1- İnsanların Arası Bozulduğu Zaman Onu İyileştirme Ve
Barışı Kurma Hakkında Gelen Şeyler Babı
2- Bâb: İnsanlar Arasını İyileştirip Düzelten Kimse
Yalancı Değildir
3- İmâmın Kendi Arkadaşlarına Hitaben:
'Bizi Götürün, Aralarını İyileştirip Barıştıralım"
4- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı;
6- bâb: (barış yazısı) nasıl yazılır?
7- Müşriklerle Barış(In Hükmünü Beyân) Babı
10- Bâb: İmâm (Hasımlardan Birine Yâhud Her İkisine
Birden) Barışmaya İşaret Eder Mi?
14- Borç İle Ve Mevcûd Olan Şey İle Sulh Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Barış
ve Barışıklık Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
'İnsanların toplanıp
gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Meğer ki toplanıp konuşanlar bir
sadaka vermeyi yâhud bir iyilik yapmayı veya insanlar arasını iyileştirip
düzeltmeyi emreden kimseler olsun. Her kim bu üç hayrı Allah'ın rızâsını
dileyerek yaparsa, biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz" (en-Nisâ: ıi4)
[2]
Ve devlet başkanının
(ve onun vekîli olan âmirin) insanlar arasını düzeltmek için adamlarıyle
ihtilâf ve çekişme yerlerine çıkıp gitmesi [3]
1-.......
Bana Ebû Hazım, Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki (o, şöyle demiştir): Amr
ibn Avf oğulları'ndan bir takım insanlar arasında bir kavga olmuştu. Bunun
üzerine Peygamber (S) bunların arasını düzeltmek için sahâbîlerinden bâzı
insanlarla birlikte Avf oğullan'na (onların Kubâ'daki yurduna) çıkıp gitti.
Namaz vakti gelmişti. Hâlbuki Peygamber henüz Medine Mescidi'ne gelmemişti. Bilâl
geldi, namaz için ezan okudu da Peygamber hâlâ gelmemişti. Bunun üzerine Bilâl,
Ebû Bekr'e geldi ve:
— Peygamber (ara düzeltmek
sebebiyle) alıkonuldu. Namaz vakti de geldi. Sen cemâate imâm olup namaz
kıldırır mısın? dedi.
Ebû Bekr:
— Evet, istersen
namaza ikaamet et, dedi.
Ve Ebû Bekr öne geçip
namaza durdu. Sonra Peygamber geldi, safflar arasında yürüyerek tâ birinci
saffta durdu. Peygamber'i gören insanlar el çırpmaya başladılar. Ebû Bekr
namazda başım çevirip bir tarafa bakmazdı. İnsanlar el çırpmayı çoğaltınca
dönüp baktı. Ve Peygamber'i arkasında gördü. Peygamber ona eliyle işaret ederek
yerinde durmasını ve öylece namazı kıldırmasını emretti. Ebû Bekr de elini
kaldırıp (Peygamber'in bu emrinden dolayı) Allah'a hamcletti. Sonra Ebû Bekr
birinci saffa girinceye kadar arkasına geri geri çekildi. Peygamber de
ilerledi ve insanlara namazı kıldırdı. Namazı bitirince insanlara karşı döndü
de:
— "Ey insanlar! Namazınızın içinde size
bir şey arız olunca el çırpmaya başladınız. Namaz içinde el çırpmak ancak
kadınlara mahsûstur. Her kime namazı içinde (hatırlatmaya değer) birşey arız
olursa Subhânattah desin. Çünkü onun teşbihini işiten kimse (yânı imâm)
muhakkak ona döner" buyurdu.
(Sonra Peygamber):
— "Yâ Ebâ Bekr!
Sana işaret ettiğim zaman, seni yerinde durmaktan ne men' etti de insanlara
namaz kıldırmadın?" diye sordu.
Ebû Bekr:
— (Yâ Rasûlallah!) Ebû
Kuhâfe'nin oğluna Peygamber'in önünde insanlara namaz kıldırması yakışmazdı,
dedi [4].
2-.......
Bize Mu'temir tahdîs edip şöyle dedi: Ben babam Süleyman ibn Tarhân'dan
işittim ki, Enes (R) şöyle demiştir: (Medine'ye gelişinin ilk günlerinde)
Peygamber'e:
— (Hazrecliler'in
başkanı) Abduilah ibn Ubeyy'in yanına gitseniz (de İslâm'a çağırsanız hayırlı
olur), denildi.
Bunun üzerine
Peygamber bir eşeğe binerek; müslümânlar da kendisiyle beraber yürüyerek,
Abdullah ibn Ubeyy'in (Âliye'deki menziline) gitti. Gidilen yol çorak bir
arazî idi. Peygamber, İbn Ubeyy'in semtine vardığında, o, Peygamber'e:
— Benden uzak dur!
Vallahi eşeğinin kokusu bana ezâ veriyor! dedi.
Buna karşı Ensâr'dan
Hazrec kabilesinden bir adam:
— Vallahi
Rasûlullah'ın eşeği, koku yönünden elbette senden daha temizdir, dedi.
Abdullah ibn Ubeyy
hesabına onun kavminden biri öfkelendi de, bu iki kişi sövüştüler. Bunlardan
herbirinin taraftarları öfkelendiler de aralarında hurma deyneği ile, ellerle
ve pabuçlarla vuruşma oldu.
Enes; "Eğer mü
'minlerden iki zümre birbiriyle dönüşürlerse, aralarını bulup barıştırın...'\e\-Hucmat:
9) âyetinin indirildiği haberi bize ulaştı, demiştir [5].
3-.......Bize
İbrâhîm ibnu Sa'd, Salih ibn Keysâ.Vdan: o da İbn Şihâb'dan tahdîs etti ki, ona
Humeyd ibn Abdirrahmân; ona da annesi Ukbe kızı Ümmü Kulsüm haber vermiştir:
Ümmü Kulsüm, Ra-sûlullah (S)'dan: "İnsanlar arasını iyileştirip düzelten
ve bunun için hayır maksadıyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyle söz söyleyen
kimse yalancı değildir" buyururken işitmiştir [6].
4-.......Sehl
ibn Sa'd (R)'dan (şöyle demiştir): Kubâ ahâlîsi birbirleriyle döğüştüler;
hattâ birbirlerine taşlar attılar. Bu hâdise Ra-sürullah'a haber verilince,
Rasûlullah (S) hemen: "Bizi götürün de aralarım iyileştirip
barıştıralım" buyurdu [7].
"Kadınla
kocasının kendi aralarında bir sulh anlaşması yapmalarında bir günâh
yoktur" («ı-Nisâ: 128).
5-.......Aişe(R)
"Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yâhud yüz çevirmesinden endîşe
ederse, sulh ile aralarını düzeltmekte 'En yassâlahâ'' kıraatine göre: Barış
anlaşması yapmalarında- ikisine de günâh yoktur.Barış hep hayırdır... "
(en-Nisâ: 128) âyetinin tefsiri hakkında şöyle demiştir:
Bu öyle bir adamdır
ki, karısından hoşlanmayacağı yaşlılık yâhud da bunun gayn kötü bir hâl görür
de o kadından ayrılmak ister. Bunu sezen karısı: Sen beni nikâhında tut ye
benim için (nafaka ve diğer şeylerden) istediğin taksimi yap, der. Âişe: İşte,
kadın ile kocası bu suretle karşılıklı razı olurlarsa, bu anlaşmada günâh
yoktur, demiştir [8].
6-.......Ebû
Hureyre ile Zeyd ibnHâlid el-Cuhenî (R), ikisi de şöyle demişlerdir: Bir bedevi
geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Hasmımla aramızda Allah'ın
Kitabı ile hüküm ver, dedi.
Hasmı olan kimse de ayağa
kalktı ve:
— O doğru söyledi.
Onunla aramızdaki da'vâya Allah'ın Kitabı ile hükmet, dedi.
Çöl Arabi da'vâyı
şöyle anlattı: Benim oğlum bu adamın yanında ücretle hizmetçi idi, onun karısı
ile zina etti. Bana: Oğluna taşlanmak cezası düşer, dediler. Ben oğlumu bu
cezadan yüz koyun ve bir de cariyeyi fidye verip kurtardım. Sonra bu mes'eleyi
ilim sahibi olanlara sordum. Onlar bana: Oğlunun üzerine ancak yüz deynek ile
bir yıl gurbete gönderme cezası düşer dediler, dedi.
Bu ifâde üzerine
Peygamber (S):
— "Elbette
aranızda Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar sana geri
verilecektir; oğluna da yüz deynek vurulacak ve bir sene de sürgün edilecektir.
Sana gelince yâ Uneys -ki Uneys ibn Dahhâk el-Eslemî adında sahâbîlerden bir
adamdır-, sen yarın kuşluk vaktinde bu adamın karısına git (suçunu i'tirâf
ederse) ona taşlama cezası uygula!" buyurdu.
(Râvî dedi ki): Ertesi
günü kuşluk vaktinde Uneys o kadına gitti ve (suçunu i'tirâf etmesi üzerine) o
kadına taşlama cezası uyguladı [9].
7-.......Âişe(R)
şöyle demiştir: Rasûlullah(S): "Herkim bizim şu dîn işimizin içinde ondan
olmayan bir bid'at îcâd ederse, o reddedilmiştir; bâtıldır" buyurdu.
Bu hadîsi Abdullah ibn
Ca'fer el-Mahramî ile Abdulvâhid ibnu Ebî Avn da, Saîd ibn İbrahim'den rivayet
etmişlerdir [10].
(barış anlaşması yazısı)
"bu fulân oğlu fulân ile fulân oğlu fulân'ın barış anlaşmasıdır"
başlığı ile yazılır [11].
8-.......Bize
Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir:
Ben el-Berâ ibn
Âzib(R)'den işittim, o şöyle dedi:
Rasûlullah (S)
Hudeybiye'de Mekkeliler'le barış anlaşması yapmaya karar verdiği zaman,
taraflar arasında barış yazısını Alî yazdı. Alî "Allah'ın Elçisi
Muhammed" yazdı. Müşrikler:
— Sen "Allah'ın
Elçisi Muhammed1' yazma. Biz senin rasûl olduğunu kabul etseydik, seninle
harbetmezdik, dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah, Alî'ye hitaben:
— "Rasûlullah sözünü sil!" buyurdu.
Alî de:
— Ben onu silen kimse olmam, dedi.
Bunun üzerine onu
Rasûlullah bizzat kendi eliyle sildi. Ve gelecek sene kendisi ile sahâbîleri
Mekke'ye girip üç gün ikaamet etmeleri; oraya ancak silâhlan kılıfları içinde
olarak girmeleri şartı üzere Mekkeliler'le barış anlaşması yaptı.
Râvîye: Bu
"Culubbânu's-silâh" nedir? diye sordular. îçinde-kiyle beraber
kılıftır, dedi [12].
9-.......el-Berâ
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) (altıncı hicret yılının) Zu'1-Ka'de ayında
umre yapmak istedi (yola çıktı). Mekke ahâlîsi bunu kabul etmeyip, Peygamber'i,
Mekke'ye girmesine bırakmadılar. Nihayet Peygamber Mekkeliler'le, (gelecek
yıl) Mekke'de üç gün ikaamet etmek üzere, bir barış anlaşması yaptı. Barış
yazısını yazdıkları zaman: "Bu Allah Elçisi Muhammed'in üzerinde sulh anlaşması
yaptığı yazıdır" başlığını yazmışlardı. Mekkeliler'in müşrik elçileri:
— Bizler bu "Allah elçiliğini" ikrar
etmiyoruz. Eğer biz senin Allah Elçisi olduğunu biliyor olsaydık, seni
(Mekke'ye girmekten) men' etmezdik. Lâkin sen, Abdullah oğlu Muhammed'sin,
dediler.
Rasûlullah:
— "Ben Allah'ın Elçisiyim ve ben Abdullah
oğlu Muhammed'im" dedi.
Bundan sonra Alî'ye:
— "Rasûlullah lâfzını sil!" buyurdu.
Alî:
— Hayır, vallahi ben Sen'in (Rasûlullah)
unvanını ebeden silmem! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah yazıyı aldı ve:
— "Bu, Muhammed ibn Abdillah'ın üzerinde
sulh anlaşması yaptığı maddelerdir" diye yazdı.
(Maddeler şunlardır):
1. Mekke'ye silâh girmeyecek; silâh ancak
kılıfında girecek;
2. Mekkeliler'den bir er kişi Muhammed'e tâbi'
olmak isterse, Mekke'den çıkamayacak;
3. Muhammed'in
sahâbîlerinden birisi Mekke'de kalmak isterse, bunun da Mekke'de ikaameti men'
edilmeyecektir.
(Ertesi yıl)
Rasûlullah Mekke'ye girdi ve ta'yîn edilen üç günlük müddet sona ermeye
yaklaşınca, Mekke müşrikleri Alî'ye geldiler de:
— Anlaşmanın müddeti
geçti. Artık sahibine (Peygamber'ine) söyle de Mekke'den çıksın! dediler.
Peygamber de
(sahâbîleriyle birlikte) Mekke'den çıktı. Bu sırada Hamza'nın kızı Peygamber'e:
— Yâ ammî, yâ ammî!
diye feryâd ederek arkalarına takılmıştı. Alî ona uzandı ve eliyle tuttu da
(mahfede bulunan) Fâtıma'ya
hitaben:
— Amcanın kızını al! deyip, onu mahfeye
yükledi.
Medine'ye geldikten
sonra Hamza'nın kızının misafirliği hakkında Alî, Zeyd ibn Harise, Ca'fer
çekiştiler. Alî:
— O, benim amcamın
kızıdır. Onun terbiyesine ben herkesten fazla hakk sahibiyim, dedi.
Ca'fer de:
— O, benim amcamın
kızıdır. Teyzesi de benim nikâhım altındadır.
(Terbiyesi bana düşer), demişti.
Zeyd ibn Harise de:
— O, benim (ahdî) kardeşimin kızıdır, diyordu.
(Bu da'vâ kendisine
arzedilince) Peygamber (S), Hamza'nın ki-un teyzesine âid olduğuna hükmetti ve:
— "Teyze, terbiye hususunda ana
menzjlesindedir" buyurdu. Sonra Alî'ye hitaben:
— "Sen bendensin, ben de sendenim (yânî sen bana neseble, /gi ile bağlısın,
ben de sana bağlıyım)" diye naziklik gösterdi.
Ca'fer'e de:
— "Sen de yaratılışım bakımından ve
ahlâkım bakımından ba-benzedin" dedi.
Zeyd ibn Hârise'ye de:
— "Sen bizim kardeşimiz ve
dostumuzsun" dedi [13].
Müşriklerle barış
konusunda Ebû Sufyân(Sahr ibn Harb)'dan Hırakliyus'la ilgili hadîs vardır [14].
Avf ibn Mâlik de,
Peygamber(S)'den: "Sonra sizinle Asfar oğulları (yânî Rumlar) arasında bir
mütâreke, yânî bir barışma olur" dedi [15].
Yine bu konuda Sehl
ibn Huneyf, Esma bintu Ebî Bekr ve Mısver ibn Mahreme de Peygamberden hadîs rivayet
etmişlerdir [16].
Ve Mûsâ ibn Mes'ûd da
şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Saîd, Ebû İshâk'tan; o da el-Berâ ibn Âzib (R)'den
tahdîs etti; o şöyle demiştir: Peygamber (S) Hudeybiye günü müşriklerle üç madde
barış anlaşması yaptı: 1. Müşriklerden her kim Allah'a îmân edip Peygamber'e
gelirse, Peygamber onu müşriklere geri verecek; müslümânlardan da her kim
müşrikler tarafına giderse Mekkeliler onu geri vermeyecektir. 2. Mekke'ye
gelecek sene girilecek ve Mekke'de ancak üç gün ikaamet edilecek. 3. Mekke'ye
kılıç, yay ve benzeri silâhlar muhafazaları içinde olarak girilecek.
(Barış maddeleri
kararlaşıp yazılacağı sırada) Ebû Cendel (ki, Kureyş elçisi olan Süheyl ibn
Amr'ın oğludur, Mekke'den hapisten kaçarak) ayaklan zincirde, seke seke oraya
gelmişti. (Süheyl, anlaşma maddesi gereğince oğlunu istedi.) Peygamber de Ebû
Cendel'i Kureyşliler'e geri verdi [17].
(Buhârî dedi ki): Râvî
Müemmel ibn îsmâîl, Sufyân es-Sevrî'den rivayetinde Ebû Cendel'i zikretmedi de,
onun yerine "İllâ bi-culubbi's-silâh" dedi [18].
10-.....
Bize Fulayh, Nâfi'den; o da Ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki: Rasülullah (S) umre
yapmak niyetiyle (Medine'den) çıkmıştı. Fakat Kureyş kâfirleri Rasülullah ile
Ka'be arasına girip men' ettiler. Rasühıllah da Hudeybiye'de kurbânını kesti
ve başını tıraş etti (ihramdan çıktı). Ve müşriklerle: "Gelecek sene umre
yapmak, Pey-gamber'in sahâbîleri Mekkeliler'e karşı kılıçlardan başka silâh
taşımamak ve Mekke'de, Mekkeliler'in istedikleri müddetten fazla ikaamet
etmemek" şartları üzerine barış anlaşması yaptı. Bu suretle Rasülullah,
gelecek sene umre yaptı. Rasülullah onlarla yaptığı barış anlaşmasına uygun
olarak Mekke'ye gidip üç gün orada ikaamet edince, (bu müddetin girmesinde)
Mekkeliler Rasûlullah'a Mekke'den çıkmasını söylediler; O da Mekke'den çıktı [19]
1l-.......Sehl
ibn Ebî Haşmete (R) şöyle demiştir: Abdullah ibn Sehi ile Mes'ûd ibn Zeyd'in
oğlu Muhayyısa, Hayber'e (hurma toplamağa) gitmişlerdi. O sene Hayberli
Yahûdîler'le müslümânlar arasında barış anlaşması vardı [20].
12-.......Bana
Humeyd tahdîs etti ki, onlara Enes şöyle tahdîs etmiştir: Nadr'm kızı olan
er-Rubeyyı', genç bir kızın ön dişini kırmıştı. Onlar, yânî Rubeyyı'm kavmi, o
kızın sâhiblerine diyet vermek istediler. Ve yine onlar kızın kavminden,
Rubeyyı'den kısası afvetmelerini istediler. Kızın sâhibleri diyet almayı kabul
etmediler, kısası afvetmeyi de kabul etmediler. Bunun üzerine Peygamber'e gelip
O'nun huzurunda muhakeme oldular. Peygamber (S) onlara kısasla emretti. Enes
ibn Nadr hemen:
— Yâ Rasûlallah!
er-Rubeyyı'ın ön dişi kırılacak mı? Hayır, Seni
hakk ile peygamber
gönderen Allah'a yemîn ederim ki, onun ön dişleri kırılmaz, dedi.
Peygamber: 'i — "Yâ Enes! Allah'ın Kitâbı'nın
hükmü kısastır" buyurdu.
Akabinde da'vâcılar
diyete razı olup, Rubeyyı'den kısası afvet-tiler. Bunun üzerine Peygamber:
— ''Allah'ın kullarından öyle kimse vardır ki,
o Allah'a yemin etse, muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir (onu
yemininde doğru çıkarır)" buyurdu [21].
el-Fezârî, Humeyd'den;
o da Enes'ten "Kızın kavmi razı oldular ve diyeti kabul ettiler"
sözünü ziyâde etmiştir.
Ve zikri ulu Allah'ın
şu kavli: "Eğer mü'mirilerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse, aralarım
bulup barıştırın*'
(el-Hucurât: 9) [23].
13-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Ebû Mûsâ İsrail'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben
el-Hasen el-Basrî'den işittim. O Allah'a yemîn ederek şöyle diyordu: Vallahi
Alî'nin oğlu Hasen, Muâviye'yi (Medâin'de) dağlar misâli ordu birlikleriyle
karşılamıştı. Amr ibn Âs, Muâviye'yi harbe teşvîk ederek:
— Ben (karşımızda)
öyle ordu birlikleri görüyorum ki, onlar karşılarındaki (sayıca ve keyfiyetçe)
akranı olan orduyu kesin surette boğup öldürmedikçe, geri dönmeyecektir, dedi.
Muâviye de Amr ibn
Âs'a -ki vallahi Muâviye bu iki adamın hayırhsıdır-:
— Ey Amr! Eğer
muhaliflerimiz askerlerimizi veya askerlerimiz muhaliflerimizi öldürürlerse
(Allah'ın ifâsını emrettiği) insanların işlerini benim adıma yerine getirmeyi
kim üzerine alır? Bana bu öldürülenlerin kadınlarına, yetîm ve dullarına
bakmayı kim tekeffül eder? dedi.
Ve (barış için) Hz.
Hasen'e, Kureyş'ten ve Abdu Şems oğulları'n-dan iki kişiyi: Abdurrahmân ibn
Semure ile Abdullah ibn Âmir ibn Kurayz'ı gönderdi. Ve bunlara hitaben:
— Haydi şu adama
(Alî'nin oğlu Hasen'e) gidiniz. Ona barışı arzediniz. Ona (barış istediğimi)
söyleyiniz. Ne arzu ederse onları öğrenip geliniz! dedi.
Bunlar Hz. Hasen'e
gittiler, huzuruna girip konuştular. Ve (Muâviye'nin tekiîfini) söylediler.
İsteklerini sordular. Hasen ibn Alî bunlara cevaben:
— Bizler Abdulmuttalib
oğulları'yız. (Kerem ve cömertliğe alışmışız. Halifelik adına) Beytu'l-mâl'den
bize düşen hisse nedir ki? (Onunla etrafımızdaki muhtaçları infâk edeceğiz.)
Şübhesiz bu ümmet (görüyorsunuz, ihtiyâçtan) kendi kanı içinde şaşırmış
birbirini kırıyor, dedi.
Onlar cevaben:
— Muâviye size şöyle
şöyle (mal, elbise, erzak) arzediyor; (bunları dağıtırsınız) ve daha neye
ihtiyâcınız varsa onu sormamızı ve sizin bildirmenizi istiyor, dediler.
Hz. Hasen:
— Bu söylediğiniz şeyleri bana karşı kim
tekeffül edip üzerine alır? dedi.
Muâviye'nin elçileri:
— Biz bunları senin için üzerimize alırız!
dediler.
Ve Hasen ibn Alî her
ne istediyse, onlar "Biz te'min ederiz" diye karşıladılar, Hasen bu
suretle (yânî vâki' olan şartlar üzerine dînî maslahatı ve ümmetin maslahatını
gözeterek) Muâviye ile sulh and-laşması yaptı.
el-Hasen el-Basrî
şöyle dedi: Ben Ebû Bekre (Nufey' ibn Haris -R)'den işittim; o şöyle diyordu:
Ben Rasûlullah'ı minber üzerinde torunu Hasen ibn Alî yanıbaşında olduğu hâlde
gördüm. Kendisi bir kerre cemâate, diğer bir defa da Hasen ibn Alî'ye dönüp,
ona işaret ederek şöyle buyuruyordu: "Şübhesiz bu benim oğlumdur, bir
sey-yiddir (şeref sahibi efendidir). Allah'ın bu oğlum sebebiyle
müslü-mânlardan iki büyük fırkanın arasını düzeltmesini umarım."
Ebû Abdillah Buhârî
dedi ki: Alî ibn Abdillah bana şöyle dedi: el-Hasen el-Basrî'nin Ebû Bekre'den
işitmesi, bize ancak bu hadîs ile sabit olmuştur [24].
14-.......Ebu'r-Ricâl
Muhammed ibn Abdirrahmân tahdîs etti ki, annesi Amrete bintu Abdirrahmân şöyle
demiştir: Ben Âişe (R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) kendi kapısı
önünde (bir alacak da'vâsından dolayı) hasımların yüksek sesle çekiştiklerini
işitti. İki hasımdan biri (yânî borçlu) ötekinden (yânî alacaklıdan) borcun bir
mikdârmı indirmesini ve alacağını kendinden yumuşaklıkla taleb etmesini
istiyordu. Borç veren ise:
— Vallahi indirme işini yapmam, diyordu.
Bunun üzerine
Rasûlullah evinden bu iki muhâsımın yanına çıktı da:
— "Ma'rûfolan bir iyiliği işlememek üzere
Allah üzerine yemîn eden nerededir?" diye sordu.
Borç veren utanarak:
— Benini yâ
Rasûlallah! Şimdi borçlu bunlardan hangisini arzu ederse onun olsun, dedi (ve
yarı yarıya sulh oldu) [25].
15.......Ka'b
ibn Mâlik'in oğlu Abdullah şöyle tahdîs etmiştir: Babam Ka'b'ın, Eslemî
Abdullah ibn Ebî Hadred üzerinde bir mal alacağı vardı. Ka'b, borçlu olan
Abdullah'a kavuştu ve ondan alacağını istedi. Her ikisi, sesleri yükselinceye
kadar birbirine söylendiler. Bu sırada Peygamber (S) bunları yanına uğradı da:
— "Yâ Ka'b!"
dedi ve "Abdullah'ın üzerindeki alacağının yarısını al!" der gibi
eliyle işaret etti.
Bunun üzerine Ka'b da
Eslemî'deki alacağının yarısını aldı ve öbür yarısını ona terketti [26].
16-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) şöyle buyurdu: "Her insanın
bedenindeki her bir eklemin faydalarına karşı (şükretmesi kendi) üzerine bir
sadakadır. Güneşin doğmakta olduğu her gün (yânî her günün gündüzünde)
insanlar arasında adalet yapması büyük bir sadakadır" [27].
17-.......Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Zubeyr'in oğlu Urve haber verdi ki, Zubeyr şöyle tahdîs
ediyordu: Kendisi, Bedir'de hazır bulunmuş olan Ensâr'dan bir adamla Harre
mevkiinde hurmalıklarını suladıkları su yolları ve su nevbeti hakkında Rasûlullah
huzurunda da'vâlaşmış. Rasûlullah, Zubeyr'e:
— "Yâ Zubeyr! Tarlanı sula, sonra suyu
habsetmeyip komşuna salıver" buyurdu.
Ensârî zât bundan
öfkelendi de:
— Yâ Rasûlallah!
Zubeyr halanın oğlu olduğu için mi? diyerek (tarafgirlik yaptığını) ta'rîz
etti.
Hemen Rasûlullah'ın
yüzünün rengi değişti. Sonra Rasûlullah, Zubeyr'e:
— "Yâ Zubeyr! Tarlanı sula, sonra suyu
habset; hurma ağaçlarının köklerine erişmedikçe bırakma!" buyurdu.
Rasûlullah o vakit
Zubeyr'e kendi hakkını bol bol kullanmasını söyledi. Hâlbuki bundan önce
Zubeyr'e, hem kendisine, hem de Ensârî lehine müsamahalı bir sulama yapmasını
işaret etmiş idi. Ensârî Rasûlullah'a öfkelenince, Rasûlullah Zubeyr'e apaçık
hüküm içinde hakkını bol bol kullanmasını bildirmiştir.
Urve dedi ki: Zubeyr:
— Vallahi ben şu
âyetin bu hâdise hakkında indiğini zannediyorum, dedi: "Öyle
değil;Rabb'ine andolsun ki, onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri
şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç bir sıkıntı
duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş
olamazlar"\(en-Nisâ: 65) [28].
İbn Abbâs şöyle
demiştir: İki ortağın bir insan üzerinde alacakları olup da onun iflâsı yâhud
ölmesi... hâlinde, ortaklardan herbiri diğerinin payına düşenden çıkmasında ve
şunun borcu ve şunun da bulunan malı almasında be's yoktur. Eğer ikisinden
birinin aldığı şey helak olursa, arkadaşına dönmez [29].
18-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Babam Abdullah, Uhud günü şehîden vefat
etmişti. Hâlbuki üzerinde borç vardı. Üzerindeki borca mukaabil o yılın hurma
mahsûlünü almalarını (ve babamı borçtan temize çıkarmalarını) alacaklılarına
arz ve teklif ettim. Alacaklılar o mahsûlde borca vefa edecek mikdâr
görmediler de, bu teklifimi kabul etmediler. Bunun üzerine ben Peygamber'e geldim
ve bu durumu kendisine zikrettim. Peygamber:
— "Hurma mahsûlünü kestiğin ve onu harmana
koyduğun zaman (bana bildir)" buyurdu.
Ben Rasûlullah'a
bildirdim. Rasûlullah beraberinde Ebû Bekr ve Umer olarak geldi ve hurma
mahsûlünün yanına oturdu, bereketle duâ etti. Sonra:
— "Alacaklılarını çağır ve onlara
haklarını tastamam ver!" buyurdu.
Artık ben, babam
üzerinde hakkı olan hiçbir alacaklı bırakmadım, muhakkak herbirine borcunu
ödedim. Ve on üç vesk mikdârı da arttı. Yedi vesk acve nev'inden, altı vesk
levn nev'inden yâhud altı vesk acve nev'inden, yedi vesk levn nev'inden olmak
üzere fazla geldi. Akabinde ben Rasûlullah'a akşam namazı kılarken tesadüf ettim.
Kendisine bu ödemeyi ve fazlayı zikrettim. Rasûlullah güldü ve:
— "Sen Ebû Bekr ile Umer'e git de bunu
onlara haber ver!" buyurdu.
Ben onlara haber
verdim. Onlar:
— Yemîn olsun, biz,
Rasûlullah'ın hurmalıkta yaptığı şeyleri yaptığı zaman, hurmanın böyle
çoğalacağını kesin olarak bilmişizdir, dediler [30].
Hişâm ibn Urve, Vehb
ibn Keysân'dan; o da Câbir'den senediyle yaptığı rivayetinde (akşam namazı
yerine) ikindi namazı diye söyledi. Ebû Bekr'i de zikretmedi. Peygamber güldü
sözünü de söylemedi. Ve Câbir: Babam üzerinde otuz vesk ölçeği hurma borcu
bırakmıştı, dedi.
Muhammed ibn İshâk ise
Vehb ibn Keysân'dan; o da Câbir'den senediyle yaptığı kendi rivayetinde, öğle
namazında bulduğunu söylemiştir [31].
19-.......
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ka'b'm oğlu Abdullah haber verdi; ona da babası
Ka'b ibn Mâlik (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi, yânî Ka'b ibn Mâlik
el-Ensârî, Abdullah ibn Ebî Hadred'el-Eslemî üzerinde bulunan bir alacağını,
Rasûlullah zamanında, Mes-cid'de, (hasmının yakasına yapışıp) borcunu ödemesini
istedi. Her ikisinin sesleri, evinde olan Rasûlullah işitecek derecede
yükseldi. Rasûlullah onlara doğru çıkıp, hücresinin perdesini açtı ve:
— "Yâ Ka'b ibne Mâlik!" diye nida
etti. Ka'b:
— Lebbeyk yâ
Rasûlallah! deyince, Rasûlullah (S) eliyle işaret vererek:
— "Yansım indir (yânî
alacağmdanyarısınıbağışla)",buyurdu. Ka'b da hemen:
— Vallâhî bağışladım yâ Rasûlallah! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah, Abdullah ibn Ebî Hadred el-Eslemî'ye hitaben:
— "Şimdi kalk da (kalan) borcunu
öde!" buyurdu [32].
[1] Başlık, el-Câmi'u's-Sahîh'in en-Nesefî, el-Asîlî ve
Ebu'1-Vakt nüshalarında böyledir. Diğer nüshalarda "Kitâb""
yerine "Bâb" gelmiştir. es-Sâgânî nüshasında "Ebvâbu's-Sulh,
Bâbu mâ câe..." şeklindedir. Ebû Zerr nüshasında bunların hepsi kaldırılıp
"Mâ câe fi'1-İslâh beyne'n-Nâs" dîye kısaltılmış. el-Kuşmeyhenî
nüshasında buna "İnsanlar arası bozulduğu zaman" fıkrası ziyâde
olmuştur.
es-Salâh, es-Salûh,
es-Salâha: Bir nesne fâsid ve tebâh olmayıp iyi olmak ma'nâsma 3. ve 5. bâbdan
masdardır, Fesede'nm zıddıdır. Ve Salâh, bir nesne bir şeye yaraşık ve uygun
olmak ma'nâsmadır.
es-Sulh: Sâd'ın
dammıyle barışıklık ma'nâsma isimdir ki, iki taraf fesâd ve nizâ'ı kaldırıp
aralan iyi olmaktan ibarettir...
el-Musâleha, iki taraf
çekişmeyi terkedip barışmak ma'nâsmadır.
el-lslâh: Bir nesneyi
iyi ve sâlih kılmak ma'nâsmadır; gerek işin başında ve gerek fesadını gidermek
ile sonradan kılsın, ki onarmak ta'bîr olunur (Kaa-mûs Ter.).
Şerîat ıstılahında
sulh, da'vâcı ile da'vâh arasındaki niza' ve husûmeti iki tarafın nzâlarıyle
kesen bir akiddir. Diğer akîdier gibi îcâb ve kabul ile olur.
Sulh'un birçok
kısımları vardır: Müslimiıı kâfir ile sulhu; kan koca arasında sulh; azgın
topluluk ile âdil topluluk arasında sulh., gibi.
[2] Bunârî bu en-Nisâ: 114. âyetini başlığa delîl olarak
getirmiştir. Çünkü bu âyette insanlara, arasındaki çekişme ve fesadı giderip
arayı düzeltmenin fazileti ve barışın işlenmesini teşvik ile da'vet olunmuş
birşey olduğu hükmü vardır.
[3] Bu da bâb başlığının devamıdır.
[4] Hadisin başlığa uygunluğu açıktır: Peygamber insanlar
arasındaki çekişmeyi gi derip onları barıştırmak için Küba'ya gitmiş ve bu
yüzden namaza geç kalmıştır. Bu hadîs Ezan Kitâbı'nda da geçmiştir. Burada
imâmın insanlar arasında barışı kurmak için ihtilâf yerlerine gitmesi ve barışı
sağlamasının faziletini beyân için getirilmiştir.
[5] Hadîsin başlığa uygunluğu şöyledir: Peygamber
Medîne'ye gelişinin evvelinde Abdullah ibn Ubeyy'in bulunduğu yere, onları
İslâm'a da'vet için gitmiştir. Çünkü da'vet ve tebliğ kendisine farz idi. Ve
onun İslâm'a girmesiyle kavminin İs lâm'a girmelerini ümîd ediyordu.
Peygamber'in bu çıkışı, işin aslında onlar lehine en büyük ıslâh ve en büyük
iyileştirme idi. Enes'in sözü, bu âyet bu sırada İndirildi ma'nâsına değil, bu
gibi hâdiseler hakkında indirildiği ma'nâsmadır.
[6] Bunun ma'nâsı, böyle kimse yalan günâhına hakk
kazanmaz demektir. Çünkü hadîste yalanın aslı yok edilmiş değildir. Fakat yalan
üzerine rütbelendirilmiş olan günâh yok edilmiştir. Şübhe yok ki yalan, gerek
ıslâh gerek başka mak-sadla söylensin, yine mâhiyeti i'tibâriyle yalandır.
Yalnız bâzı hususlarda fesadı düzeltmek için ruhsat verilmiştir.
Bu hususta âlimler arasında
görüş ayrılığı vardır: Bâzısı, Müslim'de Ümmü Kulsüm'ün: "İnsanların
dedikodusuna şu üç yerden başkasında ruhsat verildiğini işitmedim: Harbde;
insanlar arasını düzeltmekte; kadının kocasına, kocanın da karısına karşı (aile
düzenliği için) va'dinde" hadîsine dayanıp, bu ruhsatı kabul etmiştir.
Bâzı âlimler de bu hadîsteki ruhsatı yalan söylemek ma'nâsına değil de, sözü
tevriye ve mecaz şeklinde söylemeye hamledip, yalana hiçbir yerde asla cevaz
vermemişlerdir. Muhellib bunu şöyle açıklamıştır:
Hiçbir kimse için
yalanı mübâh i'tikâad etmek caiz değildir. Çünkü Rasû-lullah, yalanı mutlak
surette men' etmiş ve yalanın îmândan uzak olduğunu haber vermiştir. Peygamber
bu hadîste İnsanlar arasım düzeltmeye çalışan kimseler için, iki taraf arasında
hayır olan şeylerin söylenmesini; aralarında şerr olmak üzere duyduklarından
sükût etmelerini öğretmiştir. Böyle hareket etmek güçlü ğü kolaylaştırmak,
uzağı yakınlaştırmak sayılır. Yoksa bir vakıanın aksini haber vermek demek
değildir. Çünkü hakîkatin hilafını haber vermeyi Allah haram kılmış,
Peygamber'i de harâmlığı bildirmiştir.
Bunun gibi, karı
kocanın birbirlerine va'di de yalan nev'inden değildir. Çünkü va'd, yerine
getirildiği zamana kadar hakîkat mâhiyetini kazanmaz. Va'din yerine getirilmesi
ise istikbâlde ümîd edildiğinden, bu da yalan sayılmaz. Harb-de cevaz verilen
hud'a da iki ma'nâya ihtimâli olan lâfızlarla vehîm vermektir, yoksa hakikati
zıddı ile haber vermek değildir... (Özetlenerek Aynî'den).
[7] Bu hadîs, bu kitabın birinci hadîsinin başka bir
senedden gelen rivayetinin bir parçasıdır. Bu kısmın başlığa uygunluğu ise, tam
tamına aynı lâfızla olmasıdır.
[8] Hadîs; Hz. Âişe'nin başlıktaki âyetle ilgili bir
tefsiridir. Uygunluk gizli değildir. Daha fazla açıklama inşâallah Tefsîr
Kitâbı'nda gelecektir.
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu "Câriye ile koyunlar
sana geri verilecektir" sözün-dedir. Çünkü onların anlaşması zina edene
vâcib olan hadd nev'inden olarak yapılmış bir sulh anlaşması ma'nâsmadır.
Hâlbuki zina suçunun cezasının böyle câriye ve koyun olması, şerîatte caiz
değildir. Bu, bir zulüm ve haksızlık sulhu idi. İşte bundan dolayı Peygamber
tarafından bozulup reddedilmiştir (Kastallânî).
Buhârî bu hadîsi
şartlar, Hükümler, Vekâlet,-l'tisâm ve Vâhid Haberi Ki-tâbları'nda da
getirmiştir.
[10] Hadîsin başlığa uygunluğu, başlığın hadîsin ma'nâsında
dâhil bulunması yönün-dendir. Yânî bir haksızlık üzerine anlaşma yapan, dînde
olmayan bir şey yapmıştır; onun için bu haksızlık ve zulüm anlaşması
reddedilecektir (Aynî).
Bu hadîs, İslâm'ın
asıllarından ve temellerinden sayılmıştır. Çünkü bunun ma'nâsı, her kim dînde
aslına şâhid olunmayan birşey îcâd ederse, ona dönülmez demektir. Nevevî: Bu
hadîs, ezberlenmesine ve münker işleri ibtâlde ve bununla delîl getirmeyi
yaygınlaştırmada kullanılmasına' ehemmiyet verilmesi gereken hadîslerdendir,
demiştir (Fethu'l-Bârî).
Bu hadîsi Müslim de
Akdiye'de getirmiştir. Buhârî hadîsin sonunda, bu hadîsin iki senedini daha
haber vermiştir. Bu senedlerden birincisini Buhârî, Kulların Fiillerinin
Yaratılması Kitâbı'nda; ikincisini de Dârakutnî rivayet etmiştir (Kastallânî).
[11] Eğer barış anlaşması yapanlar insanlar arasında
tanınmış meşhur kimseler ise, bu kadarla yetinilir. Yazıda bunların kabile ve
neseblerine nisbet etmeye ihtiyâç yoktur. Amma bu gibi resmî vesikaları yazanlar,
tarafların isimlerini, babalarının isimlerini, dedelerinin isimlerini,
nisbetlerini yazmalarına gelince, bu karışma ve seçilememe endîşesinden dolayı
bir ihtiyattır... (Aynî).
[12] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah'ın Elçisi
Muhammed yazdı" sözündedir. Çünkü kâtib, O'nun babasının ismini de,
dedesinin ismini de zikretmedi. Çünkü "Allah'ın Elçisi" ismi, yalnız
O'nun için vardı. Peygamber, kâtibin bu yazısını ikrar etmiştir. Sonra da
Peygamber, hiçbir ziyâde olmaksızın "Muhammed ibn Abdullah" ile yetinmiştir.
Bu kısaltmaların hepsi,
karışmadan ve seçilmemekten emîn olunduğu için yapılmıştır.
Bu hadîsi Müslim
Mağâzî'de; Ebû Dâvûd Hacc'da getirmiştir.
[13] Hadîsin başlığa uygunluğu "Mukaadât( = Sulh
anlaşması yapmak)" lâfzında-dır. Bu lâfız başlığa delâlet etmektedir.
Bu hadîste çocuk
terbiyesi hususunda ananın yakınları babanın yakınlarından öne geçirilmiştir.
Hadîste daha birçok hükümler vardır. Bunlar inşâal-lah ileride verilecektir.
Buhârî bu Hudeybiye
vak'asım Sahîh'inm birçok yerinde ayrı ayrı başlıklara delîl olarak
getirmiştir. Buhârî yalnız bu Sulh Kiîâbı'nda bu hadîsi ayrı se-ned ve metin
ile dört ayrı yerde getirmiştir.
Hudeybiye anlaşmasının
uzun bir rivayeti Şartlar Kitâbı'nda gelecektir. Bu anlaşmanın maddeleri
müslümânlar hesabına çok ağır olmakla beraber, İslâm Dîni'nin ve İslâm
Devleti'nin varlığı ilk defa Kureyş tarafından kabul ve tasdik edilmiş olması
bakımından, esâsında çok mühimdir. Ve İslâm'ın yükselme safhalarından hayırlı
bir dönüm noktasıdır. Bu hususlar ileride daha geniş verilecektir
[14] Bu, Sulh Kitâbı'mn başında geçmişti. Burada bundan
maksad, o hadîste zikredilen barış müddetini işaret etmektir
[15] Bu hadîs Cizye Kitâbı'mn sonunda gelecektir
[16] Bu üç sahâbînin hadîslerini Buhârî sırasıyle Cizye,
Hibe ve Şartlar Kitâbları'-nda senedli olarak getirmiştir
[17] Peygamber Ebû Cendel'i, yapılan barış anlaşmasının 1.
maddesi gereğince kendisinden babası tarafından geri verilmesi istendiği için
ve bir de babasının onu Öldürmeyeceğini göz önüne
alarak geri vermiştir.
[18] Râvî Müemmel ibn İsmail'in bu tarîkini Ahmed ibn
Hanbel rivayet etmiştir.
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu, metindeki "Ve
kaadâhum" sözündedir. Çünkü "Mukaadât" lâfzında barış ma'nâsı
vardır
[20] Bunun başlığa uygunluğu ise "Hayberli
Yahûdîler'le müslümânlar arasında barış anlaşması vardı" sözündedir. Yânî
Hayber ahâlîsi olan Yahudiler ile müslümânlar arasında barış anlaşması
yapılmıştı.
Buhârî bu Sehl hadîsini
Cizye, Edeb, Diyetler, Hükümler Kitâbları'nda; Müslim de Haddler'de
getirmiştir.
[21] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra topluluk razı
oldular ve diyeti kabul ettiler" sözündedir. Çünkü diyetin kabulü kısas
yerinedir. Bu da ancak barışma ile olur. Buhârî bu hadîsi Tefsîr'de ve
Diyetler'de de getirmiştir. el-Fezârî'nin rivayetini de Buhârî, el-Mâide'nin
tefsirinde getirmiştir.
[22] Buhârî bu başlıktan sonra içinde Peygamber'in bu
sözünün geçtiği el-Hasen el-Basrî'den gelen uzunca hadîsi getirmiştir ki,
bununla Hasen ibn Alî'nin iki mühim İslâm fırkası arasındaki fitne ve fesadı
ne suretle giderip barışı sağladığını ortaya koymuştur. Hasen ibn Alî kuvvetli
bir orduya sahip iken, sırf müslü-mânlar arasında kan dökülmesinden çekindiği
için, bâzı şartlarla barış yapmış ve Muâviye adına halifelikten vazgeçmiştir.
Bu mühim haberi Hasen Basri'nin dilinden öğreniyoruz.
[23] el-Hucurât: 9. âyetinin bu parçası, barışın muhakkak
bir hayır olduğunu iki kelime ile en vecîz ve en belîğ olarak ifâde etmiştir.
[24] Başlık hadîsten alınmış olduğu için, uygunluk gizli
değildir.
Hasen Basri hadîsin
geliş sureti hakkında bu mühim bilgileri vermekle Hasen ibn Alî'nin aralarını
düzelttiği bu iki büyük fırkanın kimler olduğunu ve bunların büyüklük yönlerini
iyice anlamış oluyoruz.
İbn Hişâm'm bildirdiğine
göre Alî'nin ölümü üzerine Kûfeliler Hasen'e, Şamlılar Muâviye'ye bey'at
etmişler. Hasen, hilâfet işinde müslümânların iki fırkaya ayrılmalarını
günlerce düşünmüş, müslümânlar arasında kan dökülmesine bir türlü razı
olmayıp, müslümânların arasını düzeltmek İçin 41. hicret yılının 5 Şevvâl'inde
hilâfetten Muâviye lehine çekilmiştir. Halifeliğe altı aydan biraz noksandır.
Böylece Peygamber'in o sözü bu vak'aya İşaret olmuş, hâdiseler Pey-gamber'in
haber verdiği gibi cereyan etmiş, bu da Peygamber'in mu'cizeierin-den biri
olmuştur.
[25] Başlığa uygunluğu "Hangisini arzu ederse onun
olsun" sözünde, sulh olmak ma'nâsı bulunması yönündedir.
[26] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, Ka'b'ın, alacağını
Ödetmek için borçluya müracaat etmesi ve Peygamber'in bu müracaatı bildiği
hâlde men' etmemesi, hattâ Ka'b'a, alacağının yarısını bir insancıllık olarak
bırakmasını İşaret etmesidir.
[27] Başlığa uygunluğu "İnsanlar arasında adalet
etmesi bir sadakadır" sözündedir. Bu sözde ıslâh olduğu bellidir.
el-Kirmânî'nin dediği gibi, insanlar arasını iyileştirip barıştırmak, adaletten
bir nevi'dir. Başlık da adalet, barıştırma üzerine atfedildi ki, bu âmmın hâss
üzerine atfı nev'indendir (Kastallânî).
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsından alınır:
Bu da'vâda Rasûlullah,
Zubeyr ile Ensârî arasında evvelâ sulh yoluyla hükmetmek istemiştir. Zubeyr'e
sulama ile yetinip, suyu habsetmemesini emretmiştir. Ensârî'nin i'tirâzı
üzerine, iki tarafın ma'rûf olan haklarını bol bol kullanmaları görüşüne
tutunarak, Zubeyr'e, örfen hakkım bol bol kullandıktan sonra suyu bırakmasını
emretmiştir.
[29] Ibnu'1-Esîr en-Nihâye'de dedi ki: Yânîmetâ' vârisler
arasında olup, onu taksîm etmemişler yâhud ortaklar arasında olup taksîm
etmemiş olurlar ve mal onlardan bâzısının elinde bulunduğu hâlde, onlardan
herbiri satıştan evvel kendi payını ayniyle tanımamış ve sahibi teslim almamış
olsa da satış yapmalarında be's yoktur.
Ibn Abbâs'ın bu sözünü
Atâ, ondan tefsir edilmiş olarak rivayet edip: Bir topluluk, meydana gelecek
bir ortaklıkta olup da şu on dînâr nakit, şu da on dînâr alıp ortaklıktan
çıkmalarında be's yoktur, demiştir. Tahâruc, Hurûc'dm tefâuldür. Sanki herbiri
satışla kendi mülkünden sahibine çıkmaktadır (Kas-tallânî).
eî-Tahâruc, tefâul
vezninde çıkışmak ma'nâsmadır ki, murâd, ortakların bâzısı hâne ve bâzısı arazî
üzere ve yine böyle mirasçıların kimi nakiller ve kimi metâ'lar üzere sulh ve
teslîm almakla çıkışmaktır. Fıkıh kitâblarınöa; husûsan Hidâye'dt mahsûs bir
fasıl ile pekçok hükümleri açıklanmıştır (Kaamûs Ter.)
İbn Abbâs'in bu sözünü
Ibn Ebî Şeybe senedli olarak rivayet etmiştir.
[30] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Çünkü içinde
mirasçıların alacaklılarla barışıp sulh olmaları vardır. Bu barış, Câbir'in:
"Babamın üzerinde alacağı bulunan hiçkimseyi bırakmadım, ille herbİrine
borcu ödedim" sözü bildiriyor. Çünkü onlardan alacağını teslîm almak
hususundaki sulhtan hiçkimse hâlî kalmamıştır (Aynî).
[31] Bunlar Câbir hadîsinin diğer senedleridir. Bunlar da
hep sahîh senedlerdir. Râ-vîler Câbir'in Rasûlullah İle kıldığı namazı ta'yînde
ihtilâf etmişlerdir. Bu ihtilâf, hadîs ehlinin sahîhliğinde bir kötüleme
olmaz. Bundan maksad, Peygamber'-in bereketinin husulünde uyuşmalarıdır, ki bu
da hâsıl olmuştur. Bu namazın ta'-yîn edilmesine büyük bir ma'nâ rütbelenmez
(Kastallânî).
[32] tbnu't-Tîn şöyle dedi: Bu hadîste başlık yaptığı şey
yoktur. Bu i'tirâza, hadîste borçla ilgili husustaki sulh vardır; Buhârî buna, mevcûd
olan şeyle ilgili husustaki sulhu evleviyet yoluyla katmıştır, diye cevâb
verildi (İbn Hacer).