62- KİTÂBU FADÂİLİ ASHÂBİ'N-NEBÎ (S) 2

Ve Müslümanlardan Peygamber İle Sohbet Eden Yâhud O'nu Gören Kimse, O'nun Sahâbîlerindendir 2

1- Muhacirlerin Menkabelerî Ve Üstünlükleri Babı 3

2- Peygamberdin Şu Kavli Babı: 4

3- Peygamberden Sonra Ebû Bekrin Fazileti Babı 4

4- Feygamrer(S)'İn: "Eğer Bir Halîl Edinecek Olaydım... Kavli Babı 4

5- Bâb. 5

6- Küreyş Kabilesinin Adiyy İbn Ka'b Şu'besine Mensûb Olan Ebû Hafs Umer İbnu'l-Hattâb(R)'In Menkabeleri Babı 10

7- Kureyş Kabilesinden Ebû Amr Usmân İbnu Affân(R)'In Menkabeleri Babı 14

8- (Umer İbnu'l-Hattâb'dan Sonra) Bey'at Kıssası Ve Hilafet İşinde Sahâbîlerin Usmân İbn Affânfln Başkalarından Öne Geçirilmesi) Üzerinde İttifak Etmeleri Babı 16

9- Kureyş Kabilesinin Hâşimî Koluna Mensûb Olan Ebu'l-Hasen Alî İbnu Ebî Tâlib(R)İn Menkabeleri Babı 19

10- Ca'fer İbn Ebî Tâlib El-Hâşimî(R)^Nin Menkabeleri Babı 21

11- Abbâs İbn Abdîlmuttalib(R)'İn Zikri 21

12- Rasûl]Ullah(S)'In Hısımlarının Menkabeleri Ve Peygamberin Kızı Fâtıma Aleyhi'ş-Selâmın Menkabesi Babı 22

13- Ez-Zubeyr İbnin-Avvâm(R)'In Menkabeleri Babı 22

14- Talha İbnu Ubeydillah(R)'In Zikri Babı 24

15- Zühre Kabilesine Mensûb Olan Sa'd İbn Ebî Vakkaas(R)'In Menkabeleri Babı 24

16- Peygamberdin Kadın Tarafından Olan Hısımlarının Zikri Babı 25

17- Peygamberin Âzâdlısı Zeyd İbn Hârîse(R)'Nin Menkabeleri Babı 25

18- Usâme İbn Zeyd'in Zikri Babı 26

19- Bab. 26

20- Umer İbnıtl-Hattâb'ın Oğlu Abdullah(R)'1n Menkabeleri Babı 27

21- Ammâr Ve Huzeyfe(R)'Nin Menkabeleri Babı 28

22- Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh(R)'In Menkabeleri Babı 29

23- Mus'ab İbnu Umeyr(R)'İn Zikri Babı 29

24- El-Hasen İle El-Hüseyin{R)'İn Menkabeleri Babı 29

25- Ebû Bekrin Himayesinde Bulunan Bilâl İbn Rebâh(R)'In Menkabeleri Babı 30

26- Abdullah İbn Abbâs(R)'In Zikri Babı 31

27- Hâlid İbnu'l-Velîd(R)'İn Menkabeleri Babı 31

28- Ebû Huzeyfe'nin Âzâülısı Olan Sâlim(R)'İn Menkabeleri Babı 31

29- Abdullah İbn Mes'ûd(R)'In Menkabeleri Babı 32

30- Muâviye İbnu Ebî Sufyân(R)'In Zikri Babı 32

31- Fâtıma Aleyhi's-Selâmın Menkabeleri Babı 33

32- Âişe(R)'Nin Fadlı Babı 33


Rahman ve Rahim olan Allah'm ismiyle

 

62- KİTÂBU FADÂİLİ ASHÂBİ'N-NEBÎ (S)

(Peygamber'in Sahâbîlerinin Faziletleri Kitabı)

 

Ve Müslümanlardan Peygamber İle Sohbet Eden Yâhud O'nu Gören Kimse, O'nun Sahâbîlerindendir [1]

 

1-....... Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Bize Ebû Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:

"îmanlar üzerine bir zaman gelir ki, o zamanda insanlardan bir

cemâat gaza eder. Onlara:

— İçinizde Peygamber'le sohbet eden kimse var mıdır? diye so-

rarlar.

Onlar da:

— Evet vardır! diye cevâb verirler.

Nihayet (ordu içindeki sahâbîye hürmeten zafer kapısı) onlara

açılır.

Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir. İnsanlardan bir gu­rup daha gaza eder. Onlara da:

— İçinizde Peygamber'in sahâbîleriyle görüşen kimse var mıdır?

diye sorulur. Onlar da:

— Evet var! diye cevâb verirler; onlara da fetih müyesser olur. Sonra insanlar üzerine bir zaman daha gelir, yine bir topluluk

harb ederler. Onlara da:

— İçinizde Peygamber'in sahâbîlerini gören ile görüşen tabiî kim­se var mıdır? diye sorulur.

Bu defa onlar da:

  Evet vardır! derler; onlara da fetih müyesser olur" [2].

 

2-.......Ebû Cemre şöyle demiştir: Ben Zehdem ibn Mudarrib'den işittim, şöyle dedi: Ben İmrân ibn Husayn(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S): "Ümmetimin hayırlısı, benim asrımdır. Sonra onlara yakın olan(tab'û)lardır. Sonra onlara yakın olanlardır" bu­yurdu.

İmrân: Rasûlullah, kendi asrından sonra (hayırlı olarak) iki asır mı, yoksa üç asır mi zikretti bilmiyorum, demiştir.

Rasûluİlah devamla: "Sizden sonra bir kavim gelecektir ki, bunlar şehâdet etmeleri istenmeden şehâdet edecekler, bunlar hıyanet ede­cekler, kendilerine i'timâd edilmeyecek, yine bunlar adak adayacak­lar, fakat adaklarını yerine getirmeyecekler. Artık bunlarda (aşırı yemek içmek hayâtın gayesi olduğundan) semizlenme meydana gelecektir" buyurmuştur [3].

 

3-.......Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan: Peygamber (S) şöyle bu­yurmuştur: "İnsanların hayırlısı benim asrımdır. Sonra onlara ya­kın olanlardır (yânî tâbiîler'dir). Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra bir kavim gelir ki, onlardan birinin şehâdeti (ihtiras ile) yeminine; ye-mîni de şehâdetinin önüne geçer".

Hadîsin râvîlerinden İbrâhîm en-Nahaî: Bizler çocuk iken velî­lerimiz bizi "Eşhedü billahi..." gibi şehâdet sözlerimizden ve "Al­lah ile ahdim olsun" şeklindeki ahd sözlerimizden dolayı döverlerdi, demişti [4]

 

1- Muhacirlerin Menkabelerî Ve Üstünlükleri Babı [5]

 

Ebû Bekr Abdullah ibnu Ebî Kuhâfe et- Teymî (R)  Muhâcirler'dendir.

Ve Yüce Allah'ın şu kavli: "Allah'ın, memleketler ahâlîsinden Peygamber'ine verdiği fey', Allah'a, Peygamberine, hısımlara, *" yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara âiddir. Tâ ki (bu % mallar) içinizden (yalnız) zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın..." (e\-Ha$r:iyf itf   ve Allah şöyle buyurdu:

"[Ey îmân edenler, ne oldunuz ki, size: Allah yolunda elbirlik gazaya çıkın denildiği zaman yere (mıhlanıp) ağırlaştınız? Ahiretten (vazgeçip yalnız) dünyâ hayâtına mı razı oldunuz? Fakat bu dünyâ hayâtının fâidesi âhiretin yanında pek azdır.] Eğer siz O*na (Rasûlü'ne)

yardım etmezseniz, kâfirler O'nu (Mekke'den) çıkardıkları zaman bizzat Allah Oyna yardım etmişti.

İkinin ikincisinden ibaretti. O zaman bunlar mağaradaydılar. Peygamber o vakit arkadaşına: Tasalanma. Allah, hiç şübhe yok, bizimle beraberdir diyordu. [Allah O'nun üzerine sekînetini indirmiş, O*nu I görmediğiniz ordularla te 'yîd etmiş, kâfirlerin kelimesini I alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise; o, çok yücedir. Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir]" (et-Tevbe: 38-41) [6]

Âişe, Ebû Saîd, İbn Abbâs (R): (Mekke'den Medine'ye' doğru çıktıkları zaman) Ebû Bekr Mağara'da        Peygamberin beraberinde idi, demişlerdir [7].

 

4-.......el-Berâ (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr (R) Âzib'den onüç dirhem mukaabilinde bir binek devesi satın aldı. Akabinde Ebû Bekr, (babam) Âzib'e hitaben:

— (Oğlun) el-Berâ'ya emret de devemi bana naklediversin! de­di.

Âzib:                                            

— Bu isteğin olmaz. Ancak sen ve Rasûlullah beraberce Mek­ke'den Medine'ye doğru yola çıktığınız zaman, müşrikler de sizi ara-maktalarken nasıl yaptığınızı bize anlatırsan olur, dedi.

Ebû Bekr şöyle dedi:

— Mekke'den hareket ettik. Bütün gecemizi ve gündüzümüzü ih­ya ettik, yâhud yürüdük. Nihayet sıcak vakte girdik. Güneş gündü­zün yansına gelip dikildi. Ben, kendisine sığınıp barınabileceğimiz bir gölge görebilir miyim diye etrafa bir göz attım. Büyük bir kaya gör­düm. O'nun yanına geldim ve onun kalan gölgesine baktım. Oradan bir yeri düzelttim. Sonra orayı Peygamber için döşedim. Sonra O'na:

  Yâ Nebiyyallah, yat! dedim.

Peygamber yattı. Sonra ben, etrafıma bakmak üzere, arayıcılar­dan herhangi bir kimse görür müyüm diye gittim. Derken koyunlarım bulunduğumuz kayaya doğru sürüp getirmekte olan bir koyun çobanı ile karşılaştım. O da bizim gibi o kayanın gölgesinden.fayda­lanmak istiyordu. Ona sorup:

  Sen kimin çobanısın ey delikanlı? dedim.

— Kureyş'ten bir adamın çobanıyım, dedi ve onun ismini söyle­di.

Ben onun söylediği adamı tanıdım. Sonra:                       

  Senin koyunlarında süt var mı? dedim. O:

  Evet vardır, dedi. Ben:

 — Sen bize süt sağar mısın? dedim.                             

O:

— Evet sağarım, dedi; Ben ona emrettim de o sürüsünden bir koyunu durdurup tuttu.

Sonra ona, koyunun memesini tozlardan silkelemesini emrettim. Sonra da ona ellerini silkeleyip temizlemesini emrettim. Avuçlarından biri­ni diğerine şöylece vurup silkeledi. Ve çoban benim için bir adam kan­dıracak kadar az bir süt sağdı. Ben Rasûlullah için ağzında bir bez parçası olan deriden bir su kabı yapmıştım. Ondan sütün üzerine bi­raz su döktüm, hattâ süt kabının aşağısı serinledi. Akabinde o süt kabını Peygamber'in yanına götürdüm ve kendisini uyanmış buldum. O'na:

  İç yâ Rasûlallah! dedim.

Rasûlullah içti, ben de bundan hoşnûd oldum. Sonra :

— Hareket etme vakti gelmiştir yâ Rasûlallah! dedim. O:

  "Evet" dedi ve hareket ettik.

Kureyşliler bizi arıyorlardı. Bize onlardan atının üzerinde Surâ-katu'bnu Mâlik ibn Cu'şum'dan başka hiçbir kimse erişmedi. Ben:

  İşte arayanlar bize yetiştiler yâ Rasûlallah! dedim.

  "La tahzen inne'llâhe maanâ- Tasalanma, çünkü Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir" (et-Tevbe: 40) dedi [8].

"Akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken onlarda sizin için güzel bir zînet (ve zevk) vardır" (en-Nahi: 6) [9].

 

5-.......Ebû Bekr (R) şöyle demiştir: Biz mağarada iken (bizi aramağa çıkan müşrikler bize çok yaklaşmış, üstümüze gelmişlerdi). Ben:

- Yâ Rasûlallah! Bunlardan birisi eğilip de ayaklarının altına bak­sa bizi muhakkak görecekler, dedim.

Rasûlullah (S):

  "Yâ Ebâ Bekr! Üçüncüleri Allah olan iki kimseyi ne zanne­diyorsun?" dedi [10].

 

2- Peygamberdin Şu Kavli Babı:

 

"Ebû Bekr'in kapısından başka (mescide açılan) kapıları kapatınız". Bunu İbn Abbâs, Peygamber'den söyledi [11].

tenir, yarı canınız tükenmeden varamayacağınız memleketlere kadar götürürler. Şübhesiz ki Rabb'iniz çok şefkatli, çok merhametlidir" (en-Nahl: 5-7).

 

6-....... Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) son hastalığında- insanlara bir hutbe yaptı da:

  "Allah bir kulunu dünyâ ile kendi yanında bulunan şeyler ara-' sında muhayyer bıraktı. O kul da Allah katındaki şeyleri tercih etti" buyurdu.

Râvî dedi ki: (Bu söz üzerine) Ebû Bekr ağlamaya başladı. Biz, Rasûlullah'm muhayyer kılınmış bir kuldan haber vermesi sebebiyle onun ağlamasına hayret ettik. Meğer o muhayyer kılınan kul Rasû-lullah'ın kendisi imiş, Ebû Bekr de o sözü en bilenimiz imiş. Rasû­lullah (Ebû Bekr'i ağlar görünce):

  "Sohbeti (yânî arkadaşlığı) hususunda da, malı hususunda da insanların bana en çok vergisi olanı Ebû Bekr'dir. Bir halîl edine­cek olaydım elbette Ebû Bekr'i bir halîl edinirdim. Lâkin İslâm yö­nünden meydana gelen kardeşlik ve sevgi (şahsî dostluktan daha faziletlidir). Mescidde Ebû Bekr'in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın" [12].                          

 

3- Peygamberden Sonra Ebû Bekrin Fazileti Babı

 

7-....... Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Biz, Peygamber(S)'in hayâtı zamanında: İnsanlar arasında fulân fulândan hayır­lıdır, fulân da fulân kimseden hayırlıdır, diye konuşurduk. Neticede Ebû Bekr'i, sonra Umer ibnu'l-Hattâb'ı, sonra Usmân ibn Affân'ı (Allah onların hepsinden razı olsun) hayırlıdır, derdik [13].

 

4- Feygamrer(S)'İn: "Eğer Bir Halîl Edinecek Olaydım... Kavli Babı

 

Bunu Ebû Saîd (rivayet edip) söyledi [14].

 

8-.......İbn Abbâs(R)'tan: Peygamber(S): "Ümmetimden biri­ni sevgisi samîmi ve silinmesi kaabil olmayan bir dost edinecek ol­saydım, hiç şüphesiz Ebû Bekr'i edinirdim. Fakat o benim dîn kar­deşim ve (hazarda, seferde) sahibim, arkadaşımdır" buyurmuştur.

 

9-.......Eyyüb es-Sahtıyânî'den: o da İkrime'den; o da ibn Abbâs'tan gelen hadîste Peygamber (S): "Eğer bir halîl edinecek olsaydım, elbette onu (Ebû Bekr'i) halıl edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür" buyurmuştur.

el-Buhârî dedi ki: Bize Kuteybe tahdîs etti: Bize Abdulvahhâb, Eyyûb es-Sahtıyânî'den geçen hadîsin benzerini tahdîs etti [15].  

 

10-.......Abdullah ibn Ebî Muleyke şöyle demiştir: Bir kerre Küfe ahâlîsi (yânî Küfe kaadısı Abdullah ibn Utbe ibn Mes'ûd), Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e, dedenin mîrâsı hakkında bir mektûb yazıp bu mes'-eleyi sordu. İbnu'z-Zubeyr de: Hakkında Rasûlullah(S)'ın "Eğer İslâm Ümmeti içinden bir kimseyi sâdık, samîmi dost edinecek ol­saydım, muhakkak onu dost edinirdim" buyurmuş olduğu zât (yânî Ebû Bekr), dedeyi, mîrâs hükmünde baba yerine koymuştur, diye ce-vâb verdi [16].

 

5- Bâb

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

11-.......Cubeyr ibn Mut'ım (R) şöyle demiştir: Bir kerre Peygamber(S)'in yanına bir kadın geldi. (Giderken) Peygamber kadına tekrar kendisine müracaat etmesini emretti. Kadın sanki Peygamber'in ölümünü ta'rîz ederek:

  Ben gelir de seni bulamazsam? diye sordu. Peygamber:

— "Şâyetbeni bulamazsan Ebû Bekr'e müracaat ef'buyurdu [17].

 

12-.......Hemmâm (ibnu'l-Hâris en-Nahaî el-Kûfî) şöyle demiş­tir: Ben Ammâr-ibn Yâsir(R)'den işittim; o: Ben Rasûlullah(S)'ı gör­düğümde, O'mın beraberinde (ilk müslümânlar olarak) beş köle, iki kadın, bir de Ebû Bekr'den başka kimse yoktu, diyordu [18].

 

13-.......Ebu'd-Derdâ (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'in yanında oturuyordum.. Bu sırada Ebû Bekr, elbisesinin eteğini diz ka­paklarını açıncaya kadar toplayarak (telâşla) çıkageldi. Peygamber bize:

  "Arkadaşınıza gelince, o birisiyle çekişmiş olacak" buyur­du.

Ebû Bekr selâm verdi ve:                                                .

— Yâ Rasûlallah! Benimle Hattâb oğlu arasında bir şey (bir çe­kişme) oldu. Ben bu çekişmede Umer'e tecâvüz ettim. Sonra pişman oldum da kendisinden beni affetmesini istedim. Fakat Umer kabul etmedi. Ben de Sana geldim, dedi.              

Bunun üzerine Rasûlullah üç kerre:

  "Allah seni mağfiret etsin yâ Ebâ Bekr!" dedi Sonra Umer de bu dargınlıktan pişman oldu da Ebû Bekrim evine

gitti ve:

  Ebû Bekr burada mı? diye sordu. -Ev halkı:

— Hayır, burada değil, diye cevâb vermeleri üzerine, Umer de Peygamber'in huzuruna geldi ve O'na selâm verdi.

Bu sırada Peygamber'in yüzü değişmeye başladı. Hattâ Ebû Bekr korktu da iki dizi üzerine çöktü ve iki kerre:

— Yâ Rasûlallah! Vallâhî bu işte Umer'den ziyâde ileriye gitmi-şimdir, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (hepimize hitaben):            

  "Şübhesiz ki, Allah beni size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz bana: 'Yalan söyledin' demiştiniz- Ebû Bekr ise: 'Doğru söyledin' demiş ve bana canı ile, malı ile yâr ve yar­dımcı olmuştur*' buyurdu.

Sonra Rasûlullah iki kerre:

  "Şimdi sizler benim bu dostumu, bu nisbeti ve bu hususiyeti, ile bana bırakırsınız değil mi?" buyurdu.

Râvî Ebu'd-Derdâ: Ebû Bekr, hakkında Peygamber'in ortaya

koyduğu bu büyütmeden sonra artık O'nun hatırı için hiç incitilme­di, demiştir [19].

 

.......Amr ibnu'1-Âs (R) şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) Amr'ı Zâtı Selâsil ordusu üzerine kumandan yapıp göndermişti. Amr dedi ki: Bu gazveden döndüğümüzde Peygamber'in huzuruna geldim ve:

  insanların hangisi sana en sevimlidir? diye sordum. Peygamber:

  "Âişe'dir" dedi. Ben:

— Erkeklerden en sevimli olan kimdir? dedim. Peygamber:

— "Âişe'nin babasıdır" buyurdu. Ben:

  Sonra kimdir? dedim. Peygamber:

  "Sonra Umer ibnu'l-Hattâb'dır" buyurup, birtakım adam­ların adlarını saydı [20].

 

15-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Bir çoban, sürüsünün içinde bulundu­ğu sırada sürüye kurt saldırdı ve ondan bir koyun aldı. Çoban (on­dan koyunu geri almak için) ardından araştırdı. Derken kurt çobana döndü de:

— Yırtıcı hayvan(\ann sürüye saldıracağı o fitne) gününde, ko­yun sürüsünün benden başka çobanı bulunmayacak o günde, koyu­nu benden kim kurtarır? dedi.

Ve yine bir adam bir sığırın üzerine yük yüklemiş olarak onu sev-keder giderken, sığır o kimseye yüzünü çevirdi de onunla kelâm edip:

— Ben bunun için yaratılmadım, lâkin ben tarla sürmek için ya­ratıldım, dedi ".

(Râvî dedi ki:) İnsanlar (bu hikâyeden hayret ederek):

  Subhânallah! dediler. Peygamber ise:

  "Ben bu hayvanların böyle söz söylediklerine inanıyorum; $bû Bekr de, Umer ibnu'l-Hattâb da (inanıyorlar)" buyurdu [21].

 

16-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Ben kendimi ru'yâmda üzerinde bir ko­va olan bir kuyu başında gördüm. O kuyudan Allah'ın dilediği kadar su çektim. Sonra kovayı Ebû Kuhâfe'nin oğlu aldı, o da kova ile bir yâhud iki kova su çekti. Ebû Kuhâfe oğlu Ebû Bekr 'in su çek­mesinde bir zayıflık vardı. Allah Ebû Bekr'e bu za'fından dolayı mağ­firet etsin. Sonra bu küçük kova büyük bir kovaya dönüştü. Onu Umer ibnu'l-Hattâb aldı. Ben insanlar içinde Umer'in çekişi gibi su çekebi­lecek kuvvette kavı ve kâmil bir kişi göremedim. Nihayet insanlar o kuyu başını develerin sulak ve eylek yeri edindiler" [22].

 

17-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S):

  "Kim giydiği elbisesini büyüklenerek (yerde) sürüklerse, kı­yamet gününde Allah ona (rahmet bakışıyle) bakmaz" buyurdu.

Ebû Bekr:

— Benim elbisemin iki tarafından birisi -ben onu sürünmekten korumazsam- muhakkak yerde sürünür (ne buyurursun)? diye sordu.

Rasûlullah:

  ' 'Sen kaftanını sürüklemeyi büyüklenerek yapar değilsin'' bu­yurdu.

Hadîsin râvîlerinden Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'e:

— Abdullah ibn Umer: "Kim izârmı yerde sürüklerse" sözünü zikretti mi? diye sordu.

Salim de:

— Ben babam Abdullah'tan ancak "Elbisesini" sözünü zikret­tiğini işittim, demiştir [23].

 

18-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:

  "Kim Allah yolunda (yânî Allah rızâsı için) şeylerden herhangi birşeyden çift sadaka verirse, kapılardan, yânî cennet kapılarından: Ey Allah'ın kulu! Bu kapı hayırlıdır! diye çağırılır. Her kim de de­vamlı namaz kılanlardan olursa, o da (cennetin) namaz kapısından çağırılır. Cihâd ehlinden olan ise cihâd kapısından çağırılır. Sadaka verenlerden olan kimse ise sadaka kapısından çağırılır. Oruç tutan­lardan ise oruç kapısından ve Rey yân kapısından çağırılır".

Ebû Bekr:

— Bu kapıların hepsinden çağırılan kimse üzerine bir zarar var mıdır? dedi.

Yine Ebû Bekr:

— Yâ Rasûlallah, bir kimse bu kapıların hepsinden çağırılır mı? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Evet, hepsinden da'vet olunur ve ben senin onlardan olaca­ğını ümîd ediyorum yâ Ebâ Bekr!" dedi [24].                             

 

19-....... Bize Süleyman ibn Bilâl, Hişâm ibn Urve'den; o da Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den; o da Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'den tah-dîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) vefat etti, Ebû Bekr, es-Sunh denilen yerde idi [25]. Râvî İsmâîl: Âliye mevkiini kasdediyor, de­miştir. Umer ayağa kalktı da:

  Vallahi Muhammed ölmedi, diyordu. Âişe dedi ki: Umer yine:

— Vallahi gönlüme şundan başka birşey vâki' olmuyor: Rasû­lullah ölmedi ve Allah O'nu muhakkak (dünyâda) diriltecek de (O'na öldü diyen) bir takım adamların ellerini ve ayaklarım kesecektir! de­di.

Ebû Bekr geldi. Rasûlullah'm yüzünden örtüyü açtı ve O'nu öptü de:

— Babam anam sana feda olsun. Sen ölü olarak da, diri olarak da tertemizsin. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, Allah sana ebeden iki ölüm taddırmayacaktır, dedi.

Sonra odadan dışarıya çıktı da:

— Ey Rasûlullah'm ölmediğine yemîn eden adam, yavaş ol; acele etme! dedi.

Ebû Bekr konuşunca Umer oturdu. Ebû Bekr Allah'a hamd ve sena etti de şöyle dedi:

— Dikkat edin! Kim Muharnmed'e tapıyorsa, bilsin ki Muham­med ölmüştür. Kim Allah'a ibâdet ediyorsa, bilsin ki Allah, ölmeye­cek olan diridir. Yüce Allah O'na: "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da elbet ölecekler*' (ez-zumen 30) buyurdu. Yine Allah şöyle buyurdu: "Muhammed bir rasûlden başka (birşey) değildir. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür yâhud öldürülürse ökçe­lerinizin üstünde (geriye) mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde (ardına) dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükredenlere mükâfat verecektir" (Âiu imrân: 144).

Râvî dedi ki: Bunun üzerine insanlar sessizce ağlamağa başladı­lar [26].

Yine Râvî dedi ki: Bu sırada Ensâr, Benû Sâide sakîfesinde, Sa'd ibn Ubâde'nin yanında toplanmışlar ve:

— Bizden (Ensâr'dan) bir emîr, sizden (Muhâcirler'den) bir emîr

olsun, diyorlarmış.

Bunu haber alan Ebû Bekr es-Sıddîk, Umer ibnu'l-Hattâb ve Ebû Ubeydetu'bnu'l-Cerrâh onların yanına gittiler. Umer konuşmaya dav­randı. Ebû Bekr onu susturdu. Umer:

— Vallahi ben bu davranışımla ancak benim hoşuma giden ve Ebû Bekr'in ulaşamayacağından korktuğum bir konuşmayı hazırla­mak istedim, der idi.

Sonra Ebû Bekr konuştu. O, insanların en belîğ söz söyleyeni

olarak konuştu ve sözleri içinde:

  Biz(Kureyşli)ler emirler, sizler ise vezirlersiniz, dedi. .  Bunun üzerine Habbâb ibnu'l-Munzir:

— Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emîr, sizden bir emîr

olsun, dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr:

— Hayır. Lâkin biz(Kureyşli)ler emirleriz, sizler vezîrler (yânî müsteşârlar)siniz. Kureyş yurtça Arablar'ın ortası_(yânî en şereflisi), haseblerce (yânî huylar ve fiillerce) de en çok ve en hâlis Arab olan­larıdır. Bu sebeble Umer'e yâhud Ebû Ubeyde'ye bey'at ediniz, de­di.

Umer:

— Hayır, biz sana bey'at ediyoruz. Çünkü sen bizim seyyidimiz, hayırlımız ve Rasûlullah'a en sevgili olammızsın, dedi.

Akabinde Umer, Ebû Bekr'in elini tutup ona bey'at etti, ardın­dan insanlar da ona bey'at ettiler. Bu sırada Ensâr'dan biri:

  Siz Sa'd ibn Ubâde'yi öldürüyordunuz, dedi.

Umer de:

  Onu Allah öldürsün, diye beddua etti.

Abdullah ibn Salim, ez-Zubeydî'den söyledi: Abdurrahmân ibnu'l-Kaasım şöyle demiştir: Bana el-Kaasim haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber'in (başı benim dizimde bulunduğu bir sırada üzerine bir baygınlık geldi. Sonra ayılınca) gözü açılıp evin ta­vanına doğru dikildi. Sonra üç defa:

  "Allah'ım beni er-ReJîku'I-A''lâ zümresine kat" diye duâ et­ti.

Ve el-Kaasım ibn Muhammed, ölümle ilgili olan bu hadîsi (yânî Umer'in "Rasûlullah ölmedi" sözünü, Ebû Bekr'in "O öldü" sözü­nü ve iki âyetin okunmasını) tamâmiyle nakletti.. Âişe şöyle demiş­tir:

— Ebû Bekr ile Umer'in hutbelerinden her bir hutbe ile Allah mu­hakkak menfâat ihsan etmiştir. Yemîn olsun Umer bir takım adam-

O'±ıJtJ/*jiiııııi-ı uuııiuı   ve  ların ellerini keseceğini söylemesiyle insanları korkutmuştur. Ve muhakkak onların içinde münafıklık olacaktı. Allah onları bununla hakka döndürdü. Sonra muhakkak Ebû Bekr insanlara hidâyet (yâ­nı doğru yolu) göstermiş ve onlar da (onun sözü ve zikrolunan âyeti okuması sebebiyle), âyeti okuyarak çıkıp gitmişlerdir: "Muhammed bir rasûlden başka (birşey) değildir. Ondan evvel daha nice rasûller gelip geçmiştir. Şimdi O ölür yâhud öldürülürse, ökçelerinizin üstünde (geriye) mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde (ardına) dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz. Allah şükredenlere mükâfat verecektir" (Âiu imrân: 144) [27].

 

20-.......Muhammed ibnu'l-Hanefiyye şöyle demiştir: Ben ba­bam Alî ibn Ebî Tâlib'e:

— Rasûlullah(S)'tan sonra insanların en hayırlısı hangisidir? di­ye sordum.                                  .                               

Babam:                                                   

  Ebû Bekr'dir, dedi.  Ben:

  Sonra kimdir? dedim Babam:

  Sonra Umer'dir, dedi.

Ben, "Usmân" denilmesinden korktum da:

  Umer'den sonra sensin, dedim. Babam:     

  Ben müslümânlardan bir adam olmaktan başka birşey deği­lim, dedi [28].

 

21-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'ın yaptığı sefer­lerin birinde beraberinde yola çıktık. Ya Beydâ'ya, ya da Zâtu'l-Ceyş'e vardığımızda (yanımda ariyet olan) bir gerdanlığım koptu [29]. Onun aranması için Rasûlullah bekledi. İnsanlar da O'nunla beraber bek­lediler. Hâlbuki bir su yanında değillerdi; beraberlerinde de su yok­tu. İnsanlar Ebû Bekr'e gelip:

— Âişe'nin yaptığını görüyor musun? Rasûlullah'ı da, O'nunla beraber insanları da (yollarından) alıkoydu. İnsanlar su başında de­ğiller, yanlarında su da yok! dediler.

Ebû Bekr yanıma geldi. Rasûlullah başını dizimin üzerine koyup uyumuştu. Ebû Bekr:

— Sen Rasûlullah'ı da, insanları da yolundan alıkoydun. Su ba­şında değiller, yanlarında da su yok! dedi.

Âişe dedi ki: Ebû Bekr beni azarladı ve Allah'ın, onun söyleme­sini istediği şeyleri söyledi, eli ile de böğrümü dürtmeye başladı. Beni kıpırdamaktan Rasûlullah'ın dizim üzerinde bulunmasından başka hiçbirşey men' etmiyordu. Rasûlullah sabah oluncaya kadar uyudu, hiç su yoktu. İşte bunun üzerine Allah, Teyemmüm (d-Mâide:6) âyeti­ni indirdi. İnsanlar teyemmüm ettiler. Useyd ibn Hudayr (R):

— Yâ Ebâ Bekr hanedanı! Bu sizin ilk bereketiniz değildir, de­di.

Âişe: (Sonra, gideceğimiz sırada) üzerine bindiğim deveyi kal­dırdık ve gerdanlığı altında bulduk, demiştir [30].

 

22-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):

"(Ey müstakbel müslümânlar!) Sahâbîlerime sövmeyiniz. Sizden bi­riniz UhudDağı kadar altın sadaka verse, sahâbîlerden birinin iki avuç (hurma) sadakasına erişemez; bunun yarısına da ulaşamaz" buyur­du [31]

Bu hadîsi el-A'meş'ten rivayet etmekte Şu'be'ye, Cerîr, Abdul­lah ibn Dâvûd, Ebû-Muâviye ve Muhâdır mutâbaat etmişlerdir.

 

23-.......Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle dedi: Bana Ebû Mûsâ el- Eş'arî haber verdi ki, kendisi evinde abdest alıp sonra dışarıya çık­mış. (Ebû Mûsâ devamla şöyle dedi:) Evden çıkınca:

  Bu günümde muhakkak Rasûlullah'tan ayrılmayacağım ve muhakkak O'nun maiyyetinde olacağım diye ahdettim.

Râvî dedi ki: Ebû Mûsâ bu niyetle Mescid'e geldi ve Peygamber-(S)'i sordu. Mescidde bulunanlar:                       

— Peygamber Mescid'den çıktı ve şu tarafa yönelip gitti, dedi­ler.

Ben de Mescid'den çıkıp Peygamber'i sora sora ızı üzerinde ar­kasından gittim. Nihayet Peygamber'i Erîs Kuyusu'na (kuyunun bu­lunduğu bostana) girmiş buldum[32]. Ben de kapının yanına oturdum. Bu bostanın kapısı hurma dalından yapılmıştı. Nihayet Rasûlullah hacetini yerine getirip abdest aldı. Ben de kalkıp O'nun yanına var­dım. Gördüm ki, Rasûlullah Erîs Kuyusu'nun ağzındaki bileziğin (yâ-hud kuyu ağzının etrafına örülmüş düz taşların) ortasına oturmuş ve (serinlemek için) iki baldırını açarak kuyuya sarkıtmıştı. Ben Rasû-lullah'a selâm verdim. Sonra geri dönüp kapının yanına oturdum. Ve kendi kendime:

— Artık bugün ben muhakkak Rasûlullah'ın kapıcısı olacağım,

diye karar verdim.

Bu sırada Ebû Bekr geldi, kapıyı çaldı. Ben:                 

  Kimdir o? diye sordum.        

  Ebû Bekr! dedi.               

  Biraz bekle, dedim, Sonra gittim ve:              

— Yâ Rasûlallah! Şu bekleyen Ebû t^fcçmr, (yanınıza gelmek için) izin istiyor, dedim.

Rasûlullah:

  "Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele" buyurdu. Hemen geri döndüm ve Ebû Bekr'e:

  Gir! Hem Rasûlullah seni cennetle müjdeler, dedim.

Ebû Bekr içeriye girdi ve kuyu bileziğinde Rasûlullah'ın sağ ta­rafında O'nun yanına oturdu. Ve Rasûlullah'ın yaptığı gibi baldırla­rın açarak ayaklarını kuyuya sarkıttı. Sonra ben dönüp (kapı yanındaki yerime) oturdum. Ben, (evden çıkarken) kardeşimi abdest alıp arkam­dan bana yetişmek üzere bırakmıştım. Kardeşimi kasdederek:

— Allah fulân kuluna hayır kasdederse, şimdi o da buraya ge­lir, diye hatırladım.

Bu sırada bir insan kapıyı salladı.

  Kimdir o? dedim.

  Umer ibnu'l-Hattâb'dır! diye cevâb verdi.

  Yavaş ol, biraz bekle, dedim.

Sonra Rasûlullah'a geldim, kendisine selâm verip:

— (Yâ Rasûlallah!) Şu bekleyen Umer ibnu'l-Hattâb'dır, izin is­tiyor, dedim.

Rasûlullah:

  "Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele" buyurdu. :    Geldim ve Umer'e:

  Gir, Rasûlullah seni cennetle müjdeledi, dedim.

Umer de girdi ve kuyu ağzındaki bilezikte Rasûlullah'ın sol ta­rafına oturdu. O da iki ayağını kuyuya sarkıttı. Sonra ben kapı ya­nındaki yerime dönüp oturdum. Yine (kardeşimi hatırlayarak):

— Allah fulân kimseye hayır ve saadet dilerse, o da buraya ge­lir, (bu saadete erişir), dedim.

Yine bir insan geldi, kapıyı hareket ettirdi.     

— Kimdir o? dedim.

  Usmân ibnu Affân'dır, dedi.

— Yavaş ol, biraz bekle, dedim.

Ve Rasûlullah'a gelip haber verdim. Rasûlullah:

  "Ona izin ver ve kendisine, erişecek belâ ve imtihan üzerine onu cennetle müjdele" buyurdu.

Ben de geldim ve Usmân'a:

— Gir, Rasûlullah sana erişecek belâ ve musibet üzerine cennet­le müjdeledi, dedim.

O da girdi. Fakat kuyu bileziğini dolmuş buldu da Rasûlullah'­ın karşısında başka tarafa oturdu [33].                        

Râvî Şerîk ibn Abdillah şöyle dedi: Saîd ibnu'l-Müseyyeb: İkisi­nin Peygamber'in beraberinde, Usmân'm da karşılarında oturmuş ol­masını ben onların kabirleriyle te'vîl ettim, dedi [34].

 

24-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) bir defasında Ebû Bekr, Umer ve Usmân ile birlikte Uhud Dağı'-na çıkmıştı. Orada bulundukları sırada dağ onları salladı. Bunun üze­rine Peygamber: "Ey Uhud, sabit ol! Bil ki senin üstünde bir pey­gamber, bir sıddîk (çok doğru seciyeli bir zât), iki de şehîd bulunuyor" buyurdu [35].

 

25-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben (ru'yâmda) bir kuyu başında bulunup ondan su çekerken yanıma Ebû Bekr ile Umer geldiler. Ebû Bekr kovayı al­dı da bir yâhud iki kova su çekti. Onun su çekmesinde bir zayıflık vardı. Allah ona mağfiret eylesin! Sonra kovayı Ebû Bekr'in elinden Hattâb oğlu aldı. Kova onun elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ar­tık ben insanlardan Umer'in yaptığı işi yapacak kuvvette kâmil bir kişi göremedim. Nihayet insanlar o kuyu başını develerin sulak ve eylek yeri edindiler"[36].

Râvî Vehb ibn Cerîr: "el-Atanu", develerin çöküp eylenme yeri demektir, nihayet develer suya kandılar da orada eylenip kaldılar de­mektir, demiştir.

 

26-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Ben, Umer ibnu'l-Hattâb tâbutu üzerine konmuş olduğu hâlde onun için Allah'a duâ eden ce­mâatin içinde ayakta dikildim. Bu sırada bir adam arkamda dirseği­ni omuzum üzerine koymuş da şöyle diyordu:

— (Yâ Umer!) Allah sana merhamet etti. Ben muhakkak Allah'ın seni iki dostunla (Peygamber ve Ebû Bekr'le) beraber bulunduraca­ğını kuvvetle umuyordum. Çünkü ben, Rasûlullah(S)'tan çok defa bir düzeye: "Ben, Ebû Bekr ve Umer'le şöyle oldum; ben Ebû Bekr ve Umer'le şöyle yaptım; ben Ebû Bekr ve Umer'le şuraya gittim" derken işitir dururdum. Bunun için ben, Allah'ın seni muhakkak iki dostunla beraber bulunduracağım kuvvetle ümîd ederdim.

(İbn Abbâs dedi ki:) Bir de dönüp baktım ki, bu sözleri söyle­yen Alî ibn Ebî Tâlib(R)'dir [37].

 

27-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn

Amr'a müşriklerin Rasûlullah'a yaptıkları işkencenin en şiddetlisini sordum. Abdullah ibn Amr (R) şöyle dedi: Ben günün birinde Pey­gamber (S) Ka'be'nin Hıcr'ında namaz kılarken yanına Ukbe ibn Ebî Muayt'ın geldiğini gördüm. Ukbe, Peygamber'in ridâsmı toplayıp boynuna koydu ve O'nu şiddetli bir boğuşla boğmağa başladı. Tam bu sırada Ebû Bekr geldi ve nihayet onu Peygamber'den uzaklaştırdı da: "Siz bir adamı, Rabblm Allah'tır demesiyle öldürür müsünüz? Hâlbuki O size Rabb Hnizden apaçık mu 'cizeler de getirmiştir..." (ei-Mü'min: 28) âyetini söyledi [38].

 

6- Küreyş Kabilesinin Adiyy İbn Ka'b Şu'besine Mensûb Olan Ebû Hafs Umer İbnu'l-Hattâb(R)'In Menkabeleri Babı [39]

 

28-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben (ru'yâmda) kendimi cennete girmiş gördüm. Ora­da Ebû Talha'nın karısı Rumeysâ ile karşılaştım. Bir de gürültüsüz, sakin bir ayak sesi işittim. Ve:

— Kimdir bu? diye sordum. Cibril:

  Bilâl'dır! diye cevâb verdi.

Cennette bir de büyük bir köşk gördüm. Avlusunda bir câriye vardı. Ben:

— Bu köşk kimindir? dedim. Cibril:

  Umer'indir! dedi.

Onun içine girmek ve bakmak istedim. Fakat yâ Umer, senin kıs­kançlığını hatırladım. Umer de:

Anam babam sana feda olsun yâ Rasülallah! Sana karşı mı kıskanacağım? dedi"[40].

 

29-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Biz Rasûlullah'ın hu­zurunda bulunduğumuz sırada O bize şöyle dedi: "Ben uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın bir köşkün yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere); — Bu köşk kimindir? diye sordum. Onlar:

— Ömer'indir, dediler.

Ben Umer'in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arka­ma çevirdim:

— Umer (sevincinden) ağladı da: );     — Yâ Rasûlallah, Sana karşı mı kıskançlık edeceğim, dedi" [41].

 

30-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Hamza, babası Abdul­lah ibn Umer ibni'l-Hattâb(R)'dan haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:                                 

  "Ben uyurken (yânî ru'yâmda bir bardak) süt içtim. O kadar içtim ki, şimdi bile onun kanıklığını tırnaklarımda cereyan ediyor gö­rüyorum. Sonra (artığımı içmesi için bardağı) Umer'e sundum".

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah, bu ru'yânızı ne ile te'vîl edip yordunuz? diye sordular.

Rasûlullah:                                                                     

  "ilim ile yordum" buyurdu [42].         

 

31-.......Sâlim'in oğlu Ebû Bekr, babası Sâlim'den; o da Ab­dullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyur­muştur: "Ben ru 'yâmda kendimi bir kuyu başında makaralı bir kova ile (yâhud genç bir dişi deve ile çekilen kovayla) su çekiyorum gör­düm. O sırada Ebû Bekr geldi ve zayıf bir çekişle kuyudan bir yâhud iki kova su çekti. Allah Ebû Bekr'e mağfiret eylesin! Sonra Umer ibnu'l-Hattöb geldi ve o küçük kova büyük bir kovaya dönüştü. Ar­tık ben Umer'in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette kâmil bir kişi gö­remedim. Nihayet insanlar suya kandılar ve orayı develerin sulak ve ey tek yeri edindiler" [43].

îbn Cubeyr: "el-Abkarîyy", halıların veya altın sulu eşyanın en güzelidir, demiştir. Yahya ibn Ziyâd el-Ferrâ da: Pek çok ince tüyle­ri olan en iyi halılar, yaygılardır, demiştir [44].

 

32-.......Sa'dibnEbî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l- Hattâb, Rasûlullah'ın huzuruna girmek için izin istedi. Hâlbuki Ra-sûlullah'ın yanında Kureyş kabilesinden birtakım kadınlar vardı, Ra-sûlullah ile konuşuyorlardı. Sesleri de Rasûlullah'ın sesinden yüksek bir tonda olarak, çok söyleniyorlardı. Umer ibnu'l-Hattâb izin iste­yince bu kadınlar hemen kalktılar ve sür'atle perdeye gittiler. Rasû-lullah, Umer'in gelmesine izin verdi. Umer içeriye girdiği sırada Rasûlullah (kadınların bu hâline) gülüyordu. Bunun üzerine Umer:

— Yâ Rasûlallah! Allah seni bütün ömründe güldürüp sevindir­sin! dedi (ve sebebini sormuş oluyordu).

Peygamber (S):

  "Yanımda bulunan şu kadınların hâline taaccüb ettim: On­lar senin sesini işitince acele perdeye koştular" buyurdu.

Bunun üzerine Umer de:

— Yâ Rasûlallah! Sen onların ta'zîmine daha lâyıksın! dedi ve kadınlara hitaben de:

— Ey nefisleri düşman olan kadınlar! Rasûlullah'a ta'zîm etmeyip de benden mi çekiniyorsunuz? dedi.

Kadınlar da:

— Evet senden çekiniyoruz! Çünkü sen Rasûlullah'tan daha yo­ğun sözlü ve daha katı yüreklisin, dediler.

Bunun (bir münâkaşa hâlini alması) üzerine Rasûlullah:

  "Sus ey Hattâb oğlu! Nefsim elinde olan Allah 'a yemîn ede­rim ki, sen bir yolda giderken şeytân asla sana yaklaşamaz. O muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelip gider" buyurdu [45].

Bize Muhammed ibnu'l-Müsennâ tahdîs etti. Bize Yahya (ibn Saîd el-Kattân), İsmâîl'den tahdîs etti. Bize Kays tahdîs edip şöyle dedi:

Abdullah ibn Mes'ûd: Umer İslâm'a girdiğinden beri bizler (dînde) azîzler (yânî gâlibler) olmakta devam ettik, demiştir [46].

 

33-.......İbnu Ebî Muleyke, İbn Abbâs'tan şöyle derken işitmiştir: Umer, (vefat ettiğinde) şeririnin üzerine konuldu. O yerden kal­dırılmadan önce insanlar O'na duâ ederek ve cenaze namazı kılarak O'nun etrafını çepeçevre kuşattılar. Ben de Umer'in tâbutu etrafın­daki insanların içinde bulundum. Beni hiçbir şey korkutmadı, ancak şu olay beni ürpertti: Bir adam benim omuzumu tuttu. Baktım ki o, Alî'dir. Alî, Umer'e rahmet okudu ve:

— Yaptığı işlerin benzeriyle Allah'a kavuşmak istediğim senden daha sevgili hiçbir kimseyi arkanda bırakmadın. Allah'a yemîn ede­rim ki, ben Allah'ın muhakkak seni (hücrede veya cennette) iki dos­tunla beraber bulunduracağını kuvvetle zannediyor idim. Ve çünkü ben bildim ki, kendim bizzat Peygamber'den çok defa bir düzeye şöyle buyururken işitirdim: "Ben, Ebû Bekr ve Umer'le gittim. Ben, Ebû Bekr ve Umer'le girdim. Ben Ebû Bekr ve Umer'le çıktım"[47].

 

34-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir kerresinde Uhud'a çıktı. Beraberinde Ebû Bekr, Umer ve Usmân da vardı. Orada bulundukları sırada dağ debelenip onları salladı. Bunun üze­rine Peygamber ayağı ile dağa vurdu da: "Yâ Uhud! Sabit dur! Çünkü senin üzerinde ancak bir Peygamber, bir sıddîk ve iki deşehîd vardır" buyurdu [48].

 

35-.......Zeyd ibn Eşlem tahdîs etti ki, (Umer'in âzâdhsı olan) babası Eşlem şöyle demiştir: Bir kerre Abdullah ibnu Umer, benden Umer'in hâl ve sânına dâir bâzı menkabeler anlatmamı istedi. Ben de hatırladığım bâzı şeyleri ona haber verdim. Bunun üzerine İbn Umer: Rasûlullah (S) müstesna olmak üzere ben, Umer derecesinde güzel huylu hiçbir kimse kat'î surette görmedim. Rasûlullahim ru­hunun alınmasından Umer ibnu'l-Hattâb'ın hayâtının son bulması­na kadar Umer, insanların en ciddîsi ve en cömerdi idi, diye beni te'yîd etti [49].

 

36-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten (şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'e kıyametten sordu da:

— Kıyamet ne zaman kopacak? dedi. Peygamber (S) de ona:

  "O saate, o güne ne hazırladın?" diye sordu. O kimse:

— Hiçbirşey hazırlamadım. Yalnız ben Allah'ı ve Rasûlü'nü se­verim, dedi.

Rasûlullah da:

  "Öyle ise sen sevdiklerinle berabersin" diye müjdeledi. Enes: Peygamber'in bu "Sen sevdiklerinle beraber olacaksın"

müjdesiyle sevindiğimiz gibi hiçbirşeyle sevinip ferahlanmadık, de­miştir.

Yine Enes ibn Mâlik: Ben Peygamber(S)'i, Ebû Bekr'i, Umer'i seviyorum. Onlara olan bu sevgim sebebiyle (kıyamette) onlarla be­raber olacağımı umuyorum. Hernekadar ben onların hayır işlerine benzer hayır ve ibâdet işlememiş isem de! demiştir [50].

 

37-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Muhakkak sizden önce gelip geçen ümmetler içinde (Al­lah tarafından) kendilerine haber ilham olunan kimseler bulunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa, şübhesiz (bu­lunacaktır;) o da Umer'dir".

Zekeriyyâ ibnu Ebî Zaide, Sa'd'dan; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere şunu ziyâde etti: Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "And olsun îsrâîl oğulların­dan sizden evvel gelip geçen insanlar içinde öyle kimseler vardı ki, onlar peygamberler (derecesinde) olmadıkları hâlde kendilerine ha­ber ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa, o da Ömer'dir"[51].

İbn Abbâs (R): "Ne bir nebi, ne de mukaddes" demiştir [52].

 

38-.......Saîd ibnu' 1-Müseyy eb ile Ebû Seleme ibn Abdirrahmân şöyle demişlerdir: Biz Ebû Hureyre(R)'den işittik, şöyle diyordu: Ra-sûlullah (S) şöyle buyurdu: "Bir çoban koyun sürüsü içinde bulun­duğu sırada sürüye kurt saldırdı ve ondan bir koyun aldı. Çoban onun arkasına düştü; nihayet koyunu o kurttan kurtardı. Bunun üzerine kurt çobana yöneldi de:

  Sürünün benden başka çobanı bulunmayacak olan o yırtıcı hayvanlar gününde koyunu benden kimden kurtarır? dedi".

İnsanlar (kurdun konuşmasına şaşarak):

— Subhânallah, dediler. Bunun üzerinde Peygamber (S):

  "Ben kurdun böyle konuştuğuna inanıyorum. Ebû Bekr ile Umer de böyle inanırlar" buyurdu.

Râvî: Peygamber "Ebû Bekr ile Umer de böyle inanırlar" dedi­ği zaman orada Ebû Bekr ile Umer mevcûd değillerdi, demiştir [53].

 

39-...... Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:

— "Ben uyuduğum sırada (ru'yâmda) birtakım insanlar gördüm. Onlar bana arz olundular. Üstlerinde gömlekler vardı. Bu gömlekle­rin kimi memelere ulaşıyor, kimi de bundan daha az yere ulaşıyor­du. Umer de bana arz olundu. Üstünde (eteklerini yerde) sürüdüğü bir gömlek vardı".

Sahâbîler:

— Yâ Rasûlallah, bunu ne ile te'vîl (yânî ta'bîr) ettin? diye sor­dular.

  "Dîn ile" cevâbını verdi [54].

 

40-....... Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, İbnu Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, el-Mısver ibn Mahrame (R) şöyle demiştir: Umer vuruldu­ğu zaman demlenmeye, endîşelenmeye başladı. Hemen (pek sevdiği) İbn Abbâs yanına gelerek endîşesini gidermek ve teselli etmek mak-sadıyle:

— Ey Mü'minlerin Emîri! Eğer bu vurulmadan ölüm olursa, va­ziyetten o kadar endîşe etme! Yemin olsun, muhakkak sen Rasûlul-lah(S)'a yâr ve hemdem oldun ve O'na pek güzel dostluk ettin. Sonra Rasûlullah'tan -O, senden hoşnûd olarak- ayrıldın. Ondan sonra Ebû Bekr'e arkadaş oldun. Ona da pek iyi yoldaş oldun. Sonra Ebû Bekr'-den de -o, senden hoşnûd ve razı olarak- ayrıldın. Sonra Peygam­ber'in ve Ebû Bekr'in bunca arkadaşlarına dost oldun; bunlara da pek güzel dostluk ettin. Eğer sen (bu defa ) sahâbîlerden ayrılırsan, muhakkak onlar senden hoşnûd ve razı oldukları hâlde ayrılacaksın! dedi.

Bunun üzerine Umer:

— Rasûlullah ile sohbet ve O'nun hoşnûdluğu hakkında zikret­tiğin o güzel hâtıralar Yüce Allah'ın bana bahşettiği bir minnet ve ihsanıdır. Ebû Bekr'in sohbeti ve onun benden hoşnûdluğu hakkın­da zikrettiğin hâtıralar da yine hiç şübhesiz zikri ulu olan Allah'ın bir minnet ve ihsanıdır ki, onu bana bahsetmiştir. Senin şu anda bende görmekte olduğun ıztırab ve endîşeme gelince, o senin için ve senin en yakın ve en sâdık dostların içindir [55]. Vallâhî şayet benim şu yer dolusu altınım olaydı azız ve celîl olan Allah'ın azabından kurtulmak için o azabı görmeden önce bu altınları (hiç tereddüd etmeden) mu­hakkak feda ederdim, demiştir.

Hammâd ibn Zeyd şöyle demiştir: Bize Eyyûb, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs: Ben Umer'in yanına girdim, demiş ve bu sözleri söylemiştir [56].

 

41-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in bera­berinde Medine bustânlarından bir bustânın içinde idim. Bir adam geldi de kapının açılmasını istedi. Peygamber:

  "Ona kapıyı aç da kendisini cennetle müjdele" buyurdu.

Ben o kimseye kapıyı açtım. Gördüm ki, o Ebû Bekr'dir. Ve ken­disini Peygamber'in söylediği şeyle müjdeledim. Bu müjde üzerine Ebû Bekr Allah'a harndetti. Sonra bir adam daha gelip o da kapının açılmasını istedi. Peygamber:

  "Ona kapıyı aç ve kendisini cennetle müjdele" buyurdu. Ben kapıyı açtım ve Umer'le karşılaştım. Ona da Peygamber'in

söylediği şeyi haber verdim. O da Allah'a hamdetti. Sonra bir kimse . daha kapının açılmasını istedi. Peygamber yine bana:

  "Ona kapıyı aç ve kendisine isabet edecek belâ ve imtihana "karşı onu cennetle müjdele" buyurdu.

Gelenin Usmân olduğunu gördüm ve ona da RasûluIlah(S)'ın söy-, lediklerini haber verdim, O da Allah'a hamdetti, sonra:

— (Gelecek musibetlere karşı) yardımına sığınılacak olan ancak Allah'tır, dedi [57].

 

42-......Abdullah ibn Hişâm: Biz Peygamber (S) ile beraber bu­lunuyorduk. Peygamber (o topluluk içinde) Umer ibnu'I-Hattâb'ın elini tutuyordu, demiştir [58].

 

7- Kureyş Kabilesinden Ebû Amr Usmân İbnu Affân(R)'In Menkabeleri Babı [59]

 

Ve Peygamber (S): "Kim Rûme Kuyusu'nu kazdırırsa ona cennet vardır" buyurdu da, o kıryuyu Usmân kazdırdı (ve vakfetti) [60].

Ve yine Peygamber: "Her kim zorluk ordusunu teçhiz ederse, onun için cennet vardır" buyurdu da akabinde o orduyu Usmân techîz etti [61].

 

43-.......Bize Hammâd, Eyyûb'dan; o da Ebû Usmân'dan; o da Ebû Mûsâ(R)'dan tahdîs etti (O, şöyle demiştir): Peygamber (S) bir bustâna girdi de bana bustânın kapısını bekleyip korumamı em­retti. Derken bir adam geldi, izin istiyordu. Peygamber:

  "Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele" buyurdu. Kapıyı açınca Ebû Bekr'le karşılaştım.

Sonra diğer biri geldi, izin istiyordu. Peygamber yine:

  "Ona izin ver ve kendisini cennetle müjdele" buyurdu. : Gördüm ki o da Umer'miş.

Sonra başka biri geldi, o da izin istiyordu. Peygamber biraz sus­tu, sonra:

  "Ona izin ver ve kendisine isabet edecek belâ ve imtihan üzerine cennetle müjdele" buyurdu.

Kapıyı açınca Usmân ibn Affân ile karşılaştım [62]. Hammâd şöyle demiştir: Ve bize Âsim el-Ahvel ile Alî ibnu'l-Hakem tahdîs ettiler; bunlar Ebû Usmân'dan işitmişlerdir; o, Ebû ;  Musa'dan, yukarıki hadîsin benzerini tahdîs ediyordu. Âsim bu ha­dîste şunu ziyâde etmiştir: Peygamber (S) içinde su olan bir yerde otur­muş idi, iki diz kapağı yâhud bir diz kapağı açılmıştı. Usmân oraya girince Peygamber hemen açık olan yerini örttü [63].

 

44-.......İbnu Şihâb şöyle demişth: BanaUrve haber verdi. Ona da Ubeydullah ibn Adiyy ibni'l-Hıyâr haber verdi ki, Mısver ibn Mah-rame ile Abdurrahmân ibnu'l-Esved ibn Abdi Yegûs, Ubeydullah ibn Adiyy'e:

— Seni ana bir kardeşi el-Velîd (ibn Ukbe ibn Ebî Muayt) için Usmân'la konuşmandan men' eden nedir? İnsanlar el-Velîd hakkın­da ithamı çoğaltmışlardır, dediler.

(Ubeydullah dedi ki:) Bunun üzerine ben Usmân'a gitmeyi kas-dettim. Namaza çıktığı zaman ona:

— Benim sana bir hacetim var, o hacet sana nasihattir, dedim. Usmân:

  Ey insan! dedi.

RâvîMa'mer ibn Râşid dedi ki: Ben sanıyorum ki, Usmân: Sen­den Allah'a sığmıyorum, dedi.

Bunun üzerine ben Usmân'ın yanından ayrıldım da Mısver ile Abdurrahmân'm yanına döndüm. Bu sırada Usmân'ın elçisi çıkageldi (Usmân beni çağırmış). Ben Usmân'ın yanına vardım. Usmân bana:

  Senin nasihatin nedir? dedi. Ben Usmân'a hitaben:

— Şübhesiz ki münezzeh olan Allan, Muhammed'i hakk ile gön­derdi ve O'na Kitâb'ı indirdi. Sen de Allah'a ve Rasûlü'ne icabet eden­lerden oldun. îki kerre hicret ettin. Allah Elçisi'yle sohbet ve arkadaşlık yaptın ve'O'nun yolunu görüp bildin. İnsanlar (sîretinin kötülüğü se­bebiyle) Velîd'in hâli hakkında çok söz etmişlerdir, dedim [64]

Usmân:

  Sen Rasûlullah'a yetiştin (O'ndan hadîs işittin) mi? dedi. Ben:

— Hayır O'ndan hadîs işitmedim, lâkin O'nun ilminden bana, perdesi arkasındaki bakire kıza ulaşmakta olan yaygın ilim ulaşmış­tır, dedim.

Usmân şöyle dedi:

— Amma ba'du = Sözün bundan sonrasına gelince: Şübhesiz Al­lah, Muhammed'i hakk ile peygamber göndermiş, ben de Allah'a ve Rasûlü'ne icabet eden kimselerden olmuşumdur. Ve Peygamber'le gönderilmiş olan bilgilere îmân etmiş, senin de söylediğin gibi iki de­fa hicret etmişimdir. Rasûlullah'la sohbet etmiş ve O'na bey'at eyle-mişimdir. Allah'a yemîn ederim ki, Allah O'nu vefat ettirinceye kadar ben O'na isyan etmedim ve O'nu hiçbir zaman aldatmadım. O'ndar. sonra Ebû Bekr geldi. Ona da isyan etmedim ve aldatmadım. Sonra Umer geldi. Ona da isyan etmedim ve aldatmadım. Sonra ben halîfe seçildim. Öyle olunca benim sizin üzerinizde, onların hakkı gibi hak­kım olmadı mı? dedi. Ben:

— Evet oldu, dedim.    Usmân:

— Öyleyse sizlerden bana ulaşan şu uydurma haberler nedir? Am­ma Velîd'in durumundan zikrettiğin şeye gelince, inşâallah biz onun hakkında haklı karârı alacağız, dedi.

Sonra Alî'yi çağırdı da Velîd'e deynekleme cezası vurmasını em­retti. Alî de el-Velîd ibn Ukbe'ye seksen deynek vurdu [65].

 

45-.......Bize Abdulazîz ibnu Ebî Seleme el-Mâcişûn, Ubeydullah'tan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): "Bizler Peygamber'in hayâtı zamanında (sahâbîler arasındaki fazilet derecelerini görüşürdük de), sahâbîlerden hiçbirisini fazilette Ebû Bekr'e denk tutmazdık. Sonra Umer'e, sonra Usmân'a da mü-sâvî ve muâdil kimse bulmazdık. Bunlardan sonra Peygamber(S)'in diğer sahâbîlerini bırakırdık. Onların arasında fazilet farkı aramazdık" demiştir.

Bu hadîsi Abdulazîz'den rivayet etmekte Abdullah ibn Salih, Şâzân'a mutâbaat etmiştir [66].

 

46-.......Bize Usmân -ki o İbnu Mevheb'dir- tahdîs edip şöyle dedi: Mısırlılar'dan bir adam geldi, Beyt'i hacc eyledi,- bu sırada otur­makta olan bir topluluk gördü de:

  Bu topluluk kimlerdir? dedi. Oradakilerden biri:

  Bunlar Kureyş'tir, dedi. O zât bu sefer:

— Bunların içinde şeyh kimdir? dedi.

Onlar:

  Abdullah ibn Umer'dir, diye cevâb verdiler.

Bu zât:

— Ey Umer'in oğlu! Ben senden birşey soracağım, onu bana tah­dîs et: Uhud günü Usmân (harbe katılmayıp) kaçmıştır, bilir misin? diye sordu.

İbnu Umer:

  Evet, diye cevâb verdi.

Sorucu:

— Usmân'ın Bedir gününde kaybolup harbde hazır bulunmadı­ğını bilir misin? dedi.

İbn Umer:

  Evet biliyorum, dedi.

O kimse:        

— Usmân'ın Rıdvan Bey'atı'nda kaybolup Hudeybiye'de hazır

bulunmadığını biliyor musun? dedi. İbn Umer:

— Evet biliyorum, diye tasdik etti.

Bu kimse (sorularına aldığı tasdik cevâblarını fikrine uygun bu­lup tahsîn ederek):

— Allâhu Ekber, dedi.

Bunun üzerine İbn Umer (bu adamın yanlış düşüncelerini dü­zeltmek üzere):

— Gel, sana hakikati beyân edeyim: Uhud harbi günü Usmân'­ın kaçmasına gelince; ben çok iyi bilir, sana da bildiririm ki, Allah Uhud'da bulunmamak kusurunu afv ve bundan doğan günâhını mağ­firet etmiştir [67]. Bedir gazasından kaybolması ise, Usmân'ın nikâhın­da Rasûlullah'ın kızı Rukayye vardı. Rukayye Bedir seferi sırasında ağır hasta idi. Rasûlullah Usmân'a: "Ey Usmân! Senin için Bedir'de hazır bulunan bir gâzîsevabı ve bir gâzînîn ganimet payı vardır" bu­yurup izin vermesi sebebiyledir. Rıdvan Bey'atı'ndan kaybolmasına gelince (Mekke'ye vazîfe ile gönderilmiş olmasındandır). Eğer Mek­ke vadisinde Usmân'"dan ziyâde şeref ve nufüz sahibi bir kimse bu­lunsaydı, muhakkak Rasûlullah Usmân'ın yerine onu gönderirdi. Rasûlullah, Usmân'ı gönderip, o Mekke'ye gittikten sonra Rıdvan Bey'atı yapılmıştı. Usmân'ın bu şerefli bey'attan mahrum olmaması için, Rasûlullah (S) sağ eline işaret ederek: "İşte bu, Usmân'ın elidir" buyurup onunla sol eli üzerine vurdu da "İşte bu Usmân için bey'attır" buyurdu.

Abdullah ibn Umer, Mısırlı sorucuya (bu açıklamaları verdik­ten sonra):

— Sana verdiğim bu cevâblarla beraber, artık şimdi gidebilir­sin, dedi [68].

 

47-.......Saîd'den; o da Katâde'den tahdîs etti ki, Enes (R) onlara tahdîs edip şöyle demiştir: Peygamber (S) beraberinde Ebû Bekr, Umer ve Usmân olduğu hâlde Uhud Dağı'na çıkmıştı. Orada bulun­dukları sırada dağ deprendi. Peygamber hemen: "Ey Uhud sakin ol!" buyurdu. Enes: Zannediyorum ki Peygamber ayağı ile dağa vurdu da: "Senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başkası yoktur" buyurdu, demiştir [69].

 

8- (Umer İbnu'l-Hattâb'dan Sonra) Bey'at Kıssası Ve Hilafet İşinde Sahâbîlerin Usmân İbn Affânfln Başkalarından Öne Geçirilmesi) Üzerinde İttifak Etmeleri Babı

 

Bu bâbda Umer ibnul-Hattâb'ın öldürülmesi de vardır.

 

48-.......Amr ibnu Meymûn şöyle demiştir: Ben, Umer ibnu'l- Hattâb'ı vurulmasından birkaç gün önce Medine'de görmüştüm: Hu-zeyfe ibnu'l-Yemân ile Usmân ibn Huneyf'in yanı başlarında durdu

da[70]:

— Nasıl yaptınız? Irak ahâlîsine takat yetiremeyecekleri harâc yüklemiş olmanızdan korkuyor musunuz? dedi.

Onlar:

  Biz Irak arazîsine onların tâkai yetirebilecekleri, büyük bir fazlalık olmayan bir vergi yükledik, dediler.

Umer:

— Arazîye takat yetiremeyecekleri bir harâc yüklemiş olmanız­dan iyi düşünüp sakınınız, dedi.

Amr ibn Meymûn dedi ki: Huzeyfe ile İbnu Huneyf:

— Hayır,biz oraya takatlerinin üstünde vergi yüklemedik, dedi­ler.

Bunun üzerine Umer:

— Eğer Allah beni selâmette kılarsa, muhakkak ben Irak ahâlî­sinin dullarını benden sonra ebediyyen bir erkeğe muhtâc olmaya­cakları hâlde bırakacağım, dedi.

Amr ibn Meymûn şöyle dedi: Umer'in üzerinden sâdece dördüncü gece geçti. Nihayet dördüncü gecenin sabahında Umer vuruldu. Vu­rulduğu sabah ben Mescid'de saff içinde dikeliyordum. Benimle Umer arasında Abdullah ibn Abbâs bulunuyordu. Umer'in âdeti iki saff arasından geçerken "Saffları düzeltiniz" diye emreder, nihayet saff-larda imtizâmsızlık görmeyince mihraba geçer, iftitâh tekbîrini alır­dı. Cemâatin toplanması için ekseriya ilk rek'atte Yûsuf Sûresi'ni yâhud en-Nahl Sûresi'ni yâhud da bunlara benzer uzunlukta bir sûre okurdu. O sabah da bu suretle mihraba geçip tekbîr aldı. Müteaki­ben ben Umer'in:

— "Köpek beni öldürdü (yâhud köpek beni yedi)" dediğini işit­tim.

O anda (Ebû Lû'lû Fîrûz denilen mecûsî) bir Acem genci Umer'i hançerlemişti ve elinde iki yüzlü bir hançerle kaçmaya ve geçtiği saf f-larda sağlı sollu râsf geldiği kimseleri vurmaya başlamıştı. Nihayet bu suretle onüç kimseyi hançerledi. Bunlardan yedisi öldü. Bu kanlı vaziyeti gören müslümânlardan birisi borus denilen geniş başlığını câ-nînin boynuna atıp geçirdi. Kâfir köle yakalandığını anlayınca ken­dini hançerleyerek intihar etti.

Umer yaralanınca Abdurrahmân ibn Avf'ın elinden tutup, onu mihraba geçirdi.      

Amr ibnu Meymûn şöyle dedi: Umer'e yakın bulunan herkes be­nim görmekte olduğum bu işi (yânı kölenin Umer'i hançerlemesini) muhakkak görmüştür. Amma mescidin kenarlarında bulunan kim­selere gelince onlar birşey bilmiyorlardı. Ancak onlar Umer'in na­maz içindeki sesini kaybetmişlerdi. Onlar bundan taaccüb ederek:

— Subhânallah, Subhânallah, diyorlardı.

Abdurrahmân cemâate hafif bir namaz kıldırdı. Namazdan çı­kınca Umer, İbn Abbâs'a:

— Ey Abbâs oğlu! Git gör bakalım, beni kim vurdu? dedi.

İbn Abbâs bir müddet dolaştıktan sonra geldi ve:

—Cânî Mugîre ibn Şu'be'nin kölesidir, dedi.

Umer:

— Şu san'atkâr mı? dedi.

İbn Abbâs: 4      

— Evet, diye tasdîk etti.

Umer:

— Allah onun canını alsın! Ben ona iyilik emretmiştim. Allah'a lıamd olsun ki, benim ölümümü müslümânlık iddiasında bulunan bir kimsenin eliyle yaptırmadı! dedi.[71].

Sonra Umer, İbn Abbâs'a hitaben şunları söyledi:       

— Sen ve baban Abbâs, ikiniz Medine'de kâfir kölelerin çqk olL masını arzu ediyordunuz.                                                  

Abbâs, sahâbîler içinde ençok kölesi olan kimse idi. Bunun üzerine İbn Abbâs, Umer'e:

— İstersen yaparım, yânî eğer istersen Medine'deki köleleri öl­dürürüz, dedi.

Umer, İbn Abbâs'a:

— Yanlış söyledin. Onları sizin dilinizle konuşmaları, sizin kıb­lenize namaz kılmaları ve haccınızı hacc yapmalarından sonra öldü­rebilir misin? dedi.

Amr ibn Meymûn devamla dedi ki: Sonra Umer kendi evine ta­şındı. Biz de beraberinde gittik. Durum öyle idi ki, sahâbîlere ve Me-dîne halkına bundan önce bu derece elem verici bir musibet erişmemişti. Bâzı kimse yaralarında tehlike yoktur diyor, bâzı kimse de ben Umer üzerine korkuyorum diyordu. Yaralar tedaviye başlan­dığı sırada bir'mikdâr nebîz getirildi. Umer onu içti, fakat hemen kar­nından dışarı çıktı. Sonra süt getirildi. Umer onu da içti, fakat bu da karnındaki yaradan çıkmaya başladı. Bunun üzerine herkes, Umer'-in bu yaralardan öleceğini bildiler. Biz de Umer'in yanına girdik. Artık insanlar takım' takım geldiler de Umer'in iyiliklerini söylüyor, onu övüyorlardı. Bu sırada Umer'in yanına Ensâr'dan genç bir insan gel­di de:

— Ey Müzminlerin Emîri! Allah'ın sana olan lutûf ve insaniyle sevin: Rasûlullah'la sohbetin ve iyice bilmekte olduğun İslâm'daki kı­demin (bunca yüksek hizmetlerin) vardır. Sonra halîfe oldun, hep ada­let ettin. Bu beşerî faziletlerden sonra şehîdlik rütbesi vardır! dedi.

Umer:

— Bu halifelik işinin bana bir kefâf olmasını, yânî ne aleyhime ikaabi, ne de lehime sevabı olmasını arzu ettim, dedi.

O genç arkasını dönüp giderken Umer onun izârının uzunluğun­dan dolayı yerde sürünüyor olduğunu gördü de:

  Şu genci bana geri getirin, dedi. O genç gelince, ona:

— Ey kardeşim oğlu! Elbiseni yerden kaldır. Çünkü bu kaldır­ma elbisen için daha bekaa verici (yâhud daha temiz kılıcı), Rabb'ın için de daha takvâlı olur, dedi.

Bundan sonra Umer oğluna hitaben şunları söyledi:

— Ey Umer'in oğlu Abdullah! Üzerimde olan borçlara bak! de­di.

Borçlarını hesâb ettiler ve borcunu seksen bin yâhud buna ya­kın buldular. Umer şöyle devam etti:

— Eğer Umer ailesinin malı bu borca yeterse, borcu onların mal­larından öde! Eğer Umer'in malı borca yetmezse Adiyy ibn Ka'b oğulları'ndan mal iste. Eğer onların malları da yetmezse Kureyş kabile­sinden mal iste ve onlardan öteye, yânî daha başkalarına gitme Bu mallarla benim borcumu öde! Mü'minlerin Anası Âişe'ye git de ona: Umer sana selâm söylüyor, de: "Mü'minlerin Emîri" ta'bîrini söy­leme. Çünkü ben bu gün Mü'minlerin Emîri değilim. Ve Âişe'ye: Umer ibnu'l-Hattâb iki arkadaşının yanma gömülmek için senden izin isti­yor, de! dedi.

ibn Umer, Âişe'ye gitti, ona selam verip yanına girmeye izin is­tedi. Sonra Âişe'nin yanına girdi, onu oturmuş (Umer için) ağlıyor buldu. İbn Umer, Âişe'ye:

— Umer ibnu'l-Hattâb sana selâm ediyor ve iki arkadaşının be­raberinde gömülmesi hususunda izin istiyor, dedi.

Âişe:

— Ben burayı kendim için düşünüyordum. Fakat bu gün elbette Umer'i nefsime üstün tutarım, dedi.

Abdullah dönüp gelince, Umer'e:

  İşte Abdullah ibn Umer gelmiştir, denildi. Umer:

  Beni kaldırın, dedi.

Bir kimse Umer'i kendisine dayadı. Umer, Abdullah'a:

  Yanında ne haber var? diye sordu.    Abdullah:

— Ey Mü'minlerin Emîri,.yanımda senin arzu etmekte olduğun şey vardır. Âişe (iki arkadaşınla gömülmene) izin verdi, dedi.

Umer:

— el-Hamdü lillâh{ = Allah'a hamd olsun)! Bu gün benim için dostlarımın yanma gömülmekten başka daha ehemmiyetli hiçbir iş ve arzu yoktur. Ben ölünce cenazemi hücreye taşıyınız. Sonra Âişe'­ye teslim ediniz. Sen Âişe'ye: Umer ibnu'l-Hattâb senden izin diler, de. Eğer Âişe benim oraya gömülmem için izin verirse, beni oraya girdiriniz. Şayet Âişe beni reddederse, sizler benim cesedimi müslii-mânlarm kabirlerine götürüp gömünüz, diye vasiyet etti.

Bu sırada mü'minlerin anası Hafsa geldi. Beraberinde birtakım kadınlar yürüyordu. Biz onları görünce kalktık. Hafsa babasının hu­zuruna girdi ve yanında bir müddet ağladı -bir nüshada: Bir müddet eylendi-. Erkekler Umer'in yanına girme izni istediler. Hafsa da kendi ev halkına âid olan bir yere girdi. Biz o içeri mekândan onun ağla­masını işittik. Gelen erkekler Umer'e:

— Ey Mü'minlerin Emîri, vasiyet et, yerine birini halef seç de onu bize tavsiye et, dediler.

Umer:

— Mü'minlerin bu halifelik işine Rasûlullah'm kendilerinden ra­zı olarak vefat ettiği şu neferler yâhud şu topluluktan daha lâyık bir kimse bulmuyorum, dedi ve Alî, Usmân, ez-Zubeyr, Talha, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Abdurrahmân ibn Avf diye isimlerini saydı.

Ve Umer şunu da söyledi:

  Abdullah ibn Umer de sizlerle hazır bulunup nezâret eder. Fakat ona bu halifelik işinden hiçbirşey yoktur (yânî onun re'y hak­kı olmayacaktır). -Umer'in, oğlunun re'y hakkı olmamasından kın­lan gönlünü, o şûrada hazır bulunmasını söylemesi- ibn Umer'i teselli hey'etinde olmuştur.

Umer devamla:

  Eğer emirlik Sa'd'a isabet ederse, o bu işin ehli ve yeridir. İsabet etmezse, sizden hanginiz emîr yapılırsa Sa'd'ın yardımını iste­sin (ondan istifâde etsin). Çünkü ben Sa'd'ı Küfe Valiliğinden ne ac­zi, ne de hıyanetinden dolayı ayırdım, dedi [72].

Umer devamla şunları söyledi:

— Benden sonraki halîfeye ilk Muhâcirler'i tavsiye ederim. Bu ilk Muhacirlerdin haklarının tanınmasını ve onlara yapılan hürmetin muhafaza edilmesini tavsiye ederim. Ve yine benden sonraki halîfe­ye Ensâr'a da hayırlı olmasını tavsiye ederim. O Ensâr ki, Peygam-ber'in ve Muhâcirler'in Medine'ye gelmelerinden önce Medine'yi yurt ve îmân evi edinmiş olan kimselerdir [73]. İşte onların iyilerinin iyilik­leri kabul olunmalı, kötülerinin kötülüğü ve kusurları affedilmelidir. Ben yeni halîfeye bütün memleketler halklarına da hayırla muamele etmesini tavsiye ederim. Çünkü onlar İslâm'ın yardımcılarıdır, mal toplayıcılardır, çoklukları ve kuvvetleriyle düşmanı öfkelendirenler­dir. Onlardan ancak kendi nzâlarıyle mallarının fazlası alınmalıdır. Ve yine ben yeni halîfeye, bedevilere de hayırla muamele etmesini tav­siye ederim. Çünkü bedeviler Arab'ın aslı ve İslâm'ın maddesidirlef. Onların mallarının (en iyilerinden değil de) etraf olanlarından alınıp fakirlerine verilmesini tavsiye ederim. Ve yeni halîfeye Allah'ın zim­metini ve Rasûlullah'm zimmetini tavsiye ederim: Allah'ın ve Rasû-lü'nün ahd ve emâmnda olan (Yahûdî, Hristiyan..) her topluluğun ahd ve emânlarmın yerine getirilmesini tavsiye ederim. Bütün ferd-lerin ve grupların hakları verilmeli, vazifeleri ve işleri görülmelidir. Onlara bir düşman saldırdığında, onların arkalarından ve önlerinden müdâfaa edilmeleri için harb yapılmalı ve kendileri ancak takat yeti-recekleri cizye vergisi ile mükellef kılınmalıdırlar [74].

(Râvî şöyle devam etti:) Umer vefat edince, onu evinden çıkar­dık (onun namazını Suheyb kıldırdı). Sonra yürüyerekonu Âişe'nin hücresine getirdik. Abdullah selâm verdikten sonra Âişe'ye:

  Umer ibnu'l-Hattâb senden izin ister, dedi. Âişe:

  Onu içeriye girdiriniz, dedi.

Umer hücrenin içine girdirildi ve orada iki arkadaşının yanında kabrine konuldu.

Umer'in gömülmesi işi bitirilince, o şûra hey'eti toplandı. Bu top­lantıda Abdurrahmân ibn Avf, ihtilâfı azaltacak ve seçimi kolaylaş­tıracak şu amelî teklifi söyledi:

  Seçmedeki re'yinizi kendinizden gönül hoşluğu ile üç kişiye veriniz! dedi.

Bu teklif üzerine ez-Zubeyr:

— Ben seçim işimi, yânî re'yimi Alî'ye tahsis ettim, dedi. Talha da:

  Ben seçim işimi Usmân'a tahsis ettim, dedi. Sa'd ibn Ebî Vakkaas:

— Ben seçim işimi Abdurrahmân ibnAvf'a tahsis ettim, dedi. Bunun üzerine Abdurrahmân, Alî ile Usmân'a da:

— Arkadaşlar, hanginiz devlet başkanlığı adaylığından feragat ederse bu seçim işiyle meşgul olmayı ona verelim. Allah ve müslü-mânlar ona murâkıb ve şâhiddir. Onlar işin kendisinde (yâhud kendi i'tikaadında) bu işe kimin daha elverişli olduğunu şübhesiz daha iyi görür ve bilirler, dedi.

Alî ile Usmân sükût ettiler. Bunun üzerine Abdurrahmân iki ar­kadaşına:

— Öyleyse bu seçim işiyle uğraşmayı bana havale ediyor musu­nuz? (Çünkü ben size rekaabet edecek değilim.) Allah üzerimde şâhiddir ki, ben sizin efdalinizi seçmekte kısaltma, yânı eksiklik yapmak yacağım (adaletten ayrılmayacağım), dedi.                

Onlar da:                                                           

— Evet (bu seçim işini sana havale ediyoruz), dediler. (Abdurrahmân üç gün üç gece uyku bile uyumaksızın bütün halk

tabakalarıyle temas ederek umûmî arzuyu anladı [75].) Bunun üzerine son akdedilen toplantıda Alî'nin elini tutarak:

— Yâ Alî, kat'î bilirsin ki, senin Rasülullah'a hısımlığın ve hâm'da kıdemin vardır. Allah, üzerinde murâkıbdır. Yemîn olsun eğer ben seni emîr seçersem, İslâm ümmeti üzerinde muhakkak adalet eder­sin. Yine yemîn ederim ki, eğer Usmân'ı seçersem, muhakkak sen onun da sözlerini dinler ve elbette emirlerine itaat edersin, dedi.

Sonra Abdurrahmân ibn Avf, diğerine yânî Usmân'a dönerek, Alî'ye söylediğinin benzerini ona da söyledi. Abdurrahmân onların her ikisinden de bu suretle mîsâk (yânî çok sağlam söz ve ahd) aldık­tan sonra, Usmân'a:

  Yâ Usman elini kaldır! dedi ve Usmân'a bey'at etti.

Alî de Usmân'a bey'at etti. (Sonra kapılar açıldı.) Medîne ahâ­lîsi de girdiler ve Usmân'a bey'at ettiler [76].

 

9- Kureyş Kabilesinin Hâşimî Koluna Mensûb Olan Ebu'l-Hasen Alî İbnu Ebî Tâlib(R)İn Menkabeleri Babı [77]

 

Ve Peygamber (S) Alî'ye hitaben: "Sen bendensin, ben de sendenim" buyurmuştur [78].

Umer ibnu'l-Hattâb da: Rasûlullah, Alî'den razı olarak vefat etti, demiştir [79].

 

49-.......Bize Abdulazîz, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd(R)'dan tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) Hayber günü:

— "Bayrağı yarın bir kişiye vereceğim ki, Allah fethi onun iki eliyle müyesser kılacaktır" buyurmuştur.

Râvî dedi ki: Bunun üzerine orada bulunan sahâbîler o gecelerini bayrağın onlardan hangisine verileceği hayâline dalıp huzursuzlukla geçirdiler. İnsanlar sabaha girince Rasûlullah'ın huzuruna gittiler. Hepsi bayrağın kendisine verilmesini umuyorlardı. Fakat Rasûlullah:

  "Alî ibn Ebî Tâlib nerededir?" diye sordu. Sahâbîler:                                              

  Yâ Rasûlallah, onun iki gözü ağrıyor, dediler. Rasûlullah:

  "Ona haber gönderin de onu bana getirin" buyurdu.

Alî gelince, Rasûlullah onun gözlerine tükürdü ve ona şifâ dua­sı yaptı. Akabinde Alî'nin gözleri iyileşti, hattâ onda hiçbir ağrı yok­muş gibi oldu. Hemen bayrağı Alî'ye verdi. Bunun üzerine Alî:

— Yâ Rasûlallah, Hayber Yahûdîleri ile onlar da bizim gibi (müs-lümân) oluncaya kadar vuruşacak mıyım? dedi.

Rasûlullah:

  "Tâ Hayberliler'in sahasına ininceye kadar hey'etin üzeresü-

kûnetle yürü. Sonra onları İslâm'a girmeye da'vet et. Ve onlara İs­lâm'da üzerlerine vâcib olacak Allah haklarını haber ver. Allah'a yemin ederim ki, senin sayende Allah'ın bir tek kişiye hidâyet ver­mesi senin lehine, senin kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır" buyurdu [80].

 

50-....... Selemetu'bnu'1-Ekva' (R) şöyle demiştir: Alî, Hayber'de gözünde rahatsızlık olduğu için Peygamber'den geride kalmış idi. Alî kendi kendine: Ben göz rahatsızlığı sebebiyle Rasûlullah'tan geriye kalır mıyım? diyerek dışarı çıktı ve Peygamber'e yetişti. Allah'ın, sabahında fetih ihsan ettiği gecenin akşamı olunca, Rasûlul­lah (S):

  "Yemîn olsun, İslâm bayrağını yarın muhakkak bir kimseye vereceğim ki (yâhud yarın bayrağı bir adam alacak ki), Allah ve Ra~ sûlü onu sever yâhud o kimse Allah'ı ve Rasûlü'nü sever. Allah ona fetih ihsan edecektir" buyurdu.

Ertesi gün Alî ile karşılaştık. Hâlbuki biz, göz rahatsızlığından dolayı onun gelmesini ummuyorduk. Sahâbîler:

  İşte Alî geldi, dediler.

Rasûlullah bayrağı ona verdi. Allah Hayber'in fethini ona mü­yesser kıldı [81].

 

51-.......Ebû Hazım Seleme ibn Dînâr'dan ( o şöyle demiştir):

Bir kimse Sehl ibn Sa'd(R)'a geldi de:

— Medîne Emîri şu Fulân kişi minber yanında Alî'yi razı olun­mayan birşeyle zikrediyor, dedi.

Râvî Ebû Hazım dedi ki: Sehl:

  Bu emîr Alî için ne söyledi? der. Râvî Ebû Hazım dedi ki:

— Emîr, Alî'ye Ebû Turâb diyor, deyince Sehl ibn Sa'd güldü de:

— Vallahi bu lakabı Alî'ye muhakkak Peygamber isim yapmış­tır ve Alî'ye bundan daha sevgili bir isim de olmamıştır, dedi.

Ebû Hazım dedi ki: Ben (bu unvanı Peygamber'in Alî'ye nasıl verdiğini öğrenerek) lezzet almak istedim de, Sehl ibn Sa'd'a bu ha­dîsi sordum ve:

  Yâ Ebâ Abbâs, bu isim verme işi nasıl oldu? dedim.

O da şöyle anlattı:             

— Bir kerre Alî, Fâtıma'mn yanma girmiş, sonra bir şeyden Fâ-tıma'ya darılarak dışarı çıkmış ve Mescid'de yatmıştı. Bu sırada Fâ­tıma'mn yanına Peygamber gelip: "Amcan oğlu nerede?" diye sordu­ğunda Fâtıma: Mescid'dedir, dedi. Bunun üzerine Peygamber Mes-cid'e çıktı ve Alî'yi, sırtından ridâsı düşmüş, sırtına toprak bulaşmış bir hâlde yatıyor buldu. Bunun üzerine Peygamber (S), Alî'nin sırtın­dan topraklan eliyle silkmeye başladı ve iki kerre: "Otur yâ Ebâ Tu-râb! Otur yâ Ebâ Turâbf" buyuruyordu [82]

 

52-.......Sa'd ibnu Ubeyde şöyle demiştir: İbn Umer'in yanına bir adam (yânî Nâfi' ibnu'l-Ezrak) geldi de, ona Usmân'dan sordu. İbn Umer, Usmân'ın güzel amellerinden zikretti de o kimseye:

— Belki Usmân'ın işlerinden sana zikrettiğim şeyler, sana kötü geliyordur, dedi.

O kimse:

  Evet kötü geliyor, dedi. İbn Umer:

  Allah senin burnunu topraklandırıp horlasın, dedi. Sonra o kimse İbn Umer'e Alî'den sordu. îbn Umer, Alî'nin güzel

amellerini zikretti de:

— Alî budur, evi de Peygamber'in evlerinin en güzelidir (yâhud ortasındadır), dedi.                                                           

Sonra yirîe:.

— Belki benim Alî'den söylediğim şeyler sana kötü geliyordur, dedi.

O adam:

  Evet (kötü geliyor), dedi. Bunun üzerine İbn Umer ona:

— Allah senin burnunu toprağa sürtüp horlasın. Git de benim hakkımda neye gücün yeterse yap! Dedi [83].

 

53-.......Bize Şu'be, el-Hakem'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir:

Ben İbnu Ebî Leylâ'dan işittim, şöyle dedi: Bize Alî şöyle tahdîs etti: Fâtıma aleyhi's-selâm değirmen taşı çevirmenin te'sirinden elinde mey­dana gelen rahatsızlıktan şikâyet etti. O sırada Peygamber'e birta­kım esirler gelmişti. O esirlerden bir hizmetçi istemek üzere Peygam­ber'in evine gitti, fakat Peyganıber'i evde bulamadı; Âişe'yi buldu ve ona ne için geldiğini haber verdi. Peygamber geldiğinde Âişe, Fâ-tıma'mn gelişini Peygamber'e haber verdi.

Alî dedi ki: Bunun üzerine Peygamber bize geldi ve bizi yatakla­rımıza girmiş hâlde buldu. Ben hemen ayağa kalkmaya davrandım. Peygamber derhâl:

— "Yerinizde durunuz" buyurdu ve ikimizin arasına oturdu; hattâ ben göğsüm üstüne dokunan iki ayağının serinliğini hissettim.

Sonra Peygamber (S):

— "İyi dinleyiniz! Ben size, sizin benden istediğiniz esîr hizmet­çiden daha hayırlı birşey öğreteceğim: Siz (geceleyin) yatağınıza gir­diğinizde otuzdört defa Allâhu Ekber; otuzüç kerre Subhânallah der­siniz. Otuz üç kerre de el-Hamdu Kllah dersiniz. İşte bunları söyle­meniz sizlere hizmetçiden hayırlıdır" buyurdu [84].

 

54-.......Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Peygamber (S),

Alî'ye hitaben: "Senin bana bağlılığın, Harun'un Musa'ya bağlılığı derecesinde olmandan razı olmuyor musun?" buyurdu [85]

 

55-....... Bize Şu'be, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Ibn Sîrîn'den; o da Abîde es-Selmânî'den haber verdi ki, Alî (R) Irak ahâlîsi­ne:

— Bundan evvel hüküm veregeldiğiniz gibi hüküm veriniz. Çünkü ben (Ebû Bekr ve Ümer, üzerinde çekişme ve fitneye götürücü) ihti­lâfı çirkin görüyorum. Tâ ki, insanların bir cemâati olsun yâhud da ben arkadaşlarımın öldüğü gibi ölürüm, demiştir.

Muhammed ibn Şîrîn (Râfızîler tarafından) Alî üzerine rivayet edilen (Şeyhayn'e muhalefet) haberlerinin çoğunu yalandan ibaret gö­rür idi [86].

 

10- Ca'fer İbn Ebî Tâlib El-Hâşimî(R)^Nin Menkabeleri Babı

 

Peygamber (S), Ca'fer'e hitaben: "Sen hilkatin (vucûd yapılısın) ve ahlâkın yönünden bana benzedin" buyurmuştur. [87]

 

56-....... Ebû Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): İnsanlar: Ebû Hureyre çok (hadîs rivayet) ediyor, deyip duruyorlar. Hâlbuki ben, kar­nımın doyması mukaabilinde boğaztokluğuna Rasûlullah'tan hiç ayrılmaz idim. Hattâ ben mayalı (yâhud katikhk) ekmek yemez, ye­ni ve güzel elbise giymezdim. Bana hiçbir erkek ve hiçbir kadın da hizmet etmezdi. Ben (bazen) açlıktan karnıma taş bağlardım. Şu mu­hakkak ki, ben (bazen) yanımda yânı ezberimde bulunan âyetleri bir kimseye -o beni evine götürsün de beni doyursun diye, sırf bu maksadla- okutmak isterdim. Fakirler için insanların en hayırlısı Ca'fer ibn Ebî Tâlib idi. O bizleri evine götürürdü ve evinde bulunan şeyleri bize yedirir idi. Hattâ şu da muhakkak ki, o bize bazen içinde hiçbir-şey bulunmayan yağ tulumunu çıkarır idi de, biz de onu yarar ve et­rafında bulunan yağ kırıntılarını yalar idik [88].

 

57-....... eş-Şa'bî_şöyle demiştir: İbn Umer (R), Abdullah ibn Ca'fer'e selâm verdiği zaman:

— es-Selâmu aleyke ey iki kanatlı adamın oğlu! der idi.

Ebû Abdillah el-Buhârî: (îbn Umer'in sözündeki) "İki kanat", iki tarafın hepsidir, demiştir [89].

 

11- Abbâs İbn Abdîlmuttalib(R)'İn Zikri

 

58-.......Enes(R)'ten (o, şöyle demiştir): Halk kıtlığa uğradık­larında Umer ibnu'l-Hattâb, Abbâs ibnu Abdümuttalib ile (tevessül ederek) yağmur duası yapar ve: "Yâ Allah, bizler (hayâtta iken) Pey­gamberimiz ile tevessül ederek senden niyazda bulunurduk da sen bize yağmur ihsan ederdin. Bizler (şimdi de) Peygamberimizin amcası ile tevessül ederek senden niyaz ediyoruz; bize (yine) yağmur ihsan et!" diye duâ ederdi.

Enes: Bu duayı edince insanlara yağmur verilirdi, demiştir [90]

 

12- Rasûl]Ullah(S)'In Hısımlarının Menkabeleri Ve Peygamberin Kızı Fâtıma Aleyhi'ş-Selâmın Menkabesi Babı [91]

 

Ve Peygamber (S): "Fâtıma cennet ehli kadınlarının seyyidesidir' * buyurmuştur [92]

 

59-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe(R)'den şöyle tahdîs etti: (Rasûlullah'ın vefatı üzerine) Fâtıma, Ebû Bekr'e haber gönderdi de Allah'ın kendi Rasülü'ne fey' (yânî harb-siz ganimet) olarak bahşettiği ve Peygamber'in de mü'minlere sada­ka yaptığı Medine yakınındaki Benû Nadîr, Fedek hurmalıkları ile Hayber hurmalıklarının beşte birinin kalanından isabet eden Peygam­ber'in mirasını istiyordu. Ebû Bekr:

— Rasûlullah (S): "Biz Peygamber cemâati vâris olunmayız. Bi­zim bıraktığımız mal, sadakadır (mülkiyet Beytu'l-Mâl'e âiddir)" bu­yurdu. Şimdi Muhammed ailesi ancak bu maldan, yânî mülkiyeti Allah'ın olan bu vakıf maldan yerler. Onların yenilecek mikdâr üze­rine artırma yapma hakları yoktur. Vallahi ben, Peygamber'in bu sa­dakaları (vakıf malları) üzerine kendi zamanında yürürlükte olan uygulamadan hiçbirşeyi değiştirmem. Rasûlullah'ın bu mallar üze­rindeki muamelesi gibi muamele ederim, dedi.

(Fâtıma'nın vefatından sonra) Alî de bunun böyle olduğuna şe-. hâdet ettikten sonra:

— Yâ Ebâ Bekr! Esasen biz senin fazîletini tanıyıp bilmişizdir, dedi de kendisinin Rasûlullah'a olan yakınlığını ve kendilerine âid bu-Junan haklarını zikretti.

Bunun üzerine Ebû Bekr de konuştu ve:

— Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, bana Rasûlul­lah'ın hısımlarına hizmet etmek, kendi hısımlarıma yardım etmekli-ğimden daha sevimlidir, dedi [93].

 

60-.......Vâkıd şöyle demiştir: Ben babamdan (yânî Muham­med ibn Zeyd ibn Abdillah ibn Umer'den) işittim; o İbn Umer'den tahdîs ediyordu ki, Ebû Bekr (R): "(Ey insanlar), siz Muhammed(S)'e hürmetinizi, O'nun ev halkı hususunda da gözetip muhafaza ediniz" demiştir [94].

 

61-.......İbnu Ebî Muleyke'den: O dael-Mısver ibn Mahrame(R)'den: Rasûlullah (S): "Fâtıma benden bir parçadır. Her kim onu öf-kelendirirse, şübhesiz beni öfkelendirmiş olur" buyurmuştur [95]

 

62-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) vefat sebebi olan hastalığı sırasında kızı Fâtıma'yı yanma çağırdı ve ona gizli birşey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra bir daha çağırıp Fâtıma'ya yine gizli birşey söyledi. Bu defa da Fâtıma güldü.

Âişe dedi ki: Sonra ben Fâtıma'ya bu ağlamanın ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma:

— Peygamber bana gizlice vefat sebebi olan bu hastalığı sonun­da ruhunun alınacağını haber verdi. Bunun üzerine ben ağladım. Sonra bana, yine gizlice, benim O'nun ev halkından kendisine ilk ulaşan kimse olacağımı ve kendisinin ardından gideceğimi haber verdi. Bu­na da güldüm, dedi [96].

 

13- Ez-Zubeyr İbnin-Avvâm(R)'In Menkabeleri Babı

 

ibn Abbâs da: ez-Zubeyr, Peygamberin havârîsidir (yânî en hâlis yardımcısı ve en samimî dostudur), dedi.

el-Buhârî de: Isâ Peygamberin havarileri, elbiselerinin beyazlığından dolayı böyle isimlendirildiler, demiştir [97].

 

63-.......Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Bana Mervân ibnu'l-Hakem haber verip şöyle dedi: Usmân ibn Affân'a ruâf hastalığı se- nesinde (otuzbirinci hicret yılında) salgın hâlinde hüküm süren bir ru- âm hastalığı isabet etti ve hattâ bu hastalık, Usmân'ı hacc etmekten  men' etmişti. Usmân da ölüm endişesiyle vasiyet etmeye başlamıştı.  Usmân'ın yanına Kureyş'ten bir adam girdi de: rkr--   — Yerine bir halîfe ta'ynı et, dedi.

Usmân:

  Herkes bunu söyledi, dedi. O kimse de:

— Evet öyle söylüyorlar, diye te'yîd etti.

Usmân:

— Kimin halef yapılmasını söylüyorlar? diye sorunca, o kimse

sükût etti.

 Râvî Mervân dedi ki: Usmân'ın yanına başka bir adam daha gir- misti. O kimsenin (kardeşim) el-Hâris olduğunu zannediyorum. O da Usmân'a:

   Yerine bir halef göster, dedi.  Usmân yine:

   Herkes bunu söyledi, dedi. O zât da:

   Evet öyle söylüyorlar, diye Usmân'ı te'yîd etti. Usmân yine:

— Kimin halef yapılmasını söylüyorlar? diye sorunca, o da sü­kût etti.

İbn Abbâs'ın bu sözü, Berâe Tefsîri'nde gelecek olan hadîsin parçasıdır.

Bu defa Üsmân kendisi:                        

  Belki insanlar ez-Zubeyr'i söylemişlerdir, dedi.    Haris

— Evet, diye tasdîk etti.Usmân:

— Dikkat edin! Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, şübhesiz ez-Zubeyr, benim faziletli olduklarım bildiğim kimselerin en hayırhsıdir. Ve yine şübhesiz o, Rasûlullah'a, onların en sevimli ola­nıdır, dedi [98].

 

64-.......Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verip şöyle dedi: Ben Mervân ibnu'l-Hakem'den işittim (şöy­le diyordu): Ben Usmân'ın yanında idim. Ona bir adam geldi de:

  Yerine bir halef göster, dedi. Usmân:

  Bu söylendi mi? diye sordu. O zât:

  Evet, halef olması söylenen kimse ez-Zubeyr'dir, dedi. Usmân üç kerre:

— Dikkat edin! Allah'a yemîn ederim ki, muhakkak sizler, ez-Zubeyr'in en hayırlınız olduğunu bilmektesinizdir, dedi [99].

 

65-.......Câbir (R): Peygamber (S): "Şübhesiz her peygambe­rin havarisi vardır. Ve şübhesiz benim havarim de ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dır" buyurdu, demiştir [100].

 

66-.......Abdullah ibnu'z-Zubeyr (R) şöyle demiştir: Ahzâb günü ben, Ebû Seleme'nin oğlu Umer ile beraber (çocuk olduğumuzdan) kadınların yanında bırakıldım. Bir de baktım ki, babam ez-Zubeyr, atının üstünde iki yâhud üç kerre Kurayza oğulları'na gidip geliyor. Ben evimize dönüp geldiğimde babama:

— Ey babacığım! Ben seni Kurayza oğulları yurduna gidip ge­lirken gördüm, dedim.

Babam:

  Ey oğulcuğum! Sen beni öyle gördün mü? dedi.

Ben de:

— Evet, dedim. ' * Babam (bu hareketinin sebebini bildirmek için) dedi ki:

— Rasûluilah (S): "Kurayza oğulları'na kim gider de onların ha­berlerini bana getirir?" dedi. Ben de (icabet edip) gittim. Gelince Ra­sûluilah bana babasıyle anasını bir arada zikrederek: "Zubeyr! Babam anam sana feda olsun!" buyurdu [101].

 

67-.......Bize Hişâm ibn Urve, babası Urve'den haber verdi (o, şöyle demiştir): Yermuk vak'ası gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zubeyr'e hitaben:

— Ey Zubeyr! Rumlar'a şiddetli bir saldırı yapmaz mısın ki, biz de seninle beraber şiddetli bir saldırı yapalım? dediler.

ez-Zubeyr, Rûmiar üzerine amansız hamleler yaptı. Rumlar bu hamle sırasında Zubeyr'in omuz kökü üzerine iki darbe vurdular. Bu iki geniş yara arasında Bedir harbinde yediği bir darbenin çukurluğu vardı.

Urve: Ben çocukken bu üç darbenin yerlerine parmaklarımı so­kar, oynardım, demiştir [102].

 

14- Talha İbnu Ubeydillah(R)'In Zikri Babı

 

Umer: Peygamber (S), Talha'dan razı olarak vefat etti, demiştir [103]:

 

68-.......Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî: Şu Uhud harbi günlerinde harbin kızıştığı öyle günler, saatler oldu ki, Rasûlullah'ın harbettiği o zamanlarda, RasûIulIah(S)'m maiyyetinde harbeden Talha ile Sa'd'dan başka kimse kalmadı, demiştir. Ebû Usmân bu hadîsi, Talha ile Sa'd'ın hadîsinden olmak üzere rivayet etmiştir (yânî ken­disine onlar bunu tahdîs etmişlerdir demek istemiştir).

 

69-....... Kays ibnu Ebî Hazım: Ben Talha'nın (Uhud harbin­de) Peygamber'e siper edip koruduğu elini gördüm. O el (yaralanıp) çolak olmuştu, demiştir [104].

 

15- Zühre Kabilesine Mensûb Olan Sa'd İbn Ebî Vakkaas(R)'In Menkabeleri Babı

 

Zühre oğulları, Peygamber'in dayılarıdırlar. Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın adı Sa'd ibn Mâlik'tir [105].

 

70-.......Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, şöyle dedi: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan işittim: Peygamber (S) Uhud günü be­ni taltif ve tebcil için babası ile anasını birlikte zikretti (yânî: Babam anam sana feda olsun, buyurdu), diyordu [106].

 

71-.......Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R): Yemîn olsun ben kendimi İslâm'a giren(erkek)lerin üçte biri (yânî üçüncüsü) olarak gördüm, demiştir.

 

72-.......Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle diyordu: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan işittim, şöyle diyordu: İslâm'a, benim kendisinde İs­lâm'a girdiğim günde başka kimse girmedi. Yemîn olsun ben İslâm'a girenlerin üçte biri (yânî üçüncüsü) .olduğum hâlde yedi gün bekle­mişimdir.

el-Buhârî dedi ki: Bu hadîsi rivayet etmekte Ebû Usâme, İbnu Ebî Zâide'ye mutâbaat etti de: Bize Hişâm tahdîs etti, dedi [107]

 

73-.......Kays ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Allah yolunda ok atmış olan Arab mücâhidlerinin muhakkak birincisiyim. Ve biz Peygam­ber'in beraberinde gaza ediyorduk. Yanımızda bizim ağaç yaprağından başka yiyecek birşeyimiz de yoktu. Hattâ bizlerden herbirimiz, hacetini yaparken, muhakkak devenin yâhud koyunun çıkardığı gi­bi kuru dışkı çıkarırdı, bu dışkı katılığından dolayı birbirine karış­mazdı. (İslâm'a yaptığımız bunca hizmetlerden sonra Esed oğulları İslâm (esâsları ve ibâdeti) üzerinde bizi ayıplar oldular. Yemîn olsun ben onların iddia ettikleri gibi namazı güzel kıldıramıyorsam, o tak-dîrde ben onların öğretmesine muhtâc olurum ve bunca amelim de boşa gitmiş olur!

(Râvî dedi ki:) Esed oğullan (Sa'd Irak'ta vâlî iken Halîfe Umer'e) Sa'd aleyhine gammazlık etmişlerdi de: Sa'd namazı güzel kıldırmı­yor, demişlerdi [108].

 

16- Peygamberdin Kadın Tarafından Olan Hısımlarının Zikri Babı

 

Peygamber'in dâmâdlarından birisi Ebû'l-Âs ibnu'r- Rabfdir [109].

 

74-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Alî ibn Hüseyin tahdîs etti ki, el-Mısver ibn Mahrame (R) şöyle demiştir: Alî bir ara Ebû Cehl'in kızı ile nişanlanmak istedi. Alî'nin bu arzusunu Fâtıma işit­ti ve akabinde Rasûlullah'a geldi ve:

— Kavmin senin kızların için öfkelenmez olduğunu söylüyorlar. Bak işte Alî, Ebû Cehl'in kızını nikâh edecek! dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah kalktı (bir hutbe yaptı). Mısver dedi ki: Ben Rasûlullah'tan bu hutbesinde şehâdet getir­dikten sonra şöyle derken işittim:

  "Amma ba'du(- Sözün bundan sonrasına gelince): Şübhesiz ben (kızım Zeyneb'i) Ebû'l-Âs ibn Rabî'a nikâh ettim. O bana söz verdi ve bana karşı verdiği sözde doğru hareket etti. Şübhesiz Fâtı-ma bendendir parçadır. Muhakkak ki, ben ona fenalık yapılmasını çirkin görürüm. Vallahi Allah Rasûlü'nün kızı, Allah düşmanının kızı ile bir erkeğin yanında bir araya gelmez".

(Râvî dedi ki:) Bunun üzerine Alî, Ebû Cehl'in kızı ile evlenme­yi bıraktı.

Muhammed ibn Amr ibn Halhala şunu ziyâde etti: îbn Şihâb'-dan; o da Alî'den; o da Misver'den; o şöyle demiştir: Ben Peygam-ber'den işittim; Abdu Şems oğullârı'ndan bir damadını (Ebû'1-Âs'i) zikretti ve onu dâmâdhğı hususunda çok güzel övdü: "O bana söz verdi, sözünde gerçek çıktı ve bana verdiği va'diyerine getirdi" bu­yurdu [110].

 

17- Peygamberin Âzâdlısı Zeyd İbn Hârîse(R)'Nin Menkabeleri Babı [111]

 

el-Berâ da: Peygamber(S)'in Zeyd'e hitaben: "Sen bizim kardeşimiz ve dostumuzsun" buyurduğunu söylemiştir [112].

 

75-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber, bir fırka mücâhid hazırladı da başlarına Usâme ibn Zeyd'i emîr (yânî ku­mandan) ta'yîn edip sefere gönderdi. Bâzı kimseler Usâme'nin emîr-liği hakkında i'tirâz ve dedikodu ettiler. Bunun üzerine Peygamber

— "Siz şimdi Usâme'nin kumandanlığını kötülüyorsunuz. Siz bundan önce onun babasının kumandanlığı hususunda da kötüleme yapmıştınız. Allah hakkı için Zeyd kumandanlığa nasıl tamâmiyle lâ-yıksa ve o, bana insanların en sevimlilerinden biriyse, hiç şübhesiz şu Usâme de babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir" buyurdu [113].

 

76-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Bir kerre Peygamber (S) be­nim yanımda bulunurken bir izci gelmişti. O sırada Usâme ibn Zeyd ile Zeyd ibn Harise yan-üstü yatmışlardı. O izci onların ayaklarına baktı da:

— Şübhesiz şu ayakların bâzısı bâzısından olmuştur! dedi.

Râvî dedi ki: İzcinin bu sözü ile Peygamber sevindi ve bu söz kendisini hayrete düşürdü de bunu Âişe'ye haber verdi [114].

 

18- Usâme İbn Zeyd'in Zikri Babı

 

77-.......Bize Leys, ez-Zuhrî'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir); Mahzûm oğullan'na mensûb bir kadının işi Ku-reyş'e keder verdi de:

— (Bu kadının şefaat edilmesi için) Rasûlullah'ın huzurunda, Ra­sûlullah'ın sevgilisi olan Usâme'den başka kimse konuşmaya cesaret edemez, dediler.

Ve bize Alî (ibn Abdillah el-Medînî) tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben o Mahzûmlu kadının hadîsini sor­mak üzere ez-Zuhrî'ye gittim. O bana bağırdı.

Alî dedi ki: Ben Sufyân'a:

— Sen bu hadîsi başka hiçbir kimseden alıp yüklenmedin?.de­dim.

Sufyân:

— Ben bu hadîsi, Eyyûb ibn Musa'nın ez-Zuhrî'den; o da Ur-ve'den; o da Âişe(R)'den senediyle yazdığı bîr kitâbda buldum. Âişe şöyle demiştir: Mahzûmoğulları'nda (Fâtıma adlı) bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kureyş:

— Bu kadının affı hakkında Peygamber'le kim konuşabilir? de­diler.                                                                       .

Ve hiç kimse Peygamber'e söylemeye cesaret edemedi. Nihayet Usâme ibn Zeyd Peygamber'e söyledi. Bunun üzerine Peygamber (S):

  "İsrâîl oğulları, kendi aralarında şerefli, nufûz sahibi büyük kişiler hırsızlık yaparsa onları bırakırlardı da, içlerindeki zayıf kim­seler hırsızlık yaparsa onların elini keserlerdi. Eğer (kızım) Fâtıma çalmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim!" buyurdu [115]

 

19- Bab

 

(Bu, evvelki babın bir faslı gibidir.)

 

78-.......Abdullah ibn Ûînâr haber verip şöyle demiştir: Bir gün Abdullah ibn Umer mescidde iken, mescidin bir tarafında (siyah.renkli) birisinin ihramını sürüyerek gezdiğini gördü de, İbn Dînâr'a:

— Şuna bak, kimdir? Keski bu kimse yanımda bulunsaydı (da ona öğüt verseydim)! dedi.

Bunun üzerine orada bulunan bir insan İbn Umer'e:

  Yâ Ebâ Abdirrahmân, bunu tanımıyor musun? Bu, Usâme ibn Zeyd'in oğlu Muhammed'dir, dedi.

Râvî İbn Dînâr dedi ki: Bunun üzerine İbn Umer bir müddet ba­şını önüne eğdi ve elleriyle yeri karıştırdı. Sonra:

— Eğer Rasûlullah bu Muhammed'i görseydi, muhakkak onu severdi, dedi [116]

 

79-.......Bize Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî, Usâme ibn Zeyd(R)'den tahdîs etti; o da Peygamber(S)'in onu, yânî Usâme'yİ ve Alî'nin oğlu Hasen'i kucağına alarak:  

  "Yâ Allah! Sen bunları sev! Çünkü ben bunları seviyorum" duasını söyler olduğunu tahdîs etmiştir.

Ve Nuaym ibn Hammâd, İbnu'I-Mubârek'ten söyledi; o şöyle demiştir: Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den haber verdi (o, şöyle demiştir): Bana Usâme ibn Zeyd'in bir kölesi şöyle haber verdi: Üm-mü Eymen'in oğlu olan Eymen'in oğlu Haccâc -Ümmü Eymen'in oğlu ve Haccâc'ın babası olan Eymen, Usâme ibn Zeyd'in ana-bir kardeşi idi ve bu Eymen, Ensâr'dan bir zâttır- (Mescide girip namaz kıldı). İbn Umer onun rukû'unu ve sucûdunu tamamlamadığını gördü de:

— Namazını yeniden kıl, dedi.

Ebû Abdillah el-Buhârî dedi ki: Ve bana Süleyman ibn Abdir­rahmân tahdîs etti: Bana el-Velîd ibn Müslim tahdîs etti: Bize Ab­durrahmân ibn Nemr, ez-Zuhrî'den tahdîs etti: Bize Usâme ibn Zeyd'in âzâdhsı Harmele tahdîs etti ki, kendisi İbn Umer'le birlikte bulunduğu sırada mescide el-Haccâc ibn Eymen girip namaz kılmış. Fi*kat el-Haccâc, rukû'unu ve sucûdunu tam yapmamış. Bunun üze­rine İbn Umer ona:

  Namazını tekrar kıl! diye emretmiştir. el-Haccâc dönüp giderken, İbn Umer bana:

  Yâ Harmele! Bu namaz kılan kimdir? dedi. Ben de ona:

— Ümmü Eymen'in oğlu olan Eymen'in oğlu el-Haccâc'dır, de­dim.

Bunun üzerine İbn Umer:

— Eğer Rasûlullah bu sîmâyı görseydi (Eymen'i ve anasını sev-

diği için) muhakkak onu da severdi, dedi ve Peygamber'in Usâme'ye olan sevgisini ve Ümmü Eymen'in doğurduğu erkek ve kız çocukla­rım zikretti.

el-Buhârî dedi ki: Ve bana arkadaşlarımdan bâzısı (Ya'kûb ibn Süleyman yâhud ez-Zuhlî), Süleyman ibn Abdirrahmân'dan: Ümmü Eymen, Peygamber'in dadısı (ikinci anası, mürebbîyesi) idi, diye tahdîs etti [117]

 

20- Umer İbnıtl-Hattâb'ın Oğlu Abdullah(R)'1n Menkabeleri Babı [118]

 

80- Bize Muhammed ibn îsmâîl-el-Buhârî tahdîs etti [119]. Bize İshâk ibnu Nasr tahdîs etti. Bize Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Salim'den tahdîs etti ki, babası Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber'in sağlığında sahâbîlerden birisi bir düş görünce onu Peygamber'e anlatırdı. Ben de bir düş görmemi ve onu Peygamber'e hikâye etmemi temenni ettim. O sırada ben bekâr, ergen bir gençtim. Ve Peygamber zamanındaki âdet üzere ben mescidde uyurdum. Bir kerre ben de ru'yâmda şöyle gördüm: Beni iki melek yakalayıp cehenneme götürdüler. Ben cehennemi kuyu duvarı gibi örülmüş gördüm. Cehennemin kuyu boynuzları gibi iki tane boynuzu da vardı. Orada (Kureyş'ten) kendilerini iyi tanıdığım kimseler bulunuyordu. Ben hemen:

— Ateşten Allah'a sığınırım, ateşten Allah'a sığınırım! demeğe başladım.

Bu sırada o iki meleğe diğer üçüncü bir melek kavuştu da, o me­lek bana:

  Korkutulmayacaksın! dedi.

Ben bu ru'yâmı kızkardeşim Hafsa'ya naklettim. O da bunu Pey­gamber'e kıssa etti. Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Abdullah ne iyi kişidir! Bir de geceleyin teheccüd namazı kılar olsaydı!" buyurmuştur.

Abdullah (ibn Umer'in oğlu ve kendisinin râvîsi olan) Salim: Pey­gamber'in bu temennisinden sonra babam Abdullah, geceden az bir kısmı müstesna olmak üzere gece uyumazdı, demiştir [120].

 

81-.......Bize İbnu Vehb, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da İbnu Umer'den; o da kızkardeşi Hafsa(R)'dan tah-dîs etti ki, Peygamber (S) Hafsa'ya: "Muhakkak ki, Abdullah iyi bir kimsedir" buyurmuştur [121].

 

21- Ammâr Ve Huzeyfe(R)'Nin Menkabeleri Babı [122]

 

82-.......Alkame şöyle demiştir: Ben Şam'a geldim ve mescidde iki rek'at namaz kıldım. Sonra:

— Yâ Allah! Burada bana iyi bir meclis arkadaşı müyesser kıl!

diye duâ ettim.

Akabinde bir topluluğa geldim ve onların yanına oturdum. Bak­tım, yaşlı bir adam gelmiş tâ yambaşıma oturmuş. Ben:

  Bu zât kimdir? dedim. Oradakiler:

  Ebu'd-Derdâ'dır, dediler. Ben o zâta:

— Ben biraz önce Allah'tan bana iyi bir meclis arkadaşı müyes­ser kılmasını duâ etmiştim. Allah seni bana müyesser kıldı, dedim.

O:

  Sen kimlerdensin? dedi. Ben:

  Küfe ahâlîsindenim (ilim almak için geldim), dedim.

Ebu'd-Derdâ:

— Peygamber'in giydiği ayakkabılarının, dayandığı yastığının, su kabının sahibi (yânı bunların taşıyıcısı) olan İbnu Ümmi Abd -İbn Mes'üd- sizin içinizde değil mi? Peygamberinin dili île (yânî duası üze­rine) Allah'ın şeytândan kurtardığı Ammâr aranızda değil mi? Ve yine kendisinden başka hiç kimsenin bilmediği Peygamber'in sırrının (gizli haberlerinin) sahibi olan (Huzeyfe) sizin içinizde değil mi? dedi.

Sonra da:

— Abdullah ibn Mes'ûd: "Ve*l-leylî izâ yağşâ.., "yi nasıl oku­yor? diye sordu.

Ben de kendisine:

  "Ve'l-leyli izâ yağşâ ve'n-nehârî izâ tecettâ ve'z-zekeri ve'l-

ünsâ" şeklinde okudum. Ebu'd-Derdâ:

— Vallâhî Rasûlullah beni böyle okutmuştur. Ben Rasûlullah' tan ağız ağıza böyle öğrendim, dedi [123].

 

83-.......İbrâhîm en-Nahâî şöyle demiştir: Alkame Şam'a gitti.

Şâm mescidine girince:

— Yâ Allah! Bana iyi bir meclis arkadaşı müyesser kıl! diye duâ etti.

Akabinde Ebu'd-Derdâ'nm yanına oturdu. Ebu'd-Derdâ ona:

  Sen kimlerdensin? diye sordu. Alkame:

— Küfe ahâlîsindenim, dedi. Ebu'd-Derdâ, Ebû Huzeyfe'yi kasdederek:

— Kendisinden başka kimsenin bilmez olduğu o sırrın (gizli ha­berlerin) sahibi sizin içinizde yâhud sizden değil mi? dedi.

Alkame dedi ki: Ben:

  Evet (Küfe'de, aramızdadır), dedim. Ebû'd-Derdâ:

— Peygamberinin dili ile (yânî O'nun duası üzerine) Allah'ın kur­tardığı kimse (Amr'ın şeytândan kurtarılmasını kasdediyor) sizin içi­nizde yâhud sizden değil mi? dedi.

Ben:

— Evet (bizdedir), dedim. Ebu'd-Derdâ:

— Peygamberin o misvakını veya sırânnı (yânî sırrını) taşıyan kimse sizin içinizde veya sizden değil mi? dedi.

Ben:

  Evet bizdedir, dedim. Ebu'd-Derdâ:

  Abdullah ibn Mes'ûd "Ve'i-leyli izâ yağşâ ve'n-nehân izâ tecellâ" âyetinden sonrasını nasıl okuyprdu? dedi.

Ben:

  "Ve'z-zekeri vel-ünsâ" diye okuyor, dedim. Ebu'd-Derdâ:

  Şu Şamlılar bana karşı "Fie mâ halaka'z-zekerâ vel-ünsâ" kıraatinde ısrar ediyorlar da, en sonu beni Rasûlullah'tan işittiğim kıraatten caydırmak istiyorlar! dedi [124].

 

22- Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh(R)'In Menkabeleri Babı [125]

 

84-.......Ebû Kılâbe şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Herpeygamber ümmetinin güvendiği emin bir kimsesi vardır. Ey Muhammed Ümmeti, bizim eminimiz de hâsseten Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'tır" buyurmuştur.

 

85-.......Huzeyfe ibnu'I-Yemân (R) şöyle demiştir: Necrân hey'eti Peygamber'den kendilerine emîn bir zâtın emîr gönderilmesini iste­diklerinde, Peygamber (S) onlara:

— "Sizin üzerinize muhakkak emîn bir kimse göndereceğim ki, o şübhesiz hakkıyle güvenilir bir kimsedir" buyurdu.

Bu sözü üzerine sahâbîleri, bu emînlik ve emirliğe rağbet ederek herbiri kendisinin gönderilmesini gözetlediler. Bu sırada Peygamber, Ebû Ubeyde(R)'yi gönderdi [126].

 

23- Mus'ab İbnu Umeyr(R)'İn Zikri Babı [127]

 

24- El-Hasen İle El-Hüseyin{R)'İn Menkabeleri Babı

 

NâfT ibnu Cubeyr ibn Muf im, Ebû Hureyre'nin:

Peygamber (S), el-Hasen ibn Alî ile boyun boyuna sarmaştı, dediğini söylemiştir [128].

 

86-.......Bize Ebû Mûsâ (îsrâîl ibn Mûsâ), el-Hasen el-Basrî'den tahdîs etti; o, Ebû Bekre(R)'den isitmiştir (o, şöyle demiştir): Ben Pey-gamber(S)'den işittim. O, minber üzerinde torunu Hasen de yanıba-şmda olduğu hâlde, bir kerre insanlara (yânî cemâate), bir kerre de Hasen'e bakıyor ve onlara:

— "Bu benim oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir. Allah'ın bu oğlum sebebiyle müslümânlardan iki fırkanın arasını iyileştirmesi umulur" buyuruyordu [129].

 

87-.......Usâme ibn Zeyd(R)'den: Peygamber (S): Usâme'yi Hasen (ibn Alî) ile beraber kucağına alırdı da: "Yâ Allah, ben bunları seviyorum, sen de bunları sev" buyururdu. Râvî: Yâhud buna ben­zer bir söz söyledi, demiştir.

 

88-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten (o, şöyle demiştir): Hüseyin ibn Alî aleyhi's-selâm Kerbelâ'da şehîd edildikten sonra, başı Kûfe'ye ge­tirildi. Ve o sırada Yezîd ibn Muâviye'nin Küfe Vâlîsi bulunan Abdul­lah ibn Ziyâd'ın karşısında bir taş .içine konuldu. Bu İbn Ziyâd, elindeki süngüsüyle mübarek başın burnuna, gözlerine vurmağa baş­ladı...

Enes rivayetine devamla dedi ki: Ziyâd bu Hüseyin'in güzelliği hakkında bir söz söyledi. Bunun üzerine Enes: Hüseyin, Ehli Beyt için­de Rasûlullah'a en çok benzeyeni idi, demiştir. O sırada Hüseyin'in başı vesme bitkisi ile boyalı idi [130].

 

89-.......Adiyy (ibn Sabit el-Ensârî) haber verip şöyle demiştir:

Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'i gördüm ki, O, Hasen ibn Alî'yi omuzu üzerine almış da: "Yâ Allah! Ben bunu seviyorum, bunu sen de sev!" Duyuruyordu.

 

90-.......Ukbe ibnu'I-Hâris (R) şöyle demiştir: Ben Ebû Bekr(R)'i şu hâlde gördüm: Kendisi Alî'nin oğlu Hasen'i yüklenmiş de:

— Peygamber'e benzeyen, Alî'ye benzemeyen (yavru), babam sana feda olsun! diyordu.

Bu sırada Alî de yanında gülüyordu.

 

91-.......îbn Umer (R): Ebû Bekr: Ey insanlar! Muhammed'e hürmetinizi, onun ev halkı hususunda da gözetip muhafaza ediniz! dedi, demiştir.

 

92-.......Enes ibn Mâlik (R): Hiçbir kimse Peygamber(S)'e, Ha­sen ibn Alî kadar çok benzer değildi, demiştir [131].

 

93-.......BizeŞu'be, Muhammed ibn Ya'kûb'dantahdîs etti (o, şöyle demiştir): Ben İbnu Ebî Nu'm'dan işittim (şöyle diyordu): Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim: İbn Umer'e (Iraklı) bir kimse -Şu'be: Ben onun "Sinek öldüren" dediğini sanıyorum, demiştir- ih-râmlı bir kişinin hâlinden sormuştu. İbn Umer:

— Irak ahâlîsi sinekten (yânî sinek öldürmenin cinayet olup ol­madığından) soruyorlar. Hâlbuki onlar (vaktiyle) Rasûlullah'ın kızı Fâtıma'nın oğlunu öldürmüşlerdi. Peygamber (S) ise, o iki torunu hakkında: "Onlar benim dünyâdan (öpüp kokladığım) iki reyhânımdır" buyurmuştur [132].

 

25- Ebû Bekrin Himayesinde Bulunan Bilâl İbn Rebâh(R)'In Menkabeleri Babı [133]

 

Peygamber (S) Bilâl'e hitaben:            

Ben cennette önümde senin ayakkabılarının hışırtısını. işittim" buyurmuştur [134]

 

94-.......Câbir ibn Abdillah (R) haber verip şöyle demiştir: Umer: Ebû Bekr bizim seyyidimizdir. O bizim seyyidimizi de hürriyete ka­vuşturdu, der idi ve bununla da Bilâl'i kasdederdi [135].

 

95-.......Kays ibn HâzınVdan: (Bilâl, Peygamber'İn ölümünden sonra Medine'den çıkıp gitmek istedi. Fakat Ebû Bekr ona müsâade etmedi de, Mescid'de müezzinlik yapmasını istedi. Bilâl de: Ben Ra-sûlullah'sız Medine'yi istemem, Rasûlullah'ın makaamını O'ndan bo­şalmış hâlde görmeye dayanamam, dedikten sonra) Bilâl, Ebû Bekr'e hitaben:

— Eğer sen beni vaktiyle ancak nefsin için satın aldıysan, beni yanında tut, bir tarafa bırakma. Eğer beni ancak Allah için satın alıp hürriyete kavuşturdun ise, beni Allah'ın ameliyle bırak, dedi... [136].

 

26- Abdullah İbn Abbâs(R)'In Zikri Babı

 

 

96-.......Abdullah ibn Abbâs (R): Peygamber (S) beni bağrına bastı da: "Yâ Allah, buna hikmet öğret*' diye duâ etti, demiştir [137].

 

97-.......Bize Abdulvâris (bu hadîsi senediyle) tahdîs etti. Pey­gamber bunda: "Yâ Allah, buna Kitâb'ı öğret" diye duâ etti, demiş­tir.

Ve bize Mûsâ ibn îsmâîl tahdîs etti. Bize Vuheyb, Hâlid el-Hazzâ'dan olmak üzere, geçen senedle o hadîsin benzerini (yânî Ebû Ma'mer'in rivayetinin benzerini) tahdîs etti.

el-Buhârî bu hadîsin sonunda: "Hikmet", peygamberlik dışın­daki re'y ve ictihâdda İsabet etmektir, tefsirini nakletmiştir [138].

 

27- Hâlid İbnu'l-Velîd(R)'İn Menkabeleri Babı

 

98-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten (şöyle demiştir): Peygamber (S) Zeyd'in, Ca'fer'in ve İbn Revâha'nm şehîd olduklarını insanlara, on­ların haberleri Medine'ye gelmeden önce haber verip şöyle buyurdu:

  "Sancağı Zeyd ibn Harise aldı, akabinde Zeyd vuruldu. Son­ra sancağı Ca'fer ibn Ebî Tâlib aldı, o da vurulup öldürüldü. Sonra sancağı Abdullah ibn Revâha aldı, o da vurulup öldürüldü".

Bunları söylerken Peygamber'in iki gözü yaş akıtıyordu. Pey­gamber devamla:

  "Nihayet sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç (yânî Hâlid ibnu'l-Velîd) aldı da, sonunda Allah o orduya fetih müyesser kıldı" buyurdu [139].

 

28- Ebû Huzeyfe'nin Âzâülısı Olan Sâlim(R)'İn Menkabeleri Babı [140]

 

99-....... Mesrûk şöyle demiştir: Bir defasında Abdullah ibn Amr’ın yanında Abdullah ibn Mes'ûd anıldı. Bunun üzerine Abdul­lah ibn Amr şöyle dedi: İşte bu o kimsedir ki, ben Rasûlullah(S)'ın: "Kur'ân okumayı dört kişiden isteyiniz: Abdullah ibn Mes'ûd'dan -Rasûlullah isim saymaya Abdullah ile başladı- Ebû Huzeyfe'nin âzâd-lısı Salim'den, Ubeyy ibn Ka'b'dan ve Muâz ibn Cebel'den" buyu­rurken işittiğimden sonra, artık onu sevmeye devam edeceğim.

Râvî Amr ibn Murre: Ubeyy ile mi, yoksa Muâz ile mi saymağa başladı, bilmiyorum, demiştir [141].           

 

29- Abdullah İbn Mes'ûd(R)'In Menkabeleri Babı [142]

 

100-.......Ben Mesrûk'tan işittim, şöyle dedi: Abdullah ibn Amr (R) şöyle dedi: Şübhesiz Rasûlullah ne çirkin söz söyler ve ne de bu­nu arzu edici idi. Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizin bana en sevgi­li olanınız, ahlâk yönünden en güzel olanınızdır".

Ve yine Rasûlullah: "Kur'ân 'ı şu dört kişiden okumak isteyiniz: Abdullah ibn Mes'ûd'dan, Huzeyfe'nin âzâdlısı Sâlim'den, Ubeyy ibn Ka'b'dan ve Muâz ibn Cebel'den" buyurdu [143].

 

101-.......Alkame'den (o şöyle demiştir): Ben Şam'a girdim ve mescidde iki rek'at namaz kıldım. Akabinde:

  Yâ Allah, bana bir meclis arkadaşı ihsan eyle! dedim. Bu sırada gelmekte olan bir şeyh gördüm. Bana yaklaşınca:

— Allah'ın benim duamı kabul etmiş olmasını umarım, dedim. O bana:

  Sen nerelisin? dedi. Ben:

  Küfe ahâlîsindenim, dedim. O zât:

— Peygamber'in giydiği ayakkabıların, dayanacağı kısa basto­nunun, su kabının sahibi olan kimse (yânî tbn Mes'ûd) sizin içinizde değil mi? Şeytânın şerrinden kurtarılmış olan kimse (yânî Ammâr) sizin içinizde değil mi? Kendisinden başkasının bilmediği Peygamber'in sırrının (gizli haberlerinin) sahibi olan kimse (yânî Huzeyfe) sizin içi­nizde değil mi?

— İbnu Ümmü Abd '' Ve H-leyli..." sûresinin üçüncü âyetini na­sıl okudu? dedi.

Ben derhâl:

  "Ve'I-teyli ilâ yağşâ ve'n-nehâri izâ tecellâ ve'z-zekeri ve'l-ünsâ" şeklinde okudum.

O zât, yânî Ebu'd-Derdâ:

— Bu âyeti bana Peygamber (S) okuttu. Ben bunu Peygamber'­in ağzından kendi ağzıma böylece aldım. Fakat şu Şamlılar bana karşı ısrara devam ediyorlar da nihayet beni '' Ve 'z-zekeri ve H-ünsâ'' kıra­atinden "Vemâhalaka'z-zekerâ ve'l-ünsâ"kıraatine döndürecekler, dedi [144].

 

102-.......Abdurrahmân ibn Yezîd en-Nahaî şöyle dedi: Biz bir defasında Huzeyfe'ye:

— Sahâbîler içinde güzel hâl ve hareketi, meslek ve yolu bakı­mından Peygamber'e yakın olan kimdir ki, biz onu bilip, onun gö­rünür hâline bakarak hayâtını örnek alalım? diye sorduk.

Huzeyfe:

— Güzel hâl ve hareketi, meslek ve meşrebi ve sîreti yönünden Peygamber'e İbnu Ümmi Abd'den daha yakın hiçbir kimse bilmiyo­rum, dedi [145].

 

103-.......el-Esved ibn Yezîd en-Nahaî tahdîs edip şöyle demiş­tir: Ben Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den işittim, şöyle diyordu: Ben karde­şimle beraber Yemen'den Medîne'ye geldiğim zaman bir müddet bekledik. Peygamber'in hâllerini ve yakınlarını gözetledik. Bu esna­da bizim en çok öğrendiğimiz husus, Abdullah ibn Mes'üd'un Ehli Beyt'ten bir kişi olduğunu zannetmemizdir. Çünkü biz Peygamber(S)'in huzuruna dâima İbn Mes'ûd ile anasının girdiğini görüyor­duk [146].

 

30- Muâviye İbnu Ebî Sufyân(R)'In Zikri Babı [147]

 

104-.......Abdullah ibnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Muâviye (R) yatsı namazından sonra tek rek'atla vitir kıldı. Yanında da İbnu Abbâs'm kölesi Kurayb vardı. Müteakiben Kurayb, İbn Abbâs'a geldi (de bunu ona haber verdi). İbn Abbâs, Kurayb'e:

— Muâviye hakkında konuşmayı ve onun işini reddetmeyi bı­rak. Çünkü o, Rasülullah (S) ile beraber bulunmuştur (yânî âlimdir), dedi [148].

 

105-.......İbnu Ebî Muleyke şöyle tahdîs etmiştir: (Kurayb ta­rafından) İbn Abbâs'a:

— Senin Mü'minlerin Emîri Muâviye hakkında bir sözün var mı? Çünkü o, vitir namazını ancak bir tek rek'atle kılmıştır, denildi.

İbn Abbâs:

  İsabet etmiştir, çünkü Muâviye bir fakîhtir, dedi [149].

 

106-.......Ebu't-Teyyâh şöyle demiştir: Ben Humrân ibn Ebân'dan işittim ki, Muâviye (R) şöyle demiştir:

— Sizler (ikindi namazından sonra) öyle bir namaz kılıyorsunuz ki, yemîn olsun bizler Peygamber (S) ile o kadar beraber bulunduk da O'nun bu namazı kıldığını hiç görmedik. Ve yine yemîn olsun ki, Peygamber bil'akis o iki rek'atten (yânî ikindiden sonra iki rek'at kıl­maktan) nehyetmiştir, dedi [150].

 

31- Fâtıma Aleyhi's-Selâmın Menkabeleri Babı

 

Ve Peygamber (S):

"Fâtıma, cennet ehli kadınlarının seyyidesidir" buyurmuştur [151].

 

107-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da İbnu Ebî Muleyke'den; o da Mısver ibn Mahrame(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Fâtıma benden bir parçadır. Her kim onu öfke­lendir irse beni öfkelendirmiş olur" buyurmuştur [152].

 

32- Âişe(R)'Nin Fadlı Babı [153]

 

108-.......(Abdurrahmân ibn Avf'm oğlu) Ebû Seleme şöyle de­miştir: Âişe (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) bir gün:

  "Yâ Âişe! Şu (yanımdaki) Cibril'dir, sana selâm ediyor/" bu­yurdu.

Ben de:

— Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri onun üzerine de olsun! Benim göremediğim Cibril'i Sen görüyorsun, dedim.

Âişe bu son sözü ile Rasûlullah'ı kasdediyordu [154].

 

109-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şüyle buyurdu: "Erkeklerden birçoğu (fazilette) kemâle ulaştı. Hâl­buki kadınlardan İmrân kızı Meryem ite Fir'avn 'in kadını Âsiye'den başkası kemâle ermedi. Ümmetimin kadınlarına karşı Âişe'nin fazi­leti de tirit aşının diğer yemeklere karşı fazileti gibidir" [155].

 

110-.......Abdullah ibnu Abdirrahmân, Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Ben RasûIulIah(S)'tan işittim: "Âişe'nin di­ğer kadınlara karşı fazileti, tirit aşının diğer yemeklere karşı fazileti gibidir" buyuruyordu [156].

 

111-....... İbnu Avn, el-Kaasım ibn Muhammed'den şöyle tahdîs etmiştir: Âişe hasta oldu. İbnu Abbâs ona hasta ziyaretine geldi de:

— Ey Mü'minlerin Anası, sen Rasûlullah (S) ile Ebû Bekr'in, senden Önce varıp cennette hazırladıkları güzel bir makaama gide­ceksin (ne mutlu sana! Artık endîşe etme, ferah ol)! Dedi [157].

 

112-.......Şu'be, el-Hakem ibn Uteybe'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den işittim, şöyle dedi: Alî ibn Ebî Tâlib, Ammâr ibn Yâsir ile kendi oğlu Hasen'i Kûfeliler'in Alî tarafına yardım­larını istemeleri için Kûfe'ye gönderdiği zaman, Ammâr bir hutbe yapıp, bunda: Ben kesin surette biliyorum ki, Aişe dünyâda ve âhi-rette Peygamber'in zevcesidir. Lâkin Allah sizleri, kendi hükmüne mi, yâhud Âişe'ye mi tâbi' olacaksınız diye imtihan etmektedir, de­miştir [158].

 

113-.......Âişe(R)'den: Kendisi, kızkardeşi Esmâ'dan ariyet bir gerdanlık almıştı. Sonra bu gerdanlık bir seferde kayboldu. Rasûlul-lah (S), sahâbîlerinden bâzı kimseleri -ki Useyd ibn Hudayr da bun­lar arasında idi- onu aramağa gönderdi. Onlara bu sırada namaz vakti erişti. Su bulamadıkları için abdestsiz olarak namaz kıldılar. Peygam­ber'e geldikleri zaman bunu kendisine arzettiler. İşte bu vak'a üzeri­ne Teyemmüm Âyeti (ei-Mâide: 6) inmiştir. Bunun üzerine Useyd ibn Hudayr, Âişe'ye:

— Allah seni hayır ile mükâfatlandırsın. Vallâhî senin başına (hoşlanmadığın) hiçbir iş gelmez ki, Allah onda senin için de, müslü-mânlar için de bir hayır bulundurmasın, dedi [159]

 

114-.......Urve ibnu'z-Zubeyr'den (şöyle demiştir): Rasülullah (S) vefat sebebi olan hastalığı içinde, kadınlarının nevbetlerinde do­laşmayı ve Âişe'nin evinde olmayı şiddetle arzu ederek:

  "Yarın ben nerede olacağım? Yarın ben nerede olacağım?" demeğe başladı.

(Urve dedi ki:) Âişe:

— Benim nevbet günüm olunca, Peygamber (bu sözü söylemez) sükût ederdi, dedi [160].

 

115-.......Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: İnsanlar Peygamber'e takdim edecekleri hediyelerini Âişe'nin nevbeti gününde ver­meyi kasdederlerdi. Âişe şöyle dedi: Kadın arkadaşlarım (bundan gayrete gelerek) Ümmü Seleme'nin yanında toplandılar da:

 

— Ey Ümmü Seleme, şübhesiz biliyorsun ki, insanlar hediyele­rini Âişe'nin nevbeti gününde getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki bizler de Âişe'nin hayır istemekte olduğu gibi hayır istemekteyiz. Binâena­leyh sen Rasûlullah'a söyle de, O, insanlara hediyelerini kadınların­dan kimin yanında bulunur ve kimlerin nevbet günlerini dolaşırsa, orada vermelerini emretsin! dediler.

Âişe dedi ki: Ümmü Seleme diğer kadınların kendisine söyledik­lerini nevbetinde Peygamber'e zikretti. Ümmü Seleme dedi ki:

— Ben bunu Peygamber'e zikrettim, O benden yüz çevirdi. Sonra benim nevbetimde bana geldiğinde kendisine bunu yine zikrettim, ben­den yine yüz çevirdi.Üçüncü nevbetim de geldiği zaman bunu kendi­sine yine söyledim. Bu defa bana: "Yâ Ümme Seleme, Âişe hakkında bana eziyet etme. Çünkü şu bir hakikattir ki, vallahi Âişe'den başka sizden hiçbir kadının örtüsü altında bulunduğum hâlde bana vahiy inmedi" buyurdu [161].

Bu hadîsin daha uzun bir rivayeti Hibe Kitabı, "Hibenin kabulü bâbı"nda geçmişti.

Bir Tenbîh ve Hatırlatma

Şârih el-Kirmânî burada Sahîh-i Buhârî'nin ilk yansının sona erdiğini, bunu ta'kîb eden Ensâr'ın Menkabeleri Kitâbı'nm da ikin­ci yarının başlangıcı olduğunu, Sahîh-i Buhârî'nin hıfz ve zabtına i'tinâ eden ve bunu sağlam ve muhkem yapan hadîs âlimlerinin bü­yüklerinden naklederek bildirmiştir (el-Behiyyetu'l- Mısriyye 1354/ 1935 baskısı, 15. Cüz, 32. sahîfe).

Bunu kısaca nakleden şârih Aynî de, bu vesile ile Umdetu'l-Kaari'nin yedinci cildini burada sona erdirmiştir (VII, 668).

Şârih Kastallânî de: "Burası kitabın birinci yansının sonudur" demiş ve el-Kirmânî'den aynı surette naklettikten sonra: "Kitabımızın bu kısmının yazılması da bunun toplayıcısı Ahmed ibn Muhammed ibn Ebî Bekr el-Kastallânî'nin eliyle 911 hicret yılı Receb'inin onbiri perşembe günü buraya geldi. Allah'tan bunu tamamlamaya ve yaz­maya yardım etmesini, kabul ve ikbâlle beraber bununla bana ve müs-lümânlara hâlde ve mealde fayda vermesini... istiyorum" demiştir (VI, 139).

Tecrîd-i Sarih mütercimlerinden Kâmil Mîrâs da: "Bu eserimizde biz de hicretin 1363 yılı Ramazân'ının onsekizinci çarşamba günü Ensâr'm Menkabeleri Bâbı'na gelmiş bulunuyoruz. Seleflerimizin du­rak yeri edindikleri burada biz de dokuzuncu cildi bitiriyoruz, ik­mâlini Cenâb-ı Hakk'ın tevfîk ve inayetinden diler ve Hâtemu'l-Enbiyâ'nın âlî fuyûzâtından istiâne ederiz" diyor (IX, 446).

Biz de el-Câmi'u's-Sahîhrm tamâmım Türkçe'ye terceme etmekte olduğumuz bu Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi kitabımızda, 1401 hicri yılı Ramazân'ının 29'u, arefe gününe tesadüf eden 31 Temmuz 1981 cumua günü ikindi ezanı okunurken buraya ulaşmış ve böylece En­sâr'ın Menkabeleri Kitâbı'na gelmiş bulunuyoruz. Yüce Allah'tan sağlık ve afiyet içinde en güzel şekilde tamamlamaya muvaffak kıl-. masını, kabul ve ikbâlle beraber bununla ben Mehmed Sofuoğlu ku­luna ve bütün müslümanlara hâlde mealde fayda vermesini niyaz ediyorum.

29 Ramazân 1401/31 Temmuz 1981 Üsküdar-Bağlarbaşı

 



[1] Fadâil, Fadîlef'm cem'idir. Fadîlet, Nakîsa'nm zıddı ve Rezîlet'in mukaabilidir ki, insana eksiklik getiren vicdanî temayüller ve haricî hareketlerdir. Şu hâlde Fadâil, sahibine yükseklik veren güzel huylar, dostâne ve hayırhâhâne hâl ve hareketler demek olur.

Ashâb, Sahb'm cem'idir ve aslında masdar olan Sahabe ma'nâsmda kulla­nılır. Sahabe, ibn Esîr'e göre Sâhib*in cem'idir. Söhib ise güzel muaşeret eden (yânî iyi geçinen) yâr ve dost demektir. Sahabe, çeşitli suretlerde ta'rîf edilmiş. Bunlar arasında en meşhur ta'rîf, İmâm Buhârî'nin yukarıdaki ta'rîfidir. Bu ta'rîfe göre sahabe iki kısım oluyor: Peygamberle görüşen, Peygamber'i gö­ren. Peygamber'le görüşüp konuşmak, O'nu görmeyi gerektirirse de, burada öyle bir görme gereği yoktur. Çünkü Abdullah ibn Ümmi Mektûm, Peygamber beraberinde bulunan ve sohbeti "Yüzünü ekşitip çevirdi, kendisine o a'mâ gel­di diye. Sana hangi şey bildirdi? Belki o (senden öğrenecekleriyle) temizlene­cekti. Yâhud öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine faide verecekti" (Abese: 1-4) âyeti üe.te'yîd edilmiş bir şahâbî iken, gözleri kör olduğu için Peygamber'i gö­rememişti.

Peygamber'in sahâbîleri iki toplu kısma ayrılır: Muhacirler, Ensâr. Buhârî burada evvelâ bu iki sınıftan herbiri hakkında ve umûmî olarak gelen hadîsleri sıralamıştır.

[2] Bu hadîste sahâbîler, tabiîler ve tabiîlerin tâbi'lerinin yüzü suyu hürmetine fetih ve zafer müyesser olacağı bildirilmiş ve öylece de gerçekleşmiştir. Bu sebeble bu hadîsten, Peygamber'in en açık mu'cizelerinden birisi ve üç tabaka cemâati nin fazileti anlaşılmıştır. Bu üç tabaka cemâati âhiretle ilgili hususlarda son de­rece kuvvetlidirler. îmân ve irâde kuvvetiyle bu üç devirde İslâm orduları zaferden zafere koşmuşlardır.

[3] Hadîs, ilk üç neslin faziletini ve ondan sonraki nesillerde ortaya çıkacak ahlâkî çürümeyi ve dünyâ hırsını apaçık belirtmektedir. Bunlar, Peygamber'in haber verdiği gibi gerçekleşmiştir.

[4] Hadîsteki Kartı'in ma'nâlarından biri "Zaman" demektir. Bu zamanın ta'yî-_i ninde on, yirmi, otuz, altmış, yetmiş, seksen, yüz, yüzyirmi sene olmak üzere çeşitli görüşler ve ictihâdlar vardır. Bunlar arasında bir karnın yüz sene olduğu­nu ileri sürenler, Peygamber'in bir çocuğun başını okşayarak: "Bir kam yaşa!" diye duâ edip de, o çocuğun yüz sene yaşadığı hakkındaki bir haberi hüccet ge­tirmişlerdir.

Bu hadîste evvelâ zikrolunanlar sahâbî, tabiî ve etbâu't-tâbiî asıllarıdır. Bu üç asır müslümânlar arasında doğruluk ve adalet yaygın olduğu anlaşılmakta­dır. Sahâbî asrı yüz sene kadar devam etmiştir. Meselâ Medîne'de Sehl ibn Sa'd ile Sâib ibn Yezîd; Basra'da Enes ibn Mâlik doksanbirinci hicret yılına kadar yaşamışlardır. Tâbİî asrı da yaklaşık olarak yüzseksen târihine kadar devam et­miştir. En son vefat eden tabiî, Half ibn Halîfe'dir ki, İbn Sa'd'a göreyüzsek-senbir târîhinde vefat etmiştir.

[5] Muhacirler, Allah için ve İslâm Dîni'nin kökleşmesi ve yükselmesi için yurtlannı bırakarak Mekke'den Medine'ye göç eden müslümânlardır. Ensâr da Medî-neliler'dir ki Evs ve Hazrec kabileleri halkı ile bunlara tâbi' olan müslümânlardir.

[6] Buhârî bu bâb başlığında el-Haşr: 7. ve et-Tevbe: 40. âyetlerini getirmiştir. Bunlar Hicret ve Muhâcirler'le ilgili olduğu için başlığa çok uygun düşmüşlerdir. el-Haşr: 7. âyeti yalnız Nadîr oğulları'ndan almanlar değil, diğer bütün fey'ler de, haraçlar da, cizyeler de, vergilerden alınan mal da Muhâcirler'e ve öteki sınıfla­ra âiddir (Medârik). Biz ma'nâmn tam anlaşılması için et-Tevbe: 38-41. âyetle­rinin meallerini tam olarak buraya aldık. Bu 38-41. âyetler, İstanbul'da yapılan 7. İslâm Konferansı sonunda Hafız Abdurrahmân Gürses tarafından okunmuştu. Yine bu âyetler 28-30 Mayıs 1981 târîhinde Erzurum Atatürk Üniversitesi Islâ-mî İlimler Fakültesi'nce tertîb edilen Hicret Kongresi sonunda da Kur'ân-i Ke­rîm asistanı Hafız Nihad Temel tarafından okunmuş ve kongre üyeleri bunlardaki uyarıcı ve tevbîh edici yüksek ma'nâlardan dolayı çok duygulanmışlardı

[7] Kur'ân'm şehâdeti ve birçok sahîh hadîslerin delâletleriyle Ebû Bekr'in Rasû-hıllah'a mağarada refakati sabit bir hakikat olduğundan, âlimler Ebû Bekr'in sahâbîliğini inkârı küfür saymışlardır.

[8] Hadîste Ebû Bekr'in fazileti apaçıktır. Bunun çokfarklı bir bir rivayeti yakında Nübüvvet Alâmetleri Bâbı'nda da geçmişti

[9] Bu âyet yalnız el-Câmİ'u's-Sahîh'in el-Kuşmeyhenî rivayetinde vardır. Bu âyet­lerde hayvanların insanlara olan hizmetleri hatırlatılıyor: "Davarları da O ya­ratmıştır ki, bunlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu maddeler ve nice nice menfâatler vardır. Onlardan yersiniz de. Akşamleyin getirirken, sabahleyin sa­lıverirken onlarda sizin için güzel bir zînet vardır. Onlar sizin ağırlıklarınızı yük-

[10] Rasûlullah bu sözüyle et-Tevbe: 40. âyetteki "Onlar mağarada iken ikinin ikincisi" ve "Allah bizimle beraberdir" ifâdelerindeki ma'nevî maiyyete işaret etmiştir. Bunda Ebû Bekr'e âid büyük bir fazîlet vardır.

[11] Buhârî bunu yakın lâfızla Namaz Kitabı, "Küçük kapı ve geçit bâbı"nda sene­diyle getirmiştir

[12] Bu Ebû Saîd hadîsi de Namaz Kitâbı'nın aynı babında geçmişti.

Ebû Bekr'in sahâbîliği herkesçe bilinen mütevâtir ve haber olmakla bera­ber bu sohbetin bir özelliği daha vardır ki: "İkinin ikincisi olarak mağarada bulunurlarken Peygamber o vakit arkadaşına: Tasalanma. Allah hiç şübhesiz bizimle beraberdir, diyordu" (et-Tevbe: 40) nassı ile de sabit olmasıdır. Ebû Bekr'­in Rasûlullah'm sahibi olduğuna Allah şâhiddir. Ebû Bekr'in sohbetini tanıma­mak, Kur'ân'ın nassını tanımamaktır, yânî küfürdür... Bu büyük fazilet sahâbîler içinde yalnız Ebû Bekr'e âiddir.

Mescid, mü'minlerin annelerinin hücreleri ve büyük Muhâcirler'in evleri ile çevrili olduğu gibi, bunların herbirinden mescide kolayca girebilmek için oraya açılır küçük birer kapı vardı. Peygamber bu hutbesinde Ebû Bekr'in kapısın­dan başka bütün kapıların kapatılmasını emretmiştir.

[13] Başlığa uygunluğu, Peygamberin hayâtta olduğu günlerde Ebû Bekr'in fazile­tinin Peygamber'in faziletinden sonra ilk sırada oluşunun sabit olması yönün-dendir

[14] Bir bâb önce geçmiş olan 6 rakamlı Ebû Saîd el-Hudrî hadîsine işaret etmiştir.

[15] Buradaki hadîslerin başlığa delîllikleri meydandadır.

[16] Yânî büyükbabayı,.baba gibi tek başına mîrâsçı kılmış, kardeşler için bir hakk tanımamıştır.

Bu hadîste Ebû Bekr'in fazileti vardır. Çünkü torunu Abdullah ibnu'z-Zubeyr, "Dede,mîrâsah'*kk kazanmada baba gibidir" diye cevâb yazarak, de­desi Ebû Bekr'in görü- .nün üstünlüğünü en belîğ bir uslûbla bildirmiştir.

[17] Bu hadîste de Ebû Bekr'in faziletine bir işaret vardır. Y-ine bunda Ebû Bekr'in Peygamber'den sonra Halîfe olacağına da bir işaret vardır. Hakîkaten bu da öylece vâki' olmuştur.

[18] Başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in İslâm'a girişteki önceliğinden dolayı husûsî bir fazileti olması yönündendir. Çünkü hürr erkeklerden hiçbiri ondan önce İslâm'a girmemişti.

Ammâr'ın haber verdiği ilk müslümân beş köle de Bilâl el-Habeşî, Zeyd ibn Harise, Âmir ibn Fuhayre -ki Ebû Bekr'in kölesidir ve efendisiyle beraber müslümân olmuştur-, Ubeyd ibn Zeyd, Ebû Fukeyhe -ki Saffân ibn Umeyye'-nin kölesi idi-. Bâzı siyerciler bu listedeki Ebû Fukeyhe yerine Şükrân'ı zikret­mişlerdir. İkİ kadın da: Hadîce ile Ümmü Eymen yâhud Sumeyye'dir.

Bu hadîsten İslâm Dîni'nin ilk meydana çıkışından i'tibâren köle denilen bu mazlum sınıfı korumaya başladığı da açıkça anlaşılmaktadır.

[19] Ebû Bekr'in fazileti ve bütün sahâbîler üzerindeki üstünlüğü hakkında gelen bu hadîs, Peygamber'in sahâbîleri arasındaki karşılıklı hürmet ve dayanışmayı da İslâm Ümme'i için uyulma örneği olarak ifâde etmektedir.

[20] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu da şöyledir: Peygamber'e insanla­rın en sevgilisinin Ebû Bekr olması, Ebû Bekr için birçok fazîlet olduğuna ve onun Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi bulunduğuna delâlet etmek­tedir (Aynî).

[21] Peygamber'in son sözü, Ebû Bekr ile Umer'in îmânlarının kemâline yüksek i'ti-mâdım ifâde eder. Allah'ın kudretini tanıma ve îmânlarmdaki selâbet İ'tibârİy-le bu iki dostunu Peygamber bu hadîste kendi nefsi menzilesine yükseltmiştir. Bu, her iki sahâbî için çok yüksek bir fazilettir.

[22] Bu hadîs küçük farkla bundan evvelki kitâbda 134 rakamı ile geçmişti.

Hadîsin buradaki başlığa uygunluğu şu yöndendir: Peygamber (S), ru'yâ-da kendisini kuyudan su çeker hâlde gördü ve Ebû Bekr'i de Umer'den Önce zikretti. Bu ise Ebû Bekr'in Umer üzerindeki ve daha sonra gelenler üzerindeki fazlına delâlet eder. Ebû Bekr'in su çekişteki za'fma gelince, bu eksikliğe delâ­let etmez. Çünkü onun halîfelik günleri kısa olmuştur (Aynî).

[23] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in: "Sen bu sürüklemeyi büyüklenerek yapar değilsin " sözünden alınır. Bu sözde Ebû Bekr için bir fazîlet vardır. Çünkü Pey­gamber ona, sevmediği şeyin zıddına, yânî tevâzu'luğuna şehâdet etmiştir (Aynî).

[24] Başlığa uygunluğu "Senin onlardan olacağını ümîd ediyorum yâ Ebâ Bekr" s6-zündedir. Peygamber'in umudu vâki'dir, muhakkaktır. Bu sözde Ebû Bekr'in faziletine en kuvvetli delîl vardır. Bu, Ebû Bekr'in bütün dînî, ahlâkî ve amelî vazîfeleri tamâmiyle yerine getirir olduğuna delâlet eder.

[25] es-Sunh, Haris ve Hazrec oğuliarı'na âid evlerin bulunduğu mahallenin ismi­dir. Bu mahalle ile Peygamber'in evi arasında bir mi! uzaklık vardı (Aynî).

[26] Bu hadîsten Ebû Bekr'in, Umer'den daha âlim olduğu açıkça anlaşılır. Peygam­ber'in vefatı akabinde cereyan eden bu mes'ele, Ebû Bekr'in görüş nüfuzunu, ilim ve irfanının kemâlini, en müşkil zamanlarda Ebû Bekr'de görülen metanet ve mekânet, sahâbîlerden hiçbirisinde görülemiyordu. Bunun için Ebû Bekr söz söylemeye başlayınca sahâbîler derhâl başına toplanıvermişti.

[27] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü bunda Ebû Bekr'in, diğer sa-hâbîler üzerindeki fazileti vardır. Zîrâ hepsinin önüne geçirilmiş ve Rasûlullah'ın halîfesi olmuştur.

Buhârî bu hadîsi değişik senedler ve uzun, kısa metinlerle Sahîh'mm bir­çok yerinde getirmiştir. Namaz, Cenazeler, Muzâraa... gibi.

[28] Hadîste Alî ibn Ebî Tâlib, Ebû Bekr'in fazîlelini açıkça ifâde etmiştir.

Muhammed ibnu'l-Hanefiyye, Hasen ve Hüseyin'den sonra Hz. Alî'nin en âlim ve en muttaki oğludur. Annesi Havle bintu Ca'fer el-Hanefiyye olduğu için, anasına nisbetle anılmıştır.

[29] el-Beydâ, en sahîh kavle göre, Zu'1-Huleyfe'nin diğer adıdır. Zâtu'1-Ceyş de Me­dine'ye bir berîd, yâni dört fersah mesafede bir yerin ismidir. Her ikisi de Me-dîne ile Mekke yolu üzerindedir.

[30] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu sizin ilk bereketiniz değildir, yâ Ebâ Bekr hâ-nedâni!" sözündedir.

Bu hadîs, Teyemmüm Kitâbı'nda geçmişti.

Her ikisi de Medenî olan en-Nisâ Sûresi İle el-Mâide Sûresİ'nde birer te­yemmüm âyeti vardır. el-Mâide'deki âyetin baş tarafı abdestle ilgili olduğu İçin, ona Abdest Ayeti de denir. Bu kıssada İnen teyemmüm âyetinin hangisi olduğu hakkında görüş ayrılıkları vardır. el-Humeydî'nin bir rivayetinde el-Mâide: 6. âyetinin indiği belirtilmiş olduğundan, parantez içinde ona işaret ettik.

[31] Hadîs, umûmî surette sahâbîler hakkında gelmiştir. Sahâbîlere sövmenin ha-râmlığına delâlet eder. Ancak bu harâmlık Ebû Bekr hakkında daha kuvvetli­dir: Sahâbîler'in umûmunda Ebû Bekr de dâhil olduğu, onun da Peygamber'den sonra insanların en faziletlisi olması yönünden, hadîsle başlık arasında uygun­luk görülmüştür.

Müdd'ün en amelî ölçüsü, iki avuç birleştirilerek avuçlamaktır. Bu mikdâr hububata müdd denir. Peygamberdin müddü misâl ve mikyas seçip onunla takdîr buyurması, müddün örf ve âdette verilen sadaka mikdânnın en az sınırı olması i'tibâriyledir.

[32] Erîs, Medine'de, Kubâ mevkiine yakın meşhur bir bostandır. İçindeki'kuyu da bostana izafetle Erîs Kuyusu diye anılmıştır. Hz. Usmân'm halifeliği zamanın­da Peygamber'den gelen mühür, halîfenin parmağından bu kuyuya düşmüştü. Râvî Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin, Ebû Ruhm ve Ebû Burde adlarında iki kar­deşi vardır. Bu hadîste ismini açıkça söylemediği, fakat arkasından yetişip bu­radaki hayra katılmasını temenni ettiği kardeşi, bunlardan birisidir.

[33] Başlığa uygunluğu, burada bu üç sahâbînin: Ebû Bekr, Umer ve Usmân'm fa­ziletlerinin açıklanması ve Ebû Bekr'in cennetle müjdelenme ve Peygamber'in sağma oturmakta öne geçmesi sebebiyle daha faziletlileri olması yönündendir. Buhârî'nin bunu Ebû Bekr'in menâkıbmda getirmesinden maksadı, hâsseten bu noktaya işaret etmektir.

[34] Nevevî: İşte bu te'vîl doğru firâset nev'indendir, demiştir.

[35] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli olmayacağı üzere sıddîk sözünden alınır. Buhâ-rî bunu Umer'in Fazîleti bâbı'nda da getirdi. Müslim de Ebû Hureyre'den: "Ra­sûlullah Hıra Dağı'nın üstünde Ebû Bekr, Umer, Usmân ve daha başkaları ile bulunduğu sırada..." suretinde bir rivayet getirmiştir. Hıra Dağı Mekke'de bu­lunduğundan bu hadîsler, vakıanın hem Mekke'de, hem de Medine'de meydana geldiğine delâlet eder (Aynî).                         

[36] Başlığa uygunluğu, bunda Peygamber'den sonra hilâfetin Ebû Bekr'e geçeceği­ne işaret olması, Ebû Bekr'in Umer'den ve diğerlerinden öne geçirilmesi, onun en faziletli olduğuna delâlet etmesi yönündendir.

Bu hadîs, biraz farklı olarak 16 rakamıyla de geçmişti.

[37] Hadîs, Ebû Bekr ile Umer'in faziletlerine delâlet eder, lâkin burada maksad Ebû Bekr'in Umer ve diğerlerine üstünlüğü menkabesidir. Çünkü o herşeyde, hattâ Peygamber'in zikretmesinde de önde gelmektedir. Bu hadîs Umer'in faziletin­de de biraz farkla gelecektir.

[38] Başlığa uygunluğu "Ebû Bekr geldi ve nihayet onu Peygamber'den uzaklaştır­dı.." sözlerinden alınır. Ebû Bekr'in söylediği âyet, Mûsâ ile Fir'avn kıssasına ve Fir'avn'ın Musa'yı öldürmeye karar verdiği zamanki vak'aya âiddir. Tamâ­mı şöyledir: "Fir'avn ailesinden olup îmânını gizlemekte bulunan bir mü'min de şöyle dedi; Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır demesiyle Öldürür müsünüz? Hâl­buki o, size Rabb 'inizden apaçık mu 'cizeler de getirmiştir. Bununla beraber eğer o bir yalancı ise, yalanı kendine. Eğer doğrucu ise sizi tehdîd edegeldiği azabın bir kısmı olsun size çarpar. Şübhesiz Allah, haddi aşan, yalancı olan kimseyi muvaffak etmez" (el-Mü'min: 28).

[39] Umer'in babası Hattâb İbn Nufeyl'dir; Kureyş'in önde gelenlerindendir. Anası Hanteme de Hâşim İbn Mugîre'nin kızıdır. Umer, Peygamber'in ikinci halîfesi-dir, kendisine Peygamber tarafından el-Fârûk lâkabı ve Ebû Hafs künyesi veril­miştir. Hafsa onun en büyük çocuğudur. Ebû Bekr'den sonra on yıl, altı ay, dört gece devlet başkanı olmuş, kendisini el-Mugîre'nin kölesi Ebû Lu'lu' Fîrûz öldürmüştür. Umer, yiğitliğin, adaletin, mülk ve millet irâdesinin benzersiz ör­neğidir. Hakkında müstakil eserler yazılmıştır.

[40] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in cennette Umer'e âid bir köşk görmesidir. Ha­dîste adı geçen Ebû Talha, Ensâr'dan Zeyd ibn Sehl'dir; yiğit bir İslâm mücâhi­didir. Peygamber: "Gaza meydanında Ebû Talha'nın bir haykırması, düşman üzerine yüz bahâdır kuvvetinden daha te'sîrlidir" buyurmuştur. Ebû Talha'nın

karısı Rumeysâ'mn asıl adı Sehle veya Rumeyle'dir. Bu, Ebû Talha'nm Ümmü Suleym'den başka bir karısı olmalıdır.

[41] Bu, aynı hadîsin başka bir sahâbîden küçük lâfız farkı ile rivayetidir

[42] Hadîsin Umer'in faziletine delîlliği, Peygamber'den en sağlam ve eskimez dîn ilimlerini alıp bellemiş olmasıdır. Bu hadîs, İlim Kitâbı'nda da geçmişti.

[43] Hadîs, Ebû Bekr'in faziletleri bâbı'nda da geçmiş ve orada bâzı açıklamalar ve­rilmişti.

[44] Hadîsin sonunda İbn Cubeyr ile Yahya "el-Abkariyy" kelimesinin lügat ma'-nâlarını söylemişlerdir. Burada bundan kavmin seyyidi kasdedilmiştir. Bu ez-Zerâbî sözü Kur'ân'da da geçer: "Orada yüksek tahtlar, (önlerine) konmuş kap­lar, sıra sıra dizilmiş yastıklar, yayılıp serilmiş saçaklı halılar vardır" (el-Gâşİye: 13-16).

[45] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in yeminle te'yîd ettiği son kısımdır. Buhârî bu hadîsi burada iki tarîk ile getirmiştir.

Birinci tarîkten gelen hadîs "İblîs'in ve ordusunun sıfatı bâbı"nda da geçmişti.

[46] Bu Abdullah ibn Mes'ûd hadîsinin de Umer'in faziletine delîlliği gizli değildir.

[47] Hadîsin başlığa delîlliği, Alî'nin hem kendi sözlerinde, hem de Peygamber'den çok işittiğini söylediği Peygamber'in sözlerindedir.

[48] Hadîsteki sıddîk ile Ebû Bekr; iki şehîd ile de Umer ile Usmân murâd edilmiştir.

[49] Başlığa uygunluğu, İbn Umer'in Umer hakkında te'kîdli olarak söylediği söz­lerdedir.

[50] Başlığa uygunluğu, Enes'in sözünden alınır. Çünkü o, amelde Ebû Bekr ile Umer'i Peygamber'e yanaştırmıştır

[51] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî burada hadîsi iki senedle ve biraz farklı lâfızla rivayet etmiştir.

Hadîsin son fıkrasındaki "Bulunursa1"1 şartı, şekk için değil, aksine fıkra­nın ma'nâsmı te'kîd içindir. Çünkü islâm Ümmeti öbür ümmetlerin efdalİ ol­duğundan, öbürlerinde bulunan ihrâmlı kimselerin İslâm Ümmeti'nde de bulunması muhakkaktır.                                                           

Bu hadîste peygamber olmadıkları hâlde kendilerine Allah tarafından ha­ber ilham olunduğu bildirilen zâtlara "Muhaddesûn" deniliyor ki, kendilerine hâdiseler, vakıalar ilham olunan kimseler demektir.

[52] İbn Abbâs el-Hacc: 53. âyetine bu "Muhaddes" lâfzım ziyâde ederek: " uj .iuAİ Nj ^ ^j j^j 'j* îui ^ ıi.jî" okumuştur. İbn abbâs bu hususta konu­muz olan hadîse dayanmış olsa gerek. Şu hâlde "Muhaddes", nübüvvet'in dû­nunda bir vahy ve ilham mertebesi demek oluyor. Ve bu yüksek paye Umer'e tevcîh buyuruluyor.

[53] Bu hadîs Ebû Bekr'in Menkabeleri bâbı'nda geçti. Buhârî bunu burada değişik bir sened ve biraz farklı lâfızla getirmiştir.

[54] Başlığa uygunluğu, içinde Umer'in fazileti bulunması yf^t de îmân Kitabı, "îmân ehlinin amellerde birbirlerinden ustun oluşları babı nda küçük farklılıkla geçmişti.

[55] Umer'in Abdullah ibn Abbâs ile onun yakınları ve arkadaşları hakkında endîşe , etmesi, kendisinden sonra kopacak bir fitne ve ihtilâl sezmesinden dolayı İdi. Hakîketen bu fitne, Usmân zamanında başlamış ve sürüp gitmiştir.

[56] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yemîn olsun sen muhakkak Rasûlullah'a yâr ve hemdem oldun..." sözlerinden alınır. Çünkü bu sözlerde Umer lehine büyük bir fazîlet vardır.

Umer, hicretin yirmiüçüncü yılı zu'1-hiccesinİn yirmialtmcı günü sabah na­mazında iken Mugîre ibn Şu'be'nin İranlı kölesi Ebû Lu'lu' tarafından zehirli bir hançer ile vurulup şehîd olmuştur (Aynî).

Umer devlet işlerinde ve halkın idaresinde bir kusur yapmış olmaktan do­layı erişecek Allah azabından korkuyor, bunun dehşetini ifâde ediyordu.

[57] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs başka bir tarikten ve daha uzun bir metin ile "Ebû Bekr'in Fazîletleri bâbı"nda da geçmişti.

Usmân'm bu hadîsin sonunda Allah'a hamdettikten sonra söylediği "( Mu-sîbet ve imtihanlarda) yardımına sığınılacak olan ancak Allah 'tır" sözü, Kur'-ân'da Ya'kûb Peygamber'in ve bizim Peygamberimiz Muhammed'İn tebliğinde de geçmektedir: Yûsuf: 18, el-Enbiyâ: 112.

[58] Başlığa uygunluğu şu yöndendir: Peygamber'in o cemâat içinde Umer'in elini tutması, son derece sevgiye ve beraber olmaya delildir. Eğer Umer'de büyük bir fazilet olmasaydı, elbette Peygamber onun elini tutmazdı (Aynî).

[59] Usmân'ın neseb zinciri Peygamber'le Abdu Menâf'da birleşir. Ebû Amr, kün-yesidir. Evvelâ Peygamber'in kızı Rukayye ile; onun Ölümü üzerine de diğer kı­zı Ümmü Kulsüm ile evlendiği için "İki nûr sahibi" ma'nâsına "Zu'n-Nurayn" lakabı ile şöhret kazandı.

[60] Bu ta'lîk Vakf'ta, "Bir arazî yâhud kuyu vakfettiği zaman bâbı"nda senediyle geçti.

[61] Bu da bundan evvel zikredilen yerde aynı kitabın aynı bâbındaki aynı hadîste geçmişti. Zorluk ordusu, Tebûk seferi için hazırlanan ordudur. Bu sefer bir kıt­lık senesinde ve yazın en sıcak zamanına tesadüf ettiğinden "Darlık ve güçlük seferi" diye anılmıştır. Bu Tebûk seferinde Usmân, dokuzyüz elli deve ve elli at vermek suretiyle askerin techîzine katılmış ve Rasûlullah'a da bin dînâr vermiştir.

[62] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs yakında bundan önceki bâ-bın sonunda da geçmişti.

[63] Hammâd'm bu hadîsinde Peygamber, Usmân'ın girmesiyle ondan haya ederek açık olan dizini örtmüştür. Çünkü Usmân hayasının çokluğu ile meşhur idi, bu­nun için Peygamber onun yanında, hayanın gerektirdiği örtünmeyi yapmıştır. Bâzı âlimler bu hadîsle dizkapağmm avret olmadığına delîl getirmişlerdir (Kastallânî).

[64] Müslim'in Haddler Kitâbı'ndaki rivayette bu Velîd'in vâlîlik yaptığı yerde sa­bah namazını iki rek'at kıldırdıktan sonra "Daha kıldırayım mı?" dediği, şa-râb içtiği ve kusarken görüldüğü şâhidlerle isbât edilip hadd cezası vurulduğu bildirilmiştir.

[65] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra Usmân Alî'yi çağırdı da Velîd'e deynekleme cezası vurmasını emretti,." sözlerindedir. Çünkü Usmân, kardeşine deynek ce­zası vurdurmuştur. Bu hareket de Usmân'ın hakkı gözetmesine delâlet eder..

[66] Başlığa uygunluğu, Usmân'ın Ebû Bekr ve Umer'den sonra insanların en fazi­letlisi olduğuna delâlet etmesi yönündendir...

Tirmizî bu hadîs sahihtir, fakat ma'nâsı i'tibâriyle garîbdir, demiştir. Bu ga-rîbliği gidermek ve hadîse bir açıklık vermek için sarihler çeşitli tevcihler yap­mışlardır. Şârih Hattâbî şöyle demiştir: Saadet asrında efdaliyet derecesi, sahâbîlerin yaşlı başlı ihtiyarlan arasında aramlmıştır. O ihtiyarlar ki, Rasûlul-lah onlarla İslâm'ın mühim işlerini müşavere ve müzâkere ederdi. Alî ise sağlı­ğında gençlik çağında idi. Binâenaleyh İbn Umer bu hadîsi ile Alî'yi horlamak, küçük görmek ve Usmân'dan sonra gelen fazilet derecesinden indirmek isteme­miştir. Çünkü Alî'nin mertebesi meşhurdur. Onu ne İbn Umer, ne de sahâbî­lerden başka bir zât inkâr eder. Usmân'dan sonra Alî'nin sahâbîlerin en faziletlisi olduğunda ümmetin icmâı vardır.. (Aynî)

[67] Abdullah ibn Umer bu afv ve mağfiret hususuna dâir görüşünü şu âyetlere da­yandırmıştır:

' "Hakikat, iki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönen(\er yok mu); onla­rı irtikâb ettikleri bâzı şeyler yüzünden ancak şeytân kandırmak istedi. And ol­sun Allah (yine) onları affetti. Çünkü Allah çok mağfiret edicidir, halimdir" (Âlu İmrân: 155).

Bu âyette bildirilen iki'ordu ile murâd: a. Peygamber ile sahâbîleri, b. Ebû Sufyân ile Kureyş kuvvetleridir. Uhud harbi hakkında Cihâd Kitâbı'nda yeterli açıklama geçmişti

[68] Başlığa uygunluğu, bunda Usmân'a âid büyük bir fazilet bulunması yönünden-dir. O da Allah'ın onu affetmesi, mağfiret etmesi, kendisi kaybolduğu hâlde onun için ecir ve pay hâsıl olmasıdır. Bu, Usmân'dan başkası için hâsıl olma­mıştır. Bir de Peygamber sağ elini işaret ederek: "Bu, Usmân'ın elidir" deyip sol eline sürmek suretiyle Usmân için bey'at etmesidir, işte bunlar Allah'ın Us­mân'a ihsan ettiği büyük fadldır (Aynî).

Rıdvan Bey'atı Mısver ibn Mahrame ile Mervân'ın ortak rivayet ettikleri Hudeybiye hadîsinde geçmişti (Cihâd Kitabı).

[69] Bu hadîs daha önce de geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu "iki şehid" sö­zünden alınır. Çünkü bu şehîdlerden biri Usmân(R)'m kendisidir

[70] Umer, bu iki sahâbîyi Irak arazîsi üzerine harâc verisi, ahâlîsi üzerine de cizye vergisi koymaları vazifesiyle Irak'a göndermiş idi (Kastallânî).

[71] İbn Sa'd'ın ez-Zuhrî'den sahîh bir senedle rivayetine göre Umer, İslâm fetihle­rinin genişlemesi ve esirlerin çoğalması üzerine Medine'nin nizamı nâmına erlik çağına ermiş genç esirlerin Medine'ye girmelerine izin vermiyordu. Nihayet Kü­fe Vâlîsi Mugîre ibn Şu'be'den aldığı bir mektûbda, yanında bulunan genç bir san'atkân zikrediyor ve bunun demir ve ağaç nakış işlerindeki ustalığından, iyi bir marangoz olduğundan ve Medînelİler'İn bundan fayda göreceklerinden söz ederek, Medîne'ye girmesine izin verilmesini tavsiye ediyordu. Bunun üzerine i Mugîre'nin bu kölesine izin verildi. Mugîre buna aylık yüz dirhem harâc kes­mişti. Köle bunun ağırlığından Umer'e şikâyet etti. Fakat Umer, kölenin san'atı-na göre bu haracı çok bulmadı. Köle titizlenerek çıktı. Ve birkaç gün sonra bu û'ikd su'ikasdı yaptı.

ez-Zuhrî'nin rivayetine göre, cânînin taşıdığı hançer, iki başlı olup kabzası ortasında imiş. Bununla Umer'i üç yerinden yaralamış. Bu yaralardan birisi gö­beği altında olup, geniş bulunduğundan ölüme sebeb olmuştur.

Bu kölenin îrân fetihleri sırasında esîr edilerek Medîne'ye getirilen ve ma-iyyetiyle beraber müslümân olan Hürmüz'ün teşvikiyle bu cinayeti işlediğine dâir de rivayet vardır. Ve bu rivayette daha mühim sebeb bildirilmektedir: Cizye Ki­tabı, 3. hadîs.

[72] Şûra hey'etinin altısı, Peygamber'İn kendilerini cennetle müjdelediği on büyük sahâbîdendir. Geriye Saîd ibn Zeyd ile Ebû Ubeyde kalıyordu. Ebû Ubeyde ev­velce vefat etmişti. Saîd ibn Zeyd, Umer'in amca oğlu bulunduğundan, seçim işinde akrabasının re'yi bulunmasını istememişti.

[73] Bu ifâdeler Ensâr'm medhine âid olan şu âyetlere uygun düşmüştür: "Onlar­dan evvel (Medine'yi) yurt ve îmân evi edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç (meyli) bulmazlar. Kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile (onları) öz canların­dan daha üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa mu-râdlarına erenler onların tâ kendileridir" (el-Haşr: 9).

[74] Verâ, vâv'ın üç harekesiyle mebnî olarak el- Verâ, ma'rife olarak zarflardandır Ense cihetine denilmekle zıdd ma'nâlı kelimelerdendir: "Huve verâeke ev hal-feke ev kuddâmeke" (yâni: O Senin arkanda yâhud önündedir) denilir... (Kaa-mûs Ter.).

[75] Bu iki parantez arasındaki ziyâde, hadîsin diğer bir rivayet tarîkinden alındı ki,

bunu el-Medâyinî getirmiştir (İbn Hacer).

[76] Bu uzun hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü hadîs başlıktakilerin hepsini şâmil bulunuyor.

Bu hadîsin bir parçası Cenazeler Kitabı, "Peygamber'in kabri hakkında gelen haberler bâbı"nda geçmişti. Buhârî bu şûra hadîsini Hükümler Kİtâbı'n-da da Humeyd ibn Abdirrahmân ibn Avf rivayeti ile Mısver ibn Mahrame'den getirmiştir. Orada hadîsi buradakine benzer ve buradakinden daha tamam ola­rak sevketmiştir.

Umer'in bu kıssasında birçok fâideler vardır: Umer'in müslümânlara ve zimmet ehli olan gayrimüslim tebeaya şefkati, onlara nasîhatİ, müslümânlar için­de sünneti ayakta tutması, Rabb'inden şiddetle korkması, dîn İşine kendi işin­den ziyâde ehemmiyyet vermesi, borcun ödenmesini vasiyyeti, hayır ehli yanında gömülmeye dikkati, devlet başkanını ta'yînde şûraya gidilmesi ve en faziletli ola­nın öne geçirilmesi, devlet başkanlığının bey'atla bağlanılıp sabit olacağı, her hâlde ma'rûf ile emre yapışma, harâc ve cizye vergilerini ağırlaştırmaktan sakınma ve takat yetirilemeyecek vergileri terketmek.;. ve daha başka birçok fâideler ki, bunlar düşünmekle zahir olur. Muvaffak kılıcı ancak Allah'tır (Fethu'l-Bârî, Umdetu 'l-Kaarî).

[77] Alî'nin anası Fâtıma bintu Esed İbn Hâşim ibn Abdi Menâf'tır. Bu kadın Hâşi-mîler arasında ilk Hâşimî çocuk doğuran bir Hâşimî kadın olmakla meşhurdur. Fâtıma müslümân olup sahâbiyye kadınların büyükleri sırasına geçmiş, Rasû­lullah hayâtta iken Medine'de vefat etmiştir (Kastallânî).

[78] Bu ta'lîk Umretu'1-Kadâ babında gelecek olan uzun el-Berâ ibn Âzib hadîsinin bir parçasıdır. Bu uzun hadîsin bir rivayeti Sulh Kitâbi'nda da geçmişti. Bu fık­radaki "Min'1" edatının bu nev'ine "Min el-ıttısâlî" denilir ki, İki müteallakın medhûlüne bağlılığını ifâde eder. Buna göre bu fıkranın ma'nâsı: Ey Alî! İlim, hısımlık, neseb yönlerinden, aramızda çözülmez bir bağlılık var, demek olur. "Se­nin bana bağlılığın, Harun'la Musa'nın bitişikliği menzilesindedir" hadîsi de böyledir.

[79] Umer'in bu sözü, bundan evvel geçen bâbdaki Umer'in vefatı hadîsinden bir parçadır

[80] Bu hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Alî'nin faziletine ve yiğitliğine de­lâlet etmektedir. Aynı zamanda bunda Peygamber'in bir mu'cizesi de vardır. Çünkü bayrağı vereceği kimsenin eliyle Hayber fethini haber vermiş, haber öy­lece gerçekleşmiştir. Bu hadîs, Cihâd Kitâbı'nda "Elleriyle bir kimse İslâm'a giren kişinin fazileti bâbi"nda da geçmişti.

[81] Bu da geçen hadîsin başka bir tarîkidir.

[82] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Alî'nin fazîletine ve Peygamber yanındaki mertebesinin yüksekliğine delâlet etmesi yönündendir. Bu delâlet şöyledir: Çünkü Peygamber, Alî'nin yanma yürüdü ve Mescid'e girdi, Ali'nin sırtından toprak­ları eliyle silkti ve onu razı kılmak istedi. Zîrâ Alî ile Fâtıma arasında birşey olmuştu da Alî bu sebeble Mescid'e çıkmış ve orada yatmıştı.

Peygamber'in dâmâdı Alî'yi böyle bir künye ile künyelemesi mîzâh ve bu vesile ile Alî'yi taltif etmektir.

Bu hadîs, Namaz Kitabı, "Kişinin Mescid'de uyuması bâbf'nda da geçti.

[83] Başlığa uygunluğu "Sonra Alî'den sordu, İbn Umer de Alî'nin güzel amellerini zikretti" sözünden alınır. Çünkü Abdullah îbn Umer Alî'yi güzel vasıflanyle medhetmiştir. Bu da Alî'nin fadlı ve fazîleti olduğuna delâlet eder.

İbn Umer'in ona: "Gücün neye yeterse yap" sözünün ma'nâsı: Benim sa­na söylediğim şeyler haktır. Hak söyleyen, kendisi hakkında söylenecek bâtılla­ra ehemmiyet vermez, demek oluyor.

[84] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in Alî ile Fâtıma'nm yatakta bulunur­larken yanlarına girmesi ve onlara yataklarından kalkmamayı emretmesi yönün-dendir. Bu, Alî'nin Peygamber'in yanında büyük bir derecesi olduğuna delâlet eder (Aynî).

İbn Teymiyye şöyle demiştir: Kim uyku uyuyacağı sırada hadîste bildirilen zikre devam ederse, ona meşakkat ve yorgunluk arız olmaz. Çünkü Fâtıma çok. çalışmaktan meydana gelen yorgunluğundan şikâyet etmişti de Peyamber onu bu yolda zikre devam etmeye sevkeylemiştir (Kastallânî).

Peygamber'in kızı Fâtıma'ya bir köle vermemesinde, teblîğ ettiği İslâm esas­ları içinde esirliğin doğurduğu kölelik müessesesini kaldırmak ve hiç olmazsa bu mazlum sınıfı lıürr insanların sâhib oldukları medenî bir hayat hakkına eriş­tirmek esası bulunuyordu. Böyle iken kızının kapısına bir köle bağlamak, ısrar­la öğrettiği bu esâsa aykırı bulunduğundan idi.

[85] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Peygamber bunu, Tebûk seferine çı­karken Alî'yi Medine'de halef bıraktığı ve Alî'nin de sefere katılmak istemesi üzerine söylemişti. O hadîste: "Şu kadar var ki, benden sonra peygamber yoktur" fıkrası da vardır.

[86] Alî bu hadîsi çocuk anası cariyelerin satılıp satılmaması hakkındaki görüş ayrı­lıkları üzerine söylemiştir. Bu da şöyle olmuştur: Alî Irak'a geldiği zaman: Ben Umer'le beraber, çocuk anaları olan cariyelerin âzâd edilmeleri görüşünde İdim. Şimdi köle edilmelerini düşündüm, demiş. Yapılan i'tirâz üzerine bunu söyle-' mistir (Aynî).

[87] Ca'fer, Alî'nin kardeşidir; Alî'den on "yaş büyük idi. Sekizinci hicret yılında Mûte harbinde şehîd oldu. Künyesi Ebû Abdillah et-Tayyâr'dır. İki kanadlı, iki hıc-retlidir. Yiğit ve cömert idi. İlk müslümânlardandır. Habeşistan'a hicret etti ve Necâşî'nin İslâm'a girmesine sebeb oldu. Sonra Medine'ye hicret etti. Sonra Ra-sûlullah onu Mûte seferinde ordunun kumandanı yaptı. O harbde iki eli kesilin­ce Allah ona cennetle meleklerle beraber uçacağı iki kanat ihsan etmiştir (Aynî).

Buhârî buradaki ta'lîki Kaza Umresi Bâbı'nda senedli ve uzun olarak riva­yet ettiği el-Berâ hadîsinde getirmiştir.

[88] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fakirler için insanların en hayırlısı Ca'fer ibn Ebî

Tâlib idi..." sözlerindedir. Çünkü Ebû Hureyre'nin bu beyânları Ca'fer için çok güzel menkabedir

[89] Başlığa uygunluğu, Ca'fer'e "İki kanatlı" denmesinin büyük bir menkabe ol­ması yönündendir. et-Taberânî sahîh bir senedle Abdullah ibn Ca'fer'den riva­yet etti ki, Ca'fer'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Sana mübarek otsun. Baban melekle beraber gökte uçuyor" buyurdu.

Ebû Hureyre de Rasûlullah: "Ben Ca'fer ibn Ebî Tâiib'i melekte beraber uçuyor gördüm" buyurdu, demiştir. Bunu Tirmizîile el-Hâkim rivayet ettiler... (Aynî).

[90] el-Abbâs, Peygamber'in amcası olup Peygamber'den iki yâhud üç yaş büyük idi. İslâm'a girmesi meşhur rivayete göre Mekke fethinden sonradır. Güzel, se­miz, beyaz, uzunca boylu, gür sesli bir zât idi. Bir rivayette İslâm'a girişi eski­dir; müslümânhğını gizler idi. Müslümanlığını fetih günü açığa çıkardı. Usmân'ın devlet başkanlığında öldürülmesinden iki sene evvel, otuziki yılında, seksense-kizyaşinda iken Medine'de öldü ve el-Bakı' mezarlığına gömüldü (Aynî, Kas-tallânî).

Bu hadîs, bu sened ve metin ile Yağmur Duası Kitâbı'nda, "İnsanların imâm­dan yağmur duası yapmasını isteme4eri bâbı"nda da geçmiş, gerekli açıklama­lar orada verilmişti.

[91] Rasûlullah'ın hısımları Peygamber'e sâhib olan yâhud O'nu gören erkek ve ka­dınlardan yakın dedesi Abdulmuttalib'e mensûb olanlardır. Onlar, Alî ile Fâtı-ma'dan olan çocukları: el-Hasen, el-Hüseyin, Muhsin, Ümmü Kulsüm; Ca'fer ve çocukları; Hamza ibnu Abdümuttalib ve çocukları; Abbâs ibn Abdilmutta-lib ve erkek çocuklarıdırlar.

Fâtıma, Uhud harbinden sonra Alî ile evlendi. O zaman Fâtıma onbeş yaş ve beş aylık, Alî de yirmibir yaş ve beş aylık ömründe idi (Aynî).

[92] Bu ta'lîk, Peygamberlik Alâmetleri Kitâbı'nm son taraflarında senedli olarak geçmişti, oraya bak!

[93] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah'ın hısımları..." sözünden alınabilir. Bu isnâd aynı ile birkaç kerre geçmiştir. Bu hadîs, buradakinden daha bütün ola­rak Beştebir Kitâbı'nm evvelinde geçti.

[94] Yânî Ehli Beyt'e ezâ etmeyiniz demiş oluyor. Ehli Beyt, başta Fâtıma olduğu hâlde Alî, Hasen, Hüseyin ile Peygamber'in kadınlarıdır. Şiîler, Peygamber'in. kadınlarım Ehli Beyt'ten saymazlar. Fakat görüş doğru değildir. Ehli Beyt, Pey­gamber'in evine nisbeti, bağlılığı olanlar demek olduğuna göre, mü'minlerin an­neleri de Ehli Beyt'te dâhil bulunması gerekir. Nitekim "Ey Peygamber kadınları, siz diğer kadınlardan biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız (yaban­cı erkeklere) yumuşak söylemeyin; sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tama 'a düşerler. Sözü, ma 'rûf veçhile (ve ağır başlı) söyleyin. Vakaar ile evlerinizde otu­run. Evvelki câhiiiyet yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekâtı verin. Allah'a ve Rasülü'ne itaat edin. Ey Ehli Beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (el-Ahzâb: 32-33) âyetinde de Peygam-ber'imizin kadınlarına "Ehli Beyt" diye hitâb edilmiştir.

[95] Başlığa uygunluğu meydandadır. Buhâri bunu Nikâh'ta ve Talâk'ta da getir­miştir.

[96] Bu hadîs, bu isnâd ve metnin ayniyle Yahya ibn Kazaa'dan olmak üzere Pey­gamberlik Alâmetleri Kitâbı'nın sonlarında geçmişti. Bu, tam bir tekrardır... (Aynî).

[97] ez-Zubeyr, Kureyşî ve Esedî'dir. Nesebi Peygamber'le Kusayy'da birleşir. An­nesi Peygamber'in halası olan, Abdulmuttalib'in kızı Safiyye'dir. ez-Zubeyr, cennetle müjdelenen on zâttan biridir. Onaltı yaşında müslümân olmuş, evvelâ" Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmiştir. Bütün gazvelerde hazır bulun muştur. Zevcesi, Âişe'nin baba ve kızkardeşi Zâtu'n-natıkayn Esmâ'dır. Zu-beyr seksen yaşında iken Cemel harbinde, otuzaltıncı yılda öldürülmüştür. Onu Amr ibn Curmûz öldürmüştür. Kabri, Basra tarafında Canavarlar Vâdîsi'nde-dir (Aynî).

[98] Hadîsin başlığa uygunluğu "Dikkat edin! Nefsim elinde bulunan Allah'a ye­mîn ederim ki..." sözlerinden alınır.

[99] Bunun da başlığa uygunluğu Usmân'ın "Dikkat edin!...." sözündedir.

[100] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs, Buhârî'nin Müslim'den ayrı ola­rak rivayet ettikler inden dir. Havarinin tefsiri de yakında geçmişti

[101] Başlığa uygunluğu "Rasûluilah babasıyle anasını benim için bir arada zikretti ve şöyle buyurdu..." sözlerinden alınır. Buhârî'nin râvîlerinden Dâvûdî: Rasû-lallah'ın babasını anasını birleştirerek feda olsun diye tebcil ettiği zât, sahâbîler içinde ikidir: Zubeyr ve Sa'd ibn Ebî Vakkaas.... demiştir.

Bu cümle bir duâ veya bir haber değil, tebcîl için söylenen bir ta'bîrdir.

[102] Bu hadîste de Zubeyr'in kahramanlığı apaçıktır

[103] Talha da Kureyş'tendir. Nesebi, Peygamber'in nesebi ile Murre ibn Ka'b'da bir­leşir. Ebû Bekr'in nesebiyle de Temim ibn Murre'de birleşir. Ebû Talha, Ebû Bekr'in delaletiyle İslâm'ın ilk günlerinde müslümân olmuştur.' Talha, cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Otuzaltmcı yılda Cemel harbinde öldürülmüş­tür.

Talha'ya "Talhatu'1-Hayr", "Talhatu'1-Cûd" lakablan verilmiştir. Annesi el-Alâ'nın kızkardeşi Sa'be bintu'l-Hadremî'dir, Bu kadın müslümân olmuş, hic­ret etmiş, oğlundan sonra biraz daha yaşamıştır.

Umer'in başlıktaki sözü, Usmân'a bey'at kıssası ve Umer'in öldürülmesi babında geçmişti.

[104] Hadîslerin Talha'nın faziletine delâletleri gizli değildir. Alî, Talha'nın Cemel Vak'ası'nda şehîd olduğunu duyunca çok ağlamış, hattâ gözyaşları sakalını ıs­latmış, sonra da: Ey Talha, benîm ve senin, Allah'ın haklarında şöyle buyurdu­ğu muttekîlerden olmamızı ümîd ederim: "Biz onların göğüslerindeki kînî sö­küp attık. Hepsi kardeşler hâlinde, karşı karşıya, tahtları üzerine dayanarak otu­racaklardır" (el-Hıcr: 47) demiştir (Kastallânî).

[105] Sa'd'ın mensûb olduğu Zühre oğullan, Peygamber'in dayılarıdır. Çünkü Pey­gamber'in annesi Âmine, Zühre oğullan'ndan idi. Ebû Vakkaas'ın asıl adı Mâ-Hk ibn Vehb'dir. Bu, Kılâb ibn Murre'de Peygamber'in neseb zinciri ile birleşir. Sa'd, onyedi yaşında iken müslümân olmuştur. Cennetle müjdelenen on sahâ-bîden biridir. Bunlardan en son vefat edendir; ellibeş yılında, seksenüç yaşında ölmüş ve Medîne mezarlığı el-Bakı'da gömülmüştür.

[106] Daha önce geçen Talha hadîsinde de belirtildiği gibi, Uhud harbinde Peygam­ber yalnız Talha ile Sa'd hakkında babası ile anasını birlikte feda etme ta'bîrini kullanmıştır. Diğer sahâbîler hakkında yalnız babasını yâhud yalnız anasını fe­da ile tebcîl etmiştir.

[107] Müslümanlığın ilk günlerinde müslümânlar gizli bir cemiyet hâlinde yaşadıkları. için, Sa'd'm kendisine delâlet eden Ebû Bekr ile Peygamber'den başka kimseyi .tanımamış olması ve bu sebeble kendisini üçüncü saymış olması çok muhtemel­dir.

[108] Hadîsin başlığa uygunluğu Sa'd'ın: "Ben Allah yolunda ok atmış olan Arab mücâhidlerinin muhakkak ki birincisiyim" sözündedir. Bu, Sa'd için büyük men-kabedir. Bu ilk okun atılışı şöyle olmuştur: Medine'ye hicretin birinci yılında Peygamber, Ubeyde ibn Haris kumandasında Muhâcirler'den altmış kişilik bir süvari müfrezesini, Ebû Sufyân'ın Şam'dan getirmekte olduğu kervanı vurmak için Râbığ Vâdîsi'ne göndermişti. Bu harb, müslümânları yurtlarından uzak­laştıran Kureyş ile ilk temas idi. Peygamber müfrezeye bir bayrak da vermiş idi ki, bu da müslümânlarm ilk bayrağı oluyordu. Ubeyde, Ebû Sufyân ile karşı­laştığında ilk oku Sa'd ibn Ebî Vakkaas atmış, bu da islâm'ın şerefini yükselten İslâm cihâdının ilk oku olmuştur.

Irakhlar'ın Sa'd aleyhinde Umer'e ulaştırdıkları şikâyetler, Umer'in bu şi­kâyetleri ve ithamları tahkîk ettirmesi ve başka gerekçe ile Sa'd'i Irak Vâlîlili-ği'nden ayırması kıssası, Namaz Kitabı; "Namazın sıfatı bâbı"nda geçmişti. Buhârî bunu Et'ıme ve Rikaak'ta da getirmiştir.

Umer yaralandığı zaman Halifelik seçimi için teşkil ettiği şûra üyeleri ara­sında Sa'd'a da yer vermiş ve: Ben Sa'd'i aczinden dolayı azletmedim., dediği o kıssada geçmiş idi.

[109] es-Sthr, kadın tarafından olan hısımlığa denir. Fakat burada kişinin kızının zevci ma'nâsı kasdedilmiştir. Buhârî'nin: Peygamber'in dâmâdlarından birisi Ebû'l-Âs ibnu'r-Rabî'dir, demesi de bunun delilidir.

[110] Bu ziyâde, Beşte bir" Kitabı'nda, uzunca bir metinle geçmişti.

Ebû'I-Âs, Abdu Şems oğullan'ndandır, adı Lakît yâhud Huşeym'dir; Ebû'İ-Âs künyesiyle meşhurdur; adiyle anılmamıştır. Anası Hâle bintu Huveylid'dir ki, Hadîce'nİn kızkardeşî oluyor. Ebû'l-Âs, Peygamber olmazdan evvel Muhammed'in en büyük kızı Zeyneb ile evlenmişti. Bedir günü müşriklerle beraber esîr düşünce Peygamber, Zeyneb'i Medine'ye göndermesi şartıyle onu âzâd etmiş, o da Mekke'ye vardığında bu va'dini yerine getirip Zeyneb'i Medine'ye gönder­mişti. Sonra Peygamber, Zeyneb'i Ebû'1-Âs'a yeni bir nikâhla tekrar vermiştir. Ebû'l-Âs, Yemâme'de şehîd düşmüştür.

[111] Zeyd ibn Harise, Kelb kabîlesindendir. Annesiyle birlikte kendi kabilesine ziya­rete giderlerken çapulcuların baskınına uğrayıp, esîr edilmiş. O zaman sekiz ya­şında olan Zeyd'i Ukâz Panayırı'nda satılığa çıkarmışlar. Hakîm ibn Hızâm onu dörtyüz dirhem bedel ile halası Hadîce için satın almıştı. Hadîce de evlendikleri zaman onu Peygamber'imize hediye etmişti. Bir müddet sonra Zeyd'in Mek­ke'de olduğunu duyan babası ve amcası, oğlunun bedelini verip almak üzere, Mekke'ye gelip Rasûlullah'a müracaat ettiler. Peygamber, Zeyd'i, yanında kal­mak yâhud babasıyle ailesine gitmek arasında muhayyer kıldı. Zeyd, Rasûlul-lah'ın yanında kalmayı tercih etti. Rasûlullah da Zeyd'i evlâd edindi ve kendi dadısı Ümmü Eymen ile evlendirdi. Bu evlilikten Usâme doğdu.

Zeyd'in çok üstün kaabiliyetleri ve menkabeleri vardır, Zeyd'in menkabe-lerinin en büyüğü, adının Kur'ân'da (el-Ahzâb: 37) zikredilmiş olmasıdır.

Kölelerden ilk müslümân olan Zeyd'dir. Zeyd, ordu kumandanlığına ka­dar yükselmiş, ve Mûte harbinde şehîd olmuştur.

[112] Peygamber'in bu sözü el-Ahzâb: 5. âyetindeki emre uyma ve itaat etme örneği­dir. Buhârî, el-Barâ'nın bu hadîsini Sulh Kitâbı'nda getirmişti.

[113] Mûte harbinde sıra ile kumandan olan Zeyd ibn Harise, Ca'fer ibn Ebî Tâlib ve Abdullah ibn Revâha arka arkaya şehîd düşmüşler, gâzîler de ağır kayıplarla Medine'ye dönmüşierdi. Peygamber, içlerinde Ebû Bekr, Umer, Ebû Ubeyde... gibi büyüklerin de bulunduğu büyük bir ordu hazırlayıp, Usâme'yi bu ordunun başkumandanı ta'yîn etmişti. Bu ta'yîne i'tirâz sözleri üzerine, Peygamber, me­tindeki sözleri söylemişti. Bu, Usâme için büyük bir fazilettir.

[114] Usâme ile babasının rengi biraz farklı olduğu için, Câhilİyet devrinde Usâme'­nin nesebi hakkında dedikodu edilmişti. Zeyd, Rasûlullah'ın evvelâ kölesi, son­ra evlâdhğı olduğu için, bu dedikodulardan üzülmüştü. Şimdi ise dedikoducular, kendi kanâatlerince hükme medar olan izcinin bu sözü ile susturulmuş oluyor­lardı. Peygamber bu şübhenin giderilmiş olmasından sevinmiştir.

eî-Kaaif, izci demektir ki, eldeki, ayaktaki, yüzdeki çizgilere bakarak bulduğu benzerlikle fer'in nesebini asl'a katan ve döndüren kimsedir. Kaaifin sözüne hukuken ehemmiyet verilir ve "Kıyâfe(= İzcilik)"bir ilim sayılırdı. Za-mâmmızdaki parmak izi işlemleri de belki kıyâfe ilminin bir şu'besi sayılabilir.

[115] Bu, Âişe hadîsinin diğer bîr tarîkten gelen rivayetidir. Hadîsin bu bâbda getiril­me sebebi, Usâme'nin, Rasûlullah'ın müstesna teveccühüne güvenerek, kimse nin cesaret edemediği bir şefaat ve delâlette bulunmasıdır. Bu kadın Fâtıma bintu Esved'dir. Bu hırsızlığı Mekke'nin fethi günü yapmıştı. Yüksek içtimaî mevkii­ne güvenerek, ganimet malından kıymetli mücevherler çalmıştı. Bu hırsızlık ha­beri yayılınca, Kureyşliler bunun şer'î hadden affı çârelerini aramağa başlamışlar ve Usâme'yİ bulmuşlardı.

Bunda Usâme'ye âid büyük ve açık bir menkabe vardır.

[116] Abdullah ibn Umer bu hükmü, Rasûlullah'ın Zeyd'i ve Usâme'yİ çok sevdiğini bildiği için, onların zürriyeti olan Muhammed'i de seveceğini, onlara kıyâs ede­rek vermiştir (Aynî).

[117] Ümmü Eymen, Bereke bintu Sa'lebe'dir. Aslen Habeşli olup, Peygamber'in ba­bası Abdullah'ın cariyesi idi. Evvelâ Ubeyd ibn Amr ile -yâhud Abîd ibn Hilâl el-Hazrecî ile- evlenmiş, onda Eymen adındaki oğlunu doğurmuş idi. İlk koca­sının ölümü üzerine Peygamber onu Zeyd ibn Harise ile evlendirdi. Ondan da Usâme'yi doğurmuştur. Peygamber: "Ümmü Eymen, annemden sonra benim ikinci annemdir" buyururdu.

Ümmü Eymen, Peygamber'in vefatından sonra vefat etmiştir.

Buhâri hadîsin bu kadarını Süleyman'dan işitmemiş de, bunu arkadaşla­rından bâzısına yüklemiş ve böylece işittiği ile işitmediğini beyân etmiştir. Onun mükâfatını ancak Allah verir! Tahriri ne kadar ince ve ne kadar şiddetlidir! (Ay­nî).

[118] Abdullah erlik çağına ermeden küçük yaşta babası Umer'le beraber müslümân olmuştur. Babası ve anası Zeyneb'le beraber de Medine'ye hicret etmiştir. Hic­ret sırasında on yaşında idi. Bedir, Uhud gazaları müstesna olmak üzere, bütün gazvelerde hazır bulunmuştur. Bedir ile Uhud'a, yaşı küçük olduğu için götü­rülmedi. Bunlardan sonra gelen Hendek gazvesine onbeş yaşında katıldı. Sahâ-bîlerin en yüksek âlimlerinden ve müctehidlerinden idi. Çok hadîs rivayet eden sahâbîlerden biridir. Sünnetle amel eder, bid'atten şiddetle çekinirdi. İmâm Mâ­lik: "İbn Umer seksendört yaşına kadar yaşadı. Bunun altmış senesini fetva ver­mekle, yânî müslümânların dînî mes'elelerini çözmekle geçirdi. Onun bütün ilimlerini kölesi Nâfi' öğrenip yaydı" demiştir. Muhammed'in Peygamber olu­şunun ikinci yâhud üçüncü yılında doğmuştu. Hicretin yetmişücüncü yılında ve­fat etti. Zâlim Haccâc'ın sû'ikasdine uğramıştır. Şöyle ki: Abdulmelik ibn Mervân, saltanatı zamanında Hicaz'da vâlî ve kumandan bulunan Haccâc'a her vesile ile gönderdiği emirnamelerde İbn Umer'e hürmet etmesi, haccda ve dînî husus­larda onun emri hâricine çıkmamasını bildiriyordu. O sene hacc emîri de ta'yîn olunan Haccâc'a hacc mes'eklerinde İbn Umer'e muhalefet etmemesini bildir­mişti. Zâlim vâlî uzayıp giden bu tavsiyelerden sıkılmıştı. Nihayet Arafat vak­fesinin sünnet olan zamanını geçiren Haccâc hutbe yaparken, İbn Umer: Beytu'Uahı tahrîb eden, Allah dostlarını Öldüren zâlim, bu gün de Peygamber'­in sünnetini tahrif etti! diye bağırmıştı. Bunun üzerine Haccâc, adamlarından birisine verdiği zehirli bir harbeyi Arafat'tan dönüşte halkın kalabalık olduğu - --J- 1-"K" hairlmna saDİattırarak yaralamış ve o da bu yaradan zehirlenerek ölmüştür (Biraz kısaltma ile Kastallinai, İrşadü’s, VI , 134- 135 )

[119] Ebû Zerr nüshasında böyle gelmiştir. O: Bu Muhammed, müellif Muhammed ibn İsmâîl el-Buhârî'dir. Buhârî bununla kendisini kasdetti, demiştir. Bu Mu­hammed ziyâdesi, diğer nüshalarda yoktur.

[120] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Abdullah için: "Abdullah ne iyi kişidir" de­mesi ile üçüncü meleğin: "Sen korkutulmayacaksın" sözündedir.

[121] Başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber'in: "Abdullah iyi bir kişidir" sö­zü, Abdullah için büyük bir menkabedir.

Hafsa, Umer'in kızı ve Abdullah ibn Umer'in kızkardeşidir; Peygamber'­in de kadınlarındandır.

Bu hadîsler Namaz Kitabı, "Teheccüd namazı bâbı"nda da geçmişti.

[122] Ammâr ibn Yâsir, ilk müslümânlardandır. Annesi Sumeyye'dir. Bu baba, oğul ve ana; üçü de ilk günlerde müslümân olmuşlar ve Kureyş'in işkencelerine uğ­ramışlardır. Hattâ Sumeyye, bu işkence sırasında fecî' şekilde (ayaklan iki de­veye bağlanıp sürülmek suretiyle) parçalanmış ve müslümânların İlk şehidi olmuştur. Yâsir de daha evvel öldürülmüştü. Ammâr yaşamış, evvelâ Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmiştir. Bütün gazvelerde bulunmuş, sonra otuzyedin-cİ yılda Sıffîn Vak'ası'nda şehîd edilmiştir. Alî ile beraberdi.

Huzeyfe ibnu'İ-Yemân, babasıyle beraber Medine'de müslümân olmuşlar­dır. Abs kabilesine mensûbdur. Peygamber kendisini sırdaş edinmiş, olmuş olacak fitneleri ve hâdiseleri ona gizlice bildirmiştir... İran fetihlerinde bulunmuş, Ni-hâvend harbinde Nu'mân ibn Mukarrîn'in şehîd olması üzerine, başkumandan olarak büyük zaferler kazanmıştır. Böyle iken Huzeyfe çok mütevâzî bir hayât sürmüştür. Usmân'ın şehîd edilmesinden kırk gün sonra 36 yılında vefat etmiştir.

[123] Başlığa uygunluğu "Allah'ın şeytândan kurtardığı kimse sizde değil mi?" sö-zundedır. Çünkü bununla murâd Ammâr ibn Yâsir'dir. Bir de: "Peygamberin sırr sahibi sizde değil mi?' sözündedir. Çünkü bundan da maksad Huzeyfe ibnu'I-Yeman dır.

[124] Bu da geçen hadîs hakkında diğer bir tarîktir.

el-Leyl Sûresi'nin bu üçüncü âyetinin İbn Mes'ûd ile Ebu'd-Derdâ'mn ıs­rarla İddia ettikleri kıraati, mütevâtir olan Mushaf'ta tesbît olunan kıraate mu­haliftir. Denilebilir ki, bu âyet iki kerre nazil olmuştur. Birincisi "Ve'z-zekeri verl-ünsâ" suretinde idi. Bu kıraati İbn Mes'ûd ile Ebu'd-Derdâ ezberlemişler. Sonra ikinci bir defa da " Ve mâ halaka 'z-zekerâ ve *l-ünsâ' * suretinde nazil ol­muştur. Fakat bu iki büyük sahâbî bunu işitmemiş olacaklar ve böylece cumhu­run mütevâtiren rivayet ettikleri kıraate muhalefet etmiş bulunmaktadırlar. Nitekim Abdullah ibn Mes'ûd "Muavvizetân " sûrelerini de Kur'ân'dan değil­dir, sanmıştı (Aynî).

[125] Ebû Ubeyd'nin adı Âmir ibn Abdillah ibni'l-Cerrâh'tır. Nesebi, Fıhr'de Pey-gamber'in nesebiyle birleşir. Anası Ümeyye bintu'l-Hâris'tir. Ebû Ubeyde'nin babası Bedir harbinde kâfir olarak ölmüştür. Rivayete göre Kureyş tarafında bulunan babasını Ebû Ubeyde kendisi öldürmüştür.

Ebû Ubeyde, sahâbîlerin en büyük mücâhidlerindendir, bütün gazvelerde bulunmuştur. Peygamber'in vefatından sonra Ebû Bekr ve Umer zamanlarında yapılan fetihlerde bazen başkumandan, bazen de Hâlid ibn Velîd'in maiyyetin-de olarak çok büyük hizmetler îfâ etmiştir. Nihayet Umer'in Şam'da vâlîsi İken, hicretin onsekizinci yılında meydana gelen Amvâs taununda vefat etmiş, cena­ze namazını Muâz ibn Cebel kıldırmıştır. Kabri Amsâ Köyü yakınında Gûrbi-sân mevkiindedir (Aynî).

[126] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır.

Emânet, bütün sahâbîlerde ortak bir sıfat olduğu hâlde, bunun Ebû Ubey-de'ye tahsîs buyurulması, onda ziyâde olduğunu bildirmek içindir. Peygamber'in, sahâbîlerin büyüklerinden herbirini bir meziyetle tahsîs etmesi, onda o meziyet ve faziletin çok bulunduğunu bildirmek içindir. Bunu Tirmizî ile îbn Hıbbân'-ın, Enes'ten rivayet ettikleri şu hadîs açıklamaktadır: "Ümmetimin en merha­metlisi Ebû Bekr'dir, ilâhî emirde en şiddetli olanı Ömer'dir. Hayada en sâdık olanı Usmân'dır, halâ! ve haramı en iyi bileni Muâz ibn Cebel'dir. Farâizi en iyi bileni Zeyd ibn Sâbit'tir. En düzgün Kur'ân okuvanı Ubeyy ibn Ka'b'dır. Her ümmetin bir emtni vardır; bu İslâm Ümmetı'nin emâneti Ebû Ubeyde'ye hâsstır" (Fethu'l-BârTdekı tenbîh fırkasından nakledildi).

[127] Buhârî burada Mus'ab'ın menkabeleri hakkında hiçbir hadîs getirmemiştir. Sanki o, Sahth1 ini toplamış, yazmış, fakat beyaza çekmemiş de, beyaza çekme işi ta­lebeleri tarafından yapılmış gibidir.

Mus'ab, sahâbîlerin en büyüklerinden ve fazîletlilerindendir. Peygamber, Erkam'ın evine girmesi akabinde müslümân olmuş, Peygamber onu Medîneli-ler'e Kur'ân okutması için hicretten önce Medine'ye göndermiştir. Medîne'de ilk cumua namazım kıldırandır (ibn Hacer, Kastallânî).

Cenazeler Kitâbı'nda onun faziletine âid şu hadîs geçmişti: "Habbâb ibn Erett (R) şöyle demiştir: Biz Mekke'den Medine'ye dünyâ için değil, Allah rızâsı için Peygamber'le beraber hicret ettik. Arlık ecir ve mükâfatımız Allah'a âid-dir. Muhacirlerden bu ecir ve sevâbdan hiçbirşey tatmadan âhirete gidenler var­dır ki, Mus'ab ibn Umeyr onlardandır. Onlardan kendilerine hicret semeresi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır. Mus'ab, Uhud günü şehîd olmuştu da biz onu saracak bir kefen bulamamıştık. Yalnız şehîdin bir kaftanını bul­muştuk. Biz şehidi ona sarmağa çalıştık. Başını bururken ayaklan açılıyordu, ayaklarım kapatırsak başı açığa çıkıyordu. Peygamber (S) bize şehîdin başını Örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhır otu koymamızı emretti".

[128] Hasen İle Hüseyin, Peygamber'in Alî ile Fâtıma'dan doğan torunlarıdır. Hasen hicretin üçüncü yılı ramazânında doğmuştur. 37 yaşında Halîfe olmuş, yedi ay bu vazifede kaldıktan sonra, kendi arzusu ile ayrılmıştır. Bundan sonra yedi yıl daha yaşamış, 49. hicret yılında zehirlenerek öldürülmüştür.

Nâfi'den gelen hadîs Buyu' Kitâbı'nda uzun bir metinle geçmişti.

[129] Hadîsin başlığa uygunluğu "Bu benim oğlum seyyiddir..." sözündedir.

Bu hadîs Sulh Kitâbı'nda da geçmişti

[130] Hüseyin ibn Alî ibn Ebî Tâlib.Peygamber'in Fâtıma ile Alî'den doğan ikinci torunudur. İbn Sa'd, Tabakaat'mda Hüseyin'in dördüncü hicret yılında doğ-, duğunu bildirmiştir. Bu hadîste anlatılan Kerbelâ faciası, hicretin 61. yılında, âşûrâ gününde vâki' olmuştu. Ve tbn Ziyâd'ın karşısına Hüseyin'in başıyla beraber, yetmiş iki şehîdin başlan da getirilmişti. Hüseyin şehîd olduğu zaman ellidört yaşında idi.

Fakat, çok geçmeden, Allah'ın intikaam ve cezası bu şerîri yakaladı. Bir sene sonra İbrâhîm İbn Eştur -ki Muhtar es-Sakafî'nin kumandanlarından idi-Abdullah ibn Ziyâd'ı öldürdü. İbn Ziyâd'ın başı da Muhtar es-Sakafî tarafın­dan Muhammed ibn Hanefiyye'ye veyâhud Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e gönde­rildi.

Hadîsin sonundaki vesme bitkisi hakkında şu bilgi verilmiştir: el- VesmetU, temre vezninde, çivit yaprağına denir, bir kavle göre bir başka nebat adıdır ki, yaprağı ile boyalanın ;it ^Kaamûs Ter.).

[131] Buradaki hadîslerin Hasen ile Hüseyin'in faziletine delâletleri gizli değildir. Bunlar daha önceki bâblarda da geçmişti. İbn Hacer'in Fethu'l-BârTdc dediği gibi, Buhârî Sahîhİ'nin bu kısımları talebeleri tarafından beyaza çekilmiş olması ihti mâlinden, Menkabeler Kitâbı'nın tertibinde bâzı öne geçirme, arkaya bırakma veya kimi sahâbîleri hiç zikretmeme gibi düzensizlikler olmuştur.

[132] Başlığa uygunluğu, Peygamber'İn "Onlar benim iki rey hanımdır" sözündedir. Reyhan, güzel kokulu bir ottur.

İbn Umer: Irakhlar'm en büyük cinayeti işlerken, onun dînî ve şer'î fecaa­tinin derecesini araştırmadıkları hâlde, şimdi enhakîr bir mes'ele hakkında fet­va istemeleri şaşılacak birşeydir, demek istemiştir.

[133] Bilâl İbn Rebâh, Habeşli'dİr. Peygamber'İn devamlı müezzini olmuştur. Bİlâh Umeyye ibn Halefin kölesi iken müslümân olmuş, İslâm'ı terketmesi için efen­disi tarafından işkencelere uğratılmış. Bunun üzerine Ebû Bekr onu satm ala­rak hürriyete kavuşturmuştur. Bilâl evvelâ Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmiştir. Hazarda ve seferde Peygamber'den ayrılmamıştır. Hicretin yirminci yılında, altmış küsur yaşında iken Amvâs taunundan Şam'da vefat etmiştir.

[134] Bu, Gece Namâzı'nda geçen hadîsin bir parçasıdır.

[135] Başlığa uygunluğu, Umer'in Bilâl'e seyyid demesi yönündendir. Bu söz, Bilâl için büyük bir menkabedir.

[136] Hadîsin devamı şöyledir: Bunun üzerine Ebû Bekr, Bilâl'e: Ey Bilâl, hem Allah hakkı için, hem benim için Medine'de kal, dedi. Bilâl de Ebû Bekr zamanında Medine'de kaldı. Ebû Bekr'in ölümü üzerine Umer'den izin alarak Şâm taraf­larına gitmiştir.

Başlığa uygunluğu "Beni Allah ameliyle başbaşa bırak" sözünden alınabi­lir. Çünkü onun bu sözü, maksadının Allah'a doğru yalnız gitmek ve Allah ame­liyle meşgul olmak olduğuna delâlet eder. Bu ise az olmayan bîr menkabedir (Aynî).

[137] Abdullah ibn Abbâs, Abdulmuttalib'in torunu ve Peygamber'in amca oğludur. Annesi Ümmü'1-Fadl, mü'minlerin annesi Meymûne'nin kızkardeşidİr. ibn Ab­bâs hicretten üç yıl evvel Mekke'de doğmuştu. Peygamber'in ölümü sırasında onüç yaşında idi. İbn Abbâs hicretin altmişsekizinci yılında Tâif'te vefat etmiş, cenaze namazını Muhammed ibn Hanefiyye kıldırmış ve: "Bugün tslâm Üm-meti'nin en büyük terbiyecisi ölmüştür" demiştir.

[138] îmâm Şafiî'ye göre hikmet, Rasûlullah'ın sünnetidir. Bu tefsire göre, hadîsin iki rivayet yolu arasında tenazur bulunur, Bir rivayet tarikinde Kitâb ve Kur'-ân'm te'vîli öğretilmesi mukaabilinde, bu rivayette sünnet öğretilmesi temennî-si kasdedilmiş olur. Bir de el-Bağâvî'nin A/u'cem'indeki rivayette: "Yâ Allah, bunu dînde fakîh kıl, Kur'ân'ın da te'vtl ve tefsirini öğret" suretinde duâ edil­miştir. Şu hâlde İbn Abbâs'ın müfessir, muhaddis ve fakîh olması hakkında duâ buyurulmuş oluyor. İşte bu duaların bereketiyle îbn Abbâs, tslâmî ilimlerin hep­sinde en yüksek dereceye yükselmiştir. Kendisine "Habru'I-Ümme", "Tercümânu'l-Kur'ân" ve "Sultânu'l-Müfessirîn" gibi ulu lakablar sahâbîler ve tâibîler tarafından verilmiştir.

[139] Bu hadîste şehîd oldukları bildirilen üç kumandan İslâm ordusunun gözbebeği idiler. Bu hâdise, Mûte harbinde cereyan etmişti.

Peygamber'in elçisi Haris ibn Umeyr, Havran Emîri Şurahbîl tarafından öldürülünce, üçbin kişilik bir ordu hazırlandı ve Zeyd ibn Harise kumandan yapılıp gönderildi. Şâyed Zeyd şehîd olursa yerine Ca'fer İbn Ebî Tâlİb; bu da şehîd olursa Abdullah ibn Revâha'nın sıra ile kumandan olmaları emrolunmuş-tu. Mûte'de harb edildi. Fakat düşman ordusu yüzbin mevcûdlu idi. En sonra Hâlid kendiliğinden kumandayı ele almış ve İslâm ordusunu selâmete çıkarmış­tır.

Hadîsin başlığa uygunluk noktası son fıkradaki "Allah 'in kılıçlarından bir kılıç... "sözündedir. Bu, Hâlid'e, Peygamber tarafıdan verilmiş bir kahraman­lık unvanıdır. Hâlid, Ebû Bekr ve Umer zamanlarında da büyük orduları sevk ve idare etmiş, birçok fetihler kazanmıştır. Umer zamanında Suriye Vâlîsi iken, valilikten azledilmiş; bir rivayete göre hicretin yirmibirinci yılında Suriye'de Hımış şehrinde vefat etmiştir.

[140] Salim ibn Ma'kıl, Ebû Abdillah diye künyelenir. Fars'ın Istahr ahâlîsindendir. Sahâbîlerin âlimlerinden ve büyük telindendir. Hem Muhâcirler'den, hem de Ensâr'dan sayılmıştır; şöyle ki: Salim, Ebû Huzeyfe'nin zevcesi Subeyte'nin kölesi : olup, onun âzâdlaması üzerine Huzeyfe, Sâlim'i evlâdlığa almıştı. Salim bu sû-retle Kureyş camiasına karışarak Medine'ye hicret ettiği için Muhâcirler'den ol­muştur. Diğer taraftan Sâlim'i âzâd eden, Ebû Huzeyfe'nin kansı Subeyte, Ensâr'ın Ubeyd oğulları kolundan olduğu için bu nisbetle de Ensâr'dan sayılmıştır. Hic­rette Umer'le beraber Peygamber'den önce Küba'ya gelmişler ve orada Peygam-ber'i beklemişlerdir. Bu sırada Umer dâhil olduğu hâlde bütün Muhâcir'e namazlarda Salim İmamlık yapmıştır. Sâlim'le Huzeyfe, Bedir'den başlayarak bütün gazvelerde hazır bulunmuşlar, nihayet Yemâme harbinde her ikisi de şe-hîd olmuşlardır.

[141] Peygamber'in Kur'ân öğretilmesi için bu dört sahâbîyi husûsî olarak zikretme­si, bunların Kur'ân'm lâfız ve nazmım herkesten iyi olarak zabtetmekle bera­ber, edâ ve kıraat hususunda herkesten ziyâde meleke sahibi olmalarındandır. Sonra bu dört zât, Kur'ân'ı Peygamber'in ağzından doğrudan doğruya almaya ehemmiyet vermişlerdir.

[142] Abdullah ibn Mes'ûd'un büyük babası Gâfıl ibn Habîb'dir. Annesi, Ümmü Abd'-^ dir. Babası da, anası da Huzeyl kabîlesindendir. Babası Mes'ûd, Câhiliyet za­manında ölmüştür. İbn Mes'ûd'un kendisi İslâm'a ilk giren altı kişinin altıncısıdır. Evvelâ Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmiştir. Bedir'den i'tibâren bü­tün gazvelerde hazır bulunmuştur. Hicretin otuzikinci yılında Medîne'de veya Kûfe'de vefat etmiştir. Vefatında altmış küsur yaşında idi.

[143] Hadîs bundan önceki bâbda da geçmişti, buradaki rivayette baş taraftaki ziyâ­de gelmiştir.

Kur'ân okutacakların adları sayılırken îbn Mes'ûd ile başlanması, onun kı­demini ve arkadaşları arasındaki üstünlüğünü ifâde eder.

[144] Bu hadîs de az farkla daha önce geçmişti. Orada "Ve'l-leyli.. " Sûresi'nin bu âyetinin okunuşu hakkında biraz açıklama da verilmişti. Bu âyetin okunuşu, Tefsir Kitâbı'nda da gelecektir.

[145] Bu hadîsteki İbnu Ümmi Abd, Abdullah ibn Mes'ûd'dur. Bu Ümmü Abd, onun anasının adıdır

[146] Bu, Peygamber'in evine çok girip çıkmaları, onların Peygamber'le devamlı be­raber bulunmaları hususiyetine delâlet eder. Bunda ise İbn Mes'ûd'un fadlına ve hayrına delâlet vardır (Aynî).

[147] Muâviye ibn Ebî Sufyân Sahr ibn Harb ibn Umeyye, Kureyşli ve Emevî'dir. Ne­sebi Abdu Menâf'ta Peygamber'le birleşir. Annesi Hind bintu Rabîa'dır. Ba­bası ile annesinin neseb zinciri Abdu Şems'te birleşir. Muâviye, babası, anası ve kardeşi Yezîd ibn Ebî Sufyân Mekke fethi günü müslümân oldular. Muâvi­ye, Hudeybiye günü müslümân olduğunu, İslâm'ını babası ve anasından gizle­diğini söyler İdi. Muâviye ve babası, kalbleri İslâm'a ahştınlanlardır. Ve Huneyn ganimetlerinin taksiminde birinci tabakadan idiler. Sonra Muâviye ve babası­nın müslümânhkları güzel oldu. Muâviye Rasûlullah'a kâtiblik de yaptı. Umer ve Usmân'ın 20 sene Şâm Vâlîliği'ni yaptı. Kırkıncı yılda hilâfete geldi ve 20 sene kadar da bu makaamda kaldı. Beyaz, güzel bir zâttı. Halîm, kerîm, siyâsî, akıllı, ve tedbîri! sıfatlarıyle sıfatlanmıştır. Sekseniki yâhud yetmişsekiz yaşın­da iken, altmışıncı hicret yılında Şam'da vefat etmiştir (Kastallânî).

[148] İbn Abbâs'm bu sözünde Muâviye'nin Rasûlullah'a sahâbîlik yaptığı yönün­den zikri ve fadlı vardır.

[149] Bu, bundan önce zikredilen hadîsin başka bir tarîkidir. İbn Abbâs'm: "Muâvi­ye sünnette isabet etmiştir, çünkü o fakîhtir (yânî fıkıh bâblannı bilir)" demesi, hadîsin başlığa uygunluk yönüdür.

[150] Bunun da başlığa uygunluğu, içinde Muâviye'nin zikri bulunması yönünden-dir. Muâviye (R) bu sözü hutbede söylemiştir.

[151] Fâtıma, Peygamber'in en küçük kızıdır. Annesi Hadîce'dir. Fâtıma hicretten onüç sene evvel Mekke'de doğdu. Uhud harbinden sonra Peygamber tarafın­dan Alî ibn Ebî Tâlib'e nikâh edildi. O zaman Fâtıma onbeş yaşını altı ay geç­mişti. Alîde yirmibir yaşında idi. Peygamber'in nesli Fâtima'nm çocukları ve torunlarında devam etmiştir. Hasen, Hüseyin, Muhsin isimlerinde üç erkek ile Ümmü Kulsüm, Zeyneb isimlerinde iki kız evlâdrdünyâya gelmiştir. Peygam­ber'in diğer çocuklarından torunları olmamıştır,

Fâtıma duru beyaz bir sîmâya mâlik olduğundan Zehra lakabı ile anılır. Peygamber'den altı ay sonra vefat etmiş, kocası Alî tarafından gasledilip, na­mazı kılınarak, geceleyin gömülmüştür (Hulâsa; Aynî).

Peygamber'in bu başlıktaki sözü, Peygamberlik Alâmetleri Bâbı'nda se-nedli olarak geçmişti.

[152] Bu hadîs, "Peygamber'in kadın yönünden hısımları bâbı"nda geçmiş ve orada bâzı bilgiler verilmişti.

[153] Âişe, Ebû Bekr es-Sıddîk'ın kızıdır. Annesi Ümmü Rûmân bintu Âmir'dir. Âi-şe, İslâm içinde hicretten sekiz sene kadar önce doğdu. Peygamber'in vefatında onsekiz yaş civarında idi. Peygamber'in vefatından sonra Aişe, yarım asra ya­kın bir zaman yaşadığı için, şer'î ilimlerin dörtte birinin Âişe'den naklolunduğu söylenir. Atâ ibn Ebî Rebâh: Âİşe insanların en fakîhi, en âlimi, ümmet hakkındaki re'y ve içtihadında en güzel isabet edeni İdi, demiştir.

Urve ibnu'z-Zubeyr de: Fıkıhta, tıbbda, şiir ve Arab tarihinde Âişe derece sinde fazileti hâiz hiçbir kimse görmedim, demiştir. Peygamber'in zevceleri içinde O'na en sevgili olması, iftiracıların isnadından Allah'ın onun berâetini, müslü-mânların mihjâblarında kıyamete kadar tilâvet olunacak bir vahiy olarak indir­miş olması, Âişe'nin hususiyetlerinden bâzılarıdır.

Âişe, Muâviye'nin halifeliği zamanında yetmiş yaşma yaklaşmış olduğu hâlde hicretin ellisekizinci yılında Medine'de vefat etmiş, cenaze namazını Ebû Hu-reyre kıldırmıştır (Kastallânî).

[154] Başlığa uygunluğu, Cibril'in ona selâmının, onun büyük bir fadla mâlik oldu­ğuna delâlet etmesi yönündendir. Bâzıları bu hadîsle Hadîce'nin Âişe'ye üstün­lüğüne istidlal etmişlerdir. Çünkü Hadîce hakkında gelen hadîs, Peygamber'in Hadîce'ye: Cibril sana Rabb'inden selâm söylüyor, buyurmuş olmasıdır. Bura­da ise Selâm, hâsseten Cibril'dendir (Aynî).

[155] Bu hadîslerin başlığa uygunluğu gizli değildir. Bunlar daha Önceki kitâblarda da geçmişti.

[156] Başlığa uygunluğu, İbn Abbâs'm Âişe'nin cennete gireceğini kesin şekilde söy­lemesi yönündendir. Çünkü bu husus, ancak Peygamber'den bildirilmekle söy­lenebilir. Bu da büyük bir fazilettir.

[157] Bu Basra'da Alî ile Âişe arasında cereyan eden Cemel Vak'ası'nda olmuştur. Ammâr: Siz Allah'ın, imâma tâbi' olup ona karşı çıkmamak hususundaki hük­müne mi yâhud Âişe'ye mi tâbi' oluyorsunuz? diye sizleri imtihan etmektedir, demiş oluyor.

[158] Ammâr'ın: Dünyâ ve âhirette Âişe'nin Peygamber'in zevcesi olduğunu söyle­mesi, Âişe için büyük bir fazilettir. Hadîsin başlığa uygunluğu bu sözdendir.

[159] Bu hadîsin uzunca bir rivayeti Teyemmüm Kitâbı'nın evvelinde geçti. Hadîsin buradaki başlığa uygunluğu "Allah seni hayır ile mükâfatlandırsın.." sözlerin-dedir.

Hakîkaten Âişe'nin gerdanlığının kayboluşu, müslümârilar için bir kolay­lık olan Teyemmüm Âyeti'nin inmesine vesile olmuştur. Teyemmüm Ayeti iki yerdedir. Biri burada işaret edilen el-Mâide: 6. âyeti, diğeri de en-Nisâ: 43. âye­tidir.

[160] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Âişe'nin evinde olmayı ve orada Âİşe tara­fından bakılmasını arzûlamasmdadır. Bu, Âişe için büyük bir fazîlettir. Pey­gamber'in bu arzusu şu hadîste daha açıktır:

Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in hastalığı ağırlaşıp, ağrısı şiddet­lendiği zaman benim evimde bakılmak üzere diğer zevcelerinden izin istedi, on­lar da izin verdiler... (Buhârî, Abdest Alma ve Ezanın Başlaması Kitâblan).

Şu hadîs de metindekinin benzeri olup, Âişe'nin fazîletini iyice belirt­mektedir:

Âişe (R) şöyle demiştir: Rasülullah (S) ölüm hastalığında Âişe gününün geç kaldığından şikâyet ederek: "Ben bugün kimin nevbet indeyim? Yarın kimin nev-betinde olacağım?" der (ve benim günümü özlediğinden dolayı) diğer kadınla­rına özür beyân ederdi. Benim nevbetin geldiğinde Yüce Allah O'nun ruhunu benim göğsümde aldı ve benim odama gömüldü. (Buhârî, Cenazeler Kitabı).

[161] Bu, Âişe'nin fazileti hakkında en büyük bir müjdedir.