Kur’ân’da
meşiet. (المشيئة) ve irade. (الإرادة) kökünden türemiş kelimeler geçer. Bunlar
arasında anlam farkı vardır. İrade bir şeyi istemek, meşiet ise isteyip
yapmaktır. Meşiet. , Allah için kullanılırsa bir şeyi isteyip
var etmesi anlamına gelir[1]. İnsanın meşieti için şartlar uygun
olmalıdır. Uygun şartları yaratacak olan Allah’tır. Bu sebeple hadiste, (ما شاء
الله كان وما
لم يشأ لم يكن) “Bir şey, Allah’ın meşieti
varsa olur, yoksa olmaz[2]” buyrulmuştur. İrade (الإرادة) sadece, isteme anlamında
olduğu için gerçekleşmeyebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah sizin tevbe ederek affa uğramanızı irade eder;
şehvetlerinin peşinde olanlar ise büyük bir yamuklukla yamulmanızı irade
ederler.” (Nisa
4/27)
Allah’ın iradesi “ol (كن = kün” emri ile gerçekleşir. Bu, iradenin meşiete
dönüşmesidir. Bir ayet şöyledir: “Bir şeyi irade ettiği zaman onun yaptığı "ol" demekten
ibarettir; hemen oluverir.” (Yasin 36/82) Bu sebeple Allah’ın
iradesi tekvînî (الإرادة التكوينية)
ve teşriî irade (الإرادة
التشريعية) olmak
üzere ikiye ayrılır. Tekvînî irade “ol” emri ile ortaya çıkar. Her şey bu şekilde
yaratılır. Teşriî iradede “ol” emri yoktur. Allah insanların Müslüman olmasını
ister ama kimseyi buna zorlamaz. Yani bu konuda iradesi vardır ama
meşieti yoktur. Yoksa herkes, zorunlu olarak Müslüman olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
أَفَلَمْ
يَيْأَسِ
الَّذِينَ
آمَنُواْ أَن
لَّوْ يَشَاء
اللّهُ
لَهَدَى
النَّاسَ جَمِيعًا
“İmân edenler; “Allah’ın meşieti olsa da
bütün insanları yola getirse” diye hâlâ ümit mi besliyorlar?” (Ra’d 13/31)
Kişinin
yola gelme iradesi meşiete dönüşünce Allah onu kabul eder. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
وَلَوْ
شَاء اللّهُ
لَجَعَلَكُمْ
أُمَّةً وَاحِدَةً
وَلكِن
يُضِلُّ مَن يَشَاء
وَيَهْدِي
مَن يَشَاء
وَلَتُسْأَلُنَّ
عَمَّا
كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Allah’ın meşieti olsaydı sizi bir tek ümmet
yapardı. Ama o, sapma meşietinde olanı sapıklıkta bırakır, yola gelme
meşietinde olanı da yola getirir. Yapmış olduğunuz şeyler size elbette
sorulacaktır.” (Nahl 16/93)
Sonuç
olarak Allah’ın meşieti olmadan hiçbir şey olmaz. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: “Hiç
bir şey için «ben bunu yarın yaparım» deme; Allahın meşieti olursa yaparım de[3].” (Kehf
18/23–24)
Zamanla meşiet ve irade kavramları arasındaki fark kaybolmuştur.
Mesela Ehl-i sünnet’in iki büyük
kolu olan Maturidî ve Eş’ârî mezhepleri,
görüşlerini bu farkın kaybolduğu bir temel üzerine kurmuşlardır. Nuruddin es-Sabûnî (öl. 580 h./1184 m.) bu konuda şöyle der:
و لا
فرق بين
المشيئة و
الإرادة عند
أهل السنة
“Ehl-i Sünnet’e göre meşiet ile irade arasında fark
yoktur[4].”
Bu anlayış insanları kaderciliğe sürüklemiş ve
birçok âyetin yanlış yorumlanmasına yol açmıştır. Kur’ân’da geçen مَن
يَشَاء
(men yeşâ) ifadelerinin bundan gördüğü
zarar oldukça fazladır. “Yeşâ”nın faili “o” zamiridir. Zamir,
men’i gösterir sayılsa anlam “isteyen kişiyi” olur. Allah lafzını gösterir
sayılsa “Allah’ın istediği kişiyi” şeklinde olur. Bunlardan hangisinin
fail olacağı, karinelere göre belirlenir. Sonradan ortaya çıkan gelişmelerin
etkisiyle tefsir ve meallerin çoğu,
karinelere bakmadan faili, Allah olarak kabul etmiş ve aşağıda görüleceği gibi
birçok âyetin eksik veya yanlış
anlaşılmasına yol açmıştır. Hâlbuki bazı ayetlerde fail
yalnızca مَن (men), bazılarında yalnızca
Allah lafzı, bazılarında da her ikisidir.
21.1. Failin
Yalnızca Men
Olması
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا
أَرْسَلْنَا مِن
رَّسُولٍ
إِلاَّ
بِلِسَانِ
قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ
لَهُمْ
فَيُضِلُّ
اللّهُ مَن
يَشَاء
وَيَهْدِي
مَن يَشَاء
وَهُوَ الْعَزِيزُ
الْحَكِيمُ
“Biz,
her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın.
Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir. Güçlü
olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)
Tefsir ve meallerin çoğunda âyete şu şekilde anlam
verilmiştir:
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik
ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah, dilediğini saptırır, dilediğini
de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”
Ayete bu şekilde anlam
verenler şunları düşünmeliydiler: Allah dilediğini
yola getirecek ve dilediğini saptıracaksa neden elçi gönderir? Bu durumda
elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız
bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılır mı? İçinde ciddi çelişkiler
olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?
Çelişkiler
“yeşâ”nın
faili olan “o” zamirinin Allah lafzını gösterir
sayılmasından kaynaklanmıştır. Hâlbuki burada zamir, yalnız “men= kim”i gösterir.
Uzağında olan Allah lafzını göstermesi için karine gerekir. Burada böyle
bir karine yoktur. Üstelik konu ile ilgili âyetler, yola gelmeyi ve sapmayı
kişinin fiili olarak göstermektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
منِ
اهْتَدَى
فَإِنَّمَا
يَهْتَدي
لِنَفْسِهِ
وَمَن ضَلَّ
فَإِنَّمَا
يَضِلُّ عَلَيْهَا
وَلاَ تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ أُخْرَى
وَمَا كُنَّا
مُعَذِّبِينَ
حَتَّى
نَبْعَثَ رَسُولاً
“Kim yola gelirse, kendi için gelmiş olur;
kim yoldan çıkarsa, kendi aleyhine çıkmış olur. Kimse kimsenin yükünü
yüklenmez. Bir elçi gönderinceye kadar da azap etmeyiz.” (İsrâ
17/15)
قُلْ يَا
أَيُّهَا
النَّاسُ
قَدْ
جَاءكُمُ الْحَقُّ
مِن
رَّبِّكُمْ
فَمَنِ
اهْتَدَى فَإِنَّمَا
يَهْتَدِي
لِنَفْسِهِ
وَمَن ضَلَّ
فَإِنَّمَا
يَضِلُّ
عَلَيْهَا
وَمَا أَنَاْ
عَلَيْكُم
بِوَكِيلٍ
“De ki, ey insanlar! Size Rabbinizden bu gerçek geldi. Artık kim yola gelirse
kendi için gelmiş olur. Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkmış olur. Ben
sizin vekiliniz değilim.” (Yunus 10/108)
وَقُلِ
الْحَقُّ مِن
رَّبِّكُمْ
فَمَن شَاء
فَلْيُؤْمِن
وَمَن شَاء
فَلْيَكْفُرْ
“De ki; bu gerçek sizin Rabbinizdendir;
isteyen inansın, isteyen kâfir olsun…” (Kehf
18/29)
وَيَقُولُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَوْلَا أُنْزِلَ
عَلَيْهِ
ءَايَةٌ مِنْ
رَبِّهِ قُلْ
إِنَّ
اللَّهَ
يُضِلُّ مَنْ
يَشَاءُ وَيَهْدِي
إِلَيْهِ
مَنْ أَنَابَ
“Kâfir olanlar derler ki: Ona Rabbinden bir
mucize indirilmeli değil miydi? De ki: Allah dileyeni saptırır, kendisine
yöneleni de yola getirir.” (Ra’d
13/27)
شَرَعَ
لَكُمْ مِنَ
الدِّينِ مَا
وَصَّى بِهِ
نُوحًا
وَالَّذِي
أَوْحَيْنَا
إِلَيْكَ
وَمَا
وَصَّيْنَا
بِهِ إِبْرَاهِيمَ
وَمُوسَى
وَعِيسَى
أَنْ أَقِيمُوا
الدِّينَ
وَلَا
تَتَفَرَّقُوا
فِيهِ كَبُرَ
عَلَى
الْمُشْرِكِينَ
مَا
تَدْعُوهُمْ
إِلَيْهِ
اللَّهُ
يَجْتَبِي
إِلَيْهِ مَنْ
يَشَاءُ
وَيَهْدِي
إِلَيْهِ
مَنْ يُنِيبُ
“Allah Nuh'a ne buyurmuşsa onu, sizin
için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini
ayakta tutun ve o konuda ayrı düşmeyin. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır
geldi. Allah isteyen kimseyi kendi tarafına alır ve doğruya yöneleni de kendine
yönlendirir.” (Şurâ 42/13)
Elimizdeki mealler içinde Muhammed ESED’in yaptığı doğrudur. Onun meali şöyledir:
“Biz
her elçiyi, mutlaka kendi halkının diliyle [vahyedilmiş bir mesajla] gönderdik
ki, [hakkı] onlara açık (ve dolaysız) bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan
sonra Allah [sapmayı] dileyeni sapıklık içinde bırakır, [doğru yolu tutmayı]
dileyeni de doğru yola yöneltir, çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en
yüce iktidar sahibi O'dur.” (İbrahim
14/4)
21.2. Failin Yalnızca Allah Lafzı
Olması
İçerisinde مَن
يَشَاء (men yeşâ) ifadesi geçen ayetlerden
bir kısmında “o” zamiri, yalnızca Allah lafzını gösterir. Çünkü men’i göstermesine
engel bulunur. Bunun örneği şu ayettir:
إِنَّ
اللّهَ لاَ
يَغْفِرُ أَن
يُشْرَكَ بِهِ
وَيَغْفِرُ
مَا دُونَ
ذَلِكَ لِمَن
يَشَاء
“Allah, kendine ortak koşulmasını
bağışlamaz; bunun dışındakini dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 4/48)
Ayette tevbe şartı yoktur. Öyleyse tevbe
edilmediği taktirde bağışlanmayacak tek günah şirktir. Bu konudaki kararı verecek olan yalnız Allah
olduğu için âyetteki yeşâ’nın faili Allah’tır. Yani ayetin anlamı “…bunun dışındakini
dileyen kimse için bağışlar.” şeklinde olamaz. Çünkü günahının bağışlanmasını
dileyen tevbe eder. Tevbe edenin bağışlanmayacak günahı yokur.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Rahmân’ın kulları Allah ile beraber bir
başka tanrı çağırmazlar, Allahın dokunulmaz kıldığı canı haklı bir sebep olmadan
öldürmezler. Zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur. Kıyâmet
günü onun azâbı katlanır ve alçaltılmış bir şekilde ebedi olarak azap içinde
kalır. Ama tevbe eder, inanır ve iyi iş yaparsa başka; Allah bu gibilerin
kötülüklerini iyilikle değiştirir. Allah bağışlar, ikramı boldur. Kim tevbe eder,
iyi iş yaparsa o Allah’a tevbesi onanmış olarak döner. ” (Furkan 25/68-71)
Kur’ân’daki مَن
يَشَاء ifadelerinin büyük bir bölümünde “yeşâ”nın faili olan “o” zamirinin,
hem Allah lafzını,
hem de men’i gösterebileceğinin karineleri vardır. Şu âyet buna örnektir:
إِنَّ
رَبَّكَ
يَبْسُطُ
الرِّزْقَ
لِمَنْ يَشَاءُ
وَيَقْدِرُ
إِنَّهُ
كَانَ بِعِبَادِهِ
خَبِيرًا
بَصِيرًا
Zamir,
Allah lafzını gösterir sayılırsa rızkı verenin Allah olduğu anlaşılır. Bu takdirde
âyetin anlamı şöyle olur.
“Senin
Rabbin rızkı, istediğine bol, istediğine ölçülü verir…”
Birçok âyet bu
anlamı destekler. Onlardan biri şöyledir:
قُلْ
مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ
السَّمَاء
وَالأَرْضِ
أَمَّن يَمْلِكُ
السَّمْعَ
والأَبْصَارَ
وَمَن يُخْرِجُ الْحَيَّ
مِنَ
الْمَيِّتِ
وَيُخْرِجُ
الْمَيَّتَ
مِنَ
الْحَيِّ
وَمَن
يُدَبِّرُ الأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ
اللّهُ
فَقُلْ
أَفَلاَ تَتَّقُونَ
“Desen
ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi
kim? Kimdir, diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip
çeviren kim? Onlar: “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; öyleyse hiç sakınmaz
mısınız?” (Yunus 10/31)
Âyettekiمَن
يَشَاء ifadesinde
yeşâ’nın faili olan o zamiri, مَن (men) lafzını gösterir
sayılırsa rızık elde etmek için istekli ve donanımlı olmanın şart olduğu
anlaşılır. Bu
durumda âyetin anlamı şöyle olur.
“Senin Rabbin rızkı, isteyen ve gücü yeten
için yayar…” (İsrâ 17/30)
Birçok âyet bu anlamı destekler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَقَدَّرَ
فِيهَا
أَقْوَاتَهَا
فِي أَرْبَعَةِ
أَيَّامٍ
سَوَاءً
لِلسَّائِلِينَ
“Allah yeryüzünde yiyecekleri, dört günde,
araştıranlar için eşit olarak belirlemiştir. ” (Fussilet
41/10)
مَنْ
كَانَ
يُرِيدُ
الْحَيَاةَ
الدُّنْيَا
وَزِينَتَهَا
نُوَفِّ
إِلَيْهِمْ
أَعْمَالَهُمْ
فِيهَا
وَهُمْ
فِيهَا لَا
يُبْخَسُونَ
“Kim, bu
hayatı ve onun süsünü isterse, onlara burada işlerinin karşılığını tam olarak
veririz; hiçbir zarara uğratılmazlar.” (Hûd 11/15)
Sabırlı olan fazlasını hak ederler. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
قُلْ يَا
عِبَادِ
الَّذِينَ آمَنُوا
اتَّقُوا
رَبَّكُمْ
لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا
فِي هَذِهِ
الدُّنْيَا
حَسَنَةٌ وَأَرْضُ
اللَّهِ
وَاسِعَةٌ
إِنَّمَا يُوَفَّى
الصَّابِرُونَ
أَجْرَهُم
بِغَيْرِ حِسَابٍ
“İman eden kullarıma de ki: Rabbinizden
çekinin; bu dünyada iyi davranan iyilikle karşılanır. Allahın toprağı geniştir,
sadece sabır gösterenlere hesapsız karşılık verilecektir.” (Zümer 39/10)
Baştaki âyetin her iki anlamına
vurgu yapan çok sayıda âyet vardır. Onlardan bazıları
şunlardır:
فَمِنَ
النَّاسِ
مَنْ يَقُولُ
رَبَّنَا ءَاتِنَا
فِي
الدُّنْيَا
وَمَا لَهُ فِي
الْآخِرَةِ
مِنْ خَلَاقٍ
.َو مِنْهُمْ
مَنْ يَقُولُ
رَبَّنَا
ءَاتِنَا فِي
الدُّنْيَا
حَسَنَةً
وَفِي
الْآخِرَةِ
حَسَنَةً وَقِنَا
عَذَابَ
النَّار
.ِأُولَئِكَ
لَهُمْ
نَصِيبٌ
مِمَّا
كَسَبُوا
وَاللَّهُ
سَرِيعُ
الْحِسَابِ.
“Kimi
insanlar der ki: "Rabbimiz! İsteklerimizi bu dünyada ver!" Onun
Ahirette bir alacağı kalmaz. Kimi de; "Rabbimiz! Bu dünyada bize bir
güzellik ver, Ahirette de güzellik ver. Bizi o ateşin azabından koru!"
derler. Onlardan her birine kazandıklarından pay vardır. Allah hesabı çabuk görür.” (Bakara
2/200–202)
Her birinin payı
kazandıkları ile ilişkili olduğuna göre Allah’tan istekte bulunmak yetmez,
çalışmak da gerekir.
Sonuç olarak hiç kimse Allah’ın verdiğinden
fazlasını elde edemeyeceği için hem bütün gayretini göstermeli hem de Allah’ın
yardım ve desteğini almaya çalışmalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِنْ
هُوَ إِلَّا
ذِكْرٌ
لِّلْعَالَمِينَ .لِمَن
شَاء مِنكُمْ
أَن يَسْتَقِيمَ .وَمَا
تَشَاؤُونَ
إِلَّا أَن
يَشَاء
اللَّهُ
رَبُّ
الْعَالَمِينَ
“Kur’ân, âlemler için sadece bir
hatırlatmadır.
İçinizden doğru yaşama meşietinde olanlar
için.
Sizin
meşietiniz ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’ın meşieti ile gerçekleşir.”
(Tekvîr 81/27–29)
[1] er-Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, شيء ve صوب maddeleri.
[2] Ebû Davûd, Edeb 110.
[3] Bu ayetten dolayı
Müslümanlar, ilerisine yönelik bir sözü “inşaallah” demeden vermezler.
[4] Nuruddin es-Sabûnî , el-Bidâye fî usûl’id-dîn, Ankara 1995, s. 72. Eş’ârîlerin aynı mealde ibareleri için bkz. İbrahim b. Muhammed el-Beycûrî (öl. 1277 h./1860 m.), Şerhu cevhereti’t-tevhîd, Beyrut 1403/1983, s. 65.