1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
2- Üzerine Vâcib Olan Keffârette Âciz Olan Fakire Yardım
Eden Kimse Babı
10- Keffâretin Yeminin Bozulmasından Önce Ve Sonra
Olması(Nın Beyânı) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Yeminlerin
Keffaretleri Kitabı)
Ve Yüce Allah'ın
"... Yeminin
keffâreti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu
doyurmak, ya onları giydirmek, yâhud bir kul âzâd etmektir. Fakat kim bulamazsa
üç gün oruç (tutması lâzımdır). İşte bu, ahdettiğiniz vakit yeminlerinizin kef
Jâretidir..." (cl-Mâide: 89) [1]
Ve bir de "...
Artık içinizden kim hasta olur, yâhud başından bir eziyeti bulunursa, ona
oruçtan, ya sadakadan yâhud da kurbandan biriyle fidye (vâcib Olur)... "
(el-Bakara: 96). âyeti indiği zaman, Peygamber(S)'in Ka'b ibn Ucre'ye emrettiği
şey vardır.
Ve İbn Abbâs'tan, Ata
ibn Ebî Rebâh'tan ve İkrime'den, Kur'ân-ı Kerîm'de "Min siyâmin ev
sadakatin ev nusukın" diye "Ev, ev" harfleriyle olanlar da bunun
sahibi muhayyerdir diye zikrolunuyor. Nitekim Peygamber (S) fidyede Ka'b ibn Ucre'yi
muhayyer kılmıştır [2].
1-.......Ka'b
ibn Ucre (R) şöyle demiştir: Ben O'nun, yânî Peygamber(S)'in yanına geldim:
— "Bana yakın
gel!" buyurdu. Yanına yaklaştım.
— "Haşerelerin sana eziyet veriyor
mu?" diye sordu.
— Evet veriyor, dedim.
— "(Başını tıraş et!) Sana oruçtan yâhud
sadakadan yâhud kurbandan bir fidye lâzımdır" buyurdu.
İbn Şihâb dedi ki:
Bana İbnu Avn, Eyyûb'dan tahdîs etti ki, o: "Sana üç gün oruç yâhud kurban
yâhud altı fakiri doyurmak..." diye söylemiştir [3].
'Allah, yeminlerinizin
(keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır ve O,
hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir" (et-Tahrîm: 2) [4].
2-.......SufyânibnUyeynetahdîsedip:
Ben ez-Zuhrî'nin ağzından işittim, dedi; ez-Zuhrî de Humeyd ibn
Abdirrahmân'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e
bir adam geldi de:
— Helak oldum! dedi. Peygamber:
— "Hâlin nedir?" diye sordu. O kimse:
— Oruçlu iken
ramazânda eşimin üzerine düşüp cinsî münâsebette bulundum, dedi.
Peygamber:
— "Bir köle azâd etmeye muktedir olabilir
misin?" buyurdu. O zât:
— Hayır (gücüm yetmez)! dedi. Peygamber:
— "Öyleyse arka arkaya olmak üzere iki ay
oruç tutabilir misin?" dedi.
— Hayır (gücüm
yetmez)! diye cevâb verdi. Peygamber:
— "Altmış fakiri doyurmaya gücün yeter
mi?" buyurdu. O zât:
— Hayır gücüm yetmez! dedi. Peygamber ona:
— "Otur!" diye emretti, o da oturdu.
Bir müddet sonra
Peygamber'e içi hurma ile dolu bir arak (hurma yaprağından örülmüş bir zenbîl)
getirildi. -Râvî: Arak, (15 sâ' alabilen) büyük bir mikteldir, dedi.-
Peygamber o zâta:
— "Bunu al da yoksullara sadaka et!"
buyurdu. O zât:
— Benden daha fakîr
olanlara mı vereceğim? (Allah'a yemîn ederim ki, Medine'nin kara taşlı iki
yanı arasında benden daha fakîr bir aile yoktur!) dedi.
Bunun üzerine
Peygamber dişleri meydana çıkıncaya kadar güldü ve:
— "Bu hurmayı kendi ailene yedir!"
buyurdu [5].
3-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'a bir adam geldi ve:
— Helak oldum, dedi. Rasûlullah:
— "Seni helak eden nedir?" diye
sordu. O zât:
— Ramazânda oruçlu
iken eşimle cinsî münâsebette bulundum, dedi.
Rasûlullah:
— "Hürriyete kavuşturacak bir köle
bulabilir misin?" buyurdu.
O:
— Hayır (bulamam), dedi. Rasûlullah:
— "Arka arkaya iki ay zincirleme oruç
tutmaya gücün yeter mi?" dedi.
O:
— Hayır (buna gücüm yetmez), dedi. Rasûlullah:
— "Altmış fakiri doyurmaya gücün yeter
mi?" buyurdu.
O:
— Hayır, diye cevâb verdi.
Bu sırada Ensâr'dan
bir adam bir arak dolusu hurma getirdi. -Arak, mıktel de denilen (onbeş sâ'
ölçeği alan) bir zenbîldir.- Rasû-lullah o fakîre:
— "Bu hurmayı al götür de, bunu fakirlere
sadaka et!" buyurdu.
O fakîr kimse:
— Bizden daha muhtâc olanlara mı vereceğim yâ
Rasûlallah? Seni hakk ile Peygamber gönderen Allah'a yemîn ederim ki, Medine'nin
kara taşlı iki yanı arasında bizim aileden daha muhtâc bir ev halkı yoktur!
dedi.
Sonra Rasûlullah:
— "Bunu götür de kendi aile halkına
yedir!" buyurdu [6].
4-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber(S)'e bir adam geldi de:
— Helak oldum, dedi. Peygamber ona:
— "Senin hâlin nedir?" diye sordu.
O zât:
— Ramazânda oruçlu
iken eşimle cinsî münâsebette bulundum,
dedi.
Peygamber:
— "Bir köle hürriyete kavuşturacak mal
bulabilir misin?" buyurdu.
O zât:
— Hayır (bulamam), dedi. Peygamber:
— "İki ay arka arkaya zincirleme olarak
oruç tutmaya gücün yeter mi?" buyurdu. O zât:
— Hayır (tutamam), dedi. Peygamber:
— "Altmış fakiri doyurmaya gücün yeter
mi?" buyurdu.
O:
— Hayır, buna güç
bulamam, dedi.
Bu sırada Peygamber'e
içi hurma dolu bir arak getirildi. Bunun üzerine Peygamber:
— "Bunu al da sadaka yap!" buyurdu. O
zât:
— Bizden daha fakîr olanlara mı? Medine'nin iki
kara taşlığı arasında bizim ailemizden daha fakîr aile yoktur, dedi.
Bundan sonra Peygamber
ona:
— "Bunu al da kendi aile halkına
yedir!" buyurdu [7].
5-.......es-Sâib
ibn Yezîd (R): Peygamber (S) zamanının sâ' ölçeği, bugünkü müdd ölçeğinizle
bir müdd ve üçte bir müdd mikdân idi. Umer ibnu'I-Abdilazîz zamanında sâ' ölçeğinde
artırma yapıldı, demiştir [9].
6-.......Bize
Ebû Kuteybe -ki o (aslı Horâsân'lı olan) Selm'dir; şöyle dedi: Bize Mâlik
tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle demiştir: İbnu Umer, ramazân zekâtını, yânî fitr
sadakasını Peygamber(S)'in müddü ile ilk müdd ile verirdi, yemîn keffâretinde
de yine Peygamber'in müddü ile verirdi (Peygamber için ancak bir tek müdd
vardı).
Ebû Kuteybe şöyle
dedi: İmâm Mâlik bize şöyle dedi:
— Bizim müddümüz,
sizin müddünüzden daha büyüktür. Biz fazlalığı ancak (duası bereketiyle)
Peygamber'in müddünde görürüz, dedi.
Yine Ebû Kuteybe şöyle
dedi: Mâlik bana:
— Bir emîr size
Peygamber'in müddünden daha küçük olan bir müdd darbetse,- siz fıtra ve yemîn
keffâretini hangi ölçekle verirdiniz? diye sordu.
Ben de ona:
— Biz bunu Peygamber'in müddü ile verir idik,
dedim. İmâm Mâlik:
— Görmez misin, iş
ancak Peygamber'in müddüne dönmektedir, dedi [10].
7-.......Bize
İmâm Mâlik, İshâk ibn Abdillah ibn Talha'dan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten haber
verdi ki, Peygamber (S): "Allâhum-me bârik lehum jîmikyâlihim vesâHhim
vemuddihim (= Allah'ım, Medîneliler için mikyâllerinde, sâ'larında ve
müddlerinde bereket ihsan eyle)/" diye duâ etmiştir [11].
8-.......Bize
el-Velîd ibn Müslim, Ebû Gassân Muhammed ibn Mutarrıf'tan; o da Zeyd ibn
Eslem'den; o da Alî ibn Huseyn'den; o da Saîd ibn Mercâne'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Her kim müstümân bir köleyi
azâd edip hürriyete kavuşturursa, Allah o köleden her bir organa mukaabil azâd
edenin bir organım, hattâ onun fercine mukaabil bunun /ercini cehennem
ateşinden azâd edip kurtarır" buyurmuştur [13].
Tâvûs ibn Keysân da:
Müdebber köle ile
çocuk anasının azâd edilmesi keffârette yeterli olur, demiştir [14].
9-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Amr ibn Dinar'dan; o da Câbir(R)'den şöyle haber verdi:
Ensâr'dan bir adam kendine âid olan bir köleyi müdebber olarak azâd etti. O
zâtın bu köleden başka hiçbir malı da yoktu. Onun fakîrlik hâli Peygamber(S)'e
ulaşınca, Peygamber o köleyi alıp: "Bunu benden kim satın almak
ister?" dedi.
(Müzayede neticesinde)
onu Nuaym ibnu*n-Nahhâm sekizyüz dirhem mukaabilinde satın aldı. (Peygamber de
kölenin bedelini ona verdi.) Amr ibn Dînâr (bu köle hakkında): Ben Câbir'den
"Evvelki yıl vefat eden Mısırlı bir köle" derken işittim, demiştir [15].
10-.......Bize
Şu'be, el-Hakem'den; o da İbrahim'den; o da el-Esved'den şöyle tahdîs etti:
Âişe (R), Berîre'yi efendilerinden satın almak istedi. Efendileri, Âişe'ye
karşı Berîre'nin velâ hakkının kendilerine âid olmasını şart koştular. Âişe bu
şartı Peygamber (S)'e zikretti. Bunun üzerine Peygamber, Âişe'ye: "Sen
Berîre'yi satın al. Velâ hakkı ancak hürriyete kavuşturan kimseye âiddir"
buyurdu [17].
11-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben Eş'arîler'den bir topluluk içinde (Tebûk
seferi hazırlığı sırasında) Rasûlul-lah(S)'a geldim de kendisinden binmek ve
ağırlıklarımızı yüklemek üzere deve istiyordum. Rasûlullah:
— "Vallahi ben sizleri develere yükleyemem,
benim yanımda sizi yükleyebileceğim hayvan yoktur" buyurdu.
Sonra biz Allah'ın
dilediği kadar bekledik. Sonra birtakım develer getirildi. Bunun üzerine bize
üç deve verilmesini emretti. Nihayet yola koyulduğumuz zaman -yâhud:
Birbirimizle şöyle konuştuk-: Allah bize bereket ihsan etmez. Biz kendisinden
binecek ve ağırlıklarımızı taşıtacak deve istemek için Rasûlullah'a geldik, O
da bizlere deve veremiyeceğine yemîn etti.
Ebu Mûsâ dedi ki: Bu
konuşmayı müteâkib bizler Peygamber'e geldik ve bu yemînini kendisine zikredip
hatırlattık. Buna cevaben Peygamber:
— "Sizleri develere yükleyen ben değilim.
Fakat sizleri develere Allah yüklemiştir. Ve ben Allah'a yemîn ederim ki, İn
şâallâhu (diye) bir yemîn ile yemîn eder de sonra ondan başkasını daha hayırlı
görürsem, muhakkak
yeminimden keffâret verir ve o daha hayırlı olan işi yaparım, keffâret
veririm" buyurdu [18].
12- Bize
Ebu'n-Nu'mân tahdîs etti. Bize Hammâd ibn Zeyd tah-dîs etti de "Muhakkak
yeminimden keffâret verir ve o daha hayırlı olanı yaparım" yâhud "Ben
o daha hayırlı olanı işlerim de keffâret yaparım" buyurdu, dedi [19].
13-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm ibn Huceyr'den; o da Tâvûs'tan; o da Ebû Hureyre'den
işitti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: "Süleyman Peygamber:
— Yemin olsun ki, ben
bu gece doksan kadına dolaşırım da, onların herbiri Allah yolunda mukaatele
edecek birer oğlan doğurur, dedi.
Arkadaşı ona -Sufyân:
Meleği kasdediyor, demiştir-;
— ' İnşâallâhu"
del dedi.
Süleyman bunu
söylemeyi unuttu ve kadınları dolaştı. Neticede kadınlardan bir tanesi
müstesna, hiçbiri çocuk getirmedi. O bir kadın da yarım bir oğlan
getirdi."
Ebû Hureyre bu hadîsi
Peygamber(S)'den rivayet ederek, Pey-gamber'in burada şöyle dediğini nakletti:
"Eğer Süleyman Peygamber İnşâallâhu deyeydi, hem yemininde hânis olmaz,
hem de ihtiyâcına erişmek vesilesi olurdu".
Ve Ebû Hureyre bir
kerre de: Rasûlullah (S): "Eğer Süleyman yemininde istisna yapsaydı...
" buyurdu, demiştir [20].
(Sufyân ibn Uyeyne
geçen senedle şöyle dedi:) Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den, bu Ebû Hureyre
hadîsinin benzerini tahdîs etti.
14-.......Bize
İsmâîl ibn İbrâhîm, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da el-Kaasım et-Temîmî'den tahdîs
etti ki, Zehdem ibnu'I-Cermî şöyle demiştir: (Usmân tarafından vâlî ta'yîn
olunup Kûfe'ye geldiğinde) biz Cerm kabilesinden bir cemâat Ebû Musa'nın
yanında bulunuyorduk. Bizimle Cerm kabilesinden olan şu oba halkı arasında bir
sadâkat ve ihsan vardı [21].
Zehdem dedi ki: Biz
Ebû Musa'nın yanında iken ona bir yemek getirildi. Yemeğinin içinde tavuk eti
de takdîm edildi.
Zehdem dedi ki: Bu
topluluk içinde Teymullah oğulları'ndan köleye benzeyen kırmızı bir adam
vardı. Bu adam sofraya yanaşmadı. Ebû Mûsâ ona:
— Sofraya yanaş! Ben
Rasûlullah(S)'ı tavuk etinden yerken gör-müşümdür, dedi.
O zât:
— Ben tavuğu pis
birşey yerken gördüm, ondan tiksindim de ebeden tavuk yememeğe yemîn ettim,
dedi.
Ebû Mûsâ ona şöyle
dedi:
— Yanaş da ben sana
ettiğin yemîne dâir bir hadîs haber vereyim: Bizler, Eş'arîler'den bir
topluluk içinde Rasûlullah'a geldik. Kendisi o sırada sadaka develerinden bir
bölük deveyi sahâbîleri arasında taksîm etmekle meşgul bulunuyordu. Ben
kendisinden biz Eş'arîler'e de deve vermesini istiyordum. -Râvî Eyyûb: Ben el-Kaasım et-Temîmî'nin: Rasûlullah
öfkeli hâlde idi, dediğini sanıyorum, demiştir.- Rasûlullah: "Vallahi ben
sizleri develere yükleyemem, benim yanımda sizi yükleyebileceğim deve
yoktur" dedi.
Ebû Mûsâ dedi ki: Biz
bu söz üzerine yürüdük, oradan ayrıldık. Bu sırada Rasûlullah'a birtakım
ganimet develeri getirildi. Bunun üzerine:
— Eş'arîler nerede? Eş'arîler nerede? diye
soruldu.
Bizler hemen geldik.
Rasûlullah bizlere beyaz hörgüçlü beş tane deve verilmesini emretti.
Ebû Mûsâ dedi ki: Biz
develeri alıp yürüdük. Bu sırada ben arkadaşlarıma şunları söyledim:
— Bizler Rasûlullah'a
geldik, O'ndan bizleri develere yüklemesini istiyorduk. O bizleri develere
yükleyemeyeceğine yemîn etti. Sonra bize haber gönderdi ve bizleri develere
yükledi. Rasûlullah evvelce yaptığı yemînini unuttu. Vallahi biz Rasûlullah'ı
gaflete getirip yemînini unutturduk, biz ebeden felah bulmayız. Haydin
beraberce Rasûlullah'a dönün de kendisine yapmış olduğu yemînini zikredip
hatırlatalım! dedim.
Bunun üzerine geriye
döndük ve:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler Sana gelmiş, bizleri develere yüklemeni istiyorduk. Sen bizleri
develere yükleyemeyeceğine yemîn etmiştin. Sonra bizlere develer verip
yükledin. Bizler Sen'in o yemînini unutmuş olduğunu zannettik yâhud bildik!
dedik. -
Rasûlullah:
— "Gidiniz! Sizleri ancak Allah
yüklemiştir. Ben yemîn ettim. Vallahi İnşâallah ben birşey üzerine yemîn eder de
müteakiben yemîn ettiğim şeyden başkasını daha hayırlı görürsem (o yemîne
bağlı kalmayıp) muhakkak o daha hayırlı olduğuna kanâat ettiğim şeyi yaparım.
Ve ben o yemîni bir keffâretle halâl da kıldım (yânî onu kef-fâret vererek
çözdüm)" buyurdu [22].
Bu hadîsi Eyyûb'dan; o
da Ebû Kılâbe'den ve el-Kaasım ibn Âsim el-Kuleybî'den rivayet etmekte Hammâd
ibn Zeyd, İsmâîl ibn îbrâ-hîm'e mutâbaat etmiştir.
Bize Kuteybe ibn Saîd
tahdîs etti. Bize Abdulvahhâb, Eyyûb'dan; o da Ebû Kılâbe'den ve
el-Kaasım'dan; o da Zehdem'den olmak üzere bu hadîsi tahdîs etti [23].
15- Bana
Muhammed ibn Abdillah tahdîs etti. Bize Usmân ibn Umer ibn Fâris tahdîs etti.
Bize İbnu Avn, el-Hasen el-Basrî'den haber verdi ki, Abdurrahmân ibn Semure
(R) şöyle demiştir: Rasûlul-lah (S) bana (öğüt verip) şöyle buyurdu:
— "Sen
kendiliğinden emîr olmak isteme! Eğer sen kendin istemeksizin sana emirlik,
kumandanlık verilirse, o işte (Allah tarafından) yardım olunursun. Eğer senin
istemenden dolayı sana emirlik verilirse, istediğin emirlik işinde yalnız
bırakılırsın (Allah'ın yardımına mazhar olamazsın). Bir de sen birşeye yemîn
edip de başkasını ondan daha hayırlı gördüğünde, o daha hayırlı olan işi yap ve
yemininden keffâret ver/"[24].
Bu hadîsi Abdullah ibn
Avn'dan rivayet etmekte Eşhel, Usmân ibn Umer'e mutâbaat etmiştir. Abdullah ibn
Avn'a da Yûnus ibn Ubeyd, Simâk ibnu Atiyye, Simâk ibnu Harb, Humeyd et-Tavîl,
Ka-tâde, Mansûr, Hişâm ibn Hassan ve er-Rabî' (ibn Müslim el-Cumahî yâhud
er-Rabî ibnu Subeyh) topluluğu mutâbaat etmişlerdir [25].
[1] Bu el-Mâide: 89. âyette akdedilmiş olan yeminlerin
keffâreti sayılmıştır. el-Baka-ra: 96. âyeti ise Hacc'da olacak ezâ keffâreti
hakkındadır,
"Yemini bozmanın
keffâreti, ehil ve ıyâlinize yedirdiğiniz taamın nevi' ve mikdârında orta
derecesinden on fakiri bir gün doyurmaktır. Bu, iki suretle olur. Birisi bir
akşam, bir de sabah çağırıp yemek yedirerek karınlarını doyurmaktır ki, buna
"İbâha" ismi verilir. Diğeri de akşam, sabah doyuracak kadar ellerine
birşey vermektir ki, buna da "Tethlîk"ismi verilir. İmâm A'zâm Ebû
Hanîfe'-ye göre bunun mikdârı her fakır için bir fıtra gibi buğdaydan yarım
sâ', diğerlerinden bir sâ' Ölçeğidir. İmâm Şafiî'ye göre de bir müdd'dür.
Yemîn keffâreti ya böyle on fakiri doyurmaktır yâhud on fakîrin kisveleridir.
Kisve, avreti Örtecek bir sevb demektir, bir rivayete göre de "Bir cami'
sevb = Bütün bir kat el-bise"dir. Veyâhud bir rakabe, bir köle veya câriye
insan azâd etmektir, imâm Şafiî kati keffâretine kıyâsen, bunun da mü'min
olmasını şart etmiş ise de Ha-nefiyye imamları kati keffâretinden mâadasında
nassın zahirine nazaran kâfir olan rakabeyi de kâfî görmüşlerdir. Hâsılı yemîn
keffâretinde bu üçten biri vâ-cibdir. Binâenaleyh her kim bunlardan birini
bulamaz, vermeye kudreti yetmezse, onun keffâreti de üç gün oruçtur. İbn Mes'ûd
Mushafında "Selâsetu eyyâmin mutetâbitin = Üç gün arka arkaya oruç"
kaydı olduğundan, bu üç günün fasılasız birbiri ardına tutulması vâcibdir.
İşte yemîn eliğiniz vakit yeminlerinizin keffâreti budur. Bozulduğu zaman bu
keffâreti edâ ediniz ve yeminlerinizi muhafaza ediniz. Yânî evvelâ herşeye
yemîn etmeyiniz, ikinci olarak yemininizin suretini iyi belleyiniz, ihmâl ile
unutmayınız. Üçüncü olarak ma'siyet olmayan ve bir hayrı men* etmeyen
yeminlerde gücünüz yettiği kadar sebat ediniz, bozmayınız. Dördüncü olarak,
bozduğunuz takdirde keffâretini de vererek yeminin sânını muhafaza
ediniz..." (Hakk Dîni, II, 1802).
[2] ibn Abbâs, Atâ'nm ve îkrime'nin: "Bunun sahibi,
bu üç fidye nev'i arasında muhayyerdir" hükümlerini Taberî, Tefsîr'inde
rivayet etmiştir.
[3] İbn Battal şöyle demiştir: Buhârî bu Ka'b ibn Ucre
hadîsim burada sırf muhayyerlik delili olduğu için zikretmiştir. Çünkü üç
şeydjen birini tercîh etme muhayyerliği
yemîn keffâretinde geldiği gibi, ezâ keffâretinde de
gelmiştir...(Kastallânî).
[4] Tahlile, aslı "Tecribe, Tekmile, Tekrime"
kelimeleri gibi "Tahlile" olarak tef'îl babından gayrı kıyâsî olarak
masdar olup, kıyâs olan tahlil ma'nâsına veya tahlile sebeb olan isim hâlinde
kullanılır ki, halâl etmek, çözmek, çözülmek ve çözüm-lük, halâllık demek olur.
Yeminin halâllığı, çözümlüğü de birincisi yaptığı ye mîni sâdık olarak icra
edip bitirmek, ikincisi "İnşâallah " kaydıyle istisna etmek, üçüncüsü
de ısrarında bir günâh bulunduğu takdirde bozup keffâret vermektir. Yeminin
keffâreti de el-Mâide: 89'da beyân olunmuştur... (Hakk Dîni, VI, 5109-5110).
[5] Hadîs, oruçlu iken cinsî münâsebetle oruç bozmanın
keffâreti evvelâ köle azadı, sonra oruç, sonra yemek yedirme sırasıyle tertîb
edilmiştir...
Arak'm
"Miktel" ile tefsîri râvînindir. Her iki kelime de onbeş sâ' ölçeği
hurma alabilen büyük zenbîldir. Hurma yapraklarından küfe şeklinde örülür. Bu
hadîsin bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda da geçmişti.
[6] Medine'nin iki kara taşlık tarafı arasından maksad,
Uhud'la Âir Dağlan arasıdır. Bu iki dağa "Lâbetân" denilir. Bu iki
kara taşlık dağ arasındaki sahaya "Medine Haremi" denilir.
Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Buna göre ramazân gündüzünde
cinsî münâsebet yapmaktan dolayı keffâret vâcib olan fakîre yardım etmek caiz
olduğu gîbî, yine böyle yemînini bozduğu zaman keffâret vâcib olan fakîre de
yardım etmek caiz olur. Bu hadîsten pekçok mes'eleler ve fâideler istinbât edilmiştir.
3u hadîs dîn mürşidlerine dîni öğretmekte ta'kîb edecekleri yolu gösterir. Dîn
öğreticilerinin güleryüzlü olmalarını, öğrencileri yumuşaklıkla dîne
ısındırmalarını, güçlük ve sertlik göstermemelerini öğretiyor...
[7] Bu da aynı hadîsin başka yoldan gelen rivayetidir.
tbn Münîr şöyle demiştir: Hadîste ancak "Bunu kendi aile halkına
yedir sözü vardır. Lâkin kendi aile halkı olan en yakınlarına vermeyi caiz
kılınca, uzak hısımlara vermek daha çok caiz olacaktır. Yakın hısımlara vermeyi
caiz kılmakta yemîn bozma keffâretini, oruçta cinsî münâsebet keffâretine kıyâs
et... (Kas-tallânî).
[8] Bu, bütün dînî vecibelerin ödenmesinde kendisiyle
ölçüp çıkarılması vâcib olan ölçektir. Çünkü teşrî' evvelâ bu ölçek üzere vâki'
olmuştur.
[9] İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadîs, es-Sâib'in bu
hadîsi tahdîs ettiği zaman, onların müddlerinin dört rıtl olduğuna delâlet
eder. Bunun üzerine üçte bir artırıldığı zaman ki, o bir ntl ve üçte birdir,
bundan beş rıtl ve üçte bir kaaim olmuştur. İşte bu, o zamanki sâ'dır. Bunun
delîli, Peygamber müddünün bir rıtl ve üçte bir olması, Peygamber sâ'ınm da
dört müdd olmasıdır. Sonra dedi ki: Amma Umer ibn AbdiIazÎ2 zamanındaki
artırmanın mikdânna gelince, biz onu bilmiyoruz. Hadîs ancak onların
müddlerinin, Peygamber'in müddü ile üç müdd olduğuna delâlet eder...
(Kastallânî).
Hadîste zikredilen sâ'
ve müdd, hububat ölçekleridir. Bir sâ', 1040 dirhem ayarında ölçeğe denilir. Şu
kadar ki, Peygamber zamanındaki sâ'ın mikdârını hesab ederken Iraklılarla
Hicâzlılar arasında, diğer deyişle Ebû Hanîfe ile öteki üç mezheb imamları
arasında görüş ayrılığı vardır. Bu da sâ'ın kesri olan müdd ve rıtl
hesâblanndaki farktan meydana gelmiştir. Iraklılar'a göre bir sâ' 8 Bağ-dâd
rıtlı; Hicâzlılar'a göre 5 1/3 Medine rıtlıdır. Şu kadar ki, rıtl'm kesri
Iraklı-lar'a göre 20 ıstâr, Hicâzlılar'a göre 30 istâr olduğundan, aşağıda
rakamlarla da görüleceği üzere hesâb neticesi birdir. Bir sâ' 1040 dirhem
olduğudur:
Iraklılar'a göre;
Birsâ' = 8 Bağdâd ntlı
x 20 ıstâr = 160 ıstâr x 6,5 dirhem = 1040 dirhem.
Hicâzlılar'a göre:
Bir sâ' = 5 1/3 Medine
rıtlı x 20 ıstâr = 160 ıstâr x 6,5 dirhem - 1040 dirhem.
Bu hadîsteki sâ' ve müdd hakkındaki bu hesâbları gördükten sonra, yemîn
keffâreti olan taam mikdânna gelince, bu hususta görüş ayrılığı vardır: İmâm
Ebû Hanîfe ile Küfe fakîhlerine göre her fakîre yemîn keffâreti olarak yarım
sâ' = 5O0 dirhem buğday, diğer hububat ile üzüm, hurma gibi kuru meyvelerden
bir sâ' = 1040 dirhem verilir. Üç mezheb imamlarına göre Peygamber'in müddü
ile bir müdd verilir (ki Râfiî'nin hesabına göre 693 1/3 dirhemdir, Nevevî'nin
hesabına göre de 685 5/7 dirhemdir).
Bu ölçekler hakkında
Zekât Kitâbı'nda da bilgiler verilmişti.
[10] Yukarıda geçtiği üzere, Peygamber'in müddü, bir rıtl
ve üçte bir Bağdadî idi ki, bu da 128 dirhem ve 1/7 (yedide bir) dirhem eder.
Nâfi' bununla İbnu Umer'-in, Hişâm'ın ortaya koyduğu müdd ile verir olduğunu
kasdetmiştir ki, o Peygamber'in müddünden 1/3 müdd daha büyüktür. Hişâm'ın
müddü iki rıtldir. Bunda olan sâ', 8 ntldır. İmâm Mâlik: Her ne kadar vezince
Hişânı'mki daha fazla ise de, biz Peygamber'in müddünü mübarek olmasından
dolayı daha büyük görürüz, demiş oluyor... Evvelki müdde dönmek evlâ oluyor.
Çünkü o, Medîne ahâlîsinin asırdan asra nesilden nesile nakledip gelmeleriyle
şer'iyyet tahakkuk eden ölçektir. Ebû Yûsuf da bu görüşle İmâm Mâlik 'in
görüşüne dönmüştür.
[11] Bereket, nema ve ziyâde almak ma'nâsınadır...
Kastallânî: Ben bu bereketi 895 senesinde hayretle görmüşümdür... demiştir.
Allah'a hadsiz hamd ve senalar olsun ki, ben nâçiz Mehmed Sofuoğlu kuluna da
1957/1377 hacc mevsiminde bu bereketleri salimen gösterip tattırmakla bahtiyar
kılmıştır
[12] Hanefîler, kati keffâreti hâriç, diğer keffâretlerde
nass mutlak olduğu İçin mü'-min köle de, kâfir köle de olur dediler. Allah kati
keffâretinde îmân ile kayıtladı. Şafiî ise kati keffâreti zıhâr keffâreti,
ramazân gündüzünde cima keffâreti gibi keffâretlerin hepsinde mutlak-i
mukayyede hamlederek azâd edilecek kölede îmânı şart koştu. Nitekim Yüce Allah
bir yerde şehâdeti adaletle kayıtlayıp: "Sizden adalet sahibi olanları
şâhidyapın" (et-Talâk: 2) buyurdu, bir yerde de mutlak söyleyip '
'Erkeklerinizden iki şâhidden şâhidlik yapmasını isteyin'' (el-Bakara: 282)
buyurdu. Sonra adalet, mutlak mukayyede hamledilerek hepsinde şart kılındı.
Başlığın ikinci fıkrası, Itk Kitâbı'nda geçen Ebû Zerr hadîsinden bir
parçadır.
[13] Başlığa uygunluğu "Müslüman bir köleyi hürriyete
kavuşturmak" sözündedir. Bu "Tahrîru rakabe" ta'bîri Kur'ân'da
birkaç yerde geçer: el-Mâide: 92; en-Nİsâ: 91, el-Mucâdile: 3; el-Beled Sûresi:
13. âyette de "Bir boyunun kölelik bağını çözmek" ta'bîriyle geçer.
[14] "Müdebber" sözü, fıkhı bir ıstılahtır.
Azâdhğı ölüme ta'lîk olunan kölede kullanılır. Yânî hürriyete kavuşması bir
şahsın hayâtından sonraya bırakılan köle ma'nâsını ifâde eder. Müdebber kölenin
satılıp satılmayacağı hakkında hukukî görüş ayrılıkları vardır...
[15] Hadîsin başlığa uygunluğu, müdebber kölenin satılması
caiz olunca, keffârette azâd edilmesi de caiz olacağı içindir. Başlıktaki diğer
fıkraları da buna kıyas eyle!
Bu hadîsin bâzı rivayetlerini Buhârî, Buyu', Itk, tkrâh'ta; Müslim
Ey-mân ve Nuzûr'da getirmiştir.
[16] Bu bâb ve başlık, Ebû Zerr'in el-Müstemlî nüshasında
böyle âyet ve hadîs zik-redilmeksizin sabit olmuştur. Muhtemel ki, Buhârî bu
bâbda kendi şartı üzere bir hadîs bulamadı yâhud başka bir sebeble zikretmedi.
Bâb'in hükmü, şahıs kendisiyle başka biri arasında ortak olan bir köleyi
keffârette azâd ettiğinde, eğer zengin ise ortağının hissesini ödemeyi üzerine
alır ve keffârette ona bu azadı kâfî gelir. Fakîr ise durum ihtilaflıdır.
Tafsilâtı fıkıh kitâblarındadır...
[17] Velâ hakkı, kişinin mâlik bulunduğu bir şahsı azâd
etmesi sebebiyle azâd eden ile azâd edilen arasında devam eden hükmî
yakınlıktır ki, bu yakınlık sebebiyle azâd eden kimse, azâd edilen kişinin
mîrâsına hakk kazanır. Başlığa uygunluğu "Velâ ancak hürriyete kavuşturan
kimseye âiddir" sözünden alınır.
[18] Istisnâh yemîn, yemînini Allah'ın meşîet ve irâdesine
ta'lîk etmektir. Meselâ:
"Allah dilerse
vallahi şu işi yaparım", yâhud "Vallahi Allah dilerse şu işi
yapmam" demek istisnâlı yemindir.
Bu hadîste Rasûlullah'ın yeminine bağlı kalmadığı açık olarak
bildirilmiştir. Peygamber bu yemininden sonra kendisine ganimet develeri
getirilince, onlara deve vermeyi daha hayırlı görüp develeri vermiştir.
Peygamber o yeminini "İnşâallah"diye Allah'ın irâde ve meşîetine de
ta'lîk etmişti. Hadîsin diğer rivayetinde "Tahalleltuhâ = Ben onu
keffâretle çözdüm "kaydı da gelmiştir. Bunun hakkında daha önce de bilgi
verilmişti.
[19] Bu hadîste yemîni bozup o işi yapmak, sonra keffâret
vermek yâhud o işi yapmadan keffâret verip o işi yapmak şıkları terdîdli
gelmiştir
[20] Ebû Hureyre bu son rivayetinde Rasûlullah'ın
"İnşâallâhu deyeydi"'yerine onun dengi bir ta'bîr olan "Eğer
yemininde istisna etseydi" buyurduğunu bildirmiştir ki, hüküm bakımından
aralarında fark yoktur.
Yüce Allah istikbâle
âid sözler ve yapılacak işler hakkında Peygamberinir şahsında bütün mü'minlere
şu^tavsiyeyi bildirmiştir:Hiçbirşey hakkında Allah'ın meşîeti ile kayıtlamadan
'Ben bunu yarın muhakkak yaparım' deme ve unuttuğun vakit Rabb'ini an... "
(el-Kehf: 23-24).
Bunun hakkında güzel bir tefsîr daha önce verilmişti- Hakk Dîni IV 3242-3243.
[21] Bu ifâde, Müslim'deki bir diğer rivayette: Cerm'den
oîan şu oba ile Eş'arîler arasında bir sevgi ve bir kardeşlik vardı,
şeklindedir. Ebû Mûsâ vâlî olarak Kû-fe'ye geldiğinde, Cerm kabilesinden bir
cemâati kabul edip yemek ikram etmişti. Zehdem de kabul edilen bu topluluk
içinde bulunuyordu.
[22] Bu "Tahallaltuhâ" sözü "Ben o yemîni
keffâret verip çözdüm" ma'nâsına olduğu gibi, "Ben o yeminimde
İnşâaltah diye istisna yapmıştım" ma'nâsına da gelir. Hadîste başlıktaki
mes'eleye açık bir delil bulunmadığından dolayı âlimler, keffâretin yemîni
bozmadan önce veya bozduktan sonra olduğu hususunda ayrı görüşler ileri
sürmüşlerdir. Kimisi keffâretin yemini bozduktan sonra olacağını, kimisi de
yemini bozmadan da olabileceğini, kimisi de her iki şekilde de yânî bozmadan evvel
de bozduktan sonra da olmasının caiz olduğunu ileri sürmüştür. Bu hadîsin
şimdiye kadar birçok yerde uzun ve kısa rivayetleri geçmişti.
[23] Bunlar hadîsin geldiği değişik yollardır.
[24] Bu hadîs, başlıktaki şıklardan keffâretin yemini bozup
o hayırlı işi yaptıktan sonra olduğuna delâlet etmektedir. Daha önce de
zikrettiğimiz gibi keffâretin yemîni bozmadan önce olabileceğine delâlet eden
hadîs ibareleri de vardır.
Bu hadîsin bir rivayeti Eymân ve'n-Nuzûr Kitâbı'nın üaş tarafında 2 rakamlı
hadîs olarak geçmiş ve bâzı açıklamalar orada verilmişti.
[25] Yânî burada isimleri sayılan sekiz kişi, bu hadîsi
el-Hasen'den; o da Abdurrahmân ibn Semure(R)'den rivayet etmesinde Abdullah
ibnu Avn'a mutâbaat ettiler.