53-KİTÂBU'S-SULH.. 2

1- İnsanların Arası Bozulduğu Zaman Onu İyileştirme Ve Barışı Kurma Hakkında Gelen Şeyler Babı 2

2- Bâb: İnsanlar Arasını İyileştirip Düzelten Kimse Yalancı Değildir 3

3- İmâmın Kendi Arkadaşlarına Hitaben: 3

'Bizi Götürün, Aralarını İyileştirip Barıştıralım". 3

Sözü Babı 3

4- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı; 3

5- Bâb: Birbirleriyle Çekişen Kimseler Yâhud Topluluklar Bir Haksızlık Ve Zulüm Barışı Üzerine Anlaşma Yaptıkları Zaman Bu Barış Reddedilmiştir 3

6- bâb: (barış yazısı) nasıl yazılır?. 4

7- Müşriklerle Barış(In Hükmünü Beyân) Babı 5

9- Peygamberdin Alî'nin Oğlu Hasen İçin (Allah İkisinden De Razı Olsun): "Şu Benim Oğlumdur; Bir Seyyiddir. Umarım Ki Allah Bu Oğlum Sebebiyle İki Büyük Fırka Arasını Düzeltir" Sözü Bâbî 6

10- Bâb: İmâm (Hasımlardan Birine Yâhud Her İkisine Birden) Barışmaya İşaret Eder Mi?  7

11- İnsanlar Arasını İyileştirip Barıştırmanın Ve Yine İnsanlar Arasında Adalet Yapmanın Fazileti Babı 7

12- Bâb: İmâm Barışmaya İşaret Ettiği Ve Üzerinde Hakk Bulunan Kimse De Barıştan Çekindiği Zaman, İmâm (Yânî Hâkim), O Kimse Üzerine Kendisine Apaçık Olan Hükümle Hükmeder 7

13- Alacaklılar Arasında Ve Mîrâs Sâhibleri Arasında Barış, Ve Bunların Herbirine Birşeyi Bedel Ve İvaz Verme Sırasında Ölçüp Tartmadan Takdir Ve Tahmîn Yapma(Nın Hükmü) Babı 8

14- Borç İle Ve Mevcûd Olan Şey İle Sulh Babı 9


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

53-KİTÂBU'S-SULH

(Barış ve Barışıklık Kitabı) [1]

 

1- İnsanların Arası Bozulduğu Zaman Onu İyileştirme Ve Barışı Kurma Hakkında Gelen Şeyler Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

'İnsanların toplanıp gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Meğer ki toplanıp konuşanlar bir sadaka vermeyi yâhud bir iyilik yapmayı veya insanlar arasını iyileştirip düzeltmeyi emreden kimseler olsun. Her kim bu üç hayrı Allah'ın rızâsını dileyerek yaparsa, biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz" (en-Nisâ: ıi4) [2]

Ve devlet başkanının (ve onun vekîli olan âmirin) insanlar arasını düzeltmek için adamlarıyle ihtilâf ve çekişme yerlerine çıkıp gitmesi [3]

 

1-....... Bana Ebû Hazım, Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki (o, şöyle demiştir): Amr ibn Avf oğulları'ndan bir takım insanlar ara­sında bir kavga olmuştu. Bunun üzerine Peygamber (S) bunların ara­sını düzeltmek için sahâbîlerinden bâzı insanlarla birlikte Avf oğullan'na (onların Kubâ'daki yurduna) çıkıp gitti. Namaz vakti gel­mişti. Hâlbuki Peygamber henüz Medine Mescidi'ne gelmemişti. Bi­lâl geldi, namaz için ezan okudu da Peygamber hâlâ gelmemişti. Bunun üzerine Bilâl, Ebû Bekr'e geldi ve:

— Peygamber (ara düzeltmek sebebiyle) alıkonuldu. Namaz vakti de geldi. Sen cemâate imâm olup namaz kıldırır mısın? dedi.

Ebû Bekr:

— Evet, istersen namaza ikaamet et, dedi.

Ve Ebû Bekr öne geçip namaza durdu. Sonra Peygamber geldi, safflar arasında yürüyerek tâ birinci saffta durdu. Peygamber'i gö­ren insanlar el çırpmaya başladılar. Ebû Bekr namazda başım çevi­rip bir tarafa bakmazdı. İnsanlar el çırpmayı çoğaltınca dönüp baktı. Ve Peygamber'i arkasında gördü. Peygamber ona eliyle işaret ede­rek yerinde durmasını ve öylece namazı kıldırmasını emretti. Ebû Bekr de elini kaldırıp (Peygamber'in bu emrinden dolayı) Allah'a hamcletti. Sonra Ebû Bekr birinci saffa girinceye kadar arkasına geri geri çekil­di. Peygamber de ilerledi ve insanlara namazı kıldırdı. Namazı biti­rince insanlara karşı döndü de:

  "Ey insanlar! Namazınızın içinde size bir şey arız olunca el çırpmaya başladınız. Namaz içinde el çırpmak ancak kadınlara mah­sûstur. Her kime namazı içinde (hatırlatmaya değer) birşey arız olur­sa Subhânattah desin. Çünkü onun teşbihini işiten kimse (yânı imâm) muhakkak ona döner" buyurdu.

(Sonra Peygamber):

— "Yâ Ebâ Bekr! Sana işaret ettiğim zaman, seni yerinde dur­maktan ne men' etti de insanlara namaz kıldırmadın?" diye sor­du.

Ebû Bekr:

— (Yâ Rasûlallah!) Ebû Kuhâfe'nin oğluna Peygamber'in önünde insanlara namaz kıldırması yakışmazdı, dedi [4].

 

2-....... Bize Mu'temir tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Sü­leyman ibn Tarhân'dan işittim ki, Enes (R) şöyle demiştir: (Medine'­ye gelişinin ilk günlerinde) Peygamber'e:

— (Hazrecliler'in başkanı) Abduilah ibn Ubeyy'in yanına gitse­niz (de İslâm'a çağırsanız hayırlı olur), denildi.

Bunun üzerine Peygamber bir eşeğe binerek; müslümânlar da ken­disiyle beraber yürüyerek, Abdullah ibn Ubeyy'in (Âliye'deki men­ziline) gitti. Gidilen yol çorak bir arazî idi. Peygamber, İbn Ubeyy'in semtine vardığında, o, Peygamber'e:

— Benden uzak dur! Vallahi eşeğinin kokusu bana ezâ veriyor! dedi.

Buna karşı Ensâr'dan Hazrec kabilesinden bir adam:

— Vallahi Rasûlullah'ın eşeği, koku yönünden elbette senden da­ha temizdir, dedi.

Abdullah ibn Ubeyy hesabına onun kavminden biri öfkelendi de, bu iki kişi sövüştüler. Bunlardan herbirinin taraftarları öfkelendiler de aralarında hurma deyneği ile, ellerle ve pabuçlarla vuruşma oldu.

Enes; "Eğer mü 'minlerden iki zümre birbiriyle dönüşürlerse, ara­larını bulup barıştırın...'\e\-Hucmat: 9) âyetinin indirildiği haberi bize ulaştı, demiştir [5].

 

2- Bâb: İnsanlar Arasını İyileştirip Düzelten Kimse Yalancı Değildir

 

3-.......Bize İbrâhîm ibnu Sa'd, Salih ibn Keysâ.Vdan: o da İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, ona Humeyd ibn Abdirrahmân; ona da an­nesi Ukbe kızı Ümmü Kulsüm haber vermiştir: Ümmü Kulsüm, Ra-sûlullah (S)'dan: "İnsanlar arasını iyileştirip düzelten ve bunun için hayır maksadıyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyle söz söyleyen kim­se yalancı değildir" buyururken işitmiştir [6].

 

3- İmâmın Kendi Arkadaşlarına Hitaben:

'Bizi Götürün, Aralarını İyileştirip Barıştıralım"

Sözü Babı

 

4-.......Sehl ibn Sa'd (R)'dan (şöyle demiştir): Kubâ ahâlîsi bir­birleriyle döğüştüler; hattâ birbirlerine taşlar attılar. Bu hâdise Ra-sürullah'a haber verilince, Rasûlullah (S) hemen: "Bizi götürün de aralarım iyileştirip barıştıralım" buyurdu [7].

 

4- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı;

 

"Kadınla kocasının kendi aralarında bir sulh anlaşması yapmalarında bir günâh yoktur" («ı-Nisâ: 128).

 

5-.......Aişe(R) "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yâhud yüz çevirmesinden endîşe ederse, sulh ile aralarını düzeltmekte  'En yassâlahâ'' kıraatine göre: Barış anlaşması yapmalarında- iki­sine de günâh yoktur.Barış hep hayırdır... " (en-Nisâ: 128) âyetinin tef­siri hakkında şöyle demiştir:

Bu öyle bir adamdır ki, karısından hoşlanmayacağı yaşlılık yâhud da bunun gayn kötü bir hâl görür de o kadından ayrılmak ister. Bunu sezen karısı: Sen beni nikâhında tut ye benim için (nafaka ve diğer şeylerden) istediğin taksimi yap, der. Âişe: İşte, kadın ile koca­sı bu suretle karşılıklı razı olurlarsa, bu anlaşmada günâh yoktur, de­miştir [8].

 

5- Bâb: Birbirleriyle Çekişen Kimseler Yâhud Topluluklar Bir Haksızlık Ve Zulüm Barışı Üzerine Anlaşma Yaptıkları Zaman Bu Barış Reddedilmiştir

 

6-.......Ebû Hureyre ile Zeyd ibnHâlid el-Cuhenî (R), ikisi de şöyle demişlerdir: Bir bedevi geldi de:

  Yâ Rasûlallah! Hasmımla aramızda Allah'ın Kitabı ile hü­küm ver, dedi.

Hasmı olan kimse de ayağa kalktı ve:

— O doğru söyledi. Onunla aramızdaki da'vâya Allah'ın Kitabı ile hükmet, dedi.

Çöl Arabi da'vâyı şöyle anlattı: Benim oğlum bu adamın yanın­da ücretle hizmetçi idi, onun karısı ile zina etti. Bana: Oğluna taşlan­mak cezası düşer, dediler. Ben oğlumu bu cezadan yüz koyun ve bir de cariyeyi fidye verip kurtardım. Sonra bu mes'eleyi ilim sahibi olanlara sordum. Onlar bana: Oğlunun üzerine ancak yüz deynek ile bir yıl gurbete gönderme cezası düşer dediler, dedi.

Bu ifâde üzerine Peygamber (S):

— "Elbette aranızda Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar sana geri verilecektir; oğluna da yüz deynek vurulacak ve bir sene de sürgün edilecektir. Sana gelince yâ Uneys -ki Uneys ibn Dahhâk el-Eslemî adında sahâbîlerden bir adamdır-, sen yarın kuşluk vaktinde bu adamın karısına git (suçunu i'tirâf ederse) ona taşlama cezası uygula!" buyurdu.

(Râvî dedi ki): Ertesi günü kuşluk vaktinde Uneys o kadına gitti ve (suçunu i'tirâf etmesi üzerine) o kadına taşlama cezası uyguladı [9].

 

7-.......Âişe(R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S): "Herkim bizim şu dîn işimizin içinde ondan olmayan bir bid'at îcâd ederse, o redde­dilmiştir; bâtıldır" buyurdu.

Bu hadîsi Abdullah ibn Ca'fer el-Mahramî ile Abdulvâhid ibnu Ebî Avn da, Saîd ibn İbrahim'den rivayet etmişlerdir [10].

 

6- bâb: (barış yazısı) nasıl yazılır?

 

(barış anlaşması yazısı) "bu fulân oğlu fulân ile fulân oğlu fulân'ın barış anlaşmasıdır" başlığı ile yazılır [11].

 

8-.......Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir:

Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, o şöyle dedi:

Rasûlullah (S) Hudeybiye'de Mekkeliler'le barış anlaşması yap­maya karar verdiği zaman, taraflar arasında barış yazısını Alî yazdı. Alî "Allah'ın Elçisi Muhammed" yazdı. Müşrikler:

— Sen "Allah'ın Elçisi Muhammed1' yazma. Biz senin rasûl ol­duğunu kabul etseydik, seninle harbetmezdik, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah, Alî'ye hitaben:

  "Rasûlullah sözünü sil!" buyurdu. Alî de:

  Ben onu silen kimse olmam, dedi.

Bunun üzerine onu Rasûlullah bizzat kendi eliyle sildi. Ve gele­cek sene kendisi ile sahâbîleri Mekke'ye girip üç gün ikaamet etmeleri; oraya ancak silâhlan kılıfları içinde olarak girmeleri şartı üzere Mekkeliler'le barış anlaşması yaptı.

Râvîye: Bu "Culubbânu's-silâh" nedir? diye sordular. îçinde-kiyle beraber kılıftır, dedi [12].

 

9-.......el-Berâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) (altıncı hicret yılının) Zu'1-Ka'de ayında umre yapmak istedi (yola çıktı). Mekke ahâlîsi bunu kabul etmeyip, Peygamber'i, Mekke'ye girmesine bırak­madılar. Nihayet Peygamber Mekkeliler'le, (gelecek yıl) Mekke'de üç gün ikaamet etmek üzere, bir barış anlaşması yaptı. Barış yazısını yazdıkları zaman: "Bu Allah Elçisi Muhammed'in üzerinde sulh an­laşması yaptığı yazıdır" başlığını yazmışlardı. Mekkeliler'in müş­rik elçileri:

  Bizler bu "Allah elçiliğini" ikrar etmiyoruz. Eğer biz senin Allah Elçisi olduğunu biliyor olsaydık, seni (Mekke'ye girmekten) men' etmezdik. Lâkin sen, Abdullah oğlu Muhammed'sin, dediler.

Rasûlullah:

  "Ben Allah'ın Elçisiyim ve ben Abdullah oğlu Muhammed'im" dedi.

Bundan sonra Alî'ye:

  "Rasûlullah lâfzını sil!" buyurdu. Alî:

  Hayır, vallahi ben Sen'in (Rasûlullah) unvanını ebeden sil­mem! dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah yazıyı aldı ve:

  "Bu, Muhammed ibn Abdillah'ın üzerinde sulh anlaşması yap­tığı maddelerdir" diye yazdı.

(Maddeler şunlardır):

1.  Mekke'ye silâh girmeyecek; silâh ancak kılıfında girecek;

2.  Mekkeliler'den bir er kişi Muhammed'e tâbi' olmak isterse, Mekke'den çıkamayacak;

3. Muhammed'in sahâbîlerinden birisi Mekke'de kalmak ister­se, bunun da Mekke'de ikaameti men' edilmeyecektir.

(Ertesi yıl) Rasûlullah Mekke'ye girdi ve ta'yîn edilen üç günlük müddet sona ermeye yaklaşınca, Mekke müşrikleri Alî'ye geldiler de:

— Anlaşmanın müddeti geçti. Artık sahibine (Peygamber'ine) söyle de Mekke'den çıksın! dediler.

Peygamber de (sahâbîleriyle birlikte) Mekke'den çıktı. Bu sırada Hamza'nın kızı Peygamber'e:

— Yâ ammî, yâ ammî! diye feryâd ederek arkalarına takılmıştı. Alî ona uzandı ve eliyle tuttu da (mahfede bulunan) Fâtıma'ya

hitaben:

  Amcanın kızını al! deyip, onu mahfeye yükledi.

Medine'ye geldikten sonra Hamza'nın kızının misafirliği hakkın­da Alî, Zeyd ibn Harise, Ca'fer çekiştiler. Alî:

— O, benim amcamın kızıdır. Onun terbiyesine ben herkesten fazla hakk sahibiyim, dedi.

Ca'fer de:

— O, benim amcamın kızıdır.  Teyzesi de benim nikâhım altın­dadır. (Terbiyesi bana düşer), demişti.

Zeyd ibn Harise de:

  O, benim (ahdî) kardeşimin kızıdır, diyordu.

(Bu da'vâ kendisine arzedilince) Peygamber (S), Hamza'nın ki-un teyzesine âid olduğuna hükmetti ve:

  "Teyze, terbiye hususunda ana menzjlesindedir" buyurdu. Sonra Alî'ye hitaben:

  "Sen bendensin, ben de sendenim   (yânî sen bana neseble, /gi ile bağlısın, ben de sana bağlıyım)" diye naziklik gösterdi.

Ca'fer'e de:

  "Sen de yaratılışım bakımından ve ahlâkım bakımından ba-benzedin" dedi.

Zeyd ibn Hârise'ye de:

  "Sen bizim kardeşimiz ve dostumuzsun" dedi [13].         

 

7- Müşriklerle Barış(In Hükmünü Beyân) Babı

 

Müşriklerle barış konusunda Ebû Sufyân(Sahr ibn Harb)'dan Hırakliyus'la ilgili hadîs vardır [14].

Avf ibn Mâlik de, Peygamber(S)'den: "Sonra sizinle Asfar oğulları (yânî Rumlar) arasında bir mütâreke, yânî bir barışma olur" dedi [15].

Yine bu konuda Sehl ibn Huneyf, Esma bintu Ebî Bekr ve Mısver ibn Mahreme de Peygamberden hadîs rivayet etmişlerdir [16].

Ve Mûsâ ibn Mes'ûd da şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Saîd, Ebû İshâk'tan; o da el-Berâ ibn Âzib (R)'den tahdîs etti; o şöy­le demiştir: Peygamber (S) Hudeybiye günü müşriklerle üç mad­de barış anlaşması yaptı: 1. Müşriklerden her kim Allah'a îmân edip Peygamber'e gelirse, Peygamber onu müşriklere geri ve­recek; müslümânlardan da her kim müşrikler tarafına giderse Mekkeliler onu geri vermeyecektir. 2. Mekke'ye gelecek sene girilecek ve Mekke'de ancak üç gün ikaamet edilecek. 3. Mek­ke'ye kılıç, yay ve benzeri silâhlar muhafazaları içinde olarak girilecek.

(Barış maddeleri kararlaşıp yazılacağı sırada) Ebû Cendel (ki, Kureyş elçisi olan Süheyl ibn Amr'ın oğludur, Mekke'den hapisten kaçarak) ayaklan zincirde, seke seke oraya gelmişti. (Süheyl, anlaşma maddesi gereğince oğlunu istedi.) Peygamber de Ebû Cendel'i Kureyşliler'e geri verdi [17].

(Buhârî dedi ki): Râvî Müemmel ibn îsmâîl, Sufyân es-Sevrî'den rivayetinde Ebû Cendel'i zikretmedi de, onun yerine "İllâ bi-culubbi's-silâh" dedi [18].

 

10-..... Bize Fulayh, Nâfi'den; o da Ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki: Rasülullah (S) umre yapmak niyetiyle (Medine'den) çıkmıştı. Fakat Kureyş kâfirleri Rasülullah ile Ka'be arasına girip men' etti­ler. Rasühıllah da Hudeybiye'de kurbânını kesti ve başını tıraş etti (ihramdan çıktı). Ve müşriklerle: "Gelecek sene umre yapmak, Pey-gamber'in sahâbîleri Mekkeliler'e karşı kılıçlardan başka silâh taşı­mamak ve Mekke'de, Mekkeliler'in istedikleri müddetten fazla ikaamet etmemek" şartları üzerine barış anlaşması yaptı. Bu suretle Rasülullah, gelecek sene umre yaptı. Rasülullah onlarla yaptığı barış anlaşmasına uygun olarak Mekke'ye gidip üç gün orada ikaamet edin­ce, (bu müddetin girmesinde) Mekkeliler Rasûlullah'a Mekke'den çık­masını söylediler; O da Mekke'den çıktı [19]

 

1l-.......Sehl ibn Ebî Haşmete (R) şöyle demiştir: Abdullah ibn Sehi ile Mes'ûd ibn Zeyd'in oğlu Muhayyısa, Hayber'e (hurma top­lamağa) gitmişlerdi. O sene Hayberli Yahûdîler'le müslümânlar ara­sında barış anlaşması vardı [20].

 

12-.......Bana Humeyd tahdîs etti ki, onlara Enes şöyle tahdîs etmiştir: Nadr'm kızı olan er-Rubeyyı', genç bir kızın ön dişini kır­mıştı. Onlar, yânî Rubeyyı'm kavmi, o kızın sâhiblerine diyet ver­mek istediler. Ve yine onlar kızın kavminden, Rubeyyı'den kısası afvetmelerini istediler. Kızın sâhibleri diyet almayı kabul etmediler, kısası afvetmeyi de kabul etmediler. Bunun üzerine Peygamber'e ge­lip O'nun huzurunda muhakeme oldular. Peygamber (S) onlara kı­sasla emretti. Enes ibn Nadr hemen:

— Yâ Rasûlallah! er-Rubeyyı'ın ön dişi kırılacak mı? Hayır, Seni

hakk ile peygamber gönderen Allah'a yemîn ederim ki, onun ön diş­leri kırılmaz, dedi.

Peygamber: 'i      — "Yâ Enes! Allah'ın Kitâbı'nın hükmü kısastır" buyurdu.

Akabinde da'vâcılar diyete razı olup, Rubeyyı'den kısası afvet-tiler. Bunun üzerine Peygamber:

  ''Allah'ın kullarından öyle kimse vardır ki, o Allah'a yemin etse, muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir (onu yemininde doğru çıkarır)" buyurdu [21].

el-Fezârî, Humeyd'den; o da Enes'ten "Kızın kavmi razı oldu­lar ve diyeti kabul ettiler" sözünü ziyâde etmiştir.

 

9- Peygamberdin Alî'nin Oğlu Hasen İçin (Allah İkisinden De Razı Olsun): "Şu Benim Oğlumdur; Bir Seyyiddir. Umarım Ki Allah Bu Oğlum Sebebiyle İki Büyük Fırka Arasını Düzeltir" Sözü Bâbî [22]

 

Ve zikri ulu Allah'ın şu kavli: "Eğer mü'mirilerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse, aralarım bulup barıştırın*'

(el-Hucurât: 9) [23].

 

13-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ebû Mûsâ İsrail'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben el-Hasen el-Basrî'den işittim. O Allah'a yemîn ederek şöyle diyordu: Vallahi Alî'nin oğlu Hasen, Muâviye'yi (Medâin'de) dağlar misâli ordu birlikleriyle karşılamıştı. Amr ibn Âs, Muâviye'yi harbe teşvîk ederek:

— Ben (karşımızda) öyle ordu birlikleri görüyorum ki, onlar kar­şılarındaki (sayıca ve keyfiyetçe) akranı olan orduyu kesin surette bo­ğup öldürmedikçe, geri dönmeyecektir, dedi.

Muâviye de Amr ibn Âs'a -ki vallahi Muâviye bu iki adamın hayırhsıdır-:

— Ey Amr! Eğer muhaliflerimiz askerlerimizi veya askerlerimiz muhaliflerimizi öldürürlerse (Allah'ın ifâsını emrettiği) insanların iş­lerini benim adıma yerine getirmeyi kim üzerine alır? Bana bu öldü­rülenlerin kadınlarına, yetîm ve dullarına bakmayı kim tekeffül eder? dedi.

Ve (barış için) Hz. Hasen'e, Kureyş'ten ve Abdu Şems oğulları'n-dan iki kişiyi: Abdurrahmân ibn Semure ile Abdullah ibn Âmir ibn Kurayz'ı gönderdi. Ve bunlara hitaben:

— Haydi şu adama (Alî'nin oğlu Hasen'e) gidiniz. Ona barışı arzediniz. Ona (barış istediğimi) söyleyiniz. Ne arzu ederse onları öğ­renip geliniz! dedi.

Bunlar Hz. Hasen'e gittiler, huzuruna girip konuştular. Ve (Muâviye'nin tekiîfini) söylediler. İsteklerini sordular. Hasen ibn Alî bun­lara cevaben:

— Bizler Abdulmuttalib oğulları'yız. (Kerem ve cömertliğe alış­mışız. Halifelik adına) Beytu'l-mâl'den bize düşen hisse nedir ki? (Onunla etrafımızdaki muhtaçları infâk edeceğiz.) Şübhesiz bu üm­met (görüyorsunuz, ihtiyâçtan) kendi kanı içinde şaşırmış birbirini kırıyor, dedi.

Onlar cevaben:

— Muâviye size şöyle şöyle (mal, elbise, erzak) arzediyor; (bun­ları dağıtırsınız) ve daha neye ihtiyâcınız varsa onu sormamızı ve si­zin bildirmenizi istiyor, dediler.

Hz. Hasen:

  Bu söylediğiniz şeyleri bana karşı kim tekeffül edip üzerine alır? dedi.

Muâviye'nin elçileri:

  Biz bunları senin için üzerimize alırız! dediler.

Ve Hasen ibn Alî her ne istediyse, onlar "Biz te'min ederiz" di­ye karşıladılar, Hasen bu suretle (yânî vâki' olan şartlar üzerine dînî maslahatı ve ümmetin maslahatını gözeterek) Muâviye ile sulh and-laşması yaptı.

el-Hasen el-Basrî şöyle dedi: Ben Ebû Bekre (Nufey' ibn Haris -R)'den işittim; o şöyle diyordu: Ben Rasûlullah'ı minber üzerinde torunu Hasen ibn Alî yanıbaşında olduğu hâlde gördüm. Kendisi bir kerre cemâate, diğer bir defa da Hasen ibn Alî'ye dönüp, ona işaret ederek şöyle buyuruyordu: "Şübhesiz bu benim oğlumdur, bir sey-yiddir (şeref sahibi efendidir). Allah'ın bu oğlum sebebiyle müslü-mânlardan iki büyük fırkanın arasını düzeltmesini umarım."

Ebû Abdillah Buhârî dedi ki: Alî ibn Abdillah bana şöyle dedi: el-Hasen el-Basrî'nin Ebû Bekre'den işitmesi, bize ancak bu hadîs ile sabit olmuştur [24].

 

10- Bâb: İmâm (Hasımlardan Birine Yâhud Her İkisine Birden) Barışmaya İşaret Eder Mi?

 

14-.......Ebu'r-Ricâl Muhammed ibn Abdirrahmân tahdîs etti ki, annesi Amrete bintu Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben Âişe (R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) kendi kapısı önünde (bir ala­cak da'vâsından dolayı) hasımların yüksek sesle çekiştiklerini işitti. İki hasımdan biri (yânî borçlu) ötekinden (yânî alacaklıdan) borcun bir mikdârmı indirmesini ve alacağını kendinden yumuşaklıkla taleb etmesini istiyordu. Borç veren ise:

  Vallahi indirme işini yapmam, diyordu.

Bunun üzerine Rasûlullah evinden bu iki muhâsımın yanına çıktı da:

  "Ma'rûfolan bir iyiliği işlememek üzere Allah üzerine yemîn eden nerededir?" diye sordu.

Borç veren utanarak:

— Benini yâ Rasûlallah! Şimdi borçlu bunlardan hangisini arzu ederse onun olsun, dedi (ve yarı yarıya sulh oldu) [25].

 

15.......Ka'b ibn Mâlik'in oğlu Abdullah şöyle tahdîs etmiş­tir: Babam Ka'b'ın, Eslemî Abdullah ibn Ebî Hadred üzerinde bir mal alacağı vardı. Ka'b, borçlu olan Abdullah'a kavuştu ve ondan alacağını istedi. Her ikisi, sesleri yükselinceye kadar birbirine söylen­diler. Bu sırada Peygamber (S) bunları yanına uğradı da:

— "Yâ Ka'b!" dedi ve "Abdullah'ın üzerindeki alacağının ya­rısını al!" der gibi eliyle işaret etti.

Bunun üzerine Ka'b da Eslemî'deki alacağının yarısını aldı ve öbür yarısını ona terketti [26].

 

11- İnsanlar Arasını İyileştirip Barıştırmanın Ve Yine İnsanlar Arasında Adalet Yapmanın Fazileti Babı

 

16-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) şöyle buyurdu: "Her insanın bedenindeki her bir eklemin faydalarına kar­şı (şükretmesi kendi) üzerine bir sadakadır. Güneşin doğmakta oldu­ğu her gün (yânî her günün gündüzünde) insanlar arasında adalet yapması büyük bir sadakadır" [27].

 

12- Bâb: İmâm Barışmaya İşaret Ettiği Ve Üzerinde Hakk Bulunan Kimse De Barıştan Çekindiği Zaman, İmâm (Yânî Hâkim), O Kimse Üzerine Kendisine Apaçık Olan Hükümle Hükmeder

 

17-.......Zuhrî şöyle demiştir: Bana Zubeyr'in oğlu Urve haber verdi ki, Zubeyr şöyle tahdîs ediyordu: Kendisi, Bedir'de hazır bu­lunmuş olan Ensâr'dan bir adamla Harre mevkiinde hurmalıklarını suladıkları su yolları ve su nevbeti hakkında Rasûlullah huzurunda da'vâlaşmış. Rasûlullah, Zubeyr'e:

  "Yâ Zubeyr! Tarlanı sula, sonra suyu habsetmeyip komşuna salıver" buyurdu.

Ensârî zât bundan öfkelendi de:

— Yâ Rasûlallah! Zubeyr halanın oğlu olduğu için mi? diyerek (tarafgirlik yaptığını) ta'rîz etti.

Hemen Rasûlullah'ın yüzünün rengi değişti. Sonra Rasûlullah, Zubeyr'e:

  "Yâ Zubeyr! Tarlanı sula, sonra suyu habset; hurma ağaçla­rının köklerine erişmedikçe bırakma!" buyurdu.

Rasûlullah o vakit Zubeyr'e kendi hakkını bol bol kullanmasını söyledi. Hâlbuki bundan önce Zubeyr'e, hem kendisine, hem de En­sârî lehine müsamahalı bir sulama yapmasını işaret etmiş idi. Ensârî Rasûlullah'a öfkelenince, Rasûlullah Zubeyr'e apaçık hüküm içinde hakkını bol bol kullanmasını bildirmiştir.

Urve dedi ki: Zubeyr:

— Vallahi ben şu âyetin bu hâdise hakkında indiğini zannediyo­rum, dedi: "Öyle değil;Rabb'ine andolsun ki, onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç bir sıkıntı duymadan tam bir tesli­miyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olamazlar"\(en-Nisâ: 65) [28].

 

13- Alacaklılar Arasında Ve Mîrâs Sâhibleri Arasında Barış, Ve Bunların Herbirine Birşeyi Bedel Ve İvaz Verme Sırasında Ölçüp Tartmadan Takdir Ve Tahmîn Yapma(Nın Hükmü) Babı

 

İbn Abbâs şöyle demiştir: İki ortağın bir insan üzerinde alacakları olup da onun iflâsı yâhud ölmesi... hâlinde, ortaklardan herbiri diğerinin payına düşenden çıkmasında ve şunun borcu ve şunun da bulunan malı almasında be's yoktur. Eğer ikisinden birinin aldığı şey helak olursa, arkadaşına dönmez [29].

 

18-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Babam Abdul­lah, Uhud günü şehîden vefat etmişti. Hâlbuki üzerinde borç vardı. Üzerindeki borca mukaabil o yılın hurma mahsûlünü almalarını (ve babamı borçtan temize çıkarmalarını) alacaklılarına arz ve teklif et­tim. Alacaklılar o mahsûlde borca vefa edecek mikdâr görmediler de, bu teklifimi kabul etmediler. Bunun üzerine ben Peygamber'e gel­dim ve bu durumu kendisine zikrettim. Peygamber:

  "Hurma mahsûlünü kestiğin ve onu harmana koyduğun za­man (bana bildir)" buyurdu.

Ben Rasûlullah'a bildirdim. Rasûlullah beraberinde Ebû Bekr ve Umer olarak geldi ve hurma mahsûlünün yanına oturdu, bereket­le duâ etti. Sonra:

  "Alacaklılarını çağır ve onlara haklarını tastamam ver!" buyurdu.

Artık ben, babam üzerinde hakkı olan hiçbir alacaklı bırakma­dım, muhakkak herbirine borcunu ödedim. Ve on üç vesk mikdârı da arttı. Yedi vesk acve nev'inden, altı vesk levn nev'inden yâhud altı vesk acve nev'inden, yedi vesk levn nev'inden olmak üzere fazla geldi. Akabinde ben Rasûlullah'a akşam namazı kılarken tesadüf et­tim. Kendisine bu ödemeyi ve fazlayı zikrettim. Rasûlullah güldü ve:

  "Sen Ebû Bekr ile Umer'e git de bunu onlara haber ver!" buyurdu.

Ben onlara haber verdim. Onlar:

— Yemîn olsun, biz, Rasûlullah'ın hurmalıkta yaptığı şeyleri yap­tığı zaman, hurmanın böyle çoğalacağını kesin olarak bilmişizdir, de­diler [30].

Hişâm ibn Urve, Vehb ibn Keysân'dan; o da Câbir'den senediy­le yaptığı rivayetinde (akşam namazı yerine) ikindi namazı diye söy­ledi. Ebû Bekr'i de zikretmedi. Peygamber güldü sözünü de söylemedi. Ve Câbir: Babam üzerinde otuz vesk ölçeği hurma borcu bırakmıştı, dedi.

Muhammed ibn İshâk ise Vehb ibn Keysân'dan; o da Câbir'den senediyle yaptığı kendi rivayetinde, öğle namazında bulduğunu söy­lemiştir [31].

 

14- Borç İle Ve Mevcûd Olan Şey İle Sulh Babı

 

19-....... İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ka'b'm oğlu Abdullah haber verdi; ona da babası Ka'b ibn Mâlik (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi, yânî Ka'b ibn Mâlik el-Ensârî, Abdullah ibn Ebî Hadred'el-Eslemî üzerinde bulunan bir alacağını, Rasûlullah zamanında, Mes-cid'de, (hasmının yakasına yapışıp) borcunu ödemesini istedi. Her ikisinin sesleri, evinde olan Rasûlullah işitecek derecede yükseldi. Ra­sûlullah onlara doğru çıkıp, hücresinin perdesini açtı ve:

  "Yâ Ka'b ibne Mâlik!" diye nida etti. Ka'b:

— Lebbeyk yâ Rasûlallah! deyince, Rasûlullah (S) eliyle işaret vererek:

  "Yansım indir (yânî alacağmdanyarısınıbağışla)",buyurdu. Ka'b da hemen:

  Vallâhî bağışladım yâ Rasûlallah! dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah, Abdullah ibn Ebî Hadred el-Eslemî'ye hitaben:

  "Şimdi kalk da (kalan) borcunu öde!" buyurdu [32].

 



[1] Başlık, el-Câmi'u's-Sahîh'in en-Nesefî, el-Asîlî ve Ebu'1-Vakt nüshalarında böy­ledir. Diğer nüshalarda "Kitâb"" yerine "Bâb" gelmiştir. es-Sâgânî nüshasında "Ebvâbu's-Sulh, Bâbu mâ câe..." şeklindedir. Ebû Zerr nüshasında bunların hepsi kaldırılıp "Mâ câe fi'1-İslâh beyne'n-Nâs" dîye kısaltılmış. el-Kuşmeyhenî nüshasında buna "İnsanlar arası bozulduğu zaman" fıkrası ziyâde olmuştur.

es-Salâh, es-Salûh, es-Salâha: Bir nesne fâsid ve tebâh olmayıp iyi olmak ma'nâsma 3. ve 5. bâbdan masdardır, Fesede'nm zıddıdır. Ve Salâh, bir nesne bir şeye yaraşık ve uygun olmak ma'nâsmadır.

es-Sulh: Sâd'ın dammıyle barışıklık ma'nâsma isimdir ki, iki taraf fesâd ve nizâ'ı kaldırıp aralan iyi olmaktan ibarettir...

el-Musâleha, iki taraf çekişmeyi terkedip barışmak ma'nâsmadır.

el-lslâh: Bir nesneyi iyi ve sâlih kılmak ma'nâsmadır; gerek işin başında ve gerek fesadını gidermek ile sonradan kılsın, ki onarmak ta'bîr olunur (Kaa-mûs Ter.).

Şerîat ıstılahında sulh, da'vâcı ile da'vâh arasındaki niza' ve husûmeti iki tarafın nzâlarıyle kesen bir akiddir. Diğer akîdier gibi îcâb ve kabul ile olur.

Sulh'un birçok kısımları vardır: Müslimiıı kâfir ile sulhu; kan koca arasın­da sulh; azgın topluluk ile âdil topluluk arasında sulh., gibi.

[2] Bunârî bu en-Nisâ: 114. âyetini başlığa delîl olarak getirmiştir. Çünkü bu âyet­te insanlara, arasındaki çekişme ve fesadı giderip arayı düzeltmenin fazileti ve barışın işlenmesini teşvik ile da'vet olunmuş birşey olduğu hükmü vardır.

[3] Bu da bâb başlığının devamıdır.

[4] Hadisin başlığa uygunluğu açıktır: Peygamber insanlar arasındaki çekişmeyi gi derip onları barıştırmak için Küba'ya gitmiş ve bu yüzden namaza geç kalmış­tır. Bu hadîs Ezan Kitâbı'nda da geçmiştir. Burada imâmın insanlar arasında barışı kurmak için ihtilâf yerlerine gitmesi ve barışı sağlamasının faziletini be­yân için getirilmiştir.

[5] Hadîsin başlığa uygunluğu şöyledir: Peygamber Medîne'ye gelişinin evvelinde Abdullah ibn Ubeyy'in bulunduğu yere, onları İslâm'a da'vet için gitmiştir. Çün­kü da'vet ve tebliğ kendisine farz idi. Ve onun İslâm'a girmesiyle kavminin İs lâm'a girmelerini ümîd ediyordu. Peygamber'in bu çıkışı, işin aslında onlar lehine en büyük ıslâh ve en büyük iyileştirme idi. Enes'in sözü, bu âyet bu sırada İndi­rildi ma'nâsına değil, bu gibi hâdiseler hakkında indirildiği ma'nâsmadır.

[6] Bunun ma'nâsı, böyle kimse yalan günâhına hakk kazanmaz demektir. Çünkü hadîste yalanın aslı yok edilmiş değildir. Fakat yalan üzerine rütbelendirilmiş olan günâh yok edilmiştir. Şübhe yok ki yalan, gerek ıslâh gerek başka mak-sadla söylensin, yine mâhiyeti i'tibâriyle yalandır. Yalnız bâzı hususlarda fesa­dı düzeltmek için ruhsat verilmiştir.

Bu hususta âlimler arasında görüş ayrılığı vardır: Bâzısı, Müslim'de Üm­mü Kulsüm'ün: "İnsanların dedikodusuna şu üç yerden başkasında ruhsat ve­rildiğini işitmedim: Harbde; insanlar arasını düzeltmekte; kadının kocasına, kocanın da karısına karşı (aile düzenliği için) va'dinde" hadîsine dayanıp, bu ruhsatı kabul etmiştir. Bâzı âlimler de bu hadîsteki ruhsatı yalan söylemek ma'­nâsına değil de, sözü tevriye ve mecaz şeklinde söylemeye hamledip, yalana hiç­bir yerde asla cevaz vermemişlerdir. Muhellib bunu şöyle açıklamıştır:

Hiçbir kimse için yalanı mübâh i'tikâad etmek caiz değildir. Çünkü Rasû-lullah, yalanı mutlak surette men' etmiş ve yalanın îmândan uzak olduğunu ha­ber vermiştir. Peygamber bu hadîste İnsanlar arasım düzeltmeye çalışan kimseler için, iki taraf arasında hayır olan şeylerin söylenmesini; aralarında şerr olmak üzere duyduklarından sükût etmelerini öğretmiştir. Böyle hareket etmek güçlü ğü kolaylaştırmak, uzağı yakınlaştırmak sayılır. Yoksa bir vakıanın aksini ha­ber vermek demek değildir. Çünkü hakîkatin hilafını haber vermeyi Allah haram kılmış, Peygamber'i de harâmlığı bildirmiştir.

Bunun gibi, karı kocanın birbirlerine va'di de yalan nev'inden değildir. Çün­kü va'd, yerine getirildiği zamana kadar hakîkat mâhiyetini kazanmaz. Va'din yerine getirilmesi ise istikbâlde ümîd edildiğinden, bu da yalan sayılmaz. Harb-de cevaz verilen hud'a da iki ma'nâya ihtimâli olan lâfızlarla vehîm vermektir, yoksa hakikati zıddı ile haber vermek değildir... (Özetlenerek Aynî'den).

[7] Bu hadîs, bu kitabın birinci hadîsinin başka bir senedden gelen rivayetinin bir parçasıdır. Bu kısmın başlığa uygunluğu ise, tam tamına aynı lâfızla olmasıdır.

[8] Hadîs; Hz. Âişe'nin başlıktaki âyetle ilgili bir tefsiridir. Uygunluk gizli değil­dir. Daha fazla açıklama inşâallah Tefsîr Kitâbı'nda gelecektir.

[9] Hadîsin başlığa uygunluğu "Câriye ile koyunlar sana geri verilecektir" sözün-dedir. Çünkü onların anlaşması zina edene vâcib olan hadd nev'inden olarak yapılmış bir sulh anlaşması ma'nâsmadır. Hâlbuki zina suçunun cezasının böy­le câriye ve koyun olması, şerîatte caiz değildir. Bu, bir zulüm ve haksızlık sul­hu idi. İşte bundan dolayı Peygamber tarafından bozulup reddedilmiştir (Kastallânî).

Buhârî bu hadîsi şartlar, Hükümler, Vekâlet,-l'tisâm ve Vâhid Haberi Ki-tâbları'nda da getirmiştir.

[10] Hadîsin başlığa uygunluğu, başlığın hadîsin ma'nâsında dâhil bulunması yönün-dendir. Yânî bir haksızlık üzerine anlaşma yapan, dînde olmayan bir şey yap­mıştır; onun için bu haksızlık ve zulüm anlaşması reddedilecektir (Aynî).

Bu hadîs, İslâm'ın asıllarından ve temellerinden sayılmıştır. Çünkü bunun ma'nâsı, her kim dînde aslına şâhid olunmayan birşey îcâd ederse, ona dönül­mez demektir. Nevevî: Bu hadîs, ezberlenmesine ve münker işleri ibtâlde ve bu­nunla delîl getirmeyi yaygınlaştırmada kullanılmasına' ehemmiyet verilmesi gereken hadîslerdendir, demiştir (Fethu'l-Bârî).

Bu hadîsi Müslim de Akdiye'de getirmiştir. Buhârî hadîsin sonunda, bu ha­dîsin iki senedini daha haber vermiştir. Bu senedlerden birincisini Buhârî, Kul­ların Fiillerinin Yaratılması Kitâbı'nda; ikincisini de Dârakutnî rivayet etmiştir (Kastallânî).

[11] Eğer barış anlaşması yapanlar insanlar arasında tanınmış meşhur kimseler ise, bu kadarla yetinilir. Yazıda bunların kabile ve neseblerine nisbet etmeye ihtiyâç yoktur. Amma bu gibi resmî vesikaları yazanlar, tarafların isimlerini, babaları­nın isimlerini, dedelerinin isimlerini, nisbetlerini yazmalarına gelince, bu karış­ma ve seçilememe endîşesinden dolayı bir ihtiyattır... (Aynî).

[12] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah'ın Elçisi Muhammed yazdı" sözündedir. Çün­kü kâtib, O'nun babasının ismini de, dedesinin ismini de zikretmedi. Çünkü "Al­lah'ın Elçisi" ismi, yalnız O'nun için vardı. Peygamber, kâtibin bu yazısını ikrar etmiştir. Sonra da Peygamber, hiçbir ziyâde olmaksızın "Muhammed ibn Abdullah" ile yetinmiştir.

Bu kısaltmaların hepsi, karışmadan ve seçilmemekten emîn olunduğu için yapılmıştır.

Bu hadîsi Müslim Mağâzî'de; Ebû Dâvûd Hacc'da getirmiştir.

[13] Hadîsin başlığa uygunluğu "Mukaadât( = Sulh anlaşması yapmak)" lâfzında-dır. Bu lâfız başlığa delâlet etmektedir.

Bu hadîste çocuk terbiyesi hususunda ananın yakınları babanın yakınla­rından öne geçirilmiştir. Hadîste daha birçok hükümler vardır. Bunlar inşâal-lah ileride verilecektir.

Buhârî bu Hudeybiye vak'asım Sahîh'inm birçok yerinde ayrı ayrı başlık­lara delîl olarak getirmiştir. Buhârî yalnız bu Sulh Kiîâbı'nda bu hadîsi ayrı se-ned ve metin ile dört ayrı yerde getirmiştir.

Hudeybiye anlaşmasının uzun bir rivayeti Şartlar Kitâbı'nda gelecektir. Bu anlaşmanın maddeleri müslümânlar hesabına çok ağır olmakla beraber, İslâm Dîni'nin ve İslâm Devleti'nin varlığı ilk defa Kureyş tarafından kabul ve tasdik edilmiş olması bakımından, esâsında çok mühimdir. Ve İslâm'ın yükselme saf­halarından hayırlı bir dönüm noktasıdır. Bu hususlar ileride daha geniş verile­cektir

[14] Bu, Sulh Kitâbı'mn başında geçmişti. Burada bundan maksad, o hadîste zikre­dilen barış müddetini işaret etmektir

[15] Bu hadîs Cizye Kitâbı'mn sonunda gelecektir

[16] Bu üç sahâbînin hadîslerini Buhârî sırasıyle Cizye, Hibe ve Şartlar Kitâbları'-nda senedli olarak getirmiştir

[17] Peygamber Ebû Cendel'i, yapılan barış anlaşmasının 1. maddesi gereğince ken­disinden babası tarafından geri verilmesi istendiği için ve bir de babasının onu Öldürmeyeceğini göz önüne alarak geri vermiştir.

[18] Râvî Müemmel ibn İsmail'in bu tarîkini Ahmed ibn Hanbel rivayet etmiştir.

[19] Hadîsin başlığa uygunluğu, metindeki "Ve kaadâhum" sözündedir. Çünkü "Mukaadât" lâfzında barış ma'nâsı vardır

[20] Bunun başlığa uygunluğu ise "Hayberli Yahûdîler'le müslümânlar arasında barış anlaşması vardı" sözündedir. Yânî Hayber ahâlîsi olan Yahudiler ile müslümânlar arasında barış anlaşması yapılmıştı.

Buhârî bu Sehl hadîsini Cizye, Edeb, Diyetler, Hükümler Kitâbları'nda; Müslim de Haddler'de getirmiştir.

[21] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra topluluk razı oldular ve diyeti kabul ettiler" sözündedir. Çünkü diyetin kabulü kısas yerinedir. Bu da ancak barışma ile olur. Buhârî bu hadîsi Tefsîr'de ve Diyetler'de de getirmiştir. el-Fezârî'nin riva­yetini de Buhârî, el-Mâide'nin tefsirinde getirmiştir.

[22] Buhârî bu başlıktan sonra içinde Peygamber'in bu sözünün geçtiği el-Hasen el-Basrî'den gelen uzunca hadîsi getirmiştir ki, bununla Hasen ibn Alî'nin iki mü­him İslâm fırkası arasındaki fitne ve fesadı ne suretle giderip barışı sağladığını ortaya koymuştur. Hasen ibn Alî kuvvetli bir orduya sahip iken, sırf müslü-mânlar arasında kan dökülmesinden çekindiği için, bâzı şartlarla barış yapmış ve Muâviye adına halifelikten vazgeçmiştir. Bu mühim haberi Hasen Basri'nin dilinden öğreniyoruz.

[23] el-Hucurât: 9. âyetinin bu parçası, barışın muhakkak bir hayır olduğunu iki ke­lime ile en vecîz ve en belîğ olarak ifâde etmiştir.

[24] Başlık hadîsten alınmış olduğu için, uygunluk gizli değildir.

Hasen Basri hadîsin geliş sureti hakkında bu mühim bilgileri vermekle Ha­sen ibn Alî'nin aralarını düzelttiği bu iki büyük fırkanın kimler olduğunu ve bunların büyüklük yönlerini iyice anlamış oluyoruz.

İbn Hişâm'm bildirdiğine göre Alî'nin ölümü üzerine Kûfeliler Hasen'e, Şamlılar Muâviye'ye bey'at etmişler. Hasen, hilâfet işinde müslümânların iki fırkaya ayrılmalarını günlerce düşünmüş, müslümânlar arasında kan dökülme­sine bir türlü razı olmayıp, müslümânların arasını düzeltmek İçin 41. hicret yılı­nın 5 Şevvâl'inde hilâfetten Muâviye lehine çekilmiştir. Halifeliğe altı aydan biraz noksandır. Böylece Peygamber'in o sözü bu vak'aya İşaret olmuş, hâdiseler Pey-gamber'in haber verdiği gibi cereyan etmiş, bu da Peygamber'in mu'cizeierin-den biri olmuştur.

[25] Başlığa uygunluğu "Hangisini arzu ederse onun olsun" sözünde, sulh olmak ma'nâsı bulunması yönündedir.

[26] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, Ka'b'ın, alacağını Ödetmek için borçluya mü­racaat etmesi ve Peygamber'in bu müracaatı bildiği hâlde men' etmemesi, hattâ Ka'b'a, alacağının yarısını bir insancıllık olarak bırakmasını İşaret etmesidir.

[27] Başlığa uygunluğu "İnsanlar arasında adalet etmesi bir sadakadır" sözündedir. Bu sözde ıslâh olduğu bellidir. el-Kirmânî'nin dediği gibi, insanlar arasını iyileştirip barıştırmak, adaletten bir nevi'dir. Başlık da adalet, barıştırma üzeri­ne atfedildi ki, bu âmmın hâss üzerine atfı nev'indendir (Kastallânî).

[28] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsından alınır:

Bu da'vâda Rasûlullah, Zubeyr ile Ensârî arasında evvelâ sulh yoluyla hük­metmek istemiştir. Zubeyr'e sulama ile yetinip, suyu habsetmemesini emretmiştir. Ensârî'nin i'tirâzı üzerine, iki tarafın ma'rûf olan haklarını bol bol kullanma­ları görüşüne tutunarak, Zubeyr'e, örfen hakkım bol bol kullandıktan sonra suyu bırakmasını emretmiştir.

[29] Ibnu'1-Esîr en-Nihâye'de dedi ki: Yânîmetâ' vârisler arasında olup, onu taksîm etmemişler yâhud ortaklar arasında olup taksîm etmemiş olurlar ve mal onlar­dan bâzısının elinde bulunduğu hâlde, onlardan herbiri satıştan evvel kendi pa­yını ayniyle tanımamış ve sahibi teslim almamış olsa da satış yapmalarında be's yoktur.

Ibn Abbâs'ın bu sözünü Atâ, ondan tefsir edilmiş olarak rivayet edip: Bir topluluk, meydana gelecek bir ortaklıkta olup da şu on dînâr nakit, şu da on dînâr alıp ortaklıktan çıkmalarında be's yoktur, demiştir. Tahâruc, Hurûc'dm tefâuldür. Sanki herbiri satışla kendi mülkünden sahibine çıkmaktadır (Kas-tallânî).

eî-Tahâruc, tefâul vezninde çıkışmak ma'nâsmadır ki, murâd, ortakların bâzısı hâne ve bâzısı arazî üzere ve yine böyle mirasçıların kimi nakiller ve kimi metâ'lar üzere sulh ve teslîm almakla çıkışmaktır. Fıkıh kitâblarınöa; husûsan Hidâye'dt mahsûs bir fasıl ile pekçok hükümleri açıklanmıştır (Kaamûs Ter.)

İbn Abbâs'in bu sözünü Ibn Ebî Şeybe senedli olarak rivayet etmiştir.

[30] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Çünkü içinde mirasçıların alacaklılar­la barışıp sulh olmaları vardır. Bu barış, Câbir'in: "Babamın üzerinde alacağı bulunan hiçkimseyi bırakmadım, ille herbİrine borcu ödedim" sözü bildiriyor. Çünkü onlardan alacağını teslîm almak hususundaki sulhtan hiçkimse hâlî kal­mamıştır (Aynî).

[31] Bunlar Câbir hadîsinin diğer senedleridir. Bunlar da hep sahîh senedlerdir. Râ-vîler Câbir'in Rasûlullah İle kıldığı namazı ta'yînde ihtilâf etmişlerdir. Bu ihti­lâf, hadîs ehlinin sahîhliğinde bir kötüleme olmaz. Bundan maksad, Peygamber'-in bereketinin husulünde uyuşmalarıdır, ki bu da hâsıl olmuştur. Bu namazın ta'-yîn edilmesine büyük bir ma'nâ rütbelenmez (Kastallânî).

[32] tbnu't-Tîn şöyle dedi: Bu hadîste başlık yaptığı şey yoktur. Bu i'tirâza, hadîste borçla ilgili husustaki sulh vardır; Buhârî buna, mevcûd olan şeyle ilgili husus­taki sulhu evleviyet yoluyla katmıştır, diye cevâb verildi (İbn Hacer).