2- Zekat Vermek Üzere Bey'at Edip Ahidleşmek Babı
3- Zekat Vermeyen Kimsenin Günahı Babı
5- Malı Hakklı Yerde Harcama Babı
6- Sadakada Gösteriş Yapma(nın Kötülüğü) Babı
7- Bab: Allah Çalınmış Maldan Yapılan Sadakayı Kabul
Etmez
9- Kabul Edilmeyip Geri Çevrişmesinden Önce Sadaka Vermek
Babı
11- Hangi Sadaka Daha Faziletlidir? ve Sıhhatli Cimri
Kimsenin Sadakasının Fazileti) Babı
13- Aşikare Verilen Sadaka Babı
15- Bab: İnsan Bilmiyerek Bir Zengine Sadaka Verdiği
Zaman (Sadakası Makbuldür)
16- Bab: İnsan Bilmiyerek Kendi Oğluna Sadaka Verdiği
Zaman
17- (Rağbet Edilecek Sadaka Bizzat Kendi) Sağ Eliyle
Verilen Sadakadır Babı
18- Sadakasını Bizzat Kendisi Vermeyip de Hizmetçisine
Vermesini Emreden Kimse Babı
19- Bab: Sadaka Ancak Bir Zenginlik Üzerinden Verilir
20- Bir İnsana Verdiği Şeyleri Sayıp Söylemek Suretiyle
Başa Kakan Kimse(nin Kötülüğü) Babı
21- Sadakayı Gününden Geciktirmeyip Acele Vermeyi Seven
Kimse Babı
22- Sadaka Vermeye Teşvik Etmek ve Sadaka Verilmesi
Hususunda Şefaat ve Delalet Eylemek Babı
23- Sadaka, İnsanın Gücü Yettiği Mikdarda(Verilmeli)dir
Babı
25- Müşrilik Halinde İken Sadaka Veren, Sonra da Müslüman
Olan Kimse(?) Babı
28- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
29- Sadaka Verip Duran Cömert Kimse İle Cimrinin Meseli
Babı
30- Çalışıp İş Yapmakla Kazanılandan ve Ticaretten Sadaka
Vermek Babı
31- Bab: Her Müslüman Üzerine Sadaka Vermek Vacibdir
32- Bab: Zekattan Ne Mikdar ve Sadakadan Ne Mikdar
Verilir?
34- Zekatta Arz (Yanı Nassla Ta'yin Edilmiş Olanın
Kıymetinde Bir Metal) Verilmesi Babı
35- Bab: "Ayrı Ayrı Bulunan Zekat Malları Bir Araya
Toplanmaz; Toplu Olanların da Arası Ayrılmaz"
38- Yanındaki Develerin Zekatı Bintu Mehad'a Ulaşan;
Fakat Yanında Bintu Mehad Bulunmayan Kimse Babı
39- Koyun Cinsinin Zekatı Babı
41- Zekatta (Bir Yaşını Bitirmiş) Dişi Keçi Oğlağının
Zekat Olarak Alınması Babı
42- Bab: Zekatta, Halkın Mallarının En İyileri Zekat
Olarak Alınmaz
43- Bab: Beş Deveden Aşağısında Zekat Yoktur
45- Yakınlara (Yani Hısımlara) Verilen Zekat Babı
46- Bab: Müslüman Üzerine Atı İçin Sadaka (Yani Zekat
Vermek) Yoktur
47- Bab:Müslüman Üzerine Kölesi İçin Sadaka (Yani Zekat
Verme Vucübü) Yoktur
48- Yetimlere Sadaka Vermek Babı
49- Kadının Kocaya ve Himayesinde Bulunan Yetimlere Zekat
Vermesi Babı
51- İstemekten Sakınıp Geri Durmak Babı
55- Hurmanın Yaşken Ağacı Üzerinde Mikdarını Takdir ve
Tahmin Etmek Babı
57- Bab: Beş Vesk(Yani Bin Kilo)'den Az Mahsülde Sadaka
(Yani Zekat) Yoktur
61- Peygamber (ve Ailesi) Hakkında, Sadaka Konusunda
Zikrolunan Şey (Yani Haramlık) Babı
62- Peygamberin Zevcelerinin Âzadlı Kölelerine Verilen
Sadaka(nın Hükmü) Babı
63- Bab: Sadaka Tahavvül Ettiği (Yani Sadaka Olmaktan
Çıktığı) Zaman?
66- Denizden Çıkarılacak Şeylerin Zekat Vergisine Tabi'
Tutulup Tutulmayacağı Babı
67- Bab: Rikazda Beşte Bir (Nisbetinde Vergi) Vardır
69- Sadaka Develerinin ve Sütlerinin Sırf Yolculara
Tahsis Edilip O Yolda Kullanılmaları Babı
70- İmamın Sadaka Develerini Kendi Eliyle Damgalayış
Alametlemesi Babı
Rahman ve Rahfm olan Allah'ın ismiyle
(Zekât
Kitabı)
Ve Yüce Allah'ın şu kavli:
"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı
verin..."(en-Nûr: 56; el-Mucâdik: 12) [1]
Ve İbn Abbâs (R) şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân (R)
tahdîs edip, Peygamber'in hadîsini zikretti: Kendisi Hırakl'e "Muhammed
bize namaz kılmamızı, zekât vermemizi, hısımlarla ilgilenmemizi, iffetli
olmamızı emrediyor" demiştir [2].
1-.......İbn
Abbâs(R)'tan (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) Muâz ibn Cebel'i Yemen'e
gönderirken, ona: "Yemenlileri (evvelâ) Allah'tan başka ibâdete lâyık bir
tanrı olmadığına ve benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet etmeye da'vet et.
Eğer bu iki şehâdeti kabul ederlerse, bu defa Allah'ın her gece ve gündüzde
üzerlerine beş vakit namaz farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bu namaz
farzına itaat ederlerse, bu defa onlara mallarında Allah'ın zekât farz
kıldığını bildir. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir"
buyurdu [3].
2-.......Bize
Şu'be, İbni Usmânibn Abdillah ibn Vehb'den; o da Mûsâ ibn Talha'dan; o da Ebû
Eyyûb(R)'dan tahdîs etti (O, şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'e:
— Bana, kendimi
cennete girdirecek bir amel haber ver! dedi.o. Orada bulunanlar;
— Buna ne oluyor? Bunun ne dileği var ki? dediler.
Peygamber:
— "Bu, bir hacet sahibidir; nesi
olacak" buyurdu da, o sorana karşı: ''Allah'a ibâdet edersin ve O'na
hiçbir şeyi ortak kılmazsın; namazı kılarsın, zekâtı verirsin, hısımlığa (iyilik)
ekler durursun" buyurdu [4].
Ve Behz ibn Esed şöyle
demiştir: Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bize.Muhammed ibn Usmân ve onun
babası Usmân ibn Abdillah tahdîs ettiler ki, bu ikisi de Mûsâ ibn Talha'dan
işitmişler; o da Ebû Eyyûb'dan bu hadîsi işitip rivayet etmiştir [5].
Ebû Abdillah
el-Buhârî: Muhammed isminin hıfz edilmemiş olmasından endîşe ederim, çünkü o,
Amr'dir dedi [6].
3-.......Bize
Vuheyb (ibn Hâlid), Yahya ibn Saîd ibn Hayyân'dan; o da Ebû Zur'a'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti (Ebû Hureyre -R- şöyle demiştir): Peygamber'e bir
bedevi Arab geldi ve:
— Bana, öyle bir işe
delâlet et ki, ben onu işleyince cennete girebileyim, dedi.
Peygamber (S):
— "Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmıyarak,
yalnız Allah'a ibâdet edersin, farz yazılan namazı kılarsın, farz kılınmış olan
zekâtı verirsin ve ramazân orucunu tutarsın" buyurdu.
Bedevi Arab:
— Nefsim elinde
bulunan Allah'a yemîn ederim ki, ben senden işittiğim bu ibâdetler üzerine bir
artırma yapmam, dedi de arkasını dönüp gidince, Peygamber:
— "Kim, cennet ehlinden bir kimseye
bakması kendisini sevin-direcekse, işte şu zâta baksın!" buyurdu [7].
4- Bize
Müsedded, Yahya el-Kattân'dan; o da Ebû Hayyân'dan tahdîs etti. Bu Ebû Hayyân
Yahya ibn Saîd: Bana Ebû Zur'a, bu hadîsi Peygamber(S)'den olmak üzere haber
verdi, demiştir[8].
5-.......
Bize Hammâd ibnu Zeyd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Hamze (Nasr ibn İmrân)
tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Ab-bâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu:
Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber'e geldiler ve:
— Yâ Rasûlallah! Bu
topluluk Rabîa kabîlesindendir. Seninle bizim aramıza Mudâr kâfirleri
girmiştir. Biz sana yalnız haram ay içinde ulaşabiliriz. O hâlde sen bize
kestirme birşey emret de bizler onu senden alalım ve arkamızda kalan
kimselerimizi de ona çağıralım, dediler.
Rasûlullah (S);
— "Ben size dört
şey emrediyor ve dört şeyden de nehyediyorum: Allah'a îmân etmek ve Lâ ilahe
illeUlah { = Allah'tan başka tanrı yoktur hakikatine) şehâdet etmek"
buyurdu ve (parmağını) eliyle şöyle bağladı; devamla: "Namazı kılmak,
zekâtı vermek ve ganimet aldığınız şeylerin beşte birini (devlete) vermenizdir.
Ve sizleri dubbâ', hantem, nakîr ve müzeffet (denilen kablarda yapılan
\çV\\tr)den nehyediyorum" buyurdu.
Ve Süleyman ibn Harb
ile Ebu'n-Nu'mân Muhammed ibnu'l-Fadl es-Sedûsî, Hammâd ibn Zeyd'den;
"Allah'a îmân, Lâ ilahe il~ le'llah ( = Allah'tan başka tanrı yoktur) diye
şehâdet etmektir" şeklinde söylemişlerdir [9].
6-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) vefat ettiği zaman, Ebû Bekr halîfe
olup Arab kabilelerinden bâzıları kâfirliğe dönerek tekrar kâfir olduklarında
(onlara karşı ordu şevkine giriştiğinde) Umer, Ebû Bekr'e hitaben:
— Sen bu insanlara
nasıl kıtal yaparsın? Hâlbuki Rasûlullah (S): "Ben insanlar Lâ ilahe
ille'llâh... (= Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O 'nun elçisidir)
deyinceye kadar onlarla harb yapmakla emr olundum. Kim bu sözü söylerse, artık
o kimse.İslâm kaanûnu-nun hakkı karşılığı olmak müstesna, benden malını ve
canım korumuş olur. (Gizli günâhlarının) hesabı ise Allah'a âiddir"
buyurmuştur, dedi.
Ebû Bekr de Umer'e
karşı:
— Allah'a yemîn ederim
ki, ben namaz ile zekât vermek arasını ayıran kimselerle muhakkak harb ederim.
Çünkü zekât, mâlî bir hakk-tır. Allah'a yemîn ederim ki, bunlar Allah'ın
Rasûlü'ne veregeldik-leri bir dişi oğlağı (yânî umûmî olarak zekâtı) benden
men' ederlerse, bu zekâtı men' etmek suçundan dolayı onlarla muhakkak harb ederim,
dedi.
Bunun üzerine Umer:
— Vallahi bu
mürtedlerle harb edilmesi hakkındaki hüküm, Allah'ın Ebû Bekr'in göğsünü,
gönlünü açıp genişletmiş olmasındandır. Ben bu sayede onlarla harb etmenin
hakk olduğunu Öğrendim, dedi [10].
"... Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve
zekâtı verirlerse, s. artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdirler"
(et-Tevbe 11) [11]
7-.......Kays
şöyle demiştir: Cerîr ibnu Abdillah el-Becelî (R):
Ben Peygamber(S)'e
namaz kılmak, zekât vermek ve her müslümâ-na hayır isteyici olmak üzere bey'at
ettim, demiştir [12].
Ve Yüce Allah'ın şu kavli:
"... Altını, gümüşü yığıp biriktirip de onları
Allah yolunda harcamayanlar, işte bunlara pek acıtıcı bir azâb muştula! O gün
bunlar, üzerlerinde, cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin
alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak; işte bu nefisleriniz için toplayıp
sakladıklarınız! Artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesneleri tadın!
denilecek" (et-Tevbe: 34-35) [13]
8-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle diyordu: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Sahibi,
kendisindeki zekât hakkını vermediği zaman deve, kıyamet günü en kuvvetli
haliyle sahibinin üzerine gelir ve onu ta-banlarıyle çiğner. Koyun da
kendisindeki zekât hakkını vermediği zaman en kuvvetli ve besili haliyle sahibi
üzerine gelir ve tırnaklarıy-le onu çiğner, boynuzlarıyle da ona vurur".
Peygamber devamla
buyurdu: "Bu hayvanların haklarından birisi de su başlarında sütlerinin
sağılması (ve oradakilere sadaka edilmesi)dır" [14].
Yine Peygamber şöyle
buyurdu: "Sakın sizden hiçbiriniz kıyamet günü zekâtını vermediği
davarını omuzunda bağırır hâlde taşıyıp gelmesin ve (yardım isteyerek): Ya
Muhammedi demesin. O zaman ben ona: Ben senin için hiçbirşey yapmaya mâlik
değilim; ben (ilâhî emirleri) tebliğ etmişimdir, derim. Yine sizden hiçbiriniz
zekâtım vermediği devesini böğürür hâlde omuzu üzerinde taşıyarak gelmesin v
Yâ Muhammedi demesin. Ben ona: Ben senin lehine hiçbirşeye mu lik olamıyorum;
ben (Allah'ın emir ve nehiylerini) tebliğ etmişimdir, derim" [15].
9-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kim ki, Allah
kendisine mal verir de o malın zekâtını vermezse, kıyamet gününde zekâtı
verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli erkek bir yılan suretine konulur. Bu
yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal
sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzı ile sahibinin çenesini
iki tarafından yakalar. Sonra: Ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malınım; ben
senin hazînenim, der". Ebû Hureyre dedi ki: Bundan sonra Rasûlullah şu
maâldeki âyeti okudu: "Allah 'in/adlından kendilerine verdiğini
(harcamakta) cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için bir hayr olduğunu
sanmasınlar. BiVakis bu, çnlar için bir şerr-dir. Onların cimrilik ettikleri
şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası
Allah'ındır. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (Âiu imrân: 180) [16].
Ve Ahmcd ibnu Şebîb ibn Saîd şöyle dedi:
Bize babam Şebîb, Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan
tahdîs etti ki, Hâlid ibn Eşlem şöyle demiştir:
Bir kerre Abdullah ibn Umer ile Medine hâricine
çıkmıştık. Bir bedevî gelip İbn Umer'e: "... Altını ve gümüşü biriktirip
de onları Allah yolunda harcamayanlar; işte onlara pek elemli bir azabı muştula"
(et-Tevbe: 34) kavlindeki *'Kenz t9in mâhiyetinden bana haber ver! dedi. İbn
Umer şöyle dedi; Her kim bu malları biriktirip de zekâtlarını vermezse, onun
için heîâk ve azâb vardır. Ancak zekât âyetinin indirilmesinden önce ihtiyâçtan
fazla olup da Allah yolunda harcanmayan mallar kenz sayılırdı. Zekât indirilince,
Allah zekâtı, mallar için bir temizlik sebebi kılmıştır [18].
10-.......O
da Ebû Saîd(R)'den şöyle derken işitmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Beş ûkıyyeden az mıkdâr (gümüş) da zekât yoktur. En aşağı üçer yaşında
beş deveden aşağısında da zekât yoktur. Beş vesk mıkdânnın aşağısında(ki
mahsûllerde) da zekât yoktur"[19].
11- Bize Alî
tahdîs etti. O Hüşeym'den şöyle dediğini işitmiştir: Bize Husayn haber verdi
ki, Zeyd ibnu Vehb şöyle demiştir: Ben Re-beze'ye uğradım. Orada Ebû Zerr ile
karşılaştım. Ona: Senİ bu menziline indiren nedir? dedim. Ebû Zerr (R) şöyle
dedi: Ben Şam'da bulunuyordum. "... Altını, gümüşü biriktirip de onları
Allah yolunda harcamayanlar, işte onlara elemli bir azabı muştula... "
(et-Tevbe: 34) âyetinin tefsiri hakkında Muâviye ile ihtilâf ettim. Muâviye: Bu
âyet Kitâb ehli hakkında indi, dedi. Ben de: Bu âyet hem bizim hakkımızda, hem
de Kitâb ehli hakkında indi, dedim. Bu konuda benimle onun arasında bir niza'
oldu. Muâviye, Usmân'a bir mektûb yazıp beni şikâyet etti. Bunun üzerine Usmân
da bana, Medine'ye gel diye mektûb yazdı. Medîne'ye geldim. İnsanlar beni
bundan evvel hiç görmemişler gibi, yanımda toplanıp çoğaldılar. Ben bu hâli
Usmân'a söyledim. Usmân bana: İstersen bir kenara çekilirsin ve yakın bir
yerde olursun, dedi. İşte beni bu menzile indiren hâdise budur. Eğer benim
üzerime bir Habeşli'yi emîr ta'yîn etmiş olsaydılar, ben muhakkak onu dinler ve
itaat ederdim[20].
12- Bize
Ayyaş ibnu'l-Velîd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdu'l-A'lâ tahdîs edip şöyle
dedi: Bize el-Cuveyrî, Ebu'l-A'lâ'dan tahdîs etti ki, el-Ahnef ibn Kays: Ben
bir topluluğun yanına oturdum... demiştir.
H ve yine bana
İshâkibnu Mansûr tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdussamed haber verip şöyle
dedi: Bana babam Abdu'l-vâris tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-Cuveyrî tahdîs
edip şöyle dedi: Bize Ebu'l-A'lâ ibnu'ş-Şıhhîr tahdîs etti. Onlara da el-Ahnef
ibn Kays tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Kureyş ileri gelenlerinden bir
cemâatin yanına oturdum. Bu sırada sert saçlı, sert elbiseli ve sert görünüşlü
bir kimse geldi; nihayet o topluluğun yanında dikeldi ve onlara selâm verdi.
Sonra: Altın ve gümüşleri biriktirip infâk etmeyenlere, üzeri cehennem ateşinde
kızdırılmış taşlardan haber ver. Sonra bu taşlar, onlardan her birinin memesi
ortasına konulur, nihayet iki kürek kemiğinden çıkar. Kürek kemikleri üzerine
konulur; nihayet memeleri ortasından dışarı çıkar. Böylece kürek kemikleri ile
memeleri arasında gider gelir, dedi. Bunları söyledikten sonra o zât geri döndü
ve direğin yanına oturdu. Ben de onun arkasından gittim ve yanına oturdum. Ben
onun kim olduğunu bilmiyordum. Ona: Ben bu insanların senin söylediğin
sözlerden hoşlanmadıklarını sanıyorum, dedim. O cevaben: Onlar hiçbir şeyi
akıl etmiyorlar. Dostum bana şöyle buyurdu, dedi. Ben: Senin dostun kimdir?
dedim. Peygamber'dir, dedi. Peygamber (S): "Yâ EbâZerr! UhudDağı'nt
görüyor musun?" dedi. Ebû Zerr dedi ki: Rasûlullah bir ihtiyâcı için beni
oraya gönderecek zannederek, gündüzden ne kadar zaman kaldı diye güneşe baktım
ve evet Uhud'u görüyorum, dedim. Rasûlullah: "UhudDağı gibi altınım olup,
üç dî-nâr hâriç, bunun hepsini infâk etmek isterim" buyurdu. Bu insanlar
ise akıl etmiyorlar; ancak dünyâ metâ'ı topluyorlar. Allah'a yemîn ederim ki,
ben Allah'a kavuşuncaya kadar onlardan hiçbir dünyâ metâ'ı İstemem ve onlara
dînden bir şey de sormam [21].
13-.......İbnu
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"İki kimseden başkasına gıbta olmaz: Biri şu kimsedir: A Hah ona mal vermiş;
hem de o malı hakk yolunda harcayıp tüketmeye yetecek kudret bahsetmiştir.
İkincisi de şu kimsedir: Allah ona hikmet ihsan etmiş, o da bu ilim ve
hikmetle hükmetmekte ve onu başkalarına da öğretmektedir"[23].
Çünkü Yüce Allah şöyle buyurdu: ; "Ey îmân edenler; malını insanlara
gösteriş için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan bir kimse gibi -başa
kakmak ve incitmek suretiyle- heder etmeyin. Çünkü onun hâli, üzerinde bir
toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isabet eden; bu suretle o, kendisini
kaskatı bir taş hâlinde bırakmış olan kaypak bir kayanın hâli gibidir.
Onlar işledikleri hiçbir şeyden (sevâb kazanmaya)
muktedir olmazlar, Allah, kâfirler güruhuna hidâyet
Vermez" {el-Bakara: 264) [24]
İbn Abbâs (R): Âyetteki "Salden", üzerinde
toz toprak bulunmayan düz taş'tır, demiştir [25].
İkrime de: "Vâbil", şiddetli yağmurdur;
"et-Tallu", çiğ denilen ıslaklıktır, demiştir [26].
Allah yalnız halâl kazançtan yapılan sadakayı kabul eder.
Çünkü Allah'ın şu kavli vardır:
"İyi bir söz ve bir ayıp örtme, ardından eziyet
gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının sadakalarından) müstağnidir,
halimdir (cezada acele edici değildir)'
(Bakara: 263)[28].
14- Bize
Abdullah ibn Munîr tahdîs etti. O, Ebu'n-Nadr'm şöyle dediğini işitmiştir:
Bize Abdurrahmân -ki o, Ibnu Abdiilah ibn Dinar'dır-, babası Abdullah'tan; o da
Ebû Salih'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: "Kim halâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka
verirse -ki Allah halâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul
etmez-işte Allah bu halâl sadakayı sağ eliyle kabul eder[30].
Sonra o tek hurma değerindeki sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin
birinizin sütten ayrılmış tayını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için dikkatle
büyütür"[31].
Bu hadîsi Abdullah ibn
Dînâr'dan rivayet etmede Süleyman ibn Bilâl, Abdurrahmân'a mutâbaat etmiştir [32].
Ve Verkaa ibn Umer,
Abdullah ibn Dînâr'dan, o da Saîd ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den olmak üzere söyledi [33].
Ve yine bu hadîsi
Müslim ibn Ebî Meryem, Zeyd ibn Eşlem, Süheyl üçlüsü de Ebû Salih'ten; o da
Ebû Hureyre'den; o da Peygam-ber(S)'den rivayet etmişlerdir [34].
15-.......Bize
Ma'bed ibn Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Ben Harise ibn Vehb'den işittim,
şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Sadaka
veriniz. Çünkü size öyle bir zaman gelir ki, kişi o sırada sadakasıyla yürür
de onu kabul edecek bir kimse bulamaz. (Sadaka verilmek istenilen) her kişi: Bu
sadakayı dün ge-tirseydin, muhakkak ben onu kabul ederdim. Fakat bu gün benim
için bu sadakaya ihtiyâç yoktur, der"[35].
16-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İçinizde mal
çoğalıp da (her yer) dolup (aşmadıkça kıyamet kopmaz. Hattâ o sırada mal
sahibini, sadakasını kim kabul eder ki diye tasalandırır. Hattâ mal sahibi
sadakayı arz eder de, kendisine arzedileceği kimse: Benim mala ihtiyâcım
yoktur, der"[36].
17-.......Bize
Muhıll ibnu Halîfe et-Tâî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Adiyy ibn Hâtim(R)'den
işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah'ın yanında idim. Rasûlullah'a iki kişi
geldi. Onlardan biri fakirlikten şikâyet ediyordu. Diğeri de yol kesilmesinden (emniyet
ve asayişsizlikten) şikâyet ediyordu. Rasûlullah (S) bunlara cevaben şöyle
buyurdu: "Amma yol kesilmesi mes'elesine gelince, o çok sürmez; az sonra
sana bir zaman gelir ki, o vakit ticâret kervanı kimsenin himaye ve kefaletine
muhtâc olmayarak, tâ Mekke'ye kadar çıkar (gider). Ortalığın darlık ve
fakirlik sıkıntısına gelince, sizin biriniz sadakasıyle dolaşıp da kendisinden
bu sadakayı kabul edecek bir kimse bulamayacak bir hal-de müreffeh günler
gelmedikçe, kıyamet kopmaz [37].
Sonra (âhirette) sizden herbiriniz muhakkak Allah'ın huzurunda, Allah ile kendi
arasında hiçbir perde olmayarak ve Allah'ın kelâmını terceme edecek bir
tercemân da bulunmayarak duracaktır. Sonra Allah o kula:
— Ben sana mal vermedim mi? diye muhakkak
soracak. O kul da:
— Evet (verdin
Allah'ım), diye muhakkak cevâb verecektir. Sonra Allah:
— Ben sana bir Rasûl
(yânî elçi)göndermedim mi? diye elbette sorar.
O kul da
— Evet (gönderdin
Rabb'im), diye şübhesiz cevâb verir.
Bu hâlde o kimse
sağına bakar; cehennem ateşinden başka bir-şey göremez. Sonra soluna bakar;
cehennem ateşinden başka birşey göremez. Binâenaleyh şimdi sizin herbiriniz tek
bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsa güzel bir sözle olsun kendisini
cehennem ateşinden korusun" [38].
18-.......Ebû
Müsâ(R)'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar üzerine
muhakkak öyle bir zaman gelecektir ki, o vakit bir adam altın sadakasıyle
(taraf taraf) dolaşacak da sonra elinden sadakasını alacak bir fakır
bulamayacak. Yine o zaman (harb musî-betleriyle) erkeklerin azlığından ve
kadınların çokluğundan dolayı (himayesiz) kırk kadının bir erkeğin arkasından
gitmekte oldukları ve onun himayesine sığındıkları görülecektir" [39].
"Velev ki yarım
hurma ile ve az sadaka ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden
koruyunuz"[40]
"Allah'ın
rızâsını istemek ve ruhlarında olan îmânı kökleştirip takviye etmek için
mallarını harcayanların hâli de bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin
hâline benzer ki, ona bol bir yağmur isabet etmiş de meyvelerini iki kat
vermiştir. Oha bol bir yağmur düşmese de bir çisinti (bulunur). Allah, ne
yaparsanız hakkıyle görücüdür"
"Sizden herhangi
biriniz arzu eder mi ki hurmalardan, üzümlerden onun bir bahçesi olsun,
altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun, (fakat)
ona ihtiyarlık çöksün, âciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye
içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanıversin? İşte Allah size âyetlerini
böyle apaçık bildirir; olur ki iyi düşünürsünüz" (el-Bakara: 265-266) [41]
19-.......Ebû
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "Onların mallarından sadaka al ki, bununla
kendilerini temizlemiş; bununla onları bereketlendirmiş olasın.. "
maâlindeki (et-Tevbe; 103) sadaka âyeti indiği zaman, biz arkamızda ücretle yük
taşımağa (kazancımızdan sadaka verip bu sevaba ermeye) çalışırdık. Sahâbîlerden
biri çokça bir para getirip sadaka olarak verdi. Bunu gören münafıklar: Bu
murâîdir; gösterişçidir; dediler. Sonra diğer bir kimse geldi ve bir sâ' hurma
sadaka verdi. Bu defa da münafıklar:, Allah bu adamın bir sâ' sadakasından
şübhesiz ganîdir, dediler. Bunun üzerine şu âyet indi: "Sadakalarda,
bağışlarda bulunan müzminlerle (bir türlü), güçlerininyetebildiğinden başkasını
bulamayan fakirlerle (diğer türlü lâf atarak, kaş göz oynatarak) eğlenenler;
Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı-tıcı bir azâb da vardır**
(et-Tevbe: 79) [42].
20-.......Ebû
Mes'ûd el-rEnsârî (R) şöyle demiştir: (Sadaka -et-Tevbe: 103- âyeti inip de)
Rasûlullah (S) bize sadaka ile emrettiği sıralarda (sadaka vermeye kudreti
olmayan) herhangi birimiz çarşıya gider ve arkasında ücretle yük taşır da iki
avuç hurma kazanırdı. (Ve bu kazancından sadaka verirdi). Ve şübhesiz bunlardan
bâzılarının bu gün yüzbinlik serveti vardır [43].
21-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ma'kıl'dan işittim, şöyle dedi: Ben
Adiyy ibn Hâtim(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben RasûluIlah(S)'tan işittim;
"Bir hurmanın yarısı ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz"
buyuruyordu [44].
22-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bir kerre yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız
çocuğu vardı; bir şey istiyordu. O sırada yanımda bir hurmadan başka birşey
bulamadım. Ben kadına o tek hurmayı verdim. Kadın hurmayı iki çocuğu arasında
taksim etti ve kendisi ondan birşey yemedi. Sonra kalktı ve çıkıp gitti.
Müteakiben yanımıza Peygamber girdi. Bu vak'ayı kendisine haber verdim.
Peygamber (S): "Kadın erkek, herhangi bir kimse şu kız çocukları yüzünden
herhangi bir suretle sıkıntıya uğratıhrsa o kız çocukları kendisi için cehennem
ateşinden koruyan birer perde olurlar" buyurdu [45].
Yüce Allah'ın şu
âyetleri bu mes'eleye hüccettir: "Herhangi birinize ölüm gelip de: Ey
Rabb'im, beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım,
iyi adamlardan olsaydım, diyeceğinden evvel, size rızk olarak verdiğimiz
şeylerden (Allah -yolunda)
harcayın" (ei-Munâfıkûn: ıo).
"Ey îmân edenler,
içinde ne bir alış veriş, ne bir dostluk, ne de şefaat (imkânı) bulunmayan bir
gün gelmezden evvel, size verdiğimiz rızıktan (Hakk yolunda) harcayın. Kâfirler
zulmedenlerin tâ kendileridir" (e) Bakara: 254) [46]
23-.......Bize
Ebû Hureyre (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber(S)'e bir kimse geldi ve: Yâ
Rasûlallah! Ecir ve sevâb yönünden hangi sadaka daha büyüktür? dedi.
Rasûlullah: "Senin sıhhatli, son derece cimri olduğun, fakirlikten korkar
ve zenginliği emel edinir bulunduğun hâlde verdiğin sadakadır. Can boğaza
ulaşıp, bu malım fulân içindir, şu malım fulân kimse içindir deyinceye ve
bunlarda mirasçıların oluncaya kadar sadakanı geriye bırakma!" buyurdu [47].
24-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber'in kadınlarından bâzısı Peygamber'e hitaben:
Hangimiz sana daha çabuk kavuşacaktır? dediler. Peygamber (S): "Eli uzun
olanınız" buyurdu. Bunun üzerine Peygamber'in kadınları bir kamış endaze
alıp kollarını ölçmeye başladılar. Şevde bintu Zem'a içlerinde en uzun kollu
kadın idi. Fakat Rasûlullah'm vefatından sonra öğrendik ki, kolu uzun olan kadın,
sadakası bol (eli açık) kadın demekmiş. Ve hakîkaten Sevde, içimizde
Peygamberce ilk kavuşan kadın oldu. Ve Şevde sadaka vermeyi severdi [49].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Mallarını gece
gündüz, gizli ve aşikâr (Hakk yolunda) harcayanlar, işte onların Rabb Heri
katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur; onlar mahzun da olacak
değillerdir" (el-Bakara: 274) [50]
Ve Ebû Hureyre (R),
Peygamber(S)'in: "... Bir de sağ elinin
verdiğini sol eli bilmeyecek derecede gizli sadaka veren kimse"
buyurduğunu söyledi. Yüce Allah da şöyle buyurdu:
"Eğer sadakaları
aşikâre verirseniz o ne güzel; eğer sadakaları gizler ve onları (bu suretle)
fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. (Allah o sebeble) günâhlarınızdan bir kısmını örter.
Allah ne yaparsanız, ondan hakkıyle haberdârdır" (ei-Bakara: n\) [51]
25-.......
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"(İsrail
oğullarından) bir kimse: Yemîn olsun (bu gece) muhakkak bir sadaka vereceğim,
dedi ve sadakasıyle dışarı çıktı. Akabinde sadakasını (tesadüfen) bir hırsızın
eline koydu. Sabaha ulaştıklarında halk: Bir hırsıza sadaka verilmiştir, diye
konuşurlar. Sadakayı veren (bu yanlış işten üzülmeyerek):
— Yâ Allah, hamd ancak sana mahsûstur (sadaka
verdiğim için hamd ederim), dedi de yine: Allah 'a yemin olsun, muhakkak bir sadaka
vereceğim, deyip sadakasıyle dışarıya çıktı.
Bu defa da bilmeyerek
sadakasını zina edici bir kadının ellerine koydu. Sabaha girdiklerinde halk:
Zina edici bir kadına bu gece sadaka verilmiş, diye konuşur dururlar. Sadaka
veren kimse hiç aldırmayarak:
— Yâ Allah, sadakamı bir fahişeye, yine senin
irâdenle vermiş olduğum için, hamd ancak sana mahsûstur, dedi ve yine:
Muhakkak bir sadaka vereceğine yemîn ederek, sadakasıyle dışarı çıktı. Bu sefer
de sadakasını bilmiyerek bir zenginin ellerine koydu. Sabaha girdiklerinde
halk: Bir zengine sadaka verilmiş diye konuşur oldular. Sadaka veren zât:
— Yâ Allah! Hırsıza, fahişeye, zengine sadaka
verdiğim için de hamd ancak sana mahsûstur, dedi.
Ru'yâsında ona gelindi
de şöyle müjdelendi:
— Hırsıza verdiğin
sadakana gelince, umulur ki, o sadaka sebebiyle hırsız hırsızlığından
vazgeçer; temiz hayâta kavuşur. Fahişeye gelince, umulur ki, bu kadın da
zinasından vazgeçip, temiz ve iffetli olur. Zengin kişiye gelince, umulur ki,
bu zengin de aldığı sadakadan ibretlenip utanır da, Allah 'in kendisine ihsan
eylemiş olduğu zenginliğinden fakirlere infâk etmeye başlar" [52].
26-.......
Bize Ebu'l-Cuveyriye tahdîs etti. Ona da Ma'n ibnu Yezîd (R) tahdîs edip şöyle
demiştir: Ben babamın ve dedemin beraberinde Rasûlullah ile bey'at ettim.
Rasûlullah beni nişanladı ve evlendirdi. Ben Rasûlullah'a da'vâ arzettim. (O,
bana hakk verdi.) Bir defa babam Yezîd, sadaka etmek üzere bir takım altın
paralar çıkardı da bunları kendi nâmına tasadduk edivermesi için mescidde bir
adamın yanma koydu. Sonra ben geldim, o adamdan bu altınları aldım da, babamın
yanına bu altınlarla geldim. Bunun üzerine babam:
— Vallahi bu altınları
sana verilsin diye bırakmadım, dedi ve altınları almak istedi.
Ben de Rasûlullah'a bu
da'vâyı arzettim. Rasûlullah (S) babama hitaben:
— "Yâ Yezîd, niyet ettiğin sadaka sevabı
sana âiddir; (bana karşı da:) Yâ Ma'n, aldığın sadaka paraları da
senindir" buyurdu [54].
27-.......BanaHubeyb
ibnu Abdirrahmân, HafsibnÂsım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki.
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yedi sınıf insan vardır ki, Allah kendi
gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan kıyamet gününde, bunları kendi
arşının gölgesinde gölgelendirir: Âdil imâm (yânî devlet başkanı); Allah'a ibâdet
ederek temiz bir hayât içinde serpilip büyüyen genç; gönlü mescidleresevgiyle
bağlanmış olan namâzlı kimse; Allah içirt sevişen ve bu sevgi ile birleşip, bu
sevgi ile ayrılan iki kişi; içtimaî mevkf sahibi ve güzelliği olan bir kadın
tarafından çağınlıp da kadınlığını kendisine arz ettiğinde; 'Ben Allah 'tan
kor/carım' cevabiyle karşılık veren er kişi; sağ elinin verdiği sadakayı sol
eli duymayacak derecede gizli sadaka veren zengin kişi; insanlardan tenhâ (boş)
olarak Allah 'ı anıp gözleri yaş döken takvâlı kişi" [55].
28-.......Ben
Harise ibn Vehb eI-Huzâî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den
işittim, şöyle buyuruyordu: "Sizler sadakalarınızı veriniz. Çünkü sizin
üzerinize öyle bir zaman gelecektir ki, o vakit insan kendi sadakasıyle yürür
de vermek istediği kimse: Sen bu sadakayı dün getirmiş olaydın ben onu senden
kabul eder alırdım, amma bu güne gelince artık benim için ona hiçbir ihtiyâç
yoktur, der"[56].
Ve Ebû Mûsâ (R),
Peygamber'in "O (yânî hizmetçi) sadaka veren iki kimsenin birisidir"
buyurduğunu söyledi [57].
29-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Kadın evinin
yiyeceğinden, aile dirliğini bozucu olmayarak (israf etmeyerek) infâk ve ikram
ettiğinde, in/âk etmesi sebebiyle kadın için bu in/âkın sevabı vardır, bu malı
kazanması sebebiyle kocası için de sevabı vardır, bu malı bekleyen bekçi için
de bir o kadar sevâb vardır. Bunlardan bâzısının ecri, diğerlerinin sevabından
hiçbirşey eksiltmez" [58].
Kendisi ihtiyâçh yâhud
ailesi muhtaç yâhud da üzerinde borç bulunan kimse bu hâlde sadaka vermeğe
kalkarsa; borcun ödenmesi sadaka vermekten, köle âzâd etmekten ve hibe
yapmaktan daha hakklıdir. Borçlunun sadaka vermesi, köle âzâd etmesi ve hibe
yapması merdûddur. Böylesi için insanların' mallarını telef etmek hakkı yoktur [60].
Peygamber (S) de:
"Her kim halkın mallarım telef etmek isteyerek borç alırsa, Allah onu
telef eder" buyurdu [61].
Ancak, kendisi sabr edicilikle tanınmış olup da, kendisinde fakirlik ve ihtiyâç
olsa bile başkalarını kendi nefsine tercih edebilecek kimseler, bu hâlde sadaka
verebilirler; Ebû Bekr'in bütün malını sadaka yaptığı zamanki fiili gibi. Ensâr
da bu şekilde muhacirleri kendi nefislerine tercih etmişlerdi [62].
insanların mallarını
zayi' ve imha etmeye hiçbir hakkı yoktur [63].
Ve Ka'b ibn Mâlik (R)
dedi ki: Ben: Yâ Rasûlallah, günâhlarımdan tevbe ettim. Allah'ın rızâsına ve
Rasûlü'nün sevgisine ermek için bütün malımı sadaka yaparak, malımdan tamâmiyle
soyunmam da bu tevbemdendir, dedim. Rasûlullah: "Sen malının bir kısmını
kendin için alıkoy. Bu senin için hayırlı bir harekettir" buyurdu. Ben Hayber'deki
payımı elimde tutuyorum, dedim [64].
30-.......ez-Zuhri
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'I-Müseyyeb haber verdi. O Ebû Hureyre'den
işitmiştir. Peygamber (S): "Sadakanın hayırlısı bir zenginlik üzerinden
ayrılıp verilendir. İnfâk ve îasadduka da nafakası üzerine vâcib olan kimse ile
başla" buyurmuştur [65].
31-.......BizeHişâm,
babası Urve ibn Zubeyr'den; o da Hakîm ibn Hızâm(R)'dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüksek el, alçak elden hayırlıdır.
Sadaka vermeye nafakası üzerine vâcib olanlara ihsan ile başla. Sadakanın
hayırlısı (yânı kâmil olanı) bir zenginlik üzerinden verilenidir. Dilenmekten
ve çirkin işlerden çekinip iffetli kalmak isteyeni Allah iffetli kılar; insanlardan
müstağni olmak isteyeni de Allah zengin kılar" [66].
32- Bize
Ebu'n-Nu'mân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb
es-Sahtryânî'den; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Ben
Peygamber{S)'den işittim, demiştir.
H ve bize Abdullah ibn
Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da Abdullah ibnUmer(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) minber üzerinde iken sadakayı, iffetli kalmaya çalışmayı ve
isteyiciliği zikredip: "Yüksek el alçak elden hayırlıdır. Çünkü yüksek el
infâk edici (yânî verici), alçak el ise isteyici eldir" buyurmuştur [67].
Çünkü Allah'ın şu
kavli vardır: "Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının
arkasından bir başa kakış ve bir eziyet takıp katmayanlar, onların Rabb yleri
yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak
değillerdir onlar" (ei-Bakara: 262) [68]
33-.......Ukbe
ibnu'l-Hâris (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber (S) bize ikindi
namazını kıldırdı. Acele gitti, sonra evine girdi. Akabinde çok geçmeden
cemâatin yanına çıktı. Benim tarafımdan yâhud başka biri tarafından bu sür'atli
girip çıkmasının sebebi kendisine söylendi. Bunun üzerine Rasûlullah:
"Evde sadakadan bir mık-dâr altın geriye bırakmıştım. Onu bu gece evde
bulundurmamı istemedim de hemen onu taksim ettim" buyurdu [70].
34-.......Bize
Adiyy (ibn Sabit), Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) bir bayram günü (musallaya) çıktı ve yalnız iki rek'at
namaz kıldırdı. Ondan evvel de, sonra da hiçbir namaz kılmadı. Sonra yanında
Bilâl olduğu hâlde kadınların bulunduğu tarafa meyi etti de, onlara va'z etti
ve onlara sadaka vermelerini emreyledi. Bunun üzerine kadınlar bilezikleri,
altın, gümüş halka ve küpeleri atmaya başladılar [71].
35-.......Bize
Ebû Burde, İbnu Mûsâ(R)'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
kendisine bir isteyici geldiğinde yâhud kendisinden herhangi bir hacet
istenildiğinde bize: "Siz de (bu işin meydana gelmesi için bana) delâlet
ediniz, ecre nail olursunuz. Gerçi A Hah, Peygamber'inin dili üzerine (yânı
onun niyaz ve şefaati üzerine) ne dilerse onu yerine getirecek(infâz
eyleyecik)" buyurdu [72].
36-.......Bize
Abdetu (ibnu Süleyman), Hişâm'dan; o da Fâtıma (bintu'l-Munzir)'dan haber verdi
ki, Ebû Bekr kızı Esma şöyle demiştir: Peygamber (S) bana: "Kesenin ağzını
iple boğma, senin üzerine de nasibin bağlanıp boğulur" buyurdu [73].
37-.......Bize
Usmân ibnu Ebî Şeybe, Abdet'ten yukarıdaki senedle tahdîs etti. Bu rivayette
Peygamber, Esmâ'ya: "Malım sayıp zabtetme! Allah da sana nimetlerini sayıp
zabteder" buyurmuştur [74].
38-.......Bize
Ebû Âsim, İbnu Cureyc'den tahdîs etti. (Buhârî dedi ki) H ve yine bana Muhammed
ibnu Abdirrahîm, Haccâc ibn Muhammed'den tahdîs etti ki, İbnu Cureyc şöyle
demiştir: Bana İbnu Ebî Muleyke, Abbâd ibn Abdillah ibni'z-Zubeyr'den haber
verdi. Abbâd'a da babası Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Esmâ'dan şöyle haber
vermiştir. Ebû Bekr'in kızı Esma bir defasında Peygamber'in yanına geldiğinde,
Peygamber (S) ona hitaben: "Sakın çömlekte para saklama! Saklarsan, Allah
da sana karşı ni'metini saklayıp tutar. (Ey Esma), gücün yettiği kadar\az olsa
da sadaka ver"buyurmuştur [75].
39-.......
Bize Cerîr, el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti ki, Huzeyfe (R) şöyle
demiştir: Umer: Rasûlullah'ın fitneden bah-, seden hadîsini hanginiz ezberinde
tutuyor? diye sordu [76].
Huzeyfe dedi ki: Onu Rasûlullah'ın dediği gibi ben ezberimde tutuyorum, dedim.
Umer: Sen O'na (yânı Rasûlullah'a) karşı çok cesursun. Peki nasıldır? dedi.
Huzeyfe dedi ki: "İnsanın ailesi, çocukları, komşusu yüzünden uğradığı
fitneyi namaz kılmak, sadaka vermek ve iyilik etmek örter" dedim. -Râvî
Süleyman ibn Mıhrân el-A'meş: Ebû Vâil bâzan "Namaz kılmak, sadaka vermek,
iyiliği emretmek ve kötülükten neh-yetmek... " şeklinde söylemiştir, dedi [77].-
Umer: Hayır; sormak istediğim bu fitne değil, lâkin denizin dalgalanması gibi
dalgalanacak olan fitneyi sormak istiyorum, dedi. Huzeyfe dedi ki: Ey
Mü'minlerin Emî-ri, o fitneden senin üzerine birşey yoktur; seninle onun
arasında kilitli bir kapı vardır, dedim. Umer: O kapı kırılacak mı, yoksa
açılacak mı? diye sordu. Huzeyfe dedi ki: Hayır, açılmıyacak; fakat kırılacak,
dedim. Umer: Şübhesiz olan şu ki, o kapı kırıldığı zaman ebeden (yânî kıyamete
kadar) kilitlenemez, dedi. Huzeyfe dedi ki: Ben evet, dedim. Râvî Şakîk şöyle
dedi: Biz Huzeyfe'ye: Kapı kimdir? diye sormaktan korktuk da, Mesrûk'a: Bunu
Huzeyfe'den sen sor, dedik. Şakîk dedi ki: Mesrûk bunu Huzeyfe'ye sordu.
Huzeyfe: (Kapı) Umer(R)'dir, dedi. Şakîk dedi ki: Biz Huzeyfe'ye: Peki Umer senin
kasdettiğin kimsenin kendisi olduğunu bildi mi? dedik. Huzeyfe: Evet; yarından
evvel bir gece bulunduğunu bildiği gibi. Bunun sebebi şudur: Çünkü ben ona
içinde yalan yanlış olmayan bir hadîs söyledim, dedi [78].
40-.......
Hakîm ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Câhiliyet devrinde kendileriyle ibâdet edegel-mekte olduğum sadaka vermek, köle
âzâd eylemek, hısımlık bağım devam ettirmek nev'inden bir takım işler hakkında
ne düşünürsün? Bu işlerde benim için ecr ve sevâb var mıdır? dedim.
Peygamber (S):
— "Sen, geçmiş olan hayırların üzerine
İslâm'a girdin" buyurdu [80].
41-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Kadın, kocasının
yiyeceğinden, bozguncu olmayarak sadaka verdiği zaman, bu sadakadan dolayı
kadının bir ecri olur. Bu malı kazandığı için kocasının da ecri, bu malın
bekçisinin de bunun kadar bir ecri olur" [81].
42-.......Ebû
Mûsâ (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Efendisinin
emrini tam olarak yerine getirecek olan -Belki de şöyle buyurdu: Efendisi
tarafından kendisine emredilen sadakayı tamamen, derhâl ve gönül hoşluğu ile,
verilmesi emrolunan kişiye verip teslim edecek olan-müslim, emniyetli bekçi,
sadaka veren iki hayır sahibinden birisidir" [82].
43-.......Bize
Mansûr ile el'A'meş, Ebû Vâü'den; o da Mesrûk'tan; o da Âişe'den, Peygamber'in:
"Kadın, kocasının evinden sadaka verdiği zaman.." hadîsini tahdîs
etti. H yine bize Umer ibnu Hafs tahdîs edip şöyle dedi: Bize babam Hafs ibnu
Gıyâs tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-A'meş, Şakîk'tan; o da Mesrûk'tan tahdîs
etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kadın,
kocasının evinden bozguncu olmayarak yedirdiği zaman kendisi için bir ecir,
kocası için de onun benzeri bir ecir vardır. Malı muhafaza eden hâzin için de
bunun kadar bir ecir vardır. Kocasına malı kazandığından ötürü, kadına ise
infâk ettiğinden dolayı ecir vardır" [83].
44........
Bize Cerîr, Mansûr'dan; o da Şakîk'tan; o da Mesrûk'tan; o da Âişe(R)'den
haber verdi ki, Peygamber (S): "Kadın, kendi evinin yiyeceğinden, bozguncu
olmayarak infâk ettiği zaman, kadın için bu infâkın sevabı vardır. Bu malı
kazanmasından dolayı kocasına; muhafaza ettiğinden dolayı da bekçiye bunun kadar
sevâb vardır" buyurmuştur [84].
"Bundan sonra kim
verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız
Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa,
biz de ona o en güç olanı hazırlarız" (ei- 'M
Leyi: 5-10)
' "Yâ Allah! Mal
harcayana bir bedel ver!" [85]
45-.......Ebu'l-Hubâb,
Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kulların kendisinde sabaha erdiği her bir günde muhakkak iki melek iner.
Bu iki melekten biri: Yâ Allah! İnfâk ediciye bir bedel ver, der. Diğeri de:
Yâ Allah! (Malı) tutucu olana telef ver, diye beddua eder" [86].
46-.......Bize
Abdullah ibn Tâvûs, babası Tâvûs'tan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre şöyle
demiştir: Peygamber (S): "Cimri ile sadaka verici cömert kişinin örneği,
üzerlerinde demirden cübbeleri bulunan şu iki kişinin örneği gibidir..."
buyurdu.
H ve yine bize
Ebû'l-Yemântahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb haber verip şöyle dedi: Bize
Ebu'z-Zinâd tahdîs etti. Ona da Abdur-rahmân el-A'rec, Ebû Hureyre'den
işittiğini tahdîs etmiştir. Ebû Hu-reyre (R) de Rasûlullah'tan şöyle buyururken
işitmiştir: "Cimri ile infâk eden cömert kimsenin meseli, üzerlerinde
memelerinden köprücük kemiklerine kadar demirden birer cübbeleri bulunan iki
kişinin meseli gibidir. Cömert kişi in/âk etmeğe davranınca, muhakkak demir
cübbe cildi üzerinde tâ ayak parmaklarım örtecek ve ayak izlerini silecek
kadar uzar yâhud bollanır. Cimri kişiye gelince, o herhangi birşey in/âk etmek
isteyince muhakkak demir cübbenin herbir halkası kendi yerine yapışır. Cimri
kişi bu dar cübbeyi genişletmeye çalışır, fakal o genişlemez" [87]
İki cübbe hakkındaki
bu hadîsi Tâvûs'tan rivayet etmekte el-Haşen ibnu Müslim, Tâvûs'un oğluna
mutâbaat etmiştir. Hanzala ibn Ebî Sufyân, Tâvûs'tan yaptığı kendi rivayetinde
"Cunnetân = İki zırh" demiştir. el-Leys ibn Sa'd da şöyle dedi: Bana
Ca'fer ibn Ra-bîa tahdîs etti ki, Abdurrahmân ibn Hürmüz şöyle demiştir: Ben
Ebû Hureyre'den işittim; o, Peygamber(S)'den "Cunnetân = İki zırh"
diye söyledi [88].
Bunun delili Yüce
Allah'ın şu kavlidir: "Ey îmân edenler, hakk yolunda harcamayı »
kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden \ çıkardıklarımızdan
yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek âdî, bayağı şeyleri
vermeye yellenmeyin. Bilin ki, şübhesiz Allah herşeyden müstağnidir, asıl hamde
lâyık olan O'dur"(ei-Bakara: 26?) [89].
Sadaka edecek mal
bulamayan ise (dînce işlenmesi) iyi tanınan iş yapsın [90].
47-.......
Ebû Mûsâ el-Eş'arî(R)'den: Peygamber (S):
— "Her müslümân
üzerine sadaka vermek vâcibdir" buyurdu.
Orada bulunan
sahâbîler:
— Ey Allah'ın Peygamberi!
Sadaka edecek birşey bulamazsa (ne yapar)? dediler.
Rasûlullah:
— "Eliyle çalışır; elinin emeğiyle
kazandığından hem kendini faydalandırır, hem de sadaka verir" buyurdu.
Sahâbîler:
— Çalışmaya da gücü bulunmazsa? dediler.
Rasûlullah:
— "İhtiyâç sahibine, bunalmış mazluma
yardım eder "buyurdu.
— Buna da güç bulamazsa (ne yapar)? dediler.
Rasûlullah:
— "Ma'rûf(yâm hayır) işlesin, şenden
kendini tutsun. Çünkü bu da o kimse için bir sadakadır'1 buyurdu [91].
Bir zekâttık koyunu
tamamen bir fakire veren kimse(nin hükmü nedir)? [92]
48-.......Ümmü
Atıyye Nuseybe el-Ensâriyye (R) şöyle demiştir: Ensâriyye Nuseybe'ye (yânı
bana: Zekât malından) bir koyun gönderilmişti. Ben Nuseybe de bu koyunun
etinden bir parça Âişe'ye göndermişti. Bu sırada Peygamber (gelip):
— "Yanınızda yiyecek birşey var mı?"
diye sordu.
Âişe dedi ki:
— Benim yanımda birşey yoktur, yalnız
Nuseybe'nin şu zekât koyunundan (bana) gönderdiği bir parça et vardır, dedim.
Peygamber:
— "Haydi getir! Zekât yerine
ulaşmıştır" buyurdu [93].
49-.......
Yahya ibn Umâre şöyle demiştir: Ben Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den işittim, o şöyle
dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "En aşağı üçer yaşında beş deveden
aşağısında zekât yoktur. Beş ûkıyye-den (yânı ikiyüz dirhemden) az mikdârdaki gümüşte
zekât yoktur. Beş vesk mikdârının altındaki (hurma, üzüm ve hububat) mahsûllerinde
de zekât yoktur" [95].
50-.......Ebû
Saîd (R): Ben Peygamber(S)'den bu hadîsi işittim, demiştir [96].
Ve Tâvûs dedi ki: Muâz
ibn Cebel (R) Yemen ahâlîsine:
Bana zekâtta elbise,
hamîs yâhud lebîs denilen metâ'Iarı, arpa ve darı yerine zekât olarak getirin.
Bu size daha kolay ve Peygamberin Medine'deki sahâbîleri için de daha hayırlı
ve daha yararlıdır, dedi [98].
Ve Peygamber (S): "Hâlid'e
gelince, o zırhlarını, silâh ve binek gibi harb araç ve gereçlerini Allah
yolunda (kullanmaya hazırlayıp) habs yânı vakfetmiştir" buyurdu " [99].
Ve yine Peygamber,
farz olan zekâtı, farz olmayanından ayırmaksızın: "Ey kadınlar! Siz de
velev zînet eşyalarınız cinsinden olsa da, sadaka veriniz" buyurdu. Bu emr
üzerine kadın taifesi küpelerini, sihâb denilen altınsız, gümüşsüz
gerdanlıklarını atmaya başladılar. Peygamber harcama yeri i'tibâriyle altın ve
gümüşe, diğer metâ'lardan ayrı bir hususiyet vermemiştir [100].
51-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr es-Sıddîk (R), Enes ibn Mâlik'e
(zekât âmili ta'yîn ettiğinde), Allah'ın kendi Rasûlü'ne (alınmasını) emrettiği
mikdârları açıklayan bir mektûb yazmıştı (ki, şunlar o mektûbdandır): Kimin
zekâtı bir yaşını doldurmuş bir dişi deveye ulaşırsa ve mal sahibinin yanında
bu sıfatta deve bulunmaz da yanında iki yaşında bir dişi deve bulunursa, mal
sahibinden zekât olarak bu hayvan kabul edilir de zekât tahsildarı (yaş
farkını telâfi için) mal sahibine ya yirmi dirhem, yâhud iki koyun verir. Mal
sahibi yanında bir yaşında bir dişi deve bulunmaz da iki yaşında erkek deve
bulunursa, bu da o kimseden zekât olarak kabul edilir. Fakat fark olarak birşey
verilmez [101].
52-.......Bize
İsmâîl ibn Uleyye, Eyyûb es-Sahtıyânî'den tahdîs etti ki, Atâ ibn Ebî Rebâh
şöyle demiştir: İbn Abbâs (R) şöyle dedi: Ben Rasûlullah üzerine şehâdet ederim
ki, O elbette ve muhakkak bayram namazını hutbeden önce kıldırmıştır. Sonra
kendisi kadınlara hutbesini işittiremediğini düşündü de yanında Bilâl, eteğini
yaymış olduğu hâlde, kadınların yanına geldi. Onlara va'z etti ve sadaka vermelerini
emreyledi. Bu emr üzerine kadın taifesi, artık (halka, gerdanlık ne varsa)
Bilâl'ın eteği içine atmaya başladılar. Râvî Eyyûb eliyle kulağına ve boğazına
işaret edip (bunlarda bulunan küpe, halka ve gerdanlığı kasdettiğini)
göstermiştir [102].
Ve Sâlim'den; o da babası İbn Umer'den; o da Peygamber(S)'den
bu başlığın benzeri olan hadîs zikredilir [103].
53-.......Enes
ibn Mâlik şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr (R), Rasûlullah'ın takdir buyurduğu
zekât mikdârına âid Enes ibn Mâlik'e yazdığı mektûbda: Zekât (artar veya
eksilir) endîşesiyle, ayrı ayrı bulunan zekât malları bir araya toplanmaz;
toplu bulunanların arası da ayrılmaz, diye yazmıştır [104].
Tâvûs ibn Keysân ile Atâ ibn Ebî Rebâh da: İki
ortaktan herbiri ortaklı maldaki hisselerini bilebilirler ve
ayırdedebilirlerse, zekât hususunda bu ortakların malları cem' olunmaz, demişlerdir
[106].
Sufyân es-Sevrî de:
İki ortaktan birisinin kırk, öbürüsünün de kırk koyunu
tamâm olmadıkça, zekât vâcib olmaz, demiştir [107].
54-.......Enes
(R) şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr, Rasûlullah'ın takdîr buyurduğu zekât
mikdârına dâir Enes'e şunu da yazmıştır: "Herhangi iki karışık sürüden
oluşan ortaklı bir sürünün zekâtı hususunda, bu karışık sürünün iki sahibi,
kendi aralarında adalet gereğince birbirlerine müracaat ederler" [108].
Bu deve zekâtı hadîsini Ebû Bekr, Ebû Zerr ve Ebû Hureyre (R) Peygamber(S)*den
zikretmişlerdir [109].
55-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Bir A'râbî, Rasülullah'a hicretten sordu.
(Medîne'ye hicret edeyim mi? dedi). Ra-sûlullah: "Sanayazık; hicret etme!
Çünkü hicret işi çok çetindir. Senin deve nev'inden zekâtını vermekte olduğun
malın var mıdır?" buyurdu. A'râbî: Evet, vardır, diye cevâb verdi.
Rasûlullah (S): "Öyle ise sen, denizlerin ötesinde (bulunsan da) çalış.
Çünkü Allah senin çalışmandan hiçbir şeyi asla terketmeyecektir" buyurdu [110].
56-.......Enes
(R) şöyle tahdîs etmiştir; Ebû Bekr (R), Enes ibn Mâlik'e, Allah'ın kendi
Rasûlü'ne emretmiş olduğu zekât farizası mik-dârlarıni şöyle yazdı:
"Kim ki yanında
bulunan develerinin sayısı bir cezea zekât nisâbına ulaşır, develeri arasında
cezea bulunmaz da hıkka bulunursa, (zekât âmili tarafından) o kimseden hıkka
kabul edilir [111]. Mal sahibi bu hıkka
ile birlikte (noksanı telâfi için zekât me'mûruna) iki koyun vermek mal sahibi
için kolay olursa ya iki koyun verir yâhud da yirmi dirhem gümüş verir. Bir
kimsenin mâlik olduğu develeri bir hıkka zekât nisâbına ulaşır, develeri
arasında hıkka bulunmaz da cezea bulunursa, (zekât me'mûru tarafından) o
kimseden cezea kabul edilir ve zekât me'mûru bu cezea île birlikte mal sahibine
yirmi dirhem gümüş, yâhud iki koyun verir. Her kimin mâlik olduğu develerin
zekâtı bir hıkka zekât nisâbına ulaşır, yanında da yalnız bintu lebûn
bulunursa, (zekât âmili tarafından) o kimseden bintu lebûn kabul edilir. Ve mal
sahibi yâ iki koyun yâhud yirmi dirhem verir. Yine her kimin develerinin zekâtı
bir bintu lebûn zekât nisâbına ulaşır, develeri içinde hıkka bulunursa, (zekât
me'mûru tarafından) mai sâhibin-.den bu hıkka kabul edilir. Ve zekât me'mûru
mal sahibine ya yirmi dirhem, yâhud da iki koyun verir. Yine her kimin
develerinin zekâtı bir bintu lebûn zekât nisâbına ulaşır, develeri arasında
bintu lebûn bulunmaz da bintu mehâd bulunursa, o kimseden zekât olarak bintu
mehâd kabul edilir. Ve mal sahibi bintu mehâd'm beraberinde ya yirmi dirhem,
yâhud iki koyun verir" [112].
57-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: EbûBekr(R), Enes ibn Mâlik'i Bahreyn'e
zekât âmili olarak gönderdiği zaman, onun için şu kitabı (yânî mektubu)
yazmıştır [113].
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın ismiyle. "İşte bu, Allah'ın kendi Rasûlü'ne emrettiği ve
Rasûlullah'ın müsîümânlar üzerine takdir ve ta'yîn buyurduğu zekât farîzasıdır.
Herhangi bir müslümândan bu kitâbda bildirilen mikdârlar veçhiyle zekât
istenirse, o müslümân bu zekâtım versin. Bundan fazlası istenirse (ziyâdeyi)
vermesin!
"Deveden
yirmidört tanesinde ve bundan aşağısında koyun olarak (vâcib olan zekât), her
beş devede bir koyundur.
"Deve sayısı:
25'e erişince, 3Ve
kadar dişi bir bintu mehâd;
36'ya erişince, 45'e
kadar dişi bir bintu lebûn;
46'ya erişince, 60'a
kadar boğur basacak bir hıkka;
61'e erişince, 75'e
kadar " " bir cezea;
76'ya erişince, 90'a
kadar iki tane bintu lebûn;
91'e erişince, 120'ye
kadar boğur basacak iki hıkka zekât vermek vâcib olur.
"Deve sayısı
yüzyirmiden fazla olunca, her kırk devede bir tane bintu lebûn, ve her elli
devede bir hıkka zekât vardır. Beraberinde dört tane deveden başka bulunmayan
kimseye gelince; bu mikdâr devede zekât yoktur. Ancak deve sahibi, kendi
isteği ile verebilir. Deve sayısı beşe ulaşınca da bir koyun zekât vermek vâcib
olur.
"Senenin birçok
günleri yaylakta güdülen koyunun zekâtında, koyun sayısı kırk olunca,
yüzyirmiye kadar bir koyundur. Yüzyirmiden ziyâdede de, ikiyüze kadar iki
koyundur. Koyun sayısı ikiyüz-den fazla olursa, üçyüze kadar üç koyundur. Koyun
sayısı üçyüzden fazla olunca, her yüz koyunda bir koyun zekât vardır. Bir
kimsenin de yayılır koyunu, kırktan bir koyun noksan olursa, bu noksan koyunda
zekât yoktur. Ancak koyun sahibi isterse kendiliğinden nafile olarak verebilir.
"(İkiyüz dirhem)
gümüşte de onda birin dörtte biri (yânî kırkta bir mıkdârı) zekât vâcibdir.
Gümüş mıkdârı yüzdoksan dirhemden başka olmazsa, bunda da zekât yoktur. Ancak
gümüş sahibi isterse kendiliğinden nafile olarak verebilir" [114].
58-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr (R), Allah'ın kendi Rasûlü'ne
(takdirini) emrettiği zekât mikdârlannı Enes ibn Mâlik için yazdı (Şu hükümler
de ondandır): "Ve zekât vermekte malın yaşlısı, ayıplısı (koç ve teke
gibi) döl hayvanı çıkarılmaz. Ancak zekât me'mûrunun bunları almak dilemesi
müstesna" [115].
59-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R): Eğer bunlar Rasüluîlah'a
ödeyegeldikleri bir dişi oğlağı benden men' eder vermezlerse, bunun men'
edilmesine karşı muhakkak onlarla mukaa-tele ederim, dedi. Umer (R) de şöyle
dedi: Ben Ebû Bekr'in bu hükmünü, başka değil; ancak Allah'ın Ebû Bekr'in
gönlünü harb etmeye açıp genişletmesi olarak gördüm. Ve öğrendim ki, bu
muharebe hakktır [116].
60-.......
Ebû Ma'bed'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S)
Muâz ibn Cebel'i Yemen'e vâlî gönderdiğ iza-mân, ona şöyle buyurdu: "Ey
Muâz, sen Kitâb Ehli olan bir kavim üzerine vâlî gidiyorsun. Allah'a ibâdet
etmek, onları çağıracağın ilk şey olsun. Onlar Allah'ı tanıdıkları zaman,
Allah'ın onlara gündüz ve geceleri içinde beş namaz farz kılmış olduğunu haber
ver. Onlar bu namazları ifâ ettikleri zaman da, Allah'ın onlara mallarından alınarak
fakirlerine verilecek olan bir zekât vergisi farz eylediğini onlara haber ver.
Ve sen, insanların mallarının en iyilerini almaktan da sakın" [117].
61-.......Bize
Mâlik, Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Ebî Sa'-saa el-Mâzinî'den; o da babasından;
o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Beş vesk mıkdâ-rından aşağıdaki hurmada zekât yoktur. Beş ûkıyye (yânî
ikiyüz dir-hsmyden az mıkdârdaki gümüşte zekât yoktur. En aşağı üçer yaşında
beş deveden aşağısında da zekât yoktur" [118].
Ve Ebû Humeyd
Abdurrahmân es-Sâidî (R) şöyle dedi: Peygamber (S):
"Yemîn olsun, ben
sizden herhangi bir kimsenin, böğürmesi olan bir sığır ile Allah'ın huzuruna
gelişini muhakkak tanırım..." buyurdu [119].
Buhârî:
"Huvâr" yerine, cîm ve hemze ile "Cuâr" dahî denilir.
"Tec'erûne", sığırın böğürmesi gibi sesinizi yükseltirsiniz,
demektir, dedi [120].
62-.......
Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben bir defasında Peygamber'in yanına vardım. O:
"Nefsim elinde olana" yâhud: "Kendisinden başka hiçbir ilâh
bulunmayana" diye; yâhud da nasıl yemîn ettiyse öyle yemîn etti de, şöyle
buyurdu: "Develeri yâhud sığırları yâhud koyunları olup da, bunlardaki
Allah hakklarım ödemeyen herkese, muhakkak kıyamet günü bu hayvanlar,
olabilecekleri en iri ve en semiz halleriyle getirilecekler de ayaklarıyla
sahihlerini çiğniyecek, boynuzlarıyle de ona toslayacaklardır. Bütün insanlar
arasında hükm olununcaya kadar o sürülerin sonları her geçtikçe, ön tarafları
tekrar o adam üzerine döndürülecektir" [121].
Bu hadîsi Bukeyr, Ebû
Salih Zekvân'dan; o da Ebû Hureyre'-den; o da Peyganıber'den rivayet etmiştir [122].
Ve Peygamber (S): "Hısımına veren için iki ecr vardır:
Hısımlık ecri, sadaka ecri" buyurdu [123].
63-......Bize
Mâlik, Abdullah ibnu Ebî Talha'nın oğlu İshâk'tan haber verdi ki,o,Enes ibn
Mâlik (R) şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha, Medîne'de hurmalık mal cihetiyle
Ensâr'ın en zengini idi. Kendisine mallarının en sevimlisi de Beyruhâ (denilen
bûstânı) idi. Bey-ruhâ, Mescid'in karşısında idi. Rasûlullah (S) da Beyruhâ'ya
girer ve onun içindeki güzel sudan içerdi. Enes dedi ki: Şu "Siz,
sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olmazsınız.
Her ne infâk ederseniz, şübhesiz Allah onu bilicidir" (Âiu imrân: 92)
âyeti inince, Ebû Talha kalkıp, doğru Rasûlullah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah!
Şübhesiz çok mübarek ve çok yüce olan Allah "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya
kadar asla iyiliğe ermiş olmazsınız... "buyuruyor. Bana malımın en
sevgili olanı ise Beyruhâ'dır. Beyruhâ, Allah için sadakadır. Bu sadakanın
hayrını ve onun Allah katında bir âhiret azığı olmasını umud ediyorum. Yâ
Rasûlallah! Bu bustânımı Allah'ın sana gösterdiği münâsib cihete koy, sarfet,
dedi. Enes dedi ki: Bu söz üzerine Rasûlullah:
— "Ne hoş! İşte bu kazançlı bir maldır.
İşte bu kazançlı bir maldır. Ben senin söylediğin sözü işitmişimdir. Ben bu
bustânı yakınlarına tahsis etmeni uygun görürüm" buyurdu.
Ebû Talha da:
— Yâ Rasûlallah, ben de senin arzun gibi
yaparım, dedi.
Ve Ebû Talha
Beyruhâ'yı yakınları ve amca oğulları arasında tak-sîm etti [124].
Bu hadîsi rivayet
etmekte Ravh da Abdullah ibn Yûsuf'a mutâ-baaî etti. Yahya ibn Yahya ile
İsmail'in İmâm Mâlik'ten gelen rivayetlerinde "Râbih" yerine
"Râyıh" lâfzını söylemiştir [125].
64-.......Bana
Zeyd (ibnu Eşlem), lyâd ibn Abdillah'tan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den haber
verdi (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) bir kurbân yâhud ramazân bayramında
namazgaha çıktı. Sonra namazdan ayrılıp insanlara va'z etti ve onlara sadaka
vermekle emretti: "Ey insanlar! Sadaka veriniz!" buyurdu. Akabinde
kadınların yanına uğradı ve: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü
ben siz kadınları, cehennem halkının çoğunluğu olarak gördüm" buyurdu.
(Kadınlar:) Yâ Rasûlallah! Ne sebeble kadınlar cehennem halkının çoğunluğu
olmuşlardır? dediler. Rasûlullah: "Sizler la'neti çok söylersiniz,
zevcelerinize karşı ni'meti küfrün (yânî nankörlük) edersiniz- Ey kadınlar
topluluğu! (Ne acîbdir ki) kendini zabteden tam akıllı ve dîninde ihtiyatlı
kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, eksik dînli hiçbir kimsenin çelip
giderebildiğini görmedim" buyurdu. Sonra Rasûlullah, bu konuşmasından
ayrılıp evine döndüğünde, İbnu Mes'ûd'un karısı Zeyneb gelmiş, yanına girmeye
izin istiyordu.
— Yâ Rasûlallah, şu izin isteyen kadın
Zeyneb'dir, denildi. Rasûlullah:
— "Zeyneb'lerin hangisidir?" diye
sordu.
— İbnu Mes'ûd'un kadınıdır, diye cevâb verildi.
Rasûlullah:
— "Evet, ona izin veriniz" buyurdu.
Ve Zeyneb'e izin verildi. Zeyneb:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Sen bugün sadaka vermekle emrettin. Benim yanımda kendime âid bir
takım zînetler vardır; bunları sadaka yapmak istedim. Fakat İbnu Mes'ûd,
kendisinin ve oğlunun sadaka vereceğim kimselerden daha ziyâde sadakaya
müstehıkk olduklarını iddia etti; (ne buyuruyorsun?) dedi.
Peygamber (S):
— "İbnu Mes'ûd doğru söylemiştir; kocan ve
oğlun, sadaka vereceğin kimselerden daha ziyâde sadakaya lâyıktır" buyurdu
[126].
65-.......Ebû
Hureyre (R): Peygamber (S): "Müslüman kişi üzerine atı için ve kölesi için
zekât vermek vâcib değildir" buyurdu, demistir [127].
66-.......Bize
Huseym ibnu Irak ibni Mâlik, babası Irak ibn Mâlik'ten; o da Ebû Hureyre'den
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Müslüman kişi üzerine kölesi ve atı
hususunda sadaka (yânî zekât vermek) yoktur" buyurmuştur [128].
67-.......
Bize Atâu'bnu Yesâr tahdîs etti ki, o, Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle tahdîs
ederken işitmiştir:
Peygamber (S), günün
birinde minber üzerine oturmuştu; biz de O'nun etrafında oturmuştuk. Bu hâlde
Peygamber:
— "Benden sonra dünyâ çiçeğinden ve dünyâ
zînetlerinden önünüze açılacak ni'met bollukları, hayât sahnelen sizin için
korkmakta olduğum şeylerdendir" buyurdu.
Bunun üzerine
sahâbîlerden biri:
— Yâ Rasûlallah! Hiç hayr ve ni'met, şerr ve
mefsedet getirir mi (ki korkuyorsunuz)? diye sordu.
Peygamber (vahiy
bekleyerek bir müddet) sükût etti. O soran kimseye sahâbîler tarafından:
— Senin sânın nedir ki Peygamber'e suâl
soruyorsun? Hâlbuki O sana kelâm söylemiyor, denildi.
O sırada biz,
Peygamber üzerine vahiy indirilmekte olduğunu gördük. Râvî Ebû Saîd dedi ki:
Peygamber, dökmekte olduğu bol teri alnından sildi ve suâl soran kimseyi över
bir edâ ile:
— "Soran
nerededir?" diye sordu. Ve sonra şöyle buyurdu: "Ha-kâkaten hayr ve
ni'met, şerr ve mefsedet getirmez (fakat sebeb olabilir): Baharın bitirdiği
otlardan (zehirli) bir kısmı vardır ki, o (yiyeni) öldürür yâhud Ölüme
yaklaştırır. Lâkin yeşil ot böyle değildir. Onu otlayan hayvan, ölüm
tehlikesinden korunmuştur. Bu hayvan, o yeşil otu yer, iki böğürünü şişirince
bahar güneşini karşılar. Kolayca fışkısını çıkarır, işer, genişler. Yine bol
bol yer. İşte bu dünyâ malı da yeşil ot gibi çekicidir, tatlıdır. Bu ni'metten
miskîne, yetime, vatanından ayrı düşmüş yolculara sadaka veren zengin müslümân
ne hayırlı kişidir!" (Râvî ihtiyat ederek:) Yâhud Peygamber'in buyurduğu
gibidir: "Şu muhakkak ki haksız; haram mal toplayan hırslı kimse de dâima
yiyen, bir türlü doymayan obur gibidir. Kıyamet gününde bu mal, kendi
sahibinin cimriliğine şâhid olacaktır" [129].
Bunu (yânî kocaya ve
yetimlerine zekât vermeyi) Ebû Saîd, Peygamber'den olmak üzere söyledi [130].
68-.......Bize
el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Bana Şakîk, Amr ibnu'I-Hâris'ten; o da
Abdullah ibn Mes'ûd'un kadını Zeyneb'den tahdîs etti. A'meş dedi ki: Ben bu
hadîsi Ibrâhîm ibn Yezîd'e söyledim. İbrâhîm de bana Ebû Ubeyde (Âmir ibn
Abdillah ibn Mes'ûd)'den; o da Amr ibnu'l-Hâris'ten; o da Abdullah'ın kadını
Zeyneb'den mu-sâvî olarak bu hadîsin benzerini tahdîs etti. Zeyneb şöyle
demiştir:
Ben Mescid'de idim.
Peygamber (S)'i gördüm ki, O: "Kadınlar! Velev ki, kendi zînetlerinizden
olsun; sadaka veriniz. " buyurdu. Zeyneb ise hem kocası Abdullah'ı, hem
de kendi himaye ve terbiyesinde bulunan bir takım yetîmleri infâk ediyordu.
Râvî dedi ki: Zeyneb, Abdullah'a: Sen Allah'ın Elçisi'ne: Benim sana ve
himayemde bulunan yetîmlerine nafaka vermekliğim, benden sadaka yerine kâfi
gelir mi? soruver, dedi. Abdullah: Allah Elçisi'ne sen kendin sor, dedi. Zeyneb
dedi ki: Bunun üzerine ben (bayram günü) Peygamber'e gittim. Kapıda Ensâr'dan
bir kadını (bekler) buldum. Onun haceti de benim hacetim gibi idi. Bilâl
yanımıza geldi. Biz herbirimiz Bilâl'e:
— Peygamber'e sor:
Benim, kocama ve himayemde bulunan yetimlerime nafaka vermekliğim, benden
sadaka olarak yeter mi (Sadaka vermiş olur muyum)? dedik.
Ve bu esnada Bilâl'e:
Bizim isimlerimizi Peygamber'e haber verme, diye de tenbîh ettik.
Bilâl içeri girdi ve
Peygamber'e sordu. Rasûlullah:
— "Bunu soranlar kimdir?" dedi.
Bilâl:
— Zeyneb'dir, dedi. Rasûlullah:
— "Zeyneb'lerin hangisidir?" diye
sordu. Bilâl:
— Abdullah'ın kadınıdır, dedi. Rasûlullah:
— "Evet, ona iki ecr vardır: Biri hısımlık
(yânî hısımla ilgilenme) ecri, öbürü de sadaka ecridir" buyurdu [131].
69-.......Bize
Abde ibn Süleyman, Hişâm'dan; o da babası Urve ibn Zubeyr'den; o da Ümmü
Seleme'nin kızı olan Zeyneb'den tahdîs etti. Zeyneb şöyle demiştir: Ümmü
Seleme dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah! (Ölen
kocam) Ebû Seleme'nin çocuklarını infâk etmemden dolayı bana ecr ve sevâb var
mıdır? Onlar benim de çocuklanmdır! diye sordum.
Rasûlullah:
— "Bu çocuklara infâk et. Senin için bu
çocuklara verdiğin nafakanın ecri vardır" buyurdu [132].
İbn Abbâs'tan
"Kişi kendi malının zekâtından köle âzâd eder ve farz haccı yapması için
fakire atıyye verir" dediği zikrolunur [134].
Hasen Basrî: Kişi
zekâttan babasını satın alırsa caiz olur. Mücâhidlere ve hacc yapmayana atıyye
verir, dedi. Sonra "Sadakalar Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere,
miskinlere, sadaka üzerine me'mûr olanlara, kalbleri alıştırılmak istenenlere,
kölelere-esîrlere, borçlulara, Allah yolunda ve yolculara mahsûstur.. "
(et-Tevbe: 60) âyetini okudu. Bu sekiz harcama yerinden hangisine verirsen, zekâtını
ödemiş olursun [135].
Peygamber (S):
"Şübhesiz Hâlid, zırhlarım Allah yolunda vakfetmiştir" buyurdu ) [136].
Ebû Lâs'ın: Peygamber
(S) bizleri hacc için zekât develeri üzerine yükledi, dediği zikrolunur [137].
70-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R)
şöyie demiştir: Rasûlullah (S) sadaka (yânî zekât) ile emr ettiğinde
kendisine: İbnu Cemîl, Hâlid ibnu'l-Velîd ve Abbâs ibnu Abdilmuttalib zekâtı
men' edip vermediler, denildi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu:
"İbnu Cemîl zekât vermekten nasıl çekinebilirdi ki, o fakır iken Allah ve
Rasûlü onu zengin etmiştir. Hâlid'e gelince, siz Hâlid'den (zekât istemekle)
ona zulm ediyorsunuz. Hâlid zırhlarını vakfetmiş ve harb âlet ve gereçlerini
Allah yolunda (cihâd için) hazırlamıştır. Abbâs-ibnu Abdilmuttalib'e gelince,
o, Allah Elçisi'nin amucasıdır. Zekât ona vâcibdir. Abbâs'ın zekâtı (zamanından
evvel) bir misli ile beraber (veril-miş)dir" [138].
Bu hadîsi Abdurrahmân
ibnu Ebi'z-Zinâd, babası Ebu'z-Zinâd'dan rivayet etmekte Şuayb'e mutâbaat
etmiştir [139].
Megâzî İmâmı Muhammed
ibn İshâk, Ebu'z-Zinâd'dan yaptıği rivayetinde, sadaka lâfzı zikredilmeksizin
"Zekât Abbâs'in borcudur. Bununla beraber bir misli daha (geçmiş senenin
borcu) vardır" şeklinde söylemiştir [140].
İbn Cureyc de: Bana
el-A'rec'den bunun benzeri (yânı sadaka lâfzı olmaksızın îbn İshâk'm rivayeti gibi)
tahdîs edildi, demiştir [141].
71-.......Ebû
Saîd_eI-Hudrî(R)'den (O, şöyle demiştir): Ensâr'dan bâzı kimseler,
RasûluİIah'tan (sadaka) İstediler. Rasûlullah da onlara verdi. Sonra bunlar
yine istediler. Rasûlullah yine verdi [142].
Nihayet yanındaki mal tükendi. Akabinde Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Sadaka malından
yanımda mevcûd olan şeyleri sizlerden asla saklamam. Kim (dilenmekten) sakınmak
isterse, Allah o kimseyi iffetli kılar. Kim halktan istiğna ederse, Allah onu
zengin kılar. Kim sabretmek isterse, Allah ona sabır ihsan eder. Hiçbir kimseye
sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha geniş hiçbir ni'met verilmemiştir"
[143].
72-.......Bize
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-Arec'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere
haber verdi ki: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Nefsim yedinde
olan Allah'ayemîn ederim ki, sizden birinizin ipini alıp da sırtına odun
toplaması, bir kimseye gidip de ondan sadaka istemesinden elbette daha
hayırlıdır. O isteyeceği kimse kendisine ya verir yâhud da vermez (her iki
hâlde de alçaklık vardır)" [144].
73-.......
Bize Hişâm, babası Urve'den; o da ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm(R)'dan tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizin
urganını alıp da arkasında odun demeti getirmesi, akabinde bu demeti satması
ve bu kazancından dolayı Allah'ın onun yüzünü (alçalmaktan) koruması, elbette
bu kimse için insanlardan istemekten daha hayırlı ve şereflidir. O insanlar
onaya verirler yâhud vermezler" [145].
74-.......
Hakîm ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'tan atıyye istedim, o bana
istediğimi verdi, Sonra yine istedim, bana yine verdi. Sonra üçüncü defa yine
istedim, bu defa da bana verdi. Bundan sonra şöyle buyurdu: "Ey Hakîm!
Şübhesizpu dünyâ malı, (sanki)yeşil renkli, yemesi tatlı bir meyvedir. Her kim
bu malı nefis feragati ile hırssız alırsa, o mal kendisi için bereketli ve
meymenetli kılınır. Her kim de bunu nefis hırsı ile alırsa bu mal, alan kimse
için bereketli ve şerefli olmaz. O ihtiraslı kimse (doymazlık hastalığına
tutulmuş) bir obur gibidir ki, dâima yer; bir türlü doymaz- Yüksek el, alçak
elden hayırlıdır"
Hakîm dedi ki; Ben: Yâ
Rasûlallah! Seni hakk Peyamber gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben şu
dünyâdan ayrılıncaya kadar senden başka hiçbir kimsenin malından birşey alıp
eksiltmem, dedim.
(Râvî dedi ki:)
Hakîkaten Ebû Bekr (R), Beytu'l-mâl'deki hakkını vermek için Hakîm'i
çağırırdı. Fakat Hakîm, Ebû Bekr'in bu ihsanını kabul etmekten çekinirdi. Sonra
Umer (R) de hakkını vermek için onu da'vet etmiş, Hakîm ondan da herhangi
birşey kabul etmekten çekinmiştir. Bundan sonra Umer (sahâbîlerin huzurunda):
Ey müslümânlar
topluluğu! Ben sizleri Hakîm üzerine şâhid yapıyorum ki, ben harâc ve ganimet
malından ta'yîn edilmiş olan hakkını kendisine arz ediyorum, fakat o bu hakkını
almaktan çekiniyor, dedi. Ve hakîkaten Hakîm, Rasûlullah(S)'tan sonra tâ vefat
edinceye kadar hiçbir insanın malından alıp eksiltmemiştir [146].
"Ve zenginlerin
mallarında isteyen fakirin de, (iffetinden dolayı istemeyen) yoksulun da bir
hakkı vardır" (ez-Zâriyât: 19) [148]
75-.......Umer'in
oğlu Abdullah (R) şöyle demiştir: Ben Umer'den işittim; şöyle diyordu:
Rasûlullah (S) bana bâzı bazı beytu'l-mâlden gâzîlik bahşişi verirdi. Ben de:
Sen bunu benden daha muh-tâc olan bir fakîre ver, der idim. Rasûlullah da:
"Sen bunu al! Sen hırslı bir kimse olmadığın ve isteyen de bulunmadığın
hâlde, bu maldan sana bu suretle birşey geldiği zaman, sen o malı al. Bu sıfat
üzere olmayan (yânî kendi gelmeyen ve nefsin kendisine meylettiği) bir malın
arkasında da nefsini koşturma!" buyurdu [149].
76-.......
Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim; o şöyle dedi. Peygamber (S) şöyle
buyurdu: "Bâzı haris, yüzsüz kimse hiç durmadan dâima insanlardan ister.
En sonu kıyamet gününde bu yüzsüz kimse, yüzünde bir et parçası olmaksızın
(Arasat meydanına) gelir [150].
Yine Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde güneş (insanlara) o kadar
yaklaşır ki, hattâ dökülen ter, insanın (boyunla) kulak ortasına erişir. İşte
insanlar bu elemli vaziyette bulundukları sırada (evvela) Âdem'den, sonra
Musa'dan, sonra Muhammed'den ımdad ve şefaat isterler" [151].
Ve Leys ibn Sa'd'm
kâtibi Abdullah ibn Sâlih şunu ziyâde etti: Bana el-Leys tahdîs etti. Bana İbnu
Ebî Ca'fer tahdîs etti: "Rasûlullah halk arasında hüküm ve kaza olunması
için şefaat eder, bunun için ilerler, nihayet hacet kapısının halkasını tutar,
işte o güjıu Allah Taâlâ, Rasûlü'ne Makaamu Mahmûd'u ihsan eder. (Bu lütuf ve
delâietten dolayı) mahşer halkının hepsi Muhâmmed'e hamd edip överler" [152].
Ve Muallâ şöyle dedi:
Bana Vuheyb en-Nu'mân ibn Râşİd'den; o da ez-Zuhrî'nin kardeşi olan Abdullah
ibn Müslim'den; o da Ham-za'dan tahdîs etti. Hamza, İbnu Umer'den; o da
Peygamber(S)'den istemek hakkındaki bu hadîsi işitmiştir [153].
Ve kişiyi istemekten
men' edici zenginliğin mikdârı ne kadardır? Ve (bu hususta) Peygamber(S)'in:
"Lâkin (hakîkî) miskin, kendini geçindirecek şeyi bulunmayandır..." kavli
ile Yüce Allah'ın şu kavli vardır: [155]
(Sadakalar) Allah
yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir
olmazlar. Hâllerini bilmeyen, iffet ve istiğnalarından dolayı onları zenginler
sanır. Sen o gibileri sımalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip
de (birşey) istemezler. Siz (hakk yolunda) ne mal harcarsanız, şübhesiz Allah
onu hakkıyle bilicidir" (el-Bakara: 273)
77-.......Bana
Muhammed ibn Ziyâd haber verip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Halkın kendisine bir iki lokma, bir iki
hurma verdiği dilenci makû-lesi kişi miskin değildir. Lâkin (hakîkî) miskin,
kendini geçindirecek şeye mâlik olmayan ve istemekten haya eden yâhud
insanlardan yüzsüzce istemeyen iffetli, nezîh kimsedir" [156].
78-.......eş-Şa'bî
şöyle demiştir: Bana el-Mugîre ibn Şu'be'nin kâtibi Verrâd tahdîs edip şöyle
dedi: Ebû Sufyân'ın oğlu Muâviye, el-Mugîre ibn Şu'be'ye bir mektûb gönderip,
içinde: "Peygamber' den işitmiş olduğun hadîslerden birini bana yaz
(gönder)" diye yazmıştı. el-Mugîre de Muâviye'ye hitaben şu hadîsi yazdı:
Ben, Pey-gamber(S)'den işittim; şöyle buyuruyordu: "Şübhesiz Allah sizin
için üç şeyi çirkin gördü: Dedikodu; malı zayi' ve israf etmek; çok suâl
sormak" [157].
79-.......Bize
Ya'kûb ibnu İbrâhîm, babasıİbrâhîmibn Sa'd'dan; o da Salih ibn Keysân'dan
tahdîs etti ki, İbnu Şihâb ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Âmir ibnu Sa'd haber
verdi ki, babası Sa'd ibnu Ebî Vakkaas şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -kalbleri
İslâm'a alıştırılanlardan- bir takım kimselere atiyye veriyordu. Ben Sa'd da
onların içinde oturuyordum. Râvî Sa'd dedi ki: Derken Rasûlullah, onların İçinde
en çok beğendiğim bir kimseyi bıraktı (birşey vermedi). Bunun üzerine
ben,Rasûlullah'a doğru kalktım ve ona gizlice:
— Fulân kimseyi neden
bıraktın? Vallahi ben onu elbette bir mü'-min biliyorum, dedim.
Rasûlullah bana:
— "Öyle deme! Müslim de!" buyurdu.
Az bir müddet sustum.
Sonra o adam hakkındaki bildiğim şey bana galebe etti ve dayanamadım da yine:
— Yâ Rasûlallah!
Fulândan sana ne oldu ki, onu bıraktın? Allah'a yemîn ederim, ben onu muhakkak
bir mü'min biliyorum, dedim.
Rasûlullah bana:
— "Öyle deme! Müslim de!" buyurdu.
Râvî dedi ki: Ben az
bir müddet daha sustum. Sonra o adam hakkında bildiğim şey bana galebe etti
de, ben tekrar:
— Yâ Rasûlallah! Fulân kimseden sana ne oldu?
Onu neden bıraktın? Vallahi ben onu elbette bir mü'min biliyorum, dedim.
Rasûlullah bana:
— "Mü'minen deme, müslimen öte/"
buyurdu (Yânı "mü'min" lâfzı yerine "müslim" lâfzını
kullanmasını kasdediyordu).
Müteakiben:
"Şübhesiz ben bâzı defa daha çok sevdiğim kimse varken (onu bırakırım da)
başka birisine atıyye veririm. Bu tercihimin sebebi, bu adamın mal hırsı ile
yüzü koyun, cehenneme atılması endişesidir" buyurdu [158].
Ve Ya'kûb ibn İbrâhîm,
babası İbrahim'den; o da Salih ibn Keysân'dan; o daîsmâîl ibn Muhammed'den
olmak üzere söyledi ki, bu İsmâîl şöyle demiştir: Ben babam Muhammed ibn Sa'd
ibn Ebî Vak-kaas'tan işittim. O bu hadîsi tahdîs ediyordu. Ve hadîsi içinde
şunları da söyledi: Rasûlullah eliyle vurdu da boynum ile kürek kemiğim
arasını birleştirdi. Sonra:
— "Ey Sa'd, bana dön! Şübhesiz ben bazen
öyle kişiye veririm ki..." diye buyurdu [159].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: "Fe-kubkibû", "Yüzleri üzere çevrildiler"
(eş-şuarg: 94) demektir. "Mukibben", "Yüzü üstü olarak"
(ei-Müik: 22) demektir. Fiil bir kimse üzerine vâki' olmadığı (yânî lâzım
olduğu) zaman, "Ekebbe'r-raculu = Kişi yüz üstü oldu" diye if'âl
babından kullanılır. Fiil bir kimse üzerine vâki' olduğu (yânî müte-; addı
olduğu) zaman ise sülâsîden "Kebbehu'llâhu li-vechihi = Allah onu yüzü
üstü attı (yâhud: Atsın)"; "Ve kebebtuhu ene - Ve ben onu yüzü üstü
attım" dersin [160].
80-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; odael-A'rec'den; oda Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Sadaka için) insanlar üzerinde dolaşıp
bir iki lokmanın, bir iki hurmanın geri çevirmekte olduğu dilenci makûlesi
kişi, miskin değildir. Lâkin (kâmil) miskin, kendini geçindirecek bir gına
bulamayan ve kendisine sadaka verilmek için (halkça) zarurette olduğu bilinemeyen;
kendisi de kalkıp insanlardan (sadaka) istemeyen iffetli, nezih kimsedir"
[161].
81-.......Bize
Ebû Salih, Ebû Hureyre'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Yemîn olsun, sizden birinizin ipini alması, sonra sabah vakti -Ebû
Hureyre dedi ki: Şöyle buyurduğunu zannediyorum:- dağa gitmesi odun toplayıp
.akabinde bunu satması ve bunun bedelinden yemesi ve sadaka vermesi, o kimse
için insanlardan istemesinden daha hayırlıdır" [162].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Salih ibn Keysân, ez-Zuhrî'den yaşça daha büyüktür. Ve bu Salih, İbn
Umer'e erişmiştir [163].
82-.......Ebû
Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Biz, Peygamber'in beraberinde Tebük
gazvesine gittik. Peygamber Vâdî'l-Kurâ'ya vardığı zaman, kendi bahçesinde
çalışan bir kadına tesadüf etti. Peygamber (S) sahâbîlerine:
— "Şu bahçedeki hurmayı tahmin
ediniz" buyurdu.
(Biz tahmîn ettik.)
Rasûlullah da on vesk tahmîn etti. Akabinde bahçe sahibesi olan kadına:
— "(Hurma toplarken) buradan ne kadar kîle
hurma çıkacağını say!" buyurdu.
Tebük'e geldiğimizde
Rasûlullah:
— "Dikkat ediniz! Bu gece muhakkak
şiddetli bir rüzgâr esecektir. Sakın kimse bulunduğu yerden ayağa kalkmasın!
Beraberinde devesi olan da devesini sıkı bağlasın!" buyurdu.
Bu emir üzerine biz de
develerimizi sıkı bağladık. Ve (hakîkaten o gece) şiddetli bir rüzgâr esti. O
sırada birisi ayağa kalkmıştı. Rüzgâr onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı. Bu
sefer sırasında Eyle Meliki, Peygamber'e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye
etmiş ve bir bürde giydirmişti. Peygamber de bu Melİk'e deniz kenarındaki
beldeleri halkı için bir emâfi-nâme yazdırmıştı.
(Dönüşte) Peygamber
Vâdî'l-Kurâ'ya gelince, hurmalık sahibesi olan kadına:
— "Bahçen ne mıkdâr hurma getirdi?"
diye sordu. O:
— Allah Elçisi'nin tahmîni veçhile on vesk
getirdi, dedi. Nihayet (sefer hey'eti Medîne'ye yaklaşınca) Peygamber:
— "Ben Medine'ye (yetişmek için) acele
edeceğim. Sizden her kim benim beraberimde bir ân evvel Medîne'ye varmak
isterse acele etsin!" buyurdu.
(Râvî dedi ki:) İbn
Bekkâr burada bir söz söyledi ki, ma'nâsı şöyledir: Peygamber Medîne'ye
yaklaşıp, uzaktan görünce de (eliyle işaret edip):
— "îşte
Tâbe!". buyurdu.
Uhud'u görünce
de:
— "İşte dağcağız! Uhud bizleri sever, biz
de onu severiz!" buyurdu.
(Sonra
berâberindekilere:)
— "Dikkat edin! Sizlere Ensâr
mahallelerinin en hayırlısını haber vereyim!" buyurdu.
Sahâbîler:
— Evet, haber ver!
dediler. Rasûlullah:
— "(Evvelâ)
Neccâr oğulları yurtları, sonra Abdu'l-Eşhel oğulları yurtlan, sonra Sâide
oğulları yurtları, yâhud el-Hâris ibnu 'l-Hazrec oğulları yurtları ve (hulâsa)
bütün Ensâr yurtlarında hayır vardır" buyurdu [165].
Ve Süleyman ibn Bilâl
şöyle dedi: Bana Arar: "Sonra el-Hâris oğulları yurdu, sonra Benû Sâide
yurdu" diye tahdîs etti [166].
Ve yine bu Süleyman
ibn Bilâl, Sa'd ibn Saîd'den; o da Umâre-tu'bnu Gaziyye'den; o da Abbâs'tan; o
da babası Sehl ibn Sa'd'dan şöyle dedi: Peygamber (S): "Uhud öyle bir
dağdır ki, o bizi sever, biz de onu severiz" buyurmuştur [167].
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Üzerinde çepçevre ihata duvarı bulunan her bustân hadîkadır. Üzerinde
çevreleyen duvar, çit bulunmayana hadîka denilmez [168].
Umer ibn Abdilazîz,
balda bir şey (yânî zekât vergisi) görmedi169.
83-.......Bana
Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den;o da Abdullah'ın oğlu Sâlim'den; o da babası
Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Semânın ve pınarların suladığı, yâhud sulanmaksızın kendi ince
damariarıyle su emip yetişmiş olan yer mahsûllerinde uşr, yânî onda bir zekât
vergisi; kuyulardan, kova ve dolapla sulananlarda ise yirmide bir zekât vergisi
vardır" [170].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Bu hadîs, evvelki Ebû Saîd hadîsinin tefsiridir [171].
Çünkü Ebû Saîd hadîsinde onda bir yâhud yirmide bir diye bir hudûdlama
yapılmamıştı. -Râvî der ki: Buhârî bu hadîs sözüyle, İbn Umer'in "Semânın
suladığı mahsûllerde onda bir... zekât vardır" hadîsini kasdediyor.-
Peygamber bu İbn Umer hadîsinde (onda bir yâhud yirmide bir vâcib olanı) beyân
edip mıkdârı ta'ym eylemiştir [172].
Sıka'dan gelen ziyâde ise kabul edilmiştir. Mü-fesser (yânî hâss) olan, mübhem
(yânî âmm) olan üzerinde hükmeder, yânî onu tahsîs eyler. Ziyâde, güvenilir
râvîler rivayet ettiği zaman makbuldür. Nitekim el-Fadl ibnu Abbâs: Peygamber
fetih günü Ka'-be'de namaz kılmadı, diye rivayet etti. Bilâl ise: Peygamber o
gün Ka'be'de namaz kılmıştır, dedi. Netîce'de BilâPin sözü alındı da Fadl'-ın
hadîsi bırakıldı [173].
84-.......Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Beş veskten daha
az olan mahsûlde zekât yoktur. En küçüğü üçer yaşında olan beş deveden azında
da zekât yoktur. Beş ûkıyyeden daha az mıkdârda olan gümüşte zekât yoktur"
[174].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Bu hadîs, bundan önce geçen bâbda zikredilen İbn Umer hadîsinin
tefsiridir.. Çünkü o İbn Umer hadîsinde nisâb mıkdârını beyân etmediği için,
şimdi Ebû Saîd el-Hudrî hadîsinde "Beş vesk mıkdârından az olan mahsûlde
zekât yoktur" buyurmuştur. İlimde ise ebedî olarak sağlam tesbît edici
râvîlerin getirdiği yâhud beyân ettikleri ziyâde alınır [175].
85-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Hurmaların kesilip devşirilmesi sırasında
Rasûlullah'a zekât hurması getirilirdi. Şu biri hur-masıyle gelir, o biri de
hurmasından gönderirdi. Nihayet bu hurmalar Rasûlullah'ın yanında bir harman,
bir tınas olurdu. Bir kerre Hasen ile Hüseyin (R) bu hurmalarla oynarlarken,
çocuklardan biri (Hasen ibn Alî), ansızın bu sadaka hurmasından bir tane alıp
ağzına koydu. Rasûlullah (S) çocuğa (şöyle bir) baktı. (Zekî) çocuk hemen
hurmayı ağzından dışarı çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullah: "Sen Muhammed
ailesinin sadaka malı yemediklerini bilmedin mi?" buyurdu [177].
Ve Peygamber(S)'in: "Ağaç
üzerindeki meyveleri, âfetlerden salâha ulaşmaları meydana çıkıncaya kadar
satmayınız" kavli babı [179].
Buhârî dedi ki:
Binâenaleyh Peygamber, meyvelerin salâhı meydana çıkmasından sonra satılıp
alınmasını hiç kimseye men' etmemiş ve (yine: "Meyvelerin salâhı meydana
çıkıncaya kadar.." sözü umûmî olduğundan dolayı) kendisine zekât vâcib
olanı, zekât vâcib olmayandan ayırıp, husûsîleştirmemiştir [180].
86-.......Bana
Abdullah ibnu Dînâr haber verip şöyle dedi: Ben İbnu Umer(R)'den işittim:
Peygamber (S), salâhı meydana çıkıncaya kadar meyve alım satımını nehyetti
(dedi). İbnu Umer, meyvenin salâhının mâhiyeti sorulduğu zaman: Olgunlaşıp
âfete uğraması ihtimâlinin gitmesine kadar demektir, dedi [181].
87-.......Bana
Hâlid ibnu Yezîd, AtâibnuEbîRebâh'tan; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs
etti ki, Peygamber (S), meyvelerin olgunlaşıp salâhları meydana çıkıncaya kadar
alım satımlarını neh-yetmiştir [182].
88-.......
Bize Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Humeyd (et-Tavîl)'den; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S), Hurma
koruğunun izhâ (denilen alacalanma) devrine girinceye kadar hurma satışını
nehyetti. "İzhâ devrine girinceye kadar" demek, kızarıp renkleninceye
(yânî alacalanıncaya) kadar demektir, dedi [183].
Sadaka verilen
kimsenin, kendisine sadaka edilen malı, (verenden) başka birine satmasında ise
dînî bir manzûr yoktur. Çünkü Peygamber (S) –gelecek hadîste- ancak sadaka
veren Kimseyi, hassaten verdiği sadakasını satın almaktan nehyetmiş; bundan, başkasını
nehyetmemiştir.
89-.......Abdullah
ibnu Umer (R) şöyle tahdîs eder idi: Umer ibnu'l-Hattâb, Allah yolunda (cihâd
için bir kimseye) bir at sadaka etmişti. Sonra o ata satılır hâlde tesadüf
etti. Ve o atı bedel ödeyip satın almak istedi. Sonra Peygamber'e geldi de bu
mes'elede Peygam-ber'in emrini öğrenmek istedi. Peygamber (S) kendisine:
"Sadaka ettiğin atına artık bir daha dönme!" buyurdu. İşte
Peygamber'in bu nehyi sebebiyledir ki, Abdullah ibn Umer, sadaka vermiş olduğu
herhangi birşeyi (tekrar mülkiyetine girmesi için) satın almak üzere kimseyi
bırakmazdı; ancak o şeyi sadaka etmek için bırakırdı [185].
90-.....Eşlem
(60) şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'l-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle diyordu:
(Bir kerre yaya bir; mücâhidi) Allah yolunda cihâd etmesi için bir at üzerine
yüklemiş (yânî atı ona vermiş) idim. At kendi tasarrufunda bulunan bu zât, (ata
bakmayarak zayıflatıp) değerini zayi' ettirdi. Bu sebeble ben, o zât bu hayvanı
ucuz bir fiatla satar zannederek, ondan satın almak istedim. Bu düşüncemi
Peygamber'e sordum. Peygamber (S): "Bu atı satın alma! Sana bunu bir dirhem
karşılığında verse de artık yapmış olduğun sadakana bir daha dönmez. Çünkü
sadakasına dönen kişi, kustuğu nesneyi tekrar yemeye dönen kimseye benzer"
buyurdu [186].
91-.......Bize
Muhammed ibn Ziyâd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim,
şöyle dedi: Alî'nin oğlu Hasen (R) sadaka hurmasından bir hurma alıp ağzına
koydu. Peygamber (S), çocuğun, ağzındaki bu hurmayı dışarı atması için
"Kaka, kaka" dedi de, sonra "Sen bizim sadaka yemez olduğumuzu
şuuruna yerleştirmedin mi?" buyurdu [187].
92-.......İbnu
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir koyunu ölmüş buldu. Bu koyun, mü'minlerin
anası Meymûne'nin azâdlı cariyesine sadaka malından verilmiş idi. Peygamber:
— "Bu koyunun derisinden faydalanmış
olsanız ya!" buyurdu.
— Bu koyun ölmüştür, dediler. Peygamber:
— "Ölü hayvanın ancak etini yemek haram
oldu"'buyurdu [188].
93-.......el-Esved
ibn Yezîd, Âişe(R)'den tahdîs etti. Âişe (R), Berîre'yi azâd etmek için
(efendileri olan Benû Hilâlden) satın almak istedi. Efendileri de Berîre'nin
velâsı (yânî hükmî hısımlık ve mî-râsı) kendilerine âid olmak şartıyle
muvafakat etmek istediler. Âişe, bu mes'eleyi Peygamber'e zikretti. Peygamber
(S) Âişe'ye:
— "Berîre'yi satın al! (Velâ ve verasete
gelince) velâ ancak azâd edene âiddir" buyurdu.
Âişe dedi ki: (Bir
kerre) Peygamber'in huzuruna (Berîre'ye hediye edilmiş) bir parça et getirildi.
Ben:
— Bu et, azâdlım Berîre'ye sadaka edilmiş olan
ettir, dedim. Bunun üzerine Peygamber:
— "Bu et Berîre'ye sadakadır; bize de
hediyedir" buyurdu [189].
94-.......
Ümmü Atıyye Nuseybe el-Ensâriyye şöyle demiştir:
Peygamber (S) Âişe'nin
yanma girdi de:
— "Yanınızda yiyecekten birşey var
mıdır?" diye sordu. Âişe:
— Hayır, birşey
yoktur. Yalnız senin Nuseybe'ye göndermiş olduğun sadaka koyunundan,
Nuseybe'nin bize gönderdiği bir parça et vardır, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "O sadaka, muhakkak kendi yerine
ulaşmıştır"^ buyurdu [191].
95-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti
(Enes şöyle demiştir):
Peygamber'in huzuruna, Berîre'ye sadaka edilmiş bir parça et getirildi de
Peygamber (S): "O et, Berîre'ye sadakadır; (Berîre'den ise) bize
hediyedir" buyurdu [192].
Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî
(204) şöyle dedi: Bize Şu'be, Katâde'den haber verdi [193].
Katâde, Enes'ten; o da Peygamber'dert işitmiştir.
96-.......
İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûîullah (S), Muâz ibn CebelM Yemen'e
gönderirken şöyle buyurdu: "Muâz, şübhesiz ki sen Kitâb ehli olan bir
kavme gideceksin. Onların yanına vardığın zaman, onları Lâ ilahe ülellah ve
enne Muhammeden Rasûlu'llah (= Allah'tan başka hakk ilâh yoktur ve Muhammed
Allah'ın elçisi-dir) düstûruna şehâdet etmelerine çağır. Eğer onlar buna
şehâdet et~ mekle sana itaat ederlerse
bu sefer onlara, Allah'ın kendilerine her
gündüz ve gecede beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer onlar bu beş namazda sana itaat ederlerse, bu sefer
Allah'ın kendilerine bir zekât farz kıldığını, bu zekâtın zenginlerinden alınıp
fakirlerine verileceğini onlara haber ver. Bu zekât işinde sana itaat
ederlerse, sahihleri yanında en kıymetli olan mallarını (zekât malı olarak)
almaktan sakın ve mazlumun (kötü) duasından da çok çekin! Çünkü mazlum ile
Allah arasında (duanın kabulüne) hiçbir engel yoktur" [195].
Ve Allah'ın şu kavli
babı:
"Onların
mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini temizlemiş ve bununla onları
bereketlendirmiş olasın. Ve onlara dua et. Çünkü senin duâ etmen onlar için sükûnettir"
(et-Tevbe: 103) [197]
97-.......Abdullah
ibn Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), huzuruna bir cemâat
zekâtlarıyla geldikleri zaman "Yâ Allah! Fulân ailesine salât et (yânı
rahmet ve mağfiret ihsan eyle)" diye duâ eder idi. Ba"bam Ebû Evfâ,
sadakasıyle geldiğinde de: "Yâ Allah! Ebû Evfâ ailesine rahmet eyle!"
diye duâ buyurdu [198].
Ve İbn Abbâs (R)
"Anber, mâden ve kenz değildir, o denizin kıyıya attığı bir şeydir"
demiştir [199].
el-Hasen el-Basrî de:
"Anberde ve incide hums, yânî beşte bir nisbetinde vergi vardır"
demiştir [200].
Buhârî (Hasen
Basrî'nin bu sözünü reddetmek maksadıyle): "Peygamber (S) beşte bir
vergiyi, ancak mâdenlerde vâcib kılmıştır; yoksa suda elde edilecek (balık,
anber ve inci gibi) şeylerde beşte bir zekât vergisi yoktur" dedi [201].
98-.......Ve
el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: BanalCa'fer ibnu Rabîa, Abdurrahmân ibn
Hürmüz'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tah-dîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmutur: îsrâîl oğullan'ndan bir kimse, kendi kavmi ferdlerinin bâzısından
kendisine ödünç olmak üzere bin dînâr vermesini istedi. İstediği zât bu parayı
ona (belli bir va'-de ile) ödünç verdi. Parayı alınca deniz seferine çıktı.
Nihayet parayı miadında göndermek istedi. Fakat bir vapur bulamadı. Bunun üzerine
bir odun parçası aldı. Odunu oydu, içine bin dînâr (ile bir mek-tûb) koydu ve
(Allah'ım, sahibine ulaştır! diye) denize attı. Ödünç veren kimse de (borçlu
zamanında gelir ümîdiyle deniz kenarına) çıkmıştı. Sahilde bir odun parçasıyle
karşılaştı. Odunu ailesinin evde yakması için aldı. -Râvî Ebû Hureyre, hadîsin
geri kalanını tamâmiyle zikrettikten sonra- Ödünç veren kimse evinde odun
parçasını kesip kırınca bin dinarı buldu (diye rivayet etmiştir) [202].
İmâm Mâlik ibn Enes
ile Muhammed ibn İdrîs eş-Şâfiî: "Rikâz, Câhiliyct Dcvri'nde yere gömülen
hazînelerdir. Bunların keşf olunanlarında az olsun, çok olsun, beşte bir
(nisbetinde vergi) vardır" demişlerdir [204].
Buhârî dedi ki:
Peygamber (S): "Mâden zararı hederdir; rikâzda da beşte bir vergi
vardır" buyurdu [205].
Ve Umer ibn Abdilazîz;
mâdenlerden üretilen cevherin her ikiyüz dirheminden beş dirhem vergi almıştır
(ki bu da kırkta bir'dir) [206].
Ve Hasen Basrî:
"Harb diyârındaki arazîde bulunan ." rikâzda beşte bir vergi
vâcibdir. Sulh ve selâmet diyarı arazîsinde bulunan rikâzda da zekât
vardır" demiştir.[207].
Ve yine Hasen Basrî:
"Eğer düşman arazîsinde yitik mal bulursan, onu (yânı onun . müslümâna mı, düşmana mı âid olduğunu)
tahkik et. : O yitik şey düşmana âid ise (yânî düşmana âid olduğu sabit olursa)
bunda da beşte bir nisbetinde vergi vâcibdir" demiştir [208]
Ve bâzı Adem oğulları
ise "Mâden, tâbi' olduğu mâlî . vecîbe hususunda Câihiliyet defineleri
gibi rikâzdır" demiştir.[209]
Buhârî dedi ki: Çünkü
mâden işletip de ocaktan cevher çıkmaya başlayınca "Erkeze'l-ma'dinu Mâden
rikâza, yânî cevher vermeye başladı" denilir.» Bâzı Âdem oğullarına denildi
ki: Bir kimseye bir mal hibe edildiğinde, yâhud birisi çok para kazandığında,
yâhud meyve ağacının mahsûlü bol olduğunda "Erkezte = Sen mâden
buldun" deniliyor (ve bunlardan da beşte bir derecesinde vergi mi alınır)?
[210].
Sonra da bu görüşün
sahibi olan bâzı Âdem oğulları tezada düştü de: "Mâdeni gizlemesinde ve
beşte bir zekâtı vermemesinde be's yoktur" demiştir [211].
99-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Hayvân(m cinayet ve
zararı) hederdir. Kuyu (zararı) da hederdir. Mâden (zararı) da hederdir, (yânî
tazminleri lâzım gelmez), rikâzda -gömülü malda- beşte bir nisbetinde vergi
vardır" [212].
100-.......Ebû
Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S), Esed kabilesinden
İbnu'l-Lutbiyye denilen bir kimseyi Suleym oğulları'nın sadakalan(m toplamak) üzere
me'mûr ta'yîn etmişti. İbnu'l-Lutbiyye (vazifeden) geldiği zaman, Rasûlullah
onu hesaba çekti [214].
101-.......Bize
Katâde, Enes(R)'ten tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Urayne kabilesinden
bedevî bir takım insanlar, mide ağrısına tutulduklarından dolayı Medine'de
ikaamet etmek istemediler. Rasûlullah (S) bu kimselere sadaka develerinin
bulunduğu yere gitmelerine, develerin sütlerinden ve bevllerinden içmelerine
ruhsat verdi. (Bunlar oraya gittiler; iyileşince de) oradaki çobanı öldürdüler
ve develeri sürüp götürdüler. Bu haber Medine'ye ulaşınca, Rasûlullah bunların
arkasından bir müfreze yolladı. Akabinde yakalanıp Medine'ye getirildiler.
Rasûlullah bunların (suçlarına göre ceza olarak) ellerini,' ayaklarını
kestirdi, gözlerini oydurdu ve Harre taşlığına terketti de, ölünceye kadar
orada taşları kemirdiler [215].
Bu hadîsi Enes ibn
Mâlik'ten rivayet etmekte Ebû Kılâbe, Humeyd et-Tavîl ve Sabit el-Bunânî,Katâde'ye
mutâbaat etmişlerdir [216].
102-.......
Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Ben bir kuşluk vakti (kardeşim)
Abdullah ibn Ebî Talha'yı bir çiğnem yapıp çocuğun ağzım parmağıyle çalması
için, Rasûlullah'a götürdüm. Ra-sülullah'a (bir davar ağılında) rast geldim.
Elinde hayvan dağladıkları demir âleti vardı. Bu âletle sadaka develerini
damgalayıp alâmetliyordu [217].
[1] Buhârî zekâtın farz olduğuna delîl olmak üzere
Kur'ân'daki iki âyeti zikretmiştir. Bu âyetlerin tamâmı şöyledir:
"Namazı dosdoğru
kılın; zekâtı verin; o RasûVe itaat edin. Tâ ki ilâhî rahmete kavuşturulastmz
"(en-Nûr:56);
"... O hâlde namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin. Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Allah ne yaparsanız
hakktyie haberdârdır" (el-Mucâdile: 13).
[2] Bu İbn Abbâs hadîsi, Vahy Kitâbı'nda uzun bir metin
ile geçmişti; burada onun \ sâdece
zekât bahsine dâir fıkrası getirilmiştir.
Hicretin yedinci
yılında bir ticâret kaafilesiyle Şam'da bulunan Ebû Sufyân ile Roma imparatoru
Hırakliyus arasında yapılan konuşmada, Hırakliyus tercemânı vâsıtasıyle Ebû
Sufyân'a Muhammed'in hâilen ve söyledikleri şeyler hakkında bir takım suâller
sormuş, cevâblar almıştı. Bu suâl ve cevâblardan biri şöyledir:
Hırakliyus:
— Peki, Muhammed size
ne emrediyor? dedi.
Ebû Sufyân:
— Bize yalnız bir
Allah'a ibâdet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak etmeyiniz, dedelerinizin ibâdet
ettiğini terk ediniz, diyor. Bize namazı, sadakayı, yâni zekâtı, doğru
sözlülüğü, İffetli olmayı, hısımlara ilgiyi devam ettirmeyi emrediyor, dedi.
el-Vucûb: Lâzım olmak
ma'nâsmadır ki, murâd subût ve temekkün veçhile lâzım olmaktan ibarettir;
ikinci bâbdandır. Müellifin el-Basâir'de beyânı üzere, vucûb maddesi
"sukût( = düşmek)" ve "vukû'(= vâki' olmak)" ma'nâsma konulmuştur...
el-îffet, el-Affu
ve'l-Afâfu: Çirkinliklerden ve haram kılınmış şeylerden per-hîz edip geri
durmak ma'nâsmadır (Kaamûs Ter.)
el- Vasi, es-Sıla, el-
Vusul: Bir nesneyi bir nesneye ulaştırıp bitiştirmek ve eklemek; bir nesneye
erişip ulaşmak; bitişiklik ve ulaşıklık; bir nesneyi bir nesneye ekleyip
bitiştiren şey ma'nâlanna gelir (Kaamûs Ter.)
[3] Muâz ibn Cebel, Yemen'e vâlî ve muallim olarak
Peygamber tarafından gönderilmiş ve kendisine hadîsteki ve diğer hadîslerdeki
ta'Iîmât verilmişti. Gönderilişi dokuz veya onuncu hicret yılında olduğu
bildirilmiştir.
Hadîsteki
"sadaka", zekât ma'nâsınadır. Nitekim "*.}/>& oiU^Ji \A=
Sadakalar ancak fakirlere mahsûstur" (et-Tevbe:60) âyetinde de sadaka,
zekât ma'nâsınadır
[4] Hadîsin bâb başlığına hüccet olan kısmı "Zekâlı
verirsin" cümlesidir. Bu hadîste cennete girmeye sebeb olacak mühim
işlerden "Hısımlara hısımlık ilgisini ekleyip durmak"fıkrası da
vardır. Hısımlar arasında sıkı bağlar bulunursa, onlarda devamlı bir birlik,
nizâm ve sağlamlık bulunur. Böyle birbirine bağlı aileler, boylar., ve
topluluklardan meydana gelen büyük topluluk ve milletler de aynı şekilde
birbirlerine sağlam ilgilerle bağlı, birlikli, dirlikli, kuvvetli bir durumda
bulunmuş olurlar. Yânî bu ilgi ve irtibat, ferdler ve cem'iyetin huzur, birlik
ve dirliğine en mühim bir te'mînâttır. Çünkü bu ilgi ile ferdî ve ailevî ihtiyâçlar
giderilecek, sıkıntılar yok edilecek; böylece toplumun ma'rûz kalacağı
parçalanma ve ayrılmalar önlenmiş olacaktır.
[5] Bu isnâdda Şu'be, İbnu Usmân'ın isminin Muhammed
olduğunu bildirmiştir.
[6] Buhârî bu ifadesiyle îbn Usmân'ın isminin Amr ibn
Usmân olduğunu bildirip, Şu'be'nin bu ismi zabt etmekte bir tereddüdü
olabileceğini açıklamış oluyor. Çünkü bu hadîs, diğer rivayet yollarında Amr
ibn Usmân'dan hıfz edilmiş bulunuyor
[7] Hadîsin bâb başlığına delâleti meydandadır. Bu suâli
soran bedevinin Ebû'l-Mugîre Sa'd ibnu'l-Ahrem olduğu bildirilmiştir. Kendi
kabîlesinin elçisi olarak Peygamber'e gelmiş, bu suâli sormuş ve İslâm'ın
esaslarını ve en mühim farzlarını öğrenip, yine kavmine dönmüştür.
Taberânî'den
el-Mu'cemu'l-Kebîr'indeki rivayette bu Ebû'l-Mugîre: Rasûlullah'a geldim, dedim
ki, diye söze başlıyor ve Peygamber'in cevaben saydığı farzlar arasında şunu da
ziyâde olarak rivayet ediyor: "Kendine gelmesini arzu ettiğin her hayr ve
ni 'metin, insanlar için de olmasını arzu edersin; sana gelmesini istemediğin
her şerr ve zararı, insanlar hakkında da istemez ve insanları ondan
bırakırsın" buyurdu.
Müslim'deki rivayette
bu zât; "Bu senden işittiklerim üzerine hiçbir artırma yapmam, bunlardan
da hiçbir eksiltme yapmam" demiştir.
[8] Buhârî bundan evvelki hadîste râvîyi Yahya ibn Saîd
ibn Hayyân diye ismiyle zikretmişti; burada ise Ebû Hayyân diye künyesiyle
zikretmiştir.
Yahya el-Kattân bu
hadîsi Ebû Hayyân'dan görüldüğü gibi mürsel olarak rivayet etmiştir. Çünkü Ebû
Zur'a tabiîdir ve Ebû Hureyre'yi zikretmemiştir. Böyle olunca Vuheyb'e
muhalefet etmiş oluyor. Buhârî'nin Vuheyb hadîsinden sonra bu tarîki getirmesi,
illetin yaralayıcı olmadığını bildirmek içindir. Çünkü Vuheyb hafızdır ve
bundan dolayı onun hadîsini daha önce getirmiştir. Binâenaleyh bu tarîkten
gelen hadîs dahi hakîkatte mürsel değil, sahîh bir hadîstir.
[9] Buhârî, Süleyman ibn Harb'ın hadîsini Mağâzî
Kitâbı'nda; Ebu'n-Nu'mân'ın hadîsini ise Hums Kitâbı'nda senedleri ile rivayet
etmiştir.
Bu hadîs, şimdiye kadar
îmân Kitabı ve daha birkaç yerde geçmiş ve ilgili açıklamalar oralarda
verilmişti. Hadîsin buradaki başlığa delîl olan kısmı, Abdu'l-Kays hey'etine
emredilen dört tslâmî temelden birinin zekât vermek maddesi olmasıdır
[10] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır.
Ebû Bekr'in "Zekât
mâlî bir hakktır" sözüyle Tevhîd Kelimesi'nin mal, can masuniyetini
gerekli kılması, ancak Tevhîd ve islâm şartlarının yerine getirilmesine
bağlıdır. Namaz, zekât gibi iki şarta bağlı olan masuniyet, bunlardan yalnız
biri ile hâsıl olmaz demek istemiştir. Böylece İslâm'ın bütünlüğünü,
çe-likleşen iradesiyle korumuştur. Ebû Bekr'in bu isabetli kararının doğruluğu
Umer tarafından da anlaşılıp i'tirâf edilmiş ve böylece Ebû Bekr'in engin ve
keskin görüşü dile getirilmiştir.
[11] Buhârî bu âyeti bâb başlığını te'yîd etmek için
getirmiştir. Bundan evvelki ve sonrakiyle beraber tamâmı maâlen şöyledir:
"Onlar bir mü'min
hakkında ne bir yemîn, ne de bir vecîbe gözetip tanımazlar. Onlar taşkınların
tâ kendileridir. (Bununla beraber) eğer tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekât
verirlerse, artık onlar dînde sizin kardeşterinizdir. Biz âyetleri bilecek bir
kavm için açıklarız. Eğer ahidlerinden sonra yine andlarını bozarlar ve
dîninize saldınrlarsa, bütün küfrün Önderlerini hemen öldürün. Çünkü onlar
andlan olmayan adamlardır. (Bu suretle) umabilirsiniz ki vazgeçer ler"
(et-Tevbe: 10-12). Yânî İslâm'da harbin hedefi kati değil, ıslâh edip düzeltmektir.
Bu âyet, küfürden
tevbeye ve dînde islâm kardeşliğine nail olmaya ancak
namazı kılan ve zekâtı
veren kimselerin gireceğini ifâde etmektedir. İslâm bey'atı ancak zekât
vermekle bütünlenecek ve zekâtı men' eden de ahdini bozmuş olacaktır.
Peygamber'in bey'atının içine aldığı herşey de vâcib'dir.
[12] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Bu hadîs, îmân
Kitabı'mn sonunda da geçmişti. Râvî Cerîr ibn Abdillah en son müslümân
olanlardan olduğu için, bu bey'atı çok ehemmiyetlidir ve hükmün ebedîliğinin
te'mînâtıdır
[13] Bu âyetler zekât vermeyenler, ferdî ve içtimaî
yardımlaşmadan geri duranlar, istifciler, servetlerini Hakk yolunda
harcamayanlar hakkında İnmiştir. Bâzı âlimler bunun Kitâb ehli milletler
hakkında indiğini ileri sürmüşlerse de, cumhur hem Kitâb ehli olanlar, hem müslümânlar
hakkındadır, demişlerdir.
[14] "Su başında sağılma hakkı" sürü sahihlerinin
sürülerini su başlarına getirdiklerinde sütlerinden bir mikdârını sağıp orada
bulunan fakirlere, yolculara sadaka yapmalarıdır. Şârih İbn Battal dedi ki: Bu
bir ikram hakkıdır, musâvât hakkıdır; farz demek değildir; terkine ceza
terettüb etmez. Su başında süt ta-sadduk etmek Arablar'ın âdeti idi. Bunun için
fakîrler ve zaîfler su başlarında bunu bekler dururlardı.
Bu hadîsten iki nevi'
hakk sabit oluyor: Farz olan zekât, farzın gayrı hakk. Süt, İkinci nevi' hakk
ve iyi ahlâk cümlesinden oluyor. Farz kılınan hakk hu-dûdlandırılmıştır; farz
kılınmayan hakk ise hudüdlandinlmamıştır
[15] Bu hadîs, deveden, sığırdan, davardan zekât
verilmesinin vâcib olduğuna delâlet eder. Yalnız keyfiyet ve mıkdârı burada
bildirilmemiştir. Bu hususlar İleride gelecek hadîslerle bildirilecektir
[16] Hadîsteki mal ta'bîri umûmî bir lâfız olduğu için,
altın, gümüş, ticâret metâ'la-rı gibi bütün zekât mallarını şâmildir. Hadîs,
bütün bu malların zekâtını vermeyenlerin uğrayacakları azabı anlatmaktadır
.Hadîsin sonunda Peygamber'in okuduğu âyet, anlatılan hakîkati pek güzel te'kîd
etmektedir. Bunlar zekâtın içtimaî bir yardım olduğunu ve bunu îslâm Dîni kadar
hiç bir dînin ve hiçbir içtimaî teşekkülün kendi mensûblarına zarurî ve kat'î
bir vazife hâlinde yüklemediğini belirten hüccetlerdir. Bu bâbda arka arkaya
getirilen iki hadîs ve onların ma'nâlarını te'yîd eden iki âyet, bu mâlî
ibâdetin ehemmiyetinin, farzıyyetinin ve İslâm Dîni'nin içtimaî yardıma verdiği
müstesna ehemmiyetin ebedî ve hiç eskimeyecek hüccetler indendirler.
[17] Buhârî bu unvandaki "Zekâtı verilen mâl kenz
değildir" hükmünü, Peygam-ber'in "Beş ûkıyyeden az mikdârdaki gümüşte
zekât vâcib değildir" hadîsi ile delîllendirrniştir. Babın unvanına göre
bir malın kenz olması ve sahibinin azabı hakk edici bulunması İki şeye
bağlanmış oluyor: a. Malın nisâb mıkdân olması; b. Zekâtı verilmemiş bulunması.
Şu hâlde nisaba ulaşmayan mal kenz olmaz ve sahibi de kenz âyetinde
fet-Tevbe:34) bildirilen azâblanacak kimselere dâhil bulunmaz. Yine böyle bir
mal nisâb mıkdân olup da zekâtı verilirse, buna da kenz denilmez ve sahibi de
azaba müstehıkk olmaz.
Buhârî'nin muradı:
"Beş ükıyyenin aşağısı kenz değildir. Çünkü Su mık-darda zekât vâcib
değildir. Beş ûkıyye ve ziyâdesinin zekâtı verilirse bu da kenz değildir.
Sahibi âyetteki vaîde dâhil değildir" demektir.
[18] Buhârî bu hadîsi Tefsîr Kİtâbı'nda da buradaki tarzda
getirmiştir. Nesâî de Ze-kât'ta getirmiştir.
îbn Umer'in bu
hadîsinden, zekâtın farz kılınmasından önce Allah yolunda harcamanın daha
şiddetli olduğu anlaşılıyor. Bu sıkı vaziyeti "... Sana hangi şeyi nafaka
vereceklerim sorarlar. De ki; İhtiyacınızdan artanı (verin)"(ei-
Bakara:219) âyetinden de öğreniyoruz.ı Zekât âyeti ininceye kadar bu âyette haber
verildiği üzere, zarurî ihtiyâçlardan fazlası tamamen sadaka olarak verilirdi
ki, hakîkaten güç İdi. Zekât âyeti indirildikten sonra, bu güçlük ve ağırlık hafifletilmiş
oldu.
Kenz, lugatta gömülü
mal demektir. Dîn ıstılahında ise kenz, zekâtı verilmeyen maldır.
[19] Okıyye, dîn lisânında kırk dirhem'dir. Bir ûkıyye'nin
kırk dirhem olduğunda hadîscilerin, fakîhlerin, lügat âlimlerinin ittifakı
vardır ve bu, Hicaz ahâlîsinin ûkiyyesidir. Rai gibi bâzı ölçülerin Şâmî'si,
Irâkî'si olduğu ve aralarında vezn i'tibâriyle fark bulunduğu gibi, ûkıyye de
muhteliftir ve her yerin kendisine mahsûs bir ûkıyyesi vardır... Fakat her
yerde nisaba mikyas olarak dînen mu'teber olan ûkıyye, kırk dirhemdir. Buna
göre beş ûkıyye, ikiyüz dirhem eder ve iki-yüz dirhemden az gümüşte zekât
yoktur. Binâenaleyh gümüşün zekât nisabı, ikiyüz dirhemdir.
"Hadîsin ikinci
fıkrasında devenin zekât nisabı bildirilmiştir ki, üzerinden en aşağı üç sene
geçen beş deveden ibarettir. Böyle beş deveye mâlik olan kimseye bi'1-icmâ bir
koyun zekât lâzım gelir. Bu konuda fakîhler arasında ihtilâf geçmemiştir.
Zevd, üç ile onbeş yaş
arasında olan deveye denir; Ezvâd diye cem'ilenir. Bâzı lugatçiler, iki yaşı
başlangıç olarak kabul etmişlerdir. Bâzıları da yaşın sonunu yirmi-otuz yaşa
kadar ilerletmişlerdir.
Hadîsin üçüncü fıkrası,
hurma, üzüm, hububat gibi mahsûllerin zekât nisabını öğretmektedir ki bu da
beş vesk'tan ibarettir. Vesk, aslında bir şeyi toplayıp yüklenmek ma'nâsınadir
(Ve'l-Leyli ve mâ vesa*a;-el-İn$ikaak:17). Bir vesk, ittifakla Peygamber
sâ'ıjile 60 sâ'a denir. Vesk'in cem'i Evsuk gelir. Bir sâ', 1040 dirhem
ayarındaki ölçeğe denildiğine göre, beş vesk, kesirsiz olarak 1000 kilo ve eski
okka ile 780 okka eder. Ancak Peygamber sâ'ınm mıkdârında Iraklılar ile
Hicâzlılar arasında görüş ayrılığı varsa da, hesabın neticesi birdir. Bir sâ'ın
1040 dirhem olduğudur.
[20] Ebû Zerr Gıfârî'nin görüşüne göre, aile nafakasından
fazla mal biriktirmek haramdı. Kendisi bu yolda fetva verirdi. Şam'da vâlî
bulunan Muâviye ile arasında bu yüzden bir niza' çıkmış, Muâviye ona bu
görüşünü halka yaymamasını tavsiye etmiş; Ebü Zerr görüşünde ısrar edince,
Muâviye, tarafdârlannın çoğalmasından endîşe ederek, Medîne'ye çağırması için
Halîfe'ye yazılı müracaat etmiştir. Ebû Zerr Medine'de aynı görüşü yaymaya
başlayınca, orada da halk onun yanında fazla toplanmış; bunun üzenine Medîne'ye
üç merhale uzaklığındaki Rebeze köyünde, ikaamete gönderilmiştir. Usmân
devrinde Rebeze'de vefat etmiştir.
Ebû Zerr, zekâtı
verilse bile fazla mal biriktirmenin aleyhinde idi. Hâlbuki Muâviye ve
tarafdârlarına göre, azabı gerektiren kenz, zekâtı verilmeyen maldan ibaretti.
Zekâtı verilen mal, kenz değildi. Bu suretle yânî zekâtını ve diğer Allah
hakklarmı vermek suretiyle mal toplamak, artırma yapmak meşru idi.
Bu iki görüşün bu günde
de geçerliliği ve savunucuları vardır ve hattâ kıyamete kadar da var
olacaktır.
[21] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Altm, gümüş ve
benzeri dünyâ zenginliklerini biriktiren, bunlardaki Allah ve kul haklarını
Ödemeyen, infâk etmeyen is-tifçiler kötülenmektedir. Bunları dünyâda da,
âhirette de dehşetli felâketler beklemektedir.
[22] Yânî malın dünyâ ve âhiretçe hakkında bir muaheze
bulunmayan bir harcama yerine harcanması babı
[23] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, birinci
fıkrasındadtr. Çünkü orası malın hakklı yerlere harcanmasını teşvîke delâlet
etmektedir.
Hadîste malın hepsini
sıhhat yolunda harcamaya ve mirasçıyı mahrumiyete ve dînin men' ettiği benzer
hususlara götürmediği müddetçe, malı tamamen hayır yollarında tüketmeye cevaza
hüccet vardır (Ibnu't-Tîn).
Bu hadîs, İlim
Kitâbı'nın "İlim ve hikmet hususunda gıbta edilmesi bâbı"n~ da da
geçmişti.
[24] Buhârî, bâb başlığını bu âyetle hüccetlendirmiş
oluyor.
[25] İbn Abbâs'uı âyette geçen "Salden"
kelimesine âid olan bu tefsirini Muham-med ibn Cerîr, Muhammed ibn Sa'd'dan
senediyle rivayet etmiştir.
[26] İkrİme'nin bu îzâhını da Abd ibn Humeyd, kendi
tefsirinde senediyle rivayet etmiştir. îkrime'nin tefsirini verdiği kelimeleri
ihtiva eden âyetin tamâmı şudur: "Allah'ın nesini istemek ve ruhlarında
olan (îmân)i kökleştirip takviye etmek için mallarım harcayanların hâli de bir
tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin hâline benzer ki', ona bol bir
yağmur isabet etmiş ve meyvelerini iki kat vermiştir. Ona bol bir yağmur
düşmese de bir çisinti (bulunur). Allah, ne yaparsanız hakkiyle görücüdür
"(el- Bakara: 265).
[27] Bu başlık Müslim'in Sahîn'inde Mus'ab ibn Saîd'den
rivayet ettiği şu hadîsin bir parçasıdır: İbn Âmir'in bir hastalığında Abdullah
ibn Umer ona hasta ziya retine gelmişti. İbnu Âmir: Ey Umer'in oğlu, bana duâ
et, dedi. Ibn Umer, ab-destli olmadığını i'tizâren bildirdi de, Rasûlullah'ın:
"Abdestsiz namaz ve duâ, çalınmış maldan verilen sadaka kabul
olunmaz" buyurduğunu işittim. Sen de ;t bir ara Basra'da vâlî bulunmuştun,
dedi ve İbn Âmir'e üzerinde halk hukuku bulunması ihtimâli ile tevbe etmesini
hatırlattı.
[28] Buhârî bâb başlığını bu iki âyetle de takviye
etmiştir.
[29] Buhârî bu bâb başlığını da zikrettiği âyet ile
delîllendirmiştir. Asıl başlık ise gelecek olan Ebû Hureyre hadîsinin bir
parçasıdır; yânı o da Rasûlullah'ın hadîsidir.
"Ey îmân edenler,
in/âkı kazandıklannızın en güzellerinden ve sizin için yerden
çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek âdi,
bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin. Bilin ki, şübhesiz Allah her-şeyden
müstağnidir; asılhamde lâyık olan O'rfı/r"(el-Bakara:267) gibi daha birçok
âyetlerde bu husus tekrar tekrar emredilmiştir.
[30] "Sağ el ta1 bîr buyurulması, kıymetli şeylerin
sağ el ile alınması örfünden istiare edilmiştir" (Şârih Hattâbî).
Selef imamlarına göre
Kur'ân'da ve hadîslerde gelen yemîn, yed, kadem ve benzerleri Allah'ın
sıfatlarıdır. Bunları te'vîl, tekyîf, ta'tîl ve tahrif etmeyerek zahirleri
üzere icra vâcibdir. Selefi bir hadîsçi olan Sıddık Hasen Han, selef
imamlarının mezhebini bu surette takrîr ettikten sonra: "Selef mezhebi
hakktır. Uyulmaya en hakklı olandır. Halefin mezhebi bu sıfatlan te'vîlden
ibarettir, za-îftır ve mercûh bir mezhebdir. Bu mezhebe Kitâb ve Sünnet'ten,
şerîatin gayesinden gafil olanlar uyarlar" diyor.
[31] Fevt: Fâ'nın fethi ve lâm'ın sükûnu ile çocuğu ve şâir
yavruyu memeden çekip ayırmak ve memeden kesmek ma'nâsınadır....
Feluvv: Aduvv vezninde
memeden kesilmiş bir yaşındaki beygir yavrusuna denir ki, biz ona tay deriz.
Dişisine defelüvve derler (en-Nihâye ve Kaamûs).
Hadîsin son fıkrası bir
meseldir. Memeden ayrılan tayın hayâtına, büyümesine sahibi nasıl dikkat
ederse, halâl olmak şartıyle bir hurmadan ibaret olan küçük bir sadakayı da
Allah'ın kendi inâyetiyle dağ misâli büyüteceği; ecrinin büyük olacağı
anlatılmış oluyor
[32] Buhârî bu mutâbaatı Tevhîd Kitabı 'nda küçük bir lâfız
muhalefetiyle senedli olarak getirmiştir. Ebû Avâne ve diğerleri de mevsûlen
rivayet etmişlerdir.
[33] Verkaa'nın bu hadîsini de Beyhakî senediyle rivayet
etmiştir.
[34] Bu üç zâtın birincisinin hadîsini senediyle Kaadî
Yûsuf ibn Ya'kûb Zekât Kitâ-bı'nda; diğer ikisinin hadîsini ise Müslim,
senedleriyle mevsûlen rivayet etmişlerdir (Kastallânî).
[35] Bâb başlığı ve altındaki bu hadîsler, sadaka vermekte
acele davranmayı teşvîki, aynı zamanda sadaka vermeyi geciktirmekten de
sakındirmayı ihtiva etmektedir. Çünkü sadakanın geri bırakılması, sonra
sadakayı kabul edecek fakir bulamamak gibi bir mahzura veşîle olacağı
bildirilmiştir.
"Hadîsin zahirine
göre, sadaka verecek fakîr bulamamak vaziyeti, mal çoğaldığı bolluk zamanında
meydana gelir ki, bu da kıyametin yaklaşması zamanıdır" (Şârih tbn
Battal).
[36] "Sadakayı kabulden çekinme keyfiyyeti zamanın
sonunda olur" (İbn Hacer).
[37] Mal bolluğunun ve zekât kabulünden çekinme
keyfiyetinin sahâbîler devrinde ve Umer'in halifeliği zamanında Suriye, Mısır,
Irak ve îrân fetihlerinden i'tibâ-ren başladığı da îslâm târihinin şehâdetiyle sabittir. Kisrâlann asırlık
hazîneleri; Mısır'ın, Suriye'nin altın yığınları tamamen Medine'ye taşınmıştı.
İstisnasız sahâbîler zenginleşmişti. Yukarıda ta'rîf edildiği üzere dînin
ta'rîfi dâiresinde sadaka alması caiz olan fakîr bulmak hakîkaten güçleşmişti.
Binâenaleyh Peygamber'in bir mucize halinde istikbâle âid bu ihbarı, çok
geçmeden gerçekleşmiş bulunuyor.
Nitekim hadîsteki yol
kesiciliğinin yakında sona ereceği haberi de çok geçmeden gerçekleşmiş;
emniyet ve âsâyiş tahakkuk etmişti. Şu hâlde Peygamber'-İn bu ihbarlarının hem
sahâbîler devrinde gerçekleştiği, hem de zamanın sonunda tekrar meydana
geleceği şeklinde anlaşılması da mümkindir. Şârih Kİrmânî ve diğer bâzı
sarihlerin görüşleri budur.
[38] Hadîsin son fıkrası içtimaî yardımlaşmayı, en yüksek
medeniyeti ancak Peygam-ber'e lâyık bir vccîzliklc anlatmıştır
[39] Peygamber tarafından vukua geleceği haber verilen bu
içtimaî ve iktisadî dengesizliklerin ve beşerî sıkıntıların büyük harbler,
fitneler, kıtaller sonunda ola cağı ve bunların da kıyamet alâmetlerinden
bulunduğu diğer hadîslerde de bildirilmiştir.
[40] Bu başlık, hadîsin bir parçasıdır. Buhârî hadîs ile
âyetler, az olsun, çok olsun; sadaka vermeye teşviki ihtiva ettikleri için,
bunları başlıkta bir araya getirmiştir
[41] Bunlar iki âyettir. Buhâri bunların birer fıkrasını
verip işaret etmekle yetinmiştir. Biz, ma'nânm daha iyi anlaşılması için
âyetlerin tamâmının tercemelerini verdik .
Her iki âyet,
ibâdetlerimizde ve her türlü fiil ve hareketlerimizde doğrudan doğruya Allah
rızâsının kasdedilmesi; ibâdetlerin zoraki değil,' yüksek bir îmân ve ihlâsla
yapılması gereğini gayet belîğ bir mesel hâlinde öğretmektedir.
[42] Vâhidî'nin Esbâbu'n-NuzûPde beyânına göre, çok para
tasadduk eden zât Ab-durrâhmân ibn Avf'dır. Zekât âyeti inip de Rasûlullah
sahâbîlerini zekât ve sadaka vermeye teşvik ettiğinde, Abdurrahmân İbn Avf o
günü mâlik bulunduğu sekiz bin dirhemin dört bin dirhemini sadaka etmiş ve: Yâ
Rasûlullah, servetimin yarısını getirip Allah'a ödünç veriyorum, öbür yansım
da aileme alıkoydum demiş. Peygamber de: "Verdiğinle alıkoyduğun malına
Allah bereket İnşân etsin" diye duâ etmiş. Bu duâ sebebiyle Abdurrahmân'm
servetinde çok büyük bir artma olmuştur.
O gün Âsim ibn Adiyy de
sadaka olarak yüz vesk hurma getirmiştir. Ebû Akîl el-Ensârî de: Bir sâ' hurma
götürüp bir sâ' da aileme alıkoydum, demiştir. İşte zekât âyeti inip de
sahâbîlerin birbirleriyle yarışırcasına az çok bu mâlî vazîfeyi yerine
getirdiklerini gören münafıkların bunlarla eğlenmeleri üzerine, ter-cemesini
verdiğimiz âyet nazil olmuştur.
[43] Hadîs metnindeki müdd Irak'a ve Şam'a âid olmak üzere
ayrı ayrı mikdâr-ları gösterir. Fakat yuvarlak ve takrîbî bir hesâbla iki avuç
açılarak aldığı mıkdâra deniyor.
Ebû Mes'ûd (R), bu
hadîsinde saadet asrmdaki geçim darlığı ile İslâm fetihlerinin arka arkaya
gelişmesinden sonraki refah ve bolluk devrini ifâde etmiştir. Sahâbîlerin
zekât ve sadaka vermekte bu derece ileri gayretler götermeleri, müstakbel
insanlık için en mükemmel ve eskimeyecek bir sosyal yardımlaşma örneğidir.
Bugünkü ve yarınki insanlığın ızdıraplannı dindirmek veya hafifletmek için
İslâm'ın bu eskimez asıllarını yaşamak ve yaşatmaktan başka çâre yoktur.
[44] Bu hadîs bâb başlığının aynıdır ki, bundan daha ziyâde
uygunluk olamaz
[45] Bu hadîs, az mikdârda olsa bile sadakaya teşvîki,
isteyeni eli boş çevirmemek için yanında bir hurma da bulunsa, bunu sadaka
yapmanın makbûllüğünü ifâde etmektedir. Yüce Allah'ın anaların gönlünde
yarattığı engin analık şefkat ve merhametinin en belîğ şekilde tecellî edişi de
hadîstegâyet açık biçimde belirtilmiştir. Yine bu hadîste kız çocuklarının
nafakası, terbiye ve yetiştirilmeleri hususunda çalışmanın, cehennemden kurtuluşa
sebeb olacak hayır işlerinin en faziletlisi olduğuna da delâlet vardır.
[46] Buharı bâb başlığına, arka arkaya zikrettiği bu iki
âyeti hüccet olmak üzere sevk etmiştir. Âyetler sadakaların geriye
bırakılmaması hususunu pek belîğ biçimde teşvîk etmektedir.
[47] Sıhhatli cimrinin sadakasının, diğer kişilerinkinden
fazîletli oluşu şöyle açıklanmıştır: Çünkü cimri, nefsinde cimrilik gibi
fazîlete mâni' bir zorlayıcının varlığından dolayı canının yansı olan malını
ayırıp da bir fakîre verebilmek için nefsiyle çetin bir mücâdele etmiştir. Bu
nefis mücâhedesi ise Allah'ın emrine çok ınkıyâddan neş'et etmiştir.
Bu sebeble cimrinin
sadakası, başkalarının sadakasından daha fazîletli olmuştur.
[48] Çoğunluğun rivayetlerinde böyle yakı1 olmuştur. Ebû
Zerr rivayetinde ise bu yoktur. Ebû Zerr rivayetine göre buradaki hadîs, geçen
babın başlığının hadîslerinden olur. Diğerlerinin rivayetlerine göre de bu
"Bâb" sözü, Âişe hadîsini evvelki bâbdan ayıran bir fasl olur. Çünkü
musannıfların âdeti, konuları toplamakta böyle kitâb lâfzını zikretmekle
cereyan eder, sonra kitâb içinde birçok bâblar zikrederler, sonra da her bir
bâbda fasıllar zikrederler (Aynî). Buhârî'-nin Sa/ıîh'\nöe unvansız olarak
görülen "bâb"lar birer "fasP'dan ibarettir
[49] Hadîsin geçen kısımla ilgisi, Peygamber'e kavuşmaya
sebeb olacak el uzunluğundan maksadın el açıklığından ibaret olduğunu
açıklamasıdır. Bu e! açıklığı sıfatı ise ancak sıhhatliden ve sıhhati hâlinde
bu el açıklığını devam ettiren kimseden hâsıl olacaktır (Aynî). Hadîsteki
"Kolu uzununuz" ta'bîrindeki "Yed" lâfzı "sadaka"
İçin istiare edilmiştir. "Tül" de müsteârun minhin mülayimi olduğu
için istiareye terşîh olarak îrâd edilmiştir.
Peygamber'in vefatından
sonra kadınlarından ilk önce vefat eden kadın Şevde bintu Zem'a mıdır, yoksa
Zeyneb bintu Cahş mıdır? Bu hususta bâzı görüş, rivayet ve târih ayrılıkları
vardır
[50] Buhârî, "Aşikâre verilen sadaka bâbı"nda
hadîs getirmemiştir. Zahir olan, onun bu konuda kendi şartına uyan bir hadîs
bulamayıp, yalnız zikrettiği âyetle yetindiğidir. Âyette gizli açık harcama
yapanların Rabb'leri katında mükâfatları olduğu bildirildiğinden, başlığa delîl
olmuştur.
ei-Alenu ve'I-Alâniyetu:
Bir nesne zahir ve aşikâre olmak ma'nâsınadır ki, gizli ve gizlilemek
mukaabİlidir; 1, 2, 4, 5. bâblardan gelir (Kaamûs Ter.).
[51] Buhârî, bu "Gizli verilen sadaka bâbı"nda,
Ebû Hureyre hadîsinin gizli verilen sadakanın üstünlüğünü bildiren fıkrası ile
gizli verilen sadakaların daha hayırlı olduğunu anlatıp teşvik eden âyeti
getirmiştir.
Ebû Hureyre hadîsini
daha evvel Kitâbu'1-Ezân "Mescidde namaz beklemek için oturan kimse
bâbı"nda, senediyle ve bütünüyle getirmiş olduğu için, burada senedsiz
olarak ve sadece ilgili fıkrasını göstermekle yetinmiştir.
[52] Hadîsle hırsız ve fahişe de zikredilmişken, bâb
başlığında yalnız zengine verilen sadakanın durumunun açıklığa kavuşturulmaya
çalışılması, zengine hiçbir hâlde sadaka vermenin caiz olmamasındandır. Böyle
iken bilmiyerek bir zengine sadaka verildiğinde, sadaka veren, niyeti ve bu
ameli ile sevâb kazanır, sadakası da makbul olur. Diğerlerinde ise, sadakanın
kabul edileceği, evleviyetle sabit olur.
İmâm Ahmed bu hadîsi
İbnu Lahîa tarikiyle el-A'rec'den rivayet etmiştir. O rivayette bu sadaka veren
kimsenin îsrâîl oğulları'ndan olduğu belirtilmiştir. Bu hadîsten îsrâîl
oğulları zamanında da sadakanın takva ehlinden muhtâc olan fakîrlere
verilegeldiği ve bu sebeble halkın bu üç sınıfa sadaka verildiğini duyunca
hayret ve söz ettikleri anlaşılıyor. Hadîste Allah'ın bu kuluna hayır niyeti
ve ameliyle ru'yâsında sevâb bahşetmesi, sadakasının kabul edileceğine delâlet
etmiş oluyor. Hadîsten zekât ve sadakanın içtimaî çöküntüleri ve ahlâkî bozuklukları
düzelttiği ve bu hususta çok te'sîrli olduğu görülmektedir. Şuurlu bir insan
ne kadar kötü olursa da, gördüğü iyilik ve ihsanın minnet yükü altında kalarak
düştüğü kötü yoldan kendisini kurtarmağa çalışır. Hele o kötü fahişelik yoluna
zaruret şevkiyle düşmüş ise, böyleleri için zekât ve sadakanın uyanma vesilesi
olduğu çok görülmüştür.
[53] Bu şartın cevâbı kaldırılmıştır; bunun takdiri
"Caiz olur"dur. Buhârî bu cevâbı ya kısaltmak için, yâhud da bâb
hadîsinin delaletiyle yetinmek için zikretme-mistir. Babanın bilmemesinden
dolayı oğul, yabancı gibi olacağı İçin zikretmedi de denilmiştir.
[54] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu şöyledir: Yezîd altınları
kendi nâmına sadaka edivermesi için bir adama verdi ve ona bir hudûd koymadı.
Akabinde oğlu Ma'n gelip o zâttan bu altınları aldı. Ve böylece Yezîd bizzat
kendisi sadaka altınlarının oğlunun eline düşmesine sebeb oldu. Böylece de
bilmiyerek kendi oğluna sadaka vermiş gibi oldu.
Râvî Ma'n, babası
Yezîd, dedesi Ahnes ibn Habîb Bedr gazilerinden oldukları rivayet edilmiştir.
Baba, oğul, torun üçlüsünün bu müstesna şerefi îs-lâm târihinde hiçbir sahâbî
ailesine nasîb olmamıştır.
Âlimlerin ittifakına göre
babanın borcu olan vâcib sadakayı oğlunun alması, babanın borcunu düşürmez. Bu
menfî hükümden tatavvu' ve nafile sadakalar müstesnadır. Şârih İbn Battal: Bu
hadîste Peygamber, Yezîd ibn Ahnes'e: "Niyet ettiğin sadakanın sevabı
senindir" buyurduğuna göre, bu sadakanın vâ cib olan sadaka ve zekât
nev'inden olmayıp, tatavvu' sadakası olduğu anlaşılır ve nafile sadakaya
hamledilmelidir, demiştir. Şafiî de: Bir babanın oğlu borçlu yâhud asker ve
gâzî olursa, babasının sadakasını alabilir, demiştir.
İmâm Şafiî ve diğer
İmamlara göre ihtilafsız sabit olan bir şer'î hakîkat de şudur: Nafakası vâcib
olmayan hâllerde baba ve oğuldan zengin olan tarafın, fakîr olan tarafa,
fakirler ve miskînler payından zekât ayırıp vermesi caizdir. Bu hâlde iki
taraftan biri öbürüne yabancı vaziyetinde bulunuyor. Başka surette caiz
değildir. «Usûlün fürûa, fürû'un da usûle zekât vermelerinin caiz olmadığı
mes'elesi, Hanefî kitâblannda sabit bir asıldır... Nafakası vâcib olmayan sair
hısımlardan muhtâc olanlara zekât verilmesi hakkında âlimler ayrı ayrı görüşler
ileri sürmüşlerdir...
Bu hadîsten babanın
malından sadaka, hibe yoluyla evlâdın zimmetine geçen mala babanın dönmesi
sahîh olmadığı, yine bundan hukukî mes'elelerde baba ile oğul arasında husûmet
ve ihtilâf meydana gelerek oğulun mahkemeye müracaat etmesi, oğulun babasına
âsî sayılmıyacağı hükmü alınmıştır.
[55] Hadîsin bâb başlığına lâfzan uyan fıkrası "Sağ
elinin verdiği sadakayı sol elinin bümiyeceği derecede gizli sadaka veren
to?/" cümlesidir. Bu fıkrada sadakanın vasıtasız olarak bizzat kendi
eliyle ve kimseye duyurmadan taşınıp verilmesinin değeri ifâde edilmiş oluyor.
Dînî, içtimaî ve ahlâkî
çok mühim esasları toplayan bu hadîsi, Buhârî Ezan, Zekât, Cumua, Rikaak,
Muhâribûn kitâblannda da getirmiştir.
[56] Hadîsin bâb başlığına delâleti "İnsan kendi
sadakasıyle yürür..." fıkrasıdır. Bu hadîs şu Zekât Kitâbı'nın dokuzuncu
babında da geçmişti.
[57] Ebû Mûsâ'mn bu hadîsi altı bâb sonra "Sadaka
verdiğinde hizmetçinin sevabı babı' 'nda senediyle gelecektir. Buhârî bu bâb
başlığıyle bi'1-vâsıta verilen sadakadan da mâl sahibinin ecir alacağını
bildirmek istemiştir.
[58] Erkeğin kazancından kadının tasarrufu en nâzik içtimaî
mes'eklerdendir. Bu sebeble hadîste
“(Ma'rûf hududu geçmekle aile geçimini ve aile birliğini) bozucu olmayarak"
kaydı getirilmiştir. Bu, menfî bir şarttır. Fakat şumûl sahası çok geniştir.
Kadının tasarrufu ile aile geçiminin, aile dirliğinin bozulmaması bir takım
şartların bulunması ve gerçekleşmesiyle sağlanabilir. Bunlardan birisi, bu
in-fâkm ev azığına münhasır olmasıdır. Bu tahsis, hadîsin sarahati ile de
sabittir. İkincisi kadının infâkı zevcin iznine ve örfe uygun olmasıdır...
[59] Yânî kâmil sadaka, ancak kuvvetli bir servete dayanan
zenginlikten verilen sa Peygamber (S), kişinin kendi malını mahvetmesini ,'
nehyetmiştir. Bundan dolayı bir kimsenin sadaka için
dakadır. Bu başlık,
Ahmed ibn Hanbel'in el-Müsned'de Ebü Hureyre'den rivayet ettiği hadîsten
alınmıştır. Buhârî bu fıkrayı Vasıyyetler Kitâbı'nda da zikretmiştir. Buhârî
başlıktaki bu hükmü, müteâkib rivayetler ve hadîslerle tefsîr ve takviye
etmiştir.
[60] Sadaka verecek kimsenin ne kendisi, ne de ailesi
muhtâc olmamak, borçlu da bulunmamak gerekir. Üzerinde kul borcu olan kimse
için vâcib olan, evvelâ borcunu vermektir. Bu farzdır. Sadaka vermek nafiledir.
Borçlunun kazancı kendisinin değil, bi'1-kuvve alacaklının malıdır.
Binâenaleyh borçlunun, kazancından sadaka vermek suretiyle tasarrufu
sefîhliktir. Hâkim tarafından hacr olunur
[61] Buhârî hadîsi, Ödünç İsteme bölümünde Ebû Hureyre'den
senediyle rivayet etmiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kim halkın
malını edâ etmek niyetiyle borç alırsa, Allah o kimseye borcunu ödemeyi
kolaylaştırır. Kim de halkın malım telef ve israf etmek üzere borç alırsa,
Allah onu telef eder, borç aldığı malın hayır ve bereketini giderir!"
[62] Buhârî bu fıkra ile, kendisi ve ailesi muhtâc iken
sadaka verebilecek, yalnız Ebû Bekr Sıddîk ve Ensâr gibi temiz nefis
sahihleridir diyerek, bunları istisna ediyor. Bu iki istisna ile de Ebû
Bekr'in ve Ensâr'ın bu fiillerini anlatan hadîslere işaret etmiş oluyor. Ebû
Bekr'in malının hepsini sadaka verişini Ebû Dâvûd ve diğerleri rivayet
etmiştir. Ensâr'ın, muhacirleri kendi nefislerinden üstün tutmaları vakıası
ise hadîslerle sabit olduğu gibi, Kur'ân'da da dile getirilmiştir: ' 'Onlardan
evvel (Medîne 'yi) yurd ve îmân evi edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret
edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir
ihtiyaç meyli bulmazlar. Kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile onları öz
canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa
işte murâdlarına erenler ancak onlardır" (e!-Haşr: 9).
[63] Bu, Namazın Sıfatı bölümünün sonlarında geçmiş olan
Mugîre hadîsinin bir parçasıdır. Buhârî, insan kendi malını zayi' etmekten
men' edilince, başkasının malını zayi' ve telef etmekten evleviyetle
reddedilir şeklinde istidlal etmiş oluyor
[64] Ka'b ibn Mâlik'in tevbesine âid olan bu uzun hadîs
Tefsîr Kitâbf nda Tevbe Sûresi'nin tefsiri sırasında gelecektir. Rasülullah'ın
Ebû Bekr'i bütün malını sadaka yapmasından men' etmeyip de, îkincı Akabe
Bey'ati'nde bulunmak şerefini taşıyan Ka'b gibi kıdemli bir sahâbîyi bu
hareketinden men' etmesi, Ebû Bekr'in sabrı şiddetli, tevekkülü kuvvetli,
müstesna bir şahsiyet olmasından dolayıdır. Ebû Bekr'in bu yüksek seviyesi
hiçbir kimse için misâl edinme örneği olamazdı.
[65] Bu hadîsin ma'nâsını bundan sonraki hadîs daha çok
açmaktadır.
[66] Bu hadîsteki tertîb, iyi düşünülürse, Peygamber'in
sadaka vermek hususunda evleviyet ve akrabiyete göre bir silsile tertîb ve
ta'kîb buyurduğu anlaşılır. Ne-sâî'nin Ebû Humeyd eş-Sâidî'den gelen
rivayetinde daha şümullü ve umûmî bir tertîb vardır. Bu tertîbi de
Taberânî'deki rivayette Rasûlullah şöyle öğretmiştir: "Evvelâ zatî ve
nefsî vazifeni ifâ et. Nefsinden artan şeyi de ehline, ailene sar-fet. Ailenden
birşey artarsa bunu da hısımlarına sadaka yap. Bunlardan arta kalanı da
sağındaki, solundaki konuya komşuya sadaka yap" (Taberânî).
Bu Hakîm ibn Hızâm
hadîsinde de, bundan önceki Ebû Hureyre hadîsinde de birinci derecede nefse âid
vazîfe zikredilip, diğerlerinden öne geçirilmiştir. Bunda bir hodgâmlık vardır
sanılmamalıdır. Bil'akis aile, akraba ve diğer medenî vazifelerin îfâsif bir
aile reîsinin tamamen zinde ve sıhhatte olmasına bağlıdır. Bunun için insanın
yemek, giymek gibi hayâtın devamı için muhtâc olduğu kendi zatî vazîfeferini en
önce yapması zarurîdir.
Yalnız aklî ve felsefî
esaslardan ilham alınarak yazılan ahlâkî eserlerde de ahlâkî vazifeler bu
suretle beş nev'e ayrılmıştır: Nefsî, ailevî, hemşehri, insanî, medenî.
[67] Bundan önce 31 rakamıyle geçen Hakîm ibn Hızâm
hadîsindeki "Yüksek el, alçak elden hayırlıdır" vecizesinin burada
Rasûlullah tarafından güzel bir tefsî-ri yapılmıştır. Hakîkaten yüksek el veren
eldir; verir yükselir; alçak el de iste yen, alan eldir; alır alçalır. Bu vecîz
hadîs, verici ve alıcı olan ellerin verir ve alırkenki durumlarını ve bu durum
altındaki ruhî ve manevî farklılığı çok belîğ biçimde anlatmıştır.
[68] el-Menn; ni'met vermek, bir adama iyilik etmek;
el-Minnet; bir adama ettiği iyiliği, lutûf ve ihsanı saymakla başına kakmak
ma'nâsınadır.. el-lmtinân: Bir adam bir kimseye ettiği ihsanı zikr ve ta'dâd
ile başına kakmak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).
Verdiği şeyleri söyleyip
başa kakmak, vereni de, verileni de küçülten; yapılan iyiliği değersizleştiren
kötü bir şeydir. Buhârî başlıktaki bu hükmü demlendirmek için el-Bakara: 262.
âyeti getirmiştir. el-Bakara: 264. âyeti de aynı hükme hüccet olacak bir fıkra
ihtiva etmektedir: "Ey îmân edenler, sadakalarınızı başa kakmak ve
incitmek suretiyle heder etmeyin..''.
[69] Buradaki sadaka sözü, farz kılınmış olanları ve nafile
sadakaları şâmildir. Her iki hâlde de iyiliğin hayırlısı, bekletmeden çabucak
yapılanıdır
[70] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır: Peygamber
namazı bitirince sür'atle hareket etmiş, eve girmiş ve evdeki altını bizzat
taksim etmiş, sonra da o altını evinde geceletmeyi istemediğini haber
vermiştir. İşte bu, sadakanın bekletilmeden verilmesinin müstehâb olduğuna
delâlet etmiştir.
Bu hadîs, biraz lâfız
farkıyle Namaz Kitâbı'nm sonlarında 77 rakamlı "İnsanlara namaz kıldırıp
da bir haceti hatırlayan kimse..." unvanlı bâbda da geçmişti. Buradaki
"Kasemtuhu = Onu taksim ettim" rivayeti, taksimin bizzat Peygamber
tarafından yapıldığına delâlet ettiği gibi, kendi emri ile yapılan bir fiili
kendisine izafe ettiğine de delâlet eder. Bu sebeble iki hadîs arasında bu hususta
bir ayrılık bulunmamış olur
[71] Hadîsin son fıkrası, Peygamber'in kadınların yanına
gelip onlara va'z ederek, sadaka vermelerini emreylemesi, bâb başlığına hüccet olan
yeridir. Peygamber'in bu teşviki kadınlarda çok te'sîrli olmuştur
[72] Bu hadîste Peygamber'in sahâbîlerine emrettiği şefaat,
bir fakîr için, yâhud bir ihtiyâç sahibi için başka bir şahıs nezdinde
İstenilen şeyin kabulüne delâlet etmektir. "Kim güzel bir şefaatle
şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatle
şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir (günâh) payı vardır, Allah her şeye
hakkıyle kaadirdir ve nazırdır" (en-Nisâ: 85).
[73] Hadîsin bâb başlığına delâleti ma'nâ cihetiyledir.
Çünkü Peygamber kesenin ağzını boğmaktan nehyetmiştir. Bu ise ancak para
biriktirmek için yapılır; Bu nehyin ma'nâsı "biriktirme de sadaka
yap" demektir.
[74] el-îkaa: Kırba ağzını iple boğmak.
et-Ihsâ: Bir şeyin
veznini, sayısını saymak;
el-fyâ: Kab içinde
biriktirmek ve saklamak ma'nâsınadır
[75] "er-Radhu": Üçüncü bâbdandır. Pek nesneyi
kırıp ufaltmak ve azca atıyye vermek... ma'nâlannadır.
Hadîs, insanın gücünün
yettiği mikdâra göre az da olsa sadaka vermeye delâlet etmektedir.
[76] Fitne, aslında imtihan ve ihtibârdır ki, Türkçe'si
sınama demektir. Hâlisi, karışığından belli olsun diye altını, gümüşü potada
eritmeye fitne dendiği gibi, iyiliği kötülüğü belli olsun diye insana edilen
her muameleye de fitne denilir. Bu lâfzın ma'nâlan çoktur...
[77] İnsanın ailesi yüzünden fitnesi, onlardan dolayı halâl
olmayan söz söylemesi, halâl olmayan iş işlemesi;.çocukları yüzünden fitnesi,
onlara aşın sevgisiyle beraber birçok hayrata onların yüzünden fırsat
bulamaması, yâhud onları geçindireyim diye halâla, harama bakmaması; komşusu
yüzünden fitnesi, zengin olmasına hoş nazarla bakmayıp temennî ve hasedde
bulunmasıdır.
[78] İşte burada sayılan ibâdet ve faaliyetler bu nevi'den
olacak günâhları örtecek, onlara keffâret olacaktır. Hadîsin bâb başlığına
delâleti, "sadaka vermenin günâhı Örter olması" fıkrasıdır. Bu hadîs
bâzı küçük lâfız farklanyle Namaz Vakitleri Kitâbı'nda 4 rakamlı
"Namaz keffârettir" babında da
geçmişti.
[79] Yânî müşriklik hâlinde iken sadaka veren, sonra da
İslâm'a giren kimsenin bu işleri mu'teber olur mu yâhud olmaz mı? Hadîsin
zahiri, Câhiliye devrinde yapılan İyiliklerin mu'teber olması şıkkıdır
[80] Hadîsteki Tahannüs; takarrub ve taabbud yânî Allah'a
yaklaşma ve ibâdet etme ma'nâsınadır.
Hakîm ibn Hızâm
hadîsinden, müşrikin İslâm'a girmesi ve İslâm olarak vefat etmesi hâlinde, daha
önceki iyi işlerinden sevâb alacağı ve faydalanacağı anlaşılıyor. Küfr üzere
ölürse "... Kim îmânı tanımayıp kâfir olursa, herhalde bütün yaptığı boşa
gitmiştir ve o âhirette en çok ziyana uğrayacaklardandır'(el- Mâide:5) âyeti
uyarınca, işlediği bütün hayırlı işler bâtıl olur.
Âlimler Peygamber'in bu
sözünü bir kaç türlü te'vîl etmişlerdir: Hadîsin ma'nâsı: "Ey Hakîm, sen
mâzîde kazandığın güzel tabîatler ile İslâm oldun. Müslümanlıkta bu selîm
tab'ından faydalanırsın" demektir; yâhud: Câhiliyet devrinde işlediğin
hayırlarla iyi bir nâm kazandın ve bu içtimaî şerefinle müslü-mân oldun,
demektir
[81] Bu hadîs küçük bir iâfız farkıyle aynı kitabın 18.
babında 29 rakamıyle geçmiş ve bâzı açıklamalar orada verilmişti.
[82] Bu hadîste hizmetçinin ve İş vekilinin sevaba nail
olması bâzı şartlara bağlanmıştır;
a. Hizmetçinin, efendisinin malını alıp
harcamaya izinli bir iş vekili olması;
b. Hizmetçinin müslim olması, çünkü sadakada
niyet şarttır, kâfir ise bu ehliyeti hâiz değildir.
c. Hizmetçinin emin olması; bununla da hıyaneti
sabit olan hizmetçi çıkarılıyor.
d. Sadaka hususunda efendisinin emrini-yerine
getirmesi.
e. Hizmetçinin vermeye me'mûr olduğu sadakayı,
gönül hoşluğuyla vermesi. Bu şart da niyetin varlığı için lâzımdır. Çünkü
niyet, ecrin dayanağıdır.
f. Emr olunan sadakayı,
efendisinin emrettiği kimseye vermesi. Şayet başkasına verirse emre muhalefet
ve emînlikten uzaklaşmış olur.
İşte bu vasıflan taşıyan
İş vekili, efendisine vekâleten verdiği sadakadan dolayı iki sadaka verenin
birisi bulunuyor ve efendisiyle başbaşa ecre nail oluyor.
[83] Hadîslerin bâb başlığına delâletleri açıktır. Bu
hadîslerde ısrarla tekrarlanan "bozguncu olmayarak" kaydı, çok
mühimdir. Bu kayıd, aile nizâmının, aile geçiminin kilit şartıdır. Bu hususta
daha evvel geçtiği yerde açıklama verilmişti
[84] Buhârî bu bâbm hadîslerini Âişe'ye varan üç yoldan
getirmiştir. Bu yolların hepsi Şakîk üzerinde deveran eder. O da Mesrûk'tan; o
da Âişe'dendir. Bu yolların herbirinde,diğerinde olmayan ziyâde bir fâide
vardır.Nitekim el-A'meş'in lâfzı "Kadın kocasının evinden yedirdiği zaman
"; Mansûr'un lâfzı "Kadın kendi evinin yiyeceğinden in/âk ettiği
zaman" şeklinde olduğunu görürsün. Allah müellif Buhârî'ye rahmet
eylesin; faydaların incilerini ne kadar da çoğaltmıştır! Ve mükâfatını ancak
Allah verebilir ki, onun tekrarı ne kadar da tatlı olmuştur (Kastallânî).
[85] Bu âyetlerin burada zikredilmesi, hayır yollarında mal
harcamayı rağbetlendir-meğe işarettir. Çünkü Allah, yapılan harcamaya dünyâda
bedelini, âhirette bol sevabını verecektir. Âyetler cimrilik yapan ve Allah'a
yaklaşma yollarında mal harcamaktan çekinen kimseleri de tehdîde işarettir.
Âyetteki "en
güzel" ta'bîri Lâ ilahe il/e'llah\; yâhud İslâm Dîni'ni, yâhud cenneti
ifâde eder (Medârik).
Âyetlerden sonraki
fıkra, âyetteki"Yusrâ = En kolay'\ tefsir etmekte gibidir. Bu fıkra
hadîsten bir parça olup, atıf harfi olmadan bâb başlığına bağlıdır; Çünkü
böyle de caizdir
[86] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Yâ Allah, infâk
ediciye bir bedel ver" kavlinden dolayı açıktır. Çünkü onu beyân
etmektedir. Hadîs "... (Hayır için) ne sar/ederseniz, Allah bunun ardından
bedelini ihsan eder. O, rızıklandıranların hayırhsıdır" (Sebe': 39)
âyetine tamâmiyle uygundur.
Bir kudsî hadîste
Allah: "Sen infâk et ki, ben de sana infâk edeyim" (Buhârî-Müslim)
buyurmuştur. Hadîsteki bu infâk, hem vâcibi.'hem mendübu şâmildir.
Hadîsteki meleklerin
duasının kabul edileceği, "Kimin âmin demesi, meleklerin âmîn demesine
uygun düşerse, geçmiş günâhları mağfiret olunur" (Buhârî-Müslİm) hadîsinin
delaletiyle sabittir.
[87] Bu hadîslerde cömert ile cimrinin rûh hâlleri en belîğ
bir temsîl ile tasvîr edilmiştir: Cömert, ihtiyâç içinde bunalmışlara yardıma
koşmakla gönlünde bir rahatlık ve sevinç duyar. Bu, iç açıklığının ve hazzın
tâ parmaklarına kadar bütün vücûdunu kapladığını nefsinde hisseder. Bir de
cömertlik, onun ruhî ve hârici bütün ayıplarını tamâmiyle örter.
Cimri ise, düşkünlere ve
fakirlere karşı katı -yürekli olmakla beraber, gönlünde fıtrî bir merhamet
duygusu da vardır. Fakat cimriliği bu asîl duyguya galebe etmektedir. O,
gönlündeki bu iki zıd temayülden dolayı devamlı bir ızdırap içindedir. Bu
ızdırap Allah'ın fıtrat gereğince cimrilerde yarattığı bir iç üzüntüsü, bir
gönül darlığıdır ki, hadîste ifâde edildiği gibi bu ruhî hâl, cimriyi baştan
ayağa kadar cendere içinde gibi sıkıştırır durur. Bir fakîre yardım edip de bu
gönül azabından kurtulmayı başaramaz
[88] Buhârî buradaki nıutâbaati Libâs Kitâbı'nda
"Gömleğin yakası bâbı"nda getirmiştir. Hanzala'nın rivayetini de yine
Libâs Kitâbı'nda muallak olarak getirmiştir. Bu ta'lîki İsmâîlî, İshâk
el-Ezrakî tarîkinden mevsûlen rivayet etmiştir. Bu son rivayetlerde
"Cubbetân=lki cübbe" ta'bîri yerine "Cunnetân = İki zırh"
ta'bîri gelmiştir. Bu ta'bîr, hadîsin ma'nâsında bir değişiklik meydana getirmemektedir.
[89] Buhârî bu başlıkla, dînen mu'teber olacak sadakanın,
ancak halâl kazançtan ve halâl ticâretten verilecek sadakadan ibaret olduğuna
işaret etmiştir. Burada, zikrettiği âyetle yetinip, başka bir hadîs
getirmemiştir. Çünkü âyet ancak halâl-t;
dan sadaka verilmesini emretmekte ve haramdan verilecek sadakayı
nehyetmektedir. Buhârî bu başlıktan kasdettiğini, delîl getirme yoluyla
zikrettiği bu âyetle açıklamıştır.
[90] Bu başlık, gelecek olan hadîsten alınmış İki cümledir.
Ma'rûf, Allah'a itaat, Allah'a yaklaşma, insanlara iyilik nev'inden herşeyi
toplayan câmialı bir sözdür. Diğer deyişle dînin ve selîm aklın iyi gördüğü
şeyler; örfler, âdetlerdir. Münker de bunun zıddıdır ki, dînin ve selîm aklın
kötülediği şey ve çirkinlik demektir.
Allah, Kur'ân'da
"Ma'rûf ile emret, münkerden nehyet" (Lukmân: 17; el-A'raf: 199)
itâblarıyle Peygamberine teblîğ ve yüksek irşâd vazifesinin iki mühim ana
hattını öğretmiştir, islâm ümmeti için ma'rûfla amel edip, münkerden kaçınmak
birer vecîbe olmuştur.
[91] Hadîsin bâb başlığına delâleti son derece açıktır,
çünkü başlık hadîsten alınmıştır. A, Hadîs, Peygamber ile sahâbîler arasında
bir suâl cevâb üslûbu ile cereyan v"
etmiştir. Böylece en zengininden hiçbir şeye mâlik bulunmayan ferde
kadar herkesin kendi imkânı nisbetinde, içinde bulunduğu cemiyet ferdlerine
yardım etmesi kaanûnu vaz' edilmiştir. Hiçbir şeye gücü yetmeyen kimse de, iyi
hareket edip dosdoğru yaşayacak ve kendini kötülükten uzak tutacaktır. İşte bu
son derece sâde ve vecîz ifâde içinde her ferde en eskimez bir iyilik ve
medenî hayât düstûru verilmiştir.
[92] Buharı bu başlıkta üç mikdâr sorusu getirmiştir:
Birincisi: Farz kılınan zekâtı verecek olan kimse ne mikdâr verecektir
sorusudur. Zekât mallarının sınıflarına göre çeşitli mikdârlarda verilecek
olan bu mikdâr sorusu, Zekât Kitâbı'nda-ki birçok bâblarda bildirilmiştir.
Buhârî bu bilgilerin hatırda bulunduğuna güvenerek, burada buna dâir hiçbir
hadîs sevk etmemiştir. Buhârî'nin bu âdeti Sahîh'inin birçok yerinde böyle
cereyan etmiştir. Buhârî bu unvan ile burada şerîat koyucu tarafından
nasslaştınlan zekât mikdârlarından bir indirme ve eksiltme caiz olmayacağına
işaret etmek istemiştir ki, bu da bâblarda bilinmişti.
İkincisi, sünnet ve
mendûb olan sadakayı verecek kimse, ne kadar verecektir sorusudur. Mendûb olan
sadakanın hududu bir mikdâr ile takdir ve tahdîd edilmemiştir. Çünkü bu nevi'
sadaka bir ihsandır; onu veren muhsindir. "Ve Allah ihsan eden muhsinleri
sever" {el-Bakara: 195; el-Mâide: 14, 96).
Üçüncü soru: Bir zekât
koyununu kamilen ve tamamen bir fakire veren kimsenin hükmü nedir sorusudur.
Buhârî bu soru ile, bir zekât koyununun tamamen bir fakire verilmesinin
cevazına işaret etmiştir. Çünkü şeriat koyucu tarafından koyun zekâtının
parçalanmadan bir fakire verilmesi nâsslaştınlmış ve tesbît edil mistir.
Binâenaleyh bir zekâthk koyunun kesilip etinin parçalanarak birkaç fa-kîre
verilmesi caiz değildir. Sadaka olan koyun ise tamamen bir fakire
verilebileceği gibi, parçalanıp fakirlere dağıtılması da caizdir.
[93] Hadîs, Nuseybe (Nesîbe) Ümmü Atıyye el-Ensâriyye'nin
kendi rivayeti iken, mü-tekelüm sigasiyle değil de, gâib sigasıyle
sevkedilmiştir. Bu da bir anlatım tarzıdır. Müslim'deki rivayeti ise
mütekellim sigasıyle olup daha açıktır:
Ümmü Atıyye dedi ki:
Rasûlullah (S) bana zekâthk bir koyun gönderdi. Ben de bunun etinden bir parça
Âişe'ye gönderdim. Rasûlullah, Âişe'nin yanına gelince: "Yanında yiyecek
birşey var mıdır?" diye sormuş. O da: Hayır, birşey yoktur. Yalnız sizin
Nuseybe'ye yolladığınız koyunun etinden bize gönderdiği bir parça et vardır,
demiş. Rasûlullah: "(Getiriniz!) O zekât yerine ulaşmıştır"
buyurmuştur (Müslim, Zekât).
Peygamber, kendisi zekât
malından yemez; ailesi ferdlerini de yedirmezdi. Çünkü zekât malı onlara haram
idi. Fakat zekât Ümmü Atıyye'nin mülkiyetine geçtikten sonra Âişe'ye
gönderildiğinden, bu etin mâhiyeti değişiyordu; artık bu, hediye oluyordu.
Hediyeyi ise yiyebilirlerdi. "Zekât yerine ulaşmıştır" edebî vecizesi
ile bu şer'î hakîkat ifâde edilmiştir.
[94] Buhârî, her yerdeki insanların ellerinde gümüşün
deveranı ve revacı çok olduğu için bu "Gümüşün zekâtı bâbı"nı diğer
zekât mallarından önce getirdi
[95] Hadîsin bâb başlığına delâleti "Beş ûkıyyeden az
mikdârdaki gümüşte zekât yoktur" fıkrasıdır. Bu hadîs, cümlelerin yer
değişikliği farkıyle "Zekâtı verilen mal kenz değildir... " unvanlı
4. babın başlığı içinde ve aynı babın 10 rakamlı hadîsi olarak geçmiş ve orada
bâzı açıklamalar verilmişti . Şu kadar söyleyelim:
Ükıyye, şeriat
lisânında 40 dirhemdir. Bir ûkıyyenin 40 dirhem olduğunda hadîsçilerin,
fakîhlerin ve lugât imamlarının ittifakı vardır. Ve bu, Hicaz ahâlîsinin
ûkıyyesidir. Rıtl gibi bâzı ölçülerin Şâmî'si, Irâkî'si olduğu ve aralarında
vezn i'tibânyle fark bulunduğu gibi, ûkıyye de muhteliftir. Ve her yerin kendisine
mahsûs bir ükıyyesi vardır. Bâzı yerde yedi miskale, bâzı yerde de dokuz
miskale bir ûkıyye demişlerdir. Fakat her yerde nisaba mikyas olarak şer'an
mu'-teber olan ûkıyye, 40 dirhemdir...
Kitâbu'l-Mekaayîl'de
Vâkıdî'den, Abdurrahmân ibn Sabit (118)'in şu bilgileri haber verdiği rivayet
edilmiştir: Kureyş'in Câhiliyet devrine âid bir takım vezinleri vardı. İslâm
devri geldiğinde müslümânlar bunları olduğu gibi kabul ettiler ki, şunlardır:
Ûkıyye = 40 dirhem
Rıtl ~
12 ûkıyye = 480 dirhem
Neş = 20 dirhem
Nevât = 5 dirhem
Miskâl = 22 kîrât'tan
bir habbe eksik
10 dirhem = 7
miskâl 1 dirhem = 15 kîrât
Bu ölçüler ile paraların
Câhiliye ve İslâm devirlerinde çeşitli ülkelerdeki târihî gelişmeleri hakkında
Kâmil Mîrâs'ın güzel araştırma ve toplamasını Tecrîd Tercemesi, V, 41-189
sahîfelerinden okunması tavsiyeye lâyıktır.
Hulâsa,bu Ebû Saîd
hadîsinde beş ûkıyye mikdârmdan azda zekât olmadığı açıkça bildirildiğinden,
gümüşün nisabı 200 dirhem oluyor.
Hadîste, en aşağı üçer
yaşında olan beş devenin, zekât nisabı olduğu sabit oluyor. Böyle beş deveye
mâlik olan kimseye bi'1-icmâ' bir koyun zekât lâzım gelir. Bu konuda fakîhler arasında
hiçbir ihtilâf geçmemiştir.
"Beş vesk mikdân
mahsûlden aşağısında zekât yoktur" cümlesi de hurma, üzüm, hububat gibi
mahsûllerin zekât nisabını öğretmiştir. Vesk, aslında bir şeyi toplayıp
yüklenmek ma'nâsmadır. Ve bi'1-ittifâk bir vesk, Peygamber sâ'ı ile 60 sâ'a
denilir... B\r sâ', 1040 dirhem ayarındaki ölçeğe denir; beş vesk, kesirsiz
olarak 1000 kg ve eski okka ile 750 okka eder... (Tecrîd Ter., V, 110-111).
[96] Bu, zikredilen hadîsin diğer bir tarîkidir. Bunu
getirmekten maksad, hadîsin kuvvetini beyân etmektir. Çünkü bu, geçen isnadın
hilâfına vâsıta ihtimâli olmadığı için en yüksek derecededir.
[97] el-Ard: Ayn'm fethi, râ'nın sükûnu ile eşyanın
kıymetini ta'yîn eden altından, gümüşten başka olan metâ'a denilir. Altın ve
gümüşe ise Ayn denilir.
el-Arad: Ayn'ın ve
râ'nın fethi ile, az olsun çok olsun, insana arız olan dünyâ malına denir ve
mutlak mal demektir. Nitekim "Dünyâ hâzır bir metâ'dır; ondan insanların
iyisi de yer kötüsü de" denilmiştir. Binâenaleyh ard (arz) ile arad
arasında umûm husus mutlak vardır. Ard, hâss'dır; arad, âmmdır. Her ard,
araddır; fakat aksi sahîh değildir. Rasûlullah: "Zenginlik mal ve metâ'ın
çokluğundan vücûd bulur değildir. Fakat zenginlik insanın nefsinden meydana
gelen bir rûh hâlidir" buyurmuştur (Buhârî; Müslim). Mala araz (arad)
denilmesi, sahibine sonradan geldiğinden dolayıdır. Bir ân gelip arız, sonra
da zail olur. Bu iki kelimenin daha başka ma'nâları da vardır (Umdetu'l-Kaarî).
[98] Tâvûs'un bu hadîsini İbnu Ebî Şeybe, el-Musannafmda;
Yahya İbnu Âdem Kitâbıı'l-Harâc'mda muttasıl senediyle rivayet etmişlerdir. Bu
rivayet, zekâtın kıymetle verilebiimesinde nasstır. Zekâtın aynen verildiği
gibi, kıymeti takdîr edilerek bedelen de verilmesinin cevazı buradan
alınmıştır.
Bu rivayetteki bâzı
isimlerin ma'nâları:
el-Hamîs; Dört köşeli ve
iki tarafı damgalı siyah abadır. Vaktiyle Yemen'-in ma'rûf elbiselerinden olup,
uzunluğu beş zira' imiş. , el-Lebîs:
Giyilmiş ve kullanılmış elbisedir. es-Siyâb: Hamîs ve lebîsten daha umûmî bir
lâfızdır. ez-Zuratu: Zâl'in dammı ile, hubûbât'tandır
[99] Hâlid ibn Velîd'den de konuşulan bu hadîsi Buhârî,
Yüce Allah'ın "Ve fi'r-' Rikâb... "(et-Tevbe:61) kavli babında, Ebû
Hureyre'den senediyle rivayet etmiştir. Buhârî'nin bununla istidlali şöyledir:
Zekât âmilleri Hâlid İbn Velîd'in zırhlarım ve diğer harb araç ve gereçlerini
ticâret malı gibi zekâta tâbi'dir zannederek, bunların kıymetinin zekâtını
istemişlerdi. Demek ki, kıymeti üzerinden zekât alınması, zekât verilmesi
caizdir. Fakat Peygamber tarafından harb araç ve gereçlerinin zekâta tâbi'
olmadığı; bunların Allah yolunda kullanılmak üzere habs ve vakf olduğu
bildirilmiştir.
[100] Buhârî bu hadîsi İki Bayram Kitâbı'nda İbn Abbâs ile
Câbir ibn Abdiilah'tan, senediyle uzunca bir metinle getirmiştir. İlim
Kitâbı'nda da yine İbn Abbâs'tan getirmiştir.
Buhârî bu hadîsi ve
beraberinde söylediği sözlerini, kıymet üzerinden eşyalar ve metâ'lar ile
zekât verilmesine istidlali göstermek için getirmiştir. İstidlali şöyledir:
RasûluHah, farz olan zekât ile sadakayı ayırmaksızın, mutlak olarak kadınlara:
"Sadaka veriniz" buyurmuştur. Kadınlar da küpeleri, yüzükleri ile,
yapımında altın, gümüş gibi mâdenler karışmamış olan ve "sihâb"
denilen gerdanlıklarını Rasûlullah'a vermişlerdi. RasûluHah da altını, gümüşü,
eşya ve metâ'lardan ayırdetmiyerek kabul etmişti, ki işte Peygamber'in bu
fiili, kıymetten zekât vermenin cevazını ve aynen vermekten hiç farkı olmadığım
gösterir.
Hadîsin istidlale
dayanak noktası "sihâb" kelimesidir. Bu kelimenin ma' nâsımı Kaamûs
Tercemesi'nden nakledelim: "es-Sihâb; kitâb vezninde, Arab kadınlarına
mahsûs bir nevi' kilâde (gerdanhk)dir ki, sük ta'bîr olunan güzel bir koku
mürekkebâtı ile karanfilden düzerler. Onda cevahire (ve mâdenlere) âid birşey
yoktur. Cem'i, kütüb vezninde Suhub gelir".
Bu hadîste Peygamber,
farz olan zekâtın sarf yeri ile müstehâb olan sadakanın sarf yerini
ayırmamıştır. Çünkü her iki ibâdetle kasdedilen Allah'ın rızâsı ve Allah'a
yaklaşmadır. Sarf yeri ise et-Tevbe:61. âyette sayılan sekiz çeşit yerdir.
Kısaca ifâde gerekirse fakirdir, muhtâc olan kimsedir.
Buhârî, Ebû Bekr'in
Enes'e yazdığı bu meşhur mektubu aitı bölüme ayırarak, birbiri ardınca gelecek
olan ayrı ayrı altı bâbdaki hükümlere delîl olarak sevketmiştir; Ayrıca Humus,
Şerîket, Libâs ve Hileleri Terk kitâblarında da getirmiş olduğundan, Buhârî bu
hadîsi Sahih 'inin on yerinde parça parça getirmiş oluyor.
[101] Bintu Mahâd: Mîm'in fethi ile, bir yaşını dpldurup
ikisine giren ve anası gebe olmak isti'dâdmda bulunan deve nev'ine denir.
Erkeğine îbnu Mahâd derler. Mâhıd, hâmil demektir. Anası hâmil olup da
doğurunca, evvelki yavruya Arab-lar, dişi olursa Bintu Lebûn, erkek olursa İbnu
Lebûn derler. Lisânımızda koyunun her yaşta kuzu, toklu, şişek, güveç gibi
adlarla anıldığı gibi, Arablar arasında da deve her yaşta, hattâ dişisine,
erkeğine ayrı ayrı birer isim verilmiştir. Deve Arab'ın en kıymetli malı
olduğu için her yaşa âid adlara ehemmiyet verilir. Bu hususta kitâblar
yazılmıştır.
Hadîs, zekâtın aynen
verildiği gibi, kıymet takdîr edilerek bedelen de verilmesinin cevazını
göstermektedir. Buhârî'nin istidlali şöyledir: Hadîste, develerin zekâtını
verecek olan bir mal sahibinin bir yaşında bir dişi deve vermesi îcâb edip de,
kendisinin bu vasıfta dişi devesi bulunmayıp iki yaşında dişi devesi olur ve
mal sahibi bunu vermek isterse, zekât me'mûru onu kabû! eder. Fakat me' mûr,
aradaki bu yaş farkını telâfi etmek için mal sahibine ya yirmi dirhem, yâ-hud
iki koyun geri verir. Hadîsçiler ve fakîhler örfünde buna "Cebrân = îki
telâfi yolu" denilir.
[102] hadîsin bir parçası başlık içinde geçmiş ve ora ile
ilgili haşiyede gerekli açıklamalar verilmişti.
[103] Bu başlığı meydana getiren vecîz kaanûn, başlığın
altında getirilen Enes'in rivayet ettiği Ebû Bekr'in mektubunda aynen
mevcûddur. Buhârî bunun diğer bir sahâbîden de: Peygamber'e dayanan bir senedle
rivayet edildiğini göstermiş ve hadîsi daha da kuvvetlendirmiştir
[104] Hattâbî, hadîsteki "faraza11 fiilini şer'î vücûb
ma'nâsına "farzetti" değil, "takdir etti" ma'nâsınadir,
demiştir. Gerçekten zekâtın vücûbu Kur'ân'ın nâssı ile bildirilmiş, mikdârmm
ta'ymi Rasûlullah'a bırakılmıştır.
Hadîsteki zekâtın
gerekmesinden veya düşmesinden, aynı zamanda artmasından veya eksilmesinden
korkacak kimse zekât me'mûru mu, yoksa mal sahibi mi, yoksa her ikisi mi
olduğu bildirilmemiştir. Fakat her iki taraf için de böyle bir endîşe vardır.
Zekât me'mûru zekâtın düşmesinden veyâhud eksilmesinden çekinir. Mal sahibi de
zekâtın gerekmesinden veyâhud artmasından korkar. Bu korkuyu hakk düşüncesi
değil, menfaat düşüncesi doğurur. Binâenaleyh hadîste iki edebî ve ilmî vecîze
hâlinde zikredilen "Ayrı olanın toplanması ile toplu bulunanın
ayrılması"; hem zekât me'mûruna, hem de mal sahibine yönelik olmak üzere
nehyedilmiştir. Bu nehyİn misâllendirilişi şöyledir:
Zekât amiline yönelen
nehiy: îki kimseye âid olan kırk koyunu zekât almak maksadiyle bir yere
toplaması gibidir. Âmilin toplu bir zekât malını ayırması da: Bİr kimsenin malı
olan 120 koyunu kırkar kırkar ayırıp, üç zekât istemesi gibidir. Hâlbuki bu
yolda zekât, şer'an matlûb değildir. Bu-sebeble zekât me'mûru birinci
misâldeki toplamak ile ikinci misâldeki ayırmadan nehyedilmiştir.
Mal sahibine yönelik
kısmın misâli şöyledir:
Ayrı olanın
birleştirilmesi: Kırk koyun sahibi bir kimsenin, yine kırk koyuna mâlik diğer
birisiyle bu ayrı ayrı iki sürüyü sayım zamanı birleştirerek iki koyun yerine
bir koyun zekât vermek istemeleri gibidir. Toplu olanın ayrılması da: Karışık
ve ortak yirmişer koyun sahibi olan iki kişinin zekât me'mûruna karşı bu toplu
bir sürüyü sayım zamanı ikiye ayırmaları ve zekâtın düşmesine sebeb olmaları
gibidir. Bu hareket de Beytü'1-mâle zarar verir ve nehyedilmiştir. Bu toplama
ve ayırma daha başka şekillerde de olabilir. Böyle aldatmalı işler, dînen
nehyedilmiştir.
[105] Hctlîtayn: Halil'in tesniyesidir. Bu kelimenin şer'î
medlulünü ta'yînde görüş ayrılıkları vardır. Ebû Hanîfe, Halil, şerik
demektir, demiştir, tbn Esîr de bunu te'yîd ediyor ve: Rasûlullah'm bize hitâb
ettiği şeriat dilinde halîtayn, birbirinden ayırdedilemiyecek bir halde
malları birbirine karışan iki şerikten ibarettir, diyor. Binâenaleyh ayrılması
kaabil olmayacak şekilde birbirine karışmayan mala halîtayn denilmez. İki
ortaktan herbirinin malı birbirinden ayrılabildiği surette bu birlikte hulta
yoktur. Ebû Hanîfe'ye göre, iki şerikten veya fazla şeriklerden hiçbirisine
hisseleri nisaba ulaşmadıkça zekât vâcib değildir. Bunlar müşterek olmadıkları
hâlde ne hükme tâbi' iseler, yine haklarında o hâl câridir.
Zekât ve nisâb
konusunda Ebû Hanîfe'nin yegâne şart olarak i'tibâr ettiği "Şeriklerin
müşterek maldaki hisselerinin ayırdedilmemesi" şartı, yüksek bir iktisadî
dehâ ile konulmuş bir şarttır. Tâvûs İle Atâ da bu şarta tutunmuşlardır. İmâm
Buhârî de bu şartı tercih etmiş oluyor.
Daha evvel de
söylediğimiz gibi arka arkaya getirilen bu bâb başlıkları Ebû Bekr'in Enes'e
yazdığı zekât mîkdârları mektubunun bölümleridir.
[106] Tâvûs ile Atâ'nın bu sözlerini Ebû Ubeyd,
Kitâbu'f-Emvâ/'de senediyle rivayet etmiştir. Buhârî bunu burada istidlal
maksadıyle zikretmiştir. Demek ki, Tâvûs ile Atâ'nın cem'i caiz değildir
dedikleri bu şerîket, şuyû'lu olarak tasarruf ifâde eden bir şeriket değildir;
"Şerîketi civar = komşuluk ortaklığı" denilen ve komşuluk ifâde eden
bir birliktir.
[107] 107 Sufyân
es-Sevrî'nin bu sözünü de Abdurrazzâk senediyle rivayet etmiştir. Tey-mî: "Sufyân es-Sevrî Ebû Hanîfe gibi zekâtta
haltı, yânı şerîketi müessir bulmuyor" demiştir. Tavzîh'de de: İmâm
Mâlİk'in kavli Atâ ibn Ebî Rebâh'ın kavli gibidir, denilmiştir (Umdetu'l-Kaarî,
IV, 355-357).
[108] Hadîsteki "Bi's-seviyye" kelimesini İbn
Hacer; "musâvât" İle tefsîr etmiştir. Aliyyü'l-Kaarî
Mirkâtu'I-Mesâbid'de: Bi's-seviyye kaydı delâlet ma'nasına ham-ledümelidir,
diyerek şu açıklamayı veriyor: Şu hâlde hadîsin ma'nâsı "Müşterek bir
sürünün zekâtı iki şerikin birisinden alındığında, onun adalet gereğince diğer
ortağa müracaat hakkı vardır" demek olur. Ve bu ma'nâca hadîsin hükmü,
bütün hulta ve şerîketlere şâmil bulunur.
[109] Deve zekâtının beyânı hakkında Ebû Bekr'in iki uzun
hadîsi yakında gelecektir. Ebû Zerr ile Ebû Hureyre'den bu konudaki hadîsler
de yine bu Zekât Kitâ-bı'nda altı bâb sonra gelecektir.
[110] Arab ve A'râb kelimeleri: Arab, cins ismidir.
İnsanlardan bir sınıfa, bir kavme denilir; nisbetinde Arabi denir. A'râb ise,
Arab kavminden çölde oturanlara hâss bir İsimdir. Bunun nisbetinde A'râbî denir
ve bedevî ta'bîr olunur. Bu cihetle şehirliler için Arabî denilmesi hususiyet
kazanmıştır.
Hadîsin bâb başlığına
delîl olan fıkrası "Senin deve nev'inden zekâtını vermekte olduğun malın
var mı?" suâline A'râbî'nin "Evet" cevâbıdır.
Hadîste zikredilen
A'râbî, Medîne'de ikaamet etmek üzere hicret için Pey-gamber'den müsâade
istemiş, Peygamber bu müsâadeyi vermemiş; gerekçeli olarak kendi yurdunda
oturmasını, orada çalışmasını, çalışmalarından hiçbirinin Allah katında terk ve
zayi' edilmeyeceğini öğretmiştir,
[111] Hadîs metnindeki bu cümlelerin harekeleri, Türkçe'ye
tercemede güçlük meydana getirmiştir. Aslında deve sayısı, belağa fiilinin
faili, "Sadakatu'l-cezea" ta'bîrinin mef'iîl olması düşünülür.
Aliyyii'l-Kaarî,
Mirkât'ta: Buradaki cerr harfi fail üzerine dâhil olmuştur. Ahfeş'e göre
zâiddir, et-lbi faildir. İbare: "Kim ki mâlik olduğu develerin sayısı bir
cezea zekât nisâbına ulaşırsa" demektir, demiştir. Terceme, umumiyetle
buna göre yapılmağa çalışılmıştır
[112] Bu hadîs ile bundan sonra gelecek olan hadîsteki deve
İsimleri:
Arablar bir yaşından
i'tibâren muhtelif çağlardaki develere ayrı ayrı isimler vermişlerdir.
Türkçe'de bu isimlerin çoğunun karşılıkları yoktur. Yalnız de-b' ve yavrusuna "dorum, potuk,
köşek"; tohumluk erkek deveye "boğur" deriz. öbürlerini hangi
yaşta olursa olsun umumiyetle "deve" diye ifâde ederiz. Şimdi
hadîslerin daha iyi anlaşılması için, bu isimlerin bâzılarını ve ma'nâlarını kısaca
yazalım:
_____İsimler_____________Ma'nâları_________________________________
-Bintu Mehâd Umumiyetle bir yaşım doldurmuş,
ikisine basmış
dişi deve.
İbnu Mehâd Bir yaşını doldurmuş, ikisine
basmış erkek deve.
Bintu Lebûn iki yaşım doldurmuş, üçüne
basmış dişi deve.
İbnu Lebûn İki yaşını doldurmuş, üçüne
basmış erkek deve.
Hıkka Üç yaşını doldurmuş,
dördüne basmış dişi deve.
Hıkk ' Üç yaşını doldurmuş, dördüne
basmış erkek deve.
Cezea Dört yaşını doldurmuş,
beşine basmış dişi deve.
Cez' Dört yaşını doldurmuş, beşine
basmış erkek deve.
Şârih Aynî, en-Nadr ibn
Şumeyl'in Kitâbu'I-îbl'inden naklen deve isimleri ile bu isimlerin verilme
sebebleri hakkında bilgiler vermiştir (Umdetu'l-Kaarî, IV, 250-252).
[113] Bu Enes hadîsi ayniyle bu isnâdla-, bundan önceki
bâblarda da parçalanmış olarak geçmişti. Bu hadîs deve, koyun ve gümüş
zekâtının beyânını ihtiva etmektedir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd da Zekât Kitâbı'nda
şöyle tahrîc etmiştir: Hammâd ibn Seleme dedi ki: Enes ibn Mâlik'in torunu ve
Abdullah ibn Enes'in oğlu Sü-mâme'den bir kitâb aldım. Bu kitabı Ebû Bekr'in
Enes ibn Mâlik'e yazdığını söylüyordu. Bu mektubu Ebfl Bekr, Enes'i zekât âmili
olarak gönderirken yazmış ve Rasûluüah'ın mührü ile mühürleyip tasdîk etmişti.
Bu mektûb "Bu, zekât farîzasıdır" cümlesiyle başlıyordu, diyerek baştan
başa bu uzun mektubu rivayet etti.
Bu zekât hadîsini Nesâî
ile İbn Mâce de Zekât bölümlerinde rivayet etmişlerdir.
[114] Hadîste bildirilen koyun zekâtı hakkında âlimlerin
ittifakı vardır. Kırk koyundan aşağısında zekât olmadığı; kırk'ta bir;
yüzyirmibir'de iki; ikiyüzbir'de üç koyun zekât vâcib olduğunda hiçbir
muhalefet geçmemiştir. İkiyüzbir'den dört-yüz'e kadar yine üç koyun zekât lâzım
olup, koyun dörtyüz olunca zekât da dört olur. Sonra her yüzde muttariden bir
koyun zekât olarak hesâb edilir. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî -ve bir kavle göre-
Ahmed İbn Hanbel, Sevrî, İshâk, Evzâî'nin ve umumiyetle hadîsçilerin mezhebi
budur. Alî ve İbn Mes'ûd'dan da böyle rjvâyet edilmiştir. Yalnız bu hesabın son
kısmında Şa'bî, Nahaî, Ha-sen ibn Hayy muhalefet etmişlerdir. Bunlar, koyun
zekâtının üçyüze kadar olan hesabında icmâ'da dâhil oldukları hâlde,
üçyüzbir'den dörtyüz'e kadar olan zekât mikdânndan i'tibâren icmâ'dan
ayrılmışlardır. Bunlar üçyüzbir'den dörtyüz'e kadar dört koyun verilir,
demişlerdir. Ahmed ibn Hanbel'den de böyle bir rivayet vardır.
Ticâret maksadıyle
besiye çekilen hayvanlarda, kırlarda otlatılma şartı aranmaksızın, zekât lâzım
geldiği fıkıh kitâblannda açıkça belirtilmiştir.
Hadîsin sonundaki
"er-Rıka" kelimesi, râ'nm kesri ve kaaf'm tahfifi iledir; sonundaki
"He" de aslındaki vâv'dan bedeldir. Aslı el-Va'd ve el-Ide'de olduğu
gibi, eî-Verık idi. el-Verık ve er-Rıka, darbedilmiş darbedilme-miş gümüşe
denir. Gümüşün zekâtı onda birin dörtte biri; yânî kırkta bir'dir.
[115] Bu hadîs de Buhârî'nin altı kısma ayırıp, Zekât
Kitâbı'nm altı babında bir is-nâdla rivayet ettiği Enes hadîsinin bir
parçasıdır. Bu parçaların hepsinde Buhârî'nin senedi hep aynıdır. Bu kısım,
hadîsin'altıncı parçasıdır.Ebû Bekr'in Enes'e yazdığı mektubun bu fıkrasında:
a. Dişleri dökülen yaşlı; b. Kıymeti düşük ayıplı hayvan; c. Koç veya tekenin
zekât olarak alınması neh-yedilmiştir. Bu nehiy, farz olan zekâta âiddir;
nafile sadakayı şâmil değildir. Hadîsin istisnâh fıkrası: "Zekât me'mûru,
vekili bulunduğu hakk sâhible-ri ve müslümân fakîrler hakkında bu hayvanlardan
zekât almayı haklı ve men-faatlı bulursa alır" demek olur. Fakirlerin
haklarını korumaya me'mûr olan zekât âmilinin dişi dökülmüş, ihtiyar ve
hastalıklı hayvanı zekât olarak almakta bir hakk, bir menfâat görmesi, ancak
bütün sürünün bu vasıfta olması hâlinde olabilir.
Hadîsin son kelimesini
Ebû Ubeyd, dâl'ın fethi ve teşdidi ile "el-Musaddaku = jJuıİJi "
şeklinde rivayet etmiştir. Bu, mal sahibi demektir. Bu hâlde istisna yalnız koç
veya tekenin nefyine münhasırdır. Binâenaleyh mal sahibi koçunu zekât olarak
vermeye mecbur değildir. Amma dilerse verebilir, demek olur. Artık istisna üst
tarafa sirayet etmez.
[116] Hadîsin bâb başlığına delâleti "Eğer bunlar
Rasûluîlah'a ödeyegeldikleri bir dişi oğlağı {yânî zekâtı) benden men'
ederlerse..." sözlerindedir. Buhârî bu başlıkla bir yaşını doldurmuş
oğlak ve kuzuların zekât olarak alınmasının cevazına işaret etmiştir. Bu hadîs,
zekâtı vermek istemeyenlere karşı harb hakkında Ebû Bekr ile Umer'in
münâkaşasını anlatan hadîsin bir parçasıdır. O hadîs, bu Zekât Kitâbı'nm
evvelinde 6 rakamıyle uzunca bir metin hâlinde geçmişti.
Ebû Bekr: Anâk yâhud
Ikaal, yânî az veya çok herhangi bir hakkı men' edenle harb etmemiz vâcibdir.
Bunlar da men' etmiş olduklarından, onlarla har-betmemiz vâcib olmuştur,
hükmüne varmış, Umer de bu hükmün haklılığını görüp tasdîk etmiştir.
el-Anâk, keçi yavrusunun
dişisine denir. Müslim ile Ebû Dâvûd ve bir rivayetinde Buhârî
"Anâk" yerinde "Ikaal" lâfzıyle rivayet etmişlerdir. îkaal
ile kasdedilen meşhur ma'nâ, umûmî olarak zekâttır.
[117] Bu hadîs, bâzı lâfız farklanyle Zekât Kİtâbı'nın
başında 1 rakamı ile de geçmişti. Oradaki rivayette bulunmayan fıkralar burada
vardır ki, onlar da: Yemenli-ler'in Kitâb Ehli oldukları, Muâz'ın Yemen'e vâlî
olarak gönderildiğini ifâde eden alâ harfi cerri ve bir de son fıkradır.
Kerâîm, Kerîme'mn
cem'idir. Kerîme, hayvana izafetle bol sütlü, gösterişli, etli, canlı, boylu
boslu hayvan demektir. Peygamber, zekât âmillerini,-mal sahihlerinin gözbebeği
olan böyle birinci sınıf mallarını zekât olarak almaktan men' etmiştir. Bu, mal
sahihlerinin ruhî durumlarının dikkate alınması ve yüksek idareciliğin
gereğidir. Peygamber'İn Muâz'a, Yemenliler'in Kitâb Ehli olduklarını
hatırlatması da çok yerindedir. Peygamber, Yemenliler'in münevver olduklarını,
müşrikler gibi câhil, gafil olmadıklarını, binâenaleyh basîretli olmasını
tenbîh etmiş bulunuyor.
[118] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri son fikrasidır.
Hadîs bu maddelerin burada zikredilen mıkdârlardan aşağısında zekâtın
düşmesine delildir. Hadîs, aynı kitabın "Gümüşün zekâtı bâbı"nda da
geçmiş, bâzı açıklamalar orada verilmişti. Hadîs, orada gümüş nisabı için;
burada ise deve nisabı için getirilmiştir. Buhârî bu hadîsi burada bir de senedindeki
ihtilâftan dolayı tekrar etmiştir:
Seneddeki Muhammed ibn
Abdirrahmân ibn Ebî Sa'saa el-Mâzinî; bu zât, İmâm Mâlik'in rivayetinde de
böyledir. Ma'rûf olan ise, bunun Muhammed ibn AbdiIIah ibn Abdirrahmân ibn Ebî
Sa'saa şeklinde olmasıdır. Dedesine nisbet edilmiş; dedesi de dedesine nisbet
edilmiştir (Umdetu'l-Kaari).
[119] Buhârî bu hadîsi "Kitâbu Terki'l-Hıyel = Hileleri
Terk Kitâbi"nda getirmiştir. Bu kısım, Buhârî'nin birçok yollardan müsned
ve mevsûl olarak tahrîc ettiği İbnu'l-Lutbiyye hadîsinin bir parçasıdır. Bunun
bâb başlığına uygunluğu, sığır zekâtını ödemeyen hakkında vaîdi ihtiva etmesi
cih'etindendir. İşte bu vaîd, sığır zekâtının vucûbuna delâlet eder
[120] Buhârî, benzeri Kur'ân'da vâki' olmuş bir garîb
kelimeye uğrayınca, fâideyi çoğaltmak için hem Kur'ân'daki o kelimeyi, hem de
tefsîrini zikretmek âdetinde dir. Buradaki "Tec'erûne" kelimesi
"Sizeulaşan her nVmet Allah"1 tandır. Sonra size herhangi bir keder
ve musibet dokunduğu zaman ancak O 'na tadarrû' ve feryâd edersiniz
"(en-Nahl:53) âyetinde geçmektedir. Aynı fiil, diğer şekillerde "Nihayet
refah içinde olanlarını azâb ile yakaladığımız vakit onlar hemen feryâd ve
istimdâd edeceklerdir. Bu gün (boşuna) feryâd etmeyin. Çünkü bizden yar-dımcı
bulamayacaksınız'\el-Mü'mmûn:64-65) âyetlerinde de geçmektedir.
[121] Hadîsin bâb ballığına delâleti bundan önceki hadîste
söylediğimiz şekildedir.
[122] Bukeyr'in bu hadîsini Müslim rivayet etmiştir.
Buhârî'nin bundan maksadı, bu hadîsin, sığırın zikredilmesinde Ebû Zerr
hadîsine uygunluğunu göstermektir. Çünkü her iki hadîs, içinde gelen hususların
hepsinde birbirine müsavidirler
[123] Buhârî bu ta'lîki, aynı kitabın "Kadının kocaya
ve himayesinde bulunan yetîm-lere zekât vermesi bâbı"nda Abdullah ibn
Mes'ûd'un karısı Zeyneb hadîsinde, senediyle getirmiştir. Bâzıları buradaki
zekâtın, şer'î ma'nâsıyle zekât değil, tatavvu' ve tasadduk ma'nâsına olduğunu
söylemişlerdir.
[124] En sevimli malın en yakın hısımlara verilmesi, aile ve
yakınlardan fakır olanlara sadaka verilip yardım edilmesi, başkalarına
yapılacak yardımdan hayırlı olduğu bu hadîsten en açık şekilde
anlaşılmaktadır. Bu suretle evvelâ akrabalar arasındaki ihtiyâç sahihlerinin
ihtiyâçları giderilecek; akrabalar arasındaki maddî . ve ma'nevî bağlar
sağlamlaştınlacak; ondan sonra derece derece diğer daha büyük grup ve
topluluklar arasındaki bağlar sağlamlaştırılmış olacaktır. Böylece en
küçüğünden en büyüğüne doğru birbirlerine bağlı, kinsiz, düşmanlıksız gruplardan
oluşan mîllet de en sağlam bir millet olacaktır. Aile, boy, aşîret gibi milleti
oluşturan gruplar arasındaki yaraları saramamış, kinleri, düşmanlıkları
düzeltememİş olan milletler, birlikli, dirlİkli ve kuvvetli değillerdir.
Milleti teşkil eden çeşitli meslek grupları arasındaki gelir dağıtımını âdilce
yapamayan milletlerin murûz kalacakları derin huzursuzluklar, çalkantılar ve
neticede başka milletlere sömürge oluşların temelinde bu gibi iktisadî ve
içtimâi pürüzler vardır.
[125] Buhârî, Ravh'ın mutâbaasını Buyu'; Yahya'nın
rivayetini Vekâlet; İsmail'in rivayetini de Tefsîr kitâblarında senedli olarak
getirmiştir
[126] İmâm Şafiî, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd; Mâlikîler'den Eşheb,
Ebû Yûsuf, Muham-med ve Zahirîler, bu hadîsteki sadakayı farz olan zekât
ma'nâsına hamlederek ve bununla hüccet getirerek, kadının, fakîr olan kocasına
zekâtını vermesini caiz görmüşlerdir.
Diğer taraftan Hasen
Basrî, Sevrî, Ebû Hanîfe, Mâlik, zevcenin zevcine malının zekâtını vermesi
caiz değildir, demişlerdir. Bunlar bahsimiz olan Zeyneb hadîsindeki sadakayı,
farz kılınmış olan zekât ma'nâsma değil, yardımlaşma ve gönüllü sadaka
ma'nâsına hamletmişlerdir.
Bu sadakanın medlulü,
tatavvu' olduğunu, Tahâvî'nin Râita tarikiyle rivayet ettiği uzunca bir hadîs
dahî te'yîd etmektedir:
Râita bintu Abdillah
şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'üd'un eşi Zeyneb, san'atkâr bir kadın idi.
Abdullah ibn Mes'ûd ise fakîr idi. İbnu Mes'ûd\ı ve oğlunu Zeyneb İnfâk ederdi.
Ve: Seninle oğluna bakmak, beni sadaka vermekten men' ediyor; sizinle beraber
dışarıya sadaka vermeye gücüm yetmiyor, diye şikâyet ederdi, Abdullah ibn
Mes'ûd da cevaben:
—Bize yaptığın harcama
ve yardımdan .dolayı sevâb almazsan, ben de senin bu ihsanını istemem,
demişti.
Bunun üzerine Zeyneb ve
İbn Mes'ûd, Peygamber'e giderek, Zeyneb;Pey-gamber'den:
—Yâ Rasûlallah! Ben
san'at sahibi bir kadınım. El emeğimi satar, kazanırım.Oğlumun ve zevcimin
birşeyleri yok.Bunları ben infâk ediyorum.Bunların maişetinden artırıp, hârice
sadaka veremiyorum. Bunları infâk ve İaşeden dolayı bana ecir var mıdır? dedi.
Peygamber:
— "Evet; bunları
in/âktan sevâb alırsın. Sen kocanı ve oğlunu infâk et" buyurdu.
Kadmıriî kocasına farz
olan zekâtını vermesinin caiz olup olmaması hususundaki ihtilâfı, yukarıda
özetledik. Hanefîler'in fıkıh kitâblarında Ebû Hanî-fe'nin cevaz vermemesine
dâir fetvası tercîhan metinlerde zikredilmiş; îmâmeynin cevaza dâir ictihâdlan
ise, muhalefet hâlinde sarihler tarafından gösterilmiştir. Binâenaleyh Hanefî
fıkhında zekât verecek olan, zekâtını usûlüne, yânî babasına, büyük babasına,
ne kadar yükselirse yükselsin veremez. Furû'una, yânî oğluna, oğlunun oğluna,
ne kadar inilirse inilsin, yine veremez. Karısına da veremez. Buraya kadar
Hanefîler arasında ihtilâf yoktur. İttifak vardır, ihtilâf ancak kadının
kocasına zekâtını verebilmesindedir. Ve bu hususta Ebû Hanîfe'nin menfî
içtihadı tercîh edilmiştir.
[127] Saîd ibn Müseyyeb, Umer ibn Abdilazîz, Mekhûl, Atâ,
Şa'bî, Hasen Basrî, İbn Şîrîn, Sevrî, Zuhrî, Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshâk ve
Zahir ehli bu hadîsle hüccet getirerek, mutlak surette atta zekât yoktur,
demişlerdir. Hanefîler'den Ebû Yûsuf ile Muhammed'in ictihâdlan da böyledir.
Tirmizî: "Ümmetin
ameli bu Ebû Hureyre hadîsi üzerine cereyan etmiştir. İlim ehline göre, sâime
olan atta ve hizmet için tercîh edilen kölede zekât yoktur. Ticâret için
tutulanlarda, bir sene geçince kıymeti üzerinden zekât vâcib olur" der.
İbrâhîm Nahaî, Hammad
ibn Ebî Süleyman, Ebû Hanîfe.., tenasül için muhafaza edilen atlarda zekât
vâcibdir, demişlerdir ki, ilgi hâlinde sâime olarak yetişen atlar olacaktır.
Serahsî, Zeyd ibn Sâbit'in mezhebi de bu olduğunu zikretmiştir.
Şu hâlde, münferid binek
atları ve cihâd atlarında zekât yok; zürriyet ve ticâret için olanlarda zekât
vardır
[128] Buhârî burada da aynı hadîsi değişik yollardan
getirmiş ve başlıktaki hükme delîl olmak üzere sevk eylemiştir.
[129] Hadîs birkaç benzetme ihtiva etmekte olup, belîğ ve
i'câzkâr bir uslûb ile ifâde edilmiştir: Bu benzetmelerden biri "Size
açılacak dünyâ çiçekleri" edebî cümlesidir. Peygamber bununla: Ben
aranızdan ayrılıp ebediyyet âlemine gittikten sonra sizin bugünkü feragatli ve
zühdî hayâtınızı bırakarak, kayserlerin ve kisrâlarm
feth edilecek geniş ve
zengin ülkelerinin çeşitli zenginlikleri önünüze serildiği zaman, bu çiçek
renklerinin gözlerinizi kamaştırmasından; kokularının da bütün his ve
idrâkinizi alt üst etmesinden, Islâmî hayâtınızı bozmasından endîşe ediyorum...
buyurmuş oluyor.
"Hayr, şerr
getirmez" vecizesi ve temsîlî îzâhı çok beliğdir. Evet; mal, servet
Allah'ın insanlara bahşettiği hayr ve saadettir. Bu cihetle mal, şerr ve fesad
olmaktan uzaktır. Lâkin bu servetin gerek kazanılmasında, gerek sarf suretinde
onun rengi, onun mâhiyeti değişir; zararlı ve felâketli olabilir.
İşte Peygamber'in bu
yüksek tebliği, iki temsîl İhtiva etmektedir: Bunun birisi ile dünyâ malını
toplamakta, fakîr haklarını men' etmekte ifrat edenlerin hâli; öbürsüyle de
kazancında, harcamasında i'tidâl yolunu tutanların müstesna vaziyeti tasvir
edilmiştir.
Hadîsin son fıkrası ile
bildirilen şehâdetin, bu servetin kazanma ve harcama keyfiyetlerine âid olacağı
diğer hadîslerde gelmiştir.
Hulâsa hadîste servet,
haddizatında hayr olduğu, fakat kazanma sureti ve harcama keyfiyeti i'tibâriyle
saadet vesilesi veyâhud felâket sebebi olacağı bildirilmiştir.
[130] Bundan evvel "Hısımlara zekât verilmesi
bâbı"nda 64 rakamında, bâzı lâfız farklılığı mevsûlen geçmiş olan hadîse
işaret etmiştir
[131] Râvıye Zeyneb'in, Peygamber'in kapısı önünde buluştuğu
kadının ismi, Buhâ-rî'nin rivayet tarîkinde zikredilmemiştir. Bunun ismi de
Zeyneb olduğu ve Ebû Mes'ûd Ukbe ibn Âmir'in kadını bulunduğu, Ebû Dâvûd
Tayâlîsî ile Nesâî'nin rivayetlerinde bildirilmiştir. Bu iki Zeyneb'in ikisinin
zevçlerinin de fakîr olduğu ve himayelerinde yetîmleri bulunduğunu Buhârî'nin
rivayetinde öğreniyoruz. Fakat bu yetimlerin kız ve oğlan kardeşlerinin yetîm
çocukları olduğu Ebû Dâvûd Tayâlîsî'nin rivayetinde tasrîh edilmiştir.
Nesâî'nin rivayetinde ise: Bu iki Zeyneb'in birisinin fazla malı vardı. Fakat
himayesinde oğlan kardeşinin yetîmleri bulunuyordu. Öbürüsünün de fazla malı
vardı. Onun kocasının da eli yufka, yânî fakîr idi, denmiştir.
Bu hadîsteki infâktan
maksad, İmâm Ebû Hanîfe'ye göre vâcib sadaka olan zekât olmadığını, İmâmeyn ile
İmâm Şafiî ve emsaline göre farz olan zekât olduğunu 64 rakamıyle geçen
hadîsin haşiyesinde bildirmiştik. Bu iki ihtilaflı görüşe göre, bu rivayetteki
"Benden kâfî gelir mi?" sorusunun ma'nâsı, Ebû Hanîfe'ce: Kocamı ve
yetimlerimi infâk etmekliğim, benden nafile sadaka yerine geçer mi? demek
olur. Öbürlerine göre de: "Farz kılınmış zekât olarak kabul olunur
mu?" şeklinde bir suâl olur.
[132] Bu Ümmü Seleme hadîsinde de aynı açıklamalar geçerlidir.
Hadîsin bâb başlığına delîlliği şöyledir: Bu hadîsten, zekât vericinin
çocukları olan yetimlere sadaka vermek mu'teber ve geçerli olduğu bilinince,
buna kıyâsla, onların başka kocaya âid yetîmlerine zekât vermek, kâfî gelir.
Yâhud da hadîs, sırf yetîme infâk hakkında olan birinci hadîse münâsebetinden
dolayı bu bâbda zikredilmiştir. Buharı bu nevi'den takviyeyi çok yapar
(Umdetu'l-Kaarî).
Aynî'nin bildirdiğine
göre, Ümmü Seleme'nin Ebû Seleme'den dört çocuğu olmuştu: Umer, Muhammed,
Zeyneb, Durre.
[133] Buhârî bu bâb başlığında zekâtın sarf yerleri
âyetinden konu bakımından ihtiyâç duyulan yerleri kesip almıştır.
[134] İbn Abbâs'ın bu sözünü Ebû Ubeyd, Kitâbu'l-Emvât'de
Mucâhid'den; o da İbn Abbâs'tan senediyle rivayet etmiştir.
[135] Hasen Basrî'nin bu haberini İbnu Ebî Şeybe, senediyle
rivayet etmiştir.
[136] Peygamber'in bu hadîsi, bu babın hadîsi olarak
senediyle gelecektir.
[137] Ebû Lâs'm bu haberini Ahmed ibn Hanbel, Ibnu Huzeyme,
Hâkim ve diğerleri senediyle rivayet etmişlerdir.
[138] Bu hadîste Peygamber'in emir buyurduğu bildirilen
sadaka ile murâd, farz olan zekâttır. Elimizdeki Buhârî nüshalarında
"es-Sadaka"nın ahd lamı ile ma'rife yapılmış bulunması bunun en açık
delilidir. Nevevî de: Sahîh ve meşhur olan, bu sadakanın, farz kılınmış zekât
olmasıdır, diyor. Nevevî'nin bu sözünü Müslim'in rivayeti veçhile, Peygamber'in
Umer'i zekât âmili ta'yîn etmiş olması da te'yîd ediyor. Zekât âmili mendûb
olan sadakayı değil, farz kılınan sadakanın tahsili için ta'yîn edilgelmiştir.
Mendûb olan sadaka, ferdlerin kendi İhtiyarına bırakılmıştır.
İbn Cemîl, et-Tevbe:75.
âyeti ile kendilerinden tevbe etmeleri istenen taifeden idi. KendiskRabb'im
benden tevbe etmemi istedi. Ben de tevbe ettim, der imiş, ve hakîkaten hâlini
ıslâh edip münafıklık lekesini silmiştir.
Bu hadîsin son fıkrası,
bir tefsîre göre zekâtın miadından evvel peşin alınmasının câİz olduğuna delîl
sayılmıştır. Bu konuda yânî vaktinden evvel zekât vermek caiz midir, değil
midir hususunda, âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzı âlimler zekâtın peşin
alınmasını kabul; bâzıları da reddetmişlerdir.
[139] Bu mutâbaatı Ahmed ve diğerleri senediyle rivayet
etmiştir.
[140] İbn İshâk'ın hadîsini Dârakutnî, senediyle rivayet
etmiştir. Dârakutnî'nin, Ab-bâs'ın mâlî durumu bozuk olduğu için onun zekâtının
bir yi! geri bırakıldığı hakkındaki diğer bir rivayetini ve Umer'in Abbâs'a
sert muamelesini, Müslim'in Verkaa'dan gelen rivayeti te'yîd ediyor: Umer,
Peygamber'e Abbâs't şikâyet edince, Peygamber: "Abbâs'ın zekâtını bir
misli fazlasıyle ben üzerime alıyorum" buyurmuş ve sonra: "Bir adamın
amucası, babasının soyu olduğunu bilmedin mi?" diye itâb etmiştir.
[141] İbn Cureyc'in hadîsini de Abdurrazzâk Musannafmda
senediyle rivayet etmiştir. Ancak İbn Cureyc, İbn Cemîl ismi yerine Ebû Cehm
ibn Huzeyfe ismini koymuş ve bu suretle diğer râvîlere muhalefet etmiştir.
[142] Buhârî, Sahîh'İnin Ebû Zerr rivayeti ile Yûnînî
nüshasında bunların RasûluİIah'tan üçüncü defa istedikleri ve Rasûlullah'ın da
verdiğine dâir bir fıkra daha vardır:
[143] Hadîsten Rasûlullah'ın cömertliği, fakirleri ve her
tütlü ihtiyâç sâhiblerini kendi nefsine tercih etmek hususunda beşeriyete en
yüksek bir fazilet numunesi olduğu açıkça görülür. Hadîsteki en mühim ahlâkî
bir umde de, geçim darlığına sabır ve mukaavemetin, ahlâk güzelliklerinden
olduğudur.
[144] Bu hadîste, alın teri ile kazanmaya; kimsenin minneti
altına girmemeye beliğ bir teşvîk vardır.
[145] Hadîsteki odunculuğun dilenmekten daha hayırlı
olduğunun bildirilmesinden, bunun kazanç yollarının en faziletlisi olduğu
zannedilmemelidir. Belki Rasûlullah' bunu, sermayesiz, aletsiz, vasıtasız bir
geçim yolu olduğu için zikretmiştir... (Nevevî).
Bir hadîste
"Kazancın hayırlısı ve
şereflisi, el emeği ve alın teriyle kazanılandır" buyurulmuştur.
Nitekim Buhârî Sahth 'inde de Mıkdâm ibn Ma'-dikerib (R)'den Peygamber'in
"Muhakkak ki hiçbir insan, elinin kazancından yemesinden daha hayırlı
hiçbir taam yememiştir" buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu hususta daha
başka rivayetler ve tafsilât vardır.
[146] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Yüksek el, alçak
elden hayırlıdır" fıkrası-dır. Çünkü bir tefsire göre yüksek elden murâd,
istemeyip iffetli kalmaya çalışan eldir. Fakat meşhur olan tefsir, yüksek
elin, verici el olduğudur.
[147] Buhârî, başlıktaki şartın cevâbını, hadîs ona delâlet
ettiği için zikretmemiştir. Biz onu parantez içinde gösterdik.
[148] Bu âyetteki "(İffetinden dolayı istemeyen)
yoksulun da bir hakkı vardır" fıkrası başlığa çok uygundur. Müstemlî
nüshasında bu âyet, şart cümlesinden önce gelmiştir. Buhârî nüshalarından
birçoğunda, bu âyet zikredilmemiştir.
[149] Ha'dîsteki, Peygamber'in Umer'e verdiği atanın
mâhiyetini hadîs sarihleri bildirmiyor. Kaamûs Tercemesi'nde: Atâ, asâ
vezninde bahşiş tarikiyle verilen vergiye denir, deniliyor. Afyonkarahisarlı
Mustafa, AhtertKebîr'inde ziyâde olarak şu bilgileri veriyor: Bâzı lisân ehli:
Atâ, beytu'l-mâlden senede yâhud aylık verilen bahşiştir; nzık da her gün
verilen gündeliktir demişlerdir. Bâzıları da: Atâ, ekseriyetle mucâhidlere;
nzık da müslümân fakirlere verilen maldır diye ta'rîf etmişlerdir...
Hakîkaten müslümân
gazilerin zekât harcama yerlerinden muayyen hissesi bulunduğu için, hadîsteki
atâ, gâzîlik bahşişi diye terceme edildi. "Kâne" fiili, bunun devamlı
bir i'tiyâd hâlinde tekerrür ettiğini gösterdiğinden, buna da terce-mede
"bâzı bâzı" sözleriyle işaret edildi.
Bu hadîsin âlimlerin
içtihadını üzerine toplayan noktası "îJiJ = Harîs ve tâlib olmayarak gelen
atâ ve ihsanı al!" emridir. Taberî'nin beyânına göre bu emrin bir nedb ve
irşâd emri olduğunda âlimlerin ittifakı vardır. Yalnız ihtilâf, kayıdsız
şartsız her verenin her verdiği alınır mı; yoksa bunun da bir haddi var mıdır?
Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzı âlimler: Verilen her atıyye kabul
edilir, alınır. Veren kimse isterse sultân olsun, başkası olsun; sâlih olsun,
fâsık olsun musâvîdir; elverir ki atıyye vermesi caiz olan bir zenginlik
sahibinden gelsin. Bu hususta Ebû Hureyre'nin: "Bana her hediye verenin
hediyesini muhakkak kabul ederim. Hediye istemeye gelince asla" dediği
rivayet edilmiştir.
Bâzı âlimler de:Hediye
kabulü Rasûlullah'tan ümmete mendüb ve me'sûr-dur, demişlerdir. Yalnız bunlar
saltanat sahiplerinin atıyyesini istisna etmişlerdir. Bu âlimlerden bâzıları
sultân atıyyelerinin kabulü haramdır; bâzıları da mekruhtur demişlerdir. Üçüncü
bir kısım âlimler de, bunun tamamen aksi bir ictihâd ile yalnız sultân
atıyyesinin kabulü mendûbdur, başkalarının değildir diyorlar... Taberide:
"Bana göre atıyye mes'elesinde doğru olan ictihâd, ister sultân caizesi
olsun, isterse sultândan başka herhangi bir kimsenin hediyyesi olsun, kabul
edilmelidir, ve kabul edilmesi mendûbdur." demiştir. Taberî'nin dayandığı
de-lîl, bu hadîste Peygamber'in; tahsîs etmeksizin, herhangi bir cihetten Allah
bir mal ihsan ederse, onun kabulünü "O malı al" emriyle mendûb
kılmasıdır. Bunun bir müstesnası varsa, o da Peygamber'in istisna buyurduğu
haram maldan gelen ve onun haram olduğu bilinen hediyesidir.
Malında haram karışık
olan kimsenin hediyesinin kabulü ve kendisiyle alış-r veriş yapılıp yapılmaması
hakkında da ihtilâf vardır. Bâzı âlimler kerîh görmüşler, bâzıları da tecvîz
etmişlerdir.
Taberî, ibâhaya kaail
olanlar nâmına en iyi delîl olarak kitâb ehlinden cizye alınmasını ileri sürüp
şöyle diyor: "Allah Kitâb ehlinden cizye alınmasını mubah kılmıştır.
Hâlbuki bu kitabîlerin kazançlarının en çoğunu şarâb ve domuz ticâreti teşkîl
ediyor. Faizcilik de en ağır şartlarla bunların tercih ettikleri üçüncü bir
kazanç yoludur. Bütün bunlar Allah katında ma'lûm iken, Kitabîlerden cizye
alınmasının mübâh kılınması, elindeki malını halâldan mı, yoksa haram yoldan mı
kazandığı bilinmeyen bir müslümâmn verdiği hediyeyi kabul etmek caiz ve mubah
olduğuna en açık surette delâlet etmektedir. Kazancının halâl ve harâmlığma pek
aldırmayan kimselerin hediyesini almak, bu delîle istinaden kat'-iyyen haram
değildir. Yalnız haram kazanç aynen bilinmiş olursa bundan ayrılan hediyenin
kabulü haramdır. Bu hususta sahâbî ve tabiîlerden pekçok haberler vardır"
(Umdetu'l-Kaarî, IV, 404-405)
[150] Bu harîs kimsenin yüzünde bir et parası bulunmayarak
hasrolunmasının ma'-nâsı, cinayet yeri olan yüzde bi'1-müşâhede ceza ve
ukubetin belirmesıdır. Çünkü bu harîs, dünyâda yüzünü zelîl kılmıştı
(Hattâbî).
[151] Burada ihtisar vardır. Çünkü burada zikredilmeyen
diğer peygamberlerden de yardım isteneceği Öteki hadîslerden bilinmişti
[152] Abdullah ibn Salih'in rivayet ettiği bu ziyâde, yalnız
Ebû Zerr rivayetinde vardır. Diğer Buhârî râvîleri bu ziyâdeyi rivayet
etmemişlerdir. Ebû Zerr'in bu rivayeti, ondan gelen bütün Buhârî nüshalarında
mevcûddur
[153] Bunu, Beyhakî senediyle hadîsin birinci kısmının
sonunda, öteki ziyâde olmaksızın rivayet etmiştir
[154] Burada âyetin istemeyenleri medheden fıkrası başlık
yapılmış, müteâkib fıkralarla da bu husus kuvvetlendirilmiştir
[155] "Kişiyi istemekten men' edecek zenginliğin
mikdârı" hakkında bâbda bir sarahat yoktur. Fakat Buhârî, ya şartına
uygun bir hadîs bulamadığı için getirmemiş, yâhud da bâb altında gelecek Ebû
Hureyre hadîsinden anlaşılacak ma'nâ ile yetinmek istemiştir. Buhârî,
Peygamber'in buradaki sözü ile el-Bakara:273. âyetini başlıktaki
"Zenginliğin mikdârı ne kadar?" suâlinin tefsiri olmak üzere
getirmiştir. Ebû Zerr rivayetinde, âyetten önce "Çünkü Yüce Allah'ın şu
kavli vardır" ifâdesi mevcûddur.
[156] Hadîsin bâb başlığına mutabakatı yânî delîlliği
"insanlardan yüzsüzce istemeyen " fikrasıdır
[157] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "Çok
suâl" fıkrasıdır. Sarihler bunu: Çok dilenmek, lüzumsuz herşeyi sormak
diye ta'rîf ediyorlar ki, ikisi de zararlıdır; ikisi de nehyedilmiştir. Burada
hadîsin şevki delaletiyle çok dilenmek ve zarû-retsiz, ihtiyâcsız her zaman
dilenmeyi san'at edinmek ma'nâsı kasdedildiği anlaşılır. İkinci ma'nâya da
hamledilebilir. Bu hadîste nehyedilen fiillerin her üçü de aileleri ve cemiyeti
bozacak, çökertecek mühim içtimaî hastalıklardır.
[158] Vâkıdî'nin bildirdiğine göre, bu atıyye verilmeyen
zât, muhacirlerden Cuayl ibn Surâka (R)'dir. Sa'd'ın "Mü'min"
demesini, Peygamber'in mükerreren "Müslim de!" buyurarak tashih ve
ihtar etmesi, îmânın vicdanî, bâtınî bir iş olup, bilinmesi Allah'a âid gayb
hâllerinden bulunmasından dolayı, zahirî hâle göre "Müslim" demenin
daha doğru olduğunu öğretmek içindir.
[159] Bu zikredilen hadîsin diğer bir tarîkidir. Hem
birinciyi takviye etmiş, hem de faydalı bir ziyâde
ihtiva etmiştir.
[160] Buhârî, âdeti üzere yürüyerek, hadîsteki garîb lâfız,
Kur'ân'daki lâfza muvafık düştüğü zaman, istidrâden Kur'ân'daki lâfzı da
zikredip, hadîsteki lâfzın tefsirini vermektedir. Buradaki îzâhında if'âl
babından olan "ekebbe"nin lâzım; sülâsîden olan "kebbe"
fiilinin ise müteaddî olduğunu göstermektedir. İfâlinin lâzım; sülâsînin
müteaddî oluşu, bu fiilin bir garîbliğidir
[161] Bu hadîsin, isnâd ve lâfızda değişik kısa bir rivayeti
77 rakamında geçmişti. Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri: "Kalkıp
insanlardan (sadaka) istemeyen iffetli kişidir" fıkrasıdir.
İslâm'da istemenin,
dilenmenin kötülüğünü ve Peygamber tarafından neh-yedildiğini gösteren pekçok
hadîsler vardır. Hattâ Peygamber'in "Kimseden hiçbir şey istememek üzere
bey'at aldığı" ve bunun karşılığının ne olduğu sorulduğunda
"Cennettir" buyurduğu Ebû Umâme ile Sevbân tarafından rivayet
edilmiştir (Taberânî).
ibn Umer, Peygamber'in
"Zengin için, ve hilkati yerinde, bedenî kuvvetleri zinde olanlar için
sadaka halâl değildir" buyurduğunu rivayet etmişty-(Tirmizî),
[162] Bu hadîsin isnâd ve lâfız f^rklılıklarıyle iki
rivayeti 72 ve 73 rakamlarında geçmiş ve orada bâzı açıklardalar verilmişti.
Hadîs burada biraz daha tafsîllidir.
[163] Yânî Salih ibn Keysân, yaşça ez-Zuhrî'den büyüktür;,bu
sebeble doğrudan doğruya, İbn Umer'e erişip ondan vasıtasız olarak hadîs
işitmiştir. Zuhrî'nin ise tbn Umer'e kavuşmasında ihtilâf edilmiştir. Sahîh
olan, Zuhrî'nin îbn Umer'e ka-vuşmayıp; İbn Umer'in oğlu Salim vâsıtasıyle îbn
Umer'den rivayet ettiğidir (Kas-tallânî).
[164] Hars : Yaşken ağaç üzerinde ne kadar meyve bulunduğunu
tahmîn etmektir (es-Sahâh).
Bâzı ilim ehlinden
"hars"m, kendisine zekât vâcib olan hurma, üzüm gibi yaş meyvenin,
erişilmesinden sonra mahsûlün ne mikdâr tutacağını takdir ve tahminden ibaret
olduğu rivayet edilmiştir (Tirmizî).
Fakîhler, zekât almaya
dayanak olan bu takdir ve tahmîn İşinin tafsili ve meşruluğu hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Bir kısmı hurmanın, üzümün ermeye, olgunlaşmaya başladığı zaman
tahminini caiz görmüş, bir kısmı da caiz görmemiştir. Her iki tarafın
delilleri ve tafsilâtı geniş şerhlerde
ve fıkıh kitâblannda görülebilir.
[165] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri açıktır:
Peygamber'in: "Şu hurmayı tahmîn ediniz" buyurup, kendisinin de
tahmîn etmesidir
[166] Bu, hadîsin diğer bir tarîkidir. Bu tarîk Ensâr'ın
Faziletleri Kitâbı'nda tam senediyle mevsûl olarak rivayet edilmiştir.
[167] Bu da hadîsin bir diğer tarîkten rivayetidir. Bunu Ebû
Alî ibn Huzeyme de el-Fevâid'inde senediyle rivayet etmiştir. Buhârî hadîsin
birkaç tarîkini ve tarîk-lerdeki isnâd ve lâfız farklarını'bir yere toplamış ve
göstermiş oluyor.
[168] Buhârî burada "hadîka"nm ta'rîfini
vermiştir. Hadîka hakkında Âsim Efendi şunları söylemiştir:
el-Hadîka; sefine
vezninde sulu, ağaçlı bahçeye denir ki, cem'i hadâik'tır. Bir kavle göre hurma
ve şâir ağaçlık olan bustâna denir, yâhud etrafı duvar ile çevrilmiş olan
bustâne denir, yâhud hurmalık kıt'asma denir (Kaamûs Tercemesi).
[169] Umer ibn Abdilazîz'in bu re'yini, İmâm Mâlik
ei-Muvatta'mda, Abdullah ibn Ebî Bekr ibn Hazm'dan senediyle rivayet etmiştir.
Abdullah şöyle dedi: Babam Ebû Bekr ibn Hazm Minâ'da iken, Umer ibn
Abdilazîz'den babama bir mek-tûb geldi. O mektûbda: "Atlardan ve baldan
zekât alınmaz" diye yazmıştı (Kas-taliânî).
[170] el-Aserî, arabî vezninde, dibi ve kökü İle değil de,
kökündeki etrafa yayılan ince damariarıyle su emip faydalanan ağaçlar ve
ekinlerdir. Ağaçlar ve ekinler doğrudan dibine ve köküne su vurarak sulandığı
gibi, yakınında bulunan suyu ince
,m damariarıyle emmesi
suretiyle de istifâde eder. İşte hadîste ağaçların, ekinlerin bu ikinci suretle
sel suyundan, akar sudan istifâde edip yetişenlerine "Ev kâne aseriyyen"
cümlesiyle işaret edilmiştir.
Ağaçlar, ekinler gerek
kökleriyle, gerek ince damariarıyle yağmur, ırmak, pınar sularından faydalanmış
olsunlar, bunda sahibinin sınaî ve amelî mühim' bir te'sîri olmadığı için, tam
uşr'e yânî onda bir zekât vergisine tâbi' tutulmuşlardır. Fakat " ^ =
Nadh" ile yânî kuyudan, nehirden kova, dolap, motor gibi ziraî bir vâsıta
ile sulanan yer mahsûllerinde yarım uşr, yânî yirmide bir zekât vergisi vâcib
olduğu öğretiliyor. Bu ve Müslim'in Câbir'den rivayet ettiği birbirine yakın
mealdeki hadîslerin hepsinin ifâde ettiği ma'nâ, el emeği ile, ziraî sulama
vâsıtaları ile (yânî kova, dolap, motor gibi âletlerle ayrı bir çalışma ve
masrafla) elde edilen toprak mahsûllerinde yirmide bir zekât vâcib olduğudur.
[171] Buhârî'nin evvelki hadîs dediği, Ebû Saîd el-Hudrî'nin
"Zekâtı verilen mal kenz değildir" (10. bâb) ile "Gümüşün zekâtı
babı" (23. bâb)nda geçen ve bundan sonraki 56. babda da tekrar gelecek
olan hadîstir. Bu bâbla alâkalı olan kısmı "Beş veskten aşağısından zekât
yoktur" fıkrasıdir.
[172] Buhârî'nin bu sözünün şerhinden bana açılan ma'nâ
budur. Kirmânî ve diğer sarihler ise biraz değişik bir ma'nâya gitmişlerdir..
Üzerinde düşünülsün! Evet, İbn Umer'in bu hadîsi umumîliği ile nisâb şartı
olmamakta zahirdir. Ebû Saîd hadîsi ise", onun mutlaklığını
kayıdlayıcıdır. Ve nitekim İbn Umer hadîsi de, Ebû Saîd hadîsinin mutlaklığını
kayıdlayıcıdır. Şu hâlde bu iki hadîsten herbiri, içindeki ziyâde ile diğerini
tefsîr edicidir (Kastallânî).
[173] Fadl'ın hadîsini senediyle Ahmed ibn Hanbel;
BİlâPinkini ise Buhârî, Hacc Kİ-tâbı'nda mevsûlen rivayet etmiştir. BilâPin
sözü, Fadl'ın sözüne munâfî değildir. Fakat onun maksadı, Fadl, bir kenarda
duâ ile meşgul bulunması sebebiyle Peygamber'in namaz kıldığım görmedi demektir
(Kastallânî).
[174] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Çünkü başlık,
hadîsin ilk parçasıdır. Bu hadîs, bundan önceki bâbda da geçmiş ve onun
haşiyesinde işaret edildiği üzere daha evvelki iki bâbda da geçmişti.
Binâenaleyh açıklamalar için gösterilen yerlere bakılmalıdır. Yalnız şunu
söyleyelim: Bir sâ', 1040 dirhem ayarındaki ölçeğe denildiğine göre, beş vesk,
kesirsiz olarak 1.000 kilo ve eski okka ile 780 okka eder.
[175] Buhârî bu sözleriyle hem en güzel bir açıklama yapmış,
hem de İlmî ve usûlî bir kaaideyi hatırlatmıştır.
[176] Bâb başlığı iki kısımdır. Her iki kısmın delîli ve
cevâbı bâb altında gelecek hadîste verilmiştir. Birinci kısmına "... Her
biri mahsûl verdiği zaman mahsûlünden yiyin. Devşirildiği ve toplandığı gün de
hakkım (sadakasını) verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez
"(el-En'âm: 141) âyeti de açık olarak delâlet eder.
[177] Peygamber, sadakayı insanların mallarının kiri
saymıştır. Bu kirden kendi aile ferdleri ve zürriyetinin münezzeh yaşamalarını,
hâlde ve istikbâlde insanların sadaka ve zekât malİanyle yaşayan asalak bir
zümre olmalarını en açık şekilde önlemiştir.
Peygamber, insanlığa
yaptığı büyük irşâd ve iyiliğe karşılık ne kendisinin, ve ne de ailesi ve
zürriyetinin maddî bir mükâfat görmelerini istemiyordu.O yalnız Allah'ın
"Ben peygamberliğe karşılık hiçbir ücret istemem; sâdece hısımlıkta sevgi
isterim dc/"(eş-Şûrâ:23) emir ve ta'lîmi veçhile samîmi bir sevgi
istiyordu.
Hadîste, çocuğun da
büyük gibi haramdan uzaklaştırılacağı, bilgi üzerine yetişip gelişmesi ve
teklîf vaktinin kendisine dînden bir ilim üzerinde iken gelmesi için, hangi
şeyden nehyedildiğinin kendisine öğretilmesi gerektiği hükmü vardır
(Kastallânî).
[178] Şartın cevâbı olan "Bu satış caiz olur" fıkrası başlıkta zikredilmemiştir. Bu satışa cevaz verilmiştir. Çünkü satıcı, zekâtın vucûbundan sonra sattığı takdîrde, caiz olan bir işi yapmış ve zekâtı ödemek onun zimmetine yapışmıştır. Artık o kimseye borcu olan bu zekâtını başka malından ödemesi lâzımdır
[179] Peygamber'in bu sözü biraz sonra 86 rakamıyle Ibn
Umer'in hadîsinden olmak üzere senediyle gelecektir
[180] Çünkü "Meyvelerin salâhı meydana çıkıncaya
kadar.." sözü umûmîdir. Hâlbuki o vakit, zekât vaktidir. Peygamber, satış
cevazını meyvenin aynından zekât vermekle kayıdlamamıştir. İşte bu, bu
mes'eledeki iki görüşten biridir. İkinci görüş -ki Şafiî'nin görüşüdür- satış
caiz olmaz. Çünkü bu kimse, mâlik olacağı ve mâlik olmayacağı -ki bu fakirlerin
ağacından yiyecekleri nasîbleridir- şeyi satmış olur... (Kastallânî).
[181] Hadîsin bâb başlığına delîllik ve uygunluğu
meydandadır. Çünkü Buhârî başlıkta senedsiz olarak getirdiği.Peygamber'in
sözünü, burada senediyle vermiştir
[182] Bu hadîs, hurmadan başka umûmî olarak diğer meyve
türlerinin de olgunlaşıp salâhları meydana çıkıncaya kadar alım satımlarının
nehyine delâlet etmektedir.
[183] Bu son fıkra, hadîs metnindeki "Hatta
tüzhıye"nin tefsiridir. Kitâbu'l-Bey'deki rivayette, bu tefsîrin bir suâl
üzerine bizzat Rasûlullah tarafından yapıldığı açıkça belirtilmiştir
[184] Bu suâlin cevâbı, hadîs metninde geleceği üzere,
menfîdir, yânî "Satın alamaz"dır.
[185] Bu son kısım Ebû Zerr rivayetinde böyle nefy harfi ile
"Lâ yetruku(= Bırakmaz)" şeklindedir. Diğer bâzı rivayetlerde nefy
harfi olmaksızın "Yetrukıı(Bırakır)" şeklinde gelmiştir. Buna göre,
ma'nâ "tbn Umer sadaka ettiği bir şeyi satın almayı terkederdi..."
olur.
[186] İbn Sa'd'ın Tabakaat'mdun naklen şârih Kastallânî'nin
beyânına göre, hadîste bahse konu olan atın adı Verd imiş. Bu atı Temîm ed-Dârî
(R) Peygamber'e hediye etmiş, Peygamber de TJmer'e hediye buyurmuştu. Umer de
ismini söylemediği bir gâzîye hediye etmişti.
Peygamber'in Umer'e
"Bir dirhem karşılığında da verse sadakana dönme" buyurması,
ucuzlukta mübalâğa; "Kusmuğunu yemeye dönen kimse gibidir" cümlesi
ise, sadaka ve hibeye dönmenin kötülüğünü bildiren belîğ bir teşbih ihtiva
etmektedir.
[187] Bu hadîs, sened ve bâzı lâfız farkıyle 85 rakamıyle
geçti. Bu rivayetteki "Kâh kâh" lâfızları hakkında şu açıklama
verilmiştir: "Kâh kâh, kâfların fethi ve kesriyle ve hâ'ların sükûnuyle ve
teşdîdleriyle ve tenvînleriyle lügattir. Bu, ses isimlerindendir; çocuk kısmı
bir nesne yemekten ve bir nesne almaktan ve bir murdar şeye bulaşmaktan zecr ve
men' için telâffuz olunur., ve bunun tekerrürü te'kîd içindir" (Kaamûs
Ter.).
[188] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "O koyun
Meymûne'nin bir azâdlı cariyesine sadaka malından verilmiş idi" sözüdür.
Peygamber'in, Meymûne'nin cariyesine sadaka verilmesini reddetmemesi, Peygamber
kadınlarının azâdlı kölelerine sadakanın halâl olduğuna delâlet etmiştir.
Bir de bu ve benzeri
hadîslerden, ölü hayvan derisinin
tabaklanmakla temizleneceği ve kullanılabileceği anlaşılmıştır.
[189] Bu hadîslerden Peygamber'in zevceleri tarafından azâd
edilen kölelere zekât verilmek caiz olduğu; sadaka, sadaka verilenin kabul
etmesiyle mülkiyetine geç tikten sonra mâhiyeti değişeceğinden, Hâşimîler için
bunu yemek caiz olduğu hükümleri alınmış oluyor.
Sadaka etinin, ölü
hayvan eti gibi, zâtında harâmhk yoktur. O, bizatihi ha-lâldir. Buna harâmhk,
sadaka vasfının muzâf olmasından ileri gelmiştir. Fakat sadaka, sadaka edilen
kimsenin mülkiyetine geçmekle bu vasıf yok olmuş bulunuyor. Hediye edilince
de, hediye verilen kimse İçin, hediye olarak halâl oluyor.
[190] Bu başlıkta izâ'nın cevâbı hazf edilmiştir. Takdiri
şöyledir: Sadaka, sadaka edilenin mülkiyetine geçmek suretiyle sadaka olmaktan
çıktığı zaman, Peygamber ve diğer Hâşimîler için alınması caiz olur
[191] Sadaka hem Peygamber'e, hem de ailesine haramdı. Fakat
zekât, Ümmü Atıy-ye'nin mülkiyetine geçtikten sonra Âişe'ye gönderildiğinden,
bu etin mâhiyeti değişiyor; hediye oluyordu.
Hediyeyi ise yiyebilirlerdi.İşte bu yolla sadaka mâhiyetinin hediye
hâline dönüşmesi, bu Ümmü AtıyyĞ Nuseybe hadîsinde açıkça görülmektedir.
Başlığa delîl olması da bu cihetidir. Peygamber'in: "Sadakayerine
ulaşmıştır" edebî vecizesi, bu dînî hakikati en belîğ ve açık şekilde
ifâde etmiş bulunuyor.
[192] "O et Berîre'ye sadakadır; bize de
hediyedir" vecîzesi de aynı hakikatin daha açık bir ifadesidir.
[193] Bu ta'lîki (Süleyman Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî'den başka)
Ebû Nuaym de el-Mustahrac'mda senediyle rivayet etmiştir. Buhârî'nin bu ta'lîki
burada zikretmesinin fâidesi, Katâde ibn Diâme'nin bu hadîsi Enes'ten
işitmesini sarahatle bildirmiş olmasıdır. Katâde müdellis olduğu için, bundan
önce geçen isnâdda an'ane ile verilen hadîste tedlîs etmesi ihtimâli
giderilmiştir.
[194] Buhârî'nin "Her nerede bulunurlarsa fakirlere
verilir.." sözü, zekâtın bir beldeden diğerine nakledilmesinin cevazını
tercîh ettiğini iş'âr ediyor. Bu mes'ele-de ihtilâf vardır...
[195] Hadîsin bâb başlığına delîl noktası
"Zenginlerinden alınıp fakirlerine verilir" fıkrasıdır. Hadîs, biraz
farklıca bir isnâd ve lâfız ile Zekât Kitâbı'nın başında da geçmişti.
Kerâîm, kerinte'nin
cem'idir. Kerîme, hayvana izafetle sütü bol, gösterişli, etli, canlı ve boylu
boslu hayvan demek olur. Peygamber zekât âmillerini, mal sahiplerinin gözbebeği
olan böyle birinci sınıf mallarını almaktan men' ederdi. Peygamber, Muâz'a
"Sen Kitâb ehli bir kavme vâlî gidiyorsun!" demekle, Mu-âzın
basiretli olmasını tenbîh etmiş bulunuyor. Kitâb ehli olan millet, münevverdir;
câhil müşrikler gibi gafil değildirler, buyurmuş oluyor.
Bu hadîsin sonunda
zulümden sakınmakla emir buyurması, bütün zulüm nevi Merinden, her mazlumun
duasından sakındlrmayı tazammun edebileceği gibi halkın en değerli malı alınmak
suretiyle meydana gelecek husûsî zulmü müşte-mil olmak üzere ilâve edilmiş
olması da caizdir. Birinci umûmî ma'nâya hamletmek elbette daha kuvvetlidir.
Zulüm bizatihi çirkindir. Her dînde, her şerîatte haram kılınmıştır. Fakat
İslâm Dîni'nin zulümden sakındırmaları daha şiddetlidir: " J»JW J£ il îSfsli
= Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin te-pesindedir"(HM: 18;
el-A'râf: 44) kavli, bütün insanlara karşı îrâd edilmiş şiddetli ve umûmî bir
hitâbdır. Bu şiddetli ceza, yalnız mü'minleri korumaya ma'tûf bir ceza da
değildir. Mazlum, kâfir olsa bile, onun âtu da Allah'a yükselecek ve asla
reddedilmeyecektir. Peygamber: "Mazlumun duasına, kâfir bile olsa icabet
edilmiştir" buyurmuştur (Ahmed ibn Hanbel, Ebû Hureyre'den).
[196] Buradaki salât'tan murâd, duadır. Çünkü salât'ın lügat
ma'nâsı duadır. Bura da duâ lâfzının salât lâfzı üzerine atfedilmesinin sebebi,
salât Iâfzıyle duâ etmenin zarurî olduğunun anlaşılmaması, fakat sena ve hayır
ma'nâsım ifâde edecek herhangi bir lâfızla duâ edildiğinde, bunun da kâfi
geleceğinin bilinmesidir. "Âce-rekettâhu fîmâ a'teyte ve bâreke fîmâ
ebkayte = Allah sana verdiğinde ücret ihsan etsin, geri bıraktığında da
bereket ihsan eylesin"; "Allâftumma'ğfîr lehu = Yâ Allah, ona
mağfiret eyle!" ve benzeri ta'bîrlerle duâ buyurması gibi. Sadaka ve
zekât veren hakkında, salât lâfzından başkasıyle duâ edilebileceğine delillerden
biri de en-Nesâî'nin Vâil ibn Hucr'dan rivayet ettiği hadîstir: Vâil dedi
kir-'Sahâbîlerden biri zekât olarak güzel bir deve göndermişti. Peygamber (S) o
zât hakkında: "Alla hum m e bârik fîhi ve fi iblilihî = Yâ Allah, bu zâta
zekâtı ve develeri hakkında bereketler ihsan eyle!" diye duâ buyurdu.
[197] Başlıktaki et-Tevbe:103 âyetinden alınan kısım,
Peygamber'e zenginlerin mallarını temizlemek, vicdanlarını arındırmak için,
zenginlerden zekât alması emrinden sonra zekât sâhiblerine salât, yânî duâ
etmesi de emredildiğinin delîlidir. İşte bu emirden dolayıdır ki, Peygamber,
zekât sâhibleri ve aileleri hakkında duâ ve istiğfar etmiştir.
[198] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu ve delîlliğİ gayet
açıktır. Zira bu Ebû Evfâ hadîsi, Peygamber'in, sadakasını, yânî zekâtını
getiren kimselere âyetteki emre uyarak salât ve duâ etmek âdetinde olduğunu
göstermektedir.
[199] İbn Abbâs'ın bu sözünü Şafiî, ibn Ebî Şeybe ve Beyhakî
senediyle rivayet etmişlerdir. İbn Abbâs'a göre anber, vergiye tâbi' değildir,
demek İstiyor.
Anber, kanber vezninde,
ma'rûf olan güzel kokulu bir maddenin ismidir ki, buna deniz kaymağı da
denilir. Bunun zağferân ile karışık bir nev'i daha vardır ki, buna da ahir
denilir, ibn Abbâs'ın vergiye tâbi' değildir dediği ve burada bahsedilen,
birinci nevi' asıl anberdir. Bu kıymetli deniz maddesinin denizde meydana
geliş keyfiyeti hakkında pekçok rivayetler vardır. Bâzıları deniz hayvanının
kazuratıdır demişlerdir. Bâzıları deniz bitkisidir, denizin derinliğinde biter
ve onu bâzı deniz hayvanları yer, mîdesi dolunca kusar, demişlerdir, ibn Sînâ
da bu iki görüşü uzak addetmiş ve denizde bir kaynaktan çıkan yağlı bir
maddedir; yağlılığı hasebiyle denizin yüzüne çıkar, donar demiş, imâm Şafiî de
el-Umm kitabında Kİtâbu's-Selem'de: Sözlerine güvendiğim birçok kimselerin
bana haber verdiklerine göre anber, denizin iki tarafında Allah'ın yarattığı
bir nevi' nebattan hâsıl olan bir maddedir, demiş...-(Kİrmânî, tbn Hacer,
Aynî).
[200] Hasen el-Basrî'nin bu sözünü de ibn Ebî Şeybe
senediyle rivayet etmiştir.
[201] Buhârî'nin bu sözüyle işaret edip dayandığı Ebû
Hureyre hadîsi, yakında senediyle rivayet edilmiş olarak gelecektir.
[202] Buhârî bu hadîsi Kefalet, İstikrâd, Lukata, Şurût,
İsti'zân kitâblannda da getirmiştir. Bunlar içinde en mufassal rivayeti Karz,
Duyûn ve Kefâlet'teki rivâ-'
yetleridir. Buradaki
rivayetin sonunda " i^-aAİı jrli = Râvî, hadîsin tamâmını zikretti"
diye işaret ettiği kısmı da Kefalet Kitâbı'ndaki ziyâdeli rivayetidir.
Bu-hârî'nin Kefalet Kitâbı'ndaki bu mufassal rivayeti, yerinde gelince tam
terce-mesiyle verilecektir.
Hadîsin zekât konusuyla
ilgisine gelince, Ismâîîî ile Dâvûdî, İmâm Buhâ-rî'nin hadîsi bu bâbda
getirmesine bir münâsebet yoktur, demişlerdir. Bu görü-. şe karşı olanlardan
Abdulmelik ise şöyle demiştir: Buhârî bu hadîsi burada, denizin attığı herşeyin
alınmasının mubah olduğunu, ve onun müslümânlarm malından olduğunu bilmediği
zaman bunda beşte bir zekât vergisi olmadığı, eğer müslümânlarm malı olduğunu
bilirse alınması caiz olmayacağına delil yapmak için getirmiştir. Çünkü
alacaklı kimse o odunu mubah olarak ve ona mâlik olmak için almış ve içinde de
o malı bulmuştur. Eğer bu iş bugün vâki' olaydı lukata gibi olurdu. Çünkü Allah
Taâlâ'nın odun içinde basılı altınlar yaratmayacağı bellidir...
Îbnu'l-Munîr dedi ki:
Istişhâd yeri o zâtın ağaç parçasını ancak odun olarak almasıdır. Bu da
denizin attığı anber ve benzeri şeylerin sahibi bilinmediği müddetçe alfnmasmın
mubah olduğuna delâlet etmiştir... (İbn Hacer, Aynî).
Hadîsçiler arasında
"Hasebe Hadîsi" diye anılan bu hadîsi Buhârî'nin burada getirmesi,
baş tarafta İbn Abbâs'ın içtihadını ta'lîkan zikretmesi, Hasen el-Basrî'nin
görüşünü zikredip reddetmesi, Buhârî'nin de denizden çıkan anber ve inci gibi
mallarda zekât olmadığı görüşünde olduğunu açıkça göstermektedir.
[203] Bâzı ta'rîfler:
Mâden: Yeraltında
yaratılmış ve gömülü olan altın; gümüş gibi kıymetli bir cevheriihtivâ eden
topraklardır. Bunlar keşfedilerek ocaklar açılır, işletilirse, üretilen
cevherler vergiye tâbi'dir.
Hazîne: Eski kavimler
tarafından vaktiyle yer altına saklanmış altın, gümüş gibi kıymetli paralara,
levhalara, madenî eşyaya denir. Bunlara kenz de denilir. Türkçe'de define
denilmesi yaygındır. Bunları bulanlar da vergiye tâbi'dir.
Rikâz: Yer İçinde -yaratılmış
yâhud insanlar tarafından konulmuş olsun biriktirilmiş maldır. Binâenaleyh
mâdene, define ve hazîneye şâmil umûmî bir lâfızdır. Rikâz yer altında Fatır
kudretin yarattığı mâdene denildiği gibi, kadîm kavimlerin yer altına koyup
gizlediği hazîneye de denilir. Bu umûmî ma'nâ, İmâm Ebû Hanîfe ve ona uygun
ictihâd sahibi imamların görüşüdür. İmâm Mâlik ve Şafiî ise rikâzı, yalnız
keşfedilmiş hazînede kullanmışlardır. Bu suretle mâdenlerin rikâz sayılıp
sayılmayacağı imamlar arasında ihtilâfı mûcib olmuştur. Bu da alınacak verginin
alınma suretindeki ihtilâfı doğurmuştur.
[204] Şu hâlde bu iki mezheb imamına göre rikâz, yalnız keşf
olunan definelere deniliyor. Ve bunlar beşte bir derecesinde vergiye tâbi'
oluyor. Mâden rikâzdan sas yılmıyor.
Binâenaleyh kırkta bir nisbetinde zekât gibi resm alınıyor.
Ebû Hanîfe ile
arkadaşlarına göre, rikâzdan sayılıp mâdenlerin de beşte bir vergiye tâbi'
olduğunu göstermiştik.
İmâm Buhârî, Mâlik ve
Şafiî'nin mezheblerini ve bunlara göre rikâz, yalnız definelere denilip, keşf
edilmiş mâdenlere şumûlü bulunmadığın; bu suretle kaydettikten sonra,
kendisinin de bu kanâatte bulunduğunu ihsas edmek müteâkib delilleri arka
arkaya sıralıyor.
[205] Bâb başlığı altındaki Ebû Hureyre hadîsi. Bu hadîse
göre mâden ile rikâz arasında fark vardır, tkisi bir harca tâbi' değildir.
İmâm Buhârî, eğer mâdenden beşte bir alınsaydı, böyle bir farka işaret
edilmezdi, demek istiyor.
[206] Umer ibn Abdilazîz'in bu fiilini, Ebû Ubeyd
Kitûbu'l-EmvâV'de senediyle mev-sûlen rivayet etmiştir. Buhârî Umer'in bu fiili,
mâdenlerin rikâzdan sayılmadı-ğının açık bir delilidir, demek istiyor
[207] Hasen el-Basrîınin bu sözünü ma'nâ olarak İbn Ebî
Şeybe senediyle mevsûlen rivayet etmiştir. Buhârî Hasen Basrî'nin bu içtihadı
da, aradaki farkı i'lân etmektedir, demiş oluyor.
[208] Hasen Basrî'nin bu içtihadı da, yukanki görüşünü te'kîd için istidlâlen getirilmiştir.
[209] İmâm Buhârî, yukanki ifâdelerle imâm Mâlik ve îmâm
Şafiî'ye destekleme yaptıktan sonra, İmâm Ebû Hanîfe ile ictihâd arkadaşlarına
karşı kapalı ve ta'rîzli bir dil ile i'tirâzda bulunuyor.
İmâm Buhârî, îmâm Ebû
Hanîfe ile ictihâd arkadaşları olan Kûfeli Sufyân Sevrî ve Şamlı el-Evzâî'ye ve
diğerlerine de bu "Ba'zu'n-Nâs" ta'bîriyle i'tirâz etmiştir.
İbnu't-Tîn gibi bâzıları bu hucûmu daha te'sîrli kılmak için Buhârî'-nin
"Ba'zu'n-Nâs" ta'bîri ile maksadı, yalnız Ebû Hanîfe'dir,
demişlerdir. Bunların bu iddiaları sebebsiz de değildir. Çünkü Buhârî,
Sahîh'inâeki bu ta'rîzleri, bu kapalı hücumları Târth'inde tamamen açığa
vurmuştur...
İmâm Buhârî'nin İmâm Ebû
Hanîfe'ye bu ta'rîzleri Sahîh'inin birkaç yerinde -ki bu birincisidir-
gelmiştir ve Buhârî'nin, Ebû Hanîfe'nin adını "Ve bâzı Âdem oğulları şöyle
demiştir" diye andığı İlim ehli arasında ma'lûm olan bir mes'eledir.
[210] Sonra Buhârî, Ebû Hanîfe hesabına bu sözlerle istidlal
etmiş ve bunu ta'kîben Ebû Hanîfe hesabına ortaya koyduğu bu lügat delilini,
yine kendisi bu şekilde çürütmüş oluyor.
[211] Buhârî bu ifadeleriyle Ebû Hanîfe'nin içtihadında
tezâd olduğunu ileri sürüyor. Buhârî'nin bu tezâd iddiası şöyledir: Gûyâ Ebû Hanîfe:
Bulunan defineyi, beşte bir vermemek için gizlemekte be's yoktur, demiş; mâden
de Ebû Hanîfe'ye ; göre rikâz cümlesinden olduğundan, bunu saklayıp da beşte
bir vermemekte be'iss yoktur demek
oluyormuş. Bu ise "Mâdenden beşte bir vergi alınır" da'vâsına aykırı
ve nakz edici imiş.
Bu tenakuz iddiası
rivâyetsiz ortaya konmuştur. Mes'elenin esâsı şudur: Tahâvî, Ebû Hanîfe'den
rivayet ediyor: "Bir kimse, bir rikâz, bir defîne bulsa, bunun beşte
birini fakîrler ve muhtaçlara kendi eliyle dağıtsa, yâhud kendi fakîr ve
ihtiyâcı olsa da beşte biri de kendisi için muhafaza etse, caizdir" demiştir.
Sonra Tahâvî bu içtihadın sebebini şöyle beyân ediyor: "İmâm Ebû
Hanîfe,fakîr olan kimse, kendinin bu verginin harcama yeri cümlesinden olduğunu
hesâb ederek, beşte bir harcında nefsine hasr ve tahsisinde be's
görmemiştir" demiştir.
Demek ki Ebû Hanîfe'nin
içtihadı doğrudur; yanlış anlaşılmıştır.
[212] Bâb başlığı, bu hadîsin son fıkrasından ibaret
bulunduğu için, delâlet çok açıktır. Bu hadîsten istifâde edilen hükümler
sekiz vech üzeredir: Hayvanların cinayet ve zararları; kuyu kazmaktan doğan
zararlar, cinayetler; rikâzm beşte biri nisbetinde resmî vergiye tâbi' olduğu;
mâden nevi'leri; Üretilen cevherlerin azından ve çoğundan resm lâzım olup, bir
nisâb ile mukayyed olup olmadığı; rikâ-zın mekânına dâir hükümler; rikâzı
keşfedip bulanın müslim-gayrimüslim, harbî olmasıyle ilgili hükümler; sarf
yerleri hakkındaki ictihâdlar. Bunlar fıkıh kitâb-lannda yazılıp tafsil
edilmiştir.
[213] Buhârî bu başlıkta, zekâtların sekiz kalem olan
harcama yerlerinden yalnız "Zekât işinde çalışanlar" maddesini
almıştır. Çünkü bâb başlığının devamı, zekât İşlerinde çalışanların hesaba
çekilmeleri konusudur. Âyetteki sadakalar ile mak-sad, farz kılınan zekâttır.
Bunda tatavvu' yâni nafile sadaka dâhil değildir.
Sadakaat, sadaka'mn
cem'idir. Sadaka, zenginlerin malından muayyen bir mıkdânnı ayırıp Allah rızâsı
için muhtaçlara vermektir. Bu vergi, temlîk suretiyledir. Bu kelime, Allah'a
sadâkat ma'nâsmdan alınmıştır. Bu cihetle sadaka vermekten ibaret olan tasadduk
kelimesinin delâlet ettiği ma'nâ sıdk ve ihlâs taharrisi demek olur.
Bu farz olan sadakanın,
yânî zekâtın, nakidlerin zekâtı; hayvanların zekâtı; ganîmetlerin zekâtı;
toprak mahsûllerinin zekâtı -ki onda bir demek olan uşr'dur- mâdenlerin zekâtı
gibi muhtelif ve müteaddid nevi'leri bulunduğu için, âyette sadakalar diye
cem'i sîgasıyle gelmiştir.
İşte bütün bu farz olan
sadakalar âyette sayılan sekiz kalem harcama yerlerine harcanacaktır: Âyetin
tamâmı şöyledir:
"Sadakalar, Allah
'tan bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, sadaka işlerinde
çatışanlara, kaİbleri müslümânüğa alıştırılmak istenenlere, kölelere, eşitlere,
borçlulara, Allah yolunda (harcamaya) ve yol oğluna mahsûstur. Allah hak-kıyle
bilen tam hüküm ve hikmet sahibidir" (et-Tevbe: 60).
[214] Buhâri bu hadîsi Sahîh'inin birçok yerinde, dar ve
geniş metinlerle rivayet etmiştir. Hibe, Ahkâm, Terku Hiyel, Eymân, Nuzûr
bölümlerindeki metinler geniştir. Bu rivayetler arasında uzunluk ve kısalık ve
sened farklılıkları olmakla beraber, hepsi de esâsta aynı şeyi anlatmaktadır.
Hadîste farz olan sadakaların alınması, toplanması, muhafaza edilmesi,
nakledilmesi, gerekli yerlere harcanması ve bütün bu işlerin yazılıp
hasâblanması gibi İslâm devletinin mâlî işleriyle vazîfeli me'mûrlann devlet
başkanı veya onun yerine ilgili yüksek idare amirlerince murakabe edilip
hesaba çekilmeleri esâsı getirilmiştir. Böylece devlet me' mûrlarmın millet
zararına olacak fulleri ve sûi istimalleri önlenmekte, bu mâlî işlerin daha iyi
yürütülmesi sağlanmaktadır.
[215] Buhârî bu hadîsi Sahîh'imn yedi yerinde ayrı ayrı
mes'elelere hüccet olmak üzere bâzı sened ve lâfız farklılıklanyle
getirmiştir. Burada zekâtın, sekiz sınıf harcama yerlerinden sâdece bir sınıfa
verilmesinin cevazını isbât için sevketmiştîr. Hakîkaten bu hadîste Rasûlullah,
zekât develerinin sütlerinden faydalanmayı bîr sınıfa; yalnız yol oğlu sınıfına
tahsîs etmiştir. Bu bakımdan hadîsin bâb başlığına hüccetliği gayet sarihtir.
[216] Buhârî buradaki mutâbaalardan Ebû Kırâbe'ninkini
Kitâbu't-Tahâre'de; Sabit el-Bunânî'ninkini Kitâbu't-Tıbb'da senedleriyle
mevsûlen rivayet etmiştir. Humeyd et-TavîPin mutâbaasını ise Müslim, en-Nesâî,
Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve İbn Huzeyme senediyle mevsûlen rivayet etmişlerdir.
Ebû Kılâbe'nin
rivayetinin sonunda: "Bu nankör, Uraynîler hırsızlık yaptılar, adam
öldürdüler, îmândan sonra kâfirliğe dönüp irtidâd eylediler ve bu suretle
Allah ve Rasûlü'ne harb açtılar" buyurdu ziyâdesi vardır ki, bu şiddetli
cezanın Allah ve Rasûlü'ne fiilen harbe kalkışma gibi en şenî' bir cinayete
karşı ta'yîn edildiğine işaret edilmiş oluyor.
Hakîkaten bu ağır
cinayet ve suçların cezası Kur'ân-i Kerîm'de de böylece tesbît ve tahrîr
edilmiştir: "Allah'a ve Rasûlü'ne harb açanların, yeryüzünde fesatçılığa
koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yâhud elleriyle
ayaklarının çaprasvârî kesilmesi yâhud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir.
Bu, onların dünyâdaki rüsvâylığıdtr. Âhirette ise onlara pek büyük bir azâb da
vardır" (el-Mâide: 33).
"Âyetteki ölüm
cezası yalnız öldürene, asma cezası öldürmekle beraber yol kesen ve mal alan
kimseye, kesme cezası yalnız mal alana, sürgün cezası da bunlardan başka
suretlerde fesâd yapanlaradır. İbn Abbâs ile Şafiî'nin kavli budur (Ceiâleyn).
Ebû Hanîfe'ye göre sürgünden maksad habsdir.
Hadîsteki uranîlere
tatbîk edilen cezaların Kur'ân'daki delili işte bu âyette zikredilenlerdir.
Gözlerinin oyulup diri diri Harre taşlığına atılma ve kendi kendilerine
ölünceye kadar taşları ısırmaları, Peygamber'in çobanını aynı şekilde işkence
ile öldürmelerinin karşılığı ye benzeri bir ceza ile cezalandırılmalarından
ibarettir.
[217] Hadîsteki tahnık, hurma gibi bir şeyi ağzında çiğneyip
çocuğun damağına şehâ-det parmağıyla çalmağa denir. Hayra, duaya vesile olmak
için küçük çocuklar, gıdâlanmaya başlama çağında Peygamber'e getirilir, teberrüken hurma
çiğnemi yalattırılır di.
Hadîs metnindeki mîsem,
hayvan dağladıkları demir âlettir. Sadaka hayvanlarının, şahısların mülkü olan
hayvanlardan ayrılıp seçilmesi için Peygamber, sadaka develerini böyle bir
âletle damgalardı. Peygamber'in bu fiili, hayvan üzerinde fark ettirici alâmet
olarak dağlama ve damgalama tatbikatının mubah olduğuna delâlet eder. Hayvan ve
sürü sâhibleri tarafından yapılan bu alâmetlerin çeşitli nevi'leri ve
tatbikatı vardır. Develerde, sığırlarda, davarlarda ayrı ayrı ve türlü
şekillerde yapılagelmiştir.