46- KİTÂBU'L-MEZÂLİM VE'L-GASB. 3

1- Zulümlerin Kısas Yapılması Babı 3

2-Yüce Allah'ın: "Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin üzerindedir9* (hüd 18) Kavli Babı 4

3- Bâb: 4

4- Bâb: 4

5- Mazluma Yardım Babı 4

6- Zâlimden İntikaam Almak Babı 5

7- Mazlumun Zâlimi Affetmesi Babı 5

8- Bâb: 6

9- Mazlumun Duasından Korkulması Ve Sakınılması Babı 6

10- Üzerinde Haksız Alınmış Birşey Bulunan Kimse, Bu Şeyi Hakk Sahibine Halâl Ettirmeğe Kalksa, (Halâl Ettirmenin Sahîh Olması İçin) Yaptığı Zulmü Beyân Eder Mi (Yâhud Etmez Mi) Babı 6

11- Bâb: Mazlum, Zulmünden Doğan Hakkını Zâlime Halâl Kıldığında, Artık O Hakka Dönme Yoktur 6

12- Bâb: Bir Kimse Diğer Bir Kimseye Hakkını Tam Almak Hususunda İzin Verdiği Yâhud Halâl Kıldığı, Fakat İzin Verilenin Veya Halâl Kılınanın Mikdârını Beyan Etmediği Zaman? 7

13- Bir Arâzî Parçasını Haksız Zabtedenin Günâhı Babı 7

14- Bâb: Bir İnsan Diğer İnsana Birşey Hakkında İzin Verdiğinde, 0 Şey Caiz Olur 7

15- Yüce Allah'ın "Hâlbuki O Düşmanların En " (El-Bakara: 204 ) Kavli Bâbî 8

16- Batıllığı Bildiği Halde, Batıl Bir İş Hakkında Çekişen Kimsenin Günâhı Babı 8

17- Çekiştiği Zaman Fâcirlik (Yalancılık, Fâsıklık Ve Âsîlik) Yapan Kimsenin Günâhı Babı 8

18- Hakkına Tecâvüz Edilen Mazlumun, Zâliminin Malını Bulduğu Zaman (Hâkimin Hükmü Olmaksızın) Zâlimin Malından Bizzat Hakkını Alması Babı 8

19- Sakîfeler (Yânî Sofalar) Hakkında Gelen Şeyler Babı 9

20- Bâb: 9

21- Yola Şarâb Dökülmesi Babı 10

22- Evler Önünde Geniş Avlular Edinmek Ve Buralarda Oturmanın Hükmü; Bir De Yollar Üzerinde Oturmanın Hükmü Babı 10

23- Kendileriyle Ezâ Duyulmadığı Takdirde Yollar, Üzerinde Kuyular Kazmanın Hükmü Babı 10

24- Ezayı Gidermek Babı 11

25- Evlerin Damlarında, Üstlerinde Ve Diğer Yerlerde Öteki Evlere Yukarıdan Bakan Ve Yukarıdan Bakmayan Yüksek Oda Ve Teraslar Babı 11

26- Devesini Mescid Önündeki Taş Döşemelik Üzerine Yâhud Mescidin Kapısına Bağlayan Kimse Babı 13

27- Bir Kavmin Çöplüğü Yanında Durma Ve İşeme(Nin Cevazı) Babı 13

28- Yolda Bir Dalı Ve İnsanlara Eziyet Veren Herhangi Birşeyi Alıp Da Yol Dışına Atan Kimse(Nin Sevabı) Babı 13

29- Bâb: Halkın Gelip Geçeceği Yolun Genişliği Hususunda İhtilâf Ettikleri -Ki    "Mîtâ" Yol Aralığında Olacak Genişliktir- Sonra O Genişliğin Sâhibleri Bina Yapmak İstedikleri Zaman, Yol, O Genişlikten Yedi Zira' Olarak Bırakılır 13

30- Sahibinin İzni Olmaksızın Birşeyi Açıktan Zorla Almak(Tan Nehiy) Babı 14

31- Haçın Kırılması Ve Domuzun Öldürülmesi Babı 14

32- Bâb: İçinde Şarâb Bulunan Küpler Kırılır Mı?. 14

33- Malı Önünde Döğüşen Kimse Babı 15

34- Bâb: Bir Kimse Bir Çanak Yâhud Başkasına Âid Olan Herhangi Birşeyi Kırdığı Zaman (Onun Benzerini Mi, Yâhud Bedelini Mi Öder)?. 15

35- Bâb: Bir Şahıs Diğer Şahsa Âid Bir Duvarı Yıktığı Zaman Onun Benzerini Bina Etsin  15


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

46- KİTÂBU'L-MEZÂLİM VE'L-GASB

(Zulümler ve Gasb Kitabı) [1]

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

O zâlimlerin yapacaklarından Allah'ı gafil zannetme fakın. O bunları ancak öyle bir gün için geciktiriyor kU o gün gözler (şaşkınlıkla) belerip kalacaktır. Hepsi de başlarını dikerek koşacaklar. Gözleri kendilerine bile dönüp bakamayacak. Kalblerinin içi ise (müdhiş korkularından dolayı akıldan) bomboştur. İnsanlara o azabın kendilerine geleceği günün tehlikesini anlat ki (o gün)-zâlimler: Ey Rabb'imiz, bizi yakın bir müddete kadar geciktir de Sen 'in da 'vetine icabet edelim, peygamberlere tâbi' olalım diyecek(ler)dir. Hâlbuki daha evvel siz (dünyâda) kendinize hiçbir zeval yoktur diye yemîn etmediniz miydi? Siz (Âd ve Semûd kavimleri gibi) nefislerine zulmedenlerin diyarında da yerleştiniz. Onlara neler yaptığımız sizin için apaçık meydana çıktı. Size (bu hususta) birçok misâller de gösterdik. Hakîkat onlar (peygamberlere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı.Hâlbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında onlara âid (nice nice) cezalar vardır. Öyle ise sakın Allah, peygamberlerine olan va'dinden cayar sanma. Şübhesiz ki Allah mutlak gâlibdir, intikaam sahibidir1'''  (İbrahim; 42-47)

Âyetteki "Mukniî ruûsihim'\ "Râfiî ruûsihim"; yânî "Başlarını yükselticiler" demektir. "el-Mukniu" ve'l-Mukmihu" ikisi de bir ma'nâya, yânî "Yükseltici" ma'nâsmadır.

Mücâhid:   "Muhtıîn", "Mudîmfn-nazar", yânî "Bakışı devam ettirenler" demektir. "Muhtıîn", "Müsrifti",

yânî "Sür'at ediciler" diye de tefsir edilir, demiştir.

Ve "Kalbleri hevâdır", yânî bomboştur; akılları yoktur, demektir [2].

 

1- Zulümlerin Kısas Yapılması Babı

 

1-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den; Rasûlullah (S) şöyle buyur­muştur: "Kıyamette mü'minler cehennemden (yânî cehennem üzeri­ne kurulmuş sırattan) kurtuldukları zaman cennetle cehennem arasındaki köprüde habsolunurlar. Burada dünyâda aralarında bu­lunan (ufak tefek) zulümlerden birbirine hakkını vererek hesâblaşır-lar. (Bu küçük günâhlardan da) paklanıp arındıkları zaman bunların cennete girmelerine izin verilir. Muhammed'in nefsi yedinde olan Al­lah 'a yemîn ederim ki, o mü 'minlerden herhangi biri cennetteki mes­kenini dünyâda yaşadığı meskeninden daha iyi bilir ve (kılavuzsuz) bulur" [3]

Ve Yûnus ibn Muhammed şöyle dedi: Bize Şeybân, Katâde ibn Diâme'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Bize Ebû'l-Mütevekkil tah-dîs etti [4].

 

2-Yüce Allah'ın: "Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin üzerindedir9* (hüd 18) Kavli Babı

 

2-.......Bana Katâde, Safvân ibn Muhrız el-Mâzinî'den haber verdi. O şöyle demiştir: Ben bir kerresinde Abdullah ibn Umer'in elin­den tutup giderken birisi geldi de, İbn Umer'

— Rasûhıllah'ın necve( = yavaşça söz söylemek) hakkındaki be­yanâtını nasıl işittin (bunu lütfen bildirir misin)? dedi. İbnu Umer de şöyle dedi:

  Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Muhakkak Allah kıyamet günü mü'mini yaklaştırır ve onun

üstüne şefkat kanadını ve koruma perdesini koyar da onu (mevkıf halkının gözünden) örter ve:

— (Ey kulum, işlediğin) fulân günâhı biliyor musun? Fulân gü­nâhı biliyor musun? diye sorar.

Mü'min de:

— Evet Rabb'im! diye tâ bütün günâhlarını takrir ve i'tirâf etti­ği ve içinde helak olduğuna kanâat geldiği zaman Allah:

— (Ey kulum) aleyhindeki bu günâhları dünyâda halktan gizle­dim. Bu gün de senin lehine bunları mağfiret ediyorum! buyurur.

Ve mü'minin hasenat defteri (sağından) kendisine verilir.

Kâfirlere, münafıklara gelince (onlar için de peygamberlerden, meleklerden birçok) şâhidler: îşte bunlar RabbHerine karşı (ortak uydurarak) yalan söyleyenlerdir. Haberiniz olsun ki, A ilah Jın la 'neti (o) zâlimlerin üzerine olsun derler" [5].

 

3- Bâb:

 

'Müslüman müslümâna zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz".

 

3-.......Salime de Abdullah ibn Umer (R) şöyle haber vermiş­tir: Rasûlullah (S) şöyle buyuTdu: "Müslüman müsiümânın (dîn) kar­deşidir. Müslüman müslümâna zulmetmez, müslümân müslümânı (tehlikede ve musibette) terk de etmez. Her kim müslim kardeşinin hacetinde bulunursa Allah da onun hacetini yerine getirir. Her kim bir müslümândan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Al­lah da onun kıyamet gününün kederlerinden bir kederini giderip fe­rahlatır. Her kim bir müslümânı (dünyâdaki ayıbından) örterse, Allah da onu kıyamet gününde örter" [6].

 

4- Bâb:

 

"Kardeşine zâlim iken de, mazlum iken de yardım et**.

 

4-.......Humeyd et-Tavîl, Enes ibn Mâlik'ten işitmiştir. Enes (R) şöyle diyordu: Rasûlullah (S): "Sen kardeşine ister zâlim olsun, ister mazlum olsun; yardım et" buyurdu.

 

5-.......Enes (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

— "(Ey mü'min, sen mü'min) kardeşine zâlim iken de, mazlum iken de yardım et" buyurdu. •    Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah! Şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz.Fa kat o zâlime nasıl yardım ederiz? diye sordular.

Rasûlullah:

  "Zâlimin iki elinin üstünü tutarsın (yânî onu zulümden men' edersin)" buyurdu [7].

 

5- Mazluma Yardım Babı

 

6-.......el-Eş'as ibn Suleym dedi ki: Ben Muâviye ibn Suveyd'den işittim; o şöyle dedi: Ben el-Berâ ibnu Âzib(R)'den işittim; o: Pey­gamber (S) bize yedi şey emretti ve yedi şeyden de nehyetti, deyip emrettiği şeyler olarak şunları zikretti: *.Hastayı ziyaret etmek,2. Ce­nazeyi arkası sıra ta'kîb edip cenaze namazını kılmak,3. Aksıran kim­seye Elhamdu lillâhi derse ona karşı Yerhamukellâhu {= Allah sana merhamet eylesin) demek, 4. Selâm almak,5. Zulmedilmişe yardım etmek,6. Da'yetçinin hayırlı da'vetine icabet etmek,7. Verilen sözü, edilen yemini reddetmeyip kabul etmek ve dönmemektir [8].

 

7-.......Ebû Mûsâ (el-Eş'ârî -R)'dan (şöyle demiştir): Peygam­ber (S) "Mü'minin mü'mine dayanışması, parçaları birbirine bağla­yıp kuvvetlendiren bina gibidir" buyurdu ve (bu dayanışmayı göstermek için) parmakları arasını birbirine yaklaştırdı [9].

 

6- Zâlimden İntikaam Almak Babı

 

Çünkü zikri ulu olan Allah'ın şu sözleri vardır: "Allah çirkin sözün alenen söylenmesini sevmez. Zulme hA uğrayanlar başka. Allah her şeyi işitici, hakkıyle bilicidir" (en-Nisa: 148) [10].

"O müzminler ki, kendilerine tegallüb ve zulüm vâki' olduğu zaman elbirliğiyle yardımlaşıp intikaam alırlar" (eş-Şûrâ: 39 ).

İbrâhîm en-Nahaî şöyle demiştir:

Selef, müslümânlara bir tecâvüz vukuunda  müslümânlarin mütecaviz bacjî tarafından zelîl kılınmalarını çirkin görürlerdi. Düşmanı tepelemeye muktedir olunca da mazideki kötülüklerin hesabını sormayıp affederlerdi [11].

 

7- Mazlumun Zâlimi Affetmesi Babı

 

Çünkü Yüce Allah'ın şu kavilleri vardır: "Eğer bir hayrı açıklar veya onu gizlerseniz, yâhua fenalığı da affederseniz, şübhe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır; herşeye hakkıyle kaadirdir" (en-Nisâ: 149)[12] "Kötülüğünün karşılığı ona denk bir kötülükfbir misillemejdir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükâfatı Allah'a âiddir. Şübhe yok ki, o Allah zâlimleri asla sevmez. Kim kendine (yapılan) zulmün ardından her hâlde hakkını alırsa, artık bunlar aleyhinde (mes'ûliyete) bir yol yoktur. O yol ancak insanlara zulmetmekte, yeryüzünde haksız olarak tegallübe kalkmakta olanlara karşıdır. İşte bunlar; bunların hakkı pek acıklı .. bir azâbdır. Bununla beraber kim sabreder, (suçları) örterse (bağışlarsa), işte bu şübhesiz ve elbet azm  olunacak işlerdendir. Allah kimi şaşırtırsa, bundan sonra onun hiçbir koruyucusu yoktur. O zâlimleri göreceksin ki, onlar azabı gördükleri zaman (dünyâya)  geri dönmeye bir yol var mı, diyeceklerdir" (eş-şûrâ: 40-44) [13]:

 

8- Bâb:

 

'Zulüm, kıyamet gününde zulmetlerdir".

 

8-.......Abdullah ibn Umer(R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S): "Zulüm, kıyamet gününde zulmetlerdir" buyurdu [14].

 

9- Mazlumun Duasından Korkulması Ve Sakınılması Babı

 

9-.......İbn Abbâs(R)'tan (şöyle demiştir): Peygamber (S) Muâz ibn Cebel'i (onuncu hicret yılında) Yemen'e vâlî ve muallim ola­rak gönderdi ve:

— "Ey Muâz! (Âsî olsa bile) mazlumun duasından sakın. Çün­kü mazlumun duası ile Allah arasında (icabeti men' edici) hiçbir en­gel yoktur" buyurdu  [15].

 

10- Üzerinde Haksız Alınmış Birşey Bulunan Kimse, Bu Şeyi Hakk Sahibine Halâl Ettirmeğe Kalksa, (Halâl Ettirmenin Sahîh Olması İçin) Yaptığı Zulmü Beyân Eder Mi (Yâhud Etmez Mi) Babı

 

10-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Üzerinde (bir dîn) kardeşinin nefsineyâhud malına tecâ­vüzden doğmuş bir hakk bulunan kimse, dînâr ve dirhem bulunma­yacak (kıyamet güniın)den evvel, bugün dünyâda mazlumdan o hakkı bağışlamasını istesin. (Halâllaşılmadığı takdirde) zâlimin sâlih ameli bulunursa, ondan zâlimin zulmü mikdârı alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin haseneleri bulunmazsa, mazlumun seyyielerinden alınıp zâlim üzerine yükletilir" [16].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: İsmâîl ibn Ebî Uveys: Mak-burî ancak kabirler tarafına inmiş olduğu için bu isimle isimlendiril­di, dedi.

Ebû Abdillah dedi ki: Ve seneddeki Saîd el-Makburî (123), Leys oğulları'nın âzâdlısıdır. O Saîd ibnu Ebî Saîd'dir. Ebû Saîd'in ismi ise Keysân'dır [17].

 

11- Bâb: Mazlum, Zulmünden Doğan Hakkını Zâlime Halâl Kıldığında, Artık O Hakka Dönme Yoktur

 

(Hakkın ma'lûm olması yâhud cevaz veren indinde mechûl olması müsavidir.)

 

11-.......Âişe(R)'den: "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasın­dan (yatağını terketmesinden, nafakasında ihmâl göstermesinden) yâ-hud (herhangi bir suretle kendisinden) yüz çevirmesinden endîşe ederse, sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de vebal yoktur. Sulh daha ha­yırlıdır... " (en-Nisâ: 128).

Âişe dedi ki: Bir adamın nikâhında bir kadın olur, adam o ka­dınla (kadının yaşlılığından veya ahlâkının kötülüğünden dolayı) soh­beti çoğaltmak istemez, ondan ayrılmayı ister hâldedir. Kadın adama: Ben sana zevcelik hakları hususundaki hakkımı halâl ediyorum, be­ni boşamadan yatağımda beni terkedebilirsin, der. İşte bu âyet bu­nun hakkında inmiştir [18].

 

12- Bâb: Bir Kimse Diğer Bir Kimseye Hakkını Tam Almak Hususunda İzin Verdiği Yâhud Halâl Kıldığı, Fakat İzin Verilenin Veya Halâl Kılınanın Mikdârını Beyan Etmediği Zaman? [19]

 

12-....... Sehl ibn Sa'd es-Sâidî(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah'a içilecek birşey getirildi. Kendisi bundan (bir mikdâr) içti. Sa­ğında bir genç vardı. Solunda da yaşlılar bulunuyordu. Bu vaziyette

Rasûlullah (S) o gence:

  "Ey genç! Kalan içeceği şu yaşlılara vermeme bana izin verir

misin?" diye sordu. Genç sahâbî:

— Hayır vallahi yâ Rasûlallah! Senden gelen nasibimi hiçbir kim­seye ihsan edemem, dedi.

Bu cevâb üzerine Rasûlullah o içeceği gencin elinin içine kuvvet­le koydu [20].

 

13- Bir Arâzî Parçasını Haksız Zabtedenin Günâhı Babı

 

13-....... Saîd ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Ben RasûluIlah(S)'dan işittim: "Kim arzdan bir parça yeri haksız zabtederse (kıyamet gü­nünde) yerin yedi katı halka gibi onun boynuna geçirilir" buyuru-yordu [21].

 

14-.......Ebû Seleme ibn Abdirrahmân ibn Avf, kendisiyle kav­minden bâzı kimseler arasında bir husûmet meydana geldiğini, bu hu­sûmeti Âişe'ye arzettiğini, Âişe'nin de ona şunları söylediğini tahdîs

edip söyledi:

— Yâ Ebâ Seleme, yer(gasbetmek)den çekin. Çünkü Peygam­ber (S): "Kim başkasının arzından bir karış mikdârı (bir yere) tecâ­vüz ederse, kıyamet gününde yedi kat yerden (isabet eden toprak) o mütecaviz zâlimin boynuna halka gibi geçirilir" buyurdu [22].

 

15-.......Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek tahdîs edip şöyle dedi:

Bize Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Peygamber (S): "Kim hak­sız olarak (başkasına âid) yerden birşey gasbedip alırsa, kıyamet gü­nünde o gasbedilen arazî ile yedi kat yere batırılır" buyurdu [23].

el-Firabrî dedi ki: Ebû Ca'fer ibn Ebî Hatim şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî: Bu İbn Umer hadîsi, Abdullah ibnu'I-Mubârek'in Horasan'daki kitabında yoktu. Onu İbnu'I-Mubârek Basra'da hadîs tâliblerine ve râvîlerine yazdırdı, demiştir [24].

 

14- Bâb: Bir İnsan Diğer İnsana Birşey Hakkında İzin Verdiğinde, 0 Şey Caiz Olur

 

16-.......Bize Şu'be, Cebele'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir):

Biz Medîne' de bâzı Iraklılar'la bulunuyorduk. O sırada bize bir kıt­lık isabet etmişti. İbnu Zubeyr de bize hurma yediriyordu. Biz hur­ma yediğimiz sırada yanımızdan İbnu Umer geçerdi; (bâzı Iraklılar'ın açlık sebebiyle hurmayı ikişer ikişer yediğini görürdü de) bize: "Ra-sûlullah (S) hurmayı bir lokmada çiftleyerek yemekten nehiy buyur­du. Meğer ki sizden biriniz mü'min kardeşine öyle çift yemeye izin vermiş ola" der idi [25].

 

17-.......Ebû Mes'ûd(R)'dan (şöyle demiştir); Ensâr'dan Ebû Şuayb denilen bir adamın et satıcısı bir hizmetçisi vardı. Ebû Şuayb, Peygamber'in yüzünde açlığı gördüğü hâlde ona hitaben: "Benim için beş kişilik yemek yap. Belki ben beşin beşincisi olarak Peygamber'i da'vet edeceğim" dedi. Akabinde Peygamber'i da'vet etti. Sonra o da'vetlilere ev sahibinin da'vet etmediği bir adam takılıp geldi. Pey­gamber da'vet evine gelince, Ebû Şuayb'a: "Bu zât bize tâbi' olup geldi. Sen buna izin veriyor musun?" dedi. Ebû Şuayb: Evet (izin veriyorum, buyursun), dedi [26].

 

15- Yüce Allah'ın "Hâlbuki O Düşmanların En " (El-Bakara: 204 ) Kavli Bâbî [27]

 

18- Bize Ebû Âsim, İbn Cureyc'den; o da İbn Ebî Muleyke'-den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Muhakkak ki er­keklerin Allah'a en sevimsizi, düşmanlıkta gaddar bulunandır" buyur­muştur [28].

 

16- Batıllığı Bildiği Halde, Batıl Bir İş Hakkında Çekişen Kimsenin Günâhı Babı

 

19-.......İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve ibn Zubeyr haber verdi. Ona daÜmmü Seleme'nin kızı Zeyneb; ona da Peygamber'in zevcesi olan annesi Ummü Seleme, Rasûlullah'tan şöyle haber vermiştir: Ra-sûlullah, Ümmü Seleme odasının kapısı önünde şiddetli bir kavga işitti de onlara doğru çıktı ve şöyle buyurdu: "Şübhesiz ben (de sizin gibi) bir insanım. Zaman olur ki bana (sizden iki) hasım gelir de, bâzınız (haksızken) bâzınızdan daha düzgün konuşmuş olabilir; ben de o düz­gün sözleri doğru sanarak onun lehine hükmedebilirim. Binâenaleyh kimin lehine bir müslimin (veya gayrı müslimin) hakkı ile hükmet-timse, (bilsin ki) bu hakk ateşten bir parçadır, İster onu alsın, ister bıraksın" [29].

 

17- Çekiştiği Zaman Fâcirlik (Yalancılık, Fâsıklık Ve Âsîlik) Yapan Kimsenin Günâhı Babı

 

20-....... Abdullah ibn Amr(R)'dan: Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "Dört huy her kimde bulunursa (hâlis) münafık olur; yâ-hud bu dörtten bir huy bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet mevcûd olur: Söz söylediği zaman yalan söy­ler, va'd ettiğinde va'dinden döner, muahede yaptığında yaptığı ahdi tutmaz, husûmet (ve murafaa) yaptığı zaman haktan ayrılır" [30].

 

18- Hakkına Tecâvüz Edilen Mazlumun, Zâliminin Malını Bulduğu Zaman (Hâkimin Hükmü Olmaksızın) Zâlimin Malından Bizzat Hakkını Alması Babı [31]

 

İbn Şîrîn de: Mazlum, kendi malı kadar alır, demiş ve şu âyeti okumuştur:

"Eğer herhangi bir ceza ile mukaabele edecek olursanız, ancak size uygulanan ukubetin misillemesiyle ceza yapın (Sabr ederseniz, and olsun ki bu tahammül edenler için elbet daha hayırlıdır)" (en-Nahi: 126) [32].

 

21-...... ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Urve tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe ibnjlabîa'nın kızı Hind bir kerre Rasûlullah'ın huzuruna geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz Ebû Sufyân çok sıkı, cimri bir kim­sedir. Ona âid olan maldan ailemize yedirmemde bana bir günâh olur mu? dedi.

Rasûlullah (S):

  "Ör/en bir ailenin yiyebileceği mikdâr ile aile halkını yedir­mende sana bir günâh yoktur" buyurdu [33].

 

22-.......Ukbe ibn Âmir (R) şöyle demiştir: Biz bir kerre Peygamber'e:

— Sen bizi (seriyye hâlinde gazaya) gönderiyorsun. Biz de (ba­zen) bir kavmin yurduna iniyoruz ki, onlar bize misafirperverlik yap­mıyorlar. Bu hususta ne re'y edersiniz? diye sorduk.

Rasûlullah (S):

  "Siz bir kavmin menziline inmek istediniz de size misafire ya­kışacak şeyler emredilirse (yânî güzel kabul gösterilirse) bu ikramı ka­bul ediniz. Şayet ikram yapmayıp çekinirlerse, onlardan (yânî onların malından) misafir hakkını alınız'' buyurdu [34].

 

19- Sakîfeler (Yânî Sofalar) Hakkında Gelen Şeyler Babı [35]

 

Peygamber (S) ve sahâbîleri Benû Sâide sofasında oturdular [36].

 

23-.....İbn Abbâs şöyle haber vermiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle dedi: Allah, Peygamberi'ni vefat ettirdiği zaman Ensâr, Benû Sâide sofasında toplanmışlardı. Ben bunu işitince Ebû Bekr'e (Ebû Ubeyde'yi kasdederek):

— Bizimle (Ensâr kardeşlerimizin yanma) gitseniz! dedim.

Akabinde üçümüz Benû Sâide sofasmdaki Ensâr topluluğuna git­tik [37]

 

20- Bâb:

 

Bir komşu, evinin duvarına öbür kumşusunu bir ağaç (başı) koymaktan men' etmez" [38]

 

24- Bize Abdullah ibnu Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'-dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den olmak üzere tah-dîs etti. Rasûlullah (S): "Bir komşu, (evinin) duvarına öbür komşusunu bir ağaç (başı) koymaktan men' edemez" buyurmuştur.

(Bu hadîsi, Ebû Hureyre yanındakilere rivayet edince, işitenler bunu uzak sayıp başlarını yere doğru eğmişlerdi.)[39] Sonra Ebû

Hureyre:

— Bana ne oluyor ki, sizleri ben bu makaaleden, yâhud bu sün­netten yüz çeviriciler olarak görüyorum! Vallahi ben evin duvarına konulacak hatıl başını sizin omuzlarınız araşma korum emin olunuz, demeyi sürdürmüştür [40].

 

21- Yola Şarâb Dökülmesi Babı

 

25-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Ben Ebû Talha'nın evinde bir içki meclisinde içki dağıtıcılık yapıyordum. O gün onların şarâbı (hurma koruğu ve hurmadan yapılıp) fadîh denilen içki idi. Derken Rasûlullah bir nidâcıya emretti, o da "Haberiniz olsun ki şarâb ha­ram kılınmıştır" diye nida ediyordu. Enes dedi ki: Ebû Talha bana:..

  Çık, şarâbları dök! dedi. Ben çıkıp şarâbları döktüm.

Enes dedi ki: Medine sokaklarında su gibi şarâb aktı. Bu sırada topluluktan bâzısı:

— (Uhud günü) bir topluluk karınlarında şarâb olduğu hâlde öl­dürüldüler (bunlar ne olacak)? dediler.

Bunun üzerine Allah şu âyetleri indirdi:

"îmân edip de güzel amellerde bulunan kimseler, bundan sonra sakındıkları ve îmânlarında sebat ile iyi iyi işlere devam ettikleri, sonra takvalarında ve îmânlarında rusûh buldukları, sonra bu takva ile be­raber her yaptığım güzel yapan ihsan mertebesine erdikleri takdirde (haram kılınmazdan evvel) tattıklarında üzerlerine bir suç yoktur. Al­lah güzel hareket edenleri sever" (ei-Miide: 93) [41].

 

22- Evler Önünde Geniş Avlular Edinmek Ve Buralarda Oturmanın Hükmü; Bir De Yollar Üzerinde Oturmanın Hükmü Babı

 

Ve Aişe şöyle dedi:

Ebû Bekr (Mekke'de) evinin önünü (taşla çevirip) bir mescid edinmişti. Orada açıktan namaz kılardı, Kur'ân okurdu. Müşriklerin kadınları ve oğulları birbirlerini ite kaka kalabalıkla onun yanına toplanıp, onu hayretle seyrederlerdi. Bu sırada Peygamber (S) de Mekke'de idi (Henüz Medine'ye hicret etmemişti) [42].

 

26-....... Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den: Peygamber (S):

  "Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız" buyurdu.

Sahâbîler:

— Bizim için bundan ayrılma yoktur. Çünkü yollar bizim mec­lislerimizdir, oturma yerlerimizdir; oralarda biz işlerimizi konuşuruz, dediler (ve müsâade dilediler).

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Madem ki sizin için herhalde oturmak zarureti vardır, o hâlde

yola hakkını veriniz" buyurdu. Sahâbîler:

  Yolun hakkı nedir? dediler.

Rasûlullah:

  "(Haramdan) göz yummak, halka ezâ vermekten çekinmek, selâm verenin selâmını almak, iyilikle emretmek, kötülükten nehyetmektir" buyurdu [43].

 

23- Kendileriyle Ezâ Duyulmadığı Takdirde Yollar, Üzerinde Kuyular Kazmanın Hükmü Babı

 

27-.......Ebû Salih es-Semmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: etBir adam bir yol­da yürüdüğü sırada susuzluk kendisine şiddetle bastı. Derken bir ku­yu buldu. Hemen kuyuya indi ve suyundan içti. Sonra çıktı. Orada bir köpek ile karşılaştı ki, hayvan susuzluktan dilini çıkarıp soluyor\ yaş toprağı yiyordu. Bu yolcu adam (kendi kendine): Yemîn olsun bana erişmiş olan susuzluğun benzeri bu köpeğe de erişmiştir, dedi ve kuyuya indi, ayakkabısının içine su doldurdu, köpeği suladı. Bu amelinden dolayı Allah bu kulunu övdü ve onu mağfiret eyledi".

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah, hayvanlar(ı sulamak)da bize de ecir var mı­dır? dediler.

Rasûlullah:

  "Her yaş ciğer sahibini sulamakta ecir vardır1* buyurdu [44].

 

24- Ezayı Gidermek Babı

 

Ve Hem mâm ibn Münebbih, Ebû Hureyre'den söyledi. Peygamber (S): "Yoldan eziyet verici şeyi gidermen bir sadakadır" buyurmuştur [45].

 

25- Evlerin Damlarında, Üstlerinde Ve Diğer Yerlerde Öteki Evlere Yukarıdan Bakan Ve Yukarıdan Bakmayan Yüksek Oda Ve Teraslar Babı

 

28-.......Usâmeibn Zeyd (R) şöyle dedi: Peygamber (S) bir de­fasında Medine'nin yüksek evlerinden yüksek bir köşke baktı da sonra: "Sizler benim görmekte olduğum şeyleri görüyor musunuz? Ben ev­lerinizin aralarına dökülen fitne ve felâket yerlerini, şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle) görüyorum" buyurdu [46].

 

29-.......İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Ebî Sevr, Abdullah ibn Abbâs(R)'tan haber verdi. O şöyle demiştir: Allah'ın haklarında "Eğer her ikiniz de Allah 'ö tevbe eder­seniz ne iyi, çünkü ikinizin de kaibleriniz eğrildi..." (et-Tahrîm: 4) buyur­duğu, Peygamber'in zevcelerinden ikisinin kim olduğunu Umer'den sormaya hırslanır dururdum. Nihayet onun beraberinde hacc yaptım. Dönerken yolun bir yerinde Umer saptı. Ben de deriden bir su kabı ile onun beraberinde yoldan saptım. Umer halâya gitti, nihayet be­nim yanıma geldi. Ben de ellerine o su kabından döktüm, o da ab-dest aldı. Ben:

— Ey Mü'minlerin Emîri! Peygamber'in zevcelerinden o iki ka­dın kimdir ki, Allah onlar için *'Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederse­niz ne iyi, çünkü ikinizin de kaibleriniz eğrildi..." buyurmuştur? diye sordum.

Umer bana:

— Hayret ederim sana ey Abbâs oğlu! [47] (Onlar) Hafsa ile Âi-şe'dir, dedi.

Sonra Umer hadîse yönelip onu sevkederek şöyle dedi:

— Ben Ensâr'dan bir komşum ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda (oturuyor) idim. Bu yurt Medine'nin Avâlî denilen sem-tindedir. (Birşey öğrenmek ümidiyle) Peygamber'in yanına nevbetle-şe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve diğer şeylere dâir (ne duyarsam) haberini komşuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ve biz Kureyş toplu­luğu, kadınlara galebe ediyorduk. Medine'ye Ensâr üzerine geldiği­mizde bir de gördük ki onlar, kadınları erkeklerine galebe eder bir kavim [48]. Derken bizim kadınlarımız, Ensâr kadınlarının edebinden almaya başladılar. Bir gün ben karıma karşı bağırdım; o da bana ce-vâb verdi. Ben onun bana söz döndürüp cevâb vermesinden hoşlan­madım; azarladım. Bunun üzerine o, şunları söyledi:

— Benim sana karşı mırıldanmamı niçin münâsib görmüyorsun? Vallahi Peygamber'in zevceleri bile O'na karşı mırıldanıyorlar ve bi­risi o gün geceye kadar Peygamber'in yanma uğramıyor! dedi.

Karımın bu sözleri beni ürküttü. Ben:

— Onlardan kim bunu yaparsa perîşân olur; büyük günâh işle­miş olur, dedim.

Sonra elbisemi üzerime topladım, yânı giyindim ve Hafsa'nm ya­nına girdim. Ve ona:

— Ey Hafsa! Sizlerden herhangi biriniz bütün gün tâ geceye ka­dar Allah Elçisi'ne dargınlık eder mi? dedim.

O:

— Evet, dedi.

Ben:

— O kadın perîşân olmuş ve zarar etmiştir. Herbiriniz kendine Allah'ın» Rasûlü'nün öfkesinden dolayı öfke etmesinden emîıı mi bu­lunuyor? Bu yüzden helak olursunuz. Sen Allah'ın Rasûlü'ne karşı çok istekte bulunma, O'na karşı herhangi birşey hususunda söz dön­dürme yarışma girişme, O'na darıhp O'ndan ayrı durma. Bir ihtiyâ­cın meydana çıkarsa O'nu benden iste.  Ve sakın arkadaşının, Rasûlullah'a senden daha güzel ve daha sevgili olması da seni aldat­masın (Umer, Âişe'yi kasdediyor).

Ve biz o sırada: "Gassânhlar bize (karşı) gaza etmek için atları­nı nallatıyorlarmış" diye havadis alıyorduk. Arkadaşım kendi nevbe-tinde Peygamber'in yanına indi ve yatsı vaktinde döndü. Kapıma şiddetli bir vuruşla vurdu, ve:

— O uyuyor mu? dedi.

Ben korktum ve hemen onun yanına çıktım. O:

— Büyük bir iş meydana geldi, dedi.

Ben:

— Nedir o; Gassânîler mi geldi? dedim.

— Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha uzun: Rasülullah (S) kadınlarım boşamış, dedi.

Umer dedi ki: Hafsa isteğine ulaşmadı ve ziyana uğradı. Ben bu­nun yakında olacağım zannediyordum. Elbisemi üzerime topladım ve Peygamber'le beraber sabah namazını kıldım. Peygamber, birkaç basamakla çıkılır kendisine âid bir meşrubeye ("şerbetlik" denilen sekili bir hücreye) girdi ve orada yalnız kaldı.

Ben Hafsa'nm yanına girdim, gördüm ki ağlıyor. Ben:

— Seni .ağlatan nedir? Beri seni sakındırmış değil miydim? Ra-sûlullah sizleri boşadı mı? dedim.

Hafsa:

  Bilmiyorum. O, işte tâ şu meşrubede, dedi.

Bunun üzerine mescide çıktım ve minberin yanına geldim. Gör­düm ki, minber etrafında bir takım kimseler var; bâzıları ağlıyorlar. Yanlarında biraz oturdum. Sonra vicdânımdaki duygum bana gale­be etti. Peygamber'in içinde bulunduğu o meşrubeye geldim. Ve Pey-gamber'in siyah uşağına:

— Umer için izin iste! dedim.

İçeriye girdi, Peygamberce konuştu. Sonra çıktı ve:

  Seni Peygamber'e söyledim; birşey demedi, dedi.

Oradan ayrıldım, nihayet mescidde minberin yanındaki toplu­luğun beraberinde oturdum. Sonra yine vicdanımda hissettiğim şey bana galebe etti. Uşağa geldim. O evvelki gibi söyledi. Ben yine min­berin yanındaki topluluğun beraberinde oturdum. Sonra yine vicda­nımda hissettiğim şey bana galebe etti. Tekrar uşağa geldim. Ve:

  Umer için izin iste! dedim.

Uşak bir öncekinin benzerini söyledi. Ben de döndüm, giderken baktım, uşak beni çağırıyor:

  Rasûlullah sana izin verdi, dedi.

Bunun üzerine huzuruna girdim. Baktım ki, Rasûlullah bir ha­sırın kumlan üzerine yan yatmış, kendisiyle hasır arasında bir döşek yok, kumlar vücûdunun yan tarafında iz yapmış; kendisi, içi hurma lîfi doldurulmuş deriden bir yastığa dayanmış idi. Kendisine selâm verdi. Sonra ayakta dikelerek:

  Kadınlarını boşadın mı? dedim. Gözünü bana doğru yükseltti de:

  "Hayır", dedi.

Sonra ben yine ayakta dikelerek (Rasûlullah hoşnûdluğa dönü­yor mu, yâhud O'nun kalbini hoş edecek veya öfkesini sâkinleştire-cek bir söz söyleyeyim mi diye) bakmarak, şöyle dedim:

— Yâ Rasûlallah! Eğer beni düşünürsen, bilirsin ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara galebe ediyor idik. Sonra bir kavim üzerine gel­dik ki, kadınları onlara galebe ediyorlar.

Umer bu sözü söyleyince, Peygamber gülümsedi. Sonra ben şöyle dedim:

— Eğer beni düşünürsen bilirsin. Ben Hafsa'nın yanma girdim de: Sakın arkadaşının Peygamber'e senden daha güzel ve daha sev­gili olması seni aldatmasın -Âişe'yi kasdediyor-, dedim.

Peygamber bir daha gülümsedi. Ben O'nun gülümsediğini gör­düğüm zaman hemen oturdum ve gözümü kaldırıp evinin içine bak­tım. Vallahi evin içinde tabaklanmamış üç hayvan derisinden başka gözü döndürecek hiçbir eşya görmedim. Bunun üzerine ben:

  (Yâ Rasûlallah!) Allah'a duâ et, ümmetine genişlik versin.

Çünkü Farslar ve Romahlar'a genişlik verilmiş ve onlara dünyâ ih­san olunmuş; hâlbuki onlar Allah'a ibâdet etmiyorlar, dedim. Bunu söyleyince dayanmış iken doğruldu da:

  "Sen bir şekk içinde misin? Ey Hattâb oğlu! Onlar hoşlukla­rı dünyâ hayâtında peşin verilip geçiştirilen birer kavimdir" buyurdu.

Ben de:

— Yâ Rasûlallah, benim için istiğfar ediver, dedim.

İşte Peygamber Hafsa Âişe'ye açıkladığı zaman [49] o sözden do­layı ayrılıp inzivaya çekilmiş ve kadınlarına küsmüş olduğundan ötü­rü, bir ay kadınların yanına girmeyeceğim, demişti. Bu zaman içinde Allah, Peygamberi'ni azarladı (et-Tahrîm-. 1-4). Yirmidokuz gece geçin­ce Rasûlullah, Âişe'nin yanına girdi ve Âişe ile başladı. Âişe O'na:

— (Yâ Rasûlallah!) Sen bizim yanımıza bir ay girmemeye yemîn etmiştin. Hâlbuki biz yirmidokuz(uncu) gecenin sabahında olduk; ben bu geceleri hakkıyle sayıyorum, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

— "(Kendisinde yemîn ettiğim) ay,yirmidokuzdur; işte bu ay da yirmidokuz oldu" buyurdu.

Âişe dedi ki: Müteakiben muhayyer kılma âyeti (ei-Ahzâb: 28-29) in­dirildi. Peygamber ilk kadın olarak benimle başladı ve şöyle dedi:

  "Ben sana bir emir anlatacağım. Cevâb hususunda acele et­memenden dolayı sana bir serzeniş yoktur, tâ ki ebeveynine dam-şasin".

Âişe dedi ki:

— Kat'î biliyorum ki, ebeveynim bana senden ayrılmamı emret­mezler.

Sonra Peygamber şöyle dedi:

  "Allah şöyle buyurdu: Ey Peygamber! Zevcelerine şunu söy­le: Eğer siz dünyâ hayâtım ve onun zînetini istiyorsanız» gelin size boşama bedellerini vereyim de, hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allahh ve Rasülü'nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki A ilah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükâ­fat hazırlamıştır" (el-Ahzâb: 28-29).

Ben de:

— Ay! Ben bunun hakkında mı ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah'ı ve Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu isterim, dedim.

Sonra Rasûlullah, bütün kadınlarını böyle muhayyer kıldı; on­lar da hep Âişe'nin dediği gibi söylediler [50].

 

30-.......Enes(R)'ten (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) kadınla­rından bir ay ayrı kalmaya yemîn etti. Ayağı da yarılmıştı. Bu sebeb-le kendisine âid yüksek bir odada oturdu. Akabinde Umer geldi ve:

  Kadınlarını boşadın mı? diye sordu. Rasûlullah:

  "Hayır, lâkin ben kadınlardan bir ay ayrı kalmaya yemin ettim" dedi.

Yirmidokuz gece orada kaldı. Sonra o yüksek odadan aşağıya indi de kadınlarının yanına girdi [51].

 

26- Devesini Mescid Önündeki Taş Döşemelik Üzerine Yâhud Mescidin Kapısına Bağlayan Kimse Babı

 

31-.......Ebu'l-Mütevekkil en-Nâcî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdiüah'a geldim, o şöyle dedi: Peygamber (S) mescide girdi. Ben de deveyi taş döşemeliğin kenarına bağladımda O'nun ya­nma girdim. Ve: Deven işte, dedim. Peygamber dışarı çıktı ve deveyi döndürmeye, ona yaklaşmaya başladı. "Para da, deve de senindir" buyurdu [52].

 

27- Bir Kavmin Çöplüğü Yanında Durma Ve İşeme(Nin Cevazı) Babı

 

32-.......Huzeyfe (ibnu'l-Yemân -R-): Yemîn olsun ben Rasûlullah'ı gördüm... dedi; yâhud da şöyle dedi: Yemîn olsun Peygam­ber (S) - bir kerre Ensâr'dan- bir kavmin süprüntülüğüne geldi ve ayakta işedi [53].

 

28- Yolda Bir Dalı Ve İnsanlara Eziyet Veren Herhangi Birşeyi Alıp Da Yol Dışına Atan Kimse(Nin Sevabı) Babı

 

33-....... Ebû Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bir adam bir yolda yürüdüğü sırada bir diken dalı buldu ve onu yoldan aldı. Bundan dolayı Allah o kulu övdü -yâhud bu amelini kabul etti- de onu mağfiret eyledi" [54].

 

29- Bâb: Halkın Gelip Geçeceği Yolun Genişliği Hususunda İhtilâf Ettikleri -Ki    "Mîtâ" Yol Aralığında Olacak Genişliktir- Sonra O Genişliğin Sâhibleri Bina Yapmak İstedikleri Zaman, Yol, O Genişlikten Yedi Zira' Olarak Bırakılır

 

34-........ İbn Abbâs'ın himayesinde olan İkrime şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim; o: Arazî sâhibleri geniş ve işlek umûmî yol (mikdârı) hakkında ihtilâf edip çekiştikleri zaman, Peygamber (S) yedi zira' olarak hükmetti, dedi [55].

 

30- Sahibinin İzni Olmaksızın Birşeyi Açıktan Zorla Almak(Tan Nehiy) Babı

 

Ve Ubâde ibnu's-Sâmit (R): Biz Peygamber(S)'le yağmacılık yapmamaya bey'atlaştık, demiştir [56].

 

35-.......Ensâr'dan Abdullah ibn Yezîd (R): Peygamber (S) ceb­ren ve kahren kişinin malını almaktan, (kulak, burun ve dudak kes­mek gibi) çirkin ukubet ve ceza uygulamaktan nehiy buyurdu, demiştir [57].

 

36-.......îbn Şihâb, Ebû Bekr ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre'den. Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle bu­yurdu: "Zinâkâr kişi zina ederken (kâmil bir) mü'min olduğu hâlde zina edemez. îçki içen de içki içerken (kâmil bir) mü'min olarak içki içemez. Hırsız da çalarken (kâmil bir) mü'min olarak çalamaz. Hal­kın gözü önünde yağmacılık eden kimse de yağmacılık ettiği sırada (kâmil bir) mü'min olarak çapulculuk edemez" [58].

 (İbn Şihâb dedi ki:) Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân, Ebû Hureyre'den; o da Peygamber (S)'den olmak üzere, bundan önceki Ebû Bekr hadîsinin benzerini tahdîs etti. Ancak bun­da "Çapulculuk" sözü yoktur.

el-Firabrî şöyle dedi: Ben (müellifin kâğıdcısı olan) Ebû Ca'fer'in elyazısıyle şunu buldum: Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: "Zina edici zina ederken bir mü'min olarak zina etmez" sözünün tefsiri, îmânı kasdederek, ondan sökülüp koparılır demektir [59].

 

31- Haçın Kırılması Ve Domuzun Öldürülmesi Babı

 

37-....... ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verip şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) Rasûlullah(S)'tan şöyle buyurduğunu işitti: "Meryem oğlu îsâ sizin içinize, hükmünde âdil bir hâkim olarak inmedikçe, salibi kırmadıkça, domuzu öldür-medikçe, cizye vergisini kaldırmadıkça ve mal hiçbir kimse kabul et­meyecek derecede dolup taşıncaya kadar kıyamet kopmaz" [60].

 

32- Bâb: İçinde Şarâb Bulunan Küpler Kırılır Mı?

 

Yâhud şarâb tulumları yırtılır mı? Birisi bir put yâhud bir haç yâhud bir tanbûr yâhud tahtasıyle faydalanılmayan birşey kırsa (hükmü nedir; tazmîn eder mi, yâhud caiz olur mu)? [61]

Meşhur Kaadı Şurayh'a kırılmış bir tanbûr da'vâsı getirildi de, Şurayh o hususta birşeyle hükmetmedi (yânî kırıcısına bir borçla hükmetmedi) [62].

 

38-.......Seleme ibnu'l-Ekva'(R)'dan (şöyle demiştir): Peygamber (S), Hayber gazvesinde tutuşturulmuş bir takım ateşler gördü.

— "Bu ateşler ne üzerine yakılıyor?" diye sordu.

Sahâbîler:

— Evcil eşekler(in etleri) üzerine, dediler.   

Peygamber:

— "O etleri dökünüz, kapları kırınız!" buyurdu.    

Sahâbîler:    

— Etleri döküp kapları yıkasak olmaz mı? dediler.

Peygamber:

— "Kapları yıkayınız!" buyurdu [63]  

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: İsmâîl ibn Ebî Uveys, elifin nasbi ve nûn harfiyle "el-H umuru'1-Enesiyye" şeklinde söyler idi [64].

 

39-...... Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Mekke'nin fethi günü Peygamber (S) hareme girdi. Hâlbuki Ka'be'nin etrafın­da ibâdet için dikilmiş, (kurşunla tutturulmuş) üçyüzaltmiş put var­dı. Peygamber elindeki deynekle bunlara dürtüyor ve: "Hakk geldi, bâtıl zeval buldu. Şübhesîz ki bâtıl dâim zeval bulucudur" (ei-isrâ: 8i) âyetini okuyordu [65]

 

40-..... Âişe(R)'den: Âişe kendisine âid olan bir masa veya raf üzerine, üstünde canlı hayvan resimleri bulunan bir perde edinmişti. Peygamber (S) onu söküp yırttı. Âişe de bu yırtık perdeden iki kü­çük topan yastık yaptı. Bu iki yastık evde bulunurdu da Peygamber bunların üzerine oturur idi .

 

33- Malı Önünde Döğüşen Kimse Babı

 

41-....... Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Malı(n\ muhafaza) uğrunda öldürülen kimse şehîddir" [66].

 

34- Bâb: Bir Kimse Bir Çanak Yâhud Başkasına Âid Olan Herhangi Birşeyi Kırdığı Zaman (Onun Benzerini Mi, Yâhud Bedelini Mi Öder)?

 

42-.......Enes(R)'ten (şöyle demiştir): Bir hacı Peygamber ka­dınlarından bâzısının yanında bulunuyordu.Bu sırada Mü'minlerin Anaları'ndan birisi bir hizmetçisi ile içi yemek dolu bir çanak gön­dermişti. (Belki Âişe) bir eliyle çanağa vurdu ve çanağı kırdı (Çanak kırılıp ikiye bölündü). Peygamber hemen iki parçayı birleştirdi ve yemeği tekrar içine koycfu. Ve orada bulunanlara: "V/ymiz/"buyur­du. Onlar yemeği bitirinceye kadar elçi olan hizmetçiyi ve kırık ça­nağı alıkoydu. Sonra yerine sağlam bir çanak verdi de kırık çanağı alıkoydu [67].

Ve İbnu Ebî Meryem dedi ki: Bize Yahya ibn Eyyûb haber verip şöyle dedi: Bize Enes, Peygamber (S)'den tahdîs etti [68].

 

35- Bâb: Bir Şahıs Diğer Şahsa Âid Bir Duvarı Yıktığı Zaman Onun Benzerini Bina Etsin

 

43-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle anlattı: "İsrail oğullan içinde Cureyc denilen (ruhban) bir adam var­dı. Cureyc (bir kerre savmıasmda) namaz kılarken annesi geldi ve onu çağırdı. Cureyc anasına cevâb vermekten çekindi. Anama cevâb mı vereyim, yâhud namaza devam mı edeyim deyip tereddüd etti. (Ana­sı onu üç defa çağırdığı hâlde namaza devam etti.) Sonra anası ona geldi ve:

— Yâ Allah! Bu oğluma fahişe kadınların yüzlerini gösterme­dikçe onun canını alma! diye ilendi.

Cureyc savmıasmda bulunduğu sırada bir kadın gelip, ben Cu-reyc'i muhakkak bir fitneye düşüreceğim dedi ve kendini Cureyc'e arzetti ve onunla konuştu. Cureyc zina teklifini kabul etmeyince, bu kızgın kadın bir çobana gitti ve kendini ona teslim etti. Kadın bu cin­sî temastan bir oğlan doğurdu. Kadın bu çocuğun Cureyc'den oldu­ğunu söyledi. Bunun üzerine halk Cureyc'e geldiler ve savmıasını yıktılar, kendisini aşağıya indirdiler, sövdüler. Cureyc abdest alıp na­maz kıldı. Sonra çocuğun yanına geldi ve:

— Ey oğul, senin baban kimdir? diye sordu.

Çocuk:

  Çobandır, diye cevâb verdi.

Bu garîb hâdiseyi gören halk Cureyc'e:

  Senin savmıam altından yapacağız, dediler.

Cureyc:                                                            

— Hayır, ancak eskisi gibi çamurdan yapınız, dedi [69]



[1] el-Mezâ!im, el-Mazlime'nm cem'idir, ikinci bâbdan mîmli masdardır.

ez-Zuim, lügatte cevr'dir, sının geçmektir. Şer'î ma'nâsı, bir şeyi lâyık ol­duğu yerden başka bir yere koymaktır. Bâzıları zulmü "Başkasının mülkünde sahibinin izni olmayarak tasarruftur" diye ta'rîf etmişlerdir.

el-Mazlirne, sahibinden haksız olarak alman şeyin ismidir de denilmiştir ki, tazallüm edilen şeyden İbarettir.

Müellif Basâir'de demiştir ki, zulm maddesi zulmetten alınmıştır; bir şeyi kendi yerinden başka yere koymak ma'nâsınadır. Yazılan bu koyuş' ya ziyâde ile, ya noksan ile, ya vaktinden, ya mekânından sapmakla olur. Ve zulm üç tür­lü olur: Biri insan ile Yüce Allah arasında olur. Bunun en büyüğü küfr, şirk ve nifaktır. İkincisi zâlim ile insanlar arasında olur. Üçüncüsü zâlim ile kendi nefsi arasında olur. Kaldı ki zulmün bu üç nev'i de hakikatte kişinin kendi ken­disine zulmetmesidir. Zâlim bir zulme giriştiğinde evvelâ kendi nefsine zulmet­miş olur. Nitekim " jjjk .^JS\ yır ^3'j İB '?+&• Uj = Onlara Allah zulmetme­di; fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı" (en-Nahl: 33) âyeti bunu nuik

etmektedir (Kaamûs Ter.)

eİ-Gasb; lügatte bir şeyi zulmen almaktır; alınan şey ister mal olsun, ister başka bir hakka tecâvüz olsun. Şeriat ıstılahında ise "Gasb, kıymeti hâiz olan muhterem bir malı sahibinin izni olmaksızın gizlice değil, açıktan almaktır (Seyyid Şerîf, el-Ta'rîfât).

[2] Buradaki tefsirleri el-Feryâbî, Mücâhid'den tahrîc etmiştir. Bu lûgatçilerin çoğunun tefsiridir. Hevâ lügatte yerle gök arasındaki boşluğa denildiğine göre, o gün de zâlimlerin aşırı hayret ve dehşetten akılları baş-^       lanndan gidip birşey düşünmeyerek gönülleri bomboş kalacak demek oluyor. Bu tasvir, İsrafil'in sûru üfürmesİ üzerine kabirlerinden kalkıp hesâb mevkiine gidişe âiddir. Bunun şu âyetlerde de bir tasviri vardır:

"... O da'vet edicinin, görülmemiş, tanınmamış bir şeye da'vet edeceği gün, gözleri zelîl ve hakîr olarak hepsi de çıvgın çekirgeler gibi kabirlerden çıkacak­lar, o da'vet ediciye (boyunlarını uzatıp) koşarak. (İçlerinden) kâfir olanlar (şöyle) diyecekler; Bu çok sarp bir gün" (el-Kamer-. 6-8).

[3] Buhârî bu hadîsi Rikaak Kitâbı'nda da getirmiştir. Bâzı âlimler bu hadîsin zahi­rinden iki sırat olduğu görüşüne gitmişler; diğer bâzıları da bunların ayrı ayrı iki köprü olmayıp biri diğerinin uzantısı olduğu görüşüne gitmişlerdir.Yânî biri cehennem üzerindeki büyük sırat, diğeri de cehennem ile cennet arasında, onun uzantısı olan sırat demişlerdir.

Hadîs metnindeki " S^ıkî" lâfzı Kuşmeyhenî nüshasında dâd harfi İle zab-tedilmiştir. et-Tekaadî, birbirine hakkını vererek hukûklaşmaktır. Cumhurun rivayeti ise şeddeli sâd ile " öJ^\£İ "dir. Bu da birbiriyle hesâblaşirlar demektir ki, Türkçe'de takas ta'bîr olunur. Bu takas muamelesi mü'minlerin kendi ara­larında bizzat ufak tefek hakları sevâb vermek, günâh almak suretiyle takas ve mahsûb ederek küçük günâhlardan arınırlar demek oluyor ki, bu da et-Tekaadî'mn İfâde ettiği ma'nâya delâlet etmektedir.

Demek ki cennete küçük günâhlardan da arındıktan sonra girilecektir. Bu­nu te'yîd eden bir hadîs: "Cennet ehlinden hiçbirinin üzerinde kul hakkı oldu­ğu hâlde cennete girmesi halâ! olmaz" (Buhârî, Tevhîd, Câbir'den).

[4] Bunu tbnu Mende Kitâbu'l-îmân'da senediyle rivayet etmiştir. Buhârî'nin bu ta'Iîki sevketmekten maksadı, Katâde'nin Ebû'l-MütevekkiPden tahdîsini açık­ça belirtmek istemesidir (İbn Hacer, Aynî, Kastallânî).

[5] Hadîsin başlığa uygunluğu son kısmıdır. Hadîs başlıktaki âyeti açıklamaktadır. Âyetin tamâmı şöyledir:

"Allah'a karşı yalan düzenden daha zâlim kimdir? Onlar Rabb'lerine ar-zedilecekler, şâhidler de: îşte bunlar Rabb 'lerine karşı yalan söyleyenlerdir, di­yecekler. Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin tepesindedir" (Hûd: 18).

en-Necve, yavaşça söz söylemeye denir ki, fısıldamak ta'bîr olunur.İbn Esir de en-Nihâye'dc: Necve isimdir; masdar yerine kaaimdir. Kıyamet gününde Yüce Allah'ın mü'min kuluna gizlice hitabıdır, demiştir.

Bu hadîste râvî Safvân'ın "İbnUmer'le ele ele yapışıp gittiğimiz sırada bi­risi gelip de necveden sordu. O da şöyle rivayet etti" şeklindeki durum beyânı ifâdesi, hadîsin târihî değeri bakımından çok kıymetlidir. Hadîsçiler ve tarihçi­ler bu gibi beyânları vak'anın doğruluğu lehine birer vesika kabul ederler.

[6] Hadîs, içtimaî yardımlaşmanın, güzel muaşeretin ve güzel ahlâkın en mühim umdelerini öğretmektedir. "Veyuslimuhu" if'âl babından muzârî sîgasıdır, silm ve selâmetini izâle etmez, yânî zâlimin zulmünde bırakmaz demektir. Hadîs, haber suretinde bir nehiydir ve daha belîğdir.

[7] Müslim'in Câbİr'den getirdiği rivayette "Yardım edilen kişi zâlim ise, müslü-mân kardeş o zalimi zulmetmekten men' etsin. Bu da zâlim için bir yardımdır" buyurulmuştur.

Bu kardeşlik, İslâm kardeşliğidir; bunda hür, köle, baliğ ve mümeyyiz or­tak olur. Başlıktaki vecîz sözü ilk defa Cundeb ibn Anber esir düştüğü zaman kurtulmak ümidiyle Es'ad ibn Zeyd için söylediği bir beytin bir mısra'mda soylemiştir:

{ (Ey kerim ve çok kazancı olan er kişi! İster zâlimyâhud mazlum olsun, sen kardeşine yardım et) (Aynî, Kastallânî).

[8] Hadîsin başlığa delîl olan fıkrası "ZulmedİIene yardım etmek" cümlesidir, Em­redilen bu yedi şey, beşerî ve ictinıâî faziletlerin en mühim umdelerindendir; bun­lar güzel ahlâkın esâslarıdır.

Hadîsin bu rivayetinde men' olunan diğer yedi şey zikredilmemİştir. Onla­rı da Cenâiz Kitâbı'ndaki rivayetten nakledelim:

"Gümüş kablardan, altın yüzükten, harîr, dîbâ, kasıyy, istebrak (denilen ipekli kumaşlar) kullanmaktan da nehyetti". Bunların hepsinin men'inden ga­ye, hayât ve maîşette israftan sakmıp i'tidâl ve tasarrufa riâyet etmektir

[9] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsından alınır. Çünkü mü'mİn mü'mini sağ-lamlaştirdığı zaman, ona yardım etmiş olur. Peygamber, mü'minler arasında gerçekleşmesi istenen dayanışmayı, bağlılığı ve netîceten birliği, sağlamlığı kav-len sağlam bir bina ile misâllendirdiğİ gibi, parmaklarını birbirine geçirerek fii­len de göstermiştir.

Mü'minler arasında ve bilhassa harb ve musibet zamanında bulunması is­tenen birlik ve dayanışma, Kur'ân'da parçaları kurşunla birbirine kenetlenmiş bina İle misâllendirilmiştir: "Şübhesiz ki Allah, kendi yolunda, birbirine kenet­lenmiş bir bina gibi saffîar bağlayarak çarpışanları sever" (es-Saff: 4).

[10] Âyetler intikaam almanın meşruluğuna delil olarak getirilmişlerdir, intişâr, in-tikaam, yânî ukubetle ceza uygulamaktır; öc aîmak da ta'bîr olunur. Alî ibn Ebî Talha, İbn Abbâs'ın bu âyeti "Allah, bir kimsenin başkasının ma'siyet ve . kötülüklerini aynen sayıp dökmesini sevmez, meğer ki ondan zulüm görmüş^ rencide edilmiş ola" suretinde tefsir ettiğini rivayet etmiştir. Beddua ile de tef-sîr edilmiştir.

Bu âyette ferdlerin hukukuna tecâvüz edildiğinde ferdin ferdden sözle inti­kaam alabileceği bildirilmiştir.

[11] eş-Şûrâ: 39. âyeti bir topluluğun hukukuna tecâvüze âiddir. Bu âyetteki siyâsî  ve millî yüksek hakikati İbrâhîm en-Nahaî, naklettiği tefsirde bildirmiştir. İbrâhîm'in bu tefsirini Abd ibn Humeyd ile İbn Uyeyne kendi tefsirlerinde mev-ıi   sûlen getirmişlerdir. Selefin bu tefsirlerine göre:

1. İslâm camiasına bir tecâvüz olduğunda hemen mîllî birlik te'sîsine çalışılarak, intikaam alınması emir buyuruluyor.

2.  Bunun terki, düşman tarafından milletin horlanması ve millî şerefin kı­rılması demek olduğu bildiriliyor.

3.  Düşmandan öc alındıktan sonra kin güdülmeyerek, eski hesâblar karış-tmlmayarak zâlimi affetmek gibi yükseklik gösterilmesi Öğretiliyor.

[12] Bu mazlumun affının güzelliğini delille beyân etmektir.

Bu iki bâbda yalnız âyetlerle yetinilmiş, hadîs getirilmemiştir

[13] eş-Şûrâ: 39. âyette mü'minlerin hukukuna bir tecâvüz olduğunda, onlar birle­şerek intikaam alırlar buyurulmuştu. Buradaki 40. âyette intikaam alırken bu­nun da bir zulüm derecesine çıkarılmaması, görülen fenalığa onun benzeri bir ukubetle mukaabele edilip yetinilmesi öğretiliyor ki, bu da ukubet ve ceza ta'yî-ni hususunda adaleti te'mîn için gözetilmesi vâcib olan en yüksek bir düstûr­dur. Ekseriyetle mazlumun öc alması, kana susamış bir arslan gibi zâlimi pençesine alarak "Şimdi artık ölümlerden ölüm beğen" diyecek derecede şid­detlenmekte ve bu suretle dünün mazlumu, bugünün başka bir zâlimi kesilmek­te olduğundan, bu intikaamın sınırı ta'yîn edilmiş, fenalığa onun benzeri bir fenalıkla mukaabele edilmesi suretinde bir düstûr konulmuştur ki, adalet lâfzı­nın hukukî bir medlulüdür.

Cürüm ile ceza arasında münâsebet ve eşitlik öğretildikten sonra, mü'minİ fazilet ve ahlâk güzelliğinin zirvesine yükseltmek İçin 41. âyet öğretilmiştir...

işte Kur'ân'da bağî ve hukuka tecâvüz edildiğinde mü'minlerin ta'kîb ede­cekleri kurtuluş ve selâmet yolu ve saldırgan hakkında uygulanacak adalet hü­kümleri; mukaabil bir zulümden korunmak yolu bu suretle ta'yîn ve ta'lîm edilmiştir.

[14] İbnu'l-Cevzî şöyle demiştir: Zulüm iki ma'siyeti şâmil olur: Bîri haksız yere başkasının mahm almak, öbürü de adaletle emreden Allah'a muhalefette mübâre-ze etmektir ki, bu ikincisi insanların irtikâb ettiği günâhların en büyüğüdür. Şübhesiz ki, zulüm, kuvvetlinin Allah'tan başka yardımcısı olmayan zayıfa îkaa ettiği çirkin fiildir. Zayıf, Allah'ın dâmân ve emânetinde İken ona zulmetmek, Allah'ın emânını tanımamak demektir ki, en şenî' bir günâhtır. Zulüm, kalbin zulmetinden, kararmasından neş'et eder. Zâlimin kalbi hidâyet nuru ile nûrlan-mış olsaydı, zulmün neticelerini, fenalığım düşünüp anlayabilirdi (Aynî).

Müslim'in Câbir'den bir rivayetinde: "Zulümden sakının. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zulmetlerdir. Cimrilikten de sakının.." lâfzıyledir

[15] Muâz'm Yemen'e gönderilmesi ile ilgili İbn Abbâs hadîsi buradaki başlığa delil olacak mikdârda kısaca rivayet edilmiştir. Hadîs, Zekât Kitâbi'nda geçmişti. Mazlumun duâsıyle Allah arasında perde ve mâni' bulunmamak, duanın kabul buyurulacağından ve asla reddedilmeyeceğinden kinayedir.

[16] Metindeki "Irz" lâfzını Ibnu Kuteybe nefs ile, beden ile tefsîr etmiştir. Metin­deki "Şey"i de sarihler mal ile tefsîr etmişlerdir. Hadîs madde ta'yîn olunup zulmü teşkil eden seyyie beyân edilerek haktan temize çıkıldığı surette, bu temi­ze çıkmanın sahîh ve nâfizliğini ifâde ediyor. Bu konuda âlimlerin ittifakı var­dır. Fakat iki kişi arasında karışık bir hesâb veya muamele üzerine hakları halâl kıldırılırsa, arada cereyan eden bu mechûl hesâb ve muamele hakkında halâl-laşmak caiz ve mu'teber midir? Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: Böyle madde ta'yîn ve mikdâr beyân edilmeyerek halâllaşmak da hem dünyâ, hem âhiret için berâattir, demişlerdir. Diğer bâzıları da: Ancak madde ve mik­dâr ta'yîn edilerek halâllaşmaya kaail olup, bu hadîsin "Zulüm ve tecâvüz etti­ği hakk mikdârı, zâlimin sevabından alınır" fıkrasıyle istidlal etmişlerdir.

Buhârî, mes'ele ihtilaflı olduğu için suâlin cevâbını zikretmemiştir.

[17] Bu ifâdeler yalnız el-Kuşmeyhenî'nin rivayetinde sabit olmuştur. Bu zikredilen İsmâîl, Buhârî'nin üstâdlanndandır

[18] İbnu'l-Munîr, başlık ile hadîs arasındaki münâsebeti şöyle yöneltmiştir: Başlık, geçmiş olan zulümden doğan hakkı düşürmeye uzanıyor. Âyetin mazmunu ise. vefasızlığın bir zulüm olmaması için müstakbel hakkın düşürülmesidir. Lâkin Buhârî delîl getirmede incelik ve naziklikle iş yapmıştır. Sanki Buhârî, vukû'u beklenen hakta düşürme geçerli olunca, muhakkak olan hakta düşürme yap­manın geçerliliği evleviyetle olur demektedir (Ibn Hacer).

[19] Mes'elede tafsîl olduğu için Buhârî mes'elenin de cevâbı olan izâ'nın cevâbını zikretmedi. Burada cevâb caizdir yâhud caiz olur şeklinde takdîr olunur

[20] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsmdan alınır. Eğer genç, Rasûlullah'a içmiş olduğu içeceği solundaki yaşlılara vermesine izin verseydi, gencin bu halâl kıl­ması belirsiz olurdu.Onların ve kendisinin içtikleri mikdâr da böyle belirsiz olur­du. Bu da mikdârı beyân etmeksizin, ihtilafsız olarak bunun cevazına delâlet etmiştir (Aynî).

[21] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Buhârî bununla arazî gasbmın sûretlen-dirilmesine işaret etmektedir.

[22] Metindeki "Şibr" karış demektir; burada azlığı ifâde etmek için zikredilmiştir. Az tecâvüz ukubeti gerektirirse, çoğu evleviyetle gerektirir.

[23] Bu üç hadîs, arzda, toprakta zulüm, başkasının mülküne tecâvüz ve isti'lâdan ibaret olduğuna; gasbın taşınmaz mallara ve akarlara da şümulüne; yalnız taşı­nır mallara münhasır olmadığına delâlet eder.

Bu hadîsler bir arza mâlik olan kimsenin o arzın sonuna kadar aşağısına mâlik olduğuna da delâlet eder. Şârih Hattâbî: "Kişinin mâlik olduğu tarla ve bahçesine yerin altında lâğım, izbe, in, kuyu kazmak isteyen yabancıyı men' et­me hakkı vardır..." demiştir.

Arazî sahibi yerin altında tasarruf etrne hakkına sâhib olduğu gibi arazînin üstünde de havaya yükselmek hakkını hâizdir. Başkalarına zarar vermemek şar-tıyle dilediği kadar yüksek bina inşâ edebilir...

[24] Bu ifâdeler Buhârî'nin Ebû Zerr nüshasında sabittir, diğerlerinde yoktur. Bu ifâdeye göre Abdullah ibn Mübarek hadîs kitabını Horasan'da yazmış ve orada tahdîs ve neşretmiş; kendisinden pekçok hadîsçi bunları alıp öğrenmiş. Yalnız Abdullah ibn Umer'in yukanki hadîsi, Horasan'da yazıp neşrettiği kitabında yokmuş' da, bunu Basra'ya geldikten sonra oradaki hadîs tâlib ve hafızlarına Basra'da imlâ edip yazdırmıştır.

[25] Ahmed ibn Hanbel'in Musned'i ile ibn Mâce'nİn Sünen 'inde Ebû Bekr'in köle­si Sa'd'den; Bezzâr'ın Müsned'inde Ebû Hureyre'den bu hadîsin ma'nâsında hadîsler gelmiştir. Bu rivayetlerin bâzısında kıtlık zamanında, bâzısında açlık sebebiyle iki hurma birleştirilerek yenildiği bildirilmiştir. Böyle bir zarurete da-yanıcı olsa bile, Peygamber, içtimaî âdaba aykırı olan bu hareketten men' et­miştir.

Aişe ve Câbİr: Nehiy sebebi, bu şekilde yemenin açgözlülük ve pisboğazlık gibi fena bir hareket olmasıdır, demişlerdir. Şu kadar ki, âlimler kendi malını kişinin dilediği gibi yemesi caizdir, demişlerdir. Nitekim Salim ibn Abdillah kendi hurmasını avuç avuç yermiş. Bu sebeble âlimler topluluğu hadîsin sevk yeri ci-hetiyle bu nehyi ortaklaşa yenilmeye tahsîs etmişlerdir.

[26] Bu hadîs Buyu' Kitâbı'nda "Lahham ve cezzâr hakkında denilen şeyler bâbı"nda geçmişti.

[27] Âyetin tamâmı şöyledir: "İnsanlardan öyle kimse vardır ki, onun bu dünyâ ha­yâtına âid sözü hoşunuza gider ve o, kalbinde olana Allah 'ı şâhid getirir. Hâl­buki o, düşmanların en yamanıdır'" (el-Bakara: 204).

[28] el-Eledd, lügatte eğri demektir; cem'i Ludd'dm. İşte biz o Kür 'ân ancak onunla tak vâya erecekleri mûjdeleyesin, (bâtılda) mücâdele ve inâd edenleri korkutasın diye senin dilinle (indircr çkf kolaylaştırdık" (Meryem: 97) âyeti, bu suretle tefsîr edil­miştir. Münafıklar husûmet hâlinde yalan söyler, iftira eder, doğruluğa tutun-mazlar da eğri, dolanbaçlı yolları seçerler. Bâzıları da "Eledd"i "şiddetli cidalci" diye tefsîr etmişlerdir. el-Eledd, müteannid, mütemerrid, husûmeti şiddetli adama denir ki, ihlâs ve insaf tarafına meyletmez (Kaamûs Ter,).

[29] Buhârî bu hadîsi Ahkâm, Şehâdât, Hileleri Terk Kitâbları'nda da getirmiştir. Müs­lim de Kaza Kitâbı'nda getirmiştir. Buradaki senedde üç tabiî hadîsi birbirin­den rivayet etmiştir. Bunlar Salih ibn Keysânjbn Şihâb ve Urve'dir. Bu hâl, hadîsin sıhhati ve rivayet usûlü bakımından kıymetlidir. Hadîsin sahâbî râvîleri de ikidir: Biri Ümmü Seleme, diğeri de kızı Zeyneb'dir. Bu da hadîsin sıhhati bakımından Önemli bir hususiyettir.

Hadîsteki "Ben de sizin gibi bir insanım "sözü, Peygamber'in de beşeriyet gereği yalnız zahirî işleri idrâk ettiği ve vahiy ile te'yîd edilmeyen hususlarda diğer insanların durumunda bulunduğunu ifâde eder. Hadîsteki "müslim" kaydı, ihtirazı bir kayıt değil, muhâtab sahâbîler olmak i'tibâriyle vâkıî bir kayıd ola­rak zikredilmiştir. Hadîsin son fıkrası bir muhayyer kılma değil, bir tehdîddir.

Nitekim: De ki Kur'an RabbAnızdan gelen bir hakktır; artık dileyen îmân etsin, dileyen küfretsin" (el-Kehf: 29) ve:  Siz dilediğiniz işi işleyiniz" (Fussilet: 40) âyetlerinde de böyle tehdîd içindir.

Hadîs hârika bir adalet düstûru va'z etmiştir: Lisân ve ifâde düzgünlüğü ile ve hüccet getirerek hüküm kazanmakla Allah'ın haram kıldığı birşey halâl ol­maz. Diğer deyişle hâkim, Peygamber bile olsa, hâkimin hükmü bir haramı ha­lâl veya bir halâlı haram kılamaz.

[30] Bu hadîs îmân Kitâbı'nda da geçmişti. Lâfızlarda bâzı öne geçirme ve geri bı­rakma farklılığı vardır

[31] Malı elinden alınan bir mazlum, zâlimin malına tesadüf edince, bunu almak hak­kım hâiz midir, değil midir? Bu mes'ele âlimler arasında ihtilaflıdır.

[32] İbn Sîrîn'in bu fetvasını Abd ibn Humeyd de Tefsir'md: "Eğer biri senden birşey alırsa, sen de ondan mislini al" suretinde riva­yet etmiştir.

[33] Bu Âişe hadîsinin başlığa uygunluk ciheti, Peygamber'in Hind'e, Ebû Sufyân'-ın malından örfe göre ailenin geçimine yetecek mikdârın alınmasına müsâade buyurmuş olmasıdır. Şârih İbn Battal: "Bu izin ve müsâade bir hakk sahibinin, hakkını vermeyen veyâhud inkâr eden kimseden hakkını alabilmesinin cevazına delâlet eder" demiş ve mes'eleyi en açık şekilde ortaya koymuştur.

Bu mes'eîede fıkıhta "Zafer mes'elesi" unvânıyle tanınır ve şöyle özetle­nebilir: Birisinin diğerinde hakkı olup da ödemeyi uzatır da bir türlü vermezse, hakk sahibi için aynı matını veyâhud da malının benzerini bulunca almak hakkı vardır. Yoksa borçlunun rastgele dilediği herhangi bir malını almak hakkını hâiz değildir.

[34] Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Tahâvî'nin de başka başka sahâbîlerden bu ma'nâda rivayet ettikleri hadîsler vardır. Bunlardan çıkan hüküm, ev ve menzil sahibi, konuklarına karşı yemek yedirmek vazifesini yerine getirmezse, konuk bu hakkını kerhen ve cebren alır demek oluyor. Leys ibn Sa'd mutlak olarak buna kaail olmuştur. Ahmed ibn Hanbel de bu mecburiyeti köy ve kasabalara teşmil etmeyerek, çöl halkına tahsis etmiştir. Ve: Umrân ve medeniyet eserlerinden mah­rum çölde zarurî ve hayatî gıda maddesi tedâriki mümkin olmadığından konu­ğa ziyafet, onun açlığım giderecek derecede vâcib kılınmıştır, demiştir.

Bâzı âlimler de bu hadîsin zahiren ifâde ettiği cebir hakkını bir türlü İctİmâî nizâma uygun bulmayarak, bu hakkı ve konuğun cebren ve kahren almak selâ-hiyetini açlık hâline hamletmişler ve bu suretle konuk hakkım esirgeyen menzil sahibinden bunu almak hakkını, yalnız açlıktan bunalan kimseye kasr ve tahsîs etmişlerdir. Su kullanma hakkında da böyle kabul edilmiş idi.

Bâzı âlimler de konuk hakkının zorla alınması sadaka âmillerine mahsûs idi demişlerdir.

[35] es-Sakîfe, sefine vezninde, evlerde olan sofaya denir. Medine'deki Benû Sâide sofası bundandır... (Kaamûs Ter.).

Sakîfe sofa demektir. Buna "Sâbât" da denilir ki, iki evin arası­na umûmî bir yolun üstüne yapılan tavandan ibaret olup, altından yol geçer.

[36] Bu, Buhârî'nin Eşribe Kitâbı'nda Sehl ibn Sa'd'den senediyle getirdiği hadîsin bir parçasıdır.

Benû Sâide sakîfesi, Ensâr'dan Hazrecliler'in toplantı yeri olan bir sofa dır. Peygamber arasıra bu sofaya geldiği ve Ebû Bekr'e burada bey'at olundu­ğu için burası İslâm târihinde ma'rûf mahallerden sayılmıştır.

Rasülullah'ın bu sofaya gelmiş ve sahâbîleriyle burada oturmuş olması, sa-kîfe yânî sofa edinmenin ve bu umûma âid yerde oturmanın caiz olduğunu bil­dirmektedir.

Buhârî'nin bu başlık ile, bir umûmî yolun iki tarafına mâlik olup da yolun iki tarafındaki iki evininin ortasına bir umûmî yolun üstüne bir oda, bir sofa yap­mak caiz midir? Yolun üstü, yol gibi, âmme hukuku ile ilgili mi?... gibi sorula­ra cevâb vermek istemiştir.

Bu vaziyette bir sofa, bir havaî oda yapmak caizdir; halkın menfaatlerine, gelip geçmesine mâni' olmadıkça âmme haklarına aykırı değildir; havaî yol da tasarruf değildir, diye cevâb vermek için Benû Sâide sofasını misâl olarak sev-ketmiştir.

Sahâbîlerin orada oturmakta devam etmeleri, bu oturuşun bir zulüm ol­madığını da göstermektedir.

[37] Bu hadîs', Hudûd ve Fikret Kitâbları'nda uzun; burada kısaca getirildi. Bu ha­dîs de böyle sofa edinilmesinin cevazını ifâde eder. Bu caiz olmasaydı, Peygam­ber, Benû Sâide sofasını takrir etmez ve orada oturmazdı. Halîfe seçimi ve bey'atı gibi müslümânlann en ehemmiyetli bir işi orada görülmezdi.

[38] Başlık, hadîsten bir cümledir. "Men' etmez" Ebû Zerr'in rivayetinde ref ile zabtedilmiştir. Bu nehiy ma'nâsı ifâde eden bir haber sîgasıdir. Men' ifâde et­mekte cezimlis inden" daha beliğdir.

[39] Tercemedekİ parantez arasındaki ifâdeler, Ahmed.ibn Hanbel'in rivayetinden alınmıştır.

Hadîsteki "Hasebe" lâfzı da Ebû Zerr rivayetinde böyle müfred olarak gel­miştir. Diğer rivayetlerde iki ötre İle ve cemi' sîgasıyle "Huşuben" şeklinde­dir. Şübhesiz cemi'lisinde ümmete meşakkat vardır.

[40] Ebû Hureyre, cemâatin bu hükmü ağır bulduklarını îmâ eden baş eğme vaziyet­lerinden müteessir olarak, bunu teşvik ve mübalağa için sözünü te'kîdli ve yemînli söylemiştir.

[41] Hadîsin başlığa delîlliği "Ben şarâbları döktüm de Medine sokaklarında şarâb aktı" sözüdür.

Buhârî bu hadîsi Tefsîr ve Eşribe Kitâblan'nda da getirmiştir, Müslim de Eşribe'de getirmiştir.

el-Muhalleb şöyle dedi: Şarâb yola ancak terkedildiğini İ'lân için ve bu terkin açıklanması için dökülmüştür. Bu da maslahatta şarâbın yola dökülmesiyle ezi­yet duymaktan daha üstündür (İbn Hacer).

[42] Bu, dört sahîfe kadar tutan uzun "Hicret Hadîsi' mn bir parças^Burada böyle kısaca getirilmesi, kişinin evinin avlusunu taşla çevirmek, orada oturmak hakkım hâiz olduğunu beyân etmek içindir. Başlıktaki Efmye, Fma n« cemidir Finâ, evin önündeki açık avluya denir. "cem'idir  Bunu da İbn Esîr: Evin kapısı önündeki insanların geçecek yen olan yoldur, diye ta'rîf etmiştir. Ebû Saîd hadîsinüe "Turukaat" şeklinde gelmesi de İbn Esîr'in bu ta'rîfini te'yîd etmektedir.

[43] Buhârî bunu İsti'zân Kitâbı'nda da getirmiştir                     

Peygamber'in evvelâ men' etmesi, yol üstünde oturanın fena şeyler gormeK-ten fena söz işitmekten kurtulmamasıdır. Bâzı âlimler bu nehıy, haram kılma suretiyle değil, mefsedetleri giderme, iyilik sebeblerine ırşâd kabılmdendır, de­mişlerdir.

Hulâsa: Yol uğrağı yerlerde kimseye zarar vermeden oturmak caizdir. Fakat bunun mukaabilinde gelip geçenlere yardımcı olmak luzümu bildirilmiştir.

[44] Hadîs, Şirb Kitabı "Su içİrmenin fazîleti bâbı"nda geçmişti. Buhârî bunu bu­radaki başlığa delîl olmak üzere ayrı sened ve bâzı lâfız farklılığı İle getirmiştir. Hadîste, susuzların ve diğer hayvanların faydalanması için sahrada kuyular kaz­manın cevazı hükmü vardır. Geceleyin içine insan ve hayvan düşmesi suretiyle zarara uğranılması zanm ile beraber bu nasıl caiz olur dersen, şöyle cevâb veri­lir: Menfaat daha çok ve gerçekleşici, zarara uğramak ise nâdir ve zannedilmiş olursa, faydalanma gâlib olur ve tazminat düşer ve düşen şey heder olur. Eğer zarar muhakkak olursa, kuyu kazmak caiz olmaz ve kazan zararı öder (Kas-tallânî).

[45] Buhârî bu hadîsi Cihâd Kitabı, "Binek devesi edinen kimse bâbı"nda senediyle tam olarak getirmiştir. Burada sâdece başlığa delîl olan bu cümlesini getirip, bununla yetinmiştir. Bu cümle îmân Kitâbı'ndakİ bir hadîste de geçer.

Buhârî bu bâbda başka hadîs getirmeyip, bununla yetinmiştir.

[46] Buhârî bu hadîsi Hacc Kitabı'nın sonlarında "Medine'nin yüksek binaları bâ-

bi"nda da getirmişti. Fitneler Kitâbı'nda da getirecektir. Metindeki Ututn, yüksek bina ve kal'a ma'nâsmadır. Hadîs buradaki başlıkta söylenen yüksek yerlerin yapılması ve oralarda oturulmasının cevazına delil olmak üzere getirilmiştir. Şârih İbn Battal: Damlar üzerinde, yüksek yerlerde yüksek oda yapmak, oradan başka birinin haremi görülmedikçe mubahtır, demiştir.

[47] Bu taccüb-sözünün aslı bâzı nüshalarda "£^ıj', diğer bâzılarında şeklinde gelmiştir. Ma'nâ farkı yoktur.

[48] Medîneli Ensâr'm kadınlara karşı bu tutumları, İslâm devletindeki kadın hakk ve hürriyeti bakımından önemli bir tatbikattır.

[49] Hafsa'nın açıkladığı söz şudur: Peygamber, Âişe'nin gününde Mâriye ile yalnız kalmış, Hafsa da bunu bilmiş; Peygamber, Hafsa'ya: Şunu gizli tut,ben Mâri-ye'yi kendime haram kıldım, demiş.Hafsa da bunuAişe'ye açıklamış, Âişe de Öfkelenmiş. Nihayet Peygamber, kadınlarına bir ay yaklaşmamaya yemîn et­miştir. İşte müteâkıb cümlenin ma'nâsı budur (Kastallânî).

[50] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber kendisine âid olan meşrubeye girdi" sözündedir. Çünkü meşrube, yüksek odadır. Buhârî'nİn, şanı ve âdeti olduğu üzere bu hadîsten misâl olarak "Peygamber kendine âid meşrubeye girdi ve yal­nızlığa çekildi" sözüyle yetinmesi kâfi idi. Fakat zahir olan şu ki, o, İbn Ab-bâs'm sorusunun cevâbında "Âişe ve Hafsa" sözü yeter iken hadîsin tamâmını sevkedişinde Umer'e uymuştur. Umer, hadîste şerh ve beyân ziyâdeliği bulun­duğu için, kıssanın hepsini sevketmiştir. Bu hadîste birçok fâideler vardır, bunlar üzerine söz, inşâallah yerinde gelecektir (Kastallânî).

[51] Hadîsin başlığa delîlliği "Peygamber kendisine âid yüksek bir odada oturdu" sözündedir.

[52] Bu Câbir'in meşhur "bâir (yânî deve) hadîsi"nin kısa bir rivayetidir. Başlığa delîlliği "Deveyi taş döşemeliğin bir tarafına bağladım" sözündedir. Çünkü bu­nunla bir zarar meydana gelmediği takdirde, taş döşeme yapmanın cevazı bu hadîsten alınır.

[53] Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda da geçmişti. Burada getirilmesinden maksad, çöplükte işemenin cevazını bildirmektir.

[54] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır. Bu hadîsi Müslim, Cihâd'da Yahya ibn Yah­ya'dan; Tirmizî ise el-Birr'de Kuteybe'den senediyle rivayet etmiştir.

Bu küçük amelin kabul edilip mağfirete sebeb olması ve bütün bunların aslı, Yüce Allah'ın şu kavlidir: tiİşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor idiyse onu görecek, kim de zerre ağırlığınca şen yapıyorsa onu görecek" (ez-Zilzâi: 7-8).

Yoldan ezâ verici birşeyi gidermek, îmândan bir şu'bedir (Aynî).

[55] Halkın gelip geçmesi için işlek ve geniş cadde olarak bırakılacak arazînin mik-dânnda mal sâhibleri uyuşmazlığa düştüklerinde, bu hadîse göre asgarî yedi zira' olarak hükmolunur. Maamâfîh zirâ'ın mikdân ve mâhiyetini o zamanın ve mm-takanın örfü ta'yîn eder.

[56] Buhârî bu Ubâde hadîsini Sahih 'in îmân Kitâbı'nda ve daha birçok yerlerinde senediyle getirmiştir

[57] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır,Çünkü başlık hadîsin bir kısmının ma'nâsından ibarettir.

[58] Murad, îmân'm aslım değil de, kemâlini gidermektir. Yâhud da murad, o hara­mı halâl sayarak işleyendir. Yâhud da bu, o ma'siyetleri âdet edindiği ve devam ettirdiği takdirde, îmânın zevâliyle korkutma bâbındandır.

Hadîsin başlığa uygunluğu "İnsanların gözleri ona yükselirken bir çapulcu­luk yapmaz" sözündedir. Çünkü göz yükseltmek, İzin vermemeye delâlet eder.. (Kastallânî).

Buhârî bu hadîsi Hudûd'da da; Müslim de îmân'da getirmiştir.

[59] Yânî ondan îmân nuru koparılır.îmân kalble tasdik, dil ile İkrardır. îmân nuru ise sâliha ameller, yasaklardan çekinmedir. Kişi zina ettiği yâhud şarâb içtiği yâhud hırsızlık yaptığı zaman îmânın nuru gider ve sahibi karanlıkta kalır (Fethu'l-Bârt).

[60] Buhârî bu hadîsi burada getirmekle haç kıran yâhud domuz Öldürenin bunları tazmîn etmeyeceği, çünkü emredilmiş bir şeyi yaptığına işaret etmiştir. Lâkin bunun mahalli muhâriblerle olduğu zamandır.., (Kastallânî).

Buhârî bunu Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da; Müslim, îmân'da getirmiştir.

[61] ( = ed-Dennu)"J dâl'in fethi ve nûn'un teşdîdiyle büyük küpe denir...

Bir kavle göre testiden üzün ve söbü olanına denir, yâhud şol testiden küçük küpe denir ki, dibi sivri olup, çukura oturtmadıkça durmaz.

( = ez-Zıkku)", zâ'ın kesriyle tuluma denir, bir kavle göre tüyü yolunmadik tuluma denir ki, ona şarâb makûlesı nesne koyarlar; cem'İ Ezkaak ve Zikaak gelir.

"( = et-Tunbür)"... ma'rûf sazın ismidir ki, feth ile Tanbûr ta'bfr olu­nur... (Kaamûs Ter.)

[62] Kaadı Şurayh'm bu fetvasını İbn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmiştir. Şurayh, Peygamber devrine erişmiş, fakat görüşememiştir. Umer tarafından Basra'ya kaadı ta'yûı edilmiş, orada 60 yıl vazife görmüştür. 120 yıl yaşamıştır (Aynî).

[63] Peygamber'İn yıkamaya izin vermesi, içine şarâb konulan kapların su ile temiz­lenmelerinin mümkün olduğuna delâlet etmiştir.

[64] tbn Ebî TJveys, Buhârî'nin şeyhi ve İmâm Mâlik'in kızkardeşinin oğludur. Onun bu kelimeyi vahşetin zıddı olan "enes"e nisbetle okur olduğunu Buhârî'nin bu haberinden öğreniyoruz.

Bu ziyâde bâzı nüshalarda bulunmuş, Aynî bunu nüshasına yazmış, bunun için biz de bunu burada tesbît ettik (Rakamlı nüsha haşiyesi).

[65] Hadîsin başlığa delîlliği putların dürtülerek horlanması ve bilâhare kırılmalarıdır,..

[66] Hadîste zulmü def etmek üzere çarpışırken ölenin şehîd olduğu bildirildiği için bu kitâbda getirilmiştir.

Tirmizî'nin rivayeti dahatafsîllidir; "Kim malını koruma uğrunda öldürü-lürse, o şehîddir. Kim hayâtı uğrunda öldürütürse o ölü de şehîddir. Dînî uğ­runda öldürülen mücâhîd de şehîddir. Irzı uğrunda ölen de şehîddir".

[67] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kadın çanağı kırdı" sözündedir.Hadîs başlıktaki cevâbı da ihtiva etmektedir.

[68] Buhârî'nin, hadîsin bu ikinci senedini getirmekten maksadı, Enes'in Humeyd et-TavîI*e tahdîsini açıkça beyân etmektir

[69] Buhârî bu Râhib Cureyc hadîsini burada kısaltmış olarak getirdi Bunu.nedle Ehâdîsu'l-Enbiyâ Kitâbı'nda uzunluğu ile getirmiştir. Burada kısmı "Senin savmıam altından yapacağız dediler. O: Hayır olmaz, ancaK esKi-si gibi çamurdan bina ediniz" sözüdür.                                      

Bu hadîsle hüccet getirmenin tevcîhi, "Bizden evvelkilerin kanunu, bizim kaanûnumuz aksini getirmediği müddetçe bizim de kaanunumuzdur   esasıdır.