.

Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen

 

Modernizm Karşısında İSLAM

 

1.

 

Bozulmuş, tahrif edilmiş, insan eliyle çığırından çıkarılmış bir kutsal kitabın ve güya bu kitabın öğretisine dayalı bir Hıristiyanlığın bunalttığı ve hayatından bezdirdiği Batı insanı, kurtuluşunu dini/Hıristiyanlığı ve dine ait olan herşeyi toptan reddetmekte bulmuştur. Bu reddediş, kolay bir şey değildi, şüphesiz. Çünkü bu, kelimenin tam anlamıyla bir redd-i mirastı ve yaklaşık 1500 yıllık bir Hıristiyanî birikimin hayatın içinden atılması, yani hayatın dini olan şeylerden yana boşaltılması anlamına geliyordu. Oysa hayat dinamikti ve kesinlikle boşluk kabul etmezdi. Öyleyse bu boşluk mutlaka bir şeylerle doldurulmalıydı.

 

Fakat ne ile doldurulucaktı, bu boşluk?

 

Gerçekten işi çok mu çok zordu Batı/Avrupa insanının.

 

Bu zor işi başarmak uğruna Batının cins kafaları büyük uğraşlar verdiler, büyük çilelere katlandılar ve kimi zaman sonu ölüme kadar varan çok büyük riskleri göze aldılar. Bütün bu uğraşların sonunda ise, hem 1500 yıllık Hıristiyanî birikimin reddiyle kafalarda ve gönüllerde oluşan büyük boşluk doldurulacak, hem de huzura ve mutluluğa hasret kalan Batı insanı huzura ve mutluluğa kavuşturulacaktı.

 

Sanat ve edebiyatla başlayıp, giderek hayatın bütün alanlarını içine alacak şekilde genişleyen ve asırlarca süren bu çileli arayış döneminin literatürdeki adı, “Aydınlanma Çağı”dır. Ve bu çağ, modernizm dahil, Batı kökenli bütün “izmler”in beslendiği ana kaynaktır. Hal böyle olunca, modernizmden daha önce aydınlanmanın ne olduğuna bakmamız doğru olmaz mı?

 

Immanuel Kant 1784’lerde aydınlanma ile ilgili olarak, şunları söylüyordu:

 

“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını, bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür. Bunun nedenini de aklın kendisinde değil; fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliğini göstermeyen insanda aramalıdır”.

 

“Aklını kendin kullanmak cesaretini göster”, sözü, şimdi aydınlanmanın parolası olmaktadır.

 

“Doğa, insanları yabancı bir yönlendirmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın, tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca, kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar. Ve aynı nedenledir ki, bu insanların başına, gözetici, ya da yönetici olarak gelmek başkaları için çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. “Benim yerime düşünen bir kitabım; vicdanımın yerini tutan bir din adamım…” oldu mu zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir. Başkalarının denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler/vâsiler, insanların çoğunun ergin olmaya doğru bir adım atmalarını tehlikeli ve sıkıntılı buldukları için gerekeni yapmaktan geri kalmazlar”.

 

2.

 

Şimdi de modernizmin ne olup ne olmadığını konunun uzmanlarının kaleminden özetleyelim:

 

“Modern sözcüğü, tarihî uzantısı belli olmayan, ama mekanı Avrupa kıtası olarak belirlenen bir yeri kapsamaktadır. Bir Çin uygarlığı veya doğu bilimi için modern sözcüğü kullanılmamaktadır”.

 

“Moderniteyi ilk kez Hegel kullanmış olup, İngiltere’deki yeni zamanları belirtmektedir”.

 

“Modernite, Avrupa’da 17. yüzyıldan bu yana ortaya çıkan, daha sonrasında etkileri açısından, az ya da çok, dünya ölçeğinde yaygınlaşan hayat biçimlerine, ya da örgütlere işaret eder.” (A. Giddens)

 

“18. yüzyıl aydınlanma dönemi ile başlayan akıl çağı, modernizm(modern) kavramını gündeme getirerek, bu yüzyıldan günümüze dek gelen çağların modern çağlar olarak nitelenmesine yol açmıştır. Modernizm, ya da modern çağları betimleyen temel kavramlar şunlardır” (N. Kale):

 

“Rasyonellik, aklın egemenliği, mantık, bilimsel/evrensel doğrular, bilimsellik, sistematik düşünme, pozivitizm...”

 

“Modernin kelime anlamı, çağcıl, çağdaş, yeni, asrî olup; modernizm, çağcıllık, yenilikçilik demektir. Modern teriminin içeriği her çağda, her dönemde yeni olan şeylerle değişmekle birlikte, eskiden yeniye geçişi ifade etmekte; çağcıl, yeni olan şeyleri irdelemek için kullanılmaktadır. Bu nedenle belirli çağları, içerdikleri yenilikler açısından değerlendirirken kendilerinden önceki çağlara göre modernlik niteliği atfetmekteyiz. Sözgelimi 18.yüzyıl Rönesans dönemine göre modern bir yüzyıldır. Ya da, 1990’ların Türkiyesi, 1980’lerin Türkiyesinden daha moderndir denilebilmektedir”.

 

“Ayrıca tarihsel çizgi içinde Ortaçağdan sonraki çağları modern çağlar olarak niteleme eğilimi de vardır. Bunun da nedeni, insanın Ortaçağda yüklendiği dinsel kulluk görevini, modern çağlarda bırakıp, kendini, rasyonalitesini merkeze alması, bilimin, bilimsel düşüncenin, pozivitizmin ,yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmesidir”.

 

“Modern, yeninin, yakın zamanın eş anlamlısı haline gelirken, gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara da modern denilmektedir”.

 

“Aslında modern radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı adlandırır. Sözgelimi, tarımsal dünyanın yerini, sanayileşmiş modern dünya almıştır”.

 

“5. yüzyılın son döneminde ortaya çıkan Latince modernus terimi, puta tapma karşısında yükselen hıristiyanlık gerçeğini nitelemiştir.” (E. Batur)

 

“Modern olmak, düne ait olmayan bir dünyada yaşamak demektir”.

 

“Aydınlanma düşüncesi, ilerleme fikrine kucak açarken, herşeyde aklı egemen kılarak insanları kaderci yaklaşımdan kurtarmak istemiş; bilimsel, kültürel, teknik ve endüstriyel devrimlere öncülük etmiştir. Modernlik, 18. yüzyılda Aydınlanma düşünürlerinin nesnel bir bilim, evrensel bir ahlak ve yasalarla özerk bir sanat geliştirme amacı güden düşünceleriyle biçimlenmiştir”.

 

“Modernizm, Aydınlanma felsefesiyle ortaya çıkan, insanlığı, içinde bulunduğu bağnazlıktan, hurafelerden, geri kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan; toplum bilimlerinde insan uygarlığının, genellikle sanayileşme ve laikleşme aracılığıyla uğradığı ekonomik, siyasal, toplumsal bir dönüşümdür ve ilerleme olgusunu temel alarak, insanlığın gittikçe daha iyi ve üstün amaca doğru hareket ettiğini kabul eder”.

 

“Modern çağlarda, her alanda ortaya çıkmış olan doğrular, kuramlar, sistemler tartışılmaz niteliğe bürünmüş; bireysellikler, bireysel nitelikler, bu sistemler içinde eridiği için ön plana çıkamamışlardır”.

 

“Modern dönemlerde aşama aşama her alan kurumsallaştırıldı. Bilim, ahlak ve sanat yaşam dünyasından kopmuş, özerk otoriter alanlar durumuna getirildi. Ortaçağda Tanrının, dinin kulluğunda olan insan, bu sefer de modern çağın yücelttiği olguların, otoritelerin kulluğuna soyunmuş oldu”.

 

“Ortaçağdaki papazın yerini, modern çağda bilim adamı almıştır. O artık ussallığın temsilcisidir. Ön yargılardan kaçınan, doğmatikliğe saplanmayan kişidir.” (H. Ünder)

 

“Modernizmde bilim bilgisinin kültür ve gelenekten bağımsız, öznellikten arınmış olduğuna inanılır. Bu bilgi kişiden kişiye, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişmez. Nesnel ve evrenseldir. Kültürler ve özneler üstüdür”.

 

“Teknik ve iktisadî ilerleme, toplumsal, siyasal, fikrî ve ahlakî ilerlemenin çekici gücüdür. Modernlik için büyülü kelime ilerlemedir. Bu ideoloji böyle bir denklem içinde algıladığı ilerlemeyi, bir tarih kanunu olarak görür. İlerleme bizi arkaik geçmişimizden koparıp mutlu yarınlara taşıyan bir tarihî/doğal güçtür. Bu ilerleme fikrine göre, değerler ve benzeri öznelliklerden nesnel olguları bütünüyle ayırmak gerekir. İlerleme fikrinin ilahları etkenlik ve verimliliktir. Değerler ve hisler, insanların ayaklarının yere basmasını, akılcı davranmalarını engeller. İnsanları öznellik dünyasına hapsederler. İlerleme ise insanları öznellikler dünyasında oyalanmaktan kurtarıp, onların somut dünyanın nesnel sorunları içine girmelerini sağlar”.

 

“İlerleme ideolojisi, ekonomiye, tekniklere, insanî değer yargılarından bağımsız, nesnel, düz bir çizgi izleyerek yükselen bir içerik atfediyordu. Oysa ne bilim, ne teknik, ne de ekonomi bütünüyle gayri insanî düzeyde deviniyorlardı. Bilim, teknik ve ekonominin üzerinde yer aldığı varsayılan bu soğuk ve sözde nesnel düzey, ilerleme ideolojisinin can damarıydı. İlerleme ideolojisi bu düzeye arkasını vererek, iktisadi, bilimsel ve teknik tercihlerini topluma dayatabiliyordu”.

 

3.

 

Şimdi de modernliğe olan itirazları gözden geçirelim:

 

“İkinci modernlik(U.Bech, A.Giddens) kavramının temelinde, tüm rejimlerin insanî oldukları, insan aklının ise mükemmel olmadığı fikri yatıyor”.

 

“Her teknik atılımın bir insanî ve toplumsal ilerlemeye tekabül etmediği; bilim, teknik ve ekonominin başıboş bırakıldıklarında insanlığı felakete sürükleyeceklerinin kabul edilmesine dayanan bu ikinci modernlik, bir biçimde modern insanın insanlığını yeniden bulması demektir”.

 

“2. Dünya savaşından beri gerçekleşen değişimleri tanımlamak için postmodern terimi kullanılıyorsa da, bazı düşünürler modernizmin hâlâ sürdüğünü iddia etmekte, bazı yazarlar da, modernizmin ölümünün söz konusu tarihten çok daha önce gerçekleştiğini belirtmektedirler”.

 

“Modernizme bir tepki olarak ortaya çıkıp, 1950’lerden itibaren kendinden söz ettirmeye başlayan postmodernizm, 1980’lerin başlarında yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur”.

 

“Postmodern tartışmalar belli başlı üç farklı yaklaşımdan kaynaklanmaktadır (N. Kale):

 

1. Bu tip çözümlemeler çoklukla teknolojik gelişim değişkenini esas almışlardır. Sözgelimi Baudrillard’ın çözümlemelerinde teknolojik gelişme, toplumların geleceğini belirleyen ana değişkendir. Daniell Bell İdeolojilerin Sonu, kitabında  teknolojik gelişmelerden hareketle, yakın bir gelecekte sosyalizm, liberalizm gibi ideolojilerin anlam ve etkilerini yitireceğini; teknolojik gelişmeyi yakalayan toplumların benzer yapı ve kültürlere sahip olacağını vurgular.

 

2.Postmodernizm çözümlemelerine kaynaklık eden ikinci yaklaşımlar, kültürel ve sanatsal estetik alanında ortaya çıkmıştır.

 

3.Postmodernizm söyleminin üçüncü kaynağı, bilime ve bilgiye yaklaşımların radikal bir kritiği olmuştur.”

 

“Postmodernizmin, aydınlanma çağıyla gündeme oturan modernizme eleştirileri şu şekilde özetlenebilir(N.Kale):

 

“Aydınlanma çağı, bilime ve akla duyduğu sonsuz güven dolayısıyla, bilim aracılığla insanların her sorununu çözmeyi, adeta onlara yeryüzünde bir cennet kurmayı vaadetmiş; ama bir çok gelişmeye rağmen açlık, yoksulluk, savaş, baskılar gibi sorunlar aşılamamış, yani bilim her derde deva bir olgu haline gelememiştir. Bu da akla, bilime ve uygarlığa bir güvensizlik oluşturmuştur.”

 

“Postmodern görüşe göre, bugün insanın hiçbir konuda gerçeği en doğru şekliyle bildiğinden söz etmesi mümkün değildir. Örneğin, medya en doğruyu yansıttığını iddia ederken, aslında belli bir görüşün, grup veya kişinin bakış açısından gerçeği vermektedir.” (O. Menteşe)

 

“Postmodernizm tam olarak nedir?

 

Bazılarına göre bir dönemin adıdır. Aynı zamanda bir felsefenin, yeni bir düşüncenin, üslubun, yeni bir usculuğun, yeni bir söylemin adıdır. Sözgelimi bazı yazarlara göre 1943 yılı modernitenin bittiği sayılan tarihtir. Bu dönemde modernitenin ülküleri ihlal edilmiştir. Oysa, bilim, teknik, sanat, siyasal özgürlükler adına yapılan herşeyin ortak amacı insanın özgürleşmesidir.” (E. Batur)

 

“Kendini karşı modernlik olarak sunan postmodernizmin söylemini şöyle özetlemek mümkündür.” (N. Kale):

 

“Mutlak değerler anlayışı yerine, yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek; gerçeği olabildiğince yorumlamak; insanı ruh ve beden olarak bölen anlayışlarla hesaplaşmak; tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak”.

 

4.

 

“Modernizm veya modernite karşısında İslam” konusunu incelerken öncelikle Batının cins kafalarının arayışlarını ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışalım. Bir başka deyişle, Batının aydınlanmacıları, modernistleri, ikinci modernistleri ve postmodernistleri çileli uğraşları sırasında insanlığa ne sunmak istiyorlardı, onu görelim. Bu arada, Batılı cins kafaları arayışa iten asıl faktörün tahrif edilmiş İncil ve ona dayalı bir din olduğunu da bir kere daha tekrar edelim ve bunu hiç unutmayalım.

 

Batılı düşünürler, “aklını kimsenin kılavuzluğuna ve yardımına ihtiyaç duymadan kullanabilme kararlılığını ve yürekliliğini göstererek, kendi başına düşünebilen; hayatını bir vasiye/gözeticiye gerek duymadan yaşayabilen vicdanı hür bir insan” arıyor ve Immanuel Kant aradığı bu insan tipine “ergin insan” ismini veriyordu; bunu görmüştük.

 

Aydınmacılar ya da Batılı düşünürler ergin insan tipini aradıkları dönemlerde, bizde bu insan tipi var mıydı acaba? Ya da, bizim inancımız, kültürel yapımız ve tarihî geçmişimiz, kısacası bizim sosyal iklimimiz ergin insan tipinin yetişmesine imkan veriyor muydu?

 

Bilindiği gibi, insanın İslam’a giriş kapısı “kelime-i tevhid”dir ve bu tevhid kapısından içeri girenler olabildiğince hür olma hakkına sahiptirler. Bir başka ifadeyle İslam’a giriş kapısı olan kelime-i tevhid, aynı zamanda hürriyete giriş kapısıdır da. Ve müslüman olmakla kazandığı bu hürriyeti İslam insanının elinden ne din adamı, ne de bir başkası kesinlikle alamaz. Çünkü, İslam’ın ana kitabına göre insan öylesine hürdür ki, “nankör ve şükredici olma” konusunda bile Allah (cc) tarafından serbest bırakılmıştır. Hem de Allah’ın (cc) bizzat kendisine karşıdır bu nankör olma hürriyeti. Yine bu bağlamda Allah (cc) insanların kurtuluşu için gönderdiği Peygamberini defalarca uyarır, “insanları doğru yola getirme gücünün sadece kendisinde olduğu” ve bu gücü kullanmadığı; eğer kullansaydı “insanların tek bir millet olacağı” konusunda. Kullanmaz, çünkü Allah(cc) insanı hür kılmıştır ve onu yeryüzünde kendisine halife olarak seçmiştr. Hilafetin ilk şartıdır hürriyet. Bu nedenle köleden, yani hürriyeti elinden alınmış olandan, yani bir başkasının iradesine tâbi olanlardan zaten halife olamaz.

 

Bunun içindir dinde, yani Allah’ın(cc) koyduğu kurallara uyma hususunda kesinlikle bir zorlamanın bahis konusu olmayışı ve insanların bu hususta tamamen serbest bırakılışı.

 

Bunun içindir peygamberlerin görevlerinin sadece uyarmaktan ibaret oluşu.

 

Bunun içindir İslam’da, Allah(cc) ile kul arasına giren, “din adamları” diye bir sınıfın var olmayışı.

 

Bunun içindir, Kur’an’a göre oluşmuş İslam toplumlarında, din adamının yerine bilim adamının, dinin yerine bilimin konmasına gerek olmayışı.

 

Çünkü İslam insanı, Immanuel Kant’ın isimlendirmesiyle, kelimenin tam anlamıyla ergindir ve Kur’an insana bu erginliğini koruması için sürekli olarak uyarılarda bulunur. Öyle ya, ergin insanın özelliği değil miydi, kimsenin klavuzluğuna ihtiyaç duymadan aklını kullanması ve Kur’an sürekli olarak insanı ikaz etmez mi aklını kullanması, tefekkür etmesi, tezekkür etmesi ve ibret alması konusunda. O halde, insanı aklını kullanması için bu denli uyaran ve teşvik eden bir din ve bu dinin değerleri, aklını kullanan ve düşünen insanlar tarafından reddedilemezdi.

 

Fakat, Batının cins kafaları İncil’e, kiliseye, Hıristiyanlığa ve din adamlarına karşı çıkışlarında haklılardı. Çünkü bütün bu sayılanlar Batı insanını hürriyetlerinden ediyor ve onları, maddî değilse bile, manevî köleler haline getiriyordu.

 

Batının cins kafaları reddettikleri değerlerin yerine insan aklını koymakta da haklılardı. Çünkü, onların, reddettikleri bu değerlerin yerine koyacak başka bir şeyleri yoktu. Burada, Batının cins kafaları, reddettikleri bu değerlerin yerine acaba İslamî değerleri koyamazlar mıydı, sorusu akla gelecektir, ister istemez?

 

Öncelikle bunun bir nasip meselesi olduğunu ve Kur’anî ifadeyle, “Allah’ın dilediğini doğru yola ileteceğini” kaydedelim. Öte yandan bunun olamayacağını da aklen şu şekilde ortaya koyalım:

 

Batının cins kafaları aydınlanma çağını yaşarlarken, Hıristiyan dünyası İslam dünyası ile sürekli çatışma halinde olduğu gibi; Kur’an’dan uzaklaşan İslam toplumları, Batı toplumlarına örnek olmak bir yana, Batı toplumlarını örnek almaya başlamışlardı bile. Örnek alınan bir toplumun cins kafaları, kendilerinden örnek alan bir toplumun dinindeki güzellikleri ve kitabındaki ölmez doğruları nasıl olacak da göreceklerdi ki? Üstelik Kur’an’ın üzerine, Kur’an’dan kopmuş müslümanların gölgesi düşmüşken...

 

Ve ne yazık ki göremediler...

 

Batının cins kafaları nasipli olsalardı ve Kur’an’ın ölmez doğrularını görselerdi dünya başka bir dünya olurdu elbet. Fakat, Kur’an’dan nasipsiz olan Batının cins kafaları, aklın önderliğinde cennet gibi bir dünya düşlerlerken; geliştirdikleri teknikler ve ortaya koydukları rejimlerle insanlığı kan ve gözyaşına boğdular. Çünkü akıl tek başına bir şey değildi ve mutlaka bir nirengi noktasını esas almalıydı; bu nirengi noktası ise hiç şüphesiz “vahiy”di.

 

Nitekim ikinci modernistlere göre:

 

“Tüm rejimler insaniydi ve insan aklı ise mükemmel değildi”.

 

“Bu nedenle, her teknik atılım insanî ve toplumsal ilerlemeye tekabül etmediği gibi; bilim, teknik ve ekonomi başıboş bırakıldıklarında insanlığı felakete sürükleyeceklerdi”. Nitekim sürüklediler de...

 

Bu bakımdan, “ikinci modernlik, modern insanın insanlığını yeniden bulması” anlamına geliyordu.

 

Modernistlere, yani mutlak mânâda aklın önderliğini esas alan düşünürlere bir başka itirazın da postmodernistlerden geldiğini söylemiştik. Burada onların itirazlarını da kısaca tekrarlamak yararlı olacaktır kanısındayım.

 

Postmodernistlere göre:

 

“1943 yılı modernitenin  bittiği  tarihtir. 

 

Çünkü bu dönemde modernitenin  ülküleri  ihlal edilmiştir.” 

 

Oysa, “bilim, teknik, sanat, siyasal  özgürlükler  adına  yapılan  herşeyin  ortak amacı insanın özgürleşmesidir.” (E. Batur)

 

Beklenildiği gibi, modernizm insanı özgürleştirememiş, “Ortaçağda Tanrının, dinin kulluğunda olan insan, bu sefer de modern çağın yücelttiği olguların, otoritelerin kulluğuna soyunmuştur.”

 

Kilisenin tasallutundan, papazın tahakkümünden, İncil’e doldurulmuş hurafelerden ve teslis inancının saçmalığından kurtulmak amacıyla aklı kendisine rehber edinen ve akılla kavrayamadığı herşeyi reddeden Batı insanı, bu sefer de modern çağın yücelttiği değerlerin kulu oluyordu. Ne hazin değil mi?

 

Oysa, İslam’a göre insan hürdü ve kainat insan merkezliydi. Bu nedenle, din de, Kur’an da, peygamberler de insan içindi ve görevleri insanın huzurunu sağlamaktı.

 

Bunun için, İslam, insana huzur verecek; insanlığa barış ve kardeşlik getirecek hiçbir gelişmeye, hiçbir değişime, hiçbir ilerlemeye ve hiçbir yeniliğe karşı değildir. Çünkü kendisi eskimeyen, pörsümeyen ve tazeliğini her an koruyan bir yenidir; her haliyle son derece moderndir, çağlara ve çağlar ötesine uygundur, çağcıldır ve asridir..

 

Öyle ki, “5. yüzyılın son döneminde ortaya çıkan latince modernus terimi, (nasıl) puta tapma karşısında yükselen Hıristiyanlık gerçeğini nitelemişse”; bu terimin niteleyeceği asıl gerçek, 7. yüzyılın başlarında ortaya çıkan, kısa zamanda insanları kölelikten ve putlara tapmaktan kurtararak, bir çöl coğrafyasında insanlığa göz kamaştırıcı huzur vahaları sunan İslam’dır.

 

Öyleyse nedir problem mi diyorsunuz?

 

“Oku” diyerek İslam’a davet edilen bir dinin mensuplarının ülkemizdeki yıl olarak okuma ortalaması 3.5 yıl, yılda kişi başına kitaba verdikleri para 0.5 dolar ve öğrenci başına harcanan para yılda 300 dolar olduğu halde; çoğunluğu üniversite mezunu olan, yılda kişi başına kitaba 200-300 dolar para veren ve öğrenci başına yılda 8-10 bin dolar harcayan Batılı ülke insanlarıyla nasıl olacak da modernlik yarışına girilecek ve insanlığa huzur getirecek olan yenilikler bizim insanımızın imzasıyla ortaya konulacak dersiniz?

 

Bu yenilikler bizim tarafımızdan ortaya konulamazsa; insanlığın günlük hayatında muhtaç olduğu, onun hayatını kolaylaştıran ve onu güçlü kılan bilgi, bu bilgiye dayalı teknoloji, bu teknolojiye dayalı eşya ve bu eşyaya dayalı hizmet bizim tarafımızdan, yani İslam insanı tarafından üretilemezse; bilgiyi, teknolojiyi, eşyayı ve hizmeti üreterek güçlü olanlar ve sürekli veren el konumunda bulunanlar; kısacası hayatın ve dünyanın galipleri ister istemez çoğu insanımız tarafından taklit edileceklerdir. Bu taklidin önüne ise ne vaazlarla, ne sohbetlerle, ne de cehennem muhabbetleriyle kesinlikle geçilemeyecektir. Bunu bilmek ve hiç mi hiç unutmamak durumundayız.

 

“İslam modernizmin neresine karşı?

 

Ya da, İslam toplumlarında modernizm olur mu?”

 

Sorularıyla uğraşmak yerine, insanlığın hayırlısı olabilmek için, insanlığın yararına ve hayrına, bilgi üreten bir toplum olmanın yollarını aramalı ve bulmalı değil miyiz?

 

Kaynak: Ilkadim dergisi, 09-2004

 

 

 

.