98- KİTÂBUT-TEVHÎD.. 4

1- Peygamber(S)'İn Ümmetini Azız Ve Celîl Olan Allah'ı Birlemeye Çağırması  Hakkında Gelen Hadîsler Babı 4

2- Yüce Allah'ın: De Ki Gerek Diye Ad Verin, Gerek Rahman Diye Ad Verin, Hangi Adı Verirseniz, Nihayet En Güzel İsimler O'nundur..." (El-Lsrâ: 110) Kavli Babı 5

3- Yüce Allah'ın Şu: Şübhesiz Rızkı Veren, O Pek Çetin Kuvvet Sahibi Allah'ın Kendisidir" (Ez-Zânyat: 58) Kavli Babı 5

4- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 5

5- Yüce Allah'ın: "Es-Selâmu'l-Mu*Minu..." (Ei-Haşr: 23) Kavli Babı 6

6- Yüce Allah'ın: 'Meliki'n-Nâsi... = İnsanların Meliki... " (En-Nâs: 2) Kavli Babı 6

7- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 6

8- Yüce Allah'ın: "O, Gökleri Ve Yerh Hakk İle Yaratandır..." (El-En'âm: 73; İbrâhîm: 19; En-Nahl: 3; El-Ankebût: 44; Ez-Zumer: 5; El-Câsiye: 21; Et-Teğâbun: 3) Kavli Babı 7

9- Yüce Allah'ın: "Ve Kâne'llâhu Semîan Basîran - Allah Hakkıyle İşitici, Kemâliyle Görücüdür9* (En-Nisâ: 134,147) Kavli Babı 8

10- Yüce Allah'ın: 'Kul: Huvel-Kaadiru = De Ki; O Kaadir'dir..." (El-En'âm: 65) Kavli Babı 9

11- "Mukattibu'l-Kulûb" Sözü Ve Yüce Allah'ın: Biz Onların Gönüllerini Ve Gözlerini Çeviririz...{El-En'âm: 110) Kavli Babı 9

12- "Allah'ın Yüzden Bir Eksik Olarak Doksandokuz İsmi Vardır1' Babı 9

13- Yüce Allah'ın İsimleriyle İstemek Ve Bunlarla Allah'a Sığınmak Babı 9

14- Zât, Sıfatlar Ve Allah'ın İsimleri Hakkında Zikredilen Şeyler Babı 11

15- Yüce Allah'ın Şu: "Allah Sizi Kendinden Sakındırıp Korkutur" (Âlu Tmrân: 27, 30); Kavli Babı 11

16- Allah Tebâreke Ve Taâlâ'nın: "Kullu Şey'in Hâlikun İllâ Vechehu-O'nun Zâtından Başka Herşey Helak Olucudur" (El-Kasas: 88) Kavli Babı 12

17- Yüce Allah'ın: "Sana Karşı (Ey Mûsâ) Gözümün Önünde Yetiştirilmen İçin Kendimden Bir Sevgi De Bırakmıştım" (Tâhâ: 39) Kavli Babı 12

18- Yüce Allah'ın: "Huve'llâhu Hâhku'l-Bâriu'l-Musavviru" (El-Haşr: 24) Kavxi Babı 13

19- Yüce Allah'ın: "Buyurdu: Ey İblis, İki Etimle (Yânı Bizzat) Yarattığıma Secde Etmenden Seni Hangi Şey Men * Etti? Kibirlenmek Mi İstedin? Yoksa Yücelerden Mi Oldun?" (Sâd: 75) Kavli Babı 13

20- Peygamber(S)'İn: "Allah'tan Daha Kıskanç Hiçbir Şahıs Yoktur" Kavli Babı 15

21- Bâb. 15

22- "O'nun Arş'ı Su Üstünde İdi"; "O, Büyük Arş'm Sahibidir" (Et-Tevbe: 129; Ei-Mü'minûn: 86; En-Neml: 26) Babı 15

23- Yüce Allah'ın: O, Derecelerin Sahibi Allah'tandır, Melekler De, Rûh Da Oraya Mesafesi Ellibin Yıl Olan Bir Günde Yükselip Çıkar" (El-Meâric: 3-4) Kavli Babı 18

24- Yüce Allah'ın: 'Birtakım Yüzler O Gün Terütâzedir; Rabb Herini Göreceklerdir" (Ei-Kıyâme: 22) Kavli Babı 19

25- Yüce Allah'ın: "Şübhe Yok Ki, İyi Hareket Edenlere Allah'ın Rahmeti Çok Yakındır" (Ei-A'râf; 56) Kavli Hakkında Gelen Hadîsler Babı 25

26- Yüce Allah'ın: "Şübhesiz Ki, Allah Gökleri Ve Yer'i Zeval Bulmalarından Tutmaktadır..." (Fâtir: 41) Kavli Babı 26

27- Göklerin, Yerin Ve Bunlardan Başka Mahlûkların Yaratılmaları Hakkında Gelen Şeyler Babı 26

28- Bâb: 26

29- Yüce Allah'ın: "Bu Birşeyifn Olmasını) Dilediğimiz Zaman Sözümüz Ancak *Ohf Dememizden İbarettir; O Da Derhâl Oluverir" (En-Natu: 40> Kavli Babı 28

30- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 28

31- Bâb: Meşîe Ve İrâde Hakkındadır : 29

32- "Allah Size Kolaylık Diler, Size Güçlük Dilemez (El-Bakara: 185) Babı 29

33- Yüce Allah'ın:  Nezdinde Kendisine İzin Verdiği Kimselerden Başkasının Şefaati Fayda Etmez* Nihayet Kalblerinden Korku Giderildiği Zaman 'Rabb'iniz Ne Buyurdu?' Derler. * Hakkı (Söyledi)9 Derler. O Çok Yüce, Çok Büyüktür” (Sebe: 23) Kavli Babı 33

34- Yüce Rabb'in Cibril İle Kelâmı Ve Allah'ın Meleklere Nidası Babı 34

35- Yüce Allah'ın: "Bununla Beraber Allah Sana İndirdiği (Kur*Ân) İle Şâhidttk Eder Ki, O Bunu Kendi İlmiyle İndirmiştir. Melekler De Şâhidlik Ederler. Hakîkî Şahid Olmak Bakunındansa, Allah Yeter" (En-Nisâ: İ66> Kavli Babı 35

36- Yüce Allah'ın: "Onlar Allah'ın Kelâmım Değiştirmelerini İsterler..." (El-Feth: 15) Kavli Babı 35

37- Azîz Ve Celîl Olan Rabb'in Kıyamet Gününde Peygamberlerle Ve Diğerleriyle Kelâm Etmesi Babı 39

38- Yüce Allah'ın: Allah, Musa'ya Hitâb İle Konuştu" (En-Nisâ: 164) Kavli Babı 41

39- Azız Ve Celîl Olan Rabb'in Cennet Ehli İle Kelâmı Babı 43

40- Yüce Allah'ın Kullarını Zikri Emir İle Olur, Kulların Allah'ı Zikirleri İse Duâ, Tadarru', Risâlet Ve Tebliğ İle Olur Babı 44

41- Yüce Allah'ın: "... O Hâlde Kendiniz Bilip Dururken Allah'a Eşler Koşmayin" (El-Bakara: 22) Kavli Babı 45

42- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 45

43- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 46

44- Yüce Allah'ın: "Onu Acele Etmen İçin Dilini Onunla Depretme" (Ei-Kıyâme: 16) Kavli Ve Peygamber(S)'İn Üzerine Vahy İndirilirkenki Fiili Babı 46

45- Yüce Allah'ın: 'Sözünüzü Gizli Tutun, İster Onu Açığa Vurun. Çünkü O, Sinelerin Özünü Bile Hakkıyle Bilendir. Yaratıp Duran Allah Mı Bilmeyecekmiş? O Latiftir, Her Şeyden Haberdârdır" (Ei-Mtuk: İ3-İ4) Kavli Babı 47

46- Peygamberdin: "Bir Kimse Ki, Allah Ona Kur*Ân İlmi Vermiştir De, O Gece Saatlerinde Ve Gündüz Vakitlerinde Onunla Kaaim Olur. Bir Kimse De: Keski Şuna Verilen Kur'ân Ni'meti Gibi Bana Da Verilmiş Olsaydı, Ben De Onun Yapmakta Olduğu Gibi Yapaydım, Der" Kavli Babı 47

47- Yüce Allah'ın: "Ey Rasul, Rabb'inden Sana İndirileni Tebliğ Et. Eğer Yapmazsan Allah'ın Elçiliğini Tebliğ Etmiş Olmazsın..." (El-Mâide: 67) Kavli Babı 48

48-Yüce Allah’ın "... Eğer Doğru Söyleyiciler İseniz, Tevrat'ı Getirin De Onu Okuyun" (Âlu Tmrân: 93)   Kavli İle Peygamber(S)'İn Şu Kavli Babı: 49

49- Bâb: Peygamber (S) Namaza "Amel" İsmini Verdi Ve: "(Namazda) Fâtihatu'l-Kitâb'ı Okumayanın Namazı Yoktur'1 Buyurmuştur . 50

50- Yüce Allah'ın: "Hakikat İnsan Hırsına Düşkün Yaratılmıştır» Kendisine Şen Dokundu Mu Feryadı Basandır. Ona Hayır Dokununca Da Çok Cimridir" (Ei-Meânc: 19-21) Kavli Babı 50

51- Peygamber(S)'İ Ve Onun (Cibril'in Aracılığı Olmaksızın) Rabb'inden Rivayet Etmesini Zikretme Babı 50

52- Tevrat'ın Ve Diğer Allah Kitâblarının Arapça'ya Vediğer Dillere Tefsir Edilmesinin Caiz Olması Babı 51

53- Peygamber(S)'İn: 'Kur'ân'ı güzel okumakta maharetli olan, el-kirâmu'l-berere («ı-Abese: ıs> ile beraberdir" Ve "Kur'ân't seslerinizle zînetlendiriniz" Kavilleri Babı 52

54- Yüce Allah'ın: “ Artık Kur'ân 'dan kolay geleni okuyun " (el-Muzzemmil: 20) Kavli Babı 53

55- Yüce Allah'ın: "And olsun ki, biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O hâlde düşünen var mı?". 53

(el-Kamer: 17, 22, 32, 40) Kavli Babı 53

56- Yüce Allah'ın: "Daha doğrusu o Kitâb, çok şerefli bir Kur'ân*dır ki, Mahfuz bir levhadadır91 (d-Burûc: 21-22); "And olsun Tûr'a, neşredilmiş kâğıdlar içinde yazılı Kitâb'a..." («Tür: t-3) Kavilleri Babı 54

57- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 55

58- Fâcir Ve Münafık Kişilerin Kur'ân Okumaları (Hâlini Beyân) Babı 56

59- Yüce Allah’ın: "Biz kıyamet gününe mahsûs adalet terâzleri koyacağız. 57

Artık hiçbir kimse hiçbirşeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. O şey, bir hardal dânesi kadar bile olsa, onu getiririz. Hesâblayıcılar olarak da biz yeteriz" (el-Enbiyâ: 47) Kavli İle Âdem Oğulları'nın Amelleri Ve Sözlerinin Tartılacağı Babı 57

"Hitâmuhu misk" Olması Niyâzıyle. 57

"Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi"nin Sonu. 57

Bitiriş ve Dua. 58

MEHMED SOFUOĞLU.. 59


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

98- KİTÂBUT-TEVHÎD

(Tevhîd, yâni: Allah'ı Birleme Kitabı) [1]

 

1- Peygamber(S)'İn Ümmetini Azız Ve Celîl Olan Allah'ı Birlemeye Çağırması  Hakkında Gelen Hadîsler Babı

 

1-.......Bize İsmîl ibn Umeyye, Yahya ibn Abdülah ibn Muhammed ibn Safî tahdîs etti. O da tbn Abbâs'ın kölesi Ebû Ma'bed'-den işitti. O da der ki: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S), Muâz ibn Cebel'i Yemen'in bir tarafına vâlî gönder­di ve ona şöyle ta'lîmât verdi:

— "(Ey Muâz!) Şimdi sen kitâb ehli olan bir kavim üzerine vâH gidiyorsun. Oraya vardığında tik vazifen Yemenlileri Yüce Allah'ı birleyip tevhîd etmelerine çağırmak olsun. Allah'ın birliğini tanıdık­ları zaman onlara A ilah 'in kendilerine gece ve gündüzleri içinde üzer­lerine beş vakit namaz farz kılmış olduğunu haber ver. Namaz kılmaya başladıklarında da Allah'ın kendilerine mallarının zekâtını farz kıl­mış olduğunu ve bu zekâtlarının zenginlerinden alınıp fakirlerine ve­rileceğini haber ver. Yemenliler bunu da ikrar ve kabul edince, onlardan zekât al, fakat insanların mallarının en iyilerini almaktan sakın!" [2]

 

2-.......Bize ŞıTbe, Ebû Husayn ile el-Eş*as ibn Suleym'dentahdîs etti. Bu ikisi de el-Esved ibn HilâTden işitmişlerdir ki, Muâz ibn Ce­bel şöyle demiştir: Peygamber (S):

  "YâMuâz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir, bilir mi­sin?*' diye sordu.

Muâz:

— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedi. Peygamber:

  "Kulların Allah'a ibâdet etmeleri ve O*na hiçbirşeyi ortak kılmamalarıdır" buyurdu.

Sonra da:

  "Kulların Allah üzerindeki hakları nedir, bilir misin?" diye sordu.

Muâz da:

— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedi. Peygamber:

  "(Büyük günâhlardan çekinen ve emirleri yerine getiren) kul­larını azâb etmemesidir" buyurdu [3].

 

3-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den (o şöyle demiştir): Sahâbîlerden birisi diğer birinin geceleyin **Kul huvellohu ohod" Sûresi'ni oku makta olduğunu, hiç durmadan bu sûreyi tekrarlamakta olduğum işitti. Sabah olunca Peygamber(S)*e geldi ve bunu kendisine zikretti, Sûreyi okuyan zât, okumasını azımsayarak sanki hâlâ bu sûreyi tek­rarlıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

— "Nefsim elinde bulunan Allah'ayemîn ederim ki, bu sûre mu­hakkak Kur'ân'ın üçte birine denk olur" buyurdu [4].

İsmâîl ibn Ca'fer, Mâlik'ten; o da Abdurrahmân'dan; o da ba­bası Abdullah ibn Abdirrahmân ibn Ebî Sa'saa'dan; o da Ebû Sa-îd'den şunu ziyâde etti: Ebû Saîd: Bana annemin erkek kardeşi olan Katâde ibnu'n-Nu'mân, Peygamberden haber verdi, demiştir.

 

4-.......Ebu'r-Ricâl Muhammed ibn Abdirrahmân, annesi Amr bintu Abdirrahmân'dan; o da Âişe(R)'den tahdîs etti. Annesi Pey­gamberin zevcesi Âişe'nin terbiyesinde bulunmuştu. Âişe şöyle de­miştir: Peygamber (S) sahâbîlerinden bir zâtı bir askerî birliğe kumandan yapıp gazaya göndermişti. Bu zât maiyyetindeki arkadaş­larına kıldırdığı namazlarda Kur'ân okur ve kıraatini her zaman "Kul huvellâhu ahad" Sûresi ile bitirirdi. Bu sefer hey'eti gazadan döndük­lerinde kumandanın bu âdetini Peygamber'e zikrettiler. Peygamber de onlara:

—'Niçin böyle yapmakta olduğunu kendisine sorunuz"buyurdu. Onlar da gidip bunu kendisine sordular. Kumandan da:

  "Kul huvellâhu ahad" Sûresi, Rahmân'ın vasıf ve ta'rîfidir (Allah'ın bütün isimleri ve sıfatları bu sûrededir). Onun için ben bu sûreyi okumayı severim, diye cevâb verdi.

Gelip bu cevâbı haber verdiklerinde Peygamber:

  "Siz de kumandana, Allah'ın da onu muhakkak sevmekte olduğunu haber veriniz!" buyurmuştur [5].

 

2- Yüce Allah'ın: De Ki Gerek Diye Ad Verin, Gerek Rahman Diye Ad Verin, Hangi Adı Verirseniz, Nihayet En Güzel İsimler O'nundur..." (El-Lsrâ: 110) Kavli Babı [6]

 

5-.......Cerîr ibn Abdillah (R): Rasûlullah (S): "Allah insanla­ra merhamet etmeyene merhamet etmez" buyurdu, demiştir [7].

 

6-....... Usâme ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'in yanında bulunuyorduk. O'na kızlarından birinin elçisi gel­di de kendisini ölmek üzere olan bir çocuğuna gelmesi için çağırıyordu. Peygamber, elçiye:

— "Kızıma dön ve ona Allah'ın almak ve vermek istediği her-şey kendisine âiddir. Ve herşeyin ilâhî ilimde ta'yîn edilmiş bir ömrü var olduğunu ona haber ver ve kendisine: Sabret ve bu sabrın Allah yanında bir ecir ve sevabı olduğunu da hatırla! diye emret" buyurdu.

Elçi gidip tekrar döndü de:

— Kızınız herhalde kendisine geliniz diye yemîn etti, dedi. Bunun üzerine Peygamber, beraberinde Sa'd ibn Ubâde, Muâz

ibn Cebel olduğu hâlde kalkıp gitti. Hasta çocuk Peygamber'in ku­cağına verildi. Çocuğun nefesi gidip gelmekte idi. Nefsi, canı sanki eski bir kırba içinde gibi idi. Peygamber'in iki gözü yaş döktü. Sa'd ibn Ubâde bu yaşlan görünce:

  Yâ Rasûlallah! Bu yaş, bu ağlama nedir? dedi. Rasûlullah:

— "Bu gözyaşı» Allah'ın kullarının kalblerine koyduğu bir rah­mettir. Allah Taâlâ ancak kullarından merhametli ve şefkatli olanla­ra merhamet eyler" buyurdu [8].

 

3- Yüce Allah'ın Şu: Şübhesiz Rızkı Veren, O Pek Çetin Kuvvet Sahibi Allah'ın Kendisidir" (Ez-Zânyat: 58) Kavli Babı [9]

 

7-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R), Peygamber (S) şöyle buyurdu, demiştir: "Hiçbir kimse (kendisi hakkında) duyduğu ezâ(verici is-nâd ve iftiraca Allah'tan çok sabırlı değildir. Kâfirler ve müşrikler Allah 'a oğul isnâd ederler de sonra Allah yine onları illetler ve afat­lardan selâmette kılar ve onları türlü nimetlerle nzıklandırıp yaşa­tır" [10].

 

4- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"O, bütün gaybı bilendir. Öyle ki, gaybına kimseyi muttali* etmez O. Meğer ki, beğenip seçtiği bir peygamber ola... *' (el-Cinn: 26-27);

“O saatin ilmi şübhesiz ki, Allah'ın nezdindedir..." (Lukmân: 34; ez-Zuhmf: 85);

"Bununla beraber, Allah sana indirdiği (Kur'ân) ile şâhidük eder ki, O bunu kendi ilmiyle indirmiştir.

Melekler de şâhidük ederler. Hakîkî şâhid olmak bakımındansa Allah yeter** (en-Nisâ: 166);

"... Onun ilmi olmaksızın hiçbir dişi olamaz, doğuramOZ da" (Fâtır: İl; Fussilet: 47);

"O saatin ümi ancak O'na döndürülür. O'nun ilmi olmaksızın meyvelerden hiçbiri tomurcuklarından çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz..* ** (Fussilet: 47) [11].

Yahya ibn Ziyâd el-Ferra Maâni'l-Kur'ân 'ında: Herşey üzerinde ilmen zahir, herşey üzerinde ilmen bâtındır,

demiştir [12].

 

8-.......Abdullah ibn Dînâr, İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Pey­gamber (S) şöyle buyurmuştur: "Gaybm anahtarları beştir ki, onları A ilah 'tan başkası bilemez. Rahimlerin ne artırıp ne eksilttiğini A ilah '-tan başkası bilemez. Yarın ne olacağını A ilah 'tan başka hiçbir kimse bilemez. Yağmurun ne zaman geleceğini de Allah'tan başka kimse bilemez. Hiçbir ne/s hangi yerde öleceğini bilemez. Allah'tan başka hiçbir kimse kıyametin ne zaman olacağını bilemez'* [13].

 

9-.......Bize Sufyân es-Sevrî, İsmail'den; o da eş-Şa'bî'den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R)Mesrûk'a:

— Her kim sana "Muhammed (Mîrâc gecesinde) Rabb'ini gördü" diye tahdîs ederse, yalan söylemiştir. Çünkü Allah: "O'na gözler eri­şemez* O ise bütün gözleri ihata eder..." (ei-En'âm: 103) buyurur. Yine sana Muhammed'in gaybı bilir olduğunu kim tahdîs ederse, muhak­kak o da yalan söylemiştir. Çünkü Yüce Allah: "De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka kimse bilmez..." (en-Nemi: 65) buyuruyor, demiştir [14].

 

5- Yüce Allah'ın: "Es-Selâmu'l-Mu*Minu..." (Ei-Haşr: 23) Kavli Babı [15]

 

10-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber(S)'in arkasında namaz kılardık da teşehhüdde "es-Selâmu ala İlâhi min ibâdihî (= Allah'a kullarından selâm olsun)" der idik. Peygamber (S): "Selâm, Allah'ın kendisidir. Lâkin şöyle deyiniz:

et-Tahıyyâtu liHâhi ve's-saktvâtu veJt-tayyibâtu. es-Selâmu aleyhe eyyühe'n-nebiyyu ve rahmetu'ülâhi ve berekâtuhu. es-Selâmu aley-nâ ve ala ibâdVllâhVs-sâühîn. Eşhedu en la ilahe Üle*llâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûluhû.

( = Tahıyyât Allah'a dönücü ve O'na mahsûstur. Salavât Allah içindir. Tayyîbât da O'na mahsûstur. Ey Nebî, Allah'ın selâmı, rah­meti ve bereketleri senin üzerine olsun. Bize ve Allah'ın sâlih kulları­na selâm olsun. Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka hakk ma'bûd yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasûlü-dür)" buyurdu [16].

 

6- Yüce Allah'ın: 'Meliki'n-Nâsi... = İnsanların Meliki... " (En-Nâs: 2) Kavli Babı

 

Bu "Melik" ismi hakkında İbn Umer'in Peygamber(S)'den rivayet ettiği bir hadîs vardır [17].

 

11-.......Bize Yûnus, îbn Şihâb'dan; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet günü bütün yer tabakalarım kudret kab-zasıyle tutar, gökleri de sağ eli içine dürer, büker de sonra (mahşer halkına):

— İşte (kâinatta hakîkî) Melik benim! Hani yeryüzünün melik­leri nerede? diye hitâb eder" [18].

Şuayb, ez-Zubeydî, İbnu Musâfir, İshâk ibnu Yahya; yânî bu dördü ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den bu hadîsin benzerini söy­lemişlerdir [19].

 

7- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Ve huve'l-AztzuH-Hakîm-O mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir** (el-Haşr: 24);

"Subhâne Rabbike RabbVl-izzeti amma yasıfûn – Galebe sahibi Rabb *in onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir*' (es-Sâffât: 180);

"Ve lillâhVUizzetu ve H-rasûlihi... = Hâlbuki izzet (şeref, kuvvet, galibiyet) Allah'ındır, Rasûlü'nündür, mü'minlerindir..." (el-MunâfıkÛn: 8).

Ve "Allah'ın izzeti" ve sıfatlanyle yemîn eden kimse. Ve Enes ibn Mâlik şöyle dedi: Peygamber (S):

"Cehennem: İzzetine yemîn ederim ki, yeter, yeter! diyecek" buyurdu [20].

Ve Ebû Hureyre de Peygamber(S)'den şöyle buyurduğunu söyledi:

Cennette cehennem arasında bir adam kalır. O, cehennem ehlinden cennete en son girecek olan kimsedir. O kimse: Yâ Rabb! Yüzümü şu ateşten döndür! Sen'in izzetine yemîn ederim ki> Sen'den bundan başkasını istemem! der*' (Hadîsi Ebû Hureyre'den rivayet edenlerden biri olan Atâ ibnYezîd el-Leysî şöyle dedi: Ebû Hureyre bunu rivayet ederken Ebû Saîd de orada oturuyordu. Ebû Hureyre'nin dediklerinden hiçbirini değiştirmeye lüzum görmedi.

Tâ "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası hep senindir" sözüne gelince) Ebû Saîd Hudrî (R) Ebû Hureyre'ye: Rasûlullah (S):

"Aziz ve Celîl olan Allah: Bunların hepsi ve daha on misli senindir! buyuracaktır" demişti, dedi [21]...

Eyyûb Peygamber (S) de (mu'cizeli suda yıkandığı sırada önüne altından düzülmüş bir sürü çekirge düşmüştü de Eyyûb bunları hemen toplayıp elbisesin doldurmaya başlamıştı. Bunun üzerine Allah: Ey Eyyûb! Ben seni, malını geri vermek suretiyle zengin kılmadım mı? buyuranca, Eyyûb: Evet Tanrım, beni o suretle zengin kıldın!) Fakat izzetine yemîn ederim ki, Sen'in hayır ve bereketlerinden benim için müstağni olmak ihtimâli yoktur! Dedi [22].

 

12-.......Bize Hüseyin el-Muallim tahdîs etti. Bana Abdullah ibnu Bureyde, Yahya ibn Ya'mer'den; o da Ibn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle duâ ederdi:

“Eûzu bi-izzetike llezî lâ ilahe illâ ente lâyemûtu ve fl-cinnu ve 7-insu yemûtûne{ - Allah'ım, Sen'in izzetine sığınırım, Sen o kudret sa­hibisin ki, Sen'den başka ibâdet edilecek ma'bûd yoktur, yalnız Sen varsın! Ve Sen ebedî hayât sahibisin. Hâlbuki cinn ve ins -görülen ve görülmeyen bütün varlıklar- ölürler)" [23].

 

13-.......Bize Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti Ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cehennemin içine kâfirler devamlı atılır durur".

Buharı şöyle dedi: Bana Halîfe ibn Hayyât söyledi: Bana Yezîd ibn Zuray' tahdîs etti: Bana Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes(R)'ten ve (yine bana Yezîd ibn Zuray' ile) Mu'temir ibn Süley­man'dan; o, şöyle demiştir: Ben babam Süleyman'dan işittim; o da Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik'ten ki, Peygamber (S) şöyle buyur­muştur: "Cehennemin içine kâfirler atılır durur. Cehennem de: Da­ha ziyâde var mı? der. Nihayet Âlemlerin Rabbi ona ayağını koyacak da cehennem, bâzısı bâzısına toplanıp, dürülecek. Sonra cehennem: Yâ Rabb! Sen 'in izzetine ve keremine yemîn ederim ki, yeter, yeter! diyecek. Ve cennet ise (içine girenlerle) devamlı artıp büyüyecek, ni­hayet Allah onun (boşluğunu doldurmak) içinyeniden birtakım halk yaratıp da bunları kalan cennet fazlalığında iskân edecektir" [24].

 

8- Yüce Allah'ın: "O, Gökleri Ve Yerh Hakk İle Yaratandır..." (El-En'âm: 73; İbrâhîm: 19; En-Nahl: 3; El-Ankebût: 44; Ez-Zumer: 5; El-Câsiye: 21; Et-Teğâbun: 3) Kavli Babı [25]

 

14-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gecele­yin şöyle duû eder idi:

"AMhumme lekel-hamdu. Ente Rabbu's-Semâvâti ve'UArdu Leke'l-hamdu. Ente kayyımu's-semâvâti veH-Ardu Kavluke'l-hakku ve va'duke'l-hakku ve likaauke hakkun. Ve'l-cennetu hakkun ve'n-nâru hakkun ve's-sâatu hakkun.

AMhumme leke eslemtu ve bike âmentu ve aleyke tevekkeltu. Ve ileyke enebtu ve bike hûsemtu ve ileyke hâkemtu. FeğfîrUmâ kad-demtu ve mâ ahhartu ye esrartu ve alentu. Ente ilâhî lâ ilahe U ğayruke!

(= Yâ Allah! Hamd ancak Sana mahsûstur. Sen göklerin ve Yer*-in Rabbisin. Hamd ancak Sana mahsûstur. Gökleri ve Yer'i tedbîr edip ayakta tutan Sen'sin. Sen'in sözün haktır, va'din haktır. Sana ka­vuşmak haktır. Cennet haktır, cehennem haktır. Kıyametin kopması haktır!

Yâ Allah! Yalnız Sana teslîm oldum, yalnız Sana îmân ettim. Yalnız Sana güvenip dayandım. Yalnız Sana döndüm. Yalnız Sen'in burhanına dayanarak mücâdele ettim. Aramızda yalnız Sen'i hakem kıldım. Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim ve açı­ğa vurduğum bütün günâhlarımı mağfiret eyle! Sen benim ilâhımsın. Sen'den başka ibâdete lâyık tanrı yoktur!)" [26].

 

15- Bize Sabit ibn Muhammed tahdîs etti. Bize Sufyân es-Sevrî, bu sened ve metinle tahdîs etti. Ve bunda "Ancak Sen 'sin ve ancak Sen'in sözün haktır" demiştir [27].   

 

9- Yüce Allah'ın: "Ve Kâne'llâhu Semîan Basîran - Allah Hakkıyle İşitici, Kemâliyle Görücüdür9* (En-Nisâ: 134,147) Kavli Babı [28]

 

el-A'meş de Temîm ibn Seleme'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den söyledi ki, Âişe (R): İşitmesi bütün sesleri ihata eden Allah'a hamd olsun! Yüce Allah, Peygamberi üzerine "Zevci hakkında seninle direşip duran, Allah'a da şikâyet etmekte olan kadının sözünü Allah dinlemiştir.

Allah sizin konuşmanızı zâten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyle işitici, kemâliyle görücüdür" (el-Mücâdile: 1) âyetini indirdi, demiştir [29].

 

16-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in maiyyetinde bir seferde bulunduğumuzda yüksek bir yere çık­tığımız zaman yüksek sesle tekbir getirirdik. Bunun üzerine Peygamber (S): "Nefislerinize acıyınız (yavaş tekbîr getiriniz). Çünkü sizler ne bir sağırı çağırıyorsunuz, ne de bir gaibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki sizler iyi işiten, mükemmel gören ve size çok yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz" buyurdu.

Ebû Mûsâ dedi ki: Sonra Peygamber, benim üzerime geldi. O sırada ben gönlümden "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi( = Her çâre ve kuvvet ancak Allah ile olur)" diyordum.

Peygamber bana:

— "Yâ A bdallah! Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi sözünü söy­le, çünkü o, cennet hazînelerinden bir hazînedir*' buyurdu.

Yâhud:

  "Ben sana cennet hazînelerinden birine delâlet edeyim mi?" buyurdu [30].

 

17-.......Bana Amr ibnu'l-Hâris, Yezîd ibn Ebî Habîb'den ha­ber verdi ki, Ebû'1-Hayr Mersed ibn Abdillah, Abdullah ibn Amr(R)'den işitti. Ebû Bekr (R) Peygamberce:

— Yâ Rasûlallah, bana bir duâ öğret de onunla nam âzı m (in so­nun )da duâ edeyim, dedi.

Rasûlullah (S) da ona:

  "Allâhumme innîzalemtu nefsîzulmen kesîran velâ yağfiru 'z-zunûbeillâente. Feğfir lîmin indikemağfîraten. Innekeente'l-ğafûru*r-rahîm(= Yâ Allah, şübhesiz ben kendime çok zulmettim. Gü­nâhları mağfiret eden de ancak Sen'sin. Öyle ise kendi rahîmiyet ma-kaamından gelen bir mağfiret ile bana mağfiret ve rahmet eyle. Şübhesiz Gafur, Rahîm Sen'sin)/ de!" buyurdu [31].

 

18-......ez-Zuhrî'den (şöyle demiştir): Bana Urve tahdîs etti; ona da Âişe (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle bu­yurdu: "(Ben Tâif ten,eli boş dönüşümde Karnu Seâlib mevkiinde semâya baktım, bir bulut beni gölgelendirmekte idi, buluta baktım, içinde Cibrîl bulunduğunu gördüm.) Cibril bana nida edip şöyle dedi:

— Allah, kavminin Sen 'in hakkında dediklerini muhakkak işit­ti. Ve onların Sen 'in da'vetini reddetmelerini ve İslâm 'ı kabul etme­melerini de işitti... (Allah Sana şu Dağlar Meleği'ni gönderdi...)" [32].

 

10- Yüce Allah'ın: 'Kul: Huvel-Kaadiru = De Ki; O Kaadir'dir..." (El-En'âm: 65) Kavli Babı [33]

 

19........ Câbir ibn Abdillah es-Selemî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahâbîlerine işlerin hepsinde Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi istihare duasını öğretir, şöyle buyururdu: "Sizin herbiriniz bir işe kos-dettiği zaman- o kimse farz olmaksızın (nafile olarak) iki rek'at na­maz kılsın. Sonra şu duayı söylesin:

AUâhumme, innî estehîruke bi-ilmike ve estekdiruke bi-kudretike ve es 'elüke min fadlike, fe-inneke takdim velâ akdini ve ta *lemu velâ aHemu. Ve ente Allâmu'l-Ğuyûb.

Allâhumme fe-in kunte ta 'tonu haza 1-emre summe yusemmîhi bi-aynihi hayran ti fi âcili emrî ve âcilihi -ev kaale-fî dînî ve maaşı ve akıbeti emrî fakdurhu lî ve yessirhu lî. Summe bârik ti fîhi.

Allâhumme, ve kunte ta 'lemu ennehu şerrun lîfî dînî ve maâşî ve akıbeti emrî -ev kaale- fî âcili emrî ve ecilihi fasrifnî anhu vakdur Kye'l-hayra haysu kâne summe raddinî bihî.

[ = Yâ Allah, bildiğin için ben Sen'den hayırlısını isterim. Ve gü­cün yetiştiğinden beni kudretlendirmeni isterim. Bunu Sen'in fadlın-dan istiyorum. Çünkü Sen takdîr edersin, ben takdîr edemem; Sen bilirsin, ben bilemem. Şübhesiz Sen Allâmu'I-Guyûb'sun( = Şuuru­muzdan uzak olan bütün gaybleri pek yakından bilicisin)!

Yâ Allah, şu işin benim için dünyâ işimde ve âhiret işimde yâ-hud dînim, yaşayışım ve işimin akıbeti hakkında hayırlı olduğunu bilmekte isen, onu benim için takdîr et ve onu bana kolaylaştır. Sonra bu işte bana bereket ihsan eyle!

Yâ Allah, bu işin benim için, dînim, yaşayışım ve işimin akıbeti hususunda -yâhud şöyle der:- dünyâ işimde ve âhiret işimde bir şerr olduğunu bilmekte isen beni ondan çevir ve bana her nerede ise hayrı takdîr et. Sonra beni o hayırda razı kıl!] [34].

 

11- "Mukattibu'l-Kulûb" Sözü Ve Yüce Allah'ın: Biz Onların Gönüllerini Ve Gözlerini Çeviririz...{El-En'âm: 110) Kavli Babı [35]

 

20-.......Abdullah ibn Umer (R): Peygamber (S) çok defa "Gö­nülleri çevirip döndüren Allah'a and ederim ki, yapmam!" diye ye-mîn ederdi, demiştir [36].

 

12- "Allah'ın Yüzden Bir Eksik Olarak Doksandokuz İsmi Vardır1' Babı

 

İbn Abbâs:

"Zu'l-Cetâr, "Zu'1-Azame"; "eUBerru'% Mel-LatîfuM demektir, demiştir [37].

 

21-.......Bize Ebu'z-Zinâd, el~A*rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasfllullah (S): "Allah'a hâss, yüzden bir eksik ola­rak doksandokuz isim vardır. Bu isimleri her kim sayarsa cennete girer" buyurmuştur.

Buhârî: "Ahsaynâhu", "Hafıznâhu" (yânî "Onu hıfzettik") ma'nâsmadır, dedi [38].

 

13- Yüce Allah'ın İsimleriyle İstemek Ve Bunlarla Allah'a Sığınmak Babı [39]

 

22-.......Bana Mâlik, Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre(R)*den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Biriniz yatağına geldiği zaman, elbisesinin kenârıyle üç kerre yatağım silkelesin. Sonra şöyle duâ etsin;

Bismike Rabbi vada'tu cenbîve bike erfauhu. tn emsekte nefsi feğfîr UM ve in erseltehâfehfazhâ bimâ tahfazu büü ibâdeke's-sâlihto!

(= Rabb'im, ancak Sen'in isminle yan tarafımı yatağıma koy­dum. Sen'in isminle de kaldırırım. Rabb'im eğer nefsimi tutacak olur­san (yânî canımı alacak olursan) ona mağfiret eyle! Eğer tekrar hayâta salıverecek olursan, hayâtımı sâlih kullarını muhafaza etmekte oldu­ğun korunmanla koru!)" [40].

Râvî Abdulaaz el-Uveysî'ye Mâlik'ten rivayetinde Yahya ibn Saîd el-Kattân ile Bişr ibnu'l-Mufaddal da Ubeydullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üze­re mutâbaat etmişlerdir.

Ve Zuheyr, Ebû Demre, tsmâîl ibn Zekeriyyâ üçlüsü de Ubey­dullah'tan; o da Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da babası Ebû Saîd Key-sân'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den rivayette bir râvî ziyâde etmişlerdir.

Bu hadîsi İbn Aclân da Saîd ibn Ebî Saîd'den; o da Ebû Hurey­re'den; o da Peygamber'den rivayet etti. Muhammed ibn Aclân'a Mu-hammed ibnu Abdirrahmân, ed-Derâverdî ve Usâme ibnu Hafs üçlüsü

mutâbaat etmişlerdir [41].

 

23-....... Huzeyfe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) yatağına girdiği zaman "AMhumme bismike ohyâ ve emûtu (= Allah'ım, Sen'-in isminle dirilir ve ölürüm -uyanır ve uyurum-)" der, sabaha girdiği zaman da "el-Hamdu üüâhi'üeziahyânâ ba'demâemûtenâ veileyhi'n-nuşûr ( = Hamd bizleri öldükten sonra dirilten ve öldükten sonra -ba's için- dirilmemiz de -böylece- O'na âid olan Allah'a mahsûstur)" diye hamdederdi.

 

24-.......Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) geceleyin yatağım alıp girdiği zaman: "Sen 'in isminle ölür ve yaşarız" der, uy­kusundan uyandığı zaman da: "Hamd, bizleri öldürdükten sonra di­rilten ve son diriliş de ancak kendisine âid olan Allah 'a mahsûstur" der idi [42]..

 

25-........ İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) şöyle bu­yurdu: "Eğer sizden biriniz (cinsî münâsebet için) eşine gelmek iste­diği zaman 'Bismillâhi. Allâhumme cennibnâ 'ş-şeytâne vecennibVş-şeytâne mâ razaktena( = Bismillah, Allah'ım, beni şeytândan uzak­laştır, şeytânı da bize ihsan ettiğin çocuktan uzak kıl)' derse, sonra onların bu münâsebetinden bir çocuk takdir olunursa, o çocuğa ebe­den şeytân zarar veremez" [43].

 

26-.......Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'e sorup:

— Öğretilmiş köpeklerimi avın üzerine salıveriyorum, dedim. Peygamber:

  "Sen av öğretilmiş olan köpeklerini Allah'ın ismini zikredip de av üzerine saldığında onlar avı senin için tutmuşlarsa, sen o av etini ye. Sen mi'râd denilen demirli okunu ava attığında avı yarala-mışsa, onu da ye!" buyurdu [44].

 

27-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah, şu mıntıkada müşriklik zamanlan yakın bu­lunan birtakım kavimler var, onlar bizlere etler getiriyorlar. Bizler onların bu hayvanları keserlerken üzerlerine Allah'ın ismini zikredi­yorlar mı yâhud etmiyorlar mı bilmiyoruz? dediler.

Rasûlullah (S) onlara:

  "Sizler kendiniz o etler üzerine Allah'ın ismini zikredin de onları yiyin!" buyurdu.

Hadîsin râvîlerinden Ebû Hâlid el-Ahmer'e Muhammed ibn Ab-dirrahmân, ed-Derâverdî ve Usâme ibn Hafs üçlüsü mutâbaat etmiş­lerdir [45].

 

28-.......Enes ibn Mâlik (R): Peygamber (S) kurban bayramın­da Allah'ın ismini söyleyerek ve tekbîr getirerek iki koç kurbanı kes­ti, demiştir [46].

 

29-.......Bize Şu*be, el-Esved ibn Kays'tan tahdîs etti ki, Cundeb (R): Bir kurban bayramı gününde Peygamber(S)'in yanında ha­zır bulunduğunu, Peygamberdin evvelâ bayram namazı kıldırdığım, bundan sonra hutbe yapıp şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Her kim namaz kılmadan evvel kurban kestiyse, onun yerine bir daha kes­sin. Her kim de kesmemişse Allah 'in ismiyle teberrük ederek kessin!"

 

30-.......Bize Verkaa, Abdullah ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Babalarınız isimleriyle ye­min etmeyiniz. Her kim yemin etmek zorunda kalırsa, Allah ismiyle yemin etsin" buyurdu [47].

 

14- Zât, Sıfatlar Ve Allah'ın İsimleri Hakkında Zikredilen Şeyler Babı

 

Hubeyb ibn Adiyy el-Ensârî: "Ve zâlik fî zâti'l-ilâhî..." demiş de, Zâtı Yüce Allah'ın ismine yapışarak zikretmiştir. (Yâhud Zât lafzıyle Allah'ın hakikatini zikretmiştir) [48].

 

31-.......ez-Zuhrî'den (şöyle demiştir): Bana Zuhre oğullan'nın yeminli dostu olan Amr ibnu Ebî Sufyân ibn Esîd ibn Câriye es-Sakafî haber verdi. Bu zât Ebû Hureyre'nin arkadaşlarından idi. Ebû Hu-reyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) (Uhud'dan sonra Adal ve el-Kâre kabilelerinden bir topluluk: Yâ Rasûlallah, bizde İslâm var, bi­zimle beraber sahâbîlerinden bizlere dîni öğretecek kimseler gönder, demeleri üzerine) on kişi gönderdi. Bu gönderilenlerden biri Hubeyb el-Ensârî idi [49]

ez-Zuhrî dedi ki: Bana Ubeydullah ibn Iyâd haber verdi ki, ona da el-Hâris*in kızı Ze>neb şöyle haber vermiştir: Okabîleler zulme­dip Hubeyb'i Öldürmeye ittifak ettiklerinde Hubeyb, avret yerlerinin kıllarını temizlemek için bu kızdan bir ustura emânet alıp kullanmış­tır. Onlar Hubeyb'i öldürmek üzere Harem'den çıkardıkları zaman, Hubeyb şu beyitleri söylemiştir:

Ve lestu ubâlî hîne uktelu müslimen

Ala eyyi şıkkın kâne lillâhi masra'î

Ve zâlike fî Zâti'l-İlâhî ve in yese'

Yubârik alâ evsâli şılvın mumezza'i

(= Ben müslümân olarak öldürülürken Allah için düşüşümün ar­zın hangi şıkkında olmasına aldırmam! Çünkü bu öldürülmem Al­lah'ın 2âti (yânî O'na tâat ve p'nun rızâsını isteme) yolundadır. Eğer O isterse» parçalanmış cesedin her bir eklemi ve kemikleri üzerine be­reketler ihsan eder!)

Akabinde Hubeyb (iki rek'at namaz kılmış) sonra onu Ukbe ibnu'l-Hâris Ten'îm mevkiinde öldürmüş ve asmıştır. Peygamber, Hu­beyb ve arkadaşlarının musibete uğradıkları gün sahâbîlerine onla­rın haberini bildirmiştir [50].

 

15- Yüce Allah'ın Şu: "Allah Sizi Kendinden Sakındırıp Korkutur" (Âlu Tmrân: 27, 30); Kavli Babı

 

Ve zikri ulu olan Allah'ın şu kavli:

"... Benim içimde olan her şeyi Sen bilirsin. Ben ise Sen *in zâtında olanı bilmem. Şübhesiz ki, gaybları hahkıyle bilen Sen'sin Sen!** (ei-Mâide: ııe) [51].

 

32-....... Bize el-A'meş, Şakîk'ten; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)*dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Mtf'-m inleri A Hah'tan ziyâde fenalıklardan koruyan bir kimse yoktur. Mü'mirilerin en büyük himaye edicisi olduğu içindir ki, Allah bütün fenalıkları haram kılmıştır. Bir de Allah Taâlâ'dan ziyâde medhedil-meyi seven kimse de yoktur (Bunun için Allah kendisini Kur*ân*da birçok sıfatlarla övmüştür)" [52].

 

33-.......Ebû Hureyre(R)'den (o şöyle demiştir): Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Allah Taâlâ mahlûkları yarattığı (ve onların mukad­deratım ta'yîn buyurduğu) zaman kendi utûhiyetine âid olmak üzere de bir kitabım yazdı. (Zâtına âid ahd ve mîsâkı içine alan) bu mektu­bu da kendi Arş'ına koydu. (Bunda şu vardır:) Benim rahmetim ga­zabıma galebe eder" [53].

 

34-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Yüce Allah şöyle buyurur: Ben kulumun beni zannı ya­nındayım (irâdem kulumun beni anlayışına göre ilgilenir). Kulum beni andığı zaman ben muhakkak onunla beraber bulunurum. O beni gön­lünde gizlice zikrederse, ben de onu bu suretle nefsimde (yânî Zâtım­da) zikrederim. Eğer o beni bir cemâat içinde zikrederse, ben de onu bu cemâat ferdlerinden daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Ku­lum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yü­rüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!" [54].

 

16- Allah Tebâreke Ve Taâlâ'nın: "Kullu Şey'in Hâlikun İllâ Vechehu-O'nun Zâtından Başka Herşey Helak Olucudur" (El-Kasas: 88) Kavli Babı [55]

 

35-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: "Allah size üs­tünüzden bir azâb göndermeye kaadirdir" (ei-En'âm: 65) âyeti inince, Peygamber (S): "Rabb'im, Sen'in zâtına sığınırım" dedi. Yâhud "Ayaklarınızın altından bir azâb göndermeye kaadirdir" cümlesinin ardından: "Rabb'im, Sen'in zâtına sığınırım" Ğedi, Yâhud "Fırka­larınızı birbirine katıp bâzınızın hıncını bâzınıza tattırmaya kaadirdir" cümlesinden sonra da Peygamber: "Bu daha kolaydır" buyurdu [56]

 

17- Yüce Allah'ın: "Sana Karşı (Ey Mûsâ) Gözümün Önünde Yetiştirilmen İçin Kendimden Bir Sevgi De Bırakmıştım" (Tâhâ: 39) Kavli Babı

 

"Li-tusnaa", "Gıdâlandırılman için" demektir.

Ve zikri ulu olan Allah'ın şu kavli: "Ki (o gemi, hakkında) nankörlük edilmiş bulunulan o zâta bir mükâfat olmak üzere, bizim gözlerimiz önünde gidiyordu" (el-Kamer: 14) [57].

 

36-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir" buyurdu [58].

 

37-.......Bize Katâde haber verip şöyle dedi: Ben Enes(R)'ten işittim, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah Taâtâ'nın gönder­diği herbir peygamber kendi kavmini muhakkak o pek yalancı şaşı Deccâl'den haber verip sakmdırmıştır. Çünkü sakat gözlüdür. Rabbiniz ise sakat gözlü değildir (yânî doğru yolu irşâd eyler). Yalana Dec-câl'in iki gözü arasında 'Kâfir*yazılmıştır" [59].

 

18- Yüce Allah'ın: "Huve'llâhu Hâhku'l-Bâriu'l-Musavviru" (El-Haşr: 24) Kavxi Babı [60]

 

38-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti. Bana Muhammed ibn Yahya ibn Habbân, tbnu Muhayrîz'den tahdîs etti ki, Ebû Saîd el-Hudrî (R) Musta'lık oğullan gazvesinde kâfirlerden pekçok esîr ca­riyeler elde ettiklerim ve bu kadınlardan cima yapmak suretiyle, fa­kat gebe kalmaksızın faydalanmalarını istediklerini, Peygamber'e azl'in hükmünü (yânı cima sırasında inzalden önce zekeri çekerek me-nîyi fercden dışarı akıtmanın hükmünü) sorduklarını haber verdi. Bu­nun üzerine Peygamber (S):

  "Bunuyapmamanızda bir be'syoktur. (Azl yapmamanız vâ-cib kılınmamıştır.) Fakat A ilah kıyamet gününe kadar yaratacak ol­duğu kimseleri muhakkak yazmıştır*' buyurdu.

Mucâhid ibn Cebr: Râvî Kazaa'dan söyledi ki, o: Ben Ebû Sa-îd'den azl hakkında işittim, o: Peygamber (S):

  "Yaratılması takdir edilmiş olan hiçbir nefis hâriç olmamak üzere muhakkak Allah onların hepsini yaratacaktır" buyurdu, dedi [61].

 

19- Yüce Allah'ın: "Buyurdu: Ey İblis, İki Etimle (Yânı Bizzat) Yarattığıma Secde Etmenden Seni Hangi Şey Men * Etti? Kibirlenmek Mi İstedin? Yoksa Yücelerden Mi Oldun?" (Sâd: 75) Kavli Babı [62]

 

39-.......Bize Hişâm ed-Destevâî, Katâde'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet gü­nünde mü'minleri böylece toplar.

—İçinde bulunduğumuz şu durumumuzdan bizleri kurtarması için Rabb'imize şefaat istesek, derler.

Ardından Âdem Peygambere gelirler ve:

  Yâ Âdem! İnsanların sıkıntıda olduklarını görmüyor musun? Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde ettirdi... ve her-şeyin isimlerini sana Öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kur-turması için Rabb'inden bizlere şefaat et! derler.

Âdem:

— Ben buna ehil değilim, der ve onlara, işlemiş olduğu o ağaç­tan yeme hatîesini zikrederek: Lâkin sizler Nuh'a gidin. Çünkü o, Allah 'in bütün yeryüzü ahâlîsine göndermiş olduğu ilk rasûldür! der.

İnsanlar Nûh 'a gelirler, ondan şefaat isterler. O da:

— Ben buna ehil değilim, der ve vaktiyle işlediği, kavmi aleyhi­ne duâ etmesi hatîesini zikrederek: Fakat siz Halîlu'r-Rahmân olan İbrâhîm 'e gidin, der.

İnsanlar İbrahim'e gidip ondan şefaat isterler. O da:

— Ben buna ehil değilim, der ve onlara, vaktiyle işlediği hatâla­rını ("Ben hastayım, putları onların büyükleri kırdı*' ve zevcesi için "O benim kızkardeşimdir" demesini) zikrederek: Lâkin sizler, Al­lah 'in kendisine Tevrat vermiş ve kendisiyle konuşmuş olduğu bir kul olan Musa'ya gidin, der.

Onlar Musa'ya giderler. O da:

— Ben buna ehil değilim, der ve onlara, vaktiyle işlediği (nefis öldürme) hatâsını zikreder: Fakat sizler Allah'ın kulu, rasûlü, keli­mesi ve ruhu olan isa'ya gidin, der.

Onlar İsa'ya gelip (ondan şefaat isterler), fsâ da onlara:

— Ben buna ehil değilim. Fakat siz geçmiş ve geri kalmış gü­nâhları mağfiret olunmuş bir kul olan Muhammed(S)'e gidin, der.

Bunun üzerine insanlar bana gelirler. Ben de akabinde gider Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana huzura girmem için izin veri­lir. Ben Rabb'imi görünce hemen O'nun için secdeye kapanırım. Al­lah beni bu vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra Allah tarafından bana:

— Başını kaldır, Muhammedi Söyle, sözün dinlenir; iste, Sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul olunur! denilir.

Ben, bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb'ime hamdederim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır (yânı belli bir kavim) ta'yîn edilir. Ben onları cennete girdiririm. Sonra tekrar dönerim. Rabb'i­mi görünce secdeye kapanırım. O beni bu vaziyette bırakmak istedi­ği kadar bırakır. Sonra Allah tarafından:

— Başını kaldır, Muhammedi Söyle; sözün işitilir; iste, sana ve­rilir; şefaat et, şefaatin kabul olunur! denilir.

Ben yine Rabb'imin bana öğretmiş olduğu birçok hamdlerle Rabb 'ime hamdederim. Sonra şefaat ederim. Bana yine bir sınır ta*-yîn edilir. Ben onları da cennete koyarım. Bundan sonra yine döner, Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Rabb'im beni o vaziyette bı­rakmak istediği kadar bırakır. Sonra:

— Kalk yâ Muhammedi Söyle, sözün işitilir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul olunur! denilir.

Ben yine Rabb'imin bana öğretmiş olduğu birçok hamdlerle Rabb'ime hamdederim. Sonra şefaat ederim. Benim için yine bir sı­nır konulur. Ben o sınır içindekileri de alır, cennete korum. Sonra döner ve Rabb'ime:

  Yâ Rabbî! Ateşte Kur'ân'ın habsettiklerinden ve kendisine hulûd vâcib olanlardan başka kimse kalmadı, derim".

Enes ibn Mâlik dedi ki:Peygamber (S):

  "Lâ ilahe ille Ulah diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığınca ha­yır (yânî îmân) bulunan kimseler ateşten çıkar. Bundan sonra Lâ ila­he ille İlah diyen ve kalbinde bir buğday tanesi ağırlığı kadar hayır bulunan kimseler ateşten çıkar. Daha sonra Lâ ilahe illeyilah diyen ve kalbinde bir tek zerre ağırlığı kadar hayır olan kimseler ateşten çıkar" buyurdu [63].

 

40-....... Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'­ın eli dopdoludur, harcamak onu eksiltmez, O gece ve gündüz dâima cömerttir, akar durur".

Yine Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah'ın gökleri ve Yer'i yarattığı günden beri in/âk ve in 'âm ettiği  'metlerin mâhiyetini ba­na bildirebilir misiniz? Şübhesiz bunca harcama O'nun elindeki ni'-metlerden hiçbirşey eksiltmemiştir".

Yine Rasûlullah: "Çünkü O'nun tahtı su (hudûdsuz ni'met der­yası) üzerine kurutmuştur (Hüd: 7). O'nun diğer elinde adalet terazisi vardır ki, onun gözü alçalır, yükselir (bu suretle insanların kimine çok. kimine az verir)" buyurdu [64]

 

41-....... Bana amcam el-Kaasim ibn Yahya, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer(R)*den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Şübhesiz Allah kıyamet gününde bütün Arz'ı ovu­cuna alır, gökler de O'nun sağ elinde olur. Sonra:

— Melik ancak benim! buyurur".

Bu hadîsi Saîd ibn Dâvûd da imâm Mâlik'ten rivayet etmiştir. Umer ibnu Hamza da: Ben Sâlim'den işittim, demiştir. Salim de: Ben îbn Umer'den işittim; Peygamber (S) bu hadîsi söylemiştir, demiştir.

Ebû'l-Yemân da şöyle dedi: Bize Şuâyb, ez-Zuhrfden haber verdi: Bana Ebû Seleme haber verdi ki, Ebû Hureyre: Rasûlullah (S): "Al­lah Taâlâ bütün Yer tabakalarım ovucuna alıp dürer" buyurdu, de­miştir [65].

 

42-.......Sufyân es-Sevrî'den (şöyle demiştir): Bana Mansûr ve Süleyman ibn Mıhrân el-A'meş; ikisi de İbrâhîm en-Nahaî'den; o da Abîde'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan şöyle tahdîs etti: Pey­gamberce bir Yahûdî geldi de:

— Yâ Muhammed, Allah gökleri bir parmağında, Yer tabaka­larını bir parmağında, dağlan bir parmağında, bütün ağaçlan bir par­mağında, öbür mahlûkları da (beşinci) bir parmağında tutar, sonra: Melik ancak benim (bütün kâinatın hükümdarı ancak benim)! der, dedi.

Bu haber üzerine Rasûlullah (S) ağzının sonundaki dişleri görü-lünceye kadar güldü. Sonra da: "Allah'ın kadrini O'na lâyık olacak bir SÛrette hükkiyle takdir edemediler... " [el-En'âm: 91; el-Hacc: 74; (ez-Zumer: 67>] âyetini okudu.

Yahya ibn Saîd el-Kattân bu hadîsi söyledi de bunda şunu ziyâde etti: Fudayl ibnu Iyâd, Mansür'dan; o da ibrahim'den; o da Abî-de'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan: "Rasûlullah (S), Yahûdî âliminin (Tevrat'tan naklettiği) bu sözünden hoşlanarak ve onu tas-dîk ederek, sondaki dişleri görülünceye kadar güldü** fıkrasını Zİyâde etti

 

43-.......Abdullah ibnu Mes'ûd (R) şöyle dedi: Kitâb ehlinden bir adam Peygamber(S)'e geldi ve:

— Yâ Ebâ'l-Kaasım! Şübhesiz Allah gökleri bir parmağında, Yer tabakalarını bir parmağında, bütün ağaçlan bir parmağında, sulan ve toprakları bir parmağında, Öbür mahlûkları da (beşinci) parma­ğında tutar, sonra: Melik ancak benim, Melik ancak benim! buyu­rur, dedi.

(İbn Mes'ûd dedi ki:) Bu söz üzerine ben Peygamber'i gördüm ki, O son dişleri görülünceye kadar güldü, sonra: "Allah *m kadrini, O'na lâyık olacak bir surette hakkıyle takdir etmediler... ** ( 9i) âyetini okudu [66].

 

20- Peygamber(S)'İn: "Allah'tan Daha Kıskanç Hiçbir Şahıs Yoktur" Kavli Babı

 

44-.......Bize Abdulmelik ibn Umeyr, el-Mugîre'nin kâtibi olan Verrâd'dan tahdîs etti ki, el-Mugîre (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan Haz-rec'in seyyidi Sa'd ibn Ubâde:

— Eğer ben kanmın yanında (yabancı) bir erkek görsem, onu kılıcımın geniş yüzü ile değil, keskin tarafı ile vurur öldürürdüm, dedi.

Onun bu sözü Rasûlullah'a ulaştı da Rasûlullah (S):

  "Sa'd ibn Ubâde'nin bu gayret ve hamiyyetinden hayret mi ediyorsunuz? (Hayret etmeyiniz!) Vallahi ben elbette Sa'd'den daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır. İşte Allah'ın bu gayre­tinden dolayıdır ki, Allah açık, kapalı bütün çirkin işleri haram kıl­mıştır. Allah'tan daha çok hücceti seven hiçbir kimse de yoktur. îşte bundan dolayıdır ki, Allah birçok mübeşşirler ve munzirler gönder­miştir. Bir de Allah Taâlâ'dan fazla medh ve senayı seven kimse de yoktur. İşte bundan dolayıdır ki, kendisine itaat edenlere cenneti va'd etmiştir" buyurdu [67].

 

21- Bâb

 

"De ki: Şâhid olmak bakımından hangi şey daha büyük? De ki: Benimle sizin aranızda Allah, hakkıyle Şâhidd       " (el-En'âm: 19)

Bu âyette Allah kendisini "Şey" diye isimlendirmiştir [68].

Hâlbuki Kur'ân Yüce Allah'ın zatî sıfatlarındandır (Her sıfat, "O mevcûddur" ma'nâsına olarak "Şey" diye isimlendirilir).

"Kullu şey'in hâlikun illâ vechehu = O'nun zâtından başka herşey helak olucudur" (ei-Kasas: 88) (âyeti de Allah'a "Şey denilmesine delildir).

 

45-.......Bize Mâlik, Ebû Hâzım'dan haber verdi ki, Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S- bir kadınla evlenmek isteyen) bir erkeğe:

— "Kur'an'dan ezberinde birşey var mı?'* diye sordu. O zât:

— Evet, ezberimde şu sûre, şu süre vardır, diye birtakım sûrele­rin isimlerini saydı [69].

 

22- "O'nun Arş'ı Su Üstünde İdi"; "O, Büyük Arş'm Sahibidir" (Et-Tevbe: 129; Ei-Mü'minûn: 86; En-Neml: 26) Babı [70]

 

EbÛ'l-Âlİye:   "htevâ İle'S-Semâİ" (el-Bakara: 29; Fussilet: 11) kelâmının ma'nâsı "İrtefaa = Yükseldi"; "Fe SeVVâhUTine" (el-Bakara: 29),

"Halakahunne = Onları yarattı" demektir, dedi. Mucâhid ibn Cebr de:

 ale'l-Arş" (el-A'râf: 53; Yûnus: 3; er-Ra'd: 2; el-Furkaan: 59; ese: 4; ei-Hadîd: 4) "Allah Arş'ın üzerine yükseldi" ma'nâsınadır, dedi.

İbn Abbâs:

Zu'l-Arşt'l-Mecîd" (ibrihhnMS), "Kerîm" yânî "Keremde nihayeti olmayan"; "el-ĞafûruH-Vedûd" (ibrâhîm: 14),

"Habîb" yânî "Çok seven" ma'nâsınadır, demiştir. "Hamîdun Mecîdun" denilir. Bu "Faîlun" vezninden gibidir. "Mâcidun"dan alınmıştır. "Mahmûd" da "Hamîd"den alınmıştır.

 

46-.......İmrân ibnu Husayn (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in yanında idim. O sırada Temîm oğullan'ndan bir topluluk geldi. Peygamber onlara:

  "Müjdeyi kabul edin ey Temîm oğulları!" buyurdu. Onlar:

— Sen bizi müjdeledin. Şimdi bize (Beytu'I-mâl'den dünyalık da) ver! dediler.

Bu sırada Yemen halkından birtakım insanlar içeriye girdiler. Pey­gamber bu sefer onlara:

  "Ey Yemenliler! Temîm oğullan madem ki müjdeyi kabul et­mek istemediler, islâm 'in o hayır ve saadet müjdesini sizler kabul edi­niz!" buyurdu.

Yemenliler:

— Kabul ettik (yâ Rasûlallah)! Esasen bizler Sen'in yanına dîn hususunda iyi anlayışlar kazanalım ve Sen'den bu işin (yânî yaratılı­şın) evvelinde neler olduğunu soralım diye geldik! dediler.

Peygamber:

  "(Ezelde) Allah vardı ve Allah'tan başka birşey yoktu. Ve Allah Un Arşı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah gökleri ve Yer'i yarattı. Sonra Allah (levhde) kâinatın tamâmım takdir ve tesbît edip yazdı..." buyurdu.

Sonra tam bu sırada bana bir adam geldi de:

  Yâ İmrân! Yetiş, deven kaçıp gitti! dedi.

Ben hemen deveyi aramak üzere gittim. Bu sırada benimle de vem arasım serâb kesiyordu. Allah'a yemîn ederim ki, keski devem gitmiş olsaydı da ben yerimden kalkmasaydım (ve Peygamber'in söz­lerini dinleseydim) diye arzu ettim! [71]

 

47-.......Bize Ma'mer, Hemmâm'dan haber verdi: Bize Ebû Hureyre (R) tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhe-siz Allah'ın sağ eli dopdoludur, harcamak onu eksiltmez. O, gece gündüz dâima çok cömert olup devamlı verir durur. Allah 'in gökleri ve Yer'i yarattığı günden beri in/âk ve in'âm eylediği nimetlerinin mâhiyetini bana bildirebilir misiniz? Şu muhakkak ki, O'nun sağ elin­deki ni'metler hiç eksilmez. O'nun Arşı su üzerindedir (hudûdsuz ni*-met deryası üzerine kurulmuştur). O'nun diğer elinde defeyzyâhud

 kabz (yânî tutma) vardır ki, (bir kısım kavimleri) yükseltir, (diğer bâ­zılarını da) alçaltır" [72].

 

48-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Zeyd ibn Harise geldi, zevcesi Zeyneb bintu Cahş'tan şikâyet ediyordu. Peygamber (S) de Zeyd, zevcesini boşamak istedikçe ona:

  "Yâ Zeyd! Allah'tan kork, zevcem üzerinde tut (boşama)/" diyordu.

Âişe: Eğer Rasûlullalı(S) Allah'ın Kitabından birşey gizlese idi, şu "Sen zevcem uhdende tut. Allah 'tan kork! diyordun da, Allah 'm açığa çıkana olduğu şeyi içinde gizliyor, insanlardan korkuyordun. Hâlbuki Allah kendisinden korkmana daha çok lâyıktı'* (ei-Ahzâb: 37) âyetini gizlerdi, demiştir.

Enes şöyle dedi: Zeyneb bintu Cahş, Peygamber'in diğer kadın­larına karşı Öğünür, iftihar eder:

— Sizleri Peygamber ile kendi ahâlîleriniz, hısımlarınız evlen­dirdi. Hâlbuki beni O'nunla yedi kat göklerin üstünden Yüce Allah evlendirdi! der idi.

Râvî Sabit el-Bunânî'den gelen rivayette: "Allah'ın açığa çıka­rıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanlardan korkuyordun.,." âyeti Zeyneb ile Zeyd ibn Hârise'nin işi hakkında indi, ziyâdesi gelmiştir [73].

 

49-.......Bize îsâ ibnu Tahmân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)*ten işittim, şöyle diyordu: Hicâb âyeti (ei-Ahzâb: 53) Zey­neb bintu Cahş'ın evlenmesinde indi. Peygamber (S) o gün Zeyneb'-in düğün yemeği olarak insanlara et ve ekmek yedirdi. Zeyneb de Peygamber'in diğer kadınlarına karsı öğünüp iftihar ederdi ve:

— Şübhesiz Allah Taâlâ beni Peygamber ile göklerde nikâh etti. (Çünkü itZevvecnâkehâ=Biz seni Zeyneb fle evlendirdik'9 -ei-Ahzâb: 37-buyurdu) derdi [74].

 

50-....... Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah bütün mahlûkları yaratmayı hükmettiği zaman, Arş'mtn üs­tünde, yanında buluna/t bir kitâbda tesbît edip şunu yazdı: Şübhesiz benim rahmetim gadabımı geçmiştir" [75].

 

51-.......Bana Atâ ibn Yesâr, Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

  "Her kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne îmân eder de namaz kılar ve ramazânda oruç tutarsa, onu cennete koymak (sâdık olan va'di gereğince) Allah üzerine bir hakk olur. O kimse ister Allah yo­lunda muhacir olsun, isterse içinde doğduğu toprağında otursun".

Bunun üzerine sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah! Bu müjdeyi insanlara haber vermeyelim mi? dediler.

Rasûlullah:

  "Şübhesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi yo­lunda cihâdeden mücâhidler için hazırladı. Her iki derecenin arasın­daki mesafe, gökle Yer arasındaki mesafe gibidir. Sizler Allah'tan (cennet) istediğiniz zaman, O'ndan Firdevs'i isteyin. Çünkü o, cen­netin en üstünü ve en yüksek olanıdır. Firdevs'in üstünde Rahmân'-ın Arş'ıyardır. Cennetin ırmakları Firdevs'ten fıskırıp akarlar" buyur­du [76].

 

52-.......Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben mescide girdim, Ra­sûlullah (S) oturmaktaydı. Güneş batınca bana:

  "Yâ Ebâ Zerr! Bu Güneş nereye gider bilir misin?" diye sordu. Ebû Zerr dedi ki: Ben:

— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedim. Rasûlullah:

  "Güneş gider, secde hâlinde izin ister de kendisine izin veri­lir. Sanki ona 'Nereden geldin ise oraya dön!' denilir. O da battığı taraftan doğar" buyurdu.

Bundan sonra Rasûlullah "ZâÜke mustakarrun lehâ( = Bu onun karar yeridir)" âyetini okudu. Bu okuyuş, Abdullah ibn Mes'ûd'un okuyuşunda böyledir [77].

 

53-.......Zeyd ibn Sabit (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Ebû Bekr bana haber gönderip çağırttı ve bana Kur'ân'ın cem*i için ardına dü­şüp gereği gibi araştırmamı emretti. Artık ben Kur'ân'ı gereği gibi araştırdım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin sonunu Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberinde (yazılı) buldum, bu âyetten ondan başka kim­senin yamnda yazılı olarak bulmadım: "And olsun, size kendinizden öyle bir rasül gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü 'mirilere çok re 'fetli, çok mer­hametlidir..." Berâe'nin sonuna kadar (128-129. âyetler) [78].

 

54- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti. Bize el-Leys, Yûnus'tan bu hadîsi tahdîs etti; bunda "Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin beraberin­de buldum*' demiştir [79].

 

55-.......tbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) keder ve şiddet zamanında şu duayı söylerdi:

"Lâ ilahe illellâhu el-Azîmu'l-Halîm.

Lâ ilahe iUe'llâhu Rabbu'l-Arşı'l-Azîm.

Lâ ilahe ille'Uâhu Rabbu's-semâyâti ve Rabbu'l-Ardı

Ve Rabbu >l-Arşı H-Kerîm.

(= İbâdete lâyık hiçbir tanrı yoktur, ancak azamet ve vakaar sa­hibi Allah vardır. İbâdete lâyık hiçbir tanrı yoktur, ancak büyük Arş'ın sahibi Allah vardır. İbâdete lâyık hiçbir tanrı yoktur, ancak göklerin Rabb'i, Yer'in Rabb'i ve kerîm Arş'ın Rabb'i olan Allah vardır.)' [80].

 

56-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Amr ibn Yahya'dan; o da baba­sı Yahya ibn Umâre'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde insanlar (o günün şiddetinden) bayılıp düşecekler. O anda ben kendimi Mû-sâ'yayakın bulacağım. Mûsâ Arş'ın direklerinden birisine tutunmuş bulunacak*'.

Ve el-Mâcişûn da Abdullah ibnu'l-Mugaffel'den; o da Ebû Se-leme'den; o da Ebû Hureyre'den söyledi ki, Peygamber (S): "(On­larla beraber ben de bayılacağım.) Ben ilk ayıltılan olurum. O anda ben Musa'yı Arş'a yapışmış bulurum" demiştir [81].

 

23- Yüce Allah'ın: O, Derecelerin Sahibi Allah'tandır, Melekler De, Rûh Da Oraya Mesafesi Ellibin Yıl Olan Bir Günde Yükselip Çıkar" (El-Meâric: 3-4) Kavli Babı

 

Ve zikri ulu olan Allah'ın şu kavli:

"Kim ululanmak hevesine düşerse (bilsin ki) bütün ululuk Allah'ındır. Güzel kelimeler ancak O'na yükselir. Onu da iyi amel yükseltir" (Fâtır: 10) [82].

Ebû Cemre, İbn Ab bâ s'tan söyledi: Ebû Zerr'e Peygamber'in gönderilmesi haberi ulaştığında, kardeşi Uneys'e: Benim için şu kendisine semâdan haber gelmekte olduğunu söyleyen adamın ilmini öğren! Dedi [83].

Mucâhid:

Salih amel, güzel kelimeyi yükseltir; "Zı'l-Meâric'ln ma'nâsı "Meleklerdir, onlar Allah'a yükselirler deniyor, demiştir [84].

 

57-.......Bana Mâlik, Ebu'z-ZinâcTdan; o da el-A'rec*den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "(Her gün) birtakım melekler geceleyin, diğer birtakım melekler de gündüzleyin birbirlerini müteâkib size gelirler. Bunlar sabah ile ikin­di namazlarında buluştuktan sonra içinizde kalmış olanlar semâya yükselirler. Rabb'leri (namaz kılmış kullarının) hâllerini en iyi bilir iken, yine o meleklere:

— Kullarımı ne hâlde bıraktınız? diye sorur. Onlar da:

  Onları namaz kılarlarken bıraktık, nitekim namaz kılarlar­ken bulmuştuk, cevâbım verirler [85].

Ve Hâlid ibnu Mahled şöyle dedi: Bize Süleyman tahdîs etti. Bana Abdullah ibnu Dînâr, Ebû Salih'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre şöy­le demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim halat kazancın­dan bir tek hurma değerinde hirşey sadaka verirse -ki Allah Taâlâ'ya halâl olandan başkası yükselmez- şübhesiz Allah onu sağ eliyle ka­bul eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı, dağ gibi oluncaya ka­dar, sizin birinizin beygir yavrusunu dikkatle büyüttüğü gibi, sadaka sahibi için büyütür" [86].

Bu hadîsi Verkaa da Abdullah ibn Dinar'dan; o da Saîd ibn Ye-sâr'dan; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber(S)'den: "Allah'a ancak halâl olan yükselir" lafzıyle rivayet etmiştir [87].

 

58-.......Bize Saîd ibn Arûbe, Katâde'den; o da Ebû'l-ÂIiye'den;  İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Allah'ın Peygamberi (S) keder ında şu kelimelerle duâ  dedi o da sırasında şu kelimelerle duâ ederdi:

"Lâ ilahe üle'Mhu'l-Azfrnu'l-HaRm.

Lâ ilahe iiumhu Rabbu'l-Ar&'l-Az&n.

Lâ ilahe ille 'llâhu Rabbu 's-semâvâti

Ve Rabbu H-Arşı 1-Kerîm! [88]

 

59- Bize Kabîsa tahcüs etti. Bize Sufyân es-Sevrî, babası Saîd ibn Mesrûk'tan; o da Ebû Nuaym'dan yâhud Ebû Nu'm'dan -râvî Ka­bîsa şekk etmiştir- tahdîs etti. Ebû Saîd el-Hudrî (R): Peygamber(S)*e bir parça altın gönderildi de, kendisi bu altım dört kimse arasında taksîm etti, demiştir [89].

 

60-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R) Yemen'de bulunduğu sırada Peygamber(S)'e toprağı içinde altın ma'deni göndermişti. Peygamber bu altını el-Akra* ibnu Habis el-Hanzalî, sonra Mucâşi' oğullarından biri ve Uyeyne ibn Bedr el-Fezârî ile Alkame ibnu Ulâse el-Âmirî arasında, sonra Kilâb oğulla-rı'ndan biri ile Zeyd el-Hayl et-Tâî arasında, sonra Nebhân oğulla-n'ndan biri arasında taksîm etti. Bu taksîm sebebiyle Kureyş ile Ensâr öfkelendiler ve:

— Rasûlullah bizleri terkediyor da Nech ahâlîsinin seyyidlerine veriyor! dediler.

Rasûlullah:

  "Ben ancak (İslâm'da sebat etmeleri için) onları alıştırıyo­rum!" buyurdu.

Bu sırada iki gözü çökük, alnı yüksek, sakalının kılları bol, el­macık kemikleri çıkık, başı tıraşlı bir kişi geldi de:

  Yâ Muhammed, Allah'tan kork! dedi. Bunun üzerine Peygamber:

  "Ben Allah'a âsî olduğum takdirde, O'na kim itaat eder? O beni Yer halkı üzerine emîn kılıyor, sizler beni emîn saymıyor musu­nuz?" buyurdu.

O topluluktan bir adam Peygamberce i'tirâz edeni öldürmek is­tedi. Zannederim ki, o öldürmek isteyen kişi Hâlid ibnu'l-Velîd idi. Peygamber onu bundan men' etti. Sonra o Peygamber'e i'tirâz eden adam arkasına dönüp gittiği zaman, Peygamber şöyle buyurdu:

  "Şunun soyundan öyle bir kavim türeyecektir ki, onlar Kur'-ân okuyacaklar, fakat Kur'ân onların boğazlarından öteye geçmiye-cek. Onlar -ok avı delip çıktığı gibi- islâm'dan çıkacaklar; onlar İslâm ahâlîyi öldürecekler de putlar ehlini bırakacaklardır. Eğer ben onların zamanına erişmiş olsaydım, muhakkak onları Âd kavminin öl­dürülüşü gibi öldürürdüm!" [90]

 

61-.......Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'e "Gü­neş de kendi karargâhında cereyan etmektedir..." (Yâsîn: 37) âyetini sordum.

Peygamber (S):

— "Onun mustakam Arş'ın altındadır" buyurdu [91].

 

24- Yüce Allah'ın: 'Birtakım Yüzler O Gün Terütâzedir; Rabb Herini Göreceklerdir" (Ei-Kıyâme: 22) Kavli Babı [92]

 

62-.......Cerîr ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Bir ge­ce Peygamber'in yanında oturuyorduk. Ayın ondördüncü gecesi idi. Peygamber (S) kamere baktı da şöyle buyurdu:

— "Şu Ay'ı görmekte nasıl birbirinize gösterebilmek için sıkı­şıp üstüste yığılmanıza hacet kalmaksızın hepiniz zahmetsizce görü-yorsanız, Rabb'inizi de öylece göreceksiniz. Artık Güneş'in doğumun­dan da, batışından da evvelki namazların hiçbirinden alıkonmamak elinizden gelirse, ona çalışınız" [93].

 

63-... Cerîr ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): 'Şübhesiz sizler Rabb'inizi göz görüşü ile göreceksiniz" buyurdu.

 

64-.......Cerîr ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) ayın ondördüncü gecesi bizim yanımıza çıktı da şöyle buyurdu: "Şüb­hesiz sizler şu Ay'ı görmekte nasıl sıkışıp üstüste yığılmanıza hacet kalmaksızın hepiniz zahmetsizce görüyorsanız, kiyâmet gününde Rabb'inizi de öylece göreceksiniz [94].

 

65-.......Bize îbrâhîm ibn Sa'd, îbn Şihâb'dan; o da Atâ ibn Yezîd el-Leysî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: İn­sanlar:

— Yâ Rasûlallah, bizler kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? diye sordular.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

— "Ayın ondördüncü gecesi Ay'ı görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?" diye sordu. Sahâbîlen

  Hayır yâ Rasûlallah! dediklerinde, tekrar:

  "Ya Güneş'in önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?" diye sordu.

Sahâbîler yine;

  Hayır yâ Rasûlallah! deyince, Rasûlullah şöyle buyurdu:

  "Şübhesiz sizler O'nu işte böyle açık göreceksiniz. Allah, kı­yamet gününde insanları toplayacak da:

— Her kim her neye tapıyor idiyse, onun ardına düşsün! buyu­racak.

Artık Güneş'e tapmakta olan Güneş'in ardına; Ay'a tapmakta olan Ay'ın ardına; tâgûtlara tapmakta olanlar da tâgûtların arkala­rına düşüp gidecek. Ve yalnız bu ümmet, içlerinde şefaatçileri -yâhud: münafıkları- da olduğu hâlde yerinde durup kalacak -Râvî İbrâhîm bu iki kelimede şekk etti-; Allah onlara (evvelce tanıdıklarından baş"-ka bir surette) gelip:

— Ben sizin Rabb'inizim! buyuracak. Onlar (Rabb'Ierini o tecellî ile tanıyamadıkları için: —Senden Allah'a sığınırız), Rabb'imiz bize gelinceye kadar bi­zim yerimiz burasıdır (yerimizden ayrılmayız)/ Rabb 'imiz bize geldi­ğinde biz O'nu tanırız! diyecekler.

Allah Taâlâ onlara bu defa tanımakta oldukları suret üzere ge­lecek de:

— Ben sizin Rabb'inizim! buyuracak. Onlar da:

— (Hakikat) Sen bizim Rabb 'imizsin! diyecekler ve (Allah'ın da'-vet etmesi üzerine) O'na tâbi* olacaklar.

Cehennemin de ortasına sırat (yânî köprü) kurulur. Ben ümme­timi onun üstünden geçirecek ilk kimse olacağım. O gün rasûllerden başka hiçbir kimse (korku ve dehşetten dolayı) tekellüm edemez. Ra-stillerin de o günkü duası:

  "Allâhumme settim selttm{~ Allah'ım, selâmet ver, selâmet ver)!'olacaktır. Cehennemden sa'dân dikenlerine benzer çengel/er var­dır. Sa'dân dikenlerini hiç görmüşlüğünüz var mı?"

Sahâbîler:

  Evet yâ Rasûlallah, dediler. Rasûlullah şöyle devam etti:

  "İşte bu çengeller sa'dân dikenlerine benzer. Ancak şu var ki, ne kadar büyük olduklarını yalnız Allah Taâlâ bilir. İşte bunlar insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Artık insanlardan kimisi helak olur, kötü ameliyle kalır -yâhud: Köt&ameli dolayısiyle helak olur-, kimisi de hardal gibi ezim ezim ezildikten sonra yâhud cezasını gördükten yâhud buna benzer bir hâlde kurtulur. Nihayet Allah Taâlâ kulları hakkında hüküm ve kaza adlini icra ve tamam edip de sırf ilâhi rahmeti olarak cehennem ehlinden dilediklerini ce­hennemden çıkarmak istediğinde meleklere ilâhi rahmete nâiliyetleri murâd olanlardan Allah'a birşeyi ortak edinmemişleri, *Lâ ilahe ille'llâh' diye şehâdet etmişleri cehennemden çıkarsınlar diye emre-decektir. Melekler bunları cehennemde üzerlerindeki sucûd izlerin­den tanıyacaklardır. Ateş Âdem oğlunun bütününü yer de yalnız sucûd eserini yiyemez. Allah Taâlâ sucûd eserini yemeyi cehennem ateşine haram kılmıştır. Bunlar ateşten kavrulup kapkara olarak çıkarılacak­lar. Üzerlerine hayât suyu dökülecek de onun altında seyl uğrağında biten yabani reyhan tohumları nasıl çabuk biterse, yeniden öylece bi­tecekler.

Sonra Allah Taâlâ kulları arasında hüküm ve kazayı sona erdi­rir. Ancak cennet ile cehennem arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o cennete girecek cehennem ehlinin sonuncusu olacaktır. O

kimse:

— Yâ Rabb! Yüzümü şu ateşten döndür. Çünkü kokusu beni ze­hirleyip duruyor, alevi beni yakıp duruyor, diyecek.

O adam mütemadiyen Allah'a, Allah'ın dilemesi kadar duâ ve niyazda bulunacak. Sonunda Allah ona:

— Bu senin dediğin sana verilecek olsa, acaba başka şey daha

istemiyecek misin? buyuracak.

O ise:

— İzzetineyemîn olsun ki, hayır; bundan başka Sen'den birşey daha istemem! diyecek ve Rabb'ine, ilâhîma'siyeti taalluk eden bir­çok ahidler ve misâklar verecek.

Ondan sonra Allah Taâlâ onun yüzünü cehennem cihetinden (cennet tarafına) çevirecek. Yüzünü cennete doğru döndürünce cen­netin güzelliğini görecek. (Lâkin hemen istekten utanıp) Allah'ın di­lediği kadar bir müddet sükût ettikten sonra:

  Yâ Rabb! Beni cennetin kapısına yanaştır, diyecek.

Allah da ona:

Atlatı ûa ona:

— Evvelce istediğinden başka ebediyyen hiçbirşey istemiyeceği-ne ahidlerini ve mîsâklarını vermiş değil miydin? Allah lâyıkını ver­sin be hey Âdem oğlu! Sen ne kadar sözünde durmaz kimsesin!

buyuracak. Oda:

— Ey Rabb'im! der ve Allah'a devamlı duâ eder.

Nihayet Allah:

— Bu sana verilirse, bundan başka birşey istemiyecek misin? di­yecek.

O da:

— İzzetine yemîn ederim ki, hayır; bundan başka birşey istemem! diyecek ve yine Rabb 'inin dilediği bir çok ahidler ve mîsâklar verecek.

Bunun ardından Rabb'i onu cennetin kapısına yanaştıracak. O kimse cennet kapısına varıp dikildiği ve cennet ona açılıp genişlediği, o da cennetin içindeki güzel ve bol ni'metleri, sevinci görünce (yine utanıp) Allah'ın dilediği kadar bir müddet sükût edecek. Sonra:

  Yâ Rabb! Beni cennetin içine sok! diyecek. Allah da ona:

— İstediğin sana verildiği takdirde, ondan başka hiçbirşey iste-miyeceğine ahidlerini ve mîsâklanm vermiş değil miydin? der ve: Sa­na veyl olsun ey Âdem oğlu! Sen ne kadar sözünde durmaz kimsesin! buyurur.

Bunun üzerine o kimse:

— Ey Rabb 'im! Mahlûklarının en bedbahtı ben olmayayım, di­yecek, durmadan dua ve niyaza devam edecek.

Nihayet Allah Taâlâ ona gülecek. Ona gülünce de:'

  Cennete gir! buyuracak.

O kul cennete girince Allah ona:

  Temenni et! buyuracak.

O da Rabb'inden ister ve temenni eder. Nihayet Allah ona:

— Şunu da, bunu da iste! diye buyurarak, istenecek şeyleri onun aklına getirecek.

Nihayet bu dileklerinin hepsi kesilince, yine Allah ona:

— Bunların hepsi ve bir o kadar dahası hep senindir! buyuracak."

Hadîsi Ebû Hureyre'den rivayet edenlerden biri olan Atâ ibn Ye-zîd şöyle dedi: Ebû Hureyre bunu rivayet ederken Ebû Saîd el-Hudrî de oturuyor ve Ebû Hureyre'nin dediklerinden hiçbirşeyi değiştirme­ğe lüzum görmüyordu. Tâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası hep senindir" sözüne gelince, Ebû Saîd Hudrî (R), Ebû Hureyre'ye:

— Rasûlullah: "Allah, bunların hepsi ve daha on misli senin­dir, buyuracaktır", demişti, yâ Ebâ Hureyre! dedi.

Ebû Hureyre de:

— Ben şehâdet ederim ki, Rasûlullah'tan yalnız "Bu ve bunun on misli senindir" ezberledim, dedi.

Ebû Saîd Hudrî de:

— Ben de şehâdet ederim ki, ben Rasûlullah'tân, O'nun "Bu­nun hepsi ve on misli de senindir" buyurduğunu ezberledim, dedi.

Ebû Hureyre:

— işte bu adam, cennet ehlinin cennete en son girecek olanıdır, demiştir [95].

 

66-.......Bize el-Leys, Hâlid ibn Yezîd*den; o da Saîd ibn Ebî HiIâTden; o da Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan tahdîs etti. Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Biz:

— Yâ Rasûlallah, kıyamet gününde bizler Rabb'imizi görecek miyiz? diye sorduk.

Rasûlullah:

— "Sizler gökyüzünde bulut olmadığı zaman Güneş'i ve Ay'ı görmek için birbirinizle sıkışıp darlığa düşer misiniz?" buyurdu.

Biz:

— Hayır sıkışmayız, dedik. Rasûlullah:

  "Şübhesiz sîzler Güneş ile Ay'ı görmekte birbirinizle sıkışıp darlığa düşmediğiniz gibi, o gün Rabb'inizi görmekte de hiç birbiri­nizle sıkışıp darlığa düşmeyeceksiniz" buyurdu.

Sonra şöyle devam etti:

  "Herbir kavmin dünyâda ibâdet edegeldiği şeye gitmesi için bir nidâcı nida eder. Bunun üzerine satîb sahihleri, yânı salibe tapanlar salîbleriyle, putların sahihleri olan putperestler putlarıyle, herbir ma'-budun sahihleri de kendi ma'bûdlanyle giderler. Nihayet iyi olsun, fâcir olsun, hakk üzere kalan kitâb ehlinin bakıyyeleri olsun, Allah Taâlâ'ya ibâdet etmekte olanlar kalır. Sonra cehenneme getirilirler, cehennem onlara gösterilir ki, sanki cehennem onların nazarında ya­lımları birbirini kırıp geçiren bir serâbdır. Yahudiler'e:

— Sizler kime tapardınız? diye sorulacak. Onlar:

— Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara:

— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah Taâlâ hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz, istediğiniz nedir? denilecek.

O Yehûd taifesi de:

  Yâ Rabb! Bize su içirmeni istiyoruz, diyecekler. Onlara:

— Haydi içiniz! denilecek de onlar birbiri ardınca cehennemin içine dökülecekler.

Sonra Hrıstiyanlar'a hitaben:

— Sizler kime tapıyordunuz? diye sorulacak. Onlar da:

— Biz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık, diyecekler. Bunun üzerine onlara:

— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah Taâlâ hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz: Ne istiyorsunuz? denilecek.

Onlar da:

— Bize su içirmeni istiyoruz, diyecekler. Onlara da:

— Haydin su içiniz! denilecek de birbiri ardınca cehennemin içine dökülecekler.

Nihayet iyi olsun, fâcir olsun, Allah 'a ibâdet etmekte olanlar ka­lır.

Onlara da:

— İnsanlar hep gittikleri hâlde sizleri habseden nedir? denilecek. Onlar:

— Biz şimdikinden ziyâde kendilerine muhtâc iken onlardan dün­yâda ayrılmıştık. (Şimdi nasıl olur da onların arkasına-takılırız?) Biz bir münâdînin: Her kavim vaktiyle ibâdet ettiği ne idiyse ona kavuş­sun! diye nida ettiğini işittik. Ondan dolayı bizler Rabb'imizi bekle­yip duruyoruz! diyecekler".

Dedi ki: "Meydanda kalan mü'minlere Cebbar olan Allah, on­lara ilk defa gördükleri tanıdıkları suretten başka bir surette gelecek de:

— Ben sizin Rabb'inizim! buyuracak. Onlar da:

— Sen bizim Rabb'imizsin! diyecekler.

Artık O'nunlapeygamberlerden başkası kelâm edemez. Allah Ta­âlâ:

— Rabbinizi tanıyabilmek için aranızda bir alâmet var mıdır? diye suâl edecek.

Onlar:

— Evet, sâk'tır! demeleri üzerine Rabb Taâlâ, sâk'ını keşfedip açacak [96].

Bunun üzerine her mü'min Allah'a secde eder. Allah'a riya ve şöhret için secde eden kimseler kalır. Onlar da secde etmeye davra­nırlar. Fakat onun sırtı tek bir tahta gibi kaskatı bir tabakaya döner. Sonra köprü getirilir de cehennemin ortasına kurulur".

Biz:

— Yâ Rasûlallah! Köprü nedir? dedik. Şöyle buyurdu:

  "Ayakların kayacağı bir yerdir ki, üzerinde başları eğri de­mirden çengeller, dikenler; sert, keskin enli şeyler vardır. Bunların Necd'de olan ve sa'dân denilen dikenler gibi uçları kıvrık, eğri di­kenleri vardır. Müminlerin kimi onun üzerinden göz kırpacak ka­dar zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi iyi cins yürük at ve develer gibi sür'atle geçerler. Bunların kimi sapsağlam, ol­duğu gibi kurtulur. Kimi tırmıklar içinde perişan olmuş olarak salı­verilir. Kimi de cehennem ateşi içine sapır sapır düşerler. Nihayet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer, kurtulur. Bugünkü günde apâ-şîkâre olmuş hakkını kurtarmak için hiçbirinizin yalvarıp yakarma­sı, o dehşetli günde âsî mü 'min kardeşleri arasından çıkıp necat bulan mü 'mirilerin kalanlar için Cebbar Zu 'l-Celâl hazretlerine yalvarıp ya­karmasına benzemez. Diyeceklerdir ki:

— Ey bizim Rabb'imiz, bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Onlar bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, her türlü iyi işlerde bulu­nurlardı.

Allah Taâlâ:

— Haydin gidin, kalbinde bir dinar ağırlığınca İmân ve yakin olan her kimi bulursanız, çıkarınız! buyuracak.

Allah Taâlâ onların suretlerini yakmayı ateşe haram edecektir. Artık bu şefaatçiler -yâhud kurtarılacak olanlar- kimi ayağının üstü­ne, kimi de yarı inciğine kadar ateşe gömülerek içeriye dalmış bulu­nacaklar. Tanıdıklarını çıkarıp dönecekler.

Yine Allah Taâlâ:

— Haydin bir daha gidin, kalbinde zerre ağırlığınca imân ve ya­ve yakın olan her kimi bulursanız, onları da çıkarınız! buyuracak.

Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Yine Allah Taâlâ:

— Haydin bir daha gidin, kalbinde zerre aırlığınca îmân ve ya­kın olan her kimi bulursanız, çıkarınız! buyuracak.

Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkaracaklar".

Ebû Saîd (R) der ki: Eğer bu dediğime inanmıyorsanız, "Şüb-hesiz ki, Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Zerre mikdârı) bir iyilik olursa, onu kat kat artırır. Kendi canibinden (başkaca da) pek bü­yük bir mükâfat verir'* (en-Nisâ: 40) âyetini okuyunuz.

"Hâsılı peygamberler, melekler, mü 'minler şefaat etmiş bulu­nacaklar. Derken Cebbar Muteâl Hazretleri:

— Artık sıra benim şefaatime geldi! buyuracak da ateşten bir kabza tutacak, yânı bir kısım insanı toplayacak da simsiyah yanmış olan birtakım kavimleri dışarı çıkaracak, akabinde bunlar cennetin yolları üzerinde olup "Hayat Nehri' denilen bir nehrin içine atılacak­lardır. Onlar o nehrin iki tarafında seyl uğrağında biten yabanî reyhân tohumlarının çabucak bittiği gibi biteceklerdir. Sizler o yabanî reyhan tohumlarını taşın yanında, ağacın yanında görmüşsiinüzdür. Onlardan güneşte olanları yeşildir, gölgede olanları da beyazdır. Sonra onlar 'Hayat Nehri'nden beyaz, parlak inciler gibi çıkacaklar, boyun­larına kendileriyle tanınacakları altın, gümüş nev'inden hâtemler ta­kılır ve cennete girerler. Cennet ahâlîsi:

— İşlenmiş hiçbir amelleri, geçmiş hiçbir hayır ve haseneleri ol­madığı hâlde A ilah 'in cennete girdirdiği âzâdlıkları işte bunlardır! di­yeceklerdir.

Sonra onlara:

— Gözünüzün görebildiği sizindir, bir o kadarı daha sizindir! denilecektir" [97].

(Buhârî geçen senedle şöyle dedi:) Ve bize Haccâc ibnu Minhâl şöyle dedi: Bize Hemmâm ibn Yahya tahdîş etti. Bize Katâde, Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Müz­minler kıyamet gününde habsolunacaklar ve nihayet bu habsolunma sebebiyle kederlenecekler. Derken:

— İçinde bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarıp rahatlat­ması için Rabb'imize şefaat istesek, diyecekler.

Akabinde Âdem Peygamber'e gelecekler ve:

— Sen insanların babası olan Âdem'sin, Allah seni kendi eliyle yarattı, seni cennetine yerleştirdi, meleklerini sana secde ettirdi, ve herbir şeyin isimlerini sana öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabb'in katında bizlere şefaat etmeni istiyoruz, di­yecekler".

Dedi ki: "Âdem vaktiyle işlemiş olduğu o yasaklanmış ağaçtan

yeme günâhını zikrederek:

— Ben buna ehil değilim, lâkin sizler Allah Taâlâ'mn bütün Yer halkına göndermiş olduğu ilk peygamber olan Nûh *a gidiniz, diyecek.

Sonra onlar Nûh 'a gelecekler. O da evvelce işlemiş olduğu ilim-siz olarak Rabb'inden isteme günâhını (Nûh: 26) zikrederek:

— Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler Halîlu'r-Rahmân olan İb-râhîm Peygamber'e gidiniz, diyecek."

Dedi ki: "Akabinde insanlar İbrahim'e gelecekler. O da vak­tiyle yalan şeklinde söylemiş olduğu üç sözünü zikrederek:

— Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler A ilah 'in kendisine Tevrat verdiği, kelâm ettiği ve fısıldaşarak konuşmak için kendisine yaklaş­tırdığı bir kul olan Musa'ya gidin, diyecek."

Dedi İd: "Akabinde insanlar Musa'ya gelecekler. Oda vaktiyle işlemiş olduğu insan öldürme günâhım zikrederek:

— Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler Allah'ın Kulu, Rasû/ü, Allah'ın Ruhu ve Kelimesi olan fsâ'ya gidin, diyecek".

Dedi ki: "Bunun üzerine insanlar fsâ'ya gelecekler, O da:

— Ben bunun ehli değilim, fakat sizler, Allah'ın geçmiş ve geri kalmış günâhlarını mağfiret etmiş olduğu bir kul olan MuhammedfS) 'e gidin, diyecek.

Bunun üzerine insanlar bana gelecekler. Ben gider, O'nun cen­neti içinde Rabb'imin huzuruna girme izni isterim. Bana izin verilir. Rabb 'imigördüğüm zaman O'nun için secdeye kapanırım. Allah be­ni bırakmak istediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra:

— Başını kaldır yâ Muhammedi Söyle, sözün dinlenir; şefaat et, şefaatin kabul edilir; iste, sana verilir! buyurur".

Rasûlullah şöyle dedi: "Ben secdeden başımı kaldırırım da Rabb'­imin bana öğreteceği sena ve tahmîd ile Rabb 'ime sena ve hamd ede­rim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır koyar. Ben O'nun darından (yânî cennetindeki buluşma yerinden) dışarı çıkarım da o insanları cennete sokarım".

Katâde şöyle dedi: Ben yine Enes'ten işittim, şöyle diyordu: "Ben (darından) çıkarım da artık o insanları ateşten çıkarır ve cennete gir­diririm. Sonra döner, O'nun cenneti içinde Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabb 'imi gördüğüm zaman secdeye ka­panırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra:

— Kalk, Muhammed! Söyle, sözün dinlenir; şefâet et, şefaatin kabul edilir; iste, sana verilir! buyurur".

Rasûlullah dedi ki: "Ben başımı kaldırır, Rabb'imin bana öğre­teceği sena ve tahmîd ile Rabb'ime sena eder, hamdeylerim".

Dedi ki: "Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır ta'yîn buyu­rur. Akabinde ben çıkarım da o insanları cennete koyarım".

Katâde şöyle dedi: Ben Enes'ten şöyle derken işittim: "Ben çı­karım. Akabinde o insanları ateşten çıkarır, cennete girdiririm. Son­ra üçüncü defa dönerim de cennetinde Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra:

— Kalk, Muhammed! Söyle, sözün işitilir. Şefaat et, şefaatin ka­bul olunur, iste, isteğin verilir! buyurur".

Rasûlullah dedi ki: "Bunun üzerine ben başımı secdeden kaldı­rır, Rabb'imin bana öğreteceği sena ve tahmîd ite Rabb'ime sena ve hamdederim. Sonra şefaat ederim. Bana bir sınır ta 'yîn buyurur. Aka­binde çıkar, o sinir içindeki insanları cennete girdiririm".

Katâde şöyle dedi: Ben Enes'ten işittim, şöyle diyordu: "Aka­binde ben çıkarım da o insanları ateşten çıkarır, cennete girdiririm. Nihayet ateşte Kur'ân 'in habsettiği, yânî kendilerine hulûd (devamlı azâb) vâcib olan kimselerden başkası kalmaz".

Dedi ki: Sonra şu âyeti okudu: "... Ümîd edebilirsin, Rabb İn seni bir Makaamı Mahmûd'a gönderecektir" (ei-lsrâ: 79).

Enes:

— İşte, Peygamberinize va'd edilmiş olan "el-Makaamu*l-Mah-mûd" budur! [98].

 

67-.......İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) -Hevâzin ganimetlerini taksim ettiği zamân-Ensâr'a haber gönderip, onları yuvarlak bir Arab çadırı içinde top­ladı. (Konuşmasının sonunda) onlara:

— "Sizler Allah'a ve Rasûlü'ne kavuşuncaya kadar sabrediniz. Şübhesiz ben havz başında olacağım" buyurdu " [99].

 

68-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) gecenin bir kısmında teheccüd namazı kıldığında şu duayı söylerdi.

"Yâ Allah! Hamd Sana mahsûstur. Gökleri, yerleri görüp gö­zetmekten hiç gafil olmayan yalnız Sen 'sin. Hamd Sana mahsûstur. Göklerin, yerlerin ve içlerinde olanların Rabb'i yalnız Sen'sin. Hamd Sana mahsustur. Göklerin yerlerin ve bunların içinde olanların nuru Sen'sin. Hakk Sen'sin. Hakk olan sözündür. Hakk olan va'dindir. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır. Cehennem haktır. Kıyamet gü­nünün geleceği haktır!

Yâ Allah! Emir ve nehyini kabul edip kendimi yalnız Sana ver­dim. Yalnız Sana imân ettim. Yalnız Sana güvendim, tevekkül ettim. Yalnız Sana inâbe ve rucû' ettim. Hasma karşı hüccet getirme kuv­vetimi Sen'den aldım. Hakkı inkâr eden ile kendimin arasına Sen'i hakem ettim. Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve Sen'in benden daha iyi bilmekte olduğun bütün günâhlarımı Sen mağfiret et. Sen 'den başka hiçbir ilâh yoktur!" [100].

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Kays ibn Sa'd ile Ebu'z-Zubeyr, Tâvûs'tan "Kayyımu" yerine "Kayyâmu"diye söylediler,

Mucâhid de: "el-Kayyûm", herşey üzerine kaaim olandır, dedi.

Umer ibnu'I-Hattâb: "Lâ ilahe illâ huve'l-Hayyu 1-Kayyfon "da "el-Kayyâm " şeklinde okudu. Bunların ikisi de (yânî "Kayyûm " ve "Kayyâm") medhdir.

 

69-.......Adiyy ibn Hatim (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Siz­den herbir kimseye Rabb'i arada bir tercüman ve Şabbini görmek­ten perdeleyen bir hicâb olmaksızın, muhakkak kelam edecektir" bu­yurdu [101].

 

70-.......Abdullah ibn Kays(R)'tan (şöyle demiştir): Peygamber

(S) şöyle buyurdu: "İki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerin­de bulunan eşyaları gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki, bun­ların kapları ve içlerinde bulunan şeyler de altındandır. Adn cennetin-deki cennetliklerle bunların Rabb lerine bakmaları arasında Allah'­ın vechi üzerinde bulunan kibriyâ ve azametperdesinden başka birşey bulunmayacaktır" [102].

 

71-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her kim yalan biryemîn ile müslümân bir kimsenin malım koparıp alırsa, o, Allah'a kendisine karşı öfkeli olduğu hâlde

kavuşacaktır".

Abdullah ibn Mes'ûd dedi ki: Sonra Rasûlullah, zikri ulu olan Allah'ın Kitâbı'ndan bu hadîsin doğrulayıcısını okudu: "Hakikat, Allah’a olan ahidlerine ve~yemînlerine bedel az bir bahâyı satın alan­lar; işte onlar; Onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz» onlara bakmaz» onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır'* (Aiu îmrân: 77).

 

72-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Üç nevi' kimse vardır ki, Allah kıyamet gününde on­lara kelâm etmez ve onlara bakmaz: Birisi, malı üzerine yalana ola­rak bu mala, almak isteyen müşteriden daha çok bedel verdiğine yemîn eden kimse, ikincisi, ikindiden sonra müslümân bir Kimsenin malını koparıp almak için yalan bir yeminle yemîn eden. Üçüncüsü, ihtiyâ­cından fazla olan suyu insanlardan men' eden kimse. Allah kıyamet gününde ona: Sen ellerinle imâl etmediğin fazla suyu men ' ettiğin gi­bi, bugün ben de senden fadtımı men' ediyorum! buyuracaktır" .

 

73-.......Bize Eyyûb, Muhammed ibn SîrînMen; o da İbn Ebî Bekre'den; o da Ebû Bekre(R)*den tahdîs etti ki, Peygamber (S- Ve­da Haccı'ndaki hutbesinde) şöyle buyurmuştur:

  "Zaman, Allah'ın gökleri ve yerleri yarattığı günkü (ilk) va­ziyetine dönmüştür. Bir yıl, (ay ölçüsüyle) oniki aydır. Bunlardan dör­dü haram (yasak) aylardır ki, üçü arka arkaya zu'l-ka'de, zu'l-hicce, muharrem'dir. (Dördüncüsü) Mudar'ın ayı olan recebedir. O, cumâ-da'l-âhir ile şaban arasındadır".

Bundan sonra Rasûlullah:

  "Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Biz:

  Allah ve Rasâlü en bilendir! dedik.

Rasûlullah sükût etti. Biz Rasûlullah bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra:

  "Zu'l-hicce ayı değil midir?" buyurdu.

Biz:

  Evet zu'l-hicce*dir! dedik.

Rasûlullah:

  "Bu içinde bulunduğunuz hangi beldedir?" buyurdu.

Biz:

— Allah ve Rasûlü en bilendir! dedik.

Rasûlullah sustu. Hattâ biz Rasûlullah'ı Mekke'ye eski ismin­den başka bir isim verecek sandık. Sonra Rasûlullah:

  "Mekke beldesi değil midir?" buyurdu. Biz:

  Evet Mekke'dir! dedik. Rasûlullah:

  "Bu gün hangi gündür?*' diye sordu. Biz:

  Allah ve Rasûlü en bilendir! dedik.

Rasûlullah yine sükût etti. Hattâ biz, eski adından başka bir ad verecek sandık. Rasûlullah:

  "Nahr günü (kurban kesim günü) değil midir?" buyurdu. Biz:

— Evet, Nahr günüdür! dedik.

(Bu mukaddimelerden) sonra Rasûlullah:

  "Şu hâlde, iyi biliniz ki, kanlarınız ve mallarınız -Muhammed ibn Şîrîn: Ebû Bekre şunu da söyledi sanıyorum, demiştir:- ve ırzları­nız birbirinize bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün haram oluşu gibi haramdır (Her türlü saldırıdan korunmuştur). Muhakkak ki, siz Rabb'inize kavuşacaksınız. Rabb'iniz sizlere istediğiniz amelleriniz­den soracaktır. (Ey insanlar!) Aklınızı başınıza toplayınız da, ben­den sonra birbirinizin boynunu vuracak surette sapıklara dönmeyiniz! (Ey insanlar!) Dikkat edin: Bu sözlerimi burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayan müstakbel nesillere tebliğ edip ulaştırırsın! Olabilir ki, kendisine tebliğ ulaşan bâzı kimse, burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur!"

Muhammed ibn Şîrîn bu hadîsi zikrettiği zaman: Peygamber (S) doğru söyledi, der idi (çünkü dinleyenlerden çoğu, üstâdlarından da­ha iyi anlayıp belleyicidirler). Bundan sonra Rasûlullah:

—"Dikkat edin: Teblfğ ettim mi? Dikkat edin: Tebliğ ettim mi?" diye iki kerre sordu [103].

 

25- Yüce Allah'ın: "Şübhe Yok Ki, İyi Hareket Edenlere Allah'ın Rahmeti Çok Yakındır" (Ei-A'râf; 56) Kavli Hakkında Gelen Hadîsler Babı

 

74-.......Usâme ibn Zeyd (R) şöyle demiştir: Peygamber'in kız­larından birinin bir oğlan çocuğu ölmek üzere hasta idi. Peygamber'in kızı, Peygambere, yanına gelmesi için haber gönderdi. Peygamber (S) de kızma:

— "Allah'ın almak ve Allah'ın vermek istediği herşey, kendisi­ne âiddir. Ve herşeyin ilâhî ilimde ta'yîn edilip isimlendirilmiş bir eceli vardır. Kızım sabretsin ve bu sabrın Allah yanında sevabı olduğunu hatırlasın!" diyerek cevâb yolladı.

Bu sefer kızı (Zeyneb) tekrar haber gönderip, Peygamber'in mu­hakkak gelmesi için yemîn etti. Bu haber üzerine Rasûlullah kalktı. O'nun beraberinde ben de kalktım. Muâz ibn Cebel, Ubeyy ibn Ka'b ve Ubâdetu'bnu's-Sâmit de kalktılar. Kızının evine girdiğimiz zaman, çocuğu Rasûlullah'a uzatıp verdiler. Çocuğun nefesi göğsünde gidip geliyordu.

Râvî dedi ki: Zannediyorum o "Çocuk eski kırbaya dönmüştü" dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah ağladı. Sa'd ibnu Ubâde:

  (Yâ Rasûlallah!) Ağlıyor musun? dedi.

Rasûlullah:

  "Allah Taâlâ, kullarından ancak merhametli olanlara mer­hamet eyler" buyurdu [104].

 

75-.......Bize babam îbrâhîm, Salih ibn Keysân'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyer(R)*den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cennetle cehennem, Rabb'lerinin huzurunda çe­kiştiler. Şöyle ki: Cennet:

  Yâ Rabb! Bana ne oldu ki, bana insanların yalnız zaîfları ve (halkın gözünde) düşük olanları girer! dedi.

Cehennem de:

— Ben büyüklenen kimselere tercih, yânî tahsis olundum! dedi. Yüce Allah, cennete:

— Sen benim rahmetimsin, buyurdu. Cehennem 'e de:

— Sen benim azabımsın, kullarımdan azâb etmek istediklerimi seninle azâb ederim. İkinizden herbirinizin dolmak hakkı vardır, bu­yurur".

Dedi ki: "Cennete gelince (o da dolar.) Şübhesiz Allah, halkın­dan hiçbir kimseye zulmetmez. Allah cehennem için (boşluklarını dol­durmak üzere) yeniden dileyeceği kimseler yaratır da bunlar oraya atılırlar. Cehennem üç kerre:

— Daha ziyâde var mı? der.

Nihayet Allah ona ayağını basar ve cehennem dolar. Cehenne­min bâzısı bâzısına reddolunup toplanır da:

  Yetişir, yetişir, yetişir! der" [105].

 

76-.......Bize Hişâm ed-Destevâî, Katâde'den; o da Enes(R)ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Âsîlerden) bir­takım kavimlere işlemiş oldukları günâhlar sebebiyle onlara bir ukubet olmak üzere bir siyahlık isabet edecektir. Sonra Allah Taâlâ onları rahmetinin fazlı ile cennete girdirir. Onlara 'Cehennemlikler' denilir".

Hemmâm ibn Yahya da: Bize Katâde tahdîs etti. Bize Enes, Pey-gamber(S)*den tahdîs etti, demiştir [106].

 

26- Yüce Allah'ın: "Şübhesiz Ki, Allah Gökleri Ve Yer'i Zeval Bulmalarından Tutmaktadır..." (Fâtir: 41) Kavli Babı [107]

 

77-.......Abdullah ibn Mes*ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'a Yahûdî âlimlerinden biri geldi de:

— Yâ Muhammed! Şübhesiz Allah (kıyamet günü) göğü bir parmağı üzerine, yeri bir parmağı üzerine, dağları bir parmağı üzerine, ağaçlan ve nehirleri bir parmağı üzerine ve diğer mahlûkları da bir parmağı üzerine kor. Sonra eliyle: Melik ancak benim! buyurur, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (S) güldü ve: "Onlar A ilah Un kadri­ni, O'na lâyık olacak bir surette hakkıyle takdir edemediler.," (ei- En'âm: 91, el-Hacc: 74, ez-Zumer: 67) âyetini SÖyledİ [108].

 

27- Göklerin, Yerin Ve Bunlardan Başka Mahlûkların Yaratılmaları Hakkında Gelen Şeyler Babı

 

Ve bu yaratma, Yüce Rabb'in fiili ve emridir. Rabb, sıfatları, fiili, emri ve kelâmiyle yaratıcıdır, mükevvindir; mahlûk değildir. O'nun fiili, emri, yaratması ve tekvini ile olan şeyler ise mef ûldür, mahlûktur, mükevvendir [109].

 

78-.......tbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında geceledim. Peygamber (S) de o gece teyzemin ya­nında idi. Maksadım Rasûlullah'ın geceleyin kıldığı namazın nasıl olduğunu görmek istiyordum. Rasûlullah bir müddet eşi Meymûne ile konuştu, sonra uyudu. Gecenin son üçte biri yâhud yansı olduğu zaman, Rasûlullah oturdu ve semâya doğru baktı da şu âyeti okudu: "Hakikat, göklerin ve YerHn yaratılışında gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde temiz akıl sahihleri için ibret verici demler vardır" (Âlu İmrân: 190).

Bundan sonra kalktı, dişlerini misvaklıyarak abdest aldı. Sonra onbir rek'at namaz kıldı. Sonra Bilâl sabah namazı için ezan okudu. Rasûlullah iki rek'at daha namaz kıldı. Bundan sonra mescide çıkıp insanlara sabah namazını kıldırdı [110].

 

28- Bâb:

 

"And olsun ki, gönderilen kullarımız geçmiş bir sözümüz vardır*9 hakkında bizim (es-Sâffât: 171) [111].

 

79-.......Bize Mâlik, EbıTz-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Allah mahlûkaa-tı yaratmayı hükmettiği (yânî tamamladığı) zaman, Arş'mm üstün­de, yanında bulunan bir kitâbda tesbît edip: Şübhesiz benim rahmetim, gadabımın önüne geçmiştir, diye yazdı" buyurmuştur [112].

 

80-.......Zeyd ibn Vehb şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'(R)'dan işittim: Bize kendisi doğru söyleyici, kendisine de doğru bildirilen Rasûlullah (S) şöyle tahdîs etti: "Sizden herbirinizin yara­tılışı, ana ve baba maddeleri anasının karnında kırk gün ve kırk gece toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudğâya, yânî bir çiğ­nem ete dönüşür. Sonra ona bir melek gönderilir de, ona dört kelâ­mı yazmasına izin verilir. Melek de (ezelde takdîr olunan mukadder hükümlerden), onun rızkını, ecelini, işini, şakî ve satd olduğunu ya­zar. Sonra ona ruh üfler. Sizden herhangibiriniz kendisi ile cennet arasında ancak bir zira' mesafe oluncaya kadar cennet ehlinin ameli ile amel eder. Sonunda (meleğin ana karnında yazdığı) yazı onun önü­ne geçer de bunun üzerine o kişi cehennem ehlinin ameliyle iş yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biriniz kendisiyle cehennem arasın­da bir zira' mesafe oluncaya kadar hep cehennem ehlinin işini işler, sonunda (meleğin ana karnında yazdığı) yazısı onun önüne geçer de artık cennet ehlinin işini yapar ve cennete girer" [113].

 

81-.......Bize Amr ibnu Zerr tahdîs etti: Ben babam (Zerr ibn Abdillah ibn Zurâre el-Hemedânî)'den işittim, o Saîd ibn Cubeyr'den; o da tbn Abbâs(R)'tan olmak üzere şöyle tahdîs ediyordu: Peygam­ber (S):

— "Yâ Cibril! Senin bizi şu ziyaretinden daha çok ziyaret etme­ne ne mâni' oluyor?" diye sormuştu.

Bunun üzerine şu âyet indi: "Biz (elçiler) senin RabbHnin emri olmadıkça inmeyiz* Önümüzde, ardımızda ve ikisinin arasında ne varsa hepsi O'nundur. Senin Rabb*in unutkan değildir" (Meryem: 64).

tbn Abbâs: İşte bu kelâm, Muhammed(S)*e cevâb oldu, demiş­tir [114].

 

82-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) §öyle demiştir: Ben (bir gün) Rasûlullah'la beraber Medine'deki tarlalar içinde yürüyordum. Ra-sûlullah (S) hurma dalından bir deyneğe dayanıyordu. Derken Yahû-dîler'den bir topluluğa uğradı. Onların birtakımı diğer takımına:

  O'na ruhtan sorun, dedi. Bir takımı da:

— O'na ruhtan sormayın, dediler.

Netîcede Rasûlullah'a ruhtan sordular. Rasûlullah deyneği üze­rine dayanarak dikeldi. Ben arkasında bulunuyordum. Ve ben Ken­disine vahy indirilmekte olduğunu düşündüm. Sonunda Rasûlullah "Sana ruhu sorarlar. De ki: Rûh, RabbHmin ermindendir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir** (ei-tsrâ: 85) âyetini söyledi.

Bunun üzerine onların bâzısı, diğerlerine:

  Biz size, O'na birşey sormayınız! demiştik, dediler [115].

 

83-.......Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A*rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Azız ve Celîl olan Allah, ancak kendi yolunda cihâd etmek dü­şüncesi ve (Kur'ân'da gelen) kelimelerinin tasdiki niyeti kendisini cihâda çıkarıp da kendi yolunda cihâd eden mücâhide ya (şehîdlik suretiyle) onu cennete girdirmeyi veya sevâb ve ganimetle beraber için­den çıktığı meskenine salimen döndürmeyi tekeffül etmiştir'* [116].

 

84-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Bir adam Peygamber(S)'e geldi de:

— Kimi adam hanüyyet için (yânî şerefini korumak için) mukaatele eder, kimisi yiğitlik derecesi için mukaatele eder, kimisi de gös­teriş için mukaatele eder. Şu hâlde bunların hangisinin mukaatelesi Allah yolundadır? diye sordu.

Rasûlullah (S):

— "Her kim Allah'ın kelimesi (yânî Tevhîd kelimesi) daha yüce olsun diye kıtal ederse, işte onunkisi Allah yolundadır" buyurdu [117].

 

29- Yüce Allah'ın: "Bu Birşeyifn Olmasını) Dilediğimiz Zaman Sözümüz Ancak *Ohf Dememizden İbarettir; O Da Derhâl Oluverir" (En-Natu: 40> Kavli Babı [118]

 

85-.......el-Mugîre ibn Şu'be (R) şöyle demiştir; Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Ümmetimden bir kavim, Al­lah 'in emri kendilerine gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar dâima insanlar üzerine gâlib ve yüksek olmakta devam edecektir" [119].

 

86-.......Muâviye (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işit­tim, şöyle buyuruyordu: "Ümmetimden, dâima Allah'ın emrini ye­rine getirmekte sabit, kendilerini yalanlayanların ve muhaliflerinin zarar veremeyeceği bir ümmet var olmakta devam edecektir. Tâ Allah'ın emri gelinceye''(kıyamet kopuncaya) kadar, onlar hep bu doğru yol üzerinde sabit bulunacaklardır".

Mâlik ibn Yuhâmir: Ben Muâz ibn Cebel'den işittim. "Onlar (yâ-nî Allah'ın emrini ayakta tutan ümmet) Şam'dadır" diyordu, dedi.

Bunun üzerine Muâviye ibn Ebî Sufyân: Bu Mâlik ibnu Yuhâ­mir, Muâz ibn Cebel'den: "Bunlar Şam'dadırlar" derken işittiğim söylemektedir, demiştir [120].

 

87-.......Bize Nâfi' ibnu Cubeyr tahdîs etti ki, tbn Abbâs (R) şöyle demiştir: (Museylimetu'l-Kezzâb Medine'ye geldiğinde:

— Eğer Muhammed, kendisinden sonra beni halef kılarsa, ken­disine uyarım! dedi.

Museylime, kavmi olan Benû Hanîfe kabîlesinden kalabalık bir hey'etle gelmişti. Peygamber (S) Museylime'nin yanına hatîbi Sabit ibn Şemmâs ile beraber gitmişti. Rasûlullah'ın elinde hurma dalın­dan bir deynek bulunuyordu.) Peygamber, kavmi içinde oturan Mu­seylime'nin tam karşısında durdu (onunla İslâm hakkında konuştu. Museylime, peygamberlikten bir hisse verilmesini istedi). RasûhıHah:

— "(Değil peygamberlikten bir pay;) şayet sen benden elimdeki şu deynek parçasını istesen, onu bile sana vermem! Sen de Allah 'm senin hakkındaki hüküm ve takdirini tecâvüz edemezsin, (O hüküm yalancı, maktul ve cehennemlik olmandır.) Eğersen bana ve Hakk'a arka dönüp muhalefet edersen, Allah seni muhakkak helak edecek-tir..." buyurdu [121].

 

88-.......Abdullah ibn Mesûd (R) şöyle demiştir: Ben bir kerresinde Peygamber'le beraber Medine'nin bâzı tarlaları içinde yürüyor­duk. Peygamber (S) yanında bulunan hurma dalından bir deyneğine dayanıyordu. Derken biz Yahudiler'den bir topluluk üzerine tesadüf ettik. Onlardan birtakımı diğer takımına:

— O*na ruhtan sorun, dedi. Bir takımı da:

— O'na birşey sormayın. Belki bunun hakkında hoşlanmayaca­ğınız bir cevâb getirir, dedi.

Bâzıları ise:

  Biz O'na muhakkak soracağız, dediler. Bunun üzerine onlardan biri ayağa kalktı da:

  Yâ Ebâ'l-Kaasım, rüh nedir? diye sordu.

Peygamber (S) sükût etti. Ben kendisine vahy verilmekte oldu­ğunu bildim. Sonunda:

  "Sana ruhu sorarlar. De ki: Rûh, Rabb'imin ermindendir. Onlara az bir ilimden başkası verilmemiştir'* (ei-tsrâ: 85) âyetini söyledi.

Râvî el-A'meş: Bizim kıraatimizde böyle " Ve mâ ûtû( = Onlara verilmedi)" şeklindedir, dedi [122].

 

30- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"De ki: Rabb'imin sözleri için denizler mürekkeb olsa ve bir o kadar daha yardımcı olarak ilâve etsek, Rabb'imin

sözleri tükenmeden, o denizler tükenir" (el-Kehf: 109);

"Eğer yeryüzündeki (herbir) ağaç kalemler; deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek (mürekkeb) olsa, yine Allah'ın kelimeleri tükenmez" (Lukmân: 27) [123];

Şübhesiz ki, Rdbb'iniz* gökleri ve Yer*i altı günde yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde hükümrân olan Allah'tır. Kendisini durmayıp kovalayan gündüze geceyi, O bürüyüp örter. Güneş'i, Ay'ı, yıldızlan -hepsi de emrine ram olarak- yaratan O. Haberin olsun ki, yaratmak da, emretmek de O'na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın sânı ne kadar yücedir!" (el-A'râf: 54).

"Sahhara", "ZeDele" (yânî "Alçaltıp itaat ettirdi") demektir [124].

 

89-.......Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A*rec*den; oda Ebû Hureyre(R)*den haber verdi ki» Rasûlullah (S) şöyle buyurmuş­tur: "Allah, ancak evinden kendi yolunda cihâd etmek ve (Kur*ân'-da gelen) kelimelerini tasdik etmek niyeti çıkarıp da kendi yolunda cihâd eden mücâhid için, şehîdlik suretiyle onu cennete girdirmeyi yâhud nail olduğu sevâb ve ganimetle beraber evine salimen döndür­meyi tekeffül etmiştir" [125].

 

31- Bâb: Meşîe Ve İrâde Hakkındadır [126]:

 

"Allah dilemeyince siz dilemezsiniz”  (el-lnsân: 30, et-Tekvîr: 29).

"De ki: Ey mülkün sahibi Allah, Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltının. Hayır yalnız Senin elindedir. Şübhesiz Sen her şeye kaadirsin" (Âlu Imrân: 26).

"Hiçbirşey hakkında 'Ben bunu herhalde yann yapayım' deme. Meğer ki (sözünü) Allah'ın dilemesifne bağlamış olasın)"  (el-Kehf: 23-24).

"Hakikat sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah 'tır ki, kimi dilerse ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir" (el-Kasas: 56) [127].

Saîd ibnu'l-Müseyyeb, babası el-Müseyyeb ibn Hazn el-Kureşî el-Mahzûmî(R)'den bu âyetin Ebû Tâlib hakkında indiğini söylemiştir [128].

"... Allah size kolaylık diler, size güçlük istemez* (el-Bakara:185).

 

32- "Allah Size Kolaylık Diler, Size Güçlük Dilemez (El-Bakara: 185) Babı [129]

 

90-.......Enes ibn Mâlik (R), Rasûlullah (S) şöyle buyurdu, de­miştir: "Sizler Allah 'a dua ettiğiniz zaman, duada istemeyi kesin ya­pın. Sakın herhangibiriniz: Allah'ım, dilersen bana ver! diye söy­lemesin. (Azimle, kesinlikle istesin.) Çünkü Allah 'ı icbar edecek hiç­bir kuvvet yoktur!" [130].

 

91-.......Alî ibn EbîTâlib (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S) bir gece kendisine ve Rasûlullah'ın kızı Fâtima'ya gece ziyareti yapıp, onlara hitaben:

— "Sizler gece namazı kılmaz mısınız?" buyurmuştur. AK şöyle dedi: Ben:

— Yâ Rasûlallah! Nefislerimiz Allah'ın elindedir. Bizi uyandır­mak dilerse uyandırır, dedim.

Ben Rasûlullah'a böyle cevâb verince, bana hiçbir cevâb verme­yerek, hemen geri döndü. Sonra ben yüzünü bizden çevirirken, O*-nun elini dizine vurarak: "... İnsan ne kadar da çok cidalcidir" (ei-Kehf: 54) buyurduğunu işittim [131].

 

92-.......Bize Hilâl ibn AK, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebü Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Mü'-min kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgâr ona hangi taraftan gelirse onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner mey­leder (fakat o yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü'min kişi de böyledir. O da belâ sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Haktan yüz çeviren kâfir kişinin benzeri ise sert ve dümdüz duran çam ve dağ servisi gibidir. Nihayet Allah onu dilediği zaman (bir se^ ferde) kırar devirir" [132].

 

93-.......ez-Zuhrî*den (şöyle demiştir): Bana Salim ibn Abdillah haber verdi ki, Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Ben Rasû-lu!lah(S)*tan (şu temsîli) işittim. Kendisi minber üzerinde şöyle buyuruyordu: "Sizden evvel gelen ümmetlere nisbetle sizin dünyâda bekaamz (bütün güne nisbetle) ikindi namazından güneşin batması­na kadar (olan müddet pb\)dir. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar gün yarı oluncaya kadar Tevrat'la amel ettiler. Sonra çalışmaktan âciz oldular. Kendilerine birer kırat birer kırat (olan gündelikleri) verildi. Sonra İncil sahihlerine încîl verildi. Onlar da ikindi namazı vaktine kadar İncil'le amel edip çatıştılar. Sonra âciz kaldılar (ve çalışmak­tan vazgeçtiler). Onlara da birer kırat birer kırat (olan ücretleri) ve­rildi. Sonra sizlere Kur 'ân verildi. Sizler de Kur'ân'la güneş batıncaya kadar çalıştınız. Bundan dolayı size de ikişer kırat ikişer kırat (ola­rak ücret) verildi. Bunun üzerine Tevrat ehli:

— Ey Rabb'imiz! Bunlar bizden daha az çalıştılar, ve bizden daha çok ücret aldılar! dediler.

Allah Taâlâ:

— Ben sizin ücretlerinizden herhangi birşey eksik verip size zul­mettim mi? buyurur.

Onlar:

— Hayır (gündeliğimizden eksik vermedin), derler. Allah da:

— İşte bu benim fadlımdır ki, ben onu dileyeceğim kimselere ve­ririm! buyurur" [133].

 

94-.......Ubâde ibnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Ben (Akabe gece­sinde bey'at eden) nakîbler topluluğu içinde Rasûlullah ile bey*at et­tim. Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben sizlerle şu şartlar üzerine bey'at ediyorum: Allah'a (ibâdette) hiçbirşeyi ortak etmemek, hır­sızlık yapmamak, zina eylememek, çocuklarınızı öldürmemek, ken­diliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye iftira etmemek, hiçbir ma'rûfişte bana isyan etmemek üzere. İçinizden verdiği bu ahd ve sözünde kim durursa, onun mükâfatı Allah 'in zimmet ve fadlı üze­rinedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda ya­kalanıp cezalanırsa, bu ikaab ona bir keffârettir ve bir günâh temizleyicidir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah Taâlâgiz-lerse, onun bu işi Allah'a kalır. Allah isterse ona azâb eder, isterse onu mağfiret eyler" [134].

 

95-.......Bize Vuheyb, Eyyüb'dan; o da Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Allah'ın Peygambe­ri Süleyman Aleyhi'sselâmın altmış tane kadını vardı. "Ben bir gecede kadınlarım üzerine dolaşırım da onlardan herbir kadın muhakkak Al­lah yolunda savaşacak birer süvârî oğlan çocuğu doğurur" diye (/«-şâallah demeden) yemîn sözü söyledi. Hakîkaten kadınları üzerine dolaştı. Fakat kadınlardan hiçbiri doğurmadı, yalnız bir kadın eksik doğumlu bir oğlan çocuğu doğurdu. Allah'ın Peygamberi Muham­med (S):

— "Eğer Süleyman Peygamber inşâallah diyerek yemininde bir istisna yapsaydı, kadınlardan herbir kadın muhakkak gebe kalır ve Allah yolunda savaşacak birer süvârî doğururdu9' buyurdu [135].

 

96-.......Bize Hâlid el-Hazzâ, îkrime'den; o da tbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) bir A'râbî'nin yanına, ona hasta zi­yareti yapmak üzere girdi ve:

— "Hastalığın zararsız geçmiş olsun, günâhlarını temizleyici bir keffârettir inşâallah'" duasında bulundu.

İbn Abbâs dedi ki: A'râbî:

— Günâhları temizleyici bir keffârettir. Fakat bu öyle geçici bir hastalık değildir. Bu yaşlı bir ihtiyar hasta üzerinde harareti kaynayan ve onu kabirleri ziyaret ettirecek olan humma hastalığıdır! dedi. Peygamber (S) de: — "Şu hâlde peki (öyle olsun)/" buyurdu [136].

 

97-.......Bize Huşeym ibn Buşeyr, Husayn ibn Abdirrahmân'dan; o da Abdullah ibn Ebî Katâde'den; o da babası Ebû Katâ-de(R)'den şöyle haber verdi: Bir seferde sahâbîler sabah namazını kılmaktan güneş çıkıncaya kadar uyuyakaldıktan zaman, Peygam­ber (S): "Şübhesiz Allah Taâlâ istediği zamanda sizin ruhlarınızı kab-zetti, yine istediği zamanda onları geri çevirdi" buyurdu.

Akabinde sahâbîler hacetlerini yerine getirdiler ve abdestlerini aldılar. Güneş doğup bembeyaz olduğu (yânî yükseldiği) zaman Pey­gamber kalktı ve sahâbîlere (cemâatle o geçen) namazını kıldırdı [137].

 

98-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Müslümanlardan bir adamla Yahûdîler'den bir adam birbiriyle sövüştü. Müslüman:

— Muhammed'i âlemler üzerine seçip tercih eden Allah'a yemîn ederim ki, dedi.

Bunu, yapmakta olduğu bir yeminde söyledi. Yahûdî olan kimse de:

— Musa'yı âlemler üzerine seçip tercîh eden Allah'a yemîn ede­rim ki, dedi.

Müslüman bu sırada elini kaldırıp Yahudi'nin yüzüne bir tokat vurdu. Bunun üzerine Yahûdî, Rasûlullah'a gitti. Kendisinin ve müs-lümân zâtın işinden olup biten şeyleri Rasûlullah'a haber verdi. Bu­nun üzerine Peygamber (S):

  "Beni Mûsâ üzerine hayrlıdır demeyiniz. Çünkü insanlar kı­yamet gününde hep düşüp bayılacaklar. (Ben de bayılacağım.) Fa­kat ilk ayılan ben olacağım. O anda ben Musa'yı Arş'ın bir tarafına sıkıca tutunmuş bulacağım. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların için­de idi de benden evvel mi ay ildi, yâhud baygınlıktan Allah'ın istisna ettiği kimselerden mi oldu?" buyurdu [138].

 

99-.......Bize Şu'be, Katâde'den haber verdi ki, Enes ibn Mâ­lik (R) şöyle demiştir: Rasûluüah (S) şöyle buyurdu: "Medine'ye Dec-câl gelecek, fakat meleklerin onu bekleyip korumakta olduklarını bulacak. Artık inşâaüah Medine'ye Deccâlde, tâûn da yaklaşmayacaktir" [139].

 

100-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Her peygamberin (kabul edilecek) bir duası vardır. Ben duamı inşâattan kıyamet günü ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum" [140].

 

101-.......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Ben uyurken kendimi bir kuyu başında gördüm. Onun su­yundan Allah'ın çekmemi istediği kadar su çektim. Sonra kovayı benden Ebû Kuhâfe'nin oğlu Ebû Bekr aldı. O da kuyudan bir yâ-hud iki kova su çekti. Onun çekişinde bir zayıflık ve güçlük vardı. Allah Ebû Bekr'i mağfiret eylesin. Sonra kovayı Umer aldı. Ve alın­ca bu kova Umer'in elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ben, halk içinde Umer'in gördüğü işi görebilecek kuvvette ve mükemmellikte kâmil bir kişi göremedim. En sonu insanlar o meydanı develerin sulak ve eylek yeri edindiler" [141].

 

102-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) kendi­sine birşey isteyen geldiği zaman -Ebû Mûsâ bazen de şöyle demiştir: Kendisine birşey isteyen yâhud da bir hacet sahibi geldiği zaman- et­rafında bulunan sahâbîlerine:

— "(Bu kimsenin ihtiyâcının görülmesi hususunda) şefaat edi­niz (bana delâlet ediniz), böylece sizlere de ücret ve sevâb verilin Bu­nunla beraber Allah Taâlâ, Rasûlü'nün dili ile (yânî O'nun duâ ve istirhamı üzerine) dilediği şeyi yerine getirip infaz eder" buyurur­du [142].

 

103-.......Hemmâm ibn Münebbih, Ebû Hureyre(R)'den işitti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Sizin herhangibiriniz dua­sında: 'Allah'ım, dilersen beni mağfiret eyle! Dilersen bana merha­met eyle! Dilersen bana rızık ver!* demesin. Azim ve kesinlikle (Yâ Rabb, beni mağfiret et, bana merhamet eyle! diye) duâ etsin. Çünkü Allah, dileyeceği herşeyi yapar, O'nu zorlayacak hiçbir kuvvet yok­tur" [143].

 

104-.......Bize el-Evzâî tahdîs etti. Bana İbn Şihâb, Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe ibn Mes'ûd'dan; o da tbn Abbâs'tan tah­dîs etti. îbn Abbâs (R) ile Hurr ibnu Kays ibn Hısn el-Fezârî, Mûsâ*nnı sahibi hakkında: "O, Hıdır mıdır?" diye mücâdele ettiler.

Bu sırada onların yanından Ubeyy ibn Ka'b el-Ensârî geçti. îbn Abbâs, Ka'b'ı çağırdı da:

— Ben ve şu arkadaşım, Mûsâ Peygamber'in buluşmak için yo­lunu sorup istemiş olduğu sahibi hakkında münâkaşa ettik. Sen Ra-sûlullah(S)'tan onun hâlini zikrederken birşey işittin mi? dedi.

Ubeyy ibn Ka'b:

— Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Mûsâ Pey­gamber İsrail oğullarından bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona

bir adam geldi de:

— Senden daha âlim bir kimse bitiyor musun? diye sordu.

Mûsâ da:

— Hayır bilmiyorum, dedi. Bu cevâbı üzerine Musa'ya:

— Evet, benim kulum Hadır (Hızır) vardır (o senden bâzı hu­suslarda daha âlimdir), diye vahy verildi.

Bunun üzerine Mûsâ Peygamber o daha âlim olan kul ile buluş­ma yolunu istedi. Allah da ona (Hızır'ın mekânı ve buluşma yerine alâmet olmak üzere) balığı bir âyet, bir nişan kıldı. Ve Musa'ya:

  Yâ Mûsâ, balığı kaybettiğin zaman hemen geri dön. Çünkü sen o kula orada kavuşacaksın! denildi.

Artık Mûsâ balığın kaybolduğu denizin içinde balığın izini ta'-kîb edecek idi. Yola devam ettiler. Bir yerde Musa'nın hizmetçisi olan genç, Musa'ya:

— Ne dersin? Kayanın yanında barındığımız zaman (balığın de­nize düşüp hareket ettiğini görmüştüm;) ben balığı unuttum. Onu zik­retmemi bana unutturan ancak şeytândır, dedi.

Mûsâ:

— Zâten istediğimiz bu idi, dedi.

Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Sonunda taşın yanında Hadır'ı buldular. Hadır'la Musa'nın işinden Allah'ın el-Kehf Sûresi'nde hikâye ettiği şeyler oldu [144].

 

105-.......Bize Yûnus, îbn Şihâb'dan; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) -Veda Haccı'nda Minâ'dan Mekke'ye inmek istediğinde-: "Yârın inşâattan Kinâne oğulları yurduna ineriz ki, orada Kureyş ile Kinâne oğulları küfr üzerine ahid yapmışlardı" buyurmuştur.

Rasûlullah, Kinâne oğulları hayfı demekle, Muhassab mevkiini kasdediyordu [145].

 

106-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Tâif ehlini muhasara etti de onları fethedemeyince:

  "înşâaltah yarın Medîne'ye döneceğiz*' buyurdu. Müslümanlar:

— Onların kalelerini fethetmeden nasıl döneriz?! dediler. (Bu i'tirâz üzerine) Peygamber:

  "Öyle ise yarın harbe hazır olun!" buyurdu.

Ertesi gün harbe giriştiler. (Düşmanın çetin müdâfaa harbi yap­masından) sahâbîlere çok yaralar isabet etti. Bunun üzerine Pey­gamber:

  "İnşâattah yarın döneceğiz!" buyurdu.

Bu defa bu dönme kararı sahâbîleri sevindirmiş gibi oldu. Ra­sûlullah da sahâbîlerin bu sevinmelerinden gülümsedi [146].

 

33- Yüce Allah'ın:  Nezdinde Kendisine İzin Verdiği Kimselerden Başkasının Şefaati Fayda Etmez* Nihayet Kalblerinden Korku Giderildiği Zaman 'Rabb'iniz Ne Buyurdu?' Derler. * Hakkı (Söyledi)9 Derler. O Çok Yüce, Çok Büyüktür” (Sebe: 23) Kavli Babı

 

Burada "Rabb'iniz ne yarattı?" demedi (de "Rabb'iniz ne buyurdu?" dedi [147].

Ve zikri ulu Allah şöyle buyurdu:

"O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kim?" (el-Bakara: 255).

Mesrûk, İbn Mes'ûd'dan şöyle söyledi:

Allah vahy ile kelâm ettiği zaman gökler ahâlîsi birşey işitirler. Meleklerin kalblerinden korku giderildiği ve ses

sakin olduğunda, onlar bu sesin Rabb'leri tarafından olan hakk olduğunu tanırlar. Ve birbirlerine: "Rabb'iniz ne buyurdu?" diye nida ederler. Onlar da:

"Hakkı buyurdu" derler [148].

Ve Câbir ibn Abdilİah'tan zikrolunuyor ki, Abdullah ibn Uneys el-Ensârî şöyle demişti*: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle Duyuruyordu:

"Allah kıyamet gününde kulları toplar da onlara uzak olanın yakın olan kimsenin işitmesi gibi işiteceği bir ses

ile nida eder: Melik ancak benim! Deyyân (yânî karşılık verici) ancak benim! buyurur'*.

 

107- Bize Alî ibn Abdillah tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da îkrime'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) bu hadîsi Peygamber'e ulaştırır: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah Taâlâ semâdaki meleklere bir emrin infaz olunmasını hük­mettiği zaman düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi hey­betli olan bu ilâhî hükme, melekler tamâmiyle boyun eğerek (korku ile) kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince melekler, Cebrail ve Mîkâîl gibi Mukarreb Meleklerde:

— Rabb'iniz ne söyledi? diye sorarlar. Mukarreb Melekler de:

— Allah ancak hakkı buyurdu. Allah yücedir. Allah büyüktür!

derler".

Alî ibn Medînî ve Sufyân ibn UyeyneMen başkası "Fâ"mn fet-hasıyle "Safavânin" diye söylemişlerdir.

AB ibnu'l-Medînî şöyle dedi: Ve bize Sufyân tahdîs etti. Bize Amr, Îkrime'den; o da Ebû Hureyre'den bu hadîsi tahdîs etti.

Sufyân şöyle dedi: Amr şöyle dedi: Ben îkrime'den işittim: Bize Ebû Hureyre tahdîs etti.

Alî ibn Medînî şöyle dedi: Ben Sufyân'a söyledim. O:

— Ben İkrime'den işittim, dedi; o da: Ben Ebû Hureyre'den işit­tim dedi, dedim.

Oda:

— Evet (hadîs böyle de geldi), dedi. Alî dedi ki: Ben Sufyân'a:      '

— Bir insan Amr'dan; o da îkrime'den; o da Ebû Hureyre'den rivayet etti ki, o bunu Peygamber'e yükseltiyordu. Peygamber "Fuzzia" şeklinde okumuştur, dedim.

Sufyân:

— Amr da böyle okudu. O bunu îkrime'den böyle mi işitti, yâ-hud kendisi nefsinden böyle mi okudu, bilmiyorum? dedi.

Sufyân:

  Bu, bizim kirâatimizdir, dedi [149].

 

108-.......Ibn Şihâb'dan (şöyle demiştir): Bana Ebû Seleme ibn Abdirrahmân haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle der idi: Rasû-lullah (S) şöyle buyurdu: "Allah Kur'ânU tegannf etmekte olan bir peygamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi".

Ebû Hureyre'nin bir arkadaşı: "Tegannt" ile "Kur'ân'ı aşikâre okumakta olan" demeyi kasdeder, dedi [150].

 

109-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Azîz, Celîl Allah kıyamet günü:

  Yâ Âdem! diye nida eder. Âdem de:

— Lebbeyke ve sa *deyke (= Yâ Rabb, emrine tekrar tekrar ica­bet ve emrini yerine getirmeye dâima hazırım)/ diyecek.

Allah, Âdem'e bir ses ile:

— Allah sana zürriyetinden cehenneme gidecek bir topluluğu çı­karmanı emrediyor! diye nida edecek" [151].

 

110-.......Âişe (R): Ben, Peygambef(S)*in kadınlarından hiçbi­risi hakkında Hadîce'ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç değil­dim. Yemîn olsun, Rabb'i Peygamber'e, HadîcVye cennette bir ev ile müjde vermesini emretmiştir, dedi [152].

 

34- Yüce Rabb'in Cibril İle Kelâmı Ve Allah'ın Meleklere Nidası Babı [153]

 

Ebû Ubeyde Ma'm er ibnu'l-Müsennâ:

"înneke le-tulakkâ'l-Kur*âne... ^Şübhesiz bu Kur'ân sana Haktm, Alîm tarafından veriliyor" (en-Neml: 6)

"Bu Kur'ân sana ilkaa olunuyor, sen de onu telâkki ediyorsun, yânî sen onu meleklerden alıyorsun demektir.

"Ve telakkaa Âdemu min Rabbihi kettmâtin = Derken Âdem Rabb'inden kelimeler belleyip aldı..." (el-Bakara: 37) kavli de bunun benzeridir, demiştir.

 

111-.......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Allah Tebâreke ve Taâlâ bir kulu sevdiği zaman Cibril'e:

— Allah fulân kulu sevmiştir, onu sen de sev! diye nida eder. Cibril de o kulu sever. Sonra Cibril gök halkına:

— Allah fulân kulu sevmiştir, sizler de onu sevin! diye nida eder. Gök ahâlîsi de o kulu severler. Ve Yer ahâlîsi arasında da o kimse için (gönüllerine) bir kabul konulur" [154].

 

112- Bize Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Ebu'z-Zinâd'dan; o da el- Vrec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlul­lah (S) şöyle buyurmuştur: "(Her gün) birtakım melekler geceleyin, diğer birtakım melekler de gündüzleyin birbirinin akabinde size ge­lirler. Bunlar ikindi ile sabah namazlarında bir yere gelip birleşirler. Sonra (evvelce) içinizde kalmış olanlar semâya çıkarlar. Rabb'leri kul­larının hâllerini en iyi bilirken (yine) o meleklere:

— Kullarımı ne hâlde bıraktınız? diye sorar.

Onlar da:

— Onları namaz kılarlarken bıraktık, nitekim namaz kılarlarken

bulmuştuk, cevâbını verirler" [155].

 

113-.......Bize Şu'be, Vâsü el-Ahdeb'den tahdîs etti ki, el-Ma'rûr şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr (Cundeb ibn Zurâre -R)*den işittim, Pey­gamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cibrtl bana geldi ve bana:

— Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmayarak Ölen her kişi cennete gi­rer! diye müjdeledi.

Ben:

  Yâ Cibril, bu kimse hırsızlık yapsa, zina etse de mi? diye sor­dum.

Cibril:

— (Evet.) Hırsızlık yapmış ve zina etmiş olsa da (cennete girer)/ diye cevâb verdi" [156].

 

35- Yüce Allah'ın: "Bununla Beraber Allah Sana İndirdiği (Kur*Ân) İle Şâhidttk Eder Ki, O Bunu Kendi İlmiyle İndirmiştir. Melekler De Şâhidlik Ederler. Hakîkî Şahid Olmak Bakunındansa, Allah Yeter" (En-Nisâ: İ66> Kavli Babı [157]

 

Müfessir Mucâhid ibn Cebr: "(Allah, yedi göğü ve yerden de onların mislini yaratmış olandır.) Emr bütün bunların arasında durmadan iner durur..." (et-Talâk: 12) kavli hakkında: "Emr91, yedinci semâ ile yedinci Arz arasında iner durur, demiştir [158].

 

114-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Yâ fulan! Yatağına girdiğinde şu duayı şöyle:

Allah'ım! Kendimi Sana tesltm ettim. Yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana ısmarladım, sırtımı Sana dayadım. Seni dilerim ve Sen'-den korkarım. Sen'den başka sığınacak, Sen'den başka kurtaracak yoktur. Kurtulma ve koruma ancak Sana âiddir. Ben Sen'in indirdi­ğin Kitâb'na inandım ve gönderdiğin Peygamber'ine îmân ettim!

Eğer sen o gecende ölecek olursan, fıtrat (yânî îslâm Dîni) üzere ölürsün, eğer sabaha çıkarsan, sevaba isabet etmiş olursun" [159].

 

115-.......Abdullah ibn Ebî Evfa (R) şöyle demiştir: Rasûlul­lah (S) Ahzâb gününde (müşrikler aleyhine) şöyle duâ etti: "Yâ Al­lah! Ey Kitâb'ı indiren, ey hesabı çabuk olan Allah'ım! Şu toplanıp gelmiş düşman kabilelerini dağıt, onların topluluklarım kır, irâdele­rini sars!"

el-Humeydî şunu ziyâde etti: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize İbnu Ebî Hâlid tahdîs etti. Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan işittim; ben Peygamber(S)'den işittim [160].

 

116- Bize Müsedded, Huşeym'den; o da Ebû Bişr'den; o da Şa-îd ibn Cubeyr'den; o da Ibn Abbâs(R)'tan tahdîs etti. O: "...Nama­zında pek bağırma, sesini o kadar kısma da. ikisinin arası bir yol tut *' (ei-lsrâ: no) âyeti, Rasûlullah (S) Mekke'de gizli yaşamakta iken indi­rildi. Fakat Rasûlullah, sahâbîleriyle namaz kıldığı zaman Kur'ân okurken sesini yükseltir, müşrikler ise O'nun sesini işitirler de hem Kur'ân'a, hem Kur'ân'ı indirene, hem de Kur'ân kendisine gelmiş ola­na söverlerdi. Yüce Allah: "Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da", yânî, "Namazında kıraatini çok açıklama, sonra müşrik­ler işitirler. Ve sesini sahâbîlerinden gizli de yapma. Sonra onlara işit-tiremezsin. Bunun ikisi arası bir yol tut, pek bağırmayarak onlara işittir ki, onlar Kur'ân'ı Sen'den alabilsinler" buyurdu [161].

 

36- Yüce Allah'ın: "Onlar Allah'ın Kelâmım Değiştirmelerini İsterler..." (El-Feth: 15) Kavli Babı

 

"Hakîkaten o, hakk ile bâtılı katı ay ir deden bir sözdür": Haktır; **O bir şaka değildir" (et-Tânk: 13): **O oyun ve eğlence değildir" [162].

 

117-.......ez-Zuhrîbize Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir Peygamber (S) şöyle dedi: "Yüce Allah: Âdem oğlu dehre söverek beni ezalarıdır ir. Hâlbuki ben dehr*-im (yânî dehrin yaratanıyım). Her emr benim elimdedir. Geceyi gün­düzü ben arka arkaya getiririm! buyurdu" [163].

 

118-....... Bize el-A'meş, Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle demiştir: "Azîz ve Ce-lîl olan Allah şöyle buyurur: Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ancak ben veririm. Oruçlu kişi şehvetini, yemesini, içmesini benim için terkeder. Oruç bir kalkandır. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ederkenki sevinç, biri de (kıyamet günü) Rabb'ine kavuşurken-ki sevinç. Yemîn olsun ki, oruçlu ağzın açlık kokusu Allah katında misk kokusundan daha temizdir [164].

 

119-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "Eyyûb Peygamber çıplak olarak yıkandığı sırada üzeri­ne altından birçok çekirgeler düştü. Eyyûb da avuç avuç alıp elbisesinin içine atmağa başladı. Rabb'i ona:

  Yâ Eyyûb! Ben seni şu görmekte olduğun şeylerden zengin kılmamış mı idim? diye nida edince:

— Evet yâ Rabb (beni zengin kılmıştın). Lâkin Sen'in bereke­tinden müstağni kalacağım yok! cevâbını verdi [165].

 

120-.......Bana Mâlik, îbn Şihâb'.dan; o da Ebû Abdillah el-Egarr'dan; o da Ebû Hureyre(R)*den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Rabb'imiz Tebâreke ve Taâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünyâ semâsına iner de: Bana kim duâ eder ki, onun duasına icabet edeyim! Benden kim hacet ister ki, dileğini ve­reyim! Benden kim mağfiret ister ki, onu mağfiret edeyim! buyurur" [166].

 

121-.......Bize Ebu'z-Zinâd tahdîs etti. Ona da el-A'rec tahdîs etmiştir. O da Ebû Hureyre(R)'den işitmiştir. O da Rasûlullah(S)'tan: "Bizler (dünyâda) en sonra gelenleriz, kıyamet gününde ise en başa geçecek olanlarız*' buyururken işitmiştir.

Bu "Bize Ebû'l-Yemân tahdîs etti" isnâdıyle gelen hadîsin so­nunda: Allah: "Ey kulum, sen in/âk et, ben de sana infak edeyim" buyurdu, demiştir [167].

 

122-.......Bize îbnu Fudayl, Umâre'den; o da Ebû ZurVdan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti: (Cibril, Pegamber'e geldi ve:) "İşte şu Hadtce'dir. Sana içinde bir yiyecek bulunan bir kap yâhud içinde bir içecek şey bulunan bir kap getirdi. Ona Rabb'i tarafından selâm söyle ve kendisini, cennette gürültü ve yorulmak bulunmayan inciden yapılmış bir beytle müjdele! dedi" [168].

 

123-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle demiştir: "Allah Taâlâ: Ben iyi kullarım için hiçbir gözün görmedi­ği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbine gelmeyen birta­kım ni'metler hazırladım, buyurdu" [169].

 

124-.......Bize Süleyman el-Ahvel haber verdi ki, ona da Tâvûs haber vermiştir. O da İbn Abbâs(R)'tan şöyle derken işitmiştir: Peygamber (S) geceden bir kısmında tehecctid namazı kıldığında şöyle derdi:

"Allah'ım, her hamd Sen'in içindir. Sen göklerin ve Yer'in nu­rusun. Hamd Sana mahsûstur. Sen göklerin ve Yer'in daimî tedbîr edicisisin. Hamd Sana mahsûstur. Sen göklerin, Yer'in ve bunlarda­ki herşeyin Rabb'isin. Sen Hakk'sın. Va'din de haktır. Sen'insözün de ancak haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır. Cehennem de haktır. Peygamberler de haktır. Kıyametin kopması da haktır. Allah 'im! Ben kendimi yalnız Sana teslîm ettim. Yalnız Sana îmân ettim. Yalnız Sana güvenip dayandım. Yalnız Sana yöneldim. Yalnız Sana dayanarak mücâdele ettim. Aramızda yalnız Seni hakem kıl­dım. Benim önceden işlediğim, sonra işlerim sandığım, gizli yaptığım ve açıktan işlediğim bütün günâhlarımı mağfiret eyle. ibâdete lâyık tanrı ancak Sen'sin. Sen'den başka hiçbir ilâh yoktur*' [170].

 

125-.......Bize Yûnus ibn Yezîd el-Eylî tahdîs edip şöyle dedi; Ben ez-Zuhrî'den işittim, şöyle dedi: Ben Urve ibnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Alkame ibn Vakkaas'tan ve Ubeydullah ibn Abdillah'tan, iftira ehlinin Peygamberin zevcesi Âişe hakkında dediklerini dedikleri ve Allah'ın da iftiracıların dediklerinden onu te­mize çıkardığı zamanki hadîsini işittim. Bunlardan herbiri bana Âi­şe'den tahdîs ettiği hadîsten bir taifeyi tahdîs etti. Âişe (R) hadîsinin sonunda şöyle demiştir:

— Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın benim berâetim hakkında tilâvet edilecek bir vahy indireceğini hiç zannetmezdim. Ve elbette be­nim sânım, benim nefsimde Allah'ın benim hakkımda tilâvet edile­cek bir emirle tekellüm etmesinden çok hakîr idi. Fakat ben Rasûlullah'ın uykuda bir ru'yâ görmesini ve Allah'ın beni o ru'yâ ile temize çıkaracağını ümîd ediyordum. Nihayet Yüce Allah şu on âyeti indirdi: "O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir serr sanmayın. BiVakis o, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan büyüğünü üzerine olan adam: en büyük azâb onundur.,," (en-Nün 11-21) [171].

 

126-.......Bize el-Mugîre ibnu Abdirrahmân, Ebu*z-Zinâd*dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlul-lah (S) şöyle demiştir: "Yüce Allah (kullarının hasene ve seyyielerini yazmağa me'mûr olan meleklerine) her zaman şöyle buyurur: Kulum fena bir iş yapmak istediğinde hemen bu irâdesini defterine yazmayı­nız, tâ bu irâdesini gerçekleştirip o fiili yapıncaya kadar bekleyiniz. Eğer o fenalığı yaparsa, o yaptığı fenalığın bir mislini yazınız. Eğer benden çekinerek yapmaz, bırakırsa, bu defa onun hesabına bir ha­sene yazınız- Bir de kulum bir güzel iş yapmak ister de (herhangibir sebeble) yapamazsa, ona bu güzel niyetine mükâfat olarak bir hase­ne yazınız. Eğer yaparsa, yaptığı o işin mükâfatını on mislinden ye-diyüz katına kadar yazınız" [172].

 

127-.......Bana Süleyman ibn Bilâl, Muâviye ibn Muzerrid'den; o da Saîd ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Ra-sûlullah (S) şöyle demiştir: "Allah Taâlâ, mahlûkları yaratıp bunu tamamladığı zaman, rahim (hısımlık) ayağa kalktı. Yüce Allah ona:

— Ne dersin? buyurdu.

Rahim:

  Yâ Rabb! Bu kıyam ve ilticam, hısımlığı kesmekten Sana sı­ğınmak makaamıdır (Sana sığınıyorum), dedi.

Yüce Allah:

— Ey rahim, sen razı olmuyor musun? Seni ekleyip hakkını ve­ren kimseye ben de ihsanımı ekleyip mükâfatını vereyim, seninle ilgi­yi kesip hakkını tanımayanı ben de ilgiyi azaltıp cezalandırayım! buyurdu.

Rahim de:

~ Evet razıyım, dedi.

Allah Taâlâ da:

— İşte rahimin hakkını gözetenlerle gözetmeyenlerin hâli böyle

olacaktır! buyurdu".

Bundan sonra Ebû Hureyre: "Demek, idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız» hemen yeryüzünde fesâd çıkaracak, akrabalık münâsebet­lerinizi bile parçalayıp keseceksiniz, öyle mi?" (Muhammed: 22) [173].

 

128-.......Zeyd ibn Hâlid (R) şöyle demiştir: Peygamber'in duâsıyle yağmura kavuştuk. Peygamber (S) dedi ki: "Allah Taâlâ: Kul­larımdan kimi bana kâfir, kimi de bana mü'min olarak sabahı etti... buyurdu" [174].

 

129-.......Bana Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'recfden; o da Ebû Hureyre(R)*den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Allah Taâlâ: Kulum bana kavuşmayı arzu ettiği zaman, ben de ona kavuşmayı arzu ederim. Kulum bana kavuşmayı istemediği zaman ben de ona kavuşmayı istemem! buyurdu" [175].

 

130-.......Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Allah Taâlâ: Ben kulumun beni zannı yanındayım, buyurdu'* demiştir [176].

 

131-.......Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Asla hiçbir hayır yapmamış olan bir adam (kendi ailesine hitaben: Bu vücûd) Öldüğü zaman siz onu yakın. Sonra külünün yarısını kara tarafına (rüzgârla) tozutup uçurun, yarısını da deniz içine doğru to­zutun. Allah 'a yemîn ederim ki, eğer Allah onu ele geçirmeğe kaadir olursa, onu muhakkak âlemlerden hiçbir kimseye tatbik etmediği bir azabla azablandırocaktır, dedi.

(Bu kimse Öldüğü zaman emrettiği işleri yaptılar.) Neticede Al­lah denize emretti, deniz kendisinde bulunan kul zerrelerini topladı. Allah karaya emretti, o da hemen kendisinde bulunan zerreleri top­ladı. Sonra Allah o kimseye;

— Bunu niçin yaptın? diye sordu. O zât:

— Sen'den korktuğumdan dolayı yâ Rabb! Hâlbuki Sen en iyi

bilensin! dedi.

Bunun üzerine Allah o kimseyi mağfiret eyledi" [177].

 

132-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyurdu: "Bir kula (bilmeyerek) bir günâh isabet edip veya bilerek bir günâh işleyip de [178]:

  Yâ Rabb, ben (bilerek) bir günâh işledim, yâhud (bilmeye­rek) ben bir günâha uğramış oldum, kusurumu af\ ve mağfiret eyle! diye (günâhını i'tirâf ve) niyaz ederse, o kulun Rabb'i:

— Demek ki kulum (dilerse) günâhını affedecek, (dilerse) ceza­landıracak muhakkak bir Rabb 7 olduğunu bildi. Şu hâlde ben de ku­lumu mağfiret ettim! buyurur.

Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman (günahsız) ya­şar. Sonra bir günâh daha isabet edip veya bir günâh işleyip de;

  Yâ Rabb! Ben (bilerek) bir günâh işledim, yâhud (bilmeye­rek) bir günâha uğradım. Kusurumu afv ve mağfiret eyle! diye niyaz ederse, o kulun Rabb'i:

— Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i bulunduğunu gereği gibi bildi. Şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim! buyurur.

Sonra bu kul Allah 'in dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günâha isabet edip veya günâh işleyip de:

  Yâ Rabb! Ben bir günâh işledim veya bir günâha uğradım, kusurumu afv ve mağfiret eyle! diye niyaz ederse, o kulun Rabb'i:

— Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i bulunduğunu gereği gibi bildi. Şu hâlde ben de bu kulumu mağfiret ettim! buyurur.

Sonra bu kul Allah 'in dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günâha isabet edip veya günâh işleyip de:

  Yâ Rabb! Ben bir günâh işledim veya bir günâha uğradım, kusurumu afv ve mağfiret eyle! diye Allah'a yalvanrsa, o kulun Rabb'i:

— Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezalandıracak bir Rabb'i olduğunu bildi, ben de üç defa kendisini afv ve mağfiret et­tim. Artık (günâh işlediğinde tevbe etmesini bilen) bu kulum dilediği işi işlesin! buyurur" [179].

181

 

133-.......Bize Katâde, Ukbe ibnu Abdilgâfır'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)*den tahdîs etti. Peygamber (S) geçmiş insanlar içinde yâ­hud sizden evvelki milletler içinde bir adamı zikretti de bir kelime söy­ledi. Yânı "Allah o adama mal ve evlâd verdi. Nihayet ona vefat zamanı yaklaştığında, oğullarına hitaben:

— Ben size nasıl bir baba oldum? diye sordu.

Oğullan:

  Sen bize hayırlı bir baba oldun, dediler.

Adam:

— Şu muhakkak ki, bu baba A ilah yanında önden bir hayır gön­dermedi yâhud bir hayır biriktirmedi. Şübhesiz Allah (tevhîdden başka hiçbir hayrı olmayan) bu zâtı ele geçirdiğinde, ona dzâb edecektir. Şimdi bakınız! Ben öldüğüm zaman sizler beni kömür oluncaya ka­dar yakınız. Sonra beni ezip öğütünüz -yâhud: beni toz yapınız, dedi-. Sonra rüzgârı şiddetli esen bir gün olunca, benim tozlarımı bu şiddetli rüzgârın içinde uçurup dağıtın! dedi".

Allah'ın Peygamberi şöyle dedi: "O adam, Rabb 'ime yemin ol­sun, bu dediklerimi muhakkak yapacaksınız diye, oğullarından mî-sâklarını, yânf taahhüdlerini aldı. Onlar da babalan öldükten sonra onun vasiyet ettiği işleri yaptılar. Sonra onun tozlarını rüzgârı şiddetli esen bir günde uçurup dağıttılar. Azız ve Celîl olan A Hah o tozlara 'Ol!'emrini verdi. Derhâl o tozlar ayakta dikilen bir adam oluverdi. Allah:

— Ey kulum! Sen 'in bu yaptığın işleri yapmana seni sevkeden nedir? diye sordu.

O zât:

— Sen'in korkun, yâhud Sen'den korkmaktır, dedi. Allah:

— Kusuru, elden kaçan fırsatı Allah'ın merhamet etmesi telâfi eder -yâhud diğer bir kerre de: Kusuru, elden kaçan fırsatı Allah kor­kusundan başkası telâfi edemez-, buyurdu".

Râvî Süleyman et-Teymî şöyle dedi: Ben bu hadîsi EbÛ Usmân en-Nehdfye tahdîs ettim de o: Ben bunu Selmân el-Fârisî'den işit­tim. Şu kadar var ki, o bunda "Beni deniz içine tozutup dağıtınız" fıkrasını ziyâde etti yâhud onun tahdîs ettiği gibi söyledi [180].

 

134- Bize Müsâ tahdîs etti. Bize Mu'temir tahdîs edip "Lem yebteir-Hayır göndermedi" dedi.

Râvî Halîfe de şöyle dedi: Bize Mu'temir tahdîs etti de "Ve lem yebteiz" kelimesini söyledi. Katâde bunu "Biriktirmedi" diye tefsîr etti [181].

 

37- Azîz Ve Celîl Olan Rabb'in Kıyamet Gününde Peygamberlerle Ve Diğerleriyle Kelâm Etmesi Babı [182]

 

135-.......Bize Ebû Bekr ibnu Ayyaş tahdîs etti ki, Humeyd et-Tavîl şöyle demiştir: Ben Enes(ibn Mâlik- R)*ten işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Kıyamet günü olduğunda (Allah tarafından) umûmî şefaate ben me'mûr edilirim.

Ben:

  Yâ Rabbi, kalbinde hardal tanesi kadar îmânı olanları cen­nete koy! diye niyaz ederim.

Bunlar cennete girerler. Sonra ben:

— Yâ Rabbi, kalbinde hardal tanesinden daha az îmânı olanları da cennete koy! diye şefaat ederim".

Enes ibn Mâlik: {"Az bir şey" dediği sırada) ben Rasûlullah'ın parmaklarına bakar gibi idim (O, parmaklarım birbirine yumarak az­lığa işaret ediyordu), demiştir [183].

 

136-.......Bize Ma'bed ibnu Hilâl el-Anezî tahdîs edip şöyle dedi: Biz Basra ahâlîsinden birkaç kişi bir araya toplandık da Enes ibn Mâ-lık'ı ziyarete gittik. Bizimle beraber Sabit ei-Bunânî de gitmişti. Sâbit bize Eneslen "Büyük Şefaat Hadîsi"ni sorduracaktı. Enes Basra'ya iki fersah mesafede bulunan Zaviye mevkiindeki kasrında ikaamet ediyordu. Ziyaretimiz Enes'in Duhâ namazı kıldığı bir za­mana tesadüf etmişti. Biz içeri girmeye izin istedik. Bize izin verdi. Verilen izin üzerine biz Enes ibn Mâlik'in huzuruna girdik.

Enes bir minder üzerinde oturuyordu. Girerken biz Sâbit'e, Şe­faat Hadîsi'nden önce hiçbirşey sormamasını tenbîh etmiştik. O da:

— Yâ Ebâ Hamza! Bu Basralı kardeşlerimiz size Şefaat Hadî-si'ni sormaya geldiler, dedi.

Bunun üzerine Enes:

  Bize Muhammed (S) tahdîs edip şöyle buyurdu:

"Kıyamet günü olduğu zaman insanlar birbiri üzerine dalgala­nıp çalkalanırlar. Nihayet Âdem'e gelirler de:

— Rabb 'in huzurunda bize şefaat et! derler. O da:

— Ben buna ehil değilim. Fakat sizler İbrahim'e gidin. Çünkü o, Hatîlullah'tır der".

Dedi ki: "Sonra İbrahim'e gelirler. O da:

— Ben buna ehil değilim. Fakat siz Mûsâ 'ya gidin. Çünkü o Ke-lîmullah'tır (yânı Allah'ın kelâm ettiği peygamberdir), der.

Akabinde insanlar Musa'ya gelirler. O da:

— Ben buna ehil değilim. Lâkin sizler isa'ya gidin. Çünkü o Al­lah'ın Ruhu ve Kelimesi'dir, der.

fsâ'ya gelirler. O da:

~ Ben buna ehil değilim. Lâkin siz Muhammed(S)'e gidin, der.

İnsanlar bana gelirler. Ben de:

— Ben onun için{yaidX\\m\ş)imdir, derim.

Hemen gider, Rabb'imin huzuruna izin isterim. Bana izin veri­lir. Bana şimdi hatırlayamadığım, Kendisine yapacağım birtakım hamdler ilham eder. Ben bu hamdlerle hamdederim ve Kendisine sec­deye kapanırım. Bana:

  Yâ Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir; iste, is­teğin sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyurulur.

Bunun üzerine ben:

  Yâ Rabb! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat dilerim. Bana:

— Git, kalbinde bir arpa ağırlığı kadar îmân bulunan kimseleri oradan çıkar! denilir.

Ben de gider bunu yaparım.

Sonra yine Rabb'ime döner, bu hamdlerle hamdederim. Sonra Rabb'ime secdeye kapanırım. Bana:

— Yâ Muhammedi Başım kaldır, söyle, sözün dinlenir; iste, sa­na verilir; şefaat et, şefaatin kabul olunur! denilir.

Bunun üzerine ben:

  Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat dilerim. Bana:

— Git, kalbinde bir zerre ağırlığınca yâhud hardal tanesi kadar îmân bulunanları oradan çıkar! denilir.

Ben gider, bunu yaparım. Sonra döner yine bu hamdler ile Rabb'-ime hamd ederim. Sonra O*na secdeye kapanırım. Bana:

— Yâ Muhammedi Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir; işte, iste­ğin sana verilir, şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyurulur.

Bunun üzerine ben:

  Yâ Rabbi! Ümmetimi, ümmetimi! diye şefaat dilerim. Bana:

— Git, kalbinde bir hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az îmân bulunan kim varsa, onları da ateşten çıkar! buyurur.

Ben hemen gider bunu yaparım*'.

Ma'bed şöyle dedi: Akabinde biz Enes'in yanından çıktığımız­da ben arkadaşlarımızdan bâzısına:

— Biz Hasen el-Basrî'nin yanına uğrasak. O, Ebû Halîfe et-Tâî'nin evinde (Haccâc'ın zulmünden) gizlenmiş bir hâlde bulunmak­tadır, dedim.

Enes ibn Mâlik'in bize tahdîs ettiği hadîsle Hasen'in yanına var­dık. Ona selâm verdik. Bize izin verdi. Biz ona:

— Yâ Ebâ Saîd! Biz kardeşin Enes ibn Mâlik'in yanından gel­dik. Şefaat hakkında bize tahdîs ettiği hadîsin benzerini hiç duyma­mıştık, dedik.

O:

  Devam edin, hadîsi söyleyin! dedi.

Biz de ona bu hadîsi tahdîs ettik. Hadîs bu son noktaya ulaşınca Hasen bize:

  Devam edin, daha söyleyin! dedi. Biz de ona:

— Enes bize daha fazla artırmadı, dedik. O da bize şunları söyledi:

— Yemîn olsun o bunu bana yirmi sene önce tahdîs etmişti. Ken­disi o günlerde bütün hafızasını ve kuvvetini toplamış hâldeydi. Şim­di ise bir kısım şeyi terketmiştir. O bunu unuttu mu yoksa güvenip dayanırsınız diye sizlere tahdîs etmeyi kerîh mi gördü, bilmiyorum, dedi.

Biz de ona:

— Yâ Ebâ Saîd! Bize sen tahdîs et, dedik. Bunun üzerine güldü ve:

  "tnsan aceleden yaratılmıştır" (ei-isrâ: ıi; ei-Enbiyâ: 37). Bunu si­ze sâdece o hadîsi tahdîs etmeyi isteyerek zikrettim, dedi ve şöyle de­vam etti:

— Enes bana bu hadîsi size tahdîs ettiği gibi tahdîs etti. Bundan sonra Rasûlullah (S) şöyle demiştir: "Sonra ben dördüncü defa yine Rabb'ime döner, bu hamdler ileO'na tekrar hamdederim. Sonra Ö'na secde ederek kapanırım. Bunun üzerine bana:

  Yâ Muhammed, başını kaldır ve söyle; sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir! buyurulur.

Ben de:

  YâRabb, bana izin ver de 'Lâ ilahe ille'ilah'diyen bütün Tev-hıd Ehli hakkında şefaat edeyim! diye niyaz ederim.

Bunun üzerine Yüce Allah:

— izzetim, Celâlim, Kibriyâm, Azametim hakkı için ben Lâ tiâ-he HleHlah diyen Tevhtd Ehli'nin hepsini muhakkak surette cehen­nemden çıkaracağım! buyuracaktır" [184].

 

137-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Cehennem ehlinin cehennemden en son çıkacak ve cennet ehlinin cennete en son girecek olan kimse, Öyle bir adamdır ki, cehennemden emekleye emekleye çıkar. Rabb'i ona:

  Git, cennete gir! buyurur.

Oda:

— Rabb'im, cennet dopdoludur, der.

Rabb'i ona bunu üç kene söyler. Her defasında kul Allah'a, 'Cennet doludur' diye tekrar eder. Bunun üzerine Yüce Allah:

— Sana dünyânın benzeri on misli kadar yer vardır! buyurur" [185].

 

138-.......Adiyy ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Rasûlıülah (S) şöyle buyurdu: ''Sizden hiçbir kimse müstesna olmamak üzere, mu­hakkak Rabb'i kendisiyle arasında bir tercüman olmaksızın kelâm edecektir. O kimse sağına bakar önden gönderdiği amelinden başka birşey göremez. Soluna bakar, önden gönderdiğinden başka birşey göremez. Önüne bakar, yüzünün karşısında ateşten başka birşey gö­remez. Onun için sizler şimdiden bir tek hurmanın yarısı ile olsun ateş­ten korunun!"

el-A*meş şöyle dedi: Bana Amr ibnu Murre, Heyseme'den bu­nun benzerini tahdîs etti. Bunda "(Bunu da bulamazsa) velev ki gü­zel bir kelime ile olsun ateşten korunsun!'* fıkrasını ziyâde etti [186].

 

139-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Yahûdîlerden bir âlim geldi ve şöyle dedi:

— Şu muhakkak ki, kıyamet günü olduğu zaman Allah gökleri bir parmak üzerine, yerleri bir parmak üzerine, suları ve topraklan bir parmak üzerine, diğer bütün mahlûkları da bir parmak üzerine kor. Sonra bunların hepsini hareket ettirir. Sonra: Melik ancak be­nim, Melik ancak benim! buyurur.

tbn Mes'ûd dedi ki: Ben Peygamber (S) *i bu sözlerden hoşlana­rak ve Yüce Allah'ın şu kavlini tasdîk olarak yan dişleri meydana çı­kıncaya kadar gülerken gördüm. Sonra Peygamber: "Allah'ı hakk olduğu veçhile takdir etmediler. Hâlbuki kıyamet günü Arz toptan O'nun bir kabzasıdır. Gökler de O'nun sağ eliyle toplanıp dürülmüş-lerdir. O, müşriklerin katmakta devam ettikleri ortaklardan münez­zehtir, çok yücedir" (ez-zumer: 67) âyetini sonuna kadar okudu [187].

 

140-.......Bize Ebû Avâne, Katâde'den; o da Safvân ibn Muhriz'den şöyle tahdîs etti: Bir adam îbn Umer'e:

— Allah'ın mü'min kulu ile gizli konuşması hakkında Rasûlul-lah(S)'tan nasıl buyururken işittin? diye sordu.

îbn Umer dedi ki:

— Rasûlullah şöyle buyurdu: "Herhangibiriniz Rabb'ine yak­laşır da Rabb'i onun üzerine perdesini kor ve:

— Fulân ve fulân günâhları işledin mi? diye sorar.

Mü'min de:

— Evet Rabb'im işledim! der. Rabb'i yine ona:

— Fulön vefulân günâhları da işledin! buyurur, Mü'min de:

— Evet, diyerek tasdik eder.

Böylece Rabb 7 ona işlediği günâhlarım ikrar ve i'tirâf ettirir. Son­ra Yüce Allah:

— Ben senin bu günâhlarını dünyâda iken (halktan) gizledim. Bu gün de onları senin lehine mağfiret ediyorum! buyurur*'.

Âdem ibn Ebî Iyâs şöyle dedi: Bize Şeybân tahdîs etti. Bize Ka-tâde tahdîs etti. Bize Safvân ibn Muhriz tahdîs etti ki, İbn Umer: Ben Peygamber(S)*den işittim, demiştir [188].

 

38- Yüce Allah'ın: Allah, Musa'ya Hitâb İle Konuştu" (En-Nisâ: 164) Kavli Babı [189]

 

141-.......Bize Humeyd ibn Abdirrahmân, Ebû Hureyre(R)Men tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Âdem ile Mûsâ birbirlerine karşı hüccet getirip çekiştiler. Mûsâ Peygamber, Âdem'e:

— (Yâ Âdem!) Sen zürriyetini cennetten çıkarmış olan Âdem­sin! dedi.

Âdem de Musa'ya:

— Allah 'in seni elçilikleri ve kelâmı ile seçip tercih eylediği Mu­sa'sın. Sonra sen beni, benim yaratılmamdan önce üzerime takdir olu­nan bir işten dolayı azarlayıp kınıyorsun! dedi."

Bunu ta'kîben Peygamber: "Böylece Âdem, Musa'ya (delîl ve burhanla) gâlib geldi" buyurdu [190].

 

142-.......Bize Katâde tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir:

Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde mü'minler topla­nırlar ve:

— İçinde bulunduğumuz şu sıkıntılı durumdan bizleri kurtarıp rahat ettirmesi için Rabb'imizden şefaat istesek! derler.

Akabinde Âdem'e gelirler ve ona:

— Sen beşerin babası Âdem 'sin. Allah seni kendi eliyle yarattı; melekleri senin için secde ettirdi ve sana herşeyin isimlerini öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabb'imiz ya­nında bizlere şefaat et! derler.

Âdem de:

— Ben buna ehil değilim, der ve onlara vaktiyle işlemiş olduğu hatîesini zikreder" [191].

 

143-.......Şerîk ibnu Abdillah şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, o, Rasûlullah(S)*ın Ka'be mescidinden geceleyin yü­rütüldüğü geceyi şöyle söylüyordu: Kendisine o hususta vahy edilme­den evvel Rasûlullah el-Mescidu'1-Harâm'da uyurken yanına üç ne­fer melek geldi. Onların birincisi:

— (Yatmakta olan üç kişinin) hangisi O'dur (yânî Muhammed'-dir)? diye sordu [192].

Diğeri:

  Onların ortasındakidir, O onların hayırlısıdır, dedi. O üç neferin sonuncusu da:

  (Semâya çıkarılmak için) üç kişinin hayırlısını alın! dedi. Vâki' olan bu kıssa bu gecede oldu (bu gecede başka şey vâki'

olmadı). Peygamber o üç kişiyi bundan sonra görmedi. Nihayet on­lar diğer bir gecede Peygamberdin gözü uyur ve kalbi görür hâlde iken, O'nun yanına geldiler. Peygamber'in kalbi uyumuyordu. Bütün pey­gamberlerde böyledir; onların gözleri uyur da kalbleri uyumaz. Bu gelen üç kişi Peygamber'le kelâm etmediler, nihayet O'nu taşıdılar ve Zemzem Kuyusu'nun yanma koydular. O üç kişiden Muhammed'in işini Cibrîl üzerine aldı. Cibril, O'nun göğsü ile gerdanı arasını yar­dı. Nihayet göğsünü ve içini yarmayı bitirince, Cibrîl kendi eliyle Zem­zem Suyu'ndan alıp orayı yıkadı ve içini tertemiz yaptı. Sonra Peygamber'in yanına altından bir leğen getirildi, onun içinde de yine altından yapılmış su İçecek bir kap daha vardı. Bu leğenin içi îmân ve hikmetle doldurulmuştu. Cibrîl bununla Peygamber'in göğsünü ve boğazının içindeki etleri, yânî boğazındaki damarları doldurdu. Sonra göğsünü kapattı. Sonra O'nu dünyâ semâsına çıkardı. Onun kapılarından bir kapıya vurdu. Semâ ahâlîsi ona:

  Kimdir o? dediler.

  Ben Cibril'im, dedi. Semâ ehli:

  Beraberindeki kimdir? dediler. Cibrîl:

  Berâberimdeki Muhammed'dir, dedi. İçerideki sorucu:

  O'na da'vet gönderilmiş midir? dedi. Cibrîl:

— Evet gönderilmiştir, dedi. İçeridekiler:

— O'na merhaba ve ehlen! dediler, akabinde semâ ehli Muham-med'i bu da'vetinden dolayı müjdeliyorlardı.

Semâ ehli Allah'ın O'nunla Yer hakkında ne yapmak istediğini Cibrîl diliyle onlara bildirinceye kadar bilmiyorlardı.

Dünyâ semâsında Âdem'i buldu. Cibrîl, Peygamberce:

  Bu, baban Âdem'dir, ona selâm ver, dedi. Peygamber, Âdem'e selâm verdi, Âdem de selâmını alıp mukaa-

bele etti ve:

  Merhaba ve ehlen benim oğlum, Sen ne iyi oğulsun! dedi. Bir de Peygamber dünyâ semâsında devamlı akmakta olan iki

nehirle karşılaştı da:

— Bu iki nehir nedir yâ Cibrîl? dedi. Cibrîl:

  Bu ikisi Nîl ile Furat'ın asıllarıdırlar, dedi.

Sonra Peygamberi dünyâ semâsında yürüttü. Bu arada Peygam­ber diğer bir nehirle karşılaştı ki, onun üzerinde inciden ve zeberced-den yapılmış bir saray vardı. Eliyle nehrin suyuna vurdu, bir de gördü ki, o, en iyi cins misktir. Cibril'e:

— Bu nedir yâ Cibrîl? diye sordu. Cibrîl:

— Bu, Rabb'inin Sen'in için hazırlamış olduğu Kevser'dir, dedi. Bundan sonra Cibrîl O'nu ikinci semâya yükseltti. Orada da me­lekler ona, birinci semâdaki meleklerin sordukları gibi:

  Bu kimdir? dediler. Cibrîl:

— Ben Cibril'im! dedi.

  Beraberindeki kimdir? dediler.

— Muhammed'dir, dedi.

  O'na da'vet gönderilmiş midir? dediler.

— Evet gönderilmiştir, dedi.

  O'na merhaba ve ehlen! dediler.

Bundan sonra Cibrîl, O'nu üçüncü semâya yükseltti. Oradaki­ler de ona birinci ve ikinci semâdaki meleklerin söyledikleri gibi so­rup, ceyâb aldılar. Bundan sonra Cibrîl, O'nu dördüncü semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona önceki semâlardaki meleklerin sor­dukları gibi sorup cevâb aldılar. Bundan sonra Cibrîl O'nu beşinci semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona, önceki semâlardaki me­leklerin sordukları gibi sorup cevâb aldılar. Bundan sonra Cibrîl, O'nu altıncı semâya yükseltti. Oradaki melekler de ona daha öncekilerin dedikleri sözler gibi söylediler. Bundan sonra Cibrîl O'nu yedinci serıâya yükseltti. Oradaki melekler de ona daha evvelkilerin sözleri gi-t i söylediler. Herbir semâda isimlerini söylediği peygamberler vardı. Ben onlardan ikinci semâda İdrîs'i, dördüncü semâda Harun'u, be­şinci semâda ismini ezberleyemediğim bir diğerini, altıncı semâda îb-râhîm'i, yedinci semâda da Musa'yı, Allah'ın onu kelâmıyle tafdîl etmesi sebebiyle ezberledim [193].

Mûsâ:

— Ey Rabb'im! Benim üzerime yükseltilen (yânı Sen'in benim üzerime yükselttiğin herhangi) kimsenin varlığını zannetmemiştim, dedi [194].

Sonra Cibril, Muhammed'i, ancak Allah'ın bilmekte olduğu şey­lerle bu katın üstüne çıkardı. Nihayet Sidretu'l-Müntehâ'ya geldi. Rabbu'l-îzzet olan Cebbar da yaklaştı ve tedellîettV (daha çok yak­laşmak istedi) de nihayet (bu suretle O, Peygamber'e) Hkiyay kadar yâhud daha yakın oldu da' Allah, kuluna vahyettiğini etti' (en-Necm: 8-9). Allah O'na vahyettiği şeyler içinde, ümmetinin üzerine her gün ve gecede elli vakit namazı da vahyetti. Sonra oradan aşağıya indi, nihayet Musa'nın yanına ulaştı. Mûsâ O'nu biraz alıkoydu ve:

— Yâ Muhammedi Rabb'in Sana neyi ahdetti (yânı Sana neyi emr ve tavsiye etti)? diye sordu.

  Rabb'im bana her gün ve gecede elli namaz emretti, dedi. Mûsâ:

— Sen'in ümmetin buna güç yetiremez, geri dön de Rabb'in Sen'-den ve ümmetinden bunu hafifletsin! dedi.

Bunun üzerine Peygamber, Cibril'e yöneldi de, sanki bu konu­da Cibril'le istişare etmek istiyor gibiydi. Cibril kendisine:

— Evet, istersen bunu iste! diye işaret etti.

Akabinde Cibril O'nu Cebbâr'ın huzuruna doğru yükseltti. Peygamber dedi ki: "Cebbar olan Allah, evvelki durduğu ma-kaammda idi:

— Ey Rabb'im! Hafiflet, çünkü ümmetim buna (bu elli vakit namaza) güç yetiremez! dedi".

Yüce Allah elliden on namazı indirdi. Sonra Peygamber, Mû-sâ'mn yanına döndü. Mûsâ O'nu alıkoymakta ve O'nu Rabb'ine ge­ri döndürmekte devam etti. Nihayet elli namaz beş namaz oldu. Sonra Mûsâ O'nu bu beş namazın yanında da durdurup:

— Yâ Muhammedi Vallahi ben kavmim İsrâîl oğulları'na bun­dan daha azı ile döndüm de onlar zaîf olup bunu da terkettiler. Sen'­in ümmetin cesedler, kalbler, bedenler, gözler, kulaklar bakımından daha zaîftir. Geri dön de Rabb'in Sen'den bunun hepsini hafifletsin! dedi.

Peygamber, onun kendisine işaret etmesi için Cibril'e yöneldi. Cibril bunu kerîh görmüyordu. Cibril O'nu beşinci defa sırasında da yükseltti. Peygamber:

— Ey Rabb'im! Şübhesiz benim ümmetim cesedleri, kalbleri, işit­meleri, bedenleri zaîf kimselerdir. Bizlerden daha da hafiflet! Diye niyaz etti.

Bunun üzerine Cebbar olan Allah:

  Yâ Muhammed! diye nida etti. Peygamber:

  Lebbeyke ve sa'deyke yâ Rabb! diye icabet etti.

Allah:

— Şu bir hakikat ki, Ben'im nezdimde söz (hüküm ve kaza) teb-dîl olunmaz! [195]Bu, senin ve ümmetin üzerine Ana Kitâb'da farzet-tiğim gibidir! buyurdu.

Ve yine:

— Her bir hasene on misliyle karşılanır. Bu, Ümmü'l-Kitâb'da elli vakittir ve bu senin ve ümmetin üzerine beş vakittir! buyurdu.

Peygamber, Musa'nın yanına döndü. Mûsâ O'na:

— Nasıl yaptın? dedi. Peygamber ona:

— Allah bizden hafifletti. Bize herbir haseneye on misli ile kar­şılık verdi, dedi.

Mûsâ:

— Ben İsrâîl oğulları'nı bundan daha azı dönüp tecrübe ettim, onlar bunu da terkettiler. Sen yine Rabb'ine dön de Sen'den yine ha­fifletsin! dedi.

Rasûlullah:

— Yâ Müsâ! Ben vallahi Rabb'ime çok gidip gelmemden dolayı

utandım, dedi.

Cibril de O'na:

— Allah'ın ismiyle in! dedi.

Râvî: Peygamber, Mescidu'l-Harâm içinde uykusunda iken uyan­dı, demiştir [196].

 

39- Azız Ve Celîl Olan Rabb'in Cennet Ehli İle Kelâmı Babı [197]

 

144-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle dedi: "Yüce Allah cennet ehline:

— Ey cennet ehli! diye hitâb eder. Onlar da:

— Lebbeyke Rabbena ve sa *deyke( = Emrine tekrar tekrar hazı­rız ve ubudiyette devamlıyız, hayır ancak Sen'in ellerindedir)/ derler.

Yüce Allah:

— Şu hâlinizden razı mısınız? buyurur. Cennette/çiler:

— Ey Rabb 'imiz, nasıl razı olmayalım. Sen bize, halkından hiç­bir kimseye vermediğin bunca ni'metleri ihsan buyurdun! derler.

— Dikkat edin! Ben size bunlardan daha yüksek bir nVmet ve­receğim! buyurur.

Cennetlikler:

— Ey Rabb'imiz! Bu ni'metlerden daha kıymetli nasıl bir ni'-met olabilir ki? derler.

Rabb'leri:

— Sizden razı ve hoşnûdluğumu size halâl kılar ve bundan son­ra ebeden sizlere darılmam! buyurur*' [198].

 

145-.......Bize Hilâl, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) birgün huzurunda çöl halkından bir kimse bulunduğu hâlde sahâbîlerine şöyle tahdîs ediyordu: "Cennet ehlinden bir kimse (cennette) zirâat etmek üzere Rabb'inden izin is­tedi de, Rabb 'i ona:

— (Ey kulum!) Sen arzu ettiğin hâl içinde değil misin? diye sordu.

O kimse:

— Evet Rabb'im. Fakat ben zirâat etmeyi seviyorum! dedi. (Ona izin verdi.) O kul çabuk davrandı, tohum ekti, tohumu hemen meydana çıkmağa, bitkisi gözünü kırpıncaya kadar kısa zamanda büyümeğe, doğrulmağa, biçilmek devrine erişmeğe ve toplanmağa ulaştı. (Zirâatin bu tavırları sür'atle geçti.) Dağlar misâli mahsûl ol­du. Bunun üzerine Yüce Allah ona:

— Ey Âdem oğlu! Al işte! Muhakkak ki seni hiçbirşey doyur­maz! buyurur."

Bunun üzerine huzurunda bulunan bedevî Arab:

— Yâ Rasûlallah! Bu zirâatçiyi ya Kureyşli yâhud Ensârî bir kimse bulursun. Çünkü Kureyş ile Ensâr, zirâat sahihleridirler. Bizlere ge­lince, biz (çöl halkı) zirâat sahihleri değiliz, dedi.

Rasûlullah (bedevinin bu sözüne) güldü [199].

 

40- Yüce Allah'ın Kullarını Zikri Emir İle Olur, Kulların Allah'ı Zikirleri İse Duâ, Tadarru', Risâlet Ve Tebliğ İle Olur Babı

 

Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır:

"Öyle ise siz beni anın, ben de sizi anayım. Bir de bana şükredin, bana nankörlük etmeyin" (el-Bakara: 152) [200];

vc Yüce Allah'ın su kavli:

"Onlara Nuh'un kıssasını oku. Bani o, kavmine: 'Ey kavmim \ demişti; 'Eğer benim (aranızda) duruşum, Allah 'in âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa (ne diyeyim), ben ancak Allah *a dayanıp güvenmişimdir. Siz ve ortaklarınız da artık toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırırı. Bilâhare bu işiniz size hiçbir tasa olmasın.

Sonra hükmünüzü bana icra edin. Eğer (benim öğütlerimden) yüz çeviriyorsanız, ben sizden (bu hususta zâten) hiçbir mükâfat istemedim. Benim mükâfatım Allah'tan başkasına âid değildir. Ben müslümânlardan olmamla emrolundum" (Yûnus: 71-72) [201].

"Ğumme", "Hernm ve darlık" demektir.

Mucâhid: "Nefislerinizdekini bana hükmedip yerine getiriniz": "İstediğiniz işi bana hükmedin" demektir, dedi.

Mucâhid'den başkaları tarafından: "Ufruk", "Akdi" ma'nâsınadır, deniliyor. Yine Mucâhid:

"Eğer (kendilerine taarruz edilmesi emrolunan) müşriklerden biri sana emân dilerse, ona emân ver. Tâ ki Allah'ın Kelâmını dinlesin. Sonra onu emîn olduğu yere kadar (selâmetle) ulaştır. Çünkü onlar hakikati bilmeyen

bir kavimdir** (et-Tevbe: 6) kavli hakkında şöyle tefsir etmiştir: İnsan, yânî müşrik sana, senin söyleyeceğin şeyleri ve üzerine indirilen âyetleri dinlemek üzere gelirse o, gelip Allah'ın Kelâmını işitinceye ve işittikten sonra (kabul etmese de) geldiği yere, emîn olduğu yurduna ulaşıncaya kadar emindir (her türlü saldırıdan korunacaktır).

Yine Mucâhid şöyle dedi:

"en-Nebe'u'l-Azîm" (en-Nebe-: d, "Kur'ân^dır.

"O gün rûh ve melekler saf J hâlinde ayakta duracaklar. Rahmanın kendilerine izin verdiğinden başkaları konuşamazlar. Onlar da doğruyu söylemişlerdir9* (en-Nebe': 38):

Yânî, dünyâda hakk söylediği gibi âhirette de izin verilince doğruyu söyler ve onunla amel edilir [202].

 

41- Yüce Allah'ın: "... O Hâlde Kendiniz Bilip Dururken Allah'a Eşler Koşmayin" (El-Bakara: 22) Kavli Babı

 

Ve zikri ulu Allah'ın şu kavli:

"De ki: Gerçek siz mi o Arz'ı iki günde yaratana küfrediyor, Oyna ortaklar katıyorsunuz? O, Âlemlerin RabbVdir" (Fuuüet: 9); ve şu kavli: "Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir tann daha (katıp) tapmazlar... " (el-Furkaan: 68);

"And olsun ki, sana da, senden evvelkilere de şu vahyolunmuştur: Eğer ortak tanırsan, celâlim hakla için bütün amellerin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun. Hayır. İşte onun için ancak Allah'a kulluk et. Şükredenlerden ol" (ez-Zumer: 65-66).

İkrime: Onların çoğu Allah'a ortak kılıcılar olarak Allah'a îmân ettiler, dedi.

"And olsun ki, kendilerini kimin yarattığını onlara sorsan, elbette Allah derler. O hâlde nasıl olup da çevriliyorsunuz?" (ez-zuhrüf: 87);

"And olsun onlara: *O gökleri, ö Yer'i kim yarattı?' diye sorarsan, muhakkak 'Allah yarattı' diyecekler..." (ez-Zumer: 38).

İşte bu söz, onlann Allah'a îmânlarıdır. Hâlbuki kendileri Allah'tan başka şeylere ibâdet etmektedirler [203].

Ve kulların fiillerinin yaratılması ve kesbleri konusunda zikredilen şeyler babı.

Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır:

"O Allah ki, göklerin ve Yer'in mülkü O'nundur. O, hiçbir evlâd edinmemiştir. Mülkünde O'nun bir ortağı da yoktur. O, herşeyi yaratıp ona bir nizâm vermiş, onun mukadderatını ta*yîn etmiştir. (Böyle iken O'nu bırakıp da birtakım tanrılar edindiler ki, bunlar hiçbirşey yaratamazlar. BiVakis kendileri yaratılıp durmaktadırlar. Onlar nefisleri için bile ne bir zarar, ne de bir fâideye muktedir olamazlar. Öldürmeye, diriltmeye, ölenleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya ise hiç güçleri yetmez)" (el-Furkaan: 2-3)

Mucâhid şöyle dedi: Melekler ancak hakk ile, risâlet ve azâb ile inerler, demiştir: "Tâ ki, Allah, o sâdıklara sadâkatlerini sorsun..." (ei-Ahz£b:8y. Yânî, rasûllerden risâleti yerine getirici, teblîğ edici olan peygamberlere tebliğlerinden sorsun. "Çünkü onun için bizim yanımızda muhafızlar vardır" (el-Hıcr: 9).

"Sıdkı getiren ve onu tasdik edenlere gelince..."

(ez-zumer: 33) âyetinde "Sıdk", Kur'ârTdır; onu tasdik eden de mu'min'dir. O, kıyamet gününde: Bu bana verdiğin, benim de içindekilerle amel ettiğim Kitâb'dır, der [204].

 

146-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygam­berce: Allah indinde hangi günâh en büyüktür? diye sordum.

  "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a benzer bireş uydurmandır** buyurdu.

Ben:

  Hakîkaten bu elbette büyük günâhtır, dedim.

  Sonra hangi günâh (büyüktür)? diye sordum. Rasûlullah:

   "Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu

öldürmendir" buyurdu.

— Bundan sonra hangisidir? diye sordum. Rasûlullah:

  "Komşunun halîlesiyle zinâlaşmandır" buyurdu [205].

 

42- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Siz ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder diye düşünüp sakınmadınız* BiVakis Allah yapmakta olduklarınızın birçoğunu bilmez sandınız!" (Fussilet: 23).

 

147-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Beyt'in ya­nında Sakîf kabilesine mensûb iki kişi ile bir Kureyşli yâhud iki Ku-reyşli ile bir Sakîfli birleştiler. Bunlar karınlarının yağı çok, kalblerinin anlayışı az olan kimselerdi. Bunlardan biri diğerlerine:

— Allah'ın bizim söyleyeceğimiz herşeyi işitir olduğunu düşü­nür, zanneder misiniz? diye sordu.

Diğer biri:

— Eğer açıktan söylersek işitir, gizlersek işitmez, dedi. Diğeri de:

— Eğer açıktan söylediğimizde işitiyor idiyse, o takdîrde O giz­lediğimiz zaman da işitir, dedi.

Bunun üzerine Yüce Allah şu "Siz ne kulaklarınız, ne gözleri­niz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şâhidlik eder diye düşünüp sa­kınır mısınız?*." âyetini indirdi [206].

 

43- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Göklerde ve Yerfde kim varsa, hepsi O'ndan ister. O, her gün bir iştedir" (er-Rahmân: 29);

"İnsanların hesâbları yaklaştı. Böyle iken onlar hâlâ gaflet içindedirler, (bunu tefekkürden) yüz çeviriciler. Rabb Herinden kendilerine yeni bir ihtar gelmeyedursun, onlar bunu ille alay ederek ve kalbleri oyuna dalarak dinlemişlerdir..," (el-Enbiyâ: 1-3)*,

"... Bilmezsin, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir" (et-Taiâk: d; O'nun meydana çıkarıverdiği iş, mahlûkların meydana çıkardıkları işe benzemez.

Çünkü Yüce Allah'ın:

"O'nun benzeri gibi yoktur. O hakkıyle işiten, kemâliyle görendir" (eş-şûrâ: ıi) (kavli vardır) [207].

Abdullah ibn Mes'ûd (R), Peygamber(S)'den söyledi ki, O: "Şübhesiz Allah dileyeceği herhangibir işi meydana

çıkarır ve O'nun meydana çıkardığı işlerden birisi namazda kelâm etmemenizdir" buyurmuştur [208]

 

148-.......Ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Sizler kitâb ehli olan­lara onların kitâblarından nasıl suâl sorarsınız? Hâlbuki sizin yanı­nızda tahrîf ve tebdîlden hâlî ve kendisine başka birşey karışmamış olarak okumakta olduğunuz semavî kitâbların Allah'a zamanca en yakın bulunan Allah Kitabı vardır [209].

 

149-.......ez-Zuhrî*den (o şöyle demiştir): Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi ki, Abdullah ibnu Abbâs (R) şöyle demiştir:

— Ey müslümânlar topluluğu! Sizler kitâb ehli olanlardan her­hangi birşeyi nasıl sorarsınız? Hâlbuki Allah'ın, Peygamberiniz (S) üzerine indirmiş olduğu, Allah'a lâfız, nuzûl ve Allah'tan haberlerin hâlisi olarak en yenisi ve başka şeyle karışmamış olanı, sizin Kitâb'ı-nızdır. Hâlbuki Allah sizlere Kur'ân'ında ve Rasûlü'nün diliyle, Ki­tâb ehli olanların Allah'ın kitâblarını tebdil etmiş ve tağyîr edip başkalaştırmış olduklarını ve onların bu kitâblan kendi elleriyle ya­zıp, onlar sebebiyle az b\i bahâyı satın almaları için: "Bu Allah'ın kalındandır" dediklerini tahdîs edip bildirmiştir. Size gelmiş olan ilim, sizleri onlara sormaktan nehyetmiyor mu? Hayır vallahi, bizler on­lardan hiçbir kimsenin, Allah'ın sizlere indirmiş olduğu Kitâb'dan birşey soranım görmemişizdir! [210].

 

44- Yüce Allah'ın: "Onu Acele Etmen İçin Dilini Onunla Depretme" (Ei-Kıyâme: 16) Kavli Ve Peygamber(S)'İn Üzerine Vahy İndirilirkenki Fiili Babı

 

Ebû Hureyre söyledi ki, Peygamber (S):

"Yüce Allah: Kulum beni zikrettiği ve iki dudağını benim ismimle hareket ettirdiği zaman, ben kulumun berâberindeyimdir, buyurdu"demiştir [211].

 

150-.......Bize Ebû Avâne, Mûsâ ibn Ebî Âişe'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki, ibn Abbâs (R): Yüce Allah'ın "Onun­la dilini hareket ettirme" kavli hakkında şöyle demiştir:

— Peygamber (S) indirilen âyetlerin zabtı yüzünden güçlük çe­ker, bundan dolayı çok kerreler dudaklarını kımildatırdı.

Râvî Saîd ibn Cubeyr dedi ki: Bunu söylerken İbn Abbâs bana:

— tşte bak, Rasûlullah (S) dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiy­se, ben de sana öylece kımıldatıyorum, dedi.

Saîd ibn Cubeyr de: Ben de sana İbn Abbâs'ın dudaklarını nasıl kımıldatıyor idiyse, dudaklarımı Öylece kımıldatıyorum, dedi ve du­daklarını hareket ettirdi, dedi.

— Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah O'na "Onu acele et­men için dilini onunla depretme. Onu (göğsünde) toplamak, onu (di­linde akıtıp)  okutmak şübhesiz bize âiddir.   Öyleyse biz onu okuduğumuz vakit, sen onun kıraatine uy. Sonra onu açıklamak da hakikat bize âiddir** (ei-Kıyâme: 16-19) âyetlerini indirdi.

tbn Abbâs "Cemuhu"y\\: "Onu senin göğsünde toplamak bize âiddir. Sonra sen onu okursun. Biz onu Cibril'in diliyle okuduğu­muz vakit sen onun okuyuşuna tâbi' ol" demektir, dedi.

Yine İbn Abbâs: "Sen onu dinle ve sus. Sonra onu sana okut­mak da bize âiddir" buyurdu, dedi.

— İşte artık bundan sonra Cibril aleyhi's-selâm kendisine geldi­ği zaman susup onu dinler, Cibril gidince, getirmiş olduğu âyetleri nasıl okutmuşsa, Peygamber de öylece okurdu [212].

 

45- Yüce Allah'ın: 'Sözünüzü Gizli Tutun, İster Onu Açığa Vurun. Çünkü O, Sinelerin Özünü Bile Hakkıyle Bilendir. Yaratıp Duran Allah Mı Bilmeyecekmiş? O Latiftir, Her Şeyden Haberdârdır" (Ei-Mtuk: İ3-İ4) Kavli Babı [213]

 

"Yetehâfetûn": ("Aralarında gizli gizli konuşacaklar, on geceden fazla eğlenmediniz diye" (Tâhâ: 103))

"Aralarında gizli gizli konuşacaklar** manasınadır.

 

151-.......Bize Ebû Bişr, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs (R): "...Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da, ikisi arası bir yol tut" (ei-isrâ: no) kavli hakkında şöyle demiştir:

— Bu âyet indiği sırada Rasûlullah Mekke'de gizli yaşıyordu. Fakat sahâbîlerine namaz kıldırdığı zaman Kur'ân okurken sesini yük­seltiyordu. Müşrikler ise Kur'ân'ı duyunca hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de Kur'ân kendisine gelene küfrediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Peygamberi'ne: "Namazında kıraatini çok açıktan yapma! Sonra müşrikler işitirler de Kur'ân'a söverler. Kıraatini sa-hâbîlerinden pek de gizleme. Sonra onlara işittiremezsin. Bunun iki­si arası bir yol tercîh et!" buyurdu [214].

 

152-.......Bize Ebû Usâme, Hişâm'dan; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Âişe (R): Bu "Namazında pek bağırma, sesini o kadar kısma da, ikisi arası bir yol tut" (ei-lsrâ: no) âyeti, duâ hakkında indi, demiştir [215].

 

153-.......Bize İbnu Şihâb,Ebû Seleme'den haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

— "Kur'ân'Ia tegannîetmeyen (yânî Kur'ân okurken sesini gü-zelleştirmeyen) bizden değildir" buyurdu.

Ebû Hureyre'den başkası "Kur'ân'ı açıktan okur" fıkrasını zi­yâde etti [216].

 

46- Peygamberdin: "Bir Kimse Ki, Allah Ona Kur*Ân İlmi Vermiştir De, O Gece Saatlerinde Ve Gündüz Vakitlerinde Onunla Kaaim Olur. Bir Kimse De: Keski Şuna Verilen Kur'ân Ni'meti Gibi Bana Da Verilmiş Olsaydı, Ben De Onun Yapmakta Olduğu Gibi Yapaydım, Der" Kavli Babı [217]

 

Buhârî: Allah Taâlâ o kimsenin Kitâb'la kaaim olmasının onun fiili olduğunu beyân etti de şöyle buyurdu:

"O gökleri, o Yer'i yaratması, dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O'nun âyetlerindendir. Hakikat bunlarda âlimler için elbette ibretler vardır" (er-Rûm: 22).

Ve yine zikri ulu Allah:

"Ey îmân edenler, rükû' edin, sucûd edin. Rabblnize ibâdet edin, hayır işleyin. Tâ ki umduğunuza nail olasınız " (ei-Hacc: 77) buyurdu.

 

154-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Hasedleşmek ancak şu iki kimse hakkında olur:

a.  O kimseye hased (yânî gıbta) olunur ki, Allah ona Kur'ân (il­mi) vermiştir, o da gecenin saatlerinde, gündüzün (muayyen) zaman-larında Kur 'ân okur. Onu kıskanan kimse de: Keski şu adama verilen Kur'ân ni'meti gibi bana da verilmiş olsaydı ve onun yapmakta ol­duğu gibi ben amel etseydim, der.

b.  Şu kimseye de gıbta olunur ki, Allah ona da mal vermiştir, o da malım hakk yolda harcamaktadır. Onu kıskanan kimse de: Keski şuna verilen mal gibi bana da verilse idi de, ben de o malda onun yapmakta olduğu gibi hakk yolda harcama yapsaydım! der" [218].

 

155-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki, ez-Zuhrî, Sâlim'den; o da babası Abdullah ibn Umer(R)'den söyledi ki, Peygam­ber (S) şöyle buyurmuştur: "Hased ancak iki kimse hakkında caiz olur: Biri, Allah 'in kendisine Kur'ân (ilmi) verdiği; o da gece saatle­rinde ve gündüz zamanlarında Kur 'ân 'ı okur. Diğeri de, A Hah 'in ken­disine mal verdiği; o da gece saatlerinde ve gündüz saatlerinde o malı (hakk yolunda) harcar".

Râvî Alî ibn Abdillah: Ben Sufyân'dan bu hadîsi birçok kerre-ler işittim, fakat onun "Bize haber verdi" ta'bîrini zikrederken işit­medim, demiştir. Bununla beraber bu da onun sahîh hadîsindendir [219].

 

47- Yüce Allah'ın: "Ey Rasul, Rabb'inden Sana İndirileni Tebliğ Et. Eğer Yapmazsan Allah'ın Elçiliğini Tebliğ Etmiş Olmazsın..." (El-Mâide: 67) Kavli Babı [220]

 

Muhammed ibn Müslim ez-Zuhrî şöyle demiştir:

Azîz ve Celîl olan Allah tarafından risâlet, Rasûlullah (S) üzerine tebliğ etmek vazifesi, bizim üzerimize de teslim olmak yânı kabul etmek vazifesi vardır. Allah Taâlâ: "Tâ ki Rabb Herinin gönderdiklerini hakkıyle tebliğ

ettiklerini bilsinler..." (ei-cînn: 28) buyurdu. Yine Yüce Allah: "Ben size, Rabb'imln vahyettiklerini teblîğ ediyorum..." (ei-A-râf: 62,68) buyurdu.

Ka'b ibn Mâlik de Tebûk Seferfnde Peygamberce gitmekten geri kaldığı zaman:

"(De ki: Yapın!) Çünkü hareketinizi Allah da, Rasûlü de, müzminler de görecektir... '* (et-Tevbe: ıos) âyetini

söyledi.

Âişe (R) de: Bir kimsenin amelinin güzelliği senin hoşuna gittiği zaman (hemen övmeye gitme): "De ki; Yapınız! Çünkü hareketlerinizi Allah da, Rasûlü de, müzminler de görecektir... " <et-Tevbe: 105) âyetini söyledi

ve: Sakın seni hiçbir kimse "hafifliğe götürmesin' (er-Rûm: 6o> öğüdünü ilâve etti.

Ebû Ubeyde M a'm er ibn Müsennâ şöyle dedi: "Zâlike'l-Kitâbu*, "Haza'l-Kur'ânu( = Bu Kur'ân)"; "Hüden lit-muttakîn{ = Muttakîlere hidâyettir)", "Muttakîlere bir beyân ve delâlettir" ma'nâsınadır. Bu da Yüce Allah'ın şu kavli gibidir: "Zâtikum hÜkmu'llâhV* (el-Mumtehme: 10), "Hazâ hukmu'llâhi( = Bu, Allah'ın hükmüdür)" ma'nâsınadır (yânî "Zâlik", "Hazâ" ma'nâsınadır). "Lâ reybefîhî", "Lâ şekke fflıi" (= Onda hiçbir şübhe yoktur)" (ei-Bakara: i) ma'nâsınadır. "Tilke âyâtu'üâhi", yânî bunlar Kur'ân'm alemleri, nişanları demektir (yânî uzak için olan "Tilke" bu yerde yakın için kullanıldı). Şu âyet de kullanmakta bunun benzeridir:

"Hattâ izâ kuntum fVUfülki ve cereyne bihim " (Yûnus: 22), yânî buradaki "Bihim", "Bikum" yerine kullanılmıştır. Enes ibn Mâlik de şöyle demiştir: Peygamber (Ş) Enes'in dayısı Haram ibn Milhân'ı, kendi kavmi Amir oğulları'na elçi gönderdi. Haram onlara hitaben:

Sizler, Rasûlullah'ın elçiliğini teblîğ etmemde beni emîn bir kişi sayıyor, kabul ediyor musunuz? dedi. Onlar kendisini emîn kabû! edince, o da onlara Peygamber'den tahdîs edip söylemeğe başladı [221].

 

156-.......Bize Bekr ibnu Abdillah el-Muzenî ile Ziyâd ibnu Cubeyr ibn Hayye, Cubeyr ibnu Hayye'den tahdîs etti ki, el-Mugîre ibn Şu'be (R) -Kisrâ'nın âmili Bundâr'ın tercümanına-:

— Bize Peygamber'imiz, Rabb'imizin elçiliğinden olarak: "Biz­den cihâdda öldürülen cennete gider" buyurdu, demiştir [222].

 

157-.......Bize Sufyân es-Sevrî, İsmail'den; o da eş-Şa'bî*den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R): Sana her kim "Muhammed birşeyi gizledi'* diye tahdîs ederse..., demiştir.

Ve bize Muhammed (ibn Yûsuf veya başkası) şöyle dedi: Bana Ebû Âmir el-Akadî tahdîs etti. Bize Şu'be, Ismâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da eş-Şa*bî*den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle de­miştir:

— Her kim sana "Peygamber (S) vahyden herhangi birşey gizledi" diye tahdîs edip söylerse, sen onu tasdîk etme. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber, RabbHnden sana indirileni teblîğ et. Eğer yapmazsan, Allah*ın elçiliğim teblîğ etmiş olmazsın* (el-Mâide: 67) [223].

  Yâ Rasülallah! Yüce Allah katında günâhın hangisi en bü­yüktür? diye sordu.

Rasûlullah (S):

  "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a bir ortak uydurup dua etmendir" buyurdu.

O zât:

—Sonra hangi (günâh en büyüktür)? diye sordu. Rasûlullah:

   "Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu.

O kimse:

— Bundan sonra hangisi? dedi. Rasûlullah:

  "Komşunun halîlesi olan zevcesiyle zina edişmendir" buyurdu.

Râvî dedi ki: Yüce Allah bunların tasdîki olan şu âyetleri indir­di : * 'Onlar ki A ilah *ın yanına başka bir tanrı daha katıp tapmazlar. Allah 'in haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa, cezaya çarpar. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakir ebedî bırakılır" (d-Furkaan: 68-69) [224].

 

48-Yüce Allah’ın "... Eğer Doğru Söyleyiciler İseniz, Tevrat'ı Getirin De Onu Okuyun" (Âlu Tmrân: 93)  [225] Kavli İle Peygamber(S)'İn Şu Kavli Babı:

 

"Tevrat ehline Tevrat verildi de onunla amel ettiler. încîl ehline de Incîl verildi, onlar da İncil'le amel ettiler. Size de Kur'ân verildi, sizler de onunla amel edipçalıştınız" [226].

Ebû Razîn (tabiî âlimi Mes'ûd ibn Mâlik), Yüce Allah'ın "Yetlunehû hakka tilâveühî{ = Onu hakkıyle tilâvet ederler)" (ei-Bakara: i2i) kavli hakkında:

"Ona tâbi' olurlar ve onunla hakkıyle amel ederler" demiştir.

"Sana indirdiğimiz o Kitâb karşılarında tilâvet edilip duruyor" (ciAnkebût: sn'deki "Yutlâ", "Yukrau" ma'nâsınadır, deniliyor.

"Hüsnü't-tilâvet" Kur*ân-ı Kerîm'i güzel okumadır. i4Lâ yemessehû illeH-mutahharûn{ = Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez)" (ei-vakıa: 79)

kavlindeki "Lâ yemessuhû( = Ona dokunamaz)", "Onun tadını ve yararını ancak Kur'ân'a îmân eden kimse bulur, onu hakkıyle kesin îmân edenden başkası taşımaz" demektir. Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır:

"Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşıyamayanların hâli, koca kitâblar taşıyan eşeğin hâli gibidir. Allah hn âyetlerini yalan sayan kavmin vasfı ne kötüdür. Allah zâlimler güruhunu muvaffak etmez" (el-Cumua: 5).

Peygamber (S) İslâm'a ve îmâna (bir rivayette namaza) "Amel" ismini verdi.

Ebû Hu rey re şöyle dedi:

Peygamber (S) BilâPe: "İslâm içinde işlediğin en umutlu amelini bana haber ver" dedi. Bilâl: Benim indimde, her temizlendiğimde muhakkak namaz kılmamdan daha umutlu bir amel işlemiş değilim, dedi [227].

Peygamberce: Hangi amel en faziletlidir? diye soruldu. Peygamber (S): "Allah'a ve Rasûlü'ne îmân etmek, bundan sonra cihâd etmek, sonra kabul edilmiş hacc'dır" buyurdu [228].

 

159-.......Bize Salim, İbn Umer(R)'den şöyle haber verdi: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Sizden evvel geçen ümmetlere nis-betle sizin (dünyâdaki) bekaa müddetiniz (bütün güne nisbetle) ikindi namazından güneşin batmasına kadar olan müddet gibidir. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar Tevrat'la gündüzün yarısına kadar çalış­tılar. Sonra çalışmaktan âciz oldular. Fakat kendilerine yine birer kırat birer kırat (olarak gündelik) ücret verildi. Sonra tncîl ehline de tncît verildi. Onlar da ikindi namazı kılmıncaya kadar încîl ile amel edip çalıştılar. Sonra onlar da çalışmaktan âciz oldular. Onlara da birer kırat birer kırat (olan gündelik ücret) verildi. Sonra size Kur'ân ve­rildi. Sizler de onunla güneş batıncaya kadar çalıştınız. Sizlere de ikişer kırat ikişer kırat (olarak gündelik ücret) verildi. Bunun üzerine Tev­rat ehli ile încîl ehli olanlar;

  Bunların amelleri bizden daha az, ücretleri daha çoktur, dediler.

Allah Ta âlâ;

— Ben sizin hakkınızdan birşeyi eksik verip size zulmettim mi? diye sordu.

Onlar:

— Hayır (bir haksızlık etmedin), dediler. Allah;

— İşte bu benim fadtımdır ki, ben onu dileyeceğim kimselere ve­ririm ! buyurdu " [229].

 

49- Bâb: Peygamber (S) Namaza "Amel" İsmini Verdi Ve: "(Namazda) Fâtihatu'l-Kitâb'ı Okumayanın Namazı Yoktur'1 Buyurmuştur [230].

 

160-.......Bize Abbâd ibnu'I-Avvâm, eş-Şeybânî'den; o da el-Velîd ibnu'l-Ayzâr'dan; o da Ebû Amr eş-Şeybânfden; o da îbnu Mes'-ûd(R)'dan şöyle haber verdi: Bir adam Peygamberce:

— Amellerin en faziletlisi hangisidir? diye sordu. Peygamber (S):

  "Vakti içinde kılınan namazdır ve ana-babaya itaattir. Son­ra Allah yolunda cihâd etmektir'1 buyurdu [231].

 

50- Yüce Allah'ın: "Hakikat İnsan Hırsına Düşkün Yaratılmıştır» Kendisine Şen Dokundu Mu Feryadı Basandır. Ona Hayır Dokununca Da Çok Cimridir" (Ei-Meânc: 19-21) Kavli Babı [232]

 

"Helûan", "Dacûran( = Çok bunalan)" ma'nâsınadır.

 

161-.......Bize Amr ibnu Tağlib (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber(S)'e bir mal geldi de ondan birtakım kimselere verdi de, di­ğer bâzılarına vermedi. Sonra haber aldı ki, atıyyesiz bıraktığı kimseler kendisine serzeniş etmişler. Bunun üzerine Rasûlullah (bir hutbe ya­pıp) şöyle buyurdu: "Ben bir kimseye atıyye veriyor, bir kimseye de atıyye vermiyorum. Atıyye vermeyip terketmekte olduğum kimse bana atıyye vermekte olduğum kimseden daha sevimlidir. Ben birtakım kim­selere kalblerinde sabırsızlık ile hırs ve tama* olduğu için kendilerine mal veririm. Bâzı kimseleri de Allah Taâlâ'nm, kalblerinde yarattığı gönül zenginliği ve cibilli hayra havale ederim (de mal vermem). Amr ibn Tağlib de bunlardan biridir" [233].

Râvî Amr ibn Tağlib: Rasûlullah'ın bu (taltîfkârâne) sözüne bedel benim kırmızı develerim olmasını arzu etmem, demiştir [234].

 

51- Peygamber(S)'İ Ve Onun (Cibril'in Aracılığı Olmaksızın) Rabb'inden Rivayet Etmesini Zikretme Babı [235]

 

162-.......Bize Şu'be, Katâde'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) Rabb'inden şöyle rivayet ediyordu: Rabb'i şöyle buyurmuştur: "Kul bana bir karış yaklaştığı zaman, ben de ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaştığı zaman, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O banayürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım ".

 

163- Bize Müsedded Yahya ibn Saîd el-Kattân'dan; o da et-Teymî'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R), Peygamber(S)'i zikretti de şöyle buyurdu, dedi: "(Yüce Allah şöyle buyurdu:) Kul bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir ar­şın yaklaşırım. Kul bana bir arşın yaklaştığı zaman ben ona bir kulaç yaklaşırım" [236].

Mu'temir şöyle dedi: Ben babam Süleyman et-Teymî*den işit­tim. O da: Ben Enes'ten işittim ki, Peygamber (S), Azîz ve Celîl olan Rabb'inden rivayet ediyordu.

 

164-.......Bize Muhammed ibn Ziyâd tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre(R)*den işittim, o da Peygamber'den ki, Peygamber (S) Rabb'inizden şöyle rivayet ediyordu: "Rabb'iniz şöyle buyurdu: "(Ma' siy etler den) herbir amel için (onun örtülmesi ve mağfiret edil­mesini gerektiren) bir keffâret vardır. Oruç doğrudan doğruya be­nim için yapılan bir ibâdettir (onunla benden başkasına ibâdet edilmez). Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Yemîn ede­rim ki, oruçlu kimsenin ağız kokusu Allah katında misk kokusun­dan daha temizdir"[237].

 

165-.......BizeYezîdibnuZuray', Saîd ibn Arûbe'den; oda Katâde*den; o da Ebû*l-Âliye'den; o da Ibn Abbâs(R)'tan; o da Pey-gamber'den olmak üzere tahdîs etti ki, Peygamber (S), Rabb'inden rivayet etmekte olduğu hadîsinde: "Hiçbir kul için: Ben muhakkak Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım, demek muvafık olmaz*' buyurmuş ve Yûnus'u, babası Mettâ'ya nisbet etmiştir [238].

 

166-.......Bize Şu'be, Muâviye ibn Kurre'den tahdîs etti ki, Ab­dullah ibn Mugaffel el-Muzenî (R) şöyle demiştir: Ben fetih günü Ra-sûlullah(S)'ı dişi devesi üzerinde el-Fetih Sûresi'ni yâhud el-Fetih Sûresi'nden okurken gördüm.

Râvî Abdullah ibn Mugaffel: Rasûluİlah bu okuyuşunda tercT yapıyordu, yânî sesini işittirecek şekilde yükseltiyor, dalgalandırıyordu, demiştir.

Şube dedi ki: Sonra Muâviye ibn Kurre, İbn Mugaffel'in oku­yuşunu hikâye ederek okudu ve:

— Eğer insanların üzerinize toplanmaları düşüncesi olmasaydı, Abdullah ibn Mugaffel'in Rasûlullah'ın okuyuşunu hikâye ederken sesini yükselttiği gibi ben de muhakkak tercî' yaparak, sesimi yük­seltirdim, dedi.

Şu'be: Ben Muâviye ibn Kurre'ye:

— Onun tercî' yapması nasıl olurdu? diye sordum. O: Üç kerre:

— ÂÂÂ, dedi [239].

 

52- Tevrat'ın Ve Diğer Allah Kitâblarının Arapça'ya Vediğer Dillere Tefsir Edilmesinin Caiz Olması Babı

 

Çünkü Yüce Allah'ın:

"De ki: Eğer doğru söyleyidler iseniz, Tevrat'i getirin de onu okuyun " (Aiu imrân: 93) kavli vardır [240].

İbn Abbâs da şöyle dedi:

Bana Ebû Sufyân İbnu Harb haber verdi ki, Bizans Kayseri Hırakliyus kendi tercümanını çağırmış, sonra Peygamber(S)'in mektubunu istemiş ve onu okutmuştur. İçinde şu varmış: ' 'Bismillâhi 'r-rahmâni >-rahim.

Allah'ın Kulu ve Rasûlü Muhammed'den Hırakliyus'a: Ey kitûb ehli hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve

âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbirşeyi eş tutmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabb Her tanımayalım. Eğer yüz çevirirlerse: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız! deyin"  (ÂJu İmrân: 64) [241]

 

167-.......Bize Alî ibnu*l-Mubârek, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû SelemeMen haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir; Ehli Kitâb (olan Yahudiler) Tevrat'ı tbrânîce (metni) ile okurlar ve onu müslüm^nlara Arab Dili'yle tefsîr ederlerdi. Rasûlullah (S) bu hu­susta mü si tim ânlar a:

— "Sizler kitâb ehlini tasdik de etmeyin, tekztb de etmeyin. An­cak şunu söyleyin: Deyin ki: Biz Allah % bize indirilene, İbrahim 'e, İstnM % İshâk % Ya 'kûb 'a ve torunlarına indirilenlere; Mûsâ 'ya, îsâ '-ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rabb Heri katından verilenlere îmân ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz. Biz Allah'a testim olmuş müslümânlarız1* (ei-Bak ara: 13 6) [242].

 

168-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygambere Yahûdîler'den birbiriyle zina etmiş bir erkekle bir kadın getirildi. Pey­gamber (S) Yahûdîler'e:

  "Sizler zina edenlere ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar:

— Bizler onların yüzlerini kömür sürüp karartıyor ve onları (bir merkeb üzerine ters olarak bindirip sokaklarda dolaştırmak suretiy­le) hakaaret ediyoruz, dediler.

Peygamber:

   "Eğer doğru söyleyiciler iseniz,  Tevrat'ı getirin de onu okuyun" (Âiu imrân: 93) kavlini söyledi.

Yahudiler Tevrat'ı getirdiler ve kendisinden razı bulunduktan bir adama (ki o, Abdullah ibn Sûriyâ el-A'ver el-Yahûdî'dir):

— Yâ A'ver, oku! dediler.

O da Tevrat'tan recm âyetine kadar okudu da oranın üstüne eli­ni koydu.

(Abdullah ibn Selâm ona:)

— Elini onun üstünden kaldır! dedi.

O da elini kaldırdı. Bir de baktık ki, orada recm âyeti parlayıp durmaktadır. Bunun üzerine Abdullah ibn Selâm:

— Yâ Muhammed, şübhesiz bunlar üzerine taşlamak cezası var­dır. Lâkin bizler recm âyetini aramızda gizliyorduk, dedi.

Akabinde Peygamber zina edenlerin taşlanmalarını emretti. İbn Umer: Ben onların taşlanmalarını gördüm, erkek, kadım taş­lardan korumak için üzerine meylediyordu, demiştir [243].

 

53- Peygamber(S)'İn: 'Kur'ân'ı güzel okumakta maharetli olan, el-kirâmu'l-berere («ı-Abese: ıs> ile beraberdir" Ve "Kur'ân't seslerinizle zînetlendiriniz" Kavilleri Babı [244]

 

169-.......Bana İbnu Ebî Hazım, Yezîd ibn Abdillah'tan; o da Muhmmed ibn İbrahim'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, o da Peygamber(S)'den şöyle buyururken işitmiştir: "Allah Taâlâ hiç-birşeyi, bir peygamberin Kur'ân 'ı açıktan, güzel sesiyle okumasını din­lediği kadar dinlemedi" [245].

 

170-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ibn Vakkaas ve Ubeydullah ibnu Ab-dillah, iftira ehlinin Âişe aleyhine söylediklerini söyledikleri zaman­ki hadîsini haber verdiler. Bunlardan herbiri hadîsten bir parçayı bana tahdîs ettiler. Bu hadîsin sonunda Âişe (R) şöyle demiştir:

— Ben Ya'kûb'un sözünü söyledikten sonra yatağımın üzerine yan yattım. Ben o zaman kendimin berî* olduğumu ve Allah'ın da benim berî' olduğumu ortaya çıkaracağını bilmekte idim. Fakat ben Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın benim işim hakkında tilâvet edile­cek bir vahy indireceğini zannetmiyordum. Ve elbette benim şanım, benim nefsim de bana âid bir mes'elede Allah'ın Kur'ân'la tilâvet olu­nacak bir kelâm söylemesinden çok hakîr idi. Ve Azîz ve Celîl Allah: ' *O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. BiVakis o, sizin için bir hayırdır... " (en-Nün 11-21) on âyetin tamâmını indirdi [246].

 

171-.......Bize Mıs'ar, Adiyy ibn Sâbit'ten, zannederim o da el-Berâ(R)*dan tahdîs etti ki, o: Ben Peygamber(S)'den yatsı namâzı(nın bir rek'ati)*nda "Ve*t-tîni ve'z-zeytûni" Sûresi'ni okurken işittim, on­dan güzel sesli yâhud ondan güzel kirâatli hiçbir kimseyi dinlemiş de­ğilim, demiştir [247].

 

172-.......tbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mek­ke'de iken (İslâm'ın evvelinde) gizlenerek yaşardı. Namaz kıldırırken sesini yükseltirdi. Müşrikler Kur'ân işittikleri zaman hem Kur'ân'a, hem onu getirene söverlerdi. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah, kendi Peygamber'ine: "Namazında pek bağırma, sesini o kadar tas­ma da. İkisi arası bir yol tut" (el-Isrâ: 110) buyurdu  [248].

 

173-.......Abdurrahmân ibn Ebî Sa'saa el-Ensârî el-Mâzinî, oğ­lu Abdullah'a şöyle haber vermiştir: Ebû Saîd el-Hudrî (R) kendisine:

— Seni görüyorum ki, sen koyun beslemeyi ve bâdiyede oturma­yı seviyorsun. Davarların başında yâhud bâdiyende iken namaz için ezan okuyacak olduğun vakit yüksek sesle nida et. Çünkü müezzin se­sinin yetiştiği yere kadar ins, cinn, hattâ hiçbirşey yoktur ki, ezam duy­muş olsun da kıyamet gününde müezzin için güzel şehâdette bulunma­sın, demiştir.

Ebû Saîd: Ben bu hadîsi Rasûlullah(S)'tan işittim, demiştir [249]

 

174-.......Âişe (R): Ben hayızh iken Peygamber (S), başı benim kucağımda olduğu hâlde Kur'ân okur idi, demiştir [250].

 

54- Yüce Allah'ın: “ Artık Kur'ân 'dan kolay geleni okuyun " (el-Muzzemmil: 20) Kavli Babı [251]

 

175-.......ibn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve tahdîs etti. Ona da Misver ibn Mahrame ile Abdurrahmân ibnu Abd el-Kaarî tahdîs etmişlerdir. Bu ikisi de Umer ibnu*l-Hattâb(R)*dan şöyle derken zşit-mişlerdir: Ben Rasûlullah'ın hayâtında bir kerre Hişâm ibn Hakîm'i namazda el-Furkaan Sûresİ'ni okurken işittim. Onun kıraatini dinle­dim. Hişâm, Rasûlullah'ın bana okutup Öğretmediği birçok Arab lü­gati şîvesiyle okuyordu. Az kaldı namazı bozacaktım. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle sabrettim. Ve selâm verir vermez hemen ri-dâsının yakasına sarılıp çektim ve:

— Bu sûreyi, okuduğunu işittiğim şekilde sana kim okuttu? diye sordum.

Oda:

 Bunu bana Rasûlullah (S) okuttu! diye cevâb verdi. Ben derhâl:

— Yalan söyledin! Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin oku­duğun lügatten başka bir lehçe ile okutup öğretti, dedim.

Ve onu sürükleyerek Rasûlullah'ın huzuruna götürdüm ve:

  Yâ Rasûlallah! Ben bu adamın el-Furkaan Sûresİ'ni, Sen'in bana Öğrettiğin lügatten başka lügatlerle okuduğunu işittim! diye şi­kâyet ettim.

Rasûlullah:

  "Yâ Umer, hele onun yakasını bırak!'* buyurdu. Ve Hişâm'a:

  "Yâ Hişâm, oku bakayım!" diye emretti.

O da Rasûlullah'a karşı, benim kendisinden işittiğim okuyuşla okudu.

Rasûlullah bunun üzerine:

  "Bu sûre böyle indirildi!" dedi. Sonra bana:

  "Yâ Umer, sen de oku bakayım!" buyurdu.

Ben de, Kendisinin bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Rasûlullah bana da:

  "Bu sûre böyle indirildi!" diye, okuyuşumu doğru buldu ve:

  "Şübhesiz bu Kur'ân yedi lügat üzerine indirilmiştir. Bunlar­dan kolayınıza gelen lügati okuyunuz!*' buyurdu [252].

 

55- Yüce Allah'ın: "And olsun ki, biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O hâlde düşünen var mı?"

(el-Kamer: 17, 22, 32, 40) Kavli Babı [253]

 

Ve Peygamber (S): "Herkes ve herşey niçin yaratıldıysa, ona kolaylaştırılıp hazırlanmıştır" buyurdu. "Muyesserun " "Muheyyeun( = Hazırlanmıştır)" denilir.

Müfessir Mucâhid: Biz Kur'ân'ı şenin lisânınla kolaylaştırdık, yânı onun okunmasını sana hazırladık, demiştir.

Matar el-Verrâk ibn Tahmân el-Horâsânî de:

"And olsun ki, biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır.

O hâlde bir düşünen var mı?" âyetini söyledi de:

"Bir ilim talibi, bir ilim arayan var mı ki, o bunun üzerine yardım olunsun" demektir, dedi [254].

 

176-.......Bana Mutarnf ibnu Abdillah tahdîs etti ki, îırırân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Ben:

— Yâ Rasûlallah! (Cennetlik, cehennemlik ezelde belli olunca) ça­lışanlar neye çalışıyorlar? diye sordum.

Rasûlullah (S):

  "Herkes niçin yaratıldıysa, ona kolaylaştırılıp hazırlanmıştır" buyurdu [255].

 

177-.......Bize Şu'be, Mansûr'dan ve el-A'meş'ten tahdîs etti.

O ikisi de Sa'd ibnu Ubeyde'den; o da Ebû Abdirrahmân'dan; o da Alî ibn Ebî Tâlib(R)'den işitmişlerdir ki, Peygamber (S) bir cenazede bulundu. Orada eline bir deynek aldı da (düşünceli bir hâlde başını eğerek) onunla yere dürtüp vurmaya başladı. Ve:

  "Sizden hiçbir kimse müstesna olmamak üzere muhakkak cen­netteki yeri de, cehennemdeki oturacağı yeri de takdir edilip yazılmış­tır!" buyurdu.

Sahâbîler:

— Öyleyse (ameli terkedip) bu takdîr ve yazıya dayanamaz mı­yız? dediler.

Peygamber:

  "Sizler çalışınız! Çünkü herkes yaratılmış olduğu şeye kolay­laştırılıp hazırlanmıştır!'* buyurdu ve şu âyetleri okudu:

"Bundan sonra kim verir ve sakınırsa ve o en güzeli de tasdik eder­se, biz de onu en kolaya hazırlarız. Amma kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa, biz de ona o en güç otom " (el-Leyt: 5-10) [256].

 

56- Yüce Allah'ın: "Daha doğrusu o Kitâb, çok şerefli bir Kur'ân*dır ki, Mahfuz bir levhadadır91 (d-Burûc: 21-22); "And olsun Tûr'a, neşredilmiş kâğıdlar içinde yazılı Kitâb'a..." («Tür: t-3) Kavilleri Babı

 

Katâde şöyle dedi:

"Mestûrin = Satır satır yazılmış", yânî "Melekler onu satır satır dizerler, yazarlar" demektir.

"Ft ÜmmVl-Kitâb" - Şübhesiz o nezdimizdeki Ana Kitâb'dadır (sabittir)..." (ez-zuhrüf: 4): Kitâb'ın cümlesi içinde, yânî aslı içinde sabittir, demektir.

"(Hatırla ki, insanın hem sağında hem solunda oturan, onun amellerini tesbît etmekte olan iki de melek vardır.)

O, bir söz etmeyedursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır" (Kaaf: 17-ıs); yânî, o herhangi birşey konuşursa, muhakkak o konuştuğu kelime, üzerine yazılır.

İbn Abbâs da şöyle demiştir:

"O bir söz atmayadursun..." kavli hakkında: Hayır ve şerr onun üzerine yazılır, ma'nâsınadır, "Yuharrifûne{ = Onu tahrîf ederler)" (en-Nisâ: 45, el-Mâide: 14, 41),

"İzâle ederler" demektir. Hâlbuki

Azîz ve Cetil Allah'ın kitâblarından bir kitabın lafzını giderebilecek hiçbir kimse yoktur. Fakat onlar "Kitâb 'ı tahrîf ederler", yânî onu te'vîlinden başka olan te'vîl ile te'vîl ederler, demektir [257].

"... Ve in kunnâ an dirâsetihim le gaf iline = Bizden evvel

kitâb yalnız iki taifeye indirildi, biz ise onların okuduklarından kesin olarak gafillerdik dememeniz için" (ei-En'âm: ıs6)*. Buradaki

"Dirâsetihim", "Onların okumaları" ma'nâsınadır.

"Onu sizin için bir Öğüt ve ibret yapalım, onu belleyen kulaklar da bellesin diye" (ei-mkkaa: 12) âyetindeki "Vâiye", "Hafıza" yânî "Ezberleyici , onu belleyip

muhafaza edici kulaklar** ma'nâsınadır. "... Şu Kur'ân bana, sizi de sizden sonra erişenleri de inzâr etmekliğim için vahyolundu..." (ei-En'âm: 19).

Yânî "Bu Kur'ân bana hem siz Mekke ehlini, hem de sizden sonra Kur'ân kendilerine ulaşacak herkesi inzâr etmekliğim için vahyolundu". Demek ki, Peygamber kıyamete kadar gelecek herkes için bir nezîr olmuştur.

(Buhârî şöyle dedi:)

Bana Halîfe ibn Hayyât (müzâkere yoluyla) şöyle dedi:

Bize Mu'temir tahdîs etti. Ben babam Süleyman ibn Tarhanadan işittim; o da Katâde'den; o da Ebû Râfi'den; o da Ebû Hureyre(R)'den. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah Taâİâ mahlûkları hükmedip tamamladığı zaman» yanında bulunan bir kitâb yazdı da, onda: Rahmetim gadabıma galebe etti -yâhud: Rahmetim gadabımın önüne geçti hükmünü yazdı. O kitâb, Arş'ın üstünde, Allah'ın yanındadır" [258].

 

178-.......Bize Mu'temir tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Sü­leyman ibn Tarhân'dan işittim, şöyle diyordu: Bize Katâde tahdîs et­ti; ona da Ebû Rafı' tahdîs etmiştir. Ebû Rafı' de Ebû Hureyre(R)*den işitmiştir: Ebû Hureyre şöyle diyordu: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Muhakkak ki, Yüce Allah mahlûktan yaratma­dan önce bir kitâb yazmış (ve onda): Benim rahmetim gadabımın önüne geçmiştir! diye yazmıştır. O kitâb, Arş Un üstünde Yüce Allah'ın ya­nında yazılmış bir kitâbdır"' [259],

 

57- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

 

"Hâlbuki sizi de, yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır" (es-Sâffât: 96) [260];

"Şübhesiz ki, biz herşeyi bir takdir ile yarattık" (el-Kamer: 49).

Suret yapıcı musavvirlere: Yaptığınız suretlere hayât verin! denilir.

"Şübhesiz ki, RabbHniz gökleri ve Yer*i altı günde yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde hükümrân olan Allah'tır.

Kendisini durmayıp kovalayan gündüze, geceyi O bürüyüp örter. Güneş'i, Ay\ yıldızları -hepsi de emrine ram olarak- yaratan O. Haberin olsun ki, yaratmak da, emretmek de O'na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan

Allah'ın sânı ne kadar yücedir" (el-A'râf: 54).

Sufyân ibn Uyeyne şöyle dedi: Allah, aYaratma"nın

"Emr"den ayrı olduğunu beyân etti. Yânî geçen "Yaratmak da, emr de O'na mahsûstur" kavliyle bunların arasını ayırdı [261].

Peygamber (S) de îmâna "Amel" ismi verdi.

Ebû Zerr ile Ebû Hureyre şöyle dediler: Peygamberce:

Amellerin hangisi en faziletlidir? diye soruldu.

Peygamber (S):

"Allah'a îmân ve Allah yolunda cihâd etmektir" buyurdu [262].

Yüce Allah da: "Artık onlar için yapmakta olduklarına bir mükâfat Olarak... " (es-Secde: 17, el-Ahkaaf: 14, el-Vâkıa: 24) buyurmuştur [263].

Abdu'1-Kays hey'eti de Peygambere: Bizlere (tafsîlden müstağni kılacak) Özetlenmiş külli işlerden birtakım şeyler emret de bizler onları yaptığımızda cennete girelim, dediler.

Peygamber de onlara:

îmân etmeyi, Allah'ın varlığı ve birliğine şehâdet etmeyi, farz namazları kılmayı, farz zekâtı vermeyi emretti de bunların hepsini amel kıldı [264].

 

179-.......Bize Eyyûb, Ebû Kjlâbe'den ve el-Kaasım et-Teymî'den tahdîs etti ki, Zehdem şöyle demiştir: Bu Cerm kabilesi ile Eş'arîler arasında bir sevgi ve bir kardeşlik vardı. Cerm kabilesinden olan biz­ler Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin yanında bulunuyorduk, O sırada ona için­de tavuk eti olan bir yemek yaklaştırıldı. Ebû Musa'nın yanında Teymullah oğulları'ndan, Arab'dan başka milletlerden gibi olan bir zât vardı. Ebû Mûsâ onu yemeğe çağırdı. O da:

— Ben tavuğu bir kerre tiksindiğim pis bir şeyi yerken gördüm de, onun etini yememeğe yemin ettim, dedi.

Ebû Mûsâ ona şöyle dedi:

— Gel de ben sana bu konuda bir hadîs tahdîs edeyim: Ben Eş'a-rîler'den bir topluluk içinde Peygamberin yanma gitmiş, kendisinden bizlere cihâda gitmek üzere binek ve yük taşıma hayvanları vermesini istiyorduk. Peygamber: "Vallahi ben sizleri develereyükleyemem, be­nim yanımda sizleri yükleyeceğim develer yoktur" diye yemîn etti. Bu arada Peygamber'e bir mikdâr ganimet develeri getirildi. Bunun üze­rine Peygamber bizleri sorup: "O Eş'arîler topluluğu nerede?" dedi. Bizlere hörgüçleri beyaz birkaç tane deve verilmesini emretti. Bundan sonra gittik ve kendi aramızda: Biz ne yaptık? RasûluIIah bizleri de­velere yüklemeyeceğine ve yanında bizi yükleyecek develer olmadığı­na yemin etti, sonra da bizleri develere yükledi. Bizler Rasûlullah*a yeminini unutturduk. Vallahi biz ebeden felah bulmayız! dedik. Ve aka­binde Rasûlullah'ın yanma döndük de O'na bu yeminini söyledik. Bu­nun üzerine O: "Sizleri develere yükleyen ben değilim. Lâkin sizleri Allah yüklemiştir. Bir de ben vallahi tirşeye yemîn eder de sonra ye-mîn ettiğim şeyin zıddını daha hayırlı görürsem, muhakkak o hayırlı olan işi yaparım da yeminimden keffâretle çıkarım" buyurdu  [265].

 

180-.......Bize Ebû Cemre Nasr ibn îmrân ed-Dube'îtahdîs et­ti. Ben îbn Abbâs'a (Abdu'1-Kays hey'eti kıssasını) sordum, o da şöy­le dedi, demiştir: Abdu'1-Kays hey'eti Rasûlullah'ın huzuruna geldiler ve:

— Yâ Rasûlallah! Sen'inle bizim aramızda şu Mudar kabilelerin­den olan müşrikler vardır. Bizler Sana ancak haram aylar içinde ula­şabiliyoruz. O hâlde Sen bizlere öyle kestirme birtakım işler emret de bizler onları işleyip yapmakla cennete girelim ve arkamızda ka­lanlarımızı da bu işleri yapmaya da'vet edelim! dediler.

Rasûlullah (S) onları şöyle buyurdu:

  "Ben sizlere dört şeyi işlemeyi emrediyor ve dört şeyi de işle­meyi nehyediyorum: Ben sizlere Allah'a îmân etmeyi emrediyorum: Sizler Allah'a îmân etmek nedir, bilir misiniz? Allah'tan başka ilâh olmadığına (ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna) şehâdet et­mek; namazı devamlı kılmak; zekâtı vermek; (ramazân orucunu tutmak), ganimetten beşte birini vermektir. Ben sizleri dört şeyden de nehyediyorum: Dubba ve nakîr denilen kaplarda, ziftlenmiş kaplarda ve hanîeme denilen kapta (hurma yâhud üzüm şırası) içmeyiniz [266]

 

181-.......Bize el-Leys, Nâfî'den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyur­muştur: "Şu suretlerin sâhibleri kıyamet gününde azâb olunacaklar ve kendilerine: Haydi, yaptığınız suretlere can veriniz! denilecektir" [267]

 

182-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki, şu suretlerin sâhibleri kıyamet gününde azâb olunacaklar ve kendilerine: Haydin, uydurup düzdüğünüz bu suretlere can veriniz! denilecektir" [268].

 

183-.......Bize Muhammed ibn Fudayl, Umâre'den; o da Ebû ZurVdan tahdîs etti ki, o da Ebû Hureyre'den işitmİştir. Ebû Hu-reyre (R) de: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu, de­miştir: "Azız ve Ceiîi olan Allah: Benim yarattığım gibi yaratmaya kasdedip savaşan kimseden daha zâlim kim vardır? Haydi onlar bir zerre yaratsınlar yâhud (lezzeti ve gıda Özelliği yerinde) bir tanecik yâhud bir tek arpa dânesi yaratsınlar! buyurur" [269].

 

58- Fâcir Ve Münafık Kişilerin Kur'ân Okumaları (Hâlini Beyân) Babı [270]

 

Onların sesleri ve tilâvetleri, kendi boğazlarından öteye geçmez.

 

184-.......Bize Enes ibn Mâlik, Ebû Mûsâ eI-Eş'ârî(R)'den tah­dîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'ı okumakta olan mü'min kişinin meseli portakal meyvesi gibidir ki, onun tadı güzel, kokusu da güzeldir. Kur'ân 'ı okumayan mü'minin benzeri hurma gi­bidir ki, onun tadı güzeldir, fakat kokusu yoktur. Kur'ân'ı okumak­ta olan fâcir kişinin benzeri ise reyhâne otunun meseli gibidir ki, onun kokusu güzel, tadı acıdır. Kur'ân'ı okumayan fâcir kişinin meseli de tadı acı ve güzel kokusu olmayan Ebû Cehil karpuzunun meseli gibidir" [271].

 

185-.......tbn Şihâb (şöyle demiştir): Bana Yahya ibnu Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, o, babası Urve ibnu1 z-Zubeyr*den şöyle derken işitmiştir: Âişe (R) şöyle dedi: Birtakım insanlar Pcygamber(S)*e kâhinlerden sordular. Bunun üzerine O:

— "Kâhinler (yânî onların sözleri) hiçbirşey değildirler!" buyurdu.

Bu sefer soranlar:

— Yâ Rasûlallah! Kâhinler bazen birşey söylüyorlar da bu söyle­dikleri şey doğru oluyor, dediler.

Râvî dedi ki: Peygamber şöyle buyurdu:

  ''Doğru olan bu kelime Hakk'tandır ki, onu bir cinnî, melek­lerden kapar da sonra onu dostu olan kâhinin kulağı içine, tavuğun tekrar tekrar seslenmesi gibi tekrar tekrar söyler, kâhinler de o bir hakk sözün içine yüzden fazla yalan katıp karıştırırlar" [272].

 

186-.......Bize Mehdî ibn Meymûn tahdîs etti. Ben Muhammed ibn Sîrîn'den işittim; o, Ma'bed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Saîd el-Hud-rî(R)*den tahdîs ediyordu. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

  "Güneş'in doğduğu taraftan birtakım insanlar çıkacak, onlar Kur'ân okuyacaklar. Fakat Kur'ân onların hançereleri ile köprücük kemikleri ötesine geçmeyecek. Onlar, okun av hayvanını delip çıktığı gibi dînden çıkacaklar; onlar, okun bir daha atıldığı kirişine dönmez olduğu gibi artık bir daha dîne dönmeyeceklerdir" buyurdu.

—Onların alâmetleri nedir? diye soruldu. Peygamber:

  "Onların alâmetleri saçlarını kazıtmaktır -yâhud: Saçlarını di­binden kökleyip gidermektir-" buyurdu [273].

 

59- Yüce Allah’ın: "Biz kıyamet gününe mahsûs adalet terâzleri koyacağız.

Artık hiçbir kimse hiçbirşeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. O şey, bir hardal dânesi kadar bile olsa, onu getiririz. Hesâblayıcılar olarak da biz yeteriz" (el-Enbiyâ: 47) Kavli İle Âdem Oğulları'nın Amelleri Ve Sözlerinin Tartılacağı Babı [274]

 

Müfessir Mucâhid "Doğru terazi ile tartın9* (ei-isrâ: 35, eşşuârâ: 182) kavlinin tefsirinde şöyle elemiştir:

"el-Kustâs", Rûm ahâlîsi dilinde "AdPdir.

"el-Kıst", "Âdil" demek olan MMuksıt"ın masdandır denilir. Amma "el-Kaasıt" lafzına gelince, o "Cevr edici" yânî "Zâlim" ma'nâsınadır.

 

187- Bize Ahmed ibn İşkâb tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Fu-dayl, Umâre ibnu'l-Ka'kaa'dan; o da Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):

 

— "Subhânallâhi ve bi-hamdihi, SubhânaMhM-Azîm;Rahmân'a sevgili, dile hafif, mizanda ağır olan iki kelimedir" buyurdu [275].

 

"Hitâmuhu misk" Olması Niyâzıyle

"Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi"nin Sonu

 

Hadîs ilminin en büyük âlimi olan tmâm Buhâit, bu hadîsle Sahihini sona erdirmiş bulunuyor. Niyet Hadfsf-yle başladığı bu ölümsüz kitabını, Tesbîh ve Tahmîd Hadf-si'yle bitirmesi ne güzel Fatiha, ne yüksek Hâtime'dhi

Sahihin en güzel sarihlerinden biri olan Aynî, Umde-fu7-Kaari*nln sonunda şerhine başladığı yeri, tarihi ve dld cild bitiriş tarihlerini topluca vermiştir. Özetle: 820 yılı re-ceb ayının sonunda başlayıp 847 yılı cumâdal-ûl&'mn 15. cumartesi gecesi bitirmiştir.

Kastallânî de şerhini 916 rebîu's-sanfnin 17. cumar­tesi günü bitirmiştir.

Ben nâçiz Mehmed Sofuoglu da 1970 yılından i'tibâ-reh takriben 14 yıldan beri devam eden bu terceme ve hâ-ştyelendinneyi Allah'ın muvaffak kılmasıyle 11 eylül 1984/ 15 zul-hicce 1404 salı günü öğleden önce bitirmiş bulunu­yorum. KastaU&nf nin de dediği gibi, Allah'tan bu çalışmamı rızâsına ve cennete vesile kılmasını ve benimle ateş ara­sında en sağlam kalkanlanyle perde kılmasını nlyâz ede­rim.

11 eylül 1984/15 zul-hicce 1404 Üsküdar-Bağlarbaşı

 

Bitiriş ve Dua

 

Yüce Allah'ın nâçiz bir kulu olan ben Mehnied Sofuoğlu, 1970/1390 târihinden i'tibâren takriben ondört yıldan beri derin bir aşk ve mahabbetle devam eden Sahîk-i Buhârî ve Tercemesi çalış­malarımı bitirmiş bulunuyorum. Buna başlayıp tamamlamaya tev-fîk ve hidâyet bahşeden Cenâb-ı Allah'a hadsiz hamd ve senalar, bütün peygamberlerine ve hassaten tercüme edilen sözlerin sahibi Hz. Muhammed'e sayısız salât ve selâmlar olsun!

Hz. Muhammed'in bu ölümsüz sözlerini en sağlam ilmî usûl ve araştırmalar sonunda toplayıp çeşitli "Kitâb"Iar ve "Bâb"Iar altında te'Iîf etmek suretiyle İslâm'ı anlayıp kavramakta bizlere reh­berlik eden imâm Buhârî'ye, onun bütün râvîleri ve sarihlerine de bol bol rahmetler olsun!

Bu tercemenin kendim, milletim ve bütün Türkçe konuşan dîn kardeşlerim hakkında en güzel hayâta, en mutlu akıbete vesile ol­masını niyaz eylerim. Bu eser, bir defa. okunduktan sonra bir yana atılacak bir kitâb değildir. Bu, iyice tedkîk edilmeye, birçok kısım­ları aynen veya meâlen bellenmeye, içinde bulunan düşündürücü, ilerletici ve ölümsüz fikirler ve işler çok iyi anlaşılıp tatbîk edilmeye lâyıktır. Çünkü bu kitabın muhtevası, Allah'ın ve Peygamberi'nin hiç eskimemek üzere insanlığa öğrettiği ebedî bilgiler'den ibarettir.

Kitâbu't-Tevhîd/7439

"Kim Allah 'a ve Rasûtü 'ne itaat ederse, işte onlar Allah 'in, kendi­lerine nVmetier verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi kimselerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!" (en-Nisâ: 69)

AMhumme sallı alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin Kemâ salleyte alâ îbrâhîme ve alâ âli İbrâhime. İnneke Hamî-dun Mecîd.

Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin Kemâ bârekte alâ İbrâhtme ve alâ âli îbrâhîme inneke Hamî-dun Mecîd.

Va'hşurnâ maalleztne en'amte aleyhim ğayri'l-mağdûbu aley­him vela'd-dâllîn.

Âmîn.

"Bizi hidâyetiyte buna muvaffak küm Allah 'a hamdolsun. Eğer Allah bizi hidâyet etmeseydi, biz kendiliğimizden bunun yolunu bul­muş olmazdık. And olsun ki, Rabb'imizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir" (ei-A'râf: 43).

"£y Rabb'imiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi haktan saptırma. Bize kendi canibinden bir rahmet ver. Şübhesiz bağışı en çok olan Sen'in Sen! Ey Rabb'imiz, muhakkak ki Sen, vukuunda hiçbir şübhe olmayan bir günde insanim toplayacak olan­sın. Şübhesiz ki, Allah sözünden caymaz" (Âiu İmrân: 8-9).

(147 : ö\j** JÎ)

"Ey Rabb'imiz, bizim günâhlarımızı ve işimizdeki israfımızı mağfiret eyle, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirler güruhuna karşı biz­lere yardim et" (Âlu İmrân: 147).

 (74 : d "Ey Rabb 'imiz! Bizlere eşlerimizden ve zürriyetlerimizden göz-

7440/Sahîh-i Bahârî ve Tercemesi

ler bebeği olacak (iyi insanlar) ihsan eti Bizi takva sahihlerine reh­ber kil!" (el-Furkaan: 74),

(10 : ^SJ-I)  /fadfr 7/mz/ Zfce ve fmân //e rfaAa o/ıden bizi geçmiş olan (dîn) kardeşlerimize mağfiret buyur ve îmân etmiş olanlar için kalb-lerimizde bir km tutturma. Ey Rabb 'imiz! Şübhesiz ki, Sen çok mağ­firet edicisin, çok merhamet eyleyicisin'1 (ei-Haşr: ıo).

(201 : 5jâJ') "Ey Rabb 'imiz! Bize dünyâda da bir güzellik ver, âhirette de bir güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru'* (ei-Bakara: 20i).

(41  : £»^1) ^\~*Ü ?j% fjı J&'yÜj JOJljJj J jâtl Wj "Ey Rabb'imiz! Hesâb ayağa kalkacağı gün bana, ana-babama ve bütün îmân edenlere mağfiret eyle" (ibrânîm: 4i).

 4jı 4.J

(82-84 : ftlj*iJ>) ^#)l Şâp »jj > Jîiıpij "Ey Rabb 'im! Bana bir hüküm ihsan et ve beni sâtihler züm­resine kat Sonrakiler içinde bana bir sadâkat dili -Zikr-i Cemil- tah-sîseyle. BeniNaîm Cennetinin vârislerinden kıl" (eş-şuarâ: 83-85).

(180-182 :

"Galebe sahibi Rabb'in, onların isnâd etmekte oldukları va­sıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere se­lâm ve Alemlerin Rabb'i olan Allah'a hamd olsun!

180-181).

 

MEHMED SOFUOĞLU

 

(Kendi İfadesiyle Hal Tercemesi)

Kâtib Çelebî'nin de ifâde ettiği gibiı bir kuluna, Allah'ın ken­disine vermiş olduğu ni'metleri zikretmesi, o ni'metlerin şükrü cüm­lesinden olduğu için ben de Rabbimin bana ihsan etmiş olduğu ni'metleri tahdîsen burada hâl tercememi yazıyorum 2:

1  SuUemu'l'Vusûlilâ Tabakaati%FuhGI(Şehîd Ali Paşa Kütüp. rakk: 1877) birinci kısmın sonunda.

2  Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey insanlar, Attah 'm üzerinizdeki iıın-cant'metinihatırlayın, anın."(Fâtır: 3); "Rabblnin ni'metinisöyle, antat" (ed-Duhâ: 11) buyurmuştur. Aynı gerekçe ile bir çok âlimler yazdıkları kitâblarında kendi hâl tercemelerîni yazmışlardır:

es-Suyûtî (911/1505), Husnu'I-Muhâdara, I., 155'de şöyle demiştir: "Bu kitabda gelmiş geçmiş muhaddislere tâbi* olarak kendi hayâtımı da yazdım. Onlar içinde târih kitabı te'M edip de kendi hâl tercemesine yer vermeyenler azdır:

Abdulgafûr el-Fârisî (529/1135) NisSbûr Târîhi'ndt, Yâküt el-Hamavî (626/1229) Mu'cemu'l-Udebâ'te, Lisânuddm ibnu'tHatîb (776/1374) TS-rthu Gırnatö'fa, el-Hâfız Takıyyudduı d-Fâsî (832/1429) TSrthu Mekke'de, el-Hâfız ibn Hacer el-Askalânî (852/1449) Kudâtu Mısır'da ve Ebü Şâme (665/1267) ez-Zeyl ate'r-Ravtateyn., 'de bu işi yapanlardandır. Bu sonun­cusu (yân! Ebû Şâme) onlar içinde ibâdete en düşkün olanı ve takvada en üstün derecede bulunanıdır...".

Kâtib Çelebî de (1068/1657) Sullemu'l-VusÛl ilâ Tabakaati'l-FuhÛl ve Mîzânu'l-Hakk adlı eserlerinde kendi hâl tercemesini yazmıştır.

Şâir Mehmed Âkİf Ersoy da (1355/1936) ölümünden beş ay kadar evvel 10 Ağustos 1936'da Beyoglu'nda Mısır Apartmanındaki hasta dö­şeğinde bizzat kendi hâl tercemesini yazmıştır. Bunu Eşref Edîb, Millet, 6 Aralık 1962, Sayı: l'de neşretmiştir.

Büyük Türk Müfessiri Elraalılı Muhammed Hamdî Yazır (1358/1942) da Hakk Dîni Kur'ân Dili adlı tefsirinin başında (1,7-8) künyesini ve şe­ceresini; s.l7-18'de de öğrenim hayâtını yazmıştır.

7442/Sahîh-i Buharı ve Tercemesi

Ben Mehmed Sofuoğlu Aydın vilâyetinin Nazilli kazasında 1923 yılında Ali Molla ile Esmâ'dan doğmuşum. Dört-beş yaşlarından i'tibâren Aydoğdu mahallesindeki dededen kalma evimizde babam­dan Kur'ân dersleri aldım. İlk ve Ortaokulu orada bitirdim. Ortao-kuPda iken 1940'da babam vefat edince üçüncü annemden diğer beş kardeşimle yetîm kaldık. Bizleri annem bir çok sıkıntılar içinde ye­tiştirmeye çalıştı. 1947 yılında Afyon Lisesi'nden me'zûn olunca özel olarak Kur'ân ve Arapça dersleri almaya devam ettim. Kur'ân ho­cam Nazilli imamlarından Hafız Osman Efendi'dir. Yine Nazilli ho­calarından Arif Efendi'den Emsik, vâız Tavaslı Tâhir Efendi'den Avâmilve İzhâr'ı okudum. 1948 Şubat'ında askere gittim. Sivas'ın Zara ilçesinde bulunan 36. Piyade Alayı 'nda yedek subaylık yapar­ken Ankara Üniversitesi'nde İlahiyat Fakültesi açılmasına karar alın­dı. Terhisten sonra 1949'da bu fakülteye kaydoldum. 1953'de burayı pekiyi derece ile bitirerek, İstanbul Îmam-Hatip Okulu'na meslek dersleri öğretmeni tayın edildim. İstanbul'da Hasan Basri Çantay'-dan Arap Edebiyatı ve terceme dersleri okudum.

1956-1958*" rasma göre Irak'

ve'1-Ulûm'daki___,.,« uulUvnut, aym zamanem özel olarak el-

Medresetü'l-Mercâniyye ile Seyyid Sultan Ali Medreselerinde Mu-hammed Fuâd el-Âlûsî'nin derslerine devam ederek Sahîh-i Müs­lim'i huzurunda okudum, bu arada diğer hadîs külliyâtını da inceledim.

1958 sonunda yine İstanbul İmam-Hatip Ok ulu'ndaki görevi­me döndüm.

1961 'de İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Tefsir Dersi Öğretim Üyeliği'ne ta'yîn edildim. 15 Ocak 1966 gün ve 222-1-140 sayılı ka­rarname ile Enstitü Müdür Yardımcılığı'na ta'yîn olundum. Bu ikinci görev ilmî çalışma ve araştırmalarımı azalttığı için 2 Kasım 1970 tâ­rihinde bu görevden istîfa edip, 1 Ocak 1971 'de fiilen ayrıldım.

1961'den 1977-1978 Öğretim yılına kadar Enstitü Tefsir ders­leri metin takrirlerinde Celâleyn Tefstri'm haşiyeleri ile birlikte tak­riben Üç defa baştan sona kadar okutup bitirdim.

1978-1979 Öğretim yılında yeni Enstitü yönetmeliğine göre teşkil edilen bölümlerden Tefsîr-Hadîs Bölümü şefliğine getirildim. 1981 yılında şefliğin bir nevi' idarecilik şekline dönüştürülmesi üzerine

Bunların hepsini rahmetle anar, işbu hâl tercememi de rahmetle anıl­maya vesîle kılmasını Yüce Allah'dan niyaz eylerim (Mehmed Sofuoglu).

Mehmed SofuoğIu/7443

bu şeflik görevinden ayrıldım. Nihayet 31 Temmuz 1983 tarihinde kendi isteğimle emekli oldum 3.

10 Şubat 1952'de Nazilli Cumhuriyet Mahallesinden Yusuf kızı Mürşide (1927) ile evlendik. Biri doktor, ikisi öğretmen olmuş, Se­her (1954), Kevser (1957) ve Selmâ (1959) adlarında üç kızımız vardır.

"Ey Rabbim! Bana ve ana-babama lütfettiğin nVmetine şûkr etmem ve (geri kalan ömrüm içinde) senin razı olacağın iyi işler yap­mamı bana ilham et. Rahmetinle beni de sâtih kullarmtn arasına

*"                  19).

Basılmış Olan Kitablanm:

\-Tefsîr Dersleri V, VI, VII, Imam-Hatib Okulları ders kitab-ları olup, M.E.B.'nca bir çok kereler basıldı (1961-1980).

2-Sahîh- Müslim ve Tercemesi, 8 dld olup, 1967-1969, 1974-1980 yıllarında İrfan Yayınevi tarafından basılıp dağıtıldı.

3'Kur'ân'ın Faziletleri, İst. 1978, îbn Kesîr'in aym isimli ese­rinin tercemesi.

4-el-Fevzu'l-KebtrJt Usûli't-Tefsîr, İst. 1980, Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî'nin aynı isimli eserinin terceme, tahkik ve hâşiyelendi-rilmesi.

5-Tefsîre Giriş, İst. 1981, Enstitü dersleri için yardımcı kitâb.

3 Resmî görevdeki bâzı safhalar ve târihleri:

*  İstanbul Îmam-Hatip Okulu'nda göreve başladım: 30 Temmuz 1953.

* Teftîş raporu sonunda Maârif Vekâleti'nden teşekkür yazısı aldım: 30 Kasım 1956.

* Irak'taki çalışmalarım hakkında Maârif Vekâleti'ne 35 sahîfelik rapor sundum: 6.12.1958.

* Ta'lîm sicilimden dolayı M.E.B.'ndan teşekkür yazısı aldım: 16 Şubat 1961.

* Yüksek islâm Enstitüsü'nde göreve başladım: 25 Ocak 1961.

*  Enstitü Müdür Yardımcılığına ta'yîn olundum: 15 Ocak 1966 gün ve 222-1-140 Sayılı kararname.

*  Müdür Yardımcılığı görevine başladım: 22 Ocak 1966.

* Müdür Yardımcılığı görevinden istifa ettim: 2 Kasım 1970.

* Müdür Yardımcılığı görevinden fiilen ayrıldım: 1 Ocak 1971.

* Tefsîr-Hadîs Bölümü Şefliği'ne getirildim: 1978.

* Tefsîr-Hadîs Bölümü Şeflik görevinden ayrıldım: 1981.

7444/Sahîh-i Buhâıi ve Tercemesi

6-Tefstr Özeti, Abdurrahman es-Sa'dî'nin Arapça eserinin ter­ceme, tahkik ve hâşiyelendirilmesi.

Araştırma Makaleleri

l-"Bid'atlar ve Korunma Yollan", M.E.B. Yüksek İslâm Ens­titüsü Dergisi, 1964.

2-"tslâm Sadelik ve Kolaylıklar Dînidir", 1965.

3-"Musîbetler ve Acılara Karşı Kur'ân'dan ve Peygamberin Sözlerinden Sabr ve Metanet Reçeteleri", Diyanet Dergisi, Ocak-Şubat 1973; Tohum Dergisi 1972, sayı 69.

4-"Hicretin 1400. Yılına Girerken Hz. Muhammed'in insanlı­ğa Getirdikleri".

5-1970 yılından beri ondört senedir devam eden Sahîh-iBuhâ-rtve Tercemesi çalışması Allahın muvaffak kılmasıyla tamamlandı.

Emekli Oluşum Üzerine Bir Kaç Söz

...iîll üa* ji Sjl <$*$_ t£tfj IÎÜ Uj* drJJ» aii

"Bizi hidayetiyle buna muvaffak kılan Aüaha hamd olsun. Eğer Allah bizi hidâyet etmeseydi, biz kendiliğimizden bunun yolunu bul­muş Olmazdık" (el-A'raf: 43).

Bu, cennetliklerin cennete ulaştıkları zaman söyliyecekleri bir hamd ve bir ni'met tahdîsidir. Ni'metlem i'tirâf edilmesi emredil­miştir:

"Rabb'inin ni'metini durmayıp söyle" (ed-Duhâ: ıi).

Dünyâya gelişin başlangıcı olan ana rahmine düşüşten i'tibâ-ren Yüce Allah'ın takdir eylediği mukadderat plânına göre kulun hayât safhaları sürer gider: (ei-Hacc: 5-6-7; ei-Mü'minûn: 12-16).

Bu safhaların hepsinde sayısız ilâhî ni'metler kuldan hiçbir an ayrılmaz. Yine O ilâhî plâna göre kula bâzı sıkıntılar, dertler, mu-sîbetler gelip çatsa bile bunlar dahî bir terbiye, bir arınma, günâh­lara keffâret veya derecelerin yükselmesi için birer imtihandır. Bunlar da bu neticeleri i'tibâriyle kul için birer ni'met olmaktadırlar. Bu sebeple her ni'mete şükr, her hâle de hamd etmek gereklidir.

28 Şubat 1948'de askerliğe girişimle fiilen devlet ve millet hiz-

Mehmed SofuoğIu/7445

metine başlamış idim. Askerliğin ardından araya dört yıllık bir yük­sek tahsil devresi girdikten sonra 30 Temmuz 1953'de ikinci defa devlet ve millet hizmetine girdim. O târihten, i'tibâren 1983 Tem­muz sonuna kadar ömrümün 30 yılı öğretme, te'lîf ve terceme ça­lışmaları olarak geçmiş oldu. Bu netîceye ulaştıran Yüce Allah'a haddsiz hamd ve senalar olsun!

Emeklilik, resmî görevden ayrılmadır. Sağlıklı oldukça âhıret yolculuğu için hazırlık devam edecektir. Zâten bütün hayât bir ba­kıma bu yolculuk için bir hazırlık ve hazırlanma devresinden iba­rettir: Rasûlullah (S) Abdullah ibn Umer'in şahsında bütün ferdlere şu eskimez hayât düstûrunu vermiştir.

"Sen bu dünyâda sanki bir yabancı yâhud bir yolcu gibi ol" (Buhârî, er-Rikaak).

Yabancı ve yolcu, ikisi de gelip geçici olduğu için uğradıkları yerlerde devamlı kalmazlar, sabit yatırım ve te'sîsler kurmazlar, onlar yanlarına yolculuklarında yararlanacakları kadar malzeme alırlar. Fakat asıl son durak için hazırlık yapmaya ehemmiyet verirler.

Rasûlullah dünyâdan âhiret için kesilmeden devam edecek ge­lirleri de şöyle özetlemiştir:

"İnsan öldüğü zaman ondan bütün amel gelirleri kesilir. An­cak şu üç şeyden kesilmez: Devam eden sadakadan, yâhud fayda­lanılan bir ilimden, yâhud dua edecek hayırlı bir evlâddan " (Müslim, el-Vasıyye, Ebû Hureyre'den "1631").

Şimdiye kadar iyi niyetlerle yaptığımız amellerin kabule karîn olması dileğiyle beraber 30 yıllık tedris ve terceme hizmetlerimizin de bu hadîsteki ikinci maddeden sayılıp kesiksiz bir âhıret azığı kı­lınmasını niyaz ederim.

Ölüm için Hakk emrinin ne zaman olacağı bilinmemekle bera­ber ömrümün kalan kısmında da sıhhat ve afiyetle biraz daha bu hazırlığa imkân ve fırsat bahşetmesini Yüce Allah'tan dilerim. As­lında Süleyman Peygamberin duası olup az farkla her olgun insa­nın duası olması öğütlenen şu güzel niyazı da tekrar eylerim:

7446/Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi

 J        J        j

"Ey Rabbim, bana ve ana-babama lütfettiğin ni'metine şük­retmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) senin razı olacağın işler yap­mamı bana ilham eyle. Rahmetinle beni de sâlih kuİIarmm arasına

SOk" (en-Neml: 19, el-Ahkaaf: 15).

Hz. Muhammed de diğer bütün peygamberler gibi aynı zaman­da en yüksek ve en başarılı öğretmen idi. Kendisi bir hadîsinde bu­nu şöyle ifâde etmiştir:

"Şübhesiz Allah beni sıkıntı ve zahmet verici, ne de bunu arzu

edici olarak göndermedi, lâkin Allah beni bir MUALLİM ve bir

kolaylaştırıcı olarak gönderdi" (Müslim, Talâk; Câbir ibn Abdil-

lah'dan "1478").

Muâviyetu'bnu'l-Hakem es-Sulemî (R) de Peygamber'in bir öğ­retim meclisinde bulunduktan sonra Peygamber'de müşâhade etti­ği yüksek öğretmenlik vasfını şöyle ifâde etmiştir:

 j

"Rasûlullah namazı kılınca, babam anam ona feda olsun. Ne

ondan evvel ve ne de sonra Peygamber kadar güzel öğretim yapan

hiç bir MUALLİM görmedim..." (Müslim, Mesâcid, Tahrîmu'l-

kelâm fı's-salât, "537").

Peygamber ilim öğreticisini gıbta edilecek iki kişiden biri sayıp şöyle buyurmuştur:

 1 .^Uj 4> «Ul J* JJI JU : Jtf şy^> J 4)1 #> 'J-SUİÎ «İli İüî jsrjj JsÜi J *&i> Ji. i»Li Sü illi »UT jej : ^#31 J

"Şu iki haslet sahibinden başkasına gıbta edilmez: Biri Allah'­ın mal verip de bu malı hakk yolunda tüketmeğe muktedir kılman, diğeri de Allah 'm hikmet verip de kendisi onunla hükmeden ve onu başkalarına öğretendir" (Buhârî, İlim ve Tevhîd; Müslim Salâtu'l-Musâfırîn, Abdullah ibn Mes'ûd'dan).

Rasûlullah mucâhid bir öğretmen olan Hz, Alî'nin şahsında öğ-■etmenliğin yüceliğini şöyle ifâde etmiştir:

Mehmed Sofuoğlu/7447

1f

"Yemtn olsun senin vâsıtanla bir tek kişinin hidâyete erdiril­mesi senin için bir çok kırmm develerin olmasından daha hayırlıdır" (Buhârî, Cihâd, Müslim, tmâre).

Öğreticiler arasında lafzı ve manâsıyla Kur'ân öğreticiliği ise hepsinden yücedir. Çünkü Peygamber:

"Sizin en hayırlınız Kur'ân 'ı öğrenen ve onu öğretendir" bu­yurmuştur (Buhârî, Fadâihı'l-Kurân, Usmân'dan).

Fakültemizde okutulan ilimlerin hepsi de az çok Kur'ân'la il­gilidir. Kimisi doğrudan doğruya tenzîlî kitâb olan Kur'ân'la, ki­misi de tekvînî kitâb olan kâinat kitabiyle ilgilidir. Bu iki kitâb da Yaratan'ın tekliğine, ilmine, kudretine., ve diğer ilâhî sıfatlarla mut-tasıf olduğuna delâlet etmekte bulunduklarından birbirleriyle ilgi­lidirler. Bu bakımdan bütün öğretim üyelerimizin şartlan hâiz bulundukları takdirde Peygamber'in bu medhine dâhil bulunabile­cekleri söylenebilir.

Bu nâçiz Mehmed Sofuoğlu kulu da bunca zorluklara ve im­kânsızlıklara rağmen Allah'ın koruması ve tevfîkıyle hiçbir arızaya uğramadan 30 yıl KELİMETULLAH'I EN YÜKSEK KILMA YO­LUNDA çalışıp didinmiştir. Bu çalışmaların ihlâslı ve ilâhî rızâya muvafık olup kabule karîn kılınmasını ve böylece "Ticâreten ten tebur" (Fâtır: 29) sırrına mazhariyyeti niyaz eder.

Şimdi 31 Temmuz 1983 tarihinden i'tibâren resmî görevden ay­rılıp Allah'ın lutfu ile emekli oluyorum. Yerime benden daha iyi dolduracak hayru'l-halef bir nesil bırakarak ayrılmakta olduğumu düşünüyor, onlara da sağlık ve afiyetle KELİMETULLAHI EN YÜKSEK KILMA YOLUNDA (Buhârî, İlim; Müslim, İmâre, 42. bâb, Ebû Musa'dan) başarılı uzun hizmet yılları diliyorum.

 UÎj

(İbrâhîm: 41) jUi Q

(el-Bakara: 201)w»U-*Jl

(e)-Ha5r: 10) j^j Jjj £Ü\ UÎj

7448/SahÜı-i Buhârİ ve Tercemesi

* *Ey Rabb 'imiz! Bize ve imân ile daha Önden bizi geçmiş olan din kardeşlerimize mağfiret buyur ve îmân etmiş olanlar için kalb-

lerimizde bir kin tutturma!

Ey Rabb timiz! Şüphesiz ki, Sen çok mağfiret edicisin, çok mer­hamet eyleyicisin"

(el-Haşr: 10).

tfEy Rabb'imiz. Bize dünyâda da bir güzellik ver, âhirettede bir güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru"

(ei-Bakara: 201).

"Ey Rabb 'imiz! Hesâb ayağa kalkacağı gün bana, ana ve ba­bama ve bütün imân edenlere mağfiret eyle"

(İbrâhîm: 41).

Mehmed Sofuoğlu

6 Ağustos 1983/26 Şevval 1403

 

 



[1] Yalnız el-Mustemlî rivayetinde bu başlık "Tevhîd İle Cehmiyye ve onlardan başka bid'at fırkalannı redd kitabı" şeklinde gelmiştir.

Tevhîd, tef'îl vezninde bir nesneyi bir kılmak ma'nâsınadır. Allah'ı tevhîd de Allah Taâlâ'nın hakîkî bir olduğuna, ortak ve benzerden münezzeh bulun­duğuna îmân eylemekten ibarettir... (Kaamûs Tercemesi'nde bu maddenin gü­zel açıklaması vardır).

Allah'ı birlemek, İslâm Dîni'nin assu'l-esâsi olan îmân umdesidir. Bu se-beble Buhârî, Tevhîd Kitabı'm et-Câmi'u's-Sahîh ine hüsnü hatime, yânî güzel bir sonuç yapmıştır. Bu Tevhîd Kitabı ile Sahîh-i Buhârî artık sona ermiş bulu­nuyor.

[2] Baslığa uygunluğu "Onları Yüce Allah'ı birlemelerine çağırman..." kavlinde-dir. Buhârî bu hadîsi burada iki yoldan getirmiştir. Bu hadîs de "tik vâcib, bilmektir" diyenler için bir delîldir...

Allah'ı tevhîd edip birlemek, Allah'ın bir olduğuna şehâdet etmektir.

Muâz, Yemen'in bir mıntıkasına gönderilmişti, öbür mıntıkasına da Ebû Mûsâ el-Eş'arî gönderilmişti. Hadîsteki kitâb ehli ile maksad, Yahudiler ve Hns-tiyanlar'dır. Yahudiler Yemen'e Tubba' Es'ud zamanında gelmişlerdi. Habeş-liler'in gâlib gelmeleri Üzerine Yemen'e Hnstiyanlar da girmişti. Bunlar Nec-rân'da bulunuyorlardı.

Bu hadîsin bir rivayeti Zekât Kitâbı'nın evvelinde de geçmişti.

[3] Başlığa uygunluğu "Allah'a ibâdet etmeleri" sözündedir. Çünkü bunun ma'-nâsı Allah'ı birlemeleridir. Bunun içindir ki, tefsir edici "Vav" harfiyle onun üzerine atıf yapılmıştır... Bunun bir rivayeti Rikaak'ta ve başka yerlerde de geçti. Müslim de bunu îmân'da getirmiştir.

[4] Başlığa uygunluğu, Allah'ın-vasfından "Ehadiyet"\ açıkça bildirmiş olması ba­kımındandır. Çünkü Kur'ân, üç kısım üzerinedir: kıssalar, hükümler ve Allah'­ın sıfatlarıdır. "Kul huve'llâhu ahad" Sûresi, Tevhîd'i ve Allah'ın sıfatlarım içine almaktadır. Onun için bu sûre, Kur'ân'in Üçte biridir. Bu hadîste Tevhîd ilminin şerefine bir deKl vardır. Bunun bir rivayeti Kur*ân'ın Faziletleri, "Kul huve'llâhu ahad"ın fazileti bâbı'nda da geçti.

[5] Bu hadîs en yüksek tevhîd delilidir. Bu sûreyi okumağa devam eden kumanda­nın Allah tarafından sevilmesi, Allah'ın bütün isim ve sıfatlarında birliğini bil­diren bu sûreyi sevmesi eseridir. Bu küçük sûrenin dört âyetinde bütün tevhîd delilleri özetlendiği için bu "Tevhîd Sûresi", İslâm Dîni'nin i'tikaad hulûsası olan tevhîd umdesini en saf ve hâlis bir suretle ifâde etmesi sebebiyle "thlâs Sûresi" diye de isimlendirilmiştir. "Kut huve'ltöhu ahad" Sûresi, Kursî Âyeti ve el-Haşr Sûresi'nin son âyetlerindeki tafsilât derecesinde esaslı olarak Allah Taâlâ'yı ulûhiyet vasıflarıyle hiçbir dînde ve hiçbir semavî kitâbda tafsil ve ta'-rîf olunmamıştır. Bu bakımdan buna "Esâs Sûresi" adı da verilmiştir.

Bu sûre hakîkaten çok câmialı bir tevhîd vecîzesidir. Müellif Buhârî de Tev­hîd Kitâbı'nın baş taraflarında bu hadîsi tekrar getirmekle yüksek bir tevhîd ir­fanı göstermiştir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Bir rek'atte iki sûre arasını birleştirmek bâbı"nda da geçmişti. Kâmil Mîrâs merhumun da dediği gibi: Göklerin ve yerin nuru olan Yüce Allah bu satırları yazan ve okuyan kul­larının gönüllerini dâima tevhîd nuru içinde yaşatsın! Âmin!

[6] En güzel isimler hep O'nundur, o '^4/uuf'Zât'ındır... Yânî Allah'ın birçok isim­leri vardır ki, en güzel isimlerdir. En yüksek Cemâl, Celâl ve ikram ifâde eden Güzel İsimler hep O'nundur. Bunların herhangisi ile olursa olsun duâ caizdir. Çünkü ismin taaddüdünden, müsemmânın taaddüdü lâzım gelmez. Bütün gü­zel isimlerle duâ, hiç ortağı olmayan o Ahad Zât'a duadır (HakkDîni, IV, 314).

[7] Başlığa uygunluğu açıktır. Bunun bir rivayeti Edeb'de geçmişti.

[8] Bunun da bir rivayeti Cenazeler Kitabı, "Peygamberin 'ölü, ailesinin bir nevi' ağlamasından dolayı azâb olunur' buyurması bâbı"nda da geçmişti. Hadîsin tesellî edici yeri "Allah 'in almak ve vermek istediği herşey kendisinindir..." fıkrasıdır.

[9] Bundan önceki iki âyet şöyledir: "Ben cinnteri de, İnsanları da ancak bana kul­luk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yemek ye­dirmelerini de istemiyorum" (ez-Zâriyât: 56-57).

Bâzıları bu 56. âyetteki "Bana ibâdet etsinler" kavlini, "Beni tanısınlar, bilsinler" diye tefsir etmişlerdir. Allah onları yaratmamış olsaydı, O'nun varlı­ğı ve birliği bilinemezdi (Hâzin).

Bu baslıktaki 54. âyette Allah'ın sıfatlarından "Razzâk = Her mahlûku bes­leyip yaşatan", "Zu'f-kuvve = Kudret Sahibi",  Fek çetin" sıfatları zik-rolunmuştur. 

[10] Hadîste Allah'a oğul isnâd ettikleri bildirilenler YahÛdüer'le Hnstiyanlar'dır: "YânudOer: Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hnstiyanlar da: Mesih (îsâ) Al­lah 'm oğludur, dediler. Bu onlann ağızlanyle (câhilce) sözleridir -ki bununla daha evvel küfredenlerin sözlerini takUd ediyorlar... *' (et-Tevbe: 30). Müşrikler de Allah'a kızlar uydurmuşlardı: en-Nahl: 57. Bu hadîsin bir rivayeti Edeb'de de geçmişti.

[11] Burada zikredilen beş âyet Yüce Allah'ın ilim sıfatının isbâtına delâlet etmekte olan en kat'î hüccetlerdendir...

[12] Bu el-Hadîd: 3. âyetindeki iki sıfatın tefsiridir. Ondan başkaları, ez-Zâhir: Vü­cûdu bahir âyetleriyle yerde ve gökte açıktır.iel-Bâtın: Zâtının künhü aklın na­zarında gizlenendir... demiştir.

[13] Hadîsin ilâhî ilme delâleti açıktır. Bunun bir rivayeti Yağmur duası Kitâbı'nm sonunda geçmişti.

[14] Bunun biraz genişçe bir rivayeti en-Necm: 18. âyetinin tefsirinde geçmişti. Hakk Dîni, VI, 4583-4559, tafsîlât için okunmağa değer.

[15] tbn Battal: Buhârî'nin bununla maksadı, Allah'ın İsimlerini isbât etmektir. Bu kadarla el-Haşr Sûresi'nin sonundaki üç âyette bulunan isimlere işaret etmek istemiştir, dedi. Hakîkaten bu üç âyette "Allah'ın en güzel isimleri"nden mü­him bir kısmı sayılmıştır.

[16] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin daha bütün bir rivayeti Namaz Ki­tabı, "Son oturuşta teşehhüd bâbı"nda geçmiş ve bâzı açıklamalar orada veril­mişti.

[17] İbn Umer'in bu hadîsi Sâd: 75. âyetinin başlık yapıldığı 19. bâbda gelecektir.

[18] Hadîste Yemîn'in Allah'ın zât sıfatlarından bir sıfatı olduğunun isbâtı vardır. Bunun birer rivayeti "Kıyamet günü bütün yer, Aüah'm ovucunda bir tutamdır" (ez-Zumer: 67) âyeti tefsirinde ve Rikaak'ta da geçmişti.

[19] Bu yoldan gelen hadîs de geçen hadîsin benzeridir.

Yüce Allah'ın "Melik " ismi, daha başka âyetlerde de geçmektedir: Tâhâ: 114; el-Mu'minûn: 117.

[20] Enes'in bu hadîsi Kaaf: 30. âyetin tefsirinde geçti.

[21] Ebû Hureyre'nin bu hadîsinin bir rivayeti Rikaak'ın sonlarında da geçmişti.

[22] Eyyûb Peygamber'in bu kıssası Gusl'de ve Peygamberler'de geçmişti.

[23] Bu gâib sîgâsıyle "Lâyemûtu = ölmez" lafzıyledir. Bir rivayette: "Allah'ım, ben Sen'in saptırmandan Sen'in izzetine sığınıyorum. Sen'den başka ilâh yoktur. Sert Ölmeyecek olan dirisin! Hâlbuki cinnler ve insanlar ölürler" şeklindedir. Bunu Müslim, Duâ'da getirmiştir.

[24] Buhârî bu hadîsi burada Katâde'den ayrı ayrı üç yoldan getirmiştir. Şu'be'nin lafzı Kaaf Sûresi tefsirinde geçti. Burada ise hadîsi Halîfe'nin lafzı ile şevketti. Bu hadîsten Allah'ın izzetiyle yemîn edildiği gibi Allah'ın keremiyle de yemîn edilmesinin meşrû'luğu hükmü alınır (Kastallânî).

[25] Bu ilâhî kelâm burada sayılan âyetlerde birçok defa geçmiştir. Yânî O, gökleri ve yeri hakk kelimesi ile, yânî "Kurt = OV* emri ile yaratandır. Yâhud: "Hakk sebeble; bâtıl ile değil!" de denilmiştir.

[26] Başlığa uygunluğu "Göklerin ve yerin Rabb'i Sen 'sin" sözünden alınır. Çünkü bunun ma'nâsı: "Sen göklerin ve yerin mâlik ve yaratıcmsın" demektir. Bu ha­dîsin birer rivayeti Gece Namazı ve Duâlar'da da seçmişti.

[27] Bu, ileride "Vucûhun yevmeizin kaadira... bâbı"nda gelecektir.

[28] Dînden zarurî olan bilinmiş ve Kitâb ile Sünnet'ten inkârı ve te'vîli mümkin ol­mayacak surette sabit olmuştur ki, Bârî Taâlâ diridir, semi'dir, basîr'dir...

[29] Buhârî bunu kısaca verdi. Bunun tamâmı Ahmed ibn Hanbel'de daha geniş­tir...

[30] Başlığa uygunluğu "Sizişiten ve gören Allah'a duâ ediyorsunuz" kavlinden alınıi. Bunun bir rivayeti Dualar Kitabı, "Yükseğe çıkıldığında duâ bâbı"nda geçmişti

[31] Başlığa uygunluğu, günâhların bâzısı işitilir, bâzısı görülür nevi'den olup bunla­rın mağfireti ancak işitilme ve görülmeden sonra vâki' olmasıdır... (Aynî).

Ibnu Battâl'ın işaret ettiği gibi hadîsin başlığa münâsebeti şöyledir: Ebû Bekr'in, Peygamber'in kendisine öğrettiği sözlerle duâ etmesinin, Allah'ın onun duasını işitir ve bu duaya karşılık ona mükâfat vereceğini gerektirir olmasıdır. Bu hadîsin birer rivayeti Namaz Kitabı, "Selâm'dan evvel duâ babı" ile Dualar Kitâbı'nda da geçmişti (Kastallânî)

[32] Bu hadîsin bundan daha bütün bir rivayeti Bed'u'1-Halk, "Dağlar Meleği bâbı"n-da geçmişti. Hadîste Peygamber'in Cibril'i gördüğü yer olarak haber verilen Kar­nu Seâlib mevkii, Nevevî'ye göre Necdliler'in mîkaatı ve ihrama girdikleri Karnu'1-Menâzü'dir. Ve Mekke'ye iki konak mesafededir. "Kam" lügatte, bü­yük dağdan ayrılmış küçük dağdır.

[33] el'Kaadİr. Allah'ın zât sıfatlarındandır. Kudret ve kuvvet hir ma’nayadır..

[34] Bunun birer rivayeti Teheccüd Namazı, "Tatavvu'da namazlar ikişer rek'at ikişer rek'attir hakkında gelen şeyler babı" ile Dualar Kitâbı'nda geçmiştir.

[35] Âyetin tamâmı şöyledir: "Onlar, evvelce indirilenlere îmân etmedikleri gibi. Biz onların gönüllerim ve gözlerini çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve şaşırmış oldukları hâlde terketmiş bulunuyoruz".

[36] "Kalbleri çevirici" ta'bîri, gönüllerdeki temayülleri çevirici demektir. Bedenle-rimizdeki organların fiil ve hareketleri, Allah'ın kudreti eseri olduğu gibi, gö­nüllerdeki hayır ve şerr temayülleri, arzular, hâtıralar da Allah'ın yaratması eseridir.

Buma'nâyaşu âyet de açıkça delildir: "... Bilin ki, Allah kişi ile kalbi ara­sına girer ve siz hakîkaten yalnız O'na dönüp toplanacaksınız*' (el-Enfâl: 24). Bu âyette Allah'ın kişi ile kalbi arasına girip perde olması, Allah'ın kişinin kalbine ondan daha yakın olup, her türlü temayüllerine vâkıf olması demektir.

Bu hadîsin birer rivayeti Kader ve Yemînler'de de geçmişti.

[37]  İbn Kesîr Tefsîri'nde İbn Abbâs: "Zu'1-Celâl ve*I-tkrâm, Zu'1-Azeme ve'l-Kibriyâ" demiştir.

[38] Buhârî bunun bir rivayetini bu metin ve isnâd ile Şartlar Kitâbi'nda da getirmiş­tir: "Allah'ın doksandokuz ismi vardır" kavli daha çok olmasını nefyetmez.

ilai y^1 (ûç 'im, Sana isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki. Sen kendini onlardan herbiri ile anmışsındır. Yâhud kitâblartnda indirmişindir, yâ-hud halkından bir peygambere öğretmişindir. Yâhud ezelî gayb ilminde Ken­din için seçmişsindir". Âişe (R):

Allah'ım, ben Sen'in isimlerinden bildiğimiz, bilmedi­ğimiz her ismin ile İsterim. Ve Sen'in azimlerin en azametlisi, büyüklerin en büyüğü olan isminle isterim. Her kim Sana bu isimle duâ ederse icabet edersin" diye duâ etmiştir.

Âişe: Rasûlullah:

— "İsabet ettin, isabet ettin!" diye beni tasdik etti, demiştir. (Aynî, Şart­lar Kitâbı'ndan).

Allah'ın doksandokuz ismini, Tirmizî, İbn Hıbbân, Hâkim ve Beyhakî Ebû

Hureyre'den rivayet etmişlerdir.

[39] İbn Battal ile Tavzih sahibi şöyle dediler: Buhârî'nin bu başlıkta muradı ismin, Allah hakkında müsemmâdan ibaret olduğunu tesbît etmektir. Sünnet ehli de bu görüşe gitmişlerdir.

Buhârî burada dokuz hadîs zikretti. Bunların hepsi Azîz ve Ceffl Allah'ın ismiyle teberrük etmek, O'nunla istemek ve istiâze etmek hakkındadır... (Ay­nî).

[40] Başlığı uygunluğu "Rabb'im, ancak Sen'in isminle yanımı yatağa koydum ve . Sen'in isminle de kaldırırım" sözündedir.

[41]  Buhârî hadîsin birçok geliş yollarını da göstermiştir. Bunun bir rivayeti Duâ-lar'da da geçmiştir.

[42] Bunların başlığa uygunlukları meydandadır. Bunların birer rivayeti Duâlar'da da geçmişti.

[43] Bunun birer rivayeti Abdest Alma Kitabı, "Her hâl üzerine ve cinsî münâsebet sırasında da Bismillah demek bâbı"nda, bir de Nikâh'ta geçmişti.

[44] Bunun birkaç rivayeti Sayd Kitâbı'nda geçti ve açıklamalar orada verüdi.

[45] Bunun da bir rivayeti Zebîhalar Kitâbı'nda geçti.

[46] Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.

[47] Cundeb hadîsinin bir rivayeti Iydeyn Kitâbı'nda, îbn Umer'in hadîsinin bir ri­vayeti de Yeminler Kitâbı'nda geçti.

İsm, asıl lügatte birseyi zihne yükselten alâmet ve dâl demektir, örfte yal­nız başına anlaşılır bir ma'nâya delâlet eden kelime diye ta'rîf olunur ki, o ma'-nâya veya onun hâriçte veya zihinde tahakkuk ettiği mâsadakına "Müsemmâ" denilir. Muhtar olan mezhebe göre aslı "Sumuvv" maddesidir, "Vesm "den ol­ması da mümkİndir. Fakat cem'i "Esma" veya "Esâmî" gelir ve bunlar tamâ-miyle lisânımıza mal olmuş kelimelerdir. Sıfatlar da esasen ismin kısımlarından-dırlar. Bunun için isimler hass isim veya alem, cins isim veya âmm diye taksîm olunduğu gibi, zât ismi veya sıfat ismi diye de tefrîk olunur. Allah Taâlâ'nın güzel isimlerinde bu farkın ehemmiyeti vardır, isim esâs i'tibâriyle "Ad" ve "Nâm" mürâdifi olmakla beraber, lisânımızda biz bunları ince farklarla kulla­nırız: "Ben bu işi fulân nâmına yapıyorum" yerinde "Fulânın adına veya ismi­ne yapıyorum" demeyiz. Kezâlik "İnsan bir isimdir" deriz de "Bir addır, bir nâmdır" demeyiz, öyle zaman olur ki, "O adamın adı" yerine "O zâtın ismi" demeyi tercîh ederiz.

Allah, hakk ma'bûdun hass ismidir. Daha doğrusu zât ismidir, alem ismidir, yânî Kur'ân bize bu Zât, ecellu âlâyı, kemâl sıfatlan ve güzel isimleriyle tanıta­cak, bizim ve bütün âlemin O'na olan nisbet ve alâkamızı bildirecektir... {Hakk Dîni, I, 18-26).

[48] Kaadı Iyâd: Bir şeyin zâtı, onun kendisi ve hakikatidir, demiştir.

[49] Bu vak'aya Recî' Vak'ası da denir. Recî', Huzeyl kabilesi yurdunda bir suyun adıdır. Bu şehîd edilme hâdisesi burada olduğu için bu isimle anılmıştır. Hâdise şöyledir: Adal ve el-Kaare kabilelerinden bâzı kimseler Rasûlullah'ın huzuruna gelerek, kabilelerine dîn ve Kur'ân öğretmek için bâzı muallimler göndermesini istemişlerdi. Rasûlullah bunlara Meşhed, Âsim İbn Sabit, Hubeyb ibn Adiyy gibi Suffa sahâbîlerinden ve okuyucu âlimlerden bâzılarını göndermişti. Recî' mevkiine geldiklerinde, bu kabile halkı bu Kur'ân âlimlerini burada gadrederek şehîd edip, Hubeyb ile Zeyd'i Mekke'ye götürmüşler. Bunları burada ismi zik­redilen kızın babasının obasına satmışlar. Onlar da bunları Harem dışına Ten'-im mevkiine çıkarıp îdâm etmişlerdi.

el-Bakara: 204 âyetinin inme sebeblerinden birinin bu hâdise olduğu riva­yet edilmiştir. İbn Abbâs'tan rivayette Recî' seriyyesinde bulunup şehîd edilen Hubeyb ve arkadaşlarını bâzı münafıklar kötülemişlerdi. Bunun üzerine bu âyet münafıkları kötüleme, Hubeyb ve arkadaşlarını medh için inmiştir, denilmiştir.

[50] Buhârî bu hadîsle Hubeyb'in "Ve zâüke fî Zâti'l-llâhî..." sözünü açıklamıştır. Bu hadisin bir rivayeti Cihâd'da, mutlak olarak "Bir adam kendisinin esîr edil­mesini ister mi? Esir edilmesini istemeyen ve öldürülmeden önce iki rek'at na­maz kılan kimse bâbı"nda (Buhârî, c. VI, s. 2836-2840,169. Bâb, 245 numaralı hadîs) geçmişti.

Hubeyb'in hâl tercümesi tsiâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 574-575'de; Meh-med zihnî, el-Hakaaık, s.?2-24'de ise hâl tercemesi ile şiirlerinin tahlili vardır.

[51] Âyetin baş tarafı şöyledir: "Allah; 'Ey Meryem oğiufsâ, insanlara Allah'ı bı­rakıp da beni ve anamı iki tann ediniz diyen sen misin?** dediği zaman, o şöyle dedi: 'Seni tenzih ederim, hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim bana yakış­maz. Eğer onu söyledimse elbette bunu bümişsindir!..". Sen benim nefsimde-kini, yânı zâtımdakini bilirsin, ben ise Sen'in nefsindekini, yânî Zât'ındakini bilmem demektir. Buna göre birşeyin nefsi, onun zâtı ve hüviyetidir...

[52] Hadîsin sonundaki ziyâde el-En'âm: 151, el-A'râf: 33 âyetlerinin tefsîrindeki rivayetten ahnmıştır. Bunun bir rivayeti Nikâh'ta, "Gayret bâbı"nda da geç­mişti.

[53] Rahmet, gazab Allah Taâlâ'nın iki sıfatıdır. Rahmet, sevabın kula ulaştınlma sı; Gazab da kulun hakk kazanmasına göre Allah'ın cezalandırması ma'nâsına-dır... Bunun bir rivayeti Bed'u'l-Halk'ın evvellerinde geçmişti.

[54] Bu hadîste Allah'ın kuluna yakınlık derecesini ifâde için kullanılan karış, arşın, kulaç gibi mahsûsâta âid ölçü mikyaslarının Allah Taâlâ hakkında kullanılma­ları, tamâmiyle mecazî ta'bûierdir. Bunların ve benzerlerinin Yüce Allah üzeri­ne kullanılmaları ancak mecaz yoluyla caiz olur. Çünkü bunlar Allah Taâlâ hakkında muhal şeylerdir.

Bir de bu hadîste nefsin zât üzerine kullanılmasının cevazı vardır. Bunun Kitâb ve Sünnette kullanılması, bunun şer'î olduğunun denlidir...

[55] Vech lafzıyle zât ma'nâsı ifâde edilir. Arab'ın âdeti cümleden ancak en şerefli olanla ta'bîr etmek üzere yürür...

[56] Buha^stede Vech lafa zât ma'n^sına kullanılmıştır. "Sen'in vechinesığınırım" demek, "Sen'in zâtına sığınırım" ma'nâsınadır.

Bunun birer rivayeti el-En'âm: 65 âyeti tefsirinde ve Kİtâb ve Sünnet'e sıkı yapışma Kitâbı'nda geçti.

[57] Buhârî bu iki âyette Yüce Allah'ın kendisinin "Ayn" ismini verdiği bir sıfatı olduğuna işaret etmiştir. Bu sıfat, aramızda bulunan organlar ma'nâsına değil­dir... (Aynî).

[58] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz Allah şaşı değildir" buyurdu da eliyle gözüne işa­ret edip gösterdi" sözünden alınır. Çünkü bu kelâm ve işarette "Ayn = Göz" sıfatının isbâtı vardır.

[59] Bunun da başlığa uygunluğu bundan öncekinin uygunluğu gibidir. Bunların bi­rer rivayeti Fitneler Kitâbı'nda da geçmişti.

[60] Bunlar Allah'ın haber verdiği sıfatlandır: "O öyle Allah'tır ki, HâÜk'ttr, diğer leri ise mahlûktur... "Halk" fiili iki ma'nâ ifâde eder: Birisi "Takdir etmek" yânı eşyanın bütün tafsîlâtıyle mikdâr ve mertebelerini ta'yîn etmektir... İkinci­si yok olan şeye vücûd vermek, hiç bir asıl ve misâli yok iken îcâd ve ihtira eyle­mektir... O öyle Halik'tır ki, el-Bârî—yânî öyle teiniz yaratıcı ki, halk ettiklerini temiz ve sağlam bir nizâm üzere seçip tesviye ve tekâmül ettirerek birbirinden farklı sıfatlar ve hususiyetler ile temyiz ettirir... el-Musavvir'dir— Mahlûkaatın suret ve keyfiyetlerini dahî takdir edip dilediği veçhile îcâd ederek tasvir edici ancak O'dur: "O, rahimlerde sizi dilediği keyfiyette sûr etlendir endir'" (Âlu tm-rân: 7), "Seni yaratan, şu salim uzuvları veren, sana şu nizâm ve i'tidâli bahşe­dendir O. Seni dilediği herhangibir surette terkıb edendir O" (el-İnfitâr: 7-8) (Hakk Dîni, VI, 4775-4776).

[61] Başlığa uygunluğu "O, kıyamet gününe kadar yaratacak olduğu kimseleri yaratacaktır" sözünden alınır. Bunun bir rivayeti Mağâzfde de geçmişti.

[62] Âdem'e şeref bahşetmek için böyle bu vurulmuştur. Yoksa bütün mahlûkaatı bizzat yaratan Cenabı Hakk'tır (Celâleyn). " j-u^/ti elimle*' demekten mak-sad, ana ve baba gibi hiçbir vâsıta olmaksızın yaratmış olduğunu beyândır (Bey-dâvî). Bâzıları "Yedeyye" sözü de "Nefs" ve "Vech" gibi Allah'a âid birer sıfattır demişlerdir. Bâzıları da "Yedeyye = Kudretimle" demektir demişlerdir.

[63] Başlığa uygunluğu "Allah seni bizzat eliyle yarattı" sözündedir... (Aynî).

Bu hadîste büyük günâh sahihlerine şefaati reddetmeleri hakkında Mu'te-zile'ye redd, Muhammed'in bütün peygamberler üzerine üstünlüğünü beyân var­dır. Peygamberlere nisbet edilen hatâlara gelince, bunlar tevazu' bâbındandır. Yoksa bunların hepsi mutlak olarak ma'sûmdurlar.

Bu hadîsin bir rivayeti el-Bakara Sûresi tefsirinde geçti (Kastallânî).

[64] Başlığa uygunluğu "Göklerive Yer'iyarattığı günden beri... "sözttndedir... "Di­ğer eliyle" kavliyle muhâtablann sebebleri İki elleriyle alıp vermeleri âdetine işaret etmiştir. Tasarruf kudretinden "İki eli" zikretmekle ta'bîr etmiştir. Bunun bir rivayeti biraz ziyâde ile Hûd Sûresi tefsirinde de geçmişti.

[65] Bunun bir rivayeti yakında "Yüce Allah'ın 'Meliku'n-nâs* kavli bâbı"nda geç­ti.

[66] Başlığa uygunluğu düşünene gizli olmayacağı üzere "Bütün mahlûkları bir par­mağı üzerinde tutar" kavlinden alınır. Bunun bir rivayeti ez-Zumer: 91 âyeti tefsirinde de geçmişti. Bu hadîsteki parmak işi, Peygamber'in Yahudi'yi tasdik etmesi gibi görünen hâli, Peygamber'in onun sözünden taaccüb edip gülmesi, Peygamber'in âyet okumasındaki hikmet hususlarında çeşitli görüşler ileri sü­rülmüştür. Tafsilâtı geniş şerhlerden alınabilir. Hattâbî: Âyet, hem rızâyı, hem inkârı muhtemildir, demiştir. Kurtubî: Peygamber'in Yahudi'nin cahilliğinden taaccüb ederek gülmüş ve bunun için bu âyeti okumuş da: Allah'ı hakkıyle bil-mediler, O'nu hakkıyle ta'zîm etmediler, demiştir (Aynî).

[67] Başlığa uygunluğu ma'nâsı yönünden olduğu meydandadır.

Allah'ın kıskançlığı, ruhî infial ve teessür ma'nâsına değil, onun lâzımı olan Allah'ın kullarına merhameti, hayır ve saadet dilemesi ma'nâsınadır. İşlenen herhangibir kötülüğe, bir zulme karşı kullarını bunlardan koruma ve himaye etmesidir...

el-Kirmânî: Buradaki "l/*r"den maksad, hüccettir. Çünkü Allah 'm: "Bit peygamberleri müjdeciler ve azâb habercileri olarak gönderdik. Tâ ki, peygam­berlerden sonra insanların Allah'a karşı hüccetleri olmasın.." (en-Nisâ: 165) kavli buna delildir, demiştir. Tavzih sahibi de, "Uzr" tevbe ve inâbedir, demiştir.

Bunun bir rivayeti Nikâh Kitabı, "Gayret bâbı"nda geçmişti... (Aynî).

[68] Asıl şehâdet, hakkın huzuruna yakîn ilim, şehâdeti edâ da o ilmi ihbar ve teb­liğdir. Yakîn ilminin menât ve mebdei sözde, zihinde, vicdanda değil, zihnin vâki' ve nefsu'1-emre intibakında, yânî hakkın Zât'ındadır. Hakk'ın kendine şehâdetidir ki, yakînin hakikatini teşkil eder... Esyânm kendilerine şehâdeti de Allah'ın kendine ve onun zımnında onlara şehâdetine dayanmaktadır. Bütün beyyineler, tecrübeler, istidlaller, Allah'ın şehâdetine dönücü olmak ve birer hakk âyeti bulunmak i'tibâriyledir ki, ilim ifade ederler... Enfüsî, âfâkî hicbirşey Al­lah'ın şehâdetine dayanmadan ve bir tlâhî şehâdet olmadan kendine şehâdet ede­mez. Allah'ın şâhid olmadığı şehâdet bulunamaz ve Allah şâhid tutulmadan hiçbir şehâdet yapılamaz. Hâsılı Allah'tan büyük bir şey ve Allah'ın fevkinde hiçbir alîm ve habîr tasavvur edilmiş değildir. Ve Allah'tan büyük şâhid de tasavvur olunamaz... {Hakk Dîni, III, 1894).

[69] Bu hadîsin bir rivayeti Nikâh Kitâbı'nda da geçmişti.

"Şey" lafzının bir mevcudun isbâtım gerektirdiği, "Lâşey" lafzının da mev­cudun yokluğunu gerektirdiği üzerinde ittifak edilmiştir... (Kastallânî).

[70] Buhârî bu iki âyet parçasını iki fâideyi tenbîh için zikretti:

a.  "Ve O'nun Arş'ı su üstünde idi..."; Arş'm Allah'la beraber olduğunu

düşünenlere redd;

b.  "O, büyük Arş'm Rabb'idir" kısmını da Arş'ın Hâlık sânı olduğunu

düşünenleri redd... (Aynî).

Elmalık özetle şöyle dedi: "Âcizane anlayışıma göre *tVe kâne arşuhu ate'l-mâi" kavl-i kerîmi "Sümme'stevâ ale't-Arşı" kavl-i celîline mukaabil olarak teemmül ve mütâlâa olunmak iktizâ eder. İkisinde de Arş, taht-ı ma'rûf ma'nâ-sından alınmış olarak mülk ve saltanattan kinayedir. Allah'ın Arşı, ilâhî hük­mü ve saltanatı demek olur. Binâenaleyh Arş'm su üzerine istilâsı, mekânı ve cismânî bir ma'nâ ile değildir. Ve "Sümme'stevâ tuel-Arsı" mukaabilinde, Arş'ı su üzerinde olması da istivaya mukaabil cereyandan kinayedir...

Fakat bu cereyan diğer bir surette ifâde edilmeyip de bilhassa suyun tercih olunmasından elbette su hakîkatine husûsî bir ehemmiyet atfettirecek bir nükte ve hizmet vardır ki, bunu teemmül etmek lâzım gelir. Biz bunda "Biz her canh şeyi sudan yarattık " mazmununa bir işaret buluyoruz. Bâzı hadîsler ve eserler­den anlaşıldığına göre, altıncı gün hayvanâtın halk olunduğu devirdir ki, Âdem bunun ikindisinde, yânî âhirinde halk olunmuştur. Demek ki, o gün İlâhî salta­nat hayâtı yaratma ile cereyan ediyordu ve bu cereyanın tecelligâhı su bulunu­yordu. Bir de zamâmmızdaki tecrübî fennî bilgilere göre hidrojen gazı cisimle­rin en hafifi ve en basiti olduğu gibi, bütün unsüri maddelerin bile aslı gibi düşünülmekte ve henüz basît sayılan diğer cisimler atomlarının hidrojen atom­larından terekküb ettiği bahis konusu edilmektedir ki (su hidrojen ile oksijen­den meydana geldiği için) pek dikkate şayandır..." (Hakk Dîni, VI, 2758-2761).

[71] Bunun bir rivayeti rivayeti BedVİ-Halk Kitâbı'mn başında geçti. Başlığa uy­gunluğu meydandadır.

[72] Başlığa uygunluğu "Arş'ı su üzerinde idi" sözünden alınır. Bunun bir rivayeti yakında da geçmişti.

[73] Başlığa uygunluğu "Yedi kat göklerin üstünden..." sözünden alınır. Çünkü "Ye­di kat göklerin üstünden" sözüyle murâd Arş'tır. Bunu Ebu'l-Kaasım et-Teymî'nin Kitâbu'I-Hucce'de Dâvûd ibn Ebi'1-Hind yoluyla eş-Şa'brden riva­yet ettiği hadîs kuvvetlendirmektedir... (Aynî).

[74] Çünkü: "Zevvecnâkehâ = Biz seni Zeyneb'le evlendirdik" (el-Ahzâb: 37) bu­yurdu. Ve Yüce Allah'ın Zâtı mekândan ve cihetten münezzehtir. Zeyneb'in: "Semâda" sözüyle murâd, Zât ve sıfatların yüceliğine işarettir. Yoksa bu Al­lah'ın mahallinin semâda olması i'tibâriyle değildir. Allah bundan çok münez­zehtir... Bu, Buhârî'de vâki' olan üç râvîli hadîslerin sonuncusu, yânî yirmiüçün-cüsüdür (Aynî, Kastallânî).

[75] Kevâkib'de şöyle dedi: Eğer: Allah'ın sıfatlan kadîmdir, kıdem ise başkası ta­rafından geçilmemiş olmaktır, öyle ise bu öne geçmenin vechi nedir? dersen, ben şöyle derim: Rahmet ve Gadab fiil sıfatlarındandır. Öne geçmek taalluk i'-tibâriyledir. Bundaki sırr, gadab kuldan ma'siyetin çıkmasından sonra olması­dır. Rahmetin kula ilgisi böyle değildir. Çünkü rahmet devamlı olarak faerşey üzerine feyezan etmektedir.

Bunun bir rivayeti yakında geçti (Kastallânî).

[76] Başlığa uygunluğu "Firdevs'in üstünde Rahmân'ın Arş't vardır" sözundedir. Bunun bir rivayeti Cİhâd Kitabı, "Allah yolunda mucâhde edenlerin dereceleri bâbı"nda da geçmişti.

[77] Bu âyet, Yâsîn Sûresi'nin 38. âyetinden bir parçadır: "Güneş de kendi karargâ­hında cereyan etmektedir. Bu mutlak gâtib, herşeyi bilen Allah Un takdiridir".

Bu hadîsin Bed'u'l-Halk'taki rivayetinde burası şöyledir: "Güneşgider, Arş'-in altında secde eder ve izin ister de ona düstûr verilir. Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabul olunmaz. (Doğuş yerine gitmeye) izin ister de izin de verilmez. Ve ona: Artık nereden geldinse, oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar, tşte bu Yüce Allah'ın şu kavlidir..."

Bu âyetin okunuşu ve tefsiri hakkında Hakk Dîni, V, 4029-4031. sahîfele-ri okunmaya değer

[78] Başlığa uygunluğu, o âyetin tamâma ermesi cümlesindedİr. O da Berâe Sûresi'-nin sonu **Ve huve Rabbu 'I-Arşi'l-Azîm = O büyük Arş'ın sahibidir" kavlidir. Çünkü Arş, Allah'ın en büyük mahlûkudur. Onu semâ ehlinin tavaf yeri ve du­anın kıblesi olarak yaratmıştır.

Bu hadîsin uzun bir rivayeti Kur'ân'ın Faziletleri Kitabı, "Kur'an'ın cem'i bâbı"nda geçmişti. Buradaki hadîs ise Tevbe Sûresi'nin tefsîri bâbı'nda geçti.

[79] Bu da hadîsin başka bir yoldan rivayetidir. Bu konudaki geniş bilgi, daha evvel geçtiği Kur'ân'm Faziletleri Kitâbı'nda verilmişti.

[80] Başlığa uygunluğu "Rabbu'l-Arşi'l-Az&n" kavimdedir.

Bu hadîs, Dualar Kitabı, "Keder ânında duâ bâbı"nda da geçti. Arş'ın azametle vasıflanması kemmiyet yönünden, kerem yânî güzellikle vasıflanması keyfiyet yönündendir. O zâten ve sıfâten medhedilmiştir. Bu duâ, câmialı sözlerdendir (Aynî).

Arş, mahlükaatm en nratbsı, en yükseğidir. O mahlûkaattan herşeyin kıva­mıdır, herşeyi kuşatmıştır, o büyüklük mekânıdır. Herşeyin oluştuğu, îcâd ve tedbîrlerin oluştuğu, hükümler ve hikmetler onun üstünden çıkar... (Kastallâ-nî).

[81] Başlığa uygunluğu "^^"sözünde olduğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Pey­gamberler Kitâbı'nda geçmişti.

[82] Buhârî iki âyetten birincisiyle "Zı'l-Meârk" kavlinin zahirine tutunan Muces-sime Cehmiyye fırkasını reddetmek istemiştir. Takarrür etmiştir kî, Allah cisim değildir. İstikrar mekânına ihtiyâcı yoktur. "Meâric"i kendisine izafesi, şeref­lendirme izafetidir. İkinci âyete gelince, yine onların şübhelerini redd içindir. Çünkü kelime yükselirken Allah'ın bir cihette olmasını gerektirmez. Çünkü Al­lah Taâlâ'yı hiçbir cihet ihata edemez... (Aynî).

[83] Ebû Cemre'nin bu hadîsi, "Ebû Zerr'in İslâm'ı bâbı"nda uzun bir metinle geç­mişti

[84] Mucâhid'in bu sözünü el-Feryâbî rivayet etmiştir

[85] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Namaz Kitâbı'nın evvelle­rinde, ''İkindi namazının fazileti bâbı"nda geçmişti.

[86] Başlığa uygunluğu "Allah'a halâl olandan başkası yükselmez" kavimdedir.

Bunun bir rivayeti Zekât Kitabı evvellerinde ' 'Halâl kazançtan sadaka ver­mek bâbı"nda geçmişti.

[87] Bu da hadîsin başka bir yoldan rivayetidir. el-Kirmânî şöyle dedi: Bu iki yoldan gelen hadîs arasındaki fark, birincisinde "et-Tayyib" kelimesi ma'rifedir, ikin­cisinde nekredir. İşte bu fark üzere kısalttı ve iki şeyhin ihtilâfını zikretmedi. Verkaa'mn ta'Iîkım el-Beyhakî rivayet etmiştir.

[88] Bunun bir rivayeti yakında da geçmişti.

[89] Buhârî bu hadîsi iki yoldan getirdi. İkincisi daha tafsfllidir.

[90] Başlığa uygunluğu "O beni Yer halkı üzerine emin kılıyor... " sözünden alınır.

Bu hadîsin bâzı rivayetleri ıtVe amma Âdun fe-uhlikû... " (el-Hâkkaa: 5-6) kavli bâbi'nda; Mağâzî'de "Alî'nin gönderilmesi bâbı"nda ve Berâe Sûresi tef-sîrinde geçmişti.

[91] Bunun birer rivayeti Bed'u'I-Halk'ta ve Tefsîr'de geçti. Oralarda açıklaması ve­rilmişti.

[92] Ehli Sünnet âlimleri söyle dediler: Allah Taâlâ'yı görmek aklen imkânsız değil­dir, mümkindir. Bunun âhirette vukû'u hususunda ittifak etmişlerdir. Binâena­leyh mü'minler Cenabı Hakk'ı görecekler, kâfirler ise et-Tatiîf: 15. âyeti gereğince bundan mahrum kalacaklardır...

[93] Zahmetsizce görmekten maksad, "Acaba görünüyor mu, görünmüyor mu?" diye aramak zahmetine katlanmaksızın gökyüzünde Ay'ı, Güneş'i görür gibi aşi­kâr görmektir. Bu, görüleni görülene değil; görmeyi görmeye benzetmektir ki, bi'1-cümle hadîs kitâblanndaki birçok hadîslerin lafızları hep bunu te'yîd edici­dir. Kıyamet gününde mü'min kullarına Rabb'lerinin cemâlini hicâbsız görmek ve müşâhade etmek müyesser olacağına -Mu'tezile ile Hâridler'den başka- İs­lâm fırkalarından hiçbirinin şekk ve şübhesi yoktur.

Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "İkindi namazının fadlı bâbı"nda da geçmişti.

[94] Bu iki rivayet de hadîsin başka yoldan gelişleridir.

[95] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Rikaak Kitabı,' Sırat, ce­hennemin köprüsüdür bâbı"nda da geçmişti.

Bu hadîsin Ezan Kitâbı'nda ve daha başka yerlerde Ebü Hureyre den, ibn Mes'ûd'dan, Ebû Saîd el-Hudrî'den gelen rivayetleri geçmişti. Müslim de imân­da Kıyâme, Cennet ve Nârın Sıfatı Kitâbı'nda bunun ayrı ayrı râvîlerden farklı metinlerini getirmiştir. Tecrid Ter., II, 658-689'daki 450 rakamlı hadîsin haşi­yelerinde bunların birçoğuna işaret edilmiştir.

[96] "Sâk't keşfedip açmak" alâmeti, müteşâbihlerdendir, ancak o korkunç yerde mü'min kullarına hakikati açılacak beyyine hakikatlerdendir. Lugatçılar İle garîbu'l-hadîs müelliflerinin cumhuru buradaki "Sâk"ın şiddet ma'nâsına gel­diğine kaaildirler. Bu takdîrce "Sâk açmak", şedîd ve korkunç bir hâlin o es­nada zuhuru olmuş olur. Bunu başka türlü tefsir edenler de vardır. Nitekim Kaadı Iyâz'a göre "Sâk", o sırada alâmet olarak zuhur edecek olan büyük bir nurdur ki, buna dâir hadîs de varmış... (Tecrftt Ter., II, 670)

[97] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir rivayeti en-Nisâ Sûresi tefsirin­de, fakat sonunda bir kısaltma ile geçmişti.

[98] Kur'ân'ın nassıyle habsettiği kimseler: "Şübhesiz ki, Aüah, kendisine ortak ta­ranmasını mağfiret etmez. O'ndan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eder..." (en-Nisâ: 48, 116) âyetinde mağfiret edilmeyeceği bildirilenlerdir.

Buhârî burada bu uzun şefaat hadîslerini Ebû Saîd, Ebû Hureyre ve Enes'­ten olmak üzere arka arkaya getirdi. Bunları Müslim de îmân Kitâbı'nda getir­miştir: Müslim Ter., I, 247-280, "Mü'minlerin âhirette Rabb'lerini görmelerini isbât babı" ve "Allah'ı ru'yet yolunu tanıma babı".

[99] Başlığa uygunluğu "Allah'a kavuşuncaya kadar" sözünden alınır. Bu hadîste "Havz"ı inkâr eden Mu'tezile'yi de redd vardır...

[100] Başlığa uygunluğu 'Sana kavuşmak haktir" sözündedir. Çünkü bunun ma'nâvî 'yâm"Seni8örmek bittir" demektir. Bunun bir rivayeti Te­heccüd Kıtabı'mn evvelinde de geçmişti.

[101]  Bunun uygunluğu da ma'nâsından alınır. Bunun da bir rivayeti Rikaak'ta geç­mişti,

[102] Bunun bir rivayeti, er-Ranmân: 62. âyeti tefsirinde geçti.

[103] Hadîsin bundan sonrası şöyledir:

Biz: Evet, teblîğ ettin! dedik. Rasûlullah: "Şâhid ol Yâ Rabb!" dedi. Baslığa uygunluğu "Rabbinize kavuşacaksınız" kavimdedir. Bunun bâzı ri­vayetleri İlim, Hacc, Bed'u'1-Halk, Fiten, Magâzî, Tefsîr (el-Berâe tefsirinde) Kitâblan'nda geçti, açıklamalar oralarda verilmiştir.

[104] Başlığa uygunluğu sorumdadır. Bunun birer rivayeti Cenazeler, Tıbb ve Nezir-ler'de de geçmişti.

[105] Başlığa uygunluğu "Sen benim rahmetimsin" kavimdedir.

Bunun bir rivayeti Kaaf Sûresi tefsirinde geçmişti. Bunun birkaç rivayetini Müslim, Cennet ve Ni'metlerinin Sıfatı... Kitabı, 13. bâb, "2846"da getirmiş­tir.

[106] Başlığa uygunluğu "Rahmetinin fazlı ile" sözündedir.

Bunun bir rivayeti Rikaak'ta geçmişti.

[107] Âyetin tamâmı: "Şübhesiz ki, Allah gökleri ve Yer'i zeval bulmalarından (ko­rumak için bizzat) tutmaktadır. Eğer onlar zeval bulurlarsa, and olsun ki, on­dan sonra kimse bunları tutamaz. Hakîkaten O, ukubette aceleci değildir. Çok mağfiret edicidir".

[108] Başlığa uygunluğu "Şübhesiz Allah ayağım koyar" sözünden alınır. Çünkü bu­nun ma'nâsı, hakikatte "Yumsiku = Tutar" demektir. Çünkü "Elimle yarat-ğım şey" kavli bâbı'nda "Yumsİku= Tutar" lafnyle de gelmiştir (Aynî).

[109] Musannif el-BvhSLd "Kullann Fiillerinin Yaratılması Kitabı "uda şöyle dedi: İn­sanlar fail ve mefûl hakkında ihtilâf ettiler: Kaderiyye fırkası, faillerin hepsi beşerdendir, dedi. Cebriyye fırkası, bunların hepsi Allah'tandır, dedi. Cehmiy-ye fırkası, fiil ve mefûl birdir, dedi. Bunun-için "Kun" mahlûktur, dediler. Selef ise: Yaratmak, Allah'ın fiilidir, bizim fiillerimiz İse mahlûktur. Allah'ın fiili, Allah'ın sıfatıdır. Mefûl ise Allah'tan başka olup mahlûklardandır, dedi­ler (Kastallânî).

[110] Hadîsin başlığa uygunluğu, âyette olduğu meydandadır. Bu hadîs bu sened ve metinle Âlu İmrân: 190. âyeti tefsirinde de geçmişti. Bunu buradaki başlık için tekrar getirdi (Aynî).

[111] O söz şudur: "Muhakkak onlar, muhakkak onlar yardım edilip muza/fer oh-çoklardır. Muhakkak bizim ordumuz; herhalde onlar galebe edicidirler" (es-Sâffât: 172-173).

[112] Başlığa uygunluğu "Rahmetim öne geçmiştir" kavimdedir. Bunlar fiil sıfatla-rındandır, zât sıfatlarından değildir. Onun için iki fiilden birinin diğerinin önü­ne geçmesi caiz olmuştur...

[113] Başlığa uygunluğu "Yazı onun önüne geçer" sözündedİr. Bu hadîste haseneler ve seyyielerden olan amellerin emarelerden ibaret olup mûcibelerden olmadığı, akıbette işin varacağı yer, geçen hükme ve takdirin cereyan etmesine dayanaca­ğı hükmü vardır.

Bunun bir rivayeti BedVl-Halk'ta da geçmişti.

[114] Başlığa uygunluğu "/lnca*/teA&^foemnjfc"kavlinden alınır. Çünkü "Rabb*-min emriyle" sözünden maksad, kelâmıyle demektir. Ve bu uygunluk "Tenezzül" masdanndan da alınır. Çünkü o da ancak kelimeler, yânî vahiy ile olur denil­di... (Aynî).

[115] Bunun birer rivayeti İlim ve Tefsir Kitâbları'nda da geçti. Aynî şöyle dedi: Ben sarihlerden kimsenin buradaki başlığa uygunluk yönünü zikrettiğini görmedim. Benim hatınma uygunluk cihetinin "Sana sorarlar** sözünden alınabileceği gel­di. Çünkü bunda "Rabb*inin emrinden" fıkrası vardır. Yine Allah'ın ilminde hiçbir kimsenin onu bilemeyeceği, onun ilminin Allah indinde olduğu geçmiştir (Umdetu'l-Kaarî).

[116]  Başlığa uygunluğu "Kelimelerini tasdik" sözünden alınır. Hadîsin bir rivayeti Cihâd ve Beşte bir'de geçti.

[117] Başlığa uygunluğu "Allah'ın kelimesi en yüksek olsun diye" sözünden alınır. Bunun da birer rivayeti llim'de ve Cihâd'da geçti.

[118] Buna yakın bir âyet şöyledir: "O*nun emri, bir şeyi dilediği zaman, ancak *OW demesinden ibarettir. O da oluverir" (Yâsîn: 82). Bu, Yüce Allah'ın "Tekvin" sıfatının ifadesidir, "Tekvin ", "Kevn = Olmak "tan temdir ki, "Oldurmak, var etmek" demektir. "Olan"a "Kâine, Hâdise" derlen ki, cem'ileri "Kâinat, Hâ-disât'^ır. "Kevneyn", "Dünyâ ve âhiret" ma'nâsına; "Mekân"dz "Olma ve hâsıl olma yeri"dir. "Tekvin", Allah'ın ezelî sıfatlanndandır. Mâturidî*ye gö­re yapmak, yaratmak, rızk vermek, diriltmek, öldürmek gibi Allah'a âid sıfat­lar O'nun zâtiyle kaaim olan "Tekvin" sıfatına varır. Ancak eserlerin ihtilâfı yüzündendir ki, o bir tek sıfatın, yânî "Tdtvfn'ln adlan değişmiştir. O sıfat yaratılanlara taalluk edince "Yaratmak, rızk vermek, diriltmek, öldürmek..." denilir (Meâİ-i Kerîm, II, 758, haşiye: 85).

[119] Başlığa uygunluğu "Allah'ın emri gelinceye kadar" sözünden alınır. Bunun bir rivayeti îtim ve l'tisâm Kitabı'nda da geçmişti.

[120] Bunun da uygunluğu geçen hadîs gibidir. Bunun da birer rivayeti İlim ve Nü­büvvet Alâmetleri Kitâblan'nda geçmişti.

[121] Başlığa uygunluğu "Sen Allah'ın senin hakkındaki hükmünü geçemezsin" sö-zundedir. Bunun birer rivayeti Peygamberlik Alâmetleri ile Mağâzî'nin sonla­rında geçmişti.

[122] Bunun bir rivayeti yakında 82 rakanuyle geçmişti.

[123] Çünkü "Aeöm«a*'tti/ıM, nâ-mütenâhî, denizler mütenâhîdir. Mütenâhî'ye mü-tenâhî ilâvesinin mecmuu da mütenâhîdir. Mütenâhî'nin nâ-mütenâhî'ye inti­bakı ise muhaldir, tenakuzdur... {ffakk Dîni, IV, 3296).

[124] İyi bilmeli ki, bütün halk da O'nundur, emir de. Evvel, âhir; takdîr ve tekvin de O'nun, îcâb ve teşri' de. Binâenaleyh hacim ve mikdân bulunan mahlûkaat da O'nun milki, onlar üzerinde cereyan eden hacimsiz, mikdârsız emirler de. Yânî yaratma da O'nun, yürütme de O'nun; cisim ve cismâniyyet; madde ve suret O'nun îcâd ve ihtirâ'ı; onları yürüten kuvvet ve rûh O'nun te'sîr ve izafe­ti. O'ndan başkası ne ma'dûmiyete vucûd verebilir, ne de mümkinâta vucûb. îcâd O'nun, îcâb O'nun, hârika O'nun, kaanûn O'nun, bütün mâsivâ O'nun hükmü altında, halk ve emrinden ibaret; O ise herşeyin mucidi ve mutlak muta-sarnfı. Hakîkatte ne O'nun îcâdına dayanmayan bir mevcûd bulunabilir, ne de O'nun emir ve icâbına tevâfuk etmeyen emirler emr olabilir... (Bu âyetlerin güzel bir tefsîri: Hakk Dîni, III, 2170-2193).

[125] Başlığa uygunluğu "Kelimelerim tasdtk" sözünden alınır. Bunun bir rivayeti yakında 83 rakamıyle geçti.

[126] Râgıb el-lsfahânî: Meşîet ekserin yanında müsâvî olarak irâde gibidir, dedi.

eş-Şey', şîtı'in fethi ve yâ'nın sükûnuyle "Ve'l-Meşîe", hatîe vezninde, "ve'l- Meşâe", kerâme vezninde... dilemek ma'nâsınadır.. dördüncü bâbdandır. Ve "Şey"', her mevcuda denir ki... Türkî'de nesne ta'bîr olunur, gerek hissi olsun cisimler gibi ve gerek hükmî olsun akvâl gibi. Cem'i "Eşya" ve "Eşyâât", "Eşâvât", "Eşâvî" gelir kî, vav'Iann fethi ve kesriyle de hikâye edilmiştir....

"eş-Şte", şîa vezninde, verilen ma'nâdan isimdir, bir nesneyi dilemek ma'nâsınadu-, irâde ve meşîet gibi. "Kullu sey'in bi-şîeti'Ilâhi taâlâ = Herşey Allah Taâlâ'nın dilemesiyledir, yânî irâdesiyledir" denilir... "el-tşâe", hemzenin kesriyle muzdar ve mülteci kılmak ma'nâsınadır (Kaamûs Ter.)

[127] Buradaki âyetler yüce Allah'a İrâde ve meşîet isbâtına, kulların hiçbirseyi dile-yemeyecçkleri, ancak ona Allah'ın irâdesi geçmiş olduğu hâlde dileyecekleri, Al­lah'ın tâat ve ma'siyet olarak kulların bütün fiillerinin yaratıcısı olduğuna delâlet etmektedir (Kast ali ânı).

"Aüah dilemeyince siz dileyemezsiniz'*- Bu âyet cebr ve kader meselesin­de re'ylerin harb yeri olmuş ise de, bunda kullara da meşîet İsbfit edilmiş oldu­ğunda ve maamâfîh onun mutlak olmayıp, ilâhî meşîete tevâfuk ile kayıtlı bulunduğunda şübheye mahal yoktur. Binâenaleyh mes'üliyet abd'e, hüküm Al­lah'a muzâftır. Onun için kul mukadderatını keyfine göre çizemez, ilâhî meşîet dâiresinde mes'ûldür. Allah Taâlâ ise hiç kayıth olmayarak dilediğini yapar, yol O'nun ta'yîn ettiği, sevâb ve ikaab O'nun hükümleridir. O dilediğim yapar (Hakk Dînî, VII, 5515, 5624-5630. sahîfelerde geniş bilgiler verilmiştir).

[128] Zeccâc'ın da dediği gibi müfessirler bu âyetin EbÛ Tâlib hakkında indiği üze­rinde ittifak etmişlerdir. Bu ta'lîkı el-Kasas: 56. âyet sırasında senedi ile rivayet etti.

[129] Kur'ân'da irâdenin zikri tekrar tekrar gelmiştir. Sünnet ehli bunun ancak Al­lah'ın irâde etmekte olduğu şeye vâki' olacağı, Allah'ın kâinatın hepsi için irâ­de edici olduğu üzerinde ittifak etmiştir. Mu'tezile bu âyete tutunarak, Allah, ma'siyeti irâde etmez, demiştir.

"...Allah irâde etmeyince kul irâde edemez. Lâkin Allah kulun irâdesini irâde etmekle murâdını da irâde etmiş olmak lâzım gelmez. İnsan birşey irâde eder de muradı hâsıl olmayabilir. Niceleri doğru gitmek ister de başı döner, dü­şer. O vakit Allah onun irâdesini irâde etmiş, fakat muradının husulünü irâde etmemiş demektir. Zîrâ irâdesini irâde etmese idi, o irâde edemezdi, murâdını irâde ede idi, murâd husule gelirdi. Demek ki Allah'ın meşîeti muradı müsteh­zim, lâkin kulun meşîeti Allah'ın meşîetine iktiran etmedikçe müstelzün değildir'' (HakkDîni, VII, 5627..)

[130] Başlığa uygunluğu "Eğer dilersen bana ver" sözündedir. Bunun bir rivayeti Du­alar Kitâbı'nda da geçmişti.

[131] Bunun da başlığa uygunluğu "Eğer Allah dilerse..." sözündedir. AFnin bu "Ne­fislerimiz Allah'ın elindedir" sözü, şu âyetten iktibas edilmiştir: "Aüah ölümü zamanında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını alır. Bu surette Hakkında ölümü hükmettiği ruhu tutar, diğerini muayyen bir vakte kadar salıverir. Şübhe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için kat? ibretler vardır*' (ez-Zumer: 42).

Bunun bir rivayeti l'tisâm'da da geçmişti.

[132] Başlığa uygunluğu "Dilediği zaman" sözündedir. Hadîs şöyle açıklanmıştır: Düz­gün bir sap üzerinde biten taze ekin, esen rüzgâr ile kâh eğilir, kâh doğrulur. Bir zaman yeşil yaşar, bir zaman sonra zamanın değiştirici te'sîrleriyle sararır. Fakat o, rüzgârların şiddetleri ve dehrin inkılâblan karşısında eğildiği hâlde hiçbir zaman devrilmez, yine doğrulur. Mü'min de böyledir. Hastalık, hüzün, keder, zulüm gibi zamanın birtakım bunaltıcı hâlleri karşısında sağa sola sarsılsa da bir türlü yıkılmaz. Allah'a kulluktan ayrılmaz. Kâfir de serviler gibi ne kadar metin ve uzun boylu olursa olsun, Allah onu kâfirliği sebebiyle yere serer...

Bunun bir rivayeti Tıbb Kitâbı'nda da geçmişti.

[133] Başlığa uygunluğu sonundaki "Ben onu dileyeceğim kimselere veririm " sözün-dedir. Bunun biraz değişik bir rivayeti Namaz Kitabı, "ikindi namazından gü­neş batmadan önce bir rek'ate yetişen kimse bâbı"nda da geçmişti.

[134] Başlığa uygunluğu, hadîsin sonundaki "Allah isterse ona azâb eder, isterse onu mağfiret eyler" fıkrasındadır. Bunun bir rivayeti îmân Kitabı, "îmânın alâ-" metleri bâbı"nda da geçmişti. Bu ilk Akabe gecesinde yapılan bey'attİr ki, bun­da el-Mumtehme Sûresi'ndeki "Ey Peygamber, mü'min kadınlar Allah'a hiç­birşeyi ortak tutmamaları, hırsızlık yapmamaları... şartlan üzere sana bey'-atleşmeye geldikleri zaman, onların bey'atterini kabul et..." (Âyet; 12)'nin nut-kettiği bey'at şartlan ayniyle vâki1 olduğundan, "Bey'atu'n-Nisâ" denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkekler ve kadınlar müsavidir...

[135] Başhğa uygunluğu "Eğer yemininde istisna yapsaydı..." sözündedir. Çünkü bu istisnadan mur^d, lügat bakımından: Eğer "Inşâaüah" demiş olsaydı, demek­tir. Bu hadîsin birer rivayeti Cîhâd'da, "Cihâd için çocuk isteme bâbı"nda ve Peygamberler Kitabı, "Biz Davud'a Süleyman'ı hibe ettik" (Sâd: 30) kavli bâ-bı'nda da geçti. Kadınların sayısı hakkında ayrılıklar, aded ayrılıkları olduğun­dan bu ihtilâfa i'tibâr yoktur.

[136] Başlığa uygunluğu "İnşâallah" sözündedir. Bunda Peygamber'in "Hastalığın^ geçmiş olsun" sözünün, gaybden haber verme yoluyla değil de, ancak tereccî yolu üzere olduğuna delîl vardır. Çünkü hasta, ertesi gün ölmüştür.

Buharı bunun bir rivayetini Nübüvvet Alâmetleri Kitâbı'nda da getirdi.

[137] Başlığa uygunluğu iki yerde "İstediği zaman" sözündedir. Bu hadîsin daha ge­niş bir rivayeti Namaz Kitabı, "Vakit gittikten sonra ezan okuma bâbı"nda geç­mişti. Buhârî burada hadîsi kısaca zikretmiştir.

[138] Başlığa uygunluğu "Allah'ın bayılmaktan istisna ettiklerinden mi oldu" kav­linden alınır. Çünkü Peygamber bununla "Sûra üfürülmüş, artık Allah'ın dile­dikleri müstesna olmak üzere göklerde kim varsa, yerde kim vana hepsi düşüp ölmüştür... " (ez-Zumer: 68) kavline işaret etmiştir. Buhârî hadîsi burada iki se-nedle getirdi. Bunun bir rivayeti Husûmât'ta da geçmişti.

[139] Başlığa uygunluğu "İnşâaUahu = Allah dilerse" sözündedir. Bu istisna, teber rük ve teeddüb içindir, şekk için değildir. Bundan maksad Medîne'de fitneden korunacakları için, Medîne'de oturmayı teşvîk etmektir. Bunun birer rivayeti Hacc'ın sonunda Medine'nin Fazîletleri'nde ve Fitneler'de geçti.

[140] Başlığa uygunluğu yine "İnşâattan = Allah dilerse" sözündedir. Bunun bir ri­vayeti Dualar Kitâbı'nda da geçmişti.

[141] Başlığa uygunluğu "Mâşâattahu= Allah'ın dilediği kadar" sözündedir. Hadî­sin bir rivayeti Fadâii'de, "Umer'in menkabeleri bâbı"nda da geçmişti. Bu, Pey-gamber'den sonra hilâfetleri ve İnsanların onlarla faydalanmalarında Umereyn için cereyan eden işlerin misâlidir. Peygamber işin sahibi olup en mükemmel şekilde yerine getirdi. İslâm'ın kaaidelerini oturttu, temellerini kurdu, asıllarını ve furû'unu açıkladı. Sonra Ebû Bekr halef olup riddenin kökünü kesti. Sonra Uraer halîfe oldu ve İslâm çok genişledi...

[142] Başlığa uygunluğu "Rasûlü'nün lisânı üzere dileyeceği şeyi yerine getirir" sö-zündedir. Bunun bir rivayeti Edeb Kitabı, "Her kim güzel bir şefaat yaparsa..." (en-Nisa: 84) kavli bâbı'nda geçti.

[143] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti yakında geçmişti.

[144] Başlığa uygunluğu Allah'ın onlann kıssalarından anlattığı âyetin kalanında "/»-şâallah sen beni sabredki bulacaksın '* ve "Rabb 'in irâde etti" sözlerinden alı­nır. Bu hadîsin birer rivayeti İlim Kitabı, "Musa'nın denizde Hızır'a gitmesi hakkında zikredilen şeyler bâbı"nda ve Tefsîr, "el-Kehf Sûresi: 60-82 âyetleri tefsiri bâbı"nda da birçok izahlarla geçmişti. Hadîsi o âyetler daha güzel ta­mamlamaktadır. Bu kdnu Hakk Dîni, IV, 3253-3273'ten okunup incelenmeye değer.

[145] Başlığa uygunluğu "İnşâaüah yarın Kinâne oğullan yurduna ineceğiz..." sö-zündedir. Bu ahd ve yemînleşme Kureyş ile Kinâne oğulları arasında Hâsimîler ve Abdulmuttalib oğullan aleyhine: "Bunlarla kız aüp vermemek, alışveriş et­memek üzere yapılmıştı..."

Bunun tam bir rivayeti Hacc Kitabı, "Peygamber'in Mekke'ye inmesi bâ-bı"nda geçmişti.

[146] Başlığa uygunluğu iki kerre "inşâattan yarın döneceğiz" kavimdedir. Bu hadî­sin bir rivayeti ve tafsilâtı Mağâzî, "Tâif gazvesi bâbı"nda geçmişti.

[147] Bu, müellif Buhârî'nin kelâm mes'elesi hakkında zikrettiği ilk bâbdır. Bu, uzun bir mes'eledir. Görüş, Yüce Allah'ın peygamberlerle mütekellim olduğunda te­vatür etmiştir. Bu konuda dînler ve mezhebler erbabından hiçbir kimse ihtilâf etmemiştir. İhtilâf ancak kelâmın ma'nâsı, kıdemi, hudûsu konularındadır. Hakk ehli indinde Allah'ın kelâmı, sesler ve harfler cinsinden değildir, bu Allah'ın zâtiyle kaaim ezelî bir sıfattır... (Kastallânî).

Buhârî'nin bu âyeti zikirden, hattâ bu babın tamâmından garazı Allah'ın zâtiyle kaaim olan kelâmını beyân etmektir. Delili, Yüce Allah'ın "Rabb'iniz ne buyurdu?" deyip "Rabb'iniz ne yarattı" dememesidir. (Aynî).

[148] Mesrûk'un bu sözünü Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât Kitâbı'nda EbÛ Muâviye yo­lundan; o da el-A'me§'ten senediyle rivayet etmiştir

[149] Başlığa uygunluğu "İzâ fuzaa an kulûbihim = Kalblerinden korku gidince" sö-zündedir. Buhârî burada hadîsin çeşitli yollardan gelişini ve bâzı isnâd incelik­lerini ayrı ayrı tesbît edip bildirmiştir. Bu hadîsin bir rivayeti bu senedle el-Hıcr Sûresi tefsirinde de geçmişti.

[150]  el-Kirmânî: Buhârî "el-lzn"den söz söylemeyi anladı, dinlemeyi değil. Bunun delili de bu hadîsi bu baba girdirmesidir, dedi. Ben: Bu husus teemmül edilecek yerdir. Buhârî bunu Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda "Kur'ân'la legannî etme­yen kimse bâbı"nda iki yoldan getirdi. Birincisinde tegannîyi, "Aşikâre okumak"-la tefsîr etti. (kincisinde "İstiğna" ile tefsîr etti. "el-tzn" lafzım "Dinlemek" ma'nâsıyle de tefsîr ettiler, dedim. (aynî).

[151] Bunun daha bütün rivayetleri Peygamberlerde ve Hacc Sûresi tefsirinde geç­mişti.

[152] Bunun bir rivayeti "Hadke'nin faziletleri bâbı"nda geçmişti

[153] Bu bâb, yine Yüce Allah'ın kelâmının isbâtı, kelâmını Cibril'e ve meleklere işit­tirmesi, onların da bu anda zâtiyle kaaim olan ve mahlûkların kelâmına benze-miyen bu kelâmı İşitir olduklarının isbâtı vardır... (Kastallânî).

[154] Demek ki, insanların sevgisi, Allah'ın sevgisine alâmettir. Başlığa uygunluğu meydandadır. Hadîsin birinci fıkrası: Müslümanlar arasında sevimli olan her kişi Allah yanında da sevimlidir, suretinde umûmî bir hükmü ihtiva etmekte­dir. Bunun bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitabı, "Meleklerin zikri bâbı"nda, bir rivayeti de Edeb'de "Sevimsiz olmak, nefret edilmek Allah tarafındandir ba­bı "nda geçti.

[155] Başlığa uygunluğu "Rabb'leri kullarım meleklerden daha iyi bilirken meleKtere kullarım hâllerini sorar" kavimdedir.

"Her iki takım meleklerin namaz vaktinde gelmeleri, ve çıkmaları ve mtts-lümânlarla birlikte namazda hazır olmaları Âdem oğullarının mü'minleri hak­kında bif ilâhî lütuf ve keremdir. Allah melekleri insanların en iyi hâllerine muttali' kılıp haklarında güzel övgü ve şehâdette bulundurmuş oluyor. Hamd

ve minnet Allah'adır"

Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "İkindi namazının fazileti bâbı"nda geç­mişti.

[156] Başlığa uygunluğu Cibril'in Peygamber'e müjde vermesinin ancak Allah'ın bu­nu haber vermesi ve ona bunu emretmesi suretiyle olması yönündendir. Bu ha­dîsin ziyâde ve noksanlı birçok sened ve metinleri Cenazeler, İstikraz, Istİ'zân, Rikaak Kitâblan'nda da geçti.

[157] Yânı onu, sana indirmeye ehil olduğunu ve senin onun teblîğ edicisi olduğunu bilerek indirdi. Yâhud onu kullarının iyiliklerinden olduğunu bilerek İndirdi. Bunda sıfatları inkâr eden Mu'tezile görüşünü redd vardır. Çünkü bunda Al­lah, kendisine İlim sıfatım isbât etmiştir...

İbn Battal şöyle demiştir: İnzal ile murâd, kullara farzların ma'nalannı an­latmaktır. O'nun indirmesi, yaratılmış cisimlerin indirmesi gibi değildir. Zîrâ Kur'ân cisim değil, mahlûk da değildir (Kastallânî).

[158] Mucâhid'in bu sözünü Feryâbî rivayet etmiştir.

[159] Başlığa uygunluğu "İndirmiş olduğun Kitöbı'na inandım" sözündedir.

Bunun birer rivayeti Abdest Alma Kİtâbı'nm sonunda ve Dualar Kitabı, "Sağ taraf üzere uyumanın müstehâbhğı bâbı"nda da geçmişti.

[160] Başlığa uygunluğu "Yâ Allah! Ey Kitabı indiren" sözundedir. Bunun bir riva­yeti Cihâd Kitabı, "Müşrikler aleyhine hezimetle duâ bâbı"nda geçti. Humey-dî'nin rivayetinde işitmeler açıkça söylenmiştir.

[161] Başhğa uygunluğu "İndirildi" sözundedir. İnzâlüe Tenzil arasında fark, tnzâl, bir defada indirmek, Tenzil ise vak'alara ve maslahatlara göre tedrîcle indir­mektir.

Bu hadîsin bir rivayeti Tefsîr'de, el-lsrâ Sûresi'nin sonunda geçmişti.

[162] İbn Battal şöyle dedi: Buhâri'nin bu başlıkla ve hadîsleriyle muradı, bundan evvelki bâblarda isbât etmek istediği "Allah'ın kelâmı kendisiyle kaaim bir sı­fat olduğu ve devamlı mütekellim olduğudur

[163] Başlığa uygunluğu kelâmın Allah'a İsnadını isbât etmesidir. Bu, kudsî hadîsler­dendir. Bunun birer rivayeti el-Câsiye Sûresi tefsirinde ve Edeb'de geçmişti.

[164] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda geçmişti.

[165] Başlığa uygunluğu "Rabb'i ona: Yâ Eyyûb! diye nida etti" sözündedir.

Bunun bir rivayeti Gusl'de "Çıplak yıkanma bâbı"nda geçti.

[166] Bunun birer rivayeti Teheccüd Kitabı ve Duâlar'da geçti. Bu, müteşâbih hadîslerdendir. Allah'ın dünyâ semâsına inip yükselmesi keyfiyeti biz kullarca bili­nemez.

[167] Bu, Hûd Sûresi tefsirinde tamamı getirilen hadîsten bir parçadır. Burada bun­dan murâd, Allah Taâlâ'nın "Ben de sana infâk edeyim" kavlinin Yüce Allah'a nisbet edilmesidir.

[168] Başlığa uygunluğu "Ona Rabb'inden selâm söyle.." sözündedir. Bunun bir ri­vayeti Menkabeler'de, "Peygamber'in Hadîce ile evlenmesi ve, fadlı bâbı"nda da geçmişti. Suheylî şöyle dedi: Peygamber insanları İslâm'a çağırdığı zaman, Hadîce çekişmesiz, yorgunluksuz icabet etmiş, hattâ Peygamber'den her yor­gunluğu giderip O'na Unsİyet etmişti. İşte onun bu fiillerine mukaabil cennette bu sıfatla bir ev olması munâsib olmuştur (Kastallânî).

[169] Bunun bir rivayeti Secde Sûresi'nde geçti. Başlığa uygunluğu "Allah buyurdu" kavlindedir.

[170] Başlığa uygunluğu "Sözün haktır" kavlindedir. Hakk'ın ma'nâsı, sabit ve lâ-nm demektir. Bu da Teheccüd'de geçti.

[171] Başlığa uygunluğu "Allah'ın benim hakkımda tilâvet edilecek bir emirle kelâm etmesinden..." sözündedir. Bu Ifk hadîsinden bir parçadır. Buhârîbu hadîsten bu isnâdla birçok yerlerde zikretmiştir. Cihâd, Şehâdetler, Tefsîr. Buhârî bu ha­dîsin tamâmını Şehâdetler ile en-Nûr Sûresi tefsirinde sevketmişdr.

[172] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah şöyle buyurur" kavlindedir.

Bu da kudsî hadîslerdendir. Bunun bir rivayeti Rikaak Kitabı, "Bir hasene işlemeyi kasdeden kimse bâbı"nda İbn Abbâs hadîsinden olmak üzere geçmiş­ti.

[173] Bunun birer rivayeti el-Kıtâl Sûresi tefsirinde ve Edeb'de de geçmişti.

[174] Başlığa uygunluğu "Allah buyurdu..." sözündedir. Bu, Namaz Kitâbı'nın so­nunda ve Yağmur Duası Kitabı'nda geçen uzunca hadîsin bir parçasıdır. Hadî­sin bundan sonrası şöyle devam ediyor: "Her kim Allah'ın fadlı ve rahmeti ile üzerimize yağmur yağdı dedi ise, işte o bana îmân etmiş, yıldıza îmân etmemiş tir. Her kim de fulân ve fulân yıldızın hareketiyle üzerimize yağmur yağdı de­diyse, işte o bana îmân etmemiş, yıldıza îmân etmiştir" buyurdu.

[175] Bunun bir rivâyçti Rikaak Kitabı, "Allah'a kavuşmayı seven kimse bâbı"nda geçti.

[176] Bunun bir rivayeti Tevhîd Kitabı'nin evvellerinde "Allah sizi kendisinden sa~ kındırır..." (Âlu imrân: 28, 30) bâbrnda geti.

[177] Başlığa uygunluğu "Bunu niçin yaptın?" sözündedİr. Bunun bîr rivayeti tsrâîl oğulları bölümünde geçti. Bunu Müslim de Tevbe'de getirdi: Müslim Ter., 8, 249 "2757".

[178] Hadîste buradan başlayarak sonuna kadar devam eden terdîdli rivayetler, râvî-nin şübhesi eseri değildir. İşlenilen günâhın irâde ile bilerek veyâhud hatâ eseri olarak yapılmış olması ve aynı şekilde Allah Taâlâ'nın affetmek veya cezalan­dırmasının ulûhiyet gereği bulunması itibariyledir

[179] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rabb'i şöyle... buyurur" sözündedir.

Bu hadîsi Müslim de Tevbe Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 251 "2758".

Nevevî şöyle demiştir: Hadîste şuna işaret vardır: Tevbekâr olan ve Allah'a yalvarmak yolunu bilen bir kulun günâhı yüz kerre, bin kerre ve belki daha çok tekerrür etse de her defasında tevbe etse yâhud bu mükerrer günâh yığınının topu hakkında Allah Taâlâ'ya niyaz arzeylese, tevbesİ sahîh olur ve kabul bu-yurulur. Bu, mü'minler için en büyük müjdedir...

Bu hadîsin son fıkrasının ma'nâsı: Sen günâh işler, sonra da tevbe etmekte devam ettiğin müddetçe, ben seni mağfiret eylerim, demektir.

(Bu hadîsin tercümesi az tasarruf ile Kâmil Mîrâs'ın tercümesinden -Tecrîd Ter., XII. 457- nakledildi.)

[180] Başlığa uygunluğu "Allah; Ey kulum.... buyurdu" kavimdedir.

Bu hadîsin bir rivayeti İsrâîl oğullan'm zîkr ve Rikaak Kitâbları'nda da geçti. Bunun birkaç rivayetini Müslim de Tevbe'de getirmiştir: Müslim Ter., VIII, 248-250 "2757".

[181] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bîr rivayetidir.

[182] Bu babın bütün hadîslerinde Rabb'in kullanyle kelâmı vardır.

[183] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü siyak, şefaat istemeye delâlet etmekte­dir. Hadîs kısaltılmış olmakla beraber, "Yâ Rabb" kavli ve buna icabet açıkça bellidir (Ayni),

[184] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü bunda Peygamber tarafından birçok defa suâller, Allah Taâlfi tarafından da cevâblar vardır. Bu hadîsi Müslim de imân Kitâbı'nda getirmiştir: Müslim Ter., I, 272-273.

[185] Bunun birer rivayeti Cennetin Sıfatı ile Rikaak'ta da geçti. Bunu Müslim de îmân'da, "Cehennemden son çıkacak olana dâir bâb"da getirmiştir: Müslim Ter., I, 258-259, 308 "186".

[186]  Bu hadîs, ziyâde ve noksan ile Zekât'ın evvellerinde ve Rikaak'ta geçti.

[187] Başlığa uygunluğu "Melik ancak benim, Melik ancak benim" sözündedir.

Bunun bir rivayeti bu kitâbda "Elimle yarattığıma.. bâbı"nda da geçmiş­ti.

[188] Başlığa uygunluğu iki yerde, "Rabb'i şöyle buyurur" ifâdelerindedir Buhârî bu­nun biraz değişik bir rivayetini Mezâlim Kitabı, "Dikkat edin! Allah'ın la'neti zâlimler üzerinedir bâbı"nda da getirmişti.

en-Necvâ: Yavaşça söz söylemeye denir ki, "Fısıldamak" ta'bîr olunur. Ni­tekim İbnu'1-Esîr de en-Nihâye'dt: Necvâ, isimdir, masdar makaamına kaaim-dir. Kıyamet gününde Allah'ın, mü'min kuluna gizlice hitabıdır, der. Buhârî sarihleri de: Necvâ; Allah Taâlâ ile mü'min kulu arasında kıyamet günündeki gizli konuşmadır ki, bunda kulun ma'siyetleri gizlice kendisine sayılır, bu Al­lah'ın fadlıdir, demişlerdir.

[189] Buhârî bu âyeti Yüce Allah'ın mütekellim olduğuna delîl için getirdi. Sünnet ehli de Yüce Allah'ın Mûsâ ile vasıtasız, tercümânsız olarak konuştuğu ve ona kelâmını işittirip, kelâmının ma'nâlarını ona anlattığı üzerinde ittifak etmiştir. Çünkü kelâm işitilmesi, sahîh olan şeylerdendir... (Aynî).

[190] Başlığa uygunluğu "Allah seni elçilikleri ve kelâm etmesiyle seçip tercih etti" kavlindedir. Bunun bir rivayeti Kader Kitâbı'nda geçti. Bunun bir rivayetini Müs­lim de Kader'de getirdi: Müslim Ter., VIII, 126-128, 13 "2652".

[191] Bu, Rikaak'ta geçen uzun Enes hadîsinden birer parçadır. Bunun bir rivayeti el-Bakara tefsirinde ve Tevhîd'de geçmişti. Bunun birkaç rivayetini Müslim de îmân'da getirdi: Müslim Ter., I, 268-269, 322 "193".

[192] Peygamber'in orada amcası Hamza ve amcasının oğlu Ca'fer ibn Ebî Tâlib'le beraber yatmakta olduğu rivayet edilmiştir.

[193] Hadîsin başlığa uygunluk noktası burasıdır.

[194] İbn Battal şöyededi: Mûsâ, Allah'ın "Ey Mûsâ, ben seni risâletimle, kelâmım­la insanlardan seçkin kıldım" (el-A'râf: 144) kavli sebebiyle Allah'ın kendisini dünyâda başkaları üzerine kelâmıyle üstün kıldığını bildiğinden, Allah, Muham-med'e ''Mahmûd Makaamı" vermekle başkaları üzerine tafdfl edince, O'nun bu faziletle kendisi üzerine yükseldiğini anladı... (Aynî)-

[195] Kaaf Sûresi'nde "Lâ" yerine "Mâ" ile şu âyet vardır: "Benim yanımda söz değiştirilmez" (Kaaf: 29).

[196] Başlığa uygunluğu "Yedinci semâda Musa'yı Allah' kelâmiyle tafdîli" sözün­den alınır. Bunu yerinde tenbîh ettik. Buhârî bu Isrâ hadîsinin bir rivayetini ez Zuhrî'den; o da Enes'ten; o da Ebû Zerr'den olmak üzere Namaz Kitâbı'nın evvellerinde; bir rivayetini Katâde'den; o da Enes'ten; o da Mâlik ibn Sa'saa'-dan olmak üzere Bed'u'l-Halk'ta; birini Hicret'ten Evvel Bi'set'in evvellerinde; ve Peygamber'in sıfatı'nda da getirdi.

Müslim de îmân'da, İsmâîl ibn Ebî Uveys'ten getirdi: Müslim Ter., I, 217-230, 259 "162-164-165".

[197] Bundan evvel Yüce Allah'ın peygamberler ve meleklerle olan kelâmı geçmişti. Burada İse cennet ehli ile olan kelâmını beyân etmeye başladı (Aynî).

[198] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayetini Rİkaak, "Cennet ve ce­hennemin sıfatı bâbı"nda da getirmişti.

Lebbeyke kavli, "Lebb = îkaamet etmek" ma'nâsından aded iradesiyle tes-niye kılınıp, hitâb kâfına muzâf kılınmıştır. Ve bunun ma'nâsında dört görüş vardır. Birincisi zikrolunan ikaamet ma'nâsına olmakla, "Ben senin enirine İtaat ve icabet merkezinde tekrar tekrar sabit ve payidar olurum" demektir...

Is'âd: Bir adamı saâdetli kılmak, meded ve iânet eylemek ma'nâsınadır. "Lebbeyke ve sa'deyke" lafzında "Sa'deyke" de tekrar tekrar yardım etmek ma'nâsınadır. Kezâlik "Sa'deyk" kelimesinde dahî "AATIn fazlaları hazfo-lunmuş ve hitâb kâfına muzâf kılınmıştır. Bununla tesniye masdar olmakla, fi­illerinin hazfedilmesi gereklidir. Ve "Sa'deyke" kelimesi ancak "Lebbeyke" kelimesine bitişik zikrolumır... Ma'nâlan "Tâatinde mükerreren yânî devamlı mukîm ve hizmetinde devamlı olurum" demektir... (Kaamûs Tercemesi).

[199] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Zirâat Kitabı, "Arazîyi al­tınla kiralamak bâbı"ndan sonra, unvansız bir bâbda da geçmişti.

[200] Buhârî bu âyetle, kul Allah'ı itaatle zikrettiği zaman, Allah'ın da onu rahmet ve mağfiretle anacağına delîl getirmiştir.

[201] İbn Battal şöyle dedi: Yüce Allah Nûh Peygamber'i, emrinden ve Allah'ın âyet­lerinden zikrettikleriyle andı. Bunun gibi herbir peygamber üzerine de kitabını ve şerîatinİ teblîğ etmeyi farz kıldığına işaret etti...

[202] Mucâhid'in bu sözlerini el-Feryâbî rivayet etmiştir.

Bu kİtâbdaki bu bâbla maksûd Yüce Allah'ın emir ve duâ ma'nâsıyle zik-redici ve zikredilmiş olduğunu beyândır. Bunun için buradaki âyetleri bu ko­nuyla ilgili oldukları için getirmiştir. Buhârî bu bfibda merfû' hadîs getirmemiştir.

[203] Buhârî'nin bu bâbdaki maksadı, fiillerin hepsinin Allah Taâlâ'ya nisbetini is-bâttır. Bu fiiller, mahlûklar tarafından hayır yâhud şerr olsa da müsavidir. Bun lann hepsi Allah için mahlûktur, mahlûk için kesbdİr. Halktan hiçbirşey Allah'tan başkasına nisbet edilmez. Edilirse o bir ortak, eş, ve fiilin O'na nisbetinde Ona müsavi olmuş olur. Yüce Allah kullarına bu mühim iş üzerine zikredilen âyet­lerle ve eşleri ve beraberinde duâ edilmiş ilâhları açıkça nefyeden diğer âyetlerle tenbîh edip uyarmıştır... (Aynî).

[204] Bu da, tasdik mü'mine izafe edildiği zaman kesb'dir...

[205] Bu hadîsten burada hedef, kendi fiilini yaratır olduğunu iddia edenin Allah'a eş kılan kimse gibi olacağına işaret etmektir. Bu konuda şiddetli tehdîd gelmiş­tir. Buna İ'tikaad etmek haramdır (Fethu'l-Bârt) Buhârî bunun birer rivayetini Tefsir'de ve HudÛd'da, "Zina edenlerin günâhı bâbı"nda getirmiştir

[206] tbn Battal şöyle demiştir: Buhârî'nin bu bâbda hedefi, Allah'ın işitmesini ve sahîh kıyası isbât etmek, sahflı olmayan fâsid kıyası da ibtâl eylemektir. Çün­kü, açıktan söylediğimde işitir de gizli söylersek işitmez diyenin bu kıyası, fâsid bir kıyastır. Zîrâ O, Allah'ın işitmesini, açıktan söylendiğinde işiten, gizlendi­ğinde işitmeyen kullarının işitmesine benzetmiştir.

Bu hadîsin iki rivayeti Fussilet Sûresi tefsirinde de geçmişti... (Kastallânî).

[207] Belki Buhârî'nin muradı, Muhdis'in gayr-ı mahlûk olduğudur. Nitekim bu el-Belhî ve tabiîlerinin görüşüdür. Takarrür etti ki, Yüce Allah'ın sıfatlan ya sel-biyyedir, bunlar "Tenzihiyyât" diye isimlenir; veya vucûdiyye-i hakîkiyye'dir; ilim, irâde, kudret gibi. Bunlar muhakkak kadîme'dir. Yâhud izâfiyye'dir: Halk, rızk gibi. Bunlar hâdise'dir, fakat bunların hudûsundan, Allah'ın zâtında ve ha­kîkî olan sıfatlarında bir değişiklik olması lâzım gelmez. Bunlar hakikatte O'­nun sıfatlandır. Nitekim ilmin ve kudretin, ma'lûmâta ve makdürâta taallûkları gibi ki, bunlar hadislerdir, ve onun bütün fiilî sıfatları da böyledir (Kastallânî).

[208] Bunu Ebû Dâvûd uzun bir metinle mevsûl olarak rivayet etti. Müellif Buhârî'­nin bunu burada sevketmesinden muradı, Yüce Allah üzerine "O, Muhdis'tir" ta'bîrinin kullanılmasının cevazını bildirmektir. Lâkin O'nun ihdası, mahlûk­ların ihdasına benzemez. Allah bundan yüce oldu (Kastallânî).

[209]  Başlığa uygunluğu "Kitâbların en yakını" sözünden alınır.

[210] Bu da aynı hadîsin başka yoldan bir rivayetidir. Bunların ikisi de mevkuf hadîs görünümündedir. Bunların bir rivayeti Kitâb'a Sımsıkı Yapışma Kitabı'nın so-nunda'Peygamber(S)'in "Kitâb ehline herhangi birşey sormayınız" kavli babı' n-da da geçmişti (Aynî).

[211] Bu, Ahmed ibn Hanbel ile BuharTnin "Halku EPâli'1-İbâd" Kitâbı'nda riva­yet ettikleri hadîsten bir parçadır. Diğerleri de böyle tafartc etmişlerdir

[212] Bu bâbdan maksûd, Peygamber'in Cibril'den Allah'ın Kelâmını alma keyfiye­tini beyân etmektir. Bu hadîsin birer rivayeti îmân ile Bed'u'l-Halk'ta açıklan­mış olarak geçmişti... (Aynî).

Bu hadîste Kur'ân söylenip, onunla kıraat kasdedilmesi vardır. Çünkü "Kurânehu" kavliyle Kur'ân'ııı kendisini okumak kasdedilmiştir. Kur'ânı okur­ken dili ve dudakları hareket ettirmek okuyucunun amelidir, karşılığında ücret alacaktır... (Kastallânî.)

[213] Yânî, Allah sözlerinizden gizli olanını da, açıktan olanını da bilir, O'na bunlar­dan hiçbirşey gizli olmaz. İbn Battal şöyle dedi: Buhârî'nin bu bâbdan muradı, Allah Taâlâ'ya zatî bir sıfat olarak ilmi isbât etmektir. Çünkü onun ilmi, sözün açığında gizlisinde müsavidir. Allah bunu "Sizden sözünü kim gizledi, kim onu açıkladı, geceleyin gizlenen, gündüzleyin yoluna giden kimdir (O'nun ilminde) birdir" {er-Ra'd: 10) âyetinde de beyân etmiştir.

[214] Bunun bir rivayeti yakında ve Tefsîr'de, el-îsrâ: 110. âyeti tefsîri sırasında da geçmişti ,

[215] Bu da bu âyetin inme sebebi hakkında diğer vecihtir. Yâhud bu, küllün cüz' üzerine ıtlâkı bâbındandir. Çünkü duâ, namazın cüz'lerinden biridir. Bu da el-Isrâ Sûresi'nd,e geçmişti (Kastallânî).

[216] Tegannî'ye Şafiî ve âlimlerin çoğu böyle ma'nâ vermişlerdir. Sufyân ibn Uyey-ne: İnsanlardan müstağni olur, demiştir.

"Kur'ân'ı açıktan okur" ziyâdesi "Tegannî eder" cümlesinin tefsîridir.

[217] Buhârî'nin bu bâbdan hedefi, kulların sözleri ve fiillerinin yine kullara mensûb olduklarıdır. Bu, geçen baba nisbetle tahsisten sonra ta'mîm gibidir.

[218] Bu hadîste bu iki büyük ni'meti elde etmekte mübalağa iradesiyle hased tesbît eyledi. Hasedden burada murâd, gıbta'dır. O da kişinin kardeşinde olan ni*me-tin kendisinde de olmasını temenni etmesidir, özetle: Hasedni'metin gitmesini, Gıbta ise ni'metin elde edilmesini istemektir.

[219] Bu da aynı hadîsin başka bir yoldan rivayetidir. Bu hadîsin birer rivayeti lîim, Kur'ân'm Fazîletleri ve Temenni Kitâbları'nda da geçmişti.

[220] Allah bu âyette, Peygamber'ine, beşerî sıfatlarının en şereflisi ile nİdâ etti.

[221] Enes ibn Mâlik'İn bu hadîsini Buhârî Cihâd ve Mağâzî'de uzunca birer metinle rivayet etti. Peygamber onu kuralar hey'etiyle göndermişti. Haram ibn Mil-hân o kabilelere hitaben yaptığı bu konuşması sırasında düşmanlardan bir adam onu mızrakla vurdu. O da: Ka'be'nin Rabb'ine yemîn ederim ki, ben zafer bul­dum! diyerek şehîd oldu: Cihâd, 9. bâb, 17. hadîs.

[222]  Buhârî bunu uzunca bir metinle Cizye'de rivayet etmiştir.

[223] Fethu't-Bârt'de dedi ki: Rasûl'e indirilen herşeyin RasûPe nisbetle iki tarafı vardır: Biri Cibril'den almak tarafıdır ki, bu, bundan önceki bâbda geçti, ötekisi de

[224] Bunun bir rivayeti yakında gemişti

[225] Bu âyetteki "Tilâvet", amel ile tefsir edilmiştir. Amel de amel edenin fiilinden-dir.

[226] Bu, buradaki babın sonunda senedli olarak gelmiştir.

[227] Ebû Hureyre'nin bu hadîsi Teheccüd, "Gündüz ve gecede temizliğin fadlı bâbı'*n-da senedli olarak geçti.

[228] Bu hadîs de îmân'da, "îmân ameldir diyen kimse bâbı"nda; Hacc'da, "Meb-rûr haccın fadlı bâbf'nda geçti.

[229] Başlığa uygunluğu "Tevrat ehline Tevrat verildi" kavlindedir. Bunun bir riva­yeti Namaz Kitabı, "Kıraatin imâma ve me'mûma vucûbu bâbı"nda ve bu Tev-hîd'de de yakında geçmişti.

[230] Bu hadîs, Namaz Kitabı. "Namazda imâma ve cemâate kıraatin vucûbu bâbı"n-da Ubâde ibnu's-Sâmit'ten olarak geçti.

[231] Bu hadîs, bundan daha uzun olarak Namaz ve Edeb Kitâblan'nda da geçmişti.

[232] Buhârî'nin bu bâbdan garazı, Yüce Allah'ın insanı, üzerinde yaratmış olduğu "Hel"', "Men", "I'tâ", "Şiddetlere sabr ve bundan sevâb bekleme" gibi bir­takım huylarla yaratmasını isbât etmektir. "Helu"' lafzını âyette Allah tefsîr etmiştir.

[233] Başlığa uygunluğu "Ceza' ve hela'=Sabırsızlık ve hırslıhktan" sözûndedir. Bu­nun birer rivayeti Cumua'da ve Beşte bir'in farziyeti'nde geçti.

Ceza': Lügatte sabırsızlık demektir. Hela'da sabırsızlığın son derecesidir. Sıfatlan, Cezû' ve Hetû'dm. Helu', korkak ve tamâ'kâr diye de tefsîr edilmiş ise de en uygun olanı Allah'ın Kitabındaki tefsirdir. Bunun tercümesini bâb başlığında yazdık. Metindeki "Ceza"' ve "Hela"' kelimelerinin ma'nâlan Kur'ân-ı Kerîm'in bu tefsîri sayesinde daha kolay anlaşılır.

[234] Amr ibn Tağlib'in bu "Kırmızı develerim olmasını arzu etmem" sözü, "Benim en kıymetli dünyâ mallarımın olmasını istemem" demektir. Arab kavmi beyaza da, nefîs olan mala da "Ahmer = Kırmızı" dedikleri gibi malın en nefis ve en yükseğine de "Humuru'n-nazmı = Kırmızı develer" derler.

[235] Bu bâbdaki hadîsleri, Peygamber (S) Rabb'inden rivayet etmiştir. Bu nevi' ha­dîslere hadîs âlimleri arasında "Kudsîhadîs" denilir. Bunlar ma'nâ yönüyle Al­lah'la, lafızları yönüyle Peygamber'Ie ilgilidirler. Bunların ma'nâlarını Allah, Peygamber'ine ya ilham ile yâhud ru'yâ ile bildirmiş, Peygamber de o ma'nâyı kendi ibaresiyle ümmetine teblîğ etmiştir. Bunun için kudsî hadîs, ma'nâsı Al Iah tarafından ilham ve lafzı Rasûlullah tarafından tertîb ve teblîğ buyurulan haberdir, diye ta'rîf olunur. Kudsî hadîsin, Kur'ân'dan farkı şöyledir: Kur'ân'-ın hem lafa, hem ma'nâsı Allah tarafından verilmiştir. Kudsî hadîsin yalnız ma'-nâsı,diğer Peygamber hadîslerinin hem ma'nâsı, hem lafızları Peygamber'e âiddir.

[236] Bunların ma'nâsı: Her kim bana tâatimle yaklaşırsa, ben de ona rahmetim, tev-fîkim ve yardım edişimle yaklaşırım. O bunları artırırsa, ben de artırırım, de­mektir. Murâd kulun mükâfatı, tâatle yaklaşma derecesine göre dâima kat kat olur demektir. Hulâsa, bu hadîslerde Allah'ın kuluna yakınlık derecesini ifâde için kullanılan karış,  arşın,  kulaç gibi uzunluk ölçüleri,  Allah hakkında tamâmiyle mecazî ma'nâda ta'bîrlerdir. Allah hakkında "Koşmak" ta'bîri de "Çabuk icâbet"i ifâde etmektedir.

[237] Başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir rivayeti Oruç Kitâbı'nda geçmişti. Son cümle ile Allah Taâlâ'mn oruçludan rızâsı ifâde edilmiş oluyor. Bu cümle­de orucun şerefi, oruçlunun ma'nevî derecesi en belîğ bir uslûb ile bildirilmiştir.

[238] Başlığa uygunluğu "Rabb'inden rivayet etmekte olduğu hadîsinde" kavlinde-dir. Buhârî hadîsi burada iki tarîk ile getirmiştir. Hadîsteki "Ben Yûnus'tan hayırlıyım"'hükmü, iki ihtimâle müsâiddİr: Biri, kişi kendi nefsini tercîh etmek, öbürüsü mütekellim sıgâsıyle Rasûluİlah kasdolunarak: Muhammed, Yûnus'­tan hayırlıdır, demek. İkinci ihtimâle göre: Peygamber bunu tevazu' ederek söy­lemiştir, demektir. Çünkü şefaatle ilgili sahih bir hadîsinde: "Ben Âdem oğul­larının seyyidiyim ve en hayırlısıyım " buyurmuş olduğu İçin, Yûnus'tan ve bü­tün peygamberlerden üstün olduğunu bildirmiştir. Bunu da Allah'ın kendisine ihsan buyurduğu ni'metlerini anmak için söylemiş, övünmek için değil. Bunun bâzı rivayetleri Peygamberler Kitabı ile en-Nisâ ve el-En'âm Sûreleri tefsirinde de geçmişti.

[239] Bu hadîsin bâbla ilgisi, Rabb'den olan rivayetin Kur'ân olmak yâhud başkası olmak, vâsıta ile veya vasıtasız olmaktan daha umûmî olması yönündendir... Muhelleb şöyle dedi: Bu babın ma'nâsı, Peygamber Kur'ân'ı Rabb'inden riva­yet ettiği gibi, sünneti de Rabb'inden rivayet ettiğidir. Bu İbn Mugaffel hadîsi­nin bu baba girmesinde, Kur'ân'ın da yinç Rabb'inden rivâyeten olduğuna ten-bîh vardır. Ve yine: Peygamber'in "Allah buyurdu" sözü ve "Rabb'inden ri­vayet etti" denilmesi müsavidir, denilmiştir.

Bu hadîsin birer rivayeti Mağâzî'de ve Kur'ân'ın Faziletleri Kitâbı'nda da geçmişti... (Aynî)

îbn Kesîr bu hadîsin şerhinde şöyle dedi: Tercî'e gelince, bu, savtta götü­rüp getirme yapmaktır. Nitekim yine Buhârî'de Peygamber'in "Â Â Â" deme­ğe başladığı hadîsi vardır. Muhtemel ki, bu ses götürüp getirmesi, altındaki hayvanın hareketinden meydana gelmiştir. Bu hadîs, sesi böyle ırlamaya var-dırsa da hayvan üzerinde ve tercî' ile tilâvetin cevazına delâlet etmiştir. Ve bu, harflerde ziyâde yapmak babından da olmaz... Kur'ân'ın Fazîletleri Kitabı, "Tercî' babı".

[240] Bu âyetin başlığa delâlet ciheti şöyledir: Tevrat, fbrânîce'dir. Böyle olduğu hâl­de Allah, Tevrat'ın Arablar'a karşı okunmasını emretmiştir. Arablar ise Ibrâ-nîce'yi bilmiyorlardı. Bunda Tevrat'tan Arabca ile ta'bîr etmeye izin vardır (Kas-tallânî).

[241] Bu âyetin başlığa delâlet yönü de şöyledir: Peygamber (S) Hırakliyus'a Arab dili'yle mektûb yazdı, hâlbuki HırakJiyus'un dili rumca idi. Bunda Peygamber'in mektubundaki şeyleri tebjîğ etmesinde ona anlatması için gönderdiği zâtın dili­ne tercüme edecek kimseye i'timâd ettiğine iş'âr vardır. Zikredilen mütercim de tercümandır. Bu hadîs, el-Câmi'u's-Sahîh'în başında "Vahy'in başlaması bâ-bı"nda uzun bir metinle geçmişti.

[242] el-Beyhakî şöyle dedi: Bunda kitâb ehli kendi kitâblarından Arabca ile tefsîr ettiklerinde doğru söylerlerse, bu kendilerine indirilenden ta'bîr yoluyla bildir­me olur. Allah'ın Kelâmı birdir, dillerin değişmesiyle ihtilâf etmez. Hangi lisân­la okunursa, o, Allah'ın kelâmıdır, dedi. Sonra Mucâhid'in "Bu Kur'ân bana, size de ve sizden sonra erişen kimselere de imâr etmeküğim için vahyolundu..." (el-En'âm: 19) kavli hakkında: Yânî Arab olmayanlardan ve diğerlerinden islâm olanlara dediğini, senedle rivayet etti. Yine Beyhakî: Bazen o kimse Arabça'yı bilmez. Onun kendi diliyle ma'nâsını tebliğ ettiği zaman, o kimseye nezir ol­muştur, dedi (Kastallânî).

[243] Başlığa uygunluğu "Onlara taşlama cezası vardır" sözlerinden alınır. Çünkü onu okuyan kimse Arabça'ya, onların üzerine taslama cezası olduğunu Arabça ile tercüme ve tefsîr etmişti. Bunun birer rivayeti Peygamberlik Alâmetleri ve İslâm'a Karşı Muharebe Edenler Kitâbı'nda da geçti.

[244] Buhâri'nin bu başlıktan muradı, tilâvetin kulun fiili olduğunu isbâttır. Şübhe­siz bunun içine tertîl, tahsîn ve tatrîb de girmektedir.

Bu iki ta'lîkı Ebû Oâvûd ile başkaları rivayet etmiştir. Buharı bunları Kul­ların Fiillerinin Yaratılması Kitâbı'nda mevsûlen rivayet etmiştir.

[245] Başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır. Bunun bir rivayeti daha Önce de geçmiş­ti.

[246] Başlığa uygunluğu "Benimle ilgili bir işte (mihrâblarda, toplantılarda) tilâvet edilecek bir vahy..." sözünden alınır (Aynî). Buhârî bunu, Kulların Fiillerinin Yaratılması Kitâbı'nda başka bir yolla getirdi de sonra: Âİşe, inzal Allah tara-fındandır, insanlar da onu tilâvet etmektedirler diye beyân etti, demiştir (Kastallânî).

[247] Buhârî'nin bunu burada getirmekten maksadı, nağme yönünden kıraatte sesle­rin ayrı ayrı oluşlarını beyân etmektir. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Yat­sı namazında kıraat bâbı"nda da geçti.

[248] Başlığa uygunluğu açıktan ve gizli okumakla sesin değişik olacağını beyân et­mesi bakımındandır. Bunun birer rivayeti Subhân Sûresi tefsirinde ve başka yer­lerde geçmişti.

[249] Fethu'l-Bârî'de şöyle dedi: Müellifin bundan muradı yükseltmek ve alçaltmakla seslerin ihtilâf etmelerini beyândır. el-Kevâkib'de de şöyle dedi: Başlığa münâ­sebeti Kur'ân'la sesleri yükseltmek şehâdet edilmeğe daha haklı ve evlâdır. Bu­nun bir rivayeti Namaz, "Ezân'da sesi yükseltmek bâbı"nda da geçti.

[250] Bunun bir rivayeti Hayız Kitâbı'nda da geçmişti.

[251] el-MuheUeb: Lügat ve i'râbdan lisân Üzerine ezberlemesini kolaylaştırdık demeyi kasdedivor, demiştir.

[252] Başlığa uygunluğu hadîsin sonundaki kavildedir. Yânî okuyucuya kolay gelen Kur'ân'ın indirilmiş olduğu Arab kabilelerinin lugatleriyle okuyunuz demektir. el-Muzzemmil: 20 âyetindekİ kemmiyet içindir, hadîsteki ise keyfiyet içindir. Fethu'l-Bârî'de şöyle dedi: Başlığın ve hadîsinin geçen bftblara uygunluğu, key­fiyetteki farklılık yönünden ve okuyucuya nisbetle kıraatin cevazı yönünden-dir.

Bu hadîsin birer rivayeti Husûmetler'de ve Kur'ân'in Fazîletleri'nde de geç­mişti (Kastallânî).

[253] Yânî biz onu düşünmek ve öğüt almak için kolaylaştırdık yâhud onu ezberle­mek için kolaylaştırdık ve onu ezberlemek isteyene yardım ettik...

[254] Buhârî Peygamberin sözünü burada; Matar el-Verrâk'in tefsirini de el-Feryâbî rivayet etmiştir.

[255] Bunun biraz tafsîlli bir rivayeti Kader Kitâbı'nda da geçmişti.

[256] Yânî "Sizler amelde devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa o, kendisine kolaylaştırılmıştır" buyurdu. Başlığa uygunluğu bundan evvelki gibi meydan­dadır. Bunun daha tafsîlli bir rivayeti Cenazeler Kitabı, "Muhaddîsin kabir ya­nında mev'iza etmesi bâbı"nda geçmişti. Âyetlerin tefsiri de Tefsîr'de verilmişti.

[257] Bu sözün Buhârî'nin olması ve ibn Abbâs'ın sözünün bakıyyesi olması ihtimâli de vardır. Buhârî'nin olması ihtimâline göre bu söz, İbn Abbâs'ın tefsiri üzerine zeyl yapılmıştır.

[258] Başlığa uygunluğu, bu hadîsle "eI-Levhu'l-Mahfûz"un Arş'm üstünde olduğu­nu işaret etmekte olması yönündendir. Bunun bir rivayeti Tevhîd'de, "Andol­sun ki, gönderilen kullarımız hakkında bizim geçmiş bir sözümüz vardır..." (es-Sâffât: 171-173) bâbı'nda geçti.

[259] Geçen hadîste "Allah mahlûkları yarattığı zaman..." ifâdesi vardır. Buna gö­re, yazma, yaratmamdan sonradır. Burada ise "Mahlûkları yaratmadan önce" buyurdu. Birinciden murâd, halka taallûktur. Bu, hadis'tir. Bundan dolayı ya­ratmadan sonra olması caiz olmuştur, ikinciye gelince, bundan murâd ise, hük­mün kendisidir. Bu ise ezelîdir; zarurî olarak halk'tan önce olacaktır. Bu hadîs birçok kerreler geçti (Kastallânî).

[260] el-Muhelleb: Buharı'nin bu başlıktan maksadı, kulların fiilleri ve sözlerinin Al­lah'ın mahlûku olduğunu isbât etmektir, demiştir (Aynî)

[261] Çünkü bunlardan birini diğeri üzerine atfetti. Halk, mahlûklardan ibarettir. Emr ise kelâm'dır. Birincisi hâdis'tir, ikincisi kadîm'dir. Bunda Yüce Allah'tan baş­kası için yaratma olmadığı hükmü vardır. Çünkü Allah, Zât*ı üzerine hasredip haber'i mübtedâ'dan önce getirdi (Kastallânî)

[262] Ebû Zerr'in hadîsi Itk Kitâbı'nda, Ebû Hureyre'nin hadîsi îmân ve Hacc Ki-tâbları'nda geçti.

[263] Yânî îmândan ve başka tâatlerden olan amellerinize mükâfat olarak, Allah îmân'a amel ismi verdi. Çünkü îmân'ı da diğer ameller topluluğu İçine girdirdi (Kastal­lânî).

[264] Bu, îmân Kitâbı'nda, "îmân da ameldir diyen kimse bâbı"nda geçmiş ve ora­da bâzı açıklamalar verilmişti.

Bu hey'et Rabîa kabilelerinden Abdu'1-Kays tarafından Hudeybiye'den son­ra ve Mekke fethinden biraz önce Peygamber'in huzuruna Munzir ibn Âiz el* Asarî'nin başkanlığı altında bir nevi' sefirlikle gönderilmişti..

[265] Başlığa uygunluğu "Lâkin sizleri yükleyen Allah'tır" sözünden alınır. Çünkü yüklemeyi Allah'a nisbet etti. Eymân ve'n-Nuzûr'da "Ben gayrisini yemîn eni­ğim şeyden daha hayırlı görürsem, muhakkak yeminimden keffâret veririm de o hayırlı olan işi yaparım" şeklindedir. Bunda keffâret vermeyi o işi yapmak­tan önce zikretti. Şu hâlde bunda her ikisine de cevaza delâlet vardır. Çünkü "Vav" harfi, tertîbi gerektirmez. Bunun tafsili Yemîn Kitâbı'nda geçmişti.

Bu hadîsin bâzı rivayetleri, Mağâzî, Zebîhalar, Nezîrler Kitâbları'nda da geçmişti.

[266] Bunun bir rivayeti bâb başında geçti. Hadîsin aslı îmân Kitâbı'nda "Ganimet­ten beşte bir vermk îmândandır bâbı"nda ve diğer yerlerde de geçmişti. îmân'-da açıklandığı üzere bu kaplar o diyarda içlerinde nebîz ve hamr yâni şıra ile şarâb kurmak âdet edilen dört nevi' testi adıdır ki, içlerinde şıra kolayca mayalanıp sarhoşluk verici kıvama gelirmiş...

[267] Başlığa uygunluğu, kendi fiilini yaratır olduğunu iddia eden kimse bakımındandır. Eğer onun bu da'vâsı sahîh olmuş olaydı, bu suret yapan musavvirlere inkâr vâki' olmazdı. el-Kirmânî şöyle dedi: Yaratma fiili, açıkça musavvirlere nisbet olundu, bu ise başlığın hîlâfınadır, fakat murâd onların kesbidir. Halk lafzı is­tihza olarak söylendi yâhud onların iddiasına göre söylendi (Aynî).

[268] Bu "Hayât veriniz" emri, âciz kılma emridir. Tasvir yapanların hayât husu­sundaki aczlerini belâgatle ortaya koymak ve beyân eylemekten ibarettir.

[269] Bu hadîslerin birer rivayetini Buhârî ile Müslim Libâs Kitâbı'nda da getirmiş­lerdir. Bu hadîslerle kulların fiillerinin Allah'ın mahlûku olduğuna istidlal edil­di. Buradaki ^7/a/ıt"ta'bîrİ, kendini Hâlık'a benzeten kişiye tehdîd ulaşması içindir... (Kastallânî).

[270] Fâcir ve münafık burada tefsîr atfıdır. Çünkü burada fâcir ile murâd, münafık­tır...

[271] İbn Battal şöyle demiştir: Fâcir ve münâfıkın Kur'ân okuması Allah'a yüksel-mez, onlar Allah yanında temiz olmazlar, Allah katında ancak Allah'ın rızâsını kasdedip isteyenler temizlenip artarlar. Bu hadîsin bir rivayeti Kur'ân'ın Fazilet­leri Kitâbı'nda da geçmişti.

[272] Başlığa uygunluğu, kâhinin münâfıka benzemesi yönündendİr. Çünkü yalanın galebesi ve hâlinin bozukluğu sebebiyle, doğru olan kelime kâhine fayda ver­mediği gibi, akidesinin bozukluğu ve habisliğinin eklenmesinden dolayı müna­fık da kırâatiyle faydalanamaz. Buhârî bunu burada iki senedle getirdi. Bunun bir rivayeti Tıbb Kitâbı'nın sonlarında "Kehânet bâbı'nda geçmişti (Aynî).

[273] Başlığa uygunluğu "Onlar Kur 'ân 'ı okurlar, fakat Kur'ân onların köprücük ke­miklerinden öteye geçmez" kavlinden alınır.

Sahâbîler asrında insanlar saçlarını kesmezlerdi, ancak hacc ibâdeti veya bir ihtiyâç sebebiyle başlarının saçlarını keserler veya kısaltırlardı. Amma bu hadîste zikredilenler saç kazıtmayı devamlı şiârlen yapmışlardır. Buna yakın bir rivayet Fiten'de de geçmişti... (Aynî).

Bu hadîs, saçlarını devamlı kazıtan Budistler'i hatırlatmaktadır

[274] Felah bulanla ziyan edeni meydana çıkaracak olan işlerin sonuncusu, mîzânı-nın ağır basması ve hafif gelmesi olunca, Buhârî, Kitâbı'na "Niyet Hadîsi" ile başlayıp "Kıyamette amellerin tartılması bâbı"nı sonuncu yaptı. Böylece niye­tin dünyâda olup .amellerin ancak Allah için hâlis niyetle olanlarının kabul edi­leceğine işaret etmiş oldu (Kastallânî).

Yüce Allah şöyle buyurdu: "(Herkesin dünyâda yapıp ettiğini) tartmak da o gün haktır. Artık kimlerin terazileri ağır basarsa, işte onlar murada erenlerin tâ kendileridir. Kimlerin tartılan hafif gelirse, bunlar da âyetlerimize zulmeder oldukları için kendilerine çok yazık etmiş kimselerdir** (el-A'râf: 8-9);

' 'İşte o gün kimin tartılan ağır gelirse, arak o, hoşnûd bir yaşayıştadır. Am­ma kimin de tartılan hafif gelirse, artık onun anası Hâviye'dir** (el-Kaaria: 6-9).

Hesâb ve Sırat gibi mîzânın, veznin subûtuna delîl geldiği için bize bunlara i'tikaad etmek vâdb olmuştur. Akıllarımız bunların bâzısını idrâkten âciz otursa da biz bunun ilmini Allah'a havale eder ve bunun keyfiyetini araştırmakla meş­gul obnayız. Hakk ehli indinde bunların isbâtında umde, bunların nefsinde müm-kin olduğudur... (Kastallânî).

Bu konunun tafsilâtı kelâm kitâblanndadır. Hakk Dîni, VIII, 6030-6036'da güzel bir özetleme verilmiştir

[275] Buhârî, Sahihine, onunla amel etmek için "Niyet Hadîsi" ile başladığı gibi, "Tesbîh ve Tahmîd Hadîsi" ile de bitirmiştir.

Buhârî bu hadîsi Dualar Kitâbı'nda, Zubeyr ibn Harb'den; Yeminler ve Ne-zîrler'de Kuteybe'den; burada da Ahmed ibn Işkâb'dan getirmiştir... (Aynî). Hadîsteki "İki kelime", iki kelâm, iki cümle demektir. Nitekim "Şehâdet Kelimesi" ta'bîri de böyledir. Bunların Yüce Allah'a sevimli olmaları ile mu-râd, bunları okuyarak Allah'ı tesbîh ve tahmîd eden Tevhîd ehli sevimlidir de­mektir. Tesbîh, "Subhânallah" demektir. Allah Taâlâ'yi eksik sıfatlardan tenzih eder, ıraklarım ma'nâsınadır. Hamd de Yüce Allah'ı kemâl sıfatlanyle övmek­tir. Şübhesiz ki Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ve kemâl sıfatlanyle tavsîf etmek en yüksek ubudiyet şiarıdır. Bu sebeble Allah indinde en sevimli ve en ziyâde Allah'ın rızâsını mûcib bulunuyor. Yine bunun için kıyamet günü hase-neler ve seyyieler tartildığı ve hesâb görüldüğü sırada, bu İki mübarek cümle, ifâ­desi dile hafif olmakla beraber terazinin haseneler tarafında ağır basıyor.