62- KİTÂBU FADÂİLİ ASHÂBİ'N-NEBÎ (S)
Ve Müslümanlardan Peygamber İle Sohbet Eden Yâhud O'nu
Gören Kimse, O'nun Sahâbîlerindendir
1- Muhacirlerin Menkabelerî Ve Üstünlükleri Babı
2- Peygamberdin Şu Kavli Babı:
3- Peygamberden Sonra Ebû Bekrin Fazileti Babı
4- Feygamrer(S)'İn: "Eğer Bir Halîl Edinecek
Olaydım... Kavli Babı
7- Kureyş Kabilesinden Ebû Amr Usmân İbnu Affân(R)'In
Menkabeleri Babı
9- Kureyş Kabilesinin Hâşimî Koluna Mensûb Olan
Ebu'l-Hasen Alî İbnu Ebî Tâlib(R)İn Menkabeleri Babı
10- Ca'fer İbn Ebî Tâlib El-Hâşimî(R)^Nin Menkabeleri
Babı
11- Abbâs İbn Abdîlmuttalib(R)'İn Zikri
13- Ez-Zubeyr İbnin-Avvâm(R)'In Menkabeleri Babı
14- Talha İbnu Ubeydillah(R)'In Zikri Babı
15- Zühre Kabilesine Mensûb Olan Sa'd İbn Ebî
Vakkaas(R)'In Menkabeleri Babı
16- Peygamberdin Kadın Tarafından Olan Hısımlarının Zikri
Babı
17- Peygamberin Âzâdlısı Zeyd İbn Hârîse(R)'Nin
Menkabeleri Babı
18- Usâme İbn Zeyd'in Zikri Babı
20- Umer İbnıtl-Hattâb'ın Oğlu Abdullah(R)'1n Menkabeleri
Babı
21- Ammâr Ve Huzeyfe(R)'Nin Menkabeleri Babı
22- Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh(R)'In Menkabeleri Babı
23- Mus'ab İbnu Umeyr(R)'İn Zikri Babı
24- El-Hasen İle El-Hüseyin{R)'İn Menkabeleri Babı
25- Ebû Bekrin Himayesinde Bulunan Bilâl İbn Rebâh(R)'In
Menkabeleri Babı
26- Abdullah İbn Abbâs(R)'In Zikri Babı
27- Hâlid İbnu'l-Velîd(R)'İn Menkabeleri Babı
28- Ebû Huzeyfe'nin Âzâülısı Olan Sâlim(R)'İn Menkabeleri
Babı
29- Abdullah İbn Mes'ûd(R)'In Menkabeleri Babı
30- Muâviye İbnu Ebî Sufyân(R)'In Zikri Babı
31- Fâtıma Aleyhi's-Selâmın Menkabeleri Babı
Rahman ve Rahim olan Allah'm ismiyle
(Peygamber'in
Sahâbîlerinin Faziletleri Kitabı)
1-.......
Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle
diyordu: Bize Ebû Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu:
"îmanlar üzerine
bir zaman gelir ki, o zamanda insanlardan bir
cemâat gaza eder.
Onlara:
— İçinizde
Peygamber'le sohbet eden kimse var mıdır? diye so-
rarlar.
Onlar da:
— Evet vardır! diye
cevâb verirler.
Nihayet (ordu içindeki
sahâbîye hürmeten zafer kapısı) onlara
açılır.
Sonra insanlar üzerine
bir zaman daha gelir. İnsanlardan bir gurup daha gaza eder. Onlara da:
— İçinizde
Peygamber'in sahâbîleriyle görüşen kimse var mıdır?
diye sorulur. Onlar
da:
— Evet var! diye cevâb
verirler; onlara da fetih müyesser olur. Sonra insanlar üzerine bir zaman daha
gelir, yine bir topluluk
harb ederler. Onlara
da:
— İçinizde
Peygamber'in sahâbîlerini gören ile görüşen tabiî kimse var mıdır? diye
sorulur.
Bu defa onlar da:
— Evet vardır! derler; onlara da fetih müyesser
olur" [2].
2-.......Ebû
Cemre şöyle demiştir: Ben Zehdem ibn Mudarrib'den işittim, şöyle dedi: Ben
İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S): "Ümmetimin
hayırlısı, benim asrımdır. Sonra onlara yakın olan(tab'û)lardır. Sonra onlara
yakın olanlardır" buyurdu.
İmrân: Rasûlullah,
kendi asrından sonra (hayırlı olarak) iki asır mı, yoksa üç asır mi zikretti
bilmiyorum, demiştir.
Rasûluİlah devamla:
"Sizden sonra bir kavim gelecektir ki, bunlar şehâdet etmeleri istenmeden
şehâdet edecekler, bunlar hıyanet edecekler, kendilerine i'timâd edilmeyecek,
yine bunlar adak adayacaklar, fakat adaklarını yerine getirmeyecekler. Artık
bunlarda (aşırı yemek içmek hayâtın gayesi olduğundan) semizlenme meydana
gelecektir" buyurmuştur [3].
3-.......Abdullah
ibn Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "İnsanların hayırlısı
benim asrımdır. Sonra onlara yakın olanlardır (yânî tâbiîler'dir). Sonra
onlara yakın olanlardır. Sonra bir kavim gelir ki, onlardan birinin şehâdeti
(ihtiras ile) yeminine; ye-mîni de şehâdetinin önüne geçer".
Hadîsin râvîlerinden
İbrâhîm en-Nahaî: Bizler çocuk iken velîlerimiz bizi "Eşhedü
billahi..." gibi şehâdet sözlerimizden ve "Allah ile ahdim
olsun" şeklindeki ahd sözlerimizden dolayı döverlerdi, demişti [4]
Ebû Bekr Abdullah ibnu
Ebî Kuhâfe et- Teymî (R)
Muhâcirler'dendir.
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "Allah'ın, memleketler ahâlîsinden Peygamber'ine verdiği fey',
Allah'a, Peygamberine, hısımlara, *" yetimlere, yoksullara, yolda
kalanlara âiddir. Tâ ki (bu % mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında
dolaşan bir devlet olmasın..." (e\-Ha$r:iyf itf ve Allah şöyle buyurdu:
"[Ey îmân
edenler, ne oldunuz ki, size: Allah yolunda elbirlik gazaya çıkın denildiği
zaman yere (mıhlanıp) ağırlaştınız? Ahiretten (vazgeçip yalnız) dünyâ hayâtına mı
razı oldunuz? Fakat bu dünyâ hayâtının fâidesi âhiretin yanında pek azdır.]
Eğer siz O*na (Rasûlü'ne)
yardım etmezseniz,
kâfirler O'nu (Mekke'den) çıkardıkları zaman bizzat Allah Oyna yardım etmişti.
İkinin ikincisinden
ibaretti. O zaman bunlar mağaradaydılar. Peygamber o vakit arkadaşına:
Tasalanma. Allah, hiç şübhe yok, bizimle beraberdir diyordu. [Allah O'nun
üzerine sekînetini indirmiş, O*nu I görmediğiniz ordularla te 'yîd etmiş,
kâfirlerin kelimesini I alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise; o, çok yücedir.
Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir]" (et-Tevbe:
38-41) [6]
Âişe, Ebû Saîd, İbn
Abbâs (R): (Mekke'den Medine'ye' doğru çıktıkları zaman) Ebû Bekr
Mağara'da Peygamberin beraberinde
idi, demişlerdir [7].
4-.......el-Berâ
(R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R) Âzib'den onüç dirhem mukaabilinde bir binek
devesi satın aldı. Akabinde Ebû Bekr, (babam) Âzib'e hitaben:
— (Oğlun) el-Berâ'ya
emret de devemi bana naklediversin! dedi.
Âzib:
— Bu isteğin olmaz.
Ancak sen ve Rasûlullah beraberce Mekke'den Medine'ye doğru yola çıktığınız
zaman, müşrikler de sizi ara-maktalarken nasıl yaptığınızı bize anlatırsan
olur, dedi.
Ebû Bekr şöyle dedi:
— Mekke'den hareket
ettik. Bütün gecemizi ve gündüzümüzü ihya ettik, yâhud yürüdük. Nihayet sıcak
vakte girdik. Güneş gündüzün yansına gelip dikildi. Ben, kendisine sığınıp
barınabileceğimiz bir gölge görebilir miyim diye etrafa bir göz attım. Büyük
bir kaya gördüm. O'nun yanına geldim ve onun kalan gölgesine baktım. Oradan
bir yeri düzelttim. Sonra orayı Peygamber için döşedim. Sonra O'na:
— Yâ Nebiyyallah, yat! dedim.
Peygamber yattı. Sonra
ben, etrafıma bakmak üzere, arayıcılardan herhangi bir kimse görür müyüm diye
gittim. Derken koyunlarım bulunduğumuz kayaya doğru sürüp getirmekte olan bir
koyun çobanı ile karşılaştım. O da bizim gibi o kayanın gölgesinden.faydalanmak
istiyordu. Ona sorup:
— Sen kimin çobanısın ey delikanlı? dedim.
— Kureyş'ten bir
adamın çobanıyım, dedi ve onun ismini söyledi.
Ben onun söylediği
adamı tanıdım. Sonra:
— Senin koyunlarında süt var mı? dedim. O:
— Evet vardır, dedi. Ben:
— Sen bize süt sağar mısın? dedim.
O:
— Evet sağarım, dedi;
Ben ona emrettim de o sürüsünden bir koyunu durdurup tuttu.
Sonra ona, koyunun
memesini tozlardan silkelemesini emrettim. Sonra da ona ellerini silkeleyip
temizlemesini emrettim. Avuçlarından birini diğerine şöylece vurup silkeledi.
Ve çoban benim için bir adam kandıracak kadar az bir süt sağdı. Ben Rasûlullah
için ağzında bir bez parçası olan deriden bir su kabı yapmıştım. Ondan sütün
üzerine biraz su döktüm, hattâ süt kabının aşağısı serinledi. Akabinde o süt
kabını Peygamber'in yanına götürdüm ve kendisini uyanmış buldum. O'na:
— İç yâ Rasûlallah! dedim.
Rasûlullah içti, ben
de bundan hoşnûd oldum. Sonra :
— Hareket etme vakti
gelmiştir yâ Rasûlallah! dedim. O:
— "Evet" dedi ve hareket ettik.
Kureyşliler bizi
arıyorlardı. Bize onlardan atının üzerinde Surâ-katu'bnu Mâlik ibn Cu'şum'dan
başka hiçbir kimse erişmedi. Ben:
— İşte arayanlar bize yetiştiler yâ Rasûlallah!
dedim.
— "La tahzen inne'llâhe maanâ- Tasalanma,
çünkü Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir" (et-Tevbe: 40) dedi [8].
"Akşamleyin
getirirken, sabahleyin salıverirken onlarda sizin için güzel bir zînet (ve
zevk) vardır" (en-Nahi: 6) [9].
5-.......Ebû
Bekr (R) şöyle demiştir: Biz mağarada iken (bizi aramağa çıkan müşrikler bize
çok yaklaşmış, üstümüze gelmişlerdi). Ben:
- Yâ Rasûlallah!
Bunlardan birisi eğilip de ayaklarının altına baksa bizi muhakkak görecekler,
dedim.
Rasûlullah (S):
— "Yâ Ebâ Bekr! Üçüncüleri Allah olan iki
kimseyi ne zannediyorsun?" dedi [10].
"Ebû Bekr'in
kapısından başka (mescide açılan) kapıları kapatınız". Bunu İbn Abbâs,
Peygamber'den söyledi [11].
tenir, yarı canınız
tükenmeden varamayacağınız memleketlere kadar götürürler. Şübhesiz ki Rabb'iniz
çok şefkatli, çok merhametlidir" (en-Nahl: 5-7).
6-.......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) son hastalığında-
insanlara bir hutbe yaptı da:
— "Allah bir kulunu dünyâ ile kendi
yanında bulunan şeyler ara-' sında muhayyer bıraktı. O kul da Allah katındaki
şeyleri tercih etti" buyurdu.
Râvî dedi ki: (Bu söz
üzerine) Ebû Bekr ağlamaya başladı. Biz, Rasûlullah'm muhayyer kılınmış bir
kuldan haber vermesi sebebiyle onun ağlamasına hayret ettik. Meğer o muhayyer
kılınan kul Rasû-lullah'ın kendisi imiş, Ebû Bekr de o sözü en bilenimiz imiş.
Rasûlullah (Ebû Bekr'i ağlar görünce):
— "Sohbeti (yânî arkadaşlığı) hususunda
da, malı hususunda da insanların bana en çok vergisi olanı Ebû Bekr'dir. Bir
halîl edinecek olaydım elbette Ebû Bekr'i bir halîl edinirdim. Lâkin İslâm yönünden
meydana gelen kardeşlik ve sevgi (şahsî dostluktan daha faziletlidir). Mescidde
Ebû Bekr'in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın" [12].
7-....... Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Biz, Peygamber(S)'in hayâtı zamanında: İnsanlar
arasında fulân fulândan hayırlıdır, fulân da fulân kimseden hayırlıdır, diye
konuşurduk. Neticede Ebû Bekr'i, sonra Umer ibnu'l-Hattâb'ı, sonra Usmân ibn
Affân'ı (Allah onların hepsinden razı olsun) hayırlıdır, derdik [13].
Bunu Ebû Saîd (rivayet
edip) söyledi [14].
8-.......İbn
Abbâs(R)'tan: Peygamber(S): "Ümmetimden birini sevgisi samîmi ve
silinmesi kaabil olmayan bir dost edinecek olsaydım, hiç şüphesiz Ebû Bekr'i
edinirdim. Fakat o benim dîn kardeşim ve (hazarda, seferde) sahibim,
arkadaşımdır" buyurmuştur.
9-.......Eyyüb
es-Sahtıyânî'den: o da İkrime'den; o da ibn Abbâs'tan gelen hadîste Peygamber (S):
"Eğer bir halîl edinecek olsaydım, elbette onu (Ebû Bekr'i) halıl
edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür" buyurmuştur.
el-Buhârî dedi ki:
Bize Kuteybe tahdîs etti: Bize Abdulvahhâb, Eyyûb es-Sahtıyânî'den geçen
hadîsin benzerini tahdîs etti [15].
10-.......Abdullah
ibn Ebî Muleyke şöyle demiştir: Bir kerre Küfe ahâlîsi (yânî Küfe kaadısı
Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd), Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e, dedenin mîrâsı
hakkında bir mektûb yazıp bu mes'-eleyi sordu. İbnu'z-Zubeyr de: Hakkında
Rasûlullah(S)'ın "Eğer İslâm Ümmeti içinden bir kimseyi sâdık, samîmi dost
edinecek olsaydım, muhakkak onu dost edinirdim" buyurmuş olduğu zât (yânî
Ebû Bekr), dedeyi, mîrâs hükmünde baba yerine koymuştur, diye ce-vâb verdi [16].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
11-.......Cubeyr
ibn Mut'ım (R) şöyle demiştir: Bir kerre Peygamber(S)'in yanına bir kadın
geldi. (Giderken) Peygamber kadına tekrar kendisine müracaat etmesini emretti.
Kadın sanki Peygamber'in ölümünü ta'rîz ederek:
— Ben gelir de seni bulamazsam? diye sordu.
Peygamber:
— "Şâyetbeni
bulamazsan Ebû Bekr'e müracaat ef'buyurdu [17].
12-.......Hemmâm
(ibnu'l-Hâris en-Nahaî el-Kûfî) şöyle demiştir: Ben Ammâr-ibn Yâsir(R)'den
işittim; o: Ben Rasûlullah(S)'ı gördüğümde, O'mın beraberinde (ilk müslümânlar
olarak) beş köle, iki kadın, bir de Ebû Bekr'den başka kimse yoktu, diyordu [18].
13-.......Ebu'd-Derdâ
(R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in yanında oturuyordum.. Bu sırada Ebû
Bekr, elbisesinin eteğini diz kapaklarını açıncaya kadar toplayarak (telâşla)
çıkageldi. Peygamber bize:
— "Arkadaşınıza gelince, o birisiyle
çekişmiş olacak" buyurdu.
Ebû Bekr selâm verdi
ve:
.
— Yâ Rasûlallah!
Benimle Hattâb oğlu arasında bir şey (bir çekişme) oldu. Ben bu çekişmede
Umer'e tecâvüz ettim. Sonra pişman oldum da kendisinden beni affetmesini
istedim. Fakat Umer kabul etmedi. Ben de Sana geldim, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah üç kerre:
— "Allah seni mağfiret etsin yâ Ebâ
Bekr!" dedi Sonra Umer de bu dargınlıktan pişman oldu da Ebû Bekrim evine
gitti ve:
— Ebû Bekr burada mı? diye sordu. -Ev halkı:
— Hayır, burada değil,
diye cevâb vermeleri üzerine, Umer de Peygamber'in huzuruna geldi ve O'na selâm
verdi.
Bu sırada Peygamber'in
yüzü değişmeye başladı. Hattâ Ebû Bekr korktu da iki dizi üzerine çöktü ve iki
kerre:
— Yâ Rasûlallah!
Vallâhî bu işte Umer'den ziyâde ileriye gitmi-şimdir, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (hepimize hitaben):
— "Şübhesiz ki, Allah beni size peygamber
göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz bana: 'Yalan söyledin'
demiştiniz- Ebû Bekr ise: 'Doğru söyledin' demiş ve bana canı ile, malı ile yâr
ve yardımcı olmuştur*' buyurdu.
Sonra Rasûlullah iki
kerre:
— "Şimdi sizler benim bu dostumu, bu
nisbeti ve bu hususiyeti, ile bana bırakırsınız değil mi?" buyurdu.
Râvî Ebu'd-Derdâ: Ebû
Bekr, hakkında Peygamber'in ortaya
koyduğu bu büyütmeden
sonra artık O'nun hatırı için hiç incitilmedi, demiştir [19].
.......Amr ibnu'1-Âs
(R) şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) Amr'ı Zâtı Selâsil ordusu üzerine
kumandan yapıp göndermişti. Amr dedi ki: Bu gazveden döndüğümüzde Peygamber'in
huzuruna geldim ve:
— insanların hangisi sana en sevimlidir? diye
sordum. Peygamber:
— "Âişe'dir" dedi. Ben:
— Erkeklerden en
sevimli olan kimdir? dedim. Peygamber:
— "Âişe'nin
babasıdır" buyurdu. Ben:
— Sonra kimdir? dedim. Peygamber:
— "Sonra Umer ibnu'l-Hattâb'dır"
buyurup, birtakım adamların adlarını saydı [20].
15-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Bir çoban, sürüsünün içinde bulunduğu sırada sürüye kurt saldırdı ve
ondan bir koyun aldı. Çoban (ondan koyunu geri almak için) ardından araştırdı.
Derken kurt çobana döndü de:
— Yırtıcı hayvan(\ann
sürüye saldıracağı o fitne) gününde, koyun sürüsünün benden başka çobanı
bulunmayacak o günde, koyunu benden kim kurtarır? dedi.
Ve yine bir adam bir
sığırın üzerine yük yüklemiş olarak onu sev-keder giderken, sığır o kimseye
yüzünü çevirdi de onunla kelâm edip:
— Ben bunun için
yaratılmadım, lâkin ben tarla sürmek için yaratıldım, dedi ".
(Râvî dedi ki:)
İnsanlar (bu hikâyeden hayret ederek):
— Subhânallah! dediler. Peygamber ise:
— "Ben bu hayvanların böyle söz
söylediklerine inanıyorum; $bû Bekr de, Umer ibnu'l-Hattâb da
(inanıyorlar)" buyurdu [21].
16-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Ben kendimi ru'yâmda üzerinde bir kova olan bir kuyu başında gördüm. O
kuyudan Allah'ın dilediği kadar su çektim. Sonra kovayı Ebû Kuhâfe'nin oğlu
aldı, o da kova ile bir yâhud iki kova su çekti. Ebû Kuhâfe oğlu Ebû Bekr 'in
su çekmesinde bir zayıflık vardı. Allah Ebû Bekr'e bu za'fından dolayı mağfiret
etsin. Sonra bu küçük kova büyük bir kovaya dönüştü. Onu Umer ibnu'l-Hattâb
aldı. Ben insanlar içinde Umer'in çekişi gibi su çekebilecek kuvvette kavı ve
kâmil bir kişi göremedim. Nihayet insanlar o kuyu başını develerin sulak ve
eylek yeri edindiler" [22].
17-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S):
— "Kim giydiği elbisesini büyüklenerek
(yerde) sürüklerse, kıyamet gününde Allah ona (rahmet bakışıyle) bakmaz"
buyurdu.
Ebû Bekr:
— Benim elbisemin iki
tarafından birisi -ben onu sürünmekten korumazsam- muhakkak yerde sürünür (ne
buyurursun)? diye sordu.
Rasûlullah:
— ' 'Sen kaftanını sürüklemeyi büyüklenerek
yapar değilsin'' buyurdu.
Hadîsin râvîlerinden
Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'e:
— Abdullah ibn Umer:
"Kim izârmı yerde sürüklerse" sözünü zikretti mi? diye sordu.
Salim de:
— Ben babam
Abdullah'tan ancak "Elbisesini" sözünü zikrettiğini işittim, demiştir
[23].
18-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
— "Kim Allah yolunda (yânî Allah rızâsı
için) şeylerden herhangi birşeyden çift sadaka verirse, kapılardan, yânî cennet
kapılarından: Ey Allah'ın kulu! Bu kapı hayırlıdır! diye çağırılır. Her kim de
devamlı namaz kılanlardan olursa, o da (cennetin) namaz kapısından çağırılır.
Cihâd ehlinden olan ise cihâd kapısından çağırılır. Sadaka verenlerden olan
kimse ise sadaka kapısından çağırılır. Oruç tutanlardan ise oruç kapısından ve
Rey yân kapısından çağırılır".
Ebû Bekr:
— Bu kapıların
hepsinden çağırılan kimse üzerine bir zarar var mıdır? dedi.
Yine Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah, bir
kimse bu kapıların hepsinden çağırılır mı? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Evet, hepsinden da'vet olunur ve ben
senin onlardan olacağını ümîd ediyorum yâ Ebâ Bekr!" dedi [24].
19-.......
Bize Süleyman ibn Bilâl, Hişâm ibn Urve'den; o da Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den; o da
Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'den tah-dîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah
(S) vefat etti, Ebû Bekr, es-Sunh denilen yerde idi [25].
Râvî İsmâîl: Âliye mevkiini kasdediyor, demiştir. Umer ayağa kalktı da:
— Vallahi Muhammed ölmedi, diyordu. Âişe dedi
ki: Umer yine:
— Vallahi gönlüme
şundan başka birşey vâki' olmuyor: Rasûlullah ölmedi ve Allah O'nu muhakkak
(dünyâda) diriltecek de (O'na öldü diyen) bir takım adamların ellerini ve
ayaklarım kesecektir! dedi.
Ebû Bekr geldi.
Rasûlullah'm yüzünden örtüyü açtı ve O'nu öptü de:
— Babam anam sana feda
olsun. Sen ölü olarak da, diri olarak da tertemizsin. Nefsim elinde olan
Allah'a yemîn ederim ki, Allah sana ebeden iki ölüm taddırmayacaktır, dedi.
Sonra odadan dışarıya
çıktı da:
— Ey Rasûlullah'm
ölmediğine yemîn eden adam, yavaş ol; acele etme! dedi.
Ebû Bekr konuşunca
Umer oturdu. Ebû Bekr Allah'a hamd ve sena etti de şöyle dedi:
— Dikkat edin! Kim
Muharnmed'e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah'a ibâdet
ediyorsa, bilsin ki Allah, ölmeyecek olan diridir. Yüce Allah O'na:
"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da elbet ölecekler*' (ez-zumen 30)
buyurdu. Yine Allah şöyle buyurdu: "Muhammed bir rasûlden başka (birşey)
değildir. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür yâhud
öldürülürse ökçelerinizin üstünde (geriye) mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi
üzerinde (ardına) dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz.
Allah şükredenlere mükâfat verecektir" (Âiu imrân: 144).
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine insanlar sessizce ağlamağa başladılar [26].
Yine Râvî dedi ki: Bu
sırada Ensâr, Benû Sâide sakîfesinde, Sa'd ibn Ubâde'nin yanında toplanmışlar
ve:
— Bizden (Ensâr'dan)
bir emîr, sizden (Muhâcirler'den) bir emîr
olsun, diyorlarmış.
Bunu haber alan Ebû
Bekr es-Sıddîk, Umer ibnu'l-Hattâb ve Ebû Ubeydetu'bnu'l-Cerrâh onların yanına
gittiler. Umer konuşmaya davrandı. Ebû Bekr onu susturdu. Umer:
— Vallahi ben bu
davranışımla ancak benim hoşuma giden ve Ebû Bekr'in ulaşamayacağından
korktuğum bir konuşmayı hazırlamak istedim, der idi.
Sonra Ebû Bekr
konuştu. O, insanların en belîğ söz söyleyeni
olarak konuştu ve
sözleri içinde:
— Biz(Kureyşli)ler emirler, sizler ise
vezirlersiniz, dedi. . Bunun üzerine
Habbâb ibnu'l-Munzir:
— Hayır vallahi bunu
yapmayız. Bizden bir emîr, sizden bir emîr
olsun, dedi.
Bunun üzerine Ebû
Bekr:
— Hayır. Lâkin
biz(Kureyşli)ler emirleriz, sizler vezîrler (yânî müsteşârlar)siniz. Kureyş
yurtça Arablar'ın ortası_(yânî en şereflisi), haseblerce (yânî huylar ve
fiillerce) de en çok ve en hâlis Arab olanlarıdır. Bu sebeble Umer'e yâhud Ebû
Ubeyde'ye bey'at ediniz, dedi.
Umer:
— Hayır, biz sana
bey'at ediyoruz. Çünkü sen bizim seyyidimiz, hayırlımız ve Rasûlullah'a en
sevgili olammızsın, dedi.
Akabinde Umer, Ebû
Bekr'in elini tutup ona bey'at etti, ardından insanlar da ona bey'at ettiler.
Bu sırada Ensâr'dan biri:
— Siz Sa'd ibn Ubâde'yi öldürüyordunuz, dedi.
Umer de:
— Onu Allah öldürsün, diye beddua etti.
Abdullah ibn Salim,
ez-Zubeydî'den söyledi: Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım şöyle demiştir: Bana
el-Kaasim haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber'in (başı benim
dizimde bulunduğu bir sırada üzerine bir baygınlık geldi. Sonra ayılınca) gözü
açılıp evin tavanına doğru dikildi. Sonra üç defa:
— "Allah'ım beni er-ReJîku'I-A''lâ
zümresine kat" diye duâ etti.
Ve el-Kaasım ibn
Muhammed, ölümle ilgili olan bu hadîsi (yânî Umer'in "Rasûlullah
ölmedi" sözünü, Ebû Bekr'in "O öldü" sözünü ve iki âyetin
okunmasını) tamâmiyle nakletti.. Âişe şöyle demiştir:
— Ebû Bekr ile Umer'in
hutbelerinden her bir hutbe ile Allah muhakkak menfâat ihsan etmiştir. Yemîn olsun
Umer bir takım adam-
O'±ıJtJ/*jiiııııi-ı
uuııiuı ve ların ellerini keseceğini söylemesiyle
insanları korkutmuştur. Ve muhakkak onların içinde münafıklık olacaktı. Allah
onları bununla hakka döndürdü. Sonra muhakkak Ebû Bekr insanlara hidâyet (yânı
doğru yolu) göstermiş ve onlar da (onun sözü ve zikrolunan âyeti okuması
sebebiyle), âyeti okuyarak çıkıp gitmişlerdir: "Muhammed bir rasûlden
başka (birşey) değildir. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi
O ölür yâhud öldürülürse, ökçelerinizin üstünde (geriye) mi döneceksiniz? Kim
iki ökçesi üzerinde (ardına) dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış
olmaz. Allah şükredenlere mükâfat verecektir" (Âiu imrân: 144) [27].
20-.......Muhammed
ibnu'l-Hanefiyye şöyle demiştir: Ben babam Alî ibn Ebî Tâlib'e:
— Rasûlullah(S)'tan
sonra insanların en hayırlısı hangisidir? diye sordum. .
Babam:
— Ebû Bekr'dir, dedi. Ben:
— Sonra kimdir? dedim Babam:
— Sonra Umer'dir, dedi.
Ben, "Usmân"
denilmesinden korktum da:
— Umer'den sonra sensin, dedim. Babam:
— Ben müslümânlardan bir adam olmaktan başka
birşey değilim, dedi [28].
21-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'ın yaptığı seferlerin birinde beraberinde
yola çıktık. Ya Beydâ'ya, ya da Zâtu'l-Ceyş'e vardığımızda (yanımda ariyet
olan) bir gerdanlığım koptu [29].
Onun aranması için Rasûlullah bekledi. İnsanlar da O'nunla beraber beklediler.
Hâlbuki bir su yanında değillerdi; beraberlerinde de su yoktu. İnsanlar Ebû
Bekr'e gelip:
— Âişe'nin yaptığını
görüyor musun? Rasûlullah'ı da, O'nunla beraber insanları da (yollarından)
alıkoydu. İnsanlar su başında değiller, yanlarında su da yok! dediler.
Ebû Bekr yanıma geldi.
Rasûlullah başını dizimin üzerine koyup uyumuştu. Ebû Bekr:
— Sen Rasûlullah'ı da,
insanları da yolundan alıkoydun. Su başında değiller, yanlarında da su yok!
dedi.
Âişe dedi ki: Ebû Bekr
beni azarladı ve Allah'ın, onun söylemesini istediği şeyleri söyledi, eli ile
de böğrümü dürtmeye başladı. Beni kıpırdamaktan Rasûlullah'ın dizim üzerinde
bulunmasından başka hiçbirşey men' etmiyordu. Rasûlullah sabah oluncaya kadar
uyudu, hiç su yoktu. İşte bunun üzerine Allah, Teyemmüm (d-Mâide:6) âyetini
indirdi. İnsanlar teyemmüm ettiler. Useyd ibn Hudayr (R):
— Yâ Ebâ Bekr
hanedanı! Bu sizin ilk bereketiniz değildir, dedi.
Âişe: (Sonra,
gideceğimiz sırada) üzerine bindiğim deveyi kaldırdık ve gerdanlığı altında
bulduk, demiştir [30].
22-.......Ebû
Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
"(Ey müstakbel
müslümânlar!) Sahâbîlerime sövmeyiniz. Sizden biriniz UhudDağı kadar altın
sadaka verse, sahâbîlerden birinin iki avuç (hurma) sadakasına erişemez; bunun
yarısına da ulaşamaz" buyurdu [31]
Bu hadîsi el-A'meş'ten
rivayet etmekte Şu'be'ye, Cerîr, Abdullah ibn Dâvûd, Ebû-Muâviye ve Muhâdır
mutâbaat etmişlerdir.
23-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb şöyle dedi: Bana Ebû Mûsâ el- Eş'arî haber verdi ki, kendisi
evinde abdest alıp sonra dışarıya çıkmış. (Ebû Mûsâ devamla şöyle dedi:) Evden
çıkınca:
— Bu günümde muhakkak Rasûlullah'tan
ayrılmayacağım ve muhakkak O'nun maiyyetinde olacağım diye ahdettim.
Râvî dedi ki: Ebû Mûsâ
bu niyetle Mescid'e geldi ve Peygamber-(S)'i sordu. Mescidde bulunanlar:
— Peygamber Mescid'den
çıktı ve şu tarafa yönelip gitti, dediler.
Ben de Mescid'den
çıkıp Peygamber'i sora sora ızı üzerinde arkasından gittim. Nihayet
Peygamber'i Erîs Kuyusu'na (kuyunun bulunduğu bostana) girmiş buldum[32]. Ben
de kapının yanına oturdum. Bu bostanın kapısı hurma dalından yapılmıştı.
Nihayet Rasûlullah hacetini yerine getirip abdest aldı. Ben de kalkıp O'nun
yanına vardım. Gördüm ki, Rasûlullah Erîs Kuyusu'nun ağzındaki bileziğin
(yâ-hud kuyu ağzının etrafına örülmüş düz taşların) ortasına oturmuş ve
(serinlemek için) iki baldırını açarak kuyuya sarkıtmıştı. Ben Rasû-lullah'a
selâm verdim. Sonra geri dönüp kapının yanına oturdum. Ve kendi kendime:
— Artık bugün ben
muhakkak Rasûlullah'ın kapıcısı olacağım,
diye karar verdim.
Bu sırada Ebû Bekr
geldi, kapıyı çaldı. Ben:
— Kimdir o? diye sordum.
— Ebû Bekr! dedi.
— Biraz bekle, dedim, Sonra gittim ve:
— Yâ Rasûlallah! Şu
bekleyen Ebû t^fcçmr, (yanınıza gelmek için) izin istiyor, dedim.
Rasûlullah:
— "Ona izin ver ve kendisini cennetle
müjdele" buyurdu. Hemen geri döndüm ve Ebû Bekr'e:
— Gir! Hem Rasûlullah seni cennetle müjdeler,
dedim.
Ebû Bekr içeriye girdi
ve kuyu bileziğinde Rasûlullah'ın sağ tarafında O'nun yanına oturdu. Ve Rasûlullah'ın
yaptığı gibi baldırların açarak ayaklarını kuyuya sarkıttı. Sonra ben dönüp
(kapı yanındaki yerime) oturdum. Ben, (evden çıkarken) kardeşimi abdest alıp
arkamdan bana yetişmek üzere bırakmıştım. Kardeşimi kasdederek:
— Allah fulân kuluna
hayır kasdederse, şimdi o da buraya gelir, diye hatırladım.
Bu sırada bir insan
kapıyı salladı.
— Kimdir o? dedim.
— Umer ibnu'l-Hattâb'dır! diye cevâb verdi.
— Yavaş ol, biraz bekle, dedim.
Sonra Rasûlullah'a
geldim, kendisine selâm verip:
— (Yâ Rasûlallah!) Şu
bekleyen Umer ibnu'l-Hattâb'dır, izin istiyor, dedim.
Rasûlullah:
— "Ona izin ver ve kendisini cennetle
müjdele" buyurdu. : Geldim ve
Umer'e:
— Gir, Rasûlullah seni cennetle müjdeledi,
dedim.
Umer de girdi ve kuyu
ağzındaki bilezikte Rasûlullah'ın sol tarafına oturdu. O da iki ayağını kuyuya
sarkıttı. Sonra ben kapı yanındaki yerime dönüp oturdum. Yine (kardeşimi
hatırlayarak):
— Allah fulân kimseye
hayır ve saadet dilerse, o da buraya gelir, (bu saadete erişir), dedim.
Yine bir insan geldi,
kapıyı hareket ettirdi.
— Kimdir o? dedim.
— Usmân ibnu Affân'dır, dedi.
— Yavaş ol, biraz
bekle, dedim.
Ve Rasûlullah'a gelip
haber verdim. Rasûlullah:
— "Ona izin ver ve kendisine, erişecek
belâ ve imtihan üzerine onu cennetle müjdele" buyurdu.
Ben de geldim ve
Usmân'a:
— Gir, Rasûlullah sana
erişecek belâ ve musibet üzerine cennetle müjdeledi, dedim.
O da girdi. Fakat kuyu
bileziğini dolmuş buldu da Rasûlullah'ın karşısında başka tarafa oturdu [33].
Râvî Şerîk ibn
Abdillah şöyle dedi: Saîd ibnu'l-Müseyyeb: İkisinin Peygamber'in beraberinde,
Usmân'm da karşılarında oturmuş olmasını ben onların kabirleriyle te'vîl
ettim, dedi [34].
24-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) bir defasında Ebû Bekr, Umer
ve Usmân ile birlikte Uhud Dağı'-na çıkmıştı. Orada bulundukları sırada dağ
onları salladı. Bunun üzerine Peygamber: "Ey Uhud, sabit ol! Bil ki senin
üstünde bir peygamber, bir sıddîk (çok doğru seciyeli bir zât), iki de şehîd
bulunuyor" buyurdu [35].
25-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben (ru'yâmda)
bir kuyu başında bulunup ondan su çekerken yanıma Ebû Bekr ile Umer geldiler.
Ebû Bekr kovayı aldı da bir yâhud iki kova su çekti. Onun su çekmesinde bir
zayıflık vardı. Allah ona mağfiret eylesin! Sonra kovayı Ebû Bekr'in elinden
Hattâb oğlu aldı. Kova onun elinde büyük bir kovaya dönüştü. Artık ben
insanlardan Umer'in yaptığı işi yapacak kuvvette kâmil bir kişi göremedim.
Nihayet insanlar o kuyu başını develerin sulak ve eylek yeri edindiler"[36].
Râvî Vehb ibn Cerîr:
"el-Atanu", develerin çöküp eylenme yeri demektir, nihayet develer
suya kandılar da orada eylenip kaldılar demektir, demiştir.
26-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben, Umer ibnu'l-Hattâb tâbutu üzerine konmuş olduğu
hâlde onun için Allah'a duâ eden cemâatin içinde ayakta dikildim. Bu sırada
bir adam arkamda dirseğini omuzum üzerine koymuş da şöyle diyordu:
— (Yâ Umer!) Allah
sana merhamet etti. Ben muhakkak Allah'ın seni iki dostunla (Peygamber ve Ebû
Bekr'le) beraber bulunduracağını kuvvetle umuyordum. Çünkü ben,
Rasûlullah(S)'tan çok defa bir düzeye: "Ben, Ebû Bekr ve Umer'le şöyle
oldum; ben Ebû Bekr ve Umer'le şöyle yaptım; ben Ebû Bekr ve Umer'le şuraya
gittim" derken işitir dururdum. Bunun için ben, Allah'ın seni muhakkak iki
dostunla beraber bulunduracağım kuvvetle ümîd ederdim.
(İbn Abbâs dedi ki:)
Bir de dönüp baktım ki, bu sözleri söyleyen Alî ibn Ebî Tâlib(R)'dir [37].
27-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr
şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn
Amr'a müşriklerin
Rasûlullah'a yaptıkları işkencenin en şiddetlisini sordum. Abdullah ibn Amr (R)
şöyle dedi: Ben günün birinde Peygamber (S) Ka'be'nin Hıcr'ında namaz kılarken
yanına Ukbe ibn Ebî Muayt'ın geldiğini gördüm. Ukbe, Peygamber'in ridâsmı
toplayıp boynuna koydu ve O'nu şiddetli bir boğuşla boğmağa başladı. Tam bu
sırada Ebû Bekr geldi ve nihayet onu Peygamber'den uzaklaştırdı da: "Siz
bir adamı, Rabblm Allah'tır demesiyle öldürür müsünüz? Hâlbuki O size Rabb
Hnizden apaçık mu 'cizeler de getirmiştir..." (ei-Mü'min: 28) âyetini
söyledi [38].
28-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben
(ru'yâmda) kendimi cennete girmiş gördüm. Orada Ebû Talha'nın karısı Rumeysâ
ile karşılaştım. Bir de gürültüsüz, sakin bir ayak sesi işittim. Ve:
— Kimdir bu? diye
sordum. Cibril:
— Bilâl'dır! diye cevâb verdi.
Cennette bir de büyük
bir köşk gördüm. Avlusunda bir câriye vardı. Ben:
— Bu köşk kimindir?
dedim. Cibril:
— Umer'indir! dedi.
Onun içine girmek ve
bakmak istedim. Fakat yâ Umer, senin kıskançlığını hatırladım. Umer de:
Anam babam sana feda
olsun yâ Rasülallah! Sana karşı mı kıskanacağım? dedi"[40].
29-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R)
şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'ın huzurunda bulunduğumuz sırada O bize şöyle
dedi: "Ben uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın bir köşkün
yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere); — Bu köşk kimindir? diye
sordum. Onlar:
— Ömer'indir, dediler.
Ben Umer'in
kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirdim:
— Umer (sevincinden)
ağladı da: ); — Yâ Rasûlallah, Sana
karşı mı kıskançlık edeceğim, dedi" [41].
30-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Hamza, babası Abdullah ibn Umer ibni'l-Hattâb(R)'dan
haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
— "Ben uyurken (yânî ru'yâmda bir bardak)
süt içtim. O kadar içtim ki, şimdi bile onun kanıklığını tırnaklarımda cereyan
ediyor görüyorum. Sonra (artığımı içmesi için bardağı) Umer'e sundum".
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, bu
ru'yânızı ne ile te'vîl edip yordunuz? diye sordular.
Rasûlullah:
— "ilim ile yordum" buyurdu [42].
31-.......Sâlim'in
oğlu Ebû Bekr, babası Sâlim'den; o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben ru 'yâmda kendimi bir kuyu başında
makaralı bir kova ile (yâhud genç bir dişi deve ile çekilen kovayla) su
çekiyorum gördüm. O sırada Ebû Bekr geldi ve zayıf bir çekişle kuyudan bir
yâhud iki kova su çekti. Allah Ebû Bekr'e mağfiret eylesin! Sonra Umer
ibnu'l-Hattöb geldi ve o küçük kova büyük bir kovaya dönüştü. Artık ben
Umer'in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette kâmil bir kişi göremedim. Nihayet
insanlar suya kandılar ve orayı develerin sulak ve ey tek yeri edindiler" [43].
îbn Cubeyr:
"el-Abkarîyy", halıların veya altın sulu eşyanın en güzelidir, demiştir.
Yahya ibn Ziyâd el-Ferrâ da: Pek çok ince tüyleri olan en iyi halılar,
yaygılardır, demiştir [44].
32-.......Sa'dibnEbî
Vakkaas (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l- Hattâb, Rasûlullah'ın huzuruna girmek
için izin istedi. Hâlbuki Ra-sûlullah'ın yanında Kureyş kabilesinden birtakım
kadınlar vardı, Ra-sûlullah ile konuşuyorlardı. Sesleri de Rasûlullah'ın
sesinden yüksek bir tonda olarak, çok söyleniyorlardı. Umer ibnu'l-Hattâb izin
isteyince bu kadınlar hemen kalktılar ve sür'atle perdeye gittiler. Rasû-lullah,
Umer'in gelmesine izin verdi. Umer içeriye girdiği sırada Rasûlullah
(kadınların bu hâline) gülüyordu. Bunun üzerine Umer:
— Yâ Rasûlallah! Allah
seni bütün ömründe güldürüp sevindirsin! dedi (ve sebebini sormuş oluyordu).
Peygamber (S):
— "Yanımda bulunan şu kadınların hâline
taaccüb ettim: Onlar senin sesini işitince acele perdeye koştular"
buyurdu.
Bunun üzerine Umer de:
— Yâ Rasûlallah! Sen
onların ta'zîmine daha lâyıksın! dedi ve kadınlara hitaben de:
— Ey nefisleri düşman
olan kadınlar! Rasûlullah'a ta'zîm etmeyip de benden mi çekiniyorsunuz? dedi.
Kadınlar da:
— Evet senden
çekiniyoruz! Çünkü sen Rasûlullah'tan daha yoğun sözlü ve daha katı
yüreklisin, dediler.
Bunun (bir münâkaşa
hâlini alması) üzerine Rasûlullah:
— "Sus ey Hattâb oğlu! Nefsim elinde olan
Allah 'a yemîn ederim ki, sen bir yolda giderken şeytân asla sana yaklaşamaz.
O muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelip gider" buyurdu [45].
Bize Muhammed
ibnu'l-Müsennâ tahdîs etti. Bize Yahya (ibn Saîd el-Kattân), İsmâîl'den tahdîs etti.
Bize Kays tahdîs edip şöyle dedi:
Abdullah ibn Mes'ûd:
Umer İslâm'a girdiğinden beri bizler (dînde) azîzler (yânî gâlibler) olmakta
devam ettik, demiştir [46].
33-.......İbnu
Ebî Muleyke, İbn Abbâs'tan şöyle derken işitmiştir: Umer, (vefat ettiğinde) şeririnin
üzerine konuldu. O yerden kaldırılmadan önce insanlar O'na duâ ederek ve
cenaze namazı kılarak O'nun etrafını çepeçevre kuşattılar. Ben de Umer'in
tâbutu etrafındaki insanların içinde bulundum. Beni hiçbir şey korkutmadı,
ancak şu olay beni ürpertti: Bir adam benim omuzumu tuttu. Baktım ki o,
Alî'dir. Alî, Umer'e rahmet okudu ve:
— Yaptığı işlerin
benzeriyle Allah'a kavuşmak istediğim senden daha sevgili hiçbir kimseyi
arkanda bırakmadın. Allah'a yemîn ederim ki, ben Allah'ın muhakkak seni (hücrede
veya cennette) iki dostunla beraber bulunduracağını kuvvetle zannediyor idim.
Ve çünkü ben bildim ki, kendim bizzat Peygamber'den çok defa bir düzeye şöyle
buyururken işitirdim: "Ben, Ebû Bekr ve Umer'le gittim. Ben, Ebû Bekr ve
Umer'le girdim. Ben Ebû Bekr ve Umer'le çıktım"[47].
34-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir kerresinde Uhud'a çıktı.
Beraberinde Ebû Bekr, Umer ve Usmân da vardı. Orada bulundukları sırada dağ
debelenip onları salladı. Bunun üzerine Peygamber ayağı ile dağa vurdu da:
"Yâ Uhud! Sabit dur! Çünkü senin üzerinde ancak bir Peygamber, bir sıddîk
ve iki deşehîd vardır" buyurdu [48].
35-.......Zeyd
ibn Eşlem tahdîs etti ki, (Umer'in âzâdhsı olan) babası Eşlem şöyle demiştir:
Bir kerre Abdullah ibnu Umer, benden Umer'in hâl ve sânına dâir bâzı menkabeler
anlatmamı istedi. Ben de hatırladığım bâzı şeyleri ona haber verdim. Bunun
üzerine İbn Umer: Rasûlullah (S) müstesna olmak üzere ben, Umer derecesinde
güzel huylu hiçbir kimse kat'î surette görmedim. Rasûlullahim ruhunun
alınmasından Umer ibnu'l-Hattâb'ın hayâtının son bulmasına kadar Umer,
insanların en ciddîsi ve en cömerdi idi, diye beni te'yîd etti [49].
36-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten (şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'e kıyametten sordu da:
— Kıyamet ne zaman kopacak?
dedi. Peygamber (S) de ona:
— "O saate, o güne ne hazırladın?"
diye sordu. O kimse:
— Hiçbirşey
hazırlamadım. Yalnız ben Allah'ı ve Rasûlü'nü severim, dedi.
Rasûlullah da:
— "Öyle ise sen sevdiklerinle
berabersin" diye müjdeledi. Enes: Peygamber'in bu "Sen sevdiklerinle
beraber olacaksın"
müjdesiyle
sevindiğimiz gibi hiçbirşeyle sevinip ferahlanmadık, demiştir.
Yine Enes ibn Mâlik:
Ben Peygamber(S)'i, Ebû Bekr'i, Umer'i seviyorum. Onlara olan bu sevgim
sebebiyle (kıyamette) onlarla beraber olacağımı umuyorum. Hernekadar ben
onların hayır işlerine benzer hayır ve ibâdet işlememiş isem de! demiştir [50].
37-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Muhakkak sizden
önce gelip geçen ümmetler içinde (Allah tarafından) kendilerine haber ilham
olunan kimseler bulunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse
bulunursa, şübhesiz (bulunacaktır;) o da Umer'dir".
Zekeriyyâ ibnu Ebî
Zaide, Sa'd'dan; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere şunu
ziyâde etti: Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"And olsun îsrâîl oğullarından sizden evvel gelip geçen insanlar içinde
öyle kimseler vardı ki, onlar peygamberler (derecesinde) olmadıkları hâlde
kendilerine haber ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse
bulunursa, o da Ömer'dir"[51].
İbn Abbâs (R):
"Ne bir nebi, ne de mukaddes" demiştir [52].
38-.......Saîd
ibnu' 1-Müseyy eb ile Ebû Seleme ibn Abdirrahmân şöyle demişlerdir: Biz Ebû
Hureyre(R)'den işittik, şöyle diyordu: Ra-sûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bir
çoban koyun sürüsü içinde bulunduğu sırada sürüye kurt saldırdı ve ondan bir
koyun aldı. Çoban onun arkasına düştü; nihayet koyunu o kurttan kurtardı. Bunun
üzerine kurt çobana yöneldi de:
— Sürünün benden başka çobanı bulunmayacak olan
o yırtıcı hayvanlar gününde koyunu benden kimden kurtarır? dedi".
İnsanlar (kurdun
konuşmasına şaşarak):
— Subhânallah,
dediler. Bunun üzerinde Peygamber (S):
— "Ben kurdun böyle konuştuğuna
inanıyorum. Ebû Bekr ile Umer de böyle inanırlar" buyurdu.
Râvî: Peygamber
"Ebû Bekr ile Umer de böyle inanırlar" dediği zaman orada Ebû Bekr
ile Umer mevcûd değillerdi, demiştir [53].
39-......
Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu:
— "Ben uyuduğum
sırada (ru'yâmda) birtakım insanlar gördüm. Onlar bana arz olundular.
Üstlerinde gömlekler vardı. Bu gömleklerin kimi memelere ulaşıyor, kimi de
bundan daha az yere ulaşıyordu. Umer de bana arz olundu. Üstünde (eteklerini
yerde) sürüdüğü bir gömlek vardı".
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, bunu
ne ile te'vîl (yânî ta'bîr) ettin? diye sordular.
— "Dîn ile" cevâbını verdi [54].
40-.......
Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, İbnu Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, el-Mısver ibn
Mahrame (R) şöyle demiştir: Umer vurulduğu zaman demlenmeye, endîşelenmeye
başladı. Hemen (pek sevdiği) İbn Abbâs yanına gelerek endîşesini gidermek ve
teselli etmek mak-sadıyle:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Eğer bu vurulmadan ölüm olursa, vaziyetten o kadar endîşe etme! Yemin
olsun, muhakkak sen Rasûlul-lah(S)'a yâr ve hemdem oldun ve O'na pek güzel
dostluk ettin. Sonra Rasûlullah'tan -O, senden hoşnûd olarak- ayrıldın. Ondan
sonra Ebû Bekr'e arkadaş oldun. Ona da pek iyi yoldaş oldun. Sonra Ebû
Bekr'-den de -o, senden hoşnûd ve razı olarak- ayrıldın. Sonra Peygamber'in ve
Ebû Bekr'in bunca arkadaşlarına dost oldun; bunlara da pek güzel dostluk ettin.
Eğer sen (bu defa ) sahâbîlerden ayrılırsan, muhakkak onlar senden hoşnûd ve
razı oldukları hâlde ayrılacaksın! dedi.
Bunun üzerine Umer:
— Rasûlullah ile
sohbet ve O'nun hoşnûdluğu hakkında zikrettiğin o güzel hâtıralar Yüce
Allah'ın bana bahşettiği bir minnet ve ihsanıdır. Ebû Bekr'in sohbeti ve onun
benden hoşnûdluğu hakkında zikrettiğin hâtıralar da yine hiç şübhesiz zikri
ulu olan Allah'ın bir minnet ve ihsanıdır ki, onu bana bahsetmiştir. Senin şu
anda bende görmekte olduğun ıztırab ve endîşeme gelince, o senin için ve senin
en yakın ve en sâdık dostların içindir [55].
Vallâhî şayet benim şu yer dolusu altınım olaydı azız ve celîl olan Allah'ın
azabından kurtulmak için o azabı görmeden önce bu altınları (hiç tereddüd
etmeden) muhakkak feda ederdim, demiştir.
Hammâd ibn Zeyd şöyle
demiştir: Bize Eyyûb, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs:
Ben Umer'in yanına girdim, demiş ve bu sözleri söylemiştir [56].
41-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in beraberinde Medine bustânlarından
bir bustânın içinde idim. Bir adam geldi de kapının açılmasını istedi.
Peygamber:
— "Ona kapıyı aç da kendisini cennetle
müjdele" buyurdu.
Ben o kimseye kapıyı
açtım. Gördüm ki, o Ebû Bekr'dir. Ve kendisini Peygamber'in söylediği şeyle
müjdeledim. Bu müjde üzerine Ebû Bekr Allah'a harndetti. Sonra bir adam daha
gelip o da kapının açılmasını istedi. Peygamber:
— "Ona kapıyı aç ve kendisini cennetle
müjdele" buyurdu. Ben kapıyı açtım ve Umer'le karşılaştım. Ona da
Peygamber'in
söylediği şeyi haber
verdim. O da Allah'a hamdetti. Sonra bir kimse . daha kapının açılmasını
istedi. Peygamber yine bana:
— "Ona kapıyı aç ve kendisine isabet
edecek belâ ve imtihana "karşı onu cennetle müjdele" buyurdu.
Gelenin Usmân olduğunu
gördüm ve ona da RasûluIlah(S)'ın söy-, lediklerini haber verdim, O da Allah'a
hamdetti, sonra:
— (Gelecek musibetlere
karşı) yardımına sığınılacak olan ancak Allah'tır, dedi [57].
42-......Abdullah
ibn Hişâm: Biz Peygamber (S) ile beraber bulunuyorduk. Peygamber (o topluluk
içinde) Umer ibnu'I-Hattâb'ın elini tutuyordu, demiştir [58].
Ve Peygamber (S):
"Kim Rûme Kuyusu'nu kazdırırsa ona cennet vardır" buyurdu da, o
kıryuyu Usmân kazdırdı (ve vakfetti) [60].
Ve yine Peygamber:
"Her kim zorluk ordusunu teçhiz ederse, onun için cennet vardır"
buyurdu da akabinde o orduyu Usmân techîz etti [61].
43-.......Bize
Hammâd, Eyyûb'dan; o da Ebû Usmân'dan; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs etti (O,
şöyle demiştir): Peygamber (S) bir bustâna girdi de bana bustânın kapısını
bekleyip korumamı emretti. Derken bir adam geldi, izin istiyordu. Peygamber:
— "Ona izin ver ve kendisini cennetle
müjdele" buyurdu. Kapıyı açınca Ebû Bekr'le karşılaştım.
Sonra diğer biri
geldi, izin istiyordu. Peygamber yine:
— "Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele"
buyurdu. : Gördüm ki o da Umer'miş.
Sonra başka biri
geldi, o da izin istiyordu. Peygamber biraz sustu, sonra:
— "Ona izin ver ve kendisine isabet edecek
belâ ve imtihan üzerine cennetle müjdele" buyurdu.
Kapıyı açınca Usmân
ibn Affân ile karşılaştım [62].
Hammâd şöyle demiştir: Ve bize Âsim el-Ahvel ile Alî ibnu'l-Hakem tahdîs
ettiler; bunlar Ebû Usmân'dan işitmişlerdir; o, Ebû ; Musa'dan, yukarıki hadîsin benzerini tahdîs
ediyordu. Âsim bu hadîste şunu ziyâde etmiştir: Peygamber (S) içinde su olan
bir yerde oturmuş idi, iki diz kapağı yâhud bir diz kapağı açılmıştı. Usmân
oraya girince Peygamber hemen açık olan yerini örttü [63].
44-.......İbnu
Şihâb şöyle demişth: BanaUrve haber verdi. Ona da Ubeydullah ibn Adiyy
ibni'l-Hıyâr haber verdi ki, Mısver ibn Mah-rame ile Abdurrahmân ibnu'l-Esved
ibn Abdi Yegûs, Ubeydullah ibn Adiyy'e:
— Seni ana bir kardeşi
el-Velîd (ibn Ukbe ibn Ebî Muayt) için Usmân'la konuşmandan men' eden nedir?
İnsanlar el-Velîd hakkında ithamı çoğaltmışlardır, dediler.
(Ubeydullah dedi ki:)
Bunun üzerine ben Usmân'a gitmeyi kas-dettim. Namaza çıktığı zaman ona:
— Benim sana bir
hacetim var, o hacet sana nasihattir, dedim. Usmân:
— Ey insan! dedi.
RâvîMa'mer ibn Râşid
dedi ki: Ben sanıyorum ki, Usmân: Senden Allah'a sığmıyorum, dedi.
Bunun üzerine ben
Usmân'ın yanından ayrıldım da Mısver ile Abdurrahmân'm yanına döndüm. Bu sırada
Usmân'ın elçisi çıkageldi (Usmân beni çağırmış). Ben Usmân'ın yanına vardım.
Usmân bana:
— Senin nasihatin nedir? dedi. Ben Usmân'a
hitaben:
— Şübhesiz ki münezzeh
olan Allan, Muhammed'i hakk ile gönderdi ve O'na Kitâb'ı indirdi. Sen de
Allah'a ve Rasûlü'ne icabet edenlerden oldun. îki kerre hicret ettin. Allah
Elçisi'yle sohbet ve arkadaşlık yaptın ve'O'nun yolunu görüp bildin. İnsanlar
(sîretinin kötülüğü sebebiyle) Velîd'in hâli hakkında çok söz etmişlerdir,
dedim [64]
Usmân:
— Sen Rasûlullah'a yetiştin (O'ndan hadîs
işittin) mi? dedi. Ben:
— Hayır O'ndan hadîs
işitmedim, lâkin O'nun ilminden bana, perdesi arkasındaki bakire kıza ulaşmakta
olan yaygın ilim ulaşmıştır, dedim.
Usmân şöyle dedi:
— Amma ba'du = Sözün
bundan sonrasına gelince: Şübhesiz Allah, Muhammed'i hakk ile peygamber
göndermiş, ben de Allah'a ve Rasûlü'ne icabet eden kimselerden olmuşumdur. Ve
Peygamber'le gönderilmiş olan bilgilere îmân etmiş, senin de söylediğin gibi
iki defa hicret etmişimdir. Rasûlullah'la sohbet etmiş ve O'na bey'at
eyle-mişimdir. Allah'a yemîn ederim ki, Allah O'nu vefat ettirinceye kadar ben
O'na isyan etmedim ve O'nu hiçbir zaman aldatmadım. O'ndar. sonra Ebû Bekr
geldi. Ona da isyan etmedim ve aldatmadım. Sonra Umer geldi. Ona da isyan
etmedim ve aldatmadım. Sonra ben halîfe seçildim. Öyle olunca benim sizin
üzerinizde, onların hakkı gibi hakkım olmadı mı? dedi. Ben:
— Evet oldu, dedim. Usmân:
— Öyleyse sizlerden
bana ulaşan şu uydurma haberler nedir? Amma Velîd'in durumundan zikrettiğin
şeye gelince, inşâallah biz onun hakkında haklı karârı alacağız, dedi.
Sonra Alî'yi çağırdı
da Velîd'e deynekleme cezası vurmasını emretti. Alî de el-Velîd ibn Ukbe'ye
seksen deynek vurdu [65].
45-.......Bize
Abdulazîz ibnu Ebî Seleme el-Mâcişûn, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da îbn
Umer'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): "Bizler Peygamber'in hayâtı
zamanında (sahâbîler arasındaki fazilet derecelerini görüşürdük de),
sahâbîlerden hiçbirisini fazilette Ebû Bekr'e denk tutmazdık. Sonra Umer'e,
sonra Usmân'a da mü-sâvî ve muâdil kimse bulmazdık. Bunlardan sonra
Peygamber(S)'in diğer sahâbîlerini bırakırdık. Onların arasında fazilet farkı
aramazdık" demiştir.
Bu hadîsi
Abdulazîz'den rivayet etmekte Abdullah ibn Salih, Şâzân'a mutâbaat etmiştir [66].
46-.......Bize
Usmân -ki o İbnu Mevheb'dir- tahdîs edip şöyle dedi: Mısırlılar'dan bir adam
geldi, Beyt'i hacc eyledi,- bu sırada oturmakta olan bir topluluk gördü de:
— Bu topluluk kimlerdir? dedi. Oradakilerden
biri:
— Bunlar Kureyş'tir, dedi. O zât bu sefer:
— Bunların içinde şeyh
kimdir? dedi.
Onlar:
— Abdullah ibn Umer'dir, diye cevâb verdiler.
Bu zât:
— Ey Umer'in oğlu! Ben
senden birşey soracağım, onu bana tahdîs et: Uhud günü Usmân (harbe
katılmayıp) kaçmıştır, bilir misin? diye sordu.
İbnu Umer:
— Evet, diye cevâb verdi.
Sorucu:
— Usmân'ın Bedir gününde
kaybolup harbde hazır bulunmadığını bilir misin? dedi.
İbn Umer:
— Evet biliyorum, dedi.
O kimse:
— Usmân'ın Rıdvan
Bey'atı'nda kaybolup Hudeybiye'de hazır
bulunmadığını biliyor
musun? dedi. İbn Umer:
— Evet biliyorum, diye
tasdik etti.
Bu kimse (sorularına
aldığı tasdik cevâblarını fikrine uygun bulup tahsîn ederek):
— Allâhu Ekber, dedi.
Bunun üzerine İbn Umer
(bu adamın yanlış düşüncelerini düzeltmek üzere):
— Gel, sana hakikati
beyân edeyim: Uhud harbi günü Usmân'ın kaçmasına gelince; ben çok iyi bilir,
sana da bildiririm ki, Allah Uhud'da bulunmamak kusurunu afv ve bundan doğan
günâhını mağfiret etmiştir [67].
Bedir gazasından kaybolması ise, Usmân'ın nikâhında Rasûlullah'ın kızı Rukayye
vardı. Rukayye Bedir seferi sırasında ağır hasta idi. Rasûlullah Usmân'a:
"Ey Usmân! Senin için Bedir'de hazır bulunan bir gâzîsevabı ve bir gâzînîn
ganimet payı vardır" buyurup izin vermesi sebebiyledir. Rıdvan
Bey'atı'ndan kaybolmasına gelince (Mekke'ye vazîfe ile gönderilmiş
olmasındandır). Eğer Mekke vadisinde Usmân'"dan ziyâde şeref ve nufüz
sahibi bir kimse bulunsaydı, muhakkak Rasûlullah Usmân'ın yerine onu
gönderirdi. Rasûlullah, Usmân'ı gönderip, o Mekke'ye gittikten sonra Rıdvan
Bey'atı yapılmıştı. Usmân'ın bu şerefli bey'attan mahrum olmaması için,
Rasûlullah (S) sağ eline işaret ederek: "İşte bu, Usmân'ın elidir"
buyurup onunla sol eli üzerine vurdu da "İşte bu Usmân için
bey'attır" buyurdu.
Abdullah ibn Umer,
Mısırlı sorucuya (bu açıklamaları verdikten sonra):
— Sana verdiğim bu
cevâblarla beraber, artık şimdi gidebilirsin, dedi [68].
47-.......Saîd'den;
o da Katâde'den tahdîs etti ki, Enes (R) onlara tahdîs edip şöyle demiştir:
Peygamber (S) beraberinde Ebû Bekr, Umer ve Usmân olduğu hâlde Uhud Dağı'na
çıkmıştı. Orada bulundukları sırada dağ deprendi. Peygamber hemen: "Ey
Uhud sakin ol!" buyurdu. Enes: Zannediyorum ki Peygamber ayağı ile dağa
vurdu da: "Senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başkası
yoktur" buyurdu, demiştir [69].
Bu bâbda Umer
ibnul-Hattâb'ın öldürülmesi de vardır.
48-.......Amr
ibnu Meymûn şöyle demiştir: Ben, Umer ibnu'l- Hattâb'ı vurulmasından birkaç gün
önce Medine'de görmüştüm: Hu-zeyfe ibnu'l-Yemân ile Usmân ibn Huneyf'in yanı
başlarında durdu
da[70]:
— Nasıl yaptınız? Irak
ahâlîsine takat yetiremeyecekleri harâc yüklemiş olmanızdan korkuyor musunuz?
dedi.
Onlar:
— Biz Irak arazîsine onların tâkai
yetirebilecekleri, büyük bir fazlalık olmayan bir vergi yükledik, dediler.
Umer:
— Arazîye takat
yetiremeyecekleri bir harâc yüklemiş olmanızdan iyi düşünüp sakınınız, dedi.
Amr ibn Meymûn dedi
ki: Huzeyfe ile İbnu Huneyf:
— Hayır,biz oraya
takatlerinin üstünde vergi yüklemedik, dediler.
Bunun üzerine Umer:
— Eğer Allah beni
selâmette kılarsa, muhakkak ben Irak ahâlîsinin dullarını benden sonra
ebediyyen bir erkeğe muhtâc olmayacakları hâlde bırakacağım, dedi.
Amr ibn Meymûn şöyle
dedi: Umer'in üzerinden sâdece dördüncü gece geçti. Nihayet dördüncü gecenin
sabahında Umer vuruldu. Vurulduğu sabah ben Mescid'de saff içinde
dikeliyordum. Benimle Umer arasında Abdullah ibn Abbâs bulunuyordu. Umer'in
âdeti iki saff arasından geçerken "Saffları düzeltiniz" diye emreder,
nihayet saff-larda imtizâmsızlık görmeyince mihraba geçer, iftitâh tekbîrini
alırdı. Cemâatin toplanması için ekseriya ilk rek'atte Yûsuf Sûresi'ni yâhud
en-Nahl Sûresi'ni yâhud da bunlara benzer uzunlukta bir sûre okurdu. O sabah da
bu suretle mihraba geçip tekbîr aldı. Müteakiben ben Umer'in:
— "Köpek beni
öldürdü (yâhud köpek beni yedi)" dediğini işittim.
O anda (Ebû Lû'lû
Fîrûz denilen mecûsî) bir Acem genci Umer'i hançerlemişti ve elinde iki yüzlü
bir hançerle kaçmaya ve geçtiği saf f-larda sağlı sollu râsf geldiği kimseleri
vurmaya başlamıştı. Nihayet bu suretle onüç kimseyi hançerledi. Bunlardan
yedisi öldü. Bu kanlı vaziyeti gören müslümânlardan birisi borus denilen geniş
başlığını câ-nînin boynuna atıp geçirdi. Kâfir köle yakalandığını anlayınca kendini
hançerleyerek intihar etti.
Umer yaralanınca
Abdurrahmân ibn Avf'ın elinden tutup, onu mihraba geçirdi.
Amr ibnu Meymûn şöyle
dedi: Umer'e yakın bulunan herkes benim görmekte olduğum bu işi (yânı kölenin
Umer'i hançerlemesini) muhakkak görmüştür. Amma mescidin kenarlarında bulunan
kimselere gelince onlar birşey bilmiyorlardı. Ancak onlar Umer'in namaz
içindeki sesini kaybetmişlerdi. Onlar bundan taaccüb ederek:
— Subhânallah,
Subhânallah, diyorlardı.
Abdurrahmân cemâate
hafif bir namaz kıldırdı. Namazdan çıkınca Umer, İbn Abbâs'a:
— Ey Abbâs oğlu! Git
gör bakalım, beni kim vurdu? dedi.
İbn Abbâs bir müddet
dolaştıktan sonra geldi ve:
—Cânî Mugîre ibn
Şu'be'nin kölesidir, dedi.
Umer:
— Şu san'atkâr mı?
dedi.
İbn Abbâs: 4
— Evet, diye tasdîk
etti.
Umer:
— Allah onun canını
alsın! Ben ona iyilik emretmiştim. Allah'a lıamd olsun ki, benim ölümümü
müslümânlık iddiasında bulunan bir kimsenin eliyle yaptırmadı! dedi.[71].
Sonra Umer, İbn
Abbâs'a hitaben şunları söyledi:
— Sen ve baban Abbâs,
ikiniz Medine'de kâfir kölelerin çqk olL masını arzu ediyordunuz.
Abbâs, sahâbîler
içinde ençok kölesi olan kimse idi. Bunun üzerine İbn Abbâs, Umer'e:
— İstersen yaparım,
yânî eğer istersen Medine'deki köleleri öldürürüz, dedi.
Umer, İbn Abbâs'a:
— Yanlış söyledin.
Onları sizin dilinizle konuşmaları, sizin kıblenize namaz kılmaları ve
haccınızı hacc yapmalarından sonra öldürebilir misin? dedi.
Amr ibn Meymûn devamla
dedi ki: Sonra Umer kendi evine taşındı. Biz de beraberinde gittik. Durum öyle
idi ki, sahâbîlere ve Me-dîne halkına bundan önce bu derece elem verici bir
musibet erişmemişti. Bâzı kimse yaralarında tehlike yoktur diyor, bâzı kimse de
ben Umer üzerine korkuyorum diyordu. Yaralar tedaviye başlandığı sırada
bir'mikdâr nebîz getirildi. Umer onu içti, fakat hemen karnından dışarı çıktı.
Sonra süt getirildi. Umer onu da içti, fakat bu da karnındaki yaradan çıkmaya
başladı. Bunun üzerine herkes, Umer'-in bu yaralardan öleceğini bildiler. Biz
de Umer'in yanına girdik. Artık insanlar takım' takım geldiler de Umer'in
iyiliklerini söylüyor, onu övüyorlardı. Bu sırada Umer'in yanına Ensâr'dan genç
bir insan geldi de:
— Ey Müzminlerin
Emîri! Allah'ın sana olan lutûf ve insaniyle sevin: Rasûlullah'la sohbetin ve
iyice bilmekte olduğun İslâm'daki kıdemin (bunca yüksek hizmetlerin) vardır.
Sonra halîfe oldun, hep adalet ettin. Bu beşerî faziletlerden sonra şehîdlik
rütbesi vardır! dedi.
Umer:
— Bu halifelik işinin
bana bir kefâf olmasını, yânî ne aleyhime ikaabi, ne de lehime sevabı olmasını
arzu ettim, dedi.
O genç arkasını dönüp
giderken Umer onun izârının uzunluğundan dolayı yerde sürünüyor olduğunu gördü
de:
— Şu genci bana geri getirin, dedi. O genç
gelince, ona:
— Ey kardeşim oğlu!
Elbiseni yerden kaldır. Çünkü bu kaldırma elbisen için daha bekaa verici
(yâhud daha temiz kılıcı), Rabb'ın için de daha takvâlı olur, dedi.
Bundan sonra Umer
oğluna hitaben şunları söyledi:
— Ey Umer'in oğlu
Abdullah! Üzerimde olan borçlara bak! dedi.
Borçlarını hesâb
ettiler ve borcunu seksen bin yâhud buna yakın buldular. Umer şöyle devam
etti:
— Eğer Umer ailesinin
malı bu borca yeterse, borcu onların mallarından öde! Eğer Umer'in malı borca
yetmezse Adiyy ibn Ka'b oğulları'ndan mal iste. Eğer onların malları da
yetmezse Kureyş kabilesinden mal iste ve onlardan öteye, yânî daha başkalarına
gitme Bu mallarla benim borcumu öde! Mü'minlerin Anası Âişe'ye git de ona: Umer
sana selâm söylüyor, de: "Mü'minlerin Emîri" ta'bîrini söyleme.
Çünkü ben bu gün Mü'minlerin Emîri değilim. Ve Âişe'ye: Umer ibnu'l-Hattâb iki
arkadaşının yanma gömülmek için senden izin istiyor, de! dedi.
ibn Umer, Âişe'ye
gitti, ona selam verip yanına girmeye izin istedi. Sonra Âişe'nin yanına
girdi, onu oturmuş (Umer için) ağlıyor buldu. İbn Umer, Âişe'ye:
— Umer ibnu'l-Hattâb
sana selâm ediyor ve iki arkadaşının beraberinde gömülmesi hususunda izin
istiyor, dedi.
Âişe:
— Ben burayı kendim
için düşünüyordum. Fakat bu gün elbette Umer'i nefsime üstün tutarım, dedi.
Abdullah dönüp
gelince, Umer'e:
— İşte Abdullah ibn Umer gelmiştir, denildi.
Umer:
— Beni kaldırın, dedi.
Bir kimse Umer'i
kendisine dayadı. Umer, Abdullah'a:
— Yanında ne haber var? diye sordu. Abdullah:
— Ey Mü'minlerin
Emîri,.yanımda senin arzu etmekte olduğun şey vardır. Âişe (iki arkadaşınla
gömülmene) izin verdi, dedi.
Umer:
— el-Hamdü lillâh{ =
Allah'a hamd olsun)! Bu gün benim için dostlarımın yanma gömülmekten başka daha
ehemmiyetli hiçbir iş ve arzu yoktur. Ben ölünce cenazemi hücreye taşıyınız.
Sonra Âişe'ye teslim ediniz. Sen Âişe'ye: Umer ibnu'l-Hattâb senden izin
diler, de. Eğer Âişe benim oraya gömülmem için izin verirse, beni oraya
girdiriniz. Şayet Âişe beni reddederse, sizler benim cesedimi müslii-mânlarm
kabirlerine götürüp gömünüz, diye vasiyet etti.
Bu sırada mü'minlerin
anası Hafsa geldi. Beraberinde birtakım kadınlar yürüyordu. Biz onları görünce
kalktık. Hafsa babasının huzuruna girdi ve yanında bir müddet ağladı -bir
nüshada: Bir müddet eylendi-. Erkekler Umer'in yanına girme izni istediler.
Hafsa da kendi ev halkına âid olan bir yere girdi. Biz o içeri mekândan onun
ağlamasını işittik. Gelen erkekler Umer'e:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, vasiyet et, yerine birini halef seç de onu bize tavsiye et, dediler.
Umer:
— Mü'minlerin bu
halifelik işine Rasûlullah'm kendilerinden razı olarak vefat ettiği şu
neferler yâhud şu topluluktan daha lâyık bir kimse bulmuyorum, dedi ve Alî,
Usmân, ez-Zubeyr, Talha, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Abdurrahmân ibn Avf diye
isimlerini saydı.
Ve Umer şunu da
söyledi:
— Abdullah ibn Umer de sizlerle hazır bulunup
nezâret eder. Fakat ona bu halifelik işinden hiçbirşey yoktur (yânî onun re'y
hakkı olmayacaktır). -Umer'in, oğlunun re'y hakkı olmamasından kınlan
gönlünü, o şûrada hazır bulunmasını söylemesi- ibn Umer'i teselli hey'etinde
olmuştur.
Umer devamla:
— Eğer emirlik Sa'd'a isabet ederse, o bu işin
ehli ve yeridir. İsabet etmezse, sizden hanginiz emîr yapılırsa Sa'd'ın
yardımını istesin (ondan istifâde etsin). Çünkü ben Sa'd'ı Küfe Valiliğinden
ne aczi, ne de hıyanetinden dolayı ayırdım, dedi [72].
Umer devamla şunları
söyledi:
— Benden sonraki
halîfeye ilk Muhâcirler'i tavsiye ederim. Bu ilk Muhacirlerdin haklarının
tanınmasını ve onlara yapılan hürmetin muhafaza edilmesini tavsiye ederim. Ve
yine benden sonraki halîfeye Ensâr'a da hayırlı olmasını tavsiye ederim. O
Ensâr ki, Peygam-ber'in ve Muhâcirler'in Medine'ye gelmelerinden önce Medine'yi
yurt ve îmân evi edinmiş olan kimselerdir [73].
İşte onların iyilerinin iyilikleri kabul olunmalı, kötülerinin kötülüğü ve
kusurları affedilmelidir. Ben yeni halîfeye bütün memleketler halklarına da
hayırla muamele etmesini tavsiye ederim. Çünkü onlar İslâm'ın yardımcılarıdır,
mal toplayıcılardır, çoklukları ve kuvvetleriyle düşmanı öfkelendirenlerdir.
Onlardan ancak kendi nzâlarıyle mallarının fazlası alınmalıdır. Ve yine ben
yeni halîfeye, bedevilere de hayırla muamele etmesini tavsiye ederim. Çünkü
bedeviler Arab'ın aslı ve İslâm'ın maddesidirlef. Onların mallarının (en
iyilerinden değil de) etraf olanlarından alınıp fakirlerine verilmesini tavsiye
ederim. Ve yeni halîfeye Allah'ın zimmetini ve Rasûlullah'm zimmetini tavsiye
ederim: Allah'ın ve Rasû-lü'nün ahd ve emâmnda olan (Yahûdî, Hristiyan..) her
topluluğun ahd ve emânlarmın yerine getirilmesini tavsiye ederim. Bütün ferd-lerin
ve grupların hakları verilmeli, vazifeleri ve işleri görülmelidir. Onlara bir
düşman saldırdığında, onların arkalarından ve önlerinden müdâfaa edilmeleri
için harb yapılmalı ve kendileri ancak takat yeti-recekleri cizye vergisi ile mükellef
kılınmalıdırlar [74].
(Râvî şöyle devam
etti:) Umer vefat edince, onu evinden çıkardık (onun namazını Suheyb
kıldırdı). Sonra yürüyerekonu Âişe'nin hücresine getirdik. Abdullah selâm
verdikten sonra Âişe'ye:
— Umer ibnu'l-Hattâb senden izin ister, dedi.
Âişe:
— Onu içeriye girdiriniz, dedi.
Umer hücrenin içine
girdirildi ve orada iki arkadaşının yanında kabrine konuldu.
Umer'in gömülmesi işi
bitirilince, o şûra hey'eti toplandı. Bu toplantıda Abdurrahmân ibn Avf,
ihtilâfı azaltacak ve seçimi kolaylaştıracak şu amelî teklifi söyledi:
— Seçmedeki re'yinizi kendinizden gönül hoşluğu
ile üç kişiye veriniz! dedi.
Bu teklif üzerine
ez-Zubeyr:
— Ben seçim işimi,
yânî re'yimi Alî'ye tahsis ettim, dedi. Talha da:
— Ben seçim işimi Usmân'a tahsis ettim, dedi.
Sa'd ibn Ebî Vakkaas:
— Ben seçim işimi
Abdurrahmân ibnAvf'a tahsis ettim, dedi. Bunun üzerine Abdurrahmân, Alî ile
Usmân'a da:
— Arkadaşlar, hanginiz
devlet başkanlığı adaylığından feragat ederse bu seçim işiyle meşgul olmayı ona
verelim. Allah ve müslü-mânlar ona murâkıb ve şâhiddir. Onlar işin kendisinde
(yâhud kendi i'tikaadında) bu işe kimin daha elverişli olduğunu şübhesiz daha
iyi görür ve bilirler, dedi.
Alî ile Usmân sükût
ettiler. Bunun üzerine Abdurrahmân iki arkadaşına:
— Öyleyse bu seçim
işiyle uğraşmayı bana havale ediyor musunuz? (Çünkü ben size rekaabet edecek
değilim.) Allah üzerimde şâhiddir ki, ben sizin efdalinizi seçmekte kısaltma,
yânı eksiklik yapmak yacağım (adaletten ayrılmayacağım), dedi.
Onlar da:
— Evet (bu seçim işini
sana havale ediyoruz), dediler. (Abdurrahmân üç gün üç gece uyku bile
uyumaksızın bütün halk
tabakalarıyle temas
ederek umûmî arzuyu anladı [75].)
Bunun üzerine son akdedilen toplantıda Alî'nin elini tutarak:
— Yâ Alî, kat'î
bilirsin ki, senin Rasülullah'a hısımlığın ve hâm'da kıdemin vardır. Allah,
üzerinde murâkıbdır. Yemîn olsun eğer ben seni emîr seçersem, İslâm ümmeti
üzerinde muhakkak adalet edersin. Yine yemîn ederim ki, eğer Usmân'ı seçersem,
muhakkak sen onun da sözlerini dinler ve elbette emirlerine itaat edersin,
dedi.
Sonra Abdurrahmân ibn
Avf, diğerine yânî Usmân'a dönerek, Alî'ye söylediğinin benzerini ona da
söyledi. Abdurrahmân onların her ikisinden de bu suretle mîsâk (yânî çok sağlam
söz ve ahd) aldıktan sonra, Usmân'a:
— Yâ Usman elini kaldır! dedi ve Usmân'a bey'at
etti.
Alî de Usmân'a bey'at
etti. (Sonra kapılar açıldı.) Medîne ahâlîsi de girdiler ve Usmân'a bey'at
ettiler [76].
Ve Peygamber (S)
Alî'ye hitaben: "Sen bendensin, ben de sendenim" buyurmuştur [78].
Umer ibnu'l-Hattâb da:
Rasûlullah, Alî'den razı olarak vefat etti, demiştir [79].
49-.......Bize
Abdulazîz, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki, Rasûlullah
(S) Hayber günü:
— "Bayrağı yarın
bir kişiye vereceğim ki, Allah fethi onun iki eliyle müyesser kılacaktır"
buyurmuştur.
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine orada bulunan sahâbîler o gecelerini bayrağın onlardan hangisine
verileceği hayâline dalıp huzursuzlukla geçirdiler. İnsanlar sabaha girince
Rasûlullah'ın huzuruna gittiler. Hepsi bayrağın kendisine verilmesini
umuyorlardı. Fakat Rasûlullah:
— "Alî ibn Ebî Tâlib nerededir?" diye
sordu. Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, onun iki gözü ağrıyor,
dediler. Rasûlullah:
— "Ona haber gönderin de onu bana
getirin" buyurdu.
Alî gelince,
Rasûlullah onun gözlerine tükürdü ve ona şifâ duası yaptı. Akabinde Alî'nin
gözleri iyileşti, hattâ onda hiçbir ağrı yokmuş gibi oldu. Hemen bayrağı
Alî'ye verdi. Bunun üzerine Alî:
— Yâ Rasûlallah,
Hayber Yahûdîleri ile onlar da bizim gibi (müs-lümân) oluncaya kadar vuruşacak
mıyım? dedi.
Rasûlullah:
— "Tâ Hayberliler'in sahasına ininceye
kadar hey'etin üzeresü-
kûnetle yürü. Sonra
onları İslâm'a girmeye da'vet et. Ve onlara İslâm'da üzerlerine vâcib olacak
Allah haklarını haber ver. Allah'a yemin ederim ki, senin sayende Allah'ın bir
tek kişiye hidâyet vermesi senin lehine, senin kırmızı develerin olmasından
daha hayırlıdır" buyurdu [80].
50-.......
Selemetu'bnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Alî, Hayber'de gözünde rahatsızlık
olduğu için Peygamber'den geride kalmış idi. Alî kendi kendine: Ben göz
rahatsızlığı sebebiyle Rasûlullah'tan geriye kalır mıyım? diyerek dışarı çıktı
ve Peygamber'e yetişti. Allah'ın, sabahında fetih ihsan ettiği gecenin akşamı
olunca, Rasûlullah (S):
— "Yemîn olsun, İslâm bayrağını yarın
muhakkak bir kimseye vereceğim ki (yâhud yarın bayrağı bir adam alacak ki),
Allah ve Ra~ sûlü onu sever yâhud o kimse Allah'ı ve Rasûlü'nü sever. Allah ona
fetih ihsan edecektir" buyurdu.
Ertesi gün Alî ile
karşılaştık. Hâlbuki biz, göz rahatsızlığından dolayı onun gelmesini
ummuyorduk. Sahâbîler:
— İşte Alî geldi, dediler.
Rasûlullah bayrağı ona
verdi. Allah Hayber'in fethini ona müyesser kıldı [81].
51-.......Ebû
Hazım Seleme ibn Dînâr'dan ( o şöyle demiştir):
Bir kimse Sehl ibn
Sa'd(R)'a geldi de:
— Medîne Emîri şu
Fulân kişi minber yanında Alî'yi razı olunmayan birşeyle zikrediyor, dedi.
Râvî Ebû Hazım dedi
ki: Sehl:
— Bu emîr Alî için ne söyledi? der. Râvî Ebû
Hazım dedi ki:
— Emîr, Alî'ye Ebû
Turâb diyor, deyince Sehl ibn Sa'd güldü de:
— Vallahi bu lakabı
Alî'ye muhakkak Peygamber isim yapmıştır ve Alî'ye bundan daha sevgili bir
isim de olmamıştır, dedi.
Ebû Hazım dedi ki: Ben
(bu unvanı Peygamber'in Alî'ye nasıl verdiğini öğrenerek) lezzet almak istedim
de, Sehl ibn Sa'd'a bu hadîsi sordum ve:
— Yâ Ebâ Abbâs, bu isim verme işi nasıl oldu?
dedim.
O da şöyle
anlattı:
— Bir kerre Alî,
Fâtıma'mn yanma girmiş, sonra bir şeyden Fâ-tıma'ya darılarak dışarı çıkmış ve
Mescid'de yatmıştı. Bu sırada Fâtıma'mn yanına Peygamber gelip: "Amcan
oğlu nerede?" diye sorduğunda Fâtıma: Mescid'dedir, dedi. Bunun üzerine
Peygamber Mes-cid'e çıktı ve Alî'yi, sırtından ridâsı düşmüş, sırtına toprak
bulaşmış bir hâlde yatıyor buldu. Bunun üzerine Peygamber (S), Alî'nin sırtından
topraklan eliyle silkmeye başladı ve iki kerre: "Otur yâ Ebâ Tu-râb! Otur
yâ Ebâ Turâbf" buyuruyordu [82]
52-.......Sa'd
ibnu Ubeyde şöyle demiştir: İbn Umer'in yanına bir adam (yânî Nâfi'
ibnu'l-Ezrak) geldi de, ona Usmân'dan sordu. İbn Umer, Usmân'ın güzel
amellerinden zikretti de o kimseye:
— Belki Usmân'ın
işlerinden sana zikrettiğim şeyler, sana kötü geliyordur, dedi.
O kimse:
— Evet kötü geliyor, dedi. İbn Umer:
— Allah senin burnunu topraklandırıp horlasın,
dedi. Sonra o kimse İbn Umer'e Alî'den sordu. îbn Umer, Alî'nin güzel
amellerini zikretti
de:
— Alî budur, evi de
Peygamber'in evlerinin en güzelidir (yâhud ortasındadır), dedi.
Sonra yirîe:.
— Belki benim Alî'den
söylediğim şeyler sana kötü geliyordur, dedi.
O adam:
— Evet (kötü geliyor), dedi. Bunun üzerine İbn
Umer ona:
— Allah senin burnunu
toprağa sürtüp horlasın. Git de benim hakkımda neye gücün yeterse yap! Dedi [83].
53-.......Bize
Şu'be, el-Hakem'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir:
Ben İbnu Ebî Leylâ'dan
işittim, şöyle dedi: Bize Alî şöyle tahdîs etti: Fâtıma aleyhi's-selâm değirmen
taşı çevirmenin te'sirinden elinde meydana gelen rahatsızlıktan şikâyet etti.
O sırada Peygamber'e birtakım esirler gelmişti. O esirlerden bir hizmetçi
istemek üzere Peygamber'in evine gitti, fakat Peyganıber'i evde bulamadı;
Âişe'yi buldu ve ona ne için geldiğini haber verdi. Peygamber geldiğinde Âişe,
Fâ-tıma'mn gelişini Peygamber'e haber verdi.
Alî dedi ki: Bunun
üzerine Peygamber bize geldi ve bizi yataklarımıza girmiş hâlde buldu. Ben
hemen ayağa kalkmaya davrandım. Peygamber derhâl:
— "Yerinizde
durunuz" buyurdu ve ikimizin arasına oturdu; hattâ ben göğsüm üstüne
dokunan iki ayağının serinliğini hissettim.
Sonra Peygamber (S):
— "İyi
dinleyiniz! Ben size, sizin benden istediğiniz esîr hizmetçiden daha hayırlı
birşey öğreteceğim: Siz (geceleyin) yatağınıza girdiğinizde otuzdört defa
Allâhu Ekber; otuzüç kerre Subhânallah dersiniz. Otuz üç kerre de el-Hamdu
Kllah dersiniz. İşte bunları söylemeniz sizlere hizmetçiden hayırlıdır"
buyurdu [84].
54-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Peygamber (S),
Alî'ye hitaben:
"Senin bana bağlılığın, Harun'un Musa'ya bağlılığı derecesinde olmandan
razı olmuyor musun?" buyurdu [85]
55-.......
Bize Şu'be, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Ibn Sîrîn'den; o da Abîde
es-Selmânî'den haber verdi ki, Alî (R) Irak ahâlîsine:
— Bundan evvel hüküm
veregeldiğiniz gibi hüküm veriniz. Çünkü ben (Ebû Bekr ve Ümer, üzerinde
çekişme ve fitneye götürücü) ihtilâfı çirkin görüyorum. Tâ ki, insanların bir
cemâati olsun yâhud da ben arkadaşlarımın öldüğü gibi ölürüm, demiştir.
Muhammed ibn Şîrîn (Râfızîler
tarafından) Alî üzerine rivayet edilen (Şeyhayn'e muhalefet) haberlerinin çoğunu
yalandan ibaret görür idi [86].
Peygamber (S),
Ca'fer'e hitaben: "Sen hilkatin (vucûd yapılısın) ve ahlâkın yönünden bana
benzedin" buyurmuştur. [87]
56-.......
Ebû Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): İnsanlar: Ebû Hureyre çok (hadîs rivayet)
ediyor, deyip duruyorlar. Hâlbuki ben, karnımın doyması mukaabilinde boğaztokluğuna
Rasûlullah'tan hiç ayrılmaz idim. Hattâ ben mayalı (yâhud katikhk) ekmek yemez,
yeni ve güzel elbise giymezdim. Bana hiçbir erkek ve hiçbir kadın da hizmet
etmezdi. Ben (bazen) açlıktan karnıma taş bağlardım. Şu muhakkak ki, ben
(bazen) yanımda yânı ezberimde bulunan âyetleri bir kimseye -o beni evine
götürsün de beni doyursun diye, sırf bu maksadla- okutmak isterdim. Fakirler
için insanların en hayırlısı Ca'fer ibn Ebî Tâlib idi. O bizleri evine
götürürdü ve evinde bulunan şeyleri bize yedirir idi. Hattâ şu da muhakkak ki,
o bize bazen içinde hiçbir-şey bulunmayan yağ tulumunu çıkarır idi de, biz de
onu yarar ve etrafında bulunan yağ kırıntılarını yalar idik [88].
57-.......
eş-Şa'bî_şöyle demiştir: İbn Umer (R), Abdullah ibn Ca'fer'e selâm verdiği
zaman:
— es-Selâmu aleyke ey
iki kanatlı adamın oğlu! der idi.
Ebû Abdillah
el-Buhârî: (îbn Umer'in sözündeki) "İki kanat", iki tarafın hepsidir,
demiştir [89].
58-.......Enes(R)'ten
(o, şöyle demiştir): Halk kıtlığa uğradıklarında Umer ibnu'l-Hattâb, Abbâs ibnu
Abdümuttalib ile (tevessül ederek) yağmur duası yapar ve: "Yâ Allah,
bizler (hayâtta iken) Peygamberimiz ile tevessül ederek senden niyazda
bulunurduk da sen bize yağmur ihsan ederdin. Bizler (şimdi de) Peygamberimizin
amcası ile tevessül ederek senden niyaz ediyoruz; bize (yine) yağmur ihsan
et!" diye duâ ederdi.
Enes: Bu duayı edince
insanlara yağmur verilirdi, demiştir [90]
Ve Peygamber (S):
"Fâtıma cennet ehli kadınlarının seyyidesidir' * buyurmuştur [92]
59-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti:
(Rasûlullah'ın vefatı üzerine) Fâtıma, Ebû Bekr'e haber gönderdi de Allah'ın
kendi Rasülü'ne fey' (yânî harb-siz ganimet) olarak bahşettiği ve Peygamber'in
de mü'minlere sadaka yaptığı Medine yakınındaki Benû Nadîr, Fedek hurmalıkları
ile Hayber hurmalıklarının beşte birinin kalanından isabet eden Peygamber'in
mirasını istiyordu. Ebû Bekr:
— Rasûlullah (S):
"Biz Peygamber cemâati vâris olunmayız. Bizim bıraktığımız mal, sadakadır
(mülkiyet Beytu'l-Mâl'e âiddir)" buyurdu. Şimdi Muhammed ailesi ancak bu
maldan, yânî mülkiyeti Allah'ın olan bu vakıf maldan yerler. Onların yenilecek
mikdâr üzerine artırma yapma hakları yoktur. Vallahi ben, Peygamber'in bu sadakaları
(vakıf malları) üzerine kendi zamanında yürürlükte olan uygulamadan hiçbirşeyi
değiştirmem. Rasûlullah'ın bu mallar üzerindeki muamelesi gibi muamele ederim,
dedi.
(Fâtıma'nın vefatından
sonra) Alî de bunun böyle olduğuna şe-. hâdet ettikten sonra:
— Yâ Ebâ Bekr! Esasen
biz senin fazîletini tanıyıp bilmişizdir, dedi de kendisinin Rasûlullah'a olan
yakınlığını ve kendilerine âid bu-Junan haklarını zikretti.
Bunun üzerine Ebû Bekr
de konuştu ve:
— Nefsim elinde olan
Allah'a yemîn ederim ki, bana Rasûlullah'ın hısımlarına hizmet etmek, kendi
hısımlarıma yardım etmekli-ğimden daha sevimlidir, dedi [93].
60-.......Vâkıd
şöyle demiştir: Ben babamdan (yânî Muhammed ibn Zeyd ibn Abdillah ibn
Umer'den) işittim; o İbn Umer'den tahdîs ediyordu ki, Ebû Bekr (R): "(Ey
insanlar), siz Muhammed(S)'e hürmetinizi, O'nun ev halkı hususunda da gözetip
muhafaza ediniz" demiştir [94].
61-.......İbnu
Ebî Muleyke'den: O dael-Mısver ibn Mahrame(R)'den: Rasûlullah (S): "Fâtıma
benden bir parçadır. Her kim onu öf-kelendirirse, şübhesiz beni öfkelendirmiş
olur" buyurmuştur [95]
62-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) vefat sebebi olan hastalığı sırasında kızı
Fâtıma'yı yanma çağırdı ve ona gizli birşey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra bir
daha çağırıp Fâtıma'ya yine gizli birşey söyledi. Bu defa da Fâtıma güldü.
Âişe dedi ki: Sonra
ben Fâtıma'ya bu ağlamanın ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma:
— Peygamber bana
gizlice vefat sebebi olan bu hastalığı sonunda ruhunun alınacağını haber
verdi. Bunun üzerine ben ağladım. Sonra bana, yine gizlice, benim O'nun ev
halkından kendisine ilk ulaşan kimse olacağımı ve kendisinin ardından
gideceğimi haber verdi. Buna da güldüm, dedi [96].
ibn Abbâs da:
ez-Zubeyr, Peygamberin havârîsidir (yânî en hâlis yardımcısı ve en samimî
dostudur), dedi.
el-Buhârî de: Isâ
Peygamberin havarileri, elbiselerinin beyazlığından dolayı böyle
isimlendirildiler, demiştir [97].
63-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Bana Mervân ibnu'l-Hakem haber verip şöyle dedi:
Usmân ibn Affân'a ruâf hastalığı se- nesinde (otuzbirinci hicret yılında)
salgın hâlinde hüküm süren bir ru- âm hastalığı isabet etti ve hattâ bu
hastalık, Usmân'ı hacc etmekten men'
etmişti. Usmân da ölüm endişesiyle vasiyet etmeye başlamıştı. Usmân'ın yanına Kureyş'ten bir adam girdi de:
rkr-- — Yerine bir halîfe ta'ynı et,
dedi.
Usmân:
— Herkes bunu söyledi, dedi. O kimse de:
— Evet öyle
söylüyorlar, diye te'yîd etti.
Usmân:
— Kimin halef yapılmasını
söylüyorlar? diye sorunca, o kimse
sükût etti.
Râvî Mervân dedi ki: Usmân'ın yanına başka bir
adam daha gir- misti. O kimsenin (kardeşim) el-Hâris olduğunu zannediyorum. O
da Usmân'a:
—
Yerine bir halef göster, dedi.
Usmân yine:
—
Herkes bunu söyledi, dedi. O zât da:
— Evet
öyle söylüyorlar, diye Usmân'ı te'yîd etti. Usmân yine:
— Kimin halef
yapılmasını söylüyorlar? diye sorunca, o da sükût etti.
İbn Abbâs'ın bu sözü,
Berâe Tefsîri'nde gelecek olan hadîsin parçasıdır.
Bu defa Üsmân kendisi:
— Belki insanlar ez-Zubeyr'i söylemişlerdir,
dedi. Haris
— Evet, diye tasdîk
etti.Usmân:
— Dikkat edin! Nefsim
elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, şübhesiz ez-Zubeyr, benim faziletli
olduklarım bildiğim kimselerin en hayırhsıdir. Ve yine şübhesiz o,
Rasûlullah'a, onların en sevimli olanıdır, dedi [98].
64-.......Hişâm
şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verip şöyle dedi: Ben
Mervân ibnu'l-Hakem'den işittim (şöyle diyordu): Ben Usmân'ın yanında idim.
Ona bir adam geldi de:
— Yerine bir halef göster, dedi. Usmân:
— Bu söylendi mi? diye sordu. O zât:
— Evet, halef olması söylenen kimse
ez-Zubeyr'dir, dedi. Usmân üç kerre:
— Dikkat edin! Allah'a
yemîn ederim ki, muhakkak sizler, ez-Zubeyr'in en hayırlınız olduğunu
bilmektesinizdir, dedi [99].
65-.......Câbir
(R): Peygamber (S): "Şübhesiz her peygamberin havarisi vardır. Ve
şübhesiz benim havarim de ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dır" buyurdu, demiştir [100].
66-.......Abdullah
ibnu'z-Zubeyr (R) şöyle demiştir: Ahzâb günü ben, Ebû Seleme'nin oğlu Umer ile
beraber (çocuk olduğumuzdan) kadınların yanında bırakıldım. Bir de baktım ki,
babam ez-Zubeyr, atının üstünde iki yâhud üç kerre Kurayza oğulları'na gidip
geliyor. Ben evimize dönüp geldiğimde babama:
— Ey babacığım! Ben
seni Kurayza oğulları yurduna gidip gelirken gördüm, dedim.
Babam:
— Ey oğulcuğum! Sen beni öyle gördün mü? dedi.
Ben de:
— Evet, dedim. ' *
Babam (bu hareketinin sebebini bildirmek için) dedi ki:
— Rasûluilah (S):
"Kurayza oğulları'na kim gider de onların haberlerini bana getirir?"
dedi. Ben de (icabet edip) gittim. Gelince Rasûluilah bana babasıyle anasını
bir arada zikrederek: "Zubeyr! Babam anam sana feda olsun!" buyurdu [101].
67-.......Bize
Hişâm ibn Urve, babası Urve'den haber verdi (o, şöyle demiştir): Yermuk vak'ası
gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zubeyr'e hitaben:
— Ey Zubeyr! Rumlar'a
şiddetli bir saldırı yapmaz mısın ki, biz de seninle beraber şiddetli bir
saldırı yapalım? dediler.
ez-Zubeyr, Rûmiar
üzerine amansız hamleler yaptı. Rumlar bu hamle sırasında Zubeyr'in omuz kökü
üzerine iki darbe vurdular. Bu iki geniş yara arasında Bedir harbinde yediği
bir darbenin çukurluğu vardı.
Urve: Ben çocukken bu
üç darbenin yerlerine parmaklarımı sokar, oynardım, demiştir [102].
Umer: Peygamber (S),
Talha'dan razı olarak vefat etti, demiştir [103]:
68-.......Ebû
Usmân Abdurrahmân en-Nehdî: Şu Uhud harbi günlerinde harbin kızıştığı öyle
günler, saatler oldu ki, Rasûlullah'ın harbettiği o zamanlarda, RasûIulIah(S)'m
maiyyetinde harbeden Talha ile Sa'd'dan başka kimse kalmadı, demiştir. Ebû
Usmân bu hadîsi, Talha ile Sa'd'ın hadîsinden olmak üzere rivayet etmiştir
(yânî kendisine onlar bunu tahdîs etmişlerdir demek istemiştir).
69-.......
Kays ibnu Ebî Hazım: Ben Talha'nın (Uhud harbinde) Peygamber'e siper edip
koruduğu elini gördüm. O el (yaralanıp) çolak olmuştu, demiştir [104].
Zühre oğulları,
Peygamber'in dayılarıdırlar. Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın adı Sa'd ibn Mâlik'tir [105].
70-.......Ben
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, şöyle dedi: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan
işittim: Peygamber (S) Uhud günü beni taltif ve tebcil için babası ile anasını
birlikte zikretti (yânî: Babam anam sana feda olsun, buyurdu), diyordu [106].
71-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R): Yemîn olsun ben kendimi İslâm'a giren(erkek)lerin üçte
biri (yânî üçüncüsü) olarak gördüm, demiştir.
72-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb şöyle diyordu: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan işittim, şöyle
diyordu: İslâm'a, benim kendisinde İslâm'a girdiğim günde başka kimse girmedi.
Yemîn olsun ben İslâm'a girenlerin üçte biri (yânî üçüncüsü) .olduğum hâlde
yedi gün beklemişimdir.
el-Buhârî dedi ki: Bu
hadîsi rivayet etmekte Ebû Usâme, İbnu Ebî Zâide'ye mutâbaat etti de: Bize
Hişâm tahdîs etti, dedi [107]
73-.......Kays
ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan işittim, şöyle
diyordu: Ben Allah yolunda ok atmış olan Arab mücâhidlerinin muhakkak
birincisiyim. Ve biz Peygamber'in beraberinde gaza ediyorduk. Yanımızda bizim
ağaç yaprağından başka yiyecek birşeyimiz de yoktu. Hattâ bizlerden herbirimiz,
hacetini yaparken, muhakkak devenin yâhud koyunun çıkardığı gibi kuru dışkı
çıkarırdı, bu dışkı katılığından dolayı birbirine karışmazdı. (İslâm'a
yaptığımız bunca hizmetlerden sonra Esed oğulları İslâm (esâsları ve ibâdeti)
üzerinde bizi ayıplar oldular. Yemîn olsun ben onların iddia ettikleri gibi
namazı güzel kıldıramıyorsam, o tak-dîrde ben onların öğretmesine muhtâc olurum
ve bunca amelim de boşa gitmiş olur!
(Râvî dedi ki:) Esed
oğullan (Sa'd Irak'ta vâlî iken Halîfe Umer'e) Sa'd aleyhine gammazlık
etmişlerdi de: Sa'd namazı güzel kıldırmıyor, demişlerdi [108].
Peygamber'in dâmâdlarından
birisi Ebû'l-Âs ibnu'r- Rabfdir [109].
74-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Alî ibn Hüseyin tahdîs etti ki, el-Mısver ibn Mahrame (R)
şöyle demiştir: Alî bir ara Ebû Cehl'in kızı ile nişanlanmak istedi. Alî'nin bu
arzusunu Fâtıma işitti ve akabinde Rasûlullah'a geldi ve:
— Kavmin senin
kızların için öfkelenmez olduğunu söylüyorlar. Bak işte Alî, Ebû Cehl'in kızını
nikâh edecek! dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah kalktı (bir hutbe yaptı). Mısver dedi ki: Ben Rasûlullah'tan bu
hutbesinde şehâdet getirdikten sonra şöyle derken işittim:
— "Amma ba'du(- Sözün bundan sonrasına
gelince): Şübhesiz ben (kızım Zeyneb'i) Ebû'l-Âs ibn Rabî'a nikâh ettim. O bana
söz verdi ve bana karşı verdiği sözde doğru hareket etti. Şübhesiz Fâtı-ma
bendendir parçadır. Muhakkak ki, ben ona fenalık yapılmasını çirkin görürüm.
Vallahi Allah Rasûlü'nün kızı, Allah düşmanının kızı ile bir erkeğin yanında
bir araya gelmez".
(Râvî dedi ki:) Bunun
üzerine Alî, Ebû Cehl'in kızı ile evlenmeyi bıraktı.
Muhammed ibn Amr ibn
Halhala şunu ziyâde etti: îbn Şihâb'-dan; o da Alî'den; o da Misver'den; o
şöyle demiştir: Ben Peygam-ber'den işittim; Abdu Şems oğullârı'ndan bir
damadını (Ebû'1-Âs'i) zikretti ve onu dâmâdhğı hususunda çok güzel övdü:
"O bana söz verdi, sözünde gerçek çıktı ve bana verdiği va'diyerine
getirdi" buyurdu [110].
el-Berâ da:
Peygamber(S)'in Zeyd'e hitaben: "Sen bizim kardeşimiz ve dostumuzsun"
buyurduğunu söylemiştir [112].
75-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber, bir fırka mücâhid hazırladı da
başlarına Usâme ibn Zeyd'i emîr (yânî kumandan) ta'yîn edip sefere gönderdi.
Bâzı kimseler Usâme'nin emîr-liği hakkında i'tirâz ve dedikodu ettiler. Bunun
üzerine Peygamber
— "Siz şimdi
Usâme'nin kumandanlığını kötülüyorsunuz. Siz bundan önce onun babasının
kumandanlığı hususunda da kötüleme yapmıştınız. Allah hakkı için Zeyd
kumandanlığa nasıl tamâmiyle lâ-yıksa ve o, bana insanların en sevimlilerinden
biriyse, hiç şübhesiz şu Usâme de babasından sonra bana insanların en
sevimlilerindendir" buyurdu [113].
76-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bir kerre Peygamber (S) benim yanımda bulunurken bir izci
gelmişti. O sırada Usâme ibn Zeyd ile Zeyd ibn Harise yan-üstü yatmışlardı. O
izci onların ayaklarına baktı da:
— Şübhesiz şu
ayakların bâzısı bâzısından olmuştur! dedi.
Râvî dedi ki: İzcinin
bu sözü ile Peygamber sevindi ve bu söz kendisini hayrete düşürdü de bunu
Âişe'ye haber verdi [114].
77-.......Bize
Leys, ez-Zuhrî'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir); Mahzûm
oğullan'na mensûb bir kadının işi Ku-reyş'e keder verdi de:
— (Bu kadının şefaat
edilmesi için) Rasûlullah'ın huzurunda, Rasûlullah'ın sevgilisi olan Usâme'den
başka kimse konuşmaya cesaret edemez, dediler.
Ve bize Alî (ibn
Abdillah el-Medînî) tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi:
Ben o Mahzûmlu kadının hadîsini sormak üzere ez-Zuhrî'ye gittim. O bana
bağırdı.
Alî dedi ki: Ben
Sufyân'a:
— Sen bu hadîsi başka
hiçbir kimseden alıp yüklenmedin?.dedim.
Sufyân:
— Ben bu hadîsi, Eyyûb
ibn Musa'nın ez-Zuhrî'den; o da Ur-ve'den; o da Âişe(R)'den senediyle yazdığı
bîr kitâbda buldum. Âişe şöyle demiştir: Mahzûmoğulları'nda (Fâtıma adlı) bir
kadın hırsızlık yapmıştı. Kureyş:
— Bu kadının affı
hakkında Peygamber'le kim konuşabilir? dediler.
.
Ve hiç kimse
Peygamber'e söylemeye cesaret edemedi. Nihayet Usâme ibn Zeyd Peygamber'e
söyledi. Bunun üzerine Peygamber (S):
— "İsrâîl oğulları, kendi aralarında
şerefli, nufûz sahibi büyük kişiler hırsızlık yaparsa onları bırakırlardı da,
içlerindeki zayıf kimseler hırsızlık yaparsa onların elini keserlerdi. Eğer
(kızım) Fâtıma çalmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim!" buyurdu [115]
(Bu, evvelki babın bir
faslı gibidir.)
78-.......Abdullah
ibn Ûînâr haber verip şöyle demiştir: Bir gün Abdullah ibn Umer mescidde iken,
mescidin bir tarafında (siyah.renkli) birisinin ihramını sürüyerek gezdiğini
gördü de, İbn Dînâr'a:
— Şuna bak, kimdir?
Keski bu kimse yanımda bulunsaydı (da ona öğüt verseydim)! dedi.
Bunun üzerine orada
bulunan bir insan İbn Umer'e:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân, bunu tanımıyor musun? Bu,
Usâme ibn Zeyd'in oğlu Muhammed'dir, dedi.
Râvî İbn Dînâr dedi
ki: Bunun üzerine İbn Umer bir müddet başını önüne eğdi ve elleriyle yeri
karıştırdı. Sonra:
— Eğer Rasûlullah bu
Muhammed'i görseydi, muhakkak onu severdi, dedi [116]
79-.......Bize
Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî, Usâme ibn Zeyd(R)'den tahdîs etti; o da
Peygamber(S)'in onu, yânî Usâme'yİ ve Alî'nin oğlu Hasen'i kucağına
alarak:
— "Yâ Allah! Sen bunları sev! Çünkü ben
bunları seviyorum" duasını söyler olduğunu tahdîs etmiştir.
Ve Nuaym ibn Hammâd,
İbnu'I-Mubârek'ten söyledi; o şöyle demiştir: Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den
haber verdi (o, şöyle demiştir): Bana Usâme ibn Zeyd'in bir kölesi şöyle haber
verdi: Üm-mü Eymen'in oğlu olan Eymen'in oğlu Haccâc -Ümmü Eymen'in oğlu ve
Haccâc'ın babası olan Eymen, Usâme ibn Zeyd'in ana-bir kardeşi idi ve bu Eymen,
Ensâr'dan bir zâttır- (Mescide girip namaz kıldı). İbn Umer onun rukû'unu ve
sucûdunu tamamlamadığını gördü de:
— Namazını yeniden
kıl, dedi.
Ebû Abdillah el-Buhârî
dedi ki: Ve bana Süleyman ibn Abdirrahmân tahdîs etti: Bana el-Velîd ibn
Müslim tahdîs etti: Bize Abdurrahmân ibn Nemr, ez-Zuhrî'den tahdîs etti: Bize
Usâme ibn Zeyd'in âzâdhsı Harmele tahdîs etti ki, kendisi İbn Umer'le birlikte
bulunduğu sırada mescide el-Haccâc ibn Eymen girip namaz kılmış. Fi*kat
el-Haccâc, rukû'unu ve sucûdunu tam yapmamış. Bunun üzerine İbn Umer ona:
— Namazını tekrar kıl! diye emretmiştir.
el-Haccâc dönüp giderken, İbn Umer bana:
— Yâ Harmele! Bu namaz kılan kimdir? dedi. Ben
de ona:
— Ümmü Eymen'in oğlu
olan Eymen'in oğlu el-Haccâc'dır, dedim.
Bunun üzerine İbn
Umer:
— Eğer Rasûlullah bu
sîmâyı görseydi (Eymen'i ve anasını sev-
diği için) muhakkak
onu da severdi, dedi ve Peygamber'in Usâme'ye olan sevgisini ve Ümmü Eymen'in
doğurduğu erkek ve kız çocuklarım zikretti.
el-Buhârî dedi ki: Ve
bana arkadaşlarımdan bâzısı (Ya'kûb ibn Süleyman yâhud ez-Zuhlî), Süleyman ibn
Abdirrahmân'dan: Ümmü Eymen, Peygamber'in dadısı (ikinci anası, mürebbîyesi)
idi, diye tahdîs etti [117]
80- Bize
Muhammed ibn îsmâîl-el-Buhârî tahdîs etti [119].
Bize İshâk ibnu Nasr tahdîs etti. Bize Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da
ez-Zuhrî'den; o da Salim'den tahdîs etti ki, babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle
demiştir: Peygamber'in sağlığında sahâbîlerden birisi bir düş görünce onu
Peygamber'e anlatırdı. Ben de bir düş görmemi ve onu Peygamber'e hikâye etmemi
temenni ettim. O sırada ben bekâr, ergen bir gençtim. Ve Peygamber zamanındaki
âdet üzere ben mescidde uyurdum. Bir kerre ben de ru'yâmda şöyle gördüm: Beni
iki melek yakalayıp cehenneme götürdüler. Ben cehennemi kuyu duvarı gibi
örülmüş gördüm. Cehennemin kuyu boynuzları gibi iki tane boynuzu da vardı.
Orada (Kureyş'ten) kendilerini iyi tanıdığım kimseler bulunuyordu. Ben hemen:
— Ateşten Allah'a
sığınırım, ateşten Allah'a sığınırım! demeğe başladım.
Bu sırada o iki meleğe
diğer üçüncü bir melek kavuştu da, o melek bana:
— Korkutulmayacaksın! dedi.
Ben bu ru'yâmı
kızkardeşim Hafsa'ya naklettim. O da bunu Peygamber'e kıssa etti. Bunun
üzerine Peygamber (S):
— "Abdullah ne iyi kişidir! Bir de
geceleyin teheccüd namazı kılar olsaydı!" buyurmuştur.
Abdullah (ibn Umer'in
oğlu ve kendisinin râvîsi olan) Salim: Peygamber'in bu temennisinden sonra
babam Abdullah, geceden az bir kısmı müstesna olmak üzere gece uyumazdı,
demiştir [120].
81-.......Bize
İbnu Vehb, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da İbnu Umer'den; o
da kızkardeşi Hafsa(R)'dan tah-dîs etti ki, Peygamber (S) Hafsa'ya:
"Muhakkak ki, Abdullah iyi bir kimsedir" buyurmuştur [121].
82-.......Alkame
şöyle demiştir: Ben Şam'a geldim ve mescidde iki rek'at namaz kıldım. Sonra:
— Yâ Allah! Burada
bana iyi bir meclis arkadaşı müyesser kıl!
diye duâ ettim.
Akabinde bir topluluğa
geldim ve onların yanına oturdum. Baktım, yaşlı bir adam gelmiş tâ yambaşıma
oturmuş. Ben:
— Bu zât kimdir? dedim. Oradakiler:
— Ebu'd-Derdâ'dır, dediler. Ben o zâta:
— Ben biraz önce
Allah'tan bana iyi bir meclis arkadaşı müyesser kılmasını duâ etmiştim. Allah
seni bana müyesser kıldı, dedim.
O:
— Sen kimlerdensin? dedi. Ben:
— Küfe ahâlîsindenim (ilim almak için geldim),
dedim.
Ebu'd-Derdâ:
— Peygamber'in giydiği
ayakkabılarının, dayandığı yastığının, su kabının sahibi (yânı bunların taşıyıcısı)
olan İbnu Ümmi Abd -İbn Mes'üd- sizin içinizde değil mi? Peygamberinin dili île
(yânî duası üzerine) Allah'ın şeytândan kurtardığı Ammâr aranızda değil mi? Ve
yine kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği Peygamber'in sırrının (gizli
haberlerinin) sahibi olan (Huzeyfe) sizin içinizde değil mi? dedi.
Sonra da:
— Abdullah ibn Mes'ûd:
"Ve*l-leylî izâ yağşâ.., "yi nasıl okuyor? diye sordu.
Ben de kendisine:
— "Ve'l-leyli izâ yağşâ ve'n-nehârî izâ
tecettâ ve'z-zekeri ve'l-
ünsâ" şeklinde
okudum. Ebu'd-Derdâ:
— Vallâhî Rasûlullah
beni böyle okutmuştur. Ben Rasûlullah' tan ağız ağıza böyle öğrendim, dedi [123].
83-.......İbrâhîm
en-Nahâî şöyle demiştir: Alkame Şam'a gitti.
Şâm mescidine girince:
— Yâ Allah! Bana iyi
bir meclis arkadaşı müyesser kıl! diye duâ etti.
Akabinde
Ebu'd-Derdâ'nm yanına oturdu. Ebu'd-Derdâ ona:
— Sen kimlerdensin? diye sordu. Alkame:
— Küfe ahâlîsindenim,
dedi. Ebu'd-Derdâ, Ebû Huzeyfe'yi kasdederek:
— Kendisinden başka
kimsenin bilmez olduğu o sırrın (gizli haberlerin) sahibi sizin içinizde yâhud
sizden değil mi? dedi.
Alkame dedi ki: Ben:
— Evet (Küfe'de, aramızdadır), dedim.
Ebû'd-Derdâ:
— Peygamberinin dili
ile (yânî O'nun duası üzerine) Allah'ın kurtardığı kimse (Amr'ın şeytândan
kurtarılmasını kasdediyor) sizin içinizde yâhud sizden değil mi? dedi.
Ben:
— Evet (bizdedir),
dedim. Ebu'd-Derdâ:
— Peygamberin o
misvakını veya sırânnı (yânî sırrını) taşıyan kimse sizin içinizde veya sizden
değil mi? dedi.
Ben:
— Evet bizdedir, dedim. Ebu'd-Derdâ:
— Abdullah ibn Mes'ûd "Ve'i-leyli izâ
yağşâ ve'n-nehân izâ tecellâ" âyetinden sonrasını nasıl okuyprdu? dedi.
Ben:
— "Ve'z-zekeri vel-ünsâ" diye okuyor,
dedim. Ebu'd-Derdâ:
— Şu Şamlılar bana karşı "Fie mâ
halaka'z-zekerâ vel-ünsâ" kıraatinde ısrar ediyorlar da, en sonu beni
Rasûlullah'tan işittiğim kıraatten caydırmak istiyorlar! dedi [124].
84-.......Ebû
Kılâbe şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Rasûlullah (S):
"Herpeygamber ümmetinin güvendiği emin bir kimsesi vardır. Ey Muhammed
Ümmeti, bizim eminimiz de hâsseten Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'tır"
buyurmuştur.
85-.......Huzeyfe
ibnu'I-Yemân (R) şöyle demiştir: Necrân hey'eti Peygamber'den kendilerine emîn
bir zâtın emîr gönderilmesini istediklerinde, Peygamber (S) onlara:
— "Sizin
üzerinize muhakkak emîn bir kimse göndereceğim ki, o şübhesiz hakkıyle
güvenilir bir kimsedir" buyurdu.
Bu sözü üzerine
sahâbîleri, bu emînlik ve emirliğe rağbet ederek herbiri kendisinin
gönderilmesini gözetlediler. Bu sırada Peygamber, Ebû Ubeyde(R)'yi gönderdi [126].
NâfT ibnu Cubeyr ibn
Muf im, Ebû Hureyre'nin:
Peygamber (S),
el-Hasen ibn Alî ile boyun boyuna sarmaştı, dediğini söylemiştir [128].
86-.......Bize
Ebû Mûsâ (îsrâîl ibn Mûsâ), el-Hasen el-Basrî'den tahdîs etti; o, Ebû
Bekre(R)'den isitmiştir (o, şöyle demiştir): Ben Pey-gamber(S)'den işittim. O,
minber üzerinde torunu Hasen de yanıba-şmda olduğu hâlde, bir kerre insanlara
(yânî cemâate), bir kerre de Hasen'e bakıyor ve onlara:
— "Bu benim
oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir. Allah'ın bu oğlum sebebiyle
müslümânlardan iki fırkanın arasını iyileştirmesi umulur" buyuruyordu [129].
87-.......Usâme
ibn Zeyd(R)'den: Peygamber (S): Usâme'yi Hasen (ibn Alî) ile beraber kucağına
alırdı da: "Yâ Allah, ben bunları seviyorum, sen de bunları sev"
buyururdu. Râvî: Yâhud buna benzer bir söz söyledi, demiştir.
88-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten (o, şöyle demiştir): Hüseyin ibn Alî aleyhi's-selâm Kerbelâ'da
şehîd edildikten sonra, başı Kûfe'ye getirildi. Ve o sırada Yezîd ibn
Muâviye'nin Küfe Vâlîsi bulunan Abdullah ibn Ziyâd'ın karşısında bir taş
.içine konuldu. Bu İbn Ziyâd, elindeki süngüsüyle mübarek başın burnuna,
gözlerine vurmağa başladı...
Enes rivayetine
devamla dedi ki: Ziyâd bu Hüseyin'in güzelliği hakkında bir söz söyledi. Bunun
üzerine Enes: Hüseyin, Ehli Beyt içinde Rasûlullah'a en çok benzeyeni idi,
demiştir. O sırada Hüseyin'in başı vesme bitkisi ile boyalı idi [130].
89-.......Adiyy
(ibn Sabit el-Ensârî) haber verip şöyle demiştir:
Ben el-Berâ ibn
Âzib(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'i gördüm ki, O, Hasen ibn
Alî'yi omuzu üzerine almış da: "Yâ Allah! Ben bunu seviyorum, bunu sen de
sev!" Duyuruyordu.
90-.......Ukbe
ibnu'I-Hâris (R) şöyle demiştir: Ben Ebû Bekr(R)'i şu hâlde gördüm: Kendisi
Alî'nin oğlu Hasen'i yüklenmiş de:
— Peygamber'e
benzeyen, Alî'ye benzemeyen (yavru), babam sana feda olsun! diyordu.
Bu sırada Alî de
yanında gülüyordu.
91-.......îbn
Umer (R): Ebû Bekr: Ey insanlar! Muhammed'e hürmetinizi, onun ev halkı
hususunda da gözetip muhafaza ediniz! dedi, demiştir.
92-.......Enes
ibn Mâlik (R): Hiçbir kimse Peygamber(S)'e, Hasen ibn Alî kadar çok benzer
değildi, demiştir [131].
93-.......BizeŞu'be,
Muhammed ibn Ya'kûb'dantahdîs etti (o, şöyle demiştir): Ben İbnu Ebî Nu'm'dan
işittim (şöyle diyordu): Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim: İbn Umer'e
(Iraklı) bir kimse -Şu'be: Ben onun "Sinek öldüren" dediğini
sanıyorum, demiştir- ih-râmlı bir kişinin hâlinden sormuştu. İbn Umer:
— Irak ahâlîsi
sinekten (yânî sinek öldürmenin cinayet olup olmadığından) soruyorlar. Hâlbuki
onlar (vaktiyle) Rasûlullah'ın kızı Fâtıma'nın oğlunu öldürmüşlerdi. Peygamber
(S) ise, o iki torunu hakkında: "Onlar benim dünyâdan (öpüp kokladığım)
iki reyhânımdır" buyurmuştur [132].
Peygamber (S) Bilâl'e
hitaben:
Ben cennette önümde
senin ayakkabılarının hışırtısını. işittim" buyurmuştur [134]
94-.......Câbir
ibn Abdillah (R) haber verip şöyle demiştir: Umer: Ebû Bekr bizim
seyyidimizdir. O bizim seyyidimizi de hürriyete kavuşturdu, der idi ve bununla
da Bilâl'i kasdederdi [135].
95-.......Kays
ibn HâzınVdan: (Bilâl, Peygamber'İn ölümünden sonra Medine'den çıkıp gitmek
istedi. Fakat Ebû Bekr ona müsâade etmedi de, Mescid'de müezzinlik yapmasını
istedi. Bilâl de: Ben Ra-sûlullah'sız Medine'yi istemem, Rasûlullah'ın
makaamını O'ndan boşalmış hâlde görmeye dayanamam, dedikten sonra) Bilâl, Ebû
Bekr'e hitaben:
— Eğer sen beni vaktiyle
ancak nefsin için satın aldıysan, beni yanında tut, bir tarafa bırakma. Eğer
beni ancak Allah için satın alıp hürriyete kavuşturdun ise, beni Allah'ın
ameliyle bırak, dedi... [136].
96-.......Abdullah
ibn Abbâs (R): Peygamber (S) beni bağrına bastı da: "Yâ Allah, buna hikmet
öğret*' diye duâ etti, demiştir [137].
97-.......Bize
Abdulvâris (bu hadîsi senediyle) tahdîs etti. Peygamber bunda: "Yâ Allah,
buna Kitâb'ı öğret" diye duâ etti, demiştir.
Ve bize Mûsâ ibn îsmâîl
tahdîs etti. Bize Vuheyb, Hâlid el-Hazzâ'dan olmak üzere, geçen senedle o
hadîsin benzerini (yânî Ebû Ma'mer'in rivayetinin benzerini) tahdîs etti.
el-Buhârî bu hadîsin
sonunda: "Hikmet", peygamberlik dışındaki re'y ve ictihâdda İsabet
etmektir, tefsirini nakletmiştir [138].
98-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten (şöyle demiştir): Peygamber (S) Zeyd'in, Ca'fer'in ve İbn
Revâha'nm şehîd olduklarını insanlara, onların haberleri Medine'ye gelmeden
önce haber verip şöyle buyurdu:
— "Sancağı Zeyd ibn Harise aldı, akabinde
Zeyd vuruldu. Sonra sancağı Ca'fer ibn Ebî Tâlib aldı, o da vurulup öldürüldü.
Sonra sancağı Abdullah ibn Revâha aldı, o da vurulup öldürüldü".
Bunları söylerken
Peygamber'in iki gözü yaş akıtıyordu. Peygamber devamla:
— "Nihayet sancağı Allah'ın kılıçlarından
bir kılıç (yânî Hâlid ibnu'l-Velîd) aldı da, sonunda Allah o orduya fetih
müyesser kıldı" buyurdu [139].
99-.......
Mesrûk şöyle demiştir: Bir defasında Abdullah ibn Amr’ın yanında Abdullah ibn
Mes'ûd anıldı. Bunun üzerine Abdullah ibn Amr şöyle dedi: İşte bu o kimsedir
ki, ben Rasûlullah(S)'ın: "Kur'ân okumayı dört kişiden isteyiniz: Abdullah
ibn Mes'ûd'dan -Rasûlullah isim saymaya Abdullah ile başladı- Ebû Huzeyfe'nin
âzâd-lısı Salim'den, Ubeyy ibn Ka'b'dan ve Muâz ibn Cebel'den" buyururken
işittiğimden sonra, artık onu sevmeye devam edeceğim.
Râvî Amr ibn Murre:
Ubeyy ile mi, yoksa Muâz ile mi saymağa başladı, bilmiyorum, demiştir [141].
100-.......Ben
Mesrûk'tan işittim, şöyle dedi: Abdullah ibn Amr (R) şöyle dedi: Şübhesiz
Rasûlullah ne çirkin söz söyler ve ne de bunu arzu edici idi. Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: "Sizin bana en sevgili olanınız, ahlâk yönünden en güzel
olanınızdır".
Ve yine Rasûlullah:
"Kur'ân 'ı şu dört kişiden okumak isteyiniz: Abdullah ibn Mes'ûd'dan,
Huzeyfe'nin âzâdlısı Sâlim'den, Ubeyy ibn Ka'b'dan ve Muâz ibn Cebel'den"
buyurdu [143].
101-.......Alkame'den
(o şöyle demiştir): Ben Şam'a girdim ve mescidde iki rek'at namaz kıldım.
Akabinde:
— Yâ Allah, bana bir meclis arkadaşı ihsan
eyle! dedim. Bu sırada gelmekte olan bir şeyh gördüm. Bana yaklaşınca:
— Allah'ın benim duamı
kabul etmiş olmasını umarım, dedim. O bana:
— Sen nerelisin? dedi. Ben:
— Küfe ahâlîsindenim, dedim. O zât:
— Peygamber'in giydiği
ayakkabıların, dayanacağı kısa bastonunun, su kabının sahibi olan kimse (yânî
tbn Mes'ûd) sizin içinizde değil mi? Şeytânın şerrinden kurtarılmış olan kimse
(yânî Ammâr) sizin içinizde değil mi? Kendisinden başkasının bilmediği
Peygamber'in sırrının (gizli haberlerinin) sahibi olan kimse (yânî Huzeyfe)
sizin içinizde değil mi?
— İbnu Ümmü Abd '' Ve
H-leyli..." sûresinin üçüncü âyetini nasıl okudu? dedi.
Ben derhâl:
— "Ve'I-teyli ilâ yağşâ ve'n-nehâri izâ
tecellâ ve'z-zekeri ve'l-ünsâ" şeklinde okudum.
O zât, yânî
Ebu'd-Derdâ:
— Bu âyeti bana
Peygamber (S) okuttu. Ben bunu Peygamber'in ağzından kendi ağzıma böylece
aldım. Fakat şu Şamlılar bana karşı ısrara devam ediyorlar da nihayet beni ''
Ve 'z-zekeri ve H-ünsâ'' kıraatinden "Vemâhalaka'z-zekerâ
ve'l-ünsâ"kıraatine döndürecekler, dedi [144].
102-.......Abdurrahmân
ibn Yezîd en-Nahaî şöyle dedi: Biz bir defasında Huzeyfe'ye:
— Sahâbîler içinde
güzel hâl ve hareketi, meslek ve yolu bakımından Peygamber'e yakın olan kimdir
ki, biz onu bilip, onun görünür hâline bakarak hayâtını örnek alalım? diye
sorduk.
Huzeyfe:
— Güzel hâl ve
hareketi, meslek ve meşrebi ve sîreti yönünden Peygamber'e İbnu Ümmi Abd'den
daha yakın hiçbir kimse bilmiyorum, dedi [145].
103-.......el-Esved
ibn Yezîd en-Nahaî tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den
işittim, şöyle diyordu: Ben kardeşimle beraber Yemen'den Medîne'ye geldiğim
zaman bir müddet bekledik. Peygamber'in hâllerini ve yakınlarını gözetledik. Bu
esnada bizim en çok öğrendiğimiz husus, Abdullah ibn Mes'üd'un Ehli Beyt'ten
bir kişi olduğunu zannetmemizdir. Çünkü biz Peygamber(S)'in huzuruna dâima İbn
Mes'ûd ile anasının girdiğini görüyorduk [146].
104-.......Abdullah
ibnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Muâviye (R) yatsı namazından sonra tek
rek'atla vitir kıldı. Yanında da İbnu Abbâs'm kölesi Kurayb vardı. Müteakiben
Kurayb, İbn Abbâs'a geldi (de bunu ona haber verdi). İbn Abbâs, Kurayb'e:
— Muâviye hakkında
konuşmayı ve onun işini reddetmeyi bırak. Çünkü o, Rasülullah (S) ile beraber
bulunmuştur (yânî âlimdir), dedi [148].
105-.......İbnu
Ebî Muleyke şöyle tahdîs etmiştir: (Kurayb tarafından) İbn Abbâs'a:
— Senin Mü'minlerin
Emîri Muâviye hakkında bir sözün var mı? Çünkü o, vitir namazını ancak bir tek
rek'atle kılmıştır, denildi.
İbn Abbâs:
— İsabet etmiştir, çünkü Muâviye bir fakîhtir,
dedi [149].
106-.......Ebu't-Teyyâh
şöyle demiştir: Ben Humrân ibn Ebân'dan işittim ki, Muâviye (R) şöyle demiştir:
— Sizler (ikindi
namazından sonra) öyle bir namaz kılıyorsunuz ki, yemîn olsun bizler Peygamber
(S) ile o kadar beraber bulunduk da O'nun bu namazı kıldığını hiç görmedik. Ve
yine yemîn olsun ki, Peygamber bil'akis o iki rek'atten (yânî ikindiden sonra
iki rek'at kılmaktan) nehyetmiştir, dedi [150].
Ve Peygamber (S):
"Fâtıma, cennet
ehli kadınlarının seyyidesidir" buyurmuştur [151].
107-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da İbnu Ebî Muleyke'den; o da Mısver
ibn Mahrame(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Fâtıma benden bir
parçadır. Her kim onu öfkelendir irse beni öfkelendirmiş olur"
buyurmuştur [152].
108-.......(Abdurrahmân
ibn Avf'm oğlu) Ebû Seleme şöyle demiştir: Âişe (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S)
bir gün:
— "Yâ Âişe! Şu (yanımdaki) Cibril'dir,
sana selâm ediyor/" buyurdu.
Ben de:
— Selâm, Allah'ın
rahmeti ve bereketleri onun üzerine de olsun! Benim göremediğim Cibril'i Sen
görüyorsun, dedim.
Âişe bu son sözü ile
Rasûlullah'ı kasdediyordu [154].
109-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şüyle buyurdu:
"Erkeklerden birçoğu (fazilette) kemâle ulaştı. Hâlbuki kadınlardan İmrân
kızı Meryem ite Fir'avn 'in kadını Âsiye'den başkası kemâle ermedi. Ümmetimin
kadınlarına karşı Âişe'nin fazileti de tirit aşının diğer yemeklere karşı
fazileti gibidir" [155].
110-.......Abdullah
ibnu Abdirrahmân, Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Ben
RasûIulIah(S)'tan işittim: "Âişe'nin diğer kadınlara karşı fazileti,
tirit aşının diğer yemeklere karşı fazileti gibidir" buyuruyordu [156].
111-.......
İbnu Avn, el-Kaasım ibn Muhammed'den şöyle tahdîs etmiştir: Âişe hasta oldu.
İbnu Abbâs ona hasta ziyaretine geldi de:
— Ey Mü'minlerin
Anası, sen Rasûlullah (S) ile Ebû Bekr'in, senden Önce varıp cennette
hazırladıkları güzel bir makaama gideceksin (ne mutlu sana! Artık endîşe etme,
ferah ol)! Dedi [157].
112-.......Şu'be,
el-Hakem ibn Uteybe'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den
işittim, şöyle dedi: Alî ibn Ebî Tâlib, Ammâr ibn Yâsir ile kendi oğlu Hasen'i
Kûfeliler'in Alî tarafına yardımlarını istemeleri için Kûfe'ye gönderdiği
zaman, Ammâr bir hutbe yapıp, bunda: Ben kesin surette biliyorum ki, Aişe
dünyâda ve âhi-rette Peygamber'in zevcesidir. Lâkin Allah sizleri, kendi
hükmüne mi, yâhud Âişe'ye mi tâbi' olacaksınız diye imtihan etmektedir, demiştir
[158].
113-.......Âişe(R)'den:
Kendisi, kızkardeşi Esmâ'dan ariyet bir gerdanlık almıştı. Sonra bu gerdanlık
bir seferde kayboldu. Rasûlul-lah (S), sahâbîlerinden bâzı kimseleri -ki Useyd
ibn Hudayr da bunlar arasında idi- onu aramağa gönderdi. Onlara bu sırada
namaz vakti erişti. Su bulamadıkları için abdestsiz olarak namaz kıldılar.
Peygamber'e geldikleri zaman bunu kendisine arzettiler. İşte bu vak'a üzerine
Teyemmüm Âyeti (ei-Mâide: 6) inmiştir. Bunun üzerine Useyd ibn Hudayr, Âişe'ye:
— Allah seni hayır ile
mükâfatlandırsın. Vallâhî senin başına (hoşlanmadığın) hiçbir iş gelmez ki,
Allah onda senin için de, müslü-mânlar için de bir hayır bulundurmasın, dedi [159]
114-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr'den (şöyle demiştir): Rasülullah (S) vefat sebebi olan hastalığı
içinde, kadınlarının nevbetlerinde dolaşmayı ve Âişe'nin evinde olmayı
şiddetle arzu ederek:
— "Yarın ben nerede olacağım? Yarın ben
nerede olacağım?" demeğe başladı.
(Urve dedi ki:) Âişe:
— Benim nevbet günüm
olunca, Peygamber (bu sözü söylemez) sükût ederdi, dedi [160].
115-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: İnsanlar Peygamber'e takdim edecekleri
hediyelerini Âişe'nin nevbeti gününde vermeyi kasdederlerdi. Âişe şöyle dedi:
Kadın arkadaşlarım (bundan gayrete gelerek) Ümmü Seleme'nin yanında toplandılar
da:
— Ey Ümmü Seleme,
şübhesiz biliyorsun ki, insanlar hediyelerini Âişe'nin nevbeti gününde
getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki bizler de Âişe'nin hayır istemekte olduğu gibi
hayır istemekteyiz. Binâenaleyh sen Rasûlullah'a söyle de, O, insanlara
hediyelerini kadınlarından kimin yanında bulunur ve kimlerin nevbet günlerini
dolaşırsa, orada vermelerini emretsin! dediler.
Âişe dedi ki: Ümmü
Seleme diğer kadınların kendisine söylediklerini nevbetinde Peygamber'e
zikretti. Ümmü Seleme dedi ki:
— Ben bunu Peygamber'e
zikrettim, O benden yüz çevirdi. Sonra benim nevbetimde bana geldiğinde
kendisine bunu yine zikrettim, benden yine yüz çevirdi.Üçüncü nevbetim de
geldiği zaman bunu kendisine yine söyledim. Bu defa bana: "Yâ Ümme
Seleme, Âişe hakkında bana eziyet etme. Çünkü şu bir hakikattir ki, vallahi
Âişe'den başka sizden hiçbir kadının örtüsü altında bulunduğum hâlde bana vahiy
inmedi" buyurdu [161].
Bu hadîsin daha uzun
bir rivayeti Hibe Kitabı, "Hibenin kabulü bâbı"nda geçmişti.
Bir Tenbîh ve
Hatırlatma
Şârih el-Kirmânî
burada Sahîh-i Buhârî'nin ilk yansının sona erdiğini, bunu ta'kîb eden Ensâr'ın
Menkabeleri Kitâbı'nm da ikinci yarının başlangıcı olduğunu, Sahîh-i
Buhârî'nin hıfz ve zabtına i'tinâ eden ve bunu sağlam ve muhkem yapan hadîs
âlimlerinin büyüklerinden naklederek bildirmiştir (el-Behiyyetu'l- Mısriyye
1354/ 1935 baskısı, 15. Cüz, 32. sahîfe).
Bunu kısaca nakleden
şârih Aynî de, bu vesile ile Umdetu'l-Kaari'nin yedinci cildini burada sona
erdirmiştir (VII, 668).
Şârih Kastallânî de:
"Burası kitabın birinci yansının sonudur" demiş ve el-Kirmânî'den
aynı surette naklettikten sonra: "Kitabımızın bu kısmının yazılması da
bunun toplayıcısı Ahmed ibn Muhammed ibn Ebî Bekr el-Kastallânî'nin eliyle 911
hicret yılı Receb'inin onbiri perşembe günü buraya geldi. Allah'tan bunu
tamamlamaya ve yazmaya yardım etmesini, kabul ve ikbâlle beraber bununla bana
ve müs-lümânlara hâlde ve mealde fayda vermesini... istiyorum" demiştir (VI,
139).
Tecrîd-i Sarih
mütercimlerinden Kâmil Mîrâs da: "Bu eserimizde biz de hicretin 1363 yılı
Ramazân'ının onsekizinci çarşamba günü Ensâr'm Menkabeleri Bâbı'na gelmiş
bulunuyoruz. Seleflerimizin durak yeri edindikleri burada biz de dokuzuncu
cildi bitiriyoruz, ikmâlini Cenâb-ı Hakk'ın tevfîk ve inayetinden diler ve
Hâtemu'l-Enbiyâ'nın âlî fuyûzâtından istiâne ederiz" diyor (IX, 446).
Biz de
el-Câmi'u's-Sahîhrm tamâmım Türkçe'ye terceme etmekte olduğumuz bu Sahîh-i
Buhârî ve Tercemesi kitabımızda, 1401 hicri yılı Ramazân'ının 29'u, arefe
gününe tesadüf eden 31 Temmuz 1981 cumua günü ikindi ezanı okunurken buraya
ulaşmış ve böylece Ensâr'ın Menkabeleri Kitâbı'na gelmiş bulunuyoruz. Yüce
Allah'tan sağlık ve afiyet içinde en güzel şekilde tamamlamaya muvaffak kıl-.
masını, kabul ve ikbâlle beraber bununla ben Mehmed Sofuoğlu kuluna ve bütün
müslümanlara hâlde mealde fayda vermesini niyaz ediyorum.
29 Ramazân 1401/31
Temmuz 1981 Üsküdar-Bağlarbaşı
[1] Fadâil, Fadîlef'm cem'idir. Fadîlet, Nakîsa'nm zıddı
ve Rezîlet'in mukaabilidir ki, insana eksiklik getiren vicdanî temayüller ve
haricî hareketlerdir. Şu hâlde Fadâil, sahibine yükseklik veren güzel huylar,
dostâne ve hayırhâhâne hâl ve hareketler demek olur.
Ashâb, Sahb'm cem'idir
ve aslında masdar olan Sahabe ma'nâsmda kullanılır. Sahabe, ibn Esîr'e göre
Sâhib*in cem'idir. Söhib ise güzel muaşeret eden (yânî iyi geçinen) yâr ve dost
demektir. Sahabe, çeşitli suretlerde ta'rîf edilmiş. Bunlar arasında en meşhur
ta'rîf, İmâm Buhârî'nin yukarıdaki ta'rîfidir. Bu ta'rîfe göre sahabe iki kısım
oluyor: Peygamberle görüşen, Peygamber'i gören. Peygamber'le görüşüp konuşmak,
O'nu görmeyi gerektirirse de, burada öyle bir görme gereği yoktur. Çünkü
Abdullah ibn Ümmi Mektûm, Peygamber beraberinde bulunan ve sohbeti "Yüzünü
ekşitip çevirdi, kendisine o a'mâ geldi diye. Sana hangi şey bildirdi? Belki o
(senden öğrenecekleriyle) temizlenecekti. Yâhud öğüt alacaktı da bu öğüt
kendisine faide verecekti" (Abese: 1-4) âyeti üe.te'yîd edilmiş bir şahâbî
iken, gözleri kör olduğu için Peygamber'i görememişti.
Peygamber'in sahâbîleri
iki toplu kısma ayrılır: Muhacirler, Ensâr. Buhârî burada evvelâ bu iki
sınıftan herbiri hakkında ve umûmî olarak gelen hadîsleri sıralamıştır.
[2] Bu hadîste sahâbîler, tabiîler ve tabiîlerin
tâbi'lerinin yüzü suyu hürmetine fetih ve zafer müyesser olacağı bildirilmiş ve
öylece de gerçekleşmiştir. Bu sebeble bu hadîsten, Peygamber'in en açık
mu'cizelerinden birisi ve üç tabaka cemâati nin fazileti anlaşılmıştır. Bu üç
tabaka cemâati âhiretle ilgili hususlarda son derece kuvvetlidirler. îmân ve
irâde kuvvetiyle bu üç devirde İslâm orduları zaferden zafere koşmuşlardır.
[3] Hadîs, ilk üç neslin faziletini ve ondan sonraki
nesillerde ortaya çıkacak ahlâkî çürümeyi ve dünyâ hırsını apaçık
belirtmektedir. Bunlar, Peygamber'in haber verdiği gibi gerçekleşmiştir.
[4] Hadîsteki Kartı'in ma'nâlarından biri
"Zaman" demektir. Bu zamanın ta'yî-_i ninde on, yirmi, otuz, altmış,
yetmiş, seksen, yüz, yüzyirmi sene olmak üzere çeşitli görüşler ve ictihâdlar
vardır. Bunlar arasında bir karnın yüz sene olduğunu ileri sürenler,
Peygamber'in bir çocuğun başını okşayarak: "Bir kam yaşa!" diye duâ
edip de, o çocuğun yüz sene yaşadığı hakkındaki bir haberi hüccet getirmişlerdir.
Bu hadîste evvelâ
zikrolunanlar sahâbî, tabiî ve etbâu't-tâbiî asıllarıdır. Bu üç asır
müslümânlar arasında doğruluk ve adalet yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Sahâbî
asrı yüz sene kadar devam etmiştir. Meselâ Medîne'de Sehl ibn Sa'd ile Sâib ibn
Yezîd; Basra'da Enes ibn Mâlik doksanbirinci hicret yılına kadar yaşamışlardır.
Tâbİî asrı da yaklaşık olarak yüzseksen târihine kadar devam etmiştir. En son
vefat eden tabiî, Half ibn Halîfe'dir ki, İbn Sa'd'a göreyüzsek-senbir
târîhinde vefat etmiştir.
[5] Muhacirler, Allah için ve İslâm Dîni'nin kökleşmesi ve
yükselmesi için yurtlannı bırakarak Mekke'den Medine'ye göç eden
müslümânlardır. Ensâr da Medî-neliler'dir ki Evs ve Hazrec kabileleri halkı ile
bunlara tâbi' olan müslümânlardir.
[6] Buhârî bu bâb başlığında el-Haşr: 7. ve et-Tevbe: 40.
âyetlerini getirmiştir. Bunlar Hicret ve Muhâcirler'le ilgili olduğu için
başlığa çok uygun düşmüşlerdir. el-Haşr: 7. âyeti yalnız Nadîr oğulları'ndan
almanlar değil, diğer bütün fey'ler de, haraçlar da, cizyeler de, vergilerden
alınan mal da Muhâcirler'e ve öteki sınıflara âiddir (Medârik). Biz ma'nâmn
tam anlaşılması için et-Tevbe: 38-41. âyetlerinin meallerini tam olarak buraya
aldık. Bu 38-41. âyetler, İstanbul'da yapılan 7. İslâm Konferansı sonunda Hafız
Abdurrahmân Gürses tarafından okunmuştu. Yine bu âyetler 28-30 Mayıs 1981
târîhinde Erzurum Atatürk Üniversitesi Islâ-mî İlimler Fakültesi'nce tertîb
edilen Hicret Kongresi sonunda da Kur'ân-i Kerîm asistanı Hafız Nihad Temel
tarafından okunmuş ve kongre üyeleri bunlardaki uyarıcı ve tevbîh edici yüksek
ma'nâlardan dolayı çok duygulanmışlardı
[7] Kur'ân'm şehâdeti ve birçok sahîh hadîslerin
delâletleriyle Ebû Bekr'in Rasû-hıllah'a mağarada refakati sabit bir hakikat
olduğundan, âlimler Ebû Bekr'in sahâbîliğini inkârı küfür saymışlardır.
[8] Hadîste Ebû Bekr'in fazileti apaçıktır. Bunun
çokfarklı bir bir rivayeti yakında Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda da geçmişti
[9] Bu âyet yalnız el-Câmİ'u's-Sahîh'in el-Kuşmeyhenî
rivayetinde vardır. Bu âyetlerde hayvanların insanlara olan hizmetleri
hatırlatılıyor: "Davarları da O yaratmıştır ki, bunlarda sizin için
ısıtıcı ve koruyucu maddeler ve nice nice menfâatler vardır. Onlardan yersiniz
de. Akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken onlarda sizin için güzel
bir zînet vardır. Onlar sizin ağırlıklarınızı yük-
[10] Rasûlullah bu sözüyle et-Tevbe: 40. âyetteki
"Onlar mağarada iken ikinin ikincisi" ve "Allah bizimle
beraberdir" ifâdelerindeki ma'nevî maiyyete işaret etmiştir. Bunda Ebû
Bekr'e âid büyük bir fazîlet vardır.
[11] Buhârî bunu yakın lâfızla Namaz Kitabı, "Küçük
kapı ve geçit bâbı"nda senediyle getirmiştir
[12] Bu Ebû Saîd hadîsi de Namaz Kitâbı'nın aynı babında
geçmişti.
Ebû Bekr'in sahâbîliği
herkesçe bilinen mütevâtir ve haber olmakla beraber bu sohbetin bir özelliği
daha vardır ki: "İkinin ikincisi olarak mağarada bulunurlarken Peygamber o
vakit arkadaşına: Tasalanma. Allah hiç şübhesiz bizimle beraberdir,
diyordu" (et-Tevbe: 40) nassı ile de sabit olmasıdır. Ebû Bekr'in
Rasûlullah'm sahibi olduğuna Allah şâhiddir. Ebû Bekr'in sohbetini tanımamak,
Kur'ân'ın nassını tanımamaktır, yânî küfürdür... Bu büyük fazilet sahâbîler
içinde yalnız Ebû Bekr'e âiddir.
Mescid, mü'minlerin
annelerinin hücreleri ve büyük Muhâcirler'in evleri ile çevrili olduğu gibi,
bunların herbirinden mescide kolayca girebilmek için oraya açılır küçük birer
kapı vardı. Peygamber bu hutbesinde Ebû Bekr'in kapısından başka bütün
kapıların kapatılmasını emretmiştir.
[13] Başlığa uygunluğu, Peygamberin hayâtta olduğu günlerde
Ebû Bekr'in faziletinin Peygamber'in faziletinden sonra ilk sırada oluşunun
sabit olması yönün-dendir
[14] Bir bâb önce geçmiş olan 6 rakamlı Ebû Saîd el-Hudrî
hadîsine işaret etmiştir.
[15] Buradaki hadîslerin başlığa delîllikleri meydandadır.
[16] Yânî büyükbabayı,.baba gibi tek başına mîrâsçı kılmış,
kardeşler için bir hakk tanımamıştır.
Bu hadîste Ebû Bekr'in
fazileti vardır. Çünkü torunu Abdullah ibnu'z-Zubeyr, "Dede,mîrâsah'*kk
kazanmada baba gibidir" diye cevâb yazarak, dedesi Ebû Bekr'in görü- .nün
üstünlüğünü en belîğ bir uslûbla bildirmiştir.
[17] Bu hadîste de Ebû Bekr'in faziletine bir işaret
vardır. Y-ine bunda Ebû Bekr'in Peygamber'den sonra Halîfe olacağına da bir
işaret vardır. Hakîkaten bu da öylece vâki' olmuştur.
[18] Başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in İslâm'a girişteki
önceliğinden dolayı husûsî bir fazileti olması yönündendir. Çünkü hürr
erkeklerden hiçbiri ondan önce İslâm'a girmemişti.
Ammâr'ın haber verdiği
ilk müslümân beş köle de Bilâl el-Habeşî, Zeyd ibn Harise, Âmir ibn Fuhayre -ki
Ebû Bekr'in kölesidir ve efendisiyle beraber müslümân olmuştur-, Ubeyd ibn
Zeyd, Ebû Fukeyhe -ki Saffân ibn Umeyye'-nin kölesi idi-. Bâzı siyerciler bu
listedeki Ebû Fukeyhe yerine Şükrân'ı zikretmişlerdir. İkİ kadın da: Hadîce
ile Ümmü Eymen yâhud Sumeyye'dir.
Bu hadîsten İslâm
Dîni'nin ilk meydana çıkışından i'tibâren köle denilen bu mazlum sınıfı
korumaya başladığı da açıkça anlaşılmaktadır.
[19] Ebû Bekr'in fazileti ve bütün sahâbîler üzerindeki
üstünlüğü hakkında gelen bu hadîs, Peygamber'in
sahâbîleri arasındaki karşılıklı hürmet ve dayanışmayı da İslâm Ümme'i için
uyulma örneği olarak ifâde etmektedir.
[20] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu da şöyledir:
Peygamber'e insanların en sevgilisinin Ebû Bekr olması, Ebû Bekr için birçok
fazîlet olduğuna ve onun Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi bulunduğuna
delâlet etmektedir (Aynî).
[21] Peygamber'in son sözü, Ebû Bekr ile Umer'in
îmânlarının kemâline yüksek i'ti-mâdım ifâde eder. Allah'ın kudretini tanıma ve
îmânlarmdaki selâbet İ'tibârİy-le bu iki dostunu Peygamber bu hadîste kendi
nefsi menzilesine yükseltmiştir. Bu, her iki sahâbî için çok yüksek bir
fazilettir.
[22] Bu hadîs küçük farkla bundan evvelki kitâbda 134
rakamı ile geçmişti.
Hadîsin buradaki başlığa
uygunluğu şu yöndendir: Peygamber (S), ru'yâ-da kendisini kuyudan su çeker
hâlde gördü ve Ebû Bekr'i de Umer'den Önce zikretti. Bu ise Ebû Bekr'in Umer
üzerindeki ve daha sonra gelenler üzerindeki fazlına delâlet eder. Ebû Bekr'in
su çekişteki za'fma gelince, bu eksikliğe delâlet etmez. Çünkü onun halîfelik
günleri kısa olmuştur (Aynî).
[23] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in: "Sen bu
sürüklemeyi büyüklenerek yapar değilsin " sözünden alınır. Bu sözde Ebû
Bekr için bir fazîlet vardır. Çünkü Peygamber ona, sevmediği şeyin zıddına,
yânî tevâzu'luğuna şehâdet etmiştir (Aynî).
[24] Başlığa uygunluğu "Senin onlardan olacağını ümîd
ediyorum yâ Ebâ Bekr" s6-zündedir. Peygamber'in umudu vâki'dir,
muhakkaktır. Bu sözde Ebû Bekr'in faziletine en kuvvetli delîl vardır. Bu, Ebû
Bekr'in bütün dînî, ahlâkî ve amelî vazîfeleri tamâmiyle yerine getirir
olduğuna delâlet eder.
[25] es-Sunh, Haris ve Hazrec oğuliarı'na âid evlerin
bulunduğu mahallenin ismidir. Bu mahalle ile Peygamber'in evi arasında bir mi!
uzaklık vardı (Aynî).
[26] Bu hadîsten Ebû Bekr'in, Umer'den daha âlim olduğu
açıkça anlaşılır. Peygamber'in vefatı akabinde cereyan eden bu mes'ele, Ebû
Bekr'in görüş nüfuzunu, ilim ve irfanının kemâlini, en müşkil zamanlarda Ebû
Bekr'de görülen metanet ve mekânet, sahâbîlerden hiçbirisinde görülemiyordu.
Bunun için Ebû Bekr söz söylemeye başlayınca sahâbîler derhâl başına
toplanıvermişti.
[27] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü bunda Ebû
Bekr'in, diğer sa-hâbîler üzerindeki fazileti vardır. Zîrâ hepsinin önüne
geçirilmiş ve Rasûlullah'ın halîfesi olmuştur.
Buhârî bu hadîsi değişik
senedler ve uzun, kısa metinlerle Sahîh'mm birçok yerinde getirmiştir. Namaz,
Cenazeler, Muzâraa... gibi.
[28] Hadîste Alî ibn Ebî Tâlib, Ebû Bekr'in fazîlelini
açıkça ifâde etmiştir.
Muhammed
ibnu'l-Hanefiyye, Hasen ve Hüseyin'den sonra Hz. Alî'nin en âlim ve en muttaki
oğludur. Annesi Havle bintu Ca'fer el-Hanefiyye olduğu için, anasına nisbetle
anılmıştır.
[29] el-Beydâ, en sahîh kavle göre, Zu'1-Huleyfe'nin diğer
adıdır. Zâtu'1-Ceyş de Medine'ye bir berîd, yâni dört fersah mesafede bir
yerin ismidir. Her ikisi de Me-dîne ile Mekke yolu üzerindedir.
[30] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu sizin ilk
bereketiniz değildir, yâ Ebâ Bekr hâ-nedâni!" sözündedir.
Bu hadîs, Teyemmüm
Kitâbı'nda geçmişti.
Her ikisi de Medenî olan
en-Nisâ Sûresi İle el-Mâide Sûresİ'nde birer teyemmüm âyeti vardır.
el-Mâide'deki âyetin baş tarafı abdestle ilgili olduğu İçin, ona Abdest Ayeti
de denir. Bu kıssada İnen teyemmüm âyetinin hangisi olduğu hakkında görüş
ayrılıkları vardır. el-Humeydî'nin bir rivayetinde el-Mâide: 6. âyetinin indiği
belirtilmiş olduğundan, parantez içinde ona işaret ettik.
[31] Hadîs, umûmî surette sahâbîler hakkında gelmiştir.
Sahâbîlere sövmenin ha-râmlığına delâlet eder. Ancak bu harâmlık Ebû Bekr
hakkında daha kuvvetlidir: Sahâbîler'in umûmunda Ebû Bekr de dâhil olduğu,
onun da Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi olması yönünden, hadîsle
başlık arasında uygunluk görülmüştür.
Müdd'ün en amelî ölçüsü,
iki avuç birleştirilerek avuçlamaktır. Bu mikdâr hububata müdd denir.
Peygamberdin müddü misâl ve mikyas seçip onunla takdîr buyurması, müddün örf ve
âdette verilen sadaka mikdânnın en az sınırı olması i'tibâriyledir.
[32] Erîs, Medine'de, Kubâ mevkiine yakın meşhur bir
bostandır. İçindeki'kuyu da bostana izafetle Erîs Kuyusu diye anılmıştır. Hz.
Usmân'm halifeliği zamanında Peygamber'den gelen mühür, halîfenin parmağından
bu kuyuya düşmüştü. Râvî Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin, Ebû Ruhm ve Ebû Burde
adlarında iki kardeşi vardır. Bu hadîste ismini açıkça söylemediği, fakat
arkasından yetişip buradaki hayra katılmasını temenni ettiği kardeşi,
bunlardan birisidir.
[33] Başlığa uygunluğu, burada bu üç sahâbînin: Ebû Bekr,
Umer ve Usmân'm faziletlerinin açıklanması ve Ebû Bekr'in cennetle müjdelenme
ve Peygamber'in sağma oturmakta öne geçmesi sebebiyle daha faziletlileri olması
yönündendir. Buhârî'nin bunu Ebû Bekr'in menâkıbmda getirmesinden maksadı,
hâsseten bu noktaya işaret etmektir.
[34] Nevevî: İşte bu te'vîl doğru firâset nev'indendir,
demiştir.
[35] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli olmayacağı üzere
sıddîk sözünden alınır. Buhâ-rî bunu Umer'in Fazîleti bâbı'nda da getirdi.
Müslim de Ebû Hureyre'den: "Rasûlullah Hıra Dağı'nın üstünde Ebû Bekr,
Umer, Usmân ve daha başkaları ile bulunduğu sırada..." suretinde bir
rivayet getirmiştir. Hıra Dağı Mekke'de bulunduğundan bu hadîsler, vakıanın
hem Mekke'de, hem de Medine'de meydana geldiğine delâlet eder (Aynî).
[36] Başlığa uygunluğu, bunda Peygamber'den sonra hilâfetin
Ebû Bekr'e geçeceğine işaret olması, Ebû Bekr'in Umer'den ve diğerlerinden öne
geçirilmesi, onun en faziletli olduğuna delâlet etmesi yönündendir.
Bu hadîs, biraz farklı
olarak 16 rakamıyla de geçmişti.
[37] Hadîs, Ebû Bekr ile Umer'in faziletlerine delâlet
eder, lâkin burada maksad Ebû Bekr'in Umer ve diğerlerine üstünlüğü
menkabesidir. Çünkü o herşeyde, hattâ Peygamber'in zikretmesinde de önde
gelmektedir. Bu hadîs Umer'in faziletinde de biraz farkla gelecektir.
[38] Başlığa uygunluğu "Ebû Bekr geldi ve nihayet onu
Peygamber'den uzaklaştırdı.." sözlerinden alınır. Ebû Bekr'in söylediği
âyet, Mûsâ ile Fir'avn kıssasına ve Fir'avn'ın Musa'yı öldürmeye karar verdiği
zamanki vak'aya âiddir. Tamâmı şöyledir: "Fir'avn ailesinden olup îmânını
gizlemekte bulunan bir mü'min de şöyle dedi; Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır
demesiyle Öldürür müsünüz? Hâlbuki o, size Rabb 'inizden apaçık mu 'cizeler de
getirmiştir. Bununla beraber eğer o bir yalancı ise, yalanı kendine. Eğer
doğrucu ise sizi tehdîd edegeldiği azabın bir kısmı olsun size çarpar. Şübhesiz
Allah, haddi aşan, yalancı olan kimseyi muvaffak etmez" (el-Mü'min: 28).
[39] Umer'in babası Hattâb İbn Nufeyl'dir; Kureyş'in önde
gelenlerindendir. Anası Hanteme de Hâşim İbn Mugîre'nin kızıdır. Umer,
Peygamber'in ikinci halîfesi-dir, kendisine Peygamber tarafından el-Fârûk
lâkabı ve Ebû Hafs künyesi verilmiştir. Hafsa onun en büyük çocuğudur. Ebû
Bekr'den sonra on yıl, altı ay, dört gece devlet başkanı olmuş, kendisini
el-Mugîre'nin kölesi Ebû Lu'lu' Fîrûz öldürmüştür. Umer, yiğitliğin, adaletin,
mülk ve millet irâdesinin benzersiz örneğidir. Hakkında müstakil eserler
yazılmıştır.
[40] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in cennette Umer'e âid
bir köşk görmesidir. Hadîste adı geçen Ebû Talha, Ensâr'dan Zeyd ibn Sehl'dir;
yiğit bir İslâm mücâhididir. Peygamber: "Gaza meydanında Ebû Talha'nın
bir haykırması, düşman üzerine yüz bahâdır kuvvetinden daha te'sîrlidir"
buyurmuştur. Ebû Talha'nın
karısı Rumeysâ'mn asıl
adı Sehle veya Rumeyle'dir. Bu, Ebû Talha'nm Ümmü Suleym'den başka bir karısı
olmalıdır.
[41] Bu, aynı hadîsin başka bir sahâbîden küçük lâfız farkı
ile rivayetidir
[42] Hadîsin Umer'in faziletine delîlliği, Peygamber'den en
sağlam ve eskimez dîn ilimlerini alıp bellemiş olmasıdır. Bu hadîs, İlim
Kitâbı'nda da geçmişti.
[43] Hadîs, Ebû Bekr'in faziletleri bâbı'nda da geçmiş ve
orada bâzı açıklamalar verilmişti.
[44] Hadîsin sonunda İbn Cubeyr ile Yahya
"el-Abkariyy" kelimesinin lügat ma'-nâlarını söylemişlerdir. Burada
bundan kavmin seyyidi kasdedilmiştir. Bu ez-Zerâbî sözü Kur'ân'da da geçer:
"Orada yüksek tahtlar, (önlerine) konmuş kaplar, sıra sıra dizilmiş
yastıklar, yayılıp serilmiş saçaklı halılar vardır" (el-Gâşİye: 13-16).
[45] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in yeminle te'yîd
ettiği son kısımdır. Buhârî bu hadîsi burada iki tarîk ile getirmiştir.
Birinci tarîkten gelen
hadîs "İblîs'in ve ordusunun sıfatı bâbı"nda da geçmişti.
[46] Bu Abdullah ibn Mes'ûd hadîsinin de Umer'in faziletine
delîlliği gizli değildir.
[47] Hadîsin başlığa delîlliği, Alî'nin hem kendi
sözlerinde, hem de Peygamber'den çok işittiğini söylediği Peygamber'in
sözlerindedir.
[48] Hadîsteki sıddîk ile Ebû Bekr; iki şehîd ile de Umer
ile Usmân murâd edilmiştir.
[49] Başlığa uygunluğu, İbn Umer'in Umer hakkında te'kîdli
olarak söylediği sözlerdedir.
[50] Başlığa uygunluğu, Enes'in sözünden alınır. Çünkü o,
amelde Ebû Bekr ile Umer'i Peygamber'e yanaştırmıştır
[51] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî burada
hadîsi iki senedle ve biraz farklı lâfızla rivayet etmiştir.
Hadîsin son
fıkrasındaki "Bulunursa1"1 şartı, şekk için değil, aksine fıkranın
ma'nâsmı te'kîd içindir. Çünkü islâm Ümmeti öbür ümmetlerin efdalİ olduğundan,
öbürlerinde bulunan ihrâmlı kimselerin İslâm Ümmeti'nde de bulunması
muhakkaktır.
Bu hadîste peygamber
olmadıkları hâlde kendilerine Allah tarafından haber ilham olunduğu bildirilen
zâtlara "Muhaddesûn" deniliyor ki, kendilerine hâdiseler, vakıalar
ilham olunan kimseler demektir.
[52] İbn Abbâs el-Hacc: 53. âyetine bu "Muhaddes"
lâfzım ziyâde ederek: " uj .iuAİ Nj ^ ^j j^j 'j* îui ^ ıi.jî"
okumuştur. İbn abbâs bu hususta konumuz olan hadîse dayanmış olsa gerek. Şu
hâlde "Muhaddes", nübüvvet'in dûnunda bir vahy ve ilham mertebesi
demek oluyor. Ve bu yüksek paye Umer'e tevcîh buyuruluyor.
[53] Bu hadîs Ebû Bekr'in Menkabeleri bâbı'nda geçti.
Buhârî bunu burada değişik bir sened ve biraz farklı lâfızla getirmiştir.
[54] Başlığa uygunluğu, içinde Umer'in fazileti bulunması
yf^t de îmân Kitabı, "îmân ehlinin amellerde birbirlerinden ustun oluşları
babı nda küçük farklılıkla geçmişti.
[55] Umer'in Abdullah ibn Abbâs ile onun yakınları ve
arkadaşları hakkında endîşe , etmesi, kendisinden sonra kopacak bir fitne ve
ihtilâl sezmesinden dolayı İdi. Hakîketen bu fitne, Usmân zamanında başlamış ve
sürüp gitmiştir.
[56] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yemîn olsun sen
muhakkak Rasûlullah'a yâr ve hemdem oldun..." sözlerinden alınır. Çünkü bu
sözlerde Umer lehine büyük bir fazîlet vardır.
Umer, hicretin
yirmiüçüncü yılı zu'1-hiccesinİn yirmialtmcı günü sabah namazında iken Mugîre
ibn Şu'be'nin İranlı kölesi Ebû Lu'lu' tarafından zehirli bir hançer ile
vurulup şehîd olmuştur (Aynî).
Umer devlet işlerinde ve
halkın idaresinde bir kusur yapmış olmaktan dolayı erişecek Allah azabından
korkuyor, bunun dehşetini ifâde ediyordu.
[57] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs başka
bir tarikten ve daha uzun bir metin ile "Ebû Bekr'in Fazîletleri
bâbı"nda da geçmişti.
Usmân'm bu hadîsin
sonunda Allah'a hamdettikten sonra söylediği "( Mu-sîbet ve imtihanlarda)
yardımına sığınılacak olan ancak Allah 'tır" sözü, Kur'-ân'da Ya'kûb
Peygamber'in ve bizim Peygamberimiz Muhammed'İn tebliğinde de geçmektedir:
Yûsuf: 18, el-Enbiyâ: 112.
[58] Başlığa uygunluğu şu yöndendir: Peygamber'in o cemâat
içinde Umer'in elini tutması, son derece sevgiye ve beraber olmaya delildir.
Eğer Umer'de büyük bir fazilet olmasaydı, elbette Peygamber onun elini tutmazdı
(Aynî).
[59] Usmân'ın neseb zinciri Peygamber'le Abdu Menâf'da
birleşir. Ebû Amr, kün-yesidir. Evvelâ Peygamber'in kızı Rukayye ile; onun
Ölümü üzerine de diğer kızı Ümmü Kulsüm ile evlendiği için "İki nûr
sahibi" ma'nâsına "Zu'n-Nurayn" lakabı ile şöhret kazandı.
[60] Bu ta'lîk Vakf'ta, "Bir arazî yâhud kuyu
vakfettiği zaman bâbı"nda senediyle geçti.
[61] Bu da bundan evvel zikredilen yerde aynı kitabın aynı
bâbındaki aynı hadîste geçmişti. Zorluk ordusu, Tebûk seferi için hazırlanan
ordudur. Bu sefer bir kıtlık senesinde ve yazın en sıcak zamanına tesadüf
ettiğinden "Darlık ve güçlük seferi" diye anılmıştır. Bu Tebûk
seferinde Usmân, dokuzyüz elli deve ve elli at vermek suretiyle askerin
techîzine katılmış ve Rasûlullah'a da bin dînâr vermiştir.
[62] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs yakında
bundan önceki bâ-bın sonunda da geçmişti.
[63] Hammâd'm bu hadîsinde Peygamber, Usmân'ın girmesiyle
ondan haya ederek açık olan dizini örtmüştür. Çünkü Usmân hayasının çokluğu ile
meşhur idi, bunun için Peygamber onun yanında, hayanın gerektirdiği örtünmeyi
yapmıştır. Bâzı âlimler bu hadîsle dizkapağmm avret olmadığına delîl
getirmişlerdir (Kastallânî).
[64] Müslim'in Haddler Kitâbı'ndaki rivayette bu Velîd'in
vâlîlik yaptığı yerde sabah namazını iki rek'at kıldırdıktan sonra "Daha
kıldırayım mı?" dediği, şa-râb içtiği ve kusarken görüldüğü şâhidlerle
isbât edilip hadd cezası vurulduğu bildirilmiştir.
[65] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra Usmân Alî'yi
çağırdı da Velîd'e deynekleme cezası vurmasını emretti,." sözlerindedir.
Çünkü Usmân, kardeşine deynek cezası vurdurmuştur. Bu hareket de Usmân'ın
hakkı gözetmesine delâlet eder..
[66] Başlığa uygunluğu, Usmân'ın Ebû Bekr ve Umer'den sonra
insanların en faziletlisi olduğuna delâlet etmesi yönündendir...
Tirmizî bu hadîs
sahihtir, fakat ma'nâsı i'tibâriyle garîbdir, demiştir. Bu ga-rîbliği gidermek
ve hadîse bir açıklık vermek için sarihler çeşitli tevcihler yapmışlardır.
Şârih Hattâbî şöyle demiştir: Saadet asrında efdaliyet derecesi, sahâbîlerin
yaşlı başlı ihtiyarlan arasında aramlmıştır. O ihtiyarlar ki, Rasûlul-lah
onlarla İslâm'ın mühim işlerini müşavere ve müzâkere ederdi. Alî ise sağlığında
gençlik çağında idi. Binâenaleyh İbn Umer bu hadîsi ile Alî'yi horlamak, küçük
görmek ve Usmân'dan sonra gelen fazilet derecesinden indirmek istememiştir.
Çünkü Alî'nin mertebesi meşhurdur. Onu ne İbn Umer, ne de sahâbîlerden başka
bir zât inkâr eder. Usmân'dan sonra Alî'nin sahâbîlerin en faziletlisi
olduğunda ümmetin icmâı vardır.. (Aynî)
[67] Abdullah ibn Umer bu afv ve mağfiret hususuna dâir
görüşünü şu âyetlere dayandırmıştır:
' "Hakikat, iki
ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönen(\er yok mu); onları irtikâb
ettikleri bâzı şeyler yüzünden ancak şeytân kandırmak istedi. And olsun Allah
(yine) onları affetti. Çünkü Allah çok mağfiret edicidir, halimdir" (Âlu
İmrân: 155).
Bu âyette bildirilen
iki'ordu ile murâd: a. Peygamber ile sahâbîleri, b. Ebû Sufyân ile Kureyş
kuvvetleridir. Uhud harbi hakkında Cihâd Kitâbı'nda yeterli açıklama geçmişti
[68] Başlığa uygunluğu, bunda Usmân'a âid büyük bir fazilet
bulunması yönünden-dir. O da Allah'ın onu affetmesi, mağfiret etmesi, kendisi
kaybolduğu hâlde onun için ecir ve pay hâsıl olmasıdır. Bu, Usmân'dan başkası
için hâsıl olmamıştır. Bir de Peygamber sağ elini işaret ederek: "Bu,
Usmân'ın elidir" deyip sol eline sürmek suretiyle Usmân için bey'at etmesidir, işte
bunlar Allah'ın Usmân'a ihsan ettiği büyük fadldır (Aynî).
Rıdvan Bey'atı Mısver
ibn Mahrame ile Mervân'ın ortak rivayet ettikleri Hudeybiye hadîsinde geçmişti
(Cihâd Kitabı).
[69] Bu hadîs daha önce de geçmişti. Buradaki başlığa
uygunluğu "iki şehid" sözünden alınır. Çünkü bu şehîdlerden biri
Usmân(R)'m kendisidir
[70] Umer, bu iki sahâbîyi Irak arazîsi üzerine harâc
verisi, ahâlîsi üzerine de cizye vergisi koymaları vazifesiyle Irak'a göndermiş
idi (Kastallânî).
[71] İbn Sa'd'ın ez-Zuhrî'den sahîh bir senedle rivayetine
göre Umer, İslâm fetihlerinin genişlemesi ve esirlerin çoğalması üzerine
Medine'nin nizamı nâmına erlik çağına ermiş genç esirlerin Medine'ye
girmelerine izin vermiyordu. Nihayet Küfe Vâlîsi Mugîre ibn Şu'be'den aldığı
bir mektûbda, yanında bulunan genç bir san'atkân zikrediyor ve bunun demir ve ağaç
nakış işlerindeki ustalığından, iyi bir marangoz olduğundan ve Medînelİler'İn
bundan fayda göreceklerinden söz ederek, Medîne'ye girmesine izin verilmesini
tavsiye ediyordu. Bunun üzerine i Mugîre'nin bu kölesine izin verildi. Mugîre
buna aylık yüz dirhem harâc kesmişti. Köle bunun ağırlığından Umer'e şikâyet
etti. Fakat Umer, kölenin san'atı-na göre bu haracı çok bulmadı. Köle
titizlenerek çıktı. Ve birkaç gün sonra bu û'ikd su'ikasdı yaptı.
ez-Zuhrî'nin rivayetine
göre, cânînin taşıdığı hançer, iki başlı olup kabzası ortasında imiş. Bununla
Umer'i üç yerinden yaralamış. Bu yaralardan birisi göbeği altında olup, geniş
bulunduğundan ölüme sebeb olmuştur.
Bu kölenin îrân
fetihleri sırasında esîr edilerek Medîne'ye getirilen ve ma-iyyetiyle beraber
müslümân olan Hürmüz'ün teşvikiyle bu cinayeti işlediğine dâir de rivayet
vardır. Ve bu rivayette daha mühim sebeb bildirilmektedir: Cizye Kitabı, 3.
hadîs.
[72] Şûra hey'etinin altısı, Peygamber'İn kendilerini
cennetle müjdelediği on büyük sahâbîdendir. Geriye Saîd ibn Zeyd ile Ebû Ubeyde
kalıyordu. Ebû Ubeyde evvelce vefat etmişti. Saîd ibn Zeyd, Umer'in amca oğlu
bulunduğundan, seçim işinde akrabasının re'yi bulunmasını istememişti.
[73] Bu ifâdeler Ensâr'm medhine âid olan şu âyetlere uygun
düşmüştür: "Onlardan evvel (Medine'yi) yurt ve îmân evi edinmiş olan
kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden
dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç (meyli) bulmazlar. Kendilerinde fakirlik ve
ihtiyâç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin
hırsından ve cimriliğinden korunursa mu-râdlarına erenler onların tâ
kendileridir" (el-Haşr: 9).
[74] Verâ, vâv'ın üç harekesiyle mebnî olarak el- Verâ,
ma'rife olarak zarflardandır Ense cihetine denilmekle zıdd ma'nâlı
kelimelerdendir: "Huve verâeke ev hal-feke ev kuddâmeke" (yâni: O
Senin arkanda yâhud önündedir) denilir... (Kaa-mûs Ter.).
[75] Bu iki parantez arasındaki ziyâde, hadîsin diğer bir
rivayet tarîkinden alındı ki,
bunu el-Medâyinî
getirmiştir (İbn Hacer).
[76] Bu uzun hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü
hadîs başlıktakilerin hepsini şâmil bulunuyor.
Bu hadîsin bir parçası
Cenazeler Kitabı, "Peygamber'in kabri hakkında gelen haberler bâbı"nda
geçmişti. Buhârî bu şûra hadîsini Hükümler Kİtâbı'n-da da Humeyd ibn
Abdirrahmân ibn Avf rivayeti ile Mısver ibn Mahrame'den getirmiştir. Orada
hadîsi buradakine benzer ve buradakinden daha tamam olarak sevketmiştir.
Umer'in bu kıssasında
birçok fâideler vardır: Umer'in müslümânlara ve zimmet ehli olan gayrimüslim
tebeaya şefkati, onlara nasîhatİ, müslümânlar içinde sünneti ayakta tutması,
Rabb'inden şiddetle korkması, dîn İşine kendi işinden ziyâde ehemmiyyet
vermesi, borcun ödenmesini vasiyyeti, hayır ehli yanında gömülmeye dikkati,
devlet başkanını ta'yînde şûraya gidilmesi ve en faziletli olanın öne
geçirilmesi, devlet başkanlığının bey'atla bağlanılıp sabit olacağı, her hâlde
ma'rûf ile emre yapışma, harâc ve cizye vergilerini ağırlaştırmaktan sakınma ve
takat yetirilemeyecek vergileri terketmek.;. ve daha başka birçok fâideler ki,
bunlar düşünmekle zahir olur. Muvaffak kılıcı ancak Allah'tır (Fethu'l-Bârî,
Umdetu 'l-Kaarî).
[77] Alî'nin anası Fâtıma bintu Esed İbn Hâşim ibn Abdi
Menâf'tır. Bu kadın Hâşi-mîler arasında ilk Hâşimî çocuk doğuran bir Hâşimî
kadın olmakla meşhurdur. Fâtıma müslümân olup sahâbiyye kadınların büyükleri
sırasına geçmiş, Rasûlullah hayâtta iken Medine'de vefat etmiştir
(Kastallânî).
[78] Bu ta'lîk Umretu'1-Kadâ babında gelecek olan uzun
el-Berâ ibn Âzib hadîsinin bir parçasıdır. Bu uzun hadîsin bir rivayeti Sulh
Kitâbi'nda da geçmişti. Bu fıkradaki "Min'1" edatının bu nev'ine
"Min el-ıttısâlî" denilir ki, İki müteallakın medhûlüne bağlılığını
ifâde eder. Buna göre bu fıkranın ma'nâsı: Ey Alî! İlim, hısımlık, neseb
yönlerinden, aramızda çözülmez bir bağlılık var, demek olur. "Senin bana
bağlılığın, Harun'la Musa'nın bitişikliği menzilesindedir" hadîsi de
böyledir.
[79] Umer'in bu sözü, bundan evvel geçen bâbdaki Umer'in
vefatı hadîsinden bir parçadır
[80] Bu hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Alî'nin
faziletine ve yiğitliğine delâlet etmektedir. Aynı zamanda bunda Peygamber'in
bir mu'cizesi de vardır. Çünkü bayrağı vereceği kimsenin eliyle Hayber fethini
haber vermiş, haber öylece gerçekleşmiştir. Bu hadîs, Cihâd Kitâbı'nda
"Elleriyle bir kimse İslâm'a giren kişinin fazileti bâbi"nda da
geçmişti.
[81] Bu da geçen hadîsin başka bir tarîkidir.
[82] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Alî'nin fazîletine
ve Peygamber yanındaki mertebesinin yüksekliğine delâlet etmesi yönündendir. Bu
delâlet şöyledir: Çünkü Peygamber, Alî'nin yanma yürüdü ve Mescid'e girdi,
Ali'nin sırtından toprakları eliyle silkti ve onu razı kılmak istedi. Zîrâ Alî
ile Fâtıma arasında birşey olmuştu da Alî bu sebeble Mescid'e çıkmış ve orada
yatmıştı.
Peygamber'in dâmâdı
Alî'yi böyle bir künye ile künyelemesi mîzâh ve bu vesile ile Alî'yi taltif
etmektir.
Bu hadîs, Namaz Kitabı,
"Kişinin Mescid'de uyuması bâbf'nda da geçti.
[83] Başlığa uygunluğu "Sonra Alî'den sordu, İbn Umer
de Alî'nin güzel amellerini zikretti" sözünden alınır. Çünkü Abdullah îbn
Umer Alî'yi güzel vasıflanyle medhetmiştir. Bu da Alî'nin fadlı ve fazîleti
olduğuna delâlet eder.
İbn Umer'in ona:
"Gücün neye yeterse yap" sözünün ma'nâsı: Benim sana söylediğim
şeyler haktır. Hak söyleyen, kendisi hakkında söylenecek bâtıllara ehemmiyet
vermez, demek oluyor.
[84] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in Alî ile
Fâtıma'nm yatakta bulunurlarken yanlarına girmesi ve onlara yataklarından
kalkmamayı emretmesi yönün-dendir. Bu, Alî'nin Peygamber'in yanında büyük bir
derecesi olduğuna delâlet eder (Aynî).
İbn Teymiyye şöyle
demiştir: Kim uyku uyuyacağı sırada hadîste bildirilen zikre devam ederse, ona
meşakkat ve yorgunluk arız olmaz. Çünkü Fâtıma çok. çalışmaktan meydana gelen
yorgunluğundan şikâyet etmişti de Peyamber onu bu yolda zikre devam etmeye sevkeylemiştir
(Kastallânî).
Peygamber'in kızı
Fâtıma'ya bir köle vermemesinde, teblîğ ettiği İslâm esasları içinde esirliğin
doğurduğu kölelik müessesesini kaldırmak ve hiç olmazsa bu mazlum sınıfı lıürr
insanların sâhib oldukları medenî bir hayat hakkına eriştirmek esası
bulunuyordu. Böyle iken kızının kapısına bir köle bağlamak, ısrarla öğrettiği
bu esâsa aykırı bulunduğundan idi.
[85] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Peygamber bunu,
Tebûk seferine çıkarken Alî'yi Medine'de halef bıraktığı ve Alî'nin de sefere
katılmak istemesi üzerine söylemişti. O hadîste: "Şu kadar var ki, benden
sonra peygamber yoktur" fıkrası da vardır.
[86] Alî bu hadîsi çocuk anası cariyelerin satılıp
satılmaması hakkındaki görüş ayrılıkları üzerine söylemiştir. Bu da şöyle
olmuştur: Alî Irak'a geldiği zaman: Ben Umer'le beraber, çocuk anaları olan
cariyelerin âzâd edilmeleri görüşünde İdim. Şimdi köle edilmelerini düşündüm,
demiş. Yapılan i'tirâz üzerine bunu söyle-' mistir (Aynî).
[87] Ca'fer, Alî'nin kardeşidir; Alî'den on "yaş büyük
idi. Sekizinci hicret yılında Mûte harbinde şehîd oldu. Künyesi Ebû Abdillah
et-Tayyâr'dır. İki kanadlı, iki hıc-retlidir. Yiğit ve cömert idi. İlk
müslümânlardandır. Habeşistan'a hicret etti ve Necâşî'nin İslâm'a girmesine
sebeb oldu. Sonra Medine'ye hicret etti. Sonra Ra-sûlullah onu Mûte seferinde
ordunun kumandanı yaptı. O harbde iki eli kesilince Allah ona cennetle
meleklerle beraber uçacağı iki kanat ihsan etmiştir (Aynî).
Buhârî buradaki ta'lîki
Kaza Umresi Bâbı'nda senedli ve uzun olarak rivayet ettiği el-Berâ hadîsinde
getirmiştir.
[88] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fakirler için
insanların en hayırlısı Ca'fer ibn Ebî
Tâlib idi..."
sözlerindedir. Çünkü Ebû Hureyre'nin bu beyânları Ca'fer için çok güzel
menkabedir
[89] Başlığa uygunluğu, Ca'fer'e "İki kanatlı"
denmesinin büyük bir menkabe olması yönündendir. et-Taberânî sahîh bir senedle
Abdullah ibn Ca'fer'den rivayet etti ki, Ca'fer'in oğlu Abdullah şöyle demiştir:
Rasûlullah (S): "Sana mübarek otsun. Baban melekle beraber gökte
uçuyor" buyurdu.
Ebû Hureyre de
Rasûlullah: "Ben Ca'fer ibn Ebî Tâiib'i melekte beraber uçuyor
gördüm" buyurdu, demiştir. Bunu Tirmizîile el-Hâkim rivayet ettiler...
(Aynî).
[90] el-Abbâs, Peygamber'in amcası olup Peygamber'den iki yâhud üç yaş büyük
idi. İslâm'a girmesi meşhur rivayete göre Mekke fethinden sonradır. Güzel, semiz,
beyaz, uzunca boylu, gür sesli bir zât idi. Bir rivayette İslâm'a girişi eskidir;
müslümânhğını gizler idi. Müslümanlığını fetih günü açığa çıkardı. Usmân'ın
devlet başkanlığında öldürülmesinden iki sene evvel, otuziki yılında,
seksense-kizyaşinda iken Medine'de öldü ve el-Bakı' mezarlığına gömüldü (Aynî, Kas-tallânî).
Bu hadîs, bu sened ve
metin ile Yağmur Duası Kitâbı'nda, "İnsanların imâmdan yağmur duası
yapmasını isteme4eri bâbı"nda da geçmiş, gerekli açıklamalar orada
verilmişti.
[91] Rasûlullah'ın hısımları Peygamber'e sâhib olan yâhud
O'nu gören erkek ve kadınlardan yakın dedesi Abdulmuttalib'e mensûb olanlardır.
Onlar, Alî ile Fâtı-ma'dan olan çocukları: el-Hasen, el-Hüseyin, Muhsin, Ümmü
Kulsüm; Ca'fer ve çocukları; Hamza ibnu Abdümuttalib ve çocukları; Abbâs ibn
Abdilmutta-lib ve erkek çocuklarıdırlar.
Fâtıma, Uhud harbinden
sonra Alî ile evlendi. O zaman Fâtıma onbeş yaş ve beş aylık, Alî de yirmibir
yaş ve beş aylık ömründe idi (Aynî).
[92] Bu ta'lîk, Peygamberlik Alâmetleri Kitâbı'nm son
taraflarında senedli olarak geçmişti, oraya bak!
[93] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah'ın
hısımları..." sözünden alınabilir. Bu isnâd aynı ile birkaç kerre
geçmiştir. Bu hadîs, buradakinden daha bütün olarak Beştebir Kitâbı'nm
evvelinde geçti.
[94] Yânî Ehli Beyt'e ezâ etmeyiniz demiş oluyor. Ehli
Beyt, başta Fâtıma olduğu hâlde Alî, Hasen, Hüseyin ile Peygamber'in kadınlarıdır.
Şiîler, Peygamber'in. kadınlarım Ehli Beyt'ten saymazlar. Fakat görüş doğru
değildir. Ehli Beyt, Peygamber'in evine nisbeti, bağlılığı olanlar demek
olduğuna göre, mü'minlerin anneleri de Ehli Beyt'te dâhil bulunması gerekir.
Nitekim "Ey Peygamber kadınları, siz diğer kadınlardan biri gibi
değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız (yabancı erkeklere) yumuşak
söylemeyin; sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tama 'a düşerler. Sözü, ma 'rûf
veçhile (ve ağır başlı) söyleyin. Vakaar ile evlerinizde oturun. Evvelki
câhiiiyet yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Allah'a
ve Rasülü'ne itaat edin. Ey Ehli Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi
tertemiz yapmak ister" (el-Ahzâb: 32-33) âyetinde de Peygam-ber'imizin
kadınlarına "Ehli Beyt" diye hitâb edilmiştir.
[95] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhâri bunu Nikâh'ta ve
Talâk'ta da getirmiştir.
[96] Bu hadîs, bu isnâd ve metnin ayniyle Yahya ibn
Kazaa'dan olmak üzere Peygamberlik Alâmetleri Kitâbı'nın sonlarında geçmişti.
Bu, tam bir tekrardır... (Aynî).
[97] ez-Zubeyr, Kureyşî ve Esedî'dir. Nesebi Peygamber'le
Kusayy'da birleşir. Annesi Peygamber'in halası olan, Abdulmuttalib'in kızı
Safiyye'dir. ez-Zubeyr, cennetle müjdelenen on zâttan biridir. Onaltı yaşında
müslümân olmuş, evvelâ" Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmiştir.
Bütün gazvelerde hazır bulun muştur. Zevcesi, Âişe'nin baba ve kızkardeşi
Zâtu'n-natıkayn Esmâ'dır. Zu-beyr seksen yaşında iken Cemel harbinde, otuzaltıncı yılda
öldürülmüştür. Onu Amr ibn Curmûz öldürmüştür. Kabri, Basra tarafında
Canavarlar Vâdîsi'nde-dir (Aynî).
[98] Hadîsin başlığa uygunluğu "Dikkat edin! Nefsim
elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki..." sözlerinden alınır.
[99] Bunun da başlığa uygunluğu Usmân'ın "Dikkat
edin!...." sözündedir.
[100] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs,
Buhârî'nin Müslim'den ayrı olarak rivayet ettikler inden dir. Havarinin
tefsiri de yakında geçmişti
[101] Başlığa uygunluğu "Rasûluilah babasıyle anasını
benim için bir arada zikretti ve şöyle buyurdu..." sözlerinden alınır.
Buhârî'nin râvîlerinden Dâvûdî: Rasû-lallah'ın babasını anasını birleştirerek
feda olsun diye tebcil ettiği zât, sahâbîler içinde ikidir: Zubeyr ve Sa'd ibn
Ebî Vakkaas.... demiştir.
Bu cümle bir duâ veya
bir haber değil, tebcîl için söylenen bir ta'bîrdir.
[102] Bu hadîste de Zubeyr'in kahramanlığı apaçıktır
[103] Talha da Kureyş'tendir. Nesebi, Peygamber'in nesebi
ile Murre ibn Ka'b'da birleşir. Ebû Bekr'in nesebiyle de Temim ibn Murre'de
birleşir. Ebû Talha, Ebû Bekr'in delaletiyle İslâm'ın ilk günlerinde müslümân
olmuştur.' Talha, cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Otuzaltmcı yılda
Cemel harbinde öldürülmüştür.
Talha'ya
"Talhatu'1-Hayr", "Talhatu'1-Cûd" lakablan verilmiştir.
Annesi el-Alâ'nın kızkardeşi Sa'be bintu'l-Hadremî'dir, Bu kadın müslümân
olmuş, hicret etmiş, oğlundan sonra biraz daha yaşamıştır.
Umer'in başlıktaki sözü,
Usmân'a bey'at kıssası ve Umer'in öldürülmesi babında geçmişti.
[104] Hadîslerin Talha'nın faziletine delâletleri gizli
değildir. Alî, Talha'nın Cemel Vak'ası'nda şehîd olduğunu duyunca çok ağlamış,
hattâ gözyaşları sakalını ıslatmış, sonra da: Ey Talha, benîm ve senin,
Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu muttekîlerden olmamızı ümîd ederim:
"Biz onların göğüslerindeki kînî söküp attık. Hepsi kardeşler hâlinde,
karşı karşıya, tahtları üzerine dayanarak oturacaklardır" (el-Hıcr: 47)
demiştir (Kastallânî).
[105] Sa'd'ın mensûb olduğu Zühre oğullan, Peygamber'in
dayılarıdır. Çünkü Peygamber'in annesi Âmine, Zühre oğullan'ndan idi. Ebû
Vakkaas'ın asıl adı Mâ-Hk ibn Vehb'dir. Bu, Kılâb ibn Murre'de Peygamber'in
neseb zinciri ile birleşir. Sa'd, onyedi yaşında iken müslümân olmuştur.
Cennetle müjdelenen on sahâ-bîden biridir. Bunlardan en son vefat edendir;
ellibeş yılında, seksenüç yaşında ölmüş ve Medîne mezarlığı el-Bakı'da
gömülmüştür.
[106] Daha önce geçen Talha hadîsinde de belirtildiği gibi,
Uhud harbinde Peygamber yalnız Talha ile Sa'd hakkında babası ile anasını
birlikte feda etme ta'bîrini kullanmıştır. Diğer sahâbîler hakkında yalnız
babasını yâhud yalnız anasını feda ile tebcîl etmiştir.
[107] Müslümanlığın ilk günlerinde müslümânlar gizli bir
cemiyet hâlinde yaşadıkları. için, Sa'd'm kendisine delâlet eden Ebû Bekr ile
Peygamber'den başka kimseyi .tanımamış olması ve bu sebeble kendisini üçüncü
saymış olması çok muhtemeldir.
[108] Hadîsin başlığa uygunluğu Sa'd'ın: "Ben Allah
yolunda ok atmış olan Arab mücâhidlerinin muhakkak ki birincisiyim"
sözündedir. Bu, Sa'd için büyük men-kabedir. Bu ilk okun atılışı şöyle
olmuştur: Medine'ye hicretin birinci
yılında Peygamber, Ubeyde ibn Haris
kumandasında Muhâcirler'den altmış kişilik bir süvari müfrezesini, Ebû
Sufyân'ın Şam'dan getirmekte olduğu kervanı vurmak için Râbığ Vâdîsi'ne
göndermişti. Bu harb, müslümânları yurtlarından uzaklaştıran Kureyş ile ilk
temas idi. Peygamber müfrezeye bir bayrak da vermiş idi ki, bu da müslümânlarm
ilk bayrağı oluyordu. Ubeyde, Ebû Sufyân ile karşılaştığında ilk oku Sa'd ibn
Ebî Vakkaas atmış, bu da islâm'ın şerefini yükselten İslâm cihâdının ilk oku
olmuştur.
Irakhlar'ın Sa'd
aleyhinde Umer'e ulaştırdıkları şikâyetler, Umer'in bu şikâyetleri ve
ithamları tahkîk ettirmesi ve başka gerekçe ile Sa'd'i Irak Vâlîlili-ği'nden
ayırması kıssası, Namaz Kitabı; "Namazın sıfatı bâbı"nda geçmişti.
Buhârî bunu Et'ıme ve Rikaak'ta da getirmiştir.
Umer yaralandığı zaman
Halifelik seçimi için teşkil ettiği şûra üyeleri arasında Sa'd'a da yer vermiş
ve: Ben Sa'd'i aczinden dolayı azletmedim., dediği o kıssada geçmiş idi.
[109] es-Sthr, kadın tarafından olan hısımlığa denir. Fakat
burada kişinin kızının zevci ma'nâsı kasdedilmiştir. Buhârî'nin: Peygamber'in
dâmâdlarından birisi Ebû'l-Âs ibnu'r-Rabî'dir, demesi de bunun delilidir.
[110] Bu ziyâde, Beşte bir" Kitabı'nda, uzunca bir
metinle geçmişti.
Ebû'I-Âs, Abdu Şems
oğullan'ndandır, adı Lakît yâhud Huşeym'dir; Ebû'İ-Âs künyesiyle meşhurdur; adiyle
anılmamıştır. Anası Hâle bintu Huveylid'dir ki, Hadîce'nİn kızkardeşî oluyor.
Ebû'l-Âs, Peygamber olmazdan evvel Muhammed'in en büyük kızı Zeyneb ile
evlenmişti. Bedir günü müşriklerle beraber esîr düşünce Peygamber, Zeyneb'i
Medine'ye göndermesi şartıyle onu âzâd etmiş, o da Mekke'ye vardığında bu
va'dini yerine getirip Zeyneb'i Medine'ye göndermişti. Sonra Peygamber,
Zeyneb'i Ebû'1-Âs'a yeni bir nikâhla tekrar vermiştir. Ebû'l-Âs, Yemâme'de
şehîd düşmüştür.
[111] Zeyd ibn Harise, Kelb kabîlesindendir. Annesiyle
birlikte kendi kabilesine ziyarete giderlerken çapulcuların baskınına uğrayıp,
esîr edilmiş. O zaman sekiz yaşında olan Zeyd'i Ukâz Panayırı'nda satılığa
çıkarmışlar. Hakîm ibn Hızâm onu dörtyüz dirhem bedel ile halası Hadîce için
satın almıştı. Hadîce de evlendikleri zaman onu Peygamber'imize hediye etmişti.
Bir müddet sonra Zeyd'in Mekke'de olduğunu duyan babası ve amcası, oğlunun
bedelini verip almak üzere, Mekke'ye gelip Rasûlullah'a müracaat ettiler.
Peygamber, Zeyd'i, yanında kalmak yâhud babasıyle ailesine gitmek arasında
muhayyer kıldı. Zeyd, Rasûlul-lah'ın yanında kalmayı tercih etti. Rasûlullah da
Zeyd'i evlâd edindi ve kendi dadısı Ümmü Eymen ile evlendirdi. Bu evlilikten
Usâme doğdu.
Zeyd'in çok üstün
kaabiliyetleri ve menkabeleri vardır, Zeyd'in menkabe-lerinin en büyüğü, adının
Kur'ân'da (el-Ahzâb: 37) zikredilmiş olmasıdır.
Kölelerden ilk müslümân
olan Zeyd'dir. Zeyd, ordu kumandanlığına kadar yükselmiş, ve Mûte harbinde
şehîd olmuştur.
[112] Peygamber'in bu sözü el-Ahzâb: 5. âyetindeki emre uyma
ve itaat etme örneğidir. Buhârî, el-Barâ'nın bu hadîsini Sulh Kitâbı'nda
getirmişti.
[113] Mûte harbinde sıra ile kumandan olan Zeyd ibn Harise,
Ca'fer ibn Ebî Tâlib ve Abdullah ibn Revâha arka arkaya şehîd düşmüşler,
gâzîler de ağır kayıplarla Medine'ye dönmüşierdi. Peygamber, içlerinde Ebû
Bekr, Umer, Ebû Ubeyde... gibi büyüklerin de bulunduğu büyük bir ordu hazırlayıp, Usâme'yi bu ordunun başkumandanı
ta'yîn etmişti. Bu ta'yîne i'tirâz sözleri üzerine, Peygamber, metindeki
sözleri söylemişti. Bu, Usâme için büyük bir fazilettir.
[114] Usâme ile babasının rengi biraz farklı olduğu için,
Câhilİyet devrinde Usâme'nin nesebi hakkında dedikodu edilmişti. Zeyd,
Rasûlullah'ın evvelâ kölesi, sonra evlâdhğı olduğu için, bu dedikodulardan
üzülmüştü. Şimdi ise dedikoducular, kendi kanâatlerince hükme medar olan
izcinin bu sözü ile susturulmuş oluyorlardı. Peygamber bu şübhenin giderilmiş
olmasından sevinmiştir.
eî-Kaaif, izci demektir
ki, eldeki, ayaktaki, yüzdeki çizgilere bakarak bulduğu benzerlikle fer'in
nesebini asl'a katan ve döndüren kimsedir. Kaaifin sözüne hukuken ehemmiyet
verilir ve "Kıyâfe(= İzcilik)"bir ilim sayılırdı. Za-mâmmızdaki
parmak izi işlemleri de belki kıyâfe ilminin bir şu'besi sayılabilir.
[115] Bu, Âişe hadîsinin diğer bîr tarîkten gelen
rivayetidir. Hadîsin bu bâbda getirilme sebebi, Usâme'nin, Rasûlullah'ın
müstesna teveccühüne güvenerek, kimse nin cesaret edemediği bir şefaat ve
delâlette bulunmasıdır. Bu kadın Fâtıma bintu Esved'dir. Bu hırsızlığı
Mekke'nin fethi günü yapmıştı. Yüksek içtimaî mevkiine güvenerek, ganimet
malından kıymetli mücevherler çalmıştı. Bu hırsızlık haberi yayılınca,
Kureyşliler bunun şer'î hadden affı çârelerini aramağa başlamışlar ve Usâme'yİ
bulmuşlardı.
Bunda Usâme'ye âid
büyük ve açık bir menkabe vardır.
[116] Abdullah ibn Umer bu hükmü, Rasûlullah'ın Zeyd'i ve
Usâme'yİ çok sevdiğini bildiği için, onların zürriyeti olan Muhammed'i de
seveceğini, onlara kıyâs ederek vermiştir (Aynî).
[117] Ümmü Eymen, Bereke bintu Sa'lebe'dir. Aslen Habeşli
olup, Peygamber'in babası Abdullah'ın cariyesi idi. Evvelâ Ubeyd ibn Amr ile
-yâhud Abîd ibn Hilâl el-Hazrecî ile- evlenmiş, onda Eymen adındaki oğlunu
doğurmuş idi. İlk kocasının ölümü üzerine Peygamber onu Zeyd ibn Harise ile
evlendirdi. Ondan da Usâme'yi doğurmuştur. Peygamber: "Ümmü Eymen,
annemden sonra benim ikinci annemdir" buyururdu.
Ümmü Eymen,
Peygamber'in vefatından sonra vefat etmiştir.
Buhâri hadîsin bu
kadarını Süleyman'dan işitmemiş de, bunu arkadaşlarından bâzısına yüklemiş ve
böylece işittiği ile işitmediğini beyân etmiştir. Onun mükâfatını ancak Allah
verir! Tahriri ne kadar ince ve ne kadar şiddetlidir! (Aynî).
[118] Abdullah erlik çağına ermeden küçük yaşta babası
Umer'le beraber müslümân olmuştur. Babası ve anası Zeyneb'le beraber de
Medine'ye hicret etmiştir. Hicret sırasında on yaşında idi. Bedir, Uhud
gazaları müstesna olmak üzere, bütün gazvelerde hazır bulunmuştur. Bedir ile
Uhud'a, yaşı küçük olduğu için götürülmedi. Bunlardan sonra gelen Hendek
gazvesine onbeş yaşında katıldı. Sahâ-bîlerin en yüksek âlimlerinden ve
müctehidlerinden idi. Çok hadîs rivayet eden sahâbîlerden biridir. Sünnetle
amel eder, bid'atten şiddetle çekinirdi. İmâm Mâlik: "İbn Umer seksendört
yaşına kadar yaşadı. Bunun altmış senesini fetva vermekle, yânî müslümânların
dînî mes'elelerini çözmekle geçirdi. Onun bütün ilimlerini kölesi Nâfi' öğrenip
yaydı" demiştir. Muhammed'in Peygamber oluşunun ikinci yâhud üçüncü
yılında doğmuştu. Hicretin yetmişücüncü yılında vefat etti. Zâlim Haccâc'ın
sû'ikasdine uğramıştır. Şöyle ki: Abdulmelik ibn Mervân, saltanatı zamanında
Hicaz'da vâlî ve kumandan bulunan Haccâc'a her vesile ile gönderdiği
emirnamelerde İbn Umer'e hürmet etmesi, haccda ve dînî hususlarda onun emri
hâricine çıkmamasını bildiriyordu. O sene hacc emîri de ta'yîn olunan Haccâc'a
hacc mes'eklerinde İbn Umer'e muhalefet etmemesini bildirmişti. Zâlim vâlî
uzayıp giden bu tavsiyelerden sıkılmıştı. Nihayet Arafat vakfesinin sünnet
olan zamanını geçiren Haccâc hutbe yaparken, İbn Umer: Beytu'Uahı tahrîb eden,
Allah dostlarını Öldüren zâlim, bu gün de Peygamber'in sünnetini tahrif etti!
diye bağırmıştı. Bunun üzerine Haccâc, adamlarından birisine verdiği zehirli
bir harbeyi Arafat'tan dönüşte halkın kalabalık olduğu - --J- 1-"K"
hairlmna saDİattırarak yaralamış ve o da bu yaradan zehirlenerek ölmüştür
(Biraz kısaltma ile Kastallinai, İrşadü’s, VI , 134- 135 )
[119] Ebû Zerr nüshasında böyle gelmiştir. O: Bu Muhammed,
müellif Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'dir. Buhârî bununla kendisini kasdetti,
demiştir. Bu Muhammed ziyâdesi, diğer nüshalarda yoktur.
[120] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Abdullah için:
"Abdullah ne iyi kişidir" demesi ile üçüncü meleğin: "Sen
korkutulmayacaksın" sözündedir.
[121] Başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber'in:
"Abdullah iyi bir kişidir" sözü, Abdullah için büyük bir menkabedir.
Hafsa, Umer'in kızı ve
Abdullah ibn Umer'in kızkardeşidir; Peygamber'in de kadınlarındandır.
Bu hadîsler Namaz
Kitabı, "Teheccüd namazı bâbı"nda da geçmişti.
[122] Ammâr ibn Yâsir, ilk müslümânlardandır. Annesi
Sumeyye'dir. Bu baba, oğul ve ana; üçü de ilk günlerde müslümân olmuşlar ve
Kureyş'in işkencelerine uğramışlardır. Hattâ Sumeyye, bu işkence sırasında
fecî' şekilde (ayaklan iki deveye bağlanıp sürülmek suretiyle) parçalanmış ve
müslümânların İlk şehidi olmuştur. Yâsir de daha evvel öldürülmüştü. Ammâr
yaşamış, evvelâ Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmiştir. Bütün gazvelerde
bulunmuş, sonra otuzyedin-cİ yılda Sıffîn Vak'ası'nda şehîd edilmiştir. Alî ile
beraberdi.
Huzeyfe ibnu'İ-Yemân,
babasıyle beraber Medine'de müslümân olmuşlardır. Abs kabilesine mensûbdur.
Peygamber kendisini sırdaş edinmiş, olmuş olacak fitneleri ve hâdiseleri ona
gizlice bildirmiştir... İran fetihlerinde bulunmuş, Ni-hâvend harbinde Nu'mân
ibn Mukarrîn'in şehîd olması üzerine, başkumandan olarak büyük zaferler
kazanmıştır. Böyle iken Huzeyfe çok mütevâzî bir hayât sürmüştür. Usmân'ın
şehîd edilmesinden kırk gün sonra 36 yılında vefat etmiştir.
[123] Başlığa uygunluğu "Allah'ın şeytândan kurtardığı
kimse sizde değil mi?" sö-zundedır. Çünkü bununla murâd Ammâr ibn
Yâsir'dir. Bir de: "Peygamberin sırr sahibi sizde değil mi?' sözündedir.
Çünkü bundan da maksad Huzeyfe ibnu'I-Yeman dır.
[124] Bu da geçen hadîs hakkında diğer bir tarîktir.
el-Leyl Sûresi'nin bu
üçüncü âyetinin İbn Mes'ûd ile Ebu'd-Derdâ'mn ısrarla İddia ettikleri kıraati,
mütevâtir olan Mushaf'ta tesbît olunan kıraate muhaliftir. Denilebilir ki, bu
âyet iki kerre nazil olmuştur. Birincisi "Ve'z-zekeri verl-ünsâ" suretinde idi. Bu kıraati İbn Mes'ûd
ile Ebu'd-Derdâ ezberlemişler. Sonra ikinci bir defa da " Ve mâ halaka
'z-zekerâ ve *l-ünsâ' * suretinde nazil olmuştur. Fakat bu iki büyük sahâbî
bunu işitmemiş olacaklar ve böylece cumhurun mütevâtiren rivayet ettikleri
kıraate muhalefet etmiş bulunmaktadırlar. Nitekim Abdullah ibn Mes'ûd
"Muavvizetân " sûrelerini de Kur'ân'dan değildir, sanmıştı (Aynî).
[125] Ebû Ubeyd'nin adı Âmir ibn Abdillah ibni'l-Cerrâh'tır.
Nesebi, Fıhr'de Pey-gamber'in nesebiyle birleşir. Anası Ümeyye
bintu'l-Hâris'tir. Ebû Ubeyde'nin babası Bedir harbinde kâfir olarak ölmüştür.
Rivayete göre Kureyş tarafında bulunan babasını Ebû Ubeyde kendisi öldürmüştür.
Ebû Ubeyde, sahâbîlerin
en büyük mücâhidlerindendir, bütün gazvelerde bulunmuştur. Peygamber'in
vefatından sonra Ebû Bekr ve Umer zamanlarında yapılan fetihlerde bazen
başkumandan, bazen de Hâlid ibn Velîd'in maiyyetin-de olarak çok büyük
hizmetler îfâ etmiştir. Nihayet Umer'in Şam'da vâlîsi İken, hicretin
onsekizinci yılında meydana gelen Amvâs taununda vefat etmiş, cenaze namazını
Muâz ibn Cebel kıldırmıştır. Kabri Amsâ Köyü yakınında Gûrbi-sân mevkiindedir
(Aynî).
[126] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır.
Emânet, bütün
sahâbîlerde ortak bir sıfat olduğu hâlde, bunun Ebû Ubey-de'ye tahsîs
buyurulması, onda ziyâde olduğunu bildirmek içindir. Peygamber'in, sahâbîlerin
büyüklerinden herbirini bir meziyetle tahsîs etmesi, onda o meziyet ve
faziletin çok bulunduğunu bildirmek içindir. Bunu Tirmizî ile îbn Hıbbân'-ın,
Enes'ten rivayet ettikleri şu hadîs açıklamaktadır: "Ümmetimin en merhametlisi
Ebû Bekr'dir, ilâhî emirde en şiddetli olanı Ömer'dir. Hayada en sâdık olanı
Usmân'dır, halâ! ve haramı en iyi bileni Muâz ibn Cebel'dir. Farâizi en iyi
bileni Zeyd ibn Sâbit'tir. En düzgün Kur'ân okuvanı Ubeyy ibn Ka'b'dır. Her
ümmetin bir emtni vardır; bu İslâm Ümmetı'nin emâneti Ebû Ubeyde'ye hâsstır"
(Fethu'l-BârTdekı tenbîh fırkasından nakledildi).
[127] Buhârî burada Mus'ab'ın menkabeleri hakkında hiçbir
hadîs getirmemiştir. Sanki o, Sahth1 ini toplamış, yazmış, fakat beyaza
çekmemiş de, beyaza çekme işi talebeleri tarafından yapılmış gibidir.
Mus'ab, sahâbîlerin en
büyüklerinden ve fazîletlilerindendir. Peygamber, Erkam'ın evine girmesi
akabinde müslümân olmuş, Peygamber onu Medîneli-ler'e Kur'ân okutması için
hicretten önce Medine'ye göndermiştir. Medîne'de ilk cumua namazım kıldırandır
(ibn Hacer, Kastallânî).
Cenazeler Kitâbı'nda
onun faziletine âid şu hadîs geçmişti: "Habbâb ibn Erett (R) şöyle
demiştir: Biz Mekke'den Medine'ye dünyâ için değil, Allah rızâsı için
Peygamber'le beraber hicret ettik. Arlık ecir ve mükâfatımız Allah'a âid-dir.
Muhacirlerden bu ecir ve sevâbdan hiçbirşey tatmadan âhirete gidenler vardır
ki, Mus'ab ibn Umeyr onlardandır. Onlardan kendilerine hicret semeresi ulaşan
ve bu meyveyi devşirenler de vardır. Mus'ab, Uhud günü şehîd olmuştu da biz onu
saracak bir kefen bulamamıştık. Yalnız şehîdin bir kaftanını bulmuştuk. Biz
şehidi ona sarmağa çalıştık. Başını bururken ayaklan açılıyordu, ayaklarım
kapatırsak başı açığa çıkıyordu. Peygamber (S) bize şehîdin başını Örtmemizi ve
ayaklarının üstüne de ızhır otu koymamızı emretti".
[128] Hasen İle Hüseyin, Peygamber'in Alî ile Fâtıma'dan
doğan torunlarıdır. Hasen hicretin üçüncü yılı ramazânında doğmuştur. 37
yaşında Halîfe olmuş, yedi ay bu vazifede kaldıktan sonra, kendi arzusu ile
ayrılmıştır. Bundan sonra yedi yıl daha yaşamış, 49. hicret yılında
zehirlenerek öldürülmüştür.
Nâfi'den gelen hadîs
Buyu' Kitâbı'nda uzun bir metinle geçmişti.
[129] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu benim oğlum
seyyiddir..." sözündedir.
Bu hadîs Sulh Kitâbı'nda
da geçmişti
[130] Hüseyin ibn Alî ibn Ebî Tâlib.Peygamber'in Fâtıma ile
Alî'den doğan ikinci torunudur. İbn Sa'd, Tabakaat'mda Hüseyin'in dördüncü
hicret yılında doğ-, duğunu bildirmiştir. Bu hadîste anlatılan Kerbelâ faciası,
hicretin 61. yılında, âşûrâ gününde vâki' olmuştu. Ve tbn Ziyâd'ın karşısına
Hüseyin'in başıyla beraber, yetmiş iki şehîdin başlan da getirilmişti. Hüseyin
şehîd olduğu zaman ellidört yaşında idi.
Fakat, çok geçmeden,
Allah'ın intikaam ve cezası bu şerîri yakaladı. Bir sene sonra İbrâhîm İbn
Eştur -ki Muhtar es-Sakafî'nin kumandanlarından idi-Abdullah ibn Ziyâd'ı
öldürdü. İbn Ziyâd'ın başı da Muhtar es-Sakafî tarafından Muhammed ibn
Hanefiyye'ye veyâhud Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e gönderildi.
Hadîsin sonundaki vesme
bitkisi hakkında şu bilgi verilmiştir: el- VesmetU, temre vezninde, çivit yaprağına
denir, bir kavle göre bir başka nebat adıdır ki, yaprağı ile boyalanın ;it
^Kaamûs Ter.).
[131] Buradaki hadîslerin Hasen ile Hüseyin'in faziletine
delâletleri gizli değildir. Bunlar daha önceki bâblarda da geçmişti. İbn
Hacer'in Fethu'l-BârTdc dediği gibi, Buhârî Sahîhİ'nin bu kısımları talebeleri
tarafından beyaza çekilmiş olması ihti mâlinden, Menkabeler Kitâbı'nın
tertibinde bâzı öne geçirme, arkaya bırakma veya kimi sahâbîleri hiç zikretmeme
gibi düzensizlikler olmuştur.
[132] Başlığa uygunluğu, Peygamber'İn "Onlar benim iki
rey hanımdır" sözündedir. Reyhan, güzel kokulu bir ottur.
İbn Umer: Irakhlar'm en
büyük cinayeti işlerken, onun dînî ve şer'î fecaatinin derecesini
araştırmadıkları hâlde, şimdi enhakîr bir mes'ele hakkında fetva istemeleri
şaşılacak birşeydir, demek istemiştir.
[133] Bilâl İbn Rebâh, Habeşli'dİr. Peygamber'İn devamlı
müezzini olmuştur. Bİlâh Umeyye ibn Halefin kölesi iken müslümân olmuş, İslâm'ı
terketmesi için efendisi tarafından işkencelere uğratılmış. Bunun üzerine Ebû
Bekr onu satm alarak hürriyete kavuşturmuştur. Bilâl evvelâ Habeşistan'a,
sonra Medine'ye hicret etmiştir. Hazarda ve seferde Peygamber'den
ayrılmamıştır. Hicretin yirminci yılında, altmış küsur yaşında iken Amvâs
taunundan Şam'da vefat etmiştir.
[134] Bu, Gece Namâzı'nda geçen hadîsin bir parçasıdır.
[135] Başlığa uygunluğu, Umer'in Bilâl'e seyyid demesi
yönündendir. Bu söz, Bilâl için büyük bir menkabedir.
[136] Hadîsin devamı şöyledir: Bunun üzerine Ebû Bekr, Bilâl'e: Ey Bilâl, hem Allah hakkı için, hem benim için Medine'de kal, dedi. Bilâl de Ebû Bekr zamanında Medine'de kaldı. Ebû Bekr'in ölümü üzerine Umer'den izin alarak Şâm taraflarına gitmiştir.
Başlığa uygunluğu
"Beni Allah ameliyle başbaşa bırak" sözünden alınabilir. Çünkü onun
bu sözü, maksadının Allah'a doğru yalnız gitmek ve Allah ameliyle meşgul olmak
olduğuna delâlet eder. Bu ise az olmayan bîr menkabedir (Aynî).
[137] Abdullah ibn Abbâs, Abdulmuttalib'in torunu ve
Peygamber'in amca oğludur. Annesi Ümmü'1-Fadl, mü'minlerin annesi Meymûne'nin
kızkardeşidİr. ibn Abbâs hicretten üç yıl evvel Mekke'de doğmuştu.
Peygamber'in ölümü sırasında onüç yaşında idi. İbn Abbâs hicretin
altmişsekizinci yılında Tâif'te vefat etmiş, cenaze namazını Muhammed ibn
Hanefiyye kıldırmış ve: "Bugün tslâm Üm-meti'nin en büyük terbiyecisi ölmüştür"
demiştir.
[138] îmâm Şafiî'ye göre hikmet, Rasûlullah'ın sünnetidir.
Bu tefsire göre, hadîsin iki rivayet yolu arasında tenazur bulunur, Bir rivayet
tarikinde Kitâb ve Kur'-ân'm te'vîli öğretilmesi mukaabilinde, bu rivayette
sünnet öğretilmesi temennî-si kasdedilmiş olur. Bir de el-Bağâvî'nin
A/u'cem'indeki rivayette: "Yâ Allah, bunu dînde fakîh kıl, Kur'ân'ın da
te'vtl ve tefsirini öğret" suretinde duâ edilmiştir. Şu hâlde İbn
Abbâs'ın müfessir, muhaddis ve fakîh olması hakkında duâ buyurulmuş oluyor.
İşte bu duaların bereketiyle îbn Abbâs, tslâmî ilimlerin hepsinde en yüksek
dereceye yükselmiştir. Kendisine "Habru'I-Ümme",
"Tercümânu'l-Kur'ân" ve "Sultânu'l-Müfessirîn" gibi ulu
lakablar sahâbîler ve tâibîler tarafından verilmiştir.
[139] Bu hadîste şehîd oldukları bildirilen üç kumandan
İslâm ordusunun gözbebeği idiler. Bu hâdise, Mûte harbinde cereyan etmişti.
Peygamber'in elçisi
Haris ibn Umeyr, Havran Emîri Şurahbîl tarafından öldürülünce, üçbin kişilik
bir ordu hazırlandı ve Zeyd ibn Harise kumandan yapılıp gönderildi. Şâyed Zeyd
şehîd olursa yerine Ca'fer İbn Ebî Tâlİb; bu da şehîd olursa Abdullah ibn
Revâha'nın sıra ile kumandan olmaları emrolunmuş-tu. Mûte'de harb edildi. Fakat
düşman ordusu yüzbin mevcûdlu idi. En sonra Hâlid kendiliğinden kumandayı ele
almış ve İslâm ordusunu selâmete çıkarmıştır.
Hadîsin başlığa uygunluk
noktası son fıkradaki "Allah 'in kılıçlarından bir kılıç...
"sözündedir. Bu, Hâlid'e, Peygamber tarafıdan verilmiş bir kahramanlık
unvanıdır. Hâlid, Ebû Bekr ve Umer zamanlarında da büyük orduları sevk ve idare
etmiş, birçok fetihler kazanmıştır. Umer zamanında Suriye Vâlîsi iken,
valilikten azledilmiş; bir rivayete göre hicretin yirmibirinci yılında
Suriye'de Hımış şehrinde vefat etmiştir.
[140] Salim ibn Ma'kıl, Ebû Abdillah diye künyelenir.
Fars'ın Istahr ahâlîsindendir. Sahâbîlerin âlimlerinden ve büyük telindendir.
Hem Muhâcirler'den, hem de Ensâr'dan sayılmıştır; şöyle ki: Salim, Ebû
Huzeyfe'nin zevcesi Subeyte'nin kölesi : olup, onun âzâdlaması üzerine Huzeyfe,
Sâlim'i evlâdlığa almıştı. Salim bu sû-retle Kureyş camiasına karışarak
Medine'ye hicret ettiği için Muhâcirler'den olmuştur. Diğer taraftan Sâlim'i
âzâd eden, Ebû Huzeyfe'nin kansı Subeyte, Ensâr'ın Ubeyd oğulları kolundan
olduğu için bu nisbetle de Ensâr'dan sayılmıştır. Hicrette Umer'le beraber
Peygamber'den önce Küba'ya gelmişler ve orada Peygam-ber'i beklemişlerdir. Bu
sırada Umer dâhil olduğu hâlde bütün Muhâcir'e namazlarda Salim İmamlık
yapmıştır. Sâlim'le Huzeyfe, Bedir'den başlayarak bütün gazvelerde hazır bulunmuşlar,
nihayet Yemâme harbinde her ikisi de şe-hîd olmuşlardır.
[141] Peygamber'in Kur'ân öğretilmesi için bu dört sahâbîyi
husûsî olarak zikretmesi, bunların Kur'ân'm lâfız ve nazmım herkesten iyi
olarak zabtetmekle beraber, edâ ve kıraat hususunda herkesten ziyâde meleke
sahibi olmalarındandır. Sonra bu dört zât, Kur'ân'ı Peygamber'in ağzından doğrudan doğruya almaya ehemmiyet
vermişlerdir.
[142] Abdullah ibn Mes'ûd'un büyük babası Gâfıl ibn
Habîb'dir. Annesi, Ümmü Abd'-^ dir. Babası da, anası da Huzeyl kabîlesindendir.
Babası Mes'ûd, Câhiliyet zamanında ölmüştür. İbn Mes'ûd'un kendisi İslâm'a ilk
giren altı kişinin altıncısıdır. Evvelâ Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret
etmiştir. Bedir'den i'tibâren bütün gazvelerde hazır bulunmuştur. Hicretin
otuzikinci yılında Medîne'de veya Kûfe'de vefat etmiştir. Vefatında altmış
küsur yaşında idi.
[143] Hadîs bundan önceki bâbda da geçmişti, buradaki
rivayette baş taraftaki ziyâde gelmiştir.
Kur'ân okutacakların
adları sayılırken îbn Mes'ûd ile başlanması, onun kıdemini ve arkadaşları
arasındaki üstünlüğünü ifâde eder.
[144] Bu hadîs de az farkla daha önce geçmişti. Orada
"Ve'l-leyli.. " Sûresi'nin bu âyetinin okunuşu hakkında biraz
açıklama da verilmişti. Bu âyetin okunuşu, Tefsir Kitâbı'nda da gelecektir.
[145] Bu hadîsteki İbnu Ümmi Abd, Abdullah ibn Mes'ûd'dur.
Bu Ümmü Abd, onun anasının adıdır
[146] Bu, Peygamber'in evine çok girip çıkmaları, onların
Peygamber'le devamlı beraber bulunmaları hususiyetine delâlet eder. Bunda ise
İbn Mes'ûd'un fadlına ve hayrına delâlet vardır (Aynî).
[147] Muâviye ibn Ebî Sufyân Sahr ibn Harb ibn Umeyye,
Kureyşli ve Emevî'dir. Nesebi Abdu Menâf'ta Peygamber'le birleşir. Annesi Hind
bintu Rabîa'dır. Babası ile annesinin neseb zinciri Abdu Şems'te birleşir.
Muâviye, babası, anası ve kardeşi Yezîd ibn Ebî Sufyân Mekke fethi günü
müslümân oldular. Muâviye, Hudeybiye günü müslümân olduğunu, İslâm'ını babası
ve anasından gizlediğini söyler İdi. Muâviye ve babası, kalbleri İslâm'a
ahştınlanlardır. Ve Huneyn ganimetlerinin taksiminde birinci tabakadan idiler.
Sonra Muâviye ve babasının müslümânhkları güzel oldu. Muâviye Rasûlullah'a
kâtiblik de yaptı. Umer ve Usmân'ın 20 sene Şâm Vâlîliği'ni yaptı. Kırkıncı
yılda hilâfete geldi ve 20 sene kadar da bu makaamda kaldı. Beyaz, güzel bir
zâttı. Halîm, kerîm, siyâsî, akıllı, ve tedbîri! sıfatlarıyle sıfatlanmıştır.
Sekseniki yâhud yetmişsekiz yaşında iken, altmışıncı hicret yılında Şam'da
vefat etmiştir (Kastallânî).
[148] İbn Abbâs'm bu sözünde Muâviye'nin Rasûlullah'a
sahâbîlik yaptığı yönünden zikri ve fadlı vardır.
[149] Bu, bundan önce zikredilen hadîsin başka bir
tarîkidir. İbn Abbâs'm: "Muâviye sünnette isabet etmiştir, çünkü o
fakîhtir (yânî fıkıh bâblannı bilir)" demesi, hadîsin başlığa uygunluk
yönüdür.
[150] Bunun da başlığa uygunluğu, içinde Muâviye'nin zikri bulunması
yönünden-dir. Muâviye (R) bu sözü hutbede söylemiştir.
[151] Fâtıma, Peygamber'in en küçük kızıdır. Annesi
Hadîce'dir. Fâtıma hicretten onüç sene evvel Mekke'de doğdu. Uhud harbinden
sonra Peygamber tarafından Alî ibn Ebî Tâlib'e nikâh edildi. O zaman Fâtıma
onbeş yaşını altı ay geçmişti. Alîde yirmibir yaşında idi. Peygamber'in nesli
Fâtima'nm çocukları ve torunlarında devam etmiştir. Hasen, Hüseyin, Muhsin
isimlerinde üç erkek ile Ümmü Kulsüm, Zeyneb isimlerinde iki kız evlâdrdünyâya
gelmiştir. Peygamber'in diğer çocuklarından torunları olmamıştır,
Fâtıma duru beyaz bir
sîmâya mâlik olduğundan Zehra lakabı ile anılır. Peygamber'den altı ay sonra
vefat etmiş, kocası Alî tarafından gasledilip, namazı kılınarak, geceleyin
gömülmüştür (Hulâsa; Aynî).
Peygamber'in bu
başlıktaki sözü, Peygamberlik Alâmetleri Bâbı'nda se-nedli olarak geçmişti.
[152] Bu hadîs, "Peygamber'in kadın yönünden hısımları
bâbı"nda geçmiş ve orada bâzı bilgiler verilmişti.
[153] Âişe, Ebû Bekr es-Sıddîk'ın kızıdır. Annesi Ümmü Rûmân
bintu Âmir'dir. Âi-şe, İslâm içinde hicretten sekiz sene kadar önce doğdu.
Peygamber'in vefatında onsekiz yaş civarında idi. Peygamber'in vefatından sonra
Aişe, yarım asra yakın bir zaman yaşadığı için, şer'î ilimlerin dörtte birinin
Âişe'den naklolunduğu söylenir. Atâ ibn Ebî Rebâh: Âİşe insanların en fakîhi,
en âlimi, ümmet hakkındaki re'y ve içtihadında en güzel isabet edeni İdi,
demiştir.
Urve ibnu'z-Zubeyr de:
Fıkıhta, tıbbda, şiir ve Arab tarihinde Âişe derece sinde fazileti hâiz hiçbir
kimse görmedim, demiştir. Peygamber'in zevceleri içinde O'na en sevgili olması,
iftiracıların isnadından Allah'ın onun berâetini, müslü-mânların mihjâblarında
kıyamete kadar tilâvet olunacak bir vahiy olarak indirmiş olması, Âişe'nin
hususiyetlerinden bâzılarıdır.
Âişe, Muâviye'nin
halifeliği zamanında yetmiş yaşma yaklaşmış olduğu hâlde hicretin ellisekizinci
yılında Medine'de vefat etmiş, cenaze namazını Ebû Hu-reyre kıldırmıştır
(Kastallânî).
[154] Başlığa uygunluğu, Cibril'in ona selâmının, onun büyük
bir fadla mâlik olduğuna delâlet etmesi yönündendir. Bâzıları bu hadîsle
Hadîce'nin Âişe'ye üstünlüğüne istidlal etmişlerdir. Çünkü Hadîce hakkında
gelen hadîs, Peygamber'in Hadîce'ye: Cibril sana Rabb'inden selâm söylüyor,
buyurmuş olmasıdır. Burada ise Selâm, hâsseten Cibril'dendir (Aynî).
[155] Bu hadîslerin başlığa uygunluğu gizli değildir. Bunlar
daha Önceki kitâblarda da geçmişti.
[156] Başlığa uygunluğu, İbn Abbâs'm Âişe'nin cennete
gireceğini kesin şekilde söylemesi yönündendir. Çünkü bu husus, ancak
Peygamber'den bildirilmekle söylenebilir. Bu da büyük bir fazilettir.
[157] Bu Basra'da Alî ile Âişe arasında cereyan eden Cemel
Vak'ası'nda olmuştur. Ammâr: Siz Allah'ın, imâma tâbi' olup ona karşı çıkmamak
hususundaki hükmüne mi yâhud Âişe'ye mi tâbi' oluyorsunuz? diye sizleri imtihan
etmektedir, demiş oluyor.
[158] Ammâr'ın: Dünyâ ve âhirette Âişe'nin Peygamber'in
zevcesi olduğunu söylemesi, Âişe için büyük bir fazilettir. Hadîsin başlığa
uygunluğu bu sözdendir.
[159] Bu hadîsin uzunca bir rivayeti Teyemmüm Kitâbı'nın
evvelinde geçti. Hadîsin buradaki başlığa uygunluğu "Allah seni hayır ile
mükâfatlandırsın.." sözlerin-dedir.
Hakîkaten Âişe'nin
gerdanlığının kayboluşu, müslümârilar için bir kolaylık olan Teyemmüm
Âyeti'nin inmesine vesile olmuştur. Teyemmüm Ayeti iki yerdedir. Biri burada
işaret edilen el-Mâide: 6. âyeti, diğeri de en-Nisâ: 43. âyetidir.
[160] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Âişe'nin evinde olmayı
ve orada Âİşe tarafından bakılmasını arzûlamasmdadır. Bu, Âişe için büyük bir
fazîlettir. Peygamber'in bu arzusu şu hadîste daha açıktır:
Âişe (R) şöyle
demiştir: Peygamber(S)'in hastalığı ağırlaşıp, ağrısı şiddetlendiği zaman
benim evimde bakılmak üzere diğer zevcelerinden izin istedi, onlar da izin
verdiler... (Buhârî, Abdest Alma ve Ezanın Başlaması Kitâblan).
Şu hadîs de metindekinin
benzeri olup, Âişe'nin fazîletini iyice belirtmektedir:
Âişe (R) şöyle demiştir:
Rasülullah (S) ölüm hastalığında Âişe gününün geç kaldığından şikâyet ederek:
"Ben bugün kimin nevbet indeyim? Yarın kimin nev-betinde olacağım?"
der (ve benim günümü özlediğinden dolayı) diğer kadınlarına özür beyân ederdi.
Benim nevbetin geldiğinde Yüce Allah O'nun ruhunu benim göğsümde aldı ve benim
odama gömüldü. (Buhârî, Cenazeler Kitabı).
[161] Bu, Âişe'nin fazileti hakkında en büyük bir müjdedir.