İbnü'l Esir ve Sindi'nin ifâdelerine göre, beddua olarak söylenmiştir;
"malı artmasın, ihtiyaçtan kurtulmasın" manâlarına gelir.
Bazı nüshalarda bu
kelime mütekellim sığası ile: "Lâ iTfî" şeklindedir. Bu durumda manâ;
"Diyet altıktan sonra (katili) öldüreni affetmem" şeklinde olur.
Câhiliyye devrinde
maktulün velisi önce katille diyet karşılığı anlaşır ona güven verir sonra da
fırsat bulunca onu Öldürürdü. İşte fahr-i kâinat efendimiz bu sözüyle böyle bir
davranışı tasvib etmediğini, bunun caiz olmadığını bildirmiş ve bu hükmü
beddua ederek veya bu hareketi yapanı affetmeyeceğini söyleyerek ifâde
etmiştir.
Hadisi Hasenü'l-Basri,
Câbir b. Abdullah'tan duymuş gibi rivayet etmiştir. Oysa Hasen. Câbir b.
Abdullah'tan hadis işitmemiştir. Onun için münkatı'dır.[43]
4508...
Hişam b. Zeyd'in rivayet ettiğine göre; Enes b. Mâlik (r.a) (şöyle demiştir):
Yahudi bir kadın,
Rasûlullah (s.a.v) e zehirli bir koyun getirdi, Rasûlullah ondan yedi.
(Bilâhere) kadın getirildi. Rasûlullah (s.a.v) kadına bunu niçin yaptığını
sordu.
Seni öldürmek istedim,
dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Allah seni bu
işe -veya: benim üzerime-[44]
musallat etmez" buyurdu.
Sahabeler:
Onu öldürmeyelim mi?
dediler.
Rasûlullah (s.a.v):
"Hayır" cevâbını
verdi. Enes derki:
Ben onu (zehrin
alametini) Rasûlullah'ın boğazının sonundaki etlerde[45]
gördüm durdum.[46]
4509... Ebû
Hûreyre (r.a) den; şöyle de (diği rivayet edil) mistir: "Yahudilerden bir
kadın, Rasûlullah (s.a.v) e zehirli koyun hediye etti. Rasûlullah, (s.a.v)
kadına hiçbir ceza vermedi."
Ebû Davud dedi ki;
Rasûlullah (s.a.v) i zehirle (mek iste) yen bu yahûdi kadın, Merhab'ın kız
kardeşidir.[47]
4510...
Câbir b. Abdillah (r.a) şöyle anlatırdı:
Hayberlilerden Yahudi
bir kadın, ateşte kızartılmış bir koyuna zehir koydu. Sonra onu RasÛluİlah
(s.a.v) e hediye etti. Rasulûlullah (s.a.v) (koyunun) kolunun (ön bacağını)
aldı ve ondan yedi. Onunla birlikte ashabından bir gurup da yedi. Sonra
Rasûlullah onlara: .
"Ellerinizi
kaldırın (yemeyi bırakın)" dedi.
Yahudi kadına haber gönderip çağırdı ve ona:
"Bu koyuna zehir
mi koydun?" diye sordu. Kadın:
"Sana kim haber
verdi?" dedi. Rasûlullah (s.a.v): (elindeki) kolu göstererek:
"Şu elimdeki
haber verdi" dedi.
Kadın:
"Evet"
Hz. Peygamber (s.a.v);
"Bununla ne
(yapmak) istedin?" Kadın:
"Eğer Peygamberse
ona zarar vermez, peygamber değilse ondan kurtuluruz dedim."[48]
Hz. Peygamber (s.a.v)
kadını affetti, cezalandırmadı. (Ama) Rasûlullah'ın ashabından, koyundan
yiyenlerden birisi öldü. Rasûlullah (s.a.v) yediği etten dolayı kürekleri
arasından kan aldırdı. Ondan, Ebû Hind
boynuz ve bıçakla kan aldı. Ebû Hind, Ensardan Benû Beyâda'nın azatlısı idi.[49]
4511... Ebû
Seleme (r.a) den, şöyle (dediği) rivayet edilmiştir:
Hayberde, yahûdi bir
kadın Rasûiullah (s.a.v) e ateşte kızartılmış bir koyun hediye etti. Râvi
(yukarıdaki) Câbir hadisinin bir benzerini söyleyip şöyle dedi: Bişr b. Berâ
b. Ma'rûr el-Ensâri öldü. Bunun üzerine Ra-sûlufiah Yahûdi kadına haber
gönderip (çağırdı). Ona:
"Niçin böyle
birşey yaptın?" dedi.
-Ravi yine Câbir
hadîsinin benzerini söyledi.-
Rasûhılİah
emretti ve kadın Öldürüldü.
(Bu hadisin) Ravî (si)
kan aldırma mes'elesini anmadı.[50]
4512/1...
Ebû Hûreyre r.a'den; şöyle demiştir: "Rasûiullah (s.a.v) hediyeyi kabul
eder, sadaka yemezdi.”[51]
4512/2...
(Ravilerden) Muhammed b. Amr; Ebû Seleme Men (diyerek)-Ebû Hureyre'yi
zikretmedi- şöyle demiştir:
"Rasûiullah
(s.a.v) hediyeyi kabul eder, sadaka kabul etmezdi." -Ravî (Ebû Seleme)
şunları da ilâve etti: -Yahûdi bir kadm, Hayber'-de ona ateşte kızartılmış,
içine zehir koyduğu bir koyun hediye etti. Rasûiullah ve halk ondan yedüer.
Rasûîullah (s.a.v): "Ellerinizi çekiniz! O bana, zehirli olduğunu haber
verdi" buyurdu. Bişr b. el-Berâ b. Ma'rûr el-Ensâri öldü. Rasûlullah
kadına haber gönderdi (getirtti ve ona): "Niçin böyle birşey yaptın?"
dedi.
Kadın:
"Eğer sen
peyganıbersen yaptığım şey sana zarar vermez. Eğer kral-san insanları senden
kurtarırım (diye düşündüm)" dedi. Bunun üzerine RasûlullarTın emri ile
kadın öldürüldü.
Hz. Peygamber {s.a.v)
vefat ettiği hastalığı esnasında şöyle buyurdu:
"Haybcr'de
yediğim lokmanın tesirini devamlı hissedip durdum. Şu an, damarlarımı[52]
kestiği andır."[53]
4513... Ka'b
b. Mâlik (r.a) in oğlu, babasından (Ka'b b. Mâlik'ten) şöyle (dediğini) rivayet
etmiştir:
Mübeşşir'in annesi
(Ümmii Mübeşşir), Rasûlullah (s.a.v) e, vefat etmiş olduğu hastalığı
esnasında: "Hastalığına sebebin ne olduğunu zannediyorsun? Yâ Rasûlellah!
Ben oğlum hakkında da, (hastalığına) seninle birlikte yediği zehirli koyundan
başka bir ştiy sebep olduğunu zannetmiyorum" dedi. Rasûlullah (s.a.v) de:
"Bende kendim için bundan başka bir sebep bulamıyorum. Bu, benim
damarlarımı kestiği zamandır" buyurdu.
Ehû Davud şöyle dedi:
Abdurrezzak bu hadisi bazan Ma'mer ve Zuh-rî isnadıyla Rasûlullah'dan mürsel
olarak rivayet etti. Bazan da onu Zuh-rî ve Abdurrahman b. Kâ'h b. Mâlik isnadı
ile rivayet etti.
Abdurrezzak' in
bildirdiğine göre; Ma'mer, hadisi kendilerine bir seferinde mürsel olarak
haber verip, onların da, onu öylece yazdıklarını, bir seferinde de müsned
olarak rivayet ettiğini ve onların da öylece yazdıklarını söyledi. Bize göre.
bunların hepsi sahihtir.
Abdurrezzak şöyle
dedi: İbnü1 l-Mübârek Mamer'in yanına geldiğinde, Ma'mer mevkuf olarak rivayet
etmiş olduğu hadisleri ona müsned (yani senedlerinde kopukluk olmaksızın)
olarak rivayet etti.[54]
4514... Abdurrahman
b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik annesi ümmii Mübeşşir'den, -Ebû Saîd b. el-A'rabî:
"Böylece annesinden dedi, doğrusu babasından, o da Uuimü Mübeşşir'den
demeliydi" deyip- rivayet etti ki;
O (Ümmü Mübeşşir)
Rasûlullah (s.a.v) in yanına girdi... (Ravî), Mihled b. Hâlid'in hadisini
Câbir'in hadisi gibi rivayet etti ve şöyle dedi: Bişr b. el-Berâ b. Ma'rûr
öldü. Rasûlullah (s.a.v) Yahudi kadına haber gönderdi (getirtti) ve ona:
"Seni yaptığın bu
şeye sevkeden ne?" diye sordu.
Ravi, Câbir'in
hadisinin benzerini rivayet etti, ve şunu da zikretti: "Rasûlullah (s.a.v)
emretti ve kadın öldürüldü." Kan aldırma mes'elesini anmadı.[55]
Bu babta geçen tüm
rivayetler aynı hadiseye aittir.
Rivayetler
birebirlerinin mütemmimi durumundadır. Onun için bu rivayetleri göz önüne
alarak olayı bütünüyle ortaya koymak faydalı olacaktır:
Hayber savaşı
esnasında bir Yahudi kadın kızarttığı bir koyuna zehir katarak Hz. Peygambere
hediye etti. Peygamber (s.a.v) hayvan kolunu çok sevdiği için, o kısma fazla
koydu. Rasûlullah (s.a.v) eti yemeye başladı. Onunla birlikte ashabtan Bişr b.
el-Berâ da yedi. Ama diğer sahabeler yemeden hayvanın zehirli olduğunu anladı
ve onlara yememelerini tenbih etti. Ashabtan birisini gönderip, kadını
çağırttı. Ona, koyuna zehir katıp katmadığımı sordu. Kadın hayrete düşüp, nasıl
farkına vardığını sordu. Rasûlullah elindeki kolu göstererek: "Bana bu
haber verdi, Allah cc seni benim ölümüme musallat etmez" buyurdu. Bu, Hz.
Peygamber vs.a.v) in bir mûcizesidir. "Allah seni insanlardan korur"
(Mâide (5), 57) ayet-i kerimesinin tezahürüdür. Allah (c.c) hem Rasûlünü
zehirden korumak hem de onu l:oyunun zehirli olduğunu bildirmek suretiyle
âyet-i ceiilesinin hükmünü göstermiştir.
Rasûlullah daha sonra
kadına, niçin böyle bir yola tevessül ettiğini sormuş, o da: "Eğer sen
peygambersen Allah seni korur, kralsan halkı senden kurtarmak istedim"
karşılığını vermiştir. Peygamber efendimiz henüz ortada bir can kaybı olmadığı
için, kendisi açısından intikam duygusuna da katılmadan kadını serbest
bırakmış sahabelerin "Onu öldürmeyecek miyiz" tarzındaki sorularına:
Hayır cevâbım vermiştir. Sahabeler bu soruları ile, hükmü öğrenmek arzusunun
yanı sıra, kadının cezalandırılması yolundaki arzularını da ihsas etmiş
oluyorlardı,
Fahr-i kâinat
efendimiz, önce kadını serbest bırakmakla birlikte, Bişr b. Berâ adındaki
sahabenin, zehirin tesiri ile ölmesi üzerine, kadını öldürtmüştür.
Hadis-i şerifin bazı
rivayetlerinde, zehirin tesirinden korunmak için iki küreği arasındaki
damarlardan kan aldırmıştır. Râvi Hz. Enes'in beyânına göre, o zehirlenmenin
etkisi, Rasûlullah "in ömrünün sonuna kadar görülmüştür. Bu etkiyi
efendimizin küçük dili ve etrafındaki etlerde gördüğünü söylemektedir.
Sarihlerin beyânına göre, Enes (r.a) in maksadı, zehirin etkisi ile Rasûlullah
(s.a.v) in bazan hasta olmasıdır. Onun bu etkiyi, anılan bölgelerdeki kızartı
ve şişmelerle anlamış olması da muhtemeldir.
Son iki rivayet,
Peygamber efendimizin, vefatına sebep olan hastalığının da bu zehirlenmenin
etkisi ile olduğu kanaatinde olduğunu ifâde etmektedir.
Az önce, Bişr b.
Berâ'nın ölümü üzerine, Yahudi karısının öldürüldüğünü söylemiştik. Bununla
birlikte bu kadının öldürülüp öldürülmediği ve öldürülmüşse kimin tarafından öldürüldüğü
konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür:
Vakıdî: "Bize
göre sabit olan, Rasûlullah kadını öldürtmüş ve etin yakılmasını
emretmiştir" der.
Beyhakî, kadının katli
konusundaki rivayetlerin muhtelif olduğuna işaret etmiş ve "Enes'den
rivayet edilen esahtır" demiştir. Beyhakî devamla, Hz, Peygamber'in önce
kadını öldürmeyip, bir kişinin ölmesi üzerine kadının Öldürülmesini emretmiş
olmasının muhtemel olduğunu, râ-vilerden her birinin, şahit okluğunu naklettiğini söyler.
Neveyî'nin, Kadı Iyaz'a
nisbet ederek İbn-i Abbas'tan nakline göre. Rasûlullah efendimiz kadını Bişr'in
velîlerine teslim etmiştir.
İbn Sehnûn; hadis
ulemâsının, Rasûlullamn kadını öldürttüğünde icma ettiklerini söyler.
Kadı Iyaz; bütün bu
görüş ve rivayetlerin arasının şöyle te'lif edileceğini söylemiştir: Hz.
peygamber (s.a.v) önce kadını öldürtmemiş fakat, Bişr b. el-Berâ'nın ölümü
üzerine onun velilerine teslim etmiş, onlar di kısas olarak kadını
öldürmüşlerdir.
Bu hadiseye ait
rivayetler arasındaki farklılıklar, birisine zehir içirerek veya yedirerek
ölümüne sebep olana verilecek ceza konusunda ulemanın ihtilâfına sebep
olmuştur.
İmâm Mâlik'e göre
birisine zehir yedirip veya içirip de öldüren kişiye kısas gerekir.
İmam Şafiî'den bir
rivayete göre birisinin yiyecek veya içeceğine zehir koyup onda zehir olduğunu
söylemeyene kısas icabeder. Diğer bir rivayete göre ise kısas gerekmez. Ama
zehiri zorla içirmesi halinde hem Şafiî hem de Mâlik'e göre kısas uygulanır.
Hanefilere göre birisi
başka birisine zehir verir, o da bilmeden yer ve içerse kısas ta diyet de
gerekmez. Ancak hapsedilir ve tazir edilir. Ama boğazına döker de içilirse, bu
işi yapanın âkılesi diyet öder. Boğazına dök-meyip eline verse sonra da içmesi
için ölüm tehdidi ile zorlasa yine âkile
diyet öder.
Hadis-i Şerif, gayr-i
müslim birisinden hediye kabul etmenin ve eh-1-i kitabın yemeğini yemenin caiz
olduğuna da delâlet etmektedir.[56]
4515... Semure
(r.a) den, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kim kölesini öldürürse
biz de onu öldürürüz. Kim kölesinin uzuvlarını (burnunu, kulağını...)
keserse biz de onun uzuvlarını keseriz.[57]
4516...
Katâde (r.a) den yukarıdaki hadis aynı isnâd ve metinle rivayet edilmiştir.
Ravî (bu rivayette) şöyle
dedi:
Rasûlullah (s.a.v):
"Kim kölesini iğdiş ederse (yumurtalarını çıkarırsa) biz de onu iğdiş
ederiz." buyurdu.[58]
Ravi sonra Şube ve
Hammâd'ın hadisinin benzerini söyledi.
Ebû Davud der ki: Bu hadisi,
Ebû Davud et-Tayâlisî Hişâm'dan Muaz in hadisi gibi rivayet etti.[59]
4517...
Katâde'den, Şube'nin isnadı ile onun hadisinin bir benzeri rivayet edildi.
Ravi bu rivayette şunu da ilâve etti: "Sonra Hasen (ilk hadisin tabii
râvisi olan Hasenü'1-Basrî) bu hadisi unuttu. O sebeple "hür, köle
mukabilinde öldürülmez" derdi.[60]
4518... Bize
Müslim b. İbrahim haber verdi, bize Hişâm, Katâde'den o da Hasen'den haber
verdi; Hasen (ül-Basri); "Hürre köle mukabilinde kısas uygulanmaz' dedi.[61]
4519... Amr b. Şuayb babası vasıtasıyla
dedesinden, şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
Yardım isteyen bir
adam Rasûlullah (s.a.v) e gelip:
"Onun cariyesi yâ
Rasûlellah! (efendim kendisine ait bir
câriye yüzünden bana eziyet etti, yâ Rasûlellah!)" dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Vah vah! yazık,
sana ne oldu?" dedi.
Adam: "Felâket!
efendisine ait bir cariyeyi gördü, o da gayrete gelip cinsel organını
kesti" dedi. Rasûlullah (s.a.v):
“Bana adamı getirin" buyurdu. Adam arandı ama
getirilemedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
"Git sen
hürsün" dedi. Adam:
"Ya Rasûlellah!
bana kim yardım edecek (bana yardım kime vazife)?" dedi:
Rasûlullah:
"Bütün
mü'mînlere" veya "bütün müslümanlara"[62]
buyurdu.[63] Ebû Davud şöyle dedi:
Azâd edilenin adı Ravh b. Dinar'dır, onun cinsel organım kesen Zinba'dır"
Yine Ebû Davud şöyle
dedi: O Ravh' m babası Zinba dır. Kölenin Mevlâsı idi.[64]
Bu babın ilk iki
hadisi kölesini amelen öldüren veya
yaralayan kişiye kısas uygulanacağına delâlet etmektedir. Hadisin tâbiûndan
olan râvisi Hasenü'l-Basri'dir. 4517, 45 İ8 numaralı haberlerde ise,
Hasenü'l-Basrî'nin köle mukabilinde hür-rün öldürülmeyeceğini söylediği ifâde
edilmektedir. Hatta 4517 numaralı haberde râvi, Hasenü'l-Basri'nin, bizzat
rivayet ettiği hadisi unutup köle karşılığında hürrün öldürülmeyeceği fikrini
savunduğunu söylemiştir.
Hattâbi;
Hasenü'l-Basri'nin rivayet ettiği hadisi unutmayıp, bunun vücûba delâlet
etmediği, İnsanların bu tür davranışlara tevessül etmemeleri için zecr
tarzında vârid olduğu görüşünü benimsemiş olabileceğini söyler. Nitekim
Rasûlullah (s.a.v) bir hadiste, dördüncü veya beşinci defa içki içenin
öldürülmesini emrettiği halde öldürmemiştir.
Yine Hattâbi'nin
bildirdiğine göre bazı âlimler de, hadisten muradın; önceden kölesi iken azad
ettiği insanı öldüren kişi olduğunu söylemektedirler.
Sindî de
Rasûlullah'ın: "Biz de onu öldürürüz" ve "biz de onun organlarını
keseriz" sözünden muradın, yaptığı kötü işten dolayı onu cezalandırmak
olduğunu söyler.
Bazı âlimler ise
hürler ve köleler arasında kısasta eşitliğe delâlet eden hadisin mensûh
olduğunu söylerler.
Bir köleyi öldüren
veya yaralayan kişiye verilecek ceza; mütecavizin, kölenin sahibi olup
olmamasına göre farklılık gösterir. Her iki halde de ulemâ görüşbirliği içersinde
değildir. Bu konudaki değişik görüşlerin özeti şudur:
Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer
(r.a), İbn Zübeyr, Hasen, Ata, Ikrime, Ömer b. Abdü'1-Aziz, İmâm Mâlik, İmâm
Şafiî, Ahmed b. Han bel ve İshak'a göre köleye karşılık hürre kısas yoktur. Bu
ulemânın görüşlerini nakleden Hattâbî, kölenin kendi malı veya başkasına ait
oluşu konusunda bir tafsilatta bulunmamıştır. Ancak her ikisine şamil olsa
gerektir.
İbn Müseyyeb, Şâ'bî,
Nehâî, Katâde, îmam-ı Âzam Ebû Hanife ve talebelerine göre bir kimse başkasına
ait bir köleyi amden öldürürse kısa-sen öldürülür. Yâni hürler ve köleler
arasında kısas câridir. Kendi kölesini Öldüren kişiye ise kısas yoktur. Sûfyân
Sevrî'ye göre ister kendisinin olsun ister başkasının, bir köleyi amden
öldüren şahsa kısas uygulanır. Sûfyan'dan gelen diğer bir rivayete göre ise o
da Ebû Hanife ve ar-daşalan ile aynı görüştedir.
Uzuvlar konusunda ise,
kölelere karşılık hürlere kısas
uygulanmaz.Bunda ulemâ hem fikirdirler.
4519 numaralı hadisten
anlaşıldığına göre Ravh b. Dinar adındaki bir köle efendisi olan Zinba'ın bir
cariyesine şehvetle bakmış (İbn Mâce'de-ki rivayete göre cariyeyi öpmüş) ve
cariyenin sahibi gayrete gelip kölenin erkeklik uzvunu kesmiş, köle Hz.
Peygambere gelip şikâyette bulunmuş, Rasûlullah köleye acımış, kendisine bu
kötülüğü yapan adamı çağırttırmış ama adam getirelememiş, bunun üzerine köleyi
azâd edip eski sahibine ve başkalarına karşı onu tüm müslürnanlann koruyacağını
söylemiştir.
Sindi'nin beyânına
göre, Hz. Peygamber (s.a.v) insanların bu tür kötülüklere cür'et etmemeleri
için köleyi azâd etmiştir. Yani bu hüküm o olaya hastır. Bazı alimler ise,
kölesine böyle bir kötülük yapan herkesin aynı hükümde olduğunu yani kölenin
azâd edileceğini söylerler.[65]
Kasâıne sözlükte güzel
yüzlülük ve yemin manâlarına gelir. Istılahı tarifi mezheplere göre farklılık
arzeder. Hanefilere göre kasâme: "Katili bilinmeyen ve üzerinde kati
izleri bulunan bir maktulün bulunduğu yer halkından elli kişinin usulü
dairesinde yemin etmeleridir."
Hanefilerin bu
tarifini biraz açarsak kasâme kelimesinin manâ ve mefhumu daha iyi
anlaşılacaktır.
Bir köyde, kasabada
veya mahallede yahut bu meskûn mahallere ses ulaşacak bir mesafede yada
birisinin mülkünde bir Ölü bulunsa ve bu ölünün üzerinde darb izi, bıçak ve kurşun
yarası gibi kati alâmeti olsa ve katili bilinmese, o mahallin halkından elli
kişiye; "Bu adamı ben öldürmedim ve öldüreni de bilmiyorum" diye
yemin ettirilir. İşte buna kasâme denilir. Yemin ettikleri zaman diyeti
verirler, kısastan kurtulurlar. Yemin etmeyen çıkarsa, edinceye kadar
hapsedilir.
Şayet katil iddiası
diyeti gerektiriyorsa ve kendilerine yemin tevcih edilenlerden bazıları
yeminden kaçınırlarsa diyetin tümü yeminden kaçanların âkılesi tarafından
ödenir. Hepsi yeminden kaçınırsa katli ikrar veya yemin edinceye kadar
hapsedilirler.
Burada özellikle
dikkat çekmek istediğimiz nokta, kasamede yeminin katil zanlılarına yani
maktulün bulunduğu bölge halkına yöneltilme-sidir. Diğer mezheplerde durum
farklı olduğu için bu noktaya dikkat çekiyoruz.
Şafiî meshebinde
Kasâmede yemin, maktulün bulunduğu bölge halkına değil, maktulün velilerine
yöneltilir. Bu mezheb ıstılahında kasâme: "Maktulün velilerinin
yapacakları elli yemindir" şeklinde tarif edilir.
Tarifi biraz açalım:
Bir adam öldürülüyor ve maktulün velilerine göre zanlısı yada zanlıları var.
Ama ellerinde onun katil olduğuna delâlet eden beyyine yok. İşte bu durumda
maktulün velisi muayyen bir şahıs için "bu katildir" derse kendisine
(veliye) elli kez yemin ettirilir. Eğer veli birden fazla ise her birisine
mirastaki hissesine göre yemin ettirilir. Şayet maktulün velisi durumunda olan
kişi birisinin katil olduğunu iddia eder ama yemin etmekten kaçınırsa, bu kez
dâvâlı durumunda olana elli kez yemin etmesi teklif edilir. Yemin ederse kendisinden
diyet alınmaz. Ama yemin etmezse diyet verir. Katil iddiası ister amden ister
hatâen olsun farketmez,
Mâlikîlerde de yemin
maktulün âkil ve baliğ olanla velilerine teveccüh eder. Şayet bunlar birisinin
katil olduğuna ve katlin teammüden vuku bulduğuna elli kerre yemin ederlerse
kısas, hatâen öldürdüğüne yemin ederlerse diyet hükmedilir.
Mâlikîlere göre
birisini, bilinmeyen bir adam öldürse ve bir topluluğun içine karışsa,
maktulün velileri de herhangi bir şahsı itham etmese o topluluktakilerin her
birine kendisinin o şahsı öldürmediğine ve öldüreni de bilmediklerine dair
yemin ettirilir. Yemin ederlerse bir mükellefiyetleri kalmaz. Yemin etmezlerse
müştereken maktulün diyetini verirler. Bir kısmı yemin eder, bir kısmı yemin
etmezse diyet yemin etmeyenler tarafından ödenir.
Hanbelîlerde yemin
önce katilin erkek varislerine, onların yeminden kaçınmaları halinde de
dâvâlıya (müddeâ aleyhe) ettirilir.
Kasâmenin meşru
kılınmasının bir takım hikmetleri vardır. Bu hikmetleri iki noktada toplamak mümkündür:
a- Maktulün
bulunduğu bölge halkına yemin ettirilerek diyete iştirak ettirilmesi, onların
bölgelerinin huzur ve sükûnuna çalışmalarına, oradakilerin emniyetini temine
gayret etmelerine vesile olur. Böylece sefih ve mütecavizlerin, eşkiyânın bölgelerine
sızmasın?., orada üslenmesine mâni olurlar.
Ayrıca "biz
öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz" şeklindeki bir yemin onların töhmet
altında kalmamalarına, kendilerini temize çıkarmalarına sebep olur.
b- Maktulün, katili bilindiği zaman, kısas veya diyet
yoluyla ölünün
yakınlarının acıları
bir nebze dindirilmiş, gönüllerindeki alev söndürülmüş olur. Katilin
bilinmemesi durumunda acıları ile başbaşa kalırlar. İşte kasâme yoluyla
maktulün velilerine diyet verilmesi veya bâzı mezheplere göre kısasa
hükmedilmesi onları biraz da olsa rahatlatır.
Şüphesiz kasâme
konusunu böyle birkaç cümlede, olduğu gibi ortaya koymak mümkün değildir.
Mes'ele fıkıh kitaplarında cinayetler bölümünün kasâme konusunda enine boyuna
açıklanmıştır. Biz burada sadece konu hakkında çok genel bir bilgi vermekle
yetiniyoruz.[66]
4520... Selıl b. Ebî Has'ame ve Râfi b. Hadîc
(radıyallâhü anhiimâ) dan, şöyle (dedikleri) rivayet edilmiştir:
Muhayyısa b. Mes'ûd ve
Abdullah b. SehJ Hayber tarafına gitmişler ve hurmalıkta biribirlerinden
ayrılmışlardı. Abdullah b. Sehl öldüiül-dü. Yahudileri ilham ettiler. Kardeşi
Abdurrahman b. Sehl ve amcasının oğullan Huveyyisa ve Mühayyisa, Rasûlullah
(s.a.v) in huzuruna geldiler. Onların küçüğü olduğu halde, kardeşinin başına
gelen şey konusunda Abdurrahman konuştu. Rasûlullah (s.a.v) "Büyük
konuşsun, büyük" -veya: "büyük olan başlasın"[67]-buyurdu.
Bunun üzerine arkadaşlarının (amca oğullarının durumu) hakkında ikisi birden
(Huveyyisa ve Mühayyisa) konuştular.
Rasûlullah (s.a.v):
"Sizden elli kişi
onlardan bir adam aleyhine yemin ederse onun ipi (size) verilir" buyurdu.
Onlar;
"Görmediğimiz bir
şeye nasıl yemin ederiz?! (Yemin edemeyiz)" dediler.
Rasûlullah (s.a.v):
"O halde yahûdiler
kendilerinden elli kişinin yemini ile size karşı temize çıkarlar"
buyurdu.
Onlar:
"Yâ Rasûlullah!
onlar kâfirdirler. (Onların yeminine nasıl güvenilir?) dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v) o maktulün diyetini kendisi verdi.
Sehl (b. Ebî Hasme)
der ki:
"Birgün onların
deve ağılına girdim, develerden birisi bana tekme attı."
Hammâd bunu veya
benzerini söyledi.[68]
Ehû Davud şöyle dedi:
Bu hadisi Bisr b. el- Müfaddal ve Mâlik, Yahya b. Said'den rivayet ettiler.
Yahya bu rivayette Rasûlullah1 in söyle dediğini söyledi:
"Etti defa yemin
edip arkadaşınızın veya katilinizin kanını hak eder misiniz?" Bişr,
"kant" anmadı.
Ahde, Yahya'dan,
Hammâd'm dediği gibi nakletti.
Bu hadisi İbn Vyeyne,
Yahya'dan rivayet etti. Rivayetine Rasûlullah'in şu sözü ile başladı:
"Yahudiler, edecekleri elli yemin ile size karsı temize çıkarlar"
Yahya "kam hak etmeyi" anmadı.
Ebû Davud, "Bu
ibn Vyeyne'den bir vehmdir" der.[69]
4521... Sehl
b. Ebi Hasme ve karninin büyüklerinden (bazı) adamlar haber verdiler ki:
Abdullah b. Sehl ve
Muhayyisa başlarına gelen bir kıtlık yüzünden Hayber'e doğru yola çıktılar.
Muhayyisa'ya gelinip, Abdullah b. Sehl'in öldürüldüğü ve bir kuyuya veya çukura
atıldığı haber verildi.[70]
Muhayyisa Yahudilere gelip: "Vallahi onu siz öldürdünüz" dedi. Yahudiler
de: "Vallahi biz öldürmedik" dediler. Bunun üzerine döndü ve kendi
kavmine geldi. Olup biteni onlara haber verdi. Sonra da kendisinden büyük olan
kardeşi Huveyyisa ve Abdurrahman b. Sehl ile birlikte geldiler.
Muhayyisa -Hayberde
olan o idi- konuşmak için (Rasûlullah'a) gitti. Rasûlullah (s.a.v) yaşı
kasderek "büyült, büyült (büyüğünüz konuşsun)" buyurdu. Bunun
üzerine, Huveyyisa konuştu, sonra Muhayyisa konuştu.
Rasûlullah (s.a.v):
"(Yahudiler) ya
arkadaşınızın diyetini verirler yada (Aîlah ve Rasûlüne) harb açtıklarını
bildirirler" buyurdu. Ayrıca bunu Yahudilere yazdı. Yahudiler de:
"Vallahi onu biz öldürmedik" diye yazdılar.
Rasûlullah (s.a.v):
Huveyyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman'a: "Yemin eder ve arkadaşınızın
kanını hak eder misiniz?" dedi.
"Hayır"
dediler. Rasûlullah:
"Sizin için
Yahudiler yemin etsinler irsi?" buyurdu.
"Onlar müslüman
değiller" dediler. Bunun üzerine, Rasûlullah onun diyetini kendi yanından
verdi. Onlara, yüz dişi deve gönderdi. O kadar ki, develer evlerine kadar
sokuldu.
Ravi Sehl şöyle dedi:
"O develerden kırmızı bir deve beni tepti."[71]
Hadis-i Şerif,
kasâme'nin meşruiyeti konusunda delildir. Tüm İslâm ulemâsı kasâmenin meşru oluşunda
müttefik olmakla birlikte, uygulaması yönünden bazı farklı görüşlere sahiptirler.
Bu konulara girmeden evvel hadisteki şahıslar ve tâbirler üzerinde kısaca
duralım:
Metinlerde görüldüğü
üzere Muhayyisa b. Mes'ud ve Abdullah b. Sehl birlikte Haybere gitmişler ama
yolda ayrılmışlar. Abdullah öldürülmüş ve Huveyyisa, Muhayyisa ile Abdullah'ın
kardeşi Abdurrahman, Hz. Peygambere gelmişler, Huveyyisa ile Muhayyisa iki
kardeştirler ve öldürülen Abdullah'ın amcası oğullarıdırlar. Bunlar maktulün
kardeşi olan Abdurrahman'dan daha büyüktürler. Maktulün velisi olduğu için olsa
gerek ki, küçük olmasına rağmen Rasûlulîah'ın huzurunda kardeşinin öldürülmesi
konusunda Abdurrahman konuşmuş ama efendimiz bunu hoş karşılamamış, edebe
mugayir olduğunu ihsas ettirmiş ve "el-kübra el-kübra" demiştir. Bu
tabir ya "Söze büyüğünüz başlasın" yahut da "büyüğünüzü öne geçirin"
manalarına kullanılır. Zâten râvi, Rasûlulîah'ın böyle mi yoksa "li
yebdei'I ekberu = büyüğünüz başlasın" mı dediği konusunda şüpheye düşmüştür.
Hz. Peygamber {s.a.v)
maktulün velilerinin konuşmalarını dinledikten sonra: "Onlardan birisinin
öldürdüğüne dâir elli defa yemin ederseniz onun ipi size verilir."
buyurmuştur.
"İpi
verilsin" diye terceme ettiğimiz terkib "fe'l yudfe' bi
rummetihi" dir. "Rumme" aslında hayvanın kaçmasın diye
bağladıkları iptir. Burada murad: "Katilin boğazına bağlanıp maktulün
velilerine teslim edildiği iptir."
Maktulün velilerinin
görmedikleri bir şeye yemin edemeyeceklerini ve müslüman olmayan Yahudilerin
yeminlerine itibâr etmeyeceklerini söylemeleri üzerine Hz. Peygamber, yüz
kızıl deve vererek maktulün diyetini kendisi ödemiştir.
Müslim'in bir
rivayetinde Rasûlulîah'ın bu diyeti sadaka develerinden ödediği
bildirilmektedir. Ama bu, sarihlerin ilgisine konu olmuştur. Çünkü zekât
mallarının kimlere verileceği Kur'an-ı Kerim'de bildirilmiştir ve bunlar
arasında faili meçhul cinayetin diyeti yoktur. Bazı âlimler; bu ifâdenin,
râvinin bir hatâsı olduğunu söylerken, bâzıları Rasûlulîah'ın bu develeri
kendilerine zekât olarak verilen fakirlerden satın alarak diyet ödediğini
söylerler. Nevevî ikinci görüşü benimsemiştir. Rasûlulîah'ın bu develeri satın
alırken bedelini kendi şahsî malından yada hazineden ödemiş olması mümkündür.
Hadislerde görüyoruz
ki, Hz. Peygamber (s.a.v) önce maktulün velîlerine, maktulü falan öldürdü,
diye elli defa yemin etmelerini teklif etmiş, onların yeminden imtina etmeleri
üzerine de, yahûdilerin (katil zanlılarının) yemin etmeleri halinde temize
çıkacaklarım söylemiştir. Bu hal, yemin önce maktulün velîlerine (davacılara),
onların yeminden kaçınmaları halinde katil zanlılarına (dâvâlılara) teklif
edilir, diyen Mâliki, Şafiî ve Hanbelilerin görüşüne delildir. Mukaddimede de
işaret ettiğimiz gibi Ha-nefilere göre ise yemine dâvâlıdan başlanılır.
Hanefiler Kasâme konusunu da diğer dâvalarla bir tutmuşlar ve "Beyyine
getirmek mâddeiye, (dâvâcıya), yemin de inkâr edene (dâvâlıya) vazifedir"
hadisi ile istidlal etmişlerdir. Ayrıca, üzerinde durduğumuz hâdise de, Saîd
b. Müseyyeb'in, "Rasûlullah (s.a.v) yemin ettirmeye Yahudilerden başladı.
Çünkü maktul onların arasında bulundu" dediği tarzındaki rivayete
dayanırlarlar.[72]
Daha önce, Hanefi ve
Şâfiîİere göre Kasâme yoluyla kısasın sabit olmadığını, Mâlikilere göre ise
dâvanın amden öldürme şeklinde olması halinde kısasın sabit olacağını
söylemiştik. Bu hadislerdeki, "Eğer siz elli kere yemin ederseniz onun ipi
teslim edilir" cümlesi Mâl ikiler için delildir. Çünkü az önce de
belirttiğimiz gibi buradaki ipten murad, katilin boynuna bağlanıp maktulün
velilerine teslim edildiği iptir. Ama diğer ulemâ bundan maksadın, onların diyet
ödemeleri için teslim edilmeleri olduğunu söylemişlerdir.[73]
Hattâbi bu hadislerden
birçok hüküm istinbat etmiş ve bunları
sıralamıştır.Şimdi de özet olarak bu hükümleri verelim:
1. Had
istemede vekâlet caizdir,
2. Hazır
olan birisine vekil olmak caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) maktulün kardeşi
dururken, daha büyük olduğu için amcasının oğlunu konuşturmuştur.
3. Kasâmedeki
dâva diğer davalara benzemez. Diğer dâvalarda önce dâvâlıya yemin ettirildiği
halde, kasâmede davacıya yemin ettirilir. Bu konu üzerindeki müctehidlerin
ihtilâl've görüşleri yukarıda verilmiştir.
4.
Dâvâlılar, maktulü kendilerinin öldürmediklerine yemin ederlerse kısastan
kurtulurlar.
Hadis-i Şerifteki:
"Yahudiler kendilerinden elli kişinin yemini ile size karşı ibra olsunlar
mı? (temize çıksınlar mı?)" sözünün şu manâlara ihtimâli vardır:
a. Size
karşı, dâvanızdan temize çıksınlar mı?
b. Onlar
yemin ederek, sizi yeminden kurtarsınlar mı? Yâni onlar yemin ederlerse dâva
biter, siz de yemin etmekten kurtulursunuz.
5. Müslüman
ile zimmî arasındaki hüküm iki müslüman arasındaki hüküm gibidir.
6. Bir
mtisliimanın, başka bir müslüman aleyhindeki yeminine itibar edildiği gibi,
gayr-i müslimin müslüman aleyhindeki yeninine de itibar edilir. İmâm Mâlik,
dinlen i lmeyeceği görüşündedir.
7. Kasâme
ile kısas sabit olur. Hadisteki "Onun ipi verilir" ve "arkadaşınızın
kanını hak edersiniz" cümleleri buna delâlet eder. İmâm Mâlik, Ahmed b.
Hanbcl. ve Ebû Sevr bu görüştedir. Aynı görüş tbn Zübeyr ve Ömer b.
Abdil-Aziz'den de rivayet edilmiştir.
İmam-ı Azam Ebû Hanife
ve talebeleri, İmâm Şafiî, Sufyân-ı Sevil ve İshak b. Râheveyh'e göre kasâme
ile kısas sabit olmaz. Bu görüş, İbn Ab-bas, Hasentri-Basıi ve İbrahim
en-Nehâî'den de menkuldür. Bu âlimlerin yukarıdaki ilk cümleyi anlayış
biçimleri az önce geçmişti. İkinci cümleyi -arkadaşınızın kanını hak edersiniz-
de "arkadaşınızın diyetini hakedersiniz" şeklinde tevil ederler.
Çünkü diyet, kan sebebiyle alınır. Nitekim bu cümle başka tanklarla "Ya
arkadaşınızın diyetini alırsınız yada harbi haber verin" şeklinde rivayet
edilmiştir. Bu rivayet, bu tevilin sahih olduğunu gösterir.
Hattâbî'nin
hadislerden istifâde ile sıraladığı hükümler bunlar. Yine Hattâbî, Rasûlullah
(s.a.v) m, maktulün diyetini kendisinin ödemesini de şöyle izah etmektedir:
"Rasûlullah'in,
diyeti kendisinin vermesi" yahûdilerle yapmış olduğu muahededen dolayı
olsa gerek. Efendimiz, bir yönden o ahdi bozmayı istemedi, diğer taraftan da
maktulün kanının heder olmasını istemedi. O yüzden diyeti kendisi Ödedi."
Hayli uzunca ele
alınmış olan kasâme konusundaki ihtilâfları, Bidaye-tü'1-Müctehid'ten özetle
aktarıp konuyu bitirmek istiyoruz:
Ulemânın kasâme
konusundaki ihtilâfları dört noktada toplanmaktadır. Bunlar:
a- Kasâme
ile hükmetmenin cevazı konusu: Cumhuru ulemaya göre caizdir. Dört mezhep bu
görüştedir. Bâzı alimlere göre ise, bir kimseye mevhum bir konuda yemin
ettirilmez.
b- Kasâme
yoluyla sabit olan cezada ihtilâf edilmiştir. İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e
göre amden öldürme iddiasında kısas, hatâen öldürme iddiasında ise diyet
gerekir.
İmam Şafiî ve
Hanefılere göre her iki halde de diyet gerekir. Bâzı Kû-felilere göre sadece
dâvadan kurtulur.
c-Yemine
davacıdan mı yoksa dâvâlıdan mı başlanacağı konusu ihtilaflıdır. İmâm Şafiî,
Ahmed ve Davud'u Zâhirî'ye göre davacıdan başlanır. Küfe (Hanefilerj, Basra ve
Medine ulemâsına göre dâvâlıdan başlanır.
d- Kasâme
için, maktulün üzerinde Hanefi, Şafiî, Mâliki ve Hanbelîle-re göre bir alâmet
bulunması gerekir. Birisinin sâdece ölü olarak bulunması kifayet etmez. Bu
alâmete "levs" denilir. İbn Rüşd'ün ifâdesine göre bazı tâbiûn
uleması böyle bir alâmeti şart koşmamaktadırlar.
Mâlikilere göre bir
kişinin şahitliği levs yerine geçer. İmâm Şafiî'ye göre de, başkaları ile
irtibatı olmayan bir topluluğun bulunduğu mahallede bir maktul bulunsa veya
maktul ile, bulunduğu mahalle sakinleri arasında düşmanlık bulunsa bu da levs
sayılır ve kasâme uygulanır.[74]
4522... Amr b. Şuayb (r.a) den rivayet edildi ki:
Rasûlullah (s.a.v)
Liyyetu'l-Bahrâ kenarındaki Bahratu'r-Ruğa (denilen yer) de Benî Nasr b.
Mâlik'ten bir adamı kasâme yoluyla öldürdü.
Râvî: "katil de
maktulde onlardan (beni Nasr b. Mâîik'ten) idi" der.
Bu, Mahmûd'ıın
lâfzıdır. "Liyye kenarındaki Bahra" sözünü sâdece Mahmûd zikretti.[75]
Bu hadiste, Hz. Peygamber
(s.a.v) in bir şahsı kasâme yoluyla öldürdüğü rivayet edilmektedir. Metinde
görüldüğü gibi olay, Bahra vadisi kenarındaki, Bahrâtü'r-Ruğâ denilen yerde
olmuştur. Önce bu yerler hakkında kısaca bilgi verelim.
Bahratu'r-Ruğa:
Kâmus'taki bilgiye göre burası Tâif vadisinde bir yerin ismidir. Rasûlullah
(s.a.v) orada bir mescid inşâ ettirmiştir.
Hattâbi;
"Ruğâ" nın bir yer ismi olduğunu "Bahra" nın da memleket,
belde mânasına geldiğini söyler '
"Liyye"
kelimesi de vadi manasındadır. Burası "Sakif diyarında bir vadi"
veya "Tâif te bir dağ" dır. Bu dağın yüksek kısımları Sakîf e, etekleri
de Nasr b. Muâviye'ye aitti.
Müstakil olarak
"Bahra" kelimesinin bir kaç manâsı vardır. Bunlar: Çukur yer, büyük
bahçe, su kaynağı, Bahreyn'de bir köy, içersinde su akan ve temiz tatlı suyu
bulunan her köy ve Rasûlullah (s.a.v) in şehridir.
Kelimelerin ihtiva
ettiği bu değişik mânalardan dolayı tâbirleri terceme etmeden aynen almayı ve
izahı açıklama kısmına bırakmayı uygun bulduk.
Bezlü'İ-Mechûd
müellifi İbn İshak'tan naklen bu olayla, Rasûlullah (s.a.v) in Huneyn
gazasından sonra Taife yürüdüğü esnada, Benû Huzeyl'den bir adamı öldüren, Benû
Leys'îi şahsa kısas uygulaması (bk. hadis 4503) arasında ilgi kurar. Ancak bu
olaylar arasında bir irtibat olmasa gerek. Çünkü o olayda katil bellidir,
kasâmeye ihtiyaç yoktur.
Bu rivayet, kasâme
yoluyla sabit olan katili öldürmenin meşru olduğuna delâlet eder. Daha önce de
geçtiği gibi bu, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in mezhebleridir. Ancak
Münzirî'nin bildirdiğine göre hadis mu'daldır. Ulemâ, Amr b. Şuayb'ın hadisi
ile ihticâcın caiz olup olmadığında da ihtilâf etmiştir.[76]
4523...
Beşir b. Yesâr'dan; O, Ensar'dan adının Sehl b. Ebî Has'ame olduğunu zannetiği
bir adamın kendisine şöyle haber verdiğini söyledi:
Kavminden (Sehl b.
Has'ame'nin) bir gurup Hayber'e gitmişlerdi. Orada birbirlerinden ayrıldılar.
Bilâhere içlerinden birisini öldürülmüş olarak buldular. Arkadaşlarını
yanlarında buldukları kavme; "Arkadaşımızı siz öldürdünüz" dediler.
Onlar: "Onu biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz" dediler. Bunun
üzerine Rasûluilah (s.a.v) e gittik. Rasûlullah (s.a.v) onlara:
"Bunu kimin
öldürdüğüne dâir bana beyyine getirebilir misiniz?" dedi. Onlar:
“Bizde beyyine yok"
dediler. Rasûlullah (s.a.v):
"(Yahudiler)
sizin için yemin etsinler mi?" Maktulün velileri:
"Yahudilerin
yeminine razı olmayız" dediler.
Allah Rasûlü, maktulün
kanını heder etmeyi hoş görmedi ve sadaka (zekât) develerinden yüz tanesi ile
onun diyetini verdi.[77]
Bu Hadis-i Şerif, daha
önce geçen 4520 ve 4521 numaralı
hadislerde geçen olayın aynısından bahsetmektedir. Ancak bir farkı, o
hadislerde ve bundan sonra gelecek olan-larda Hz. Peygamber (s.a.v) in diyeti
kendi malından ödediği bildirildiği halde, bu rivayette sadaka (zekât)
develerinden ödediği beyân edilmektedir. O hadisleri izah ederken;
Rasûluilah'ın zekât develerini, kendilerine tevzi edilen fakirlerden satın
alarak diyeti ödemiş olmasının muhtemel olduğunu söylemiştik. İbnü'l-Kayyim,
bu ihtimâle Rasûlullah'ın diyet olarak verdiği develeri, zekât develerinden
ödünç almış olması ihtimâlini de ekler.[78]
4524...
Rafı' b. Hadîc (r.a) den; şöyle demiştir:
Ensârdan bir adam,
Hayber'de öldürülmüş olarak bulundu. Maktulün velileri, Rasûlullah (s.a.v) e
gittiler ve olayı kendisine anlattılar. Rasûiullah (s.a.v):
"Arkadaşınızın
öldürüldüğüne sahicilik edecek iki şahidiniz var mı?" diye sordu. Onlar;
"Ya Rasûlellah!
Orada mü si umanlardan kimse yoktu. Onlar yahûdi; bundan daha büyük şeylere
cüret ederler" cevâbını verdiler.
Rasûlullah (s.a.v):
"Onlardan
(yahudilerden) elli kişi seçip yemin ettiriniz" buyurdu. Maktulün velileri
buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Hz, Peygamber (s.a.v) kendi yanından, maktulün
diyetini ödedi.[79]
Ölü olarak bulunan zât
daha önceki rivayetlerde geçtiği üzere Abdullah b. Sehl'dir. Maktulün
velîleri, Hz. Peygambere gelip
Yahudileri şikâyet ettikleri zaman, "'Onlar bundan daha büyük şeyler
yaparlar" demişlerdir. Bundan maksutları: "Şayet onlar cezâlandırılmazlarsa
nifak, hile. Rasûlullah'a karşı tuzak, peygamberleri öldürmek (v.s) gibi daha
büyük kötülükleri yaparlar" demek istemişlerdir.
Bu rivayet, kasâmede
yemine önce dâvâlılardan başlanır, diyenler için delildir.[80]
4525...
Abdurrahman b. Büceyd (r.a) den; Muhammed b. İbrahim; "Vallahi Sehi (b.
Has'ame) hadiste vehme kapıldı" dedi.
Şüphesiz Rasûlullah
(s.a.v) Yahudilere:
"Aranızda
öldürülmüş birisi bulundu, onun diyetini veriniz" diye yazdı. Onlar da;
elli kez: "Onu biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz" diye Allah'a
yemin ederek (cevap) yazdılar.
Râvî der ki:
Rasûlullah (s.a.v) kendi yanından yüz deve ile maktulün diyetini verdi.[81]
Bu hadisin
râvilerinden Muhammed b. îbrâhim, 4520 4521 ile 4523 nolu hadislerin râvisi
Sehı b. Ebî Has'ame'nin, rivayet ettiği hadiste vehme düştüğünü söyler. İşaret
edilen rivayetlerden birisinde (4523) diğerlerinden farklı olarak Hz. Peygamber
(s.a.v) in, maktulün diyetini zekât develerinden ödediği bildirilmektedir.
Diğer rivayetlerde ise efendimizin diyeti, kendi malından ödediği
bildirilmektedir.
İmam Şafiî ise Sehl
hadisini üzerinde durduğumuz bu hadise tercih etmiş ve bunun sebebini şöyle
açıklamıştır:
"Birisi bana, İbn
Buceyd hadisini niçin almıyorsun diye sordu. Şu cevâbı verdim: İbn Buceyd'in,
Rasûlullah'tan hadis işitip işitmediğini bilmiyorum. Eğer işitmemişse onun
rivayeti mürseldir. Biz de, mürsel ile amel etmiyoruz. Halbuki sen biliyorsun
ki Sehl, Rasûlullahla birlikte bulunmuş ve ondan hadis işitmiştir...1'
İbn Hacer Isâbe'de,
Abdurrahman b. Buceyd'in terceme-i halini verirken, Ebûbekir b. Ebî Davud'un
onun için "sahabe" dediğini söyler. îbn Ebî Hâtem de, İbn Buceyd'in
hem Rasûlullah'tan hem de dedesinden hadis rivayet ettiğini bildirmiştir. İbn
Hıbban ise, onun için sahâbi denildiğini söyledi, daha sonra da gerçekte
tabiilerin güvenilirlerinden olduğunu zikreder. Beğavî de "onun sahabi mi
yoksa,tabiî mi olduğunu bilmiyorum" demektedir. Ebû Amr
"Rasûlullah'a yetişti ama zannımca ondan hadis duymadı. Sahâbi oluşu
tartışmalıdır. Ancak, hadis rivayet etmiştir. Ulemâdan bâzıları onun hadisinin
mürsel olduğunu söyler..." der.
Ayrıca bu rivayette
diğerlerinden farklı olarak Yahudilerin elli kez yemin ettikleri
bildirilmektedir. Ancak bu tür yeminlere itibar edilmez. Çünkü yemin kaza meclisinde
olur.[82]
4526... Ebû
Seleme b. Abdurrahman ile Süleyman b. Yesâr, Ensâr'dan bazı zâtlardan şöyle
(dediklerini) rivayet ettiler:
Rasûlullah (s.a.v)
Yahudilere, onlardan başlayarak şöyle dedi: "Sizden elli erkek yemin
etsin." Yahudiler buna yanaşmadılar. O zaman Ensâra: "Hakkınızı
(yemin ederek) kazanınız (arkadaşınızın kanını hak ediniz)" dedi. Onlar
da: "Görmediğimiz şeye yemin mi edelim? Ya Rasûlellah!" dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah Yahudiler aleyhine diyete hükmetti. Çünkü maktul
onların arasında bulunmuştu.[83]
Bu Hadis-i Şerifte
diğerlerinden farklı olarak, Rasûlullah (s.a.v) in, maktulün diyetini Yahudilerden
aldığı bildirilmektedir. Halbuki, daha önceki rivayetlerin birisinde zekât
develerinden, diğerlerinde de kendi yanından verdiği geçmişti. Zekât devesinden
verdiği yolundaki rivayetin te'vili daha önce geçti. Şimdi de Yahudilerden
aldığını bildiren bu rivayetin diğerleri ile nasıl uyuşturula-bileceğine
bakalım; konu, sarihler tarafından pek ele alınmamıştır. Bezlü'1-Mechûd müellifi
bu noktaya dikkat çektikten sonra, Muhammed Yahya'nın konuya eğildiğini ve
tatminkâr açıklamada bulunduğunu söyler.
Muhammed Yahya şöyle
der:
"Beyyine olmadığı
için, Yahudiler aleyhine bir şey sabit olmamıştır. Ancak onlar, yemine hazır
idiler. Fakat maktulün velileri onların yeminini kabul etmediler. Bu da
onların hakkıdır. Velilerin düşürmesi ile, Yahudilerin yemini de düşmüş oldu.
Ancak, Yahudiler, hâdise daha fazla malı gerektirir endişesiyle bir miktar mal
hazırlamışlardı. Maktul aralarında bulunduğu için iddianın sübutundan korkarak
hazırladıkları malı teslim ettiler. Rasûlullah (s.a.v) de, onlar aleyhindeki
iddia sabit olmasa bile, katil onlar arasında bulunduğu için onlardan malı
kabul etti..."
Muhammed Yahya bundan
sonra, diyetin, Yahudilerin verdiklerine Rasûlullah'ın ilâvesi ile ikmâl
edildiğini, diyetin Yahudilerden alındığını inkâr edenlerin tamâmını
kastettiklerini, kabul edenlerin de bir kısmını aldığını kastettiklerini
söylerler. O zaman Hayber henüz fethedilmemişti. Müslümanlarla aralarında
muahede vardı. Hz. Peygamber, muahedenin devamında maslahat görüyordu. Diyeti
onların tamamına yüklediği takdirde ahdi bozmalarından endişe ediyordu. Onun
için diyetin kalan kısmını ödedi.
Bundan önceki hadiste,
Yahudilerin Rasûlullah'a mektup yazarak elli kerre yemin ettiklerini okumuştuk.
Halbuki diğer rivayetlerde Yahudilere yemin ettirilmediği ifâde edilmektedir.
Bu çelişkiyi de Muhammed Yanya şöyle izâle etmektedir:
Yahudilerin yemin
ettiğini bildiren rivayete göre, onlar mektup yazarak yemin etmişlerdir. Oysa
yeminin muteber olması için hakim huzurunda edilmiş olması gerekir.
Yahudilerin yemin etmediğini rivayet eden râ-vîler, kuralına uygun olarak yemin
etmediklerini kasdetmişlerdir. Yemin ettiklerini söyleyenler de mektupla ettikleri
yemini yemin kabul etmişlerdir.[84]
4527... Enes
b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir: Kafası iki taş arasında ezilmiş bir câriye
bulundu. Kendisine:
"Bunu sana kim
yaptı? Falan mı, falan mı?" diye soruldu. (Bu) bir Yahûdinin ismi
söyleninceye kadar (sürdü), (f ahûdinin ismi anılınca) başı ile (evet diye)
işaret etti. Yahudi yakalandı ve suçunu itiraf etti. Rasûlullah (s.a.v)
yahûdinin başının da taşla ezilmesini emretti.[86]
4528... Enes
(r.a) den; (şöyle dediği) rivayet edilmiştir;
Bir Yahudi, ensârdan
bir cariyeyi ondaki bir zinetten dolayı Öldürdü; sonra bir kuyuya attı. Kadının
başını taşla ezmişti. Yahudi yakalandı ve Rasûlullah'a getirildi. Rasûlullah
adamın ölünceye kadar taşlanmasını emretti ve ölünceye kadar taşlandı.[87]
Ehû Davud şöyle der:
Bu hadisi, İbn Cûreyc
de Eyyûb'dan buna benzer şekilde rivayet etti.[88]
4529... Enes
(r.a) den; (şöyle dediği) rivayet edilmiştir: Bir Yahudi üzerinde zinet bulunan
bir câriye'nin başını taşla ezdi. Rasûlullah (s.â.v) câriye ölmek üzere iken
yanına girdi.
Ona:
"Seni kim
öldürdü? Falan mı öldürdü?" diye sordu. Kadın başı ile "hayır"
diye işaret etti. Rasûlullah tekrar:
"Falan mı
öldürdü?" dedi.
Kadın bu sefer başı
ile "evet" diye işaret etti. Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a.v)
emretti ve katilin başı iki taş arasında ezildi.[89]
Hadisin Buhâri ve Müslim'deki rivayetlerinde
de öldürüldüğü bildirilen kadın, "Câriye" kelimesi ile
ifâdelendirilmiştir. İbn Mâce'nin bir rivayetinde ise mutlak olarak "kadın"
denilmektedir. Kadın köleye "cariye" denildiği gibi, küçük kıza da
câriye denilir. Yahûdinin kadını bir zinet eşyasından dolayı öldürdüğü ve o
zamanın şartlarında kölelerin zinet takınmasının güçlüğü göz Önüne alınırsa,
öldürülenin bir kız yada hür bir kadın olması ihtimalden uzak olmaz
kanaatindeyiz.
Bu babdaki üç hadis de
Enes b. Mâlik (r.a) den rivayet edilmiştir. Bunlardan birincisini Enes'den
nakleden Katâde, ikincisini nakleden Ebû Kilâbe üçüncüsünü nakleden de Hişâm b.
Zeydân'dır. Bu rivayetlerden ikisinde (4527 ve 4529) Hz. Peygamber (s.a.v) in,
katil olan yahûdiyi kendisinin yaptığına kısas olarak kafasını iki taş
arasında ezdirerek öldürttüğü, birisinde ise (4528) recmle öldürttüğü ifâde
edilmektedir. Bu hal, hadisler arasında çelişki izlenimini vermekte ise de
sarihlerin yaptıkları teviller bu izlenimi izâle etmektedir. Azîmâbâdi, bu
hadislerin arasını şu şekillerde te'lif etmektedir:
1- Hadislerde
geçen "razh, raz = iki taş arasında ezmek" ve "recm=
taşlamak" aynı manâdadır. Çünkü hepsi taşla öldürmek demektir. Sadece,
Katâde adama nasıl taş vurulduğunu açıklamış, Ebû Kılâbe ise açıklamamıştır.
2- Bir
adamın kafası bir taşın üzerinde iken ona taş atmak veya üstten taş vurmak da
recmdir. Çünkü recmin çeşitleri vardır. Dolayısıyla her iki tâbir de aynı
manâyı ifâde eder.
3- Adamın
başı önce taşla ezilip kuyuya atılmış, sonra da taşlanmış olabilir.
Hadisin babtaki ilk
rivayetinde yahûdinin, kadını öldürdüğünü itiraf ettiği görülmektedir.
Buhârî'nin vesâya'daki rivayetinde de aynı şekilde yahûdinin itirafı söz konusu
edilmemiştir. Bu durum, hadis üzerinde bir takım farklı yorumlara sebep
olmuştur.
Bâzı âlimler,
hâdisenin İslâmm ilk dönemlerinde vuku bulduğunu, o zamanlar öldürülen kişinin
ölmeden önceki verdiği habere itibar edilirken bilâhere neshedildiğini
söylerler. Yahûdinin itirafının sâdece Katâdenin rivayetinde bulunduğunu
söyleyerek dâvalarını te'yid ederler.
Ulemânın çoğunluğu ise
Katâde vasıtasıyla gelen rivayeti esas alarak, Hz. Peygamber'in yahûdiyi
maktulün iddiası ile değil, kendisinin itirafı ile öldürdüğünü söylerler.
İtirafın Katâde'nin dışındaki râviler tarafından anılmamasını, onun olmaması
yüzünden değil, bir kimseye mâli ve bedeni bir cezanın beyyine olmadan
verilemeyeceğinin herkes tarafından bilinir olmasından kaynaklandığını
söylerler. Hattâbi, bu izahı getirenlerdendir.[90]
Bu babdaki hadisler
hüküm bakımından oldukça zengindir. Şimdi de bu konulara göz atalım:
1- Kadına
mukabil kısas olarak erkeğin öldürülmesi caizdir. Hasenu'l-Basri ve Atâ b. Ebî
Rabah'ın dışındaki ulemânın görüşü de bu istikâmettedir.
2- Kısas
yapılırken, katile, maktule yaptığının aynısı tatbik edilir. Yâni katil,
maktulü ne ile ve ne şekilde öldürürse kendisi de o şekilde öldürülür. İmâm
Mâlik, İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Şâ'bî ve Ömer b. Ab-dil-Aziz bu görüştedir.
İmam Âzam Ebû Hanife,
talebeleri Ebû Yûsuf ve Muhammed ile Süfyân-ı Sevrî'ye göre katil ancak kılıç
gibi keskin bir âletle öldürülür. Başka bir yolla kısas uygulanmaz. Bunlar:
Tahâvî'nin rivayet ettiği; "Kısas ancak kılınçla olur" hadisine
dayanmaktadırlar. Bu rivayetin Ebû Davud et-Tayâlisi tarafından yapılan
rivayeti de; "Kısas ancak demirle olur"
şeklindedir.
Ayrıca bu görüş
sahipleri, silah dışında bir yolla öldürmeyi müsle (işkence) olarak değerlendirmektedirler.
Hattâbi'nin bildirdiğine göre; Allah'ın azâbettiği şekilde azabı nehyeden
hadis de bu görüş lehine delildir. Çünkü eğer katil, maktulü öldürdüğü şekilde
öldürülectK olsaydı, birisini yakarak öldürenin de yakılarak öldürülmesi
icâbederdi. Oysa yakarak cezalandırmak Allah Teâlaya aittir. Diğer görüşe
mensup ulemâya göre ise yeri geldiğinde yakarak cezalandırmak da caizdir.
Hanefiler, bu
hadislerle amel etmezken, hadisle]e bakış açılarını şu şekillerde ortaya
koymuşlardır:
a- Katile,
öldürdüğünün aynı ile mukabele etmek İslâmın ilk devirlerinde idi. Sonradan
neshedildi.
b- Yahudi
öldürüldüğü zaman müsle müban idi, sonradan neshedildi.
c- Hz.
Peygamber (s.a.v) in Yahûdiyi Allah hakkı olarak öldürmüş olması muhtemeldir.
Böyle durumlarda öldürülen âlet önemli değildir.
3- Suçlunun
İkrârj ile de kısası gerektiren suçlar sabit olur. Çünkü esah görülen görüşe
göre Hz. Peygamber Yahûdiyi kendi ikrarı sebebiyle cezalandırmıştır.
4- Bir
müslümanı öldüren gayr-t müslime kısas tatbik edilir.[91]
4530... Kays
b. Ubâd (r.a) den[92];
şöyle de (diği rivayet edil) mistir:
Esterle[93]
birlikte Hz. Ali (r.a) nin yanına gidip:
"Rasûlullah
(s.a.v) tüm insanlara vasiyet etmediği bir şeyi sana tavsiye etti mi? dedik.
Ali (r.a):
"Hayır, ancak
benim şu kitabımdaki müstesna..." dedi.
Müsedded; "bir
kitap çıkardı" dedi. Ahmed ise; "kılıcının torbasından bir kitap
çıkardı" dedi.[94] O
mektupta şunlar vardı:
Müslümanların kanları
eşittir. Başkalarına karşı onlar tek bir el gibidirler. En alt seviyedekînden
de olsa, emânlarım tanırlar. Haberiniz olsun! Bir mü'min bir kâfire karşılık
ve ahd sahibi (bir gayr-i müslim de) ahdi esnasında, kâfire karşılık (kısas
yoluyla) öldürülmez. Bir kimse bir şey ihdas ederse (bir cinayet işlerse) cezası
sadece kendi-sinedir. Her kim birşey ihdas eder veya ihdas edeni (caniyi)
barındırırsa Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun.[95]
Müsedded, ibn Ebî
Arûbe'den (naklen) "bir kitap çıkardı" dedi.[96]
4531... Amr b. Şuayb, babası vâsıtasıyle dedesinden,
şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
buyurdu, deyip yukarıdaki Hz. Ali hadisinin benzerini zikretti.
Amr, rivayetinde
şunları da ilâve etti:
"Onların
(müslümanlann) en alt seviyesindeki kişi hepsi adına eman verebilir, en
güçlüleri (aldığı ganimetten) zayıflarına da verir, savaşa giren mücâhitler,
katılmayan askerlere de (ganimet) verirler.”[97]
Bu babdaki hadislerden
ikincisi, birincisi ile hemen hemen aynıdır.
Ancak onda metinde zikredilen bazı ilâveler vardır. Onun için ikisini birlikte
izah etmeyi uygun bulduk.
Birinci (4530 no'lu)
hadisin Buhârî, İbn Mâce ve Tirmizi'deki rivayetleri, Ebû Cuhfe'den
gelmektedir. Bu kitaplardaki rivayetin, Ebû Davud'daki ile benzerliği sâdece
Hz. Ali'ye sorulan soru ve Hz. Ali'nin cevâbının; "bir müslümamn, kâfire
karşılık öldürülemeyeceğini" bildiren
kısmıdır.
İkinci hadisin (4531)
İbn Mâce'deki rivayeti de Amr b. Şuayb'ın babası ve dedesindendir. Ancak
oradaki ifâdelerde de bazı farklar vardır. İbn Mâce'deki rivayette, Ebû
Davud'un rivayetinde atıfta bulunulan, Hz. Ali'nin hadisine benzeyen kısma
işaret edilmemiştir.
Hadisin diğer
kitaplardaki rivayetlerle ilgili bu tesbitten sonra, hadiste izaha ihtiyaç
duyduğumuz nokta ve ahkâma geçebiliriz. İzahımızı, anlaşılması daha kolay
olması için maddeleştirerek sunmak istiyoruz:
1- Hz. Ali
(r.a); Kays b. Ubâd ve Eşter'in, "Rasûlullah (s.a.v) diğer müslümanlara
tavsiye etmediği bir şeyi sana vasiyet etti mi, öğretti mi?" tarzındaki
sorularına, "Hayır, ama şu kitabımdakiler hariç" cevâbını vermiştir.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ali kitabım -maksat: üzerinde bazı
şeyler yazılı olan bir kağıt parçası veya başka bir yazı malzemesidir- kılınç
torbasından çıkarmıştır. Kılınç torbası dediğimiz şey; deriden yapılan,
yolculuk esnasında kılınan kını ile birlikte içine konulduğu bir dağarcıktır.
Kays b. Ubâde ve
Eşter'in Hz. Ali'ye böyle bir soru yöneltmelerinin sebebi şu olsa gerektir:
Bâzı şiîler, Hz. Ali'de, Hz. Peygamber (s.a.v) in başkalarına duyurmayıp
özellikle ona söylediği bazı sırlar ve bilgilerin mevcut olduğunu iddia
ediyorlar ve bununla hasımlarını ilzam etmek istiyorlardı. Anılan zatlar, bu
iddianın doğruluk derecesini öğrenmek maksadı ve içlerindeki merak sâikasıyla
bu sorulan yöneltmişlerdi.
Hz. Ali (r.a) da
verdiği cevapta işaret edilen iddiaları reddetmiş, halkın elindeki Kur'an'dan
başka kendi yanında da birşey olmadığını, Rasûlullah'ın risâlet ve tebliğinin
umûmi olduğunu ihsas etmiş ve metinde anılan birkaç noktayı haber vermiştir.
Hz. Ali'nin haber verdiği bu noktalar sır olmadığı gibi, siyâsi mâhiyet arzeden
ve hasımlarını ilzama yönelik olan şeyler de değildir,
2- "Müslümanların
kanlan eşittir" ifadesine gelince Şerhu's-Sün-ne'deki izaha göre bundan
maksat, kısas ve diyet konusundaki eşitliktir. Yâni en üst makamdaki bir
müslüman ile en alt seviyedeki bir müslüman, erkekle kadın, yetişkinle çocuk,
âlimle câhil yaşama hakkı itibariyle eşittir. Dolayısıyla katil ve maktul
bunlardan hangisi olursa olsun kısas yada diyet uygulanır. Meselâ en üst
seviyedeki birisi, en aciz bir müslümanı öldürse cezası ne ise (kısas veya
diyet) mevki ve varlığına bakılmaksızın cezalandırılır.
İslâmın koyduğu bu
eşitlik, eşine ender rastlanan bir adalet örneğidir.
3- n"Mü'minler,
başkalarına karşı tek bir el gibidirler." Yani düşmanlarına karşı
biribirleri ile yardımlaşırlar. Aralarına düşmanlık ve ayrılık girmez.
Karşılarındaki hangi millet, hangi* din mensubu olursa olsun müslümanlar tek
bir yürek, tek bir el gibi davranırlar.
Şüphesiz bu,
Rasûlullah'ın istediği, gerçek mü'min'in özelliğidir. Bu günkü değişik
ideolojilere kapılan, gayr-i müslimlerin peşinde koşarken nerede ise biri
birlerinin kanını içecek duruma gelen müslümanların durumuna bakınca İslâm'a
ne ölçüde yakın olduklarını anlamak hiç de güç değil.
4- "En
alt seviyedekinden de olsa enıanlarını tanırlar." Aslında, İs-lâmda
sınıflar ve sınıfçılık yoktur. Değişik mertebedeki insanların biribir-lerine
karşı bir önceliği, bir üstünlüğü yoktur. Ancak bir devlet başkanı ile, ücra
bir köydeki koyun çobanı (hukuk karşısında eşit olmakla birlikte) aynı
seviyede sayılmaz. İşte bu cümledeki alt seviyedeki insandan maksat budur. Buna
göre; demek oluyor ki; meselâ bir koyun çobanı, memlekete gelen bir yabancıya
emân verse, bu emân tüm müslümanlan bağlar. Emân verilen kişi İslâm ülkesinde
can ve mal emniyetine kavuşmuş olur.
Tabi devrimizde
şartlar değişmiş, memlekete gelecek yabancılara izin verme yetkisi devletlerin
insiyatifine tahsis edilmiştir. Suudi Arabistan ve Pakistan gibi İslâmî esaslar
çerçevesinde idare edildikleri Anayasalarında ifade edilen ülkelerde de durum
farklı değildir.
5- "Bir
müslüman bir kâfire karşılık, and sahibi bir gayr-i müsIim'de bir kâfire
karşılık (kısas yoluyla) öldürülmez"
Bu cümlelerden ilki;
gayr-i müslim birisini öldüren bir müslümamn kısas yoluyla Öldürülmeyeceğine
delâlet etmektedir. Öldürülen müslümamn harbî (müslümanların idaresi altında
olmayan ve kendisine İslâm ülkesinde serbestçe dolaşma izni verilmeyen gayr-i
müslim) halinde, onu öldüren müslümamn kısasen öldürülmeyeceğinde İslâm
uleması arasında bir görüş ayrılığı bilmiyoruz. Yani ittifakla, böyle bir
müslüman öldürülmez. Ama öldürülen gayr-i müslimin zimmî (İslâm ülkesinde
yaşayan gayr-i müslim vatandaş) olması halinde öldüren müslümana kısas
uygulanıp uygulanmayacağı ihtilaflıdır.
Hattâbi'nin tesbitine
göre; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit (Allah hepsinden razı
olsun), Atâ b. Ebî Rebah, iklime, Hasenü'I-Bas-rî, Ömer b. Abdil-Aziz, Süfyân-ı
Sevrî, İbn Şübrüme, İmam Mâlik, İmam Şafiî , Evzaî, Ahmed b. Hanbel ve îshâk b.
Rahûye'ye göre zimmi karşılığında müslüman Öldürülmez. Yâni bir zimmiyi
öldüren müslümana kısas uygulanmaz, başka bir ceza verilir.
Şa'bî, İbrahim
en-Nehâî, İmam-ı Azam Ebû Hanife ve talebeleri Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre
bir zimmiyi öldüren müslümana kısas uygulanır ve katil öldürülür. Bu görüşte
olanlar, " Rasûlullah (s.a.v) bir kâfire karşılık, bir müslümanı kısâsen
öldürdü" hadisi ile istidlal ederler. Bu görüşte olanların, üzerinde
durduğumuz hadisi izahları da şu şekildedir:
Hadiste Peygamber
(s.a.v) önce; "bir müslüman bir kâfire karşılık öldürülmez" buyurmuş
sonra da bu cümleye atıf yoluyla ahd sahibi bir gayr-i müslimin de (ki o
zimmîdir) bir kâfire karşılık öldürülmeyeceğini bildirmiştir. Bundan
anlaşılıyor ki hadiste zikri geçen kâfirle, ahd sahibi gayr-i müslim (zimmi)
ayrı ayrı guruplardır. Çünkü eğer birinci cümledeki "kâfir" kelimesi
zimmî ve harbî tüm kâfirlere şâmil olsaydı. Rasûlullah'ın ikinci cümleyi
söylemesine gerek olmazdı. Başka bir ifâde ile ikinci cümlenin gelmesi abes
olurdu. Rasûlullah'a böyle bir kusurun nisbeti mümkün olmadığına göre bunların
ayrı ayrı guruplardaki gayr-i müslimler olması gerekir. Yoksa ikinci cümlenin
manâsı "ahid sahibi ahdi esnasında öldürülmez" demek değildir. Çünkü
bu zaten belli olan ve herkesçe bilinen açık bir şeydir.
Bu nokta sabit olunca
hadisin mefhûmu muhalifinden, zimmîyi öldüren bir müslümanın kısas yoluyla
öldürülebileceği sonucu çıkar. Yani bu hadisin manâsı: "Bir müslüman ve
ahid sahibi gayr-i müslim, ahid sahibi olmayan harbî bir gayr-i müslimi
öldürürlerse kendilerine kısas uygulanmaz. Ama bir zimmîyi öldürürlerse kısas
uygulanır."
Tabi karşı görüşte
olanların bu anlayışa karşı verdikleri cevâplar var. Zâten onlar hadîsin
zahirine baktıkları için sözü fazlaca uzatmış olmamak bakımından bu cevâplara
girmek istemiyoruz. Arzu eden kişi bu hadisin Avnu'l-Ma'bûd'daki şerhine
bakabilir.
6- "Bir
kimse bir şey ihdas ederse..." Hattâbi bundan maksad "bir kimse
cinayet işlerse cinayetinin cezasını sadece kendisi çeker. Başkası bundan
sorumlu tutulamaz" der. Bu izaha göre, buradaki cinayetten mu-rad,
teammiiden işlenen cinayettir. Ama hata veya Şibh amd yollarıyla işlenen
cinayetlerde, katilin âkilesi diyeti öder.
Hattâbi'nin bu izahına
göre, bundan sonraki cümle de "bir caniyi koruyana Allah, melekler ve tüm
müslümanlar lanet etsin" manasınadır. AvnûI-Ma'bûd müellifi de Hattâbi'nin
anlayışını benimsemiştir.
Bezlü'I-Mechûd
müellifi ise cümleyi "bir kimse bir bid'at koyarsa..." şeklinde
anlamıştır. Aslında bu anlayış hadisin zahirine daha muvafıktır. Biz tercemeyi
Hattâbi'nin izahı istikâmetinde yaptık.
İkinci hadiste (no
4531) Efendimizin, yukarıdakilere ilâveten;
a- "Güçlülerinin
zayıflara (ganimetten) vereceklerini;
b- Savaşa
katılanların, katılmayan askerlere de ganîmet vereceklerini" beyan
buyurmuştur.
İbnü'I-Esîr Nihâye'de
birinci cümleyi: "Hayvanı kuvvetli olan, hayvanı zayıf olan savaşçıya
ganimetten elde ettiğinden verir" şeklinde izah etmiştir.
İkinci cümledeki
"savaşa katılan" diye terceme ettiğimiz "müteserri" yine
İbnü'l-Esir'in izahına göre; geceleyin düşman üzerine yürüyen birliktir.
Bunların sayısı dört yüzden fazla olmaz.
Hadisin bu bölümünden
anlaşılan şudur: Komutan veya devlet başkanı bir birliği düşman üzerine gönderseler
ve o birlik bir ganimet elde etse bu ganimet tüm askere paylaştırılır.[98]
4532... Ebû
Hûreyre (r.a) den; şöyle de (diği rivayet edil) mistir: Sa'db. Übâde(r.a):
"Yâ Rasûlellah!
Hanımı yanında bir erkek bulan kişi, onu öldürebilir mi?" dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Hayır"
buyurdu.
Sa'd
"Sana hak ile
ikram eden Allah'a yemin ederim ki, evet (oldurur) dedi.
Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Şu seyyidinizin
(reisinizin) dediğine kulak veriniz" Abdul-Vehhab; "Sa'd'ın
dediğine" dedi.[99]
buyurdu.[100]
4533... Ebû Hûreyre (r.a) den; şöyle dedi: Sa'd b.
Ubâde, Rasûlullah (s.a.v) e;
"Hanımımla
birlikte bir erkek bulsam, dört şahit getirinceye kadar ona mühlet mi
vermeliyim? (Ne dersin?)" dedi. Rasûlullah (s.a.v):
"Evet"
buyurdu.[101]
Hadisin, Sahih-i
Müslim'deki rivayetinde Rasûlullah (s a v) in: "Şüphesiz Sa'd gayretli
(kıskanç) dir. Ama ben ondan kıskancım, Allah da benden daha kıskançtır"
buyurduğu zikredilmiştir.
Metinde gördüğümüz
gibi, Sa'd b. Ubâde (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v) e; hanımını yabancı bir erkekle
yakalayan kişinin onu öldürüp öldüremeyeceğini sormuş, Rasûlullah'da;
"Hayır" cevâbını vermiştir. Bunun üzerine Sa'd efendimize;
"Sana hak dinle ikramda bulunan Allah'a yemin ederim ki öldürür"
demiştir. Tabi bu, Rasûlullah'in verdiği bir hükme karşı çıkmak değil, bu
durumla karşı karşıya kalan birisinin sabredemeyip cinayet işleyebileceğine
ihsasla efendimiz ruhsat vermeyince susmuş, edep dairesinin dışına çıkmamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v)
in, Sa'd için: "Şu büyüğünüzün dediğine kulak verin" buyurması,
Aliyyûl-Kâri'nin dediğine göre, Sa'd için bir özür beyanı ve onun söylediğinin
sırf gayretinden dolayı olduğuna dikkat çekmektir. Yoksa birisini öldüren
kişiyi övmek değildir.
Üzerinde durduğumuz
hadis-i şerifler, karısının yanında yabancı bir erkek bulan kişinin, onu
öfdüremeyeceğine delâlet etmektedir. 4417 numaralı hadis-i şerifi izah
ederken, Hz. Ömer (r.a) in bir haberine istinaden, hanımı ile zina halinde iken
birisini yakalayan kişinin, her ikisini de öldürmesi hâlinde kendisine kısas
uygulanmayacağını, İbn Kudâme'nin Muğnî'sinden nakletmiştik.
Hz. Ali ise, katilin
dört şahit getirememesi hâlinde kısas uygulanacağını söylemiştir. İmâm Şafiî
de, Hz. Ali'nin bu sözüne işaret ettikten sonra, "Biz de bunu
alırız" demiştir. Ancak İmâm Şafiî (r.a) bu durumla karşılaşan birisinin,
muhsan olmaları hâlinde karısı ile zina etliği erkeği öldüren kişinin Allah
katında mes'ul olmayacağım ama kısasian kurtulamayacağını söyler.
Ahmed b. Hanbel'e göre
ise, şayet adamı öldüren kişi onları zina halinde iken yakaladığına dair şahit
getirirse maktulün kanı hederdir. Ebû Sevr ve İshâk da aynı görüştedir. Bu
konuya 4417 nolu hadiste temas etmiştik.
İmam Nevevî, birisini
öldürüp de sonra onu karısı ile birlikte bulduğunu iddia eden kişi konusunda
ulemânın ihtilâf ettiğine işaret ettikten sonra, Cumhura göre beyyine
getiremediği yada maktulün vârisleri ikrar etmedikleri takdirde iddiasının
kabul edilmeyip kendisine kısas tatbîk edileceğini ama, Allah katında
kendisine bir mes'ûliyet teretüp etmediğini söyler.
Nevevî'nin
bildirdiğine göre bazı Şâfiîler; Sultanın emri olmadan muhsan bir zânîyi öldüren
kişi mutlaka kısas edilir. Ancak Nevevî önceki görüşü daha sahih bulur.[102]
4534... Âişe
radıyallâhu anhâdan; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v) Ebû
Celim b. Huzeyfe'yi zekât toplayıcı olarak gönderdi. (Gittiği yerde) bir adam,
malının zekâtı konusunda onunla tartıştı. Ebû Cehm, adama vurup başını yardı.
(Yaralının velîleri) Rasûlullah'a gelip:
"Kısas isteriz yâ
Rasûlallah!" dediler.
Rasûlullah (s.a.v):
"Size şu kadar
mal var (kısastan vazgeçin)" dedi. Razı olmadılar. Rasûlullah tekrar;
(artırarak); "Size şu kadar mal" buyurdu, yine razı olmadılar. Hz.
Peygamber (s.a.v) (üçüncü defa ve artırarak): "Size şu kadar mal var,
(kısastan vazgeçin)" buyurdu. Bu sefer razı oldular.
Hz. Peygamber (s.a.v):
"Öğleden sonra
halka hitâbed^p, razı olduğunuzu haber vereceğim" buyurdu.
Onlar da:
"Evet"
dediler.
Rasûlullah (s.a.v)
halka hitabederek şöyle dedi:
“Leysliler (Leys
kabilesinden olan davacılar) bana, kısas istemeye geldiler. Ben de onlara şu
kadar mal (en son teklif edip de onların razı oldukları malı söyledi) teklif
ettim, razı oldular, (halka duyurmak için) razı oldunuz mu?" buyurdu.
"Hayır"
dediler.
Muhacirler, üzerlerine
atılmak istediler, Rasûlullah vazgeçmelerini emretti. Onlar da bıraktılar.
Rasûlullah sonra davacıları çağırıp, malı artırdı ve: "Razı oldunuz
mu?" dedi. "Evet" dediler.
Rasûlullah (s.a.v):
"Ben halka
hitâbedip sizin razı olduğunuzu haber vereceğim" buyurdu.
"Evet"
dediler.[103]
İbn Mâce:
"Muhammed b. Yahya'dan, bu hadisi
sadece Ma'mer rivayet etti. Ondan başka birinin rivayet ettiğini
bilmiyorum" der.
Hadis-i Şerif, İslâmın
adalet anlayışına, insanların haklarını aramakta ne kadar itinalı olduğunu
görmeye en güzel delildir. Aradan on beş asır geçmesine rağmen hâlâ o seviyeye
eremediği halde İslâmı ve müslüman-ları tezyif ve tahkire yeltenen despotların
kulakları çınlasın.
Hadis-i Şerifin mânâsı
izaha ihtiyaç duyurmayacak kadar açık. Ancak ihtiva ettiği hükümlere işaret
edilmesi gerekir. Şimdi kısaca bu hükümleri görelim.[104]
1- İdareci
veya devlet memuru, vazifesi esnasında bile olsa birisine karşı cinayet işlerse
kısas gerekir. Onların mevkî kendileri için bir ayrıcalık sağlamaz.
2- Yaralanan
birisini kısastan vazgeçirmek için diyetten daha fazla mal vermek caizdir.
3- Zekât
verilecek miktar konusunda, mal sahibinin beyânı esastır. Zekât memurunun mal
sahibini dövmesi, zorlaması caiz değildir.
4- Hâkimin,
beyyine olmadan kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesi caiz değildir. Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.v) daha önce davacıları belirli bir mala razı ettiği halde,
bilâhere onların dönmeleri üzerine eski bilgisi üzerine onları ilzam etmemiş,
halkın huzurunda, malı artırarak tekrar rızalarını ikrar ettirmiştir.
Hz. Ebûbekir ve Hz.
Ömer dönemlerinde işledikleri suçlardan dolayı zekât memurlarına kısas
uygulamışlardır. İmâm Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râheveyh de aynı
görüştedirler.
5- Bir
memurun vazifesi esnasındaki bir suçundan dolayı sabit olan mâli ceza, devlet
tarafından ödenir.[105]
4535... Enes
b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir:
Bir câriye, kafası iki
taş arasında ezilmiş bir halde bulundu. Ona: "Bunu sana kim yaptı? Falan
mı? Falan mı?" diye soruldu. Bu hal, bir Yahû-dinin ismi anılıncaya kadar
devam etti. (Yahûdinin adı anılınca) başı ile işaret etti. Yahudi yakalandı ve
suçunu itiraf etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) Yahûdinin başının da
taşla ezilmesini emretti.[107]
Bu hadisi şerif 4527 ve
4528 numaralarda geçmiş ve Orada gerekli açmama yapılmıştır. Hadisin tahrlci de
anılan yerde vardır. Oraya müracaat edilmelidir.
Bu hadis, Hind
nüshasında ve Münzirî'nin Muhtasar'ında yer almamıştır.[108]
4536... Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a) den; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v) mal
(ganimet) taksim ederken bir adam gelip üzerine abandı. Rasûlullah (s.a.v),
yanındaki hurma salkımı sapından olan kamçıyı adama vurdu. Adamın yüzü
yaralandı.
Rasûlullah (s.a.v)
adama:
"Gel sen de kısas
yap (bana vur)" dedi. Adam:
“Affettim yâ
Resûlallah!" dedi.[109]
4537... Ebû
Firâs'dan[110] şöyle demiştir: Ömer b.
el-Hattab (r.a) bize hitâbedip şöyle dedi:
"Ben âmillerimi (memurlarımı)
sizin bedenleriniz vursunlar ve mallarınızı alsınlar diye göndermedim. Kime
böyle bir şey yapıldıysa bana müracaat etsin, ona kısas yapayım."
Arnr b. el-As:
"Eğer birisi
maiyetinden birisini te'dib etse ona da kısas yapar mısın, (ceza verir
misin)?" dedi.
Ömer (r.a):
"Evet, canım
elinde olan Allah'a yemin ederim ki ona kısas uygularım (Yaptığının aynı ile
ceza veririm). Rasûlullah (s.a.v) i kendisine kısas uygulatırken gördüm"
dedi.[111]
4536 ile 4537 nolu
hadis-i şerifler mevkii ne olursa olsun birisini yaralayan kişiye yaptığının
misli ile ceza verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)
elindeki küçük kamçı ile yüzünü yaraladığı birisine, onun da kendisine
vurmasını (kısas yapmasını) teklif etmiştir. Hadis kitaplarına baktığımız zaman
bunun birçok örneğine rastlamak mümkündür. Meselâ, Kitâbü'l-Edeb'te gelecek
olan şu hâdise hayli meşhurdur:
Üseyd b. Hudayr'dan
rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir sopa ile onun böğrüne vurmuş, o da
Rasûlullah'tan kısas istemiş. Efendimiz buna imkân verince, kendisinin sırtında
gömlek olmadığını halbuki Rasû-lullah'm gömleği olduğunu söyleyip, gömleğini
toplatmış, sonra da efendimizin böğrünü öpmeye başlamış ve: "Benim
maksadım bu idi yâ Rasûlellah!" demiş.
Nesâî'nin ve Ebû Davud'un
Ebû Hûreyre'den rivayet ettiği şu haberde ise Rasûlullah'ın kısas istediği söz
konusu edilmektedir. Aslında efendimiz bu tip şeyleri affederdi. Hükmü beyân
için kısas taleb etmiştir.
Ebû Hûreyre diyor ki;
Biz, Rasûlullah
(s.a.v) ile birlikte mescidde oturur kalktığında biz de kalkardık. Birgün,
Rasûlullah kalktı, onunla birlikte biz de kalktık. Mescidin ortasına gelince,
ona bir bedevi yetişti, arkasından ridâsim çekti. Ri-dâsı sertti, boynunu
kızarttı. Bedevi:
"Ya Muhammedi
Benim şu iki deveme mal yükle. Sen onu ne kendi malından ne de babanın malından
yükleyecek değilsin" dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Hayır
estağfirullah! Çektiğinden dolayı bana yaptığını benim de sana yapmama imkân
verinceye kadar senin için birşey yüklemem"
buyurdu.
Bedevî: Hayır vallahi
sana bu imkânı vermem, dedi.
Biz bedevinin sözünü
duyunca sür'atle ona doğru yöneldik. Rasûlullah (s.a.v) bize dönüp;
"Benim sözümü
duyan kişinin, kendisine izin verinceye kadar yerinden ayrılmamasına
azmettim" buyurdu. Sonra halktan birisine:
"Ey falan bir
deveye arpa, bir deveye de hurma yükle buyurdu" sonra da
"dağılın" dedi.[112]
Bu hadislerde söz
konusu olan yaralamalar baştaki bir yaralama, vücuttaki bir çizik ve bir
vuruştur. Bu tip suçların eksiksiz ve fazlasız aynısı ile mukabelesi mümkün
olmayabilir. Bundan dolayı, her türlü yaralamaya kısas uygulanıp
uygulanmayacağı ulemânın ihtilâfına konu olmuştur.
İbniri-Kayyinı'in
belirttiğine göre bu mes'elede iki görüş vardır:
a- Her türlü
dövme ve yaralamada kısas uygulanır. Bu görüşü Ahmed b. Hanbel, Hulefâi
Râşidinden nakletmiş ve kendisi de benimsemiştir. İbn Kayyım'ın üstadı İbn
Teymiye selefin cumhurunun bu görüşte olduğunu söyler.
b- Kısas
yapılması hâlinde eşitliğin sağlanması mümkün olmayan vak'alarda kısas
uygulanmaz, başka münâsib bir ceza verilir. Bu görüş İmâm Şafiî, İmâm Mâlik ve
müteehhirûn Hanbelî ulemâsından nakledilmiştir. Hattâ bâzıları bu konuda icmâ
olduğunu söyler.
İbnü'l-Kayyim, kısas
yapılmayacağında icmâ olduğu yolundaki iddiayı reddetmekte ve "asıl icma,
dört halifeden nakledilen görüştedir. Çünkü onların görüşüne muhalif bir görüş
bilinmemektedir." demektedir.
Şüphesiz, her iki
görüşe sahip olanların da görüşlerini dayandırdıkları delilleri vardır. O
delillerin buraya alınıp münakaşa edilmesi hayli uzun yer işgal edecektir. Onun
için biz sadece görüşleri vermekle yetindik.[113]
4538... Âişe
radiyellâhü anhâ'dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Maktulün kısas
isteyen velilerinin, bundan vazgeçme hakları vardır.
Bu, kadın bile olsa
maktule yakınlık sırasına göredir."[115]
Ebû Davud şöyle dedi:
Yani velilerden birisi
oldukları zaman kadınların katildeki afları caizdir. Bana Ebû Ubeyd'in;
"ondan vazgeçmeleri" sözü, "kısastan vazgeçmeleri"
anlamına geldiği (ne dair açıklaması) ulaştı.[116]
Hadisteki
"el-Muktetilin" sözünü "maktulün kısas isteyen velileri"
diye terceme ettik. Hattâbi bu kelimeyi şu şekilde izah etmiştir:
"Maktulün velileri kısas isterler, katiller de buna razı olmak istemezler.
Bu yüzden aralarında kavga savaş çıkar. İşte onun için bunlara muktetil
denilmiştir."
Hadis-i Şerif, kısası
affetmekte veya istemekte sıranın, maktule yakınlık derecesine göre olduğuna
delâlet etmektedir. Meselâ kardeş varken amcanın kısası affetme yetkisi yoktur.
Hadisin delâlet ettiği
ikinci bir konu da maktulün kadın olan yakınlarının kısastan vazgeçme
yetkileridir. Hadis, bu yetkinin varlığına delâlet etmektedir. Ulemânın
ekseriyeti de bu hadisin delâleti istikâmetinde, kadın ve erkek velîlerin
bulunması durumunda, kadınların kısastan vazgeçmeleri halinde cezanın diyete
dönüştüğünü söylemektedir.
Evzâi ve İbn Şübrüme
ise kadınların bu hakka mâlik olmadığını söylerler. Şüphesiz bunların da
dayandıkları deliller vardır.
Hasenü'l-Basrî ve
İbrahim en-Nehâi kocanın ve karının kısası af yetkilerinin olmadığı
görüşündedirler.[117]
4539... Tâvûs'tan
(Rasûhıllah fs.a.v) şöyle buyurmuştur):
"Biribirlerî ile
... bir ölü bulunsa..." (diye) rivayet edilmiştir. İbn Ubyed ise:
Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: ... dedi. (Hadisin devamı Tâvûs'un ve İbn
Ubeyd'in rivayetiyle şöyledir); "Biribİrleri ile taş kamçı ve sopalarla
dövüşen bir topluluk içersinde kim tarafından ve nasıl öldürüldüğü bilinmeyen
bir ölü bulunsa bu, hatâ (hükmünde) dir. Diyeti, ha-tâen öldürmenin diyetidir.
(Bu durumda) teammüden öldürülen kişi içinse kısas gerekir." İbn Ubeyd
(burada): "Elin kısası" dedi. Sonra râviler[119] ittifak ederek şöyle dediler.
(Rasûlullah devamla
şöyle buyurdu):
"Her kim kısasa
mâni olursa, Allah'ın lanet ve gazabı onun üzerine olsun. Ondan ne farz ne de
nafile (yahut da; ne tevbe ne de fidye) kabul edilmesin."[120]
Sûfyân'ın (İbn Serh'in
kendisinden rivayeti) hadisi daha tamdır.[121]
Ebû Davud'un rivayeti mevkuftur.
Çünkü Tâvûs arava sâhabî katmadan direkt Rasûlullah'tan rivayet etmiştir. İbn
Mâce'nin rivayeti ise merfûdur. Çünkü orada, Tâvûs hadisi İbn Abbas (r.a) den
rivayet etmiştir.[122]
İbn Mâce'nin
rivayetinde ayrıca buradakinden fazla olarak, "asabiyet nedeniyle
dövüşürken" mânâsına gelen bir kelime yer almıştır. Yine îbn Mâce'nin
rivayetinde, kısasa mâni olmak mânâsına gelen tâbir "Kısas ile katil
arasına girerse" şeklinde ifâde edilmiştir.
Hadis metnindeki
"ondan farz da nafile de kabul edilmesin" diye ter-ceme ettiğimiz
cümleyi "ondan tevbe ve diyet kabul edilmez" şeklinde izah edenler de
vardır.
Hadis-i Şerif, bir
kavgada kimin tarafından ve nasıl öldürüldüğü bilinmeden bulunan bir ölüm
olayındaki cezanın diyet olduğuna delâlet etmektedir. Ancak maktulün diyetinin
kimin tarafından ödeneceği konusunda ulemâ ihtilâf halindedirler.
İmâm Mâlik'e göre,
maktulün hasımları tarafından ödenir. Ahmed b. Hanbel'e göre ise hasım olan
gurubun akiklerine aittir. Ancak muayyen bir adamın öldürdüğüne dâir bir iddia
olursa o zaman kasâmeye başvurulur.
İmâm Ebû Yûsuf ve İbn
Ebî Leylâ diyetin dövüşen her iki gurubundâkilelerine ait olduğunu söylerler.
Evzâi, bizzat dövüşen
iki guruptaki kişiler tarafından ödeneceği görüşündedir.
İmam Şafiî'ye göre;
eğer maktulün velîleri muayyen bir şahıs veya gurup için dâvâcı olurlarsa
kasâme uygulanır. Hiçkimse için bir dâva vuku bulmamışsa diyet de kısas da söz
konusu değildir.
İmâm-ı Âzam'a göre,
maktulün velileri başkaları hakkında iddiada bulunmazlarsa, cesedin bulunduğu
kabilenin âkılesine aittir.
Hadis-i Şerif,
anlatılan şekilde Ölü bulunan kişinin, öldürülmesinin teammüden olması halinde
cezanın kısas olduğuna da delâlet etmektedir. Bu, birkaç kişinin birlikte
birisini Öldürmeleri durumunda katillerin hepsinin kısas edileceğini gösterir.
Hadisin delâlet ettiği
diğer bir hüküm de şudur:
Birisi kısasa müstehak
olduğunda, ona kısas uygulanmasını önlemek büyük günahtır. Rasûlullah (s.a.v)
böyleleri için "Allah'ın gazap ve laneti üzerine olsun" diye beddua
etmiştir. Allah'ın lanetinden maksat, onun rahmetinden uzak kalmaktır. Ayrıca
böyle olanların farz ve nafilelerinin kabul edilmeyeceği ifâde edilmektedir.
Bundan maksat, yaptıkları ibâdetin, kendilerini kurtarmaya yetmeyeceği olsa
gerektir. Yada; bu durumlardan uzak kalınması için bir zecr ve tehdidtir. Bu
cümlenin mânâsını "ondan tevbe ve diyet kabul edilmez" şeklinde
anlarsak, maksat yine tehdit ve korkutmadır.[123]
4540... Bize
Muhammed b. Ebî Galib haber verdi, bize Saîd b. Süleyman, Süleyman b.
Kesir'den naklen haber verdi, bize Amr b. Dinar haber verdi. O Tavûs'tan, Tavus
da İbn Abbas vasıtasıyla Rasûlullah'tan haber verdi (deyip); ravi Siifyân
hadisinin mânâsını zikretti.[124]
Bu rivâyet yukarıdaki hadisin aynıdır. Ancak
önceki rivayet mürsel olduğu halde, bu rivâyet merfûdur. Hadisin sahabe râvîsi
İbn Abbas'tır.[125]
4541... Amr
b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivâyet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
hatâen öldürülenin diyetinin; otuz bintü mehaz (iki yaşma girmiş dişi deve)
otuz bintü lebûn (üç yaşına girmiş dişi deve), otuz hıkka (dört yaşına girmiş
dişi deve) on da ibni lebûn (üç yaşına girmiş erkek deve) olmak üzere yüz deve
olduğuna hükmetti.[126]
Diyetler bahsinin
başında da temas ettiğimiz gibi diyet; bizzat
katilin veya katilin âkilesinin, öldürülen kişinin yakın akrabalarına ödemek
zorunda oldukları mâlî cezadır. Bu ceza aslında tammüdî olmayan öldürmelerde
sözkonusudur. Ancak, teammüden vukubulan öldürme olaylarında maktulün
velilerinin veya içlerinden birisinin kısastan vazgeçip diyet istemesi halinde
de kısas diyete dönüşür.
Konunun başında hangi
tür öldürmelerden dolayı diyet verildiğini ve diyetin miktarının Hanefi
mezhebine göre (mallara göre) ne olduğunu açıklamıştık. Tabî orada maksadımız
diyetler konusunda genel bir bilgi vermekti. Burada hadislerin izahı kabilinden
bazı meselelere tekrar temas etmemiz gerekecektir.
Hadis-i şerif, açıkça
hatâen vuku bulan öldürmelerin diyetinin yüz deve olduğunu ve bunun; iki
yaşına girmiş otuz, üç yaşına girmiş otuz, dört yaşına girmiş dişi deve; on da
üç yaşına girmiş erkek deve olarak ödeneceğini bildirmektedir. Ancak ulema bu
hadisle istidlal etmemişler, başka delilleri almışlardır.
Hattâbî; fakihler
içersinde, bu hadisle istidlal eden hiç kimseyi tanımadığını, ulemânın
çoğunluğunun, diyeti beş gurup deveden yirmişer olarak takdir ettiklerin
söyler.
Hanefîlerin görüşünün;
binti mehaz, binti lebûn, hıkka, cezea (beş yaşma girmiş dişi deve) ve ibn hu
haz (iki yaşma girmiş erkek deve) dan yirmişer adet olduğunu daha önce
belirtmiştik. Süfyân-i Sevil, İmam Mâlik ve ashabı, Ahmed b. Hanbel'in de
görüşü böyledir. Abdullah b. Mes'ud'un da aynı görüşte olduğu rivayet
edilmiştir.
İmâm Mâlikin bir başka
kavline ve İmam Şâfiîye göre; cezea, hıkka, binti lebûn, binti mehaz ve ibn
lebûn (üç yaşına girmiş erkek deve) dan yirmişer adettir. Bu görüş Ömer b.
Abdil Aziz, Süleyman b. Yesâr, Züh-rî, Rabia b. Abdirrahman ve LeyvS b.
Sa'd'den de rivayet edilmiştir.
Hanefüer görüşlerinde
4545 numarada gelecek olan İbn Mes'ud'dan rivâyet edilen hadise dayanmışlardır.
Ş afiflerin ibn mehaz yerine ibn le-bûn'u almalarına sebep Hayber yahûdileri
ile olan kasâmede Rasûlullah'm diyeti zekât develerinden ödemiş oluşu ve zekât
develeri içersinde benû mehaz'm olmayışıdır.
Ulemâdan bir gurub ta
hatâen Öldürme diyetinin deveden dört nev'den ödeneceği görüşündedir. Bu görüş
Hz. Ali (r.a), İshak b. Râhûye, Şa'bî, Hasenu'l-Basri ve İbrahim en-Nehâi'ye
aittir. Bunlara göre diyet; yirmi-beş cezea, yirmibeş hıkka, yirmibeş binti
lebûn ve yirmibeş binti mehazdır.
Bu hadis; hatâ yoluyla
olan Öldürmenin diyetinin deve ile ödenmesi halindeki miktarı tayin etmektedir.
Diyette esas olan da budur. Başka maddelerden (altın, gümüş, elbise, koyun)
Ödendiğinde miktarların ne olacağı konusu bundan sonraki hadislerde gelecektir.
Oralarda görüleceği üzere,efendimiz deveyi esas almış ve öbür maddelerden, yüz
deveye mukabil olacak miktarı tayin etmiştir.[127]
4542... Amr
b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
devrinde diyetin (yüz devenin) kıymeti sekizyüz dinar altın veya sekiz bin
dirhem gümüştü. Ehl-i kitabın diyeti de o zaman müsltimanların diyetinin yarısı
idi. Bu hal Ömer (r.a) halîfe oluncaya kadar devam etti.
Hz. Ömer (halife
olunca) ayağa kalkıp halka hitaben: "Biliryorsunuz ki deve
pahalandı..." dedi. Ömer diyeti altın sahiplen için bin,dinar, gümüş
sahipleri için on iki bin dirhem, sığır sahipleri için iki yüz sığır, koyun
sahipleri için iki bin koyun, elbise sahipleri için de iki yüz elbise olarak
tesbit etti. Zimmîlerin diyetini olduğu gibi bıraktı, normal diyette yaptığı
gibi onu yükseltmedi.[128]
Amr b. Şuayb'ın bu
rivayeti de devenin dışındaki maddelerden ödenmesi halinde, diyetin miktarını
tesbit etmektedir.
Önceki hadiste de
belirttiğimiz gibi Rasûlullah (s.a.v) diyet için deveyi esas almış, diğer
mallan, devrindeki deve fiyatlarım esas alarak tesbit etmiştir. Hz. Ömer de
bilâhere deve fiyatlarının arttığım göz önünde tutarak altın ve gümüşteki
diyet miktarını artırmıştır. Bundan sonra gelecek olan rivayette görüleceği
üzere; koyun, sığır ve elbisede Rasûlullah'in tesbit ettiği miktarla, Hz.
Ömer'inki aynıdır. Demek ki, deve karşısında bu mallarda bir artış olmamıştır.
Hanefilere göre; deve
haricindeki maddelerde diyetin; bin dinar altın veya onbin dirhem gümüş, veya
ikiyüz sığır yahut ikibin koyun yada iki yüz elbise olduğunu daha önce
belirtmiştik.
İmam Şafiî de
teanımüden öldürme durumunda, Hz. Ömer'in bu prensibini esas almış ve diyetin
deveden ödenmesini şart koşmuştur. Devenin çok nadir kalması halinde de
cinayetin vuku bulduğu dönemde yüz devenin fiyatına mukabil, altın gümüş,
sığır, koyun ve elbiseden ödeneceğini söylemiştir.
Bugün için bu
maddelerin Türk parası olarak değerlendirmesini yapmaya kalksak karşımıza
oldukça farklı rakamlar çıkar. Meselâ bin dinar altın aşağı yukarı dört kg.
eder. 24 ayar altının gramı 24 000 TL. olduğunu farzedersek
İslâm hukukunun
uygulandığı dönemde memleketimizde diyet gümüşten ödenmiştir. Miktarı da
1166.3 mediciyedir. Gümüşten ödemekte kolaylık olduğu için bu yola
gidilmiştir.[129]
4543... Ata b. Ebî Rabâh'dan rivayet ettiğine göre;
Rasûlullah (s.a.v) diyeti;
deve sahiplerine yüz deve, sığır sahiplerine ikiyüz sığır, koyun sahiplerine
ikibin koyun, elbise sahiplerine de iki yüz elbise olarak tâyin etti. Buğday
sahiplerine de bir şey tâyin etti ama (rivayeti Atâ'dan aktaran) Muhammed (b.
İshâk) onu aklında tutamadı.[130]
Bu haber mürseldir.
Çünkü Atâ b. Ebî Rabah tâbi undandır ve
sahabe râvîyi anmamıştır. Ancak aşağıdaki rivayet sahabe ravîsinin Câbir b.
Abdullah olduğunu göstermektedir.[131]
4544... Atâ b.
Ebî Rabah, Câbir b. Abdillah (r.a) den, şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlulîah
(s.a.v) diyeti... takdir etti"
Râvî, (bir önceki
hadisi Ebû Davud'a nakleden) Musa'nın (rivayet ettiği) hadisinin mislini
zikretti ve: "Buğday sahiplerine de birşey takdir etti, ama ben aklımda
tutamadım" dedi.[132]
Bu rivayet meıfûdur
ama münkati'dır. Çünkü isnâdda hadisi
Atâ'dan nakleden şahıs yer almamıştır.[133]
4545... Abdullah
b. Mes'ud (r.a) den;
Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Hatâen
Öldürmenin diyeti; yirmi tane dört yaşına, yirmi tane beş yaşma, yirmi tane
iki yaşma, yirmi tane üç yaşına girmiş dişi deve ve yirmi tane de iki yaşına
girmiş erkek devedir."[134]
(Abdullah'ın görüşü de
budur.)[135]
Tirmizi bu hadis için:
"Bu rivayeti, bunun dışında kimseden merfû olarak bilmiyoruz. Abdullah'tan
mevkuf olarak rivayet edilmiştir" der.
Bu hadis, daha önce de
işaret ettiğimiz gibi hatâen Öldürmenin diyeti nin deveden ödenmesi halinde
hangi yaştaki develerden verilmesi konusunda Hanefilerin delilidir.[136]
4546... İbn
Abbas (r.a) den rivayet edildi ki:
Beni Adiy'den bir adam
öldürüldü. Rasülullah (s.a.v) onun diyetini on iki bin dirhem takdir etti.[137]
Ebû Davııd dedi ki:
Bu hadisi İbn Vyeyne
Amr'dan o da Ikrime vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet etti, İbn Abbas'ı
anmadı.[138]
Tirmizi'nin bir
rivayeti merfû, bir rivayeti de mürseldir.İbn Mâce ye Nesâj'nin rivayetleri de
meıfûdur.
Hadis tenkidçileri
isnâddaki Muhammed b. Müslim hakkında konuşmuşlar kimisi sika kimisi de zayıf
olduğunu söylemişlerdir.
Hadis-i Şerif Hz.
Peygamber (s.a.v) in, diyetin gümüşten ödenmesi durumunda miktarı on iki bin
dirhem olarak takdir ettiğini göstermektedir.
Rivayette, öldürülen
zâtın hatâen mi yoksa teammüden mi öldürüldüğüne dâir bir kayıt yoktur.
Hattâbi olayı teammüden
Öldürme olarak değerlendirmiş olmalı ki bu hadisin izahında teammüden
öldürmenin diyeti konusundaki görüşleri vermiştir. Yine Hattâbi, para cinsinden
(altın ve gümüş) Ödenmesi halinde, ulemânın benimsediği miktarları vermiştir.
Buna göre: İmam Ahmed, İmâm Mâlik, ve İshak'a göre altından bin dinar, gümüşten
oniki bin dirhemdir. Hanefilerle Süfyan-ı Sevrî ve İbn Şübrüme'ye göre
altından bin dinar gümüşten onbin dirhemdir.[139]
Amde benzeyen hata:
Birisini, kesici ve delici olmayan bir âletle teammüden öldürmektir. Yâni
birisini, silah sayılmayan bir âletle öldürmektir.[140]
4547... Abdullah b. Amr (r.a) den;
Müsedded dedi ki-[141]
Rasûlullah (s.a.v) Fetih günü Mekke'de (halka) hitabetti. Üç kerre tekbir
getirdi sonra "Va'dini yerine getiren, kuluna yardım eden ve kâfirleri
tek başına hezimete uğratan tek Allah'tan başka ilâh yoktur."
(Ebû Davud der ki):
Buraya kadarını Müsedded'ten ezber ettim. Sonra ikisi de (yani hocaları
Süleyman b. Harb ile Müsedded) ittifakla Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu
söylediler.
"Haberiniz
olsun!.. Mal veya kandan, Câhiliyye devrinde anılıp zikredilen tüm övünme
vesilesi olan şeyler ayaklarımın altındadır. (Kaldırılmıştır.) Sadece Hacılara
su vermek (sikâyetu'1-hac) ve Kabe hizmeti (Sidânetû'1-Beyf) bundan
müstesnadır.
"Haberiniz
olsun!.. Şüphesiz, kamçı ve sopa ile olan amde benzeyen hatâen öldürmenin
diyeti yüz devedir. Bunlardan kırkının karınlarında yavruları olacaktır."[142]
Müsedded'in hadisi
daha tamdır.[143]
Müsedded'in rivayetine
göre, Rasûlullah (s.a.v) efendimiz Mekke fethi günü halka hitâbederken önce;
Allah (c.c) in va'dini yerine getirip, kuluna yardım ettiğini ve kâfirleri tek
başına hezimete uğrattığını vurgulamıştır. Allah'ın va'dinden maksat, Mekke'nin
fethine dair olan va'didir. Kâfirleri tek basma hezimete uğratmasından maksat
da, Mecma'daki ifâdeye göre Hendek savaşıdır. Çünkü o gün Allah (c.c) çıkardığı
bir fırtına ile ortalığı biribirlerine katmış, insanların müdâhalesi olmadan
kâfirleri hezimete uğratmıştır.
Bir başka görüşe göre
de buradaki kâfirlerden murat dünyânın her tarafındaki bütün kâfirlerdir.
"Tüm övünme
vesilesi olan şeyler..." diye terceme ettiğimiz "me'se-re"
kelimesi Câhiliyye Araplarının Övünme vesilesi ve iyiliklerinden anılan
herşeydir. Rasûlullah'm; onları, ayaklan altında olarak nitelemesinden murat
da, kaldırıldıklarını ve iptal edildiklerini ilândır. Efendimiz bu iftihar
vesilesi olan şeylerden ikisini; sidâne ve sikâye'yi istisna etmiştir.
SİDANE: Kabe'nin
temizliğini yapmak, kapısını açıp kapatmak gibi Kabe hizmetine dâir olan
vazifelerdir. Bu vazife Beni Şeybe'ye aitti.
SİKAYE: Hac
mevsiminde, hacılara su vermek vazifesidir ki o da Beni Hâşim'e aitti.
Diğerlerinin aksine bu
iki hizmet kaldırılmamış, sahiplerinin elinde bırakılmıştır. Araplar, Kabe'ye
ve insanlara hizmeti hedef alan bu gibi görevlerden dolayı büyük gurur
duyarlar ve onlarla övünürlerdi.
Bu ikisinin dışında,
Câhili arapların övündükleri ve Rasûlullah (s.a.v) tarafından kaldırılan diğer
bazı vazifeler şunlardır:
RİFADE: Mekkeye, hac
için gelenlerin fakirlerine yemek ikram etmek, onların barınmalarını sağlamak
vazifesi,
KIYÂDE: Buna Ukab da
denilir. Savaşlarda sancağı taşıma görevi,
NEDVE: Önemli olayları
ve kararlan görüşmek için aktedilen toplantı,
SEFARET: Elçilik
görevi.
Bunların dışında,
taşınacak eşyaya izin vermek, savaş araç ve gereçlerini korumak, putların
önünde ok çekmek gibi başka görevler de vardı.
Fahr-i Kâinat
efendimiz daha sonra Amde benzeyen hata yoluyla Öldürmenin cezasını beyan
buyurmuştur.
Amde benzeyen Öldürme;
metinde de görüldüğü gibi silah yada silah yerine kaim olmayan bir alet ile
teammüden öldürmektir. Yâni Öldürücü olmayan bir âlet ile bile bile vurarak
öldürmektir. Hadiste; sopa ve kamçı öldürücü olmayan âletlerden sayılmıştır.
İmam Ebû Yûsuf, İmam Mu-hammed ve İmâm Şafiî'ye göre büyük taş ve kalın sopa
ile öldürmek teammüden öldürmedir. Çünkü bunlarla genelde adam öldürülebilir.
Amde benzeyen
öldürmeye, hatâ denilmesine sebep; âlete itibarla kas-dın bulunmamasıdır. Çünkü
sopa ve kamçı gibi âletler adam Öldürmek için değil, terbiye maksadı ile dövmek
için kullanılan âletlerdir.
İmâm Ebû Hanîfe'ye
göre şibh amd, silâh dışındaki bir aletle, öldürmek maksadı olmadan vururken
meydana gelen Öldürme şeklidir. Taş veya sopanın büyük yada küçük olması
arasında fark yoktur. İmam Mâlik ise, şibh amd diye bir öldürme şekli kabul
etmemektedir. Ona göre öldürme ya teammüden yada hatâendir.
Hadis-i Şerif, amde
benzeyen hata yoluyla vuku bulan öldürmenin diyetinin, kırkı hamile olmak
şartıyla yüz deve olduğuna delâlet etmektedir. Bilindiği gibi bu türden olan
diyete "diyet-i muğallaza" denilir.
Ulemânın, amde
benzeyen hata yolu ile olan Öldürmenin cezâsj konusundaki görüşleri
muhteliftir. Bu görüşleri şu maddelerde toplamak mümkündür:
1- Bu tür bir
öldürmenin diyeti yüz devedir. Ancak kırkı hamile, altmışı da dört ve beş
yaşma basmış otuzar dişi deve olacaktır. Hadis metnine de uygun düşen bu görüş
İmam Şafiî, Atâ ve İmâm Muhammed'e aittir.
2- İki, üç,
dört ve beş yaşına gören yirmi beşer devedir. Yâni yine yüz devedir, ama
muğallaza değildir. Bu görüş de İmam Azam Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, İshak b.
Râhûye ve Ahmed b. Hanbel'indir.
3- Mâliki
mezhebine göre, bu tür öldürme, teammüden öldürmedir. Bu öldürme türüne
verilecek ceza. birinci guruptaki imamların öngördükleri cezadır.
4- Ebû
Sevr'e göre de beş ayrı türden yirmişer olmak üzere yüz devedir.
İmam Şafiî'ye göre
Şibh amd diyeti, katilin âkilesi tarafından ödenir. Hanefılerin görüşlerini,
konunun başında belirtmiştik.
Hattâbî, bu hadisin
hayvanda selem yapmanın cevazına da delâlet ettiğini söyler. Çünkü âkile
tarafından ödenecek deve üç sene zarfında Ödenir. Yani vadelidir.
Kitâbû'l-Bey'de
geçtiği gibi selem; Para peşin mal vadeli olmak üzere yapılan bir satım
şeklidir. Bu satım şekli Hanefilere göre sadece Ölçü ve tartıyla alınıp satılan
mislî mallarda caizdir. Hayvan ve benzen kiymi mallarda ise caiz değildir.
Şâfiîlere göre hayvanda da selem caizdir.
Yine Hattabî;
hamileliğin, hayvanda zapt ve sınırlanması mümkün bir vasıf olduğunun hadisin
delâleti içersinde olduğunu söyler.[144]
4548... Bize
Musa b. İsmail haber verdi. Bize Vüheyb, Halid'den bu hadisi aynı isnâd ve
benzeri bir mânâ ile rivayet etti.[145]
4549... Bize
Müsedded haber verdi, bize Ali b. Zeyd'den naklen Abdulvâris haber verdi. Ali
b. Zeyd, Kasım b. Rabîa vasıtasıyla İbn Ömer'den o da Rasûlullah (s.a.v) den
önceki hadisi aynı mânâda rivayet etti. Ravi şöyle dedi:
"Rasûlullah
fs.a.v) feth günü -veya Mekke fethi günü- Beyt-i şerifin veya Kabe'nin-
merdiven basamağında halka hitabetti."
Ebû Davud der ki:
Bu hadisi İbn Üyeyne
de; Ali h. Zeyd'den. o Kasım b. Rabîa dan, o da İbn Ömer vasıtasıyla Rasûlullah
(s.a.v) den rivayet etti. Ayrıca, Eyyûb es-Sahtiyânî, Kasım b. Rabîa
vasıtasıyla Abdullah b. Amr'den Hâlid'in hadisinin benzerini rivayet etti.
Hammad b. Seleme de Ali b. Zeyd kanalıyla Ya'kub es-Sedûsî'den, o da Abdullah
b. Amr vasıtasıyla Rasûlullah'dan rivayet etti. Zeyd ve Ebû Musa'nın sözleri,
Rasûlullah'in hadisi ve Ömer (r.a) m haberi gibidir.[146]
Bu hadisler, babın ilk
hadisinin değişik rivayetleridir.£bu Davud, metnin sonunda talikan beyan ettiği
görüşlerinde değişik
isnadlara işaret etmiştir. Son cümlede de; Zeyd ve Ebû Musa'nın sözlerinin,
Rasûlullah ve Ömer'in hadisleri gibi olduğunu söylemektedir. Bundan maksadı, Zeyd
ve Ebû Musa'nın Şibh amd konusundaki görüşlerinin Hz. Peygamber (s.a.v) in
hadisinde ve Hz. Ömer'den gelen haberde belirtilen istikâmette olduğunu
beyândır. Hz. Ömer'in işaret edilen haberi bir sonraki 4550 nolu hadistir.
Ebû Davud'un tâlikında
İbn Uyeyne'nin rivayetinin İbn Ömer'de, Ey-yûb es-Sahtiyânî'nin rivayetinin ise
Abdullah b. Amr'da son bulduğu görülmektedir. Mûnzîrî bu mes'ele ile ilgili
olarak şöyle der:
"Kasım b.
Rabîa'nın hadisi hem Abdullah b. Ömer hem de Abdullah b. Amr'dan işitip, bir seferinde
birinden, bir seferinde ötekinden rivayet etmiş olması muhtemeldir."[147]
4550... Mücâhid'den; şöyle demiştir:
"Ömer (r.a) amde
benzeyen öldürmede, otuz hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve) otuz cezea (beş
yaşına girmiş dişi deve) ve kırk da altı yaşı ile dokuz yaş arasında hâmile
deve ile hükmetti."[148]
4551... Âsim
b. Damra, Hz. Ali (r.a) den, şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Amde
benzeyen öldürmede diyet üç türde üçde bir orandadır: Bunlar; Otuz üç dört
yaşına giren dişi deve, otuz dört de altı yaş ile dokuz yaş arasında dişi
devedir. Bunların hepsi hamile olacaktır."[149] [150]
4552... Abdullah (b. Mes'ud) (r.a) şöyle demiştir:
Amde benzeyen
öldürmefnin diyeti): Yirmibeş tane dört yaşma girmiş dişi deve, yirmibeş tane
beş yaşma girmiş dişi deve, yirmibeş tane üç yaşına girmiş dişi deve, yirmibeş
de iki yaşına girmiş dişi devedir.[151]
4553... Asım
b. Damra. Hz. Ali (r.a) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hatâen öldürmenin
diyeti dört sınıftan dörtte birer oranladır; Yirmibeş tane dört yaşına girmiş
dişi deve, yirmibeş tane beş yaşına girmiş dişi deve, yirmibeş tane üç yaşına
girmiş dişi deve ve yirmibeş tane de iki yaşına girmiş dişi deve.[152]
4554... Osman b. Af fan ve Zeyd b. Sâbit'ten (Allah
ikisinden de razı olsun) şöyle rivayet edilmiştir:
Muğallezada (amde
benzeyen öldürmede) diyet; kırk tane beş yaşma girmiş hamile deve, otuz tane
dört yaşına girmiş dişi deve, otuz da üç yaşma girmiş dişi devedir.
Hatâen öldürmede diyet
de: Otuz tane dört yaşına girmiş dişi deve, otuz tane üç yaşına girmiş dişi deve,
yirmi tane üç yaşına girmiş erkek deve, yirmi de iki yaşına girmiş dişi
devedir.[153]
4555... Sâid
b. Müseyyeb, Zeyd b. Sâbit'ten muğallaza diyet (Şibh-i amd diyeti) konusunda
rivayette bulundu ve önceki haberin benzerini, her guruptan eşit miktarlarla rivayet
etti.
Bu bölümdeki
rivayetler bâzı sahabelerin şibh amd için gerekli gördükleri diyeti söz konusu
etmektedir. Eserler izaha ihtiyaç bırakmayacak şekilde açıktır. Müctehid
ulemânın görüşleri de ilk hadisin açıklamasında belirtilmiştir.[154]
Ebû Davud der ki:
Ebû Ubeyd ve
(ulemâdan) daha başkaları şöyle dediler: Deve dört yaşına girince o hıkktır,
dişisine hıkka denilir. Çünkü o, üzerine binilecek ve yük vurulacak kıvamdadır.
Beş yaşma girdiğinde ceza'dır, dişisi cezeadır. Altı yaşına girer de ön
dişlerden birisini atarsa o semdir, dişisine de seniyye denir. Yedi yaşına
girdiğinde raba ve rabâıyyedir. Sekiz yaşına girer de rabâiyye (köpek dişi ile
Ön dişler arasındaki diş) den sonraki dişi atarsa o sedts ve sedestir. Dokuz
yaşına girer de köpek dişi görünürse o bâzilâir. On yaşına girdiğinde de
muhliftir. Bundan sonra artık devenin adı yoktur. Ancak, bir yıllık bâzil, iki
yıllık bâzil, bir yıllık muhlif, iki yıllık muhlifilâ ahırih... denilir,
Nadr b. Şümeyl: Bir
seneliğe bintü mehaz, iki seneliğe hintü lehûn, üç seneliğe hıkka, dört
yaşındakine cezea, beş yaşındakine sent, altı yaşındakine rabâ, yedi
yaşındakine sedîs, sekiz yaşındakine de bâzil denilir, demiştir.
Ebû Hatim ve el-Esmâi
de şöyle derler: Ceıûa bir vakittir, yaş değildir.
Ebû Hatim: Bazılarının
şöyle dediklerini söyler: Rabâıyyesini (köpek dişi ile ön dişler arasındaki
diş) attığı zaman raha , ön dişini attığında da senidir.
Ebû Ubeyd şöyle der;
Hamile kaldığı zaman halifedir ve on aya kadar böyledir. On aya varınca adı;
Uşerâ olur.
Ebû Hatim; Ön dişini
attığı zaman sent, ön dişle köpek dişi arasındaki dişini attığında da rabâ
dır.[156]
Bu son ta'likta Ebû
Davud, Arapların çeşitli yaşlardaki develere verdikleri isimleri, dilcilerden
naklen beyân etmektedir. Maksadı diyetleri takdir ederken geçen tâbirlere
açıklık kazandırmaktır.[157]
4556... Ebû Musa (el-Eş'arî) (r.a) den; Rasûlullah
fs.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Parmaklar eşittir.
(Onların) herbirinin (diyeti) onar devedir."[158]
4557... Ebû
Mûse'l-Eş'âri (r.a) den; Şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.v):
"Parmaklar eşittir" buyurdu. "Onar onar mı?" dedim.
"Evet" buyurdu.[159]
Ebû Davud der ki:
Bu hadisi Muhammed b.
Ca'fer Şu be'den o da Galib'ten nakletti. Galib: "Meşrûk b. Evs'ten
işittim" dedi. Yine bu hadisi İsmail; "Bana Gâlib et-Temmar Ebû
Velîd'in isnadı ile rivayet etti." dedi. Hamala b. Ebu Safiyye de
Galib'ten ismail'in isnadı ile rivayet etti.[160]
4558... İbn Abbas (r.a) den;
Rasûlullah (s.a.v);
baş parmakla küçük parmağı kastederek; "Bu ve bu eşittir" buyurdu.[161]
4559... İbn Abbas (r.a) dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur: "Parmaklar (in diyeti) eşittir. Dişler (in diyeti) eşittir.
Ön diş ve azı dişi (n diyeti) eşittir. Şu ve şu (baş parmakla serçe parmak)
eşittir."[162]
Ebû Davııd şöyle der:
Bu hadisi Nadr b.
Şumeyl Şubeden, Ahdüssamed'in (rivayetinin) manâsıyla rivayet etti.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Bize bunu Dârimi, Nadr (b. Şumeyl) den rivayet etti.[163]
4560... İbn Abbas (r.a) dan: Rasûlullah (s.a.v):
"Dişler (in
diyeti) eşittir, parmaklar (m diyeti) eşittir" buyurdu.[164]
4561... İbn Abbas (r.a) dan; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
ellerin ve ayakların parmaklarını (n diyetlerini) eşit tuttu.[165]
4562... Amr b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden
şöyle rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v) sırtını Ka'beye dayamış bir vaziyette
irad buyurduğu hutbesinde: "Parmaklarda onar (deve diyet) vardır"
buyurdu.[166]
4563... Amr b. Şuayb, babası kanalıyla dedesinden,
Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Dişlerde beşer
(deve diyet) vardır."[167]
Bu babda şimdiye kadar
geçen hadislerin hepsinde, güzellik ve faydalan farklı olmasına rağmen parmakların
ve dişlerin diyetlerinin eşit olduğu bildirilmektedir. Herhangi bir parmağa bir
cinayet vukuu halinde onun diyeti, tam diyetin onda biri olan on devedir. Bu
hüküm bakımından en değerli parmak olan baş parmak ile en az değerli olan başka
bir parmak arasında fark yoktur.
Hadisler dişlerin de
eşit olduğuna delâlet etmektedir. 4563 nolu hadiste her dişin diyetinin beş
deve olduğu beyan edilmektedir.
Hattâbi dişler
arasında bir üstünlüğün söz konusu olmadığında ulemânın ittifak halinde
olduğuna dikkat çekerek şöyle der:
"Ulemânın büyük
çoğunluğu ittifak ettiler ki; dişler arasında üstünlük yoktur. Her dişin diyeti
beş devedir. Her bir parmağın diyeti on devedir. Baş parmakla serçe parmak
arasında fark yoktur. Bu konuda ellerle ayaklar arasında da fark yoktur. Nasıl
ki büyükle küçük, zayıfla şişman, güçlü ile zayıf tam diyet konusunda eşit
iseler, parmaklarda da diyet eşittir. Şayet bu konuda güzellik ve menfeat söz
konusu olsaydı işler karışırdı..."
Hattâbi bunun yanı
sıra Saîd b. Müseyyeb'in şu görüşüne de işaret etmektedir: "Baş parmağın
diyeti onbeş, işaret parmağınınki on, orta parmağınki on, yüzük parmağınınki
dokuz, serçe parmağınınki de altı deve idi diyordu. Ebû Amr b. Hazm'ın yanında,
Rasûlullah'ın her parmağın eşit olduğuna dâir olan mektubunu bulunca o hükmü
aldı."
Said b. Müseyyeb de
daha önce dişler konusunda aynı şeyleri söylüyordu. Öndeki dişler için beş,
azı dişleri için tek bir deve diyete hükmediyordu. Muaviye'den duyduğu bir
haber üzerine o görüşten dönmüş, dişlerin eşit olduğunu hükmetmeye
başlamıştır.
Saîd b. Müseyyeb bu
görüşünde Hz. Ömer (r.a) in hükmüne istinâd ediyordu. Çünkü Hz. Ömer, önceleri
parmakları farklı görüyordu. Kendisine Hz. Peygamber'in haberi gelince görüşü
değişti.
Said b. Müseyyeb, Hz.
Muaviye'nin görüşü ile ilgili olarak şöyle der:
"Şayet ağzın
tümüne bir cinayet işlenirse, Hz. Ömer'in hükmüne göre diyet az olur.
Muaviyenin hükmüne göre ise diyet artardı. Ben olsaydım, azı dişleri için
ikişer deve takdir ederdim."
Hattâbi'nin de dediği
gibi cumhuru ulemâ her bir parmak için tam diyetin onda birinin, herbir diş
için de yirmide birinin verileceği görüşünde birleşmişlerdir. Bu, diyetin
ödeneceği malın birimine göre ayarlanır. Parmaklardaki boğumlarda da aynı
kıstas uygulanır. Yani üç boğumlu bir parmağın bir boğumu kesilirse, bir parmak
diyetinin üçte biri yani tam diyetin otuzda biri diyet takdir edilir.
Diğer organların
diyetine ait hükümler bundan sonraki hadislerde ele alınacaktır. Bunda esas,
organın vücuttaki sayısıdır. Meselâ vücutta çift olan bir organın diyeti tanı
diyetin yansı, dil gibi tek olan bir organın diyeti tam diyet, göz kapağı gibi
dört tane olan organların diyeti de dörtte bir tam diyettir.
Şüphesiz, amden
öldürmelerde kısas cereyan ettiği gibi, amden yaralamalarda da kısas cereyan
eder. Ancak azalarda kısasın uygulanabilmesi için, öldürmede kısasın
uygulanması için gereken şartlara ilâveten şu şartların da bulunması gerekir:
1- Yaranın
iyileşmesi gerekir.
2- Cinayete
uğrayan kişinin emir ve rızası olmalıdır.
3- Cani ve yaralı
hür olmalıdırlar.
4- Cinayete
mâruz kalan organ ile, caninin aynı organı arasında eşitlik olmalıdır.
5- Kısasta,
organlar arasında denkliğe tam olarak riâyet mümkün olmalıdır,
Daha önce kısas için
geçen genel şartlar ve bu şartlar bulunmazsa organlarda da kısas uygulanmaz,
yerine diyet uygulanır.[168]
4564... Ebü
Davud şöyle der:
(Şu rivayeti)
Seyhan'dan yazdığım kitabımda bulduğum halde kendisinden işitmedim. Onu bize
güvenilir bir dostumuz olan Ebûbekir haber verdi. O şöyle dedi: Bize Şeyban
haber verdi, bize Muhammed -yani îbn Raşid- Süleyman'dan- yani İbn Musa'dan-
haber verdi. O, Amr b. Şuayb'dan, Amr de babası vasıtasıyla dedesinden şöyle
rivayet etti:
"Rasûlullah
(s.â.v) hatâen öldürmenin diyetini köylülere dört yüz dinar altın veya ona
mukabil gümüş olarak takdir ederdi. Onu takdir ederken deve fiyatlarını esas
alırdı. Deve pahalanınca diyeti (altın ve gümüş olarak) artırır,
ucuzladiğırida da azaltırdı. Rasûlullah zamanında (deve fiyatları) dört yüz
dinarla sekizyüz dinar arasında oynuyordu. Onun gümüşten karşılığı da sekizbin
dirhemdi.
Rasûlullah (s.a.v)
sığır sahiplerine (tam diyeti) ikiyüz sığır olarak takdir etti. Diyeti
koyundan ödeyenler de iki bin koyun verirler.
Rasûlullah (sav)
"Diyet, maktulün varisleri arasında, yakınlık derecesine göre mirastır.
Artan olursa (farz sahiplerinden artarsa) o asa-beye aittir." buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v)
burunda; tamamı kesildiği zaman tam diyet, ucu veya bir tarafı kesildiğinde
yarım diyete hükmetti ki o da; elli deve veya onun mukabili altın yahut gümüş
yada yüz sığır veya bin koyundur. El kesildiğinde yarım diyete, ayak
kesildiğinde yarım diyete me'mûme (et kesilip beyin ile kemik arasındaki zarı
meydana çıkaran yaralama, buna âmme de denilir) de otuz üç tam ve üçte bir
deve veya onun kıymetinde altın, gümüş, sığır yada koyuna, câife (karın
boşluğuna kadar ulaşan yara) de de aynısına hükmetti. Parmaklarda herbir parmak
için on deve, dişlerde de herbir diş için beş deve diyet vardır.
Rasûlullah (s.a.v)
kadının diyetinin, (farz sahiplen olan) varislerinden artandan başka miras
alamayan asabesi ayasında ortak olduğuna hükmetti. (Bir kadın bir cinayet
işlerse, cinayetin diyetini asabesi öder.) Eğer bir kadın Öldürülürse onun
diyeti varisleri arasında taksim edilir. Onlar, katillerini[169]
(kısas olarak) öldürür (Ölümünü isleyebilirler.
Rasûlullah (s.a.v):
"Maktulün vârisi yoksa bile katil on (un mirasından veya diyetin) den
birşey alamaz. Onun varisi, insanların kendisine en yakın olanıdır. Katil, (öldürdüğü
kişiden) hiçbir şeye varis olamaz" buyurdu.[170]
Muhammed (b. Raşid)
şöyle dedi:
Bunun tamamını bana
Süleyman b. Musa Amr b. Şuayb'tan, o babasından o da kendi babası vasıtasıyla
Rasûlullah'tan haber verdi. Ebû Davud der ki: Muhammed b. Raşid Dimeşk (Şam)
lıdır. Katilden, Basraya kaçmıştır.[171]
Bu haber hayli uzun
olduğu ve değişik hükümleri ihtiva ettiği için, diğerlerinden ayırarak
müstakü-len ele almayı uygun bulduk.
Ebû Davud bu hadisi
bizzat râvinin ağzından duymadığını, ondan elde ettiği kitabında yazılı olarak
bulduğunu bununla birlikte onu güvenilir bir dostun yine Seyhan'dan yaptığı
rivayet ile elindeki yazılı nüshanın rivayetini böylelikle yeni bir semâ1
(dinlemek) ile pekiştirdiğini belirterek, bu rivayetinin güvenilirliğini ifâde eden
beyanlarda da bulunmuştur. Ebû Davud'un bu tutumu hem kendisinin, hem sair
muhaddis-lerin rivayetteki titizlikleri hakkında açık bir fikir vermektedir.
Hadis Önce, bir cana
kıymanın bedeli olan tam diyetin miktarı ile ilgili bazı gelişmeleri ele almıştır.
Bu konu daha önce işlendiği için biz burada o mes'ele üzerinde durmayacağız.
Hadisin temas ettiği diğer bir konu parmaklar ve dişlerin diyetidir. Biz bunun
üzerinde de durmayacağız. Çünkü bundan Önceki hadiste o mes'elenin de izahı
yapılmıştı. Burada söz konusu edip. izaha çalışacağımız noktaları maddeler
halinde takdim etmeyi düşünüyoruz:
1- Bir kimse
Öldürüldüğünde, ona mukabil alınacak diyet maktulün varisleri arasında,
mirastan alacakları hisseye göre taksim edilir. Artanı da asabe alır.
Ölen birisinin
akrabalık sebebiyle kendisine varis olan kişiler üç gurupta mütalaa edilir.
Bunlar: Ashab-ı ferâiz, asabe ve zevi't- erhamdir.
Ashab-i feraiz (farz
sahipleri); mirastan alacakları pay Kur'an-ı Ke-rim'de tesbit edilen
akrabalardır. Kari-koca, baba-anne, nine, kızkardeş v.s.
Asabe: Mirastan
alacakları pay belli olmayan farz sahiplerinin hissesinden artanı alan kardeş
v.s.
Zevi'l-Erham: Teyze,
hala, dayı, gibi ikinci derecede mirasçı olan akrabalar. Bunlar, ancak yukarıdaki
iki guruptan mirasçının bulunmaması halinde varis olabilirler, aksi halde
alamazlar.
Hadis-i Şerifte
efendimiz, maktulün diyetinin önce farz sahiplerine hisseleri nisbetinde
verilip, artan olursa asabeye intikal edeceğini bildirmektedir. Bu, normal
miras taksiminde uygulanan usûlün aynıdır.
2- Burunun
diyeti, tam diyettir. Yani bir kimsenin burnunu kökten kesen kişi, kısas
mümkün olmaz veya cinayete uğrayan kişi kısas istemezse, sanki onu öldürmüş
gibi tam diyet ödemek zorundadır. Bu hüküm, bundan önceki hadisi izah ederken
işaret ettiğimiz genel prensibe uygundur. Çünkü burun vücutta tek organdır,
cinayeti-den dolayı tam diyet gerekir. Nitekim hadisin devamında bir eli
kesmenin diyetinin de yarım diyet olduğu beyân edilmektedir.
Burunun tamamının
kesilmesi durumunda tam diyetin gereği konusunda ulemâ arasında ihtilâf
yoktur. Burun direğinin kesilmesi halinde, ulemânın çoğuna göre üçte bir diyet
gerekir. Bu görüş Zeyd b. Sabit, Mücahid Mekhûlden rivayet edilmiştir. Ahmed b.
Hanbel de aynı görüştedir.
3- İki elden
her birinin diyeti, tam diyetin yansıdır. İkisinin diyeti tamdır. Bu konuda da
ihtilâf yoktur. Ancak elin çolak olması halinde diyetinin ne olacağı konusu
âlimler arasında ihtilaflıdır.
Hz. Ömer (r.a) den,
çolak elin diyetinin, tam diyetin üçte biri olduğu rivayet edilmiştir. Bu görüş
aynı zamanda Mücâhid, Ahmet b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'ye de aittir.
Hanefi imamları ile
İmâm Şafiî'ye göre ise çolak el için hükümet-i adi (ehli vukuf tarafından
belirlenecek bir miktar) gerekir.
Sağlam ele vurulup da
çolak edilmesi durumunda ise tam bir el diyeti gerekir.
4- Başta
bulunup da, kafa kemiği ile beyin arasındaki zara kadar ulaşan yaranın diyeti
tam diyetin üçte biridir. Bu yaraya, memûme veya âmme denilir. Câife denilen
ve karına ulaşan yaranın diyeti aynıdır. Bu yaraya sebep olan silah vücudun
bir yerinden girip öbür tarafından çıkarsa üçte iki diyet gerekir.
5- Bir kadın
cinayet işlerse, diyeti âkılesi tarafından Ödenir. Âkılesi de, asabe denilen akrabasıdır.
Asabe'nin ne demek olduğu birinci maddede açıklandı.
Bu cümle, babanın ve
dedenin âkıleye dahil olmadığına delil kabul edilmiştir. Çünkü onlar bazan
altında bir hisse alırlar.
6- Bir
kimse, kendisinin vârisi olduğu bir yakınını öldürürse onun mirasından mahrum
olur. Katle iştirak etmeyen diğer uzak akrabaları mirası alırlar.
7- Diyet
aynen miras gibidir. Diğer miras nasıl taksim edilirse, diyet de aynı şekilde
taksim edilir.
Bu hadiste iki tür
yaralama (me'mûme ve câife) söz konusu edilmiş diğer yaralara temas
edilmemiştir. Bunların dışındaki bazı yaralar için, Hanefî" mezhebine
göre verilmesi gereken diyet şöyledir:
Deri kesilip kemik
görünürse bu yaralamanın diyeti tam diyetin yirmide biri, kemik kırılır
yerinden oynarsa diyetin onda biri verilir. Kemiğe kadar ulaşmayan
yaralamalarda hükümet-i adi gerekir. Uzmanlar ne gibi bir ceza takdir ederlerse
o uygulanır. Çünkü bunlar için takdir edilmiş bir diyet yoktur.[172]
4565... Amr
b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden, Rasûlullah (s.a.v) in şöyle
buyurduğunu rivayet etti:
"Amde benzeyen
öldürmenin diyeti, tcammüdcn öldürmenin diyeti gibi muğallaza (katı) dır.
Onda, sahibi (katil) öldürülmez."[173]
(Ebû Davud şöyle)
dedi: Halil bize İbn Raşid'den naklen, (Rasûîul-lah'in) şu sözleri (ni) de
ilâve etti:
"Bu, şeytanın
insanlar arasına sıçramasıdır. Hiçbir kin ve silah olmadan körü körüne farkına
varılmadan akan kandır."[174]
Bilindiği gibi amde
benzeyen öldürme, silah sayılmayan bir
âletle döve döve öldürmedir. Bu tür öldürmenin diyeti muğallazadir. Konu bundan
önceki babda detaylı olarak geçmişti.
Hz. Peygamber (s.a.v)
bu hadiste, amde benzeyen öldürmeden dolayı kısas gerekmediğini açıkça beyan
buyurmuştur. Rasûlullah'jn bu tasrihine sebep, şibh-i amd, amde benzediği için
kısasın gerekebileceği yolundaki şüpheleri defetmektir.
Musannif Ebû Davud,
Halil b. Ziyâd el-Muhânbî'nin İbn Raşid'den naklettiği bir ziyadede,
Rasûlullah'ın şibh-i amd yoluyla öldürmenin vukuunu anlatan bir sözüne işaret
etmiştir. Buna göre; amde benzeyen öldürme silâhla ve düşmanlık eseri işlenen
bir cinayet değildir. Şeytanın insanlar arasındaki bir faaliyetidir. Bu
Öldürme şeklinin esası açıklığa çıkamaz. Katilin halel-i rûhiyesi ve öldürüş
şekli bilinmez. Böyle bir durumda da katil Öldürülmez.
Bu hadisin, üzerinde
durduğumuz konu ile hiçbir irtibatını göremedik. Musannifin bu hadisi niçin
buraya aldığını da bilmiyoruz.[175]
4566... Abdullah b. Amr (r.a) den; Rasûlullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
"Mudıhalarda
(kemiğe varan yaralarda) diyet beş devedir."[176]
Mûdiha; terceme
esnasında da işaret edildiği gibi, kafa derisi ve altındaki zarın yarılıp,
kemiğin açığa çıkması halindeki yaraya verilen isimdir. Bu türdeki bir yaranın
diyeti beş deve yani tam diyetin yirmide birisidir. Yaranın büyük ve küçük
olması arasında fark yoktur. İki ayrı yerde böyle bir yara olursa diyet ikiye
katlanır.
İmâm Mâlik, burundaki
bir mûdıhayı kabul etmemekte, Şafiî ise kabul etmektedir. Baş ve yüzün
dışındaki mûdıhalarda hükümet-i adi (bilirkişi takdiri) gerekir.[177]
4567...
Rasûlullah (s.a.v) yerinden çıkmayan (ama görme hassasını kaybeden) gözde üçte
bir diyete hükmetti.[178]
Hadis-i Şerif, metinde
de görüldüğü gibi bir cinavete mgruz ka}m da görme özelliğini kaybeden ama
yerinden çıkmayan gözün diyetini konu edinmektedir. Hadise göre böyle bir
cinayetin diyeti, üçte birdir. Avnu'l-Ma'bûd müellifi bu "üçte bir"
i, gözün diyetinin üçte biri diye kayıtlamıştır.
İbn Melek1 in nakline
göre, Ishak hadisin zahirine göre hükmetmiş ve böyle durumlarda üçte bir diyete
hükmetmiştir.
Ulemânın cumhuruna
göre ise hükümet-i adi gerekir. Bu hükmün hadis ile te'lifi şöyledir:
Hükümet-i adi, üçte bir diyet kadardır.
Hükümet-i adi;
bilindiği gibi ehl-i vukufun takdir edeceği meblağdır. Bir köle sağlam olarak
değerlendirilir, sonra da gözü yerinde olmak şartıyla görme Özelliğini
kaybetmiş bir vaziyette değerlendirilir. Aradaki fark, hükümet-i adidir.
Göz yerinde kalmak
şartıyla, görme duyusunu kaybeden göze, tam bir aöz diyeti deşil de daha az bir
ceza takdir edilmesine sebep, gozun görme özelliğiniWbetmesine rağmen, yüzün
güzelliğini muhafaza etmesidir. Çünkü gözün menfaati tamamen yok olmamış,
yarısı gitmiştir. Onun için böyle bir cinayetin cezası daha hafiftir.[179]
4568...
Muğira b. Şû'be (r.a) den; şöyle demiştir:
Hüzeyl kabilesinden
bir adamın nikâhı altında iki kadın vardı. Bunlardan birisi öbürüne bir direk
(kalın bir sopa) ile vurdu ve onu öldürdü.[181]
Taraflar mes'eleyi Rasûlullah'a getirdiler.
Adamlardan birisi:
"Bağırmayan,
yemeyen, içmeyen ve ağlamayan bir kimse (cenin) için nasıl olur da diyet
öderiz?!..” dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Bedevilerin
secîli konuşmaları gibi mi konuşuyorsun?!" buyurup Gurreye[182]
hükmetti ve onu kadının âkılesine yükledi.[183]
4569... Bize
Osman b. Ebî Şeybe haber verdi, bize Cerir haber verdi. O, Mansûr'dan aynı
isnâd ve mânâ ile nakledip şunu da ilâve etti.
"Rasûlullah
(s.a.v), öldürülen kadının diyetini katilin âkilesine yükledi ve karnındaki
cenin için de ğurreye hükmetti.
Ebû Davud:
"Bu hadisi aynen
bu şekilde Hakim, Mücâhid' den o da Muğira' dan rivayet etti" dedi.[184]
4570... Misver b. Mahreme'den; şöyle demiştir:
Ömer fr.a) halkla,
kadının çocuk düşürmesi konusunu istişare etti. Muğira b. Şu'be:
"Rasûîullah'ın onun için ğurreye; bir köle veya cariyeye hükmettiğine
şâhid oldum" dedi.
Ömer:
"Sana şahitlik
edecek birisini getir" dedi. Urve de Muhammed b. Mes-leme'yi getirdi.
Harun: "Onun
için- yani adamın karısının karnına vurduğuna-[185] şâhitlik etti" dedi.[186]
Ebû Davud söyle
der; .
"Ebu Ubeyd'den
bana ulaştı ki, çocuk düşürmeye İmlâs denilir. Çünkü kadın onu doğum vaktinden
önce kaydırır (atar.) Elden ve başka bir şeyden atılan herşeye:
"Melisa=kaydı" denilir."[187]
4571... Bize
Mûsâ b. İsmail haber verdi, bize Vuheyb haber verdi. O, Hişâm'dan, Hişâm
babasından, o Muğîra'dan Muğîra da Ömer (r.a) den (yukarıdaki hadisi) mânâ
olarak rivayet etti.
Ebû Davud şöyle der:
"Bu hadisi,
Hammad b. Zeyd ve Hammad b. Seleme Hişâm h. Urve'den, o babasından "Ömer
şöyle dedi..." diye rivayet etti."[188]
'4572... İbn Abbas (r.a) dan rivayet edildi ki:
Ömer (r.a) Rasûlullah
(s.a.v) in, cenin düşürme konusundaki hukmunu sordu. Hamel b. Mâlik b. Nâbiğa
ayağa kalkıp:
"Ben iki kadının
arasındaydım; birisi öbürüne çadır direğıyle vurdu.
Hem onu hem de
karnındaki bebeği öldürdü. Rasûlullah (s.a.v) maktulün cenininde gurreye ve
katil kadının öldürülmesine hükmetti." Dedi.[189] Ebû
Davud şöyle der:
Nadr b. Şûmeyl,
"Miştah; fırından ekmek çıkartılan kürektir" dedi. Ebû Ubeyd ise:
"Mistah; çadır direklerinden birisidir" dedi.[190]
4573...
Tâvûs şöyle demiştir:
"Ömer (r.a)
minbere çıktı..." Ravi önceki hadisi mânâ olarak anlattı, ama ondaki
"kadının öldürülmesine" cümlesini zikretmedi. Gurre kelimesine
"bir köle veya câriye" kelimelerini ilâve etti ve şöyle dedi:
Ömer (r.a):
"Allahü Ekber. Eğer bunu duymasaydım, başka bir şeye hükmederdik"
dedi.[191]
4574... İbn
Abbas (r.a) dan;
Hamel b. Mâlik kıssası
hakkında şöyle dedi:
"Kadın, saçı bitmiş
bir cenini düşürdü, (öbür) kadın öldü. Rasûlullah (s.a.v) katilin âkılesine
diyeti hükmetti.
Öldürülen kadının
amcası:
"Yâ Rasûlellah!
O, saçı bitmiş bir çocuğu düşürdü" dedi. Bunun üzerine katilin babası:
"O yalancıdır.
Vallahi o ses vermedi, yemedi, içmedi. Onun gibiler hederdir (karşılığı
yoktur)" dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Câhiliyye
döneminin seçili sözleri ve kâhinlikleri gibi mi konuşuyorsun?!.. Çocuk için
de gurre ver" buyurdu.
İbn Abbas:
"Kadınlardan
birisinin adı Müleyke öbürünün adı Ümmü Gutayf ti" der.[192]
4575... Câbir b. Abdillah (r.a) den; şöyle demiştir:
Hüzeyl kabilesinden
iki kadından birisi öbürünü öldürdü. Her birinin
kocası ve çocuğu
vardı.
Rasûlullah (s.a.v)
öldürülen kadının diyetini, öldürenin âkılesine yükledi. Kocasını ve oğlunu
muaf tuttu. Öldürülenin âkılesi:
"Onun mirası
bizim mi?" dediler.
Rasûlullah (s.a.v):
"Hayır, onun
mirası kocasının ve oğlunun olur" buyurdu.[193]
4576... Ebû Hûreyre (r.a) den; şöyle demiştir:
Hüzeyl kabilesinden
iki kadın dövüştüler. Birisi öbürüne bir taş atıp Öldürdü. Taraflar meseleyi
Rasûlullah'a getirdiler. Rasûlullah (s.a.v) ölen kadının karnındaki bebeğinin
diyetini bir köle veya cariye olarak gurre; kadının diyetini de, katilin
âkılesine hükmetti. Öldürülen kadının mirasını oğluna ve onunla birlikte
olanlara verdi.
Bunun üzerine, Hamel
b. Mâlik b. Nâbiğa el-Hûzelî:
"Yâ Rasûlellah!
Yemeyen, içmeyen, konuşmayan, ağlamayan bir ceninin diyetini nasıl öderim?!
Böyleleri heder sayılır" dedi. Rasûlullah (s.a.v):
Onun seçili
konuşmasından dolayı:
"Bu kâhinlerin
kardeşlerindendir" buyurdu.[194]
4577... Ebû
Hureyre (r.a) bu kıssa hakkında şöyle dedi: "Sonra, aleyhine ğurre
hükmedilen kadın öldü. Rasûlullah (s.a.v); onun mirasının oğullarına, diyetin de
asabesine olduğuna hükmetti."[195]
4578...
Abdullah b. Büreyde, babasından şöyle rivayet etti: Bir kadın başka birisine
taş atıp (karnındaki bebeği) düşürdü. Mesele Rasûlullah (s.a.v) e arzedildi.
Rasûlullah (s.a.v) çocuk için beşyüz koyuna hükmetti ve o gün taş atmayı yasak
etti. Ebû Davud şöyle der:
Hadis böyle,
"beşyüz koyun" şeklindedir. Ama doğrusuyuz koyundur. Abbas böyle
(beşyüz koyun) dedi. O bir vehmdir.[196]
4579... Ebû
Hureyre (r.a) den; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v) Cenin
hakkında gurre; köle, cariye, at veya katır ile hükmetti.
Ebû Davud şöyle der:
Bu hadisi Hammad b.
Seleme ve Halid b. Abdullah, Muhammed b. Amr'dan rivayet etmişler, "at
veya katır" kelimelerini
zikretmemişlerdir.[197]
4580...
Şâ'bî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Gurre beşyüz dirhem
gümüştür."
Ebû Davud derki:
Rabîa: "Gurre
elli dinar altındır" dedi.[198]
Bu babdaki hadisler,
beş ayrı sahabeden nakledilmektedir. Bunlar; Cabir b. Abdullah, Muğira b.
Şû'be, İbn Abbas, Bureyde ve Ebû Hureyre (Allah hepsinden razı olsun) dir.
Hadislerin hepsi, Huzeyl kabilesinden iki kadının biribirleri ile kavga edip,
birisinin hamile olan öbürüne vurup kadının ve bebeğinin ölümüne sebep
olduğunda birleşmektedirler. Ancak bir kısım rivayetlerde, katil olan kadının
çadır direği vurduğu bildirildiği halde 4578 numaradaki rivayette birşey
attığı ve kadının bebeğini düşürdüğü beyan edilmektedir. Ancak, Ebû Davud bu
hadisteki bir hükme itiraz etmiş, gurre olarak rivayet edilen beşyüz koyunun
doğrusunun, yüz koyun olduğuna işaret etmiştir.
Bir de, bazı
hadislerde kavga edip biribirini öldüren kadınların aynı şahsın nikâhı altında
iki kuma olduğu bildirilirken, bazılarında bu cihet hiç anılmamış, birisinde
ise başka başka adamların karıları olduklarına dikkat çekilmiştir.
Taberânî'nin, Ebû
Melih el-Huzelî'nin, babasından yaptığı rivayet daha tafsilatlıdır.
Taberânî'nin rivayeti şu şekildedir:
"Bizde Hamel b.
Mâlik diye birisi vardı. Adamın; birisi Huzeyl, öbürü de Âmir kabilesinden iki
karısı vardı. Huzeyl kabilesinden olan, çadır direğiyle Âmir kabilesinden
olanın karnına vurdu. Kadının çocuğu düştü. Kocaları, vuran kadını
Rasûlullah'ın yanına götürdü. Kadının İmran adındaki kardeşi de beraberlerinde
idi. Olayı Rasûlullah'a anlattılar. Rasûlullah:
"Diyetini
verin" buyurdu.
İmran:
"Hiç yememiş,
içmemiş bağırıp ağlamamış bir ceninin diyetini mi vereceğiz?!" dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Sen bedeviler
gibi secîli konuşmayı bırak. Buna, bir köle veya cariyenin değeri; beşyüz
dirhem veya bir at yada yüz yirmi koyun gerekir." buyurdu.
imran:
"Yâ Rasûlellah!
Kadının iki tane oğlu var. Obanın ileri gelenleridirler, Annelerinin
ceremesini benden çok onlar çekmeliler" dedi.
Peygamber (s.a.v):
"Hayır kız
kardeşinin ceremesini onlardan çok sen çekmelisin" buyurdu.
İmran:
"Benim verecek
bir şeyim yok" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) kadınların kocası ve
ölen ceninin babası olan ve Huzeyl kabilesinin zekâtlarını toplamakla görevli
bulunan Hamel b. Mâlik'e döndü ve:
"Ey Hamel! Sen
çocuğun diyetini elindeki HuzeyFin zekâtlarından yüz yirmi koyun alarak tahsil
et" buyurdu. Hamel de öyle yaptı.[199]
Taberânî'nin bu
rivayeti olayı daha detaylı bir şekilde aksettirmektedir. Rivayetler
arasındaki küçük farkları olayın teaddüdüne bağlamak mümkündür.
Metinlerde
Rasûlullah'ın secîli konuşmayı men ettiği intibaını veren ifâdeler vardır. Ama
bu mutlak değildir. Kâhinlerin yaptıkları gibi, bâtıl fikirlerini doğru
göstermek için yapılan seciler yasaktır. Normal secî caizdir. Bizzat
Rasûlullah secîli konuşma yapmıştır.
Hadis-i Şerif, tüm
rivayetleri ile, ana karnındaki ceninin düşmesine sebep olan kişiye ğurre
denilen bir cezanın gerektiğine delâlet etmektedir. Yine hadisin rivayetlerinde
gurre'nin; bir köle veya câriye, bir at, yüz koyun, beşyüz dirhem gümüş, elli
dinar altın olduğuna işaret vardır.
Gurre aslında atın
alnındaki beyazlık, aydınlık manalannadır. Onun için bazı âlimler bu kelimeyi,
lügat mânâsının delâleti istikâmetinde değerlendirmişlerdir. Meselâ Ebû Amr b.
Alâ: "Gurre; beyaz köle veya cariyedir, beyaz olduğu için bu isim
verilmiştir. Siyahı kabul edilmez" der.
Ulemânın Cumhuruna
göre gurre, diyetin yirmide biridir. Bu da beşyüz dirhem gümüş veya o kıymette
bir köledir. Diyetin gümüş karşılığı on ikibin dirhemdir, diyenlere göre gurre,
altı yüz dirhem gümüştür. Bu hüküm cenin erkek olması halindedir. Kız olursa
kadının diyetinin onda biridir ki, o da beşyüz dirhem gümüş eder. Çünkü
kadının tam diyeti, erkeğin diyetinin yarısıdır.
İmâm Şafiî'ye göre
ceninin diyeti deveden ödenir ve beş devedir. Ancak bu develerden ikisi hamile
deve kıymetinde üçü de dört veya beş yaşına girmiş erkek deve kıymetinde
olacaktır.
Cenin için ödenmesi
gereken diyet kendisinden miras olur. Yâni o bebeğin mirasçıları gurre denilen
o diyeti alırlar. Ancak ceninin düşmesine sebep olan kişi mirasçı olamaz.
Meselâ bir kimse hamile olan karısının karnına vursa ve bebek düşse, baba çocuk
için ödenen gurreden miras alamaz. Anne bizzat kendisi karnına vurarak veya
ilaç içme v.s. gibi bir yolla bebeğini düşürürse; bebek ölü olarak düşerse
gurre gerekir. Diri olarak düşer, sonra Ölürse tam diyet icâbeder. Bu diyet
kadının âkılesince çocuğun yakınlarına ödenir. Şüphesiz kadın buna mirasçı
olamaz.
Düşen ceninden dolayı
gurre gerekmesi için, ana karnında kaç aylık olması gerektiği konusunda bir
kayıt mevcut değil. Ancak, metinlerde; vücudunun bir kısmı tamamlanan ceninin,
tamamı tamamlanan cenin hükmünde olduğu ve düşürülmesinden dolayı gurre
gerektiği bildirilmektedir.
Şayet cenin bir darbe
sonunda diri olarak düşer, bilâhere ölürse tam diyet gerekir.
Hadis-i Şerif, cenin
için ödenmesi gereken diyetin, katilin âkılesi tarafından ödenmesi
icâbettiğine ve oğul ile kocanın âkile olmadığına delâlet etmektedir. Yine
hadisten anlıyoruz ki, bir kadının oğlu ve kocası varken âkılesi miras alamaz.
Hadisin bazı
rivayetlerinde, bebeği düşen kadının kendisinin de öldüğüne işaret
edilmektedir. Ölen bu kadın içinde, bazı rivayetlerde katil kadının âkılesine
diyet yüklendiği, bir rivayette ise öldürüldüğü bildirilmiştir. Hattâbi; bu
rivayetten başka, katli söz konusu eden bir rivayet bulunmadığını söyler.
Kalın odun ve iri taşı silâh hükmünde sayıp ta bunlarla vuku bulan teammüden
öldürmenin kısası gerektirdiğini söyleyenlere göre, bunda hiçbir müşkil
yoktur. Ancak Hanefiler, bu durumda, ölen kadın için, âkılesine diyet yükleyen
rivayeti tercih etmiş olacaklar ki, ölen anne için tam diyet, bebeği için de
beşyüz dirhem gurreye hükmetmişlerdir.
Bugün çokça yapılmakta
olan kürtajların da çocuk düşürme hükmünde olması gerektiği kanaatindeyiz.
Kürtaj için zaruret yoksa hem izin veren anne baba hem de kürtajı yapan doktor
dinen mes'uldür. Fakat rahimdeki cenin henüz organları belli olmayacak bir
halde ise, hukuken diyet (gurre) gerekmez.[200]
4581... İbn
Abbas (r.a) dan; şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v)
Öldürülen mükâtebin diyeti konusunda hüküm verdi. Buna göre; mükâtebe akdinden
ötürü ödediği oranda hür diyeti, kalandan da köle diyeti ödenir.[201]
4582... İbn
Abbas (r.a) dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Bir mükâteb diyeti
hak ederse veya mirasa vâris olursa, hürriyetini elde ettiği oranda varis
olur."[202]
Ebû Davud şöyle der:
Bu hadisi, Vüheyb,
Eyyüb'tan, o îkrime'den, o da Ali vasıtasıyla Rasûlullah'tan rivayet etmiştir.
Hammad h. Zeyd ve İsmail ise, Eyyüb'tan o da Ikrime tarikıyla Rasûlullah'tan
mürsel olarak rivayet etmişlerdir. İsmail h. Uleyye bunu, İkrime'nin sözü kabul
etmiştir.[203]
Bu babdaki hadisler,
kendisi veya bir yakını öldürülen mükâtet, jçin tahakkuk edecek diyeti, yada
mükâtebin alacağı diyeti söz konusu etmektedirler.
Mükâteb: Sahibi ile,
belirli bir mal karşılığında hürriyetini kazanmak için anlaşma yapan köledir.
Yâni bir köle sahibi ile; anlaştıkları miktarda para veya bir malı, tesbit ettikleri
süre zarfında kazanıp getirmek ve buna mukabil hür olmak konusunda anlaşır.
Şayet o malı getirirse hür olur. Getiremezse köleliği devam eder. İşte bu
anlaşmaya mükâtebe, bu anlaşmayı yapan köleye de mükâteb denilir.
Birinci hadis;
öldürülen bir mükâtebin diyetini tâyin etmektedir. Buna göre mükâteb kazanıp
sahibine ödediği bedel oranında hür, kalan borcu oranında köledir. Meselâ,
anlaştıklarının yarısını ödemiş ve öldürülmüş olursa; hürrün diyetinin yarısı
ile, köle diyetinin yarısı kadar diyet takdir edilir. Anlaştıkları meblağın
üçte birini ödemişse hür diyetinin üçte biri ve köle diyetinin üçte ikisine
müstehak olur. Hadisin delâleti budur. Ancak, Hattâbi'nin dediğine göre
ulemâdan hiç birisi bu hadisin delâleti yolunda bir görüşe sahip olmamıştır.
Fukahâ; Mükâtebin, borçlu olduğu müddetçe köle olduğu konusunda icmâ
etmişlerdir. Fukahâyı bu hükme götüren; "Mükâteb, bir dirhem dahi borcu
olduğu müddetçe köledir" hadisidir.
Hattâbı; eğer hadis
mensuh değilse veya ona muarız ondan daha güçlü başka bir hadis yoksa onunla
hükmetmek gerektiğini söyler.
İkinci hadis de,
mükâtebin varis olması veya bir uzvuna karşı girişilen bir cinayetten dolayı
diyet hak etmesi durumunda alacağı oranı söz konusu etmektedir. Bu da aynen
yukarıdaki mes'elede olduğu gibidir. Yani efendisine ödediği oranda hür, borcu
oranında köledir. Meselâ mükâtebin, hür olan babası ölse ve ondan başka vârisi
olmasa; mükâteb efendisine vereceği malın yarısını vermişse, mirasın yarısını
alır. Yine meselâ mükâtebe bedelinin yansını ödeyen bir mükâtebin bir eli
kesilmiş olsa, bir hürrün yarım diyetinin yansı ile, bir kölenin yarım
diyetinin yarısını alır.
Şüphesiz, mükâtep
borcu kaldığı müddetçe, köle kabul edilirse, bu konularda da köleye ait
hükümler uygulanır.[204]
4583... Amr
b. Şuayb, babası vasıtasıyla dedesinden Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Muâhid (zimmî)
in diyeti, hür (müslümanın) diyetinin yarısıdır."[205]
Ebû Davıtd şöyle der:
Bu hadisin benzerini
Üsâme b. Zeyd el-Leysî ve Abdurrahman b. Haris, Amr b. Şuayb'tan rivayet
etmişlerdir.[206]
Tirmizî hadis için:
"Bu hadis hasendir" demektedir.Hadisin Tirmizî'deki rivayeti:
"kâfirin diyeti, müslümanın diyetinin yarısıdır." şeklinde; İbn
Mâce'nin rivayeti de: ehl-î kitabın diyeti, müslümanların diyetinin yarısı
kadar hükmedildi" şeklindedir.
Zimmî; İslâm ülkesinde
yaşayan gayri müslim tebaadır.
Hattâbi zimmîlerin
diyeti konusunda bundan daha açık bir rivayet olmadığına işaret ettikten
sonra, ulemânın görüşlerini verir. Buna göre:
Ömer b. Abdil-Aziz,
Urve b. Zübeyr, İmam Mâlik, îbn Şübrüme ve Ahmed b. Hanbel'in görüşleri hadiste
bildirildiği gibidir. Yani bu âlimlere göre İslâm ülkesinde öldürülen bir
zimmî için ödenecek diyet, hür bir müslümanın diyetin yansıdır.
İmâm Ebû Hanîfe, talebeleri
Ebû Yûsuf ve Muhammed, Şa'bi, Nehâî, Mücâhid, Hz. Ömer ve İbn Mes'ud'a göre
zimmînin diyeti de aynen müslümanın diyetidir. Bu görüş sahiplerinin
delilleri; zimmîlerin diyetinin bin dinar altın olduğunu bildiren
"Zimmînin diyeti, Müslümanın diyetidir"
mânâsmdaki
hadislerdir.
İmâm Şafiî ve İshak b.
Râhûye'ye göre ise zimmînin diyeti, müslümanın diyetinin üçte biridir. Said b.
Müseyyeb, Hasenü'l-Basrî ve îkri-me'den de böyle rivayet edilmiştir. Hz.
Osman'dan ve Hz. Ömer'den bir rivayet de bu şekildedir.[207]
4584... Safvan
b. Ya'Iâ, babası (Ya'lâ) dan, şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Benim işçim bir adamla
dövüşüp elini ısırdı. Adam elini çekti ve işçinin ön dişi düştü. Adam
Rasûlullah (s.a.v) e geldi. Rasûlullah dişi heder etti (diyet takdir etmedi.)
ve: "Onunda elini senin ağzına koymasını ve senin onu erkek deve gibi
kemirmeni mi istiyorsun?" buyurdu.[208]
(Abdullah b. Abdül
Aziz) şöyle dedi:
"Bana, İbn ebî
Müleyke babasından, Ebû Bekir (r.a) ön dişi heder etti (diyet takdir etmedi) ve
"Dişi kalmayasıca!" dedi, diye nakletti.[209]
4585... Abdülmelik Atâ'dan, o da Ya'Iâ b. Ümeyye'den
bu hadisi rivayet etti ve şunu ilâve etti:
Sonra (Rasûlullah
s.a.v) ısırana:
"İstersen elini
ağzına koy, o elini isırsin sonra ağzından çek" buyurdu ve dişlerinin
diyetini iptal etti.[210]
Hadisin Buhari'de iki
rivayeti var. Bunlardan birisinin hâvisi Imrân b. Husayn öbürününki de Ya'lâ b.
Ümeyye'dir. Bu rivayetlerde, kavgaya taraf olanlardan birisinin Ya'lâ'nın
işçisi olduğuna dair bir kayıt mevcut değildir.
Müslim'deki
rivayetlerin de bir kısmı İmran b. Husayn'den, diğerleri Ya'lâ b.
Ümeyye'dendir. Ya'lâ b. Ümeyye'nin rivayetinde kavga eden şahıslardan
birisinin Ya'lâ'nın kendisi olduğu söylenmektedir.
İbn Mâce'deki bir
rivayet ise Ümeyye'nin iki oğlu Ya'lâ ve Seleme (r.a) dan rivayet edilmektedir.
Bu rivayette olayın Tebûk gazvesi esnasında olduğu ve dövüşenlerin onların bir
arkadaşı ile başka birisi olduğu bildirilmektedir. Bu rivayetteki arkadaştan
maksadın, diğer bazı rivayetlerde anılan işçileri olması muhtemeldir.
Rivayetlerin tümünü
göz Önüne alarak olayı şöylece
özetlememiz mümkündür:
Ya'lâ b. Ümeyye veya
bir başkası, Ya'lâ'nın işçisi ile kavga etti. İşçi karşısındakinin elini
ısırdı. O da elini çekti ve işçinin dişi kırıldı. Adam dişinin diyetini istemek
için Rasûlulîah'a başvurdu. Fakat Rasûlullah (s.a.v) diyete hükmetmedi, dişi
heder saydı. Sonra da adamın içindeki duyguyu defetmek için: "İstersen o
da senin elini ısırsın ve sen elini
çek" buyurdu.
İmam Nevevî, kavga
edenin Ya'lâ ile işçisi olduğunu ve ışınlan elin Ya'lâ'nın eli değil, işçisinin
eli olduğunun sahih ve meşhur görüş olduğunu söyler. Kurtubî ise; Hz.
Ya'lâ'nın büyük bir zât olduğuna dikkat çekerek, ısıranın işçi olduğunu
söylemenin daha yerinde olacağını bildirir.
Hadis-i Şerif, kişinin
nefsini müdâfa etmesinin meşru olduğuna ve bunu yaparken başka çare yoksa
saldırganı öldürmesi halinde sorumlu tutulmayacağına delâlet etmektedir.
Yine hadis, kendisini
savunurken karşıdakinin bir uzvunun telefine sebep olan kişiye cezanın
olmadığına delâlet etmektedir. Cumhur ulemânın görüşü de bu istikâmettedir.
İmâm Mâlik'ten ise; böyle durumlarda, uzva zarar veren kişinin diyet vermesi
gerektiği görüşünde olduğu rivayet edilmiştir. Kısasın gerekmediği konusunda
ihtilâf yoktur.
Kurtubî, İmâm
Şafiî'nin görüşünün de İmâm Mâlik'in görüşü istikâmetinde olduğunu
söylemektedir.[211]
4586... Amr b. Şuayb, babası kanalıyla dedesinden
Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bir kimse,
kendisinden tıp bilinmediği (ehil olmadığı) halde tabiplik yapmağa kalkar (ve
hastaya zarar verir) sa, dâmindir."[212]
Nasr (b. Asım), Velîd
b. Müslim'in; "Bana İbn Cüreye haber verdi" dediğini söyler.[213]
Ebû Davud: "Bu
hadisi Velîd'den başkası rivayet etmedi. Onun sahih olup olmadığını
bilmiyoruz," dedi.[214]
4587... Abdûl-Aziz b. Ömer b. Abdil-Azîz şöyle dedi:
Babama gelen heyetlerden
birisi, Rasûlullah (s.a.v) in şöyle buyurduğunu söyledi:
"Daha önceden
tabiplik yaptığı bilinmeyen birisi bir kavme doktorluk yapmaya kalkar da
hastaya zarar verirse dâmindir."
Abdül-Aziz: "Ama
dikkat edilmeli ki o, tedaviyi tarifle değildir. O ancak damarları kesmek,
yarayı yarmak ve yakmaktır" dedi.[215]
Hadis-i Şerifler, ehil
olmadığı halde hastaları tedaviye kalkıp onlara zarar veren kişinin verdiği
zarardan sorumlu olduğuna delâlet etmektedir. Hattâbî, birisini tedavi ederken
hastanın telefine sebep olması halinde diyetin gerekli olduğunda ihtilâf
olmadığını söyler. Ancak bir kasıt olmadığı için kısas icâbetmez. Zira tedavi
yapan kişi bunu zorla yapmamakta hastanın izni ile tedaviye yeltenmektedir.
İkinci rivayetin
sonundaki Abdül-Aziz'in sözlerinden de anlaşıldığı gibi yukarıda açıklanan
hüküm, câhil olduğu halde hastayı tedaviye yeltenen kişinin ilâcı eliyle
içirerek, yarayı yararak veya yakarak tedaviye kalkışması halindedir. Böyle
olmayıp da, hastaya bir ilâç kullanmasını, veya bir yarayı tedavi için bir
yöntemi tavsiye etse hasta da zarar görse sorumluluk olmaz.
Avnü'I-Ma'bûd
müellifinin Alkamî'den naklettiğine göre haddi zatında ehil olduğu halde,
tedavi esnasındaki bir hatası yüzünden hastanın zarar görmesine sebep olan tabibe
sorumluluk yoktur. Şüphesiz bu, kasdi olmayan yada ihmale dayanmayan kusurdur.
İnsan hayatı fevkalâde
önemlidir. O yüzden dinimiz hayata zararı önleyecek tedbirleri almıştır. Bu
kabilden olmak üzere, câhil tabibin faaliyetten men edilmesi gerektiğine
hükmetmiştir.[216]
4588... Abdullah
b. Amr (r.a) den; Rasûlullah (s.a.v) -Müsedded; Mekke fethi günü hitabetti
dedi-[217] şöyle buyurdu:
"Haberiniz olsun!
Mal veya kandan câhiliye döneminde anılıp zikredilen tüm övünme vesilesi olan
şeyler ayaklarımın altındadır. Sadece, Sikayetu'1-hâc (hacılara su vermek) ve
Sidânetu'I-Ka'be (Kabe hizmeti) bundan müstesnadır.
Haberiniz olsun!..
Şüphesiz kamçı ve sopa ile olan amde benzeyen hatâen öldürmenin diyeti yüz
devedir.
Bunlardan kırkının
karınlarında yavruları olacaktır."[218]
4589... Bize bu hadisi aynı isnadla ve benzer mânâ
ile Halid'den Musa b. İsmail ve Vüheyb de haber verdiler.[219]
Bu Hadis-i Şerif 19.
babda 4547 numarada geçmişti Qerek görülen noktalara orada işaret edildi. Amde
benzeyen hata yoluyla öldürmenin şekli ve ahkâmı konusundaki görüşler de orada
geçti.[220]
4590... İmran b. Husayn (r.a) den rivayet edildi ki:
Fakirlere ait bir köle,
zengin birilerine ait bir kölenin kulağını kopardı. Bunun üzerine kulağı
koparanın sahipleri Rasûlullah'a gelip:
"Ya Rasûlallah!
biz fakir insanlarız" dediler. Rasûlullah (s.a.v) de onlara hiçbir şey
(ceza) yüklemedi.[221]
Bu bab bazı nüshalarda,
Kitâbûd-diyât'ın son babından hemen önce yer almaktadır. Biz metinde geçen
"Gulâm" kelimesini babın ismine uygun olarak "köle" diye
terceme ettik. Bu kelime, köle mânâsına geldiği gibi, bulûğa ermemiş çocuk ve
hizmetçi mânâlarına da gelir. Hattâbî, cinayet işleyenin ailesinin
Rasüluîlah'a gelip, fakirliklerini söylemelerini göz önünde tutarak cinayet
işleyenin de, cinayete uğrayanın da hür olduklarını söyler. Çünkü kölenin
işlediği cinayetin diyetini âkılesi yüklenmez. Fakat bu anlayışa göre hadisle,
başlık arasında irtibat mümkün olmaz.
Ulemânın ekserisine
göre, bir köle bir hürre karşı cinayet işlerse, cinayeti kendi rakabesinedir.
Bunda ittifak vardır. Ancak ne şekilde tahsil edileceği konusunda ihtilâf
vardır. Fakat biz artık kalmamış bir kurumla ilgili bu tafsilâta girmekte
fayda görmüyoruz.[222]
4591...İbn
Abbas (r.a) dan; Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Biribirleri ile
taş ve kamçı ile dövüşen bir topluluk içersinde kim tarafından ve nasıl
öldürüldüğü bilinmeyen bir ölü bulunsa, onun diyeti hatâen öldürmenin
diyetidir. Teammüden öldürülen kişi için ellerinin kısas (için bağlanmas) ı
vardır. Onunla kısas arasına giren Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
lanetine uğrasın."[223]
Bu bab daha önce 17
numaralı babta 4539 numara ile geçmiş ve
orada gerekli izahatta bulunulmuştu.[224]
4592... Efaû
Hûreyre (r.a) den; Rasûlullah (s.a.v): "Ayak (m tepip vurduğu)
hederdir" buyurdu.[225]
Ebû Davud: "Adam
üzerinde binili iken hayvanın ayağı ile vurması" dedi.[226]
Alimler içersinde, bu
hadisin mahfuz olmadığını söyleyenler
vardır. Buna sebep de râviler arasında-
ki Sûfyân b. Hüseyn'in
hafıza zayıflığı ile tanınmış olmasıdır.
Munziri, bu hadisi
Süfyân b. Hüseyn'den başkasının rivayet etmediğini; Mâlik, İbn Uyeyne, Yûnus,
Mâmer, İbn Cureyc ve Zebîdi gibi hafızların Zührî'den ona muhalif rivayette
bulunduklarını söyler. Anılan zâtların rivayeti bundan sonraki babda gelecek
olan hadistir. O rivayette "ayak" mânâsına gelen kelime kullanılmamış
onun yerine, "hayvan hederdir, mâden hederdir, kuyu hederdir"
denilmiştir.
Bu Hadis-i Şerif,
üzerinde binili bir adam bulunan hayvanın birisini tepmesi veya ezmesi halinde,
bu cinayetten dolayı bir sorumluluğun olmadığına delâlet etmektedir.
Hattâbi Ebû Hanife ve
talebelerinin bu hadisin ifâde ettiği mânâ istikâmetinde görüş sahibi olduklarım,
ama hayvanın arka ayağı ile vurması ile ön ayağı ile ezmesi arasında fark
olduğunu söyler. Hattâbî'nin ifâdesine göre Hanefîler, arka ayağı ile tepmesi
halinde üzerindeki süvariye birşey gerekmediği, ön ayağı ile ezmesi halinde ise
verilen zararın diyetini dâ-min olduğu görüşündedirler. Ancak bu bilgi
Hanelilere ait fıkıh kitaplarındaki malûmatı biraz eksik aksettirmektedir.
Konu oralarda biraz daha detaylı ele alınmıştır. Meselâ el-Hidâye adındaki
eserde şöyle denilmektedir:
"Hayvanın Ön veya
arka ayaklarıyla veya başı ile tepelediği yada dişleri ile ısırdığı, şeyden
dolayı vuku bulan cinayeti, üzerinde binmekte olan kişi damindir. Çarpması
halinde de hüküm aynıdır. Ama arka ayağı ile veya kuyruğu ile teptiğinden
dolayı olan cinayeti dâmin değildir."
Hanefiler bu hükme
varırken, üzerindeki binicinin hayvana sahip olabilme veya sahip olamama
pozisyonunu esas almışlardır. Giden bir hayvanın arkasındaki birisine tekme
atmasında yada kuyruğu ile vurmasında binicisinin kusuru olmaz. Bir kimsenin
üzerine basmasında, kafası ile vurmasında yada ısırmasında ise binici kusuru
söz konusudur.
Hayvanı arkadan süren
kişi de, üzerine binen hükmündedir. Önden çeken ise sadece ön ayaklar ile
ezdiğinden sorumludur.
Hindistanlı Hanefi
âlimlerinden Muhammed Yahya üzerinde durduğumuz hadisten muradın; hayvanın
üzerinde kimsenin olmaması veya ayağından sıçrayan bir taşın birisine değip
zarar vermesi ile ilgili olduğunu
söyler.
Hattâbi'nin nakline
göre; hayvanın Ön ayağı yada arka ayağı ile vurması veya ezmesi arasında fark
yoktur. Her halükârda binicisi verilen zararın diyetini ödemek zorundadır.
Çünkü ona göre binicisi hayvana tam olarak mâlik olabilir. Hayvanın her türlü
cinayetinde hincisinin kusuru
söz konusudur.
İbn Rüşd; Ulemânın
ihtilâf ettiği konulardan birisinin; hayvanın işlediği bir cinayetten ötürü,
binicisinin, sürücüsünün veya önden yedenin sorumlu olup olmadıkları olduğuna
işaret ettikten sonra cumhura göre bunların hepsinin sorumlu olduklarını,
Zahirîlere göre ise sorumlu olmadıklarını söyler.[227]
4593... Ebû Hureyre (r.a) Rasûlullah (s.a.v) den,
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Hayvanın
yaralaması hederdir. Mâden (de uğranılan zarar) hederdir. Kuyu (da uğranılan zarar)
hederdir, Rikâz[229] da
beşte bir vardır.”[230]
Ebû Davud: Açma
(hayvan); yanında kimse bulunmayan salıverilmiş başıboş hayvandır. Bu da gündüz
olur, gece olmaz, demiştir.[231]
Hadisi ahkâm yönünden
tahlile başlamadan önce üç kelime üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
ACMÂ:
"Hayvan" diye terceme ettiğimiz bu kelime, sözlükte sessiz, dilsiz
mânâlarına gelir. Konuşmaya gücü yetmeyen herşey açmadır. Hayvanlar da
konuşmadıkları için bu adı almışlardır. Ancak bu kelime hayvanlar için
kullanıldığında yırtıcı olmayan ve mülkiyet altına giren büyük ve küçük baş
hayvanlar kastedilir.
HEDER:
"Cübâr" kelimesine karşılık kullandığımız bu kelime, boşa giden,
karşılıksız, tazminat alınmayan demektir. Yâni, "bu cinayet hederdir"
denildiğinde mânâ "bu cinayet karşılıksızdır, diyeti gerektirmez" demektir.
RİKÂZ: Kâmus'ta bu
kelime; "Allah'ın yerde gizlediği maden, câ-hiliyye dönemine ait define,
altın ve gümüş parçaları" mânâlarınadır.
İmâm Nevevi kendi
mezheplerinde bu kelimenin; Cahiliyye devrine ait defineler olduğunu ve bunun,
cumhurun görüşü olduğunu, Hanefilere göre ise mâden mânasına geldiğini, onlarca
bu iki kelimenin müteradif olduklarını söyler.
Hadis-i Şerifte dört
konunun ahkâmı beyan edilmektedir. Şimdi de onları ele alalım:
1. Hayvanın
yaralaması hederdir: Bu mes'eleye kısmen bir önceki hadiste temas edilmişti.
Ancak orada söz konusu olan hayvan, üzerinde binicisi veya arkasında sürücüsü
yada önünde yedicisi bulunan hayvandı. Burada söz konusu olan ise yanında kimse
olmayan, salıverilmiş başı boş hayvandır.
Bu cümle, yanında
hiçbir kimse olmayan bir hayvanın her ne suretle olursa olsun birisini
yaralaması veya öldürmesi halinde sahibine diyet yada başka bir ceza
verilmeyeceğine delâlet etmektedir. Ancak, musannif Ebû Davud, hadisin sonuna
koyduğu kayıtla bu hükmün gündüze ait olduğuna dikkat çekmiştir.
İmam Nevevî'nin
belirttiğine göre; yanında kimse bulunmayan bir hayvanın gündüz verdikleri
zarardan dolayı sahiplerinin sorumlu tutulmayacaklarında ulemâ müttefiktir.
Ama gece zarar verirse İmâm Mâlik'e göre, hayvan sahibi zararı tazminle
yükümlüdür. İmâm Şafiî ve arkadaşlarına göre ise, hayvanın sebep olduğu
zararda sahibinin kusuru varsa zararı öder, aksi halde ödemez.
İbn Âbidin'in bildirdiğine
göre, İmâm Şafiî'nin gece ile gündüz arasında fark gözetmesi sahibinin
geceleri hayvanı bağlamak zorunda olmasından dolayıdır.
Hanefilere göre;
salıverilmiş olan hayvan ister gündüz olsun ister gece bir mala veya insana
zarar verirse, sahibine hiçbir sorumluluk yoktur. Hanefi fıkhına ait
eserlerde, görüşlerinin delili olarak üzerinde durduğumuz hadis verilmektedir.
2. Madende
uğranılan zarar hederdir: Bundan maksat şudur: Bir kimse kendi arazisinde veya
mevât arazi denilen sahipsiz ve yerleşim bölgelerinin uzağındaki bir yerde
maden çıkarmak için yeri kazar ve oraya birisi düşüp bir zarara uğrarsa, madeni
kazan sorumlu tutulamaz. Aynı şekilde, maden kazmak için tuttuğu işçi göçük
altında kalsa işveren sorumlu tutulamaz.
Tabi bu hüküm küçük çapta
olup, güvenlik için bir takım tedbirler gerektirmeyen madenlerdedir. Ama bugün
olduğu gibi büyüyen ve güvenlik tedbirleri gerektiren madenlerde işverenin
kusurundan dolayı meydana gelen kazaları farklı değerlendirmek gerekir.
3. Kuyuda
uğranılan zarar hederdir: Bundan maksat da, madende olduğu gibi, kişinin kendi
milkinde veya kuyu kazma hakkı olduğu başka bir yerde kazdığı kuyudur. Böyle
bir kuyuya düşen bir insanın veya hayvanın zararını kuyu sahibi ödemez. Ama
umuma ait bir yolda kuyu kazarsa bu kuyunun vereceği zarar heder değildir.
Şayet birisi oraya düşer de ölürse, Ölenin diyetini kuyu sahibinin âkılesi
öder.
Eğer bir kimse
arazisinde kuyu kazdırmak için birkaç işçi tutar ve kuyu kazılırken işçilerden
birisi toprak altında kalarak ölürse, diyeti (ölende dahil) bütün işçiler
tarafından ödenir. Meselâ dört işçi olsa ve birisi ölse diyet dörde bölünür.
Dörtte üçü kalan üç işçi tarafından ödenir.
4. Rikâz'da
beşte bir vardır: Rikâzdan maksadın ne olduğu yukarıda açıklanmıştı. Bu
hadisten anlıyoruz ki toprak altından çıkartılan mâden veya cahiliyye dönemine
ait definelerin beşte biri devletin hakkıdır. Bu konu Zekât bahsinde geçmiştir.[232]
4594... Ebû Hûreyre (r.a) den;
Rasûlullah (s.a.v);
"Ateş hederdir" buyurdu.[234]
Hadisin İbn Mâce'deki
rivayetinde; ateşin yanısıra kuyu da
amlmaktadir.
Hattâbî; "hadis
ulemâsının; bu hadiste Abdül-Aziz hata etti, doğrusu "kuyu hederdir"
dediklerini duyup durdum. Nihayet Ebû Davud'un Ab-dul Melik es-San'anî
vasıtasıyla Ma'mer'den rivayetini buldum da, o konuda Abdurrezzak'ın yalnız
olmadığını gördüm" der.
Hadisten anladığımıza
göre; bir kimse kendi mülkünde kendi ihtiyâcı için ateş yakar ve rüzgâr ateşi
yayar ve başkalarının malına zarar verirse, bundan dolayı ateş sahibi sorumlu
tutulmaz. Çünkü ateş yakanın buna engel olmaya gücü yetmez.[235]
4595... Enes
b. Mâlik (r.a) den; şöyle demiştir: Enes b. Nadr'ın kızkardeşi Rubeyyi' bir
kadının ön dişini kırdı. Hep birlikte Rasûlullah'a geldiler. O da Allah'ın
kitabı ile kısasa hükmetti.
Enes b. Nadr:
"Seni hak ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki, bugün onun (kardeşimin) dişi kırılmaz"
dedi.
Rasûlullah (s.a.v):
"Yâ Enes!
Allah'ın kitabı (hükmü) kısastır" buyurdu. Bilâhere dişi kırılan kadının tarafı
diyete razı olup, aldılar. Rasûlullah (s.a.v) buna şaştı ve:
"Şüphesiz,
Allah'ın kullan arasında öyleleri var ki Allah'a yemin etse onu yerine
getirir" buyurdu.[236]
Ebû Davud şöyle der:
Ahmed b. Hanbel'den işittim ki; kendisine: "dişte nasıl kısas yapılır"
denilmiş o da "törpülenir" demiştir.[237]
Hadisin Buharı ve İbn
Mâce'deki rivayetlerinde, Enes'in
kızkardeşi Rubeyyi'nin dişini kırdığı kadının câriye olduğuna işaret
edilmektedir. Ayrıca cariyenin sahiplerinin, Hz. Peygambere gelmeden önce diyete
razı olmayıp, kısas istedikleri bildirilmektedir.
Rasûlullah (s.a.v) in,
kınlan dişe mukabil kısas hükmünü vermesinden sonra, Rubeyyi'nin ağabeyi
Enes'in yemin ederek "Bugün onun (Rubeyyi'nin) dişi kırılmaz" demesi
hâşâ Hz. Peygamber'e verdiği hükme itiraz değil, cinayete mâruz kalan kadının
adamlarının kısas istediğinden vaz geçip, diyete razı olacakları umudun
ifadesidir. Yoksa, kız kardeşine kısas uygulanmasını engelleme niyetini izhar
değildir. Zâten Hz. Peygam-ber'in daha sonra: "Şüphesiz Allah'ın kulları
arasında öyleleri varki, Allah'a yemin etse onu yerine getirir" buyurması
da bunu göstermektedir.
Hadis-i Şerifte Hz.
Peygamber efendimizin, Allah'ın kitabı ile, kısasa hükmettiği bildirilmektedir.
Buradaki Allah'ın kitabı ile işaret edilen âyet bazı alimlere göre:
"Orada onlara
cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılık
kısası yazdık (farz ettik)..."[238]
ayeti ke-rimesidir.
Diğer bazı âlimler ise
maksadın şu ayeti kerime olduğunu söylerler:
Eğer ceza vermek isterseniz,
size yapılanın aynı ile mukabele edin. Sabrederseniz, yemin olsun ki bu
sabredenler için daha hayırlıdır."[239]
Birinci görüş daha
güçlü görülmektedir. Çünkü onda "diş" kelimesi özellikle
zikredilmiştir. Hangisi olursa olsun, âyetler ve hadis-i şerif, dişte kısasın
uygulanacağına delâlet etmektedir. Yani bir kimse başka birinin dişine kasden
vurur da kırarsa veya sökerse, kendisinin dişi de kırılır. Dişler arasındaki
büyüklük küçüklük farkına bakılmaz. Çünkü dişlerinin sağladığı fayda büyüklük
ve küçüklüğe göre değişmez. Ancak, cinayete maruz kalan diş hangisi ise,
caninin de o dişinde kısas uygulanır.
Eğer diş kökünden
sökülmüşse caninin dişi de kökünden sökülür. Kırılmış ise o kırılan kadar
kısım, caninin dişinden törpülenir. Ebû Davud'un, Ahmed b. Hanbel'den
naklettiği kayıt da bunu göstermektedir.
Şüphesiz cinayet kasdî
değilse yada cinayete maruz kalan kişi razı olursa kısas yerine diyet
uygulanır. Diyete ait hükümlerde daha önce geçmişti.
Kısas zulüm değil,
adalettir. Çünkü herkesin hayatı ve organları eşittir. Kimsenin hayatı
ötekinden daha üstün değildir. İslâm hukuku eşitliği ve adaleti sağlamak için,
kısası emretmiş, katilin üç beş sene hapiste yattıktan sonra çıkıp, maktulün,
mağdur yakınlarının karşısına geçip gülmelerine izin vermemiştir.
Allah en iyisini
bilendir.[240]
[1] Mâide(5) 42.
[2] Mâide (5) 50.
[3] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/209-210.
[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/210.
[5] Temim b. Abdi Menât b. Edvem kabilesindendir.
Tirmizi'nin dediğine göre adı: Habib b. Hayvan veya Rufla b. Yeşribî dir. Ama
babasının ad! konusunda başka rivayetler de vardır
[6] En'am (6), 64, İsra (17) 15, Fâtır (35) 18. 4. Nesâî, Kasâme 42, ibn Mâce, dıyat 26,
Darimî, diyal 25. Ahmet, 3: 499. 4:163.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/211.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/211-212.
[8] İbn Mace: diyet 3, Dârimi, diyât I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/212-213.
[9] Bu mes'ele için bak. 4506 nolu hadisin izahı.
[10] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/213.
[11] Nesâi, Kasâme 29. İbn Mace, diyât 35.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/214.
[12] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/214.
[13] Tirmizi, diyât 13, Nesâi, Kasâme 6, İbn Mâce, diyât
34.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/214-215.
[14] Nesâi. kasâme 6-7. Müslim 33.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/215-216.
[15] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/216.
[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/216-217.
[17] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/217.
[18] Müslim, kasâme 32, Nesâi, Kasame 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/217-219.
[19] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/219-220.
[20] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/220.
[21] Belât: Sözlükle bir çeşit taştır. Ancak, Medinedeki
bir mevkiye ad olmuştur. Burada maksat orasıdır.
[22] İhsan; bir kimsenin sahih bir nikâhla evlenip, eşi ile
cinsi temas kurduktan sonra elde etliği konumdur.
[23] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/220-221.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/221-222.
[25] Bu hadisi musannif Ebö Davud'a. Musa b. İsmail, Vehb
b. Beyân ve Ahmet b. Sfıid cl-He-medâni haber vermişlerdir. Gelecek metin,
Vehb'in rivayetidir. Vehb'in rivayetine göre Urve b. Zübeyr. hadisi baabasindan
rivayet etmiştir. Musa b. İsmail ise onun babası ile dedesinden rivayet
elliğini ve onların her ikisinin Huneyn gazvesine sahil olduklarını
söylemiştir.
[26] Hındef, İiyas b. Müdar'ın hanımıdır Asıl adı Leylâ'dır. İlyas b. Mudar'ınn çocuklun
ona nisbet edilmiştir. Hındef onların annesidir.
[27] Bu cümle hirdarb-ı meselin manâsıdır, İzah esnasında
gerekli açıklama yapılacaktır.
[28] İbn Mace. diyet 4.
[29] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/222-225.
[30] Biz tercemeyi, İbn Esîr'in hu izahını göz önümle
bulundurarak yaptık.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/225-226.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/226.
[33] Tirmizi, diyât 13, Ahmed, IV: 32. VI. 385.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/227.
[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/227.
[35] Hadisi Ebû Davud'a iki râvi rivayet etmişlerdir.
Birisi Abbas b. Velid, Öbürü de Ahmed b. İbrahim'dir. Metin Ahmed b. İbrahim'in
rivayetidir. Abbas’ın rivâyetindeki bir farklılığa metinde işaret edilmiştir.
[36] Buhâri, İbn 39 diyât 8 lûkata 7; Müslim, hac 447, 448;
Tirmizî, ibn 12; Ahmed , III, 230.
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/228.
[38] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/228-229.
[39] Tirmizi. diyâi 17; İbn. Mâce. diyât 21.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/229.
[40] el-Merğınâni, Hidâye, IV.158.
[41] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/229-230.
[42] Ahmed. III. 363.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/230-231.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/231.
[44] Şek râvidendir.
[45] "Boğazındaki etler" diye ferceme ettiğimiz
"lehevât" kelimesi cemidir. Kelimenin müfredi "lehât" tır
ve "küçük dil" manasınadır. Boğazın bilimindeki etlere de bu isim
verilir. Terceme bu ikinci manâya göre yapılmıştır. Çünkü küçük dilin çoğulu
yoktur.
[46] Buharî, hibe 28; Müslim, selâm 45; Ahmed, III, 218.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/231-232.
[47] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/232.
[48] Bu hadis münkatı'dır. Çünkü Zührî, Câbir'den hadis
işitmemiştir.
[49] Dairimi. mukaddime 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/232-234.
[50] Bu hadîs mürseldir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/234.
[51] Bu hadis Bezlu'l-Mechud nüshasında mevcut değildir.
Avnıi'l-Ma'bucna da b,r sanraK. hadisle birlikte anılmıştır. Musannıfın hadisi.
Rasûlullah'ın zehirlenmek istediğini.anlatan hadisler arasına kalışı
Rasûlullah'ın kendisine hediye edilen koyunu kabûl etmesi yönündendir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/234-235.
[52] "Damarlar diye terceme elliğimi, "ebher
kelime sırttaki iki damar, kalbin içindeki damar, kollardaki damarlar gibi
manâlara gelir.
[53] Buharı meğazi X3; Darimi. Mukaddime 11; Ahmed. VI: 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/235.
[54] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/235-236.
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/236-237.
[56] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/237-239.
[57] Tirmizî. diyât 17; Nesâî. kasâme 11.17; İbn Mace.
diyât 23; Dârimi, diyât 7; Ahmed. V.
10.11.12.18:20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/239.
[58] Nesâi, kasâme 17.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/239-240.
[60] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/240.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/240.
[62] Şek râvidendir.
[63] Ibn Mâce. diyât 29.
[64] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/240-241.
[65] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/242-243.
[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/243-245.
[67] Buradaki .şek, râviye aittir.
[68] Buhâri, edeb 89, cizye 12; Müslim, kasâme 1,2; Tirmizi,
diyât 22; Nesai, kasâme 4; İbn Mace, diyat 28: Ahmed, IV, 2.3.
[69] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/245-247.
[70] Terceme, Avnü'l-Ma'bud'un izahı göz önünde tutularak,
fiillerin meçhul okunuşuna göre yapılmıştır. Aynı cümleyi, fiilleri malum
okuyarak, "Muhayyisa gelip, Abdullah b. Sehl'in öldürüldüğünü ve bir
çukura veya kuyuya atıldığını haber verdi" şeklinde terceme etmek te mümkündür.
[71] Buharî, diyât 12; Müslim, kasâme 6; Nesâi, kasâme 4;
İbn Mâce, diyât 28.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/247-248.
[72] bk. eI-Merğınâni. el-Hidâye, IV. 216-217.
[73] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/248-250.
[74] İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetu'l-Muktesid, (Beyrut
1982). IV, 427-43i; Hidâye, IV, 218; Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî, IV, 287.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/250-252.
[75] Hadisi Musannif Ebû Davud'a: Mahmud b. Halid, Kesir b.
Ubeyd ve Muhammed b. Sabbah isimlerinde üç ayrı rûvi rivayet etmiştir.
Yukarıdaki metin, Mahmûd b. Halid'in rivayetidir. Kesir b. Ubeyd ve Muhammed b.
Sabbâh'ın rivayetlerinde "Liyye kenarındaki Bahra" sözü yoktur. Bu
zâtların rivayeti: "Rasulullah (s.a.v) Riga'da. Nasr b. Mâlik'ten bir
adamı kasâme yoluyla Öldürdü" şeklindedir. Bunların rivayetinde
"katil de maktul de onlardandı" cümlesi yoktur.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/252.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/252-253.
[77] Buharî, diyât 22: Müslim, kasâme 5; Nesâî, kasâme 3.5;
İbn Mace. diyât 28; Mâlik, kasâme I.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/253-254.
[78] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/254.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/254-255.
[80] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/255.
[81] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/255-256.
[82] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/256.
[83] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/256-257.
[84] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/257-258.
[85] Babın ismi bazı nüshalarda: "katile kısas taş ile
mi yoksa Öldürdüğü şeyin misli ile ini uygulanır" şeklindedir.
[86] Buhâri, vesâyâ 5, diyât 7; Müslim, kasâme 15; Tirmizi,
diyât 6; İbn Mâce, diyât 24; Nesâî, kasâme 13; Dârimi, diyât 4.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/258.
[87] Müslim, kasâme 16; Nesaî, Kasâme 13.
[88] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/258-259.
[89] Buhâri, diyât 7; Müslim, kasâme 15; Nesâi, kasâme 13;
İbn Mâce, diyât 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/259.
[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/259-260.
[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/260-261.
[92] Kays b. Ubâd; Muhadram'dır. Yani Hz. Peygamber
devrinde yaşadığı halde onu görmemiş, ashabla görüşmüştür.
[93] Eşler: Mâlik b. Haris b. Abdi Yağus'tur. Bu da mu had
rami ardandır. Hz. Ali'nin taraftar-larındandır. Onunla birlikte tüm savaşlara
katılmıştır. Hz. Ali kendisini Mısır'a vali tâyin etmişti. Kalzem'de bir bal
şerbeli içmiş, zehirlenerek ölmüştür.
[94] Hadisi musannif Ebû Davud'a Ahmed b. Hanbel ve
Müsedded rivayet etmişlerdir. Müsedded rivayetinde: "Ali bir kitap
çıkardı" derken, Ahmed b. Hanbel, "Kılınç torbasından bir kitap çıkardı"
demiştir.
[95] Buhârî, Cihâd 167; Nesâî, kasâme 13; Tirmizi, diyât
16; İbn Mâce, diyât 21.
[96] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/261-262.
[97] İbn Mâce, diyet 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/262-263.
[98] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/263-266.
[99] Buhari Salat 44, tefsir sure 24, talak 4; Müslim, Hân
1, 14; İbn Mace, hudûd 34; Nesâî, talak 7; Dârimi, nikâh 39; Ahmed, V:336, 339.
[100] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/267.
[101] Müslim, Liân 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/267-268.
[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/268-269.
[103] Nesâî, kasâme 25; İbn Mace, diyât 10; Ahmed, VI, 233.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/269-270.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/270.
[105] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/270-271.
[106] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.
[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/271.
[108] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/271.
[109] Nesâî. kasame 21; Ahmed, III, 56-65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/272.
[110] Rabi1 b. Ziyâd b. Enes el-Hârisî.
[111] Nesâî, Kasâme 24.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/272-273.
[112] Metin Nesâî'nin rivayetidir. Ebû Davud'da bu hadis
biraz değişik olarak Kitabü'l-Edeb'te (Hadis: 4775) gelecektir.
[113] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/273-274.
[114] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.
[115] Nesâî, kasâme 31.
[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/274-275.
[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/275.
[118] Bu bab bâzı nüshalarda mevcut değildir. Concordance'da
bu baba numara verilmemiştir.
[119] Hadis iki ayrı isnâdhdır. Birisinin râvîsi Muhammed b.
Ubeyd, Öbürünün ki İbn Serh'tir. Muhammed b. Ubeyd'in rivayeti mürseldir.İbn
Serh’in rivâyeti mevkuftur. (Bezlu'l-Mechûd)
[120] Nesâî, kasâme 32; İbn Mâce, diyet 8.
[121] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/276.
[122] Nitekim Ebu Davud'un bundan sonraki rivayeti de
böyledir.
[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/276-277.
[124] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/278.
[125] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/278.
[126] Nesâî, kasame 33; İbn Mace, diyet 6; Ahmed, II: 178,
183, 186, 217, 224.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/278.
[127] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/278-279.
[128] Ahmed, II. 180,215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/280.
[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/280-281.
[130] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/281.
[131] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/282.
[132] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/282.
[133] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/282.
[134] Tirmizi, diyet 1; Nesâî. kasâme 34; İbn Mâce, diyet 6;
Ahmed, I, 450.
[135] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/282.
[136] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/282-283.
[137] Tirmizi, diyet 2; Nesai, kasâme 35; İbn Mâce, diyet 6;
Dârimi, diyât 11.
[138] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/283.
[139] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/283.
[140] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/284.
[141] Musannif hadisi. Müsedded ve Süleyman b. Harb'ien
içilmiştir. Buradan itibaren musannifin belirteceği yere kadarki kısmı sadece
Müsedded rivayet etmiştir. Bundan sonraki bölüm ise Müsedded'le Süleyman'ın
müşterek rivayetidir.
[142] Nesâî, kasâme 33.34; İbn Mace, diyet 5; Buhari,
et-Tarihu'I- Kebir; Dârimî, diyât 22; Ahmed. M, 11,103.
[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/284-285.
[144] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/285-286.
[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/287.
[146] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/287.
[147] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/287-288.
[148] Mücâhid Hz. Ömer'den hadis duymamıştır. Onun için hadis
munkatı’dır.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/288.
[149] Ravî. Âsim b. Damra tenkide tabî tutulmuştur.
Şâfiîlerin şibh amd için takdir ettikleri diyet bu haberde bildirildiği
gibidir.
[150] Nesâi, kasâme 34; Ahmed. I. 49. 3: 41.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/288.
[151] Hanefiler Abdullah b. Mes'ud'un bu haberi ile amel
etmektedirler.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/289.
[152] Hanefiler hatâen öldürmede, metindeki dört .sınıflan
ve bir de iki yaşma girmiş erkek deveden yirmişer adet diyet hükmederler.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/289.
[153] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/289-290.
[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/290.
[155] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.
[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/290-292.
[157] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/292.
[158] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/292.
[159] Bu iki hadise benzer rivayetler: Nesâi. kasâme 45; İbn
Mâce,-diyet 19; Tirmizî, diyât 4. Muvatta. ukul I; Ahmed, I, 289. 2: 207.
[160] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/292-293.
[161] Buharî. diyât 20: Tirmizî, diyât 4; Ncsâî, kasâme 45;
İbn Mâce, diyet 18; Ahmed, 1,227, 339.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/293.
[162] Tirmizi. diyet 4; İbn Mâce. diyet 18.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/293-294.
[164] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/294.
[165] Buhari, diyât20: Tirmizî, diyat 4; Nesâî. kasâme 45;
İbn Mâce, diyât 18.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294.
[166] Nesâi, Kasâme 45; İbn Mace, diyet 18.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294.
[167] Nesâî, kasâme 45.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/294-295.
[168] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/295-296.
[169] Bazı nüshalarda: "kadının katili" mânâsına
gelecek hiçimde "katilehâ" şeklindedir. Bu daha uygundur.
[170] İbn Mace. diyet 6.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/296-298.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/298-300.
[173] Ahmed. 11,217.
[174] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/300-301.
[175] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/301.
[176] Nesâî, kasâme 45; Tirmizî. diyât 3; İbn Mâce. diyât
19; Ahmed. II, 179. 189, 207, 215.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/301-302.
[177] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/302.
[178] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/302.
[179] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/302-303.
[180] Cenin: Ana karnındaki bebeğin adıdır. İsler (anı
şekillensin isler şekillenmesin hepsine cenin denilir.
[181] Bazı nüshalarda "Onu ve karnındaki bebeği öldürdü"
denilmekledir.
[182] Ğurre: Tam diyetin yirmide birine tekabül eden
diyettir. Açıklama bölümünde gelecektir.
[183] Müslim, kasâme 37, 38; Tirmizî, diyât 15; Nesâî.
kasâme 40, 41; İbn Mâce. diyât 11.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/303.
[184] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/303-304.
[185] Buradaki tefsir bir râviyc aitlir. Bunu "kadın
Öbür kadının karnına vurdu" diye tefsir eden de vardır.
[186] Müslim. kasâme 39 İbn Mace, diyet 11, Buhari, î'tisam
13, diyât 25 Ahmed, 4: 244.
[187] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/304-305.
[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/305.
[189] İbn Mâce, diyet 11; Nesai, kasâme 12; Dârinıi, diyât
20.
[190] Terceme, Ebû Ubeyd'in izahına göre yapılmıştır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/305-306.
[191] Nesâî, kasâme 12. Bu hadis munkatı'dır. Çünkü Tavus
Ömer'den hadis işitmemiştir.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/306.
[192] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/306-307.
[193] İbn Mâce, diyet 15.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/307.
[194] Buharî, diyât 25; Müslim, kasâme 39; Nesâî, kasâme 12.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/307-308.
[195] Buharî feraiz 11; Müslim, kasâme 35; Tirmizi, diyet
19; Nesâî, kasâme 40; Ahmed II, 539.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/308.
[196] Nesâî, kasâme 40.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/309.
[197] Beyhaki de, at ve katır sözlerinin mahfuz olmadığını
söyler.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/309-310.
[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/310.
[199] el-Heytemî, Mecmeu'z-Zevâid, IV, 300.
[200] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/310-312.
[201] Nesâî, kasâme 38; Ahmed I, 363.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/313.
[202] Tirmizî, büyü 35; Nesâî, kasâme 38.
[203] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/313.
[204] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/313-314.
[205] Tirmizî, diyât 11; Nesâî, kasâme 15; İbn Mâce, diyât
32.
[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/314-315.
[207] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/315.
[208] Buhârî, diyâl 18: Müslîm, kasâme 24; Nesâî, kasâme 18;
İbnMâce, diyet 20; Ahmed, IV, 435.
[209] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/315-316.
[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/316.
[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/316-317.
[212] Nesâî, kasâme 41; İbn Mâce, tıb 16.
[213] Musannifin diğer üslûtlı Muhammed b. Sabbalı;
Velid'in; "'İbn Cürcyc'den..." diye rivâyet etmiştir.
[214] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/317-318.
[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/318.
[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/318-319.
[217] Bu hadisi Ebû Davud'a Süleyman b. Harb ve Müsedded
nakletmiştir. Müsedded, Rasû-lullah'ın bu sözü Mekke fethi günü söylediğine
işaret etmiştir.
[218] Nesâî, kasâme 33,34; îbn Mâce, diyet 5; Buhâri,
el-Târihu'l-Kebir; Dârimi, diyât 22; Ahmed, 11:11,103111:410.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/319-320.
[219] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/320.
[220] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/320.
[221] Nesâi, kasâme 16.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/320.
[222] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/320-321.
[223] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/321.
[224] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/321.
[225] Bu hadisi sadece Ebû Davud rivayet etti.
[226] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/321-322.
[227] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/322-323.
[228] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.
[229] Bu kelime açıklama kısmında izah edildi.
[230] Buhâri, zekât 66, diyât 28,29; Müslim, hudûd 45; İbn
Mâce, diyât 27; Tirmizî, zekât 16, Ahkâm 37.
[231] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/323-324.
[232] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/324-325.
[233] Concordance'da bu baba numara verilmemiştir.
[234] İbn Mâce. diyât 27.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/325-326.
[235] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/326.
[236] Buhârî, Sulh 8, Nesâi, kasâme 17, 18 İbn Mâce, diyet
16.
[237] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/326-327.
[238] Mâide(5):45.
[239] Nahl(16): 126.
[240] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
15/327-328.