Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Sayılı günler… Sizden kim o günlerde hasta
veya yolcu olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de
gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun
için daha iyi olur. Oruç tutmanız sizin için daha iyidir. Eğer bilmiş
olsaydınız…” (Bakara
2/184))
Ayette geçen (و على الذين
يطيقونه = ve alellezîne yutîkûnehû) ifadesi “… onu
tutabilenlere...” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “... onu tutamayanlara...” şeklinde olumsuz
anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur. Şimdi olumlu anlam ile ortaya
çıkan hükümleri ve anlamı olumsuza çevirmenin sebep ve sonuçlarını görmeye çalışalım:
Bakara 184.teki (وعلى الذين
يطيقونه) ibaresine “..onu tutabilenlere..” şeklinde olumlu anlam verince, “onu”
zamiri ya bu âyette sözü edilen hasta ve yolcuların, tutamadıkları Ramazan
orucunu kaza etmeleri halini ya da 183. ayette yer alan orucu (الصيام es-sıyâm) gösterir.
184. âyette olan “onu” zamirinin 183.
âyetteki orucu gösterdiğini söyleyenlere göre yolcu ve hasta olmayıp oruç tutabilenler önceleri serbestti; isteyen
tutar, isteyen de tutmaz bir fakiri doyururdu. Sonra “Sizden
kim Ramazanı yaşarsa, o ayı oruçlu geçirsin...” (Bakara
2/185) âyeti geldi ve bu
hükmü nesh ederek ortadan kaldırdı[1]. Buna göre 184.
âyetin açılımı şöyle olur:
“Orucu sayılı günlerde tutun. Sizden kim
hasta veya yolcu olur da oruç tutamazsa, o günler sayısınca diğer günlerde
tutsun. Hasta veya yolcu olmayıp gücü
yerinde olanlar oruç tutmazlarsa onun yerine bir yoksulu doyuracak fidye vermeleri gerekir…”
Demek ki ilk zamanlar, hasta ve yolcular, tutamadıkları oruçları kaza
etmek zorunda oldukları halde oruç tutabilecek olanlar serbesttiler; isterlerse
oruç tutmaz, yerine bir yoksul doyuracak fidye verebilirlerdi. Bu bir çelişkidir, Allah’ın
kitabında çelişki olmaz. Bu iddia, bunun dışında üç
açıdan daha eleştirilebilir:
a- Âyetin metni muhayyerlik değil,
vücub ifade eder. وَعَلَى
الَّذِينَ
يُطِيقُونَهُ
فِدْيَةٌ
طَعَامُ
مِسْكِينٍ" =
ve alellezîne
yutîkûnehû fidyetün taâmu miskîn) Onu
tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye gerekir.”
cümlesi, mübteda ve haberden oluşan isim cümlesidir. Haber, ef’âl-i ammeden
olup hazfedilmiştir. İsim cümlesi sübut ve devam ifade eder. Çocuğun
emzirilmesi ile ilgili şu âyet de aynı yapıdadır: وَعلَى
الْمَوْلُودِ
لَهُ
رِزْقُهُنَّ
وَكِسْوَتُهُنَّ
بِالْمَعْرُوفِ = ve ale’l-mevlûdi lehû
rizquhunne ve kisvetuhunne bi’l-ma’rûf (Sütannenin) gıda ve giyeceğini temin; çocuk
kendi için doğurulmuş babanın görevidir.” (Bakara 2/233) Bu ve benzeri
âyetlere, vücub anlamı verilirken yalnızca yukarıdaki âyete muhayyerlik anlamı
verilmesinin bir gerekçesi yoktur.
b- Burada nesihten bahsedilemez. Çünkü nesh eden
âyet, ya önceki ile aynı hükmü ya da daha hafif bir hükmü içerir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: “Biz
bir âyeti nesh eder veya unutturursak, yerine ya daha hayırlısını, ya da
dengini getiririz.” (Bakara
2/106) Oruç tutabilenlere verildiği iddia edilen ruhsatın
kaldırılması, hükmün ağırlaştırılmasıdır. Böyle bir nesih olamaz. Nesih konusuyla ilgili olarak bu kitapta yer alan “Recm Cezasının Neshedilmesi” başlıklı
yazıya bakılabilir.
c- Üçüncü husus şudur: Âyette hasta ve yolcuların
tutamadıkları orucu kaza etmelerinden bahsediliyor. Zamirin en yakının
göstermesi esas olduğundan “… onu...” zamirinin bu âyetteki “oruç kazası”nı
değil de 183. âyetteki “orucu” göstermesi için bir karine gerekir. Okuduğumuz
yerlerde böyle bir karineden bahsedilmemektedir. Bize
göre Ramazan bayramında verilen fitre bunun karinesi olabilir. O zaman âyetin
anlamı şöyle olur: “Ramazan orucunu tutabilenlerin bir miskini doyuracak
fidye vermeleri gerekir.”
Fidye, kişinin İbadetteki
eksiğini gidermek için ödenmesi gereken bedeldir[2]. İkrime’nin İbn Abbâs’tan rivayetine
göre “Peygamberimiz
fitreyi, oruçlunun ağzından çıkabilecek olan boş ve çirkin sözler için bir
temizlik ve çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz
kılmıştır. Kim onu (bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur.
Kim de namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur[3].”
Abdullah b. Ömer demiştir ki; “Allah’ın Elçisi
sallallahu aleyhi ve sellem fıtır veya Ramazan sadakasını; erkeğe, kadına, hüre
ve köleye, hurmadan bir sa’ [4]
veya arpadan bir sa’ olarak farz kıldı. İnsanlar bunu yarım sa’ buğdayla denkleştirdi
[5].”
Oruç; kadın, erkek, hür ve köle her
müslümana farzdır. Hadisler, fitrenin de aynı şekilde farz olduğunu
açıklamıştır. Âyetteki “orucu tutabilenlere” ifadesi, bu hadis ile
örtüşmektedir.
“Onu
tutabilenlere..” âyetindeki “onu” zamirinin kaza
orucunu gösterdiğini söyleyenler, iki ayrı görüş ortaya koymuşlardır:
1- Hasta ve yolcular iki kısımdır. Bir kısmı oruca dayanamazlar; bunlar
daha sonra kaza orucu tutarlar. Bir kısmı da fazla sıkıntı çekmeden oruç tutabilirler. İşte âyet; bunların ikinci kısmını,
oruçla fidye arasında muhayyer bırakmıştır. Fahrettin Razi, bu görüşten
başkasına itibar edilemeyeceğini söyler[6].
Bize göre âyetin manası vücub ifade
ettiğinden ona dayanılarak muhayyerlik yorumu
yapılamaz.
Ebû Hayyân’a göre İmam Mâlik bu âyeti şöyle yorumlamıştır: Ramazan ayı
gelene kadar, tutma gücü olduğu halde önceki Ramazandan kalma kaza orucunu
tutmayana fidye gerekir[7].Bu görüşü kabul
etmek için delil gerekir. Bize ulaşan böyle bir delil yoktur.
2- Hasta ve yolcu olduğu için oruç tutamayanların, kaza ile birlikte fidye vermeleri gerekir[8]. Bu yorumu
aktaran Ebûbekr el-Cessâs (ö. 370 h.), kime ait olduğundan ve
gerekçelerinden bahsetmemiştir.
Bize göre
bu yorumun delili vardır. Çünkü Arapça’da
zamir en yakınını gösterir; uzağı için karine gerekir. Burada zamire en yakın
kavram “diğer günlerde oruç tutma” yani kaza kavramıdır. Tutamadığı Ramazan orucunu, daha sonra tutabilen
hasta veya yolcuya fidye yükü yüklenmesi, Kur’ân’ın fidyeye verdiği anlama da uygundur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Hac ve umreyi Allah için eksiksiz yapın. Engellenirseniz,
kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban,
yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hasta olur veya
başında bir rahatsızlık bulunur (tıraş olursa ona) fidye olarak oruç,
sadaka veya kurban gerekir.” (Bakara 2/196)
Başını tıraş etmeden hac veya
umreyi tamamlamak esas olduğu için tıraş edenin bir eksiği olur. Âyet, eksiğin
fidye ile tamamlanmasını emretmiştir. Oruç âyetinde “Oruç tutmanız sizin için daha
iyidir” buyurulması sebebiyle hasta veya yolcu olup, Ramazanda oruç tutmayanın hayrında eksiklik olacağı açıktır.
Orucu kaza edebilen fidye de verirse eksikliği giderilmiş olur. Orucu kaza etme fırsatı bulamamışsa yapacak bir şey yoktur.
Çünkü Allah kimseye gücünün yetmeyeceği bir yük yüklemez.
Bu, aynı zamanda, özrü sebebiyle, saçı tıraş etmenin veya orucu kazaya
bırakmanın önünde engel teşkil eder. Zor durumda olmayan o ruhsattan yararlanamaz.
Bakara 184.teki (وعلى الذين
يطيقونه) ibaresine olumsuz
anlam verenleri yanıltan (الطاقة = et-tâkâtu) kelimesine verilen yanlış anlamdır. (الطاقة) güç ve kuvvet
demektir. Kelime Türkçe’ye “takat” şeklinde geçmiştir.
Kur’ân’da şu duayı yapmamız tavsiye edilmiştir:
رَبَّنَا
وَلاَ
تُحَمِّلْنَا
مَا لاَ طَاقَةَ
لَنَا بِهِ
“Rabbimiz! Takat getiremediğimiz yükü bize
yükleme…” (Bakara 2/286) Yani “zorlanacağımız yükü bize yükleme”
demektir. Yoksa “gücümüzün yetmediğini yükleme” değildir[9]. Çünkü gücümüzün
yetmediği yükü yüklememe, zaten Allah’ın bir kanunudur. O şöyle buyurur: “Allah,
kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara
2/286)
Fakat Ragıb el-İsfahânî (الطاقة) kelimesine,
kendi söyledikleri ile de çelişen şöyle bir anlam vermiştir:
الطاقة: اسم
لمقدار ما
يمكن للإنسان
أن يفعله بمشقة
Yani “takat kişinin zorlanarak yapabileceği kadarına isim olmuştur[10].” Bu, takat
yetirememe halini gösterir. Buna göre oruca takati olanlar, oruç tutmakta
zorlanan kimselerdir. Oruca takati olmayanlar ise orucu kolayca tutan kimseler
olur. Çünkü iki olumsuzdan bir olumlu anlam çıkar. “Yok yok” demek “her şey
var” demektir. “Rabbimiz! Takat
getiremediğimiz yükü bize yükleme…” demek de;
“Rabbimiz! Bize zorlanacağımız yükler yükle”
demek olur. Bu, anlamı tersine çevirmedir. Bu sebeple takat kelimesine yukarıdaki anlamı
vermek yanlıştır. Çünkü oruca takati olan, zorlanmadan oruç tutabilen kimse
demektir.
Bize göre bu yanlış, ya el-İsfahânî’nin ya da onun
kitabını yazarak bize ulaştıran kişilerin bir hatasından kaynaklanmıştır.
Yukarıdaki cümlenin aslı şöyle olmalıdır:
الطاقة: اسم
لمقدار ما
يمكن للإنسان
أن يفعله بدون
مشقة
Yani “tâkat kişinin zorlanmadan yapabileceği kadarına isim
olmuştur.”
Cümleden “دون = dûn” kelimesi
düştüğü için anlam bu hale gelmiştir. Bunun böyle olduğu, bütünlüğün
bozulmasından da anlaşılmaktadır. Bundan hareketle,
(وعلى الذين
يطيقونه) ibaresine “.. zorlandığı taktirde oruç tutabilenlere..” anlamını verilmiştir.
Bu, oruç tutamama hali olacağından, bir kısmı da anlamı “oruç tutamayanlar”
diye değiştirmiştir. Türkiye Diyanet Vakfı’nın yayınladığı meâlin ilgili
bölümü şöyledir:
“… (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti
olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir…”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı “Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir”inde ise şu anlam
verilmiştir: “Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği
kadar fidye yeterlidir[11]” Bu tefsire
şöyle bir açıklama konmuştur:
“Orucu tutmakta
zorlananlar” şeklinde tercüme ettiğimiz kısımda geçen “yutîkûne” fiili gerek
dil bilimi gerekse kıraat şekilleri bakımından farklı manalara müsait olduğu
için bu kısmı “orucu tutabilecek durumda olanlar” şeklinde anlayanlar olmuştur.
Bu anlayışa göre başlangıçta müminler oruca alışıncaya kadar oruç tutabilecek
durumda olanların, isterlerse fidye vererek bu İbadeti yerine getirmemelerine
izin verilmiş, sonra bu izin kaldırılmış ve gücü yetenlerin orucu tutmaları
gerekli kılınmıştır.
Bizim tercüme
ettiğimiz şekil ve katıldığımız manaya göre ya bünyesi veya içinde bulunduğu
durum ve şartlar sebebiyle orucu zor tutan, oruç tutmakta zorlanan, devam
ettiği takdirde hasta olmaktan veya mecbur olduğu işini yapamamaktan korkan
kimseler oruç tutmak yerine her gün için bir fidye verebileceklerdir. Eski
zamanlarda yaşlılık yüzünden zayıf düşmüş kimselerle emzikli ve hamile kadınlar
“orucu tutmakta zorlananlar”a örnek olarak zikredilmiştir. Bunlardan yaşlıların
oruç yerine fidye vereceklerinde ittifak vardır. Diğer ikisine gelince mesela
Şafiî ve Mâlik’e göre bunlar da
fidye verirler, sonra da mazeretleri ortadan kalkınca kaza ederler. Hanefîler’e
göre bu ikisi fidye vermezler, sonradan tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.
Günümüzde
dökümcü, maden, beton veya yol işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışan
kimselerin de “orucu tutmakta zorlananlar” sınıfına dahil edileceği hükmü
birçok fıkıhçı tarafından benimsenmiştir. Bunlar da zarar gördükleri takdirde
oruç tutmak yerine fidye verebileceklerdir.[12]”
(و
على الذين
يطيقونه) ibaresinin
anlamı “..onu tutabilenlere..” olduğundan yukarıdaki anlam ve yorumlar yanlıştır.
Bunların, daha önce yapılmış bir yanlış dışında dayanakları da yoktur. Hasta ve
yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle
buyurulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara
2/185) Demek ki bunlar,
oruç tutmakta zorlanan kimselerdir. Bunlara oruçlarını kaza etmeleri
emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır
işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine
hükmetmek tam bir çelişki olur.
Bunlar, bir alimin yaptığı hatanın, sonrakiler tarafından hangi
boyutlara taşındığının güzel bir örneğidir.
[1]
Ebû Hayyân Muhammed b. Yusuf el-
Endelüsî el-Gırnâtî, (654 – 754 h.) el-Bahru’l-muhît fî’t-tefsîr, Beyrut
1412/1992, c. II, s. 189.
[2] Müfredat
فدي mad. (وما
يقي به
الإنسان نفسه
من مال يبذله
في عبادة قصر
فيها يقال له:
فدية، ككفارة
اليمين)
[3] Ebû Davûd, Zekat 18.
[4]
Sa’ 3920 gr. Ağırlığında bir ölçü birimidir.
[5]
Buharî, Zekat 77.
[6]
Fahru’d-Din er-Râzî, (öl. 606 h.) et-Tefsîru’l-kebîr, Lübnan 1420/1999, Bakara
184’ün tefsiri.
[7]
Ebû Hayyân, el- Bahru’l-muhît fî’t-tefsîr, Bakara 184’ün tefsiri.
[8]
Ebubekr Ahmed b. Ali er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, öl. 370 h. İstanbul
1335, c. I, s. 176.
[9]
Müfredât (الطوق)
mad; Firuzabadî, Besâir, c. III, s. 524, 525.
[10]
Müfredât (الطوق) mad.
[11] Hayrettin
Karaman, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’ân Yolu
Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2004, c.
1, s. 179.
[12]
Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. 1, s. 181-182.