1- İslâm Dîni'ne Girmekte, Hükümlerde, Alışveriş
Muamelelerinde Caiz Olan Şartlar Babı
2- Bâb: Bir Şahıs, Erkek Çiçek Asılmış Olduğu Hâlde Hurma
Ağacı Sattığı Zaman
3- Alım Satım İşlerindeki Şartlar Babı
5- Her Çeşit Akid Muamelelerin Deki Şartlar(In Hükümlerini
Beyân) Babı
6- Nikâh Düğümünü Bağlama Sırasında Ta'yîn Edilen Mehr
Hakkındaki Şartlarfın Hükmünü Beyân) Babı
7- Ekicilik Akdindeki Şartlar Babı
8- Nikâh Akdinde Caiz Olmayan Şartlar Babı
9- Dînî Cezalarda Halâl Olmayacak Şartlar Babı
11- Boşama Hususundaki Şartlar Babı
12- (Şâhid Dikmeden Ve Yazıya Da Geçirmeden) İnsanlarla
Sâdece Söz İle Yapılan Şartlar Babı
13- Velâ Hakkındaki Şartlar(In Hükmünü Beyân) Babı
14- Bâb: Arazî Sahibinin Ekicilik Anlaşmasında
"İstediğim Zaman Seni Çıkarırım" Şartını Koyması
16- Ödünç Vermek Hususundaki Şartlar Babı
19- Vakıftaki Şartlar(In Hükmünü Beyân) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle «.-8
(Şartlar
Kitabı)
1-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi;o, Mervân
ibnu'I-Hakem ve el-Misver ibn Mahrame(R)'den işitmiştir. Bu iki sahâbî,
Rasûlullah'm diğer sahâbîlerinden naklen haber veriyorlardı. Bunlardan herbiri
şöyle demiştir:
Süheyl ibn Amr [2]
Hudeybiye barışı günü barış metnini yazmaya girişince, Süheyl ibn Amr'ın
Peygamber'e şart eylediği şeyler içinde şu da vardı: "Bizden sana bir adam
gelirse, o senin dîninde dahî ol-
sa, onu muhakkak bize
geri verirsin ve bizimle onun arasını boşaltırsın" dedi. Müslümanlar bu
şartı beğenmeyip çirkin gördüler ve bu şarttan dolayı öfkelendiler. Kureyş
elçisi Süheyl ise bu şartta diretti. Onun bunda dayatması üzerine, Peygamber de
barış yazısını bu şart üzere yazdırdı. Peygamber o gün Mekke'den kaçıp gelmiş
olan Ebû Cendel'i de, bu şart uyarınca ve Süheyl'in ısrarlı isteği ile, babası
Süheyl ibn Amr'e geri verdi. Bu barış anlaşması müddeti içinde, müslümân olarak
gelmiş olsa da, Mekkeliler'den Peygamber'e gelen her erkeği Peygamber muhakkak
geri verdi.
Ve sonra mü'min
kadınlar da muhacirler olarak geldiler. Ve Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ümmü
Kulsüm de kadınlık çağma erişmiş olduğu hâlde, o gün Rasûlullah'm yanına çıkıp
gelenlerden idi. Müteakiben ailesi gelerek Peygamber'den Ümmü Kulsüm'ü
kendilerine geri vermesini istediler. Fakat Peygamber Ümmü Kulsüm'ü ailesine
vermemiştir. Çünkü kendisine gelen bu kadınlar hakkında Allah şu âyeti
indirmiştir:
'Ey îmân edenler!
(Kendi ifâdelerince) mü 'min kadınlar muhacirler olarak geldikleri zaman, onları
imtihan edin [3]. Allah onların îmânlarını
daha iyi bilir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz,
onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara ha-lâl değildir. Onlar da bunlara
halâl olmazlar. Kâfir zevçlerinin bu kadınlara sarfettikleri mehri onlara geri
verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde,
üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir zevcelerinizi (nikâhınız altında) tutmayın.
(Kâfirler de bu kadınlara) harcadıkları (mehri) istesinler.Bu,Allah'ın
hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyle bilen tam hüküm ve hikmet Sahibidir""
(eS-Mümtehine: 10).
Urve dedi ki: Bana
Âişe, Rasûlullah'm gelen kadınları şu âyetler ile imtihan edip dener olduğunu
haber verdi:
"Ey îmân edenler!
Mü 'min kadınlar muhacirler olarak size geldikleri zaman onları imtihan
edin... Çünkü Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline
kadar (ei-Mümtehine: 10-12) [4].
Urve dedi ki: Âişe
şöyle dedi: İşte kadınlardan her kim bu âyetteki şartı ikrar ve i'tirâf etti
ise, Rasûlulîah o kadına konuşmakta olduğu bir kelâm olarak: "Ben seninle
bey 'at ettim "buyurdu. Allah'a yemîn ederim ki, Rasûlullah'm eli, bu
bey'atlaşma töreninde asla hiçbir kadının eline dokunmadı. Rasûlulîah kadınlara
ancak sözü ile bey'at etti [5].
2-.......Ziyâd
ibn Ilaka şöyle demiştir: Ben Cerîr(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben,
Rasûlulîah (S)'a (müslümân olmak üzere) bey'at ettim. O bana (şart kıldığı
şeyler arasında) her müslümâna iyilik isteyici olmayı da şart kıldı. (Ben de bu
şart üzerine bey'at ettim.)
3-.... Bana
Kays ibnu Ebî Hazım, Cerîr ibn Abdillah(R)'tan tahdîs etti. O: Ben
Rasûlullah(S)'a namazı devamlı kılmak, zekât vermek ve her müslümâna
samimiyetle iyilik isteyici olmak üzere bey'at ettim, demiştir [6].
4-.......Abdullah
ibn Umer (R)'den (şöyle demiştir): Rasûlulîah (S): "Her kim erkek çiçeği
asıldıktan sonra meyveli hurma ağacını satarsa-, üstündeki mahsûlü satıcıya
âiddir. Meğer ki mahsûlün satışta dâhil olduğu, müşteri tarafından şart
kılınmış olsun" buyurdu [8].
5-.......Âişe-(R),
Urve'ye şöyle haber vermiştir: Berîre, hürriyetini satın alma bedeli hakkında
yardım istemek için Âişe'ye geldi.
Kendisi o güne kadar
bu bedelden birşey ödememişti. Âişe, Berîre'ye:
— Sen efendilerine git
(görüş). Velâ'n bana âid olmak üzere, senin nâmına hürriyet satın alma
bedelini bir defada ödememi arzu ederlerse vereyim, dedi.
Bu teklifi Berîre
sâhiblerine bildirdi. Fakat onlar bunu kabul etmediler ve:
— Âişe, hürriyet satın
alma bedelini senin hesabına karşılıksız olarak vermek isterse, velâ'n bize âid
olmak üzere versin, dediler.
Berîre:
— Ben bu mes'eleyi
Rasûlullah'a arzettim, Rasûlullah, Âişe'ye: "Sen Berîre'yi satın al, sonra
hürriyetine kavuştur! Veiâ dccmuhak-kak surette hürriyet verene âiddir'
buyurdu [9].
6-.......
Bize Zekeriyyâ tahdîs edip şöyle dedi: Ben Âmir eş- Şa'bî'den işittim, şöyle
diyordu: Bana Câbir (R) şöyle tahdîs etmiştir: Câbir kendisine âid bir deve
üzerinde yolculuk ediyordu. Devesi yorulmuştu. Peygamber yanına uğrayıp deveye
vurmuş ve Câbir'e duâ etmiş. Bunun üzerine o yorgun deve, benzerini hiç
yürümediği hızlı bir yürüyüşle yürümüş. Sonra Peygamber:
— "Bu deveyi bana (kırk dirhemlik) bir
ûkıyye karşılığında sat" buyurdu.
Ben:
— Hayır satmam, dedim. Sonra Peygamber ikinci
defa:
— "Bu deveyi bana ûkıyye mukaabilinde
sat!" buyurdu.
Bu sefer ben deveyi
O'na sattım, fakat beni ailemin yanma kadar sırtında taşımasını istisna edip»
bunu şart kıldım. Medine'ye geldiğimizde deveyi Peygamber'e getirdim.
Peygamber (Bilâl eliyle) bana devemin bedelini verdi. Sonra ben dönüp
giderken/Peygamber arkamdan haberci gönderip, beni çağırttı (Yanına
geldiğimde):
— "Ben senin
deveni alıcı değilim. Sen bu deveni al; o senin malındır" buyurdu [10].
Şu'be, Mugîre'den; o
da Âmir'den; o da Câbir'den [11] olan
rivayetinde Câbir'in: "Rasûlullah beni Medine'ye kadar devenin sırtında,
omurga kemikleri üzerinde taşıdı" dediğim söylemiştir.
İshâk ibn Râhûye de
Cerîr ibn Abdilhamîd'den; o da Mugîre'den yaptığı rivayetinde, Câbir'in:
"Ben deveyi Peygamber'e Medine'ye ulaşmama kadar devenin sırt omurga
kemiklerinin bana âid olması şartı üzere sattım" dediğini söylemiştir.
Atâ ibn Ebî Rebâh ile
Câbir'den rivayet eden başkaları da Pey-gamber'in: "Medine'ye kadar
devenin sırtı senindir" buyurduğunu söylemişlerdir.
Muhammed
ibnu'l-Munkedir de Câbir'den yaptığı rivayetinde: "Câbir Medine'ye kadar
devenin sırtını kullanmayı şart kıldı" demiştir.
Zeyd ibn Eşlem de
Câbir'den yaptığı rivayetinde Rasûlullah'in Câbir'e: "Medine'ye dönünceye
kadar devenin sırtı sana âiddir" buyurduğunu söylemiştir.
Ebu'z-Zubeyr de
Câbir'den rivayetinde Rasûlullah'ın Câbir'e: "Medine'ye kadar devenin
sırtını sana, yük yükletmen ve binmen için ariyet verdik" buyurduğunu
nakletmiştir.
el-A'meş de Salim ibn
Ebi'l-Ca'd'dan; o da Câbir'den senediyle rivayetinde, Rasûlullah: "Devenin
üzerinde ailene ulaş" buyurdu, demiştir.
Ebû Abdillah Buhârî:
Satış sırasındaki akidde şart kılındığım gösteren hadîslerin tarikleri daha
çok ve benim nazarımda bunlar satış sırasında şart kılındığına delâlet etmeyen
rivayetlerden çıkış yönünden de daha sahihtirler, dedi [12].
Ve Ubeydullah ile
Muhammed ibnu İshâk, Vehb ibn Keysân'-dan; o da Câbir'den yaptıkları
rivayetlerinde: "Peygamber, Câbir'den deveyi bir ûkıyye mukaabilinde
satın aldı" demişlerdir. Zeyd ibn Eşlem, Câbir'den yaptığı rivayetinde
Vehb ibn Keysân'a mutâbaat etmiştir.
İbnu Cureyc de Atâ ibn
Rebâh'tan ve diğerlerinden; onlar da Câbir'den olmak üzere yaptığı rivayetinde,
Peygamber (S): "Ben deveyi Câbir'den dört dînâr mukaabilinde aldım"
buyurdu, demişlerdir. Bu dört dînâr bir dînârın on dirheme mukaabil olması
hesabı üzere, bir ûkıyye olur.
Mugîre ibn Mıksem,
eş-Şa'bî'den; o da Câbir'den olmak üzere yaptığı rivayetinde devenin bedelini
beyân etmedi. Ve keza İbnu'l-Munkedir ile Ebu'z-Zubeyr de Câbir'den yaptıkları
rivayetlerinde bu bedeli beyân etmemişlerdir.
Ve el-A'meş, Salim ibn
Ebi'l-Ca'd'dan; o da Câbir'den "Bir ûkıyye altın" demiştir. Ebû
İshâk, Sâlim'den; o da Câbir'den "İki yüz dirhem" demiştir. Dâvûd
ibnu Kays, Ubeydullah ibn Mıksem'den; o da Câbir'den: "Peygamber o deveyi
Tebûk yolunda satın aldı, ve Câbir'in: Dört ûkıyye mukaabilinde dediğini
sanıyorum" demiştir. Ebu'n-Nadre de Câbir'den: "Peygamber deveyi
yirmi dînâr mukaabilinde satın aldı" diye söylemiştir.
eş-Şa'bî'nin "Bir
ûkıyye mukaabilinde" sözü rivayetler içinde daha çoktur; şart kılma hükmü
de benim nazarımda çıkış kaynağı bakımından daha sahihtir. Bunu Ebû Abdillah
el-Buhârî söyledi [13].
7-........
Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ensâr (Muhacirler Medine'ye gelince),
Peygamber'e:
— Hurmalıklarımızı
bizimle Muhacir kardeşlerimiz arasında tak-sîm et, dediler.
Peygamber (S):
— "Hayır (öyle olmaz)/" buyurdu.
Bunun üzerine Ensar:
— Bakım ve sulama
külfetini sizler üzerinize alırsınız, biz de sizleri mahsûlde ortak yaparız,
dediler.
Bu suretle Ensâr ve
Muhacirler:
— (Peygamber'in bu
husustaki emrini) işittik ve itaat ettik, dediler (ve bu şart üzere uyuştular)
[14].
8-.......Abdullah
ibn Umer (R): Rasûlullah (S), Hayber arazîsini, orada çalışmaları ve ekincilik
yapmaları ve arazîden çıkacak mahsûlün yarısı onların olması şartı üzere,
Hayber Yahûdîleri'ne verdi, demiştir [15].
Ve Umer
ibnu'l-Hattâb: Şübhesiz ki hakların
kesilme yerleri şartların yanındadır ve senin için şart kıldığın
şey vardır, demiştir [16].
el-Mısver de şöyle
demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim; kendisi bir damadını (yânı Zeyneb'in
kocası
EbîH-As'ı) zikretti
de, onu dâmâdlığım yürütüşü hususunda övdü ve güzel şeyler söyledi ve: "O
bana söz söyledi ve bana doğru söz konuştu. Bana va'd etti ve va'dini yerine
getirdi'' buyurdu [17]
9-.......Ukbe
ibnu Âmir (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Yerine getirmeniz gereken
şartların en haklısı, kendisi ile fercleri halâl kılmak istediğiniz
şarttır" buyurdu [18].
10-.......Ben
Râfi' ibn Hadîc(R)'den işittim; o da şöyle diyordu: Biz tarla (ve arazî)
yönünden Ensâr'ın en çok mallısı idik. Biz arazîleri (kısımlara ayırıp) kiraya
verirdik. Bazen bu arazî parçası mahsûl çıkarırdı da, şu arazî parçası mahsûl
çıkarmazdı. (Bazen ortağın, bazen arazî sahibinin zararı olurdu.) İşte bunun
için bizler bu nevi' ekicilik anlaşmasından nehyolunduk, fakat gümüş para ile
kiraya vermekten nehyolunmadık [19].
11-.......Ebû
Hureyre (R)'den (şöyle demiştir): Peygamber (S): "Şehirli, köylünün malını
onun adına satmaz. (Başkalarım kandırmak için yalandan) -fiât kızıştırması
yapmayınız. Hiçbir kimse (dîn ve toprak) kardeşinin alış-verişi üzerine artırma
yapmasın. Ve yine hiç kimse kardeşinin istemekte olduğu kadını istemeye
kalkmasın. Hiçbir kadın da kendi (dîn ve toprak) kardeşi olan diğer bir
kadının çanağının altını üstüne getirmek için onu boşaltmayı istemesi” buyurdu [20]
12-.......Ebû
Hureyre ile Zeyd ibn Hâlid (R) her ikisi şöyle demişlerdir: Bedevî Arablar'dan
bir adam (hasmı ile birlikte) Rasûlul-lah'a geldi de:
— Yâ Rasûlallah! Sana
Allah'ın adiyle yemîn eder ve benim için yalnız Allah'ın Kitabı ile hükmetmeni
dilerim, dedi.
Öbür hasım ise daha
anlayışlı ve edebli idi. O da:
— Evet yâ Rasûlallah,
aramızda Allah'ın Kitabı ile hükmet ve (söz söylemek üzere) bana izin ver,
dedi.
Rasûlullah (S):
— "Söyle!" buyurdu.
Bu ikinci hasım söze
başladı:
— Benim oğlum bu
bedevinin yanında ücretli bir işçi idi. Bu adamın karısıyle zina etmiş. Bana,
oğlum üzerine taşlama cezası lâzım geldiği haber verildi. Ben de bu adama yüz
koyun ve bir de câriye fidye verip, oğlumu bu cezadan kurtardım. Sonra ben bunu
ilim sahibi olanlara sordum. Onlar da bana: (Henüz bekâr olan) oğluma ancak
yüz deynek vurma ile bir sene gurbete gönderme cezası düştüğünü; bunun
karısına da taşlama cezası lâzım geldiğini haber verdiler (; Sen nasıl
hükmedersin)? dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim
ki, ben, aranızda elbette Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunlar
sana geri verilir; oğluna da yüz deynek vurulup bir sene sürgün edilir"
buyurdu.
(Sonra sahâbîlerden)
Uneys'e de:
— "Yâ Uneys! Sen kuşluk vaktinde bu adamın
karısına git. Eğer suçunu i'tirâf ederse, ona taşlama cezası uygula!"
buyurdu.
Râvî: Uneys, kadına
gitti. Kadın da suçunu i'tirâf etti. Rasûlullah kadının taşlanmasını emretti,
kadın taşlandı, dedi [21].
13-.......Eymen
şöyle demiştir: Ben Âişe (R)'nin yanına girdim,
o şöyle dedi:Berîre,hürriyeti
satın alma yazışmasına bağlanmış köle bir kadın hâlinde iken benim yanıma girdi
de:
— Ey Mü'minlerin
Anası! Sen beni sahihlerimden satın al da, beni hürriyetime kavuştur. Çünkü
sahihlerim beni satıyorlar, dedi.
Âişe dedi ki: (Ben
ona):
— Evet (ben seni satın
atjr ve sana hürriyet veririm, dedim). Berîre:
— Sahihlerim mîrâsa
sebeb olan velâ hakkımın kendilerine âid olması şartını koyuyor ve bu şart
kabul olmadıkça beni satmıyorlar, dedi.
Âişe dedi ki: Ben
Berîre'ye:
— Benim için senin hakkında
hiçbir ihtiyâç yoktur, dedim.
Bu konuşmamızı
Peygamber işitti, yâhud bu konuşmamız Pey-gamber'e ulaştı da, O:
— "Berîre'nin işi nedir?" buyurdu.
Ben kendisine
Berîre'nin durumunu anlattım. Bunun üzerine Peygamber (S) bana:
— "Sen Berîre'yi satın al da onu
hürriyetine kavuştur. Onlar istedikleri şartı koysunlar" buyurdu.
Âişe dedi ki: Bu emir
üzerine ben Berîre'yi satın aldım ve ona hürriyetini verdim. Sâhibleri de onun
velâsının kendilerine âid olmasını şart kıldılar.
Peygamber (S):
— "Velâ, hürriyety erene âiddir.
İsterlerse yüz tane şart koşsunlar" buyurdu [22].
Saîd ibnu'l-Müseyyeb,
el-Hascn el-Basrî, Atâ ibn Ebî Rebâh şöyle demişlerdir:
Eğer boşama sözünü
şarttan evvel söylese yâhud şarttan geri bıraksa (hükümde fark olmaz); o kimse kendi
şartına daha haklıdır [24].
14- Bize
Muhammed ibn Ar'ara tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şu'-be, Adiyy ibn Sâbit'ten; o
da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hurey-re'den tahdîs etti. Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) beldeye mal getiren süvarileri karşılamaktan; şehirde
oturan muhacirin, bedevi adına bedevinin malını alıp satmaktan; kadının nikâh
sırasında beşer kardeşi olan diğer bir kadını boşamayı şart kılmasından; kişinin
beşer kardeşi olan diğer birisinin pazarlık etmesi aleyhine pazarlığa
girişmesinden nehyetti. Ve yine Rasûlullah, başkalarını aldatmak için yalandan
pazarlık sırasında fiât artırmaktan; keza alıcıları aldatmak için hayvanı
sağmadan sütünü memede biriktirmekten de nehyetti.
Bu hadîsi Şu'be
yolundan Peygamber'e yükseltmeyi açıkça söylemekte Muâz ibn Muâz ile
Abdussamed, Muhammed ibn Ar'ara'ya mutâbaat etmişlerdir. Gunder ile Abdurrahmân
"Nehyolundu" demişlerdir. Âdem ibn Ebî Iyâs ise "Biz
nehyolunduk" demiştir, en-Nadr ile Haccâc ibnu Minhâl ise "Nehyetti"
diye söylemişlerdir [25].
15-.......İbn
Cureyc şöyle dedi: Bana Ya'lâ ibnu Müslim ile Amr ibnu Dînâr, Saîd ibn
Cubeyr'den haber verdi. Bu iki râvîden herbiri arkadaşının rivayeti üzerine
artırma yapmaktadırlar. Bu iki râvîden başkaları şöyle haber verdi: İbnu Cureyc
şöyle demiştir: Ben bu ikinin başkasından işittim; o da Saîd ibn Cureyc'den
tahdîs ediyordu ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn
Abbâs'ın yanında bulunduk; o şöyle dedi: Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs edip şöyle
dedi: Rasûlullah (S): "Allah'ın Rasûlü olan Mûsâ, İmrân oğlu Musa'dır;
Kelîmulîah'tır; başka bir Mûsâ değildir" buyurdu da Mû-sâ ile Hızır
kıssası hakkındaki hadîsi zikretti. Bu hadîste Hızır, Mû-sâ'ya: "Sen
beraberimde asla sabredemedin demedim mi, dedi" Gerçekten bu birinci soru
Mûsâ tarafından bir unutma eseri olmuştu. Orta soru ise söz ile bir şart
olmuştu. Üçüncü soru ise kasden olmuştu. Birinciye şu kavliyle işaret etti:
"Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme, şu arkadaşlığımızda bana
güçlük çıkarma, dedi".
Sözlü bir şart olan
orta soruya şu sözle işaret etti: "Yinegittiler. Nihayet bir oğlan
çocuğuna rast geldikleri zaman o hemen bunu öldürdü. .. Mûsâ; Eğer bundan
sonra sana birşey sorarsam, benimle arkadaşlık etme, dedi".
Üçüncü soruya da
sununla işaret etti; "Yine gittiler.... Derken yıkılmak isteyen bir duvar
buldular. O bunu derhâl doğrultuverdi...". İbn Abbâs: "Gemiye
gelince, o denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak
istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar
vardı" (ei-Kehf: 79) âyetindeki "Verâehumi^ Arkalarında)" sözünü
"Emâmehum melikun = Önlerinde bir melik vardı" şeklinde okumuştur [26].
16-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Berîre bana geldi de:
— Ben sâhiblerim ile
her bir yılda bir ûkıyye ödemek üzere dokuz ûkıyyeye kendi hürriyetimi satın
alma yazışması yaptım. Bunun için bana yardım et, dedi.
Âişe:
— Eğer sahihlerin arzu
ederlerse şöyle yaparım: Ben bu bedeli onlara peşin olarak sayarım, velâ'n da
bana âid olur, dedi.
Bunun üzerine Berîre
sâhiblerine gitti ve Âişe'nin dediği teklifi onlara söyledi. Onlar velânın
Âişe'ye âid olmasını kabul etmediler. Berîre onların yanından Âişe'ye geldi. Bu
sırada Rasûlullah, Âişe'nin yanında oturuyordu. Berîre:
— Ben sahihlerime
senin teklifini arzettim. Onlar, velânın kendilerine âid olması şartında
dayattılar, dedi.
Peygamber de bunu
işitti. Âişe de bunu Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine Peygamber,
Âişe'ye:
— "Sen Berîre'yi (satın) at! Velâyı da
onlara şart kıl. Çünkü ve-lâ ancak hürriyet verenindir" buyurdu.
Âişe bu satın alma ve
âzâd etme işlerini yaptı. Sonra Rasûlullah (S) (mescidde) insanlar içinde ayağa
kalktı. Allah'a hamd etti ve lâyık olduğu sıfatlarla övdü. Bundan sonra şu
hutbeyi yaptı:
— "Bir takım insanların hâli nedir ki,
onlar Allah'ın Kitâbı'-nda bulunmayan birçok şartları şart kılıyorlar? Allah
'in Kitabı 'nda bulunmayan herhangi bir şart bâtıldır; hükümsüzdür. İsterse yüz
kerre şart edilmiş olsun (onun hükmü yoktur). Allah'ın hükmü en haklıdır;
Allah 'in şartı en sağlamdır. Velâ ancak hürriyet verenindir!" buyurdu [27].
17-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Hayber ahâlîsi Abdullah ibn Umer'in bir organını
kırdıkları zaman bir hutbe yaparak şöyle dedi:
— Şübhesiz Rasûlullah,
Hayber Yahudileri'ne, fetihten önce kendilerinin olan malları mülkleri
üzerinde ortaklık muamelesi yapmış ve: "Sizleri bu arazîler üzerinde
Allah'ın sizleri burada bıraktığı müddetçe bırakıyoruz" buyurmuştur.
Abdullah ibn Umer, Hayber'deki malına çıkıp gitmişti. Geceleyin kendisine
zulmedildi de, iki eli ve iki ayağı burkuldu. Bizim o Hayber arazîsinde
Yahûdîler'den başka düşmanımız yoktur. Onlar bizim düşmanlarımızdır. Biz bu
suçla onları ittihâm ediyoruz. Ve ben onları Hayber'den sürüp çıkarmayı düşündüm,
dedi.
Umer onları çıkarmaya
karar verince, kendisine Yahûdî başkanlarından Ebû Hukayk oğulları'ndan biri
geldi de:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Muhammed bizleri burada bırakmış, mallar üzerine bizimle ortaklık
anlaşması yapmış ve bizleri vatanımızda bırakmayı şart kılmış iken, sen
bizleri çıkarıyor musun? dedi.
Umer de:
— Sen benim,
Rasûlullah'ın sana söylediği şu sözü unuttuğumu mu sandın: "Hayber'den
çıkarıldığın zaman uzun bacaklı, yürüyüşe sabırlı dişi deven seni geceden
geceye akıtıp götürürken, senin hâlin nice olur!" buyurmuştu, dedi.
Yahûdî, Umer'e:
— Bu söz Ebû'l-Kaasım'dan bir şakacık idi,
dedi.
Umer:
— Yalan söyledin ey
Allah'ın düşmanı! dedi ve onları Hayber'den sürüp çıkardı ve onlara mahsûlden
olan haklarının kıymetini mal olarak, deve olarak, deve semerleri, ipler ve
daha başka şeylerden me-tâ'lar olarak kendilerine verdi.
Bu hadîsi Hammâd ibn
Seleme, Ubeydullah'tan; sanıyorum ki o da Nâfi'den; o da İbn Umer'den;; o da
Umer'den; o da Peygam-ber(S)'den rivayet etti ve hadîsi Hammâd kısalttı [28].
18-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verip şöyle dedi:
Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, el-Mısver ibn Mahrame ile Mervân ibnu'l-Hakem'den
haber verdi. Bu iki râvî-den herbiri arkadaşının hadîsini doğrulayarak şöyle
demişlerdir [29]
Rasûlullah (S),
Hudeybiye zamanında (Medine'den yola) çıktı. Yolun bir kısmına vardıklarında
Peygamber, sahâbîlerine:
— "Hâlid ibnu'l-Velîd bir takım Kureyş
süvarisi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ
tarafım tutunuz!" buyurdu.
Vallâhî Hâlid,
Peygamber ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Nihayet Hâlid, Peygamber
ordusunun kaldırdığı kara tozu gördü de, hayvanını ayağı ile vurup koşturarak
(Peygamber'in geldiğini) Kureyş'e bildirmek üzere sür'atle gitti. Peygamber de
(sahâbî-leriyle) yürüdü. Nihayet Seniyye mevkiine gelmişti ki, oradan Kureyş
(karargâhı) üzerine inilirdi. Peygamber'in binek devesi burada çöktü.
İnsanlar:
— Kalk yürü, kalk yürü! diye azarlama yaptılar.
Fakat deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar:
— Kasvâ çöküp kaldı! Kasvâ çöküp kaldı!
dediler. Bunun üzerine Peygamber:
— "Kasvâ çöküp kalmaz; onun çökme huyu da
yoktur. Fakat vaktiyle fîli (Mekke'ye girmekten) men' eden Allah, şimdi
Kasvâ'yı men' etti" buyurdu.
Bundan sonra
Rasûlullah:
— "Hayâtım elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, Kureyş, Allah 'in (Harem içinde) muhterem kıldığı şeyleri ta 'zîm
kasdederek benden ne kadar müşkil istekte bulunursa, ben onu muhakkak onlara vereceğim"
buyurdu.
Sonra Kasvâ'yı sürdü.
Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî dedi ki: Bu defa Rasûlullah, Kureyş
tarafından saptı da, nihayet suyu az olan "Semed*' kuyusu yolu üzerindeki
Hudeybiye mevkiinin en sonuna indi. Bu az suyu, insanlar birer parça alıyor ve
insanların orada eğlenip ikaamet etmeleri için su bırakmıyor da kuyunun suyunu
kamilen çekiyorlardı. Şimdi Rasûlullah'a susuzluktan şikâyet edildi. Bunun
üzerine Rasûlullah ok mahfazasından bir ok çıkardı. Sonra onlara bu oku Semed
kuyusuna koymalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı.
Suyun bu fışkırması» Rasûlullah'ın sahâbîleri oradan dönünceye kadar, onları
suya kandırmak için devam etti.
Rasûlullah ile
sahâbîleri bu hâlde iken, Budeyl ibn Verkaa el-Huzâî, kendi kabilesi olan
Huzaa'dan birkaç kişi ile çıkageldi. (Mekke ve havalisindeki) Tihâme kabileleri
arasında Huzaalılar, öteden beri Rasûlullah'ın sırdaşı idiler. (Müslim olsun,
müşrik bulunsun bütün Huzaalılar, Mekke'de olup biten herşeyi Rasûlullah'tan
saklamazlar, gizlice bildirirlerdi -îbn İshâk-.) Budeyl gelince, Peygamber'e:
— (Haberiniz olsun!
Kureyş'in) Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri Hudeybiye sularının en
zengin kaynaklarına kondular. Sütlü ve yavrulu develeri (kadınları ve
çocukları) da yanlarında bulunuyor. Şimdi ben onları bu hâlde bıraktım,
geliyorum. Bunlar muhakkak size karşı harb edecekler, dedi.
Rasûlullah şöyle
buyurdu:
— ' 'Fakat biz hiçbir
kimse ile harb etmek için gelmedik. Biz yalnız umre yapmak niyetiyle geldik.
Bununla beraber harb, Kureyş'in maddî ma'nevî kuvvetlerini zayıflatmış ve
onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, ben onlarla aramızda barış
için bir müddet ta'-yîn ederim. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasım
serbest bıraksınlar. Eğer ben Arablar'a gâlib olursam, Kureyş müşrikleri de
insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse (kendi arzûlarıy-le)
girebilirler. Şayet ben (müşriklerin sandıkları gibi) Arablar'a gâlib
gelmezsem, bu ihtimâle göre de müşrikler (benimle harb etmek zahmetinden
kurtulup) rahata ererler.
Eğer Mekkeliler böyle
bir mütârekeyi kabul etmez ve diğer Arab-lar'la beni kendi hâlimize bırakmayıp,
müdâhale etmek isterlerse, hayâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, şu
müdâfaa ettiğim müslümânlık uğrunda başım vücûdumdan ayrılıncaya kadar
Mekke-liler'e karşı cihâd edeceğim, bu muhakkaktır. Şu kesindir ki, (o zaman)
Allah, Kur'ân'daki nusrat va'dini yerine getirecektir".
Bunun üzerine Budeyl,
Rasûlullah'a:
— Şimdi ben senin bu
söylediklerini muhakkak Kureyş'e tebliğ edeceğim, dedi.
Ve râvînin beyânına
göre, gidip Kureyş karargâhına vardı. Ve:
— Şimdi ben yanınıza
şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik; eğer sizler
bizim o sözleri sizlere arzetme-mizi isterseniz arzederiz, dedi.
Kureyş'in
beyinsizleri:
— Senin bize ondan birşey haber vermene
ihtiyâcımız yoktur, diye karşıladılar.
Fakat içlerinden re'y
sahibi olan birisi:
— Haydi ondan söylerken işittiğin sözü getir,
dedi. Budeyl:
— Ben O'ndan şöyle
şöyle sözleri söylerken işittim, diyerek, Pey-gamber'in söylediği sözleri birer
birer anlattı.
Bunun üzerine Urve ibn
Mes'ûd ayağa kalktı ve Kureyş'e şunları söyledi:
— Ey kavmim! Siz benim babam yerinde değil
misiniz? diye
sordu.
Kureyşliler:
— Evet, diye doğruladılar. Bunun üzerine Urve
ibn Mes'ûd:
— Ben de sizin oğlunuz [30]
mesabesinde değil miyim? dedi. --Onlar:
— Evet, diye tasdik ettiler. Sonra Urve:
— Sizler beni bir
kabahat ile ittihâm ediyor musunuz? diye sordu. Onlar buna da:
— Hayır, diye cevâb verdiler. Bu defa Urve ibn
Mes'ûd:
— Ukâz halkını size
toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim
ailem ve çocuklarımla ve bana itaat eden tâbi'lerimle size yardıma koştuğumu
pekâlâ bilirsiniz değil mi? dedi.
Onlar da (bir
ağızdan):
— Evet; biliriz, diye tasdik ettiler. (Bu
te'mînâtları aldıktan sonra) Urve:
— Bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor.
O yolu kabul ediniz! Ve beni bırakınız O'na gideyim! dedi.
Mekkeliler:
— Haydi git, diye izin verdiler.
Urve ibn Mes'ûd,
Peygamber'e geldi ve O'nunla olanları konuştu. Peygamber de Urve'ye, Budeyl'e
söylediği sözlere benzer bir surette fikirler beyân etti. (Bu arada Peygamber:
"Bir mütâreke kabul etmezlerse, Kureyş ile Ölünceye kadar harb
edeceğim" buyurunca) Urve ibn Mes'ûd:
— Ey Muhammed! Sen
kavminin kökünü kazıdığını farzetsek, ne düşünürsün, bana söyle! Senden evvel
Arab'dan kendi kavmim toptan helak eden bir kimse işittin mi? Ya mesele diğer
şekilde meydana gelirse (Kureyş'in size ne kötü muamele edecekleri, size gizli
değildir). Vallahi ben aranızda ileri gelenlerden bâzı kimseler görüyorum, bu
muhakkak olmakla beraber, yine ben bir takım kabilelerden toplanmış karışık
kimseler de görüyorum ki, bunlar harb sırasında kaçıp, Seni yalnız bırakabilecek
kaabiliyettedirler, dedi.
Ebû Bekr, (Urve'nin,
Peygamber'in sahâbîlerini harbden kaçmakla ittihâm etmesine dayanamadı da)
Urve'ye:
— Haydi sen, Lât
putunun fercini yala! Biz mi harbden kaçıp Ra-sûlullah'ı yalnız bırakacağız
(hâşâ)! diye sövüp reddetti [31].
Urve:
— Bu kimdir? diye sordu. Sahâbîler:
— Ebû Bekr'dir, dediler. Urve:
— Dikkat et Ebû Bekr!
Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, eğer üzerimde henüz ödeyemediğim
bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevâb verirdim, dedi [32].
Râvî dedi ki: Urve,
Peygamber'e söz söylemeye devam etti. Ve (konuşma arasında Arab âdeti üzere)
her söz söyledikçe eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. Hâlbuki bu sırada
Mugîre ibn Şu'be -ki Urve'nin kardeşinin oğludur-, başında miğfer ve yalın
kılıç bir hâlde Peygamber'in başı üzerinde duruyor, O'nu koruyordu. Ve Urve her
ne zaman Peygamber'in sakalına eliyle uzanıp okşamaya girişirse, derhâl Mugîre
kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye:
— Rasûlullah'ın sakalından elini çek! diyordu. Mugîre'nin
bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı da:
— Bu da kimdir? diye sordu. Sahâbîler:
— Mugîre ibn Şu'be'dir, dediler. Bunun üzerine
Urve:
— Ey gaddar! Ben hâlâ
senin (Câhiliyet'teki) gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil
miyim? dedi.
Mugîre Câhiliyet'te
Mâlik oğulları'ndan bâzı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları
öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip müslümân olmuştu [33]. (Bu
mallan Peygamber'e arzet-tiğinde) Peygamber:
— "islâm olmana gelince, bunu kabul ediyorum.
Mallara gelince (bunlar gadrdır); ben bunlardan hiçbir şeyi de (alıcı)
değilim" [34] buyurdu.
Sonra Urve,
Peygamberdin sahâbîlerini iki gözü ile iyice tedkîke başladı. (Ve
arkadaşlarına:)
— (Bu ne ta'zîmdir!)
Vallahi Rasülullah ağzından birşey atarsa bu muhakkak sahâbîlerinden bir adamın
avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara birşey
emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı
zaman da abdest suyunun artanını almak için birbirlerini öldürmeye
yaklaşıyorlar. Peygamber söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler
seslerini alçaltıyorlar (yânı O'na alçak sesle cevâb veriyorlar). O'nu ta'zîm
için yüzüne dikkatle bakamıyorlar, dedi.
Müteakiben Urve,
Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle bildirdi:
— Ey kavmim! Vallahi
ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna sefir olarak çıktım. Rûm meliki
Kaysar'ın, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin dîvânlarına
elçilikle girdim. Vallahi bunlardan hiçbir melikin adamlarını, Muhammed'in
sahâbîlerinin Muhammed'i ta'zîm ettikleri derecede hükümdarlarını asla ta'zîm
eder görmedim. Muhammed'in. sahâbîleri, O'nun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar!
O birşey emredince, O'nun sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye
koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin
üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman sahâbîleri hafif bir
sesle O'nu tasdîk edip cevâb veriyorlar. Muhammed'in sahâbîleri O'nu ta'zîm
için, O'nun yüzüne dikkatle bakamıyorlar.
Şimdi Muhammed size
güzel bir barış ve iyilik yolu arzetti. Bunu kabul edin! dedi.
Bunun üzerine Kinâne
oğulları'ndan birisi Kureyş'e hitaben:
— Beni bırakınız, bir
kerre de Muhammed'in yanma ben gideyim, dedi.
Onlar da:
— Pekâlâ git! dediler.
Bu Kinânlı zât,
Peygamber'in sahâbîlerine doğru giderken, Ra-sûlullah:
— "Bu gelen fulan kimsedir. O öyle bir
kabiledendir ki, onlar hacc ve umre kurbanlarını ta'zîm ederler.Gerdanlıklı
kurban develerini bu zâtın gözü önüne salıverin!" buyurdu.
Sahâbîler bütün kurbanlık
develeri onun geleceği yolun üzerine salıverdiler; sahâbîler de yüksek sesle
Lebbeyk, Aüâhumme lebbeyk diyerek Kinânî'yi karşıladılar. Kinânî zât kurban
develerini ve sahâ-bîlerin telbiye ile karşılamalarını görünce hayret ederek:
— Subhânallahl Bu zâtların
Beyt'i ziyaretten men' edilmeleri, bunlara yakışmayan bir harekettir, dedi.
Kureyş'in yanına
döndüğünde de:
— Ben bunların umre
için kesecekleri kurban develerini kılâde-lenmiş ve alâmetlendirilmiş bir hâlde
gördüm. Ben bunların Beyt'i ziyaretten men' edilmelerini uygun görmem, dedi.
Sonra Kureyşliler
arasından Mıkrez ibn Hafs denilen birisi kalktı ve:
— Bana müsâade edin de
Muhammed'e bir de ben gideyim, dedi. Onlar da:
— Haydi git! dediler.
Mıkrez sahâbîlere
doğru gelirken, Peygamber (S):
— "Şu gelen Mıkrez'dir, gaddar bir
kimsedir" buyurdu. Mıkrez Peygamber ile konuşmağa başladı. Peygamber ona
söz
söyleyeceği sırada,
Süheyl ibnAmr çıkageldi.
Râvî Ma'mer dedi ki1:
Bana Eyyûb es-Sahtiyânî, îbn Abbâs'm âzâdhsı İkrime'den haber verdi ki, Süheyl
ibn Amr gelince, Peygamber bu isim ile tefe'ül ederek, sahâbîlere:
— "Artık işiniz size bir dereceye kadar
kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer ibn Râşid dedi ki: ez-Zuhrî, kendi hadîsinde
şöyle dedi:
Süheyl ibn Amr
gelince, Peygamber'e:
— Haydi (yazı
malzemesi) getir; bizimle sizin aranızda bir barış mektubu yaz! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Alî ibn Ebî Tâlib'i) çağırdı. Ve:
— "Bismülâhirrahmânirrahîm yaz!"
buyurdu.
Süheyl (Câhiliyet
koruyuculuğu sevkı ile) Peygamber'e:
— Rahman ismine gelince,
vallahi ben onun mâhiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın
gibi "Bismikellâhumme '= Yâ Allah, Senin isminle yazmağa başlarım)"
diye yaz! Dedi [35].
Müslümanlar da bir
ağızdan:
— Vallahi biz onu
yazmayız, ancak Bismillâhirrahmânirrahîm
Iazılmasını isteriz,
dediler. Peygamber (Alî'ye hitaben): — "Haydi Bismikellâhumme yaz!"
buyurdu. Sonra da:
— "Bu, Muhammed Rasûiuliah'ın, üzerinde
barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır'* diye yazmasını emretti.
Bu sefer de Süheyl
(buna karşı koyarak):
— Vallahi biz Senin
Allah'ın Rasûlü olduğunu biliyor ve tasdîk ediyor olaydık, biz Seni Beyt'ten
men' etmez ve Sana karşı harbe 'girişmezdik. Fakat Sen "Muhammed ibn
Abdillah" yaz! dedi.
Bu teklif üzerine
Peygamber:
— '' Vallahi siz yalanlasanız da ben şübhesiz A
Hah Rasûlü 'yüm'' buyurdu ve Alî bin Ebî Tâlib'e: "Haydi (Rasûlullah
lâfzını sil de) Muhammed ibn Abdillah yaz!" diye emretti.
(Alî: Vallahi ben
Sen'in Rasûlullah unvanını kat'iyyen silmem, dedi. Bunun üzerine Peygamber
kitabı eline alıp o ta'bîri sildi ve Muhammed ibn Abdillah yazdırdı.) [36]
ez-Zuhrî şöyle
demiştir: Peygamber'in gerek Besmele'nin, gerek barış mektubunun unvanının
yazılma sureti hakkında Süheyl ibn Amr'ın teklîfîerine uyması, Peygamber'in
evvelce: "Kureyş, Allah'ın Harem içinde muhterem kıldığı şeyleri ta'zîm
kasdederek, benden ne kadar müşkil istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak
onlara vereceğim" suretinde verdiği kararın netîcesi ve tecellîsidir.
Barış yazısının
başlığı: "Yâ Allah, Sen'in isminle başlarım.. Bu Muhammed ibn AbdiHah'm
üzerinde barış andlaşması yaptığı hükümler kitabıdır" suretinde
kararlaşıp, böyle yazıldıktan sonra, Peygamber anlaşma şartlarını teklif
ederek, Süheyl ibn Amr'e:
— "Siz bizimle Beyt arasını serbest
bırakacaksınız; biz de Beyt'i tavaf edeceğiz" buyurdu.
Süheyl bu teklife de
i'tirâz edip:
— Vallahi sizinle Beyt
arasını boş bırakamayız. Çünkü Arab milleti cebren ve kahren isti'lâ olunduk
diye hakkımızda dedikodu eder; şu kadar ki, bu boşaltma işi gelecek seneden
i'tibâren başlasın, dedi.
Ve (bu suret kabul
olundu da) Alî bunu yazdı.
Şimdi Süheyl ibn Amr
da şu maddeyi teklîf etti:
— Sana bizden bir
erkek gelirse, o gelen kimse Sen'in dîninde olsa bile, onu bize geri
vereceksin! dedi.
Bu teklife müslümânlar
hayret ederek:
— Subhânallah! İslâm camiasına sığınan bir
müslümân, müşriklere nasıl geri verilir? dediler.
Onlar bu hâlde iken,
Süheyl ibn Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayaklan bukağılı olarak seke seke
çıkageldi. (Ebû Cendel müslümân olmuş, bu yüzden Mekke'de habs olunmuştu.)
Mekke'nin aşağısındaki habsedildiği yerden kaçmış ve nihayet kendisini
müslümânlar arasına atmıştı. Bunun üzerine Süheyl:
— İşte yâ Muhammed! Sana karşı imza edeceğim
anlaşmanın birinci maddesi uyarınca bunu bana geri vermelisin! dedi.
Peygamber:
— "Biz barış yazısını henüz yazıp
bitirmedik (imza etmedik)" buyurdu.
Süheyl:
— O takdirde vallahi
ben de Sen'inle hiçbir madde üzerinde barış anlaşması yapmam, dedi.
Peygamber:
— "Haydi şu Ebû Cendel'i bana bağışla da
imza et" buyurdu. Süheyl:
— Ben bunu Sana
bağışlamayı asla caiz görmem, diye reddetti. Peygamber:
— "Hayır, bu işi benim hatırım için
yap!" buyurdu. Süheyl ısrar edip:
— Asla yapmam, dedi.
Mıkrez ibn Hafs da
(temsilci olduğu için) Peygamber'e hitaben:
— Bunu Sana caiz
kıldık, dedi. (Fakat imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.)[37]
Şimdi Ebû Cendel,
babasının inadından üzülerek:
— Ey Müslümanlar
cemâati! Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi
veriliyorum? Benim karşılaştığım şu kötü hâli görmüyor musunuz? diye haykırdı.
Hakîkaten zavallı Ebû
Cendel, Allah yolunda Kureyş'in şiddetli işkencesiyle azâb olunmuştu.
(îbn İshâk burada şu
ziyâdeyi rivayet etmiştir: Rasûlullah: "Yâ Ebâ Cendel! Sabr et, Allah'tan
ümtdli ol!Biz müslümânlar mağdur ve mağlûb olmayız. Yüce Allah yakında sana da
kurtuluş yolu bahşedecektir" (buyurdu.) [38]
Bu müşkil vaziyetten
üzülen Umer ibnu'l-Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'e vardım
ve:
— Sen Allah'ın hakk peygamberi değil misin?
dedim. Peygamber:
— "Evet, Allah'ın hakk
peygamberiyim!" buyurdu. Ben:
— Biz müslümânlar hakk
üzerinde; düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı? dedim.
Peygamber:
— "Evet, öyledir" buyurdu. Ben:
— O hâlde dînimiz
hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim.
Peygamber:
— "Muhakkaksurette ben Allah'ın Rasûlü'yüm
ve ben (bu anlaşmayı kabul etmekle) Allah 'a isyan etmiş değilim. Allah benim
yardımcımda!" buyurdu.
Ben yine:
— Vaktiyle Sen bize:
"Yakında Ka'be'ye.varıp tavaf edeceğiz!" diye haber vermez miydin?
dedim.
Rasûlullah:
— "Ben sana (vakit ta'yîrı ederek) 'Bu
sene varıp tavaf edece giz!' diye haber verdim mi?" buyurdu.
Ben de:
— Hayır, dedim.
Rasûlullah:
— "Muhakkak sen (yakın zamanda) Beyt'e
varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu.
Umer ibn Hattâb dedi
ki: Bunu müteâkıb ben, Ebû Bekr'e vardım ve:
— Yâ Ebâ Bekr! Bu adam
Allah'ın hakk peygamberi değil midir? dedim.
Ebû Bekr de:
— Evet, hakk peygamberidir, dedi. Ben:
— Biz müslümânlar hakk
üzerinde; düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu? dedim.
O da:
— Evet öyledir, diye
cevâb verdi. Ben tekrar:
— Öyle ise niçin biz dînimize küçüklük
veriyoruz? dedim. Ebû Bekr:
— Behey adam! Muhammed
muhakkak Allah'ın Rasûlü'dür. O, Rabb'ine âsî değildir. Allah O'nun
yardımcısıdır. Sen hemen O'nun emrine sarıl! Vallahi Muhammed hakk üzeredir,
dedi.
Ben tekrar:
— O bize Medîne'de
"Beyt'e varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi? diye sordum.
Ebû Bekr:
— Evet öyledir. Fakat
sana "Bu sene varıp tavaf edersin** dr/e mi haber verdi? dedi.
Ben de:
— Hayır, dedim. Ebû Bekr:
— (Dur bakalım!) Sen
muhakkak yakın bir zamanda Beyt'e varıp onu tavaf edeceksin! dedi.
ez-Zuhrî dedi ki: Umer
(R): Bu itirazlarımdan dolayı keffâret olarak sonra birçok iyi işler
yapmışımdır, demiştir.
Râvî dedi ki:
Rasûlullah barış andlaşmasının yazım ve imzasını bitirip ayrıldığı zaman,
sahâbîlere [39]:
— "Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı
kesip, başlarınızı tıraş edin!" buyurdu.
Râvî dedi ki: Vallâhî
sahâbîlerden bir kişi olsun kalkmadı. Hattâ Rasûlullah bu emri üç kerre
söyledi. Sahâbîlerden hiçbirisi kalkmayınca, Rasûlullah zevcelerinden Ümmü Seleme'nin
yanına girdi ve sahâbîlerden gördüğü kayıdsızlığı ona söyledi [40].
Ümmü Seleme:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Sen bu emri yerine getirmek istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı
çık, sonra tâ kurbanlık develerini ke-sinceye ve berberini çağırıp, o seni tıraş
edinceye kadar sahâbîlerin-den hiçbirisine bir kelime bile söyleme! dedi [41].
Bunun üzerine
Peygamber, Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve sahâbîlerinden hiçbirisi ile
konuşmayarak, umre ibâdetlerini yerine getirdi. Kurbanlık develerini kesti ve
berberi (Huzaalı Hırâş ibn Umey-ye'yi) çağırıp tıraş oldu. Sahâbîler
Peygamber'i bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler,
birbirlerini tıraş etmeye başladılar, hattâ (icabet çabukluğunun meydana
getirdiği sıkışıklıktan) birbirlerini Öldüreyazdılar.
Rasûlullah tıraş
olduktan sonra huzuruna bir takım mü'min kadınlar geldi. Bu hususta, yânı
kadınlar hususunda yapılacak işleri öğretmek için de Yüce Allah şu âyetleri
indirdi: "Ey imân edenler, mü'min kadınlar muhacirler olarak size
geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların îmânlarını daha iyi
bilendir ya. Fakat siz de mü'min kadınlar olduklarına bilgi edinirseniz, onları
kâfirlere döndürmeyin. Bunlar onlara halâl değildir. Onlar da bunlara halâl olmazlar.
Sarf ettikleri mehri onlara geri verin. Sizin onları nikâhla almanızda,
mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir kadınların
ismetlerini nikâhınızda tutmayın..." (ei-Mumtehme: ıo).
Bu âyetin inmesi
üzerine Umer, müşrik hâlde bulunan iki karısını boşadı. Bunlardan birisini
(Kureybe'yi) Muâviye ibn Ebî Sufyân, diğerini de Safvân ibn Umeyye zevceliğe
aldı.
Sonra Peygamber (S)
Medîne'ye döndü. Akabinde Kureyş'in ye-mînli dostu olan Ebû Basîr (Utbe
es-Sakafî) müslümân olarak geldi. Bunu istemek üzere de Kureyş iki kişi
gönderdi. Bunlar Peygamber'e:
— Bize karşı imza ettiğin ahdi hatırlatırız,
dediler. Peygamber de (muahede gereğince) Ebû Basîr'i bu iki kişiye geri verdi.
Bunlar Ebû Basîr ile yola çıktılar. Nihayet Zu'1-Huleyfe'ye eriştiler.
(Dağarcıklarmdaki) hurmadan bir mikdârını yemek için oraya indiler. Ebû Basîr
bu iki kişiden birisine (Huneys'e):
— Yâ Fulân! Vallahi
ben senin şu kılıcını emîn ol çok güzel görüyorum, dedi.
(Kılıcın sahibi olan)
o birisi de, kılıcı kınından çekip:
— Evet, vallahi bu
kılıç çok iyidir. Onu ben birçok kerre tecrübe ettim, dedi.
Ebû Basîr de:
— Müsâade et de
bakayım, dedi.
Ve bir fırsat bulup
elinden aldı. Hemen de Huneys'e vurdu. Hu-neys nihayet öldü. Öbür arkadaşı (bir
rivayette Huneys'in kölesi Kevser) kaçarak tâ Medîne'ye vardı. Mescide koşarak
girdi. Rasûlullah onun telâşla koşup geldiğini görünce:
— "Muhakkak bu
adam bir korku görüp geçirmiştir " buyurdu. Kevser, Peygamber'e
yaklaşınca, O'na:
— Vallahi sahibim
öldürüldü. (Men' etmezseniz) muhakkak ben de öldürüleceğim, dedi.
Bu sırada Ebû Basîr de
geldi ve:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Vallahi Allah sana ahdini îfâ ettirdi; beni müşriklere geri
verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber, sahâbîlere hitaben:
— "Anası helak olası Ebû Basîr'e hayret
olunur! Bu adam harb gelberisidir, eğer bunun fikrine yardım eden bulunsa (o
fırın karıştırır gibi harbi ateşleyecek, sulhu bozacak)/" buyurdu.
Ebû Basîr Peygamber'in
bu sözlerini işitince kendisini müşriklere hemen geri vereceğini anladı.
Peygamber'in yanından çıktı ve deniz sahiline kadar kaçtı; "Iys"
mevkiine yerleşti [42].
Râvî dedi ki:
Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de (yetmiş süvari müslümân ile birlikte) müşrikler
arasından kaçarak Ebû Basîr'e katıldı. Şimdi artık müslümân olan herkes, Kureyş
arasından ayrılarak Ebû Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in başında
mühim bir kuvvet toplandı. Vallahi bunlar, Kureyş'in Şam'a bir ticâret
kaafile-sinin gittiğini duyar duymaz, hemen onları çevirirlerdi. Kendilerini
öldürüp mallarını alırlardı.
Kureyş, kendisini
korkutan bu vaziyet üzerine Peygamber'e (Ebû Sufyân'ı husûsî yetki ile)
gönderdi. Şimdi Kureyş, Peygamberden Allah rızâsı için ve aradaki yakınlığa
hürmeten Ebû Basîr cemâatinin baskın ve yağmalarının men' edilmesini ricaya
başlamıştı. "Artık bundan böyle Mekke'den Medine'ye kim giderse emindir
(geri getirilmeyecektir)" diye haber gönderdiler.
Peygamber (S), Ebû
Basîr cemâatine mektûb gönderdi (Medî-ne'ye gelmelerini bildirdi) [43].
Bunun üzerine Yüce
Allah şu âyetleri indirmiştir:
"O, sizi Mekke'nin
karnında, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin
ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyle görücüdür. Onlar,
küfreden, sizi Mescidi Hâ-. ram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline
ulaşmasından men* edenlerdir.Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız
mü'min erkeklerle mü 'min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir
vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi).
Bunu, kimi dilerse onu rahmetine kavuşturmak için yaptı. Eğer onlar, seçilip
ayrılmış olsalardı, biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba
uğratmıştık bile. O küfredenler kalblerine o taassubu, o cahillik taassubunu
yerleştirdiği sırada idi ki, hemen Allah, Rasûlü'nün ve mü'minlerin üzerine
ma'nevî kuvvetini indirdi; onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna
çok lâyık ve buna ehil idiler. Allah herşeyi hakkıyle bilendir" (ei-Feth:
24-26) [44]
Müşriklerin
hamiyyetleri: Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu ikrar etmemeleri,
Bismillahirrahmâhirrahîmr\ ikrar etmemeleri, müslümânlarla Beyt arasına engel
olmalarıdır.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: "Maarratun", uyuz illeti demek olan "el-Urrun"dur,
"Tezeyyelû", ayrılıp seçilselerdi demektir.
"Hameytu'l-kavme" demek, "onları koruma olarak men' ettim"
demektir.Ve "Ahmeytu'1-hımâ", "onu içine girilmez bir koruluk
yaptım" demektir. Kendisini iyice kızdırdığım zaman: "Ahmeytu'l-hadîde"
ve "Ahmeytu'r-racule" derim [45].
Ve Ukayl, ez-Zuhrî'den
söyledi: Urve şöyle demiştir: Bana Âişe (R) haber verdi ki, Rasûlullah (S)
mü'min kadınlardan hicret edip gelenleri (yemîn vererek ve diğer deliller ve
emarelere bakarak) imtihan ederdi.
ez-Zuhrî dedi ki: Bize
şu haber ulaştı: Yüce Allah, müşriklerin mü'min olup da hicret etmiş bulunan
kadınlarına yaptıkları mehir harcamalarını onlara geri vermeleri (ei-Mtimtehme:
ıo) âyetini indirdiği ve yine bu âyette "Kâfir kadınları nikâhlarında
tutmamalarını'1 müslütnânlar üzerine hükmedince, Umer, henüz müşrik hâlde bulunan
iki karısını birden boşamıştır. Bunlardan birisi Kureybe -yâhud Karîbe- bintu
Ebî Umeyye [46], diğeri de Ümmü Kulsüm
ibnetu Cer-vel el-Huzâfdir -ki bu kadın Abdullah ibn Umer'in anasıdır-. Bu boşama
akabinde Kureybe'yi Muâviye ibn Ebî Sufyân zevceliğe almış; diğer kadın Ümmü
Kulsüm'ü de Ebû Cehm zevceliğe almıştır (ki o sırada Muâviye ile Ebû Cehm
müşrik hâlde idiler).
Kâfirler -'
'Sarfeniğinizi isteyin, kâfirler de sarfettiklerini
istesin-fer"(ei-Mümtehıne:io) âyeti gereğince- müslümânlarm, zevcelerine
yaptıkları harcamaları ödemeyi ikrar ve kabul etmekten çekindikleri zaman Yüce
Allah: ' 'Eğer zevcelerinizden bir şey sizden kâfirlere kaçar da, siz de
muharebede ganimete kavuşursanız, zevceleri gitmiş olan müslümânlara
harcadıkları (mehir) kadar verin... "(ei-Mümtehine:ii) âyetini indirdi.
Bu âyetteki "el-Akbu", müslümânlarm, karısı müslümânlara hicret
etmiş olan kâfir erkeklere ödeyecekleri masraftır.îşte Allah, müslümânlardan
karısı dînden, çıkarak kâfirlere gitmiş olan kimselere de, kâfirlerin
müslümânlara hicret etmiş olan kadınlarına vermiş oldukları mehrin benzerinin
verilmesini emretti. Fakat biz îmân etmesinden sonra dîninden dönmüş hiçbir
muhacir kadın bilmiyoruz [47].
ez-Zuhrî şöyle dedi:
Yine bize ulaştı ki, Ebû Basîr ibnu Esîd es-Sakafî, Peygamber'İn huzuruna bu
barış müddeti için bir mü'min muhacir olarak gelmiştir. Bunun üzerine el-Ahnes
ibnu Şerîk de Peygamber'e bir mektûb yazıp, Ebû Basîr'i (barış maddesi
gereğince kendilerine) geri göndermesini istiyordu. Bu iş için iki de adam
gönderdiler., diyerek yukarıda geçen hadîsi zikretti [48].
19-.......Ebû
Hureyre (R) tahdîs etti. Rasûlullah (S) şöyle zikretmiştir: "Bir kimse
hrâil oğulları'nın bâzısından ödünç olarak kendişine bin dînâr vermesini
istedi. O da bu parayı belli bir müddet sonunda ödemesi şartıyla ona
verdi..." (Borç alanın bu parayı bir odun içine koyup denize atması
suretiyle ödemesi hadîsi) [49].
Abdullah ibn Umer ile
Atâ ibn Ebî Rebâh: Ödünç vermede, borç veren kimse belli bir müddet ta'yrn
ettiği zaman, bu müddet ta'yîni ile ödünç vermek caiz olur, demişlerdir [50].
Câbir ibn Abdillah (R)
hürriyeti satın almaya bağlanan hakkında: Bu hürriyeti satın alma mukaavelesine
bağlananlar ile bunların efendileri arasındaki şartlar mu'teberdir, demiştir [51].
İbn Umer yâhud Umer
(R) de: "Allah'ın Kitâbı'na muhalif olan her şart, yüz kerre şart kıhnsa
da bâtıldır. Hiçbir hüküm ifâde etmez'* demiştir. Ebû Abdillah Buhârî: Bu söz
her ikisinden: hem Umer'den, hem de İbn Umer'den olmak üzere söyleniyor, dedi [52].
20-.......Aişe
(R) Berîre'nin kendisine geldiğini ve kendisinden hürriyetini satın alma
yazışması hususunda yardım istediğini zikretti. Âişe, Berîre'ye:
— "Eğer istersen
ben senin sahihlerine bu bedeli vereyim, ve senin üzerindeki velâ da benim
olur, dedi.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah (S) gelince bunu kendisine hatırlattım. Peygamber bana:
— "Berîre'yi satın al ve ona hürriyet ver.
Şübhesiz velâ hakkı hürriyet verene âiddir" buyurdu.
Bundan sonra
Rasûlullah minber üzerinde ayakta durdu ve şunları söyledi:
— "Bir takım insanlara ne oluyor ki, onlar
Allah'ın Kitabı 'nda olmayan birçok şartları şart koşuyorlar. Her kim Allah'ın
Kitabı'-nda bulunmayan (ve ona aykırı olan) bir şartı şart kılarsa, -isterse
böyle yüz şart kılmış olsa da- o şartın kendi lehine hiçbir fâidesi
yoktur"[53].
Bir kimse: Fulân'ın
benim üzerinde bir yâhud iki müstesna, yüz alacağı var, dediği zaman (bu, sahîh
olur)? [54]
îbn Avn da îbn
Sîrîn'den söyledi. O: Bir adam, hayvan kiraya vericiye: "Binek deveni
avluna girdir, ben şu ve şu günler seninle beraber ona bineyim" dese de
"Şu, şu günler seninle yolculuk etmezsem sana yüz dirhem var'* dese ve o
gün çıkmasa, Kaadı Şurayh: Kim nefsine kendiliğinden, hiç zorlama olmaksızın
bir şey şart kılarsa, o şart ona lâzım olur, demiştir [55].
Eyyûb es-Sahtıyânî de îbn
Sîrîn'den söyledi ki, İbn Şîrîn: Bir adam başka birine buğday satsa ve müşteri
satıcıya: Eğer sana çarşamba günü gelmez isem seninle aramda satış yoktur, dese
de gelmese.
Kaadı Şurayh (muhakeme
sırasında müşteriye): Sen va'dinden döndün, dedi de onun aleyhine satışı kaldırmakla
hükmetti[56].
21-.......
Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S): "Allah'ın yüzden bir eksik olarak doksan dokuz ismi
vardır. Bu isimleri kim (tamamen) sayarsa cennete girer" buyurmuştur [57].
22-.......Bize
İbnu Avn Abdullah el-Basrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi', İbn Umer'den
haber verdi ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) Hayber'de Semg denilen kıymetli bir
arazîye sâhib olmuş. Sonra Peygamber'e gelip o arazîyi nasıl kullanacağı
hususunda istişare ederek:
— Yâ Rasûlallah! Ben
Hayber'de öyle bir arazîye sâhib oldum ki, benim yanımda asla ondan daha güzel
hiçbir mala sâhib olmamı-şımdır. Şimdi bana bu mal hakkında ne emredersin?
dedi.
Rasûlullah (S):
— "İstersen onun kökünü, aslını
habsedersin ve oradan gelecek mahsûlü de sadaka yaparsın!" buyurdu,
Râvî dedi ki: Umer de
bu arazîyi o suretle vakfetti. Umer:
— Artık o satılmaz, hibe edilmez, mîrâs
yapılmaz, dedi. Umer bu malın gelirini de fakîrlere, yakınlara, köle ve
esirleri
hürriyete kavuşturma
yolunda ve Allah yolunda mücâhede edenlere, yolculara ve zaîflara sadaka yaptı.
Bununla beraber vakfa mütevelli ta'yîn edilen kimsenin, vakfın köküne tecâvüz
etmeyerek, yalnız gelirinden örfe göre yemesinde ve dostuna yedirmesinde
üzerine günâh yoktur [58].
İbn Avn dedi ki: Ben
bu hadîsi İbn Sîrin'e tahdîs ettim. İbn Şîrîn: "Gayre müteessilin
mâlen", yânı ''mal toplayıcı olmayarak" diye söyledi.
[1] Bu kitâb ve bâb unvanları Ebû Zerr nushasmındır.
Diğerleri umûmî kitâb başlığı yerine, husûsî olan bâb başlığını rivayet
etmişlerdir. .
eş-Şartu ve'ş-Şarîtatu:
Alışverişte ve şâir muamelelerde haricî bir unsur olarak öne sürülen ve
tutulan hükme denir: O muamele ona bağlanmış olduğu için onun dayanağı olur;
ona alâmet mesabesindedir. Cem'i: Şurût gelir... Ve Şart, birinci ve ikinci
bâbdan masdar olur ki, ilk ma'nâsıdır; muamelelerde bir nesneyi dayanak kılmak
ma'nâsmadır...
eş-Şaratu, iki fetha
ile, nişan ve alâmet ma'nâsmadır. Bunun da cem'i Efrattır....
el-îşrât, (hemzenin
kesriyle): Deveyi, satılık olduğunu bildirmek için alâ-metlemek; nesneyi satışa
hazırlamak; bir kimse kendi nefsini bir işe nasb ve ta'-yîn kılmak
ma'nâlarınadır... el-tştirât da şart eylemek ma'nâsmadır... (Kaamûs Ter.).
Fıkıh ıstılahında Şart:
"Bîr şeyin vücûdu kendisine dayanan ve fakat o şeyin mâhiyetinde dâhil
olmayan şeydir". Bâzı âlimler bundan başka ta'rîfler de ileri
sürmüşlerdir.
Bu bâb başlığındaki
"hükümler" ile maksad, bütün akidler, fesihler ve diğer
muamelelerdir. Buradaki "Mubayaa = Alışveriş" sözü de, hâss'ı âmm üzerine
atıf kabîlindendir ve akidlerde dâhildir.
[2] islâm târihinin mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye
barış anlaşmasını Ku-reyş adına imzalayan, bu Süheyl ibn Amr'dır. Bu zât
Kureyş'li ve Âmirî'dir. Kureyş'İn en belîğ ve hakîm hatîblerinden sayılır.
Mekke fethi günü müslü-mân olmuş ve Peygamber kendisine Huneyn'i ganîmet
vermiştir. Bu zât, Umer'in halifeliği zamanında bütün akrabası ile Şam'ın
fethine katılmış, hemen hepsi bu gazada şehîd olmuşlardır. Kendisi Yermuk
harbinde şehîd düşmüştür.
[3] Ne zevcelerine öfkelenmekten, ne bir memleketten diğer
memlekete gidip gezmek sevdasından, ne dünyalık aramaktan, ne bir hâdise
çıkarmış olmaktan, ne de müslümânlardan birine aşkından dolayı değil; sırf
müslümânlığa rağbetinden dolayı hicret ettiğine yemîn ettirmek
suretiyle."Nitekim, Rasûlullah böyle yapmıştır (Celâleyn, Şeyh-zâde).
[4] Hadîsin başlığa uygunluğu "Süheyl ibn Amr'ın şart
kıldığı şeyler içinde şu da vardı... Sonra mü'min kadınlar muhacir olarak
geldi" sözüne kadar kısmından alınır..
Barış anlaşması yazılıp
imza edildikten sonra içindekilere müslümânlardan ve müşriklerden bir takım
kimseler şâhid yapılmışlardır. Müslümanlardan Ebû Bekr, Umer, Alî, Abdurrahmân;
müşriklerden Mıkrez ibn Hafs. (İbn Hişâm, es-Sîre).
[5] Rasûlulîah, erkeklerin bey'atını bitirdikten sonra
kadınların da bey'atını kabul etmiştir. Kadınlarla olan bey'atlaşmasi el tutmak
suretiyle değil, söz ile olmuş-.tur (Beydâvî),
Bâzı rivayetlerde:
Rasûlulîah, kadınların bey'atı zamanlarında eline bez koyardı; bâzılarındada:
Bir kaba su koyup, elini kaldırır; sonra da kadınlar ellerini daldırırlardı,
diye gelmiştir. Meşhur ve i'timâd edilen budur ki, kadınlarla musâfaha
etmemiştir. Bununla beraber Rasûlullah'm kadınlardan bey'at alması bir kerre
değil, birçok kerre olmuştur. Medîne'de de olmuş, fetihten sonra Mekke'de de
olmuştur (Hakk Dîni, VI, 4916).
[6] Buhârî, Cerîr ibn Abdillah'ın bu hadîsini burada ayrı
ayrı iki senedle getirdi. Hadîslerin başlığa delîlliği açıktır: Bu hadîslerdeki
şart, İslâm'a girişte tutulması caiz olan şart oluyor.Bunun muhalifi, dîn
kardeşine iyilik isteyici olmamayı şart kılmaktır ki, bu caiz olmuyor. İkinci
hadîsteki namaz kılmak, zekât vermek şartları caiz oluyor da bunların
muhalifleri caiz olmuyor.
[7] "İzâ"nın cevâbı hazfedilmiştir. Takdîri
şudur: Mahsûl satıcınındır, ancak müşterinin şart kılması hâlinde,
müşterinindir.
[8] Hadîs başlıktaki eksikliği de yetirdiği için uygunluk
tam olmuştur. Hadîs böyle meyveli ağaç satışlarında bu ve benzeri şartların
satıcı ve müşteri tarafından konulabileceğine delâlet etmektedir.
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu şu yönelendedir: Bu hadîs
birkaç vecihle rivayet edilmiştir. Bu vecihlerden biri İbnu Ebî Leylâ'nın
Hişâm ibn Urve'den; o da babasından; o da Âişe'den. Rasûlullah (S): "Sen
Berîre'yi satın al ve velâyı onlara şart kıl; böyle şart kılıma da ve/ö,
hürriyet verenindir" buyurmuştur. İşte bunda satış sırasında bir şart
vardır. Uygunluk vechi de bundadır. îbn Ebî Leylâ bu hadîs ile delîl getirerek:
Bir kimse bir şeyi şart kılar da bir şey satın alırsa, bu satış caiz; şart
bâtıldır, demiştir. Ebû Hanîfe: Şart ve satış; her ikisi de bâtıldır,
demiştir. İbn Şubrume: ikisi de caizdir, demiştir... (Aynî).
Velâ, Buyu' ve Itk
Kitâbları'nda da bildirdiğimiz üzere, kişinin mâlik bulunduğu bir şahsı âzâd
etmesi sebebiyle, âzâd edenle âzâd edilen arasında devam eden hükmî bir
yakınlıktır ki, bu yakınlık sebebiyle âzâd eden kimse, âzâd edilenin mîrâsma
hakk kazanır.
[10] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben deveyi Peygamber'e
sattım, fakat ailemin yanına varıncaya-kadar beni taşımasını istisna
ettim" sözündedir. Çünkü bu satış, İçinde belli bir yere, yânî Medine'ye
kadar hayvana binmek şartı bulunan bir satıştır. Oradan Medine'ye kadar daha üç
günlük yol vardı (Aynî).
[11] Buhârî buradan İ'tibâren getirdiği ayrı ayrı
senedlerle, Câbİr hadîsinin lâfızlarının ihtilâflarını ortaya koymuştur. Bu
senedlerle gelen hadîslerin bir kısmını Buhârî, kendi Sahih 'inin çeşitli
yerlerinde senedli olarak rivayet etmiş; bir kısmını da diğer hadîs imamları
rivayet etmişlerdir. Bunları kimlerin
nerede rivayet ettikleri, Buhârî şerhlerinde görülebilir.
[12] Buhârî bu sözüyle râvîlerin, Câbir'in bu satış akdi
mes'elesindeki ihtilâflarına işaret etmiştir: Bu satış sırasındaki akidde şart
kılma vâki1 oldu mu, yâhud Câbir'in satışından sonra deveye binmesi, deveyi
satın aldıktan sonra Peygamber tarafından ariyet yoluyla bir mübâh kılma mı
olmuştur? Buhârî bu akidde şart kılma hadîslerinin tarîkleri daha çok ve benim
nazarımda kaynakları yönünden de daha sahihtir, demiştir. İşte bu da tercîh
vecihlerinden bir yöndür... (Aynî).
[13] Buhârî'nin bu sözü yakında da geçmişti.
Buhârî buradaki
rivayetlerde Câbir'in devesinin bedeli hakkındaki ihtilâfları ortaya
koymuştur. Bu devenin kaça satıldığı hususunda bu rivayetlerde de görüldüğü
üzere, ihtilâflar çoktur. Kaadı Iyâz bu ihtilâfların sebebi, hadîsin ma'-nâ
i'tİbâriyle nakledilmiş olmasıdır, demiştir. Bu rivayetler arasında Peygamber
asrında yürürlükte olan iktisadî vaziyete göre, en ma'kûl olan rivayet,
Buhârî'nin "Bir ûkıyye" rivayeti olmak îcâb eder. O zaman devenin
zekât nisabı beş deve idi. Gümüşün nisabı da ikiyüz dirhem olduğuna göre, bir
devenin Peygamber devrinde ortalama kıymetinin kırk dirhem olduğu anlaşılır.
Buhârî'nin de işaret ettiği gibi, bu rivayet daha sahîh olur.
[14] Hadîsin başlığa uygunluğu "Siz bakım ve sulama
işini yaparsınız, biz de sizleri mahsûlde ortak yaparız" sözünden alınır.
Çünkü bu söz "Siz bu işleri yaparsanız, biz de sizi mahsûlde ortak
yaparız" takdirindedir. Bu ise lugavî bir şarttır; Peygamber bunu i'tibâra
almıştır.
[15] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber (S)
Hayber arazîsini, oradaki Yahûdîler'e ancak orada çalışmaları ve orada
ekincilik yapmaları ve mahsûlün yansı onlara âid olmak şartı üzere vermiştir.
Bu da bir ekincilik akdidir.
[16] Umer'in bu eskimez ve vecîz hukuk düstûrunu İbn Ebî
Şçybe el-Musannafmds. senedli olarak rivayet etmiştir. Umer bunu kendisine
yükseltilen bir karı koca da'vâsmda, kadının nikâhta nikâhı feshetme şartını
koyduğunu ve bunun için nikâhın feshini istediğini bildirdiği zaman, kocasına
karşı söylemiştir: Umer:
— "Kadının şartı, kazanılmış
hakkıdır" diye hükmetmiştir. Kocası İ'tirâz ederek:
— O takdîrde kadınlar, biz kocaları boşarlar,
demiş. Bunun üzerine Umer:
— Hukukun durak yerleri, hiç şübhesiz şartların
yanındadır, demiştir. Bu "Hakların durak yerleri, şübhesiz şartların
yanındadır" şeklinde de terceme edilir.
[17] Bu Mısver hadîsi yakında geçmişti. Buhârî bunu Hums
Kitâbı'nda ve^Nikâh Ki-tâbı'nda senedli olarak getirecektir. Bu hadîste
Peygamber'in Ebû'l-Âs hakkındaki bu övgüsü ve va'dini yerine getirdiğini
bildirmesi, buradaki başlığa uygun olan noktasıdır. Hadîsin bu kısmı, burada
getirilmesinin sebebidir.
[18] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsmdan alınır. O da;
vefa edilmeye en haklı olan şartlar, erkeğin, kendisi ile kadının fercini halâl
kılmak istediği şarttır; o da nikâh sırasında ta'yîn edilen mehrdir. Başlık da
nikâh sırasında ta'yînİ, kem-miyeti, peşin ve taksitli olacağı ve benzeri mehr
mes'eleleri hakkındaki şartların beyânı hakkındadır. Onun için bâzıları bu
hadîsin ma'nâsını "îfâ etmeniz vâ-cib olan şartların en haklı olanı,
kendisiyle fercleri halâl kılmak istediğiniz kadının mehr şartıdır"
şeklinde almıştır. Bâzıları da bunu yalnız mehr şartına sıkıştırmayıp, bu
sırada konulup, taraflarca kabul edilecek her türlü meşru' şartlara
şumûllendirmiştir. Bu ma'nâ, hadîsin lâfzına daha uygundur.
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde şart bulunması
yönündendir. Bu şartı Râfi' ibn Hadîc Muzâraa Kitâbı'nda, "Muzâraada
mekruh olan şartlar bâbV'nda daha genişçe beyân etmiştir.
nagının altını üstüne
getirmek için, onu boşatmayı istemesin
buyurdu
[20] Hadîsteki "Bir kadın diğer kadının çanağım
devirmek için onun kocasının onu boşamasını istemesin" sözü, başlıkta
ifâde edilen caiz olmayan şartların en mühim bir örneğini vermiştir. Bu
hadîsteki kardeş ta'bîri neseb, süt, dîn ve vatan kardeşini şâmil olduğu gibi,
insan olmak bakımından beşer kardeşi ma'nâsına da gelir. Âlimlerin bâzısı bunun
hükmünün bu suretle kâfir ve kâfire'yî de şâmil bulunduğuna kaail olmuşlardır.
Bir kadının diğer bir
kadının kocasını elde etmek için, onun aile nİ'metini almaya kalkışması, ni'met
çanağım devirmekle ifâde edilmiştir ki, bu gerçekten çok ağır beşerî bir
haksızlık ve ahlâksızlıktır.
[21] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yüz koyun ile bir
câriye fidye verip, oğlumu bu cezadan kurtardım" sözündedir. Çünkü onun
oğluna yüz deynek ile bir sene gurbete gönderme cezası; kadına da taşlama
cezası vardı. Onlar, dînî ceza hakkında yüz koyun ve bir cariyeyi fidye
yaptılar. Bu sûrelle onlar kendilerinden dînî cezanın düşmesi için bir şart
imza etmiş oldular. Hâlbuki dînî cezalarda bu, halâl olmaz. Buhârî bu hadîsi
kısa ve uzun olarak Sulh, Ahkâm, Muhârib-ler, Vekâle, î'tisâm, Vâhid Haberi
Kitâbları'nda getirmiştir. Bu hadîsi hadîsci-ler cemâatinin bakıyyesi de
rivayet etmişlerdir (Aynî, Kastallânî).
[22] Hadîsin başlığa uygunluğu, Berîre'nin Âişe'ye karşı,
Âişe kendisini satın aldığı takdîrde hürriyetini vermesini şart kılmış
olmasındadır. Hadîs birçok yerlerde geçti. Bu, onlardan onüçüncüsüdür.
[23] Yânî boşamayı bir şeye ta'lîk etme hususundaki
şartların hükmünü beyân babı.
[24] Bunların sözünü Abdurrazzâk senedli olarak rivayet
etmiştir.
Boşama sözünü şarttan
evvel söylese, yânî sen boşsun eğer bu eve girersen, dese; yâhud boşama sözünü
şarttan geri bıraksa, yânî eğer sen bu eve girersen boşsun dese, bu iki türlü
söyleyiş arasındaki hükümde hiçbir fark olmaz.
[25] Hadîsin başlığa uygun yeri "Kadının nikâh
sırasında beşer kardeşi olan diğet bir kadını boşamayı şart kılmasından
nehyetti" sözüdür. Çünkü bunun mefhûmu, kadın bunu şart kıldığı zaman
adam o kadını boşamış olur, talâk vâki' olur. Eğer bunda talâk vâki' olmasaydı,
bunu nehyetmenin hiçbir ma'nâsı olmazdı (İbn Battal).
Buhârî hadîsin sonunda
getirdiği mutâbaalarla bu rivâyetlerdeki bâzı lâfız farklarını ortaya koymuş
oluyor.
Peygamber bu hadîsinde,
yalnız müslümânların değil, bütün insanlığın devamlı olan birçok içtimaî
hastalıklarına dokunup, bunların tedâvî yollarını beyân etmiştir.
[26] Bu, İbn Abbâs'm Ubeyy ibn Ka'b'dan rivayet ettiği Mûsâ
ile Hızır kıssası hadîsinin kısaltılmış bir rivayetidir. Burada bu hadîsten
kasdedilen, "Birincisi unutma, ortasındaki şart ve üçüncüsü kasden
olmuştu" sözleridir. Şart ile Musa'nın: ' 'Eğer bundan sonra sana birşey
sorarsam benimle arkadaşlık etme. (O takdirde) tarafımdan muhakkak özre
utaşmışsmdır" (el-Kehf: 76) sözüne işaret etmiştir. Mûsâ bu sözlü şartı
taahhüd etti. Onlar bu .şartı bir yazıya geçirmediler, ve buna şâhid de
dikmediler.
Bunda şartın delâlet
ettiği şeyin gereği ile amel etmeye delâlet vardır. Çünkü Mûsâ bu şarta sâdık
kalmayıp sözünden döndüğü zaman, Hızır, Musa'ya: "îşte bu benimle senin
ayrılışımızdir" (el-Kehf: 78) dedi de, Mûsâ Peygamber bunu redd ve inkâr
etmedi (tbn Hacer).
Buhârî bu hadîsi pekçok
yerde uzun ve kısa olarak getirmiştir. Bu Mûsâ -Hızır kıssası, el-Kehf: 60-82.
âyetlerinde geçmektedir.
[27] Başlığa uygunluğu, Berîre'nin sahihlerinin velâyı
kendilerine şart kılmaları, Peygamber'in de Âişe'ye "Velâ ancak hürriyet
verenindir" sözüyle beraber, velâyı onlara şart kılmasını emretmesi
yönündendir. Hadîs, pekçok yerde geçti. Burası Berîre haberinin zikredildiği
ondördüncü yerdir (Aynî).
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz sizi burada,
Allah'ın sizleri burada bıraktığı müddetçe bırakırız" sözündedir. Biz
bunun ma'nâsının, Allah'ın takdîr ettiği müddetçe sizleri burada bırakırız;
istediğimiz zaman gelince sizleri çıkarırız demek olduğunu söylemiştik (Aynî).
Umer, oğluna yapılan
zulmün kısasım istemedi. Çünkü bu saldırı Abdullah'a geceleyin uyurken
yapılmış ve Abdullah, kimin yaptığım tanıyamamıştı (Kastallânî).
Buhârî bu hadîsi
Ekİcilik Kitâbi'nda biraz farklı lâfızla getirmişti. Burada bilhassa şu iki
husus vardır: Abdullah ibn Umer'e Yahûdîler'in sû'ikasdı ve Pey-gamber'in bir
mu'cizesi. Yahûdîler'in sû'ikasdini Buhârî, Hammâd ibn Sele-me'den'ta'lîkan
şöyle rivayet etmiştir: Umer'in halifeliği zamanında Hayber Yahudileri
müslümânlara hıyanet ettiler ve bir ara, Hayber'de bulunan Abdullah ibn
Umer'i, yatmakta bulunduğu evin üst katından aşağı bırakmışlardı da elleri
ayakları kırılıp, eğri büğrü olmuştu (Buhârî).
Peygamber'in mu'cizesi,
Hayber'İn fethi üzerine Yahûdîler'i çıkarmayıp, yarıcı olarak orada kalmaları
için anlaşma yaptığı zaman "Günün birinde oradan çıkarılacaklarını"
haber vermiş olması've bunun Umer devrinde gerçekleşmiş olmasıdır. Bu mu'cize,
Umer'in Yahûdî Hukayk oğlu'na karşı söylediği sözde apaçık belirtilmiştir.
[29] İbn Hişâm, es-Stre'sinde Hudeybiye vak'asıni rivayette
şu başlığı koymuştur:
Altıncı hicret yılının
sonunda Hudeybiye gazası ve Rıdvan Bey'atı'nın zikri, Rasûlullah ile Süheyl
ibn Amr arasında barış anlaşması."
Siyer âlimlerinin hiç
ihtilâf etmeksizin beyânlarına göre Peygamber Hudeybiye seferine Medine'den,
altıncı hicret yılının Zu'1-Ka'de ayının ikisine tesadüf eden bir pazartesi
günü çıkmıştı. Zuhrî, Nâfi', Katâde, Mûsâ ibn Ukbe, Mu-hammed ibn İshâk gibi
rivayet ehli hareket gününü hep bu suretle tesbît etmişlerdir (Aynî).
[30] Ebû Zerr rivayetinde böyle "Oğul"
lâfzıyledir. Bâzı rivayetlerde bu da yine "Baba" lâfzıyledir. Buna
göre: "Ben de sizin babanız mesabesinde değil miyim?" demiş, onlar
da bunu tasdîk etmişlerdir.
[31] Lât, Kureyş'in ve Sakîf kabilesinin ibâdet ettikleri
putlardan biridir. Arablar arasında "Li-yamsas bazra ummihî- Anasının
fercinin dilciğini emsin!" diye sövmek âdettir. Ebû Bekr de Urve'nin
sahâbîlere kaçma isnâd etmesine çok öfkelendiği sırada, bu Arab âdetinden
istifâde ve Urve'nin anası kadar ta'zîm et-tİğİ Lât putunu, anası yerine ariyet
ederek: "Haydi sen Lât putunun fercinin dilciğini em!" diye kaba bir
surette sövmüş, onun sözünü reddetmiştir.
" jkpi =
el-Bazru": Bâ'nın fethi ve noktalı zâ'nın sükûnuyle avret fercinin iki
dudaklarının arasında olan fazla ete denir ki, Dılak ve Dilcik ta'bır olunur;
cem'i "jJŞ=el-Buzûr" gelir.. (Kaamûs Ter.).
[32] Zuhrî'den gelen rivayete göre Ebû Bekr'in Urve
üzerindeki iyiliği, bir diyet mes'-elesinden dolayı Urve borçlandığında, Ebû
Bekr ona mühim bir yardımda bulunmuştu. Vâkıdî'nin rivayetinde bu yardım, on
deve vermek suretiyle vuku' bulmuştu (Fethu'i-Bârî).
[33] Rivayete göre Mugîre İbn Şu'be, Sakîf ten ve Mâlik oğulları'ndan
bâzı kimselerle Mısır Meliki Mukavkıs'ı ziyaret etmek üzere Mekke'den çıkmış,
Mukav-kıs, Mugîre'nin arkadaşlarına ihsan etmiş, Mugîre'yi mahrum bırakmış.
Bundan içlenen Mugîre yolda, şarâb içildiği, arkadaşları sarhoşplup uyuduğu
sırada bunları tamamen öldürmüş ve mallarını alıp Medine'ye gelerek müslümân
olmuştu.
Mugîre'nin Sakîflılar'a
yaptığı bu gadr üzerine Sakîfhlar, Mugîre'nin ailesine karşı harbe
giriştikleri sırada Urve müdâhele etmiş, Mugîre'nin Öldürdüğü onüç kişinin
diyetini ödemeyi üzerine almıştı; bu borcu ödemekle meşguldü. Bunun için Urve,
kardeşinin oğluna "Gaddar" diyordu.
[34] Çünkü müşriklerin malları yalnız harbde ve kahr
Üzerine ganimet alınırsa halâl olurdu. Emân zamanında müşrik malını almak halâl
değildi
[35] Hakîkaten Peygamber, İslâm'ın başlangıcında Arablar'm
Câhiliyet devrinde yazdıkları gibi, yazıların başlığında
"Bismikellâhumme" kullanırdı. Sonra en-Neml âyeti denilen
"înneha min Süleymâne ve innehu bismillâhirrahmânirrahîm = O gerçek
Süleyman'dır ve o, hakîkaten Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyledir"
(en-NemI:30) âyeti indikte Bismillâhirrahmânirrahîm yazılmaya başlandı. İşte
bu sebeble Süheyl: Vaktiyle Senin de başlık olarak kullandığın Bismikellâhumme
yazılsın, demiştir
[36] Bu iki parantez arasındaki kısım, Buhârî'nin Sulh
Kitâbı'nın 9. bâbmdaki 13 rakamlı hadîste böylece sabit olmuştur. Onun için
burada onu bu şekilde göstermekte bir be's görmedik.
[37] İslâm târihinin mühim bir dönüm noktası olan Hudeybiye
barış yazısını Kureyş adına imzalayan Süheyl ibn Amr.Kureyşli ve Âmirî'dir.
Kureyş'in en belîğ ve hakîm hatîblerinden sayılır. Mekke fethi sırasında
müslümân olmuş ve Peygamber kendisine Huneyn ganimetlerinden büyük bir pay
vermiştir. Bu zât kâfir iken Mekke'de Peygamber aleyhine hutbe yapardı.
Bedir'de esîr düştüğü zaman, Umer bu fırsattan istifâde, Peygamber'e: Müsâade
et de aleyhimize söylediği sözlerin cezası olarak Süheyl'in iki ön dişlerini
sökeyim de aleyhimize bir daha hutbe yapmasın, demişti. Peygamber buna izin
vermeyip, onun ileride İslâm lehine hutbe yapacağım bildirmişti. Bu,
gerçekleşmiştir. Süheyl, Umer zamanında Şâm fethi sırasında bütün ailesiyle
beraber şehîd olmuştur.
[38] Kastallânî, İrşâdu's-Sârt.., IV, 433; hadîse âid
şerhin içinde.
[39] Barış andlaşması yazıldıktan sonra içindekilere
mtrslümânlardan Ebû Bekr, Umer ibn Hattâb, Alî ibn Ebî Tâlib, Abdurrahmân ibn
Avf; müşriklerden de Mıkrez ibn Hafs şâhid yapılmıştır
(İbn Hişâm, es-Stre).
[40] Sahâbîler'in Peygamber'in emrine icabet etmekte ağır
davranmaları, şartlarını ağır buldukları bu barışın bir vahiy ile ibtâl
edilmesi ve böylece kendileri için umre ibâdetinin yapılması müyesser olması
ümidine dayanıyor idi. Ve şübhesiz Peygamber'e karşı muhalif bir hareket
mâhiyetinde değildi. Peygamber'in emri mutlak İdi; binâenaleyh hemen acele
yerine getirilmesi gerekmediği sahâbîlerce bilinmişti.
[41] Ümmü Seleme'nin müstesna zekâ ve fazileti bu hâdiseden
pek açık olarak anlaşılır. Bunu Îmâmu'l-Harameyn Nihâye'de: "Ümmü
Seleme'nin Hudeybiye'de gösterdiği dirayet ve fetâneti İslâm târihinde hiçbir
kadın göstermemiştir, denildiğini" kaydederek pek güzel belirtmiştir (tbn
Hacer, Kastallânî).
[42] " iJe*& = el-Iys", Şam'a giden
Mekkeliler'in yolu üzerinde bir mevki'dir.
[43] Peygamber'İn bu mektubu Ebû Basîr'e ulaştı, fakat bu
ateşli mucâhİd ölmek üzere İdi. Okudu ve mektûb elinde olduğu hâlde ruhunu
teslim etti. Ebû Cen-del, bu kahraman başkanını öldüğü yere gömdü ve kabrinin
yanına bir mescid inşâ etmek suretiyle son vazifesini de yerine getirdi.
Zuhrî, sonra Ebû
Cendel'İn beraberindekilerle birlikte Medine'ye geldiğini ve mücâhİd olarak
Şam'a gidinceye kadar Medine'den ayrılmadığını ve Umer zamanında, Şam'ın fethi
sırasında şehîd olarak vefat ettiğini rivayet etmiştir. (Mûsâ ibn Ukbe'nin
Zuhrî'den rivâyeti-İbn Hacer).
[44] Bu âyetler, Hudeybiye hadîsinde Ebû Basîr vak'asının
arkasından zikrolundu-ğuna göre, zahiren Ebû Basîr hakkında indiği
zannolunabilir; fakat bunda düşünmeye meydan vardır. Meşhur olan, bunların,
Kureyş'ten müslümânlan ansızın yakalamak isteyen, fakat müslümânlarca yakalanıp
Peygamber'e getirilen seksen silâhlı kişi hakkında indiğidir. Peygamber bu
baskıncı müşrikleri affetti. Mekkeliler bunun üzerine barışa yöneldiler.
Bu hadîsi Müslim ve
diğerleri rivayet etmiştir (Kastallânî).
[45] Bu, Ebû Zerr'in el-Müstemlî'den gelen nüshasında
vardır. Burada Buhârî, Ebû Ubeyde'nin Mecâzu'İ-Kur'ân 'ından bu âyetlerdeki
bâzı garîb lâfızların tefsirini vermektedir.
[46] Bu kadının adı hem kâfin dammesi, hem de fethasi ile
zabtolunmuştur. Yânı bu kadının ismi Kureybe ve Karîbe şeklinde okunmuştur.
[47] Bu, ez-Zuhrî'nin sözüdür. Bununla şuna işaret etmek
İstemiştir: Âyette iki canibe nisbetle zikrolunan muâkaba, ancak bir tek
cânibden vâki' olmuştur. Çünkü mü'min kadınlardan hiçbirinin-müşriklere kaçtığı
biIİnmemiştir. Ama bunun aksi olmuştur, yânî müşrik kadınlar müslümânlara
kaçmışlardır (îbn Hacer).
[48] Bu uzun hadîsin başlığa uygunluğu, bunda harb ehli
olan müşriklerle barış anlaşması ve şartlarının yazılması bulunması
yönündendir. Bu, şöyledir:
Peygamber bu Hudeybiye
seferinde harb ehli olan Mekkeliler'le barış anlaşması yapmış ve kendisi ile
onlar arasında bir takım şartlan da yazmıştır (Aynî).
Hudeybiye barış
andlaşmasmın ve şartlarının yazılma tarzının zamâmmız-daki devletler hukuku
kaaidelerine göre değerlendirilmesini Mahmûd Es'ad Efen-di'nin Târîh-i Dîn-i
İslâm adlı eserinin "Medeniyet" cildinden özetleyerek ve
sâdeleştirerek nakledelim:
"Hudeybiye barış
anlaşmasının devletler hukuku bakımından ehemmiyeti: Müslümanlar ile Kureyş
arasında akdedilen bu barış anlaşması, hicretin altıncı senesinin tesadüf
ettiği 628 milâdî senesinde imza edilmiş olduğundan, kıdemi (yânî eskiliği)
yönünden ehemmiyeti hâiz olduğu gibi, mezhebî ve siyâsî muahede olmak hasebiyle
de devletler hukuku yönünden incelenmeye lâyıktır, Bilhassa şu dört yönü
nazar-ı dikkate isabet eder:
Birincisi, yazılma tarzında
teşrifat kaaidelerine ve merasime riâyet edilmesi ve selîsliği ile beraber,
vecîz bir yolda yazılmış olmasıdır. Şöyle ki buna Allah'ın ismiyle
başlanmıştır. Zamanımızda akdedilen muahedelerde de bu kaaide yürürlüktedir.
Bundan sonra: "Bu, üzerinde Muhammed ibn Abdillah ile Süheyl ibn Amr'ın
anlaştıkları hükümler kitabıdır" fırkasıyle maksada girilmiş, bundan
sonra da iki tarafa âid karşılıklı taahhüdler aynı lâfızlar tekrar edilerek ileride
kötü tefsîre uğratılmak ihtimâli ortadan kaldırılmıştır. Bu usûl bu zamanda da böyledir.
İkincisi; on senelik
muvakkat bir mütârekeyi ihtiva etmesi ve bu yoldaki son muahedelerde görülen
kaaidelere ve şartlara uygun bulunması.
Üçüncüsü; iki taraftan
İltica edenlerin geri verilmesi hükmü ile, bu imtiyazın yalnız Kureyş
ferdlerine tahsîs edilmesidir. Hakîkaten mültecinin geri verilmesi Arab ahlâk
ve âdetinde makbul birşey değilse de, burada maksad yalnız islâm'a girme
olduğundan, Peygamber'in bunu kabule tenezzül buyurması, yüceliği güneş gibi
aşikâr olan İslâm Dîni'nin bu gibi mâni'lere karşı her türlü te'-sîrden ârî
olduğunu gösterme hikmetine dayalı idi. Anlaşmanın işte bu hükümleri
zamânımızdaki "Suçluları geri verme" kaaidesine uygun olmadığı
açıktır. Ancak şimdiki usûl nice tecrübeler ve incelemeler netîcesinde meydana
gelen bir keyfiyettir.
Dördüncüsü: Diğer
kabilelere "Muhayyerlik hakkı" verilmesidir ki, isterlerse
Peygamber'in emâmna, isterlerse Kureyş'in ahdine girmekte muhayyer bırakılmışlardır.
Eski zamanlarda tamamen mechûl olan bu "Muhayyerlik hakkı" mes'elesi,
bu asırda Avrupa devletler hukukuna girmiş ve pek büyük bir ehemmiyet
kazanmıştır" (Kâmil Mîrâs, Tecrid Ter., VIII, 205-206).
[49] Buhârî bu hadîsi Zekât ve Ödünç Verme'de, Kefalet
bölümlerinde getirmişti. Hadîsin başlığa delîlliğİ açıktır.
[50] ibn Umer ve Atâ'nın bu sözleri ödünç Verme Kİtâbı'nda
senedli olarak geçmiştir
[51] Câbir'in bu sözünü Sufyân es-Sevrî, Farâiz Kİtâbı'nda
senediyle rivayet etmiştir.
[52] imâm Buhârî bu sözün hem Umer, hem de oğlu Abdullah
tarafından olmak üzere söylendiğini, bu tesbîti ile bildirmiştir. Bu sözlerin
başlığa uygunluğu bunların halâl olmayan şartlan açıklıkla belirtmiş
olmalarıdır.
Bundan sonra Buhârî
Umer'in umûmî bir kaaide hâlindeki bu sözünü te'-yîd etmek için, Âişe'nin
meşhur Berîre hadîsinin bir rivayetini getirmiştir.
[53] Bu, Âişe hadîsi şimdiye kadar birçok kerreler geçti.
Hadîsin başlığa uygunluğu gayet açıktır
[54] Buçuktan azın istisnası olduğu için, bunun
sahîhliğinde ihtilâf yoktur. Üzerimde yüzden bir eksik borç vardır dediğinde
doksan dokuz; yüzden iki eksik borç vardır dediğinde doksan sekizlik bir borç
İkrarı yapmış olur. Böyle istisnâh sayı söylemenin Kur'ân'dan delili
cl-Ankebût: 14. âyetidir: "O, aralarında elli yıl müstesna bin yıl
kaldı".
[55] İbn Avn ile Eyyûb es-Sahtıyânî'nin buradaki
nakillerini Saîd ibn Mansûr se-nedli olarak rivayet etmiştir.
[56] İmâm Buhârî bâb başlığını açıklamak için selef
imamlarından bu iki zâtın uygulamalı örneğini burada getirmiştir. Bunların
özeti şöyledir:
a. Bir kimse
mekkâreciye: "Şu hayvanı benim İçin evinde sakla! Ben binip seninle fulân
gün yolculuk edeceğim. Şayet o gün gelip seninle yolculuk etmezsem, sana yüz
Hra borcumdur" dese de o ta'yîn edilen gün gelip mekkâreci ile yola
çıkmasa, bu şartın mu'teber olduğunu İbn Avn, îbn Sîrîn'den rivayet etmiştir.
Kaadı Şurayh da: Her kim, kimsenin icbâriyle değil de kendi hür iradesiyle
nefsine herhangi birşeyi şart kılarsa, o şartı îfâ etmesi lâzım gelir,
demiştir.
b. Eyyûb es-Sahtıyânî de yine Muhammed ibn
Sîrîn'den: Bir kimse diğer bir kimseye bir mikdâr buğday satsa da müşteri
satıcıya: "Ben çarşamba günü gelmezsem, benimle senin arandaki satış
yoktur, kaldırılmıştır" dese, bu mes'-ele hakkında da Kaadı Şurayh, bir
muhakemesinde, müşteriye: "Artık sen va'-dinden döndün" deyip, satışı
kaldırmakla hüküm vermiştir.
[57] Hadîsin başlığa uygunluğu, doksan dokuz sayısını hem
doğrudan vermek, hem de "yüzden bir eksik" ta'bîriyle vermektir.
Sayıyı böyle istisna ile vermenin sa-hîhliğine, Kur'ân'da da delîl vardır:
"And olsun ki, biz Nûh 'w kavmine peygamber göndermişizdir de o aralarında
elli yıl müstesna olmak üzere bin sene kalmıştır" (el-Ankebût:14)
[58] Hadîsin başlığa uygunluğu Umer'in: "Artık bu mal
satılmaz, hibe edilmez, mîrâs olunmaz..." sözündedir. Bunlar vakfın aslî
şartlan oluyor. Buhârî bu hadîsi Vasİyyetler Kitâbı'nda da getirdi Müslim de
Vasiyyet Kitâbı'nda getirdi