25- KİTÂBUZ-ZEKÂT. 4

1- Zekatın Vacib Olması Babı 4

2- Zekat Vermek Üzere Bey'at Edip Ahidleşmek Babı 5

3- Zekat Vermeyen Kimsenin Günahı Babı 6

4- Bab: Peygamberin: "Beş ûkıyyeden az mikdârdaki gümüşte zekât yoktur" Kavlinden Dolayı Zekatı Verilen Mal Kenz Değildir 7

5- Malı Hakklı Yerde Harcama Babı 8

6- Sadakada Gösteriş Yapma(nın Kötülüğü) Babı 8

7- Bab: Allah Çalınmış Maldan Yapılan Sadakayı Kabul Etmez 8

8- Yüce Allah'ın: "Allah ribânın bereketini tamamen giderir; sadaka(sı verilen mal)ları ise artırır. Allah (haramı halâl tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günahkâr hiçbir kimseyi sevmez* îmân eden, iyi iyi amellerde bulunan, namazı dosdoğru kılan, bir de zekâtı veren kimseler; işte onların Rabb Heri indinde mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir" (el-Bakara: 276-277) Kavlinden Dolayı Sadakanın Halal Kazançtan Yapılması Babı 9

9- Kabul Edilmeyip Geri Çevrişmesinden Önce Sadaka Vermek Babı 9

10- Bab: 10

11- Hangi Sadaka Daha Faziletlidir? ve Sıhhatli Cimri Kimsenin Sadakasının Fazileti) Babı 11

12- Bab 11

13- Aşikare Verilen Sadaka Babı 11

14- Gizli Verieln Sadaka Babı 12

15- Bab: İnsan Bilmiyerek Bir Zengine Sadaka Verdiği Zaman (Sadakası Makbuldür) 12

16- Bab: İnsan Bilmiyerek Kendi Oğluna Sadaka Verdiği Zaman  12

17- (Rağbet Edilecek Sadaka Bizzat Kendi) Sağ Eliyle Verilen Sadakadır Babı 13

18- Sadakasını Bizzat Kendisi Vermeyip de Hizmetçisine Vermesini Emreden Kimse Babı 13

19- Bab: Sadaka Ancak Bir Zenginlik Üzerinden Verilir 13

20- Bir İnsana Verdiği Şeyleri Sayıp Söylemek Suretiyle Başa Kakan Kimse(nin Kötülüğü) Babı 14

21- Sadakayı Gününden Geciktirmeyip Acele Vermeyi Seven Kimse Babı 15

22- Sadaka Vermeye Teşvik Etmek ve Sadaka Verilmesi Hususunda Şefaat ve Delalet Eylemek Babı 15

23- Sadaka, İnsanın Gücü Yettiği Mikdarda(Verilmeli)dir Babı 15

24- Bab: Sadaka Günahı Örter 15

25- Müşrilik Halinde İken Sadaka Veren, Sonra da Müslüman Olan Kimse(?) Babı 16

26-Hizmetçi, Efendisinin Emri İle, Serveti Bozucu Olmayarak Sadaka Verdiği, Zaman. Bu Hizmetçinin de Sevab Alacağı Babı 16

27- Kadın (Aile Servetini) Bozguncu Olmayarak Kocasının Evinden Sadaka Verdiği Yahud (Örfe Göre Ailesine, Konuklarına) Yedirdiği Zaman Bu Kadının da Sevabı Olacağı Babı 17

28- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 17

29- Sadaka Verip Duran Cömert Kimse İle Cimrinin Meseli Babı 17

30- Çalışıp İş Yapmakla Kazanılandan ve Ticaretten Sadaka Vermek Babı 18

31- Bab: Her Müslüman Üzerine Sadaka Vermek Vacibdir 18

32- Bab: Zekattan Ne Mikdar ve Sadakadan Ne Mikdar Verilir?. 18

33- Gümüşün Zekatı Babı 19

34- Zekatta Arz (Yanı Nassla Ta'yin Edilmiş Olanın Kıymetinde Bir Metal) Verilmesi Babı 19

35- Bab: "Ayrı Ayrı Bulunan Zekat Malları Bir Araya Toplanmaz; Toplu Olanların da Arası Ayrılmaz". 20

36- Bab: "Karışık İki Sürüden Oluşan Ortaklı Bir Sürünün Zekatı Hususunda, Bu Karışık Sürünün İki Sahibi Kendi Aralarında Adalet Gereğince Birbirlerine Müracaat Ederler" . 21

37- Deve Zekatı Babı 21

38- Yanındaki Develerin Zekatı Bintu Mehad'a Ulaşan; Fakat Yanında Bintu Mehad Bulunmayan Kimse Babı 22

39- Koyun Cinsinin Zekatı Babı 22

40- Bab: Zekatta Malın Yaşlısı, Ayıplısı ve Döl Hayvanı Alınmaz: Ancak Zekat Me'mürünun (Bunlardan Almak) Dilemesi Müstesna. 23

41- Zekatta (Bir Yaşını Bitirmiş) Dişi Keçi Oğlağının Zekat Olarak Alınması Babı 23

42- Bab: Zekatta, Halkın Mallarının En İyileri Zekat Olarak Alınmaz. 23

43- Bab: Beş Deveden Aşağısında Zekat Yoktur 24

44- Sığır Zekatı Babı 24

45- Yakınlara (Yani Hısımlara) Verilen Zekat Babı 24

46- Bab: Müslüman Üzerine Atı İçin Sadaka (Yani Zekat Vermek) Yoktur 25

47- Bab:Müslüman Üzerine Kölesi İçin Sadaka (Yani Zekat Verme Vucübü) Yoktur 26

48- Yetimlere Sadaka Vermek Babı 26

49- Kadının Kocaya ve Himayesinde Bulunan Yetimlere Zekat Vermesi Babı 26

50- Yüce Allah'ın: “Sadaklar ancak kölelere-esîrlere, borçlulara, Allah yolunda... harcamaya mahsûstur... " (et-Tevbe: 60) ;  Kavli Babı 27

51- İstemekten Sakınıp Geri Durmak Babı 28

52- Allah Her Kime, Kendisinin İstemesi ve Nefs İhtirası Olmaksızın Birşey İhşan Ederse (O Kimse Bu İhsanı Kabul Etsin) Babı 29

53- (Bir İhtiyacı Kapatmak İçin Değil de) Mal Biriktirip Çoğaltmak İçin İnsanlardan İsteyip Dilenen Kimse Babı 29

54- Yüce Allah'ın:"Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de birşey istemezler... " (el-Bakara: 273) Kavli Babı 30

55- Hurmanın Yaşken Ağacı Üzerinde Mikdarını Takdir ve Tahmin Etmek Babı 31

56- Sema Suyu İle (Yani Yağmurla) ve Akar Su İle Sulanan Yer Mahsüllerinde Uşr(= Onda Bir Vergi) Vardır Babı 32

57- Bab: Beş Vesk(Yani Bin Kilo)'den Az Mahsülde Sadaka (Yani Zekat) Yoktur 33

58- Hurma Zekatının Hurmalar Olgunlaştığı Zaman Ağaçlardan Kesilip Devrişilmesi Sırasında Alınması ve Küçük Çocuk Serbest Bırakılır da Zekat Hurmasına Dokunur Mu? Babı 33

59- Kim Meyvelerini Yahud Meyveli Hurma Ağacını Yahud Ekinli Arazisini Yahud Ekinini Onda Bir Veya Sadaka- (Yani Zekat ) Vacib   Olduğu Halde Satar da Bu Sattığı Mahsüllerden Dolayı Kendisine Tahakkuk Etmiş Olan Zekat Borcunu Başka Malından Öderse Yahud Sadaka (Yani Zekat) Vacib ; Olmadığı Halde Mahsülünü Satarsa (Bu Satışı Caiz Olur) Babı 33

60- Bab: Sadaka (Yani Zekat) Veren Kimse, Vermiş Olduğu Sadaka Malını (Bedel Ödeyerek) Satın Alabilir Mi? 34

61- Peygamber (ve Ailesi) Hakkında, Sadaka Konusunda Zikrolunan Şey (Yani Haramlık) Babı 34

62- Peygamberin Zevcelerinin Âzadlı Kölelerine Verilen Sadaka(nın Hükmü) Babı 34

63- Bab: Sadaka Tahavvül Ettiği (Yani Sadaka Olmaktan Çıktığı) Zaman? 35

64- Farz Kılınmış Olan Sadakanın Zenginlerden Alınıp Her Nerede Bulunurlarsa Fakirlere Verilmesi Babı 35

65- İmam'ın (Yani Devlet Başkanı veya Onun Yerinde Bulunan Yüksek İdare Adamının) Sadaka Sahibi Lehine Salat ve Dua Etmesi. 36

66- Denizden Çıkarılacak Şeylerin Zekat Vergisine Tabi' Tutulup Tutulmayacağı Babı 36

67- Bab: Rikazda Beşte Bir (Nisbetinde Vergi) Vardır 37

68- Yüce Allah'ın "Sadakalar, zekât işinde çalışan me'mûrlar için de... bir hakktir" (et-Tevbe: 60) Kavli İle Zekat Me'mürlarının, Devlet Başkanı Olan İmam Huzurunda Hesaba Çekilmeleri Babı 38

69- Sadaka Develerinin ve Sütlerinin Sırf Yolculara Tahsis Edilip O Yolda Kullanılmaları Babı 38

70- İmamın Sadaka Develerini Kendi Eliyle Damgalayış Alametlemesi Babı 38


Rahman ve Rahfm olan Allah'ın ismiyle

 

25- KİTÂBUZ-ZEKÂT

(Zekât Kitabı)

 

1- Zekatın Vacib Olması Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin..."(en-Nûr: 56; el-Mucâdik: 12) [1]

Ve İbn Abbâs (R) şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân (R) tahdîs edip, Peygamber'in hadîsini zikretti: Kendisi Hırakl'e "Muhammed bize namaz kılmamızı, zekât vermemizi, hısımlarla ilgilenmemizi, iffetli olmamızı emrediyor" demiştir [2].

 

1-.......İbn Abbâs(R)'tan (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) Muâz ibn Cebel'i Yemen'e gönderirken, ona: "Yemenlileri (evvelâ) Al­lah'tan başka ibâdete lâyık bir tanrı olmadığına ve benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet etmeye da'vet et. Eğer bu iki şehâdeti ka­bul ederlerse, bu defa Allah'ın her gece ve gündüzde üzerlerine beş vakit namaz farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bu namaz farzı­na itaat ederlerse, bu defa onlara mallarında Allah'ın zekât farz kıldığını bildir. Bu zekât, zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir" buyurdu [3].

 

2-.......Bize Şu'be, İbni Usmânibn Abdillah ibn Vehb'den; o da Mûsâ ibn Talha'dan; o da Ebû Eyyûb(R)'dan tahdîs etti (O, şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'e:

— Bana, kendimi cennete girdirecek bir amel haber ver! dedi.o. Orada bulunanlar;

  Buna ne oluyor? Bunun ne dileği var ki? dediler.  Peygamber:

  "Bu, bir hacet sahibidir; nesi olacak" buyurdu da, o sorana karşı: ''Allah'a ibâdet edersin ve O'na hiçbir şeyi ortak kılmazsın; namazı kılarsın, zekâtı verirsin, hısımlığa (iyilik) ekler durursun" bu­yurdu [4].

Ve Behz ibn Esed şöyle demiştir: Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Bize.Muhammed ibn Usmân ve onun babası Usmân ibn Abdil­lah tahdîs ettiler ki, bu ikisi de Mûsâ ibn Talha'dan işitmişler; o da Ebû Eyyûb'dan bu hadîsi işitip rivayet etmiştir [5].

Ebû Abdillah el-Buhârî: Muhammed isminin hıfz edilmemiş ol­masından endîşe ederim, çünkü o, Amr'dir dedi [6].

 

3-.......Bize Vuheyb (ibn Hâlid), Yahya ibn Saîd ibn Hayyân'dan; o da Ebû Zur'a'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti (Ebû Hureyre -R- şöyle demiştir): Peygamber'e bir bedevi Arab geldi ve:

— Bana, öyle bir işe delâlet et ki, ben onu işleyince cennete gire­bileyim, dedi.

Peygamber (S):

  "Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmıyarak, yalnız Allah'a ibâdet edersin, farz yazılan namazı kılarsın, farz kılınmış olan zekâtı verir­sin ve ramazân orucunu tutarsın" buyurdu.

Bedevi Arab:

— Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, ben senden işittiğim bu ibâdetler üzerine bir artırma yapmam, dedi de arkasını dönüp gidince, Peygamber:

  "Kim, cennet ehlinden bir kimseye bakması kendisini sevin-direcekse, işte şu zâta baksın!" buyurdu [7].

 

4- Bize Müsedded, Yahya el-Kattân'dan; o da Ebû Hayyân'dan tahdîs etti. Bu Ebû Hayyân Yahya ibn Saîd: Bana Ebû Zur'a, bu ha­dîsi Peygamber(S)'den olmak üzere haber verdi, demiştir[8].

 

5-....... Bize Hammâd ibnu Zeyd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Hamze (Nasr ibn İmrân) tahdîs edip şöyle dedi: Ben İbn Ab-bâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber'e geldiler ve:

— Yâ Rasûlallah! Bu topluluk Rabîa kabîlesindendir. Seninle bizim aramıza Mudâr kâfirleri girmiştir. Biz sana yalnız haram ay içinde ulaşabiliriz. O hâlde sen bize kestirme birşey emret de bizler onu senden alalım ve arkamızda kalan kimselerimizi de ona çağıra­lım, dediler.

Rasûlullah (S);

— "Ben size dört şey emrediyor ve dört şeyden de nehyediyo­rum: Allah'a îmân etmek ve Lâ ilahe illeUlah { = Allah'tan başka tan­rı yoktur hakikatine) şehâdet etmek" buyurdu ve (parmağını) eliyle şöyle bağladı; devamla: "Namazı kılmak, zekâtı vermek ve ganimet aldığınız şeylerin beşte birini (devlete) vermenizdir. Ve sizleri dubbâ', hantem, nakîr ve müzeffet (denilen kablarda yapılan \çV\\tr)den nehyediyorum" buyurdu.

Ve Süleyman ibn Harb ile Ebu'n-Nu'mân Muhammed ibnu'l-Fadl es-Sedûsî, Hammâd ibn Zeyd'den; "Allah'a îmân, Lâ ilahe il~ le'llah ( = Allah'tan başka tanrı yoktur) diye şehâdet etmektir" şek­linde söylemişlerdir [9].

 

6-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) vefat et­tiği zaman, Ebû Bekr halîfe olup Arab kabilelerinden bâzıları kâfir­liğe dönerek tekrar kâfir olduklarında (onlara karşı ordu şevkine giriştiğinde) Umer, Ebû Bekr'e hitaben:

— Sen bu insanlara nasıl kıtal yaparsın? Hâlbuki Rasûlullah (S): "Ben insanlar Lâ ilahe ille'llâh... (= Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O 'nun elçisidir) deyinceye kadar onlarla harb yapmakla emr olundum. Kim bu sözü söylerse, artık o kimse.İslâm kaanûnu-nun hakkı karşılığı olmak müstesna, benden malını ve canım koru­muş olur. (Gizli günâhlarının) hesabı ise Allah'a âiddir" buyurmuştur, dedi.

Ebû Bekr de Umer'e karşı:

— Allah'a yemîn ederim ki, ben namaz ile zekât vermek arasını ayıran kimselerle muhakkak harb ederim. Çünkü zekât, mâlî bir hakk-tır. Allah'a yemîn ederim ki, bunlar Allah'ın Rasûlü'ne veregeldik-leri bir dişi oğlağı (yânî umûmî olarak zekâtı) benden men' ederlerse, bu zekâtı men' etmek suçundan dolayı onlarla muhakkak harb ede­rim, dedi.

Bunun üzerine Umer:

— Vallahi bu mürtedlerle harb edilmesi hakkındaki hüküm, Al­lah'ın Ebû Bekr'in göğsünü, gönlünü açıp genişletmiş olmasından­dır. Ben bu sayede onlarla harb etmenin hakk olduğunu Öğrendim, dedi [10].

 

2- Zekat Vermek Üzere Bey'at Edip Ahidleşmek Babı

 

"... Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, s. artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdirler" (et-Tevbe 11) [11]

 

7-.......Kays şöyle demiştir: Cerîr ibnu Abdillah el-Becelî (R):

Ben Peygamber(S)'e namaz kılmak, zekât vermek ve her müslümâ-na hayır isteyici olmak üzere bey'at ettim, demiştir [12].

 

3- Zekat Vermeyen Kimsenin Günahı Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"... Altını, gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar, işte bunlara pek acıtıcı bir azâb muştula! O gün bunlar, üzerlerinde, cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak; işte bu nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız! Artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesneleri tadın! denilecek" (et-Tevbe: 34-35) [13]

 

8-.......Ebû Hureyre (R) şöyle diyordu: Peygamber (S) şöyle bu­yurdu: "Sahibi, kendisindeki zekât hakkını vermediği zaman deve, kıyamet günü en kuvvetli haliyle sahibinin üzerine gelir ve onu ta-banlarıyle çiğner. Koyun da kendisindeki zekât hakkını vermediği zaman en kuvvetli ve besili haliyle sahibi üzerine gelir ve tırnaklarıy-le onu çiğner, boynuzlarıyle da ona vurur".

Peygamber devamla buyurdu: "Bu hayvanların haklarından bi­risi de su başlarında sütlerinin sağılması (ve oradakilere sadaka edil­mesi)dır" [14].

Yine Peygamber şöyle buyurdu: "Sakın sizden hiçbiriniz kıya­met günü zekâtını vermediği davarını omuzunda bağırır hâlde taşı­yıp gelmesin ve (yardım isteyerek): Ya Muhammedi demesin. O zaman ben ona: Ben senin için hiçbirşey yapmaya mâlik değilim; ben (ilâhî emirleri) tebliğ etmişimdir, derim. Yine sizden hiçbiriniz zekâtım ver­mediği devesini böğürür hâlde omuzu üzerinde taşıyarak gelmesin v Yâ Muhammedi demesin. Ben ona: Ben senin lehine hiçbirşeye mu lik olamıyorum; ben (Allah'ın emir ve nehiylerini) tebliğ etmişimdir, derim" [15].

 

9-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Kim ki, Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını ver­mezse, kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli erkek bir yılan suretine konulur. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nok­ta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynu­na gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından yakalar. Sonra: Ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malı­nım; ben senin hazînenim, der". Ebû Hureyre dedi ki: Bundan son­ra Rasûlullah şu maâldeki âyeti okudu: "Allah 'in/adlından kendile­rine verdiğini (harcamakta) cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için bir hayr olduğunu sanmasınlar. BiVakis bu, çnlar için bir şerr-dir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolana­caktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (Âiu imrân: 180) [16].

 

4- Bab: Peygamberin: "Beş ûkıyyeden az mikdârdaki gümüşte zekât yoktur" Kavlinden Dolayı Zekatı Verilen Mal Kenz Değildir [17]

 

Ve Ahmcd ibnu Şebîb ibn Saîd şöyle dedi:

Bize babam Şebîb, Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, Hâlid ibn Eşlem şöyle demiştir:

Bir kerre Abdullah ibn Umer ile Medine hâricine çıkmıştık. Bir bedevî gelip İbn Umer'e: "... Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar; işte onlara pek elemli bir azabı muştula" (et-Tevbe: 34) kavlindeki *'Kenz t9in mâhiyetinden bana haber ver! dedi. İbn Umer şöyle dedi; Her kim bu malları biriktirip de zekâtlarını vermezse, onun için heîâk ve azâb vardır. Ancak zekât âyetinin indirilmesinden önce ihtiyâçtan fazla olup da Allah yolunda harcanmayan mallar kenz sayılırdı. Zekât indirilince, Allah zekâtı, mallar için bir temizlik sebebi kılmıştır [18].

 

10-.......O da Ebû Saîd(R)'den şöyle derken işitmiştir: Peygam­ber (S) şöyle buyurdu: "Beş ûkıyyeden az mıkdâr (gümüş) da zekât yoktur. En aşağı üçer yaşında beş deveden aşağısında da zekât yok­tur. Beş vesk mıkdânnın aşağısında(ki mahsûllerde) da zekât yoktur"[19].

 

11- Bize Alî tahdîs etti. O Hüşeym'den şöyle dediğini işitmiştir: Bize Husayn haber verdi ki, Zeyd ibnu Vehb şöyle demiştir: Ben Re-beze'ye uğradım. Orada Ebû Zerr ile karşılaştım. Ona: Senİ bu men­ziline indiren nedir? dedim. Ebû Zerr (R) şöyle dedi: Ben Şam'da bulunuyordum. "... Altını, gümüşü biriktirip de onları Allah yolun­da harcamayanlar, işte onlara elemli bir azabı muştula... " (et-Tevbe: 34) âyetinin tefsiri hakkında Muâviye ile ihtilâf ettim. Muâviye: Bu âyet Kitâb ehli hakkında indi, dedi. Ben de: Bu âyet hem bizim hakkı­mızda, hem de Kitâb ehli hakkında indi, dedim. Bu konuda benimle onun arasında bir niza' oldu. Muâviye, Usmân'a bir mektûb yazıp beni şikâyet etti. Bunun üzerine Usmân da bana, Medine'ye gel diye mektûb yazdı. Medîne'ye geldim. İnsanlar beni bundan evvel hiç gör­memişler gibi, yanımda toplanıp çoğaldılar. Ben bu hâli Usmân'a söy­ledim. Usmân bana: İstersen bir kenara çekilirsin ve yakın bir yerde olursun, dedi. İşte beni bu menzile indiren hâdise budur. Eğer benim üzerime bir Habeşli'yi emîr ta'yîn etmiş olsaydılar, ben muhakkak onu dinler ve itaat ederdim[20].

 

12- Bize Ayyaş ibnu'l-Velîd tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdu'l-A'lâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-Cuveyrî, Ebu'l-A'lâ'dan tahdîs etti ki, el-Ahnef ibn Kays: Ben bir topluluğun yanına oturdum... de­miştir.

H ve yine bana İshâkibnu Mansûr tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdussamed haber verip şöyle dedi: Bana babam Abdu'l-vâris tah­dîs edip şöyle dedi: Bize el-Cuveyrî tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebu'l-A'lâ ibnu'ş-Şıhhîr tahdîs etti. Onlara da el-Ahnef ibn Kays tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Kureyş ileri gelenlerinden bir cemâatin yanına otur­dum. Bu sırada sert saçlı, sert elbiseli ve sert görünüşlü bir kimse gel­di; nihayet o topluluğun yanında dikeldi ve onlara selâm verdi. Sonra: Altın ve gümüşleri biriktirip infâk etmeyenlere, üzeri cehennem ate­şinde kızdırılmış taşlardan haber ver. Sonra bu taşlar, onlardan her birinin memesi ortasına konulur, nihayet iki kürek kemiğinden çıkar. Kürek kemikleri üzerine konulur; nihayet memeleri ortasından dışa­rı çıkar. Böylece kürek kemikleri ile memeleri arasında gider gelir, dedi. Bunları söyledikten sonra o zât geri döndü ve direğin yanına oturdu. Ben de onun arkasından gittim ve yanına oturdum. Ben onun kim olduğunu bilmiyordum. Ona: Ben bu insanların senin söyledi­ğin sözlerden hoşlanmadıklarını sanıyorum, dedim. O cevaben: On­lar hiçbir şeyi akıl etmiyorlar. Dostum bana şöyle buyurdu, dedi. Ben: Senin dostun kimdir? dedim. Peygamber'dir, dedi. Peygamber (S): "Yâ EbâZerr! UhudDağı'nt görüyor musun?" dedi. Ebû Zerr dedi ki: Rasûlullah bir ihtiyâcı için beni oraya gönderecek zannederek, gündüzden ne kadar zaman kaldı diye güneşe baktım ve evet Uhud'u görüyorum, dedim. Rasûlullah: "UhudDağı gibi altınım olup, üç dî-nâr hâriç, bunun hepsini infâk etmek isterim" buyurdu. Bu insanlar ise akıl etmiyorlar; ancak dünyâ metâ'ı topluyorlar. Allah'a yemîn ederim ki, ben Allah'a kavuşuncaya kadar onlardan hiçbir dünyâ me­tâ'ı İstemem ve onlara dînden bir şey de sormam [21].

 

5- Malı Hakklı Yerde Harcama Babı [22]

 

13-.......İbnu Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "İki kimseden başkasına gıbta olmaz: Biri şu kimsedir: A Hah ona mal vermiş; hem de o malı hakk yolunda har­cayıp tüketmeye yetecek kudret bahsetmiştir. İkincisi de şu kimse­dir: Allah ona hikmet ihsan etmiş, o da bu ilim ve hikmetle hükmetmekte ve onu başkalarına da öğretmektedir"[23].

 

6- Sadakada Gösteriş Yapma(nın Kötülüğü) Babı

 

Çünkü Yüce Allah şöyle buyurdu: ;    "Ey îmân edenler; malını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan bir kimse gibi -başa kakmak ve incitmek suretiyle- heder etmeyin. Çünkü onun hâli, üzerinde bir toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isabet eden; bu suretle o, kendisini kaskatı bir taş hâlinde bırakmış olan kaypak bir kayanın hâli gibidir.

Onlar işledikleri hiçbir şeyden (sevâb kazanmaya) muktedir olmazlar, Allah, kâfirler güruhuna hidâyet

Vermez" {el-Bakara: 264) [24]

İbn Abbâs (R): Âyetteki "Salden", üzerinde toz toprak bulunmayan düz taş'tır, demiştir [25].

İkrime de: "Vâbil", şiddetli yağmurdur; "et-Tallu", çiğ denilen ıslaklıktır, demiştir [26].

 

7- Bab: Allah Çalınmış Maldan Yapılan Sadakayı Kabul Etmez [27]

 

Allah yalnız halâl kazançtan yapılan sadakayı kabul eder.

Çünkü Allah'ın şu kavli vardır:

"İyi bir söz ve bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının sadakalarından) müstağnidir, halimdir (cezada acele edici değildir)'

(Bakara: 263)[28].

 

8- Yüce Allah'ın: "Allah ribânın bereketini tamamen giderir; sadaka(sı verilen mal)ları ise artırır. Allah (haramı halâl tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günahkâr hiçbir kimseyi sevmez* îmân eden, iyi iyi amellerde bulunan, namazı dosdoğru kılan, bir de zekâtı veren kimseler; işte onların Rabb Heri indinde mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir" (el-Bakara: 276-277) Kavlinden Dolayı Sadakanın Halal Kazançtan Yapılması Babı [29]

 

14- Bize Abdullah ibn Munîr tahdîs etti. O, Ebu'n-Nadr'm şöy­le dediğini işitmiştir: Bize Abdurrahmân -ki o, Ibnu Abdiilah ibn Dinar'dır-, babası Abdullah'tan; o da Ebû Salih'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kim halâl kazancından bir hurma değerinde bir sadaka verirse -ki Allah halâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sadakayı kabul etmez-işte Allah bu halâl sadakayı sağ eliyle kabul eder[30]. Sonra o tek hur­ma değerindeki sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin birinizin sütten ayrılmış tayını büyütüşü gibi, sadaka sahibi için dikkatle büyütür"[31].

Bu hadîsi Abdullah ibn Dînâr'dan rivayet etmede Süleyman ibn Bilâl, Abdurrahmân'a mutâbaat etmiştir [32].

Ve Verkaa ibn Umer, Abdullah ibn Dînâr'dan, o da Saîd ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üze­re söyledi [33].

Ve yine bu hadîsi Müslim ibn Ebî Meryem, Zeyd ibn Eşlem, Sü­heyl üçlüsü de Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygam-ber(S)'den rivayet etmişlerdir [34].

 

9- Kabul Edilmeyip Geri Çevrişmesinden Önce Sadaka Vermek Babı

 

15-.......Bize Ma'bed ibn Hâlid tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ha­rise ibn Vehb'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Sadaka veriniz. Çünkü size öyle bir zaman ge­lir ki, kişi o sırada sadakasıyla yürür de onu kabul edecek bir kimse bulamaz. (Sadaka verilmek istenilen) her kişi: Bu sadakayı dün ge-tirseydin, muhakkak ben onu kabul ederdim. Fakat bu gün benim için bu sadakaya ihtiyâç yoktur, der"[35].

 

16-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İçinizde mal çoğalıp da (her yer) dolup (aşmadıkça kıya­met kopmaz. Hattâ o sırada mal sahibini, sadakasını kim kabul eder ki diye tasalandırır. Hattâ mal sahibi sadakayı arz eder de, kendisine arzedileceği kimse: Benim mala ihtiyâcım yoktur, der"[36].

 

17-.......Bize Muhıll ibnu Halîfe et-Tâî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Adiyy ibn Hâtim(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah'ın yanında idim. Rasûlullah'a iki kişi geldi. Onlardan biri fakirlikten şikâyet ediyordu. Diğeri de yol kesilmesinden (emniyet ve asayişsiz­likten) şikâyet ediyordu. Rasûlullah (S) bunlara cevaben şöyle buyur­du: "Amma yol kesilmesi mes'elesine gelince, o çok sürmez; az sonra sana bir zaman gelir ki, o vakit ticâret kervanı kimsenin himaye ve kefale­tine muhtâc olmayarak, tâ Mekke'ye kadar çıkar (gider). Ortalığın dar­lık ve fakirlik sıkıntısına gelince, sizin biriniz sadakasıyle dolaşıp da kendisinden bu sadakayı kabul edecek bir kimse bulamayacak bir hal-de müreffeh günler gelmedikçe, kıyamet kopmaz [37]. Sonra (âhirette) sizden herbiriniz muhakkak Allah'ın huzurunda, Allah ile kendi arasında hiçbir perde olmayarak ve Allah'ın kelâmını terceme ede­cek bir tercemân da bulunmayarak duracaktır. Sonra Allah o kula:

  Ben sana mal vermedim mi? diye muhakkak soracak. O kul da:

— Evet (verdin Allah'ım), diye muhakkak cevâb verecektir. Sonra Allah:

— Ben sana bir Rasûl (yânî elçi)göndermedim mi? diye elbette sorar.

O kul da

— Evet (gönderdin Rabb'im), diye şübhesiz cevâb verir.

Bu hâlde o kimse sağına bakar; cehennem ateşinden başka bir-şey göremez. Sonra soluna bakar; cehennem ateşinden başka birşey göremez. Binâenaleyh şimdi sizin herbiriniz tek bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsa güzel bir sözle olsun kendisini cehennem ate­şinden korusun" [38].                                            

 

18-.......Ebû Müsâ(R)'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar üzerine muhakkak öyle bir zaman gelecektir ki, o vakit bir adam altın sadakasıyle (taraf taraf) dolaşacak da sonra elinden sa­dakasını alacak bir fakır bulamayacak. Yine o zaman (harb musî-betleriyle) erkeklerin azlığından ve kadınların çokluğundan dolayı (himayesiz) kırk kadının bir erkeğin arkasından gitmekte oldukları ve onun himayesine sığındıkları görülecektir" [39].

 

10- Bab:

 

"Velev ki yarım hurma ile ve az sadaka ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz"[40]

"Allah'ın rızâsını istemek ve ruhlarında olan îmânı kökleştirip takviye etmek için mallarını harcayanların hâli de bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona bol bir yağmur isabet etmiş de meyvelerini iki kat vermiştir. Oha bol bir yağmur düşmese de bir çisinti (bulunur). Allah, ne yaparsanız hakkıyle görücüdür"

"Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki hurmalardan, üzümlerden onun bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun, (fakat) ona ihtiyarlık çöksün, âciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanıversin? İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir; olur ki iyi düşünürsünüz" (el-Bakara: 265-266) [41]

 

19-.......Ebû Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini temizlemiş; bununla onları bere­ketlendirmiş olasın.. " maâlindeki (et-Tevbe; 103) sadaka âyeti indiği za­man, biz arkamızda ücretle yük taşımağa (kazancımızdan sadaka verip bu sevaba ermeye) çalışırdık. Sahâbîlerden biri çokça bir para geti­rip sadaka olarak verdi. Bunu gören münafıklar: Bu murâîdir; gös­terişçidir; dediler. Sonra diğer bir kimse geldi ve bir sâ' hurma sadaka verdi. Bu defa da münafıklar:, Allah bu adamın bir sâ' sadakasından şübhesiz ganîdir, dediler. Bunun üzerine şu âyet indi: "Sadakalarda, bağışlarda bulunan müzminlerle (bir türlü), güçlerininyetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle (diğer türlü lâf atarak, kaş göz oyna­tarak) eğlenenler; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı-tıcı bir azâb da vardır** (et-Tevbe: 79) [42].

 

20-.......Ebû Mes'ûd el-rEnsârî (R) şöyle demiştir: (Sadaka -et-Tevbe: 103- âyeti inip de) Rasûlullah (S) bize sadaka ile emrettiği sı­ralarda (sadaka vermeye kudreti olmayan) herhangi birimiz çarşıya gider ve arkasında ücretle yük taşır da iki avuç hurma kazanırdı. (Ve bu kazancından sadaka verirdi). Ve şübhesiz bunlardan bâzılarının bu gün yüzbinlik serveti vardır [43].

 

21-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ma'kıl'dan işittim, şöyle dedi: Ben Adiyy ibn Hâtim(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben RasûluIlah(S)'tan işittim; "Bir hurmanın yarısı ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz" buyuruyordu [44].

 

22-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Bir kerre yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu vardı; bir şey istiyordu. O sırada yanım­da bir hurmadan başka birşey bulamadım. Ben kadına o tek hurmayı verdim. Kadın hurmayı iki çocuğu arasında taksim etti ve kendisi on­dan birşey yemedi. Sonra kalktı ve çıkıp gitti. Müteakiben yanımıza Peygamber girdi. Bu vak'ayı kendisine haber verdim. Peygamber (S): "Kadın erkek, herhangi bir kimse şu kız çocukları yüzünden herhangi bir suretle sıkıntıya uğratıhrsa o kız çocukları kendisi için cehennem ateşinden koruyan birer perde olurlar" buyurdu [45].     

 

11- Hangi Sadaka Daha Faziletlidir? ve Sıhhatli Cimri Kimsenin Sadakasının Fazileti) Babı

 

Yüce Allah'ın şu âyetleri bu mes'eleye hüccettir: "Herhangi birinize ölüm gelip de: Ey Rabb'im, beni yakın bir müddete kadar geciktirseydin de sadaka verip dursaydım, iyi adamlardan olsaydım, diyeceğinden evvel, size rızk olarak verdiğimiz şeylerden (Allah   -yolunda) harcayın" (ei-Munâfıkûn: ıo).              

"Ey îmân edenler, içinde ne bir alış veriş, ne bir dostluk, ne de şefaat (imkânı) bulunmayan bir gün gelmezden evvel, size verdiğimiz rızıktan (Hakk yolunda) harcayın. Kâfirler zulmedenlerin tâ kendileridir" (e) Bakara: 254) [46]

 

23-.......Bize Ebû Hureyre (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber(S)'e bir kimse geldi ve: Yâ Rasûlallah! Ecir ve sevâb yönünden hangi sadaka daha büyüktür? dedi. Rasûlullah: "Senin sıhhatli, son derece cimri olduğun, fakirlikten korkar ve zenginliği emel edinir bu­lunduğun hâlde verdiğin sadakadır. Can boğaza ulaşıp, bu malım fulân içindir, şu malım fulân kimse içindir deyinceye ve bunlarda mirasçı­ların oluncaya kadar sadakanı geriye bırakma!" buyurdu [47].

 

12- Bab [48]

 

24-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber'in kadınlarından bâzısı Peygamber'e hitaben: Hangimiz sana daha çabuk kavuşacak­tır? dediler. Peygamber (S): "Eli uzun olanınız" buyurdu. Bunun üze­rine Peygamber'in kadınları bir kamış endaze alıp kollarını ölçmeye başladılar. Şevde bintu Zem'a içlerinde en uzun kollu kadın idi. Fa­kat Rasûlullah'm vefatından sonra öğrendik ki, kolu uzun olan ka­dın, sadakası bol (eli açık) kadın demekmiş. Ve hakîkaten Sevde, içimizde Peygamberce ilk kavuşan kadın oldu. Ve Şevde sadaka ver­meyi severdi [49].

 

13- Aşikare Verilen Sadaka Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Mallarını gece gündüz, gizli ve aşikâr (Hakk yolunda) harcayanlar, işte onların Rabb Heri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur; onlar mahzun da olacak değillerdir" (el-Bakara: 274) [50]

 

14- Gizli Verieln Sadaka Babı

 

Ve Ebû Hureyre (R), Peygamber(S)'in:  "... Bir de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derecede gizli sadaka veren kimse" buyurduğunu söyledi. Yüce Allah da şöyle buyurdu:

"Eğer sadakaları aşikâre verirseniz o ne güzel; eğer  sadakaları gizler ve onları (bu suretle) fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. (Allah o  sebeble) günâhlarınızdan bir kısmını örter. Allah ne yaparsanız, ondan hakkıyle haberdârdır" (ei-Bakara: n\) [51]

 

15- Bab: İnsan Bilmiyerek Bir Zengine Sadaka Verdiği Zaman (Sadakası Makbuldür)

 

25-....... Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:

"(İsrail oğullarından) bir kimse: Yemîn olsun (bu gece) muhak­kak bir sadaka vereceğim, dedi ve sadakasıyle dışarı çıktı. Akabinde sadakasını (tesadüfen) bir hırsızın eline koydu. Sabaha ulaştıkların­da halk: Bir hırsıza sadaka verilmiştir, diye konuşurlar. Sadakayı veren (bu yanlış işten üzülmeyerek):

  Yâ Allah, hamd ancak sana mahsûstur (sadaka verdiğim için hamd ederim), dedi de yine: Allah 'a yemin olsun, muhakkak bir sa­daka vereceğim, deyip sadakasıyle dışarıya çıktı.

Bu defa da bilmeyerek sadakasını zina edici bir kadının ellerine koydu. Sabaha girdiklerinde halk: Zina edici bir kadına bu gece sa­daka verilmiş, diye konuşur dururlar. Sadaka veren kimse hiç aldır­mayarak:

  Yâ Allah, sadakamı bir fahişeye, yine senin irâdenle vermiş ol­duğum için, hamd ancak sana mahsûstur, dedi ve yine: Muhakkak bir sadaka vereceğine yemîn ederek, sadakasıyle dışarı çıktı. Bu se­fer de sadakasını bilmiyerek bir zenginin ellerine koydu. Sabaha gir­diklerinde halk: Bir zengine sadaka verilmiş diye konuşur oldular. Sadaka veren zât:

  Yâ Allah! Hırsıza, fahişeye, zengine sadaka verdiğim için de hamd ancak sana mahsûstur, dedi.

Ru'yâsında ona gelindi de şöyle müjdelendi:

— Hırsıza verdiğin sadakana gelince, umulur ki, o sadaka sebe­biyle hırsız hırsızlığından vazgeçer; temiz hayâta kavuşur. Fahişeye gelince, umulur ki, bu kadın da zinasından vazgeçip, temiz ve iffetli olur. Zengin kişiye gelince, umulur ki, bu zengin de aldığı sadaka­dan ibretlenip utanır da, Allah 'in kendisine ihsan eylemiş olduğu zen­ginliğinden fakirlere infâk etmeye başlar" [52].

 

16- Bab: İnsan Bilmiyerek Kendi Oğluna Sadaka Verdiği Zaman  [53]

 

26-....... Bize Ebu'l-Cuveyriye tahdîs etti. Ona da Ma'n ibnu Yezîd (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben babamın ve dedemin bera­berinde Rasûlullah ile bey'at ettim. Rasûlullah beni nişanladı ve ev­lendirdi. Ben Rasûlullah'a da'vâ arzettim. (O, bana hakk verdi.) Bir defa babam Yezîd, sadaka etmek üzere bir takım altın paralar çıkar­dı da bunları kendi nâmına tasadduk edivermesi için mescidde bir ada­mın yanma koydu. Sonra ben geldim, o adamdan bu altınları aldım da, babamın yanına bu altınlarla geldim. Bunun üzerine babam:

— Vallahi bu altınları sana verilsin diye bırakmadım, dedi ve al­tınları almak istedi.

Ben de Rasûlullah'a bu da'vâyı arzettim. Rasûlullah (S) baba­ma hitaben:

  "Yâ Yezîd, niyet ettiğin sadaka sevabı sana âiddir; (bana karşı da:) Yâ Ma'n, aldığın sadaka paraları da senindir" buyurdu [54].

 

17- (Rağbet Edilecek Sadaka Bizzat Kendi) Sağ Eliyle Verilen Sadakadır Babı

 

27-.......BanaHubeyb ibnu Abdirrahmân, HafsibnÂsım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki. Peygamber (S) şöyle buyur­muştur: "Yedi sınıf insan vardır ki, Allah kendi gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan kıyamet gününde, bunları kendi arşının göl­gesinde gölgelendirir: Âdil imâm (yânî devlet başkanı); Allah'a ibâ­det ederek temiz bir hayât içinde serpilip büyüyen genç; gönlü mescidleresevgiyle bağlanmış olan namâzlı kimse; Allah içirt sevişen ve bu sevgi ile birleşip, bu sevgi ile ayrılan iki kişi; içtimaî mevkf sa­hibi ve güzelliği olan bir kadın tarafından çağınlıp da kadınlığını ken­disine arz ettiğinde; 'Ben Allah 'tan kor/carım' cevabiyle karşılık veren er kişi; sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren zengin kişi; insanlardan tenhâ (boş) olarak Allah 'ı anıp gözleri yaş döken takvâlı kişi" [55].

 

28-.......Ben Harise ibn Vehb eI-Huzâî(R)'den işittim, şöyle di­yordu: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Sizler sa­dakalarınızı veriniz. Çünkü sizin üzerinize öyle bir zaman gelecektir ki, o vakit insan kendi sadakasıyle yürür de vermek istediği kimse: Sen bu sadakayı dün getirmiş olaydın ben onu senden kabul eder alır­dım, amma bu güne gelince artık benim için ona hiçbir ihtiyâç yok­tur, der"[56].

 

18- Sadakasını Bizzat Kendisi Vermeyip de Hizmetçisine Vermesini Emreden Kimse Babı

 

Ve Ebû Mûsâ (R), Peygamber'in "O (yânî hizmetçi) sadaka veren iki kimsenin birisidir" buyurduğunu söyledi [57].

 

29-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

"Kadın evinin yiyeceğinden, aile dirliğini bozucu olmayarak (israf etmeyerek) infâk ve ikram ettiğinde, in/âk etmesi sebebiyle kadın için bu in/âkın sevabı vardır, bu malı kazanması sebebiyle kocası için de sevabı vardır, bu malı bekleyen bekçi için de bir o kadar sevâb var­dır. Bunlardan bâzısının ecri, diğerlerinin sevabından hiçbirşey eksiltmez" [58].

 

19- Bab: Sadaka Ancak Bir Zenginlik Üzerinden Verilir [59]

 

Kendisi ihtiyâçh yâhud ailesi muhtaç yâhud da üzerinde borç bulunan kimse bu hâlde sadaka vermeğe kalkarsa; borcun ödenmesi sadaka vermekten, köle âzâd etmekten ve hibe yapmaktan daha hakklıdir. Borçlunun sadaka vermesi, köle âzâd etmesi ve hibe yapması merdûddur. Böylesi için insanların' mallarını telef etmek hakkı yoktur [60].

Peygamber (S) de: "Her kim halkın mallarım telef etmek isteyerek borç alırsa, Allah onu telef eder" buyurdu [61]. Ancak, kendisi sabr edicilikle tanınmış olup da, kendisinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile başkalarını kendi nefsine tercih edebilecek kimseler, bu hâlde sadaka verebilirler; Ebû Bekr'in bütün malını sadaka yaptığı zamanki fiili gibi. Ensâr da bu şekilde muhacirleri kendi nefislerine tercih etmişlerdi [62].

insanların mallarını zayi' ve imha etmeye hiçbir hakkı yoktur [63].

Ve Ka'b ibn Mâlik (R) dedi ki: Ben: Yâ Rasûlallah, günâhlarımdan tevbe ettim. Allah'ın rızâsına ve Rasûlü'nün sevgisine ermek için bütün malımı sadaka yaparak, malımdan tamâmiyle soyunmam da bu tevbemdendir, dedim. Rasûlullah: "Sen malının bir kısmını kendin için alıkoy. Bu senin için hayırlı bir harekettir" buyurdu. Ben Hayber'deki payımı elimde tutuyorum, dedim [64].

 

30-.......ez-Zuhri şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'I-Müseyyeb ha­ber verdi. O Ebû Hureyre'den işitmiştir. Peygamber (S): "Sadaka­nın hayırlısı bir zenginlik üzerinden ayrılıp verilendir. İnfâk ve îasadduka da nafakası üzerine vâcib olan kimse ile başla" buyurmuş­tur [65].

 

31-.......BizeHişâm, babası Urve ibn Zubeyr'den; o da Hakîm ibn Hızâm(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüksek el, alçak elden hayırlıdır. Sadaka vermeye nafakası üzerine vâcib olanlara ihsan ile başla. Sadakanın hayırlısı (yânı kâmil olanı) bir zenginlik üzerinden verilenidir. Dilenmekten ve çirkin işlerden çe­kinip iffetli kalmak isteyeni Allah iffetli kılar; insanlardan müstağni olmak isteyeni de Allah zengin kılar" [66].

 

32- Bize Ebu'n-Nu'mân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtryânî'den; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Ben Peygamber{S)'den işittim, demiştir.

H ve bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da Abdullah ibnUmer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) minber üzerinde iken sadakayı, iffetli kalmaya çalışmayı ve isteyiciliği zikre­dip: "Yüksek el alçak elden hayırlıdır. Çünkü yüksek el infâk edici (yânî verici), alçak el ise isteyici eldir" buyurmuştur [67].

 

20- Bir İnsana Verdiği Şeyleri Sayıp Söylemek Suretiyle Başa Kakan Kimse(nin Kötülüğü) Babı

 

Çünkü Allah'ın şu kavli vardır: "Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının arkasından bir başa kakış ve bir eziyet takıp katmayanlar, onların Rabb yleri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir onlar" (ei-Bakara: 262) [68]

 

21- Sadakayı Gününden Geciktirmeyip Acele Vermeyi Seven Kimse Babı [69]

 

33-.......Ukbe ibnu'l-Hâris (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Pey­gamber (S) bize ikindi namazını kıldırdı. Acele gitti, sonra evine girdi. Akabinde çok geçmeden cemâatin yanına çıktı. Benim tarafımdan yâhud başka biri tarafından bu sür'atli girip çıkmasının sebebi kendi­sine söylendi. Bunun üzerine Rasûlullah: "Evde sadakadan bir mık-dâr altın geriye bırakmıştım. Onu bu gece evde bulundurmamı istemedim de hemen onu taksim ettim" buyurdu [70].

 

22- Sadaka Vermeye Teşvik Etmek ve Sadaka Verilmesi Hususunda Şefaat ve Delalet Eylemek Babı

 

34-.......Bize Adiyy (ibn Sabit), Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs et­ti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir bayram günü (musallaya) çıktı ve yalnız iki rek'at namaz kıldırdı. Ondan evvel de, sonra da hiçbir namaz kılmadı. Sonra yanında Bilâl olduğu hâlde ka­dınların bulunduğu tarafa meyi etti de, onlara va'z etti ve onlara sa­daka vermelerini emreyledi. Bunun üzerine kadınlar bilezikleri, altın, gümüş halka ve küpeleri atmaya başladılar [71].

 

35-.......Bize Ebû Burde, İbnu Mûsâ(R)'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kendisine bir isteyici geldiğinde yâhud ken­disinden herhangi bir hacet istenildiğinde bize: "Siz de (bu işin mey­dana gelmesi için bana) delâlet ediniz, ecre nail olursunuz. Gerçi A Hah, Peygamber'inin dili üzerine (yânı onun niyaz ve şefaati üzerine) ne di­lerse onu yerine getirecek(infâz eyleyecik)" buyurdu [72].

 

36-.......Bize Abdetu (ibnu Süleyman), Hişâm'dan; o da Fâtıma (bintu'l-Munzir)'dan haber verdi ki, Ebû Bekr kızı Esma şöyle demiştir: Peygamber (S) bana: "Kesenin ağzını iple boğma, senin üze­rine de nasibin bağlanıp boğulur" buyurdu [73].

 

37-.......Bize Usmân ibnu Ebî Şeybe, Abdet'ten yukarıdaki senedle tahdîs etti. Bu rivayette Peygamber, Esmâ'ya: "Malım sayıp zabtetme! Allah da sana nimetlerini sayıp zabteder" buyurmuştur [74].

 

23- Sadaka, İnsanın Gücü Yettiği Mikdarda(Verilmeli)dir Babı

 

38-.......Bize Ebû Âsim, İbnu Cureyc'den tahdîs etti. (Buhârî dedi ki) H ve yine bana Muhammed ibnu Abdirrahîm, Haccâc ibn Muhammed'den tahdîs etti ki, İbnu Cureyc şöyle demiştir: Bana İb­nu Ebî Muleyke, Abbâd ibn Abdillah ibni'z-Zubeyr'den haber ver­di. Abbâd'a da babası Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Esmâ'dan şöyle haber vermiştir. Ebû Bekr'in kızı Esma bir defasında Peygamber'in yanına geldiğinde, Peygamber (S) ona hitaben: "Sakın çömlekte para sak­lama! Saklarsan, Allah da sana karşı ni'metini saklayıp tutar. (Ey Esma), gücün yettiği kadar\az olsa da sadaka ver"buyurmuştur [75].

 

24- Bab: Sadaka Günahı Örter

 

39-....... Bize Cerîr, el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den tahdîs etti ki, Huzeyfe (R) şöyle demiştir: Umer: Rasûlullah'ın fitneden bah-, seden hadîsini hanginiz ezberinde tutuyor? diye sordu [76]. Huzeyfe de­di ki: Onu Rasûlullah'ın dediği gibi ben ezberimde tutuyorum, dedim. Umer: Sen O'na (yânı Rasûlullah'a) karşı çok cesursun. Peki nasıl­dır? dedi. Huzeyfe dedi ki: "İnsanın ailesi, çocukları, komşusu yüzün­den uğradığı fitneyi namaz kılmak, sadaka vermek ve iyilik etmek örter" dedim. -Râvî Süleyman ibn Mıhrân el-A'meş: Ebû Vâil bâzan "Namaz kılmak, sadaka vermek, iyiliği emretmek ve kötülükten neh-yetmek... " şeklinde söylemiştir, dedi [77].- Umer: Hayır; sormak iste­diğim bu fitne değil, lâkin denizin dalgalanması gibi dalgalanacak olan fitneyi sormak istiyorum, dedi. Huzeyfe dedi ki: Ey Mü'minlerin Emî-ri, o fitneden senin üzerine birşey yoktur; seninle onun arasında ki­litli bir kapı vardır, dedim. Umer: O kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı? diye sordu. Huzeyfe dedi ki: Hayır, açılmıyacak; fakat kırıla­cak, dedim. Umer: Şübhesiz olan şu ki, o kapı kırıldığı zaman ebe­den (yânî kıyamete kadar) kilitlenemez, dedi. Huzeyfe dedi ki: Ben evet, dedim. Râvî Şakîk şöyle dedi: Biz Huzeyfe'ye: Kapı kimdir? diye sormaktan korktuk da, Mesrûk'a: Bunu Huzeyfe'den sen sor, dedik. Şakîk dedi ki: Mesrûk bunu Huzeyfe'ye sordu. Huzeyfe: (Ka­pı) Umer(R)'dir, dedi. Şakîk dedi ki: Biz Huzeyfe'ye: Peki Umer se­nin kasdettiğin kimsenin kendisi olduğunu bildi mi? dedik. Huzeyfe: Evet; yarından evvel bir gece bulunduğunu bildiği gibi. Bunun sebe­bi şudur: Çünkü ben ona içinde yalan yanlış olmayan bir hadîs söy­ledim, dedi [78].

 

25- Müşrilik Halinde İken Sadaka Veren, Sonra da Müslüman Olan Kimse(?) Babı [79]

 

40-....... Hakîm ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Ben:

— Yâ Rasûlallah! Câhiliyet devrinde kendileriyle ibâdet edegel-mekte olduğum sadaka vermek, köle âzâd eylemek, hısımlık bağım devam ettirmek nev'inden bir takım işler hakkında ne düşünürsün? Bu işlerde benim için ecr ve sevâb var mıdır? dedim.

Peygamber (S):

  "Sen, geçmiş olan hayırların üzerine İslâm'a girdin" buyur­du [80].

 

26-Hizmetçi, Efendisinin Emri İle, Serveti Bozucu Olmayarak Sadaka Verdiği, Zaman. Bu Hizmetçinin de Sevab Alacağı Babı

 

41-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

"Kadın, kocasının yiyeceğinden, bozguncu olmayarak sadaka verdi­ği zaman, bu sadakadan dolayı kadının bir ecri olur. Bu malı kazan­dığı için kocasının da ecri, bu malın bekçisinin de bunun kadar bir ecri olur" [81].

 

42-.......Ebû Mûsâ (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "Efendisinin emrini tam olarak yerine getirecek olan -Belki de şöyle buyurdu: Efendisi tarafından kendisine emredilen sa­dakayı tamamen, derhâl ve gönül hoşluğu ile, verilmesi emrolunan kişiye verip teslim edecek olan-müslim, emniyetli bekçi, sadaka ve­ren iki hayır sahibinden birisidir" [82].

 

27- Kadın (Aile Servetini) Bozguncu Olmayarak Kocasının Evinden Sadaka Verdiği Yahud (Örfe Göre Ailesine, Konuklarına) Yedirdiği Zaman Bu Kadının da Sevabı Olacağı Babı

 

43-.......Bize Mansûr ile el'A'meş, Ebû Vâü'den; o da Mesrûk'tan; o da Âişe'den, Peygamber'in: "Kadın, kocasının evinden sada­ka verdiği zaman.." hadîsini tahdîs etti. H yine bize Umer ibnu Hafs tahdîs edip şöyle dedi: Bize babam Hafs ibnu Gıyâs tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-A'meş, Şakîk'tan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kadın, kocasının evinden bozguncu olmayarak yedirdiği zaman kendisi için bir ecir, kocası için de onun benzeri bir ecir vardır. Malı muhafaza eden hâ­zin için de bunun kadar bir ecir vardır. Kocasına malı kazandığın­dan ötürü, kadına ise infâk ettiğinden dolayı ecir vardır" [83].

 

44........ Bize Cerîr, Mansûr'dan; o da Şakîk'tan; o da Mesrûk'­tan; o da Âişe(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Kadın, kendi evinin yiyeceğinden, bozguncu olmayarak infâk ettiği zaman, kadın için bu infâkın sevabı vardır. Bu malı kazanmasından dolayı kocası­na; muhafaza ettiğinden dolayı da bekçiye bunun kadar sevâb vardır" buyurmuştur [84].

 

28- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:       

 

"Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona o en güç olanı hazırlarız" (ei-    'M

Leyi: 5-10)                                                        

' "Yâ Allah! Mal harcayana bir bedel ver!" [85]     

45-.......Ebu'l-Hubâb, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Kulların kendisinde sabaha erdiği her bir günde muhakkak iki melek iner. Bu iki melekten biri: Yâ Al­lah! İnfâk ediciye bir bedel ver, der. Diğeri de: Yâ Allah! (Malı) tu­tucu olana telef ver, diye beddua eder" [86].

 

29- Sadaka Verip Duran Cömert Kimse İle Cimrinin Meseli Babı

 

46-.......Bize Abdullah ibn Tâvûs, babası Tâvûs'tan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre şöyle demiştir: Peygamber (S): "Cimri ile sadaka verici cömert kişinin örneği, üzerlerinde demirden cübbeleri bulunan şu iki kişinin örneği gibidir..." buyurdu.

H ve yine bize Ebû'l-Yemântahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb haber verip şöyle dedi: Bize Ebu'z-Zinâd tahdîs etti. Ona da Abdur-rahmân el-A'rec, Ebû Hureyre'den işittiğini tahdîs etmiştir. Ebû Hu-reyre (R) de Rasûlullah'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Cimri ile infâk eden cömert kimsenin meseli, üzerlerinde memelerinden köp­rücük kemiklerine kadar demirden birer cübbeleri bulunan iki kişi­nin meseli gibidir. Cömert kişi in/âk etmeğe davranınca, muhakkak demir cübbe cildi üzerinde tâ ayak parmaklarım örtecek ve ayak iz­lerini silecek kadar uzar yâhud bollanır. Cimri kişiye gelince, o her­hangi birşey in/âk etmek isteyince muhakkak demir cübbenin herbir halkası kendi yerine yapışır. Cimri kişi bu dar cübbeyi genişletmeye çalışır, fakal o genişlemez" [87]

İki cübbe hakkındaki bu hadîsi Tâvûs'tan rivayet etmekte el-Haşen ibnu Müslim, Tâvûs'un oğluna mutâbaat etmiştir. Hanzala ibn Ebî Sufyân, Tâvûs'tan yaptığı kendi rivayetinde "Cunnetân = İki zırh" demiştir. el-Leys ibn Sa'd da şöyle dedi: Bana Ca'fer ibn Ra-bîa tahdîs etti ki, Abdurrahmân ibn Hürmüz şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre'den işittim; o, Peygamber(S)'den "Cunnetân = İki zırh" diye söyledi [88].                                                                               

 

30- Çalışıp İş Yapmakla Kazanılandan ve Ticaretten Sadaka Vermek Babı

 

Bunun delili Yüce Allah'ın şu kavlidir: "Ey îmân edenler, hakk yolunda harcamayı » kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden \ çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek âdî, bayağı şeyleri vermeye yellenmeyin. Bilin ki, şübhesiz Allah herşeyden müstağnidir, asıl hamde lâyık olan O'dur"(ei-Bakara: 26?) [89].

 

31- Bab: Her Müslüman Üzerine Sadaka Vermek Vacibdir

 

Sadaka edecek mal bulamayan ise (dînce işlenmesi) iyi tanınan iş yapsın [90].

 

47-....... Ebû Mûsâ el-Eş'arî(R)'den: Peygamber (S):

— "Her müslümân üzerine sadaka vermek vâcibdir" buyurdu.

Orada bulunan sahâbîler:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Sadaka edecek birşey bulamazsa (ne yapar)? dediler.                                                                               

Rasûlullah:

  "Eliyle çalışır; elinin emeğiyle kazandığından hem kendini fay­dalandırır, hem de sadaka verir" buyurdu.

Sahâbîler:

  Çalışmaya da gücü bulunmazsa? dediler.

Rasûlullah:                                                                                

  "İhtiyâç sahibine, bunalmış mazluma yardım eder "buyur­du.

  Buna da güç bulamazsa (ne yapar)? dediler. Rasûlullah:

  "Ma'rûf(yâm hayır) işlesin, şenden kendini tutsun. Çünkü bu da o kimse için bir sadakadır'1 buyurdu [91].

 

32- Bab: Zekattan Ne Mikdar ve Sadakadan Ne Mikdar Verilir?                         

 

Bir zekâttık koyunu tamamen bir fakire veren kimse(nin hükmü nedir)? [92]

 

48-.......Ümmü Atıyye Nuseybe el-Ensâriyye (R) şöyle demiş­tir: Ensâriyye Nuseybe'ye (yânı bana: Zekât malından) bir koyun gön­derilmişti. Ben Nuseybe de bu koyunun etinden bir parça Âişe'ye göndermişti. Bu sırada Peygamber (gelip):

  "Yanınızda yiyecek birşey var mı?" diye sordu.

Âişe dedi ki:

  Benim yanımda birşey yoktur, yalnız Nuseybe'nin şu zekât koyunundan (bana) gönderdiği bir parça et vardır, dedim.

Peygamber:

  "Haydi getir! Zekât yerine ulaşmıştır" buyurdu [93].

 

33- Gümüşün Zekatı Babı [94]

 

49-....... Yahya ibn Umâre şöyle demiştir: Ben Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den işittim, o şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "En aşağı üçer yaşında beş deveden aşağısında zekât yoktur. Beş ûkıyye-den (yânı ikiyüz dirhemden) az mikdârdaki gümüşte zekât yoktur. Beş vesk mikdârının altındaki (hurma, üzüm ve hububat) mahsûlle­rinde de zekât yoktur" [95].

 

50-.......Ebû Saîd (R): Ben Peygamber(S)'den bu hadîsi işittim, demiştir [96].

 

34- Zekatta Arz (Yanı Nassla Ta'yin Edilmiş Olanın Kıymetinde Bir Metal) Verilmesi Babı [97]

 

Ve Tâvûs dedi ki: Muâz ibn Cebel (R) Yemen ahâlîsine:

Bana zekâtta elbise, hamîs yâhud lebîs denilen metâ'Iarı, arpa ve darı yerine zekât olarak getirin. Bu size daha kolay ve Peygamberin Medine'deki sahâbîleri için de daha hayırlı ve daha yararlıdır, dedi [98].

Ve Peygamber (S): "Hâlid'e gelince, o zırhlarını, silâh ve binek gibi harb araç ve gereçlerini Allah yolunda (kullanmaya hazırlayıp) habs yânı vakfetmiştir" buyurdu " [99].

Ve yine Peygamber, farz olan zekâtı, farz olmayanından ayırmaksızın: "Ey kadınlar! Siz de velev zînet eşyalarınız cinsinden olsa da, sadaka veriniz" buyurdu. Bu emr üzerine kadın taifesi küpelerini, sihâb denilen altınsız, gümüşsüz gerdanlıklarını atmaya başladılar. Peygamber harcama yeri i'tibâriyle altın ve gümüşe, diğer metâ'lardan ayrı bir hususiyet vermemiştir [100].

 

51-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr es-Sıddîk (R), Enes ibn Mâlik'e (zekât âmili ta'yîn ettiğinde), Allah'ın kendi Rasûlü'ne (alınmasını) emrettiği mikdârları açıklayan bir mektûb yazmıştı (ki, şunlar o mektûbdandır): Kimin zekâtı bir yaşını doldur­muş bir dişi deveye ulaşırsa ve mal sahibinin yanında bu sıfatta deve bulunmaz da yanında iki yaşında bir dişi deve bulunursa, mal sahi­binden zekât olarak bu hayvan kabul edilir de zekât tahsildarı (yaş farkını telâfi için) mal sahibine ya yirmi dirhem, yâhud iki koyun verir. Mal sahibi yanında bir yaşında bir dişi deve bulunmaz da iki yaşında erkek deve bulunursa, bu da o kimseden zekât olarak kabul edilir. Fakat fark olarak birşey verilmez [101].

 

52-.......Bize İsmâîl ibn Uleyye, Eyyûb es-Sahtıyânî'den tahdîs etti ki, Atâ ibn Ebî Rebâh şöyle demiştir: İbn Abbâs (R) şöyle dedi: Ben Rasûlullah üzerine şehâdet ederim ki, O elbette ve muhakkak bay­ram namazını hutbeden önce kıldırmıştır. Sonra kendisi kadınlara hut­besini işittiremediğini düşündü de yanında Bilâl, eteğini yaymış olduğu hâlde, kadınların yanına geldi. Onlara va'z etti ve sadaka ver­melerini emreyledi. Bu emr üzerine kadın taifesi, artık (halka, ger­danlık ne varsa) Bilâl'ın eteği içine atmaya başladılar. Râvî Eyyûb eliyle kulağına ve boğazına işaret edip (bunlarda bulunan küpe, hal­ka ve gerdanlığı kasdettiğini) göstermiştir [102].

 

35- Bab: "Ayrı Ayrı Bulunan Zekat Malları Bir Araya Toplanmaz; Toplu Olanların da Arası Ayrılmaz"

 

Ve Sâlim'den; o da babası İbn Umer'den; o da Peygamber(S)'den bu başlığın benzeri olan hadîs zikredilir [103].

 

53-.......Enes ibn Mâlik şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr (R), Rasûlullah'ın takdir buyurduğu zekât mikdârına âid Enes ibn Mâlik'e yazdığı mektûbda: Zekât (artar veya eksilir) endîşesiyle, ayrı ayrı bu­lunan zekât malları bir araya toplanmaz; toplu bulunanların arası da ayrılmaz, diye yazmıştır [104].

 

36- Bab: "Karışık İki Sürüden Oluşan Ortaklı Bir Sürünün Zekatı Hususunda, Bu Karışık Sürünün İki Sahibi Kendi Aralarında Adalet Gereğince Birbirlerine Müracaat Ederler" [105].

 

Tâvûs ibn Keysân ile Atâ ibn Ebî Rebâh da: İki ortaktan herbiri ortaklı maldaki hisselerini bilebilirler ve ayırdedebilirlerse, zekât hususunda bu ortakların malları cem' olunmaz, demişlerdir [106].

Sufyân es-Sevrî de:

İki ortaktan birisinin kırk, öbürüsünün de kırk koyunu tamâm olmadıkça, zekât vâcib olmaz, demiştir [107].

 

54-.......Enes (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr, Rasûlullah'ın takdîr buyurduğu zekât mikdârına dâir Enes'e şunu da yazmıştır: "Herhangi iki karışık sürüden oluşan ortaklı bir sürünün zekâtı hu­susunda, bu karışık sürünün iki sahibi, kendi aralarında adalet gere­ğince birbirlerine müracaat ederler" [108].

 

37- Deve Zekatı Babı

 

Bu deve zekâtı hadîsini Ebû Bekr, Ebû Zerr  ve Ebû Hureyre (R) Peygamber(S)*den zikretmişlerdir [109].

 

55-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Bir A'râbî, Rasülullah'a hicretten sordu. (Medîne'ye hicret edeyim mi? dedi). Ra-sûlullah: "Sanayazık; hicret etme! Çünkü hicret işi çok çetindir. Senin deve nev'inden zekâtını vermekte olduğun malın var mıdır?" buyur­du. A'râbî: Evet, vardır, diye cevâb verdi. Rasûlullah (S): "Öyle ise sen, denizlerin ötesinde (bulunsan da) çalış. Çünkü Allah senin çalış­mandan hiçbir şeyi asla terketmeyecektir" buyurdu [110].

 

38- Yanındaki Develerin Zekatı Bintu Mehad'a Ulaşan; Fakat Yanında Bintu Mehad Bulunmayan Kimse Babı

 

56-.......Enes (R) şöyle tahdîs etmiştir; Ebû Bekr (R), Enes ibn Mâlik'e, Allah'ın kendi Rasûlü'ne emretmiş olduğu zekât farizası mik-dârlarıni şöyle yazdı:

"Kim ki yanında bulunan develerinin sayısı bir cezea zekât ni­sâbına ulaşır, develeri arasında cezea bulunmaz da hıkka bulunursa, (zekât âmili tarafından) o kimseden hıkka kabul edilir [111]. Mal sahi­bi bu hıkka ile birlikte (noksanı telâfi için zekât me'mûruna) iki ko­yun vermek mal sahibi için kolay olursa ya iki koyun verir yâhud da yirmi dirhem gümüş verir. Bir kimsenin mâlik olduğu develeri bir hıkka zekât nisâbına ulaşır, develeri arasında hıkka bulunmaz da cezea bu­lunursa, (zekât me'mûru tarafından) o kimseden cezea kabul edilir ve zekât me'mûru bu cezea île birlikte mal sahibine yirmi dirhem gü­müş, yâhud iki koyun verir. Her kimin mâlik olduğu develerin zekâ­tı bir hıkka zekât nisâbına ulaşır, yanında da yalnız bintu lebûn bulunursa, (zekât âmili tarafından) o kimseden bintu lebûn kabul edilir. Ve mal sahibi yâ iki koyun yâhud yirmi dirhem verir. Yine her kimin develerinin zekâtı bir bintu lebûn zekât nisâbına ulaşır, deve­leri içinde hıkka bulunursa, (zekât me'mûru tarafından) mai sâhibin-.den bu hıkka kabul edilir. Ve zekât me'mûru mal sahibine ya yirmi dirhem, yâhud da iki koyun verir. Yine her kimin develerinin zekâtı bir bintu lebûn zekât nisâbına ulaşır, develeri arasında bintu lebûn bulunmaz da bintu mehâd bulunursa, o kimseden zekât olarak bintu mehâd kabul edilir. Ve mal sahibi bintu mehâd'm beraberinde ya yirmi dirhem, yâhud iki koyun verir" [112].

 

39- Koyun Cinsinin Zekatı Babı

 

57-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: EbûBekr(R), Enes ibn Mâlik'i Bahreyn'e zekât âmili olarak gönderdiği zaman, onun için şu kitabı (yânî mektubu) yazmıştır [113].

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle. "İşte bu, Allah'ın kendi Rasûlü'ne emrettiği ve Rasûlullah'ın müsîümânlar üzerine takdir ve ta'yîn buyurduğu zekât farîzasıdır. Her­hangi bir müslümândan bu kitâbda bildirilen mikdârlar veçhiyle zekât istenirse, o müslümân bu zekâtım versin. Bundan fazlası istenirse (ziyâdeyi) vermesin!

"Deveden yirmidört tanesinde ve bundan aşağısında koyun ola­rak (vâcib olan zekât), her beş devede bir koyundur.

"Deve sayısı:

25'e erişince, 3Ve kadar dişi bir bintu mehâd;

36'ya erişince, 45'e kadar dişi bir bintu lebûn;

46'ya erişince, 60'a kadar boğur basacak bir hıkka;

61'e erişince, 75'e kadar      "         "      bir cezea;

76'ya erişince, 90'a kadar iki tane bintu lebûn;

91'e erişince, 120'ye kadar boğur basacak iki hıkka zekât ver­mek vâcib olur.

"Deve sayısı yüzyirmiden fazla olunca, her kırk devede bir tane bintu lebûn, ve her elli devede bir hıkka zekât vardır. Beraberinde dört tane deveden başka bulunmayan kimseye gelince; bu mikdâr de­vede zekât yoktur. Ancak deve sahibi, kendi isteği ile verebilir. Deve sayısı beşe ulaşınca da bir koyun zekât vermek vâcib olur.

"Senenin birçok günleri yaylakta güdülen koyunun zekâtında, koyun sayısı kırk olunca, yüzyirmiye kadar bir koyundur. Yüzyirmi­den ziyâdede de, ikiyüze kadar iki koyundur. Koyun sayısı ikiyüz-den fazla olursa, üçyüze kadar üç koyundur. Koyun sayısı üçyüzden fazla olunca, her yüz koyunda bir koyun zekât vardır. Bir kimsenin de yayılır koyunu, kırktan bir koyun noksan olursa, bu noksan ko­yunda zekât yoktur. Ancak koyun sahibi isterse kendiliğinden nafile olarak verebilir.

"(İkiyüz dirhem) gümüşte de onda birin dörtte biri (yânî kırkta bir mıkdârı) zekât vâcibdir. Gümüş mıkdârı yüzdoksan dirhemden başka olmazsa, bunda da zekât yoktur. Ancak gümüş sahibi isterse kendiliğinden nafile olarak verebilir" [114].

 

40- Bab: Zekatta Malın Yaşlısı, Ayıplısı ve Döl Hayvanı Alınmaz: Ancak Zekat Me'mürünun (Bunlardan Almak) Dilemesi Müstesna

 

58-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ebû Bekr (R), Allah'ın kendi Rasûlü'ne (takdirini) emrettiği zekât mikdârlannı Enes ibn Mâlik için yazdı (Şu hükümler de ondandır): "Ve zekât vermek­te malın yaşlısı, ayıplısı (koç ve teke gibi) döl hayvanı çıkarılmaz. An­cak zekât me'mûrunun bunları almak dilemesi müstesna" [115].

 

41- Zekatta (Bir Yaşını Bitirmiş) Dişi Keçi Oğlağının Zekat Olarak Alınması Babı

 

59-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R): Eğer bunlar Rasüluîlah'a ödeyegeldikleri bir dişi oğlağı benden men' eder vermezlerse, bunun men' edilmesine karşı muhakkak onlarla mukaa-tele ederim, dedi. Umer (R) de şöyle dedi: Ben Ebû Bekr'in bu hük­münü, başka değil; ancak Allah'ın Ebû Bekr'in gönlünü harb etmeye açıp genişletmesi olarak gördüm. Ve öğrendim ki, bu muharebe hakktır [116].

 

42- Bab: Zekatta, Halkın Mallarının En İyileri Zekat Olarak Alınmaz

 

60-....... Ebû Ma'bed'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Muâz ibn Cebel'i Yemen'e vâlî gönderdiğ iza-mân, ona şöyle buyurdu: "Ey Muâz, sen Kitâb Ehli olan bir kavim üzerine vâlî gidiyorsun. Allah'a ibâdet etmek, onları çağıracağın ilk şey olsun. Onlar Allah'ı tanıdıkları zaman, Allah'ın onlara gündüz ve geceleri içinde beş namaz farz kılmış olduğunu haber ver. Onlar bu namazları ifâ ettikleri zaman da, Allah'ın onlara mallarından alı­narak fakirlerine verilecek olan bir zekât vergisi farz eylediğini onla­ra haber ver. Ve sen, insanların mallarının en iyilerini almaktan da sakın" [117].

 

43- Bab: Beş Deveden Aşağısında Zekat Yoktur

 

61-.......Bize Mâlik, Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Ebî Sa'-saa el-Mâzinî'den; o da babasından; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Beş vesk mıkdâ-rından aşağıdaki hurmada zekât yoktur. Beş ûkıyye (yânî ikiyüz dir-hsmyden az mıkdârdaki gümüşte zekât yoktur. En aşağı üçer yaşında beş deveden aşağısında da zekât yoktur" [118].

 

44- Sığır Zekatı Babı

 

Ve Ebû Humeyd Abdurrahmân es-Sâidî (R) şöyle dedi: Peygamber (S):

"Yemîn olsun, ben sizden herhangi bir kimsenin, böğürmesi olan bir sığır ile Allah'ın huzuruna gelişini muhakkak tanırım..." buyurdu [119].

Buhârî: "Huvâr" yerine, cîm ve hemze ile "Cuâr" dahî denilir. "Tec'erûne", sığırın böğürmesi gibi sesinizi yükseltirsiniz, demektir, dedi [120].

 

62-....... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben bir defasında Peygamber'in yanına vardım. O: "Nefsim elinde olana" yâhud: "Ken­disinden başka hiçbir ilâh bulunmayana" diye; yâhud da nasıl yemîn ettiyse öyle yemîn etti de, şöyle buyurdu: "Develeri yâhud sığırları yâhud koyunları olup da, bunlardaki Allah hakklarım ödemeyen her­kese, muhakkak kıyamet günü bu hayvanlar, olabilecekleri en iri ve en semiz halleriyle getirilecekler de ayaklarıyla sahihlerini çiğniyecek, boynuzlarıyle de ona toslayacaklardır. Bütün insanlar arasında hükm olununcaya kadar o sürülerin sonları her geçtikçe, ön tarafları tek­rar o adam üzerine döndürülecektir" [121].

Bu hadîsi Bukeyr, Ebû Salih Zekvân'dan; o da Ebû Hureyre'-den; o da Peyganıber'den rivayet etmiştir [122].

 

45- Yakınlara (Yani Hısımlara) Verilen Zekat Babı

 

Ve Peygamber (S):  "Hısımına veren için iki ecr vardır: Hısımlık ecri, sadaka ecri" buyurdu [123].

 

63-......Bize Mâlik, Abdullah ibnu Ebî Talha'nın oğlu İshâk'tan haber verdi ki,o,Enes ibn Mâlik (R) şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha, Medîne'de hurmalık mal cihetiyle Ensâr'ın en zengini idi. Ken­disine mallarının en sevimlisi de Beyruhâ (denilen bûstânı) idi. Bey-ruhâ, Mescid'in karşısında idi. Rasûlullah (S) da Beyruhâ'ya girer ve onun içindeki güzel sudan içerdi. Enes dedi ki: Şu "Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş ol­mazsınız. Her ne infâk ederseniz, şübhesiz Allah onu bilicidir" (Âiu imrân: 92) âyeti inince, Ebû Talha kalkıp, doğru Rasûlullah'a geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz çok mübarek ve çok yüce olan Al­lah "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş ol­mazsınız... "buyuruyor. Bana malımın en sevgili olanı ise Beyruhâ'dır. Beyruhâ, Allah için sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve onun Allah katında bir âhiret azığı olmasını umud ediyorum. Yâ Rasûlallah! Bu bustânımı Allah'ın sana gösterdiği münâsib cihete koy, sarfet, dedi. Enes dedi ki: Bu söz üzerine Rasûlullah:

  "Ne hoş! İşte bu kazançlı bir maldır. İşte bu kazançlı bir mal­dır. Ben senin söylediğin sözü işitmişimdir. Ben bu bustânı yakınla­rına tahsis etmeni uygun görürüm" buyurdu.

Ebû Talha da:

  Yâ Rasûlallah, ben de senin arzun gibi yaparım, dedi.

Ve Ebû Talha Beyruhâ'yı yakınları ve amca oğulları arasında tak-sîm etti [124].

Bu hadîsi rivayet etmekte Ravh da Abdullah ibn Yûsuf'a mutâ-baaî etti. Yahya ibn Yahya ile İsmail'in İmâm Mâlik'ten gelen riva­yetlerinde "Râbih" yerine "Râyıh" lâfzını söylemiştir [125].

 

64-.......Bana Zeyd (ibnu Eşlem), lyâd ibn Abdillah'tan; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den haber verdi (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) bir kurbân yâhud ramazân bayramında namazgaha çıktı. Sonra namazdan ayrılıp insanlara va'z etti ve onlara sadaka vermekle em­retti: "Ey insanlar! Sadaka veriniz!" buyurdu. Akabinde kadınların yanına uğradı ve: "Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü ben siz kadınları, cehennem halkının çoğunluğu olarak gördüm" bu­yurdu. (Kadınlar:) Yâ Rasûlallah! Ne sebeble kadınlar cehennem hal­kının çoğunluğu olmuşlardır? dediler. Rasûlullah: "Sizler la'neti çok söylersiniz, zevcelerinize karşı ni'meti küfrün (yânî nankörlük) eder­siniz- Ey kadınlar topluluğu! (Ne acîbdir ki) kendini zabteden tam akıllı ve dîninde ihtiyatlı kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, ek­sik dînli hiçbir kimsenin çelip giderebildiğini görmedim" buyurdu. Sonra Rasûlullah, bu konuşmasından ayrılıp evine döndüğün­de, İbnu Mes'ûd'un karısı Zeyneb gelmiş, yanına girmeye izin isti­yordu.

  Yâ Rasûlallah, şu izin isteyen kadın Zeyneb'dir, denildi. Rasûlullah:

  "Zeyneb'lerin hangisidir?" diye sordu.

  İbnu Mes'ûd'un kadınıdır, diye cevâb verildi. Rasûlullah:

  "Evet, ona izin veriniz" buyurdu. Ve Zeyneb'e izin verildi. Zeyneb:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bugün sadaka vermekle emret­tin. Benim yanımda kendime âid bir takım zînetler vardır; bunları sadaka yapmak istedim. Fakat İbnu Mes'ûd, kendisinin ve oğlunun sadaka vereceğim kimselerden daha ziyâde sadakaya müstehıkk ol­duklarını iddia etti; (ne buyuruyorsun?) dedi.

Peygamber (S):

  "İbnu Mes'ûd doğru söylemiştir; kocan ve oğlun, sadaka ve­receğin kimselerden daha ziyâde sadakaya lâyıktır" buyurdu [126].

 

46- Bab: Müslüman Üzerine Atı İçin Sadaka (Yani Zekat Vermek) Yoktur

 

65-.......Ebû Hureyre (R): Peygamber (S): "Müslüman kişi üzerine atı için ve kölesi için zekât vermek vâcib değildir" buyurdu, demistir [127].

 

47- Bab:Müslüman Üzerine Kölesi İçin Sadaka (Yani Zekat Verme Vucübü) Yoktur

 

66-.......Bize Huseym ibnu Irak ibni Mâlik, babası Irak ibn Mâlik'ten; o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Müs­lüman kişi üzerine kölesi ve atı hususunda sadaka (yânî zekât vermek) yoktur" buyurmuştur [128].

 

48- Yetimlere Sadaka Vermek Babı

 

67-....... Bize Atâu'bnu Yesâr tahdîs etti ki, o, Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle tahdîs ederken işitmiştir:

Peygamber (S), günün birinde minber üzerine oturmuştu; biz de O'nun etrafında oturmuştuk. Bu hâlde Peygamber:

  "Benden sonra dünyâ çiçeğinden ve dünyâ zînetlerinden önü­nüze açılacak ni'met bollukları, hayât sahnelen sizin için korkmakta olduğum şeylerdendir" buyurdu.

Bunun üzerine sahâbîlerden biri:

  Yâ Rasûlallah! Hiç hayr ve ni'met, şerr ve mefsedet getirir mi (ki korkuyorsunuz)? diye sordu.

Peygamber (vahiy bekleyerek bir müddet) sükût etti. O soran kim­seye sahâbîler tarafından:

  Senin sânın nedir ki Peygamber'e suâl soruyorsun? Hâlbuki O sana kelâm söylemiyor, denildi.

O sırada biz, Peygamber üzerine vahiy indirilmekte olduğunu gördük. Râvî Ebû Saîd dedi ki: Peygamber, dökmekte olduğu bol teri alnından sildi ve suâl soran kimseyi över bir edâ ile:

— "Soran nerededir?" diye sordu. Ve sonra şöyle buyurdu: "Ha-kâkaten hayr ve ni'met, şerr ve mefsedet getirmez (fakat sebeb ola­bilir): Baharın bitirdiği otlardan (zehirli) bir kısmı vardır ki, o (yiyeni) öldürür yâhud Ölüme yaklaştırır. Lâkin yeşil ot böyle değildir. Onu otlayan hayvan, ölüm tehlikesinden korunmuştur. Bu hayvan, o ye­şil otu yer, iki böğürünü şişirince bahar güneşini karşılar. Kolayca fışkısını çıkarır, işer, genişler. Yine bol bol yer. İşte bu dünyâ malı da yeşil ot gibi çekicidir, tatlıdır. Bu ni'metten miskîne, yetime, va­tanından ayrı düşmüş yolculara sadaka veren zengin müslümân ne hayırlı kişidir!" (Râvî ihtiyat ederek:) Yâhud Peygamber'in buyur­duğu gibidir: "Şu muhakkak ki haksız; haram mal toplayan hırslı kimse de dâima yiyen, bir türlü doymayan obur gibidir. Kıyamet gü­nünde bu mal, kendi sahibinin cimriliğine şâhid olacaktır" [129].

 

49- Kadının Kocaya ve Himayesinde Bulunan Yetimlere Zekat Vermesi Babı

 

Bunu (yânî kocaya ve yetimlerine zekât vermeyi) Ebû Saîd, Peygamber'den olmak üzere söyledi [130].

 

68-.......Bize el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Bana Şakîk, Amr ibnu'I-Hâris'ten; o da Abdullah ibn Mes'ûd'un kadını Zeyneb'den tah­dîs etti. A'meş dedi ki: Ben bu hadîsi Ibrâhîm ibn Yezîd'e söyledim. İbrâhîm de bana Ebû Ubeyde (Âmir ibn Abdillah ibn Mes'ûd)'den; o da Amr ibnu'l-Hâris'ten; o da Abdullah'ın kadını Zeyneb'den mu-sâvî olarak bu hadîsin benzerini tahdîs etti. Zeyneb şöyle demiştir:

Ben Mescid'de idim. Peygamber (S)'i gördüm ki, O: "Kadınlar! Velev ki, kendi zînetlerinizden olsun; sadaka veriniz. " buyurdu. Zey­neb ise hem kocası Abdullah'ı, hem de kendi himaye ve terbiyesinde bulunan bir takım yetîmleri infâk ediyordu. Râvî dedi ki: Zeyneb, Abdullah'a: Sen Allah'ın Elçisi'ne: Benim sana ve himayemde bulu­nan yetîmlerine nafaka vermekliğim, benden sadaka yerine kâfi gelir mi? soruver, dedi. Abdullah: Allah Elçisi'ne sen kendin sor, dedi. Zeyneb dedi ki: Bunun üzerine ben (bayram günü) Peygamber'e git­tim. Kapıda Ensâr'dan bir kadını (bekler) buldum. Onun haceti de benim hacetim gibi idi. Bilâl yanımıza geldi. Biz herbirimiz Bilâl'e:

— Peygamber'e sor: Benim, kocama ve himayemde bulunan ye­timlerime nafaka vermekliğim, benden sadaka olarak yeter mi (Sa­daka vermiş olur muyum)? dedik.

Ve bu esnada Bilâl'e: Bizim isimlerimizi Peygamber'e haber ver­me, diye de tenbîh ettik.                                

Bilâl içeri girdi ve Peygamber'e sordu. Rasûlullah:

  "Bunu soranlar kimdir?" dedi. Bilâl:

  Zeyneb'dir, dedi. Rasûlullah:

  "Zeyneb'lerin hangisidir?" diye sordu. Bilâl:

  Abdullah'ın kadınıdır, dedi. Rasûlullah:

  "Evet, ona iki ecr vardır: Biri hısımlık (yânî hısımla ilgilen­me) ecri, öbürü de sadaka ecridir" buyurdu [131].

 

69-.......Bize Abde ibn Süleyman, Hişâm'dan; o da babası Urve ibn Zubeyr'den; o da Ümmü Seleme'nin kızı olan Zeyneb'den tah­dîs etti. Zeyneb şöyle demiştir: Ümmü Seleme dedi ki: Ben:

— Yâ Rasûlallah! (Ölen kocam) Ebû Seleme'nin çocuklarını in­fâk etmemden dolayı bana ecr ve sevâb var mıdır? Onlar benim de çocuklanmdır! diye sordum.

Rasûlullah:

  "Bu çocuklara infâk et. Senin için bu çocuklara verdiğin na­fakanın ecri vardır" buyurdu [132].

 

50- Yüce Allah'ın: “Sadaklar ancak kölelere-esîrlere, borçlulara, Allah yolunda... harcamaya mahsûstur... " (et-Tevbe: 60) ;  Kavli Babı [133]

 

İbn Abbâs'tan "Kişi kendi malının zekâtından köle âzâd eder ve farz haccı yapması için fakire atıyye verir" dediği zikrolunur [134].

Hasen Basrî: Kişi zekâttan babasını satın alırsa caiz olur. Mücâhidlere ve hacc yapmayana atıyye verir, dedi. Sonra "Sadakalar Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, sadaka üzerine me'mûr olanlara, kalbleri alıştırılmak istenenlere, kölelere-esîrlere, borçlulara, Allah yolunda ve yolculara mahsûstur.. " (et-Tevbe: 60) âyetini okudu. Bu sekiz harcama yerinden hangisine verirsen, zekâtını ödemiş olursun [135].

Peygamber (S): "Şübhesiz Hâlid, zırhlarım Allah yolunda vakfetmiştir" buyurdu ) [136].

Ebû Lâs'ın: Peygamber (S) bizleri hacc için zekât develeri üzerine yükledi, dediği zikrolunur [137].

 

70-.......Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R) şöyie demiştir: Rasûlullah (S) sada­ka (yânî zekât) ile emr ettiğinde kendisine: İbnu Cemîl, Hâlid ibnu'l-Velîd ve Abbâs ibnu Abdilmuttalib zekâtı men' edip vermedi­ler, denildi. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "İbnu Cemîl zekât vermekten nasıl çekinebilirdi ki, o fakır iken Allah ve Rasûlü onu zengin etmiştir. Hâlid'e gelince, siz Hâlid'den (zekât istemekle) ona zulm ediyorsunuz. Hâlid zırhlarını vakfetmiş ve harb âlet ve ge­reçlerini Allah yolunda (cihâd için) hazırlamıştır. Abbâs-ibnu Abdil­muttalib'e gelince, o, Allah Elçisi'nin amucasıdır. Zekât ona vâcibdir. Abbâs'ın zekâtı (zamanından evvel) bir misli ile beraber (veril-miş)dir" [138].

Bu hadîsi Abdurrahmân ibnu Ebi'z-Zinâd, babası Ebu'z-Zinâd'dan rivayet etmekte Şuayb'e mutâbaat etmiştir [139].

Megâzî İmâmı Muhammed ibn İshâk, Ebu'z-Zinâd'dan yaptıği rivayetinde, sadaka lâfzı zikredilmeksizin "Zekât Abbâs'in borcudur. Bununla beraber bir misli daha (geçmiş senenin borcu) vardır" şek­linde söylemiştir [140].

İbn Cureyc de: Bana el-A'rec'den bunun benzeri (yânı sadaka lâfzı olmaksızın îbn İshâk'm rivayeti gibi) tahdîs edildi, demiştir [141].

 

51- İstemekten Sakınıp Geri Durmak Babı

 

71-.......Ebû Saîd_eI-Hudrî(R)'den (O, şöyle demiştir): Ensâr'dan bâzı kimseler, RasûluİIah'tan (sadaka) İstediler. Rasûlullah da onlara verdi. Sonra bunlar yine istediler. Rasûlullah yine verdi [142]. Nihayet yanındaki mal tükendi. Akabinde Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu:

"Sadaka malından yanımda mevcûd olan şeyleri sizlerden asla saklamam. Kim (dilenmekten) sakınmak isterse, Allah o kimseyi if­fetli kılar. Kim halktan istiğna ederse, Allah onu zengin kılar. Kim sabretmek isterse, Allah ona sabır ihsan eder. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha geniş hiçbir ni'met verilmemiş­tir" [143].

 

72-.......Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-Arec'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere haber verdi ki: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:

"Nefsim yedinde olan Allah'ayemîn ederim ki, sizden birinizin ipini alıp da sırtına odun toplaması, bir kimseye gidip de ondan sa­daka istemesinden elbette daha hayırlıdır. O isteyeceği kimse kendi­sine ya verir yâhud da vermez (her iki hâlde de alçaklık vardır)" [144].

 

73-....... Bize Hişâm, babası Urve'den; o da ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

"Sizden birinizin urganını alıp da arkasında odun demeti getir­mesi, akabinde bu demeti satması ve bu kazancından dolayı Allah'ın onun yüzünü (alçalmaktan) koruması, elbette bu kimse için insan­lardan istemekten daha hayırlı ve şereflidir. O insanlar onaya verir­ler yâhud vermezler" [145].

 

74-....... Hakîm ibn Hızâm (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'tan atıyye istedim, o bana istediğimi verdi, Sonra yine istedim, bana yi­ne verdi. Sonra üçüncü defa yine istedim, bu defa da bana verdi. Bundan sonra şöyle buyurdu: "Ey Hakîm! Şübhesizpu dünyâ malı, (sanki)yeşil renkli, yemesi tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis feragati ile hırssız alırsa, o mal kendisi için bereketli ve meymenetli kılınır. Her kim de bunu nefis hırsı ile alırsa bu mal, alan kimse için bereketli ve şerefli olmaz. O ihtiraslı kimse (doymazlık hastalığına tutulmuş) bir obur gibidir ki, dâima yer; bir türlü doymaz- Yüksek el, alçak elden hayırlıdır"

Hakîm dedi ki; Ben: Yâ Rasûlallah! Seni hakk Peyamber gön­deren Allah'a yemîn ederim ki, ben şu dünyâdan ayrılıncaya kadar senden başka hiçbir kimsenin malından birşey alıp eksiltmem, dedim.

(Râvî dedi ki:) Hakîkaten Ebû Bekr (R), Beytu'l-mâl'deki hak­kını vermek için Hakîm'i çağırırdı. Fakat Hakîm, Ebû Bekr'in bu ihsanını kabul etmekten çekinirdi. Sonra Umer (R) de hakkını ver­mek için onu da'vet etmiş, Hakîm ondan da herhangi birşey kabul etmekten çekinmiştir. Bundan sonra Umer (sahâbîlerin huzurunda):

Ey müslümânlar topluluğu! Ben sizleri Hakîm üzerine şâhid yapıyo­rum ki, ben harâc ve ganimet malından ta'yîn edilmiş olan hakkını kendisine arz ediyorum, fakat o bu hakkını almaktan çekiniyor, de­di. Ve hakîkaten Hakîm, Rasûlullah(S)'tan sonra tâ vefat edinceye kadar hiçbir insanın malından alıp eksiltmemiştir [146].

 

52- Allah Her Kime, Kendisinin İstemesi ve Nefs İhtirası Olmaksızın Birşey İhşan Ederse (O Kimse Bu İhsanı Kabul Etsin) Babı [147]

 

"Ve zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, (iffetinden dolayı istemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır" (ez-Zâriyât: 19) [148]

 

75-.......Umer'in oğlu Abdullah (R) şöyle demiştir: Ben Umer'den işittim; şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bana bâzı bazı beytu'l-mâlden gâzîlik bahşişi verirdi. Ben de: Sen bunu benden daha muh-tâc olan bir fakîre ver, der idim. Rasûlullah da: "Sen bunu al! Sen hırslı bir kimse olmadığın ve isteyen de bulunmadığın hâlde, bu mal­dan sana bu suretle birşey geldiği zaman, sen o malı al. Bu sıfat üzere olmayan (yânî kendi gelmeyen ve nefsin kendisine meylettiği) bir malın arkasında da nefsini koşturma!" buyurdu [149].

 

53- (Bir İhtiyacı Kapatmak İçin Değil de) Mal Biriktirip Çoğaltmak İçin İnsanlardan İsteyip Dilenen Kimse Babı

 

76-....... Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim; o şöyle dedi. Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bâzı haris, yüzsüz kimse hiç durma­dan dâima insanlardan ister. En sonu kıyamet gününde bu yüzsüz kimse, yüzünde bir et parçası olmaksızın (Arasat meydanına) gelir [150]. Yine Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde güneş (insanla­ra) o kadar yaklaşır ki, hattâ dökülen ter, insanın (boyunla) kulak ortasına erişir. İşte insanlar bu elemli vaziyette bulundukları sırada (evvela) Âdem'den, sonra Musa'dan, sonra Muhammed'den ımdad ve şefaat isterler" [151].

Ve Leys ibn Sa'd'm kâtibi Abdullah ibn Sâlih şunu ziyâde etti: Bana el-Leys tahdîs etti. Bana İbnu Ebî Ca'fer tahdîs etti: "Rasûlul­lah halk arasında hüküm ve kaza olunması için şefaat eder, bunun için ilerler, nihayet hacet kapısının halkasını tutar, işte o güjıu Allah Taâlâ, Rasûlü'ne Makaamu Mahmûd'u ihsan eder. (Bu lütuf ve delâietten dolayı) mahşer halkının hepsi Muhâmmed'e hamd edip överler" [152].

Ve Muallâ şöyle dedi: Bana Vuheyb en-Nu'mân ibn Râşİd'den; o da ez-Zuhrî'nin kardeşi olan Abdullah ibn Müslim'den; o da Ham-za'dan tahdîs etti. Hamza, İbnu Umer'den; o da Peygamber(S)'den istemek hakkındaki bu hadîsi işitmiştir [153].

 

54- Yüce Allah'ın:"Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de birşey istemezler... " (el-Bakara: 273) Kavli Babı [154]

 

Ve kişiyi istemekten men' edici zenginliğin mikdârı ne kadardır? Ve (bu hususta) Peygamber(S)'in: "Lâkin (hakîkî) miskin, kendini geçindirecek şeyi bulunmayandır..." kavli ile Yüce Allah'ın şu kavli vardır: [155]

(Sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olmazlar. Hâllerini bilmeyen, iffet ve istiğnalarından dolayı onları zenginler sanır. Sen o gibileri sımalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de (birşey) istemezler. Siz (hakk yolunda) ne mal harcarsanız, şübhesiz Allah onu hakkıyle bilicidir" (el-Bakara: 273)

 

77-.......Bana Muhammed ibn Ziyâd haber verip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Halkın kendisine bir iki lokma, bir iki hurma verdiği dilenci makû-lesi kişi miskin değildir. Lâkin (hakîkî) miskin, kendini geçindirecek şeye mâlik olmayan ve istemekten haya eden yâhud insanlardan yüz­süzce istemeyen iffetli, nezîh kimsedir" [156].

 

78-.......eş-Şa'bî şöyle demiştir: Bana el-Mugîre ibn Şu'be'nin kâtibi Verrâd tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Sufyân'ın oğlu Muâviye, el-Mugîre ibn Şu'be'ye bir mektûb gönderip, içinde: "Peygamber' den işitmiş olduğun hadîslerden birini bana yaz (gönder)" diye yaz­mıştı. el-Mugîre de Muâviye'ye hitaben şu hadîsi yazdı: Ben, Pey-gamber(S)'den işittim; şöyle buyuruyordu: "Şübhesiz Allah sizin için üç şeyi çirkin gördü: Dedikodu; malı zayi' ve israf etmek; çok suâl sormak" [157].

 

79-.......Bize Ya'kûb ibnu İbrâhîm, babasıİbrâhîmibn Sa'd'dan; o da Salih ibn Keysân'dan tahdîs etti ki, İbnu Şihâb ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Âmir ibnu Sa'd haber verdi ki, babası Sa'd ibnu Ebî Vakkaas şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -kalbleri İslâm'a alıştırılanlardan- bir takım kimselere atiyye veriyordu. Ben Sa'd da onların içinde oturuyordum. Râvî Sa'd dedi ki: Derken Rasûlullah, onların İçinde en çok beğendiğim bir kimseyi bıraktı (birşey verme­di). Bunun üzerine ben,Rasûlullah'a doğru kalktım ve ona gizlice:

— Fulân kimseyi neden bıraktın? Vallahi ben onu elbette bir mü'-min biliyorum, dedim.

Rasûlullah bana:

  "Öyle deme! Müslim de!" buyurdu.

Az bir müddet sustum. Sonra o adam hakkındaki bildiğim şey bana galebe etti ve dayanamadım da yine:

— Yâ Rasûlallah! Fulândan sana ne oldu ki, onu bıraktın? Al­lah'a yemîn ederim, ben onu muhakkak bir mü'min biliyorum, de­dim.

Rasûlullah bana:

  "Öyle deme! Müslim de!" buyurdu.

Râvî dedi ki: Ben az bir müddet daha sustum. Sonra o adam hak­kında bildiğim şey bana galebe etti de, ben tekrar:

 — Yâ Rasûlallah! Fulân kimseden sana ne oldu? Onu neden bı­raktın? Vallahi ben onu elbette bir mü'min biliyorum, dedim. Rasûlullah bana:

  "Mü'minen deme, müslimen öte/" buyurdu (Yânı "mü'min" lâfzı yerine "müslim" lâfzını kullanmasını kasdediyordu).

Müteakiben: "Şübhesiz ben bâzı defa daha çok sevdiğim kimse varken (onu bırakırım da) başka birisine atıyye veririm. Bu tercihi­min sebebi, bu adamın mal hırsı ile yüzü koyun, cehenneme atılması endişesidir" buyurdu [158].

Ve Ya'kûb ibn İbrâhîm, babası İbrahim'den; o da Salih ibn Key­sân'dan; o daîsmâîl ibn Muhammed'den olmak üzere söyledi ki, bu İsmâîl şöyle demiştir: Ben babam Muhammed ibn Sa'd ibn Ebî Vak-kaas'tan işittim. O bu hadîsi tahdîs ediyordu. Ve hadîsi içinde şunla­rı da söyledi: Rasûlullah eliyle vurdu da boynum ile kürek kemiğim arasını birleştirdi. Sonra:

  "Ey Sa'd, bana dön! Şübhesiz ben bazen öyle kişiye veririm ki..." diye buyurdu [159].

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: "Fe-kubkibû", "Yüzleri üzere çevrildiler" (eş-şuarg: 94) demektir. "Mukibben", "Yüzü üstü olarak" (ei-Müik: 22) demektir. Fiil bir kimse üzerine vâki' olmadığı (yânî lâzım olduğu) zaman, "Ekebbe'r-raculu = Kişi yüz üstü oldu" diye if'âl babından kullanılır. Fiil bir kimse üzerine vâki' olduğu (yânî müte-; addı olduğu) zaman ise sülâsîden "Kebbehu'llâhu li-vechihi = Al­lah onu yüzü üstü attı (yâhud: Atsın)"; "Ve kebebtuhu ene - Ve ben onu yüzü üstü attım" dersin [160].

 

80-.......Bana Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; odael-A'rec'den; oda Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Sadaka için) insanlar üzerinde dolaşıp bir iki lokmanın, bir iki hurmanın geri çevirmekte olduğu dilenci makûlesi kişi, miskin değil­dir. Lâkin (kâmil) miskin, kendini geçindirecek bir gına bulamayan ve kendisine sadaka verilmek için (halkça) zarurette olduğu biline­meyen; kendisi de kalkıp insanlardan (sadaka) istemeyen iffetli, ne­zih kimsedir" [161].                                                                       

 

81-.......Bize Ebû Salih, Ebû Hureyre'den tahdîs etti ki, Pey­gamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yemîn olsun, sizden birinizin ipini alması, sonra sabah vakti -Ebû Hureyre dedi ki: Şöyle buyurduğunu zannediyorum:- dağa gitmesi odun toplayıp .akabinde bunu satması ve bunun bedelinden yemesi ve sadaka vermesi, o kimse için insan­lardan istemesinden daha hayırlıdır"  [162].

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: Salih ibn Keysân, ez-Zuhrî'den yaşça daha büyüktür. Ve bu Salih, İbn Umer'e erişmiştir [163].

 

55- Hurmanın Yaşken Ağacı Üzerinde Mikdarını Takdir ve Tahmin Etmek Babı [164]

 

82-.......Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Biz, Peygamber'in beraberinde Tebük gazvesine gittik. Peygamber Vâdî'l-Kurâ'ya vardığı zaman, kendi bahçesinde çalışan bir kadına tesadüf etti. Pey­gamber (S) sahâbîlerine:

  "Şu bahçedeki hurmayı tahmin ediniz" buyurdu.

(Biz tahmîn ettik.) Rasûlullah da on vesk tahmîn etti. Akabinde bahçe sahibesi olan kadına:

  "(Hurma toplarken) buradan ne kadar kîle hurma çıkacağı­nı say!" buyurdu.

Tebük'e geldiğimizde Rasûlullah:

  "Dikkat ediniz! Bu gece muhakkak şiddetli bir rüzgâr ese­cektir. Sakın kimse bulunduğu yerden ayağa kalkmasın! Beraberin­de devesi olan da devesini sıkı bağlasın!" buyurdu.

Bu emir üzerine biz de develerimizi sıkı bağladık. Ve (hakîkaten o gece) şiddetli bir rüzgâr esti. O sırada birisi ayağa kalkmıştı. Rüz­gâr onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı. Bu sefer sırasında Eyle Meli­ki, Peygamber'e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etmiş ve bir bürde giydirmişti. Peygamber de bu Melİk'e deniz kenarındaki beldeleri halkı için bir emâfi-nâme yazdırmıştı.

(Dönüşte) Peygamber Vâdî'l-Kurâ'ya gelince, hurmalık sahibe­si olan kadına:

  "Bahçen ne mıkdâr hurma getirdi?" diye sordu. O:

  Allah Elçisi'nin tahmîni veçhile on vesk getirdi, dedi. Nihayet (sefer hey'eti Medîne'ye yaklaşınca) Peygamber:

  "Ben Medine'ye (yetişmek için) acele edeceğim. Sizden her kim benim beraberimde bir ân evvel Medîne'ye varmak isterse acele etsin!" buyurdu.

(Râvî dedi ki:) İbn Bekkâr burada bir söz söyledi ki, ma'nâsı şöyledir: Peygamber Medîne'ye yaklaşıp, uzaktan görünce de (eliyle işaret edip):

— "îşte Tâbe!". buyurdu.

Uhud'u görünce de:                                                   

  "İşte dağcağız! Uhud bizleri sever, biz de onu severiz!" bu­yurdu.

(Sonra berâberindekilere:)

  "Dikkat edin! Sizlere Ensâr mahallelerinin en hayırlısını ha­ber vereyim!" buyurdu.

Sahâbîler:

— Evet, haber ver! dediler. Rasûlullah:

— "(Evvelâ) Neccâr oğulları yurtları, sonra Abdu'l-Eşhel oğul­ları yurtlan, sonra Sâide oğulları yurtları, yâhud el-Hâris ibnu 'l-Hazrec oğulları yurtları ve (hulâsa) bütün Ensâr yurtlarında hayır vardır" buyurdu [165].

Ve Süleyman ibn Bilâl şöyle dedi: Bana Arar: "Sonra el-Hâris oğulları yurdu, sonra Benû Sâide yurdu" diye tahdîs etti [166].

Ve yine bu Süleyman ibn Bilâl, Sa'd ibn Saîd'den; o da Umâre-tu'bnu Gaziyye'den; o da Abbâs'tan; o da babası Sehl ibn Sa'd'dan şöyle dedi: Peygamber (S): "Uhud öyle bir dağdır ki, o bizi sever, biz de onu severiz" buyurmuştur [167].

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: Üzerinde çepçevre ihata duvarı bulunan her bustân hadîkadır. Üzerinde çevreleyen duvar, çit bulun­mayana hadîka denilmez [168].

 

56- Sema Suyu İle (Yani Yağmurla) ve Akar Su İle Sulanan Yer Mahsüllerinde Uşr(= Onda Bir Vergi) Vardır Babı [169]

 

Umer ibn Abdilazîz, balda bir şey (yânî zekât vergisi) görmedi169.

 

83-.......Bana Yûnus ibn Yezîd, ez-Zuhrî'den;o da Abdullah'­ın oğlu Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Semânın ve pınarların sula­dığı, yâhud sulanmaksızın kendi ince damariarıyle su emip yetişmiş olan yer mahsûllerinde uşr, yânî onda bir zekât vergisi; kuyulardan, kova ve dolapla sulananlarda ise yirmide bir zekât vergisi vardır" [170].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Bu hadîs, evvelki Ebû Saîd hadîsinin tefsiridir [171]. Çünkü Ebû Saîd hadîsinde onda bir yâhud yir­mide bir diye bir hudûdlama yapılmamıştı. -Râvî der ki: Buhârî bu hadîs sözüyle, İbn Umer'in "Semânın suladığı mahsûllerde onda bir... zekât vardır" hadîsini kasdediyor.- Peygamber bu İbn Umer hadî­sinde (onda bir yâhud yirmide bir vâcib olanı) beyân edip mıkdârı ta'ym eylemiştir [172]. Sıka'dan gelen ziyâde ise kabul edilmiştir. Mü-fesser (yânî hâss) olan, mübhem (yânî âmm) olan üzerinde hükme­der, yânî onu tahsîs eyler. Ziyâde, güvenilir râvîler rivayet ettiği zaman makbuldür. Nitekim el-Fadl ibnu Abbâs: Peygamber fetih günü Ka'-be'de namaz kılmadı, diye rivayet etti. Bilâl ise: Peygamber o gün Ka'be'de namaz kılmıştır, dedi. Netîce'de BilâPin sözü alındı da Fadl'-ın hadîsi bırakıldı [173].

 

57- Bab: Beş Vesk(Yani Bin Kilo)'den Az Mahsülde Sadaka (Yani Zekat) Yoktur

 

84-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyur­muştur: "Beş veskten daha az olan mahsûlde zekât yoktur. En kü­çüğü üçer yaşında olan beş deveden azında da zekât yoktur. Beş ûkıyyeden daha az mıkdârda olan gümüşte zekât yoktur" [174].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Bu hadîs, bundan önce ge­çen bâbda zikredilen İbn Umer hadîsinin tefsiridir.. Çünkü o İbn Umer hadîsinde nisâb mıkdârını beyân etmediği için, şimdi Ebû Saîd el-Hudrî hadîsinde "Beş vesk mıkdârından az olan mahsûlde zekât yoktur" buyurmuştur. İlimde ise ebedî olarak sağlam tesbît edici râvîlerin ge­tirdiği yâhud beyân ettikleri ziyâde alınır [175].

 

58- Hurma Zekatının Hurmalar Olgunlaştığı Zaman Ağaçlardan Kesilip Devrişilmesi Sırasında Alınması ve Küçük Çocuk Serbest Bırakılır da Zekat Hurmasına Dokunur Mu? Babı [176]

 

85-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Hurmaların kesilip devşirilmesi sırasında Rasûlullah'a zekât hurması getirilirdi. Şu biri hur-masıyle gelir, o biri de hurmasından gönderirdi. Nihayet bu hurmalar Rasûlullah'ın yanında bir harman, bir tınas olurdu. Bir kerre Hasen ile Hüseyin (R) bu hurmalarla oynarlarken, çocuklardan biri (Hasen ibn Alî), ansızın bu sadaka hurmasından bir tane alıp ağzına koydu. Rasûlullah (S) çocuğa (şöyle bir) baktı. (Zekî) çocuk hemen hurmayı ağzından dışarı çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullah: "Sen Muhammed ailesinin sadaka malı yemediklerini bilmedin mi?" buyurdu [177].

 

59- Kim Meyvelerini Yahud Meyveli Hurma Ağacını Yahud Ekinli Arazisini Yahud Ekinini Onda Bir Veya Sadaka- (Yani Zekat ) Vacib   Olduğu Halde Satar da Bu Sattığı Mahsüllerden Dolayı Kendisine Tahakkuk Etmiş Olan Zekat Borcunu Başka Malından Öderse Yahud Sadaka (Yani Zekat) Vacib ; Olmadığı Halde Mahsülünü Satarsa (Bu Satışı Caiz Olur) Babı [178]

 

Ve Peygamber(S)'in: "Ağaç üzerindeki meyveleri, âfetlerden salâha ulaşmaları meydana çıkıncaya kadar satmayınız" kavli babı [179].

Buhârî dedi ki: Binâenaleyh Peygamber, meyvelerin salâhı meydana çıkmasından sonra satılıp alınmasını hiç kimseye men' etmemiş ve (yine: "Meyvelerin salâhı meydana çıkıncaya kadar.." sözü umûmî olduğundan dolayı) kendisine zekât vâcib olanı, zekât vâcib olmayandan ayırıp, husûsîleştirmemiştir [180].

 

86-.......Bana Abdullah ibnu Dînâr haber verip şöyle dedi: Ben İbnu Umer(R)'den işittim: Peygamber (S), salâhı meydana çıkınca­ya kadar meyve alım satımını nehyetti (dedi). İbnu Umer, meyvenin salâhının mâhiyeti sorulduğu zaman: Olgunlaşıp âfete uğraması ihti­mâlinin gitmesine kadar demektir, dedi [181].

 

87-.......Bana Hâlid ibnu Yezîd, AtâibnuEbîRebâh'tan; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S), meyvelerin olgunlaşıp salâhları meydana çıkıncaya kadar alım satımlarını neh-yetmiştir [182].

 

88-....... Bize Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Humeyd (et-Tavîl)'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki (o, şöyle demiş­tir): Rasûlullah (S), Hurma koruğunun izhâ (denilen alacalanma) dev­rine girinceye kadar hurma satışını nehyetti. "İzhâ devrine girinceye kadar" demek, kızarıp renkleninceye (yânî alacalanıncaya) kadar de­mektir, dedi [183].

 

60- Bab: Sadaka (Yani Zekat) Veren Kimse, Vermiş Olduğu Sadaka Malını (Bedel Ödeyerek) Satın Alabilir Mi? [184]

 

Sadaka verilen kimsenin, kendisine sadaka edilen malı, (verenden) başka birine satmasında ise dînî bir manzûr yoktur. Çünkü Peygamber (S) –gelecek hadîste- ancak sadaka veren Kimseyi, hassaten verdiği sadakasını satın almaktan nehyetmiş; bundan, başkasını nehyetmemiştir.

 

89-.......Abdullah ibnu Umer (R) şöyle tahdîs eder idi: Umer ibnu'l-Hattâb, Allah yolunda (cihâd için bir kimseye) bir at sadaka etmişti. Sonra o ata satılır hâlde tesadüf etti. Ve o atı bedel ödeyip satın almak istedi. Sonra Peygamber'e geldi de bu mes'elede Peygam-ber'in emrini öğrenmek istedi. Peygamber (S) kendisine: "Sadaka et­tiğin atına artık bir daha dönme!" buyurdu. İşte Peygamber'in bu nehyi sebebiyledir ki, Abdullah ibn Umer, sadaka vermiş olduğu her­hangi birşeyi (tekrar mülkiyetine girmesi için) satın almak üzere kim­seyi bırakmazdı; ancak o şeyi sadaka etmek için bırakırdı [185].

 

90-.....Eşlem (60) şöyle demiştir: Ben Umer  ibnu'l-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle diyordu: (Bir kerre yaya bir; mücâhidi) Allah yolunda cihâd etmesi için bir at üzerine yüklemiş (yânî atı ona vermiş) idim. At kendi tasarrufunda bulunan bu zât, (ata bakmaya­rak zayıflatıp) değerini zayi' ettirdi. Bu sebeble ben, o zât bu hayva­nı ucuz bir fiatla satar zannederek, ondan satın almak istedim. Bu düşüncemi Peygamber'e sordum. Peygamber (S): "Bu atı satın al­ma! Sana bunu bir dirhem karşılığında verse de artık yapmış olduğun sadakana bir daha dönmez. Çünkü sadakasına dönen kişi, kustuğu nesneyi tekrar yemeye dönen kimseye benzer" buyurdu [186].

 

61- Peygamber (ve Ailesi) Hakkında, Sadaka Konusunda Zikrolunan Şey (Yani Haramlık) Babı

 

91-.......Bize Muhammed ibn Ziyâd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle dedi: Alî'nin oğlu Hasen (R) sa­daka hurmasından bir hurma alıp ağzına koydu. Peygamber (S), ço­cuğun, ağzındaki bu hurmayı dışarı atması için "Kaka, kaka" dedi de, sonra "Sen bizim sadaka yemez olduğumuzu şuuruna yerleştir­medin mi?" buyurdu [187].

 

62- Peygamberin Zevcelerinin Âzadlı Kölelerine Verilen Sadaka(nın Hükmü) Babı

 

92-.......İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir ko­yunu ölmüş buldu. Bu koyun, mü'minlerin anası Meymûne'nin azâdlı cariyesine sadaka malından verilmiş idi. Peygamber:

  "Bu koyunun derisinden faydalanmış olsanız ya!" buyurdu.

  Bu koyun ölmüştür, dediler. Peygamber:

  "Ölü hayvanın ancak etini yemek haram oldu"'buyurdu [188].

 

93-.......el-Esved ibn Yezîd, Âişe(R)'den tahdîs etti. Âişe (R), Berîre'yi azâd etmek için (efendileri olan Benû Hilâlden) satın al­mak istedi. Efendileri de Berîre'nin velâsı (yânî hükmî hısımlık ve mî-râsı) kendilerine âid olmak şartıyle muvafakat etmek istediler. Âişe, bu mes'eleyi Peygamber'e zikretti. Peygamber (S) Âişe'ye:

  "Berîre'yi satın al! (Velâ ve verasete gelince) velâ ancak azâd edene âiddir" buyurdu.

Âişe dedi ki: (Bir kerre) Peygamber'in huzuruna (Berîre'ye he­diye edilmiş) bir parça et getirildi. Ben:

  Bu et, azâdlım Berîre'ye sadaka edilmiş olan ettir, dedim. Bunun üzerine Peygamber:

  "Bu et Berîre'ye sadakadır; bize de hediyedir" buyurdu [189].

 

63- Bab: Sadaka Tahavvül Ettiği (Yani Sadaka Olmaktan Çıktığı) Zaman? [190]

 

94-....... Ümmü Atıyye Nuseybe el-Ensâriyye şöyle demiştir:

Peygamber (S) Âişe'nin yanma girdi de:

  "Yanınızda yiyecekten birşey var mıdır?" diye sordu. Âişe:

— Hayır, birşey yoktur. Yalnız senin Nuseybe'ye göndermiş ol­duğun sadaka koyunundan, Nuseybe'nin bize gönderdiği bir parça et vardır, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "O sadaka, muhakkak kendi yerine ulaşmıştır"^ buyurdu [191].

 

95-.......Bize Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti

(Enes şöyle demiştir): Peygamber'in huzuruna, Berîre'ye sadaka edil­miş bir parça et getirildi de Peygamber (S): "O et, Berîre'ye sadaka­dır; (Berîre'den ise) bize hediyedir" buyurdu [192].

Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî (204) şöyle dedi: Bize Şu'be, Katâde'den haber verdi [193]. Katâde, Enes'ten; o da Peygamber'dert işitmiştir.

 

64- Farz Kılınmış Olan Sadakanın Zenginlerden Alınıp Her Nerede Bulunurlarsa Fakirlere Verilmesi Babı [194]

 

96-....... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûîullah (S), Muâz ibn CebelM Yemen'e gönderirken şöyle buyurdu: "Muâz, şübhesiz ki sen Kitâb ehli olan bir kavme gideceksin. Onların yanına vardığın zaman, onları Lâ ilahe ülellah ve enne Muhammeden Rasûlu'llah (= Allah'tan başka hakk ilâh yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisi-dir) düstûruna şehâdet etmelerine çağır. Eğer onlar buna şehâdet et~  mekle sana itaat ederlerse bu sefer onlara, Allah'ın kendilerine her  gündüz ve gecede beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer onlar bu  beş namazda sana itaat ederlerse, bu sefer Allah'ın kendilerine bir zekât farz kıldığını, bu zekâtın zenginlerinden alınıp fakirlerine veri­leceğini onlara haber ver. Bu zekât işinde sana itaat ederlerse, sahih­leri yanında en kıymetli olan mallarını (zekât malı olarak) almaktan sakın ve mazlumun (kötü) duasından da çok çekin! Çünkü mazlum ile Allah arasında (duanın kabulüne) hiçbir engel yoktur" [195].

 

65- İmam'ın (Yani Devlet Başkanı veya Onun Yerinde Bulunan Yüksek İdare Adamının) Sadaka Sahibi Lehine Salat ve Dua Etmesi. [196]

 

Ve Allah'ın şu kavli babı:

"Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini temizlemiş ve bununla onları bereketlendirmiş olasın. Ve onlara dua et. Çünkü senin duâ etmen onlar için sükûnettir" (et-Tevbe: 103) [197]

 

97-.......Abdullah ibn Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), huzuruna bir cemâat zekâtlarıyla geldikleri zaman "Yâ Allah! Fulân ailesine salât et (yânı rahmet ve mağfiret ihsan eyle)" diye duâ eder idi. Ba"bam Ebû Evfâ, sadakasıyle geldiğinde de: "Yâ Allah! Ebû Evfâ ailesine rahmet eyle!" diye duâ buyurdu [198].

 

66- Denizden Çıkarılacak Şeylerin Zekat Vergisine Tabi' Tutulup Tutulmayacağı Babı

 

Ve İbn Abbâs (R) "Anber, mâden ve kenz değildir, o denizin kıyıya attığı bir şeydir" demiştir [199].

el-Hasen el-Basrî de: "Anberde ve incide hums, yânî beşte bir nisbetinde vergi vardır" demiştir [200].

Buhârî (Hasen Basrî'nin bu sözünü reddetmek maksadıyle): "Peygamber (S) beşte bir vergiyi, ancak mâdenlerde vâcib kılmıştır; yoksa suda elde edilecek (balık, anber ve inci gibi) şeylerde beşte bir zekât vergisi yoktur" dedi [201].

 

98-.......Ve el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: BanalCa'fer ibnu Rabîa, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tah-dîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmutur: îsrâîl oğullan'ndan bir kimse, kendi kavmi ferdlerinin bâzısından kendisine ödünç olmak üzere bin dînâr vermesini istedi. İstediği zât bu parayı ona (belli bir va'-de ile) ödünç verdi. Parayı alınca deniz seferine çıktı. Nihayet parayı miadında göndermek istedi. Fakat bir vapur bulamadı. Bunun üze­rine bir odun parçası aldı. Odunu oydu, içine bin dînâr (ile bir mek-tûb) koydu ve (Allah'ım, sahibine ulaştır! diye) denize attı. Ödünç veren kimse de (borçlu zamanında gelir ümîdiyle deniz kenarına) çık­mıştı. Sahilde bir odun parçasıyle karşılaştı. Odunu ailesinin evde yak­ması için aldı. -Râvî Ebû Hureyre, hadîsin geri kalanını tamâmiyle zikrettikten sonra- Ödünç veren kimse evinde odun parçasını kesip kırınca bin dinarı buldu (diye rivayet etmiştir) [202].

 

67- Bab: Rikazda Beşte Bir (Nisbetinde Vergi) Vardır [203]

 

İmâm Mâlik ibn Enes ile Muhammed ibn İdrîs eş-Şâfiî: "Rikâz, Câhiliyct Dcvri'nde yere gömülen hazînelerdir. Bunların keşf olunanlarında az olsun, çok olsun, beşte bir (nisbetinde vergi) vardır" demişlerdir [204].

Buhârî dedi ki: Peygamber (S): "Mâden zararı hederdir; rikâzda da beşte bir vergi vardır" buyurdu [205].

Ve Umer ibn Abdilazîz; mâdenlerden üretilen cevherin her ikiyüz dirheminden beş dirhem vergi almıştır (ki bu da kırkta bir'dir) [206].  

Ve Hasen Basrî: "Harb diyârındaki arazîde bulunan ." rikâzda beşte bir vergi vâcibdir. Sulh ve selâmet diyarı arazîsinde bulunan rikâzda da zekât vardır" demiştir.[207].

Ve yine Hasen Basrî: "Eğer düşman arazîsinde yitik mal bulursan, onu (yânı onun .   müslümâna mı, düşmana mı âid olduğunu) tahkik et. : O yitik şey düşmana âid ise (yânî düşmana âid olduğu sabit olursa) bunda da beşte bir nisbetinde vergi vâcibdir" demiştir [208]                        

Ve bâzı Adem oğulları ise "Mâden, tâbi' olduğu mâlî . vecîbe hususunda Câihiliyet defineleri gibi rikâzdır" demiştir.[209]                               

Buhârî dedi ki: Çünkü mâden işletip de ocaktan cevher çıkmaya başlayınca "Erkeze'l-ma'dinu Mâden rikâza, yânî cevher vermeye başladı" denilir.» Bâzı Âdem oğullarına denildi ki: Bir kimseye bir mal hibe edildiğinde, yâhud birisi çok para kazandığında, yâhud meyve ağacının mahsûlü bol olduğunda "Erkezte = Sen mâden buldun" deniliyor (ve bunlardan da beşte bir derecesinde vergi mi alınır)? [210].

Sonra da bu görüşün sahibi olan bâzı Âdem oğulları tezada düştü de: "Mâdeni gizlemesinde ve beşte bir zekâtı vermemesinde be's yoktur" demiştir [211].

 

99-.......Ebû Hureyre(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Hayvân(m cinayet ve zararı) hederdir. Kuyu (zararı) da heder­dir. Mâden (zararı) da hederdir, (yânî tazminleri lâzım gelmez), rikâzda -gömülü malda- beşte bir nisbetinde vergi vardır" [212].

 

68- Yüce Allah'ın "Sadakalar, zekât işinde çalışan me'mûrlar için de... bir hakktir" (et-Tevbe: 60) Kavli İle Zekat Me'mürlarının, Devlet Başkanı Olan İmam Huzurunda Hesaba Çekilmeleri Babı [213]          

 

100-.......Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S), Esed kabilesinden İbnu'l-Lutbiyye denilen bir kimseyi Suleym oğulları'nın sadakalan(m toplamak) üzere me'mûr ta'yîn etmişti. İbnu'l-Lutbiyye (vazifeden) geldiği zaman, Rasûlullah onu hesaba çek­ti [214].

 

69- Sadaka Develerinin ve Sütlerinin Sırf Yolculara Tahsis Edilip O Yolda Kullanılmaları Babı

 

101-.......Bize Katâde, Enes(R)'ten tahdîs etti (ki, o şöyle de­miştir): Urayne kabilesinden bedevî bir takım insanlar, mide ağrısı­na tutulduklarından dolayı Medine'de ikaamet etmek istemediler. Rasûlullah (S) bu kimselere sadaka develerinin bulunduğu yere git­melerine, develerin sütlerinden ve bevllerinden içmelerine ruhsat verdi. (Bunlar oraya gittiler; iyileşince de) oradaki çobanı öldürdüler ve de­veleri sürüp götürdüler. Bu haber Medine'ye ulaşınca, Rasûlullah bun­ların arkasından bir müfreze yolladı. Akabinde yakalanıp Medine'ye getirildiler. Rasûlullah bunların (suçlarına göre ceza olarak) ellerini,' ayaklarını kestirdi, gözlerini oydurdu ve Harre taşlığına terketti de, ölünceye kadar orada taşları kemirdiler [215].

Bu hadîsi Enes ibn Mâlik'ten rivayet etmekte Ebû Kılâbe, Hu­meyd et-Tavîl ve Sabit el-Bunânî,Katâde'ye mutâbaat etmişlerdir [216].

 

70- İmamın Sadaka Develerini Kendi Eliyle Damgalayış Alametlemesi Babı

 

102-....... Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Ben bir kuşluk vakti (kardeşim) Abdullah ibn Ebî Talha'yı bir çiğnem yapıp çocuğun ağzım parmağıyle çalması için, Rasûlullah'a götürdüm. Ra-sülullah'a (bir davar ağılında) rast geldim. Elinde hayvan dağladık­ları demir âleti vardı. Bu âletle sadaka develerini damgalayıp alâmetliyordu [217].

 



[1] Buhârî zekâtın farz olduğuna delîl olmak üzere Kur'ân'daki iki âyeti zikretmiş­tir. Bu âyetlerin tamâmı şöyledir:

"Namazı dosdoğru kılın; zekâtı verin; o RasûVe itaat edin. Tâ ki ilâhî rah­mete kavuşturulastmz "(en-Nûr:56);

"... O hâlde namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Allah ne yaparsanız hakktyie haberdârdır" (el-Mucâdile: 13).

[2] Bu İbn Abbâs hadîsi, Vahy Kitâbı'nda uzun bir metin ile geçmişti; burada onun \      sâdece zekât bahsine dâir fıkrası getirilmiştir.

Hicretin yedinci yılında bir ticâret kaafilesiyle Şam'da bulunan Ebû Suf­yân ile Roma imparatoru Hırakliyus arasında yapılan konuşmada, Hırakliyus tercemânı vâsıtasıyle Ebû Sufyân'a Muhammed'in hâilen ve söyledikleri şeyler hakkında bir takım suâller sormuş, cevâblar almıştı. Bu suâl ve cevâblardan bi­ri şöyledir:

Hırakliyus:

— Peki, Muhammed size ne emrediyor? dedi.

Ebû Sufyân:

— Bize yalnız bir Allah'a ibâdet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak etmeyiniz, dedelerinizin ibâdet ettiğini terk ediniz, diyor. Bize namazı, sadakayı, yâni ze­kâtı, doğru sözlülüğü, İffetli olmayı, hısımlara ilgiyi devam ettirmeyi emrediyor, dedi.

el-Vucûb: Lâzım olmak ma'nâsmadır ki, murâd subût ve temekkün veçhi­le lâzım olmaktan ibarettir; ikinci bâbdandır. Müellifin el-Basâir'de beyânı üzere, vucûb maddesi "sukût( = düşmek)" ve "vukû'(= vâki' olmak)" ma'nâsma ko­nulmuştur...

el-îffet, el-Affu ve'l-Afâfu: Çirkinliklerden ve haram kılınmış şeylerden per-hîz edip geri durmak ma'nâsmadır (Kaamûs Ter.)

el- Vasi, es-Sıla, el- Vusul: Bir nesneyi bir nesneye ulaştırıp bitiştirmek ve eklemek; bir nesneye erişip ulaşmak; bitişiklik ve ulaşıklık; bir nesneyi bir nes­neye ekleyip bitiştiren şey ma'nâlanna gelir (Kaamûs Ter.)

[3] Muâz ibn Cebel, Yemen'e vâlî ve muallim olarak Peygamber tarafından gönde­rilmiş ve kendisine hadîsteki ve diğer hadîslerdeki ta'Iîmât verilmişti. Gönderili­şi dokuz veya onuncu hicret yılında olduğu bildirilmiştir.

Hadîsteki "sadaka", zekât ma'nâsınadır. Nitekim "*.}/>& oiU^Ji \A= Sa­dakalar ancak fakirlere mahsûstur" (et-Tevbe:60) âyetinde de sadaka, zekât ma'nâsınadır

[4] Hadîsin bâb başlığına hüccet olan kısmı "Zekâlı verirsin" cümlesidir. Bu ha­dîste cennete girmeye sebeb olacak mühim işlerden "Hısımlara hısımlık ilgisini ekleyip durmak"fıkrası da vardır. Hısımlar arasında sıkı bağlar bulunursa, on­larda devamlı bir birlik, nizâm ve sağlamlık bulunur. Böyle birbirine bağlı aile­ler, boylar., ve topluluklardan meydana gelen büyük topluluk ve milletler de aynı şekilde birbirlerine sağlam ilgilerle bağlı, birlikli, dirlikli, kuvvetli bir du­rumda bulunmuş olurlar. Yânî bu ilgi ve irtibat, ferdler ve cem'iyetin huzur, birlik ve dirliğine en mühim bir te'mînâttır. Çünkü bu ilgi ile ferdî ve ailevî ihti­yâçlar giderilecek, sıkıntılar yok edilecek; böylece toplumun ma'rûz kalacağı parçalanma ve ayrılmalar önlenmiş olacaktır.

[5] Bu isnâdda Şu'be, İbnu Usmân'ın isminin Muhammed olduğunu bildirmiştir.

[6] Buhârî bu ifadesiyle îbn Usmân'ın isminin Amr ibn Usmân olduğunu bildirip, Şu'be'nin bu ismi zabt etmekte bir tereddüdü olabileceğini açıklamış oluyor. Çünkü bu hadîs, diğer rivayet yollarında Amr ibn Usmân'dan hıfz edilmiş bu­lunuyor

[7] Hadîsin bâb başlığına delâleti meydandadır. Bu suâli soran bedevinin Ebû'l-Mugîre Sa'd ibnu'l-Ahrem olduğu bildirilmiştir. Kendi kabîlesinin elçisi olarak Peygamber'e gelmiş, bu suâli sormuş ve İslâm'ın esaslarını ve en mühim farzla­rını öğrenip, yine kavmine dönmüştür.

Taberânî'den el-Mu'cemu'l-Kebîr'indeki rivayette bu Ebû'l-Mugîre: Rasûlullah'a geldim, dedim ki, diye söze başlıyor ve Peygamber'in cevaben saydığı farzlar arasında şunu da ziyâde olarak rivayet ediyor: "Kendine gelmesini arzu ettiğin her hayr ve ni 'metin, insanlar için de olmasını arzu edersin; sana gelme­sini istemediğin her şerr ve zararı, insanlar hakkında da istemez ve insanları on­dan bırakırsın" buyurdu.

Müslim'deki rivayette bu zât; "Bu senden işittiklerim üzerine hiçbir artır­ma yapmam, bunlardan da hiçbir eksiltme yapmam" demiştir.

[8] Buhârî bundan evvelki hadîste râvîyi Yahya ibn Saîd ibn Hayyân diye ismiyle zikretmişti; burada ise Ebû Hayyân diye künyesiyle zikretmiştir.

Yahya el-Kattân bu hadîsi Ebû Hayyân'dan görüldüğü gibi mürsel olarak rivayet etmiştir. Çünkü Ebû Zur'a tabiîdir ve Ebû Hureyre'yi zikretmemiştir. Böyle olunca Vuheyb'e muhalefet etmiş oluyor. Buhârî'nin Vuheyb hadîsinden sonra bu tarîki getirmesi, illetin yaralayıcı olmadığını bildirmek içindir. Çünkü Vuheyb hafızdır ve bundan dolayı onun hadîsini daha önce getirmiştir. Binâe­naleyh bu tarîkten gelen hadîs dahi hakîkatte mürsel değil, sahîh bir hadîstir.

[9] Buhârî, Süleyman ibn Harb'ın hadîsini Mağâzî Kitâbı'nda; Ebu'n-Nu'mân'ın hadîsini ise Hums Kitâbı'nda senedleri ile rivayet etmiştir.

Bu hadîs, şimdiye kadar îmân Kitabı ve daha birkaç yerde geçmiş ve ilgili açıklamalar oralarda verilmişti. Hadîsin buradaki başlığa delîl olan kısmı, Abdu'l-Kays hey'etine emredilen dört tslâmî temelden birinin zekât vermek maddesi olmasıdır

[10] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır.

Ebû Bekr'in "Zekât mâlî bir hakktır" sözüyle Tevhîd Kelimesi'nin mal, can masuniyetini gerekli kılması, ancak Tevhîd ve islâm şartlarının yerine geti­rilmesine bağlıdır. Namaz, zekât gibi iki şarta bağlı olan masuniyet, bunlardan yalnız biri ile hâsıl olmaz demek istemiştir. Böylece İslâm'ın bütünlüğünü, çe-likleşen iradesiyle korumuştur. Ebû Bekr'in bu isabetli kararının doğruluğu Umer tarafından da anlaşılıp i'tirâf edilmiş ve böylece Ebû Bekr'in engin ve keskin görüşü dile getirilmiştir.

[11] Buhârî bu âyeti bâb başlığını te'yîd etmek için getirmiştir. Bundan evvelki ve sonrakiyle beraber tamâmı maâlen şöyledir:

"Onlar bir mü'min hakkında ne bir yemîn, ne de bir vecîbe gözetip tanı­mazlar. Onlar taşkınların tâ kendileridir. (Bununla beraber) eğer tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse, artık onlar dînde sizin kardeşterinizdir. Biz âyetleri bilecek bir kavm için açıklarız. Eğer ahidlerinden sonra yine andlarını bozarlar ve dîninize saldınrlarsa, bütün küfrün Önderlerini hemen öldürün. Çün­kü onlar andlan olmayan adamlardır. (Bu suretle) umabilirsiniz ki vazgeçer ler" (et-Tevbe: 10-12). Yânî İslâm'da harbin hedefi kati değil, ıslâh edip düzelt­mektir.

Bu âyet, küfürden tevbeye ve dînde islâm kardeşliğine nail olmaya ancak

namazı kılan ve zekâtı veren kimselerin gireceğini ifâde etmektedir. İslâm bey'atı ancak zekât vermekle bütünlenecek ve zekâtı men' eden de ahdini bozmuş ola­caktır. Peygamber'in bey'atının içine aldığı herşey de vâcib'dir.

[12] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Bu hadîs, îmân Kitabı'mn sonunda da geçmişti. Râvî Cerîr ibn Abdillah en son müslümân olanlardan olduğu için, bu bey'atı çok ehemmiyetlidir ve hükmün ebedîliğinin te'mînâtıdır

[13] Bu âyetler zekât vermeyenler, ferdî ve içtimaî yardımlaşmadan geri duranlar, istifciler, servetlerini Hakk yolunda harcamayanlar hakkında İnmiştir. Bâzı âlim­ler bunun Kitâb ehli milletler hakkında indiğini ileri sürmüşlerse de, cumhur hem Kitâb ehli olanlar, hem müslümânlar hakkındadır, demişlerdir.

[14] "Su başında sağılma hakkı" sürü sahihlerinin sürülerini su başlarına getirdik­lerinde sütlerinden bir mikdârını sağıp orada bulunan fakirlere, yolculara sada­ka yapmalarıdır. Şârih İbn Battal dedi ki: Bu bir ikram hakkıdır, musâvât hakkıdır; farz demek değildir; terkine ceza terettüb etmez. Su başında süt ta-sadduk etmek Arablar'ın âdeti idi. Bunun için fakîrler ve zaîfler su başlarında bunu bekler dururlardı.

Bu hadîsten iki nevi' hakk sabit oluyor: Farz olan zekât, farzın gayrı hakk. Süt, İkinci nevi' hakk ve iyi ahlâk cümlesinden oluyor. Farz kılınan hakk hu-dûdlandırılmıştır; farz kılınmayan hakk ise hudüdlandinlmamıştır

[15] Bu hadîs, deveden, sığırdan, davardan zekât verilmesinin vâcib olduğuna delâ­let eder. Yalnız keyfiyet ve mıkdârı burada bildirilmemiştir. Bu hususlar İleride gelecek hadîslerle bildirilecektir

[16] Hadîsteki mal ta'bîri umûmî bir lâfız olduğu için, altın, gümüş, ticâret metâ'la-rı gibi bütün zekât mallarını şâmildir. Hadîs, bütün bu malların zekâtını ver­meyenlerin uğrayacakları azabı anlatmaktadır .Hadîsin sonunda Peygamber'in okuduğu âyet, anlatılan hakîkati pek güzel te'kîd etmektedir. Bunlar zekâtın içtimaî bir yardım olduğunu ve bunu îslâm Dîni kadar hiç bir dînin ve hiçbir içtimaî teşekkülün kendi mensûblarına zarurî ve kat'î bir vazife hâlinde yükle­mediğini belirten hüccetlerdir. Bu bâbda arka arkaya getirilen iki hadîs ve onla­rın ma'nâlarını te'yîd eden iki âyet, bu mâlî ibâdetin ehemmiyetinin, farzıyyetinin ve İslâm Dîni'nin içtimaî yardıma verdiği müstesna ehemmiyetin ebedî ve hiç eskimeyecek hüccetler indendirler.

[17] Buhârî bu unvandaki "Zekâtı verilen mâl kenz değildir" hükmünü, Peygam-ber'in "Beş ûkıyyeden az mikdârdaki gümüşte zekât vâcib değildir" hadîsi ile delîllendirrniştir. Babın unvanına göre bir malın kenz olması ve sahibinin azabı hakk edici bulunması İki şeye bağlanmış oluyor: a. Malın nisâb mıkdân olması; b. Zekâtı verilmemiş bulunması. Şu hâlde nisaba ulaşmayan mal kenz olmaz ve sahibi de kenz âyetinde fet-Tevbe:34) bildirilen azâblanacak kimselere dâhil bulunmaz. Yine böyle bir mal nisâb mıkdân olup da zekâtı verilirse, buna da kenz denilmez ve sahibi de azaba müstehıkk olmaz.

Buhârî'nin muradı: "Beş ükıyyenin aşağısı kenz değildir. Çünkü Su mık-darda zekât vâcib değildir. Beş ûkıyye ve ziyâdesinin zekâtı verilirse bu da kenz değildir. Sahibi âyetteki vaîde dâhil değildir" demektir.

[18] Buhârî bu hadîsi Tefsîr Kİtâbı'nda da buradaki tarzda getirmiştir. Nesâî de Ze-kât'ta getirmiştir.

îbn Umer'in bu hadîsinden, zekâtın farz kılınmasından önce Allah yolun­da harcamanın daha şiddetli olduğu anlaşılıyor. Bu sıkı vaziyeti "... Sana hangi şeyi nafaka vereceklerim sorarlar. De ki; İhtiyacınızdan artanı (verin)"(ei- Bakara:219) âyetinden de öğreniyoruz.ı Zekât âyeti ininceye kadar bu âyette ha­ber verildiği üzere, zarurî ihtiyâçlardan fazlası tamamen sadaka olarak verilirdi ki, hakîkaten güç İdi. Zekât âyeti indirildikten sonra, bu güçlük ve ağırlık ha­fifletilmiş oldu.

Kenz, lugatta gömülü mal demektir. Dîn ıstılahında ise kenz, zekâtı veril­meyen maldır.

[19] Okıyye, dîn lisânında kırk dirhem'dir. Bir ûkıyye'nin kırk dirhem olduğunda hadîscilerin, fakîhlerin, lügat âlimlerinin ittifakı vardır ve bu, Hicaz ahâlîsinin ûkiyyesidir. Rai gibi bâzı ölçülerin Şâmî'si, Irâkî'si olduğu ve aralarında vezn i'tibâriyle fark bulunduğu gibi, ûkıyye de muhteliftir ve her yerin kendisine mah­sûs bir ûkıyyesi vardır... Fakat her yerde nisaba mikyas olarak dînen mu'teber olan ûkıyye, kırk dirhemdir. Buna göre beş ûkıyye, ikiyüz dirhem eder ve iki-yüz dirhemden az gümüşte zekât yoktur. Binâenaleyh gümüşün zekât nisabı, ikiyüz dirhemdir.

"Hadîsin ikinci fıkrasında devenin zekât nisabı bildirilmiştir ki, üzerinden en aşağı üç sene geçen beş deveden ibarettir. Böyle beş deveye mâlik olan kim­seye bi'1-icmâ bir koyun zekât lâzım gelir. Bu konuda fakîhler arasında ihtilâf geçmemiştir.

Zevd, üç ile onbeş yaş arasında olan deveye denir; Ezvâd diye cem'ilenir. Bâzı lugatçiler, iki yaşı başlangıç olarak kabul etmişlerdir. Bâzıları da yaşın so­nunu yirmi-otuz yaşa kadar ilerletmişlerdir.

Hadîsin üçüncü fıkrası, hurma, üzüm, hububat gibi mahsûllerin zekât ni­sabını öğretmektedir ki bu da beş vesk'tan ibarettir. Vesk, aslında bir şeyi top­layıp yüklenmek ma'nâsınadir (Ve'l-Leyli ve mâ vesa*a;-el-İn$ikaak:17). Bir vesk, ittifakla Peygamber sâ'ıjile 60 sâ'a denir. Vesk'in cem'i Evsuk gelir. Bir sâ', 1040 dirhem ayarındaki ölçeğe denildiğine göre, beş vesk, kesirsiz olarak 1000 kilo ve eski okka ile 780 okka eder. Ancak Peygamber sâ'ınm mıkdârında Iraklılar ile Hicâzlılar arasında görüş ayrılığı varsa da, hesabın neticesi birdir. Bir sâ'ın 1040 dirhem olduğudur.

[20] Ebû Zerr Gıfârî'nin görüşüne göre, aile nafakasından fazla mal biriktirmek ha­ramdı. Kendisi bu yolda fetva verirdi. Şam'da vâlî bulunan Muâviye ile arasın­da bu yüzden bir niza' çıkmış, Muâviye ona bu görüşünü halka yaymamasını tavsiye etmiş; Ebü Zerr görüşünde ısrar edince, Muâviye, tarafdârlannın çoğal­masından endîşe ederek, Medîne'ye çağırması için Halîfe'ye yazılı müracaat et­miştir. Ebû Zerr Medine'de aynı görüşü yaymaya başlayınca, orada da halk onun yanında fazla toplanmış; bunun üzenine Medîne'ye üç merhale uzaklığındaki Rebeze köyünde, ikaamete gönderilmiştir. Usmân devrinde Rebeze'de vefat et­miştir.

Ebû Zerr, zekâtı verilse bile fazla mal biriktirmenin aleyhinde idi. Hâlbuki Muâviye ve tarafdârlarına göre, azabı gerektiren kenz, zekâtı verilmeyen mal­dan ibaretti. Zekâtı verilen mal, kenz değildi. Bu suretle yânî zekâtını ve diğer Allah hakklarmı vermek suretiyle mal toplamak, artırma yapmak meşru idi.

Bu iki görüşün bu günde de geçerliliği ve savunucuları vardır ve hattâ kıya­mete kadar da var olacaktır.

[21] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Altm, gümüş ve benzeri dünyâ zenginlik­lerini biriktiren, bunlardaki Allah ve kul haklarını Ödemeyen, infâk etmeyen is-tifçiler kötülenmektedir. Bunları dünyâda da, âhirette de dehşetli felâketler beklemektedir.

[22] Yânî malın dünyâ ve âhiretçe hakkında bir muaheze bulunmayan bir harcama yerine harcanması babı

[23] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu, birinci fıkrasındadtr. Çünkü orası malın hakklı yerlere harcanmasını teşvîke delâlet etmektedir.

Hadîste malın hepsini sıhhat yolunda harcamaya ve mirasçıyı mahrumiye­te ve dînin men' ettiği benzer hususlara götürmediği müddetçe, malı tamamen hayır yollarında tüketmeye cevaza hüccet vardır (Ibnu't-Tîn).

Bu hadîs, İlim Kitâbı'nın "İlim ve hikmet hususunda gıbta edilmesi bâbı"n~ da da geçmişti.

[24] Buhârî, bâb başlığını bu âyetle hüccetlendirmiş oluyor.

[25] İbn Abbâs'uı âyette geçen "Salden" kelimesine âid olan bu tefsirini Muham-med ibn Cerîr, Muhammed ibn Sa'd'dan senediyle rivayet etmiştir.

[26] İkrİme'nin bu îzâhını da Abd ibn Humeyd, kendi tefsirinde senediyle rivayet etmiştir. îkrime'nin tefsirini verdiği kelimeleri ihtiva eden âyetin tamâmı şudur: "Allah'ın nesini istemek ve ruhlarında olan (îmân)i kökleştirip takviye etmek için mallarım harcayanların hâli de bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir bah­çenin hâline benzer ki', ona bol bir yağmur isabet etmiş ve meyvelerini iki kat vermiştir. Ona bol bir yağmur düşmese de bir çisinti (bulunur). Allah, ne ya­parsanız hakkiyle görücüdür "(el- Bakara: 265).

[27] Bu başlık Müslim'in Sahîn'inde Mus'ab ibn Saîd'den rivayet ettiği şu hadîsin bir parçasıdır: İbn Âmir'in bir hastalığında Abdullah ibn Umer ona hasta ziya retine gelmişti. İbnu Âmir: Ey Umer'in oğlu, bana duâ et, dedi. Ibn Umer, ab-destli olmadığını i'tizâren bildirdi de, Rasûlullah'ın: "Abdestsiz namaz ve duâ, çalınmış maldan verilen sadaka kabul olunmaz" buyurduğunu işittim. Sen de ;t bir ara Basra'da vâlî bulunmuştun, dedi ve İbn Âmir'e üzerinde halk hukuku bulunması ihtimâli ile tevbe etmesini hatırlattı.

[28] Buhârî bâb başlığını bu iki âyetle de takviye etmiştir.

[29] Buhârî bu bâb başlığını da zikrettiği âyet ile delîllendirmiştir. Asıl başlık ise ge­lecek olan Ebû Hureyre hadîsinin bir parçasıdır; yânı o da Rasûlullah'ın hadîsidir.

"Ey îmân edenler, in/âkı kazandıklannızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığı­nız pek âdi, bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin. Bilin ki, şübhesiz Allah her-şeyden müstağnidir; asılhamde lâyık olan O'rfı/r"(el-Bakara:267) gibi daha birçok âyetlerde bu husus tekrar tekrar emredilmiştir.

[30] "Sağ el ta1 bîr buyurulması, kıymetli şeylerin sağ el ile alınması örfünden istiare edilmiştir" (Şârih Hattâbî).

Selef imamlarına göre Kur'ân'da ve hadîslerde gelen yemîn, yed, kadem ve benzerleri Allah'ın sıfatlarıdır. Bunları te'vîl, tekyîf, ta'tîl ve tahrif etmeye­rek zahirleri üzere icra vâcibdir. Selefi bir hadîsçi olan Sıddık Hasen Han, selef imamlarının mezhebini bu surette takrîr ettikten sonra: "Selef mezhebi hakktır. Uyulmaya en hakklı olandır. Halefin mezhebi bu sıfatlan te'vîlden ibarettir, za-îftır ve mercûh bir mezhebdir. Bu mezhebe Kitâb ve Sünnet'ten, şerîatin gaye­sinden gafil olanlar uyarlar" diyor.

[31] Fevt: Fâ'nın fethi ve lâm'ın sükûnu ile çocuğu ve şâir yavruyu memeden çekip ayırmak ve memeden kesmek ma'nâsınadır....

Feluvv: Aduvv vezninde memeden kesilmiş bir yaşındaki beygir yavrusuna denir ki, biz ona tay deriz. Dişisine defelüvve derler (en-Nihâye ve Kaamûs).

Hadîsin son fıkrası bir meseldir. Memeden ayrılan tayın hayâtına, büyü­mesine sahibi nasıl dikkat ederse, halâl olmak şartıyle bir hurmadan ibaret olan küçük bir sadakayı da Allah'ın kendi inâyetiyle dağ misâli büyüteceği; ecrinin büyük olacağı anlatılmış oluyor

[32] Buhârî bu mutâbaatı Tevhîd Kitabı 'nda küçük bir lâfız muhalefetiyle senedli olarak getirmiştir. Ebû Avâne ve diğerleri de mevsûlen rivayet etmişlerdir.

[33] Verkaa'nın bu hadîsini de Beyhakî senediyle rivayet etmiştir.

[34] Bu üç zâtın birincisinin hadîsini senediyle Kaadî Yûsuf ibn Ya'kûb Zekât Kitâ-bı'nda; diğer ikisinin hadîsini ise Müslim, senedleriyle mevsûlen rivayet etmiş­lerdir (Kastallânî).

[35] Bâb başlığı ve altındaki bu hadîsler, sadaka vermekte acele davranmayı teşvîki, aynı zamanda sadaka vermeyi geciktirmekten de sakındirmayı ihtiva etmekte­dir. Çünkü sadakanın geri bırakılması, sonra sadakayı kabul edecek fakir bula­mamak gibi bir mahzura veşîle olacağı bildirilmiştir.

"Hadîsin zahirine göre, sadaka verecek fakîr bulamamak vaziyeti, mal ço­ğaldığı bolluk zamanında meydana gelir ki, bu da kıyametin yaklaşması zamanıdır" (Şârih tbn Battal).

[36] "Sadakayı kabulden çekinme keyfiyyeti zamanın sonunda olur" (İbn Hacer).

[37] Mal bolluğunun ve zekât kabulünden çekinme keyfiyetinin sahâbîler devrinde ve Umer'in halifeliği zamanında Suriye, Mısır, Irak ve îrân fetihlerinden i'tibâ-ren başladığı da îslâm târihinin şehâdetiyle sabittir. Kisrâlann asırlık hazînele­ri; Mısır'ın, Suriye'nin altın yığınları tamamen Medine'ye taşınmıştı. İstisnasız sahâbîler zenginleşmişti. Yukarıda ta'rîf edildiği üzere dînin ta'rîfi dâiresinde sadaka alması caiz olan fakîr bulmak hakîkaten güçleşmişti. Binâenaleyh Peygamber'in bir mucize halinde istikbâle âid bu ihbarı, çok geçmeden gerçekleş­miş bulunuyor.

Nitekim hadîsteki yol kesiciliğinin yakında sona ereceği haberi de çok geç­meden gerçekleşmiş; emniyet ve âsâyiş tahakkuk etmişti. Şu hâlde Peygamber'-İn bu ihbarlarının hem sahâbîler devrinde gerçekleştiği, hem de zamanın sonunda tekrar meydana geleceği şeklinde anlaşılması da mümkindir. Şârih Kİrmânî ve diğer bâzı sarihlerin görüşleri budur.

[38] Hadîsin son fıkrası içtimaî yardımlaşmayı, en yüksek medeniyeti ancak Peygam-ber'e lâyık bir vccîzliklc anlatmıştır

[39] Peygamber tarafından vukua geleceği haber verilen bu içtimaî ve iktisadî den­gesizliklerin ve beşerî sıkıntıların büyük harbler, fitneler, kıtaller sonunda ola cağı ve bunların da kıyamet alâmetlerinden bulunduğu diğer hadîslerde de bildirilmiştir.

[40] Bu başlık, hadîsin bir parçasıdır. Buhârî hadîs ile âyetler, az olsun, çok olsun; sadaka vermeye teşviki ihtiva ettikleri için, bunları başlıkta bir araya getirmiştir

[41] Bunlar iki âyettir. Buhâri bunların birer fıkrasını verip işaret etmekle yetinmiş­tir. Biz, ma'nânm daha iyi anlaşılması için âyetlerin tamâmının tercemelerini verdik .

Her iki âyet, ibâdetlerimizde ve her türlü fiil ve hareketlerimizde doğrudan doğruya Allah rızâsının kasdedilmesi; ibâdetlerin zoraki değil,' yüksek bir îmân ve ihlâsla yapılması gereğini gayet belîğ bir mesel hâlinde öğretmektedir.

[42] Vâhidî'nin Esbâbu'n-NuzûPde beyânına göre, çok para tasadduk eden zât Ab-durrâhmân ibn Avf'dır. Zekât âyeti inip de Rasûlullah sahâbîlerini zekât ve sa­daka vermeye teşvik ettiğinde, Abdurrahmân İbn Avf o günü mâlik bulunduğu sekiz bin dirhemin dört bin dirhemini sadaka etmiş ve: Yâ Rasûlullah, serveti­min yarısını getirip Allah'a ödünç veriyorum, öbür yansım da aileme alıkoy­dum demiş. Peygamber de: "Verdiğinle alıkoyduğun malına Allah bereket İnşân etsin" diye duâ etmiş. Bu duâ sebebiyle Abdurrahmân'm servetinde çok büyük bir artma olmuştur.

O gün Âsim ibn Adiyy de sadaka olarak yüz vesk hurma getirmiştir. Ebû Akîl el-Ensârî de: Bir sâ' hurma götürüp bir sâ' da aileme alıkoydum, demiştir. İşte zekât âyeti inip de sahâbîlerin birbirleriyle yarışırcasına az çok bu mâlî vazîfeyi yerine getirdiklerini gören münafıkların bunlarla eğlenmeleri üzerine, ter-cemesini verdiğimiz âyet nazil olmuştur.

[43] Hadîs metnindeki müdd Irak'a ve Şam'a âid olmak üzere ayrı ayrı mikdâr-ları gösterir. Fakat yuvarlak ve takrîbî bir hesâbla iki avuç açılarak aldığı mıkdâra deniyor.

Ebû Mes'ûd (R), bu hadîsinde saadet asrmdaki geçim darlığı ile İslâm fe­tihlerinin arka arkaya gelişmesinden sonraki refah ve bolluk devrini ifâde et­miştir. Sahâbîlerin zekât ve sadaka vermekte bu derece ileri gayretler götermeleri, müstakbel insanlık için en mükemmel ve eskimeyecek bir sosyal yardımlaşma örneğidir. Bugünkü ve yarınki insanlığın ızdıraplannı dindirmek veya hafiflet­mek için İslâm'ın bu eskimez asıllarını yaşamak ve yaşatmaktan başka çâre yoktur.

[44] Bu hadîs bâb başlığının aynıdır ki, bundan daha ziyâde uygunluk olamaz

[45] Bu hadîs, az mikdârda olsa bile sadakaya teşvîki, isteyeni eli boş çevirmemek için yanında bir hurma da bulunsa, bunu sadaka yapmanın makbûllüğünü ifâ­de etmektedir. Yüce Allah'ın anaların gönlünde yarattığı engin analık şefkat ve merhametinin en belîğ şekilde tecellî edişi de hadîstegâyet açık biçimde belir­tilmiştir. Yine bu hadîste kız çocuklarının nafakası, terbiye ve yetiştirilmeleri hususunda çalışmanın, cehennemden kurtuluşa sebeb olacak hayır işlerinin en fa­ziletlisi olduğuna da delâlet vardır.

[46] Buharı bâb başlığına, arka arkaya zikrettiği bu iki âyeti hüccet olmak üzere sevk etmiştir. Âyetler sadakaların geriye bırakılmaması hususunu pek belîğ biçimde teşvîk etmektedir.

[47] Sıhhatli cimrinin sadakasının, diğer kişilerinkinden fazîletli oluşu şöyle açıklan­mıştır: Çünkü cimri, nefsinde cimrilik gibi fazîlete mâni' bir zorlayıcının varlı­ğından dolayı canının yansı olan malını ayırıp da bir fakîre verebilmek için nefsiyle çetin bir mücâdele etmiştir. Bu nefis mücâhedesi ise Allah'ın emrine çok ınkıyâddan neş'et etmiştir.

Bu sebeble cimrinin sadakası, başkalarının sadakasından daha fazîletli ol­muştur.

[48] Çoğunluğun rivayetlerinde böyle yakı1 olmuştur. Ebû Zerr rivayetinde ise bu yoktur. Ebû Zerr rivayetine göre buradaki hadîs, geçen babın başlığının hadîs­lerinden olur. Diğerlerinin rivayetlerine göre de bu "Bâb" sözü, Âişe hadîsini evvelki bâbdan ayıran bir fasl olur. Çünkü musannıfların âdeti, konuları topla­makta böyle kitâb lâfzını zikretmekle cereyan eder, sonra kitâb içinde birçok bâblar zikrederler, sonra da her bir bâbda fasıllar zikrederler (Aynî). Buhârî'-nin Sa/ıîh'\nöe unvansız olarak görülen "bâb"lar birer "fasP'dan ibarettir

[49] Hadîsin geçen kısımla ilgisi, Peygamber'e kavuşmaya sebeb olacak el uzunlu­ğundan maksadın el açıklığından ibaret olduğunu açıklamasıdır. Bu e! açıklığı sıfatı ise ancak sıhhatliden ve sıhhati hâlinde bu el açıklığını devam ettiren kim­seden hâsıl olacaktır (Aynî). Hadîsteki "Kolu uzununuz" ta'bîrindeki "Yed" lâfzı "sadaka" İçin istiare edilmiştir. "Tül" de müsteârun minhin mülayimi ol­duğu için istiareye terşîh olarak îrâd edilmiştir.

Peygamber'in vefatından sonra kadınlarından ilk önce vefat eden kadın Şev­de bintu Zem'a mıdır, yoksa Zeyneb bintu Cahş mıdır? Bu hususta bâzı görüş, rivayet ve târih ayrılıkları vardır

[50] Buhârî, "Aşikâre verilen sadaka bâbı"nda hadîs getirmemiştir. Zahir olan, onun bu konuda kendi şartına uyan bir hadîs bulamayıp, yalnız zikrettiği âyetle ye­tindiğidir. Âyette gizli açık harcama yapanların Rabb'leri katında mükâfatları olduğu bildirildiğinden, başlığa delîl olmuştur.

ei-Alenu ve'I-Alâniyetu: Bir nesne zahir ve aşikâre olmak ma'nâsınadır ki, gizli ve gizlilemek mukaabİlidir; 1, 2, 4, 5. bâblardan gelir (Kaamûs Ter.).

[51] Buhârî, bu "Gizli verilen sadaka bâbı"nda, Ebû Hureyre hadîsinin gizli verilen sadakanın üstünlüğünü bildiren fıkrası ile gizli verilen sadakaların daha hayırlı olduğunu anlatıp teşvik eden âyeti getirmiştir.

Ebû Hureyre hadîsini daha evvel Kitâbu'1-Ezân "Mescidde namaz bekle­mek için oturan kimse bâbı"nda, senediyle ve bütünüyle getirmiş olduğu için, burada senedsiz olarak ve sadece ilgili fıkrasını göstermekle yetinmiştir.

[52] Hadîsle hırsız ve fahişe de zikredilmişken, bâb başlığında yalnız zengine verilen sadakanın durumunun açıklığa kavuşturulmaya çalışılması, zengine hiçbir hâl­de sadaka vermenin caiz olmamasındandır. Böyle iken bilmiyerek bir zengine sadaka verildiğinde, sadaka veren, niyeti ve bu ameli ile sevâb kazanır, sadaka­sı da makbul olur. Diğerlerinde ise, sadakanın kabul edileceği, evleviyetle sabit olur.

İmâm Ahmed bu hadîsi İbnu Lahîa tarikiyle el-A'rec'den rivayet etmiştir. O rivayette bu sadaka veren kimsenin îsrâîl oğulları'ndan olduğu belirtilmiştir. Bu hadîsten îsrâîl oğulları zamanında da sadakanın takva ehlinden muhtâc olan fakîrlere verilegeldiği ve bu sebeble halkın bu üç sınıfa sadaka verildiğini du­yunca hayret ve söz ettikleri anlaşılıyor. Hadîste Allah'ın bu kuluna hayır niye­ti ve ameliyle ru'yâsında sevâb bahşetmesi, sadakasının kabul edileceğine delâlet etmiş oluyor. Hadîsten zekât ve sadakanın içtimaî çöküntüleri ve ahlâkî bozuk­lukları düzelttiği ve bu hususta çok te'sîrli olduğu görülmektedir. Şuurlu bir in­san ne kadar kötü olursa da, gördüğü iyilik ve ihsanın minnet yükü altında kalarak düştüğü kötü yoldan kendisini kurtarmağa çalışır. Hele o kötü fahişe­lik yoluna zaruret şevkiyle düşmüş ise, böyleleri için zekât ve sadakanın uyan­ma vesilesi olduğu çok görülmüştür.

[53] Bu şartın cevâbı kaldırılmıştır; bunun takdiri "Caiz olur"dur. Buhârî bu cevâ­bı ya kısaltmak için, yâhud da bâb hadîsinin delaletiyle yetinmek için zikretme-mistir. Babanın bilmemesinden dolayı oğul, yabancı gibi olacağı İçin zikretmedi de denilmiştir.

[54] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu şöyledir: Yezîd altınları kendi nâmına sadaka edivermesi için bir adama verdi ve ona bir hudûd koymadı. Akabinde oğlu Ma'n gelip o zâttan bu altınları aldı. Ve böylece Yezîd bizzat kendisi sadaka altınları­nın oğlunun eline düşmesine sebeb oldu. Böylece de bilmiyerek kendi oğluna sadaka vermiş gibi oldu.

Râvî Ma'n, babası Yezîd, dedesi Ahnes ibn Habîb Bedr gazilerinden ol­dukları rivayet edilmiştir. Baba, oğul, torun üçlüsünün bu müstesna şerefi îs-lâm târihinde hiçbir sahâbî ailesine nasîb olmamıştır.

Âlimlerin ittifakına göre babanın borcu olan vâcib sadakayı oğlunun al­ması, babanın borcunu düşürmez. Bu menfî hükümden tatavvu' ve nafile sada­kalar müstesnadır. Şârih İbn Battal: Bu hadîste Peygamber, Yezîd ibn Ahnes'e: "Niyet ettiğin sadakanın sevabı senindir" buyurduğuna göre, bu sadakanın vâ cib olan sadaka ve zekât nev'inden olmayıp, tatavvu' sadakası olduğu anlaşılır ve nafile sadakaya hamledilmelidir, demiştir. Şafiî de: Bir babanın oğlu borçlu yâhud asker ve gâzî olursa, babasının sadakasını alabilir, demiştir.

İmâm Şafiî ve diğer İmamlara göre ihtilafsız sabit olan bir şer'î hakîkat de şudur: Nafakası vâcib olmayan hâllerde baba ve oğuldan zengin olan tarafın, fakîr olan tarafa, fakirler ve miskînler payından zekât ayırıp vermesi caizdir. Bu hâlde iki taraftan biri öbürüne yabancı vaziyetinde bulunuyor. Başka suret­te caiz değildir. «Usûlün fürûa, fürû'un da usûle zekât vermelerinin caiz olmadı­ğı mes'elesi, Hanefî kitâblannda sabit bir asıldır... Nafakası vâcib olmayan sair hısımlardan muhtâc olanlara zekât verilmesi hakkında âlimler ayrı ayrı görüş­ler ileri sürmüşlerdir...

Bu hadîsten babanın malından sadaka, hibe yoluyla evlâdın zimmetine ge­çen mala babanın dönmesi sahîh olmadığı, yine bundan hukukî mes'elelerde baba ile oğul arasında husûmet ve ihtilâf meydana gelerek oğulun mahkemeye müra­caat etmesi, oğulun babasına âsî sayılmıyacağı hükmü alınmıştır.

[55] Hadîsin bâb başlığına lâfzan uyan fıkrası "Sağ elinin verdiği sadakayı sol elinin bümiyeceği derecede gizli sadaka veren to?/" cümlesidir. Bu fıkrada sadakanın vasıtasız olarak bizzat kendi eliyle ve kimseye duyurmadan taşınıp verilmesinin değeri ifâde edilmiş oluyor.

Dînî, içtimaî ve ahlâkî çok mühim esasları toplayan bu hadîsi, Buhârî Ezan, Zekât, Cumua, Rikaak, Muhâribûn kitâblannda da getirmiştir.

[56] Hadîsin bâb başlığına delâleti "İnsan kendi sadakasıyle yürür..." fıkrasıdır. Bu hadîs şu Zekât Kitâbı'nın dokuzuncu babında da geçmişti.

[57] Ebû Mûsâ'mn bu hadîsi altı bâb sonra "Sadaka verdiğinde hizmetçinin sevabı babı' 'nda senediyle gelecektir. Buhârî bu bâb başlığıyle bi'1-vâsıta verilen sada­kadan da mâl sahibinin ecir alacağını bildirmek istemiştir.

[58] Erkeğin kazancından kadının tasarrufu en nâzik içtimaî mes'eklerdendir.   Bu sebeble hadîste “(Ma'rûf hududu geçmekle aile geçimini ve aile birliğini) bozu­cu olmayarak" kaydı getirilmiştir. Bu, menfî bir şarttır. Fakat şumûl sahası çok geniştir. Kadının tasarrufu ile aile geçiminin, aile dirliğinin bozulmaması bir ta­kım şartların bulunması ve gerçekleşmesiyle sağlanabilir. Bunlardan birisi, bu in-fâkm ev azığına münhasır olmasıdır. Bu tahsis, hadîsin sarahati ile de sabittir. İkincisi kadının infâkı zevcin iznine ve örfe uygun olmasıdır...

[59] Yânî kâmil sadaka, ancak kuvvetli bir servete dayanan zenginlikten verilen sa Peygamber (S), kişinin kendi malını mahvetmesini ,' nehyetmiştir. Bundan dolayı bir kimsenin sadaka için

dakadır. Bu başlık, Ahmed ibn Hanbel'in el-Müsned'de Ebü Hureyre'den riva­yet ettiği hadîsten alınmıştır. Buhârî bu fıkrayı Vasıyyetler Kitâbı'nda da zikretmiştir. Buhârî başlıktaki bu hükmü, müteâkib rivayetler ve hadîslerle tefsîr ve takviye etmiştir.

[60] Sadaka verecek kimsenin ne kendisi, ne de ailesi muhtâc olmamak, borçlu da bulunmamak gerekir. Üzerinde kul borcu olan kimse için vâcib olan, evvelâ borcunu vermektir. Bu farzdır. Sadaka vermek nafiledir. Borçlunun kazancı ken­disinin değil, bi'1-kuvve alacaklının malıdır. Binâenaleyh borçlunun, kazancından sadaka vermek suretiyle tasarrufu sefîhliktir. Hâkim tarafından hacr olunur

[61] Buhârî hadîsi, Ödünç İsteme bölümünde Ebû Hureyre'den senediyle rivayet et­miştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Kim halkın malını edâ etmek niyetiyle borç alırsa, Allah o kimseye borcunu ödemeyi kolaylaştırır. Kim de halkın ma­lım telef ve israf etmek üzere borç alırsa, Allah onu telef eder, borç aldığı malın hayır ve bereketini giderir!"

[62] Buhârî bu fıkra ile, kendisi ve ailesi muhtâc iken sadaka verebilecek, yalnız Ebû Bekr Sıddîk ve Ensâr gibi temiz nefis sahihleridir diyerek, bunları istisna edi­yor. Bu iki istisna ile de Ebû Bekr'in ve Ensâr'ın bu fiillerini anlatan hadîslere işaret etmiş oluyor. Ebû Bekr'in malının hepsini sadaka verişini Ebû Dâvûd ve diğerleri rivayet etmiştir. Ensâr'ın, muhacirleri kendi nefislerinden üstün tut­maları vakıası ise hadîslerle sabit olduğu gibi, Kur'ân'da da dile getirilmiştir: ' 'Onlardan evvel (Medîne 'yi) yurd ve îmân evi edinmiş olan kimseler, kendileri­ne hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç meyli bulmazlar. Kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden koru­nursa işte murâdlarına erenler ancak onlardır" (e!-Haşr: 9).

[63] Bu, Namazın Sıfatı bölümünün sonlarında geçmiş olan Mugîre hadîsinin bir par­çasıdır. Buhârî, insan kendi malını zayi' etmekten men' edilince, başkasının malı­nı zayi' ve telef etmekten evleviyetle reddedilir şeklinde istidlal etmiş oluyor

[64] Ka'b ibn Mâlik'in tevbesine âid olan bu uzun hadîs Tefsîr Kitâbf nda Tevbe Sûresi'nin tefsiri sırasında gelecektir. Rasülullah'ın Ebû Bekr'i bütün malını sa­daka yapmasından men' etmeyip de, îkincı Akabe Bey'ati'nde bulunmak şere­fini taşıyan Ka'b gibi kıdemli bir sahâbîyi bu hareketinden men' etmesi, Ebû Bekr'in sabrı şiddetli, tevekkülü kuvvetli, müstesna bir şahsiyet olmasından do­layıdır. Ebû Bekr'in bu yüksek seviyesi hiçbir kimse için misâl edinme örneği olamazdı.

[65] Bu hadîsin ma'nâsını bundan sonraki hadîs daha çok açmaktadır.

[66] Bu hadîsteki tertîb, iyi düşünülürse, Peygamber'in sadaka vermek hususunda evleviyet ve akrabiyete göre bir silsile tertîb ve ta'kîb buyurduğu anlaşılır. Ne-sâî'nin Ebû Humeyd eş-Sâidî'den gelen rivayetinde daha şümullü ve umûmî bir tertîb vardır. Bu tertîbi de Taberânî'deki rivayette Rasûlullah şöyle öğretmiştir: "Evvelâ zatî ve nefsî vazifeni ifâ et. Nefsinden artan şeyi de ehline, ailene sar-fet. Ailenden birşey artarsa bunu da hısımlarına sadaka yap. Bunlardan arta kalanı da sağındaki, solundaki konuya komşuya sadaka yap" (Taberânî).

Bu Hakîm ibn Hızâm hadîsinde de, bundan önceki Ebû Hureyre hadîsinde de birinci derecede nefse âid vazîfe zikredilip, diğerlerinden öne geçirilmiştir. Bunda bir hodgâmlık vardır sanılmamalıdır. Bil'akis aile, akraba ve diğer me­denî vazifelerin îfâsif bir aile reîsinin tamamen zinde ve sıhhatte olmasına bağlı­dır. Bunun için insanın yemek, giymek gibi hayâtın devamı için muhtâc olduğu kendi zatî vazîfeferini en önce yapması zarurîdir.

Yalnız aklî ve felsefî esaslardan ilham alınarak yazılan ahlâkî eserlerde de ahlâkî vazifeler bu suretle beş nev'e ayrılmıştır: Nefsî, ailevî, hemşehri, insa­nî, medenî.

[67] Bundan önce 31 rakamıyle geçen Hakîm ibn Hızâm hadîsindeki "Yüksek el, alçak elden hayırlıdır" vecizesinin burada Rasûlullah tarafından güzel bir tefsî-ri yapılmıştır. Hakîkaten yüksek el veren eldir; verir yükselir; alçak el de iste yen, alan eldir; alır alçalır. Bu vecîz hadîs, verici ve alıcı olan ellerin verir ve alırkenki durumlarını ve bu durum altındaki ruhî ve manevî farklılığı çok belîğ biçimde anlatmıştır.

[68] el-Menn; ni'met vermek, bir adama iyilik etmek; el-Minnet; bir adama ettiği iyiliği, lutûf ve ihsanı saymakla başına kakmak ma'nâsınadır.. el-lmtinân: Bir adam bir kimseye ettiği ihsanı zikr ve ta'dâd ile başına kakmak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.).

Verdiği şeyleri söyleyip başa kakmak, vereni de, verileni de küçülten; yapı­lan iyiliği değersizleştiren kötü bir şeydir. Buhârî başlıktaki bu hükmü demlen­dirmek için el-Bakara: 262. âyeti getirmiştir. el-Bakara: 264. âyeti de aynı hükme hüccet olacak bir fıkra ihtiva etmektedir: "Ey îmân edenler, sadakalarınızı ba­şa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin..''.

[69] Buradaki sadaka sözü, farz kılınmış olanları ve nafile sadakaları şâmildir. Her iki hâlde de iyiliğin hayırlısı, bekletmeden çabucak yapılanıdır

[70] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır: Peygamber namazı bitirince sür'atle ha­reket etmiş, eve girmiş ve evdeki altını bizzat taksim etmiş, sonra da o altını evinde geceletmeyi istemediğini haber vermiştir. İşte bu, sadakanın bekletilme­den verilmesinin müstehâb olduğuna delâlet etmiştir.

Bu hadîs, biraz lâfız farkıyle Namaz Kitâbı'nm sonlarında 77 rakamlı "İn­sanlara namaz kıldırıp da bir haceti hatırlayan kimse..." unvanlı bâbda da geç­mişti. Buradaki "Kasemtuhu = Onu taksim ettim" rivayeti, taksimin bizzat Peygamber tarafından yapıldığına delâlet ettiği gibi, kendi emri ile yapılan bir fiili kendisine izafe ettiğine de delâlet eder. Bu sebeble iki hadîs arasında bu hu­susta bir ayrılık bulunmamış olur

[71] Hadîsin son fıkrası, Peygamber'in kadınların yanına gelip onlara va'z ederek, sadaka vermelerini emreylemesi, bâb başlığına hüccet olan yeridir. Peygamber'in bu teşviki kadınlarda çok te'sîrli olmuştur

[72] Bu hadîste Peygamber'in sahâbîlerine emrettiği şefaat, bir fakîr için, yâhud bir ihtiyâç sahibi için başka bir şahıs nezdinde İstenilen şeyin kabulüne delâlet et­mektir. "Kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir (gü­nâh) payı vardır, Allah her şeye hakkıyle kaadirdir ve nazırdır" (en-Nisâ: 85).

[73] Hadîsin bâb başlığına delâleti ma'nâ cihetiyledir. Çünkü Peygamber kesenin ağ­zını boğmaktan nehyetmiştir. Bu ise ancak para biriktirmek için yapılır; Bu nehyin ma'nâsı "biriktirme de sadaka yap" demektir.

[74] el-îkaa: Kırba ağzını iple boğmak.

et-Ihsâ: Bir şeyin veznini, sayısını saymak;

el-fyâ: Kab içinde biriktirmek ve saklamak ma'nâsınadır

[75] "er-Radhu": Üçüncü bâbdandır. Pek nesneyi kırıp ufaltmak ve azca atıyye vermek... ma'nâlannadır.

Hadîs, insanın gücünün yettiği mikdâra göre az da olsa sadaka vermeye delâlet etmektedir.

[76] Fitne, aslında imtihan ve ihtibârdır ki, Türkçe'si sınama demektir. Hâlisi, karı­şığından belli olsun diye altını, gümüşü potada eritmeye fitne dendiği gibi, iyili­ği kötülüğü belli olsun diye insana edilen her muameleye de fitne denilir. Bu lâfzın ma'nâlan çoktur...

[77] İnsanın ailesi yüzünden fitnesi, onlardan dolayı halâl olmayan söz söylemesi, halâl olmayan iş işlemesi;.çocukları yüzünden fitnesi, onlara aşın sevgisiyle be­raber birçok hayrata onların yüzünden fırsat bulamaması, yâhud onları geçin­direyim diye halâla, harama bakmaması; komşusu yüzünden fitnesi, zengin olmasına hoş nazarla bakmayıp temennî ve hasedde bulunmasıdır.

[78] İşte burada sayılan ibâdet ve faaliyetler bu nevi'den olacak günâhları örtecek, onlara keffâret olacaktır. Hadîsin bâb başlığına delâleti, "sadaka vermenin gü­nâhı Örter olması" fıkrasıdır. Bu hadîs bâzı küçük lâfız farklanyle Namaz Va­kitleri Kitâbı'nda 4 rakamlı "Namaz  keffârettir" babında da geçmişti.

[79] Yânî müşriklik hâlinde iken sadaka veren, sonra da İslâm'a giren kimsenin bu işleri mu'teber olur mu yâhud olmaz mı? Hadîsin zahiri, Câhiliye devrinde ya­pılan İyiliklerin mu'teber olması şıkkıdır

[80] Hadîsteki Tahannüs; takarrub ve taabbud yânî Allah'a yaklaşma ve ibâdet etme ma'nâsınadır.

Hakîm ibn Hızâm hadîsinden, müşrikin İslâm'a girmesi ve İslâm olarak vefat etmesi hâlinde, daha önceki iyi işlerinden sevâb alacağı ve faydalanacağı anlaşılıyor. Küfr üzere ölürse "... Kim îmânı tanımayıp kâfir olursa, herhalde bütün yaptığı boşa gitmiştir ve o âhirette en çok ziyana uğrayacaklardandır'(el- Mâide:5) âyeti uyarınca, işlediği bütün hayırlı işler bâtıl olur.

Âlimler Peygamber'in bu sözünü bir kaç türlü te'vîl etmişlerdir: Hadîsin ma'nâsı: "Ey Hakîm, sen mâzîde kazandığın güzel tabîatler ile İslâm oldun. Müslümanlıkta bu selîm tab'ından faydalanırsın" demektir; yâhud: Câhiliyet devrinde işlediğin hayırlarla iyi bir nâm kazandın ve bu içtimaî şerefinle müslü-mân oldun, demektir

[81] Bu hadîs küçük bir iâfız farkıyle aynı kitabın 18. babında 29 rakamıyle geçmiş ve bâzı açıklamalar orada verilmişti.

[82] Bu hadîste hizmetçinin ve İş vekilinin sevaba nail olması bâzı şartlara bağlan­mıştır;

a.  Hizmetçinin, efendisinin malını alıp harcamaya izinli bir iş vekili olması;

b.  Hizmetçinin müslim olması, çünkü sadakada niyet şarttır, kâfir ise bu ehliyeti hâiz değildir.

c.  Hizmetçinin emin olması; bununla da hıyaneti sabit olan hizmetçi çıka­rılıyor.

d.  Sadaka hususunda efendisinin emrini-yerine getirmesi.

e.  Hizmetçinin vermeye me'mûr olduğu sadakayı, gönül hoşluğuyla ver­mesi. Bu şart da niyetin varlığı için lâzımdır. Çünkü niyet, ecrin dayanağıdır.

f. Emr olunan sadakayı, efendisinin emrettiği kimseye vermesi. Şayet baş­kasına verirse emre muhalefet ve emînlikten uzaklaşmış olur.

İşte bu vasıflan taşıyan İş vekili, efendisine vekâleten verdiği sadakadan do­layı iki sadaka verenin birisi bulunuyor ve efendisiyle başbaşa ecre nail oluyor.

[83] Hadîslerin bâb başlığına delâletleri açıktır. Bu hadîslerde ısrarla tekrarlanan "boz­guncu olmayarak" kaydı, çok mühimdir. Bu kayıd, aile nizâmının, aile geçimi­nin kilit şartıdır. Bu hususta daha evvel geçtiği yerde açıklama verilmişti

[84] Buhârî bu bâbm hadîslerini Âişe'ye varan üç yoldan getirmiştir. Bu yolların hepsi Şakîk üzerinde deveran eder. O da Mesrûk'tan; o da Âişe'dendir. Bu yolların herbirinde,diğerinde olmayan ziyâde bir fâide vardır.Nitekim el-A'meş'in lâfzı "Kadın kocasının evinden yedirdiği zaman "; Mansûr'un lâfzı "Kadın kendi evi­nin yiyeceğinden in/âk ettiği zaman" şeklinde olduğunu görürsün. Allah müel­lif Buhârî'ye rahmet eylesin; faydaların incilerini ne kadar da çoğaltmıştır! Ve mükâfatını ancak Allah verebilir ki, onun tekrarı ne kadar da tatlı olmuştur (Kastallânî).

[85] Bu âyetlerin burada zikredilmesi, hayır yollarında mal harcamayı rağbetlendir-meğe işarettir. Çünkü Allah, yapılan harcamaya dünyâda bedelini, âhirette bol sevabını verecektir. Âyetler cimrilik yapan ve Allah'a yaklaşma yollarında mal harcamaktan çekinen kimseleri de tehdîde işarettir.

Âyetteki "en güzel" ta'bîri Lâ ilahe il/e'llah\; yâhud İslâm Dîni'ni, yâhud cen­neti ifâde eder (Medârik).

Âyetlerden sonraki fıkra, âyetteki"Yusrâ = En kolay'\ tefsir etmekte gi­bidir. Bu fıkra hadîsten bir parça olup, atıf harfi olmadan bâb başlığına bağlı­dır; Çünkü böyle de caizdir

[86] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Yâ Allah, infâk ediciye bir bedel ver" kav­linden dolayı açıktır. Çünkü onu beyân etmektedir. Hadîs "... (Hayır için) ne sar/ederseniz, Allah bunun ardından bedelini ihsan eder. O, rızıklandıranların hayırhsıdır" (Sebe': 39) âyetine tamâmiyle uygundur.

Bir kudsî hadîste Allah: "Sen infâk et ki, ben de sana infâk edeyim" (Buhârî-Müslim) buyurmuştur. Hadîsteki bu infâk, hem vâcibi.'hem mendübu şâmildir.

Hadîsteki meleklerin duasının kabul edileceği, "Kimin âmin demesi, me­leklerin âmîn demesine uygun düşerse, geçmiş günâhları mağfiret olunur" (Buhârî-Müslİm) hadîsinin delaletiyle sabittir.

[87] Bu hadîslerde cömert ile cimrinin rûh hâlleri en belîğ bir temsîl ile tasvîr edil­miştir: Cömert, ihtiyâç içinde bunalmışlara yardıma koşmakla gönlünde bir ra­hatlık ve sevinç duyar. Bu, iç açıklığının ve hazzın tâ parmaklarına kadar bütün vücûdunu kapladığını nefsinde hisseder. Bir de cömertlik, onun ruhî ve hârici bütün ayıplarını tamâmiyle örter.

Cimri ise, düşkünlere ve fakirlere karşı katı -yürekli olmakla beraber, gön­lünde fıtrî bir merhamet duygusu da vardır. Fakat cimriliği bu asîl duyguya ga­lebe etmektedir. O, gönlündeki bu iki zıd temayülden dolayı devamlı bir ızdırap içindedir. Bu ızdırap Allah'ın fıtrat gereğince cimrilerde yarattığı bir iç üzüntü­sü, bir gönül darlığıdır ki, hadîste ifâde edildiği gibi bu ruhî hâl, cimriyi baştan ayağa kadar cendere içinde gibi sıkıştırır durur. Bir fakîre yardım edip de bu gönül azabından kurtulmayı başaramaz

[88] Buhârî buradaki nıutâbaati Libâs Kitâbı'nda "Gömleğin yakası bâbı"nda ge­tirmiştir. Hanzala'nın rivayetini de yine Libâs Kitâbı'nda muallak olarak getir­miştir. Bu ta'lîki İsmâîlî, İshâk el-Ezrakî tarîkinden mevsûlen rivayet etmiştir. Bu son rivayetlerde "Cubbetân=lki cübbe" ta'bîri yerine "Cunnetân = İki zırh" ta'bîri gelmiştir. Bu ta'bîr, hadîsin ma'nâsında bir değişiklik meydana getirme­mektedir.

[89] Buhârî bu başlıkla, dînen mu'teber olacak sadakanın, ancak halâl kazançtan ve halâl ticâretten verilecek sadakadan ibaret olduğuna işaret etmiştir. Burada, zikrettiği âyetle yetinip, başka bir hadîs getirmemiştir. Çünkü âyet ancak halâl-t;   dan sadaka verilmesini emretmekte ve haramdan verilecek sadakayı nehyetmektedir. Buhârî bu başlıktan kasdettiğini, delîl getirme yoluyla zikrettiği bu âyetle açıklamıştır.

[90] Bu başlık, gelecek olan hadîsten alınmış İki cümledir. Ma'rûf, Allah'a itaat, Al­lah'a yaklaşma, insanlara iyilik nev'inden herşeyi toplayan câmialı bir sözdür. Diğer deyişle dînin ve selîm aklın iyi gördüğü şeyler; örfler, âdetlerdir. Münker de bunun zıddıdır ki, dînin ve selîm aklın kötülediği şey ve çirkinlik demektir.

Allah, Kur'ân'da "Ma'rûf ile emret, münkerden nehyet" (Lukmân: 17; el-A'raf: 199) itâblarıyle Peygamberine teblîğ ve yüksek irşâd vazifesinin iki mühim ana hattını öğretmiştir, islâm ümmeti için ma'rûfla amel edip, münkerden ka­çınmak birer vecîbe olmuştur.

[91] Hadîsin bâb başlığına delâleti son derece açıktır, çünkü başlık hadîsten alınmıştır. A, Hadîs, Peygamber ile sahâbîler arasında bir suâl cevâb üslûbu ile cereyan v"   etmiştir. Böylece en zengininden hiçbir şeye mâlik bulunmayan ferde kadar her­kesin kendi imkânı nisbetinde, içinde bulunduğu cemiyet ferdlerine yardım et­mesi kaanûnu vaz' edilmiştir. Hiçbir şeye gücü yetmeyen kimse de, iyi hareket edip dosdoğru yaşayacak ve kendini kötülükten uzak tutacaktır. İşte bu son de­rece sâde ve vecîz ifâde içinde her ferde en eskimez bir iyilik ve medenî hayât düstûru verilmiştir.

[92] Buharı bu başlıkta üç mikdâr sorusu getirmiştir: Birincisi: Farz kılınan zekâtı verecek olan kimse ne mikdâr verecektir sorusudur. Zekât mallarının sınıfları­na göre çeşitli mikdârlarda verilecek olan bu mikdâr sorusu, Zekât Kitâbı'nda-ki birçok bâblarda bildirilmiştir. Buhârî bu bilgilerin hatırda bulunduğuna güvenerek, burada buna dâir hiçbir hadîs sevk etmemiştir. Buhârî'nin bu âdeti Sahîh'inin birçok yerinde böyle cereyan etmiştir. Buhârî bu unvan ile burada şerîat koyucu tarafından nasslaştınlan zekât mikdârlarından bir indirme ve ek­siltme caiz olmayacağına işaret etmek istemiştir ki, bu da bâblarda bilinmişti.

İkincisi, sünnet ve mendûb olan sadakayı verecek kimse, ne kadar verecek­tir sorusudur. Mendûb olan sadakanın hududu bir mikdâr ile takdir ve tahdîd edilmemiştir. Çünkü bu nevi' sadaka bir ihsandır; onu veren muhsindir. "Ve Allah ihsan eden muhsinleri sever" {el-Bakara: 195; el-Mâide: 14, 96).

Üçüncü soru: Bir zekât koyununu kamilen ve tamamen bir fakire veren kim­senin hükmü nedir sorusudur. Buhârî bu soru ile, bir zekât koyununun tamamen bir fakire verilmesinin cevazına işaret etmiştir. Çünkü şeriat koyucu tarafından koyun zekâtının parçalanmadan bir fakire verilmesi nâsslaştınlmış ve tesbît edil mistir. Binâenaleyh bir zekâthk koyunun kesilip etinin parçalanarak birkaç fa-kîre verilmesi caiz değildir. Sadaka olan koyun ise tamamen bir fakire verilebileceği gibi, parçalanıp fakirlere dağıtılması da caizdir.

[93] Hadîs, Nuseybe (Nesîbe) Ümmü Atıyye el-Ensâriyye'nin kendi rivayeti iken, mü-tekelüm sigasiyle değil de, gâib sigasıyle sevkedilmiştir. Bu da bir anlatım tarzı­dır. Müslim'deki rivayeti ise mütekellim sigasıyle olup daha açıktır:

Ümmü Atıyye dedi ki: Rasûlullah (S) bana zekâthk bir koyun gönderdi. Ben de bunun etinden bir parça Âişe'ye gönderdim. Rasûlullah, Âişe'nin yanı­na gelince: "Yanında yiyecek birşey var mıdır?" diye sormuş. O da: Hayır, bir­şey yoktur. Yalnız sizin Nuseybe'ye yolladığınız koyunun etinden bize gönderdiği bir parça et vardır, demiş. Rasûlullah: "(Getiriniz!) O zekât yerine ulaşmıştır" buyurmuştur (Müslim, Zekât).

Peygamber, kendisi zekât malından yemez; ailesi ferdlerini de yedirmezdi. Çünkü zekât malı onlara haram idi. Fakat zekât Ümmü Atıyye'nin mülkiyetine geçtikten sonra Âişe'ye gönderildiğinden, bu etin mâhiyeti değişiyordu; artık bu, hediye oluyordu. Hediyeyi ise yiyebilirlerdi. "Zekât yerine ulaşmıştır" edebî vecizesi ile bu şer'î hakîkat ifâde edilmiştir.

[94] Buhârî, her yerdeki insanların ellerinde gümüşün deveranı ve revacı çok olduğu için bu "Gümüşün zekâtı bâbı"nı diğer zekât mallarından önce getirdi

[95] Hadîsin bâb başlığına delâleti "Beş ûkıyyeden az mikdârdaki gümüşte zekât yoktur" fıkrasıdır. Bu hadîs, cümlelerin yer değişikliği farkıyle "Zekâtı verilen mal kenz değildir... " unvanlı 4. babın başlığı içinde ve aynı babın 10 rakamlı hadîsi olarak geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti . Şu kadar söyleyelim:

Ükıyye, şeriat lisânında 40 dirhemdir. Bir ûkıyyenin 40 dirhem olduğunda hadîsçilerin, fakîhlerin ve lugât imamlarının ittifakı vardır. Ve bu, Hicaz ahâlî­sinin ûkıyyesidir. Rıtl gibi bâzı ölçülerin Şâmî'si, Irâkî'si olduğu ve aralarında vezn i'tibânyle fark bulunduğu gibi, ûkıyye de muhteliftir. Ve her yerin kendi­sine mahsûs bir ükıyyesi vardır. Bâzı yerde yedi miskale, bâzı yerde de dokuz miskale bir ûkıyye demişlerdir. Fakat her yerde nisaba mikyas olarak şer'an mu'-teber olan ûkıyye, 40 dirhemdir...

Kitâbu'l-Mekaayîl'de Vâkıdî'den, Abdurrahmân ibn Sabit (118)'in şu bil­gileri haber verdiği rivayet edilmiştir: Kureyş'in Câhiliyet devrine âid bir takım vezinleri vardı. İslâm devri geldiğinde müslümânlar bunları olduğu gibi kabul ettiler ki, şunlardır:

Ûkıyye = 40 dirhem                                                                          

Rıtl       ~  12 ûkıyye = 480 dirhem                                                  

Neş       = 20 dirhem

Nevât   = 5 dirhem

Miskâl = 22 kîrât'tan bir habbe eksik

10 dirhem = 7 miskâl         1 dirhem =  15 kîrât

Bu ölçüler ile paraların Câhiliye ve İslâm devirlerinde çeşitli ülkelerdeki tâ­rihî gelişmeleri hakkında Kâmil Mîrâs'ın güzel araştırma ve toplamasını Tecrîd Tercemesi, V, 41-189 sahîfelerinden okunması tavsiyeye lâyıktır.

Hulâsa,bu Ebû Saîd hadîsinde beş ûkıyye mikdârmdan azda zekât olma­dığı açıkça bildirildiğinden, gümüşün nisabı 200 dirhem oluyor.

Hadîste, en aşağı üçer yaşında olan beş devenin, zekât nisabı olduğu sabit oluyor. Böyle beş deveye mâlik olan kimseye bi'1-icmâ' bir koyun zekât lâzım gelir. Bu konuda fakîhler arasında hiçbir ihtilâf geçmemiştir.

"Beş vesk mikdân mahsûlden aşağısında zekât yoktur" cümlesi de hurma, üzüm, hububat gibi mahsûllerin zekât nisabını öğretmiştir. Vesk, aslında bir şeyi toplayıp yüklenmek ma'nâsmadır. Ve bi'1-ittifâk bir vesk, Peygamber sâ'ı ile 60 sâ'a denilir... B\r sâ', 1040 dirhem ayarındaki ölçeğe denir; beş vesk, kesirsiz olarak 1000 kg ve eski okka ile 750 okka eder... (Tecrîd Ter., V, 110-111).

[96] Bu, zikredilen hadîsin diğer bir tarîkidir. Bunu getirmekten maksad, hadîsin kuv­vetini beyân etmektir. Çünkü bu, geçen isnadın hilâfına vâsıta ihtimâli olmadı­ğı için en yüksek derecededir.

[97] el-Ard: Ayn'm fethi, râ'nın sükûnu ile eşyanın kıymetini ta'yîn eden altından, gümüşten başka olan metâ'a denilir. Altın ve gümüşe ise Ayn denilir.

el-Arad: Ayn'ın ve râ'nın fethi ile, az olsun çok olsun, insana arız olan dünyâ malına denir ve mutlak mal demektir. Nitekim "Dünyâ hâzır bir metâ'dır; ondan insanların iyisi de yer kötüsü de" denilmiş­tir. Binâenaleyh ard (arz) ile arad arasında umûm husus mutlak vardır. Ard, hâss'dır; arad, âmmdır. Her ard, araddır; fakat aksi sahîh değildir. Rasûlullah: "Zenginlik mal ve metâ'ın çokluğun­dan vücûd bulur değildir. Fakat zenginlik insanın nefsinden meydana gelen bir rûh hâlidir" buyurmuştur (Buhârî; Müslim). Mala araz (arad) denilmesi, sahi­bine sonradan geldiğinden dolayıdır. Bir ân gelip arız, sonra da zail olur. Bu iki kelimenin daha başka ma'nâları da vardır (Umdetu'l-Kaarî).

[98] Tâvûs'un bu hadîsini İbnu Ebî Şeybe, el-Musannafmda; Yahya İbnu Âdem Kitâbıı'l-Harâc'mda muttasıl senediyle rivayet etmişlerdir. Bu rivayet, zekâtın kıymetle verilebiimesinde nasstır. Zekâtın aynen verildiği gibi, kıymeti takdîr edilerek bedelen de verilmesinin cevazı buradan alınmıştır.

Bu rivayetteki bâzı isimlerin ma'nâları:

el-Hamîs; Dört köşeli ve iki tarafı damgalı siyah abadır. Vaktiyle Yemen'-in ma'rûf elbiselerinden olup, uzunluğu beş zira' imiş. ,   el-Lebîs: Giyilmiş ve kullanılmış elbisedir. es-Siyâb: Hamîs ve lebîsten daha umûmî bir lâfızdır. ez-Zuratu: Zâl'in dammı ile, hubûbât'tandır

[99] Hâlid ibn Velîd'den de konuşulan bu hadîsi Buhârî, Yüce Allah'ın "Ve fi'r-' Rikâb... "(et-Tevbe:61) kavli babında, Ebû Hureyre'den senediyle rivayet etmiş­tir. Buhârî'nin bununla istidlali şöyledir: Zekât âmilleri Hâlid İbn Velîd'in zırh­larım ve diğer harb araç ve gereçlerini ticâret malı gibi zekâta tâbi'dir zannederek, bunların kıymetinin zekâtını istemişlerdi. Demek ki, kıymeti üzerinden zekât alınması, zekât verilmesi caizdir. Fakat Peygamber tarafından harb araç ve ge­reçlerinin zekâta tâbi' olmadığı; bunların Allah yolunda kullanılmak üzere habs ve vakf olduğu bildirilmiştir.

[100] Buhârî bu hadîsi İki Bayram Kitâbı'nda İbn Abbâs ile Câbir ibn Abdiilah'tan, senediyle uzunca bir metinle getirmiştir. İlim Kitâbı'nda da yine İbn Abbâs'tan getirmiştir.

Buhârî bu hadîsi ve beraberinde söylediği sözlerini, kıymet üzerinden eşya­lar ve metâ'lar ile zekât verilmesine istidlali göstermek için getirmiştir. İstidlali şöyledir: RasûluHah, farz olan zekât ile sadakayı ayırmaksızın, mutlak olarak kadınlara: "Sadaka veriniz" buyurmuştur. Kadınlar da küpeleri, yüzükleri ile, yapımında altın, gümüş gibi mâdenler karışmamış olan ve "sihâb" denilen ger­danlıklarını Rasûlullah'a vermişlerdi. RasûluHah da altını, gümüşü, eşya ve me­tâ'lardan ayırdetmiyerek kabul etmişti, ki işte Peygamber'in bu fiili, kıymetten zekât vermenin cevazını ve aynen vermekten hiç farkı olmadığım gösterir.

Hadîsin istidlale dayanak noktası "sihâb" kelimesidir. Bu kelimenin ma' nâsımı Kaamûs Tercemesi'nden nakledelim: "es-Sihâb; kitâb vezninde, Arab ka­dınlarına mahsûs bir nevi' kilâde (gerdanhk)dir ki, sük ta'bîr olunan güzel bir koku mürekkebâtı ile karanfilden düzerler. Onda cevahire (ve mâdenlere) âid birşey yoktur. Cem'i, kütüb vezninde Suhub gelir".

Bu hadîste Peygamber, farz olan zekâtın sarf yeri ile müstehâb olan sada­kanın sarf yerini ayırmamıştır. Çünkü her iki ibâdetle kasdedilen Allah'ın rızâ­sı ve Allah'a yaklaşmadır. Sarf yeri ise et-Tevbe:61. âyette sayılan sekiz çeşit yerdir. Kısaca ifâde gerekirse fakirdir, muhtâc olan kimsedir.

Buhârî, Ebû Bekr'in Enes'e yazdığı bu meşhur mektubu aitı bölüme ayıra­rak, birbiri ardınca gelecek olan ayrı ayrı altı bâbdaki hükümlere delîl olarak sevketmiştir; Ayrıca Humus, Şerîket, Libâs ve Hileleri Terk kitâblarında da ge­tirmiş olduğundan, Buhârî bu hadîsi Sahih 'inin on yerinde parça parça getirmiş oluyor.

[101] Bintu Mahâd: Mîm'in fethi ile, bir yaşını dpldurup ikisine giren ve anası gebe olmak isti'dâdmda bulunan deve nev'ine denir. Erkeğine îbnu Mahâd derler. Mâhıd, hâmil demektir. Anası hâmil olup da doğurunca, evvelki yavruya Arab-lar, dişi olursa Bintu Lebûn, erkek olursa İbnu Lebûn derler. Lisânımızda ko­yunun her yaşta kuzu, toklu, şişek, güveç gibi adlarla anıldığı gibi, Arablar arasında da deve her yaşta, hattâ dişisine, erkeğine ayrı ayrı birer isim verilmiş­tir. Deve Arab'ın en kıymetli malı olduğu için her yaşa âid adlara ehemmiyet verilir. Bu hususta kitâblar yazılmıştır.

Hadîs, zekâtın aynen verildiği gibi, kıymet takdîr edilerek bedelen de veril­mesinin cevazını göstermektedir. Buhârî'nin istidlali şöyledir: Hadîste, devele­rin zekâtını verecek olan bir mal sahibinin bir yaşında bir dişi deve vermesi îcâb edip de, kendisinin bu vasıfta dişi devesi bulunmayıp iki yaşında dişi devesi olur ve mal sahibi bunu vermek isterse, zekât me'mûru onu kabû! eder. Fakat me' mûr, aradaki bu yaş farkını telâfi etmek için mal sahibine ya yirmi dirhem, yâ-hud iki koyun geri verir. Hadîsçiler ve fakîhler örfünde buna "Cebrân = îki telâfi yolu" denilir.

[102] hadîsin bir parçası başlık içinde geçmiş ve ora ile ilgili haşiyede gerekli açık­lamalar verilmişti.

[103] Bu başlığı meydana getiren vecîz kaanûn, başlığın altında getirilen Enes'in riva­yet ettiği Ebû Bekr'in mektubunda aynen mevcûddur. Buhârî bunun diğer bir sahâbîden de: Peygamber'e dayanan bir senedle rivayet edildiğini göstermiş ve hadîsi daha da kuvvetlendirmiştir

[104] Hattâbî, hadîsteki "faraza11 fiilini şer'î vücûb ma'nâsına "farzetti" değil, "takdir etti" ma'nâsınadir, demiştir. Gerçekten zekâtın vücûbu Kur'ân'ın nâssı ile bildi­rilmiş, mikdârmm ta'ymi Rasûlullah'a bırakılmıştır.

Hadîsteki zekâtın gerekmesinden veya düşmesinden, aynı zamanda artmasından veya eksilmesinden korkacak kimse zekât me'mûru mu, yoksa mal sahi­bi mi, yoksa her ikisi mi olduğu bildirilmemiştir. Fakat her iki taraf için de böyle bir endîşe vardır. Zekât me'mûru zekâtın düşmesinden veyâhud eksilmesinden çekinir. Mal sahibi de zekâtın gerekmesinden veyâhud artmasından korkar. Bu korkuyu hakk düşüncesi değil, menfaat düşüncesi doğurur. Binâenaleyh hadîs­te iki edebî ve ilmî vecîze hâlinde zikredilen "Ayrı olanın toplanması ile toplu bulunanın ayrılması"; hem zekât me'mûruna, hem de mal sahibine yönelik ol­mak üzere nehyedilmiştir. Bu nehyİn misâllendirilişi şöyledir:

Zekât amiline yönelen nehiy: îki kimseye âid olan kırk koyunu zekât al­mak maksadiyle bir yere toplaması gibidir. Âmilin toplu bir zekât malını ayırması da: Bİr kimsenin malı olan 120 koyunu kırkar kırkar ayırıp, üç zekât istemesi gibidir. Hâlbuki bu yolda zekât, şer'an matlûb değildir. Bu-sebeble zekât me'­mûru birinci misâldeki toplamak ile ikinci misâldeki ayırmadan nehyedilmiştir.

Mal sahibine yönelik kısmın misâli şöyledir:

Ayrı olanın birleştirilmesi: Kırk koyun sahibi bir kimsenin, yine kırk koyu­na mâlik diğer birisiyle bu ayrı ayrı iki sürüyü sayım zamanı birleştirerek iki koyun yerine bir koyun zekât vermek istemeleri gibidir. Toplu olanın ayrılması da: Karışık ve ortak yirmişer koyun sahibi olan iki kişinin zekât me'mûruna karşı bu toplu bir sürüyü sayım zamanı ikiye ayırmaları ve zekâtın düşmesine sebeb olmaları gibidir. Bu hareket de Beytü'1-mâle zarar verir ve nehyedilmiş­tir. Bu toplama ve ayırma daha başka şekillerde de olabilir. Böyle aldatmalı iş­ler, dînen nehyedilmiştir.

[105] Hctlîtayn: Halil'in tesniyesidir. Bu kelimenin şer'î medlulünü ta'yînde görüş ay­rılıkları vardır. Ebû Hanîfe, Halil, şerik demektir, demiştir, tbn Esîr de bunu te'yîd ediyor ve: Rasûlullah'm bize hitâb ettiği şeriat dilinde halîtayn, birbirin­den ayırdedilemiyecek bir halde malları birbirine karışan iki şerikten ibarettir, diyor. Binâenaleyh ayrılması kaabil olmayacak şekilde birbirine karışmayan mala halîtayn denilmez. İki ortaktan herbirinin malı birbirinden ayrılabildiği surette bu birlikte hulta yoktur. Ebû Hanîfe'ye göre, iki şerikten veya fazla şeriklerden hiçbirisine hisseleri nisaba ulaşmadıkça zekât vâcib değildir. Bunlar müşterek olmadıkları hâlde ne hükme tâbi' iseler, yine haklarında o hâl câridir.

Zekât ve nisâb konusunda Ebû Hanîfe'nin yegâne şart olarak i'tibâr ettiği "Şeriklerin müşterek maldaki hisselerinin ayırdedilmemesi" şartı, yüksek bir iktisadî dehâ ile konulmuş bir şarttır. Tâvûs İle Atâ da bu şarta tutunmuşlardır. İmâm Buhârî de bu şartı tercih etmiş oluyor.

Daha evvel de söylediğimiz gibi arka arkaya getirilen bu bâb başlıkları Ebû Bekr'in Enes'e yazdığı zekât mîkdârları mektubunun bölümleridir.

[106] Tâvûs ile Atâ'nın bu sözlerini Ebû Ubeyd, Kitâbu'f-Emvâ/'de senediyle rivayet etmiştir. Buhârî bunu burada istidlal maksadıyle zikretmiştir. Demek ki, Tâvûs ile Atâ'nın cem'i caiz değildir dedikleri bu şerîket, şuyû'lu olarak tasarruf ifâde eden bir şeriket değildir; "Şerîketi civar = komşuluk ortaklığı" denilen ve kom­şuluk ifâde eden bir birliktir.

[107] 107  Sufyân es-Sevrî'nin bu sözünü de Abdurrazzâk senediyle rivayet etmiştir. Tey-mî:  "Sufyân es-Sevrî Ebû Hanîfe gibi zekâtta haltı, yânı şerîketi müessir bulmuyor" demiştir. Tavzîh'de de: İmâm Mâlİk'in kavli Atâ ibn Ebî Rebâh'ın kavli gibidir, denilmiştir (Umdetu'l-Kaarî, IV, 355-357).

[108] Hadîsteki "Bi's-seviyye" kelimesini İbn Hacer; "musâvât" İle tefsîr etmiştir. Aliyyü'l-Kaarî Mirkâtu'I-Mesâbid'de: Bi's-seviyye kaydı delâlet ma'nasına ham-ledümelidir, diyerek şu açıklamayı veriyor: Şu hâlde hadîsin ma'nâsı "Müşte­rek bir sürünün zekâtı iki şerikin birisinden alındığında, onun adalet gereğince diğer ortağa müracaat hakkı vardır" demek olur. Ve bu ma'nâca hadîsin hükmü, bütün hulta ve şerîketlere şâmil bulunur.

[109] Deve zekâtının beyânı hakkında Ebû Bekr'in iki uzun hadîsi yakında gelecek­tir. Ebû Zerr ile Ebû Hureyre'den bu konudaki hadîsler de yine bu Zekât Kitâ-bı'nda altı bâb sonra gelecektir.

[110] Arab ve A'râb kelimeleri: Arab, cins ismidir. İnsanlardan bir sınıfa, bir kavme denilir; nisbetinde Arabi denir. A'râb ise, Arab kavminden çölde oturanlara hâss bir İsimdir. Bunun nisbetinde A'râbî denir ve bedevî ta'bîr olunur. Bu ci­hetle şehirliler için Arabî denilmesi hususiyet kazanmıştır.

Hadîsin bâb başlığına delîl olan fıkrası "Senin deve nev'inden zekâtını ver­mekte olduğun malın var mı?" suâline A'râbî'nin "Evet" cevâbıdır.

Hadîste zikredilen A'râbî, Medîne'de ikaamet etmek üzere hicret için Pey-gamber'den müsâade istemiş, Peygamber bu müsâadeyi vermemiş; gerekçeli ola­rak kendi yurdunda oturmasını, orada çalışmasını, çalışmalarından hiçbirinin Allah katında terk ve zayi' edilmeyeceğini öğretmiştir,

[111] Hadîs metnindeki bu cümlelerin harekeleri, Türkçe'ye tercemede güçlük mey­dana getirmiştir. Aslında deve sayısı, belağa fiilinin faili, "Sadakatu'l-cezea" ta'bîrinin mef'iîl olması düşünülür.

Aliyyii'l-Kaarî, Mirkât'ta: Buradaki cerr harfi fail üzerine dâhil olmuştur. Ahfeş'e göre zâiddir, et-lbi faildir. İbare: "Kim ki mâlik olduğu develerin sayısı bir cezea zekât nisâbına ulaşırsa" demektir, demiştir. Terceme, umumiyetle buna göre yapılmağa çalışılmıştır

[112] Bu hadîs ile bundan sonra gelecek olan hadîsteki deve İsimleri:

Arablar bir yaşından i'tibâren muhtelif çağlardaki develere ayrı ayrı isim­ler vermişlerdir. Türkçe'de bu isimlerin çoğunun karşılıkları yoktur. Yalnız de-b'   ve yavrusuna "dorum, potuk, köşek"; tohumluk erkek deveye "boğur" deriz. öbürlerini hangi yaşta olursa olsun umumiyetle "deve" diye ifâde ederiz. Şimdi hadîslerin daha iyi anlaşılması için, bu isimlerin bâzılarını ve ma'nâlarını kı­saca yazalım:

_____İsimler_____________Ma'nâları_________________________________

-Bintu Mehâd              Umumiyetle bir yaşım doldurmuş, ikisine basmış

dişi deve.

İbnu Mehâd               Bir yaşını doldurmuş, ikisine basmış erkek deve.

Bintu Lebûn               iki yaşım doldurmuş, üçüne basmış dişi deve.

İbnu Lebûn                İki yaşını doldurmuş, üçüne basmış erkek deve.

Hıkka                        Üç yaşını doldurmuş, dördüne basmış dişi deve.

Hıkk         '                Üç yaşını doldurmuş, dördüne basmış erkek deve.

Cezea                        Dört yaşını doldurmuş, beşine basmış dişi deve.

Cez'                          Dört yaşını doldurmuş, beşine basmış erkek deve.

Şârih Aynî, en-Nadr ibn Şumeyl'in Kitâbu'I-îbl'inden naklen deve isimleri ile bu isimlerin verilme sebebleri hakkında bilgiler vermiştir (Umdetu'l-Kaarî, IV, 250-252).

[113] Bu Enes hadîsi ayniyle bu isnâdla-, bundan önceki bâblarda da parçalanmış ola­rak geçmişti. Bu hadîs deve, koyun ve gümüş zekâtının beyânını ihtiva etmekte­dir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd da Zekât Kitâbı'nda şöyle tahrîc etmiştir: Hammâd ibn Seleme dedi ki: Enes ibn Mâlik'in torunu ve Abdullah ibn Enes'in oğlu Sü-mâme'den bir kitâb aldım. Bu kitabı Ebû Bekr'in Enes ibn Mâlik'e yazdığını söylüyordu. Bu mektubu Ebfl Bekr, Enes'i zekât âmili olarak gönderirken yaz­mış ve Rasûluüah'ın mührü ile mühürleyip tasdîk etmişti. Bu mektûb "Bu, zekât farîzasıdır" cümlesiyle başlıyordu, diyerek baş­tan başa bu uzun mektubu rivayet etti.

Bu zekât hadîsini Nesâî ile İbn Mâce de Zekât bölümlerinde rivayet etmiş­lerdir.

[114] Hadîste bildirilen koyun zekâtı hakkında âlimlerin ittifakı vardır. Kırk koyun­dan aşağısında zekât olmadığı; kırk'ta bir; yüzyirmibir'de iki; ikiyüzbir'de üç koyun zekât vâcib olduğunda hiçbir muhalefet geçmemiştir. İkiyüzbir'den dört-yüz'e kadar yine üç koyun zekât lâzım olup, koyun dörtyüz olunca zekât da dört olur. Sonra her yüzde muttariden bir koyun zekât olarak hesâb edilir. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî -ve bir kavle göre- Ahmed İbn Hanbel, Sevrî, İshâk, Evzâî'nin ve umumiyetle hadîsçilerin mezhebi budur. Alî ve İbn Mes'ûd'dan da böyle rjvâyet edilmiştir. Yalnız bu hesabın son kısmında Şa'bî, Nahaî, Ha-sen ibn Hayy muhalefet etmişlerdir. Bunlar, koyun zekâtının üçyüze kadar olan hesabında icmâ'da dâhil oldukları hâlde, üçyüzbir'den dörtyüz'e kadar olan zekât mikdânndan i'tibâren icmâ'dan ayrılmışlardır. Bunlar üçyüzbir'den dörtyüz'e kadar dört koyun verilir, demişlerdir. Ahmed ibn Hanbel'den de böyle bir riva­yet vardır.

Ticâret maksadıyle besiye çekilen hayvanlarda, kırlarda otlatılma şartı aran­maksızın, zekât lâzım geldiği fıkıh kitâblannda açıkça belirtilmiştir.

Hadîsin sonundaki "er-Rıka" kelimesi, râ'nm kesri ve kaaf'm tahfifi ile­dir; sonundaki "He" de aslındaki vâv'dan bedeldir. Aslı el-Va'd ve el-Ide'de olduğu gibi, eî-Verık idi. el-Verık ve er-Rıka, darbedilmiş darbedilme-miş gümüşe denir. Gümüşün zekâtı onda birin dörtte biri; yânî kırkta bir'dir.

[115] Bu hadîs de Buhârî'nin altı kısma ayırıp, Zekât Kitâbı'nm altı babında bir is-nâdla rivayet ettiği Enes hadîsinin bir parçasıdır. Bu parçaların hepsinde Buhâ­rî'nin senedi hep aynıdır. Bu kısım, hadîsin'altıncı parçasıdır.Ebû Bekr'in Enes'e yazdığı mektubun bu fıkrasında: a. Dişleri dökülen yaşlı; b. Kıymeti düşük ayıplı hayvan; c. Koç veya tekenin zekât olarak alınması neh-yedilmiştir. Bu nehiy, farz olan zekâta âiddir; nafile sadakayı şâmil değildir. Hadîsin istisnâh fıkrası: "Zekât me'mûru, vekili bulunduğu hakk sâhible-ri ve müslümân fakîrler hakkında bu hayvanlardan zekât almayı haklı ve men-faatlı bulursa alır" demek olur. Fakirlerin haklarını korumaya me'mûr olan zekât âmilinin dişi dökülmüş, ihtiyar ve hastalıklı hayvanı zekât olarak almakta bir hakk, bir menfâat görmesi, ancak bütün sürünün bu vasıfta olması hâlinde olabilir.

Hadîsin son kelimesini Ebû Ubeyd, dâl'ın fethi ve teşdidi ile "el-Musaddaku = jJuıİJi " şeklinde rivayet etmiştir. Bu, mal sahibi demektir. Bu hâlde istisna yalnız koç veya tekenin nefyine münhasırdır. Binâenaleyh mal sahibi koçunu zekât olarak vermeye mecbur değildir. Amma dilerse verebilir, demek olur. Ar­tık istisna üst tarafa sirayet etmez.

[116] Hadîsin bâb başlığına delâleti "Eğer bunlar Rasûluîlah'a ödeyegeldikleri bir di­şi oğlağı {yânî zekâtı) benden men' ederlerse..." sözlerindedir. Buhârî bu baş­lıkla bir yaşını doldurmuş oğlak ve kuzuların zekât olarak alınmasının cevazına işaret etmiştir. Bu hadîs, zekâtı vermek istemeyenlere karşı harb hakkında Ebû Bekr ile Umer'in münâkaşasını anlatan hadîsin bir parçasıdır. O hadîs, bu Ze­kât Kitâbı'nm evvelinde 6 rakamıyle uzunca bir metin hâlinde geçmişti.

Ebû Bekr: Anâk yâhud Ikaal, yânî az veya çok herhangi bir hakkı men' edenle harb etmemiz vâcibdir. Bunlar da men' etmiş olduklarından, onlarla har-betmemiz vâcib olmuştur, hükmüne varmış, Umer de bu hükmün haklılığını gö­rüp tasdîk etmiştir.

el-Anâk, keçi yavrusunun dişisine denir. Müslim ile Ebû Dâvûd ve bir ri­vayetinde Buhârî "Anâk" yerinde "Ikaal" lâfzıyle rivayet etmişlerdir. îkaal ile kasdedilen meşhur ma'nâ, umûmî olarak zekâttır.

[117] Bu hadîs, bâzı lâfız farklanyle Zekât Kİtâbı'nın başında 1 rakamı ile de geçmiş­ti. Oradaki rivayette bulunmayan fıkralar burada vardır ki, onlar da: Yemenli-ler'in Kitâb Ehli oldukları, Muâz'ın Yemen'e vâlî olarak gönderildiğini ifâde eden alâ harfi cerri ve bir de son fıkradır.

Kerâîm, Kerîme'mn cem'idir. Kerîme, hayvana izafetle bol sütlü, gösteriş­li, etli, canlı, boylu boslu hayvan demektir. Peygamber, zekât âmillerini,-mal sahihlerinin gözbebeği olan böyle birinci sınıf mallarını zekât olarak almaktan men' etmiştir. Bu, mal sahihlerinin ruhî durumlarının dikkate alınması ve yük­sek idareciliğin gereğidir. Peygamber'İn Muâz'a, Yemenliler'in Kitâb Ehli olduk­larını hatırlatması da çok yerindedir. Peygamber, Yemenliler'in münevver olduklarını, müşrikler gibi câhil, gafil olmadıklarını, binâenaleyh basîretli ol­masını tenbîh etmiş bulunuyor.

[118] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri son fikrasidır. Hadîs bu maddelerin bura­da zikredilen mıkdârlardan aşağısında zekâtın düşmesine delildir. Hadîs, aynı kitabın "Gümüşün zekâtı bâbı"nda da geçmiş, bâzı açıklamalar orada veril­mişti. Hadîs, orada gümüş nisabı için; burada ise deve nisabı için getirilmiştir. Buhârî bu hadîsi burada bir de senedindeki ihtilâftan dolayı tekrar etmiştir:

Seneddeki Muhammed ibn Abdirrahmân ibn Ebî Sa'saa el-Mâzinî; bu zât, İmâm Mâlik'in rivayetinde de böyledir. Ma'rûf olan ise, bunun Muhammed ibn AbdiIIah ibn Abdirrahmân ibn Ebî Sa'saa şeklinde olmasıdır. Dedesine nisbet edilmiş; dedesi de dedesine nisbet edilmiştir (Umdetu'l-Kaari).

[119] Buhârî bu hadîsi "Kitâbu Terki'l-Hıyel = Hileleri Terk Kitâbi"nda getirmiş­tir. Bu kısım, Buhârî'nin birçok yollardan müsned ve mevsûl olarak tahrîc etti­ği İbnu'l-Lutbiyye hadîsinin bir parçasıdır. Bunun bâb başlığına uygunluğu, sığır zekâtını ödemeyen hakkında vaîdi ihtiva etmesi cih'etindendir. İşte bu vaîd, sı­ğır zekâtının vucûbuna delâlet eder

[120] Buhârî, benzeri Kur'ân'da vâki' olmuş bir garîb kelimeye uğrayınca, fâideyi ço­ğaltmak için hem Kur'ân'daki o kelimeyi, hem de tefsîrini zikretmek âdetinde dir. Buradaki "Tec'erûne" kelimesi "Sizeulaşan her nVmet Allah"1 tandır. Sonra size herhangi bir keder ve musibet dokunduğu zaman ancak O 'na tadarrû' ve feryâd edersiniz "(en-Nahl:53) âyetinde geçmektedir. Aynı fiil, diğer şekillerde "Ni­hayet refah içinde olanlarını azâb ile yakaladığımız vakit onlar hemen feryâd ve istimdâd edeceklerdir. Bu gün (boşuna) feryâd etmeyin. Çünkü bizden yar-dımcı bulamayacaksınız'\el-Mü'mmûn:64-65) âyetlerinde de geçmektedir.

[121] Hadîsin bâb ballığına delâleti bundan önceki hadîste söylediğimiz şekildedir.

[122] Bukeyr'in bu hadîsini Müslim rivayet etmiştir. Buhârî'nin bundan maksadı, bu hadîsin, sığırın zikredilmesinde Ebû Zerr hadîsine uygunluğunu göstermektir. Çünkü her iki hadîs, içinde gelen hususların hepsinde birbirine müsavidirler

[123] Buhârî bu ta'lîki, aynı kitabın "Kadının kocaya ve himayesinde bulunan yetîm-lere zekât vermesi bâbı"nda Abdullah ibn Mes'ûd'un karısı Zeyneb hadîsinde, senediyle getirmiştir. Bâzıları buradaki zekâtın, şer'î ma'nâsıyle zekât değil, tatavvu' ve tasadduk ma'nâsına olduğunu söylemişlerdir.

[124] En sevimli malın en yakın hısımlara verilmesi, aile ve yakınlardan fakır olanla­ra sadaka verilip yardım edilmesi, başkalarına yapılacak yardımdan hayırlı ol­duğu bu hadîsten en açık şekilde anlaşılmaktadır. Bu suretle evvelâ akrabalar arasındaki ihtiyâç sahihlerinin ihtiyâçları giderilecek; akrabalar arasındaki maddî . ve ma'nevî bağlar sağlamlaştınlacak; ondan sonra derece derece diğer daha büyük grup ve topluluklar arasındaki bağlar sağlamlaştırılmış olacaktır. Böylece en küçüğünden en büyüğüne doğru birbirlerine bağlı, kinsiz, düşmanlıksız grup­lardan oluşan mîllet de en sağlam bir millet olacaktır. Aile, boy, aşîret gibi mil­leti oluşturan gruplar arasındaki yaraları saramamış, kinleri, düşmanlıkları düzeltememİş olan milletler, birlikli, dirlİkli ve kuvvetli değillerdir. Milleti teşkil eden çeşitli meslek grupları arasındaki gelir dağıtımını âdilce yapamayan mil­letlerin murûz kalacakları derin huzursuzluklar, çalkantılar ve neticede başka milletlere sömürge oluşların temelinde bu gibi iktisadî ve içtimâi pürüzler vardır.

[125] Buhârî, Ravh'ın mutâbaasını Buyu'; Yahya'nın rivayetini Vekâlet; İsmail'in ri­vayetini de Tefsîr kitâblarında senedli olarak getirmiştir

[126] İmâm Şafiî, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd; Mâlikîler'den Eşheb, Ebû Yûsuf, Muham-med ve Zahirîler, bu hadîsteki sadakayı farz olan zekât ma'nâsına hamlederek ve bununla hüccet getirerek, kadının, fakîr olan kocasına zekâtını vermesini ca­iz görmüşlerdir.

Diğer taraftan Hasen Basrî, Sevrî, Ebû Hanîfe, Mâlik, zevcenin zevcine ma­lının zekâtını vermesi caiz değildir, demişlerdir. Bunlar bahsimiz olan Zeyneb hadîsindeki sadakayı, farz kılınmış olan zekât ma'nâsma değil, yardımlaşma ve gönüllü sadaka ma'nâsına hamletmişlerdir.

Bu sadakanın medlulü, tatavvu' olduğunu, Tahâvî'nin Râita tarikiyle ri­vayet ettiği uzunca bir hadîs dahî te'yîd etmektedir:

Râita bintu Abdillah şöyle demiştir: Abdullah ibn Mes'üd'un eşi Zeyneb, san'atkâr bir kadın idi. Abdullah ibn Mes'ûd ise fakîr idi. İbnu Mes'ûd\ı ve oğlunu Zeyneb İnfâk ederdi. Ve: Seninle oğluna bakmak, beni sadaka vermek­ten men' ediyor; sizinle beraber dışarıya sadaka vermeye gücüm yetmiyor, diye şikâyet ederdi, Abdullah ibn Mes'ûd da cevaben:

—Bize yaptığın harcama ve yardımdan .dolayı sevâb almazsan, ben de se­nin bu ihsanını istemem, demişti.

Bunun üzerine Zeyneb ve İbn Mes'ûd, Peygamber'e giderek, Zeyneb;Pey-gamber'den:

—Yâ Rasûlallah! Ben san'at sahibi bir kadınım. El emeğimi satar, kazanı­rım.Oğlumun ve zevcimin birşeyleri yok.Bunları ben infâk ediyorum.Bunların maişetinden artırıp, hârice sadaka veremiyorum. Bunları infâk ve İaşeden do­layı bana ecir var mıdır? dedi.

Peygamber:

— "Evet; bunları in/âktan sevâb alırsın. Sen kocanı ve oğlunu infâk et" buyurdu. 

Kadmıriî kocasına farz olan zekâtını vermesinin caiz olup olmaması husu­sundaki ihtilâfı, yukarıda özetledik. Hanefîler'in fıkıh kitâblarında Ebû Hanî-fe'nin cevaz vermemesine dâir fetvası tercîhan metinlerde zikredilmiş; îmâmeynin cevaza dâir ictihâdlan ise, muhalefet hâlinde sarihler tarafından gösterilmiştir. Binâenaleyh Hanefî fıkhında zekât verecek olan, zekâtını usûlüne, yânî babası­na, büyük babasına, ne kadar yükselirse yükselsin veremez. Furû'una, yânî oğ­luna, oğlunun oğluna, ne kadar inilirse inilsin, yine veremez. Karısına da veremez. Buraya kadar Hanefîler arasında ihtilâf yoktur. İttifak vardır, ihtilâf ancak ka­dının kocasına zekâtını verebilmesindedir. Ve bu hususta Ebû Hanîfe'nin men­fî içtihadı tercîh edilmiştir.

[127] Saîd ibn Müseyyeb, Umer ibn Abdilazîz, Mekhûl, Atâ, Şa'bî, Hasen Basrî, İbn Şîrîn, Sevrî, Zuhrî, Mâlik, Şafiî, Ahmed, İshâk ve Zahir ehli bu hadîsle hüccet getirerek, mutlak surette atta zekât yoktur, demişlerdir. Hanefîler'den Ebû Yû­suf ile Muhammed'in ictihâdlan da böyledir.

Tirmizî: "Ümmetin ameli bu Ebû Hureyre hadîsi üzerine cereyan etmiştir. İlim ehline göre, sâime olan atta ve hizmet için tercîh edilen kölede zekât yok­tur. Ticâret için tutulanlarda, bir sene geçince kıymeti üzerinden zekât vâcib olur" der.

İbrâhîm Nahaî, Hammad ibn Ebî Süleyman, Ebû Hanîfe.., tenasül için mu­hafaza edilen atlarda zekât vâcibdir, demişlerdir ki, ilgi hâlinde sâime olarak yetişen atlar olacaktır. Serahsî, Zeyd ibn Sâbit'in mezhebi de bu olduğunu zik­retmiştir.

Şu hâlde, münferid binek atları ve cihâd atlarında zekât yok; zürriyet ve ticâret için olanlarda zekât vardır

[128] Buhârî burada da aynı hadîsi değişik yollardan getirmiş ve başlıktaki hükme delîl olmak üzere sevk eylemiştir.

[129] Hadîs birkaç benzetme ihtiva etmekte olup, belîğ ve i'câzkâr bir uslûb ile ifâde edilmiştir: Bu benzetmelerden biri "Size açılacak dünyâ çiçekleri" edebî cümle­sidir. Peygamber bununla: Ben aranızdan ayrılıp ebediyyet âlemine gittikten sonra sizin bugünkü feragatli ve zühdî hayâtınızı bırakarak, kayserlerin ve kisrâlarm

feth edilecek geniş ve zengin ülkelerinin çeşitli zenginlikleri önünüze serildiği za­man, bu çiçek renklerinin gözlerinizi kamaştırmasından; kokularının da bütün his ve idrâkinizi alt üst etmesinden, Islâmî hayâtınızı bozmasından endîşe edi­yorum... buyurmuş oluyor.

"Hayr, şerr getirmez" vecizesi ve temsîlî îzâhı çok beliğdir. Evet; mal, ser­vet Allah'ın insanlara bahşettiği hayr ve saadettir. Bu cihetle mal, şerr ve fesad olmaktan uzaktır. Lâkin bu servetin gerek kazanılmasında, gerek sarf suretin­de onun rengi, onun mâhiyeti değişir; zararlı ve felâketli olabilir.

İşte Peygamber'in bu yüksek tebliği, iki temsîl İhtiva etmektedir: Bunun birisi ile dünyâ malını toplamakta, fakîr haklarını men' etmekte ifrat edenlerin hâli; öbürsüyle de kazancında, harcamasında i'tidâl yolunu tutanların müstes­na vaziyeti tasvir edilmiştir.

Hadîsin son fıkrası ile bildirilen şehâdetin, bu servetin kazanma ve harcama keyfiyetlerine âid olacağı diğer hadîslerde gelmiştir.

Hulâsa hadîste servet, haddizatında hayr olduğu, fakat kazanma sureti ve harcama keyfiyeti i'tibâriyle saadet vesilesi veyâhud felâket sebebi olacağı bil­dirilmiştir.

[130] Bundan evvel "Hısımlara zekât verilmesi bâbı"nda 64 rakamında, bâzı lâfız fark­lılığı mevsûlen geçmiş olan hadîse işaret etmiştir

[131] Râvıye Zeyneb'in, Peygamber'in kapısı önünde buluştuğu kadının ismi, Buhâ-rî'nin rivayet tarîkinde zikredilmemiştir. Bunun ismi de Zeyneb olduğu ve Ebû Mes'ûd Ukbe ibn Âmir'in kadını bulunduğu, Ebû Dâvûd Tayâlîsî ile Nesâî'nin rivayetlerinde bildirilmiştir. Bu iki Zeyneb'in ikisinin zevçlerinin de fakîr oldu­ğu ve himayelerinde yetîmleri bulunduğunu Buhârî'nin rivayetinde öğreniyoruz. Fakat bu yetimlerin kız ve oğlan kardeşlerinin yetîm çocukları olduğu Ebû Dâ­vûd Tayâlîsî'nin rivayetinde tasrîh edilmiştir. Nesâî'nin rivayetinde ise: Bu iki Zeyneb'in birisinin fazla malı vardı. Fakat himayesinde oğlan kardeşinin yetîmleri bulunuyordu. Öbürüsünün de fazla malı vardı. Onun kocasının da eli yufka, yânî fakîr idi, denmiştir.

Bu hadîsteki infâktan maksad, İmâm Ebû Hanîfe'ye göre vâcib sadaka olan zekât olmadığını, İmâmeyn ile İmâm Şafiî ve emsaline göre farz olan zekât ol­duğunu 64 rakamıyle geçen hadîsin haşiyesinde bildirmiştik. Bu iki ihtilaflı gö­rüşe göre, bu rivayetteki "Benden kâfî gelir mi?" sorusunun ma'nâsı, Ebû Hanîfe'ce: Kocamı ve yetimlerimi infâk etmekliğim, benden nafile sadaka yeri­ne geçer mi? demek olur. Öbürlerine göre de: "Farz kılınmış zekât olarak ka­bul olunur mu?" şeklinde bir suâl olur.

[132] Bu Ümmü Seleme hadîsinde de aynı açıklamalar geçerlidir. Hadîsin bâb başlı­ğına delîlliği şöyledir: Bu hadîsten, zekât vericinin çocukları olan yetimlere sa­daka vermek mu'teber ve geçerli olduğu bilinince, buna kıyâsla, onların başka kocaya âid yetîmlerine zekât vermek, kâfî gelir. Yâhud da hadîs, sırf yetîme infâk hakkında olan birinci hadîse münâsebetinden dolayı bu bâbda zikredil­miştir. Buharı bu nevi'den takviyeyi çok yapar (Umdetu'l-Kaarî).

Aynî'nin bildirdiğine göre, Ümmü Seleme'nin Ebû Seleme'den dört çocu­ğu olmuştu: Umer, Muhammed, Zeyneb, Durre.

[133] Buhârî bu bâb başlığında zekâtın sarf yerleri âyetinden konu bakımından ihti­yâç duyulan yerleri kesip almıştır.

[134] İbn Abbâs'ın bu sözünü Ebû Ubeyd, Kitâbu'l-Emvât'de Mucâhid'den; o da İbn Abbâs'tan senediyle rivayet etmiştir.

[135] Hasen Basrî'nin bu haberini İbnu Ebî Şeybe, senediyle rivayet etmiştir.

[136] Peygamber'in bu hadîsi, bu babın hadîsi olarak senediyle gelecektir.

[137] Ebû Lâs'm bu haberini Ahmed ibn Hanbel, Ibnu Huzeyme, Hâkim ve diğerleri senediyle rivayet etmişlerdir.

[138] Bu hadîste Peygamber'in emir buyurduğu bildirilen sadaka ile murâd, farz olan zekâttır. Elimizdeki Buhârî nüshalarında "es-Sadaka"nın ahd lamı ile ma'rife yapılmış bulunması bunun en açık delilidir. Nevevî de: Sahîh ve meşhur olan, bu sadakanın, farz kılınmış zekât olmasıdır, diyor. Nevevî'nin bu sözünü Müslim'in rivayeti veçhile, Peygamber'in Umer'i zekât âmili ta'yîn etmiş olması da te'yîd ediyor. Zekât âmili mendûb olan sadakayı değil, farz kılınan sadakanın tahsili için ta'yîn edilgelmiştir. Mendûb olan sadaka, ferdlerin kendi İhtiyarına bırakılmıştır.

İbn Cemîl, et-Tevbe:75. âyeti ile kendilerinden tevbe etmeleri istenen taife­den idi. KendiskRabb'im benden tevbe etmemi istedi. Ben de tevbe ettim, der imiş, ve hakîkaten hâlini ıslâh edip münafıklık lekesini silmiştir.

Bu hadîsin son fıkrası, bir tefsîre göre zekâtın miadından evvel peşin alın­masının câİz olduğuna delîl sayılmıştır. Bu konuda yânî vaktinden evvel zekât vermek caiz midir, değil midir hususunda, âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzı âlim­ler zekâtın peşin alınmasını kabul; bâzıları da reddetmişlerdir.

[139] Bu mutâbaatı Ahmed ve diğerleri senediyle rivayet etmiştir.

[140] İbn İshâk'ın hadîsini Dârakutnî, senediyle rivayet etmiştir. Dârakutnî'nin, Ab-bâs'ın mâlî durumu bozuk olduğu için onun zekâtının bir yi! geri bırakıldığı hak­kındaki diğer bir rivayetini ve Umer'in Abbâs'a sert muamelesini, Müslim'in Verkaa'dan gelen rivayeti te'yîd ediyor: Umer, Peygamber'e Abbâs't şikâyet edin­ce, Peygamber: "Abbâs'ın zekâtını bir misli fazlasıyle ben üzerime alıyorum" buyurmuş ve sonra: "Bir adamın amucası, babasının soyu olduğunu bilmedin mi?" diye itâb etmiştir.

[141] İbn Cureyc'in hadîsini de Abdurrazzâk Musannafmda senediyle rivayet etmiş­tir. Ancak İbn Cureyc, İbn Cemîl ismi yerine Ebû Cehm ibn Huzeyfe ismini koymuş ve bu suretle diğer râvîlere muhalefet etmiştir.

[142] Buhârî, Sahîh'İnin Ebû Zerr rivayeti ile Yûnînî nüshasında bunların Rasûluİ­Iah'tan üçüncü defa istedikleri ve Rasûlullah'ın da verdiğine dâir bir fıkra daha vardır:

[143] Hadîsten Rasûlullah'ın cömertliği, fakirleri ve her tütlü ihtiyâç sâhiblerini ken­di nefsine tercih etmek hususunda beşeriyete en yüksek bir fazilet numunesi ol­duğu açıkça görülür. Hadîsteki en mühim ahlâkî bir umde de, geçim darlığına sabır ve mukaavemetin, ahlâk güzelliklerinden olduğudur.

[144] Bu hadîste, alın teri ile kazanmaya; kimsenin minneti altına girmemeye beliğ bir teşvîk vardır.

[145] Hadîsteki odunculuğun dilenmekten daha hayırlı olduğunun bildirilmesinden, bunun kazanç yollarının en faziletlisi olduğu zannedilmemelidir. Belki Rasûlullah' bunu, sermayesiz, aletsiz, vasıtasız bir geçim yolu olduğu için zikretmiştir... (Nevevî).

Bir  hadîste   "Kazancın hayırlısı  ve şereflisi,  el emeği ve alın  teriyle kazanılandır" buyurulmuştur. Nitekim Buhârî Sahth 'inde de Mıkdâm ibn Ma'-dikerib (R)'den Peygamber'in "Muhakkak ki hiçbir insan, elinin kazancından yemesinden daha hayırlı hiçbir taam yememiştir" buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu hususta daha başka rivayetler ve tafsilât vardır.

[146] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Yüksek el, alçak elden hayırlıdır" fıkrası-dır. Çünkü bir tefsire göre yüksek elden murâd, istemeyip iffetli kalmaya çalı­şan eldir. Fakat meşhur olan tefsir, yüksek elin, verici el olduğudur.

[147] Buhârî, başlıktaki şartın cevâbını, hadîs ona delâlet ettiği için zikretmemiştir. Biz onu parantez içinde gösterdik.

[148] Bu âyetteki "(İffetinden dolayı istemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır" fıkra­sı başlığa çok uygundur. Müstemlî nüshasında bu âyet, şart cümlesinden önce gelmiştir. Buhârî nüshalarından birçoğunda, bu âyet zikredilmemiştir.

[149] Ha'dîsteki, Peygamber'in Umer'e verdiği atanın mâhiyetini hadîs sarihleri bil­dirmiyor. Kaamûs Tercemesi'nde: Atâ, asâ vezninde bahşiş tarikiyle verilen ver­giye denir, deniliyor. Afyonkarahisarlı Mustafa, AhtertKebîr'inde ziyâde olarak şu bilgileri veriyor: Bâzı lisân ehli: Atâ, beytu'l-mâlden senede yâhud aylık ve­rilen bahşiştir; nzık da her gün verilen gündeliktir demişlerdir. Bâzıları da: Atâ, ekseriyetle mucâhidlere; nzık da müslümân fakirlere verilen maldır diye ta'rîf etmişlerdir...

Hakîkaten müslümân gazilerin zekât harcama yerlerinden muayyen hissesi bulunduğu için, hadîsteki atâ, gâzîlik bahşişi diye terceme edildi. "Kâne" fiili, bunun devamlı bir i'tiyâd hâlinde tekerrür ettiğini gösterdiğinden, buna da terce-mede "bâzı bâzı" sözleriyle işaret edildi.

Bu hadîsin âlimlerin içtihadını üzerine toplayan noktası "îJiJ = Harîs ve tâlib olmayarak gelen atâ ve ihsanı al!" emridir. Taberî'nin beyânına göre bu emrin bir nedb ve irşâd emri olduğunda âlimlerin ittifakı vardır. Yalnız ihti­lâf, kayıdsız şartsız her verenin her verdiği alınır mı; yoksa bunun da bir haddi var mıdır? Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzı âlimler: Verilen her atıyye kabul edilir, alınır. Veren kimse isterse sultân olsun, başkası olsun; sâlih olsun, fâsık olsun musâvîdir; elverir ki atıyye vermesi caiz olan bir zenginlik sahibin­den gelsin. Bu hususta Ebû Hureyre'nin: "Bana her hediye verenin hediyesini muhakkak kabul ederim. Hediye istemeye gelince asla" dediği rivayet edilmiştir.

Bâzı âlimler de:Hediye kabulü Rasûlullah'tan ümmete mendüb ve me'sûr-dur, demişlerdir. Yalnız bunlar saltanat sahiplerinin atıyyesini istisna etmişler­dir. Bu âlimlerden bâzıları sultân atıyyelerinin kabulü haramdır; bâzıları da mekruhtur demişlerdir. Üçüncü bir kısım âlimler de, bunun tamamen aksi bir ictihâd ile yalnız sultân atıyyesinin kabulü mendûbdur, başkalarının değildir di­yorlar... Taberide: "Bana göre atıyye mes'elesinde doğru olan ictihâd, ister sultân caizesi olsun, isterse sultândan başka herhangi bir kimsenin hediyyesi olsun, kabul edilmelidir, ve kabul edilmesi mendûbdur." demiştir. Taberî'nin dayandığı de-lîl, bu hadîste Peygamber'in; tahsîs etmeksizin, herhangi bir cihetten Allah bir mal ihsan ederse, onun kabulünü "O malı al" emriyle mendûb kılmasıdır. Bu­nun bir müstesnası varsa, o da Peygamber'in istisna buyurduğu haram maldan gelen ve onun haram olduğu bilinen hediyesidir.

Malında haram karışık olan kimsenin hediyesinin kabulü ve kendisiyle alış-r veriş yapılıp yapılmaması hakkında da ihtilâf vardır. Bâzı âlimler kerîh görmüşler, bâzıları da tecvîz etmişlerdir.

Taberî, ibâhaya kaail olanlar nâmına en iyi delîl olarak kitâb ehlinden ciz­ye alınmasını ileri sürüp şöyle diyor: "Allah Kitâb ehlinden cizye alınmasını mu­bah kılmıştır. Hâlbuki bu kitabîlerin kazançlarının en çoğunu şarâb ve domuz ticâreti teşkîl ediyor. Faizcilik de en ağır şartlarla bunların tercih ettikleri üçün­cü bir kazanç yoludur. Bütün bunlar Allah katında ma'lûm iken, Kitabîlerden cizye alınmasının mübâh kılınması, elindeki malını halâldan mı, yoksa haram yoldan mı kazandığı bilinmeyen bir müslümâmn verdiği hediyeyi kabul etmek caiz ve mubah olduğuna en açık surette delâlet etmektedir. Kazancının halâl ve harâmlığma pek aldırmayan kimselerin hediyesini almak, bu delîle istinaden kat'-iyyen haram değildir. Yalnız haram kazanç aynen bilinmiş olursa bundan ayrı­lan hediyenin kabulü haramdır. Bu hususta sahâbî ve tabiîlerden pekçok haberler vardır" (Umdetu'l-Kaarî, IV, 404-405)

[150] Bu harîs kimsenin yüzünde bir et parası bulunmayarak hasrolunmasının ma'-nâsı, cinayet yeri olan yüzde bi'1-müşâhede ceza ve ukubetin belirmesıdır. Çün­kü bu harîs, dünyâda yüzünü zelîl kılmıştı (Hattâbî).

[151] Burada ihtisar vardır. Çünkü burada zikredilmeyen diğer peygamberlerden de yardım isteneceği Öteki hadîslerden bilinmişti

[152] Abdullah ibn Salih'in rivayet ettiği bu ziyâde, yalnız Ebû Zerr rivayetinde var­dır. Diğer Buhârî râvîleri bu ziyâdeyi rivayet etmemişlerdir. Ebû Zerr'in bu ri­vayeti, ondan gelen bütün Buhârî nüshalarında mevcûddur

[153] Bunu, Beyhakî senediyle hadîsin birinci kısmının sonunda, öteki ziyâde olmak­sızın rivayet etmiştir

[154] Burada âyetin istemeyenleri medheden fıkrası başlık yapılmış, müteâkib fıkra­larla da bu husus kuvvetlendirilmiştir

[155] "Kişiyi istemekten men' edecek zenginliğin mikdârı" hakkında bâbda bir sara­hat yoktur. Fakat Buhârî, ya şartına uygun bir hadîs bulamadığı için getirme­miş, yâhud da bâb altında gelecek Ebû Hureyre hadîsinden anlaşılacak ma'nâ ile yetinmek istemiştir. Buhârî, Peygamber'in buradaki sözü ile el-Bakara:273. âyetini başlıktaki "Zenginliğin mikdârı ne kadar?" suâlinin tefsiri olmak üzere getirmiştir. Ebû Zerr rivayetinde, âyetten önce "Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır" ifâdesi mevcûddur.

[156] Hadîsin bâb başlığına mutabakatı yânî delîlliği "insanlardan yüzsüzce istemeyen " fikrasıdır

[157] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri "Çok suâl" fıkrasıdır. Sarihler bunu: Çok dilenmek, lüzumsuz herşeyi sormak diye ta'rîf ediyorlar ki, ikisi de zararlıdır; ikisi de nehyedilmiştir. Burada hadîsin şevki delaletiyle çok dilenmek ve zarû-retsiz, ihtiyâcsız her zaman dilenmeyi san'at edinmek ma'nâsı kasdedildiği an­laşılır. İkinci ma'nâya da hamledilebilir. Bu hadîste nehyedilen fiillerin her üçü de aileleri ve cemiyeti bozacak, çökertecek mühim içtimaî hastalıklardır.

[158] Vâkıdî'nin bildirdiğine göre, bu atıyye verilmeyen zât, muhacirlerden Cuayl ibn Surâka (R)'dir. Sa'd'ın "Mü'min" demesini, Peygamber'in mükerreren "Müs­lim de!" buyurarak tashih ve ihtar etmesi, îmânın vicdanî, bâtınî bir iş olup, bilinmesi Allah'a âid gayb hâllerinden bulunmasından dolayı, zahirî hâle göre "Müslim" demenin daha doğru olduğunu öğretmek içindir.

[159] Bu zikredilen hadîsin diğer bir tarîkidir. Hem birinciyi takviye etmiş, hem de faydalı bir ziyâde ihtiva etmiştir.

[160] Buhârî, âdeti üzere yürüyerek, hadîsteki garîb lâfız, Kur'ân'daki lâfza muvafık düştüğü zaman, istidrâden Kur'ân'daki lâfzı da zikredip, hadîsteki lâfzın tefsi­rini vermektedir. Buradaki îzâhında if'âl babından olan "ekebbe"nin lâzım; sü­lâsîden olan "kebbe" fiilinin ise müteaddî olduğunu göstermektedir. İfâlinin lâzım; sülâsînin müteaddî oluşu, bu fiilin bir garîbliğidir

[161] Bu hadîsin, isnâd ve lâfızda değişik kısa bir rivayeti 77 rakamında geçmişti. Ha­dîsin bâb başlığına delîl olan yeri: "Kalkıp insanlardan (sadaka) istemeyen if­fetli kişidir" fıkrasıdir.

İslâm'da istemenin, dilenmenin kötülüğünü ve Peygamber tarafından neh-yedildiğini gösteren pekçok hadîsler vardır. Hattâ Peygamber'in "Kimseden hiç­bir şey istememek üzere bey'at aldığı" ve bunun karşılığının ne olduğu sorulduğunda "Cennettir" buyurduğu Ebû Umâme ile Sevbân tarafından riva­yet edilmiştir (Taberânî).

ibn Umer, Peygamber'in "Zengin için, ve hilkati yerinde, bedenî kuvvet­leri zinde olanlar için sadaka halâl değildir" buyurduğunu rivayet etmişty-(Tirmizî),

[162] Bu hadîsin isnâd ve lâfız f^rklılıklarıyle iki rivayeti 72 ve 73 rakamlarında geç­miş ve orada bâzı açıklardalar verilmişti. Hadîs burada biraz daha tafsîllidir.

[163] Yânî Salih ibn Keysân, yaşça ez-Zuhrî'den büyüktür;,bu sebeble doğrudan doğ­ruya, İbn Umer'e erişip ondan vasıtasız olarak hadîs işitmiştir. Zuhrî'nin ise tbn Umer'e kavuşmasında ihtilâf edilmiştir. Sahîh olan, Zuhrî'nin îbn Umer'e ka-vuşmayıp; İbn Umer'in oğlu Salim vâsıtasıyle îbn Umer'den rivayet ettiğidir (Kas-tallânî).

[164] Hars : Yaşken ağaç üzerinde ne kadar meyve bulunduğunu tahmîn et­mektir (es-Sahâh).

Bâzı ilim ehlinden "hars"m, kendisine zekât vâcib olan hurma, üzüm gibi yaş meyvenin, erişilmesinden sonra mahsûlün ne mikdâr tutacağını takdir ve tah­minden ibaret olduğu rivayet edilmiştir (Tirmizî).

Fakîhler, zekât almaya dayanak olan bu takdir ve tahmîn İşinin tafsili ve meşruluğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmı hurmanın, üzümün ermeye, olgunlaşmaya başladığı zaman tahminini caiz görmüş, bir kısmı da caiz görme­miştir. Her iki tarafın delilleri ve tafsilâtı geniş şerhlerde  ve fıkıh kitâblannda görülebilir.

[165] Hadîsin bâb başlığına delîl olan yeri açıktır: Peygamber'in: "Şu hurmayı tah­mîn ediniz" buyurup, kendisinin de tahmîn etmesidir

[166] Bu, hadîsin diğer bir tarîkidir. Bu tarîk Ensâr'ın Faziletleri Kitâbı'nda tam se­nediyle mevsûl olarak rivayet edilmiştir.

[167] Bu da hadîsin bir diğer tarîkten rivayetidir. Bunu Ebû Alî ibn Huzeyme de el-Fevâid'inde senediyle rivayet etmiştir. Buhârî hadîsin birkaç tarîkini ve tarîk-lerdeki isnâd ve lâfız farklarını'bir yere toplamış ve göstermiş oluyor.

[168] Buhârî burada "hadîka"nm ta'rîfini vermiştir. Hadîka hakkında Âsim Efendi şunları söylemiştir:

el-Hadîka; sefine vezninde sulu, ağaçlı bahçeye denir ki, cem'i hadâik'tır. Bir kavle göre hurma ve şâir ağaçlık olan bustâna denir, yâhud etrafı duvar ile çevrilmiş olan bustâne denir, yâhud hurmalık kıt'asma denir (Kaamûs Tercemesi).

[169] Umer ibn Abdilazîz'in bu re'yini, İmâm Mâlik ei-Muvatta'mda, Abdullah ibn Ebî Bekr ibn Hazm'dan senediyle rivayet etmiştir. Abdullah şöyle dedi: Babam Ebû Bekr ibn Hazm Minâ'da iken, Umer ibn Abdilazîz'den babama bir mek-tûb geldi. O mektûbda: "Atlardan ve baldan zekât alınmaz" diye yazmıştı (Kas-taliânî).

[170] el-Aserî, arabî vezninde, dibi ve kökü İle değil de, kökündeki etrafa yayılan in­ce damariarıyle su emip faydalanan ağaçlar ve ekinlerdir. Ağaçlar ve ekinler doğ­rudan dibine ve köküne su vurarak sulandığı gibi, yakınında bulunan suyu ince

,m damariarıyle emmesi suretiyle de istifâde eder. İşte hadîste ağaçların, ekinlerin bu ikinci suretle sel suyundan, akar sudan istifâde edip yetişenlerine "Ev kâne aseriyyen" cümlesiyle işaret edilmiştir.

Ağaçlar, ekinler gerek kökleriyle, gerek ince damariarıyle yağmur, ırmak, pınar sularından faydalanmış olsunlar, bunda sahibinin sınaî ve amelî mühim' bir te'sîri olmadığı için, tam uşr'e yânî onda bir zekât vergisine tâbi' tutulmuş­lardır. Fakat " ^ = Nadh" ile yânî kuyudan, nehirden kova, dolap, motor gibi ziraî bir vâsıta ile sulanan yer mahsûllerinde yarım uşr, yânî yirmide bir zekât vergisi vâcib olduğu öğretiliyor. Bu ve Müslim'in Câbir'den rivayet ettiği birbirine yakın mealdeki hadîslerin hepsinin ifâde ettiği ma'nâ, el emeği ile, zi­raî sulama vâsıtaları ile (yânî kova, dolap, motor gibi âletlerle ayrı bir çalışma ve masrafla) elde edilen toprak mahsûllerinde yirmide bir zekât vâcib olduğudur.

[171] Buhârî'nin evvelki hadîs dediği, Ebû Saîd el-Hudrî'nin "Zekâtı verilen mal kenz değildir" (10. bâb) ile "Gümüşün zekâtı babı" (23. bâb)nda geçen ve bundan sonraki 56. babda da tekrar gelecek olan hadîstir. Bu bâbla alâkalı olan kısmı "Beş veskten aşağısından zekât yoktur" fıkrasıdir.

[172] Buhârî'nin bu sözünün şerhinden bana açılan ma'nâ budur. Kirmânî ve diğer sarihler ise biraz değişik bir ma'nâya gitmişlerdir.. Üzerinde düşünülsün! Evet, İbn Umer'in bu hadîsi umumîliği ile nisâb şartı olmamakta zahirdir. Ebû Saîd hadîsi ise", onun mutlaklığını kayıdlayıcıdır. Ve nitekim İbn Umer hadîsi de, Ebû Saîd hadîsinin mutlaklığını kayıdlayıcıdır. Şu hâlde bu iki hadîsten herbiri, için­deki ziyâde ile diğerini tefsîr edicidir (Kastallânî).

[173] Fadl'ın hadîsini senediyle Ahmed ibn Hanbel; BİlâPinkini ise Buhârî, Hacc Kİ-tâbı'nda mevsûlen rivayet etmiştir. BilâPin sözü, Fadl'ın sözüne munâfî değil­dir. Fakat onun maksadı, Fadl, bir kenarda duâ ile meşgul bulunması sebebiyle Peygamber'in namaz kıldığım görmedi demektir (Kastallânî).

[174] Hadîsin bâb başlığına delâleti açıktır. Çünkü başlık, hadîsin ilk parçasıdır. Bu hadîs, bundan önceki bâbda da geçmiş ve onun haşiyesinde işaret edildiği üzere daha evvelki iki bâbda da geçmişti. Binâenaleyh açıklamalar için gösterilen yer­lere bakılmalıdır. Yalnız şunu söyleyelim: Bir sâ', 1040 dirhem ayarındaki ölçe­ğe denildiğine göre, beş vesk, kesirsiz olarak 1.000 kilo ve eski okka ile 780 okka eder.

[175] Buhârî bu sözleriyle hem en güzel bir açıklama yapmış, hem de İlmî ve usûlî bir kaaideyi hatırlatmıştır.

[176] Bâb başlığı iki kısımdır. Her iki kısmın delîli ve cevâbı bâb altında gelecek ha­dîste verilmiştir. Birinci kısmına "... Her biri mahsûl verdiği zaman mahsûlün­den yiyin. Devşirildiği ve toplandığı gün de hakkım (sadakasını) verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez "(el-En'âm: 141) âyeti de açık olarak delâlet eder.

[177] Peygamber, sadakayı insanların mallarının kiri saymıştır. Bu kirden kendi aile ferdleri ve zürriyetinin münezzeh yaşamalarını, hâlde ve istikbâlde insanların sadaka ve zekât malİanyle yaşayan asalak bir zümre olmalarını en açık şekilde önlemiştir.

Peygamber, insanlığa yaptığı büyük irşâd ve iyiliğe karşılık ne kendisinin, ve ne de ailesi ve zürriyetinin maddî bir mükâfat görmelerini istemiyordu.O yalnız Allah'ın "Ben peygamberliğe karşılık hiçbir ücret istemem; sâdece hısımlıkta sevgi isterim dc/"(eş-Şûrâ:23) emir ve ta'lîmi veçhile samîmi bir sevgi istiyordu.

Hadîste, çocuğun da büyük gibi haramdan uzaklaştırılacağı, bilgi üzerine yetişip gelişmesi ve teklîf vaktinin kendisine dînden bir ilim üzerinde iken gel­mesi için, hangi şeyden nehyedildiğinin kendisine öğretilmesi gerektiği hükmü vardır (Kastallânî).

[178] Şartın cevâbı olan "Bu satış caiz olur" fıkrası başlıkta zikredilmemiştir. Bu sa­tışa cevaz verilmiştir. Çünkü satıcı, zekâtın vucûbundan sonra sattığı takdîrde, caiz olan bir işi yapmış ve zekâtı ödemek onun zimmetine yapışmıştır. Artık o kimseye borcu olan bu zekâtını başka malından ödemesi lâzımdır

[179] Peygamber'in bu sözü biraz sonra 86 rakamıyle Ibn Umer'in hadîsinden olmak üzere senediyle gelecektir

[180] Çünkü "Meyvelerin salâhı meydana çıkıncaya kadar.." sözü umûmîdir. Hâl­buki o vakit, zekât vaktidir. Peygamber, satış cevazını meyvenin aynından ze­kât vermekle kayıdlamamıştir. İşte bu, bu mes'eledeki iki görüşten biridir. İkinci görüş -ki Şafiî'nin görüşüdür- satış caiz olmaz. Çünkü bu kimse, mâlik olacağı ve mâlik olmayacağı -ki bu fakirlerin ağacından yiyecekleri nasîbleridir- şeyi sat­mış olur... (Kastallânî).

[181] Hadîsin bâb başlığına delîllik ve uygunluğu meydandadır. Çünkü Buhârî baş­lıkta senedsiz olarak getirdiği.Peygamber'in sözünü, burada senediyle vermiştir

[182] Bu hadîs, hurmadan başka umûmî olarak diğer meyve türlerinin de olgunlaşıp salâhları meydana çıkıncaya kadar alım satımlarının nehyine delâlet etmektedir.

[183] Bu son fıkra, hadîs metnindeki "Hatta tüzhıye"nin tefsiridir. Kitâbu'l-Bey'deki rivayette, bu tefsîrin bir suâl üzerine bizzat Rasûlullah tarafından yapıldığı açıkça belirtilmiştir

[184] Bu suâlin cevâbı, hadîs metninde geleceği üzere, menfîdir, yânî "Satın alamaz"dır.

[185] Bu son kısım Ebû Zerr rivayetinde böyle nefy harfi ile "Lâ yetruku(= Bırakmaz)" şeklindedir. Diğer bâzı rivayetlerde nefy harfi olmaksızın "Yetrukıı(Bırakır)" şeklinde gelmiştir. Buna göre, ma'nâ "tbn Umer sadaka ettiği bir şeyi satın al­mayı terkederdi..." olur.

[186] İbn Sa'd'ın Tabakaat'mdun naklen şârih Kastallânî'nin beyânına göre, hadîste bahse konu olan atın adı Verd imiş. Bu atı Temîm ed-Dârî (R) Peygamber'e hediye etmiş, Peygamber de TJmer'e hediye buyurmuştu. Umer de ismini söyle­mediği bir gâzîye hediye etmişti.

Peygamber'in Umer'e "Bir dirhem karşılığında da verse sadakana dönme" buyurması, ucuzlukta mübalâğa; "Kusmuğunu yemeye dönen kimse gibidir" cümlesi ise, sadaka ve hibeye dönmenin kötülüğünü bildiren belîğ bir teşbih ih­tiva etmektedir.

[187] Bu hadîs, sened ve bâzı lâfız farkıyle 85 rakamıyle geçti. Bu rivayetteki "Kâh kâh" lâfızları hakkında şu açıklama verilmiştir: "Kâh kâh, kâfların fethi ve kesriyle ve hâ'ların sükûnuyle ve teşdîdleriyle ve tenvînleriyle lügattir. Bu, ses isimlerindendir; çocuk kısmı bir nesne yemekten ve bir nesne almaktan ve bir murdar şeye bulaşmaktan zecr ve men' için telâffuz olunur., ve bunun tekerrürü te'kîd içindir" (Kaamûs Ter.).

[188] Hadîsin bâb başlığına delîlliği "O koyun Meymûne'nin bir azâdlı cariyesine sa­daka malından verilmiş idi" sözüdür. Peygamber'in, Meymûne'nin cariyesine sadaka verilmesini reddetmemesi, Peygamber kadınlarının azâdlı kölelerine sa­dakanın halâl olduğuna delâlet etmiştir.

Bir de bu ve benzeri hadîslerden, ölü hayvan derisinin   tabaklanmakla te­mizleneceği ve kullanılabileceği anlaşılmıştır.

[189] Bu hadîslerden Peygamber'in zevceleri tarafından azâd edilen kölelere zekât ve­rilmek caiz olduğu; sadaka, sadaka verilenin kabul etmesiyle mülkiyetine geç tikten sonra mâhiyeti değişeceğinden, Hâşimîler için bunu yemek caiz olduğu hükümleri alınmış oluyor.

Sadaka etinin, ölü hayvan eti gibi, zâtında harâmhk yoktur. O, bizatihi ha-lâldir. Buna harâmhk, sadaka vasfının muzâf olmasından ileri gelmiştir. Fakat sadaka, sadaka edilen kimsenin mülkiyetine geçmekle bu vasıf yok olmuş bulu­nuyor. Hediye edilince de, hediye verilen kimse İçin, hediye olarak halâl oluyor.

[190] Bu başlıkta izâ'nın cevâbı hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: Sadaka, sadaka edi­lenin mülkiyetine geçmek suretiyle sadaka olmaktan çıktığı zaman, Peygamber ve diğer Hâşimîler için alınması caiz olur

[191] Sadaka hem Peygamber'e, hem de ailesine haramdı. Fakat zekât, Ümmü Atıy-ye'nin mülkiyetine geçtikten sonra Âişe'ye gönderildiğinden, bu etin mâhiyeti değişiyor; hediye oluyordu.   Hediyeyi ise yiyebilirlerdi.İşte bu yolla sadaka mâ­hiyetinin hediye hâline dönüşmesi, bu Ümmü AtıyyĞ Nuseybe hadîsinde açıkça görülmektedir. Başlığa delîl olması da bu cihetidir. Peygamber'in: "Sadakaye­rine ulaşmıştır" edebî vecizesi, bu dînî hakikati en belîğ ve açık şekilde ifâde etmiş bulunuyor.

[192] "O et Berîre'ye sadakadır; bize de hediyedir" vecîzesi de aynı hakikatin daha açık bir ifadesidir.

[193] Bu ta'lîki (Süleyman Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî'den başka) Ebû Nuaym de el-Mustahrac'mda senediyle rivayet etmiştir. Buhârî'nin bu ta'lîki burada zikret­mesinin fâidesi, Katâde ibn Diâme'nin bu hadîsi Enes'ten işitmesini sarahatle bildirmiş olmasıdır. Katâde müdellis olduğu için, bundan önce geçen isnâdda an'ane ile verilen hadîste tedlîs etmesi ihtimâli giderilmiştir.

[194] Buhârî'nin "Her nerede bulunurlarsa fakirlere verilir.." sözü, zekâtın bir bel­deden diğerine nakledilmesinin cevazını tercîh ettiğini iş'âr ediyor. Bu mes'ele-de ihtilâf vardır...

[195] Hadîsin bâb başlığına delîl noktası "Zenginlerinden alınıp fakirlerine verilir" fıkrasıdır. Hadîs, biraz farklıca bir isnâd ve lâfız ile Zekât Kitâbı'nın başında da geçmişti.

Kerâîm, kerinte'nin cem'idir. Kerîme, hayvana izafetle sütü bol, gösterişli, etli, canlı ve boylu boslu hayvan demek olur. Peygamber zekât âmillerini, mal sahiplerinin gözbebeği olan böyle birinci sınıf mallarını almaktan men' ederdi. Peygamber, Muâz'a "Sen Kitâb ehli bir kavme vâlî gidiyorsun!" demekle, Mu-âzın basiretli olmasını tenbîh etmiş bulunuyor. Kitâb ehli olan millet, münev­verdir; câhil müşrikler gibi gafil değildirler, buyurmuş oluyor.

Bu hadîsin sonunda zulümden sakınmakla emir buyurması, bütün zulüm nevi Merinden, her mazlumun duasından sakındlrmayı tazammun edebileceği gibi halkın en değerli malı alınmak suretiyle meydana gelecek husûsî zulmü müşte-mil olmak üzere ilâve edilmiş olması da caizdir. Birinci umûmî ma'nâya ham­letmek elbette daha kuvvetlidir. Zulüm bizatihi çirkindir. Her dînde, her şerîatte haram kılınmıştır. Fakat İslâm Dîni'nin zulümden sakındırmaları daha şiddet­lidir: " J»JW J£ il îSfsli = Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin te-pesindedir"(HM: 18; el-A'râf: 44) kavli, bütün insanlara karşı îrâd edilmiş şiddetli ve umûmî bir hitâbdır. Bu şiddetli ceza, yalnız mü'minleri korumaya ma'tûf bir ceza da değildir. Mazlum, kâfir olsa bile, onun âtu da Allah'a yükselecek ve asla reddedilmeyecektir. Peygamber: "Mazlumun duasına, kâfir bile olsa ica­bet edilmiştir" buyurmuştur (Ahmed ibn Hanbel, Ebû Hureyre'den).

[196] Buradaki salât'tan murâd, duadır. Çünkü salât'ın lügat ma'nâsı duadır. Bura da duâ lâfzının salât lâfzı üzerine atfedilmesinin sebebi, salât Iâfzıyle duâ etme­nin zarurî olduğunun anlaşılmaması, fakat sena ve hayır ma'nâsım ifâde edecek herhangi bir lâfızla duâ edildiğinde, bunun da kâfi geleceğinin bilinmesidir. "Âce-rekettâhu fîmâ a'teyte ve bâreke fîmâ ebkayte = Allah sana verdiğinde ücret ih­san etsin, geri bıraktığında da bereket ihsan eylesin"; "Allâftumma'ğfîr lehu = Yâ Allah, ona mağfiret eyle!" ve benzeri ta'bîrlerle duâ buyurması gibi. Sa­daka ve zekât veren hakkında, salât lâfzından başkasıyle duâ edilebileceğine de­lillerden biri de en-Nesâî'nin Vâil ibn Hucr'dan rivayet ettiği hadîstir: Vâil dedi kir-'Sahâbîlerden biri zekât olarak güzel bir deve göndermişti. Peygamber (S) o zât hakkında: "Alla hum m e bârik fîhi ve fi iblilihî = Yâ Allah, bu zâta zekâtı ve develeri hakkında bereketler ihsan eyle!" diye duâ buyurdu.

[197] Başlıktaki et-Tevbe:103 âyetinden alınan kısım, Peygamber'e zenginlerin mal­larını temizlemek, vicdanlarını arındırmak için, zenginlerden zekât alması em­rinden sonra zekât sâhiblerine salât, yânî duâ etmesi de emredildiğinin delîlidir. İşte bu emirden dolayıdır ki, Peygamber, zekât sâhibleri ve aileleri hakkında duâ ve istiğfar etmiştir.

[198] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu ve delîlliğİ gayet açıktır. Zira bu Ebû Evfâ ha­dîsi, Peygamber'in, sadakasını, yânî zekâtını getiren kimselere âyetteki emre uya­rak salât ve duâ etmek âdetinde olduğunu göstermektedir.

[199] İbn Abbâs'ın bu sözünü Şafiî, ibn Ebî Şeybe ve Beyhakî senediyle rivayet et­mişlerdir. İbn Abbâs'a göre anber, vergiye tâbi' değildir, demek İstiyor.

Anber, kanber vezninde, ma'rûf olan güzel kokulu bir maddenin ismidir ki, buna deniz kaymağı da denilir. Bunun zağferân ile karışık bir nev'i daha vardır ki, buna da ahir denilir, ibn Abbâs'ın vergiye tâbi' değildir dediği ve bu­rada bahsedilen, birinci nevi' asıl anberdir. Bu kıymetli deniz maddesinin de­nizde meydana geliş keyfiyeti hakkında pekçok rivayetler vardır. Bâzıları deniz hayvanının kazuratıdır demişlerdir. Bâzıları deniz bitkisidir, denizin derinliğin­de biter ve onu bâzı deniz hayvanları yer, mîdesi dolunca kusar, demişlerdir, ibn Sînâ da bu iki görüşü uzak addetmiş ve denizde bir kaynaktan çıkan yağlı bir maddedir; yağlılığı hasebiyle denizin yüzüne çıkar, donar demiş, imâm Şa­fiî de el-Umm kitabında Kİtâbu's-Selem'de: Sözlerine güvendiğim birçok kim­selerin bana haber verdiklerine göre anber, denizin iki tarafında Allah'ın yarattığı bir nevi' nebattan hâsıl olan bir maddedir, demiş...-(Kİrmânî, tbn Hacer, Aynî).

[200] Hasen el-Basrî'nin bu sözünü de ibn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmiştir.

[201] Buhârî'nin bu sözüyle işaret edip dayandığı Ebû Hureyre hadîsi, yakında sene­diyle rivayet edilmiş olarak gelecektir.

[202] Buhârî bu hadîsi Kefalet, İstikrâd, Lukata, Şurût, İsti'zân kitâblannda da ge­tirmiştir. Bunlar içinde en mufassal rivayeti Karz, Duyûn ve Kefâlet'teki rivâ-'

yetleridir. Buradaki rivayetin sonunda " i^-aAİı jrli = Râvî, hadîsin tamâmını zikretti" diye işaret ettiği kısmı da Kefalet Kitâbı'ndaki ziyâdeli rivayetidir. Bu-hârî'nin Kefalet Kitâbı'ndaki bu mufassal rivayeti, yerinde gelince tam terce-mesiyle verilecektir.

Hadîsin zekât konusuyla ilgisine gelince, Ismâîîî ile Dâvûdî, İmâm Buhâ-rî'nin hadîsi bu bâbda getirmesine bir münâsebet yoktur, demişlerdir. Bu görü-. şe karşı olanlardan Abdulmelik ise şöyle demiştir: Buhârî bu hadîsi burada, denizin attığı herşeyin alınmasının mubah olduğunu, ve onun müslümânlarm malından olduğunu bilmediği zaman bunda beşte bir zekât vergisi olmadığı, eğer müslümânlarm malı olduğunu bilirse alınması caiz olmayacağına delil yapmak için getirmiştir. Çünkü alacaklı kimse o odunu mubah olarak ve ona mâlik ol­mak için almış ve içinde de o malı bulmuştur. Eğer bu iş bugün vâki' olaydı lukata gibi olurdu. Çünkü Allah Taâlâ'nın odun içinde basılı altınlar yaratma­yacağı bellidir...

Îbnu'l-Munîr dedi ki: Istişhâd yeri o zâtın ağaç parçasını ancak odun ola­rak almasıdır. Bu da denizin attığı anber ve benzeri şeylerin sahibi bilinmediği müddetçe alfnmasmın mubah olduğuna delâlet etmiştir... (İbn Hacer, Aynî).

Hadîsçiler arasında "Hasebe Hadîsi" diye anılan bu hadîsi Buhârî'nin bu­rada getirmesi, baş tarafta İbn Abbâs'ın içtihadını ta'lîkan zikretmesi, Hasen el-Basrî'nin görüşünü zikredip reddetmesi, Buhârî'nin de denizden çıkan anber ve inci gibi mallarda zekât olmadığı görüşünde olduğunu açıkça göstermektedir.

[203] Bâzı ta'rîfler:

Mâden: Yeraltında yaratılmış ve gömülü olan altın; gümüş gibi kıymetli bir cevheriihtivâ eden topraklardır. Bunlar keşfedilerek ocaklar açılır, işletilir­se, üretilen cevherler vergiye tâbi'dir.

Hazîne: Eski kavimler tarafından vaktiyle yer altına saklanmış altın, gü­müş gibi kıymetli paralara, levhalara, madenî eşyaya denir. Bunlara kenz de denilir. Türkçe'de define denilmesi yaygındır. Bunları bulanlar da vergiye tâbi'dir.

Rikâz: Yer İçinde -yaratılmış yâhud insanlar tarafından konulmuş olsun biriktirilmiş maldır. Binâenaleyh mâdene, define ve hazîneye şâmil umûmî bir lâfızdır. Rikâz yer altında Fatır kudretin yarattığı mâdene denildiği gibi, kadîm kavimlerin yer altına koyup gizlediği hazîneye de denilir. Bu umûmî ma'nâ, İmâm Ebû Hanîfe ve ona uygun ictihâd sahibi imamların görüşüdür. İmâm Mâlik ve Şafiî ise rikâzı, yalnız keşfedilmiş hazînede kullanmışlardır. Bu suretle mâden­lerin rikâz sayılıp sayılmayacağı imamlar arasında ihtilâfı mûcib olmuştur. Bu da alınacak verginin alınma suretindeki ihtilâfı doğurmuştur.

[204] Şu hâlde bu iki mezheb imamına göre rikâz, yalnız keşf olunan definelere deniliyor. Ve bunlar beşte bir derecesinde vergiye tâbi' oluyor. Mâden rikâzdan sas  yılmıyor. Binâenaleyh kırkta bir nisbetinde zekât gibi resm alınıyor.

Ebû Hanîfe ile arkadaşlarına göre, rikâzdan sayılıp mâdenlerin de beşte bir vergiye tâbi' olduğunu göstermiştik.

İmâm Buhârî, Mâlik ve Şafiî'nin mezheblerini ve bunlara göre rikâz, yal­nız definelere denilip, keşf edilmiş mâdenlere şumûlü bulunmadığın; bu suretle kaydettikten sonra, kendisinin de bu kanâatte bulunduğunu ihsas edmek müteâkib delilleri arka arkaya sıralıyor.

[205] Bâb başlığı altındaki Ebû Hureyre hadîsi. Bu hadîse göre mâden ile rikâz ara­sında fark vardır, tkisi bir harca tâbi' değildir. İmâm Buhârî, eğer mâdenden beşte bir alınsaydı, böyle bir farka işaret edilmezdi, demek istiyor.

[206] Umer ibn Abdilazîz'in bu fiilini, Ebû Ubeyd Kitûbu'l-EmvâV'de senediyle mev-sûlen rivayet etmiştir. Buhârî Umer'in bu fiili, mâdenlerin rikâzdan sayılmadı-ğının açık bir delilidir, demek istiyor

[207] Hasen el-Basrîınin bu sözünü ma'nâ olarak İbn Ebî Şeybe senediyle mevsûlen rivayet etmiştir. Buhârî Hasen Basrî'nin bu içtihadı da, aradaki farkı i'lân et­mektedir, demiş oluyor.

[208] Hasen Basrî'nin bu içtihadı da, yukanki görüşünü te'kîd için istidlâlen getiril­miştir.

[209] İmâm Buhârî, yukanki ifâdelerle imâm Mâlik ve îmâm Şafiî'ye destekleme yap­tıktan sonra, İmâm Ebû Hanîfe ile ictihâd arkadaşlarına karşı kapalı ve ta'rîzli bir dil ile i'tirâzda bulunuyor.

İmâm Buhârî, îmâm Ebû Hanîfe ile ictihâd arkadaşları olan Kûfeli Sufyân Sevrî ve Şamlı el-Evzâî'ye ve diğerlerine de bu "Ba'zu'n-Nâs" ta'bîriyle i'tirâz etmiştir. İbnu't-Tîn gibi bâzıları bu hucûmu daha te'sîrli kılmak için Buhârî'-nin "Ba'zu'n-Nâs" ta'bîri ile maksadı, yalnız Ebû Hanîfe'dir, demişlerdir. Bun­ların bu iddiaları sebebsiz de değildir. Çünkü Buhârî, Sahîh'inâeki bu ta'rîzleri, bu kapalı hücumları Târth'inde tamamen açığa vurmuştur...

İmâm Buhârî'nin İmâm Ebû Hanîfe'ye bu ta'rîzleri Sahîh'inin birkaç ye­rinde -ki bu birincisidir- gelmiştir ve Buhârî'nin, Ebû Hanîfe'nin adını "Ve bâzı Âdem oğulları şöyle demiştir" diye andığı İlim ehli arasında ma'lûm olan bir mes'eledir.

[210] Sonra Buhârî, Ebû Hanîfe hesabına bu sözlerle istidlal etmiş ve bunu ta'kîben Ebû Hanîfe hesabına ortaya koyduğu bu lügat delilini, yine kendisi bu şekilde çürütmüş oluyor.

[211] Buhârî bu ifadeleriyle Ebû Hanîfe'nin içtihadında tezâd olduğunu ileri sürüyor. Buhârî'nin bu tezâd iddiası şöyledir: Gûyâ Ebû Hanîfe: Bulunan defineyi, beşte bir vermemek için gizlemekte be's yoktur, demiş; mâden de Ebû Hanîfe'ye ; göre rikâz cümlesinden olduğundan, bunu saklayıp da beşte bir vermemekte be'iss   yoktur demek oluyormuş. Bu ise "Mâdenden beşte bir vergi alınır" da'vâsına aykırı ve nakz edici imiş.

Bu tenakuz iddiası rivâyetsiz ortaya konmuştur. Mes'elenin esâsı şudur: Tahâvî, Ebû Hanîfe'den rivayet ediyor: "Bir kimse, bir rikâz, bir defîne bulsa, bunun beşte birini fakîrler ve muhtaçlara kendi eliyle dağıtsa, yâhud kendi fakîr ve ihtiyâcı olsa da beşte biri de kendisi için muhafaza etse, caizdir" demiş­tir. Sonra Tahâvî bu içtihadın sebebini şöyle beyân ediyor: "İmâm Ebû Hanîfe,fakîr olan kimse, kendinin bu verginin harcama yeri cümlesinden olduğunu hesâb ederek, beşte bir harcında nefsine hasr ve tahsisinde be's görmemiştir" demiştir.

Demek ki Ebû Hanîfe'nin içtihadı doğrudur; yanlış anlaşılmıştır.

[212] Bâb başlığı, bu hadîsin son fıkrasından ibaret bulunduğu için, delâlet çok açık­tır. Bu hadîsten istifâde edilen hükümler sekiz vech üzeredir: Hayvanların cina­yet ve zararları; kuyu kazmaktan doğan zararlar, cinayetler; rikâzm beşte biri nisbetinde resmî vergiye tâbi' olduğu; mâden nevi'leri; Üretilen cevherlerin azın­dan ve çoğundan resm lâzım olup, bir nisâb ile mukayyed olup olmadığı; rikâ-zın mekânına dâir hükümler; rikâzı keşfedip bulanın müslim-gayrimüslim, harbî olmasıyle ilgili hükümler; sarf yerleri hakkındaki ictihâdlar. Bunlar fıkıh kitâb-lannda yazılıp tafsil edilmiştir.

[213] Buhârî bu başlıkta, zekâtların sekiz kalem olan harcama yerlerinden yalnız "Ze­kât işinde çalışanlar" maddesini almıştır. Çünkü bâb başlığının devamı, zekât İşlerinde çalışanların hesaba çekilmeleri konusudur. Âyetteki sadakalar ile mak-sad, farz kılınan zekâttır. Bunda tatavvu' yâni nafile sadaka dâhil değildir.

Sadakaat, sadaka'mn cem'idir. Sadaka, zenginlerin malından muayyen bir mıkdânnı ayırıp Allah rızâsı için muhtaçlara vermektir. Bu vergi, temlîk sure­tiyledir. Bu kelime, Allah'a sadâkat ma'nâsmdan alınmıştır. Bu cihetle sadaka vermekten ibaret olan tasadduk kelimesinin delâlet ettiği ma'nâ sıdk ve ihlâs taharrisi demek olur.

Bu farz olan sadakanın, yânî zekâtın, nakidlerin zekâtı; hayvanların zekâ­tı; ganîmetlerin zekâtı; toprak mahsûllerinin zekâtı -ki onda bir demek olan uşr'dur- mâdenlerin zekâtı gibi muhtelif ve müteaddid nevi'leri bulunduğu için, âyette sadakalar diye cem'i sîgasıyle gelmiştir.

İşte bütün bu farz olan sadakalar âyette sayılan sekiz kalem harcama yer­lerine harcanacaktır: Âyetin tamâmı şöyledir:

"Sadakalar, Allah 'tan bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, sadaka işlerinde çatışanlara, kaİbleri müslümânüğa alıştırılmak istenenlere, kölelere, eşit­lere, borçlulara, Allah yolunda (harcamaya) ve yol oğluna mahsûstur. Allah hak-kıyle bilen tam hüküm ve hikmet sahibidir" (et-Tevbe: 60).

[214] Buhâri bu hadîsi Sahîh'inin birçok yerinde, dar ve geniş metinlerle rivayet et­miştir. Hibe, Ahkâm, Terku Hiyel, Eymân, Nuzûr bölümlerindeki metinler ge­niştir. Bu rivayetler arasında uzunluk ve kısalık ve sened farklılıkları olmakla beraber, hepsi de esâsta aynı şeyi anlatmaktadır. Hadîste farz olan sadakaların alınması, toplanması, muhafaza edilmesi, nakledilmesi, gerekli yerlere harcan­ması ve bütün bu işlerin yazılıp hasâblanması gibi İslâm devletinin mâlî işleriyle vazîfeli me'mûrlann devlet başkanı veya onun yerine ilgili yüksek idare amirle­rince murakabe edilip hesaba çekilmeleri esâsı getirilmiştir. Böylece devlet me' mûrlarmın millet zararına olacak fulleri ve sûi istimalleri önlenmekte, bu mâlî işlerin daha iyi yürütülmesi sağlanmaktadır.

[215] Buhârî bu hadîsi Sahîh'imn yedi yerinde ayrı ayrı mes'elelere hüccet olmak üze­re bâzı sened ve lâfız farklılıklanyle getirmiştir. Burada zekâtın, sekiz sınıf harcama yerlerinden sâdece bir sınıfa verilmesinin cevazını isbât için sevketmiştîr. Hakîkaten bu hadîste Rasûlullah, zekât develerinin sütlerinden faydalanmayı bîr sınıfa; yalnız yol oğlu sınıfına tahsîs etmiştir. Bu bakımdan hadîsin bâb baş­lığına hüccetliği gayet sarihtir.

[216] Buhârî buradaki mutâbaalardan Ebû Kırâbe'ninkini Kitâbu't-Tahâre'de; Sabit el-Bunânî'ninkini Kitâbu't-Tıbb'da senedleriyle mevsûlen rivayet etmiştir. Hu­meyd et-TavîPin mutâbaasını ise Müslim, en-Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve İbn Huzeyme senediyle mevsûlen rivayet etmişlerdir.

Ebû Kılâbe'nin rivayetinin sonunda: "Bu nankör, Uraynîler hırsızlık yaptı­lar, adam öldürdüler, îmândan sonra kâfirliğe dönüp irtidâd eylediler ve bu su­retle Allah ve Rasûlü'ne harb açtılar" buyurdu ziyâdesi vardır ki, bu şiddetli cezanın Allah ve Rasûlü'ne fiilen harbe kalkışma gibi en şenî' bir cinayete karşı ta'yîn edildiğine işaret edilmiş oluyor.

Hakîkaten bu ağır cinayet ve suçların cezası Kur'ân-i Kerîm'de de böylece tesbît ve tahrîr edilmiştir: "Allah'a ve Rasûlü'ne harb açanların, yeryüzünde fesatçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yâhud elleriyle ayaklarının çaprasvârî kesilmesi yâhud da (bulundukları) yerden sürülmeleri­dir. Bu, onların dünyâdaki rüsvâylığıdtr. Âhirette ise onlara pek büyük bir azâb da vardır" (el-Mâide: 33).

"Âyetteki ölüm cezası yalnız öldürene, asma cezası öldürmekle beraber yol kesen ve mal alan kimseye, kesme cezası yalnız mal alana, sürgün cezası da bun­lardan başka suretlerde fesâd yapanlaradır. İbn Abbâs ile Şafiî'nin kavli budur (Ceiâleyn). Ebû Hanîfe'ye göre sürgünden maksad habsdir.

Hadîsteki uranîlere tatbîk edilen cezaların Kur'ân'daki delili işte bu âyette zikredilenlerdir. Gözlerinin oyulup diri diri Harre taşlığına atılma ve kendi ken­dilerine ölünceye kadar taşları ısırmaları, Peygamber'in çobanını aynı şekilde işkence ile öldürmelerinin karşılığı ye benzeri bir ceza ile cezalandırılmaların­dan ibarettir.

[217] Hadîsteki tahnık, hurma gibi bir şeyi ağzında çiğneyip çocuğun damağına şehâ-det parmağıyla çalmağa denir. Hayra, duaya vesile olmak için küçük çocuklar, gıdâlanmaya başlama çağında Peygamber'e getirilir, teberrüken hurma çiğne­mi yalattırılır di.

Hadîs metnindeki mîsem, hayvan dağladıkları demir âlettir. Sadaka hay­vanlarının, şahısların mülkü olan hayvanlardan ayrılıp seçilmesi için Peygam­ber, sadaka develerini böyle bir âletle damgalardı. Peygamber'in bu fiili, hayvan üzerinde fark ettirici alâmet olarak dağlama ve damgalama tatbikatının mubah olduğuna delâlet eder. Hayvan ve sürü sâhibleri tarafından yapılan bu alâmet­lerin çeşitli nevi'leri ve tatbikatı vardır. Develerde, sığırlarda, davarlarda ayrı ayrı ve türlü şekillerde yapılagelmiştir.