46- KİTÂBU'L-MEZÂLİM VE'L-GASB
1- Zulümlerin Kısas Yapılması Babı
2-Yüce Allah'ın: "Haberiniz olsun ki, Allah'ın
la'neti zâlimlerin üzerindedir9* (hüd 18) Kavli Babı
6- Zâlimden İntikaam Almak Babı
7- Mazlumun Zâlimi Affetmesi Babı
9- Mazlumun Duasından Korkulması Ve Sakınılması Babı
11- Bâb: Mazlum, Zulmünden Doğan Hakkını Zâlime Halâl
Kıldığında, Artık O Hakka Dönme Yoktur
13- Bir Arâzî Parçasını Haksız Zabtedenin Günâhı Babı
14- Bâb: Bir İnsan Diğer İnsana Birşey Hakkında İzin
Verdiğinde, 0 Şey Caiz Olur
15- Yüce Allah'ın "Hâlbuki O Düşmanların En "
(El-Bakara: 204 ) Kavli Bâbî
16- Batıllığı Bildiği Halde, Batıl Bir İş Hakkında
Çekişen Kimsenin Günâhı Babı
17- Çekiştiği Zaman Fâcirlik (Yalancılık, Fâsıklık Ve
Âsîlik) Yapan Kimsenin Günâhı Babı
19- Sakîfeler (Yânî Sofalar) Hakkında Gelen Şeyler Babı
23- Kendileriyle Ezâ Duyulmadığı Takdirde Yollar,
Üzerinde Kuyular Kazmanın Hükmü Babı
26- Devesini Mescid Önündeki Taş Döşemelik Üzerine Yâhud
Mescidin Kapısına Bağlayan Kimse Babı
27- Bir Kavmin Çöplüğü Yanında Durma Ve İşeme(Nin Cevazı)
Babı
30- Sahibinin İzni Olmaksızın Birşeyi Açıktan Zorla Almak(Tan
Nehiy) Babı
31- Haçın Kırılması Ve Domuzun Öldürülmesi Babı
32- Bâb: İçinde Şarâb Bulunan Küpler Kırılır Mı?
33- Malı Önünde Döğüşen Kimse Babı
35- Bâb: Bir Şahıs Diğer Şahsa Âid Bir Duvarı Yıktığı
Zaman Onun Benzerini Bina Etsin
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Zulümler
ve Gasb Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
O zâlimlerin
yapacaklarından Allah'ı gafil zannetme fakın. O bunları ancak öyle bir gün için
geciktiriyor kU o gün gözler (şaşkınlıkla) belerip kalacaktır. Hepsi de
başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bile dönüp bakamayacak.
Kalblerinin içi ise (müdhiş korkularından dolayı akıldan) bomboştur. İnsanlara
o azabın kendilerine geleceği günün tehlikesini anlat ki (o gün)-zâlimler: Ey
Rabb'imiz, bizi yakın bir müddete kadar geciktir de Sen 'in da 'vetine icabet
edelim, peygamberlere tâbi' olalım diyecek(ler)dir. Hâlbuki daha evvel siz
(dünyâda) kendinize hiçbir zeval yoktur diye yemîn etmediniz miydi? Siz (Âd ve
Semûd kavimleri gibi) nefislerine zulmedenlerin diyarında da yerleştiniz. Onlara
neler yaptığımız sizin için apaçık meydana çıktı. Size (bu hususta) birçok
misâller de gösterdik. Hakîkat onlar (peygamberlere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı.Hâlbuki
onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında
onlara âid (nice nice) cezalar vardır. Öyle ise sakın Allah, peygamberlerine
olan va'dinden cayar sanma. Şübhesiz ki Allah mutlak gâlibdir, intikaam
sahibidir1''' (İbrahim; 42-47)
Âyetteki "Mukniî
ruûsihim'\ "Râfiî ruûsihim"; yânî "Başlarını yükselticiler"
demektir. "el-Mukniu" ve'l-Mukmihu" ikisi de bir ma'nâya, yânî
"Yükseltici" ma'nâsmadır.
Mücâhid: "Muhtıîn",
"Mudîmfn-nazar", yânî "Bakışı devam ettirenler" demektir.
"Muhtıîn", "Müsrifti",
yânî "Sür'at
ediciler" diye de tefsir edilir, demiştir.
Ve "Kalbleri
hevâdır", yânî bomboştur; akılları yoktur, demektir [2].
1-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den; Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Kıyamette
mü'minler cehennemden (yânî cehennem üzerine kurulmuş sırattan) kurtuldukları
zaman cennetle cehennem arasındaki köprüde habsolunurlar. Burada dünyâda
aralarında bulunan (ufak tefek) zulümlerden birbirine hakkını vererek
hesâblaşır-lar. (Bu küçük günâhlardan da) paklanıp arındıkları zaman bunların
cennete girmelerine izin verilir. Muhammed'in nefsi yedinde olan Allah 'a
yemîn ederim ki, o mü 'minlerden herhangi biri cennetteki meskenini dünyâda
yaşadığı meskeninden daha iyi bilir ve (kılavuzsuz) bulur" [3]
Ve Yûnus ibn Muhammed
şöyle dedi: Bize Şeybân, Katâde ibn Diâme'den tahdîs etti. O şöyle demiştir:
Bize Ebû'l-Mütevekkil tah-dîs etti [4].
2-.......Bana
Katâde, Safvân ibn Muhrız el-Mâzinî'den haber verdi. O şöyle demiştir: Ben bir
kerresinde Abdullah ibn Umer'in elinden tutup giderken birisi geldi de, İbn
Umer'
— Rasûhıllah'ın necve(
= yavaşça söz söylemek) hakkındaki beyanâtını nasıl işittin (bunu lütfen
bildirir misin)? dedi. İbnu Umer de şöyle dedi:
— Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Muhakkak Allah kıyamet günü mü'mini yaklaştırır ve onun
üstüne şefkat kanadını
ve koruma perdesini koyar da onu (mevkıf halkının gözünden) örter ve:
— (Ey kulum,
işlediğin) fulân günâhı biliyor musun? Fulân günâhı biliyor musun? diye sorar.
Mü'min de:
— Evet Rabb'im! diye
tâ bütün günâhlarını takrir ve i'tirâf ettiği ve içinde helak olduğuna kanâat
geldiği zaman Allah:
— (Ey kulum)
aleyhindeki bu günâhları dünyâda halktan gizledim. Bu gün de senin lehine
bunları mağfiret ediyorum! buyurur.
Ve mü'minin hasenat
defteri (sağından) kendisine verilir.
Kâfirlere, münafıklara
gelince (onlar için de peygamberlerden, meleklerden birçok) şâhidler: îşte
bunlar RabbHerine karşı (ortak uydurarak) yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun
ki, A ilah Jın la 'neti (o) zâlimlerin üzerine olsun derler" [5].
'Müslüman müslümâna
zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz".
3-.......Salime
de Abdullah ibn Umer (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyuTdu:
"Müslüman müsiümânın (dîn) kardeşidir. Müslüman müslümâna zulmetmez,
müslümân müslümânı (tehlikede ve musibette) terk de etmez. Her kim müslim
kardeşinin hacetinde bulunursa Allah da onun hacetini yerine getirir. Her kim
bir müslümândan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Allah da onun
kıyamet gününün kederlerinden bir kederini giderip ferahlatır. Her kim bir
müslümânı (dünyâdaki ayıbından) örterse, Allah da onu kıyamet gününde
örter" [6].
"Kardeşine zâlim
iken de, mazlum iken de yardım et**.
4-.......Humeyd
et-Tavîl, Enes ibn Mâlik'ten işitmiştir. Enes (R) şöyle diyordu: Rasûlullah
(S): "Sen kardeşine ister zâlim olsun, ister mazlum olsun; yardım et"
buyurdu.
5-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
— "(Ey mü'min,
sen mü'min) kardeşine zâlim iken de, mazlum iken de yardım et" buyurdu.
• Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Şu
mazlum olan kişiye yardım edebiliriz.Fa kat o zâlime nasıl yardım ederiz? diye
sordular.
Rasûlullah:
— "Zâlimin iki elinin üstünü tutarsın
(yânî onu zulümden men' edersin)" buyurdu [7].
6-.......el-Eş'as
ibn Suleym dedi ki: Ben Muâviye ibn Suveyd'den işittim; o şöyle dedi: Ben
el-Berâ ibnu Âzib(R)'den işittim; o: Peygamber (S) bize yedi şey emretti ve
yedi şeyden de nehyetti, deyip emrettiği şeyler olarak şunları zikretti:
*.Hastayı ziyaret etmek,2. Cenazeyi arkası sıra ta'kîb edip cenaze namazını
kılmak,3. Aksıran kimseye Elhamdu lillâhi derse ona karşı Yerhamukellâhu {=
Allah sana merhamet eylesin) demek, 4. Selâm almak,5. Zulmedilmişe yardım
etmek,6. Da'yetçinin hayırlı da'vetine icabet etmek,7. Verilen sözü, edilen
yemini reddetmeyip kabul etmek ve dönmemektir [8].
7-.......Ebû
Mûsâ (el-Eş'ârî -R)'dan (şöyle demiştir): Peygamber (S) "Mü'minin mü'mine
dayanışması, parçaları birbirine bağlayıp kuvvetlendiren bina gibidir"
buyurdu ve (bu dayanışmayı göstermek için) parmakları arasını birbirine
yaklaştırdı [9].
Çünkü zikri ulu olan
Allah'ın şu sözleri vardır: "Allah çirkin sözün alenen söylenmesini
sevmez. Zulme hA uğrayanlar başka. Allah her şeyi işitici, hakkıyle bilicidir"
(en-Nisa: 148) [10].
"O müzminler ki,
kendilerine tegallüb ve zulüm vâki' olduğu zaman elbirliğiyle yardımlaşıp
intikaam alırlar" (eş-Şûrâ: 39 ).
İbrâhîm en-Nahaî şöyle
demiştir:
Selef, müslümânlara
bir tecâvüz vukuunda müslümânlarin
mütecaviz bacjî tarafından zelîl kılınmalarını çirkin görürlerdi. Düşmanı
tepelemeye muktedir olunca da mazideki kötülüklerin hesabını sormayıp
affederlerdi [11].
Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavilleri vardır: "Eğer bir hayrı açıklar veya onu gizlerseniz, yâhua
fenalığı da affederseniz, şübhe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır; herşeye hakkıyle
kaadirdir" (en-Nisâ: 149)[12] "Kötülüğünün
karşılığı ona denk bir kötülükfbir misillemejdir. Fakat kim affeder, barışı
sağlarsa mükâfatı Allah'a âiddir. Şübhe yok ki, o Allah zâlimleri asla sevmez.
Kim kendine (yapılan) zulmün ardından her hâlde hakkını alırsa, artık bunlar
aleyhinde (mes'ûliyete) bir yol yoktur. O yol ancak insanlara zulmetmekte,
yeryüzünde haksız olarak tegallübe kalkmakta olanlara karşıdır. İşte bunlar;
bunların hakkı pek acıklı .. bir azâbdır. Bununla beraber kim sabreder,
(suçları) örterse (bağışlarsa), işte bu şübhesiz ve elbet azm olunacak işlerdendir. Allah kimi şaşırtırsa,
bundan sonra onun hiçbir koruyucusu yoktur. O zâlimleri göreceksin ki, onlar
azabı gördükleri zaman (dünyâya) geri
dönmeye bir yol var mı, diyeceklerdir" (eş-şûrâ: 40-44) [13]:
'Zulüm, kıyamet
gününde zulmetlerdir".
8-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S): "Zulüm, kıyamet gününde
zulmetlerdir" buyurdu [14].
9-.......İbn
Abbâs(R)'tan (şöyle demiştir): Peygamber (S) Muâz ibn Cebel'i (onuncu hicret
yılında) Yemen'e vâlî ve muallim olarak gönderdi ve:
— "Ey Muâz! (Âsî
olsa bile) mazlumun duasından sakın. Çünkü mazlumun duası ile Allah arasında
(icabeti men' edici) hiçbir engel yoktur" buyurdu [15].
10-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Üzerinde (bir
dîn) kardeşinin nefsineyâhud malına tecâvüzden doğmuş bir hakk bulunan kimse,
dînâr ve dirhem bulunmayacak (kıyamet güniın)den evvel, bugün dünyâda
mazlumdan o hakkı bağışlamasını istesin. (Halâllaşılmadığı takdirde) zâlimin
sâlih ameli bulunursa, ondan zâlimin zulmü mikdârı alınır (da mazluma verilir).
Eğer zâlimin haseneleri bulunmazsa, mazlumun seyyielerinden alınıp zâlim
üzerine yükletilir" [16].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: İsmâîl ibn Ebî Uveys: Mak-burî ancak kabirler tarafına inmiş olduğu
için bu isimle isimlendirildi, dedi.
Ebû Abdillah dedi ki:
Ve seneddeki Saîd el-Makburî (123), Leys oğulları'nın âzâdlısıdır. O Saîd ibnu
Ebî Saîd'dir. Ebû Saîd'in ismi ise Keysân'dır [17].
(Hakkın ma'lûm olması
yâhud cevaz veren indinde mechûl olması müsavidir.)
11-.......Âişe(R)'den:
"Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından (yatağını terketmesinden,
nafakasında ihmâl göstermesinden) yâ-hud (herhangi bir suretle kendisinden) yüz
çevirmesinden endîşe ederse, sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal
yoktur. Sulh daha hayırlıdır... " (en-Nisâ: 128).
Âişe dedi ki: Bir
adamın nikâhında bir kadın olur, adam o kadınla (kadının yaşlılığından veya
ahlâkının kötülüğünden dolayı) sohbeti çoğaltmak istemez, ondan ayrılmayı
ister hâldedir. Kadın adama: Ben sana zevcelik hakları hususundaki hakkımı
halâl ediyorum, beni boşamadan yatağımda beni terkedebilirsin, der. İşte bu âyet
bunun hakkında inmiştir [18].
12-.......
Sehl ibn Sa'd es-Sâidî(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah'a içilecek birşey
getirildi. Kendisi bundan (bir mikdâr) içti. Sağında bir genç vardı. Solunda
da yaşlılar bulunuyordu. Bu vaziyette
Rasûlullah (S) o
gence:
— "Ey genç! Kalan içeceği şu yaşlılara
vermeme bana izin verir
misin?" diye
sordu. Genç sahâbî:
— Hayır vallahi yâ
Rasûlallah! Senden gelen nasibimi hiçbir kimseye ihsan edemem, dedi.
Bu cevâb üzerine
Rasûlullah o içeceği gencin elinin içine kuvvetle koydu [20].
13-.......
Saîd ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Ben RasûluIlah(S)'dan işittim: "Kim
arzdan bir parça yeri haksız zabtederse (kıyamet gününde) yerin yedi katı
halka gibi onun boynuna geçirilir" buyuru-yordu [21].
14-.......Ebû
Seleme ibn Abdirrahmân ibn Avf, kendisiyle kavminden bâzı kimseler arasında
bir husûmet meydana geldiğini, bu husûmeti Âişe'ye arzettiğini, Âişe'nin de
ona şunları söylediğini tahdîs
edip söyledi:
— Yâ Ebâ Seleme,
yer(gasbetmek)den çekin. Çünkü Peygamber (S): "Kim başkasının arzından
bir karış mikdârı (bir yere) tecâvüz ederse, kıyamet gününde yedi kat yerden
(isabet eden toprak) o mütecaviz zâlimin boynuna halka gibi geçirilir"
buyurdu [22].
15-.......Bize
Abdullah ibnu'l-Mubârek tahdîs edip şöyle dedi:
Bize Mûsâ ibn Ukbe,
Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir:
Peygamber (S): "Kim haksız olarak (başkasına âid) yerden birşey gasbedip
alırsa, kıyamet gününde o gasbedilen arazî ile yedi kat yere batırılır"
buyurdu [23].
el-Firabrî dedi ki:
Ebû Ca'fer ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî: Bu İbn Umer
hadîsi, Abdullah ibnu'I-Mubârek'in Horasan'daki kitabında yoktu. Onu
İbnu'I-Mubârek Basra'da hadîs tâliblerine ve râvîlerine yazdırdı, demiştir [24].
16-.......Bize
Şu'be, Cebele'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir):
Biz Medîne' de bâzı
Iraklılar'la bulunuyorduk. O sırada bize bir kıtlık isabet etmişti. İbnu
Zubeyr de bize hurma yediriyordu. Biz hurma yediğimiz sırada yanımızdan İbnu
Umer geçerdi; (bâzı Iraklılar'ın açlık sebebiyle hurmayı ikişer ikişer yediğini
görürdü de) bize: "Ra-sûlullah (S) hurmayı bir lokmada çiftleyerek
yemekten nehiy buyurdu. Meğer ki sizden biriniz mü'min kardeşine öyle çift yemeye
izin vermiş ola" der idi [25].
17-.......Ebû
Mes'ûd(R)'dan (şöyle demiştir); Ensâr'dan Ebû Şuayb denilen bir adamın et
satıcısı bir hizmetçisi vardı. Ebû Şuayb, Peygamber'in yüzünde açlığı gördüğü
hâlde ona hitaben: "Benim için beş kişilik yemek yap. Belki ben beşin
beşincisi olarak Peygamber'i da'vet edeceğim" dedi. Akabinde Peygamber'i
da'vet etti. Sonra o da'vetlilere ev sahibinin da'vet etmediği bir adam takılıp
geldi. Peygamber da'vet evine gelince, Ebû Şuayb'a: "Bu zât bize tâbi'
olup geldi. Sen buna izin veriyor musun?" dedi. Ebû Şuayb: Evet (izin
veriyorum, buyursun), dedi [26].
18- Bize Ebû
Âsim, İbn Cureyc'den; o da İbn Ebî Muleyke'-den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti.
Peygamber (S): "Muhakkak ki erkeklerin Allah'a en sevimsizi, düşmanlıkta
gaddar bulunandır" buyurmuştur [28].
19-.......İbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Urve ibn Zubeyr haber verdi. Ona daÜmmü Seleme'nin kızı
Zeyneb; ona da Peygamber'in zevcesi olan annesi Ummü Seleme, Rasûlullah'tan
şöyle haber vermiştir: Ra-sûlullah, Ümmü Seleme odasının kapısı önünde şiddetli
bir kavga işitti de onlara doğru çıktı ve şöyle buyurdu: "Şübhesiz ben (de
sizin gibi) bir insanım. Zaman olur ki bana (sizden iki) hasım gelir de,
bâzınız (haksızken) bâzınızdan daha düzgün konuşmuş olabilir; ben de o düzgün
sözleri doğru sanarak onun lehine hükmedebilirim. Binâenaleyh kimin lehine bir
müslimin (veya gayrı müslimin) hakkı ile hükmet-timse, (bilsin ki) bu hakk
ateşten bir parçadır, İster onu alsın, ister bıraksın" [29].
20-.......
Abdullah ibn Amr(R)'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Dört huy her
kimde bulunursa (hâlis) münafık olur; yâ-hud bu dörtten bir huy bulunursa, onu
bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet mevcûd olur: Söz
söylediği zaman yalan söyler, va'd ettiğinde va'dinden döner, muahede
yaptığında yaptığı ahdi tutmaz, husûmet (ve murafaa) yaptığı zaman haktan
ayrılır" [30].
İbn Şîrîn de: Mazlum,
kendi malı kadar alır, demiş ve şu âyeti okumuştur:
"Eğer herhangi
bir ceza ile mukaabele edecek olursanız, ancak size uygulanan ukubetin
misillemesiyle ceza yapın (Sabr ederseniz, and olsun ki bu tahammül edenler için
elbet daha hayırlıdır)" (en-Nahi: 126) [32].
21-......
ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Urve tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe
ibnjlabîa'nın kızı Hind bir kerre Rasûlullah'ın huzuruna geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
Şübhesiz Ebû Sufyân çok sıkı, cimri bir kimsedir. Ona âid olan maldan ailemize
yedirmemde bana bir günâh olur mu? dedi.
Rasûlullah (S):
— "Ör/en bir ailenin yiyebileceği mikdâr
ile aile halkını yedirmende sana bir günâh yoktur" buyurdu [33].
22-.......Ukbe
ibn Âmir (R) şöyle demiştir: Biz bir kerre Peygamber'e:
— Sen bizi (seriyye
hâlinde gazaya) gönderiyorsun. Biz de (bazen) bir kavmin yurduna iniyoruz ki,
onlar bize misafirperverlik yapmıyorlar. Bu hususta ne re'y edersiniz? diye sorduk.
Rasûlullah (S):
— "Siz bir kavmin menziline inmek
istediniz de size misafire yakışacak şeyler emredilirse (yânî güzel kabul
gösterilirse) bu ikramı kabul ediniz. Şayet ikram yapmayıp çekinirlerse,
onlardan (yânî onların malından) misafir hakkını alınız'' buyurdu [34].
Peygamber (S) ve
sahâbîleri Benû Sâide sofasında oturdular [36].
23-.....İbn Abbâs şöyle haber vermiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle
dedi: Allah, Peygamberi'ni vefat ettirdiği zaman Ensâr, Benû Sâide sofasında
toplanmışlardı. Ben bunu işitince Ebû Bekr'e (Ebû Ubeyde'yi kasdederek):
— Bizimle (Ensâr
kardeşlerimizin yanma) gitseniz! dedim.
Akabinde üçümüz Benû
Sâide sofasmdaki Ensâr topluluğuna gittik [37]
Bir komşu, evinin
duvarına öbür kumşusunu bir ağaç (başı) koymaktan men' etmez" [38]
24- Bize
Abdullah ibnu Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'-dan; o da el-A'rac'dan; o da
Ebû Hureyre(R)'den olmak üzere tah-dîs etti. Rasûlullah (S): "Bir komşu,
(evinin) duvarına öbür komşusunu bir ağaç (başı) koymaktan men' edemez"
buyurmuştur.
(Bu hadîsi, Ebû
Hureyre yanındakilere rivayet edince, işitenler bunu uzak sayıp başlarını yere
doğru eğmişlerdi.)[39]
Sonra Ebû
Hureyre:
— Bana ne oluyor ki,
sizleri ben bu makaaleden, yâhud bu sünnetten yüz çeviriciler olarak
görüyorum! Vallahi ben evin duvarına konulacak hatıl başını sizin omuzlarınız
araşma korum emin olunuz, demeyi sürdürmüştür [40].
25-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Ben Ebû Talha'nın evinde bir içki meclisinde içki
dağıtıcılık yapıyordum. O gün onların şarâbı (hurma koruğu ve hurmadan yapılıp)
fadîh denilen içki idi. Derken Rasûlullah bir nidâcıya emretti, o da
"Haberiniz olsun ki şarâb haram kılınmıştır" diye nida ediyordu.
Enes dedi ki: Ebû Talha bana:..
— Çık, şarâbları dök! dedi. Ben çıkıp şarâbları
döktüm.
Enes dedi ki: Medine
sokaklarında su gibi şarâb aktı. Bu sırada topluluktan bâzısı:
— (Uhud günü) bir
topluluk karınlarında şarâb olduğu hâlde öldürüldüler (bunlar ne olacak)?
dediler.
Bunun üzerine Allah şu
âyetleri indirdi:
"îmân edip de
güzel amellerde bulunan kimseler, bundan sonra sakındıkları ve îmânlarında
sebat ile iyi iyi işlere devam ettikleri, sonra takvalarında ve îmânlarında
rusûh buldukları, sonra bu takva ile beraber her yaptığım güzel yapan ihsan
mertebesine erdikleri takdirde (haram kılınmazdan evvel) tattıklarında
üzerlerine bir suç yoktur. Allah güzel hareket edenleri sever" (ei-Miide:
93) [41].
Ve Aişe şöyle dedi:
Ebû Bekr (Mekke'de)
evinin önünü (taşla çevirip) bir mescid edinmişti. Orada açıktan namaz kılardı,
Kur'ân okurdu. Müşriklerin kadınları ve oğulları birbirlerini ite kaka
kalabalıkla onun yanına toplanıp, onu hayretle seyrederlerdi. Bu sırada
Peygamber (S) de Mekke'de idi (Henüz Medine'ye hicret etmemişti) [42].
26-....... Ebû Saîd
el-Hudrî(R)'den: Peygamber (S):
— "Yollar üzerinde oturmaktan
sakınınız" buyurdu.
Sahâbîler:
— Bizim için bundan
ayrılma yoktur. Çünkü yollar bizim meclislerimizdir, oturma yerlerimizdir;
oralarda biz işlerimizi konuşuruz, dediler (ve müsâade dilediler).
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Madem ki sizin için herhalde oturmak
zarureti vardır, o hâlde
yola hakkını
veriniz" buyurdu. Sahâbîler:
— Yolun hakkı nedir? dediler.
Rasûlullah:
— "(Haramdan) göz yummak, halka ezâ
vermekten çekinmek, selâm verenin selâmını almak, iyilikle emretmek, kötülükten
nehyetmektir" buyurdu [43].
27-.......Ebû
Salih es-Semmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: etBir adam bir yolda yürüdüğü sırada susuzluk kendisine
şiddetle bastı. Derken bir kuyu buldu. Hemen kuyuya indi ve suyundan içti.
Sonra çıktı. Orada bir köpek ile karşılaştı ki, hayvan susuzluktan dilini
çıkarıp soluyor\ yaş toprağı yiyordu. Bu yolcu adam (kendi kendine): Yemîn
olsun bana erişmiş olan susuzluğun benzeri bu köpeğe de erişmiştir, dedi ve
kuyuya indi, ayakkabısının içine su doldurdu, köpeği suladı. Bu amelinden
dolayı Allah bu kulunu övdü ve onu mağfiret eyledi".
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah,
hayvanlar(ı sulamak)da bize de ecir var mıdır? dediler.
Rasûlullah:
— "Her yaş ciğer sahibini sulamakta ecir
vardır1* buyurdu [44].
Ve Hem mâm ibn
Münebbih, Ebû Hureyre'den söyledi. Peygamber (S): "Yoldan eziyet verici
şeyi gidermen bir sadakadır" buyurmuştur [45].
28-.......Usâmeibn
Zeyd (R) şöyle dedi: Peygamber (S) bir defasında Medine'nin yüksek evlerinden
yüksek bir köşke baktı da sonra: "Sizler benim görmekte olduğum şeyleri
görüyor musunuz? Ben evlerinizin aralarına dökülen fitne ve felâket yerlerini,
şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle) görüyorum" buyurdu
[46].
29-.......İbnu
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Ebî Sevr, Abdullah ibn
Abbâs(R)'tan haber verdi. O şöyle demiştir: Allah'ın haklarında "Eğer her
ikiniz de Allah 'ö tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kaibleriniz
eğrildi..." (et-Tahrîm: 4) buyurduğu, Peygamber'in zevcelerinden ikisinin
kim olduğunu Umer'den sormaya hırslanır dururdum. Nihayet onun beraberinde hacc
yaptım. Dönerken yolun bir yerinde Umer saptı. Ben de deriden bir su kabı ile
onun beraberinde yoldan saptım. Umer halâya gitti, nihayet benim yanıma geldi.
Ben de ellerine o su kabından döktüm, o da ab-dest aldı. Ben:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Peygamber'in zevcelerinden o iki kadın kimdir ki, Allah onlar için
*'Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kaibleriniz
eğrildi..." buyurmuştur? diye sordum.
Umer bana:
— Hayret ederim sana
ey Abbâs oğlu! [47] (Onlar) Hafsa ile Âi-şe'dir,
dedi.
Sonra Umer hadîse
yönelip onu sevkederek şöyle dedi:
— Ben Ensâr'dan bir
komşum ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda (oturuyor) idim. Bu yurt
Medine'nin Avâlî denilen sem-tindedir. (Birşey öğrenmek ümidiyle) Peygamber'in
yanına nevbetle-şe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim
zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dâir (ne duyarsam) haberini komşuma
getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ve biz Kureyş topluluğu,
kadınlara galebe ediyorduk. Medine'ye Ensâr üzerine geldiğimizde bir de gördük
ki onlar, kadınları erkeklerine galebe eder bir kavim [48].
Derken bizim kadınlarımız, Ensâr kadınlarının edebinden almaya başladılar. Bir
gün ben karıma karşı bağırdım; o da bana ce-vâb verdi. Ben onun bana söz
döndürüp cevâb vermesinden hoşlanmadım; azarladım. Bunun üzerine o, şunları
söyledi:
— Benim sana karşı
mırıldanmamı niçin münâsib görmüyorsun? Vallahi Peygamber'in zevceleri bile
O'na karşı mırıldanıyorlar ve birisi o gün geceye kadar Peygamber'in yanma
uğramıyor! dedi.
Karımın bu sözleri
beni ürküttü. Ben:
— Onlardan kim bunu
yaparsa perîşân olur; büyük günâh işlemiş olur, dedim.
Sonra elbisemi üzerime
topladım, yânı giyindim ve Hafsa'nm yanına girdim. Ve ona:
— Ey Hafsa! Sizlerden
herhangi biriniz bütün gün tâ geceye kadar Allah Elçisi'ne dargınlık eder mi?
dedim.
O:
— Evet, dedi.
Ben:
— O kadın perîşân
olmuş ve zarar etmiştir. Herbiriniz kendine Allah'ın» Rasûlü'nün öfkesinden
dolayı öfke etmesinden emîıı mi bulunuyor? Bu yüzden helak olursunuz. Sen
Allah'ın Rasûlü'ne karşı çok istekte bulunma, O'na karşı herhangi birşey
hususunda söz döndürme yarışma girişme, O'na darıhp O'ndan ayrı durma. Bir
ihtiyâcın meydana çıkarsa O'nu benden iste.
Ve sakın arkadaşının, Rasûlullah'a senden daha güzel ve daha sevgili
olması da seni aldatmasın (Umer, Âişe'yi kasdediyor).
Ve biz o sırada:
"Gassânhlar bize (karşı) gaza etmek için atlarını nallatıyorlarmış"
diye havadis alıyorduk. Arkadaşım kendi nevbe-tinde Peygamber'in yanına indi ve
yatsı vaktinde döndü. Kapıma şiddetli bir vuruşla vurdu, ve:
— O uyuyor mu? dedi.
Ben korktum ve hemen
onun yanına çıktım. O:
— Büyük bir iş meydana
geldi, dedi.
Ben:
— Nedir o; Gassânîler
mi geldi? dedim.
— Hayır, fakat ondan
daha büyük ve daha uzun: Rasülullah (S) kadınlarım boşamış, dedi.
Umer dedi ki: Hafsa
isteğine ulaşmadı ve ziyana uğradı. Ben bunun yakında olacağım zannediyordum.
Elbisemi üzerime topladım ve Peygamber'le beraber sabah namazını kıldım.
Peygamber, birkaç basamakla çıkılır kendisine âid bir meşrubeye
("şerbetlik" denilen sekili bir hücreye) girdi ve orada yalnız kaldı.
Ben Hafsa'nm yanına
girdim, gördüm ki ağlıyor. Ben:
— Seni .ağlatan nedir?
Beri seni sakındırmış değil miydim? Ra-sûlullah sizleri boşadı mı? dedim.
Hafsa:
— Bilmiyorum. O, işte tâ şu meşrubede, dedi.
Bunun üzerine mescide
çıktım ve minberin yanına geldim. Gördüm ki, minber etrafında bir takım
kimseler var; bâzıları ağlıyorlar. Yanlarında biraz oturdum. Sonra vicdânımdaki
duygum bana galebe etti. Peygamber'in içinde bulunduğu o meşrubeye geldim. Ve
Pey-gamber'in siyah uşağına:
— Umer için izin iste!
dedim.
İçeriye girdi,
Peygamberce konuştu. Sonra çıktı ve:
— Seni Peygamber'e söyledim; birşey demedi,
dedi.
Oradan ayrıldım,
nihayet mescidde minberin yanındaki topluluğun beraberinde oturdum. Sonra yine
vicdanımda hissettiğim şey bana galebe etti. Uşağa geldim. O evvelki gibi
söyledi. Ben yine minberin yanındaki topluluğun beraberinde oturdum. Sonra
yine vicdanımda hissettiğim şey bana galebe etti. Tekrar uşağa geldim. Ve:
— Umer için izin iste! dedim.
Uşak bir öncekinin
benzerini söyledi. Ben de döndüm, giderken baktım, uşak beni çağırıyor:
— Rasûlullah sana izin verdi, dedi.
Bunun üzerine huzuruna
girdim. Baktım ki, Rasûlullah bir hasırın kumlan üzerine yan yatmış,
kendisiyle hasır arasında bir döşek yok, kumlar vücûdunun yan tarafında iz
yapmış; kendisi, içi hurma lîfi doldurulmuş deriden bir yastığa dayanmış idi.
Kendisine selâm verdi. Sonra ayakta dikelerek:
— Kadınlarını boşadın mı? dedim. Gözünü bana
doğru yükseltti de:
— "Hayır", dedi.
Sonra ben yine ayakta
dikelerek (Rasûlullah hoşnûdluğa dönüyor mu, yâhud O'nun kalbini hoş edecek
veya öfkesini sâkinleştire-cek bir söz söyleyeyim mi diye) bakmarak, şöyle
dedim:
— Yâ Rasûlallah! Eğer
beni düşünürsen, bilirsin ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara galebe ediyor
idik. Sonra bir kavim üzerine geldik ki, kadınları onlara galebe ediyorlar.
Umer bu sözü
söyleyince, Peygamber gülümsedi. Sonra ben şöyle dedim:
— Eğer beni düşünürsen
bilirsin. Ben Hafsa'nın yanma girdim de: Sakın arkadaşının Peygamber'e senden
daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın -Âişe'yi kasdediyor-, dedim.
Peygamber bir daha
gülümsedi. Ben O'nun gülümsediğini gördüğüm zaman hemen oturdum ve gözümü
kaldırıp evinin içine baktım. Vallahi evin içinde tabaklanmamış üç hayvan
derisinden başka gözü döndürecek hiçbir eşya görmedim. Bunun üzerine ben:
— (Yâ Rasûlallah!) Allah'a duâ et, ümmetine
genişlik versin.
Çünkü Farslar ve
Romahlar'a genişlik verilmiş ve onlara dünyâ ihsan olunmuş; hâlbuki onlar
Allah'a ibâdet etmiyorlar, dedim. Bunu söyleyince dayanmış iken doğruldu da:
— "Sen bir şekk içinde misin? Ey Hattâb
oğlu! Onlar hoşlukları dünyâ hayâtında peşin verilip geçiştirilen birer
kavimdir" buyurdu.
Ben de:
— Yâ Rasûlallah, benim
için istiğfar ediver, dedim.
İşte Peygamber Hafsa
Âişe'ye açıkladığı zaman [49] o
sözden dolayı ayrılıp inzivaya çekilmiş ve kadınlarına küsmüş olduğundan ötürü,
bir ay kadınların yanına girmeyeceğim, demişti. Bu zaman içinde Allah,
Peygamberi'ni azarladı (et-Tahrîm-. 1-4). Yirmidokuz gece geçince Rasûlullah,
Âişe'nin yanına girdi ve Âişe ile başladı. Âişe O'na:
— (Yâ Rasûlallah!) Sen
bizim yanımıza bir ay girmemeye yemîn etmiştin. Hâlbuki biz yirmidokuz(uncu)
gecenin sabahında olduk; ben bu geceleri hakkıyle sayıyorum, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "(Kendisinde
yemîn ettiğim) ay,yirmidokuzdur; işte bu ay da yirmidokuz oldu" buyurdu.
Âişe dedi ki:
Müteakiben muhayyer kılma âyeti (ei-Ahzâb: 28-29) indirildi. Peygamber ilk
kadın olarak benimle başladı ve şöyle dedi:
— "Ben sana bir emir anlatacağım. Cevâb hususunda
acele etmemenden dolayı sana bir serzeniş yoktur, tâ ki ebeveynine
dam-şasin".
Âişe dedi ki:
— Kat'î biliyorum ki,
ebeveynim bana senden ayrılmamı emretmezler.
Sonra Peygamber şöyle
dedi:
— "Allah şöyle buyurdu: Ey Peygamber!
Zevcelerine şunu söyle: Eğer siz dünyâ hayâtım ve onun zînetini istiyorsanız»
gelin size boşama bedellerini vereyim de, hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok
eğer Allahh ve Rasülü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki A
ilah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükâfat
hazırlamıştır" (el-Ahzâb: 28-29).
Ben de:
— Ay! Ben bunun
hakkında mı ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah'ı ve Rasûlü'nü ve âhiret
yurdunu isterim, dedim.
Sonra Rasûlullah,
bütün kadınlarını böyle muhayyer kıldı; onlar da hep Âişe'nin dediği gibi
söylediler [50].
30-.......Enes(R)'ten
(şöyle demiştir): Rasûlullah (S) kadınlarından bir ay ayrı kalmaya yemîn etti.
Ayağı da yarılmıştı. Bu sebeb-le kendisine âid yüksek bir odada oturdu.
Akabinde Umer geldi ve:
— Kadınlarını boşadın mı? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Hayır, lâkin ben kadınlardan bir ay
ayrı kalmaya yemin ettim" dedi.
Yirmidokuz gece orada
kaldı. Sonra o yüksek odadan aşağıya indi de kadınlarının yanına girdi [51].
31-.......Ebu'l-Mütevekkil
en-Nâcî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdiüah'a geldim, o şöyle dedi:
Peygamber (S) mescide girdi. Ben de deveyi taş döşemeliğin kenarına bağladımda
O'nun yanma girdim. Ve: Deven işte, dedim. Peygamber dışarı çıktı ve deveyi
döndürmeye, ona yaklaşmaya başladı. "Para da, deve de senindir"
buyurdu [52].
32-.......Huzeyfe
(ibnu'l-Yemân -R-): Yemîn olsun ben Rasûlullah'ı gördüm... dedi; yâhud da şöyle
dedi: Yemîn olsun Peygamber (S) - bir kerre Ensâr'dan- bir kavmin süprüntülüğüne
geldi ve ayakta işedi [53].
33-.......
Ebû Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bir
adam bir yolda yürüdüğü sırada bir diken dalı buldu ve onu yoldan aldı. Bundan
dolayı Allah o kulu övdü -yâhud bu amelini kabul etti- de onu mağfiret
eyledi" [54].
34-........
İbn Abbâs'ın himayesinde olan İkrime şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den
işittim; o: Arazî sâhibleri geniş ve işlek umûmî yol (mikdârı) hakkında ihtilâf
edip çekiştikleri zaman, Peygamber (S) yedi zira' olarak hükmetti, dedi [55].
Ve Ubâde ibnu's-Sâmit
(R): Biz Peygamber(S)'le yağmacılık yapmamaya bey'atlaştık, demiştir [56].
35-.......Ensâr'dan
Abdullah ibn Yezîd (R): Peygamber (S) cebren ve kahren kişinin malını
almaktan, (kulak, burun ve dudak kesmek gibi) çirkin ukubet ve ceza uygulamaktan
nehiy buyurdu, demiştir [57].
36-.......îbn
Şihâb, Ebû Bekr ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre'den. Ebû Hureyre (R)
şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Zinâkâr kişi zina ederken
(kâmil bir) mü'min olduğu hâlde zina edemez. îçki içen de içki içerken (kâmil
bir) mü'min olarak içki içemez. Hırsız da çalarken (kâmil bir) mü'min olarak
çalamaz. Halkın gözü önünde yağmacılık eden kimse de yağmacılık ettiği sırada
(kâmil bir) mü'min olarak çapulculuk edemez" [58].
(İbn Şihâb dedi ki:) Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile
Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân, Ebû Hureyre'den; o da Peygamber (S)'den olmak
üzere, bundan önceki Ebû Bekr hadîsinin benzerini tahdîs etti. Ancak bunda
"Çapulculuk" sözü yoktur.
el-Firabrî şöyle dedi:
Ben (müellifin kâğıdcısı olan) Ebû Ca'fer'in elyazısıyle şunu buldum: Ebû
Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: "Zina edici zina ederken bir mü'min olarak
zina etmez" sözünün tefsiri, îmânı kasdederek, ondan sökülüp koparılır
demektir [59].
37-.......
ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verip şöyle
dedi: Ebû Hureyre (R) Rasûlullah(S)'tan şöyle buyurduğunu işitti: "Meryem
oğlu îsâ sizin içinize, hükmünde âdil bir hâkim olarak inmedikçe, salibi
kırmadıkça, domuzu öldür-medikçe, cizye vergisini kaldırmadıkça ve mal hiçbir
kimse kabul etmeyecek derecede dolup taşıncaya kadar kıyamet kopmaz" [60].
Yâhud şarâb tulumları
yırtılır mı? Birisi bir put yâhud bir haç yâhud bir tanbûr yâhud tahtasıyle
faydalanılmayan birşey kırsa (hükmü nedir; tazmîn eder mi, yâhud caiz olur mu)?
[61]
Meşhur Kaadı Şurayh'a
kırılmış bir tanbûr da'vâsı getirildi de, Şurayh o hususta birşeyle hükmetmedi (yânî
kırıcısına bir borçla hükmetmedi) [62].
38-.......Seleme
ibnu'l-Ekva'(R)'dan (şöyle demiştir): Peygamber (S), Hayber gazvesinde
tutuşturulmuş bir takım ateşler gördü.
— "Bu ateşler ne
üzerine yakılıyor?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Evcil eşekler(in
etleri) üzerine, dediler.
Peygamber:
— "O etleri dökünüz,
kapları kırınız!" buyurdu.
Sahâbîler:
— Etleri döküp kapları
yıkasak olmaz mı? dediler.
Peygamber:
— "Kapları
yıkayınız!" buyurdu [63]
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: İsmâîl ibn Ebî Uveys, elifin nasbi ve nûn harfiyle "el-H
umuru'1-Enesiyye" şeklinde söyler idi [64].
39-......
Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Mekke'nin fethi günü Peygamber (S)
hareme girdi. Hâlbuki Ka'be'nin etrafında ibâdet için dikilmiş, (kurşunla
tutturulmuş) üçyüzaltmiş put vardı. Peygamber elindeki deynekle bunlara
dürtüyor ve: "Hakk geldi, bâtıl zeval buldu. Şübhesîz ki bâtıl dâim zeval
bulucudur" (ei-isrâ: 8i) âyetini okuyordu [65]
40-.....
Âişe(R)'den: Âişe kendisine âid olan bir masa veya raf üzerine, üstünde canlı
hayvan resimleri bulunan bir perde edinmişti. Peygamber (S) onu söküp yırttı.
Âişe de bu yırtık perdeden iki küçük topan yastık yaptı. Bu iki yastık evde
bulunurdu da Peygamber bunların üzerine oturur idi .
41-.......
Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle
buyuruyordu: "Malı(n\ muhafaza) uğrunda öldürülen kimse şehîddir" [66].
42-.......Enes(R)'ten
(şöyle demiştir): Bir hacı Peygamber kadınlarından bâzısının yanında
bulunuyordu.Bu sırada Mü'minlerin Anaları'ndan birisi bir hizmetçisi ile içi
yemek dolu bir çanak göndermişti. (Belki Âişe) bir eliyle çanağa vurdu ve
çanağı kırdı (Çanak kırılıp ikiye bölündü). Peygamber hemen iki parçayı
birleştirdi ve yemeği tekrar içine koycfu. Ve orada bulunanlara:
"V/ymiz/"buyurdu. Onlar yemeği bitirinceye kadar elçi olan
hizmetçiyi ve kırık çanağı alıkoydu. Sonra yerine sağlam bir çanak verdi de
kırık çanağı alıkoydu [67].
Ve İbnu Ebî Meryem
dedi ki: Bize Yahya ibn Eyyûb haber verip şöyle dedi: Bize Enes, Peygamber
(S)'den tahdîs etti [68].
43-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle anlattı: "İsrail oğullan
içinde Cureyc denilen (ruhban) bir adam vardı. Cureyc (bir kerre savmıasmda)
namaz kılarken annesi geldi ve onu çağırdı. Cureyc anasına cevâb vermekten
çekindi. Anama cevâb mı vereyim, yâhud namaza devam mı edeyim deyip tereddüd
etti. (Anası onu üç defa çağırdığı hâlde namaza devam etti.) Sonra anası ona
geldi ve:
— Yâ Allah! Bu oğluma
fahişe kadınların yüzlerini göstermedikçe onun canını alma! diye ilendi.
Cureyc savmıasmda
bulunduğu sırada bir kadın gelip, ben Cu-reyc'i muhakkak bir fitneye
düşüreceğim dedi ve kendini Cureyc'e arzetti ve onunla konuştu. Cureyc zina
teklifini kabul etmeyince, bu kızgın kadın bir çobana gitti ve kendini ona
teslim etti. Kadın bu cinsî temastan bir oğlan doğurdu. Kadın bu çocuğun
Cureyc'den olduğunu söyledi. Bunun üzerine halk Cureyc'e geldiler ve
savmıasını yıktılar, kendisini aşağıya indirdiler, sövdüler. Cureyc abdest alıp
namaz kıldı. Sonra çocuğun yanına geldi ve:
— Ey oğul, senin baban
kimdir? diye sordu.
Çocuk:
— Çobandır, diye cevâb verdi.
Bu garîb hâdiseyi
gören halk Cureyc'e:
— Senin savmıam altından yapacağız, dediler.
Cureyc:
— Hayır, ancak eskisi
gibi çamurdan yapınız, dedi [69]
[1] el-Mezâ!im, el-Mazlime'nm cem'idir, ikinci bâbdan
mîmli masdardır.
ez-Zuim, lügatte
cevr'dir, sının geçmektir. Şer'î ma'nâsı, bir şeyi lâyık olduğu yerden başka
bir yere koymaktır. Bâzıları zulmü "Başkasının mülkünde sahibinin izni
olmayarak tasarruftur" diye ta'rîf etmişlerdir.
el-Mazlirne, sahibinden
haksız olarak alman şeyin ismidir de denilmiştir ki, tazallüm edilen şeyden
İbarettir.
Müellif Basâir'de
demiştir ki, zulm maddesi zulmetten alınmıştır; bir şeyi kendi yerinden başka
yere koymak ma'nâsınadır. Yazılan bu koyuş' ya ziyâde ile, ya noksan ile, ya
vaktinden, ya mekânından sapmakla olur. Ve zulm üç türlü olur: Biri insan ile
Yüce Allah arasında olur. Bunun en büyüğü küfr, şirk ve nifaktır. İkincisi
zâlim ile insanlar arasında olur. Üçüncüsü zâlim ile kendi nefsi arasında olur.
Kaldı ki zulmün bu üç nev'i de hakikatte kişinin kendi kendisine
zulmetmesidir. Zâlim bir zulme giriştiğinde evvelâ kendi nefsine zulmetmiş
olur. Nitekim " jjjk .^JS\ yır ^3'j İB '?+&• Uj = Onlara Allah
zulmetmedi; fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı" (en-Nahl: 33)
âyeti bunu nuik
etmektedir (Kaamûs
Ter.)
eİ-Gasb; lügatte bir şeyi zulmen almaktır; alınan şey ister mal olsun,
ister başka bir hakka tecâvüz olsun. Şeriat ıstılahında ise "Gasb, kıymeti
hâiz olan muhterem bir malı sahibinin izni olmaksızın gizlice değil, açıktan
almaktır (Seyyid Şerîf, el-Ta'rîfât).
[2] Buradaki tefsirleri el-Feryâbî, Mücâhid'den tahrîc
etmiştir. Bu lûgatçilerin çoğunun tefsiridir. Hevâ lügatte yerle gök arasındaki
boşluğa denildiğine göre, o gün de zâlimlerin aşırı hayret ve dehşetten
akılları baş-^ lanndan gidip birşey
düşünmeyerek gönülleri bomboş kalacak demek oluyor. Bu tasvir, İsrafil'in sûru
üfürmesİ üzerine kabirlerinden kalkıp hesâb mevkiine gidişe âiddir. Bunun şu
âyetlerde de bir tasviri vardır:
"... O da'vet edicinin, görülmemiş, tanınmamış bir şeye da'vet
edeceği gün, gözleri zelîl ve hakîr olarak hepsi de çıvgın çekirgeler gibi
kabirlerden çıkacaklar, o da'vet ediciye (boyunlarını uzatıp) koşarak.
(İçlerinden) kâfir olanlar (şöyle) diyecekler; Bu çok sarp bir gün"
(el-Kamer-. 6-8).
[3] Buhârî bu hadîsi Rikaak Kitâbı'nda da getirmiştir.
Bâzı âlimler bu hadîsin zahirinden iki sırat olduğu görüşüne gitmişler; diğer
bâzıları da bunların ayrı ayrı iki köprü olmayıp biri diğerinin uzantısı olduğu
görüşüne gitmişlerdir.Yânî biri cehennem üzerindeki büyük sırat, diğeri de
cehennem ile cennet arasında, onun uzantısı olan sırat demişlerdir.
Hadîs metnindeki "
S^ıkî" lâfzı Kuşmeyhenî nüshasında dâd harfi İle zab-tedilmiştir.
et-Tekaadî, birbirine hakkını vererek hukûklaşmaktır. Cumhurun rivayeti ise
şeddeli sâd ile " öJ^\£İ "dir. Bu da birbiriyle hesâblaşirlar
demektir ki, Türkçe'de takas ta'bîr olunur. Bu takas muamelesi mü'minlerin
kendi aralarında bizzat ufak tefek hakları sevâb vermek, günâh almak suretiyle
takas ve mahsûb ederek küçük günâhlardan arınırlar demek oluyor ki, bu da
et-Tekaadî'mn İfâde ettiği ma'nâya delâlet etmektedir.
Demek ki cennete küçük
günâhlardan da arındıktan sonra girilecektir. Bunu te'yîd eden bir hadîs:
"Cennet ehlinden hiçbirinin üzerinde kul hakkı olduğu hâlde cennete
girmesi halâ! olmaz" (Buhârî, Tevhîd, Câbir'den).
[4] Bunu tbnu Mende Kitâbu'l-îmân'da senediyle rivayet
etmiştir. Buhârî'nin bu ta'Iîki sevketmekten maksadı, Katâde'nin
Ebû'l-MütevekkiPden tahdîsini açıkça belirtmek istemesidir (İbn Hacer, Aynî,
Kastallânî).
[5] Hadîsin başlığa uygunluğu son kısmıdır. Hadîs
başlıktaki âyeti açıklamaktadır. Âyetin tamâmı şöyledir:
"Allah'a karşı
yalan düzenden daha zâlim kimdir? Onlar Rabb'lerine ar-zedilecekler, şâhidler
de: îşte bunlar Rabb 'lerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Haberiniz
olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin tepesindedir" (Hûd: 18).
en-Necve, yavaşça söz
söylemeye denir ki, fısıldamak ta'bîr olunur.İbn Esir de en-Nihâye'dc: Necve
isimdir; masdar yerine kaaimdir. Kıyamet gününde Yüce Allah'ın mü'min kuluna
gizlice hitabıdır, demiştir.
Bu hadîste râvî Safvân'ın "İbnUmer'le ele ele yapışıp gittiğimiz
sırada birisi gelip de necveden sordu. O da şöyle rivayet etti"
şeklindeki durum beyânı ifâdesi, hadîsin târihî değeri bakımından çok
kıymetlidir. Hadîsçiler ve tarihçiler bu gibi beyânları vak'anın doğruluğu
lehine birer vesika kabul ederler.
[6] Hadîs, içtimaî yardımlaşmanın, güzel muaşeretin ve
güzel ahlâkın en mühim umdelerini öğretmektedir. "Veyuslimuhu" if'âl
babından muzârî sîgasıdır, silm ve selâmetini izâle etmez, yânî zâlimin
zulmünde bırakmaz demektir. Hadîs, haber suretinde bir nehiydir ve daha
belîğdir.
[7] Müslim'in Câbİr'den getirdiği rivayette "Yardım
edilen kişi zâlim ise, müslü-mân kardeş o zalimi zulmetmekten men' etsin. Bu da
zâlim için bir yardımdır" buyurulmuştur.
Bu kardeşlik, İslâm
kardeşliğidir; bunda hür, köle, baliğ ve mümeyyiz ortak olur. Başlıktaki vecîz
sözü ilk defa Cundeb ibn Anber esir düştüğü zaman kurtulmak ümidiyle Es'ad ibn
Zeyd için söylediği bir beytin bir mısra'mda soylemiştir:
{ (Ey kerim ve çok kazancı olan er kişi! İster zâlimyâhud mazlum olsun,
sen kardeşine yardım et) (Aynî, Kastallânî).
[8] Hadîsin başlığa delîl olan fıkrası "ZulmedİIene
yardım etmek" cümlesidir, Emredilen bu yedi şey, beşerî ve ictinıâî
faziletlerin en mühim umdelerindendir; bunlar güzel ahlâkın esâslarıdır.
Hadîsin bu rivayetinde
men' olunan diğer yedi şey zikredilmemİştir. Onları da Cenâiz Kitâbı'ndaki
rivayetten nakledelim:
"Gümüş kablardan, altın yüzükten, harîr, dîbâ, kasıyy, istebrak
(denilen ipekli kumaşlar) kullanmaktan da nehyetti". Bunların hepsinin
men'inden gaye, hayât ve maîşette israftan sakmıp i'tidâl ve tasarrufa riâyet
etmektir
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsından alınır. Çünkü
mü'mİn mü'mini sağ-lamlaştirdığı zaman, ona yardım etmiş olur. Peygamber,
mü'minler arasında gerçekleşmesi istenen dayanışmayı, bağlılığı ve netîceten
birliği, sağlamlığı kav-len sağlam bir bina ile misâllendirdiğİ gibi,
parmaklarını birbirine geçirerek fiilen de göstermiştir.
Mü'minler arasında ve bilhassa harb ve musibet zamanında bulunması istenen
birlik ve dayanışma, Kur'ân'da parçaları kurşunla birbirine kenetlenmiş bina
İle misâllendirilmiştir: "Şübhesiz ki Allah, kendi yolunda, birbirine
kenetlenmiş bir bina gibi saffîar bağlayarak çarpışanları sever"
(es-Saff: 4).
[10] Âyetler intikaam almanın meşruluğuna delil olarak
getirilmişlerdir, intişâr, in-tikaam, yânî ukubetle ceza uygulamaktır; öc aîmak
da ta'bîr olunur. Alî ibn Ebî Talha, İbn Abbâs'ın bu âyeti "Allah, bir
kimsenin başkasının ma'siyet ve . kötülüklerini aynen sayıp dökmesini sevmez,
meğer ki ondan zulüm görmüş^ rencide edilmiş ola" suretinde tefsir
ettiğini rivayet etmiştir. Beddua ile de tef-sîr edilmiştir.
Bu âyette ferdlerin hukukuna tecâvüz edildiğinde ferdin ferdden sözle
intikaam alabileceği bildirilmiştir.
[11] eş-Şûrâ: 39. âyeti bir topluluğun hukukuna tecâvüze
âiddir. Bu âyetteki siyâsî ve millî
yüksek hakikati İbrâhîm en-Nahaî, naklettiği tefsirde bildirmiştir. İbrâhîm'in
bu tefsirini Abd ibn Humeyd ile İbn Uyeyne kendi tefsirlerinde mev-ıi sûlen getirmişlerdir. Selefin bu
tefsirlerine göre:
1. İslâm camiasına bir
tecâvüz olduğunda hemen mîllî birlik te'sîsine çalışılarak, intikaam alınması
emir buyuruluyor.
2. Bunun terki, düşman tarafından milletin
horlanması ve millî şerefin kırılması demek olduğu bildiriliyor.
3. Düşmandan öc alındıktan sonra
kin güdülmeyerek, eski hesâblar karış-tmlmayarak zâlimi affetmek gibi yükseklik
gösterilmesi Öğretiliyor.
[12] Bu mazlumun affının güzelliğini delille beyân
etmektir.
Bu iki bâbda yalnız âyetlerle yetinilmiş, hadîs getirilmemiştir
[13] eş-Şûrâ: 39. âyette mü'minlerin hukukuna bir tecâvüz
olduğunda, onlar birleşerek intikaam alırlar buyurulmuştu. Buradaki 40. âyette
intikaam alırken bunun da bir zulüm derecesine çıkarılmaması, görülen fenalığa
onun benzeri bir ukubetle mukaabele edilip yetinilmesi öğretiliyor ki, bu da
ukubet ve ceza ta'yî-ni hususunda adaleti te'mîn için gözetilmesi vâcib olan en
yüksek bir düstûrdur. Ekseriyetle mazlumun öc alması, kana susamış bir arslan
gibi zâlimi pençesine alarak "Şimdi artık ölümlerden ölüm beğen"
diyecek derecede şiddetlenmekte ve bu suretle dünün mazlumu, bugünün başka bir
zâlimi kesilmekte olduğundan, bu intikaamın sınırı ta'yîn edilmiş, fenalığa
onun benzeri bir fenalıkla mukaabele edilmesi suretinde bir düstûr konulmuştur
ki, adalet lâfzının hukukî bir medlulüdür.
Cürüm ile ceza arasında
münâsebet ve eşitlik öğretildikten sonra, mü'minİ fazilet ve ahlâk güzelliğinin
zirvesine yükseltmek İçin 41. âyet öğretilmiştir...
işte Kur'ân'da bağî ve hukuka tecâvüz edildiğinde mü'minlerin ta'kîb edecekleri
kurtuluş ve selâmet yolu ve saldırgan hakkında uygulanacak adalet hükümleri;
mukaabil bir zulümden korunmak yolu bu suretle ta'yîn ve ta'lîm edilmiştir.
[14] İbnu'l-Cevzî şöyle demiştir: Zulüm iki ma'siyeti şâmil
olur: Bîri haksız yere başkasının mahm almak, öbürü de adaletle emreden Allah'a
muhalefette mübâre-ze etmektir ki, bu ikincisi insanların irtikâb ettiği
günâhların en büyüğüdür. Şübhesiz ki, zulüm, kuvvetlinin Allah'tan başka
yardımcısı olmayan zayıfa îkaa ettiği çirkin fiildir. Zayıf, Allah'ın dâmân ve
emânetinde İken ona zulmetmek, Allah'ın emânını tanımamak demektir ki, en şenî'
bir günâhtır. Zulüm, kalbin zulmetinden, kararmasından neş'et eder. Zâlimin
kalbi hidâyet nuru ile nûrlan-mış olsaydı, zulmün neticelerini, fenalığım
düşünüp anlayabilirdi (Aynî).
Müslim'in Câbir'den bir
rivayetinde: "Zulümden sakının. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zulmetlerdir.
Cimrilikten de sakının.." lâfzıyledir
[15] Muâz'm Yemen'e gönderilmesi ile ilgili İbn Abbâs
hadîsi buradaki başlığa delil olacak mikdârda kısaca rivayet edilmiştir. Hadîs,
Zekât Kitâbi'nda geçmişti. Mazlumun duâsıyle Allah arasında perde ve mâni'
bulunmamak, duanın kabul buyurulacağından ve asla reddedilmeyeceğinden
kinayedir.
[16] Metindeki "Irz" lâfzını Ibnu Kuteybe nefs
ile, beden ile tefsîr etmiştir. Metindeki "Şey"i de sarihler mal ile
tefsîr etmişlerdir. Hadîs madde ta'yîn olunup zulmü teşkil eden seyyie beyân
edilerek haktan temize çıkıldığı surette, bu temize çıkmanın sahîh ve
nâfizliğini ifâde ediyor. Bu konuda âlimlerin ittifakı vardır. Fakat iki kişi
arasında karışık bir hesâb veya muamele üzerine hakları halâl kıldırılırsa,
arada cereyan eden bu mechûl hesâb ve muamele hakkında halâl-laşmak caiz ve
mu'teber midir? Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: Böyle madde
ta'yîn ve mikdâr beyân edilmeyerek halâllaşmak da hem dünyâ, hem âhiret için
berâattir, demişlerdir. Diğer bâzıları da: Ancak madde ve mikdâr ta'yîn
edilerek halâllaşmaya kaail olup, bu hadîsin "Zulüm ve tecâvüz ettiği
hakk mikdârı, zâlimin sevabından alınır" fıkrasıyle istidlal etmişlerdir.
Buhârî, mes'ele ihtilaflı olduğu için suâlin cevâbını zikretmemiştir.
[17] Bu ifâdeler yalnız el-Kuşmeyhenî'nin rivayetinde sabit
olmuştur. Bu zikredilen İsmâîl, Buhârî'nin üstâdlanndandır
[18] İbnu'l-Munîr, başlık ile hadîs arasındaki münâsebeti
şöyle yöneltmiştir: Başlık, geçmiş olan zulümden doğan hakkı düşürmeye
uzanıyor. Âyetin mazmunu ise. vefasızlığın bir zulüm olmaması için müstakbel
hakkın düşürülmesidir. Lâkin Buhârî delîl getirmede incelik ve naziklikle iş
yapmıştır. Sanki Buhârî, vukû'u beklenen hakta düşürme geçerli olunca, muhakkak
olan hakta düşürme yapmanın geçerliliği evleviyetle olur demektedir (Ibn
Hacer).
[19] Mes'elede tafsîl olduğu için Buhârî mes'elenin de
cevâbı olan izâ'nın cevâbını zikretmedi. Burada cevâb caizdir yâhud caiz olur
şeklinde takdîr olunur
[20] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsmdan alınır. Eğer
genç, Rasûlullah'a içmiş olduğu içeceği solundaki yaşlılara vermesine izin
verseydi, gencin bu halâl kılması belirsiz olurdu.Onların ve kendisinin
içtikleri mikdâr da böyle belirsiz olurdu. Bu da mikdârı beyân etmeksizin,
ihtilafsız olarak bunun cevazına delâlet etmiştir (Aynî).
[21] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Buhârî bununla
arazî gasbmın sûretlen-dirilmesine işaret etmektedir.
[22] Metindeki "Şibr" karış demektir; burada
azlığı ifâde etmek için zikredilmiştir. Az tecâvüz ukubeti gerektirirse, çoğu
evleviyetle gerektirir.
[23] Bu üç hadîs, arzda, toprakta zulüm, başkasının mülküne
tecâvüz ve isti'lâdan ibaret olduğuna; gasbın taşınmaz mallara ve akarlara da
şümulüne; yalnız taşınır mallara münhasır olmadığına delâlet eder.
Bu hadîsler bir arza
mâlik olan kimsenin o arzın sonuna kadar aşağısına mâlik olduğuna da delâlet
eder. Şârih Hattâbî: "Kişinin mâlik olduğu tarla ve bahçesine yerin
altında lâğım, izbe, in, kuyu kazmak isteyen yabancıyı men' etme hakkı
vardır..." demiştir.
Arazî sahibi yerin
altında tasarruf etrne hakkına sâhib olduğu gibi arazînin üstünde de havaya
yükselmek hakkını hâizdir. Başkalarına zarar vermemek şar-tıyle dilediği kadar
yüksek bina inşâ edebilir...
[24] Bu ifâdeler Buhârî'nin Ebû Zerr nüshasında sabittir,
diğerlerinde yoktur. Bu ifâdeye göre Abdullah ibn Mübarek hadîs kitabını
Horasan'da yazmış ve orada tahdîs ve neşretmiş; kendisinden pekçok hadîsçi
bunları alıp öğrenmiş. Yalnız Abdullah ibn Umer'in yukanki hadîsi, Horasan'da
yazıp neşrettiği kitabında yokmuş' da, bunu Basra'ya geldikten sonra oradaki
hadîs tâlib ve hafızlarına Basra'da imlâ edip yazdırmıştır.
[25] Ahmed ibn Hanbel'in Musned'i ile ibn Mâce'nİn Sünen
'inde Ebû Bekr'in kölesi Sa'd'den; Bezzâr'ın Müsned'inde Ebû Hureyre'den bu
hadîsin ma'nâsında hadîsler gelmiştir. Bu rivayetlerin bâzısında kıtlık
zamanında, bâzısında açlık sebebiyle iki hurma birleştirilerek yenildiği
bildirilmiştir. Böyle bir zarurete da-yanıcı olsa bile, Peygamber, içtimaî
âdaba aykırı olan bu hareketten men' etmiştir.
Aişe ve Câbİr: Nehiy sebebi, bu şekilde yemenin açgözlülük ve
pisboğazlık gibi fena bir hareket olmasıdır, demişlerdir. Şu kadar ki, âlimler
kendi malını kişinin dilediği gibi yemesi caizdir, demişlerdir. Nitekim Salim
ibn Abdillah kendi hurmasını avuç avuç yermiş. Bu sebeble âlimler topluluğu
hadîsin sevk yeri ci-hetiyle bu nehyi ortaklaşa yenilmeye tahsîs etmişlerdir.
[26] Bu hadîs Buyu' Kitâbı'nda "Lahham ve cezzâr
hakkında denilen şeyler bâbı"nda geçmişti.
[27] Âyetin tamâmı şöyledir: "İnsanlardan öyle kimse
vardır ki, onun bu dünyâ hayâtına âid sözü hoşunuza gider ve o, kalbinde olana
Allah 'ı şâhid getirir. Hâlbuki o, düşmanların en yamanıdır'" (el-Bakara:
204).
[28] el-Eledd, lügatte eğri demektir; cem'i Ludd'dm. İşte
biz o Kür 'ân ancak onunla tak vâya erecekleri mûjdeleyesin, (bâtılda) mücâdele
ve inâd edenleri korkutasın diye senin dilinle (indircr çkf
kolaylaştırdık" (Meryem: 97) âyeti, bu suretle tefsîr edilmiştir.
Münafıklar husûmet hâlinde yalan söyler, iftira eder, doğruluğa tutun-mazlar da
eğri, dolanbaçlı yolları seçerler. Bâzıları da "Eledd"i
"şiddetli cidalci" diye tefsîr etmişlerdir. el-Eledd, müteannid,
mütemerrid, husûmeti şiddetli adama denir ki, ihlâs ve insaf tarafına meyletmez
(Kaamûs Ter,).
[29] Buhârî bu hadîsi Ahkâm, Şehâdât, Hileleri Terk
Kitâbları'nda da getirmiştir. Müslim de Kaza Kitâbı'nda getirmiştir. Buradaki
senedde üç tabiî hadîsi birbirinden rivayet etmiştir. Bunlar Salih ibn
Keysânjbn Şihâb ve Urve'dir. Bu hâl, hadîsin sıhhati ve rivayet usûlü
bakımından kıymetlidir. Hadîsin sahâbî râvîleri de ikidir: Biri Ümmü Seleme,
diğeri de kızı Zeyneb'dir. Bu da hadîsin sıhhati bakımından Önemli bir
hususiyettir.
Hadîsteki "Ben de
sizin gibi bir insanım "sözü, Peygamber'in de beşeriyet gereği yalnız
zahirî işleri idrâk ettiği ve vahiy ile te'yîd edilmeyen hususlarda diğer
insanların durumunda bulunduğunu ifâde eder. Hadîsteki "müslim"
kaydı, ihtirazı bir kayıt değil, muhâtab sahâbîler olmak i'tibâriyle vâkıî bir
kayıd olarak zikredilmiştir. Hadîsin son fıkrası bir muhayyer kılma değil, bir
tehdîddir.
Nitekim: De ki Kur'an
RabbAnızdan gelen bir hakktır; artık dileyen îmân etsin, dileyen
küfretsin" (el-Kehf: 29) ve: Siz
dilediğiniz işi işleyiniz" (Fussilet: 40) âyetlerinde de böyle tehdîd
içindir.
Hadîs hârika bir adalet
düstûru va'z etmiştir: Lisân ve ifâde düzgünlüğü ile ve hüccet getirerek hüküm
kazanmakla Allah'ın haram kıldığı birşey halâl olmaz. Diğer deyişle hâkim,
Peygamber bile olsa, hâkimin hükmü bir haramı halâl veya bir halâlı haram
kılamaz.
[30] Bu hadîs îmân Kitâbı'nda da geçmişti. Lâfızlarda bâzı
öne geçirme ve geri bırakma farklılığı vardır
[31] Malı elinden alınan bir mazlum, zâlimin malına tesadüf
edince, bunu almak hakkım hâiz midir, değil midir? Bu mes'ele âlimler arasında
ihtilaflıdır.
[32] İbn Sîrîn'in bu fetvasını Abd ibn Humeyd de Tefsir'md:
"Eğer biri senden birşey alırsa, sen de ondan mislini al" suretinde
rivayet etmiştir.
[33] Bu Âişe hadîsinin başlığa uygunluk ciheti,
Peygamber'in Hind'e, Ebû Sufyân'-ın malından örfe göre ailenin geçimine yetecek
mikdârın alınmasına müsâade buyurmuş olmasıdır. Şârih İbn Battal: "Bu izin
ve müsâade bir hakk sahibinin, hakkını vermeyen veyâhud inkâr eden kimseden
hakkını alabilmesinin cevazına delâlet eder" demiş ve mes'eleyi en açık
şekilde ortaya koymuştur.
Bu mes'eîede fıkıhta
"Zafer mes'elesi" unvânıyle tanınır ve şöyle özetlenebilir:
Birisinin diğerinde hakkı olup da ödemeyi uzatır da bir türlü vermezse, hakk
sahibi için aynı matını veyâhud da malının benzerini bulunca almak hakkı
vardır. Yoksa borçlunun rastgele dilediği herhangi bir malını almak hakkını
hâiz değildir.
[34] Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Tahâvî'nin de başka başka sahâbîlerden
bu ma'nâda rivayet ettikleri hadîsler vardır. Bunlardan çıkan hüküm, ev ve
menzil sahibi, konuklarına karşı yemek yedirmek vazifesini yerine getirmezse,
konuk bu hakkını kerhen ve cebren alır demek oluyor. Leys ibn Sa'd mutlak
olarak buna kaail olmuştur. Ahmed ibn Hanbel de bu mecburiyeti köy ve
kasabalara teşmil etmeyerek, çöl halkına tahsis etmiştir. Ve: Umrân ve
medeniyet eserlerinden mahrum çölde zarurî ve hayatî gıda maddesi tedâriki
mümkin olmadığından konuğa ziyafet, onun açlığım giderecek derecede vâcib
kılınmıştır, demiştir.
Bâzı âlimler de bu
hadîsin zahiren ifâde ettiği cebir hakkını bir türlü İctİmâî nizâma uygun
bulmayarak, bu hakkı ve konuğun cebren ve kahren almak selâ-hiyetini açlık
hâline hamletmişler ve bu suretle konuk hakkım esirgeyen menzil sahibinden bunu
almak hakkını, yalnız açlıktan bunalan kimseye kasr ve tahsîs etmişlerdir. Su
kullanma hakkında da böyle kabul edilmiş idi.
Bâzı âlimler de konuk hakkının zorla alınması sadaka âmillerine mahsûs
idi demişlerdir.
[35] es-Sakîfe, sefine vezninde, evlerde olan sofaya denir.
Medine'deki Benû Sâide sofası bundandır... (Kaamûs Ter.).
Sakîfe sofa demektir. Buna "Sâbât" da denilir ki, iki evin
arasına umûmî bir yolun üstüne yapılan tavandan ibaret olup, altından yol
geçer.
[36] Bu, Buhârî'nin Eşribe Kitâbı'nda Sehl ibn Sa'd'den
senediyle getirdiği hadîsin bir parçasıdır.
Benû Sâide sakîfesi,
Ensâr'dan Hazrecliler'in toplantı yeri olan bir sofa dır. Peygamber arasıra bu
sofaya geldiği ve Ebû Bekr'e burada bey'at olunduğu için burası İslâm târihinde
ma'rûf mahallerden sayılmıştır.
Rasülullah'ın bu sofaya
gelmiş ve sahâbîleriyle burada oturmuş olması, sa-kîfe yânî sofa edinmenin ve
bu umûma âid yerde oturmanın caiz olduğunu bildirmektedir.
Buhârî'nin bu başlık
ile, bir umûmî yolun iki tarafına mâlik olup da yolun iki tarafındaki iki
evininin ortasına bir umûmî yolun üstüne bir oda, bir sofa yapmak caiz midir?
Yolun üstü, yol gibi, âmme hukuku ile ilgili mi?... gibi sorulara cevâb vermek
istemiştir.
Bu vaziyette bir sofa,
bir havaî oda yapmak caizdir; halkın menfaatlerine, gelip geçmesine mâni'
olmadıkça âmme haklarına aykırı değildir; havaî yol da tasarruf değildir, diye
cevâb vermek için Benû Sâide sofasını misâl olarak sev-ketmiştir.
Sahâbîlerin orada
oturmakta devam etmeleri, bu oturuşun bir zulüm olmadığını da göstermektedir.
[37] Bu hadîs', Hudûd ve Fikret Kitâbları'nda uzun; burada
kısaca getirildi. Bu hadîs de böyle sofa edinilmesinin cevazını ifâde eder. Bu
caiz olmasaydı, Peygamber, Benû Sâide sofasını takrir etmez ve orada
oturmazdı. Halîfe seçimi ve bey'atı gibi müslümânlann en ehemmiyetli bir işi
orada görülmezdi.
[38] Başlık, hadîsten bir cümledir. "Men' etmez"
Ebû Zerr'in rivayetinde ref ile zabtedilmiştir. Bu nehiy ma'nâsı ifâde eden bir
haber sîgasıdir. Men' ifâde etmekte cezimlis inden" daha beliğdir.
[39] Tercemedekİ parantez arasındaki ifâdeler, Ahmed.ibn
Hanbel'in rivayetinden alınmıştır.
Hadîsteki "Hasebe" lâfzı da Ebû Zerr rivayetinde böyle müfred
olarak gelmiştir. Diğer rivayetlerde iki ötre İle ve cemi' sîgasıyle
"Huşuben" şeklindedir. Şübhesiz cemi'lisinde ümmete meşakkat vardır.
[40] Ebû Hureyre, cemâatin bu hükmü ağır bulduklarını îmâ
eden baş eğme vaziyetlerinden müteessir olarak, bunu teşvik ve mübalağa için
sözünü te'kîdli ve yemînli söylemiştir.
[41] Hadîsin başlığa delîlliği "Ben şarâbları döktüm
de Medine sokaklarında şarâb aktı" sözüdür.
Buhârî bu hadîsi Tefsîr
ve Eşribe Kitâblan'nda da getirmiştir, Müslim de Eşribe'de getirmiştir.
el-Muhalleb şöyle dedi: Şarâb yola ancak terkedildiğini İ'lân için ve bu
terkin açıklanması için dökülmüştür. Bu da maslahatta şarâbın yola dökülmesiyle
eziyet duymaktan daha üstündür (İbn Hacer).
[42] Bu, dört sahîfe kadar tutan uzun "Hicret Hadîsi'
mn bir parças^Burada böyle kısaca getirilmesi, kişinin evinin avlusunu taşla
çevirmek, orada oturmak hakkım hâiz olduğunu beyân etmek içindir. Başlıktaki
Efmye, Fma n« cemidir Finâ, evin önündeki açık avluya denir.
"cem'idir Bunu da İbn Esîr: Evin
kapısı önündeki insanların geçecek yen olan yoldur, diye ta'rîf etmiştir. Ebû
Saîd hadîsinüe "Turukaat" şeklinde gelmesi de İbn Esîr'in bu
ta'rîfini te'yîd etmektedir.
[43] Buhârî bunu İsti'zân Kitâbı'nda da getirmiştir
Peygamber'in evvelâ men' etmesi, yol üstünde oturanın fena şeyler
gormeK-ten fena söz işitmekten kurtulmamasıdır. Bâzı âlimler bu nehıy, haram
kılma suretiyle değil, mefsedetleri giderme, iyilik sebeblerine ırşâd
kabılmdendır, demişlerdir.
Hulâsa: Yol uğrağı
yerlerde kimseye zarar vermeden oturmak caizdir. Fakat bunun mukaabilinde gelip
geçenlere yardımcı olmak luzümu bildirilmiştir.
[44] Hadîs, Şirb Kitabı "Su içİrmenin fazîleti
bâbı"nda geçmişti. Buhârî bunu buradaki başlığa delîl olmak üzere ayrı
sened ve bâzı lâfız farklılığı İle getirmiştir. Hadîste, susuzların ve diğer
hayvanların faydalanması için sahrada kuyular kazmanın cevazı hükmü vardır.
Geceleyin içine insan ve hayvan düşmesi suretiyle zarara uğranılması zanm ile
beraber bu nasıl caiz olur dersen, şöyle cevâb verilir: Menfaat daha çok ve
gerçekleşici, zarara uğramak ise nâdir ve zannedilmiş olursa, faydalanma gâlib
olur ve tazminat düşer ve düşen şey heder olur. Eğer zarar muhakkak olursa,
kuyu kazmak caiz olmaz ve kazan zararı öder (Kas-tallânî).
[45] Buhârî bu hadîsi Cihâd Kitabı, "Binek devesi
edinen kimse bâbı"nda senediyle tam olarak getirmiştir. Burada sâdece başlığa
delîl olan bu cümlesini getirip, bununla yetinmiştir. Bu cümle îmân
Kitâbı'ndakİ bir hadîste de geçer.
Buhârî bu bâbda başka hadîs getirmeyip, bununla yetinmiştir.
[46] Buhârî bu hadîsi Hacc Kitabı'nın sonlarında
"Medine'nin yüksek binaları bâ-
bi"nda da getirmişti. Fitneler Kitâbı'nda da getirecektir.
Metindeki Ututn, yüksek bina ve kal'a ma'nâsmadır. Hadîs buradaki başlıkta
söylenen yüksek yerlerin yapılması ve oralarda oturulmasının cevazına delil
olmak üzere getirilmiştir. Şârih İbn Battal: Damlar üzerinde, yüksek yerlerde
yüksek oda yapmak, oradan başka birinin haremi görülmedikçe mubahtır, demiştir.
[47] Bu taccüb-sözünün aslı bâzı nüshalarda "£^ıj',
diğer bâzılarında şeklinde gelmiştir. Ma'nâ farkı yoktur.
[48] Medîneli Ensâr'm kadınlara karşı bu tutumları, İslâm
devletindeki kadın hakk ve hürriyeti bakımından önemli bir tatbikattır.
[49] Hafsa'nın açıkladığı söz şudur: Peygamber, Âişe'nin
gününde Mâriye ile yalnız kalmış, Hafsa da bunu bilmiş; Peygamber, Hafsa'ya:
Şunu gizli tut,ben Mâri-ye'yi kendime haram kıldım, demiş.Hafsa da bunuAişe'ye
açıklamış, Âişe de Öfkelenmiş. Nihayet Peygamber, kadınlarına bir ay
yaklaşmamaya yemîn etmiştir. İşte müteâkıb cümlenin ma'nâsı budur
(Kastallânî).
[50] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber kendisine
âid olan meşrubeye girdi" sözündedir. Çünkü meşrube, yüksek odadır.
Buhârî'nİn, şanı ve âdeti olduğu üzere bu hadîsten misâl olarak "Peygamber
kendine âid meşrubeye girdi ve yalnızlığa çekildi" sözüyle yetinmesi kâfi
idi. Fakat zahir olan şu ki, o, İbn Ab-bâs'm sorusunun cevâbında "Âişe ve
Hafsa" sözü yeter iken hadîsin tamâmını sevkedişinde Umer'e uymuştur.
Umer, hadîste şerh ve beyân ziyâdeliği bulunduğu için, kıssanın hepsini
sevketmiştir. Bu hadîste birçok fâideler vardır, bunlar üzerine söz, inşâallah
yerinde gelecektir (Kastallânî).
[51] Hadîsin başlığa delîlliği "Peygamber kendisine
âid yüksek bir odada oturdu" sözündedir.
[52] Bu Câbir'in meşhur "bâir (yânî deve)
hadîsi"nin kısa bir rivayetidir. Başlığa delîlliği "Deveyi taş
döşemeliğin bir tarafına bağladım" sözündedir. Çünkü bununla bir zarar
meydana gelmediği takdirde, taş döşeme yapmanın cevazı bu hadîsten alınır.
[53] Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda da geçmişti. Burada
getirilmesinden maksad, çöplükte işemenin cevazını bildirmektir.
[54] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır. Bu hadîsi Müslim,
Cihâd'da Yahya ibn Yahya'dan; Tirmizî ise el-Birr'de Kuteybe'den senediyle
rivayet etmiştir.
Bu küçük amelin kabul
edilip mağfirete sebeb olması ve bütün bunların aslı, Yüce Allah'ın şu
kavlidir: tiİşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor idiyse onu görecek,
kim de zerre ağırlığınca şen yapıyorsa onu görecek" (ez-Zilzâi: 7-8).
Yoldan ezâ verici birşeyi gidermek, îmândan bir şu'bedir (Aynî).
[55] Halkın gelip geçmesi için işlek ve geniş cadde olarak
bırakılacak arazînin mik-dânnda mal sâhibleri uyuşmazlığa düştüklerinde, bu
hadîse göre asgarî yedi zira' olarak hükmolunur. Maamâfîh zirâ'ın mikdân ve mâhiyetini o zamanın ve mm-takanın örfü
ta'yîn eder.
[56] Buhârî bu Ubâde hadîsini Sahih 'in îmân Kitâbı'nda ve
daha birçok yerlerinde senediyle getirmiştir
[57] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır,Çünkü başlık
hadîsin bir kısmının ma'nâsından ibarettir.
[58] Murad, îmân'm aslım değil de, kemâlini gidermektir.
Yâhud da murad, o haramı halâl sayarak işleyendir. Yâhud da bu, o ma'siyetleri
âdet edindiği ve devam ettirdiği takdirde, îmânın zevâliyle korkutma
bâbındandır.
Hadîsin başlığa
uygunluğu "İnsanların gözleri ona yükselirken bir çapulculuk yapmaz"
sözündedir. Çünkü göz yükseltmek, İzin vermemeye delâlet eder.. (Kastallânî).
Buhârî bu hadîsi Hudûd'da da; Müslim de îmân'da getirmiştir.
[59] Yânî ondan îmân nuru koparılır.îmân kalble tasdik, dil
ile İkrardır. îmân nuru ise sâliha ameller, yasaklardan çekinmedir. Kişi zina
ettiği yâhud şarâb içtiği yâhud hırsızlık yaptığı zaman îmânın nuru gider ve
sahibi karanlıkta kalır (Fethu'l-Bârt).
[60] Buhârî bu hadîsi burada getirmekle haç kıran yâhud
domuz Öldürenin bunları tazmîn etmeyeceği, çünkü emredilmiş bir şeyi yaptığına
işaret etmiştir. Lâkin bunun mahalli muhâriblerle olduğu zamandır..,
(Kastallânî).
Buhârî bunu Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da; Müslim, îmân'da getirmiştir.
[61] ( = ed-Dennu)"J dâl'in fethi ve nûn'un teşdîdiyle
büyük küpe denir...
Bir kavle göre testiden
üzün ve söbü olanına denir, yâhud şol testiden küçük küpe denir ki, dibi sivri
olup, çukura oturtmadıkça durmaz.
( = ez-Zıkku)",
zâ'ın kesriyle tuluma denir, bir kavle göre tüyü yolunmadik tuluma denir ki,
ona şarâb makûlesı nesne koyarlar; cem'İ Ezkaak ve Zikaak gelir.
"( = et-Tunbür)"... ma'rûf sazın ismidir ki, feth ile Tanbûr
ta'bfr olunur... (Kaamûs Ter.)
[62] Kaadı Şurayh'm bu fetvasını İbn Ebî Şeybe senediyle
rivayet etmiştir. Şurayh, Peygamber devrine erişmiş, fakat görüşememiştir. Umer
tarafından Basra'ya kaadı ta'yûı edilmiş, orada 60 yıl vazife görmüştür. 120
yıl yaşamıştır (Aynî).
[63] Peygamber'İn yıkamaya izin vermesi, içine şarâb
konulan kapların su ile temizlenmelerinin mümkün olduğuna delâlet etmiştir.
[64] tbn Ebî TJveys, Buhârî'nin şeyhi ve İmâm Mâlik'in
kızkardeşinin oğludur. Onun bu kelimeyi vahşetin zıddı olan "enes"e
nisbetle okur olduğunu Buhârî'nin bu haberinden öğreniyoruz.
Bu ziyâde bâzı nüshalarda bulunmuş, Aynî bunu nüshasına yazmış, bunun
için biz de bunu burada tesbît ettik (Rakamlı nüsha haşiyesi).
[65] Hadîsin başlığa delîlliği putların dürtülerek
horlanması ve bilâhare kırılmalarıdır,..
[66] Hadîste zulmü def etmek üzere çarpışırken ölenin şehîd
olduğu bildirildiği için bu kitâbda getirilmiştir.
Tirmizî'nin rivayeti dahatafsîllidir; "Kim malını koruma uğrunda
öldürü-lürse, o şehîddir. Kim hayâtı uğrunda öldürütürse o ölü de şehîddir.
Dînî uğrunda öldürülen mücâhîd de şehîddir. Irzı uğrunda ölen de
şehîddir".
[67] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kadın çanağı
kırdı" sözündedir.Hadîs başlıktaki cevâbı da ihtiva etmektedir.
[68] Buhârî'nin, hadîsin bu ikinci senedini getirmekten
maksadı, Enes'in Humeyd et-TavîI*e tahdîsini açıkça beyân etmektir
[69] Buhârî bu Râhib Cureyc hadîsini burada kısaltmış
olarak getirdi Bunu.nedle Ehâdîsu'l-Enbiyâ Kitâbı'nda uzunluğu ile getirmiştir.
Burada kısmı "Senin savmıam altından yapacağız dediler. O: Hayır olmaz,
ancaK esKi-si gibi çamurdan bina ediniz" sözüdür.
Bu hadîsle hüccet getirmenin tevcîhi, "Bizden evvelkilerin kanunu,
bizim kaanûnumuz aksini getirmediği müddetçe bizim de kaanunumuzdur esasıdır.