1- Uşeyre Yâhud Useyre Gazvesi Babı
4- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
6- Bedir Harbi'ne Katılan Sahâbîlerin Sayısı Babı
8- Ebû Cehlin Öldürülmesi Babı
9- Bedir Harbinde Hazır Bulunanların Üstünlüğü Babı
15- (Yahûdî Şâiri) Ka'b İbnu'l-Eşrefin Öldürülmesi Babı
16- Ebû Râfi' Abdullah İbnu Ebı'l-Hukayk'ın Öldürülmesi Babı
19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
24- Hamza İbn Abdilmuttalib(R)'İn Öldürülmesi Babı
25- Uhud Günü Peygamber(S)'E İsabet Eden Yaralar Babı
28- Uhud Günü Müslümanlardan Öldürülen Kimseler Babı:
31 - El-Hendek Gazvesi -Ki Bu El-Ahzâb Harbidir- Babı
34- Huzâa Kabilesinden Bir Soy Olan Musta'lık Oğulları
Gazvesi Babı
38- Ukl Ve Ureyne (Kabileleri) Kıssası Babı
42- Peygamber(S)'İn Hayber Ahâlîsiyle Arazîde Çalışmaları
Anlaşması Yapması Babı
43- Hayber'de Bulunduğu Sırada Peygamber İçin İçine Zehir
Katılmış Olan Koyun(Un Hâli) Babı
44- Zeyd İbn Harise Gazvesi Babı
45- Hudeybiye Andlaşması Hükmü İle Yapılan Umre Babı
46- Şâm Toprağından Olan Mûte Gazvesi Babı
47- Peygamberdin Zeyd'ın Oğlu Usâme'yi Çuheyne Kabilesinden
Hurakalar'a Göndermesi Babı
49- Mekke Fethi Gazvesi Ramazânda Oldu Babı
50-Bâb: Peygamber (S) Fetih Günü Bayrağı Nereye Dikti?
51- Peygamber(S)'İn -Fetih Günü- Mekke'ye En Yüksek
Tarafından Girmesi Babı
52- Mekke Fethi Günü Peygamber(S)'İn Konakladığı Yerin
Beyânı Babı
54- Peygamber{S)'İn Fetih Zamanı Mekke'de İkaameti Babı
56- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı :
59- Necd Yönüne Gönderilen Seriyye Babı
60- Peygamber(S)'İn Hâlid İbnu'l-Velîdi Cezîme
Oğulları'na Göndermesi Babı
62- Ebû Mûsâ El-Eş'arî İle Muâz İbn Cebelin Veda
Haccı'ndan Önce Yemen'e Gönderilmeleri (Babı)
65- Zâtu's-Selâsil Gazvesi (Babı)
66- Cerîr İbn Abdillah El-Becelî'nîn Yemen'e Gitmesi Babı
67- Sîfu'l-Bahr (Yânî Deniz Sahili) Gazvesi Babı
68- Hicretin Dokuzuncu Yılında Ebû Bekrin İnsanlara Hacc
Ettirmesi Babı
72- Benû Hanîfe Hey'eti(Nin Medine'ye Gelmesi) Ve Sumâme
İbn Usâl/İn Hadîsi Babı
74- Necrân Ehlinin Kıssası Babı
75- Umman Ve El-Bahreyn Kıssası
76- Esprilerin Ve Yemen Ahalisi Hey'etının Gelişleri Babı
77- Devs Ve Et-Tufeyl İbn Amr Ed-Devsî Kıssaları
78- Tayy Kabilesi Hey'eti Kıssası Ve Adiyy İbn Hatim
Hadîsi Babı
80- Gazvetu'l-Usre(= Zorluk Gazvesi) Olan Tebûk Gazvesi
Babı
82- Peygamber(S)'İn Şemûd Kavminin Yurdu Olan El-Hıcr
Vadisine İnmesi Babı
84- Peygamber(S)'İn Kisrâ İle Kayser'e Gönderdiği Mektûb
Babı
85- Peygamber(S)'İn Hastalığı Ve Ölümü İle Yüce Allah'ın
Şu Kavli Babı:
86- Peygamber(S)'İn Söylediği Son Sözü Babı
87- Peygamber(S)'İn Vefatı Babı
91- Bâb: Peygamber (S) Kaç Gazveye Gitti?
Rahman ve Rahîm olan Allah 'm ismiyle
(Peygamber'in
Gazveleri Kitabı) [1]
Muhammed ibn İshâk:
Peygamber(S)'in ilk gazası Ebvâ, sonra Buvât, sonra Uşeyre'dir, demiştir [3].
1-.......Ebû
İshâk Amr ibn. Abdillah es-Subey'î şöyle demiştir:
Ben Zeyd ibn Erkam'm
yanında idim. Kendisine:
— Peygamber (S)
gazalardan kaçında bizzat bulunup harbetti? diye soruldu.
Zeyd ibn Erkanı:
— Ondukuz gazada, diye cevâb verdi. Sonra
Zeyd'e:
— Sen kaç gazada
Peygamber'in beraberinde gaza ettin? denildi.
O da:
— Onyedi, dedi. Ben:
— Bunların hangisi ilk gaza idi? dedim. Zeyd
ibn Erkam:
— Useyre yâhud Uşeyre gazası, dedi.
Râvî Şu'be: Ben
Katâde'ye bu ismi zikrettim de, o "Uşeyr" şeklinde söyledi, demiştir
[4].
2-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Bana Amr ibn Meymûn tahdîs etti ki, kendisi Abdullah ibn
Mes'ûd(R)'dan işitmiştir. O da Sa'd ibn Muâz el-Ensârî'den şöyle tahdîs
etmiştir: Sa'd ibn Muâz, Mekkeli Umeyye ibn Halefin samîmî dostu idi. Umeyye
ticâret için Şam'a giderken Medine'ye uğradığında, Sa'd ibn Muâz'a misafir
olur, Sa'd da Mekke'ye uğradığında Umeyye ibn Halefin konağına iner, ona
misafir olurdu. Rasûlullah Medine'ye hicret edip gelince Sa'd ibn Muâz, umre
yapmak için Mekke'ye gitti ve Mekke'de Umeyye'ye inip ona misafir oldu da, ona
hitaben:
— Benim için Harem'in
tenhâ bir saatini gözetle de ben Ka'be'-yi rahatça tavaf edeyim, dedi.
Bu istek üzerine
Umeyye, Sa'd'ı, gündüzün yansına yakın olan kuşluk vaktinde Ka'be'ye çıkardı.
Umeyye, Sa'd'la beraber bulunduğu bu sırada onlara Ebû Cehl kavuştu ve:
— Yâ Ebâ Safvân!
Beraberinde bulunan bu adam kimdir? diye sordu.
Oda:
— Bu Sa'd ibn Muâz'dır, dedi.
Bunun üzerine Ebû
Cehl, Sa'd'a hitaben:
— Dikkat et, ben seni
görüyorum kî, sen Mekke'de emniyet içinde Ka'be'yi tavaf ediyorsun. Hâlbuki siz
(Medîneliler), o dînlerini değiştirenleri (yânî Muhammed ile sahâbîlerini)
sığındırdınız ve onlara nusrat ve yardım etmekte olduğunuzu söylüyorsunuz. Şunu
iyi bil ki vallahi sen eğer Ebû Safvân Umeyye ibn Halefin beraberinde
bu-lunmayaydın salimen ailene dönemezdin, dedi.
Sa'd ibn Muâz da Ebû
Cehİ'e karşı sesini yükselterek: —* Dikkat et, vallahi eğer sen beni bu
tavaftan men' edersen, ben de sana. karşı bundan daha şiddetlisini yapar, senin
Medîne üzerinden geçen ticâret yolunu keser ve seni ondan elbette men* ederim,
dedi.
Bunun üzerine Umeyye,
Sa'd'a hitaben:
— Yâ Sa'd! Bu Mekke
vâdîsi-ahâlîsinin seyyidi olan Ebu'l-Ha-kem'e (yânî Ebû Cehİ'e) karşı sesini
yükseltme! dedi.
Sa'd bunun üzerine
Umeyye'ye:
— Yâ Umeyye! Sen de
(Ebû Cehl'i koruyarak) beni tutma, bırak. Vallahi ben Rasûlullah'tan işittim
ki, kendilerinin seni öldüreceklerini söylüyordu, dedi.
Umeyye:
— Onlar beni Mekke'de mi öldürecekler? dedi.
Sa'd:
— Bilmiyorum, dedi.
Umeyye bu sözden
dolayı şiddetli bir şekilde korktu. Umeyye bu korku ile ailesinin yanma dönünce
karısına hitaben:
— Yâ Ümme Safvân!
Medîneli dostum Sa'd'ın bana ne dediğini bildin mi? dedi.
Karısı:
— O sana ne dedi? diye sordu. Umeyye:
— Sa'd, Muhammed'in
sahâbîlerine, kendilerinin beni öldüreceklerini haber verdiğini söyledi. Ben
de ona: Mekke'de mi öldürecek? dedim. Sa'd: Bunu bilmiyorum dedi.
Ve Umeyye konuşmasını
şöyle sürdürdü:
— Vallahi ben Mekke'den dışarı çıkmam, dedi.
Bir müddet sonra Bedir
günü olduğu (yânî olacağı) zaman Ebû Cehl, insanların bu sefere çıkmalarım
istedi ve:
— Muâviye'nin
maiyyetinde gelmekte olan kervanınıza yetişin, dedi.
Umeyye, Mekke'den
Bedir'e çıkmak istemedi. Ebû Cehl, Umeyye'ye geldi de:
— Yâ Ebâ Safvân! Sen
Mekke vâdîsi halkının seyyidi olduğun hâlde insanlar senin harbden geri
kaldığını görünce seninle beraber geri kalırlar, dedi ve Ebû Cehl bu sözleri
söylemekte devam ve ısrar etti.
Bunun sonunda Umeyye:
— Sana gelince, sen
benim Mekke'den çıkmam hususunda ısrarınla bana galebe ettin. (Bir tehlike
hissettiğim zaman bin:p kaçmak için) vallahi ben Mekke'nin en hızlı koşan
devesini bu sefer için muhakkak satın alacağım, dedi.
Sonra Umeyye (deveyi
satın almasının ardından) karısına:
— Yâ Ümme Safvân, benim sefer hazırlığımı yap!
dedi. Karısı da ona:
— Yâ Ebâ Safvân! Sen
Yesribli kardeşin Sa'd'ın sana vaktiyle söylediği sözü unutmuş hâldesin dedi.
O:
— Hayır (ben o sözü
unutmuş değilim, lâkin) ben onların beraberinde ancak yakın bir yere kadar
yürümek istiyorum, dedi.
Ebû Safvân Umeyye ibn
Halef, Bedir'e doğru yola çıkınca artık konakladığı herbir konak yerinde
muhakkak devesini yanında bağ-
layıp hazır
bulundurmaya başladı. Ve yolculuğunu bu suretle devam ettirdi. Nihayet Azîz ve
Celîl olan Allah, onu Bedir'de Öldürdü [6].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"And olsun siz
zaîf ve dûn iken, Allah size Bedir'de kat'î bir zafer verdi. Allah'tan sakının,
tâ ki şükretmiş olasınız. O vakit sen mü 'minlere: İndirilen üçbin melekle Rabb
Hnizin imdâd etmesi yetişmez mi size? diyordun. Evet, siz sabreder,
(itaatsizlikten) sakınırsanız, bunlar (yânî düşmanlar) da ansızın üstünüze
gelecek
olurlarsa, Rabb 'iniz
size nişanlı beşbin melekle imdâd edecektir. Allah bu imdadı size, başka değil,
sırf (zaferin) bir müjdesi olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye yaptı.
Yoksa nusrat (ve
zafer) ancak yegâne gâlib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan Allah
cânibindendir. (Bir de Allah bu imdadı) küfredenlerden ileri gelenleri kessin
yâhud onları tepesi aşağı getirsin de (geri kalanlar da) emellerine
kavuşamayanlar olarak dönüp gitsinler.(diye yaptı)'1 (Âlu îmrân: 123-127).
Ve Vahşî ibn Harb
el-Habeşî: Hamza ibnu Abdilmuîtalib, Bedir gününde Tueyme ibn Adiyy ibni'l- Hıyâr'ı
öldürdü, demiştir. Ve Yüce Allah'ın şu kavli:
"Hani Allah size
iki taifeden birinin muhakkak siz olduğunuzu va 'dediyordu, siz ise kuvveti ve
silâhı bulunmayanın kendinizin olmasını arzu ediyordunuz* Allah da emirleriyle
hakkı açığa çıkarmayı, kâfirleri arkasını kesmeyi irâde buyuruyordu"
(ei-Enfâi: 7).
Ebû Abdillah
el-Buhârî: "eş-Şevke", keskinlik ve silâhtır, demiştir [8].
3-.......Abdullah
ibn Ka'b şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle
diyordu: Ben Tebûk gazasından başka Ra-sûlullah'ın yaptığı gazalardan
hiçbirinde Rasûlullah'tan geri kalma^ dım, Şu kadar var ki, ben Bedir
gazvesinde geri kalıp ona katılmadım. Fakat Bedir'den geri kalıp ona
katılmayanlar itâb edilmedi. Çünkü Rasûlullah bu sefere ancak Kureyş kervanını
karşılamak isteğiyle çıkmıştı. Nihayet Allah, müslümânlarla onların
düşmanlarını, ummadıkları bir zamanda harbetmek üzere bir yere getirdi [9].
"Hani siz
Rabb'inizden imdâd istiyordunuz da O da: Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri
ardınca bin ile imdâd eyleyeceğim, diyerek duanızı kabul buyurmuştu. Allah bunu
ancak bir müjde (olsun), kalbleriniz o sayede oturaklaşsın diye yapmıştı.
(Yoksa) Allah'ın katından başkasından hiçbir yardım yoktur. Şübhesiz ki Allah
mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. O size o vakit kendisinden bir
emînlik olmak üzere hafif bir uyku buruyordu. Sizi tertemiz yapmak, sizden
şeytânın murdarlığını gidermek, kaîblerinize rabıta vermek, ayaklarınızı
pekiştirmek için de gökten üstünüze bir su indiriyordu. Hani Rabb Hn meleklere:
Şübhesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi îmân edenlere sebat ilham edin! diye
vahyediyordu. Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. (Ey mü'minler!) Hemen
vurun boyunlarının üstüne, vurun onların herbir parmağına (diyordu). Bunun
sebebi şudur: Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlü'ne karşı geldiler. Kim Allah'a ve
Rasûlü'ne karşı gelirse, Allah'ın cezası cidden çetindir" (ei-Enfâi: 9-13)
[10].
4-.......Târik
ibn Şihâb (el-Becelî el-Ahmesî) şöyle demiştir: Ben İbn Mes'ûd(R)'dan işittim,
o şöyle diyordu: Ben Mıkdâd ibnu'l-Esved'in ağzından gayet kesin bir söz
söylediğine şâhid oldum ki, o sözün sahibi olmak bana, ona kıyâs olunabilen her
kıymetli sözden daha sevimlidir. Mıkdâd, müşrikler üzerine hareket etmeye
çağırıyor ve Peygamber'in huzuruna gelerek:
— Biz Mûsâ kavminin
(Mûsâ Peygamber'e karşı) "Artık sen Rabb 'inle beraber git! Bu suretle
ikiniz harb edin! Biz mutlakaa burada oturumlarız" (ei-Mâide:24)
dedikleri gibi söylemeyiz. Lâkin biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda düşmanla
çarpışırız! dedi.
îbn Mes?ûd (R):
Mıkdâd'ın bu (ateşli) sözü üzerine Peygam-ber(S)'in yüzünün parladığını ve
Mıkdâd'm sözünün O'nu sevindirdiğini gördüm, demiştir [11].
5-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Bedir günü:
"Yâ Allah bize
olan yardım ahdini ve zafer va'dini (bunların gerçekleşmesini) istiyorum. Yâ
Allah, eğer (bu İslâm cemiyetinin helâ-kmı) istersen yeryüzünde artık ibâdet
edilmeyecek" diye duâ etti.
Ebû Bekr, Peygamber'in
elini tuttu da:
— Yâ Rasûlallah, bu duâ sana yeter, dedi.
Akabinde Rasûlullah:
— "Yakında o cemiyet bozulacak, onlar
arkalarını dönüp kaçacaklardır" (ei-Kamer: 45) âyetini okuyarak çadırdan
dışarı çıktı [12].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
6........
İbn Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Abdu'lKerîm ibn Mâlik el-Hazrecî
haber verdi. O da Abdullah ibni'l-Hâris'in âzâdlısı olan Mıksem'den işitmiştir.
O da İbn Abbâs'tari tahdîs ediyor, İbn Abbâs'tan şöyle derken işittiğini
söylüyordu: Mü'minlerden (özürsüz) Bedir harbine çıkmayıp oturanlarla, Bedir
harbine çıkanlar müsâvî olmazlar [13].
7.......Bize
Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs etti ki, el-Berâibn Âzib (R): (Bedir harbi
zamanında) ben ve İbn Umer küçük sayıldık, demiştir.
Ve bana Mahmûd ibn
Gaylân tahdîs etti: Bize Vehb ibn Cerîr, Ebû İshâk'tan tahdîs etti ki, el-Berâ
ibn Âzib (R): Bedir harbi günü ben küçük sayıldım, İbn Umer de küçük sayıldı.
Bedir günü Muhacirler altmış küsur kişi, Ensâr da ikiyüzkırk küsur kişi
idiler, demiştir.
8-.......Ebû
İshâk dedi ki: Ben eI-Berâ(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Bana Bedir'de hazır
bulunanlardan olan Muhammed'in sa-hâbîleri tahdîs ettiler ki, onlar, Tâlût'un
Ürdün Nehri'ni kendisiyle beraber geçen sahâbîlerinin sayısı kadar, yânî
üçyüzon küsur kışı ımişler.
el-Berâ (devamla):
Hayır vallahi Tâlût ile beraber nehri yalnız mü'min olan geçti, demiştir.
9-.......el-Berâ
(R) şöyle demiştir: Biz Muhammed'in sahâbîleri, Bedir sahâbîlerinin sayısı,
Tâlût'Ia beraber Filistin Nehri'ni geçen Tâlût'un sahâbîlerinin sayısı
üzeredir. Tâlût'Ia beraber o nehri ancak mü'min olan üçyüzon küsur kişi
geçmiştir, diye konuşur idik.
10-.......
el-Berâ (R) şöyle demiştir: Biz, Bedir sahâbîleri, Tâlût'Ia beraber nehri
geçen Tâlût'un sahâbîleri sayısında olarak üçyüzon küsur kişidir. Tâlût'un
beraberinde ancak mü'min olan geçmiştir, diye konuşur idik [14].
11-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ka'be'ye doğru yöneldi de
Kureyş'ten şu birkaç kişi aleyhine: Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibn Rabîa, el-Velîd
ibn Utbe ve Ebû Cehl ibn Hişâm aleyhine beddua etti.
İbn Mes'ûd: Ben
Allah'a şehâdet ederim ki, bu kimselerin dördünü de Bedir sahasında yere
serilmiş gördüm; o gün havası sıcak bir gün olduğundan, güneş onların
renklerini siyaha değiştirmişti, demiştir [15].
12-.......Kays
ibn Ebî Hazım, Abdullah ibn Mes*ûd(R)'dan haber verdi ki, o, Bedir günü
kendisinde az bir hayât eseri kalmış hâldeyken Ebû Cehl'in yanına gelmiş. (Ebû
Cehl'i tanıyıp: Allah seni zelîl eylesin ey Allah'ın düşmanı, demiş.) Bunun
üzerine Ebû Cehl:
— (Beni niye
horluyorsun?) Sizin öldürdüğünüz kişiden daha şereflisi olur mu? demiştir.
13-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "Ebû Cehl ne yaptı (ne oldu)? Kim bakar
anlar?" buyurdu, îbn Mes'ûd: (Ben bakar anlarım, diyerek) gitti. Ve Ebû
Cehl'i,
Afra kadının iki oğlu
(Muâz ve Muavviz) vurmuşlar da nihayet onu ölüm hâlinde buldu. İbn Mes'ûd:
— Â sen misin Ebû
Cehl? (Vuruldun mu?) dedi.
Enes dedi ki Sonra İbn
Mes'ûd, Ebû Cehl'in sakalından yakaladı. Ebû Cehl:
— Sizin öldürdüğünüz kişinin fevkinde bir kimse
var mıdır? Yâhud:
— Kendi kavminin
öldürdüğü kişinin üstünde bir kimse var mı~ ' Râvî Ahmed ibn Yûnus: Sen Ebû
Cehl misin? şeklinde söylemiş-
14.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Bedir harbi gününde:
— "Ebû Cehl ne yaptı?" diye sordu.
İbn Mes'ûd hemen gitti
ve Ebû Cehl'i, Afra kadının iki oğlu vurmuş da nihayet onu ölüm hâlinde
bulmuş, ve sakalından tutmuş da:
— Sen misin yâ Ebâ Cehl? demiş. Ebû Cehl de:
— Kendi kavminin
öldürdüğü kişinin fevkinde bir kimse var mıdır?
Yâhud da:
— Sizin öldürdüğünüz
kişinin üstünde bir kimse var mıdır.' demiştir [17].
15- Bana
İbnu'l-Müsennâ tahdîs etti: Bize Muâz ibnu Muâz haber verdi: Bize Süleyman
et-Teymî tahdîs etti: Bize Enes ibn Mâlik (R) geçen hadîsin benzerini haber verdi.
16- Bize Alî
ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Yûsuf ibnu'l-Mâcişûn'dan
yazdım; o da Salih ibn İbrahim'den; o da babası İbrahim'den; o da Salih'in
dedesi Abdurrahmân ibn Avf'tan; Bedir kıssası hakkında, yânı Afra kadının iki
oğlu (Muâz ve Muavviz) hadîsini almıştır [18].
17-.......Bize
Ebû Miclez, Kays ibn Ubâd'dan tahdîs etti ki, Alî ibn Ebî Tâlib:
— Ben kıyamet gününde
Rahmân'ın huzurunda müşriklerle muhakeme olmak üzere duruşmak için ilk diz
çöken kimse olacağım, demiştir.
Ve bu hadîsin râvîsi
Kays ibn Ubâd: "Bu iki (sınıf, yânı imân edenlerle etmeyenler)
Rabblerihakkında birbiriyle da'vâlaşan hasım iki zümredir..."
<ei-Hacc:i9) âyeti, ilk İslâm harbinin şu ilk mubârizle-ri hakkında
inmiştir, demiş ve şöyle ilâve etmiştir: Onlar Bedir günü iki saff arasında tek
başına kıtal için ortaya çıkan kimselerdir: Ham-za,.A]î, Ubeyde yâhud Ebû
Ubeyde ibnu'l-Hâris; (diğer tarafta:) Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibnu Rabîa,
el-Velîd ibn Utbe [19].
18-.......Buradaki
senedde Ebû Zerr (R): "Bu iki sınıf, Rabbleri hakkında birbirleriyle
da'vâlaşan hasım iki zümredir..." (ei-Hacc:i9) âyeti, Kureyş'ten şu altı
kişi hakkında: Alî, Hamza, Ubeyde ibnu'l-Hâris, Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibn Rabîa
ve el-Velîd ibn Utbe hakkında indi, demiştir.
19-.......Bize
Süleyman et-Teymî, Ebû Miclez'den tahdîs etti ki, Kays ibn Ubâd şöyle demiştir:
Alî (R):
— Şu "İki sınıf,
Rabbleri(nin dîni) hakkında birbirleriyle da'vâlaşan hasım iki
zümredir..." <d-Hacc:i9) âyeti bizim hakkımızda in; di, demiştir.
20-.......Kays
ibn Ubâd şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr el-Gıfârî(R)'den işittim; o yemîn ederek:
Şu âyetler (yânî ei-Hacc: 19-22) elbette Bedir günü birbirleriyle cenkleşen bu
altı kişi hakkında indi, demiş ve yukarıda geçen hadîsteki gibi o altı ismi
saymıştır [20].
21-.......Kays
(ibn Ubâd) şöyle demiştir: Ben Ebû Zerr(R)'den işittim, o kuvvetli bir yemîn
ederek: Şübhesiz "Bu iki sınıf, Rabbleri hakkında birbirleriyle da'vâlaşan
hasım iki zümredir..." (ei-Hacc:i9) âyeti, Bedir harbi günü birbirleriyle
cenk etmek için ortaya çıkan kirriseler hakkında inmiştir. Bunlar: Hamza, Alî,
Ubeyde ibnu'I-Hâris, Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, el-Velîd ibn Utbe'dir.
22-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Bir adam el-Berâ ibn Âzib'e:
— Alî Bedir'de hazır
bulundu mu? diye sordu; ben de işitiyordum.
el-Berâ (R):
— Evet Alî Bedir'de
üstüste iki zırh giyerek düşman ile cenkleşmek için ortaya çıktı (ve düşmanını
yendi), dedi.
23-.......Abdurrahmân
ibn Avf (R) şöyle demiştir: (Mekke'deki malımı ve ailemi muhafaza etmesi için)
ben Umeyye ibn Halefe bir mektûb yazıp (onunla karşılıklı) ahidleştim. Nihayet
Bedir günü olunca...
Râvî Abdurrahmân ibn
Avf, hadîsin burasına ulaşınca Umey-ye'nin ve oğlunun oradaki öldürülüşünü
zikretmiştir. Bu öldürme öncesinde Bilâl (Umeyye'yi kaçıyor görünce: Bu Umeyye
ibn Haleftir, yakalayınız!) eğer Umeyye bu defa kurtulursa, ben kurtulmam, demiştir
[21].
24-.......Abdullah
ibn Mes'ûd(R)'dan (o şöyle demiştir): Peygamber (S) -Mekke'de iken- Ve'n-Necmi
Sûresi'ni okudu da, bu sûrenin sonunda secdeye vardı. Beraberinde bulunanlar
da (mü'min müşrik) hep secdeye vardılar, yalnız bir ihtiyar vardı ki, o bir
avuç toprak alıp onu alnına yükseltti ve:
— Bu kadarı bana yeter, dedi.
Abdullah: Yemîn olsun
o kimseyi ben, sonra Bedir'de kâfir olarak öldürülmüş gördüm, demiştir.
Bana İbrâhîm ibn Mûsâ
haber verdi. Bize Hişâm ibnu Yûsuf, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hişâm'dan tahdîs
etti ki, babası Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Zubeyr'de üç kılıç darbesi
vardı. Bunlardan biri omuz kökünde idi.
Urve dedi ki: Ben
-çocuk iken- bu kılıç darbelerinin çukurluğu içine parmaklarımı sokar,
oynardım.
Urve dedi ki: Bu
yaraların ikisi Bedir gününde vurulmuş, birisi de Yermûk günü vurulmuştu.
Urve dedi ki: Kardeşim
Abdullah ibnu'z-Zubeyr şehîd edildiği zaman Abdulmelik ibn Mervân bana:
— Yâ Urve! Zubeyr'in kılıcını tanıyor musun?
dedi. Ben:
— Evet tanıyorum, dedim. Abdulmelik:
— O kılıçta ne vardı? dedi. Ben:
— O kılıcın ağzında
bir kırık vardı ki, bu, Bedir günü kırılmıştı, dedim.
Abdulmelik;
— Sen doğru söyledin, dedi de Nâbiğâ'mn şu
beytim okudu:
(Lâ aybe fîhim gayre
enne suyûfehum) Bihinne fulûlun min kırâ'ı'î-ketâibi
Sonra Abdulmelik o
kılıcı Urve'ye geri verdi.
Hişâm: Biz o kılıca
aramızda üçbin (dirhem) kıymet takdir ettik. Onu vârislerimizden biri aldı.
Ben onu kendim almış olmamı çok arzu ederdim, demiştir [22].
25- Bize
Ferve, Alî ibn Mushir'den; o da Hişâm'dan tahdîs etti ki, babası Urve:
Zubeyr'in kılıcı gümüşle süslenmiş idi, demiştir. Hişâm da: Babam Urve'nin
kılıcı gümüşle süslenmiş idi, demiştir.
26-.......Hişâm
ibn Urve, babası Urve'den şöyle haber vermiştir: Yermûk harbinde Rasûlullah'ın
sahâbîleri Zubeyr'e;
— Haydi, Rûmlar'a
şiddetli bir saldırışla saldır da, biz de seninle beraber şiddetle saldıralım,
dediler.
Zubeyr:
— Eğer ben
saldırırsam, sizler yalan çıkar, arkaya dönersiniz, dedi.
Bunun üzerine mücâhid
sahâbîler:
— Hayır yalan çıkmaz, geriye dönmeyiz, dediler.
Bu söz akabinde
Zubeyr, Rumlar üzerine bir hücum yaptı. Nihayet onların harb şaftlarını yarıp
onlardan öteye geçti. Zubeyr bu yarmayı, yanında hiçbir kimse bulunmadığı hâlde
yapmıştı. Sonra Zubeyr arkadaşlarına doğru yönelerek dönüp geldi. Rumlar onun
atının dizginini yakalamışlar da ona, boynu ile kürek kemiği arasından iki
darbe vurmuşlar. Bu iki darbenin arasında Bedir gününde vurulan üçüncü darbe
izi vardı.
Urve: Ben çocuk iken
bu darbelerin çukurlukları içine parmaklarımı sokar, oynardım,'demiştir.
Yine Urve: Zubeyr'in
beraberinde o gün (yânı Yermûk vak'ası günü) Abdullah ibnu'z-Zubeyr de vardı.
Abdullah ibnu'z-Zubeyr on yaşında idi. (İbn Hacer: Küsuru söylemedi, oniki
yaşında idi, demiştir.) Babası onu bir ata bindirdi de, gözetip koruması için
ona bir adamı vekîl ta'yîn etti [23].
27-.......Katâde
şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik (R), Ebû Talha'dan şöyle zikretti:
Peygamber (S) Bedir günü harb sonunda Ku-reyş şeriflerinden yirmidört kişinin
cesedlerinin bir araya toplanmasını emretti de, bunlar Bedir kuyularından pis
ve pis şeyleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Peygamber düşman bir kavme
gâlib olunca, onun açık bir sahasında üç gece kalmak âdetinde idi. Bedir
harbinin üçüncü günü olunca da Peygamber, devesinin getirilmesini emretti. Yol
ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Peygamber yürüdü, sahâbîleri de
kendisinin ardı sıra yürüdüler. Sahâbîler birbirlerine:
— Herhalde Peygamber
bâzı ihtiyâcı için gitmektedir sanıyoruz, dediler.
Nihayet Peygamber,
öldürülen Kureyş ileri gelenlerinin atıldıkları kuyunun bir tarafında durdu da
onları kendi adlanyle ve babalarının adlarıyla şöyle çağırmaya başladı:
— "Yâ Fulân oğlu Fulân, yâ Fulân oğlu
Fulânt Siz Allah'a ve Rasûlü 'ne itaat etmiş olsaydınız, itaatiniz sizleri
sevindirir miydi? (Ey öldürülenler!) Biz, Rabb'imizin bize va'dettiği nusrat ve
zaferi muhakkak surette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) rabbinizin va'dettiği
nusrat ve zaferi gerçek buldunuz mu?" buyurdu.
Râvî Ebû Talha dedi
ki: Umer:
— Yâ Rasûlallah!
Kendilerinde ruhları bulunmayan şu cesedle-re ne söylüyorsun? dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a
yemîn ederim ki, benim söylemekte olduğum sözleri sizler onlardan daha iyi
işitir değilsiniz" buyurdu.
Katâde: Allah onları
ayıplamak, küçültmek, azâb etmek ve kaçırdıkları fırsatlara yanmaları,
yaptıkları zulümlere pişmanlık duymaları için, Bedir kuyusundaki cesedlere
Peygamber'in hitabesini işittirecek derecede hayât vermiştir, demiştir [24].
28-.......Bize
Amr ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R)
"Allahhn nVmetine bedel küfrü (ve nankörlüğü) seçenleri, (bununla beraber)
kavimlerim de helak yurduna, cehenneme sokanları görmedin mi? Onlar oraya
girecekler. O, ne kötü bir karargâhtır!" (îbrâhîm: 28-29) kavlinin tefsiri
hakkında:
— O ni'meti küfre
değiştirenler vallâhî Kureyş kâfirleridirler, demiştir.
Amr ibn Dînâr da:
— Onlar Kureyş'tir,
Muhammed (S) ise Allah'ın ni'metidir. Kureyş kendilerine tâbi' olan
kavimlerini Bedir günü helak yurduna, yânî cehenneme sokmuşlardır, demiştir [25].
29-.......Urve
şöyle demiştir: Âişe(R)'nin yanında, İbn Umer'in "Şübhesiz ölü, kabrinde
kendi ailesinin ona ağlamasından dolayı azâb edilir" sözünü Peygamber'e yükselttiği
zikrolundu. Bunun üzerine Âişe:
— İbn Umer
yanılmıştır; Allah ona rahmet etsin. Rasûlullah ancak: "Şu muhakkak ki,
ölü kendi hatîesi ve günâhı sebebiyle azâb olunmaktadır; hâlbuki şimdi ehli
onun üzerine ağlamaktadır" buyurmuştur, dedi.
Âişe devamla dedi ki:
— Bu İbn Umer'in
naklettiği "Rasûlullah, içinde müşriklerden Bedir'de öldürülenler bulunan
kuyunun üzerinde dikeldi de o cesedlere hitaben söylediğini söyledi. O
cesedler benim söylemekte olduğum sözleri muhakkak işitmektedirler"
sözlerinin benzeridir. Rasûlullah ancak: "Onlar şimdi benim kendilerine
söylemekte olduğum sözlerin hakk olduğunu bilmektedirler" buyurmuştur,
dedi.
Sonra Âişe (kendi
te'vîlinin doğruluğuna delîl getirerek): "Şüb-hesiz ki sen ölülere
duyuramazsın " (en Nemi: 80); "Sen kabirlerde olanlara da
işittirecek değilsin" (Fânr: 22) âyetlerini okudu.
Âişe:
— Onlar cehennemden
oturacakları yerlerini aldıkları zaman... diyordu [26].
30-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), Bedir kuyusu üzerinde durdu da,
içindeki ölülere hitaben:
— "Siz, Rabb'inizin va'dettiği ikaabı hakk
buldunuz mu?" buyurdu.
Sonra da:
— "Şübhesiz şimdi onlar benim kendilerine
söylemekte olduğum şeyi işitmektedirler" diye ekledi.
îbn Umer'in bu hadîsi
Âişe'ye zikrolununca, Âişe:
— Peygamber (S) ancak
"Onlar şimdi benim kendilerine öteden-beri söylemekte olduğum (tevhîd,
îmân ve bunların gayrı) şeylerin hakk olduğunu bilmektedirler"
buyurmuştur, dedi.
Sonra: "Şübhesiz
ki sen ölülere işittiremezsin. Arkalarına dönmüş kaçarlarken sağırlara da da
'yetini işittiremezsin " («ı-Nemi: 80) âyetini ve: "Sen kabirlerde
olanlara da işittirecek değilsin'* (Fâtır: 22) âyetini okudu [27].
31-.......Humeyd
et-Tavîl şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu:
Harise ibn Surâka el-Ensârî, Bedir günü çocuk olduğu hâlde (havuzdan su içerken
İbnu'İ-Araka tarafından bir ok atılarak) vuruldu. Akabinde annesi (ki, Enes'in
halasıdır) onu Peygamber'e getirdi de:
— Yâ Rasûlallah! Hârise'nin benim yanımdaki
derecesini bilmektesin. Eğer oğlum Harise cennette ise ölümüne sabreder ve
sevabımı Allah'tan beklerim. Şayet onun menzili diğerinde (yânı cehennemde)
olursa, yapacağım işi görürsün, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Yazık sana, sen aklım mı kaçırdın? Bîr
tek cennet mi var? Şübhesiz birçok cennetler vardır. Ve şübhesiz senin oğlun
Harise, Fir-devs cennetindedir" buyurdu [28].
32-.......Alî
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni, Ebû Mirsed'i ve ez-Zubeyr'i gönderdi.
Hepimiz süvârî idik. Rasûlullah:
— "Gidiniz, tâ Hâh bustântna kadar
ilerleyiniz. Orada müşriklerden bir kadın vardır. Kadının yanında Hâîıb ibn
Ebî Beltea'dan Mekke müşriklerine yazılmış bir mektûb vardır. (Onu bana
getiriniz)" buyurdu.
Nihayet biz o kadına
Rasûlullah'ın dediği yerde, kendisine âid bir deve üzerinde giderken yetiştik.
Kadına:
— Mektubu çıkar,
dedik. Kadın:
— Bizim yanımızda hiçbir mektûb yoktur, diye
inkâr etti. Biz; o bindiği deveyi çöktürdük ve mektubu aradık. Fakat hiçbir
mektûb. göremedik. Biz kadına:
— Rasûlullah yalan
söylememiştir. Çaresiz sen ya mektubu çıkaracaksın, yâhud da biz senin
elbiselerini soyup bulacağız, dedik.
Kadın bizdeki
ciddîliği görünce, elini izârının bağına uzattı, mektûb kadmın beli üzerindeki
bir beze bağlanmış hâldeydi. Kadın onu çıkardı. Akabinde biz o yazılı sahîfeyi
Rasûlullah'a getirdik...
Umer:
— Yâ Rasûlallah! Bu
zât Allah'a, RasûhVne ve mü'minlere hainlik yapmıştır; onun için beni bırak da
boynunu vurayım, dedi.
Peygamber (S), Hâtıb'a
hitaben:
— "Seni yaptığın bu işe sevkeden
nedir?" buyurdu. Hâtıb:
— Vallahi bende
Allah'a ve Rasûlü'ne mü'min olmamak yoktur. Ben sâdece Mekkeliler yanında
Allah'ın bununla ailemi ve malımı himaye edeceği bir el (bir minnetdârlık)
olmasını istedim. Senin yanındaki Muhacir sahâbîlerden herbirinin Mekke'de
ailesini ve malını koruyacak hısımları vardır; (benim ise kimsem yoktur, ben
onlarla sâdece anlaşmalı bir kimseyim; Kureyş'ten değilim), dedi.
Hâtıb'ın bu savunması
üzerine Peygamber:
— "Hâtıb doğru savunma yaptı, ona hayırdan
başka birşey söylemeyin!" buyurdu.
Fakat (bir türlü
öfkesi geçmeyen) Umer:
— Muhakkak o Allah'a,
Rasûlü'ne ve mü'minlere hainlik yapmıştır. Beni serbest bırak da onun boynunu
vurayım, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Hâtıb Bedir ehlinden değil mi?"
buyurdu da şöyle devam etti: "Belki Allah, Bedir ehline (yânî onların o
günkü yüksek cihâd-larına) muttali' olmuştur da: İstediğinizi yapın, cennet
sizlere vâcib olmuştur: yâhud da: Ben sizlere mağfiret etmişimdir,
buyurmuştur"
dedi.
Bunun üzerine Umer'in
iki gözü yaş akıttı da:
— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedi [29].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
33-.......Bize
Abdurrahmân ibnu'l-Gasîl, Hamza ibnu Ebî Useyd ile ez-Zubeyr ibnu'l-Munzir ibn
Ebî Useyd'den tahdîs etti ki, Ebû Useyd Mâlik ibnu'r-Rabîa şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) Bedir günü
34-.......Ebû
Useyd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Bedir günü bize: ''Düşmanlar size
yaklaştıkları, yânı size kalabalık geldikleri zaman onlara ok atınız da
(uzaktalarken atmayıp) oklarınızı kendi yanlarınızda alıkoyunuz'1 buyurdu [30].
35-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, şöyle dedi:
Peygamber (S) UhuÜ günü okçuların başına Abdullah ibn Cubeyr'i kumandan yaptı.
Müşrikler bizden yetmiş kişiye isabet kaydettiler. Peygamber ve sahâbîleri ise
Bedir günü müşriklerden yüzkırk kişiye musîbet getirdiler ki, onlardan yetmiş
kişiyi esîr aldılar, yetmiş kişiyi de öldürdüler.
Ebû Sufyân Sahr ibn
Harb:
— Bu, Bedir gününe
karşılık olan bir gündür, harb nevbet iledir (yânî kâh onlar bize, kâh biz onlara
galebe ederiz), demiştir [31].
36-.......Ebû
Mûsâ(R)'dan (o şöyle demiştir): Zannediyorum ki Peygamber (S): "O takdirde
hayır, Uhud gününden sonra Allah'ın getirdiği hayırdan ve keza Bedir gününden
sonra Allah 'in bize verdiği doğruluğun sevabıdır" buyurdu [32].
37-.......Abdurrahmân
ibn Avf (R) şöyle demiştir: Ben Bedir (harbi) günü harb saffında idim. Dönüp
baktım ki, sağımda ve solumda yaşları küçük iki genç duruyor. Ben onların
durumlarından emîn olmamış gibiydim. Derken onlardan biri kendi arkadaşının haberi
olmadan bana gizlice:
— Ey amca! Bana Ebû
Cehl'i göster, dedi.
Ben de ona:
— Ey kardeşim oğlu,
sen Ebû Cehl'i ne yapacaksın? dedim.
Oda:
— Ben Allah'a ahd
verdim: Eğer onu görürsem öldüreceğim yâ-
hud da onun önünde
öleceğim, dedi.
Diğer genç de, yine
arkadaşından gizli olarak, bana birincisinin
söylediği gibi
söyledi.
Abdurrahmân dedi ki:
Böyle (tecrübesiz) iki genç kişi arasında bulunmam, yânî onların durumları beni
sevindirmedi. Ben o iki gence Ebû Cehl'i işaret edip gösterdim. Onlar derhâl
iki doğan kuşu gibi Ebû Cehl'in üzerine hücum ettiler, nihayet onu kılıçlarıyle
vurup öldürdüler. Bu iki genç, Afra kadının oğuîlan Muâz ve Muavviz idiler [33].
38-.......Bize İbn Şihâb haber verip şöyle dedi: Bana Zuhre oğulları'nınyemînli
dostu olan Umer ibnu Useyd ibn Câriye es-Sakafî haber verdi. Bu zât aynı
zamanda Ebû Hureyre'nin arkadaşlarından idi. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) on kişilik bir keşif birliği hazırladı da bunların başına Umer
ibnu'l-Hattâb'ın oğlu Âsım'ın (ana tarafından) dedesi olan Âsim ibn Sabit
el-Ensârî'yi kumandan yaparak gönderdi [34]. Bu
birlik, Mekke ile Usfân arasında Hedee mevkiine vardıkları zaman bunlar,
Huzeyl kabilesinden Lıhyân oğullan denilen bir obaya zikrolunup haber
verildiler. O kabile halkı yüze yakın atıcı kişi ile bunları yakalamak için
yürüdüler. Onların ayak izleri ardına düştüler. Nihayet keşif birliğinin
konaklayıp da hurma yemiş oldukları yerİerini buldular. Ve:
— İşte bu Yesrib hurmasıdır, dediler.
Yine keşif birliğinin
izleri ardından gittiler. Keşif kumandanı Âsim ve arkadaşları onların geldiğini
hissedince bir yere girip sığındılar. Ta'-kîbçi Lıhyân oğulları onları çepçevre
kuşattılar da onlara:
— Aşağıya inin,
ellerinizi bize verin (yânı bize boyun eğin); sizden hiçbir kimseyi
öldürmeyeceğimize dâir size ahd ve mîsâk veriyoruz! dediler. .
Âsim kendi
arkadaşlarına hitaben:
— Ey arkadaşlar! Bana
gelince ben kâfirin zimmetine (yânî ahdine) inmem! dedikten sonra:
— Yâ Allah! Peygamberine bizden haber ver!
dedi.
Bu esnada kâfirler
müslümânlara ok attılar ve Âsım'ı şehîd ettiler. Arkadaşlarımdan üç kişi:
Hubeyb ibn Adiyy, Zeyd ibnu'd-Desine ve başka bir adam, onların, verdiği ahd ve
mîsâk üzerine inip teslîm oldular. Düşmanlar onları yakalayınca yaylarının
kirişlerini çözdüler de bunlarla onları bağladılar.
Keşif birliğinden olan
üçüncü adam:
— Bu ilk zulümdür.
Vallahi ben sizlerle yolculuk etmem. Benim için şu öldürülen şehîdlere uymak
vardır! deyip gitmemekte diretti.
Onlar onu sürüklediler
ve Mekke'ye götürmek için çabalayıp dürtüştüler. O da onlarla beraber
olmamakta diretti (onu da öldürdüler).
Hubeyb ile Zeyd
ibnu'd-Desine Mekke'ye götürüldüler ve nihayet Bedir vak'asından sonra onlan
sattılar. Hubeyb'i el-Hâris ibn Âmir ibn Nevfel oğulları satın aldı. Hubeyb
Bedir günü el-Hâris ibn Âmir'i öldürmüş idi. Hubeyb onların yanında esîr olarak
(haram ayları geçinceye kadar) bir süre kaldı. Nihayet onu öldürmeye karar
verip birleştiklerinde Hubeyb, etek ve koltuk altı kıllarını gidermek için
el-Hâris'in kızlarının birinden bir ustura ariyet istedi. Kadın ona usturayı
ariyet verdi. Bu arada kadın farkında değilken, onun bir oğlu Hubeyb'in yanına
gitti. Kadın oğlunu, Hubeyb'in elinde ustura olduğu hâlde, Hubeyb'in kucağında
oturmuş vaziyette buldu. Kadın:
— Hubeyb onu ustura
ile öldürecek diye çok korktum, demiştir.
Hubeyb kadının bu
hâlini anladı da:
— Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? Ben
bunu yapacak değilim, dedi.
Kadın:
— Vallahi ben asla
Hubeyb'den daha hayırlı bir esîr görmedim. Vallahi bir gün ben onu, kendisi
demirle bağlı olduğu hâlde elinde bir üzüm salkımı tutarak yerken görmüşümdür.
O zaman Mekke'de bu meyveden hiç yoktu, demiştir.
Kadın:
— Bu muhakkak Allah'ın
Hubeyb'e ihsan ettiği bir nzıktır, der
idi.
Nihayet Hubeyb'i
HılPde öldürmek için Harem'den çıkardıklarında, Hubeyb onlara:
— Beni bırakın da iki rek'at namaz kılayım,
dedi.
Onlar kendisini
serbest bıraktılar. O da (Ten'îm mescidinin yerinde) iki rek'at namaz kıldı.
Akabinde:
— Vallahi eğer bende
ölümden bir korku olduğunu sanmasay-dıniz, elbette daha uzun namaz kılardım,
demiştir.
Bundan sonra Hubeyb:
Allâhumme ahsihim
adeden
Vaktu'I-hum bededen
Ve lâ tubkı minhum
ahaden
(= Yâ Allah, onların
hepsini say, Onları dağınık dağınık öldür, Onlardan hiçbirini diri bırakma)
diye dua etti. Bundan sonra da şu beyitleri söyleyerek inşâd etti:
Fe îesîu ubâlî hîne
uktelu müsîimen Ala eyyi cenbin kâne Hllâhi masra'î Ve zâlike fî Zâti'l-İlâhi
ve in yese' Yubârik ala evsâîi şıîvm mumezzai
(= Ben müslümân olarak
öldürülürken buna aldırmam. Çünkü ölümüm hangi yerde olsa Allah içindir. Bu
ölüm Allah'ın Zâtı (O'nun rızâsını arama) yolundadır. Eğer o isterse parça
parça edilmiş cesedin eklemleri üzerine bereketler ihsan eder!) [35].
Bundan sonra Ebû
Sırvaa Ukbe ibnu'I-Hâris, Hubeyb'e doğru kalktı ve onu öldürdü. İşte böylece
Hubeyb, habsedilerek öldürülecek her müslümân için iki rek'at namaz kılma sünnetini
ilk koyan kimse oldu [36].
Bu on kişilik keşif
birliği bu musîbete uğradıkları gün onların haberini Peygamber (S) kendi
sahâbîlerine haber vermiştir.
Kureyş'ten birtakım
insanlar, birlik kumandanı Âsım'm öldürüldüğü konuşulduğu zaman, ondan
tanımaya yarayacak birşey getirmeleri için Âsım'm cesedinin yanma insan
gönderdiler. Âsim, Bedir günü onların büyüklerinden birini (Ukbe ibn Ebî
Muayt'i) öldürmüştü. Allah Âsim'ı korumak için bal ansı veya eşek arısından
gölgeleyici bulut gibi bir sürü gönderdi de, Kureyş'in elçilerinden onu korudu
ve onlar Âsım'dan birşey kesip almaya muktedir olamadılar.
Ve Ka'b ibn Mâlik
(yakında Tebûk gazvesi hakkında gelecek olan uzun hadîsinde) bana Murâre
ibnu'r-Rabî' el-Umerî ile Hilâl ibn Umeyye el-Vâkıfî'nin Bedir harbinde hazır
bulunmuş iki iyi adam olduklarını söylediler, demiştir [37].
39-.......Bize
Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Nâfi'den tahdîs etti ki, îbn Umer(R)'e (cennetle
müjdeli on kişiden biri olan) Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl(in bir cumua
günü hasta olduğu) zikredildi. Bu Saîd (başka bir vazifede olduğu için
Bedir'de hazır bulunamamış, fakat Bedir'de bulunanlarla beraber pay alıp)
Bedri olmuş idi. Saîd, bir cumua günü hastalandı, ibn Umer, gündüz yükselip cumua
saati yaklaştıktan sonra hemen bineğine binip Saîd'in yanma hasta ziyaretine gitmiş
ve cumuayı terketmiştir [38].
Ve İmâm el-Leys ibn
Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd tah-dîs etti ki, îbn Şihâb şöyle
demiştir: Bana Ubeydullah ibn Abdülah ibn Mes'ûd tahdîs etti ki, Ubeydullah'ın
babası Abdullah ibn Utbe, Umer ibn Abdillah ibn Erkam ez-Zuhrî'ye şöyle bir
mektûb yazıp, ona Subey'a bintu'l-Hâris el-Eslemiyye'nin yanına gitmesini,
kendisinden hadîsini ve gebeliği hakkında fetva istediği vakit Rasûlullah'-ın
ona söylemiş olduğu sözü sormasını emretti. Bunun üzerine Umer ibn Abdillah,
Subey'a'nın yanma varıp sorduktan sonra, Abdullah ibn Utbe'ye cevâb haberi
olarak şöyle yazdı:
"Subey'a ona
Rasûlullah'm Bedir'de hazır bulunmuş sahâbîle-rinden Sa'd ibn Havle'nin nikâhı
altında bulunduğunu, bu zâtın Âmir ibn Lueyy oğulları soyundan olduğunu,
kendisi gebe iken kocasının Veda Haccı'nda vefat ettiğini, kocasının vefatından
dört ay geçmeden evvel doğurduğunu ve nifâsından kalktığında isteyenleri için
(isteyenlerine görünmek için) süslendiğini, bu sırada Abdu'd-Dâr
oğul-ları'ndan bir zât olan Ebu's-Senâbil ibnu Ba'kek'in, Subey'a'nın yanma
gelip kendisini süslenmiş görerek: Ne o? Seni isteyenler için süslenmiş
görüyorum. Zannederim ki nikâh arzu ediyorsun. Hiç şübhesiz sen vallahi
üzerinden dört ay on gün geçmedikçe evlenemezsin! dediğini" haber
verdikten sonra, dedi ki:
— "Ebu's-Senâbil
bunları bana söyleyince, o akşam elbisemi giyinip Rasûlullah'a gittim ve
durumumu kendisinden sordum. Rasûl-lah (S) çocuğumu doğurduğum zaman evlenmeye
halâl olduğuma bana fetva verdi ve bana istersem evlenebileceğimi emretti"
[39].
(el-Buhârî'nin şeyhi)
Esbağ ibnu'I-Ferec el-Mısrî, Abdullah ibn Vehb'den; o da Yûnus ibn Yezîd'den
senediyle bu hadîsi rivayet etmekte el-Leys'e mutâbaat etmiştir.
Ve el-Leys şöyle dedi:
Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'dan tahdîs etti. İbn Şihâb: Biz ona sorduk,
dedikten sonra şöyle söylemiştir: Bana Âmir ibn Lueyy oğulları'mn âzâdlısı olan
Muhammed ibn Ab-dirrahmân ibn Sevbân haber verdi ki, Muhammed ibn Iyâs
ibni'l-Bukeyr, babası Iyâs'ın Bedir'de hazır bulunduğunu ona haber vermiştir [40].
40-.......Bize
Cerîr ibnu Abdilhamîd, Yahya ibn Saîd'den; o da Muâz ibn Rifâa'dan; o da Bedir
ehlinden olan babası Rifâa ibn Râfi' ez-Zurakî(R)'den haber yerdi ki, o şöyle
demiştir: Bedir harbi sırasında bir ara Cibrîl aleyhi^-selam, Peygamber(S)'e
geldi de:
— "İçinizdeki
Bedir mücâhidlerini ne mertebe sayarsınız?" diye sordu.
Peygamber:
— "Biz onları müslümâniarın en faziletli
olanlarından sayarız!" dedi, yâhud buna benzer bir söz söyledi.
Cibrîl:
— "Biz de
meleklerden Bedir'de hazır bulunanları böylece meleklerin hayırlısı
sayarız" dedi.
41-.......Bize
Hammâd, Yahya'dan; o da Muâz ibn Rifâa ibn Râfi'den tahdîs etti. Rifâa,
Bedir'de hazır bulunanlardan idi. Onun babası Râfi' ise Akabe bey'atlannda
hazır bulunanlardan idi. Oğlu Rifâa'ya:
— Benim Akabe bey'atlarında
hazır bulunmam yerine Bedir'de hazır bulunmuş olmaklığım beni sevindirmez, der
idi.
Rafı': Cibril,
Peygamberce bunu (yânı yukarıdaki Cerîr hadîsinde geçen suâli) sordu, demiştir [41].
42-.......Yahya
ibn Saîd el-Ensârî, Muâz ibn Rifâa'dan: Bir melek, Peygamber(S)'e sordu.,
deyip yukarıda geçen hadîsin benzerini söylediğini işitmiştir.
Ve yine Yahya,
kendisine Yezîd ibnu'l-Hâd'm haber verdiğini, bu hadîsi Muâz'ın ona tahdîs
ettiği gün onun beraberinde bulunduğunu söylemiştir. Yezîd ibnu'1-Hâd şöyle
dedi: Muâz:
— Geçen hadîste mübhem
olan sorucu melek Cibril aleyhi's-selâmdır, demiştir [42].
43-.......Hâlid
el-Hazzâ', îkrime'den; o da îbn Abbâs(R)'tan, Peygamber(S)'in Bedir günü:
"İşte şu Cibril'dir. Atının başım tutmuş, harb silâhı üzerindedir"
buyurduğunu tahdîs etmiştir [43].
44-.......Enes
ibn Mâlik (R): Ebû Zeyd (Kays ib*n Seken) hiçbir çocuk ve torun bırakmadan
öldü; o, Bedri idi, demiştir.
45-.......Yahya
ibn Saîd, Âsim ibn Muhammed'den; o da Abdullah ibn Habbâb'dan tahdîs etti ki,
Ebû Saîd ibn Mâlik el-Hudrî (R) bir seferden geldi. Ailesi kendisine
kurbânların etlerinden et tak-dîm ettiler. Bunun üzerine Saîd ibn Mâlik:
— Ben bunun hükmünü
sormadıkça bundan yemeyeceğim, dedi.
Akabinde Bedir'de
hazır bulunmuş olan ana-bir kardeşine, yânı Katâde ibnu'n-Nu'mân'a gitti ve ona
bu mes'eleyi (yânî kurbân etlerinin üç günden sonra yenilip yenilmeyeceğini)
sordu. O da:
— Senin gidişin
ardından sahâbîlerin üç günden sonra kurbâr etlerinden nehyolunageldikleri
hükmünü bozucu bir emir meydans geldi, demiştir [45].
46-.......Urve
şöyle demiştir: ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm (R) şöyle dedi: Bedir günü ben, Ubeyde
ibn Saîd ibn Âs'a kavuştum. O baştan ayağa kadar zırhlanmış ve silâhlanmıştı.
Onun yalnız iki gözü görünüyordu.,Ona Ebû Zâti'l-Keriş künyesi verilirdi. O
bana:
— Ben Ebû
Zâti'l-Keriş'im! diye meydan okudu.
Ben de nemen harbemle
ona saldırdım ve harbemi onun gözünün içine soktum, Ubeyde hemen öldü.
Hişâm ibn Urve dedi
ki: Bana ez-Zubeyr'in şöyle dediği haber verildi: Yemîn olsun ben ayağımı onun
-üstüne koydum. Sonra harbemi olanca kuvvetimle çekip çıkardım. Fakat harbemin
iki tarafı eğ-rilmişti.
Urve ibnu'z-Zubeyr
dedi ki: (Bu harbe kıymetli bir harb hâtırası olduğu için) sonra onu
Rasûlullah (S) ez-Zubeyr'den ariyet olarak istedi; Zubeyr de O'na verdi.
Rasûlullah vefat ettiğinde, Zubeyr onu geri aldı. Sonra o harbeyi Ebû Bekr
istedi, Zubeyr ona da verdi. Ebû Bekr vefat edince Zubeyr onu tekrar geri aldı.
Bu defa o harbeyi Umer istedi, Zubeyr ona da verdi. Umer vefat edince, onu yine
kendisi aldı. Sonra o harbeyi Usmân istedi; Zubeyr ona da verdi. Usmân şehîd
edilence harbe, Alî'ye ve sonra oğullarına geçti. Abdullah ibnu'z-Zubeyr onu
Alî'nin çocuklarından isteyip aldı ve Abdullah ibnu'z-Zubeyr öldürülünceye
kadar onun yanında bulunmuştur [46].
47-.......ez-Zuhrî
şöyle dedi: Bana Ebû İdrîs Âizu'llah ibnu Abdillah şöyle haber verdi: Bedir'de
hazır bulunmuş olan Ubâdetu'bnu's-Sâmit: Rasûlullah (S) Akabe'de bize:
"(...şartları üzerine) bana bey'at ediniz" buyurdu, demiştir [47].
48-.......Bana
Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Peygamber'in zeycesi Âİşe(R)'den haber verdi ki (o şöyle
demiştir): Ebû Huzeyfe -ki bu hbu Huzeyfe Rasûlullah ile beraber Bedir
gazvesinde hazır bulunan Kimselerden idi- Salim ibn Ma'kıl'ı oğul edinmiş ve
aynı zamanda ba-lim'e, kardeşi Velîd ibn Utbe ibn Rabîa'mn kızı Hind'i nikah
etmişti. Hâlbuki Salim, Ensâr'dan Subeyte kadının kölesi idi. Nitekim
Rasulullah da Zeyd ibn Hârise'yi oğul edinmişti. Câhiliyet zamanında bir kimse
birisini evlâd edinirse, insanlar o evlâdlık edinilen kimseyi, ev-lâdlık alanın
adiyle çağırır ve o evlâdlık, o kimsenin mirasına da vâris olurdu. Bu töre
Yüce Allah: "... Evlâdlıklarınızı da öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu
sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah hakkı söyler ve O doğru yolu gösterir.
Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer
babalarını bilmiyorsanız, o hâlde dînde kardeşleriniz olmakla beraber
dostlarınızdırlar. Hatâ ettiklerinizde ise üstünüze vebal yoktur. Fakat
kalblerinizin kasdettiğinde vebal vardır. Allah çok mağfiret edici, çok
merhamet eyleyicidir" (ei-Ahzâb: 4-5) âyetlerini indirinceye kadar devam
etti.-
Bunun üzerine
Kureyşli, sonra Âmirî olan Süheyl ibn Amr'ın kızı Sehle (ki Ebû Huzeyfe'nin
öbür karısı ve Subeyte'nin de ortağıdır) Peygamber'e geldi... Ve hadîsi bu
suretle zikretti [48].
49-.......Muavviz
kızı Rubeyyı' (R) şöyle demiştir: Ben gelin olduğum günün kuşluk vaktinde
Peygamber (S) benim evlenme törenime geldi de, senin benim yanıma oturuşun
gibi benim döşeğimin üzerine oturdu. O sırada birtakım kızcağızlar deff
çalıyorlar ve babalarımızdan Bedir gazasında şehîd olanların güzel vasıflarım
zikrediyorlardı. Nihayet bu kızlardan birisi:
— İçimizde bir
Peygamber vardır ki, O, yarın ne olacağını bilir! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Kızım böyle söyleme; evvelce söylemekte
olduğun sözleri söyle!" buyurdu [49].
50-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Bana Rasülullah'ın sahibi olan Ebû Talha (R) haber
verdi -ki, bu Ebû Talha, Rasülullah'ın beraberinde Bedir'de hazır bulunmuştur-
Rasûlullah (S): "İçinde köpek ve suret bulunan hiçbir eve melekler
girmez" buyurmuştur.
İbn Abbâs: Rasûlullah,
içlerinde ruhlar bulunan canlı timsâllerini, heykellerini kasdediyor, demiştir
[50].
51- Bize
Abdan tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek haber verdi: Bize Yûnus ibn
Yezîd haber verdi [51].
H ve yine bize Ahmed
ibn Salih tahdîs etti: Bize Anbese ibn Hâlid tahdîs etti: Bize amcam Yûnus ibn
Yezîd, ez-Zuhrî'den tahdîs etti ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bize Alî
ibnu'l-Hüseyin haber verdi; ona da babası Hüseyin ibn Alî aleyhimu's-selâm
şöyle haber vermiştir: Babası Alî ibn Ebî Tâlib şöyle demiştir: Bedir
günündeki ganîmetten
benim nasîbim olarak
yaşı kemâle ermiş bir devem vardı. Peygamber (S) de o gün Allah'ın kendisine
fey' olarak verdiği ganimetlerden olan "Beşte bir"den, bana başka bir
deve daha vermişti. Ben Pey-gamber'in kızı Fâtıma aleyha's-selâm ile evlenmek
istediğim zaman Kaynukaa oğulları'ndan kuyumcu bir adamla, benimle beraber gelmesi
ve ızhır otu getirmemiz üzerine va'dleştim. Ben o ızhır otunu kuyumculara satmak
ve bedeli ile düğün aşı hususunda yardım sağlamamızı istedim. Ben yaşları
kemâle ermiş iki devem için deve semerleri, büyük çuvallar ve ipler topladığım
sırada, bu iki devem de Ensâr'dan bir adamın odası yanında ıhtırılmışlar/di.
Nihayet ben topladığım şeyleri topladım. Tam bu sırada develerimle karşılaştım
ki, hörgüçleri kesilmiş, böğürleri yarılıp ciğerlerinden alınmış! Bu manzarayı
gördüğüm zaman gözlerime mâlik olamadım (ağladım).
— Bu işi kim yaptı? dedim. Oradakiler şöyle
dediler:
— Bu işi Hamza ibnu
Abdilmuttalib yaptı, kendisi şu evin içinde, Ensâr'dan içki içmekte olan bir
topluluktadır, yanında şarkıcı bir kadın ve arkadaşları vardır. O şarkıcı kadm,
şarkısında "Elâ yâ Uamzu li'ş-şurufi'n-nivâi [52](= Ey
Hamza, semiz develere bak!)" deyince Hamza hemen kılıca sıçradı, iki
devenin hörgüçlerini kesti, böğürlerini yarıp ciğerlerinden birer parça aldı
(gitti).
Alî devamla dedi ki:
Bunun üzerine ben gittim, nihayet Peygam-ber'in huzuruna girdim. Yanında Zeyd
ibn Harise vardı. Peygamber benim karşılaştığım şeyi bildi de:
—"Neyin
var?" diye sordu.
Ben de:
— Yâ Rasûlallah, bu
gün gibi (çirkin ve kötü gün) görmedim: Hamza benim iki dişi deveme düşmanlık
(yânî zulm) etti: İkisinin de hörgüçlerini kesti, böğürlerini yardı. İşte o
şimdi şu evin içindedir, beraberinde şarâb içmekte olan bir topluluk vardır,
dedim.
Peygamber hemen
ridâsını (üst elbisesini) isteyip giyindi. Sonra yürüyüp gitti. Ben, Zeyd ibn
Harise ile beraber kendisinin ardından gittim. Nihayet Hamza'nın içinde
bulunduğu eve geldi. Yanına girmeye izin istedi, kendisine izin verildi.
Yanına girince Peygamber, yaptığı iş hakkında Hamza'yı kınamaya başladı. Bir
gördü ki, Hamza iki yüzü kıpkırmızı bir sarhoş! Hamza, Peygamber'e baktı. Sonra
bakışım yükseltti. Akabinde dizleririe baktı. Sonra bakışını yükseltti ve
yüzüne baktı. Sonra Hamza:
— Siz
babam(Abdulmuttalib)ın köleleri değil misiniz? dedi.
Peygamber onun sarhoş
olduğunu bildi. Rasûhıllah (onun şuursuzluğundan sakınarak) iki topuğu
üzerinde arka arkaya çekildi, odadan dışarı çıktı, bk de O'nunla beraber
dışarı çıktık [53].
52-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne haber verip şöyle dedi: Bu hadîsi Abdurrahmân
ibnu'I-Isbahânî bizim için rivayetinin sonuna ulaştırdı -yâhud ma'nâ şöyledir:
Bu hadîsi bize Abdurrahmân ibnu'1-Isba-hânî yazılı olarak gönderdi-. Kendisi
bunu Abdullah ibnu Ma'kıl el-Muzenî'den işitmiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R), Sehl
ibn Huneyf in cenaze namazını (beş tekbîrle) kıldırdı da:
— Çünkü bu zât
Bedir'de hazır bulundu, dedi [54].
53-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Abdullah'ın oğlu Salim haber verdi ki, kendisi, babası
Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tah-dîs ederken işitmiştir: Umer ibnu'l-Hattâb,
kızı Hafsa, Huneys ibn Huzâfe es-Sehmî'den dul kaldığı zaman -ki bu Huneys,
Rasûlullah'-ın sahâbîlerinden idi; Bedir'de hazır bulunmuş ve (yaralanıp)
Medî-ne'de vefat etmiş idi- şöyle dedi: Ben Usmân ibn Affân'a kavuştum da ona
Hafsa'yı (almasını) teklîf ettim ve:
— Ey Usmân! İstersen
Umer'in kızı Hafsa'yı sana nikâh edeyim, dedim.
Oda:
— Bu işimi bir düşüneyim, dedi.
Birkaç geceler
bekledim. Sonra kavuştuğumda Usmân bana:
— Bana şu günümde evlenmemek fikri belirdi,
dedi. Umer dedi ki: Sonra Ebû Bekr'e kavuştum. Ona da:
— İstersen Umer'in kızı Hafsa'yı sana nikâh
edeyim, dedim. Ebû Bekr sustu ve bana hiçbir cevâb vermedi. Ben de ona, Usmân'a
öfkelendiğimden daha
şiddetli bir öfkeyle öfkelendim. (Usmân bir cevâb vermiş ve özür beyân
etmişti.) Birkaç geceler bekledim. Sonra Hafsa'yı Rasûlullah (S) istedi. Ben de
Hafsa'yı Rasûhıllah'a nikâh ettim. Bu arada Ebû Bekr bana kavuştu da şöyle
deyip Özür beyân etti:
— (Ey Umer!) Sen
Hafsa'yı bana teklîf edip de sana bir cevâb vermediğim zaman belki sen bana
darılmışsındır?
Ben de:
— Evet, sana öfkelendim, dedim.
Bunun üzerine Ebû Bekr
şöyle dedi:
'— Şu muhakkak ki,
senin teklîfine cevâb vermekten beni birşey men' etmedi. Ancak şu var ki, ben
Rasûlullah'ın Hafsa'yı almak İstediğini bana söylediğini iyi biliyordum da
Rasûlullah'ın sırrım açık-
layıp duyurmak
istemiyordum. Şayet Rasûlullah, Hafsa hakkındaki düşüncesini bıraksaydı, onu
muhakkak ben kabul ederdim [55].
54-.......Bize
Şu'be ibnu'l-Haccâc, Adiyy ibn Ebân'dan; o da Abdullah ibn Yezîd'den tahdîs
etti. O da Ebû Mes'ûd el-Bedrî'den işitti ki, Peygamber (S): "Kişinin
kendi ailesi ferdieri üzerine yaptığı harcaması (kendisi lehine) bir sadakadır"
buyurmuştur [56].
55-.......(Zuhrî
şöyle demiştir:) Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den işittim; o, Umer ibn Abdilazîz'e
emirliği zamanında şöyle tahdîs ediyordu: el-Mugîre ibn Şu'be, Muâviye
tarafından Küfe emîri iken ikindi namazını geri bırakmış, yanına Bedir'de hazır
bulunmuş olup Zeyd ibn Hasen(ibn Alî ibn Ebî Tâlib)'in dedesi olan Ebû Mes'ûd
Ukbe-tu'bnu Amr el-Ensârî girmiş ve ona hitaben şunları söylemiştir [57]:
— (Yâ Mugîre!) Kesin
olarak bilmişsindir ki, Cibril inip namazı kıldı, Rasûlullah (S) da (ardında
sırayla) beş vakit namazı kıldı. Sonra Cibril: "İşte bunlarla
emrolundun" dedi.
Urve dedi ki: Beşîr
ibnu Ebî Mes'ûd, babası Ebû Mes'ûd Uk-be'den işte böyle tahdîs ederdi [58].
56-.......Ebû
Mes'ûd el-Bedrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "el-Bakara Sûresi'nin
sonundan iki âyet vardır kis onları her kim bir gecede okursa, bu iki âyet ona
yetişir" buyurdu.
Râvîlerden Abdurrahmân
şöyle demiştir: Ben Ebû Mes'ûd'a, kendisi Beyt'i tavaf ederken kavuştum da bu
hadîsi ona sordum. Kendisi bana bu hadîsi (Alkame'nin bana tahdîs ettiği gibi)
tahdîs etti [59].
57-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Mahmûd ibnu'r-Rabî' haber verdi ki, Peygamber'in
sahâbîlerinden ve Ensâr'ın Bedir'de hazır bulunanlarından olan Itbân ibn Mâlik,
RasûIullah(S)'a geldi [60].
58-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Sonra ben Husayn ibnu Muhammed'e -ki bu zât Salim
oğulları'ndan biri ve onların hayırlıların-dandir- Mahmûd ibnu'r-Rabî'in Itbân
ibn Mâlik'ten rivayet ettiği hadîsi sordum da, o hadîsi böylece doğruladı [61].
59-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Âmir ibn Rabîa -ki bu zât Adiyy oğulları'nın
en büyüğü idi ve babası Âmir, Bedir'de Peygamber'in beraberinde hazır
bulunmuştu- şöyle haber verdi: Umer ibnu'l-Hattâb (Usmân ibn Maz'ûn'un kardeşi
olan) Kudâ-me ibn Maz'ûn'u Bahreyn üzerine vâlî olarak ta'yîn etmiştir. Bu
Kudâme de Bedir'de hazır bulunmuştu. Kudâme, Abdullah ibn Umer ile kızkardeşi
Hafsa'nın -Allah onlardan razı olsun- dayılarıdır [62].
60-.......Zuhrî'ye
de Salim ibn Abdillah haber verip şöyle demiştir: Râfi' ibnu Hadîc, Abdullah
ibn Umer'e, iki amcasının (Zu-heyr ile Muzahhir'in) Bedir'de hazır
bulunduklarını haber vermiştir. Bu ikisi (yânî Zuheyr ile Muzahhir), Râfi' ibn
Hadîc'e: Rasûlullah (S) tarlaları kiraya vermekten nehyetti, diye haber
vermişlerdir.
ez-Zuhrî şöyle dedi:
Ben Sâlim'e:
— Sen tarlaları kiraya veriyor musun? diye
sordum. O da:
— Evet veriyorum.
Şübhesiz Râfi' kendi aleyhine sözü çoğaltmıştır, dedi [63].
61-.......Husayn
ibn Abdirrahmân şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Şeddâd ibni'1-Hâdi el-Leysî'den
işittim. O şöyle dedi: Ben Ri-fâatu'bnu Râfi' el-Ensârî'yi gördüm, o Bedir'de
hazır bulunmuştur [64].
62-.......el-Mısver
ibnu Mahrame şöyle haber vermiştir: Ensâr'dan Amr ibnu Avf -ki bu zât Âmir ibn
Lueyy oğullarının yemînli dostu idi ve Bedir'de hazır bulunmuştu- şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) harb etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle bir barış anlaşması
yapmış ve Bahreynliler üzerine el-Alâ ibnu'l-Hadramî'yi emîr ta'yîn eylemişti.
Tahsil olunan cizye mallarım getirmek üzere de bilâhare Rasûlullah, Ebû Ubeyde
ibnu'l-Cerrâh'ı Bahreyn'e gönderdi. Ebû Ubeyde, cizye mallarım alarak
Bahreyn'den Medine'ye geldiğinde Ensâr, Ebû Ubey-de'nin gelişini işittiler.
Sahâbîler bu sırada Peygamber'in beraberinde sabah namazı kılıyorlardı.
Peygamber namazı bitirince sahâbîler hemen Ebû Ubeyde'ye karşı çıktılar.
Rasûlullah, sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi de, sonra onlara:
— "Öyle sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde'nin
bir haylîşeyler getirdiğini duydunuz?" buyurdu.
Onlar da:
— Evet yâ Rasûlallah!
dediler. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Sevininiz ve sizi sevindirecek
ni'tnetleri (bundan böyle her zaman) umunuz! Vallahi (bundan sonra) sizin
üzerinize fakirlik ve ihtiyâçtan korkmam. Fakat ben sizin üzerinize, sizden
önceki ümmetlerin önüne dünyâ ni'metlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de
yayılması, onların o ni'metlerde birbirlerine hasedleşipnefsâniy et yarışına
giriştikleri gibi sizin de birbirinizle nefsâniyeî yarışına düşmeniz ve bu
nefsâniyet yarışının da onları helak ettiği gibi sizleri de helak etmesinden
korkarım" buyurdu [65].
63-.......Nâfi'den
(o, şöyle demiştir): Abdullah ibnu Umer (R) bütün yılanları öldürür idi.
Nihayet Ebû Lubâbe el-Bedrî, kendisine: Peygamber (S) evlerdeki (beyaz yâhud
ince yâhud küçük ve zehirsiz) yılanları öldürmekten nehyetti hadîsini
söyleyince, onları öldürmekten kendini tuttu [66].
64-.......İbnu
Şihâb şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik şöyle tahdîs etti: Ensâr'dan birtakım
adamlar Rasûlullah'tan izin istediler de:
— Bize izin ver de
kızkardeşimizin oğlu Abbâs için, onun fidyesini terkedelim, dediler.
Rasûlullah (S):
— "Onun fidyesinden bir dirhemi dahî
terketmeyiniz" buyurdu [67].
65-.......Kindeli
Mıkdâd ibn Amr, Zuhre oğulları'nın andlaşmış dostu ve Bedir'de Rasülullah'ın
beraberinde hazır bulunmuş bir zâttır. İşte bu Mıkdâd, Rasûlullah'a hitaben:
— Şöyle bir mes'ele
hakkında ne dersin: Ben kâfirlerden bir kişi ile karşılaşıp vuruşsam da o benim
iki elimden birisini kılıcıyla vurup koparsa, sonra benden kaçıp bir ağaca
sığmsa da: Ben Allah için müs-lümân oldum (La ilahe illellâh) dese, ben onu
tevhîd kelimesini söyledikten sonra öldürebilir miyim yâ Rasûlallah? dedi.
Rasûlullah da:
— "Hayır onu öldürme" buyurdu. Bunun
üzerine Mıkdâd:
— Yâ Rasûlallah! O
benim iki elimden birisini kesti, kopardı da, tevhîd kelimesini elimi kopardıktan
sonra söyledi, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Sakın onu
öldürme! Eğer öldürürsen, o senin onu öldürmezden evvelki vaziyelindedir. Sen
de onun söylediği tevhîd kelimesini söylemesinden evvelki vaziyetindesin
(çünkü kanın kısas ile mübâh olmuştur)" buyurdu [68].
66-.......Bize
Enes (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) Bedir günü:
— "Ebû Cehl ne yaptı? Kim bakıp
anlar?" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Mes'ûd gitti ve Ebû Cehl'i, Afra
kadının
iki oğlu (Muâz ve
Muavviz) onu vurmuşlar da nihayet soğumuş (yâ-nî ölmek üzere iken) buldu. İbn
Mes'ûd:
— Sen misin yâ Ebâ Cehl! dedi.
Râvî İbnu Uleyye dedi
ki: Süleyman ibn Tarhân: Enes o sözü işte böyle söyledi, dedi İbn Mes'ûd:
— Sen misin yâ Ebâ Cehl (vuruldun mu)? dedi.
Ebû Cehl, İbn Mes'ûd'a:
— Sizin öldürdüğünüz
kişinin fevkinde bir kimse var mıdır? dedi. Râvî Süleyman ibn Tarhân geçen
senedle: Yâhud Ebû Cehl:
— Kendi kavminin
öldürdüğü kişinin fevkinde bir kimse var mıdır? dedi.
Râvî dedi ki: Ebû
Mıclez de şöyle dedi: Ebû Cehl, İbn Mes'ûd'a
hitaben:
- Keşke beni
zirâatçilerden başkası öldürseydi, dedi [69].
67-.......Ubeydullah
ibn Abdillah'tan (o, şöyle demiştir): Bana İbnu Abbâs, Umer(R)'den şöyle tahdîs
etti: Peygamber (S) vefat ettiği zaman ben Ebû Bekr'e (Ebû Ubeyde'yi
kasdederek):
— Bizimle Ensâr kardeşlerimizin yanına yürü!
dedim.
Akabinde Ensâr'dan
Bedir'de hazır bulunmuş olan iki sâlih kimseye kavuştuk. Ben bu kavuşmayı
Urvetu'bnu'z-Zubeyr'e tahdîs ettim. O:
— Bu iki kişi Uveym ibnu Sâide ile Ma'n ibnu
Adiyy'dir, dedi [70].
68- Bize
İshâk ibn İbrâhîm tahdîs etti. O, Muhammed ibn Fu-dayl'den; o da İsmâîl ibn Ebî
Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'-dan (şöyle dediğini) işitmiştir:
"Bedir'de hazır bulunanların (her birine verilen) mal atiyyesi (yıllık)
beşbin beşbin idi"..
Umer (halifeliği zamanında):
— Ben Bedir'de hazır
bulunanlara elbette onlardan sonra gelenler üzerinde fazla atıyye vereceğim,
demiştir [71].
69-.......Bize
Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'ım'den haber verdi ki,
babası Mut'ım ibn Adiyy:
— Ben bir akşam namazında
Peygamber'in Tûr Sûresi'ni okuduğunu işittim. İşte bu, îmânın kalbimde sabit
oluşunun evvelidir, demiştir.
Yine ez-Zuhrî'den; o
da Muhammed ibn Cubeyr'den; o da babası Mut'ım'den: Peygamber (S) Bedir
esirleri hakkında:
— "Eğer Mut Um ibn Adiyy sağ olsaydı,
sonra şu kokmuş cifeler hususunda şefaat edip benimle konuşsaydı, hiç şübhesiz
ben bunları Mut'ım'e (diri diri ve kurtuluş fidyesi olmaksızın) bağışlardım"
buyurmuştur [72].
Ve yine el-Leys ibn
Sa'd da Yahya ibn Saîd'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den söyledi ki, o
(Usmân'm Öldürülmesini kasdederek):
— Birinci fitne vukû'a
geldi de Bedir sahâbîlerinden kimseyi bırakmadı. Sonra ikinci fitne, yânı
Harre vukû'a geldi. Hudeybiye sahâbîlerinden kimseyi bırakmadı. Sonra üçüncü
fitne vukû'a geldi, o da insanlarda akıl ve kuvvet bırakmadı, demiştir [73].
70-.......
Yûnus ibn Yezîd tahdîs edip şöyle demiştir: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şöyle
dedi: Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den, Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den, Alkame ibn
Vakkaas'tan, Ubeydullah ibn Abdillah'tan, Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'ye
iftira edilmesi hadîsini işittim. Bunların hepsi bana o hadîsten bir parça
tahdîs ettiler. Âişe Söyle demiştir: Ben, Ebû Ruhm'un kızı ve Mıstah'm anası
(Selmâ) ile haceti yerine getirme mahalline yönelip giderken, onun ayağı çarşafına
takılıp düştü. Bunun üzerine Selmâ kadın:
— Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti.
Ben:
— Ne fena söyledin,
Bedir'de hazır bulunan bir kişiye sövüyor
musun? dedim...
Âişe iftira hadîsinin
tamâmını zikretti [74].
71-.......Bize
Muhammed ibnu Fulayh ibn Süleyman, Mûsâ ibn Ukbe'den tahdîs etti ki, İbn Şihâb
(Rasûlullah'ın gazvelerim zikrettikten sonra): İşte bunlar Rasûlullah'ın
gazveleridir, demiş, akabinde Bedir'de öldürülenler hakkında Rasûlullah'ın
söylediği sözü şöyle zikretmiştir: Rasûlullah (S) onların cesedlerini kuyuya
atarken, onlara hitaben:
— "Sizler Rabbinizin va'detiiği şeyi
gerçek buldunuz mu?" buyurdu.
Mûsâ ibn Ukbe (geçen
senedle) şöyle dedi: İbn Umer'in mevlâsı Nâfi' şöyle dedi: Abdullah ibn Umer
şöyle dedi: Rasûlullah'ın sahâ-bîlerinden bâzı insanlar:
— Yâ Rasûlallah! Ölmüş
olan insanlara mı nida ediyorsun? dediler.
Rasûlullah da:
— "Sizler benim söylediğim sözleri
onlardan daha iyi işitir değilsiniz" buyurdu [75].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Kendisi için pay ayrılan Ku-reyşliler'den Bedir'de hazır bulunan
kimselerin toplamı seksenbir kişidir. Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle der idi:
ez-Zubeyr: (Bedir'de hissen ve hükmen hazır bulunanların) payları taksim edilip
ayrıldı. Bunlar Kureyş'ten yüz kişi idiler, dedi ve Allah en bilendir [76].
72-.......Buradaki
senedle ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm (R): Bedir günü Muhacirler için yüz pay ayrıldı,
demiştir [77].
1. Peygamber
(S) Muhammed ibn Abdillah el-Hâşimî.
2. Ebû Bekr
es-Sıddîk Abdullah ibn Usmân el-Kuraşî. Sonra:
3. Umer
ibnu'l-Hattâb el-Adevî. Sonra:
4. Usmân ibn
Affân. Peygamber onu hasta bulunan kızı Ru-kayye'nin başında geri bıraktı,
fakat onun için Bedir ganimetinden payını ayırdı. Sonra:
5. Alî ibmı
Ebî Tâlib el-Hâşimî -Allah onlardan razı olsun- [79].
Bundan sonrakiler harf sırasıyla şunlardır [80]:
6. Iyâs ibnu
Bukeyr.
7. Ebû
Bekr'in himayesinde bulunan Bilâl ibnu Rabâh el-Kuraşî.
8. Hamza
ibnu Abdilmuttalib el-Hâşimî.
9. Kureyş'in
yeminli dostu Hâtıb ibnu Ebî Beltea.
10. Ebû
Huzeyfe ibnu Utbe ibn Rabîa el-Kuraşî.
11. Harise
ibnu'r-Rabf el-Ensârî. Bedir günü öldürüldü. Bunun adı Harise ibnu Surâka'dır.
Bu harb için çıkanlardan değildi, küçük olduğu için gözcülerden idi.
12. Hubeyb
ibnu Adiyy el-Ensârî.
13. Huneys
ibnu Huzâfe es-Sehmî.
14. Rifâa
ibnu Râfî* el-Ensârî.
15. Rifâa
ibnu Abdilmunzir.
16. Ebû Lubâbe el-Ensârî.
17. ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm el-Kuraşî.
18. Zeyd ibnu Sehl.
19. Ebû Talha el-Ensârî.
20. Ebû Zeydin el-Ensârî.
21. Sa'd
ibnu Mâlikin ez-Zuhrî.
22. Sa'd
ibnu Havle el-Kuraşî
23. Saîd
ibnu Zeyd ibn Amr ibn Nufeylin el-Kuraşî
24. Sehl
ibnu Huneyfin el-Ensârî.
25. Zuheyr ibnu Râfi'in el-Ensârî, ve kardeşi:
26. Muzahhir
ibnu RâfiMn el-Ensârî.
(-) Abdullah
ibnu Usmân ibni Ebî Kuhâfe el-Kuraşî [81].
27. Abdullah
ibnu Mes'ûd el-Huzelî.
28. Utbe
ibnu Mes'ûd el-Huzelî.
29.
Abdurrahmân ibn Avfin ez-Zuhrî.
30. Ubeyde
ibnu'l-Hâris el-Kuraşî
31. Ubâdet
ibnu's-Sâmit el-Ensârî.
(-) Umer
ibnu'l-Hattâb el-Adevî.
(-) Usmân
ibnu Affân el-Kuraşî. Peygamber (S) onu, hasta bulunan kızının yanında geri
bıraktı, fakat onun için Bedir ganimetinden payım ayırdı.
(-) Alî ibnu
Ebû Talibin el-Hâşimî.
32. Amr ibnu
Avfin; Âmir ibn Lueyyin oğuÜan'nın yeminli dostu
33. Ukbe
ibnu Amr el-Ensârî.
34. Âmir
ibnu Rabîa el-Anezî.
35. Âsim
ibnu Sabitin el-Ensârî.
36. Uveym
ibnu Sâide el-Ensârî.
37. Itbân
ibnu Mâlikin el-Ensârî.
38. Kudâme
ibnu. Maz'ûn.
39. Katâde
ibnu'n-Nu'mân el-Ensârî.
40. Muâz
ibnu Amr ibni'l-Cemûh.
41. Muavviz
ibnu Afra, ve kardeşi:
42. Muâz
ibnu Afra.
43. Mâlik
ibnu Rabîa Ebû Useydin el-Ensârî.
44. Murâre
ibnu'r-Rabî' el-Ensârî.
45. Ma'n
ibnu Adiyy el-Ensârî.
46. Mıstah
ibnu Usâse ibn Abbâd ibni'l-Muttalib ibni Abdi Menâfin.
47. Mıkdâd
ibnu Amr el-Kindî, Zuhre oğulları'mn yeminli dostu.
48. Hilâl
ibnu Umeyye el-Ensârî -Allah onlardan razı olsun [82].
ez-Zuhrî, Urve
ibnu'z-Zubeyr'den olmak üzere:
Nadîr oğulları
gazvesi, Bedir vak'asından sonra, altıncı ayın başında ve Uhud harbinden önce
oldu, demiştir.
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli: "O, ehli kitâbdan küfredenleri ilk sürgünde yurdlanndan çıkarandır.
Siz çıkacaklarım
sanmamıştınız. Onlar
da kalelerinin (Allah'ın azabına) hakîkaten mâni* olacağım zannetmişlerdi. İşte
onlara
hesaba katmadıkları
cihetten Allahftn azabı) geliverdi.
O, bunların
yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü
yminlerin elleriyle harâb ediyorlardı. İşte ey akıl ve basiret sahihleri, siz
(bundan) İbret alin" (el-kaşr: 2).
Ve İbnu İshâk, bu
Nadîr oğulları işini Maûne Kuyusu vak'asıyle Uhud harbinden sonraya koymuştur.
73-.......Bize
İbn Cureyc, Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Nâfi'den haber verdi ki, İbn Umer (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah'a karşı (önce) Nadîr oğulları, (sonra) Kurayza oğulları
harb açtılar. Bunun üzerine Rasûlullah Nadîr oğullan'nı yerlerinden sürüp
çıkardı. Kurayza oğullan'nı ise yerlerinde bıraktı. Ve onlara (birşey almamak
suretiyle) lütfetti. Nihayet Kurayza da (ahdini bozarak) harb etti. Rasûlul-.
lah da onların erkeklerini öldürdü; kadınlarım, çocuklarını, mallarını da
müslümânlar arasında bölüştürdü. Ancak onlardan bâzıları Pey-gamber'e
katıldılar, Peygamber de bu katılanlara emân verdi. Onlar da müslümân oldular.
Bu suretle Rasûlullah, Medîne Yahûdîleri'nin hepsini -ki bunlar Abdullah ibn
Selâm'ın kabilesi olan Kaynukaa oğullarındır- ve Benû Harise Yahûdîleri'ni;
(hulâsa) Medîne Yahûdî-leri'nin hepsini Medine'den sürgün etti [84].
74-.......Bize
Ebû Avâne, Ebû Bişr'den haber verdi ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben îbn
Abbâs'a Sûretu'1-Haşr diye söyledim, o: Sûretu'n-Nadîr de! dedi.
Bu hadîsi Ebû Bişr'den
rivayet etmekte Ebû Avâne'ye Huseym ibn Beşîr el-Vâsıtî mutabakaat etmiştir [85].
75-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan olan kimse kendi hurmalığından bâzı
hurma ağaçlarını Peygamber'e hediye olarak ayırır, verirdi. Bu Peygamber'e
hurma ağacı ayırma işi, Kuray-za'yı ve Nadîr'i fethetmesine kadar sürdü.
Bunların fethinden sonra Peygamber, Ensâr'm hurma ağaçlarını kendilerine geriye
verir oldu [86].
76-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) –muhasara sırasında- Nadîr oğulları'nın
hurma ağaçlarını (harb gereği olarak) yaktırdı ve kestirdi. Bu harb mıntakası,
Nadîr oğulları'nın hurmalığı olan Buveyre mevkiidir. Bunun üzerine şu âyet
indi: "Herhangibir hurma ağacını kestiniz yâhud kökleri üstünde dikili
bıraktınızsa hep Allah'ın izniyledir. (Bu izin de) j'âşıkları rüsvây edeceği
içindir" (el-Haşr: 5) [87]
77-.......
Bize Cuveyriye ibn Esma, Nâfi'den; o da îbn Umer(R)'den; Peygamber'in Nadîr
oğullan hurmalığını yaktırdığını haber verdi,
İbn Umer dedi ki: Bu
hurmalık hakkında Hassan ibn Sabit şunları söylüyordu:
Ve hâne alâ serâii
Benî Lueyyin Harıkun bi'î-Buveyreti mustetîru
(= Buveyre
hurmalığında yayılan yangın Lueyy oğulları'nın efendileri aleyhine kolay
oldu.)
Yine İbn Umer dedi ki:
Peygamber'in amcasının oğlu Ebû Suf-yân ibnu'l-Hâris, Hassân'a şöyle cevâb
verdi:
Edâme'llâhu zelike min
senîin Ve harraka fînevâhîha's-sa'iyru
Se-îa'lemu eyyunâ
minhâ bi-nüzhın Ve ta'îemu eyye ardayna tediyru
(= Allah bu yakmayı
bir yapıcıdan devam ettirsin, Ve Medîne etrafını da alevli bir ateş yaksın.
Yakında bileceksin ki Buveyre'ye hangimiz uzakta olacak! Ve yine bileceksin ki
Mekke ve Medîne arazîlerimizden hangisi bununla zarar görecek!) [88].
78-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Mâlik ibn Evs ibn el-Hadesân en-Nasrî haber verdi ki,
kendisini Umer ibnu'l-Hattâb çağırmış. Umer'in yanında otururken, Umer'in
kapıcısı Yerfâ geldi ve Umer'e:
— Usmân ibn Affân,
Abdurrahmân ibn Avf, ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'm senin
yanına girmelerine rağbet ve iznin var mı? Bunlar geldiler, senin yanına
girmeye izin isterler, dedi.
Bunun üzerine Umer:
— Evet, onları içeriye
girdir, dedi.
Biraz eylendi.
-Humus'da şu ziyâde var: Akabinde içeri girdiler, selâm verip oturdular. Sonra
Yerfâ biraz oturdu.- Sonra Yerfâ yine geldi ve:
— Abbâs ve Alî'nin
içeriye girmesi hususunda iznin var mı? Bunlar da senin yanına girmeğe izin
isterler, dedi.
Umer:
— Evet izin vardır, dedi.
Onlar içeri girip
selâm verince, Abbâs şöyle hitâb etti:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Benimle (Alî'yi işaret ederek) şunun arasında hükmet, dedi.
Abbâs ile Alî,
Allah'ın fey' [89] olarak Rasûlü'ne tahsîs
buyurduğu Nadîr oğulları hurmalığından dolayı çekişiyorlardı. Alî ile Abbâs birbirlerine
dil uzatmışlardı. O mecliste bulunanlar (Usmân ve arkadaşları):
— Ey Mü'minlerin
Emîri, bunların arasında hükmet de bunların birini diğerinden huzur ve rahata
kavuştur, dediler.
Bunun üzerine Umer:
— Yavaş olunuz, acele
etmeyiniz! Gök ve yer, izni ve iradesiyle ayakta duran Allah hakkı için size
sorarım: Sizler Rasûlullah'm: "Biz peygamberler camiasının terîkesi vâris
olunmaz. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır, vakıftır" buyurduğunu ve bu
sözü ile kendisini kasdettiğini bilir misiniz? dedi.
Topluluk:
— Evet, Rasûlullah böyle buyurdu, diye tasdik
ettiler.
Bunun üzerine Umer,
Alî ile Abbâs'a dönüp:
— Allah hakkı için
size de sorarım: Rasûlullah'm kendisini kas-dederek böyle buyurduğunu sizler de
biliyor musunuz? dedi.
Alî ile Abbâs:
— Evet, diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine
Umer:
— Şimdi ben size bu
malın hukukî vaziyetim anlatayım, diye şöyle îzâh etti:
— Münezzeh olan Allah
bu fey'de tasarrufu Rasûlü'ne tahsîs etti,
O'ndan başka kimseye
bu hakkı vermedi. Zikri yüce Allah Kur'ân'-da: "Allah'ın onlardan
Peygamberine verdiği fey'e gelince, siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip
koşmadınız. Fakat Allah peygamberlerini dileyeceği kimselere musallat eder.
Allah herşeye hak-kıyle kaadirdir" (ei-Haşn 6) buyurmuştur. Binâenaleyh bu
malda tasarruf, yalnız Rasûlullah'm hakkı idi. Sonra vallahi bu mala sizden
başka kimse iştirak etmedi. Ve sizin zararınıza kimse tasarruf da iddia eylemedi.
Bu fey1 malının nemasını size verdi ve aranızda taksim etti. Nihayet fey'den o
malın aslı mahfuz kaldı. Rasûlullah bu maldan ailesinin bir senelik nafakasını
ayırır, onları infâk ederdi. Sonra bundan artakalanı alırdı. Onu Allah'ın malı
yerine (vakıf) kılardı. -Cihâd ve hayır yollarına harcardı.- Bu malı Rasûlullah
sağlığında böyle kullandı. Sonra Peygamber vefat edince Ebû Bekr:
— Ben Rasûlullah'm
velîsiyim! diye-el koydu ve Rasûlullah'm kullandığı gibi kullandı.
Sonra Ümer, Alî ile
Abbâs'a dönerek:
— Ebû Bekr'in bu
suretle muamele ettiğini sizler de hatırlarsınız! Nitekim söylüyorsunuz, dedi
(ve devam edip): Allah bilir ki, Ebû Bekr bu hareketinde doğru idi; lûtufkârdı,
akıl ve zekâ sahibi idi, hakka uymuştu. Sonra Allah Ebû Bekr'in vefatını
diledi. Ben de: Rasûlullah'm ve Ebû Bekr'in velîsiyim! dedim. Ve emîrliğimin
ilk iki yılında bu mala el koydum. Ve Rasûlullah ile Ebû Bekr'in kullandığı
gibi idare ettim. Allah bilir ki, ben bu hareketimde doğruyum, lütufkâ-rım;
akıl ve şuurumla hareket ettim, hakka uydum. Sonra her ikiniz müştereken bana
geldiniz. İkinizin sözü bir ve işiniz cem'iyyetli idi. Ey Abbâs! Sen bana
geldin (Humus'ta şu ziyâde vardır: Benden kardeşinin oğlundan isabet eden
hisseni istiyordun. -Alî'yi kasdederek:-Bu da eşinin babasından nasibine düşen
hissesini istiyordu.) Bunun üzerine ben sizlere Rasûlullah'm: "Biz
peygamberler vâris olunmayız, bizim bıraktığımız mal sadakadır" buyurduğu
cevâbını verdim.
Müteakiben bu malı
size vermeyi ve sizin elinizle idare etmeyi hatırladım. Ve:
— İsterseniz bu
hurmalıkları size vereyim. Allah'ın ahdi ve andı boynunuzda olmak üzere siz bu
malı Rasûlullah'm, Ebû Bekr'in ve
velî kılındığım
zamanımda benim idare ettiğimiz gibi idare ediniz; şayet kabul etmezseniz artık
bana birşey söylemeyiniz, dedim. Bu teklifim üzerine siz de:
— Bu şartla bize ver! dediniz.
Ben de ikinize teslim
ettim. (Aranızda çıkan ihtilâf üzerine) şimdi benden bunun hâricinde bir hüküm
mü istiyorsunuz? Gök ve yer izniyle ve iradesiyle ayakta duran Allah'a yemîn
ederim ki, ben kıyamet kopuncaya kadar bunun dışında bir hükümle hükmetmem.
Eğer siz onun idaresinden âciz olduysanız, onu bana geriye verin. Ben onu sizin
hesabınıza kifayetle idare ederim, dedi.
ez-Zuhrî dedi ki: Ben
Mâlik ibn Evs'in rivayet ettiği bu uzun Umer hadîsini, Urve'ye tahdîs ettim.
Urve; Mâlik ibn Evs doğru söylemiştir, diye tasdîk etti. Sonra şöyle dedi: Ben
Peygamber'in zevcesi Âi-şe'den işittim, o şöyle diyordu: Peygamber'in kadınları
Usmân'ı Ebû Bekr'e gönderip, Allah'ın kendi Rasûlü'ne tahsîs ettiği hurmalıklardan
sümün( = sekizde bir) hisselerini istiyorlardı. Ben de onları karşılayarak
kendilerine:
— Allah'tan sakınmaz
mısınız? Peygamber (S): "Biz vâris olunmayız- Bizim bıraktığımız her mal
sadakadır (mülkiyeti Beytu'1-mâle âid vakıftır)" derdi. Bu sözle
Rasûlullah kendisini kasdederek: "Ancak Muhammed'in ailesi bu mal{m
gt\\x'm)dan istifâde edebilir" buyurdu,
dedim. Ve Peygamber'in kadınlarının müracaatı, benim kendilerine
vâki' olan bu haber vermem üzerine sona erdi.
Urve dedi ki: Bu
sadaka olan hurmalık Alî'nin eline geçti. Ab-bâs'ı müdâhaleden men' edip ona
galebe etti. Sonra sırasıyle Hasen ibn Alî, sonra Hüseyin ibn Alî, sonra Alî
ibn Hüseyin ve Hasen ibn Hasen'in ellerine geçti. Alî ibn Hasen ile Hasen ibn
Hasen ona nev-betle tasarruf ediyorlardı. Sonra Zeyd ibn Hasen'in eline, yânı
idaresine geçti. Hakîkaten bu mal Rasûlullah'ın sadakası olarak idare olundu [90].
79-.......Âişe(R)'den
(o, şöyle demiştir): Fâtıma aleyhi's-selâm ile Abbâs, Ebû Bekr'e gelip Fedek
arazîsinden miraslarını ve Hay-ber'den payını istiyorlardı. Ebû Bekr şöyle
dedi:
— Ben Peygamber'den
işittim: "Bizler mîrâs olunmayız. Bizim bıraktığımız herşey sadakadır.
Ancak bu maldan Muhammed'in ailesi yerler" buyuruyordu. Allah'a yemîn
ederim ki, elbette Rasûlullah'ın hısımları bana kendi hısımlarımla ilgilenmekten
daha sevimlidir [91].
80- Ben
Câbir ibn Abdillah(R)'-tan işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah (S) sahâbîlerine:
— "Ka'b ibnu'l-Eşref(i öldürmek) için kim
hazırdır? Çünkü o, Allah'a ve Rasûlü'ne ezâ etmiştir" buyurdu.
Muhammed ibn Mesleme
ayağa kalktı ve:
— Yâ Rasûlallah, onu benim öldürmemi ister
misin? dedi. Rasûlullah:
— "Evet (bunu isterim)" buyurdu.
Muhammed ibn Mesleme:
— Öyle ise Ka'b'ı
sevindirecek birşey söylememe izin ver! dedi. Rasûlullah:
— "Ne istersen
söyle!" buyurdu [93].
Bunun üzerine Muhammed
ibn Mesleme, Ka'b'a vardı da:
— Şu kişi (yânı
Rasûlullah) bizden sadaka istedi. Ve bize güç vergi teklif edip, bizi yordu.
Ben de ödünç birşey almak için sana geldim, dedi.
Ka'b da İbn
Mesleme'nin dediği gibi söylendi de:
— Muhakkak o, sizin
usancınızı daha artıracaktır, sözünü de ekledi.
Muhammed ibn Mesieme:
— Bizler bir kerre
O'na uymuş bulunduk. O'nü hemen terket-mek istemiyoruz. Onun işi nereye varacak
bakacağız; işi sona erinceye kadar bekleyeceğiz. Biz şimdi senden bize bir
deve yükü yâhud iki deve yükü ödünç vermeni istemekteyiz, dedi.
Ve bize Amr ibnu Dînâr
bu hadîsi birkaç kerreler tahdîs etti. Fakat "Veskan ev veskayn"
sözlerini zikretmedi. Ben kendisine bu hadîste 'Veskan ev veskayn"
sözlerini söyledim. Bunun üzerine Amr: Zannederim ki bu hadîste "Veskan ev
veskayn" sözleri vardır, dedi [94].
Muhammed ibn
Mesleme'nin sözü üzerine Ka'b:
— Evet siz bana rehin
verin, dedi. Muhammed ibn Mesleme ve arkadaşları:
— Neyi rehin istersin?
diye sordular.
Ka'b:
— Kadınlarınızı bana rehin veriniz, dedi.
Onlar:
— Sen Arab'ın en
güzeli iken biz kadınlarımızı sana nasıl rehin edebiliriz? dediler.
Ka'b:
— Öyle ise oğullarınızı bana rehin verin, dedi.
Onlar:
— Oğullarımızı sana
nasıl rehnederiz? Sonra bunların biri hakkında "Bir yâhud iki deve yükü
hurmaya rehin olundu" diye sövülür. Bu da bize ebedî bir ardır. Lâkin biz
sana silâhlarımızı rehin bırakalım, dediler.
Sufyân:
"Le'me" sözü ile silâhı kasdediyor, dedi.
Ka'b bunu kabul ederek
kendisine gelmesi için Muhammed ibn Mesleme'ye zaman ta'yîn etti. Muhammed ibn
Mesleme bir gece Ka'-b'a geldi (Kale dışından seslendi). Yanında Ka'b'ın süt
kardeşi Ebû Naile vardı. Ka'b bunları kale içine da'vet etti ve misafirleri
karşılamak için onların yanına indi. Ka'b'm karısı, kocasına:
— Bu saatte nereye çıkıyorsun? diye i'tirâz
etti. Fakat Ka'b:
— Bu seslenen Muhammed
ibn Mesleme ile kardeşim Ebû Naile'dir, diye karşıladı.
Sufyân şöyle dedi:
Amr'dan başka râvîler şöyle dedi: Kadın:
— Ben bir ses
işitiyorum ki, sanki ondan kan damlıyor (şerr seziliyor)! dedi.
Ka'b:
— O benim kardeşim
Muhammed ibn Mesleme ile süt kardeşim Ebû Nâile'dir. Hem şübhesiz kerîm olan
insan geceleyin kılıç darbesine çağırılsa bile o çağrıya muhakkak icabet eder,
dedi.
Râvî: Muhammed ibn
Mesleme beraberinde içeriye iki kişi daha soktu, dedi. Sufyân'a: Amr ibn Dînâr
onların isimlerini söyledi mi? diye soruldu. Bâzısının ismini söyledi, dedi.
Amr: Beraberinde iki kişi getirdi, dedi. Amr'dan başka râvîler ise: Ebû Abs ibn
Cebr, el-Hâris ibnu Evs, Abbâd ibnu Bişr, diye isimledi. Amr dedi ki: İbn
Mesleme beraberinde iki kişi getirdi de, onlara:
— Ka'b gelince, ben
onun saçını tutup koklarım. Siz benim Ka'b'ın başını sıkıca yakaladığımı
gördüğünüz zaman hemen kılıçlarınızı çekip Ka'b'ı vurunuz! diye söyledi
Hadîsin râvîsi Amr ibn
Dînâr bir kerre de İbn Mesleme'nin arkadaşlarına:
— Ka'b'm başını size
de koklatırım, dediğini rivayet etmiştir.
Şimdi Ka'b
ibnu'I-Eşref güzei giyimli ve silâhlarını kuşanmış olduğu hâlde etrafına hoş
koku saçarak misafirlerin yanına indi. Bunun üzerine îbnu Mesleme:
— Ben (ömrümde) bu
günkü gibi güzel koku duymadım, diye yaklaştı.
Ka'b:
— Arab'ın en güzel
kokulu ve en asîl kadınları benim yanımda yaşıyor, dedi.
Amr dedi ki: Muhammed
ibn Mesleme:
— Başını saçını koklamama izin verir misin?
dedi. Ka'b:
— Evet (izin veririm), dedi.
İbnu Mesleme kendisi
kokladı, sonra arkadaşlarına da koklattı. Sonra:
— Bana bir daha koklamaya izin verir misin?
dedi. Ka'b:
— Evet, dedi.
Bu defa İbnu Mesleme,
Ka'b ibnu'l-Eşref'in başını sımsıkı yakaladı ve arkadaşlarına:
— Haydi kılıç darbesine tutup onu vurunuz!
dedi.
Bu suretle
Îbnu'l-Eşref'i öldürdüler. Sonra Peygamber'e gelip haber verdiler [95].
Ona Sellâm ibnu
Ebi'l-Hukayk da denilir. Yahûdî olan Ebû Râfi\ Hayber'de ikaamet ederdi. Onun
Hicaz arazîsinde (yânî Hayber'de) kendisine âid kuvvetli bir kale içinde
oturduğu söylenir. ez-Zuhrî: Ebû Râfi'in öldürülmesi, Ka'b ibnu'l-Eşrefin
öldürülmesinden sonra oldu, demiştir.
81-.......el-Berâ
ibnu Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) küçük bir topluluğu Ebû Râfi'e gönderdi.
Abdullah ibnu Atık, geceleyin Ebû Râfi' uyumakta iken onun evine girip yanına
sokuldu ve onu öldürdü.
82-.......el-Berâ
ibnu Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ensâr'dan birtakım kimseleri
Yahûdî Ebû Râfi'e (onu öldürmeleri için) gönderdi. Bunlar üzerine Abdullah ibnu
Atîk'i bey yaptı [96]. Ebû
Râfi', Rasûlullah'a ezâ eder ve O'nun aleyhinde(ki hareketlere malca) yardım
ederdi [97]. Bu
(zengin Yahûdî) Hicaz toprağında kendisine âid (kuvvetlendirilmiş) bir kalede
otururdu. Abdullah ibnu Atîk ile-ar-kadaşları kaleye yaklaştıklarında güneş
batmıştı. Oranın insanları (deve, sığır, koyun gibi) yaylım hayyanlanyle
mer'adan dönmüşlerdi. Bu durum üzerine Abdullah ibnu Atîk arkadaşlarına:
— Siz yerinizde
oturunuz da ben (Ebû Râfi'in kalesine) gideyim. Ve kale kapıcılarına nezaketli
bulunayım. Bu suretle kaleye girebileceğimi sanırım, dedi.
Kale kapısına doğru
yürüdü. Nihayet kapıya yaklaştı. Sonra (kendisini saklamak üzere) maşlahına
büründü. Sanki bir ihtiyâcım gide-riyordu. Artık insanlar tamâmiyle kaleye
girmişti. Bu sırada kale kapıcısı:
— Ey Allah'ın kulu,
kaleye girmek istersen hemen gir! Zîrâ ben kapıyı kapamak istiyorum, dedi.
Ben de hemen girdim.
Ve (merkeb ahırına) gizlendim. İnsanların kaleye girmesi üzerine kapıcı kapıyı
kilitledi ve anahtarları bir direğe astı.
İbnu Atîk dedi ki: Ben
hemen anahtarlara doğru kalktım, onları alıp kapıyı açtım. Ebû Râfi'in yanında
akşamdan sonra gece sohbeti yapılırdı ve bu sohbet kalenin üst katlarında
yapılırdı. Bu gece sohbeti sona erip, dostları Ebû Râfi'in yanından dağılınca,
ben hemen yanına çıktım. Ve her kapıyı açtıkça iç tarafından sürmeliyor-dum.
Düşündüm ki, eğer Ebû Râfi'in adamları beni anlarlarsa onu öldürünceye kadar bu
iyi fırsatı bana bırakmazlar. Bu suretle Ebû Râfi'in yattığı odaya kadar vardım.
O, karanlık bir oda içinde, ailesinin arasında (yatmış) idi. Odanın neresinde
olduğunu kestiremedim. Anlamak için:
— Yâ Ebâ Râfi'! diye seslendim.
— Kim o? diye cevâb verdi.
Ben hemen sesin
tarafına yaklaştım ve kılıcımla ilk darbeyi vurdum. Fakat dehşet içinde idim,
bir iş göremedim. Ebû Râfi' haykırdı. Ben hemen odadan dışarı çıktım ve kısa
bir zaman eğlenip sonra odaya (tekrar) daldım da (sesimi değiştirerek) [98]:
— Bu feryâd nedir yâ Ebâ Râfi'? dedim.
— Anan cehenneme! Sen
seslenmeden önce birisi beni oda içinde kılıçla vurdu, dedi.
Abdullah ibnu Atîk
dedi ki: Ben ona bir darbe daha vurdum, iyice yaraladım. Fakat yine
öldüremedim. Sonra kılıcın keskin ucunu onun karnına bastım. Nihayet Ebû Râfi'
arkasına devrildi. Bu defa onu öldürdüğümü anladım ve hemen kapıları birer
birer açmağa başladım. (Bu suretle savuşup) kale merdiveninin tâ son
basamağına varmıştım. Burada yere ulaştığımı sanarak ayağımı yere attım.
(Meğer daha sona gelmemiş olduğumdan) mehtâblı bir gecede merdivenden aşağıya
düştüm. Baldırım kırıldı. Hemen bir sargı ile bu kırığı sardım, sonra kapının
önüne oturdum. Ve kendi kendime:
— Onu öldürüp
öldürmediğimi iyice öğreninceye kadar bu gece kaleden çıkmam, dedim.
Horoz Ötmeye
başlayınca ölü i'lâncısı kale sûrunun üstünde dikeldi ve:
— Hicaz ahâlîsinin
taciri Ebû Râfi'nin Ölümünü bildiririm! diye i'lân etti.
Bunun üzerine ben
artık arkadaşlarımın yanma gittim. Onlara:
— Artık kurtuluş, Allah Ebü Râfi'i öldürdü,
dedim. Nihayet Peygamber'in huzuruna vardım, işi O'na anlattım. (Ayağımın
kırıldığını duyunca) bana:
— "Ayağını uzat" buyurdu.
Ben de ayağımı
uzattım. Rasûlullah ayağımı eliyle sıvazladı. Sanki ayağımdan hiç ağrı
duymamışa döndüm.
83-.......Ebû
Ishâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Azib(R) den işittim, o şöyle dedi: Rasûlullah
(S), Abdullah ibnu Atîk'i ve Abdullah ibnu Utbe'yi, beraberindeki birtakım
insanlar içinde Yahûdî Ebû Râfi'e (yânî onu öldürmeye) gönderdi. Bu topluluk
gittiler, nihayet kaleye yaklaştıklarında, başkanları Abdullah ibnu Atîk,
arkadaşlarına:
— Sizler yerinizde
durunuz da ben kaleye gidip duruma bakayım, dedi.
Abdullah ibn Atîk
şöyle dedi: Ben gittim ve kaleye girmek için nâzik hareket ettim. Kale halkı
kendilerine âid bir eşek kaybetmişler.
Abdullah ibn Atîk dedi
ki: Kaledekiler alaca karanlıkta dışarı çıktılar da o eşeği arıyorlardı.
Abdullah dedi ki: Ben
tanınmaktan endîşe ettim.
Yine Abdullah dedi ki:
Ben (kendimi saklamak üzere) maşlahımla başımı ve ayaklarımı örttüm. Sanki ben
bir hacetimi yerine getiriyor-dum. Sonra kapının sahibi:
— Ben kapıyı kapamadan
Önce içeri girmek isteyen girsin! diye nida etti.
Ben de hemen içeriye
girdim ve kale kapısının yanındaki eşek ahırının içinde saklandım. Adamları Ebû
Râfi'in yanında akşam yemeği yediler ve yanında oturup konuştular. Nihayet
geceden bir müddet geçti. Sonra adamları kale içindeki kendi evlerine
döndüler. Sesler kesilip de hiçbir hareket işitmez olunca, ben (gizlendiğim
yerden) dışarı çıktım.
Abdullah dedi ki: Ben
kapının sahibinin kalenin anahtarını bir oyuk içine koyduğu yeri görmüştüm. Anahtarı
oradan aldım ve kalenin kapısını açtım.
Abdullah dedi ki:
Kendi kendime; Kale halkı beni bilirlerse, diye düşündüm de yavaşça yürüdüm.
Sonra kale içindeki evlerinin kapılarına varıp onları, içlerindekilerin
üzerlerine dıştan kilitledim. Sonra bir merdiven içinde üst kata, Ebû Râfi'in
yanma çıktım. Bir de gördüm ki, ev karanlıktır, evin kandili sönmüştür. Adamın
nerede olduğunu bilemedim. Bu durumda;
Yâ Ebâ-RâfH dedim.
— Kimdir o? dedi.
Abdullah dedi ki: Ben
hemen ses tarafına gittim ve ona vuruyordum. O bağırdı. Fakat vurmam bir iş
görmedi.
Abdullah dedi ki:
Sonra sanki ona yardım ediyorum gibi geldim de sesimi değiştirerek:
— Neyin var .yâ Ebâ Râfi'? dedim. Ebû Râfi':
— Dikkat et, sana
hayret ediyorum, anana veyl olsun! Yanıma bir adam girip beni kılıçla vurdu,
dedi.
Abdullah dedi ki: Ben
yine ona gidip diğer bir kerre daha vurdum, fakat vuruşum yine bir iş görmedi.
Ebû Râfi' bağırdı ve ev halkı ayağa kalktı.
Abdullah dedi ki:
Sonra ben sesimi değiştirerek yardım isteyici şeklinde geldim. Onu sırtı
üzerine yatmış gördüm. Hemen kılıcı karnının içine soktum, sonra üzerinde
tersine çevirdim, nihayet kemiğin sesini işittim. Sonra dehşetle dışarı çıktım,
nihayet merdivene geldim.
Aşağıya inmek
istiyordum ki, merdivenden düştüm, ayağım eklem yerinden çıktı. Hemen ayağımı
bir sargı ile sardım. Sonra ben bir ayak üzerinde sekerek arkadaşlarıma geldim
ve onlara:
— Sizler gidiniz ve Rasûlullah'a sevinçli
haberi bildiriniz. Ben (onun ölümünü haber veren) ölüm i'Iâncısını işitinceye
kadar buradan ayrılmayacağım, dedim.
Sabahın cihetinde
aydınlık olunca ölü i'lâncısı yukarıya çıktı da:
— Ebû Râfi'in ölümünü bildiririm! diye i'lân
etti.
Abdullah ibn Atîk dedi
ki: Müteakiben ben, bende ayak cihetinden hiçbir iztırab olmaksızın kalkıp
yürüdüm. Arkadaşlarımın Pey-gamber'e gelmelerinden önce onlara yetiştim, ve
Peygamber'e o sevinçli haberi (yânî Ebû Râfi'in öldürüldüğü haberini) verdim
" [99].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Hani sen,
müzminleri muharebeye elverişli yerlerde ta'biye etmek üzere erkenden ailenden
(Medine'den) ayrılmıştın, Allah hakkiyle işitendi, kemâliyle bilendi" <Âlu
İmrân: 121) [101].
Ve zikri ulu olan
Allah'ın şu kavli: "(Ey mü'minler) gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten)
mü 'min iseniz (düşmanlarınızdan) çok üstünsünüzdür. Eğer size (Uhud'da) bir
yara değmiş bulunuyorsa (Bedir'de) o kavme de o kadar yara değmiştir. O günler
(öyle günlerdir ki) biz onları insanlar arasında (nevbetleşe nevbetleşe)
döndürür dururuz. (Bu da) Allah'ın (ezeldeki) ilmini imân edenlere açıklaması,
içinizden şehîdler edinmesi, mü 'minleri tertemiz yapıp kâfirleri helak etmesi
içindir. Allah zâlimleri sevmez. Yoksa siz, Allah içinizden savaşanları belli
etmeden, sebat edenleri belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? And
olsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzûlamıştınız. İşte onu gerçekten
gördünüz de. Şimdi siz ona bakıp
duruyorsunuz"
(Âlu İmrân: 139-143) [102].
Ve Allah'ın şu kavli:
"Andolsun ki,
Allah'ın size olan va'di -O'nun izni ile onları öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekte
olduğunuz zaferi de size gösterdiği zamana kadar- yerine gelmişti. (Sonra) siz
yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz. İçinizden
kimi dünyâyı istiyor, yine içinizden kimi âhir eti diliyordu. Sonra Allah size
ibtilâ vermek için sizi onlardan geri çevirdi. (Bununla beraber) sizi muhakkak bağışladı
da. Zâten Allah müzminlere bol lütuf ve inayet Sahibidir'^ (Âlu İmrân: 152).
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli:
"Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölüler sanma. BiVakis onlar Rabbleri katında diridirler.
(Allah'ın) lûtfu inayetinden, kendilerine verdiği (şehîdlik mertebesi) ile
hepsi de şâd olarak (cennet ni'metleriyle) rızıklanırlar.
Arkalarından henüz
onlara katılamayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak
değillerdir diye müjde vermek isterler" (Âlu İmrân: 169-170) [103].
84-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud gününde: "İşte şu atının
başını tutmuş (harekete hazır) bulunan Cibril'dir, üstünde de harb cihazı
vardır" buyurdu [104].
85-.......Ukbetu'bnu
Âmir (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Uhud şehîdleri üzerine sekiz yıl sonra
cenaze namazı kıldı. (Rasûlullah ölümünden biraz önce) dirilere ve ölülere
veda edici gibiydi. Sonra (Medine'ye gelip) minbere çıktı da şöyle buyurdu:
— "Ben sizin
kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Ben sizin Hakk yolundaki
hizmetlerinize şehâdet edeceğim. Kıyamet gününde buluşma yeriniz havuzdur.
Şübhesiz ben şimdi şu makaamımda havuza bakmaktayım. Emin olunuz ben, sizin
müşrik olacağınızdan korkar değilim. Lâkin ben sizin üzerinize dünyâya rağbet
etmenizden, dünyâ hakkında nefsâniyet yarışına girişip birbirinizle
didişmenizden endîşe ederim".
Ukbe ibn Âmir: İşte
Rasûlullah'ı bu görüşüm, minber üzerinde O'nu son görüşüm oldu, demiştir [105].
86-.......
el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Biz o gün, yânî Uhud günü müşriklerle
karşılaştık. Peygamber (S) okçulardan ibaret olan bir askerî birliği yerlerine
oturttu, başlarına da Abdullah ib-nu Cubeyr'i kumandan ta'ynı etti ve onlara:
— "Bizim düşmanlara gâlib geldiğimizi
görseniz de yerlerinizden ayrılmayın, düşmanların bize gâlib geldiklerini
görseniz de yine yerlerinizden ayrılmayın, bize yardım da etmeyin (yânî hiçbir
surette mevziini terketmeyin)*1 emrini verdi.
Biz düşmanlarla
karşılaşıp harbe girişince, müşrikler bozularak kaçtılar, hattâ ben kadınları
bacaklarından örtülerini kaldırmışlar ve ayaklarındaki halkaları meydana çıkmış
olarak dağda sür'atle yürüyüp kaçarlarken gördüm. Bu sırada müslümânlar:
— Ganîmet alın! Ganimet alın! demeye
başladılar. Bu durumda Abdullah ibnu Cubeyr:
— Peygamber (S) benden
yerlerinizden ayrılmama ahdi aldı, dedi.
Maiyyetindeki okçular
dayatınca yüzleri döndürüldü (yânî şaşırıp nereye gideceklerini bilemediler).
Akabinde müslümânlardan yetmiş kişi şehîd edildi. Ebû Sufyân Sahr ibnu Harb
yükseğe çıktı da:
— Topluluk içinde Muhammed var mı? diye
seslendi. Peygamber (S):
— "Ebû Sufyân'a cevâb vermeyiniz''
buyurdu. Ebû Sufyân bu sefer:
— Topluluk içinde Ebû
Kuhâfe'nin oğlu (Ebû Bekr) var mıdır? dedi.
Peygamber yine:
— "Ebû Sufyân'a cevâb vermeyin"
buyurdu. Ebû Sufyân tekrar:
— Topluluk içinde Hattâb oğlu var mıdır? diye
sordu.
Bu sorularına cevâb
alamayınca Ebû Sufyân, arkadaşlarına döndü de:
— Şübhesiz bunlar
öldürülmüşlerdir, şayet diri olsalardı cevâb verirlerdi, dedi.
Bu sırada Umer nefsine
mâlik olamadı da:
— Yalan söyledin ey
Allah'ın düşmanı! Allah seni üzecek -yâhud horlayacak- şeyleri, senin aleyhine
bakî kılmıştır, dedi.
Ebû Sufyân:
— Yâ Hubel! Yüksel, işin yükselsin! dedi.
Peygamber (S):
— "Ebû Sufyân'a cevâb verin" buyurdu.
— Ne söyleyelim? dediler. Peygamber:
— "Allah en yüksek ve en uludur
deyin" buyurdu. Ebû Sufyân:
— Bizim için el-Uzzâ var, sizin Uzzâ'mz yoktur,
dedi. Peygamber:
— "Ona cevâb veriniz" buyurdu.
Sahâbîler:
— Ona ne söyleyelim? dediler. Peygamber:
— "Allah bizim Mevlâ'mızdır, sizin
mevlâmzyoktur deyin" buyurdu.
Ebû Sufyân:
— Bu, Bedir gününe
mukaabil bir gündür. Harb nevbet nevbet-tir (yânî bir nevbet sizin lehinize,
bir nevbet bizim lehimizedir). Sizden öldürülenlerde kulak ve burun kesilmesi
bulacaksınız; bunu ben emretmedim. Bunu emretmemiş olsam da bu müsle işi beni
kötüleştirmez, dedi [106].
Bana Abdullah ibnu
Muhammed haber verdi. Bize Sufyân ibnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti
ki, Câbir ibn Abdillah (R):
Birtakım insanlar Uhud
gününün sabahında şarâb içtiler, sonra (o şarâb karınlarında iken) şehîd olarak
öldürüldüler, demiştir [107].
87-.......Bize
Şu'be, Sa'd ibnu İbrahim'den; o da babası İbrahim'den haber verdi ki, babası
Abdurrahmân ibn Avf oruçlu bulunduğu bir gün, önüne iftar sofrası getirilmiş.
Abdurrahmân ibn Avf (bu zengin sofraya bakıp) şöyle demiştir:
— Mus'ab ibnu Umeyr,
(Uhud günü) şehîd edildi. Hâlbuki Mus'-ab, benden çok hayırlı idi. Bu şehîd,
kefen yerine bir kaftana sarılmıştı ki, bununla başı örtülse ayaklan
açılıyordu; ayakları örtülse başı açılıyordu.
Râvî îbrâhîm dedi ki:
Öyle sanıyorum ki, babam Abdurrahmân ibn Avf, sözüne şöyle devam etti:
— Yine Uhud'da Hamza
da şehîd edildi. O da benden hayırlı idi. (O da böyle kefenlendi. Onlar böyle
zühdî bir hayât içinde âhire-te gittiler.) Sonra dünyâdan bize serilen
ni'metler önümüze serildi -yâhud da babam: Dünyâdan bize verilen ni'metler
verildi-. Biz âhi-ret için kazandığımız hasenelerimizin acele edilip de dünyâda
bize verilmiş olmasından endîşe etmişizdir, dedi. (O şehîdlerin yüksek derecelerine ulaşmanın
geciktiğine üzüldü.)
Sonra ağlamaya
başladı, hattâ iftar yemeğini terkeyledi [108].
88-.......Câbir
ibnu Abdillah (R) şöyle demiştir: Bir er kişi Uhud günü Peygamber(S)'e:
— Ben öldürülürsem,
benim nerede olacağımı bana haber ver! dedi.
Peygamber:
— "Cennette (olursun)" buyurdu.
Bunun üzerine o kişi,
elindeki yemekte olduğu hurmaları hemen yere attı ve sonra harbe girişti de şehîd
oluncaya kadar vuruştu [109].
89-.......Habbâb
ibn Erett (R) şöyle demiştir: Bizler (dünyâyı değil) Allah rızâsını arayarak,
Rasûlullah'ın beraberinde hicret ettik. Artık ecrimiz (Allah'ın va'di gereği)
Allah'a vâcib oldu. Bizlerden buradaki ecrinden hiçbirşey yemeden âhirete
geçenler, yâhud gidenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibnu Umeyr'dir. O, Uhud
günü şehîd edildi. Geriye bir kaftandan başka birşey bırakmadı. Biz onun başını
bu kaftânıyle örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor, bu kaftanla ayaklarını
örttüğümüzde başı meydana çıkıyordu. Bu yokluk karşısında Peygamber (S) bize:
— "Bu kaftan ile şehidin başını örtün,
ayakları üzerine de ızhır denilen ot koyun "; yâhud: "Ayakları
üzerine ızhır atın" buyurdu.
Bizlerden, kendilerine
hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi dev-şirenler de vardır [110].
Ve bize Hassan ibnu
Hassan haber verdi: Bize Muhammed ibnu Talha tahdîs etti: Bize Humeyd et-Tavîl,
Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Enes ibn Mâlik'in amcası Enes
ibnu'n-Nadr, Bedir harbinde hernasılsa bulunamamıştı. Bundan dolayı kendisi:
— Ben, Peygamber'in
ilk harbinde bulunamadım. Vallahi eğer Allah beni Peygamber'in beraberinde
müşriklerle yapılacak harb meydanında hazır bulundurursa, yapacağım yiğitlik
çalışmalarımı, kahramanlık faaliyetlerimi Allah elbette herkese gösterecektir,
derdi.
Enes ibnu'n-Nadr Uhud
harbine katıldı, orada insanlar bozulunca:
— Yâ Allah, şunların,
yânı müslümânların yaptıkları bozgunculuktan Sana karşı özür beyân edip
kabulünü isterim. Şu müşriklerin yaptıkları cinayetlerden de Sana sığınırım,
dedi ve kılıcı ile müşriklere doğru ilerledi.
Bu sırada Sa'd ibn
Muâz'a rastgelip, ona:
— Ey Sa'd, nereye
çekiliyorsun? Muhakkak ki, ben cennetin kokusunu Uhud Dağı'nın önünde
buluyorum, deyip çarpışmaya geçti ve harb meydanında yiğitlik hârikaları
gösterdi; sonunda şehîd edildi.
İbnu'n-Nadr'in cesedi
tanınmadı. Nihayet onu kızkardeşi (er-Rubeyy' bintu'n-Nadr) vücudundaki bir
ben'den yâhud parmak uçlarından tanıyabildi. Enes ibnu'n-Nadr'm vücûdunda
büyük küçük seksenden fazla mızrak, kılıç ve ok yarası sayılmıştı [111].
90-.......Bize
İbnu Şihâb tahdîs etti. Bana Hârice ibnu Zeyd ibn Sabit haber verdi ki, kendisi
babası Zeyd ibn Sâbit'ten şöyle derken işitmiştir: Ben Kur'ân'ın sahîfelerini
Mushaf'a yazdığımız sıra el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti kaybettim. Ben o âyeti
Rasûlullah okurken işitip durduğum hâlde yazılı olarak bulamamıştım. Biz o
âyeti araştırdık ve nihayet onu, -Rasûlullah'in şâhidliğini iki şâhid yerine
tuttuğu- Huzeyme ibn Sabit el-Ensârî'nın yanında bulduk: "Mü 'minler
içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan
kimi adadığını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir suretle ahidlerini
değiştirmediler" (ei-Ahzâb: 23).
En sonu biz bu âyeti
de (hey'etin karanyle tevatürü sabit olduğu için) Mushaf'taki sûresine koyduk [112].
91-.......Zeyd
ibn Sabit (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud gazvesine çıktığı zaman
(Medîne ile Uhud arasındaki Şevt bustânın-da) beraberinde yola çıkmış
olanlardan birtakım insanlar geri döndüler. Peygamber'in sahâbîleri iki fırka
oldular. Bir fırka: Biz bu geri dönen münafıklarla harb ederiz, diyor; diğer
fırka da: Biz (onlar müs-lümân oldukları için) onlarla harb etmeyiz, diyordu.
Bu görüş ayrılığı üzerine şu âyet indi: "Siz hâlâ niçin münafıklar
hakkında -Allah onları kazandıkları (bunca günâhlar) yüzünden tepesi aşağı
getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz? Allah 'in saptırdığını siz mi doğru yola
getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol
bulamazsın" (en-Nisâ: 88).
Peygamber (S):
"Medîne Taybe'dir; ateş gümüşün pisliklerini giderdiği gibi Medîne de günâhları
dışarıya atar" buyurdu [113].
"O zaman
içinizden iki zümre za'f göster (mek istejmişti. Hâlbuki onların yardımcısı
Allah 'ft.
Müzminler ancak
Allah'a güvenip dayanmalıdır' (Âlu İmrân: 122).
92-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Şu "O zaman içinizden iki zümre za'f
göstermişti..." (Âlu İmrân: 122) âyeti, biz En-sâr1 topluluğu hakkında,
yânî Hazrec'den Benû Selime ve Evs'ten Benû Harise toplulukları hakkında
inmiştir. Ben, Yüce Allah "Hâlbuki onların yardımcısı Allah'tı"
buyurup dururken, bu âyetin bu sebeb-le inmemiş olmasını arzu etmem [114].
93-.......Câbir
(ibn Abdillah-R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana:
— "Yâ Câbir, nikâh ettin mi (yânî evlendin
mi).?>> diye sordu. Ben:
— Evet evlendim,
dedim. Rasûlullah:
— "Ne ile evlendin; kızla mı yoksa dul ile
mi?" diye sordu. Ben:
— Kız ile değil, fakat bir dul ile evlendim,
dedim Rasûlullah:
— "Seninle oynaşacak bakire bir kızla
evlenseydin yâ!" buyurdu.
Ben de:
— Yâ Rasûlallah! Babam
Uhud'da şehîd edildi. O geriye dokuz kız çocuğu bıraktı. Onlar benim dokuz tane
kızkardeşierimdir. Ben onlara kendileri gibi bilgisiz, tecrübesiz bir kız
getirmemi istemedim de onların saçlarını tarayacak ve onların işlerini görecek
bir kadınla evlendim, dedim.
Rasûlullah:
— "Böyle bir kadın almakla isabet ettin,
doğru yaptın" buyurdu [115].
94-.......eş-Şa'bî
şöyle demiştir: Bana Câbir ibnu Abdillah (R) tahdîs etti ki, babası Abdullah
ibn Amr ibn Haram Uhud harbinde şehîd edilmiş ve arkasında büyükçe bir borç ile
(evlenmemiş) altı tane kız çocuğu bırakmış. Nihayet hurma mahsûlünü kesme
zamanı gelmiş.
Câbir dedi ki: Ben
Rasûlullah'a geldim de:
— (Yâ Rasûlallah)
bilmektesin ki, babam Uhud günü şehîd edilmiş ve ardında çokça bir borç yükü
bırakmıştır. Ben alacaklı olan kimselerin Seni görmelerini arzu ediyorum!
dedim.
Rasûlullah (S):
— "Sen hurmalığına git ve her çeşit
hurmayı bir tarafa yığ!" buyurdu.
Ben gidip hurmaları
buyurduğu gibi ayrı ayrı yığdım. Sonra kendisini çağırdım. Alacaklılar
Peygamber'i görünce istedikleri alacağın bu saatte ödenmesini ısrar eder gibi
davrandılar. Peygamber onların yapmakta oldukları ısrarı görünce, en büyük
yığının etrafında üç defa dolaşıp yaklaştı da sonra onun üzerine oturdu.
Sonra:
— "Alacaklı arkadaşlarını kendine
çağır!" buyurdu.
Artık ölçücü kişi
alacaklılar için ölçmeye devam etti. Nihayet Allah babam adına, onun emânetini
tamamen ödedi. Ben ise kizkar-deşlerime bir tek hurma götürmeyerek, sırf
babamın emânetim Allah'ın ödemesinden razı oluyordum. Allah yığınların hepsini
selâmete çıkardı, hattâ ben Peygamber'in üzerinde durduğu yığma bakıyordum;
ondan bir tek hurma eksilmemiş gibiydi [116].
95-.......Sa'd
ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Uhud günü Rasûlullah'ı, yanında iki
kişi olduğu hâlde gördüm. Bu iki kişi Rasûlullah'ı savunmak için harb
ediyorlardı, üzerlerinde beyaz elbiseler vardı. Bunlar-Âdem oğullarının en
şiddetli çarpışması gibi savaşıyorlardı. Ben bu iki kişiyi ne Uhud'dan önce,
ne de sonra gördüm [117].
96-.......Bize
Hâşim ibnu Hâşim es-Sa'dî tahdîs edip şöyle dedi: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den
işittim, şöyle diyordu: Ben Sa'd ibnu Ebî Vakkaas'tan işittim, şöyle diyordu:
Peygamber (S) Uhud günü ok kabındaki oklarını çıkarıp bana verdi de: "At
(yâ Sa'd)/ Babam anam sana feda olsun!" dedi [118].
97-.......Yahya
ibnu Saîd el-Kattân şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den işittim, şöyle
dedi: Ben Sa'd ibn Ebî Vakkaas-(R)'tan işittim: Peygamber (S) Uhud günü benim
için babasını ve anasını feda etmekte birleştirdi, diyordu.
98-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Sa'd ibnu Ebî Vakkaas (R): Yemîn olsun Uhud
günü Rasûlullah (S) ana ve babasmı, bunların her ikisini de benim için feda
etmek üzere bir yere getirdi, dedi. Sa'd ibn Ebî Vakkaas, kendisi harb ederken
Rasûlullah'm kendisine hitaben: "Babam ve anam sana feda olsun"
dediğini kasdediyor.
99-.......Abdullah
ibnu Şeddâd şöyle demiştir: Ben Alî ibn Ebî Tâlib'den işittim, şöyle diyordu:
Ben Peygamber(S)'in Sa'd'dan başka hiçbir kimseye feda etmek üzere, babasını ve
anasını birleştirdiğini işitmedim.
100-.......Abdullah
ibn Şeddâd'dan: Alî ibn Ebî Tâlib (R) şöyle demiştir: Ben, Peygamber (S)'in,
hiçbir kimseye feda etmek üzere babasını ve anasını birleştirdiğini işitmedim,
yalnız Sa'd ibn Mâlik (yânî Ebû Vakkaas) müstesna. Çünkü ben, muhakkak olarak
Pey-gamber'in Uhud günü: "Yâ Sa'd, babam anam sana feda olsun, at!"
buyurduğunu işittim.
101-.......Ebû
Usmân Abdurrahmân en-Nehdî: Kendilerinde mu-
kaatele yapılan bu
harb günlerinin bâzı saatlerinde Peygamber(S)'in yanında Talha ile Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'tan başka kimse kalmamıştır, demiştir.
Bu bilgi, Talha ile
Sa'd'ın hadîslerinden alınmıştır.
102-.......Muhammed
ibnu Yûsuf şöyle demiştir: Ben es-Sâib ibnu Yezîd'den işittim, şöyle dedi: Ben
Abdurrahmân ibnu Avf a Tal-ha ibnu Ubeydillah, el-Mıkdâd ibnu'l-Esved ve Sa'd
ibn Ebî Vak-kaas'la sohbet edip beraber bulundum. Bunların hiçbirinin
Peygam-ber'den hadîs tahdîs ettiğini işitmedim. Yalnız Talha'dan Uhud gününü
tahdîs ederken işittim.
103-.......Kays
ibn Ebî Hazım: Ben Uhud günü Talha'nın çolak olan elini gördüm. Talha, bu
kesik eliyle Uhud günü Peygam-ber'i koruyordu, demiştir [119].
104-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Uhud günü olup da insanlar Peygamber'in yanından
dağıldıkları zaman Ebû Talha, Peygamber'in önünde kendi kalkanını Peygamber'e
siper yaparak, oradan hiç ayrılmadı. Ebû Talha ok yayım çok sert çeken bir
atıcı idi. Uhud günü o, elinde iki yâhud üç yay kırdı. Yanından ok dolu kubur
ile geçen kimse olurdu da Peygamber ona: "Ok kabını Ebû Talha'ya
boşalt!" derdi.
Enes dedi ki:
Peygamber yükselir, askere bakarsa hemen Ebû Talha:
— Babam anam Sana feda
olsun, yükselme! Düşman oklarından bir okun Sana isabet etmesinden korkarım.
İşte göğsüm Senin göğsüne siperdir! derdi.
Yine Enes dedi ki:
Yemîn olsun ki, ben o tehlikeli Uhud gününde Ebû Bekr'in kızı Âişe'yi ve anam
Ümmü Suleym'i gördüm. Bunların her ikisi de eteklerini çemreyip sıvamışlar,
ben onların bacakla-rındaki halhallan görüyordum. Onlar su kırbalarını
taşıyorlar ve onları yaralı askerlerin ağızlarına boşaltıyorlardı. Yemîn olsun
o gün Ebû Talha'nın elinden iki yâhud üç defa kılıcı düşmüştü [120].
105-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Uhud günü olduğu zaman müşrikler bozulunca Allah'ın la'neti
üzerine olası İblîs, müslümân-lara:
— Ey Allah'ın kulları,
arka tarafınızda bulunanlarınızdan sakının! diye bağırdı.
Bu bağırma üzerine
müslümân ordusunun öncüleri, arkalarında bulunanları müşriklerden sanarak
geriye döndüler. Akabinde öncüler ve arkalarından gelenler birbirlerini
öldürmeye giriştiler. Bu sırada Huzeyfe ibnu'l-Yemân bir de baktı ki, babası
Yemân'ı müslümanlar müşriklerden sanarak öldürmekteler. Bu anda Huzeyfe:
— Ey Allah'ın kullan!
Bu babamdır, bu babamdır; onu öldürmeyin! dedi.
Urve dedi ki: Âişe
şöyle dedi: Allah'a yemîn ederim ki, müslü-mânlar ondan ayrılmadılar ve nihayet
onu öldürdüler, Huzeyfe, müs-lümânların bir yanlışlıkla babasını öldürmelerine
karşı yalnız:
Sizi Allah mağfiret
etsin. O, acıyanların en acıyıcısıdır" (Yûsuf: 92) demekle yetindi.
Urve dedi ki: Vallahi
Huzeyfe Azîz ve Ceiîl olan Allah'a kavuşuncaya kadar, babasını öldüren için
yaptığı duâ ve istiğfardan olan hayrın bakiyyesi, yânî üzüntüsü Huzeyfe'de
devam edip durmuştur [121].
"Basurtu";
"Basiretten bir iş hakkında bildim"; "Absartu" ise
"Gözün görmesinden gördüm" demektir. "Basartu" ve
"Absartu" bir ma'nâyadır da denilir [122].
"Hakikat iki ordu
karşılaştığı gün içinizden geri dönenler (yok mu?) Onları irtikâb ettikleri
bâzı şeyler yüzünden ancak şeytân kaydırmak istedi. Andolsun Allah (yine)
onları affetti. Çünkü Allah, şübhesiz çok mağfiret edicidir, çok şefkatlidir"
(âiu imrân: 155) [123].
— Bilirsin ki, Usmân,
Bedir'den kaybolup, Bedir harbinde hazır bulunmamıştır, dedi.
İbnu Umer:
— Evet bilirim, dedi.
Yine o zât:
— Bilirsin ki Usmân,
Bey'atu'r-Rıdvân'dan da geriye kalmış ve o bey'atte hazır bulunmamıştı, dedi.
İbn Umer:
— Evet bilirim, dedi.
Râvî dedi ki: Bu
cevâblar üzerine o zât kendi fikrine uygun ce-vâblar aldığını sanıp, bunları
beğenerek:
— Allâhu Ekber! diye
tekbîr getirdi.
îbn Umer (onun yanlış
düşüncelerini değiştirmek üzere) şöyle demiştir:
— Buraya gel de
sorduğun şeylerin hakîkatini sana haber vereyim ve açıklayayım: Usmân'ın Uhud
günü kaçması keyfiyetine gelince; ben şehâdet ederim ki, Allah (bütün
müslümânlarla birlikte) ondan bu kusuru affetmiştir [124].
Bedir'den kaybolmasına gelince; Ra-sûlullah'ın kızı Rukayye, Usmân'ın nikâhı
altında idi ve hasta bulunuyordu [125].
Peygamber, Usmân'a hitaben: "Senin için Bedir'de bulunan bir gâzî sevabı
ve bir gâzî ganimet payı vardır " buyurup ona izin vermişti. Rıdvan
Bey'ati'ndan uzak kalması da (Mekke'ye vazîfe ile gönderilmiş olmasındandır).
Şu muhakkak ki eğer Mekke vadisinde Usmân ibn Affân'dan daha azîz (yânî şerefli
ve nüfuz sahibi) bir kimse bulunsaydı, elbette Rasûlullah, Usmân'ın yerine onu
gönderirdi. Rasûlullah, Usmân'ı Mekke'ye gönderdi ve Usmân Mekke'ye gittikten
sonra Rıdvan Bey'atı yapıldı. Usmân'ın bu şerefli bey'-attan mahrum olmaması
için Peygamber sağ elini işaret ederek: "İşte bu, Usmân'ın elidir"
buyurup, onunla sol eli üzerine vurdu da: "İşte bu, Usmân'ın
bey'atıdır!" buyurdu.
Abdullah ibn Umer o
zâta (bu bilgileri verdikten sonra):
— Artık sana verdiğim
bu cevâblarla beraber şimdi gidebilirsin, dedi.
"O vakit siz
(harb meydanından) boyuna uzaklaşıyor, bir kimseye dönüp bakmıyordunuz* O Rasûl
ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Bunun üzerine Allah sizi keder üstüne kederle cezalandırdı,
(Allah'ın sizi affetmesi) ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene esef
etmemeniz içindir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (ÂIu İmrân:
153).
Âyetteki
"Tus'idune", "Es'ade"den olup "Gidiyordunuz"
demektir. Sulâsî olan "Sa'ide" ise "Evin üstüne çıktı, yânî
yükseldi" demektir.
107-.......Ebû
İshâk dedi ki: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah'ın
(başlıktaki âyette bildirilen) bu çağrısı Uhud günü piyadelerin arka tarafına
yerleştirdiği ve Abdullah ibn Cu-beyr'in kumandasına verdiği okçulara âid idi.
Onların bâzısı bozulmuşlar olarak kaçtıkları zaman, Rasûlullah (S), onların
arkalarından ("Ey Allah'ın kulları, bana geliniz! Ey Allah'ın kulları,
bana geliniz Her kim dönüp gelirse ona cennet vardır!" diye) onları
çağırıyordu [126].
"Sonra o kederin
ardından Allah üzerinize Öyle bir emînlik, öyle bir uyku indirdi ki, o,
içinizden bir zümreyi örtüp buruyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüştü [127]. Allah'a
karşı câhiliyet zannı gibi hakka aykırı bir zann besliyorlar ve: 'Bu işten bize
ne?' diyorlardı. 'Bütün iş Allah'ndır!'de. Onlar sana açıklayamayacaklarını içlerinde
saklıyorlar ve: 'Bize bu işten birşey (bir pay) olsaydı burada Öldürülmezdik' diyorlardı.
Onlara şöyle de: 'Siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi
yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp
gideceklerdi. (Allah bunu) göğüslerinizin içindekini yoklamak,
yüreklerinizdekini temizlemek için yaptı. Allah, sineler deki özü hakkıyle
bilendir" (Âiu îmrân: 154)
Ve bana Halîfe ibnu
Hayyât söyledi: Bize Yezîd ibnu Zuray' tah-dîs etti: Bize Saîd ibn Ebî Arûbe,
Katâde'den; o da Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Talha (R) şöyle demiştir: Ben,
Uhud günü kendisini uyku bürüyen kimseler içinde idim. Birkaç defa elimden
kılıcım düşünceye kadar uykuya dalmıştım. Kılıcım düşerdi, ben de onu alırdım,
Tekrar düşerdi, ben yine alırdım [128].
"İşten hiçbir şey
sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yâhud onları,
kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" (âiu imrân: 128).
Humeyd et-Tavîl ile
Sabit el-Bunânî söylediler ki1[129], Enes
ibn Mâlik şöyle demiştir: Uhud günü Peygamber(S)*in başı yarıldı da
"Peygamberlerini yaralayan bir kavim nasıl kurtulur?" dedi. Bunun üzerine
"İşten hiçbirşey sana âid değildir... " (âiu î 128) âyeti indi.
108-.......Salim,
babası Abdullah ibn Umer'den tahdîs etti ki, o, Rasûlullah (S) -yaralanıp dişi
kırılınca- sabah namazının son rek'-atinde rukû'dan başını kaldırınca
"Semiallâhu limen hamidehu. Rabbena leke'l-hamdu (= Allah kendisini öven
kişinin övgüsünü işitti. Ey Rabb'imiz, övülme yalnız Senin hakkındır)"
dedikten sonra: "Yâ Allah! Futana, Fulâna ve Fulâna la'net eyle"
derken işitmiştir. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah: 'i'İşten hiçbirşey
sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yâhud onları,
kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" (Âiu imrân: 128)
âyetini indirmiş-tir.
Ve Hanzala ibn Ebî
Sufyân'dan: O da şöyle demiştir: Ben Salim ibn Abdillah'tan işittim, şöyle
diyordu: Rasûlullah (S), Safvân ibn Umeyye, Sehl ibnu Amr, el-Hâris ibn Hişâm
aleyhine beddua ederdi . Bu beddua üzerine: ''İşten hiçbirşey sana âid
değildir... " âyeti sonuna kadar indi [130].
109-.......Ve
Sa'lebetu'bnu Ebî Mâlik şöyle demiştir: Umer ibnu'I-Hattâb (R) bir kerresinde
Medîne kadınlarından birtakım kadınlar arasında yünden yâhud ipekten yapılmış
kadın elbiseleri dağıttı da, o elbiselerden iyi bir elbise artakaldı. Yanında
bulunan kimselerin bâzısı Umer'e:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, şunu da senin yanında bulunan Ra-sûlullah'ın kızma ver, dediler.
Ve onunla, Umer'in
zevcesi olan Alî'nin kızı Ümmü Kulsüm'ü kasdediyorlardı. Umer de:
— Bu elbiseye Ümmü
Selît daha lâyıktır. Ümmü Selît, Rasûlul-lah'a bey'at eden Ensâr
kadınlarındandır, dedi de bu daha lâyık oluşun sebebini şöyle belirtti:
— Çünkü Ümmü Selît,
Uhud günü bizim için su kırbalarım dikerdi (onları yüklenir taşırdı) [131].
110-.......
Amr ibnu Umeyye ed-Damrî'nin oğlu Ca'fer şöyle demiştir: Bir ara ben,
Übeydullah ibn Adiyy ibni'l-Hıyâr ile seyahate çıktım. Hımıs'a vardığımızda
Übeydullah bana:
— Vahşî'yi görmek
ister misin? Ona Hamza'yı öldürmesini sorarız, dedi.
Ben de:
— Evet, dedim.
O sırada Vahşî
Hımıs'ta oturuyordu. Biz Vahşî'nin nerede bulunduğunu sorduk. Bize şu köşkün
gölgesinde oturan Vahşî'dir diye gösterildi. O, büyük bir yağ tulumu gibi semiz
(kızıl gözlü) bir kişi idi. Yanına gittik, biraz irkilip selâm verdik,
selâmımızı karşıladı. Übeydullah o sırada sarığını yüzüne, başına dolamıştı.
Vahşî onun yalnız gözleriyle ayaklarını görüyordu. Ubeydullah ona:
— Ey Vahşî, beni
tanıyor musun? diye sordu.
Vahşî, Ubeydullah'ı
şöyle gözüyle süzdükten sonra, şöyle dedi:
— Hayır vallahi
tanımadım. Yalnız bilmekte olduğum bir husus, şudur: Adiyy ibnu'l-Hıyâr (soran
Ubeydullah'm babası), Ebü'l-I'ys kızı Ümmü Kıtal denilen bir kadınla
evlenmişti. Bu kadın Mekke'de Adiyy'e bir oğlan doğurmuştu. Ben de bir süt ana
arayıp bulmuş ve bu çocuğu anasıyle beraber taşıyıp süt-anaya götürmüştüm
(Deve üstünde o çocuğun ayaklarını görmüştüm). Ayakların o çocuğun ayakları
gibi olduğu için, ayaklarına dikkatle baktım ) [132].
Hadîsin birinci râvîsi
Ca'fer şöyle dedi: Bunun üzerine Ubeydullah, yüzünden sarığı açtı. Sonra
Vahşî'ye:
— Artık şimdi bize Hamza'nın
öldürülmesini anlatır mısın? dedi.
Vahşî:
— Evet, diyerek şöyle
anlattı: Hamza, Bedir harbinde Tuayme ibn Adiyy ibni'l-Hıyâr'ı öldürmüştü.
Efendim olan Cubeyr ibn Mut'ım bana: Eğer amcam Tuayme'ye karşılık Hamza'yı
öldürürsen sen hürr-sün, dedi.
Vahşî dedi ki:
— Ayneyn yılı insanlar
Medîne'ye sefere çıkınca -Ayneyn, Uhud Dağı yanında bir dağdır; bununla Uhud
arasında bir vâdî vardır- ben de onlarla beraber o harbe çıktım. İnsanlar harb
nizâmında saff olup sıralandıkları zaman (Kureyş tarafından) Sibâ' ortaya çıktı
ve cenk edecek bir mubâriz istedi.
Vahşî dedi ki:
— Ona karşı Abduhmıttalib'in oğlu Hamza ortaya
çıktı da:
— Ey Sibâ'! Ey kadın sünnetçisi olan Ümmü
Enmâr'ın oğlu! Allah'a ve Rasûlü'ne muhalefet etmek mi istersin? dedi.
Vahşî dedi ki:
— Sonra Sibâ' üzerine
yürüdü. Sibâ' giden dünkü gün gibi yok oldu (yânî Hamza onu öldürdü).
Vahşî dedi ki:
— Bu sırada ben
Hamza'yı vurmak için bir taş arkasına gizlendim. Hamza bana yaklaşınca harbemi
(kısa mızrağımı) ona attım ve mızrağımı Hamza'nın kasığına yerleştirdim. Mızrak
Hamza'nın tâ iki uyluk üstünün arkasından çıkmıştı. İşte bu mızrak Hamza'yı
olduğu yere çökertti (yânî onu öldürdü). Mekkeliler harbden dönerlerken ben de
onlarla beraber geri döndüm. Ve Mekke'de İslâm Dîni yayılın-caya kadar orada
oturdum. Sonra (Mekke'nin fethi üzerine) Taife kaçıp gittim. O sırada Tâifliler
(toptan İslâm'a girdiklerini arzetmek üzere) Allah'ın Rasûlü'ne elçi
gönderdiler. Bana da (korkma git), Rasûlullah hiçbir elçiyi ürkütmez denildi [133].
Ben de elçi hey'etiyle beraber yola çıktım. Tâ Rasülullah'ın huzuruna kadar
vardım. Rasû-lullah beni görünce:
— "Sen Vahşî misin?" buyurdu. Ben:
— Evet, dedim. Rasûhıllah:
— "Hamza'yı sen mi öldürdün?"
buyurdu.
— Bu iş sana erişen haber şeklinde oldu, dedim.
Rasûlullah:
— "Yüzünü benden kaybetmeye (yânı
saklamaya) gücün yeter mi?" buyurdu.
Vahşî dedi ki:
— Ben de hemen
huzurdan çıktım. Rasûlullah vefat edip de (Ebû Bekr zamanında)
Museylimetu'l-Kezzâb çıkınca (kendi kendime) tam sırasıdır, muhakkak ben
Museylime'ye karşı çıkarım. Umarım ki ben Museylime'yi öldürürüm de bu
hizmetimle Hamza'ya karşı işlediğim cinayeti karşılarım, dedim. Ve Museylime
üzerine sevk olunan ordu ile hareket ettim. Bu muharebede gâlib ve mağlüb olan
oldu. Ben de birden yıkık bir duvarın karaltısında bir kişinin (Museylime'nin)
durduğunu gördüm. O sanki esmer bir deve renginde yüzü kül gibiydi, başının
saçı da dağınık bir hâlde idi.
Vahşî dedi ki:
— Ben hemen (Hamza'yı
vurduğum) harbemi ona attım ve harbemi onun iki memesi arasına yerleştirdim.
Nihayet harbem onun iki küreği arasından çıktı.
Vahşî dedi ki:
— Bunun üzerine
Ensâr'dan bir kişi ona doğru koştu ve başına kılıçla vurdu [134].
Abdulazîz ibn Abdillah
ibn Ebî Seleme geçen senedle dedi ki: Abdullah ibnu'1-Fadl şöyle dedi: Bana
Süleyman ibnu Yesâr haber verdi ki, kendisi Abdullah ibnu Umer'den şöyle derken
işitmiştir: Museylime'nin öldürülmesi üzerine bir evin arkasından bir câriye
ağlayarak:
— Vâh
Emîru'l-Mü'minîn'e yazık oldu! Onu siyah bir köle (yâ-nî Vahşî) öldürdü, diye
matem etti [135].
111-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Uhud günü rabâiye dişini işaret
ederek: "Peygamberlerine şu cinayeti işleyen bir kavim hakkında Allah 'in
intikaamı şiddetli oldu" buyurdu.
Yine Rasûlullah;
"Allah Elçisi'nin (kendi eliyle) Allah yolunda öldüreceği kişi hakkında
Allah 'in intikaamı şiddetli oldu " buyurdu.
112-.......İbnu
Abbâs (R): Peygamber'in (kendi eliyle) Allah yolunda öldürdüğü kişi üzerine
Allah'ın gazabı şiddetli oldu. Allah Peygamberi'nin yüzünü yaralayıp kan akıtan
bir kavim üzerine Allah'ın öfkesi şiddetli oldu, demiştir [136].
(Bu geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
113-.......Ebû
Hazım, Sehl ibn Sa'd'dan işitmiştir. Şehre Rasûlullah'ın yarasından soruldu da
şöyle dedi:
— Dikkat edin, vallahi
ben Rasûlullah'ın yarasını yıkamakta olanı, suyu dökmekte olanı ve yaranın ne
ile tedâvî edildiğini pek iyi biliyorum.
Sehl dedi ki:
— Rasûlullah'ın kızı
Fâtıma aleyhi's-selâm yarayı yıkıyordu, Alî de kalkan ile suyu döküyordu.
Fâtıma suyun kanı artırmaktan başka birşey yapmadığım görünce oradaki bir
hasır parçasını alıp yaktı ve o yanığı yaranın üzerine bastı da böylece kanın
akması durdu. O gün Peygamber'inrabâiye dişleri kırıldı, yüzü yaralandı ve
başındaki miğferi de kırıldı.
114-.......
İbn Abbâs (R): Bir peygamberin öldürdüğü kişiye Allah'ın öfkesi şiddetli oldu.
Allah Elçisi'nin yüzünü kanatan kimse üzerine de Allah'ın öfkesi şiddetli oldu,
demiştir.
"Allah'ın ve
Rasûlü'nün da'vetine icabet edenler... " (Âlu İmrân: 172).
115-.......Âişe
(R) şu âyetin inme sebebini bildirmek üzere şöyle demiştir: "Kendilerine
yara isabet ettikten sonra yine Allah 'in ve Rasülü 'nün da 'vetine icabet
edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve (fenalıktan) sakınanlar için pek büyük
mükâfat vardır" (Âiu imrân: i?2).
Âişe, Zubeyr'in oğlu
Urve'ye:
— Ey kızkardeşimin
oğlu! Baban Zubeyr ile Ebû Bekr, bu âyette bildirilen bahtiyar
mü'minlerdendir, demiş ve şöyle devam etmiştir:
— Uhud günü
Rasûlullah'a isabet eden istenilmedik fenalık eriştiği, müşrikler de geri
dönüp gittikleri zaman Rasûlullah, onların tekrar Medine üzerine dönmelerinden
endîşe etmişti. Bu sebeble: "Düşmanların ardısıra kim gidip onları ta'kîb
eder?" buyurdu. Bu da'vet üzerine sahâbîlerden yetmiş kişi icabet etti
ki, Ebû Bekr ile Zubeyr bunların içinde idiler [137].
Hamza ibnu
Abdilmuttalib, el-Yemân, Enes ibnu*n-Nadr, Mus'ab ibnu Umeyr onlardandır.
116-.......Katâde
ibn Diâme: Ben Arab kabîleleri içinde Ensâr'dan daha çok şehîd vermiş ve
kıyamet günü onlardan daha azîz olmuş hiçbir kabîle bilmiyorum, demiştir.
Yine Katâde birinci
sözünün şahinliğine delîl getirerek şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs
etti ki, Uhud günü onlardan, yânî Ehsâr'dan yetmiş kişi; Maûne Kuyusu günü de
yetmiş kişi; Yemâme gününde de yetmiş kişi öldürülmüştür.
Katâde: Maûne Kuyusu
vak'ası Rasûlullah'ın zamanında oldu. Yemâme günü, Ebû Bekr zamanında Yalancı
Peygamber Museylime ile harb yapılan gündür, demiştir [138].
117-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlulah (S) Uhud şehîdlerinden ikişer
kişiyi bir kabirde yerleştiriyordu [139]. Ve
bize:
— "Bunların hangisi Kur'ân'ı daha çok
öğrenmiştir?" diye soruyordu.
Bu çift şehîdlerden
birisine işaret edilince, onu kabre önce koyuyordu. Ve sonra:
— "Kıyamet gününde ben bu mücâhidlerin
hayâtlarım dîn yolunda feda ettiklerinin şahidiyim" buyurdu.
Sonra da bu şehîdlerin
yıkanmadan ve üzerlerine namaz kılınmadan, kanlan içinde gömülmelerini
emretti.
Ebû'l-Velîd de
Şu'be'den söyledi ki, İbnu'l-Munkedir şöyle demiştir: Ben Câbir'den işittim,
şöyle dedi: Babam Uhud'da şehîd edildiği zaman ben ağlamağa ve elbiseyi onun
yüzünden açmaya başladım. Peygamberin sahâbîleri de beni ağlamaktan men'
ediyorlardı. Hâlbuki Peygamber men' etmedi. Peygamber (S):
— "Ona ağlama -yâhud: Ona ne ağlıyorsun-!
O şehîd kaldırılıncaya kadar melekler kanatlanyle onu gölgelendirmekte devam
ettiler" buyurdu [140].
118-.......Ebû
Mûsâ(R)'dan: el-Buhârî yâhud şeyhi Muhammed ibnu'1-Alâ: Peygamber'den
söylediğini, yânî hadîsi Peygamber'e yükselttiğini zannediyorum, demiştir.
Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben ru'yâmda şöyle gördüm: Ben bir kılıç
salladım, akabinde kılıcın göğsü kırıldı. İşte bu, Uhud günü musibete uğrayan
müminlerdir. Sonra ben o kılıcı başka bir defa daha salladım. Bu sefer kılıç
olduğundan daha güzel bir hâle döndü. Bu da Allah'ın feih ve mü'minlerin
birleşip toplanmaları nev'înden getirmiş olduğu güzel sonuçlardır. Ben yine
ru'yâda birtakım sığırlar gördüm. Allah hayırdır (yânı Allah'ın yapması
hayırdır). Gördüm ki o sığırlar, Uhud günü şehîd edilen mü'minlermiş" [141].
119-.......Habbâb
ibnu'l-Erett (R) şöyle demiştir: Biz Allah'ın rızâsını isteyerek Peygamber ile
hicret ettik. Artık ecrimiz (va'di gereği) Allah'a vâcib oldu. Bizlerden
kimisi de bu ücretten hiçbirşey yemeden geçti, yâhud âhirete gitti. Mus'ab ibn
Umeyr işte bunlardan birisidir. Mus'ab Uhud günü şehîd edildi. O arkasında bir
kaftandan başka birşey bırakmadı. Biz o kaftanla Mus'ab'ın başını örttüğümüzde
ayakları meydana çıkıyor, ayaklarını örttüğümüzde ise başı meydana çıkıyordu.
(Bu yokluk karşısında) Peygamber (S) bize: "Bu kaftanla başım örtün de
ayaklan üzerine ızhır otu koyun -yâhud: ayakları üzerine ızhır otundan
atın-" buyurdu. Bizden kendilerine hicret meyvesi erişenler de vardır ki,
onlar da bu meyveyi devşirmektedirler [142].
"Uhud bizi sever,
biz de onu severiz".
Bu sözü Abbâs ibnu
Sehl, Ebû Humeyd'den; o da Peygamberden olmak üzere söylemiştir [143].
120-.......Katâde,
Enes(R)'ten şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber (S): "İşte şu bizleri
seven ve bizim de kendisini sevmekte olduğumuz bir dağdır" buyurdu [144].
121-.......Bize
İmâm Mâlik, el-Muttalib'in mevlâsı olan Amr ibn Ebî Arnr'dan; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S), kendisine Uhud
göründüğünde: "Bu, bizleri seven ve bizim de kendisini sevmekte
bulunduğumuz bir dağdır. Yâ Allah! Şüb-hesiz İbrahim Peygamber Mekke'yi harem
kılmıştır. Ben de Medine'nin iki kara taşlığı arasındaki sahayı harem
kıldım" sözlerini söyledi.
122-.......Ukbetu'bnu
Âmir(R)'den (o şöyle demiştir): Peygamber (S) -vefatına yakın- bir gün çıkıp
Uhud şehîdlerine ölü üzerine namaz kılar gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye)
gelip minbere çıktı ve bir hutbe yaptı da şunları söyledi: "Ben sizin
Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Sizin hakk yolundaki hizmetlerinize
şâhidiik edeceğim. Şübhesiz ben şu anda (cennetteki) havuzumu görüyorum. Ve
yine muhakkak şu anda bana arzın hazînelerinin anahtarları -yâhud arzın
anahtarları- verildi. Vallahi ben vefatımdan sonra sizin müş-rikliğe
gireceğinizden endîşe etmem, yalnız sizin dünyâ hırsı ile nef-sâniyet güdüp
didişmenizden korkarım" [145].
Magâzî allâmesi
Muhammed ibn İshâk: Bize Asım ibn Umer, Racf gazvesinin Uhud'dan sonra olduğunu
tahdîs etti, demiştir [146].
123- Bana
îbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti: Bize Hişâm ibn Yûsuf es-San'ânî, Ma'mer ibn
Râşid'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Amr ib-nu Ebî Sufyân es-Sakafî'den haber
verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştin/Peygamber (S) on kişilik bir keşif birliği hazırladı da, bunların
başına Umer ibnu'l-Hattâb'ın oğlu Âsım'ın (ana tarafından) dedesi olan Âsim
ibn Sabit el-Ensârî'yi kumandan yaparak gönderdi [147].
Bunlar hareket ettiler. Nihayet bu birlik Mekke ile Usfân arasında oldukları
zaman, bunlar, Huzeyl kabilesinden Lıhyân oğulları denilen bir obaya zikrolunup
haber verildiler. O kabile halkı yüze yakın atıcı kişi ile bunları yakalamak
için arkalarından gittiler. Onların ayak izlerinin ardına düştüler. Nihayet
keşif birliğinin konaklamış olduk-lan bir menzile geldiler ve orada, keşif
birliğinin Medine'den azık olarak yanlarına almış oldukları hurma
çekirdeklerini buldular. Bunun üzerine; "İşte bunlar Yesrib
hurmalarıdır" dediler ve tekrar seriyye-nin izleri ardına düştüler.
Sonunda seriyyedekilere ulaştılar. Âsim ve arkadaşları son noktaya vardıkları
zaman yüksek bir tepeye sığındılar. Ta'kîb eden Lıhyân oğulları topluluğu gelip
onları çepçevre kuşattılar ve:
— Size ahd ve mîsâk
vardır, eğer bize inerseniz sizden hiçbir kimseyi öldürmeyeceğimize söz
veriyoruz, dediler.
Bunun üzerine Âsim
(kendi arkadaşlarına):
— Bana gelince, ben
bir kâfirin zimmetine (yânî ahdine) inmem! dedikten sonra: Yâ Allah!
Peygamberi'ne bizden haber ver! dedi.
Âsim ve arkadaşları
müşriklerle çarpıştılar. Nihayet müşrikler yedi nefer mücâhid içinde Âsım'ı
oklarla öldürdüler ./Geriye Hubeyb, Zeyd ve diğer bir kimse kaldı. Müşrikler
onlara (öldürmeyeceklerine dâir) ahd ve yemin verdiler. Müşrikler onlara bu
ahdi ve yemini verince, bu mücâhidler sığındıkları tepeden müşriklerin yanına
indiler. Müşrikler mücâhidleri ele geçirdikleri zaman yaylarının kirişlerini çözüp
bunlarla mücâhidleri bağladılar. Bunun üzerine iki mücâhidin beraberinde
bulunan o üçüncü kişi -ki o, Abdullah ibn Tarık'tır-:
— İşte bu ilk
zulümdür, dedi de onlarla beraber gitmeyi kabul etmeyip diretti.
Müşrikler de onu
sürüklediler ve kendileriyle gitmesi üzerine çabalayıp dürüştüler. O da gitme
işini yapmadı. Bunun üzerine onu da
öldürdüler. Hubeyb ile Zeyd'i de götürüp, nihayet onları Mekke'de
sattılar/Hubeyb'i el-Hâris ibn Nevfel oğulları satın aldı. Hubeyb, Bedir günü
el-Hâris ibn Âmir'i öldürmüş idi. Hubeyb, el-Hâris oğulla-rı'nın yanında (haram
aylar geçinceye kadar) esîr olarak kaldı. Nihayet onu öldürmeye karâr verip
ittifak ettiklerinde, Hubeyb etek ve koltuk altı kıllarını gidermek için
el-Hâris kızlarının birinden bir ustura ariyet istedi. Kadın ona usturayı
ariyet verdi.
Kadın şöyle demiştir:
— Bu arada ben
farkında değilken benim çocuğum, Hubeyb'in yanma yürümüş ve onun yanına varmış.
Hubeyb de (elinde ustura olduğu hâlde) çocuğu baldırı üzerine koymuş. Ben
çocuğumu bu vaziyette görünce Hubeyb onu ustura ile kesecek diye çok şiddetle
korktum. Hubeyb, elinde ustura olduğu hâlde benim bu korkumu anladı
da:
— Çocuğu
öldüreceğimden mi korkuyorsun? înşâallah ben o işi
yapacak değilim, dedi.
Zeyneb adındaki o
kadın şöyle demiştir:
— Ben a'slâ Hubeyb'den
daha hayırlı bir esîr görmedim. Yemîn olsun bir gün ben onu kendisi demirle
bağlı olduğu hâlde elinde bir üzüm salkımından yerken görmüşümdür. Hâlbuki o
zaman Mekke'de bu meyve hiç yoktu. Bu ancak Allah'ın Hubeyb'e ihsan ettiği bir
rızktır.
Nihayet Hubeyb'i
Hıll'de öldürmek için Harem'den çıkardıklarında Hubeyb onlara:
— Beni serbest bırakın da iki rek'at namaz
kılayım, dedi. Sonra namazdan ayrılıp onların yanına vardı da:
— Eğer bende ölümden
bir korku olduğunu düşünmeniz olmasaydı, muhakkak namazı artırırdım, dedi.
İşte böylece Hubeyb,
öldürülme sırasında iki rek'at namaz kılmayı kaanûnlaştıran ilk kimse olmuştur
[148].
Bundan sonra Hubeyb:
— Yâ Allah, onların hepsini say, Onları dağınık
dağınık öldür;
Onlardan hiçbirini
diri bırakma, diye beddua etti. Bundan sonra da şu mealdeki beyitleri söyledi:
— Ben müslümân olarak öldürülürken buna
aldırmam, Çünkü ölümüm hangi yerde olsa Allah içindir.
Bu ölüm Allah'ın Zâtı
(O'nun rızâsını arama) yolundadır.
Eğer O isterse parça
parça edilmiş cesedin eklemleri üzerine de bereketler ihsan eder.
Bundan sonra Ebû
Sirvaa Ukbe ibnu'I-Hâris, Hubeyb'e doğru J:alktı ve onu öldürdü.
Kureyş, birlik
kumandanı Âsım'ın öldürüldüğünü kendisiyle tanıyacakları bir şeyin; onun
cesedinden bir parçanın kendilerine getirilmesi için Âsım'ın cesedine elçiler
gönderdiler. Âsim, Bedir günü onların büyüklerinden birini (Ukbe ibn Ebî
Muayt'ı) öldürmüştü. Allah, Âsım'ın üzerine bal arısı veya eşek arısından
gölgelik gibi birşey gönderdi de Âsim'ı onların elçilerinden korudu. O elçiler,
Âsım'ın cesedinden birşey kesip almaya muktedir olamadılar.
Bize Abdullah ibn
Muhammed tahdîs etti: Bize Sufyân ibnu Uyey-ne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti
ki, o da Câbir ibn Abdillah'tan: Hubeyb'i öldüren kişi Ebû Sirvaa'dir, derken
işitmiştir [149].
124-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), kendilerine "Kurrâ"
adı verilen yetmiş Kur'ân hafızı bilgili kişiyi Kur'-ân ve İslâm'ı öğretme
ihtiyâcı için bâzı kabilelere göndermişti. Bunlara Maûne Kuyusu denilen bir
kuyunun yanında Suleym oğullan'ndan iki kabile, Rı'l ve Zekvân kabileleri karşı
çıktılar. Bunun üzerine o yetmiş kişilik topluluk, karşılarına çıkan iki
kabileye hitaben:
— Vallahi bizim
sizlerle hiçbir işimiz yok. Bizler sâdece Peygamber'in bir işi için yolumuza
gidiyoruz, dediler.
Bu sırada müşrik
kabileler emân vermeyip hafızları öldürdüler. İşte bu sû'ikasd faciası üzerine
Peygamber bir ay sabah namazında o müşriklerin aleyhine dua etti. Kunûtun
başlangıcı da işte budur. Ondan evvel biz kunût yapmazdık [150].
Abdulazîz ibnu Suheyb
(geçen senedle) şöyle demiştir: Bir kimse -ki o, Âsim el-Ahvel'dir- Enes'e
kunûttan: Kunût, rukû'dan sonra mıydı yâhud rukû'dan evvel kıraat bittiği
sırada mı yapılırdı? diye sordu. Enes: Hayır, kunût kıraat bittiği
sırada(rukû'dan evvel)dır.
125-.......Bize
Katâde tahdîs etti ki, Enes (R): Rasûlullah (S) Arab'ın bâzı kabileleri
aleyhine bir ay rukû'dan sonra duâ ederek kunût yaptı, demiştir [151].
126-.......Bize
Saîd ibnu Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâîik(R)'ten olmak üzere şöyle
tahdîs etmiştir: Rı'l, Zekvân, Usay-ya ve Benû Lıhyân kabileleri bir
düşmanlarına karşı Rasûhıllah'tan yardım istediler. Rasûlullah da onlara
Ensâr'dan kendi zamanlarında "Kurrâ" ismini vermekte olduğumuz
yetmiş kişi ile yardım etti. Suffa ehlinden olup çok Kur'ân okumak ve
öğretmekle meşgul olan bu kurrâlar gündüzleyin odun toplarlar, geceleyin de
namaz kılarlardı. Bunlar, (kumandanları el-Munzir ibn Amr es-Sâidî'nin
maiy-yetinde) gittiler ve nihayet Mekke ile Usfân arasında bulunan Maûne Kuyusu
başına varınca, o kabileler ahâlîsi (bunları koruyacaklarına dâir) ahdlerinden
cayıp bunları öldürdüler. Bu cinayet haberi Pey-gamber'e ulaştı. Bunun üzerine
Peygamber (S) bir ay sabah namazında Arab'ın bâzı kabileleri aleyhine: Rı'l,
Zekvân, Usayya ve Benû Lıhyân kabileleri aleyhine duâ ederek kunût yaptı.
Enes dedi ki: Biz bu
şehîdler hakkında Kur'ân olarak şunu okuduk, sonra bu metin kaldırıldı (yânî
bunun tilâveti nesholundu): "Bizden kavmimize iletiniz ki, bizler
Rabb'imize kavuştuk, O bizden hoşnûd oldu, bizi de hoşnûd etti".
Enes ibn Mâlik,
Katâde'ye şöyle tahdîs etmiştir: Allah'ın Peygamberi bir ay sabah namazında
Arab'dan bâzı kabileler aleyhine: Rı'l, Zekvân, Usayya, Benû Lıhyân kabileleri
aleyhine duâ ederek kunût yaptı.
Müellifin şeyhi Halîfe
ibn Hayyât ziyâde edip şöyle demiştir: Bize ibnu Zuray' tahdîs etti: Bize Saîd
Katâde'den tahdîs etti: Bize Enes: İşte Ensâr'dan olan bu yetmiş kişi Maûne
Kuyusu mevkiinde toptan öldürüldüler. Onlar hakkında Kur'ân, yânî Kitâb olarak
okuduk, demiştir.
Bu hadîs de
Abdu'I-A'lâ ibn Hammâd'ın Yezîd ibn Zuray'dan yaptığı rivayeti tarzındadır [152].
127-.......Bana
Enes (R) şöyle tahdîs etti: Peygamber (S), Enes'in dayısı Haram ibn Mılhân'ı
-ki o, Enes'in anası Ümmü Suleym'in erkek kardeşidir- yetmiş süvârî içinde Benû
Âmir kabîlesine gönderdi. Bu göndermenin sebebi şudur: Müşriklerin başkanı
olan Âmir ibnu't-Tufeyl (Benû Amir hey'etiyle beraber Medine'ye) Peygamber'e
geldiği zaman, Peygamber'i şu üç^eklîf arasında muhayyer kılıp bunlardan
birini tercîh etmesini söylemişti:
— Ya şehirliler senin,
köyler ahâlîsi benim olur. Yâhud hepsi senin olur da ben sana halîfe olurum.
Yâhud bunlardan hiçbirini kabul etmezsen, ben Gatafân ahâlîsinden bin al at
ile bin al kısrak sü-vârîsini önüme katarak sana hücum ederim, dedi.
(Bu ham teklifler
üzerine Peygamber: "Yâ Allah! Âmir'in belâsını bana bırakmadan kendin sav
" diye duâ etti. Akabinde Amir, Benû Selûl'den bir kadın olan Ümmü Fulanın
evinde tâûn hastalığına tütuldü. Boynunda hıyarcığa benzer bir şiş peyda oldu.
Bunu görünce fena hâlde canı sıkılan) Âmir:
— Deve taununa benzer bir şişlik; hem de Selûl
ailesinden bir kadının evinde! işte bu hiç olmadı! diye hayıflandı da:
— Getirin atımı! dedi; atının sırtında öldü [153].
(Yetmişlerin kumandanı olan Munzir ibn Amr, evvelâ Haram
ile iki arkadaşını
ileriye gönderdi.) Ümmü Suleym'in erkek kardeşi Haram ibn Mılhân gitti. Onun
beraberinde aksak bir adam ve bir de Benû Fulan'dan diğer adam da gittiler.
Haram ibn Mılhân iki arkadaşına şu ta'Iîmâtı verdi:
— Ben, Benû Âmir'in
yanına varıncaya kadar siz benden uzak durmayın. Eğer onlar bana emân
verirlerse, siz bana yakın durumdasınız. Yok beni öldürürlerse siz hemen diğer
arkadaşların yanına koşar haber verirsiniz!
Haram ibn Mılhân, Âmir
ile cemâatine:
— Bana emân veriyor
musunuz ki, ben Rasûlullah'ın elçiliğini yerine ulaştırayım? dedi.
O böyle konuşmada iken
düşmanlar içlerinden bir adama işaret verdiler. O da Harâm'ın arkasına geldi ve
ona mızrak sapladı.
Râvî Hemmâm:
Zannederim ki, saplayan kişi, bu mızrağı Harâm'ın öbür yanından, yânî
göğsünden dışarı çıkartmıştır, demiştir.
Haram ibn Mılhân bu
ölüm darbesini alınca (bedeninden fışkıran kana ellerini bulayıp başıma,
yüzüne sürmüş ve):
— AHâhu Ekber,
Ka'be'nin Rabbi'ne yemîn ederim ki, ben kazandım! diye bağırmış.
Akabinde Harâm'ın
arkadaşı olan adama da yetişildi (müşrikler onu da öldürdüler). Sonra yalnız
bir tepenin başında bulunan o sakat adam müstesna, müşrikler o sahâbîlerin
hepsini öldürdüler [154].
Bu sırada Yüce Allah
bizim üzerimize şu sözleri indirdi de, sonra bu sözlerin metni, okunması
neshedilenlerden oldu: "Bizler muhakkak Rabb'imize kavuştuk. O bizden
hoşnûd oldu, bizi de hoşnûd etti".
Bunların fecî' haberi
Peygamber'e ulaşınca, Peygamber (S), Allah'a ve Rasûlü'ne isyan eden şu Rı'l,
Zekvân, Benû Lıhyân ve Usayya kabileleri aleyhine otuz sabah (kunûtta) beddua
etti [155].
128-.......Sumâme
ibnu Abdillah ibn Enes, dedesi Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle derken işittiğini
tahdîs etmiştir: Enes'in dayısı Haram ibnu Mılhân, Maûne Kuyusu günü mızrakla
vurulduğu zaman bedeninden fışkıran kana ellerini bulayıp yüzüne ve başına
sürmüş, sonra:
— Ka'be'nin Rabb'ine
yemîn ederim ki, ben kazandım! demiştir.
129-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ebû Bekr, Kureyş tarafından
kendisine yapılan ezâ
şiddetlendiği zaman Mekke'den Medine'ye çıkmak hususunda Peygamber'den izin
istedi. Peygamber de ona:
— "Yerinde ikaamet et** buyurdu. Bu sefer
Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah, Sana
da Medine'ye hicret hususunda izin verilmesini arzu ediyor musun? dedi.
Rasûlullah buna:
— "Ben bunu kuvvetle ümîd etmekteyim"
diye cevâb verirdi. Âişe dedi ki: Ebû Bekr bu iznin verilmesini bekledi durdu.
Derken bir gün öğle vaktinde Rasûlullah, Ebû Bekr'e geldi de:
— "Yâ Ebâ Bekr!" diye nida etti de
(evimize girince): "Yanında kim varsa dışarı çıkar" buyurdu.
Ebû Bekr: .
— Yanımda bulunanlar ancak iki kızimdır, dedi.
Peygamber:
— "Mekke'den çıkmak hususunda bana izin
verildiğini hissettin mi (yâni Mekke'den Medine'ye çıkmam hususunda bana izin
verildiğini bil)?" buyurdu.
Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah! Ben
de sohbette, yânî beraberinde olmak isterim? dedi.
Peygamber:
— "Evet, isteğin üzere beraber
imdesin" buyurdu. Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah,
yanımda iki tane dişi binek devesi vardır. Ben onları Mekke'den hicrete çıkış
için hazırlamış idim, dedi ve onlardan birisini Peygamber'e verdi. Bu el-Cedvâ
isimli devedir [156].
Peygamber'le Ebû Bekr
develere binip hareket ettiler, nihayet Sevr Dağı'ndaki mağaraya geldiler ve
orada gizlendiler [157].
Âmir ibnu Fuheyre,
Abdullah ibnu't-Tufeyl ibn Sahbere'nin kölesi idi. O, Abdullah ibnu't-Tufeyl,
Âişe'nin ana bir kardeşi idi [158].
Ebû Bekr'in sağmal hayvanları vardı. Âmir ibnu Fuheyre, o sağmal hayvanları
öğleden sonra ve daha evvel onların üzerine doğru otlatmaya götürür, orada
olur. Bir de gecenin sonunda yine sürüyü Peygamber ile Ebû Bekr'in yanına
doğru yürütür, sonra da kuşluk vakti mer'aya sürerdi. Onun bu işini çobanlardan
hiçbiri bilmezdi. Peygamber'le Ebû Bekr mağaradan çıktıkları zaman Âmir de
onların beraberinde Medine'ye doğru yola çıktı. Peygamber ile Ebû Bekr yolda
Âmir'i nevbetle bineklerinin ardına bindiriyorlardı. Bu şekilde ilerleyerek
nihayet Medine'ye geldiler. İşte bu Âmir ibnu Fuheyre (R) de Maûne Kuyusu günü
şehîd edilmiştir [159].
Ve Ebû Usâme de şöyle
dedi: Bana Hişâm ibn Urve şöyle dedi: Bana babam Urve haber verip şöyle dedi:
Maûne Kuyusu yanındaki sahâbîlerin öldürüldüğü ve Amr ibn Umeyye ed-Damrî'nin
esîr edildiği zaman, Âmir ibnu't-Tufeyl hâini, Amr'e maktullerden birini
işaret edip göstererek:
— Bu kimdir? diye sormuş. Amr ibn Umeyye de
ona:
— Bu, Âmir ibnu Fuheyre'dir (niye sordun)?
deyince:
— Yemîn olsun ben onun
öldürüldükten sonra göğe yükseltildiğini ve hattâ gök onunla arz arasında
kaldıktan sonra tekrar yere indirildiğini görmüşümdür (onun için sordum),
dedi.
Maûne Kuyusu faciası
akabinde Cibril'in diliyle onların haberi Peygamber'e geldi. Peygamber de onların
öldürüldüklerim sahâbîle-rine bildirdi de:
— "Arkadaşlarınız müşriklerle karşılaşıp
öldürüldüler. Ve onlar Rabb Herinden istekte bulundular da: Ey Rabb 'imiz,
bizim tarafımızdan, bizim Sana kavuştuğumuzu ve Senden razı olduğumuzu; Senin
de bizden razı olduğunu dünyâdaki kardeşlerimize haber ver, dediler. Rabb'leri
de Cebrail vâsıtasıyle onların hâlini haber verdi" diyerek, sahâbîlerine
duyurmuştur.
Maûne Kuyusu günü
öldürülen sahâbîler içinde Urve ibnu Esma ibni's-Salt da vardı. Urve
ibnu'z-Zubeyr onun ismiyle isimlendirildi. O şehîdlerin içinde Munzir ibn Amr
da kumandan olarak şehîd edilmişti. ZubeyrMn oğlu Munzir de onun ismiyle
isimlendirildi [160].
130-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir ay rukû'dan sonra Rı'l ve Zekvân
kabileleri aleyhine duâ ederek kunût yaptı ve Peygamber: "Usayya kabilesi
Allah'a ve Rasûlü'ne isyan etmiştir" diyordu [161].
131-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Maûne Kuyusu yanında sahâbîlerini
öldüren kimseler aleyhine otuz sabah beddua etti. O zaman Peygamber Allah'a ve
Rasûlü'ne isyan eden Rı'l, Lıhyân ve Usayya kabileleri aleyhine duâ yapardı.
Enes dedi ki: İşte
Yüce Allah, Peygamberi için, Maûne Kuyu-sun'da öldürülen sahâbîleri hakkında
Kur'ân olarak vahiy indirdi de, bizler onu sonradan lafzı kur'ânlıktan
kaldırılıp nesholuncaya kadar okuduk: "Kavmimize tebliğ ediniz ki, bizler
Rabb'imize kavuştuk, Rabb'imiz bizden hoşnûd olmuş, biz de O'ndan hoşnûd olmuşuzdur"
[162].
132- Bize
Mûsâ ibn îsmâîl tahdîs etti: Bize Abdulvâhid tahdîs etti: Bize Âsim el-Ahvel
tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'e namaz içindeki kunûttan (meşru'
mudur diye) sordum.
Enes:
— Evet, vaktiyle kunût
vardı, cevâbını verdi. Ben tekrar:
— Bu kunût rukû'dan
evvel miydi yâhud sonra mıydı? dedim.
Enes:
— Rukû'dan evveî idi, dedi. Ben kendisine:
— Fulân kimse bana
haber verdi ki, sen rukû'dan sonra demişsin? diye sordum.
Bunun üzerine Enes:
— O yanlış söylemiş [163].
Rasûlullah (S) rukû'dan sonra yalnız bir ay kunût yapmıştır. Bunun sebebi de
şudur: Rasûlullah kendilerine kurrâ adı verilen yetmiş kişilik bir topluluğu
müşriklerden birtakım kabilelere göndermişti. O müşriklerle Rasûlullah
arasında onlar tarafından verilmiş bir ahd de vardı. İşte kendileriyle
Rasûlullah arasında bir ahd bulunan bu müşrikler, o hafız sahâbîler
topluluğuna baskın yaparak üstün gelip, onların hepsini öldürdüler. îşte bu
se-beble Rasûlullah, o müşrikler aleyhine bir ay rukû'dan sonra duâ ederek
kunût yaptı [164].
Mûsâ ibn Ukbe (öl.
142): Bu gazve,dördüncü yılın Şevvâl'mde idi, demiştir [165].
133-.......Ubeydullah
şöyle demiştir: BanaNâfi', İbnuUmer'den haber verdi ki, Peygamber (S), Uhud
gazvesi günü harbden önce orduyu teftiş ettiği zaman Abdullah ibn Umer'in
karşısına gelmiş de ona harbe girmesine izin vermemiştir; o gün Abdullah ibn
Umer on-dört yaşında idi. Peygamber Hendek gazvesi günü İbn Umer onbeş yaşında
iken yine onun karşısına gelmiş ve bu sefer onun harbe girmesi izin vermiştir. [166]
134-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde hendek işinde
bulunduk. Müslümânlar hendek kazıyor, biz de omuzlarımız üzerinde toprak
taşıyorduk. Rasûlullah (S):
"AHâhumme lâ ayşe
illâ ayşu'l-âhire
Fağfir Hl-Muhâcirîne
ve'1-Ensâri" (= Yâ Allah, yaşayış ancak âhiret yaşayışıdır. Sen Muhacirler
ve Ensâr'ı mağfiret eyle!) beytim söyledi [167].
135-.......Humeyd
et-TavîI şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim şöyle diyordu: Rasûlullah,
hendek kazılan yere çıkıp vardı. Orada Muhacirler ile Ensâr'ın soğuk bir
kuşluk vaktinde hendek kazmakta olduklarını gördü. Onların yanlarında kendileri
adına bu işi yapacak köleleri yoktu. Rasûlullah bunların çektikleri zorluğu ve
açlığı görünce: "Allâhumme inne'î-ayşe ayşu'l-âhire Fağfir Îil-Ensârî
ve'1-Muhâcireh"
(= Yâ Allah, tam
yaşama âhiret yaşamasıdır. Bunun için Sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e mağfiret
eyle!) beytini söyledi. Orada bulunan sahâbîler de Rasûlullah'a cevâb vererek:
Nahnu'îlezîne bâyeû
Muhammeden, Alel-cihâdi mâ bakıynâ ebeden
(= Bizler hayâtta
kaldığımız müddetçe dâima cihâd etmek üzere Muhammed'le bey'at edip söz vermiş
kimseleriz) dediler [168].
136-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Muhâcirler'le Ensâr Medine etrafına hendek
kazmaya ve sırtları üzerinde toprak taşımaya başladılar. Bu çalışma sırasında
onlar:
Nahnu 'lîezîne bâyeû
Muhammeden Ale'l-İslâmi mâ bakıynâ ebeden (= Biz hayâtta kaldığımız müddetçe
dâima İslâm üzerinde sebat edeceğimize Muhammed'e söz vermiş kimseleriz)
beytini söylerlerdi.
Enes dedi ki:
Peygamber de onlara cevâb vererek:
"Allâhumnıe
innehu îâ hayar illâ hayru'l-âhireh Fe-bârik fi'1-Ensâri ve'I-Muhâcireh"
(= Yâ Allah, âhiret
hayrından başka hayır olmadığı muhakkaktır. Onun için Sen bu işi Ensâr ve
Muhacirler hakkında bereketli kıl) beytini söylerdi.
Yine Enes dedi ki:
Sahâbîlere o zaman avucum (yâhud iki avuç) dolusu arpa getirilir, akabinde bu
onlar için, eskiliğinden tadı ve kokusu değişmiş et yağı ile pişirilip yemek
yapılır ve topluluğun önüne konulurdu. Topluluk aç oldukları hâlde bu yağın
sertliği, bozuk tadı boğazda kalırdı; bu yağın hoşa gitmeyen bir kokusu da
vardı [169].
137- Bize
Hallâd ibn Yahya tahdîs etti: Bize Abdulvâhid ibnu Eymen, babası Eymen
el-Habeşî'den -ki bu zât İbn Umer'in âzâdhsı idi- tahdîs etti ki, o şöyle
demiştir: Ben Câbir'e geldim; o şöyle dedi: Bizler Hendek günü çukur kazıyorduk.
Bir ara çok sert bir yer karşımıza çıktı. Bunun üzerine sahâbîler Peygamber'e
geldiler ve:
— Hendek'te (taş parçası gibi) sert bir damar
karşımıza çıktı, dediler.
Peygamber (S):
— "Ben hendeğe ineyim" buyurdu.
Sonra Peygamber
karnına (açlıktan) bir taş parçası sarılmış olarak kalktı. Çünkü biz (hendek
kazarken) üç gün yiyecek içecek bir-şey tatmadan orada kalmıştık. Peygamber
sivri balyozu eline aldı ve o kayaya vurdu. O sert kaya ince kum gibi dağıldı.
Ben:
— Yâ Rasûlallah, eve gitmeme izin ver, dedim.
Evime geldiğimde eşime (Mes'ûd kızı Suheyle'ye):
— Ben Peygamber'de bir
açlık hâli gördüm ki, artık sabrolunur şey değildir. Evinde yiyecek birşey var
mı? diye sordum.
O:
— Yanımda biraz arpa ile bir keçi oğlağı var,
dedi. Hemen keçi oğlağını kestim. Eşim de o arpayı öğüttü. Nihayet
eti çömleğe koyduk.
Hamur mayalanıp fırına, çömleği de tandıra konulduktan ve bunlar güzel pişmeye
başladıktan sonra ben Peygamber'e geldim ve:
— Yâ Rasûlallah, biraz
yiyeceğim var, bir veya iki kişi ile kalk buyur gel, dedim.
Rasûlullah:
— "Yiyeceğin ne kadardır?" diye
sordu. Ben de mikdârım bildirdim.
— "O! Hem çok, hem de güzel!"
buyurdu. Aynı zamanda:
— "Kadınına söyle! Ben evinize gelinceye
kadar çömleği tandırdan, ekmeği de fırından ayırmasın!" diye tenbîh etti.
Bunun ardından
Rasûlullah orada bulunanlara:
— "(Ey hendek ahâlîsi!) Kalkınız (Câbir'in
ziyafetine gideceğiz)/" buyurdu.
Bu umûmî da'vet
üzerine Muhacirler ve Ensâr kalktılar. Câbir karısının yanına girince
telâşından:
— Allah sana iyilik
versin! Peygamber Muhâcirler'i, Ensâr'ı ve yanında bulunan kimseleri getiriyor,
diye endîşesini belirtti.
Kadın:
— Peygamber yemeğimizin mikdârım sana sordu mu?
dedi.
Ona:
— Evet sordu, dedim.
(Eşim: Madem ki biz
evimizdeki yiyeceği Peygamber'e bildirdik, gerisini Allah ve Rasûlü bilir,
dedi.)
Peygamber (hendek
halkıyle evimizin önüne gelince yanındaki topluluğa):
— "Giriniz ve birbirinizi sıkıştırmayarak
serbest oturunuz" buyurdu.
(Sahâbîler bölük bölük
oturdular.) Sonra Rasûlullah kendi eliyle (çömleği ve fırının kapağını açtı),
ekmeği fırından alıp parçalamağa ve üzerine et koyup -çömleği ve fırını
kapayarak- da'vetlilere sunmaya başladı. Rasûlullah bu suretle ekmek bölüp
üstüne et koymağa ve -her defasında çömleği ve fırını kapayarak- hendek
halkına dağıtmağa devam etti. Nihayet da'vetliler doydular. Yemek de arttı
kaldı. Rasûlullah, Câbir'in kadınına:
— "Bu geri kalanı sen ye ve başkalarına da
hediye et. Çünkü bütün insanlara açlık isabet etmiştir" buyurdu [170].
138-.......Bize
Saîd ibnu Mînâ haber verip şöyle dedi: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan işittim,
şöyle dedi: Ben hendek kazıldığı zaman Peygamber'de açlıktan dolayı şiddetli
bir karın çekkinliği gördüm. Hemen kadınımın yanına döndüm de:
— Yamnda yiyecek
birşey var mı? Çünkü ben Rasûlullah'ta şiddetli bir karın boşluğu ve çekikliği
gördüm, dedim.
O bana içinde bir sâ'
arpa bulunan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir besi oğlağımız vardı. Ben onu
kestim. Kadınım da o arpayı öğüttü. O arpa öğütmeyi, benim oğlağı kesip
ayrılmamla beraber bitirdi. Ben oğlağın etini parçalayıp, çömleğinin içine
koydum. Sonra Rasû-lullah'ın yanına döndüm. Karım Suheyle, benim Rasûlullah'a
dönüşümün akabinde:
— Beni Rasûlullah ve beraberindekilerle mahcûb
etme! dedi. Ben akabinde Rasûlullah'a geldim ve O'na gizlice:
— Yâ Rasûlallah! Biz
bir oğlağımızı kestik, yanımızda bulunan bir sâ' arpayı da öğüttük; Sen ve
beraberindeki on kadar insanla bize buyur gel, dedim.
Bu teklifim üzerine
Peygamber bağırıp:
— "Ey hendek ahâlîsi! Câbir ziyafet yemeği
yapmıştır. Çabuk geliniz!" buyurdu.
Akabinde Câbir'e de:
— "Ben size gelinceye kadar çömleğinizi
tandırdan indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın" diye tenbîh etti.
Câbir dedi ki: Ben eve
geldim, Rasûlullah da geldi. İnsanlar da ilerliyorlardı. Ben karımın yanına
geldim. Karım gelen insanların çokluğunu ve yemeğin azlığını görünce, bana:
— Allah sana iyilik
versin, Allah sana şöyle böyle yapsın! dedi. Ben de ona:
— Ben senin: Yemeğin
azlığını Rasûlullah'a haber ver de beni rüsvây etme, dediğini yaptım, dedim.
Akabinde karım,
Peygambere hamuru çıkardı. Peygamber onun içine ağzının suyundan attı da hamura
bereket duası yaptı. Sonra da et çömleğine yöneldi, onun içine de ağız suyu
attı ve bereket duası
etti. Sonra:
— "Ekmek pişirici
bir kadın çağır da benimle beraber pişirsin,
sen de çömleğinizden
kepçe ile et çıkar ve sakın çömleği tandır taşlarının üzerinden aşağıya
indirmeyiniz" buyurdu.
Oradaki topluluk bin
kişi idi. Allah'a yemîn ederim ki onların hepsi yediler, yemeği bırakıp
yemekten ayrıldılar; bizim et çömleğimiz olduğu gibi dopdolu idi, hamurumuz da
olduğu gibi hiç eksilmeden hâlâ ekmek yapılır hâldeydi [171].
139-.......Âişe
(R); "O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O
zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı. Ve siz Allah'a karşı
türlü zannlarda bulunuyordunuz
(et-Ahzâb: ıo) âyeti
hakkında:
- Bu âyetin içindeki
işlerin hepsi Hendek günü oldu, demiştir.
140-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Hendek günü (toprak kazılması yapılırken)
Peygamber toprak taşıyordu. Hattâ karnını toprak örtmüş -yâhud karnı toza
bulanmıştı. Peygamber (bu sırada Abdullah ibn Revâha'nın) şu recezini
söylüyordu;
Vallahi levîâ'llâhu
mahtedeynâ Velâ tasaddaknâ velâ salleynâ Feenzüen sekîneten aleynâ Ve
sebbiti'l-akdâme in lâkaynâ İnne'1-ulâ kad bağav aleynâ İzâ erâdu fitnelen
ebeynâ
(= Allah'a yemîn
ederim ki, Allah olmasaydı biz doğru yolu bulamazdık. Sadaka da vermez, namaz
da kılmazdık. (Yâ Rabb!) Kâfirlerle karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit tut,
üzerimize sekînet -ma'nevî kuvvet- yânî sabır ve sebat indir. Şübhesiz onlar
bizim üzerimize saldırmışlardır. Onlar bize fitne ve fesâd yapmak istedikleri
zaman kaçmayıp dayatırız.)
el-Berâ ibn Âzib:
Peygamber (S) "Ebeynâ ebeynâ (= Kaçmaz dayatırız, kaçmaz dayatırız)/"
kelimelerini söylerken sesini yükseltirdi, demiştir [172].
141-.......Şu'be
şöyle demiştir: Bana el-Hakem ibnu Uteybe, (müfessir) Mucâhid ibn Cebr'den; o
da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ben sabâ rüzgârı ile
zafere ulaştırıldım. Âd kavmi ise debûr rüzgârı ile helak edildi"
buyurmuştur [173].
142-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Âzib(R)'den işittim, o tahdîs edip şöyle
dedi: Ahzâb günü olduğu ve Rasülul-lah (S) hendek kazdığı zaman hem Rasûlullah'ı
hendeğin toprağından taşır hâlde gördüm, hattâ tozlar O'nun karnının derisini
benden per-delemişti. Peygamber'in göğsü çokça kıllıydı. İşte Peygamber o hâlde
toprak taşırken, Abdullah ibn Revâha'nın şu kelimelerini şiir şeklinde
okumakta olduğunu işittim; O şöyle diyordu:
"Allâhumme levîâ
enie mahtedeynâ
Velâ tasaddaknâ velâ
salleynâ
Feenzüen sekîneten
aleynâ
Ve sebhiti'l-akdâme in
lâkaynâ
İnne'1-ulâ kad bağav
aleynâ
Ve in erâdu fitneten
ebeynâ"
el-Berâ: Sonra
Peygamber bu şiirin sonundaki "Ebeynâ" kelimesinde sesini
uzatıyordu, demiştir [174].
143-.......Abdullah
ibnu Umer (R): Hazır bulunup harb yaptığım ilk gün, Hendek günüdür, demiştir [175].
144-.......Abdullah
ibmı Umer (R) şöyle demiştir: Siffîn vak'ası sırasında kızkardeşim Hafsa'yı
ziyaret edip yanına girdim. O esnada ablam yıkanmıştı da saç örgüleri su
damlatır hâldeydi [176].
Ona:
— Alî ile Muâviye'nin hükümet da'vâsı gördüğün
hâle girdi. (Mekke'de, Medine'de sağ kalan sahâbîleri bu işi müzâkere etmeye
çağırıyorlar.) Fakat benim için emîrlik ve'meliklikten birşey takdir
edilmemiştir (benim bu işle ilgim yoktur, onun için ben müzâkereye
gitmeyeceğim), dedim.
Hafsa:.
— Buradan gidecek hey'ete sen de katıl. Çünkü
Sufyânîler senin durumuna muhakkak bakıyorlardır. Senin gitmekten çekinmeni,
muhalefet sanmalarından korkarım, dedi.
Ve Hafsa, kardeşi İbn
Umer'i iki hakemin toplanma yerine gön-derinceye kadar boş bırakmadı. (Nihayet
İbn Umer, hakemlerin bulunduğu yere vardı ve aralarında cereyan eden
dolambaçlı vakıada hazır bulundu.)[177]
Hakemlerin hüküm vermesinden
sonra insanlar dağılınca Muâ-viye kendisini halîfe sayarak bir hutbe yaptı da,
hutbenin bir cümlesinde Alî'ye meyi ve mahabbeti olan Abdullah ibn Umer'le
babası Umer'e ta'rîz edip:
— Bu halifelik işi
hakkında her kim benimle konuşmak isterse yüzünü bize göstersin! Muhakkak ki,
biz halifeliğe hem ondan, hem de babasından (yânî Umer'den) daha haklıyız!
demiştir [178].
Küçük yaşta bir sahâbî
olan râvî Habîb ibn Mesleme, tbn Umer'e:
— Sen Muâviye'ye cevâb vermedin mi? diye sordu.
Abdullah ibn Umer:
— Hemen maşlahımın
bağını çözdüm de ona: Bu halifelik işine senden daha haklı ve daha lâyık olan,
Uhud günü, Hendek günü islâm'ı korumak üzere sana ve baban Ebû Sufyân'a karşı
harb eden kişidir (yânî Alî'dir), demek istedim. Fakat İslâm topluluğunun arasını
açacak, kan dökecek ve istemediğim ters bir ma'nâya hamlolu-nacak bir kelime
söylemekten korktum. Ve o anda Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını
hatırladım (da Muâviye'ye karşılık vermedim), demiştir.
Abdullah ibn Umer'in
bu sözlerini dinleyen Habîb ibnu Mesleme -Muâviye taraf darı olmakla beraber-
onun görüşündeki doğruluğu takdir ederek:
— Sen Allah tarafından
bir fitneden korunmuş ve büyük bir fenalıktan muhafaza edilmişsin! demiştir.
Buhârî'nin şeyhi
Mahmûd ibn Gaylân el-Mervezî, Abdurrazzâk'-tan gelen bir rivayetinde saç
örgüleri ma'nâsında olarak geçen "Nesvâtuha" kelimesi yerine vâv'ın
sîden öne alınmasıyle "Nev-sâtuha" şeklinde söylemiştir [179].
145-.......Süleyman
ibnu Sured (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb günü (müşriklerin oradan
ayrılmaları üzerine): "Artık biz onlara karşı gidip harb edeceğiz. Onlar
bize harb edemiyecekler" buyurdu [180].
146-.......Ben
Süleyman ibnu Sured(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den
işittim, müşrik orduları oradan çıkarıldığı zaman: "Artık şimdiden sonra
biz müşriklere karşı gidip harb edeceğiz. Onlar bize harb edemeyecekler, biz
onlara doğru yürüyeceğiz" buyuruyordu [181].
147-.......Hişâm
ibn Hassan, Muhammed ibn Şîrîn'den; o da Abîde'den; o da Alî(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S) Hendek harbi günü: "Allah düşmanların üzerine
(dirilerken) evlerine ve (ölülerken de) kabirlerine ateş doldursun! Nitekim
onlar bizleri orta namazından alıkoydular, nihayet güneş battı" diye
beddua etmiştir*
148-.......Bize
Hişâm ibnu Hassan el-Kardûsî, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da
Câbir ibn Abdillah'tan tahdîs etti ki, Umer ibnu'I-Hattâb (R) Hendek günü
güneş battıktan sonra geldi ve Kureyş kâfirlerine sövmeye başladı ve:
— Yâ Rasûlallah!
Nerdeyse güneş batıncaya kadar ikindi namazını kılamıyordum, dedi.
Peygamber (S):
— "Vallahi ben de kılamadım" buyurdu.
Akabinde Peygamber'in
beraberinde Bathân Deresi'ne (yânı Me-dîne vadisine) indik. Peygamber namaz
için abdest aldı, biz de namaz için abdest aldık. Müteakiben Peygamber güneş
battıktan sonra önce ikindi namazını, sonra onun ardından da akşam namazını kıldırdı
[182].
149-.......Muhammed
ibnu'l-Munkedir şöyle demiştir: Ben Câbir(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ahzâb
harbi günü Rasûlullah (S):
— "Kurayza
oğulları topluluğunun haberini bana kim getirir?" diye sordu.
ez-Zubeyr:
— Ben (getiririm), dedi. Sonra Rasûlullah yine:
— "O kavmin haberini bana kim
getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:
— Ben (getiririm), diye cevâb verdi. Sonra
Rasûlullah tekrar:
— "O kavmin haberini bana kim
getirir?" diye sordu. Yine Zubeyr:
— Ben, diye cevâb verdi. Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Her peygamberin bir havarisi (yânî
hâlis yardımcısı) vardır; benim havarim de ez-Zubeyr'dir" buyurdu [183].
150-.......Ebû
Hureyre(R)'den (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) zaman zaman "Lâ ilahe
illellâhu vahdehû... Allah'tan başka hiçbir ilâh yok, yalnız O vardır. Allah
ordusunu azız kıldı. Kuluna yardım etti. Tek olarak Arab kabilelerini yendi.
Allah'tan başka hiçbirşey{in hakîkî varlığı) yoktur" [184].
151-.......İsmâîl
ibn Ebî Hâlid şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan işittim, şöyle
diyordu: Rasûlullah (S) toplanıp gelen Arab kabîleleri aleyhine duâ etti de,
şunları söyledi: "Yâ Allah! Ey Kitâb'ı indiren, ey (düşmanlarla) hesabı
tez gören (Rabb'im)/ Sen Medine önünde toplanan şu Arab kabilelerini dağıt! Yâ
Allah! Sen onların topluluklarını kır, irâdelerini sars!" [185].
152-.......MûsâibnUkbe,
Sâlim'den veNâfi'den; onlar da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle haber verdiler:
Rasûlullah (S) gazveden yâhud haccdan yâhud umreden döndüğü zaman evvelâ üç
kerre tekbîr eder, sonra da şöyle derdi:
"Lâ ilahe
illellâhu vahdehu lâ şerike lehû, LehuH-mulku ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli
şey'in kadir. Âyibûne, tâibûne, âbi-dûne, sâddûne H-Rabbinâ hâmidûn... =
Allah'tan başka tanrı yok, yalnız O vardır. O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur,
hamd O'nun-dur. O herşeye güç yetirendir. Hepimiz O'na dönücüleriz, tevbe edicileriz,
ibâdet edicileriz, secde edicileriz. Yalnız Rabb'imize hamd edicileriz. Allah
va'dinde doğru oldu, kuluna yardım etti de yalnız olarak Arab topluluklarını
hezimete uğrattı" [186].
153-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hendek harbinden (Medine'deki evine) dönüp
geldiğinde, silâhını çıkarıp yerine koymuş ve yıkanmıştı. Bu sırada Cibril
aleyhi's-selâm Peygamber'e geldi de:
— Sen silâhını
çıkarmışsın! Vallahi biz melekler henüz silâhlarımızı çıkarmadık. Haydi onlara
doğru yola çık! dedi.
Peygamber:
— "Nereye doğru çıkıyoruz?" diye
sordu. Cibril, Kurayza oğullan yurdunu işaret ederek:
— İşte şuraya! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber, Kurayza oğulları'na doğru hareket etti [187].
154-.......Enes
ibn Mâlik (R): Rasûlullah (S) Kurayza oğulları'na sefer ettiğinde ben
Cibril'in melekler alayının Ganm oğulları sokağnıdan geçtikleri sırada yükselen
tozunu bugün bile hâlâ görür gibiyim, demiştir [188].
155-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ahzâb günü (Cibril'in
ilhamı ile Kurayza üzerine hareketinden önce sahâbîlerine çabuk hareket etmelerini
sağlamak için): "Sizden hiçbiriniz ikindi namazını sakın başka yerde
kılmasın, ancak Kurayza oğulları yurdunda kılsın" buyurdu.
Sahâbîlerden bâzıları
yolda ikindi namazına erişmişti. Bunlardan bir kısmı Peygamber'in emrinin
zahirine uyarak:
— Biz Kurayza
oğulları'na varmadıkça ikindi namazını kılmayız! dediler.
Bir kısmı da:
— Biz ikindiyi yolda,
vakit içinde kılacağız. Çünkü Peygamber bizden, bu emrin zahirini değil, fakat
bunun lâzımı olan seferde çabuk davranmamızı kasdetmiştir! dediler ve kıldılar.
Sonra bu iki zümrenin
birbirine aykırı hareketleri Peygamber'e zikrolundu da, Peygamber bunlardan hiçbir
zümreyi ayıplamadı [189].
156-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan olan kişiler bâzı hurma ağaçların
mahsûlünü Peygamber'e (ve Muhâcirler'e) tahsis ediyorlardı. Bu uygulama Kurayza
ve en-Nadîr'i fethedinceye kadar sürdü. (Muhacirler oradan pay alıp ona
ihtiyâçları kalmayınca, Peygamber âriyeten verdikleri hurma ağaçlarını
sâhibleri olan Ensâr'a geri veriyordu.) Benim ailem de bana Peygamber'e
gitmemi ve O'ndan vaktiyle Peygamber'e vermiş oldukları hurmaları yâhud bir
kısmını geri istememi emrettiler. Peygamber ise bizim vaktiyle kendisine
âriyeten verdiğimiz hurma ağaçlarını Ümmü Eymen'e vermiş idi. Peygamber o hurma
ağaçlarını bana verdi. Tam bu sırada Ümmü Eymen elbiseyi boynuna dolayarak
geldi de (hurmaların mülkiyetinin kendisine verilmiş olduğunu sanarak):
— Olmaz! Kendisinden
başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, Peygamber onları bana vermişken
size geri vermez! demeye başladı.
Yâhud Ümmü Eymen bunun
gibi bir söz söylemeye başladı. Peygamber de ona:
— "Benim şu malım onun yerine senin
olsun" diyordu. Ümmü Eymen de yine Enes'e:
— Olmaz vallahi (onu size vermeyiz)! diyordu.
Nihayet Peygamber,
Ümmü Eymen'e -râvî Süleyman ibn Tar-hân: Enes'in şöyle dediğini sanıyorum
demiştir:- onun on mislini verdi -yâhud Enes buna benzer söyledi-. (Bunun
üzerine Ümmü Eymen razı oldu ve gönlü hoşlandı.) [190]
157-.......Sa'd
ibnu İbrâhîm şöyle demiştir: Ben Ebû Umâme'den işittim, şöyle dedi: Ben Ebû
Saîd el-Hudrî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Kurayza ahâlîsi Sa'd ibnu Muâz'ın
hükmüne indiler. Peygamber (S) Sa'd ibn Muâz'a haber gönderdi. Sa'd bir merkeb
üzerinde geldi. Sa'd mescide yaklaşınca Peygamber oradaki Ensâr'a hitaben:
— "Haydi seyyidinize -yâhud: hayırlınıza-
ayağa kalkınız (onu karşılayıp bineğinden indiriniz)/" buyurdu.
Sonra Sa'd'a:
— "Şunlar (yânî Kurayza oğulları) senin
kendileri hakkında vereceğin hükme razı olup kalelerinden indiler!"
buyurdu.
Sa'd da onlar hakkında
şu hükmü verdi:
— Bunların harb
edenlerini öldürürsün; kadınları ve çocuklarını da esîr edersin! dedi.
Bu hüküm üzerine
Peygamber, Sa'd'a:
— "Sen Allah'ın hükmüyle hükmettin"
buyurdu.
Râvî (Allah'ın hükmü
yerinde) belki "Melikin hükmü ile" buyurdu demiştir [191].
158-.......Bize
Hişâm, babası Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir:
Sa'd ibnu Muâz Hendek gününde vuruldu. Ona Kureyş'ten Hıbbân ibnu'l-Arıka
denilen bir adam ok atmış ve kol damarında yaralamıştı. Peygamber (S) yakından
ona hasta ziyareti yapmak için, ona mahsûs bir çadır kurdurdu [192].
Rasûlullah Hendek harbinden Medine'ye döndüğü zaman silâhını çıkarmış ve
yıkanmıştı. Bu sırada Cibril aleyhi's-selâm başından tozları silkeleyerek
Peygamber'e geldi de:
— Sen silâhım
çıkarmışsın! Vallahi ben silâhımı daha çıkarmadım. Haydi onlara doğru çık,
yürü! dedi.
Peygamber de ona:
— "Nereye?" diye sordu.
Cibrîl, Kurayza
oğulları'nı işaret etti. Bunun üzerine Rasûlullah, Kurayza oğulları'na onlarla
harbetmek için geldi. Muhasaranın sonunda bunlar Rasûlullah'ın hükmüme inip
boyun eğdiler. Rasûlullah da bunlar hakkında'bir hüküm vermesini Sa'd ibn
Muâz'a havale etti [193].
Sa'd da:
— Ben onlar hakkında
şöyle hüküm veriyorum: Bunların harb edenleri Öldürülür,. kadınları ve
çocukları esîr edilir, malları da tak-sîm olunur, dedi.
Hişâm şöyle demiştir:
Bana babam Urve, Âişe'den şöyle haber verdi: Sa'd ibn Muâz (Kurayza oğulları
hakemliği ettiği günden evvelki gecede):
— Yâ Allah! Sen
bilirsin ki, Rasûlü'nü tekzîb eden, vatanından çıkaran kavim kadar kendilerine
harb ve cihâd etmek istediğim hiçbir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle zannediyorum
ki, bizimle onların arasında artık yapılacak harb kalmamıştır. Şayet Kureyş ile
başka bir harbimiz daha kaldı ise, Sen'in yolunda onlarla cihâd edeyim diye
beni hayâtta bırak. Eğer aramızda harb kalmamış ise, bu yaramı deş de bu yüzden
bana şehîdlik nasîb et! diye duâ etmiştir.
Müteakiben boyun
damarına kadar gelen şişlik deşildi. Mescid-de Gıfâr oğulları'ndan bâzı kimselere
âid bir çadır daha vardı [194].
İşte bu Gıfârîler kendi hâllerinde oturup dururlarken bir de bakmışlar ki,
kendilerine doğru kan akıp geliyor. Onlar:
— Ey çadır ehli! Sizin
tarafınızdan bize doğru gelen bu kan nedir? dediler.
Meğer Sa'd'ın yarası
akıp dururmuş. İşte Sa'd (R) bu yaradan dolayı öldü [195].
159-.......Bana
Adiyy ibn Sabit haber verdi. Kendisi el-Berâ ibn Âzib(R)'den şöyle dediğini
işitmiştir: Peygamber (S) Kurayza gününde Hassan ibn Sâbit'e:
— "Şu Kurayza oğuİlan'nı kötüleyip hicvet
-yâhud: Onların hicivlerine karşılık ver-, Cibril seninle beraberdir"
buyurdu..
İbrâhîm ibn Tahmân,
eş-Şeybânî'den; o da Adiyy ibn Sâbit'ten şu ziyâdeyi getirdi: el-Berâ ibnu Âzib
şöyle dedi: Rasûlullah (S) Kurayza gününde Hassan ibn Sâbit'e hitaben:
— "Şu müşrikleri hicvet (yaptıkları
hıyanetleri birer birer say, dök)/ Şübhesiz Cibril seninle beraberdir"
buyurdu [196].
Bu gazve Gatafân'dan
bir şu'be olan Sa'lebe oğulları'ndan Ha-safe ibnu Kays'm başkam bulunduğu
Muhârib kabilesine karşı yapılan seferdir. Peygamber (bu seferde Medine'ye iki
günlük mesafedeki Şadah vadisinde) Nahl mevkiine kadar gidip orada indi. (Bu
vâdîde Fizâr, Eşca', Enmâr kabilelerinden birtakım soylar bulunuyordu). Bu
gazve Hayber gazasından sonra olmuştur. Çünkü Ebû Mûsâ el-Eş'arî,
Habeşistan'dan Hayber gazvesinden sonra gelmiştir [197].
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Recâ' şöyle dedi: Bize İmrân el-Attâr, Yahya ibn
Ebî Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Câbir ibn Abdillah(R)'tan haber verdi
ki, Peygamber (S) yedinci gazvesi olan Zâtu'r-Rikâ' gazvesinde sahâbîlerine
korku için de namaz kıldırmıştır [198].
Ibnu Abbâs da:
Peygamber (S) Zû Kared mevkiinde korku namazı kıldırdı, demiştir. Bekr ibnu
Sevâde de şöyle dedi: Bana Ziyâd ibnu Nâfi', Ebû Mûsâ Alî ibn Rebâh'tan tahdîs
etti ki, onlara da Câ-bir (R) tahdîs edip: Peygamber (S)'in sahâbîlerine
Muhârib ve Sa'Ie-be günlerinde namaz kıldırdığını söylemiştir.
Mağâzt sahibi Muhammed
ibn İshâk şöyle demiştir: Ben Vehb ibnu Keysân'dan işittim (şöyle diyordu): Ben
Câbir'den işittim (şöyle diyordu): Peygamber (S) Gatafân arazîsinden olan Nahl
denilen yerdeki Zâtu'r-Rıkâ' mevkiine doğru sefere çıktı. Zâtu'r-Rıkâ' mevkiine
gelince Gatafân kabilelerinden bir cem'iyyetle karşılaştı. Fakat burada kıtal
olmadı da insanların bâzısı diğer bâzısını korkuttu. İşte burada Peygamber (S)
iki rek'at korku namazı kıldırdı.
Ve (Seleme
ibnu'l-Ekvâ'ın âzâdlısı) Yezîd ibn Ebî Ubeyd de Seleme ibnu'1-Ekva'dan: Ben
Kared günü Peygamber'in beraberinde gazve yaptım, dediğini söylemiştir [199].
160-.......
Ebû Mûsâ el-Eş'ârî (R) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler), Peygamber'in
beraberinde altı kişilik bir topluluk olarak bir gazveye çıktık. Bizim bir
devemiz vardı. Ona nevbetleşe biniyorduk. Ayaklarımızın derileri) delindi.
Benim de ayaklarım delindi ve tırnaklarım döküldü. Bizler ayaklarımıza bez
parçalan sarıyorduk. Bizler ayaklarımıza bu suretle bez parçalan sardığımız
için bu sefere Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi ismi verildi.
Dedesinden rivayet
eden Ebû Burde dedi ki: Ebû Mûsâ bu hadîsi tahdîs etti. Sonra (bunda nefis
tezkiyesi bulunduğu için) bunu rivayet etmeyi sevmedi de: Bunu zikr etme işini
yapacak değilim, dedi. O, bu sözü ile amelinden birşeyi açıklamış olmayı kerîh
görüyor (yâ-nî hoşlanmıyor) gibidir [200].
161- Bize
Kuteybe ibnu Saîd, Mâlik'ten; o da Yezîd ibn Rûmân'-dan; o da Salih ibn
Havvât'tan; o da Zâtu'r-Rıkâ' günü Rasûlullah'-ın yanında hazır bulunup korku
namazı kılan kimselerden şöyle tahdîs etti: Askerin bir kısmı Rasûlullah'm
beraberinde (namaz için) saff bağladı. Öbür kısmı da düşman karşısında saff
tuttular. Rasûlullah kendisiyle beraber bulunanlarla bir rek'at kıldı. Sonra
kendisi ayakta sabit durdu. Kendisiyle bir rek'at kılanlar, kendi başlarına
diğer bir rek'at daha kılarak namazlarını tamamladılar. Sonra namazdan
ayrıldılar da düşmanın yüzüne karşı saff bağladılar ve (düşman karşısında
bulunan) öbür taife gelip Rasûlullah'm geri kalan bir rek'at namazını O'nunla
birlikte kıldılar. Sonra Rasûlullah (tahiyyâtta oturdu, namazdan çıkmayıp)
oturmakta devam etti. Cemâat de bir rek'at kendi başlarına kılıp tamamladılar.
Sonra Rasûlullah bunlarla beraber selâm verdi.
Ve Muâz şöyle dedi:
Bize Hişâm ibn Ebî Abdillah, Ebu'z-Zubeyr Muhamrned ibn Müslim'den tahdîs etti
ki, Câbir (R): Biz Gatafân arazisindeki Nahl mevkiinde Peygamber'in beraberinde
bulunduk, demiş ve (Peygamber'in orada kıldırdığı) korku namazını zikretmiştir.
İmâm Mâlik: Bu Salih
ibn Havvât hadîsinde rivayet edilen, benim korku namazı hakkında işittiğimin
en güzelidir, demiştir.
Bu hadîsi Hişâm'dan; o
da Zeyd ibn Eslem'den senediyle rivayet etmekte Leys ibn Sa'd, Muâz'a mutâbaat
etmiştir. el-Kaasım ibn Muhammed, Zeyd ibn Esiem'e: Peygamber (S) Enmâr
oğulları gazvesinde korku namazı kıldırdı, diye tahdîs etmiştir [201].
162- Bize
Müsedded tahdîs etti: Bize Yahya ibnu Saîd el-Kattân, Yahya ibnu Saîd
el-EnsârîMen; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den; o da Salih ibnu Havvât'tan
tahdîs etti ki, Sehl ibn Ebî Hasme şöyle demiştir: İmâm korku namazında kıbleye
yönelik olarak namaza durur. Askerden bir taifesi de imâmla beraber namaza
durur. Bir taife de düşman cihetinde olup yüzleri düşmana doğru dururlar. İmâm
beraberindekilerle bir rek'at kılar. Sonra bunlar ayağa kalkar, kendi
başlarına bir rek'at kılar ve oldukları yerde iki secde yaparlar. Sonra bu
namazı kılmış olanlar, düşman tarafında bulunan kimselerin yerine gider,
düşman cihetinde bulunanlar da Peygamber'in yanma gelirler. Peygamber onlarla
da bir rek'at kılar. Böylece Peygamber'in iki rek'at namazı olmuştur. Sonra bu
yeni gelenler kendi başlarına rükû' yapar ve iki secde ederler.
Bize Müsedded tahdîs
etti: Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân, Şu'-be'den; o da Abdurrahmân ibnu'
1-Kaasım'dan; o da babası el-Kaasım'dan; o da Salih ibnu Havvât'tan; o da Sehl
ibnu Ebî Has-me'den; o da Peygamber'den olmak üzere, yukarıdaki hadîsin benzerini
tahdîs etti [202].
163-.......Bana
İbnu Ebî Hazım, Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den tahdîs etti ki, o, el-Kaasım ibn
Muhammed'den şöyle derken işitmiş-tir: Bana Salih ibnu Havvât, Sehl ibn Ebî
Hasme'den, korku namazı hakkında geçen sözünü haber verdi, demiştir.
164-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Umer(R)'in şöyle dediğini
haber verdi: Ben, Rasûlullah (S) ile birlikte Necd tarafına doğru gazaya
gittim. Düşmanın hizasına geldik. Onlara karşı safflarımızı düzdük...
165-.......Ma'mer
ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Salim ibnu Abdillah'tan; o da babasından olmak
üzere şöyle tahdîs etmiştir: Rasûlullah (S) iki taifenin birine korku namazı
kıldırdı. Bu sırada diğer taife yüzlerini düşmana doğru çevirmiş hâldeydiler.
Sonra Rasûlul-lah'm namaz kıldırdığı kimseler çekilip arkadaşlarının yerinde
durdular. Bu defa düşmana yönelik olanlar geldiler, Rasûlullah onlara da bir
rek'at kıldırdı. Sonra onların üzerine selâm verdi. Sonra bunlar kalkıp eksik
rek'atlerini edâ ettiler. Şunlar da kalkıp kendi rek'-atlerini edâ ettiler.
166-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Sinan (ibn Ebî Sinan ed-Duelî) ile Ebû Seleme (ibnu
Abdirrahmân ibn Avf) tahdîs ettiler ki, Câbir ibn Abdillah (R): Kendisinin
Rasûlullah'm beraberinde Necd tarafına gazaya gittiğini haber vermiştir [203].
167-.......Câbir
ibnu Abdillah (R) ed-Duelî'ye şöyle haber vermiştir: Câbir (Zâtu'r-Rıkâ'
seferinde) Rasûlullah(S)'ın beraberinde Necd tarafına gazaya gitti. Rasûlullah
bu gazadan döndüğü zaman Câbir de O'nunla beraber döndü. Dönüşte büyük ağacı
çok olan bir vâdî içinde kaafileye gün ortası sıcağı erişti de, Rasûlullah
istirahat için bineğinden indi. Sefer halkı da ağaçlar altında gölgelenmek üzere
ağaçlık içine dağıldılar. Rasûlullah da bir sakız ağacı altına indi de kılıcını
o ağaca astı.
Câbir dedi ki: Biz biraz
uyumuştuk. Sonra bir de gördük ki, Rasûlullah bizi çağırıyor. Hemen yanına
gittik ve gördük ki, yanında (müşriklerden) bedevî bir Arab oturuyor. Bunun
üzerine Rasûlullah:
— "Şu bedevî Arab, ben uyurken kılıcımı
alıp kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıç kınından sıyrılmış olarak
bunun elinde idi. Bu hâlde bedevî bana:
— Şu anda seni benden
kim koruyabilir? dedi. Ben de:
— Allah korur, dedim.
İşte bu vak'anın
kahramanı şu oturan bedevidir" buyurdu.
Sonra Rasûlullah (S) o
bedeviyi cezalandırmadı.
Ebân da şöyle dedi:
Bize Yahya ibnu Ebî Kesîr, Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Câbir (R) şöyle
demiştir: Biz, Peygamber'in beraberinde Zâtu'r-Rıkâ' seferinde bulunduk.
Gölgeli bir ağaç altına geldiğimiz zaman bizler o gölgeli ağacı Peygamber'e
bıraktık (kendisi onun altına indi). Peygamber'in kılıcı ağaçta asılı iken,
müşriklerden bir adam gelmiş, o kılıcı sıyırmış ve Peygamber'e:
— Sen şimdi benden
korkar mısın? diye sormuş. Peygamber de ona:
— "Hayır korkmam" diye cevâb vermiş.
Bedevî:
— Benim hücumumdan seni şimdi kim koruyabilir?
demiş. Peygamber:
— "Allah
korur" demiş [204].
Peygamber'in
sahâbîleri o bedeviyi tehdîd edip korkuttular. Bu sırada namaza ikaamet nidası
edildi. Peygamber (sahâbîleri ikiye böldü de) bir bölüğüne iki rek'at namaz
kıldırdı, sonra da hem kendisi, hem de sahâbîler selâm verip namazdan çıktılar.
Sonra bunlar düşmanın cihetine doğru geri çekildiler. Peygamber (nafile kılıcı
olarak) düşman karşısında bulunan diğer bölüğe de iki rek'at kıldırdı (sonra
hem kendisi, hem de bunlar selâm verip namazdan çıktılar). Böylece Peygamber'in
(farz ve nafile olarak) dört rek'at namazı oldu. Cemâatin ise iki rek'at farz
namazı oldu [205].
Ve Müsedded, Ebû
Avâne'den; o da Ebû Bişr Ca'fer ibn Ebî Vahşiyye'den olmak üzere, o Peygamber'e
kılıç çeken adamın adının Gavres ibnu'l-Hâris olduğunu, Peygamber'in bu
gazvede Muhâ-ribu Hasafe kabilesiyle harb ettiğini söyledi [206].
Ebu'z-Zubeyr Muhammed
ibn Müslim de Câbir'den; onun: Biz Peygamber'in maiyyetinde Nahl mevkiinde
bulunduk. Peygamber orada korku namazı kıldırdı, dediğini söylemiştir.
Ebû Hureyre de: Ben
Necd gazvesinde Peygamber'in beraberinde korku namazı kıldım, demiştir. Ebû
Hureyre ise Peygamber'in yanına ancak Hayber günlerinde gelmiştir [207].
Bu, Mureysf
gazvesidir. İbn İshâk: Bu, altıncı senede yapıldı, demiştir. Mûsâ ibn Ukbe ise,
dördüncü senededir, demiştir. en-Nu*mân ibn Beşîr, ez-Zuhrî'den: Ifk hadîsi
el-Mureysf gazvesinde oldu, demiştir [208].
168-.......Abdullah
ibnu Muhayrîz şöyle demiştir: Ben mescide girdim, orada Ebû Saîd el-Hudrî'yi
gördüm, onun yanma oturdum da ona azl mes'elesini sordum. Ebû Saîd şöyle cevâb
verdi:
— Biz Musta'lık
oğulları gazvesinde Rasûlullah ile sefere çıktık. Neticede Arab esirlerinden
birçok kadın esirlere kavuştuk. O günlerde kadınlara karşı arzumuz artmış ve
bekârlık bizlere çok şiddetli olmuştu. (Esîr kadınlara yaklaşmak, fakat çocuk
yapmamak için) azl etmeyi düşünüp, azletmek istiyorduk. Ancak Rasûlullah
aramızda iken (bunun hükmünü) O'na sormadan nasıl azl ederiz? dedik de, bu meseleyi
Rasûlullah'tan sorduk. Rasûlullah (S):
— "Bu fiili yapmamanız, üzerinize vâcib
değildir -yâhud: Bunu yapmanızda üzerinize bir be's yoktur-. Allah'ın ilminde
kıyamet gününe kadar meydana gelecek olan her canlı nefis, muhakkak dünyâya
gelecektir" buyurdu [209].
169-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde Necd
gazvesine gittik. Rasûlullah büyük büyük ağaçları çok olan bir vâdî içinde iken
kendisine gün ortasının şiddetli sıcağı erişti. Rasûlullah bir ağacın altına
indi, gölgesinde gölgelendi, kılıcını da o ağaca astı. Sefer halkı da
gölgelenmek üzere ağaçlık içinde dağıldılar. Bizler bu şekilde serinlediğimiz
sırada birden Rasûlullah bizleri çağırdı. Bizler hemen yanına geldik ve
Rasûlullah'm önünde oturan bir bedevî ile karşılaştık. Rasûlullah (S):
— "Ben uyurken bu bedevî Arab bana gelmiş,
kılıcımı alarak kınından çekmiş. Bu sırada ben uyandım. Kılıcımı kınından çıkarmış,
baş ucumda dikiliyordu. Bana:
— Şimdi seni benden kim kurtarır? dedi. Ben:
— Allah kurtarır,
dedim.
O kılıcı kınına soktu,
sonra da oturdu. İşte o zât, budur" buyurdu.
Câbir: Rasûlullah o
bedeviyi cezalandırmadı, demiştir [210].
170-.......Câbir
ibn Abdillah el-Ensârî (R): Ben Peygamber(S)'i Enmâr gazvesinde devesi üzerinde
yüzü doğu cihetine doğru nafile namaz kılarken gördüm, demiştir [211].
"el-Ifku
ve'1-Efeku", "en-Nicsu ve'n-Necesu" menzilesinde, yânî ilk iki
kelime vezin yönünden son
iki kelimenin
benzeridir.
"İfkuhum, Efkuhum
ve Efekuhum" denilir.
"Efekehum"
diyen kimse (yânî bunu mâzî fiil yapan kimse) onları îmândan döndürdü ve yalan
söyledi demektir. Nitekim Allah: "Yu'feku anhu men ufike" (ez-zâriyât:
9) buyurdu. Bu, "Yusrafu anhu men surife", yânî "Ondan döndürülen
kimseler döndürülür" demektir [212].
171- Bana
Abdulazîz ibnu Abdillah tahdîs etti: Bize İbrahim ibnu Sa'd, Salih ibn
Keysân'dan tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr,
Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ibnu Vak-kaas ve Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe
ibn Mes'ûd, Peygam-ber(S)'in zevcesi Âişe(R)'den, iftira sâhiblerinin kendisi
için söyledikleri zamanki hadîsini tahdîs ettiler. Bu dört râvîden herbiri bana
Âişe hadîsinden bir kısmı tahdîs ettiler. Bunların bâzısı, Âişe hadîsini diğer
bâzısından daha iyi muhafaza edici ve hadîsi aynen getirip nakletmekte, daha
sağlam tesbît edici idi. İşte ben bu râvîlerin herbirinden, onların Âişe'den
bana tahdîs ettikleri bu hadîsi iyice belleyip muhafaza ettim. Bunların bâzısı
hernekadar hadîsi diğerinden daha iyi muhafaza edici ise de, bunlardan
bâzısının hadîsi diğer bâzısının hadîsini tasdîk etmektedir. Bunlar söylediler
ki, Âişe (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) bir
sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur'a çekmek âdetinde idi.
Kadınlardan hangisinin kur'ası çıkarsa, Rasûlullah onu beraberinde sefere
çıkarırdı.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah, yapacağı bir gazve hususunda da aramızda kur'a çekti ve bu kur'ada
benim ismim çıktı. Bunun üzerine ben, hicâb âyetinin indirilmesinin ardından
Rasûlullah'm beraberinde sefere çıktım. Ben hevdecimin içinde taşınır ve
(konak yerinde) hevdec içinde indirilirdim. Bütün yolculuğumuzda bu şekilde
yürüdük. Nihayet Rasûlullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve bizler de
dönücüler olarak Medine'ye yaklaştığımızda (bir konak yerine indi, gecenin bir
kısmını orada geçirdi, sonra) hareket edilmesini i'-lân etti. Hareket emrini
bildirdikleri zaman ben kalkıp (ihtiyâcımı yerine getirmek için yalnız başıma)
ordudan öteye yürüdüm. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Bu
sırada göğsümü yokladım. Bir de gördüm ki, Yemen'in gözboncuğundan dizilmiş gerdanlığım
kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan
alıkoydu.
Âişe dedi ki: Benim
yol nakliyâtımı yapmakta olan kimseler gelip hevdecimi yüklenmişler ve onu
bindiğim deve üzerine götürmüş-
lerdi. Onlar beni
hevdecin içindeyim samyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idiler, etlenip
yağlanmazlar ve onları et bürümezdi. Çünkü onlar az yemek yerlerdi. Bu sebeble
bana hizmet edenler hevdeci yüklemek üzere kaldırıp taşıdıklarında, hevdecin
ağırlık derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Bilhassa ben o zaman yaşı
küçük, taze bir kadındım. Onlar deveyi kaldırmışlar ve yürüyüp gitmişler. Ordu
gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin
konakladıkları yerlere geldim, fakat oralarda ne bir çağıran, ne de cevâb veren
kalmıştı. Bunun üzerine ben orada evvelce bulunduğum konak yerime geldim. Ve
onlar beni hevdecde bulamazlar da, beni aramak üzere dönüp yanıma gelirler diye
düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken, gözlerim bana galebe etmiş de
uyumuşum.
Safvân ibnu'l-Muattal
es-Sulemî, sonra ez-Zekvânî [213],
ordunun arkasından gelmekle vazifeli idi. Bu zât sabah vakti benim beklediğim
yerin yanına gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Beni gördüğü zaman
tanımış. Zâten o, hicâb (yânı perdelenme) emrinin inmesinden önce beni
görmüştü. Ben onun beni tanıdığı sırada söylediği: "Innâ Hllâhi ve innâ
ileyhi râciûne (= Biz muhakkak Allah'ın mülküyüz ve biz ancak O'na
dönücüleriz)'* (ei-Bakara: 156) istircâ' sözleriyle uyandım. Uyanınca da hemen
dış elbisemi bürünüp yüzümü örttüm. Allah'a yemîn ediyorum ki, biz onunla tek
kelime konuşmadık ve ben ondan "înnâ Hllâhi ve innâ ileyhi râciûn"
istircâ' sözünden başka bir kelime işitmedim. Çabuk yürüdü, nihayet devesini
çöktürdü, binebilmem için devenin ön ayağına bastı. Ben de deveye doğru kalkıp
bindim. Safvân, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet biz öğlenin
evvelinde, sıcağın şiddet vaktine girmişler ve hepsi konak yapmışlar hâlde,
orduya yetiştik.
Âişe dedi ki: Bu
sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan he-Iâk olmuştur. İftiranın büyüğüne
ve çoğuna girişen, Selûl kadının oğlu Abdullah ibnu Ubeyy olmuş (ve bu, ordu
içinde yayılmış).
Urvetu'bnu'z-Zubeyr:
Bu iftira hadîsinin yayıldığı ve bu söz Abdullah ibn Ubeyy'in yanında
konuşulur olup, onun bu sözü söyleyeni ikrar ettirip dinlemek istediği ve bunu
açıkça yaymak istediği bana haber verildi, demiştir.
Ve yine Urve: İftira
sâhiblerinden olan diğer insanlar içinde yalnız Hassan ibn Sabit, Mıstah ibnu
Usâse ve Hamme bintu Cahş'ın isimleri söylenmiştir. Benim, Yüce Allah'ın
buyurduğu gibi onların bir topluluk olduklarından başka, onların isimleriyle
ilgili hiçbir bilgim yoktur. Şübhesiz o günâhın büyüğünü, çoğunu üzerine alan
kimse, Abdullah ibnu Ubeyy ibn Selûl'dür denilirdi, demiştir.
Yine Urve dedi ki:
Âişe kendi huzurunda şâir Hassân'a sövülmesini çirkin görür ve:
— Çünkü Hassan:
Fe inne ebî ve
vâîidehû ve ırdî
Lı irdi Muhammedin
minkum vıkaau
(= Şübhesiz benim
babam ve babamın babası ile benim şeref ve namusum, Muhammed'in şerefi ve
nâmûsu için size karşı mahfazadır) beytini söylemiştir, der idi [214].
Âişe dedi ki: Bizler
Medine'ye geldik. Geldiğim zaman ben bir ay hasta oldum. Bu sırada insanlar
iftira sahihlerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunlardan hiçbir şeyin
farkında olamiyordum. Yalnız hastalığımda beni işkillendiren bir husus vardı:
Peygamber'den, hastalandığım başka zamanlarda görmekte olduğum lütuf ve şefkati
bu hastalığımda görmüyordum. Sâdece yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra da
(adımı söylemeden):
— "Hastanız nasıl?" diyordu.
işte bu hâl beni
şübhelendirip üzüyordu. Fakat ben şerri hissetmiyordum. Nihayet ben
hastalığımdan yeni iyileşip, henüz nekahet devresine girdikten sonra dışarıya
çıktım. Benimle beraber Mıstardın anası da hacet def etme yerlerimiz olan
Menâsi' tarafına doğru çıktı. Oraya biz ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet,
evlerimizin yakınında halâlar edinmemizden önce idi.
Âişe dedi ki: O zamanlar
bizim dışarı çıkmaktaki hâlimiz ibti-dâî Arablar'ın sahradaki çukurlar yönüne
çıkıp temizlenmelerine benziyordu. Biz evlerimizin yakınında halâlar
edinmekten eziyetlenip incinirdik.
Âişe dedi ki: İşte ben
Mistah'ın anasıyle dışarı çıkıp gittim. Bu kadın, Ebû Ruhm ibnu'l-Muttalib ibn
Abdi Menâfin kızıdır. Annesi de Sahr ibn Âmir'in kızıdır ki, bu kadın da Ebû
Bekr es-Sıddîk'm teyzesidir. Ebû Rumh kızının oğîu da Mıstah ibnu Usâsete'bni
Ab-bâd ibn Muttalib'dir. Orada hacetimizi gördükten sonra ben ve Ebû Rumh kızı
evimden tarafa dönüp gelirken, Mıstah'ın anasının ayağı yün çarşafı içinde
sürçtü. (Arablar arasında felâket zamanında söylenmesi âdet olan
"Düşmanın helak olsun!" duası yerine) bu kadın:
— Mıstah helak olsun! diye oğluna beddua etti.
Ben de ona:
— Ne fena söyledin!
Bedir'de hazır bulunan bir kimseye mi sövüyorsun? dedim.
Kadın bana:
— Âh şu sâf taze! Sen
onun söylediği sözü işitmedin mi? dedi. Ben:
— O ne dedi ki? diye sordum.
Bunun üzerine o bana
iftira sâhiblerinin sözünü söyleyip haber verdi.
Âişe dedi ki: Artık
hastalığımın üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce yanıma Rasûlullah
geldi. Selâm verdikten sonra:
— "Hastanız nasıldır?" diye
sordu. . Ben de kendisine:
— Babamla anamın
yanına gitmem için bana izin verir misin? dedim ^
— Âişe: Ben o sırada
bu haberi babamla anam tarafından tahkik etmek istiyordum, demiştir.- Âişe dedi
ki: Rasûlullah bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanma geldim ve anam (Ümmü
Rûmân)'a:
— Ey anneciğim!
İnsanlar ne konuşuyorlar? dedim. Annem:
— Ey kızcağızım!
Kendini üzme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi bir erkeğin yanında
sevgili, parlak, güzel bir kadın olsun ve onun birçok ortakları bulunsun da
onun aleyhinde çok lâf etmesinler; bu, pek nâdirdir, dedi.
Ben de:
— Subhânallah!
İnsanlar bunu mu konuşmaktalarmış? dedim.
Âişe dedi ki: Ben
bunun üzerine bütün gece ağladım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmiyor, gözüme
de hiçbir uyku girdiremiyordum. Sonra ağlayarak sabaha ulaştım.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah da o sabah Alî ibn Ebî Tâlib'i ve Usâ-metu'bnu Zeyd'i yanına
çağırmıştı. Vahy gecikince ailesi ile ayrılması hususunda onlarla istişare
ediyordu.
Âişe dedi ki: Usâme
ibmı Zeyd'e gelince, o, Peygamber'in ailesinden bilip durduğu berâeti ve Ehlu
Beyt için gönlünde besleyip durduğu sevgiyi Rasûlullah'a tavsiye ve işaret
etti de:
— Yâ Rasûlallah!.
Onlar Senin ehlindir. Biz onlar hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz, dedi.
Alî ibn Ebî Tâlib'e
gelince, o da:
— Allah Sana dünyâyı
dâr etmemiştir. Âişe'den başka kadınlar çoktur. Maamâfîh Âişe'nin cariyesi
Berîre'ye de sor, o da Sana doğru söyler, demişti.
Bunun üzerine
Rasûlullah, Berîre'yi çağırıp:
— "Ey Berîre! Âişe'de sana şübhe veren bir
hâl gördün mü?" diye sordu.
Berîre de:
— Seni hakk peygamber
olarak gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Âişe'den kendisini
ayıplayabileceğim bir kusur olmak üzere kat'iyyen şundan başka birşey görmüş
değilim: Âişe yaşı küçük, taze bir kadındı. Ailesinin hamurunu yoğururken
uyurdu da evin besi koyunu gelir, hamuru yerdi, demiş.
Âişe dedi ki: Bunun
akabinde Rasûlullah o gün minber üzerinde ayağa kalktı ve iftirayı en evvel
ortaya çıkaran Abdullah ibn Ubeyy'-den dolayı söz söylemekte ma'zûr tutulmasını
isteyerek, kendisi minber üzerinde olduğu hâlde hitâb edip:
— "Ey.müslümânlar topluluğu! Ev halkım
hususunda bana ezası ulaşan bir şahıstan dolayı bana kim yardım eder? Vallahi
ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu iftiracılar bir adamın
da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka birşey
bilmiyorum. Bu ismi söyleyen kimse şimdiye kadar benimle beraber olmak
müstesna, ailemin yanına girer değil" demiştir.
Âişe dedi ki: Bunun
üzerine Ensâr'ın Evs kabilesinden Abdu'l-Eşhel oğulları'mn kardeşi Sa'd ibnu
Muâz ayağa kalkmış ve [215]:
— Yâ Rasûlallah! O
kimseye karşı Sana ben yardım edeceğim. Eğer bu iftirayı çıkaran Evs'ten ise
ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrec kardeşlerimizden ise, yapılacak işi Sen
bize emredersin, biz de emrini yerine getiririz, demiştir.
Âişe dedi ki: Bu defa
Hazrec kabîlesinden bir adam ayağa kalkmış. Hassan ibn Sâbit'in anası onun
soyundan olup, amcasının kızı idi. İşte ayağa kalkan bu zât, Hazrec kabilesinin
seyyidi olan Sa'd ibnu Ubâde'dir.
Âişe dedi ki: Sa'd ibn
Ubâde bu vak'adan evvel iyi bir adamdı [216].
Fakat bu defa kafaîle
asabiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'ın sözlerinden dolayı öfkeye sürükledi de, Sa'd
ibn Muâz'a karşı:
— Yalan söyledin.
Allah'ın ebedîliğine yemîn ediyorum ki, sen onu (yânî Abdullah ibn Ubeyy'i)
öldüremezsin ve onu öldürmeğe muktedir olamazsın. O, senin cemâatinden biri
olmuş olaydı sen onun öldürülmesini istemezdin, demiş.
Bu defa da Sa'd ibnu
Muâz'ın amcasının oğlu Useyd ibnu Hu-dayr ayağa kalkarak, Sa'd ibnu Ubâde'ye
karşı:
— Allah'ın ebedîliğine
yemîn ediyorum ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz onu elbette öldürürüz.
Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücâdele ediyorsun!
demiş.
Âişe dedi ki: Bu
suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar, hattâ birbirleriyle vuruşmayı
kasdetmişler. Rasûlullah ise minber üzerinde dikiliyormuş.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah (minberden inip) onlar sükûnete varıncaya kadar, onlara yumuşak
sözler söylemiş, kendisi de (başka şey söylemeyerek) sükût etmiş.
Âişe dedi ki: (Bana
gelince:) Ben o günümün tamâmında hep ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de
gözüme bir uyku değdirebil-dim. Babamla anam benim yanımda sabahladılar. Ben
iki gece ve bir gün devamlı ağladım. Gözümün yaşı dinmiyor ve gözüme uyku
gir-diremiyordum. Hattâ ben ağlamak ciğerimi parçalayacak sanıyordum. Bu
şekilde ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada
Ensâr'dan bir kadın benim yanıma girmeye izin istedi. Ben de o kadına izin
verdim. O da oturup benimle ağlıyordu.
Âişe dedi ki: Biz bu
hâl üzere iken, Rasûlullah yanımıza girdi. Selâm verdikten sonra oturdu.
Âişe dedi ki: Hâlbuki
Rasûİullah, bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda
oturmamıştı. Ve Rasûlullah bir ay beklediği hâlde kendisine benim hakkımda
birşey vahyolunmuyor-du.
Aişe dedi ki:
Rasûlullah oturduğu zaman şehâdet kelimelerini söyledikten sonra:-
— "Amma ba'du: Yâ Âişe! Hakkında bana
şöyie şöyle sözler erişti. Eğersen bu isnâdlardan bert isen, Allah seni yakında
berî kılıp temizliğini i'lân edecektir. Yok eğer böyle bir günâha yaklaştınsa
Allah 'tan mağfiret iste ve tevbe et. Çünkü kul, günâhım i'tirâf ve sonra
datevbe edince Allah da onun tevbesini kabul eder" dedi.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah bu hutbesini bitirince (musîbetin şiddetli harâretiyle) gözümün yaşı
kesildi, hattâ gözyaşımdan bir damla bulamıyordum. Hemen babama:
— Rasûlullah'ın
söylediği söz hususunda benim tarafımdan ce-vâb ver, dedim.
Babam:
— Vallahi Rasûlullah'a ne diyeceğimi
bilmiyorum, dedi. Sonra anama:
— Rasûlullah'ın
söylediği söze benim adıma cevâb ver, dedim. O da:
— Ben Rasûlullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum,
dedi. Bunun üzerine ben henüz Kur'ân'dan delîl okuyamayan küçük
yaşta bir taze olduğum
hâlde, şöyle dedim:
— Vallahi ben kat'î
anladım ki, siz bu dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ bu söz sizin gönüllerinizde
yerleşmiş ve siz ona inanmışsınız. Şimdi ben size "ben ondan beriyim"
desem, benim muhakkak berî olduğumu Allah bilip dururken, sizler benim bu
sözümü tasdîk et-miyeceksiniz. Ve eğer benim muhakkak berî olduğumu Allah bilip
dururken, ben sizlere fena bir i'tirâfta bulunsam, sizler beni hemen tasdîk
edeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için başka bir mesel
bulamıyorum. Ancak Yûsuf'un babası Ya'kûb'un (o sıkıntı içinde) söylediği şu
sözünü buluyorum: "Fe sabrun cemî-lun v 'altahu H-mustaânu alâ mâ tasıfûn
(= Artık bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı
yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır)" (Yûsuf: 18).
Ben bu sözü
söyledikten sonra dönüp yatağıma yattım. Öyle bir hâlde ki, Allah o zaman benim
berî olduğumu biliyordu ve Allah muhakkak benim berî olduğumu ortaya
koyacaktı. Lâkin vallahi ben Allah'ın bana âid bir iş için okunacak bir vahiy
indireceğini zannetmiyordum. Ve sânım da haddizatında bana âid bir mes'elede
Allah'ın bir emirle tekellüm etmesinden çok hakîr idi. Lâkin ben Rasûlullah'ın
uykusunda bir ru'yâ görmesini ve Allah'ın da bu ru'yâ ile benim temizliğimi
ortaya koymasını umuyordum. Vallahi Rasûlullah oturduğu yerden kalkmamıştı. Ev
halkından bir kimse de dışarı çıkmamıştı. Nihayet üzerine vahiy indirildi.
O'na vahiy inerken olagelen hâl hemen gelip O'nu kaplayıverdi, ki kış gününde
bile üzerine indirilen sözün ağırlığından dolayı kendisinden inci taneleri
gibi terler dökülürdü.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah'tan vahiy hâli gidip de açılınca, kendisi sevincinden gülüyordu.
Tekellüm ettiği ilk söz:
— "Yâ Âişe! Allah seni kat'î olarak temize
çıkarmıştır" demesi oldu.
Âişe dedi ki: Bunun
üzerine anam bana:
— Kızım, Rasûlullah'a doğru kalk da teşekkür
et, dedi. Ben:
— Hayır vallahi, ben
ne O'na doğru kalkarım, ne de berî olduğumu indiren Azîz ve Celîl Allah'tan
başkasına hamd ederim, dedim.
Âişe dedi ki: Yüce
Allah: "O uydurma haberi getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin
için bir şerr sanmayın. Bil'akis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese
kazandığı günâh vardır. Onlardan günâhın büyüğünü üzerine alan o adama da büyük
bir azâb vardır..." (en-Nûr: n-12) on âyet indirdi. İşte sonunda Allah bu
âyetleri benim temizliğim hakkında indirdi [217].
Babam Ebû Bekr
es-Siddîk, akrabalığından ve fakirliğinden dolayı nafaka vermekte bulunduğu
Mıstah ibnu Usâse için:
— Kızım Âişe'ye bu
iftirayı söyledikten sonra vallahi ben de Mıs-tah'a birşey vermem! diye yemîn
etti.
Bunun üzerine Yüce
Allah: "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara,
Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış
etmesin. Allah 'in size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok
mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" (en-Nûr: 22) âyetini indirdi.
Bu âyetin inmesi
üzerine Ebû Bekr es-Sıddîk:
— Vallahi ben Allah'ın
beni mağfiret etmesini elbette severim! dedi ve Mıstah'a veregeldiği nafakayı
tekrar vermeye başladı ve:
— Ben bu nafakayı ondan ebediyyen koparmam,
dedi.
Âişe dedi ki:
Rasûlullah, zevcesi Zeyneb bintu Cahş'a da benim hâlimden:
— Yâ Zeyneb! Âişe
hakkında ne bilirsin ve ne gördün? diye sormuştu.
Zeyneb cevaben:
— Yâ Rasûlallah! Ben
kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeylerden muhafaza ederim. Vallahi
Âişe hakkında hayırdan başka birşey bilmem, diye güzel şâhidlik etmiştir.
Âişe dedi ki: Zeyneb,
Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki mevkii
i'tibâriyle bana rekaabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu verâ ve takvası
sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu. Kızkardeşi Hamne bintu Cahş ise o
iftiraya taas-subla tutunmaya ve iftiracıların söylediklerini hikâye etmeye
başladı da, bu sebeble helak olanlar içinde helak oldu.
ez-Zuhrî: İşte bu, o
zümrenin işinden bize ulaşmış olan hadîstir, demiştir. Sonra Urve şöyle dedi:
Âişe dedi ki: Vallahi hakkında dedikodu yapılan o adam muhakkak:
— Subhânallah! Nefsim
elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben hayâtımda hiçbir dişinin elbisesini
asla açmamışımdır (yânı hiçbir kadınla cinsî yaklaşma yapmamışımdır), der
dururdu.
Sonra o zât (yânî
Safvân ibn Muattal) bu işlerin ardından Allah yolunda şehîd olarak
öldürülmüştür [218].
172-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: el-Velîd ibnu
Abdilmelik bana:
— Alî ibn Ebî Tâlib'in
Âişe'ye iftira atanlar içinde olduğu haberi sana ulaştı mı? diye sordu.
Ben de ona:
— Hayır (Alî iftiracıların sözünün benzerini
söylemekten münezzehtir). Lâkin senin kavmin Kureyş'ten olan şu iki zât; Ebû
Seleme Abdurrahmân ile Ebû Bekr ibn Abdirrahmân ibni'l-Hâris, Âişe'nin
kendilerine, "İftira işi hakkında Alî susucu idi" dediğini bana haber
vermişlerdir, dedim.
Râvî dedi ki: Bu
mes'ele hakkında ez-Zuhrî'ye müracaat ettiler, fakat ez-Zuhrî, el-Velîd'e
bundan başka cevâb vermedi ve (lâfızda hiçbir şübhe olmayarak)
"Musellimen" sözünü söyledi; bir de "Aleyhi (yânî Zuhrî, Velîd'e
cevâb döndürmedi)" lâfzını ziyâde etti. Atîk'in aslında da böyle
"Musellimen" ta'bîri vardır [219].
173-.......Ebû
Vâil şöyle demiştir: Bana Mesrûk ibnu'1-Ecda' tahdîs edip şöyle dedi: Bana
Âişe'nin annesi olan Ümmü Rûmân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Âişe ile otururken
birden Ensâr'dan bir kadın girdi de (iftiraya karışanları kasdederek):
— Allah Fulân kimseyi
şöyle yapsın! Fulân kimseyi şöyle yapsın! dedi.
Ümmü Rûmân da bu
Ensâriyye kadına:
— Sana ne var? diye sordu. O kadın:
— Oğlum bu sözü söyleyenler içindedir, dedi.
Ümmü Rûmân tekrar:
— Söz nedir? diye sordu.
O kadın (iftiracıların
sözlerini zikrederek):
— Bunlar şöyle şöyle demişlerdir,.dedi. Âişe,
kadına:
— Bu sözleri Rasûlullah işitti mi? diye sordu.
Kadın:
— Evet, dedi. Rasûlullah tekrar:
— Bunları Ebû Bekr de işitti mi? dedi. Kadın
yine:
— Evet (o da işitti),
diye cevâb verince, Âişe bayılıp yere düştü. Sonunda Âişe ateş içinde titrer
hâlde kendine geldi. Ben üzerine
kendi elbisesini atıp
onu örttüm. Bu sırada Peygamber geldi ve:
— "Bunun nesi var?" diye sordu. Ben:
— Yâ Rasûlallah, Âişe'yi titreten bir ateş
yakaladı, dedim.
— "Muhtemel ki bu, konuşmakta olduğu bir
söz içinde olmuştur" buyurdu.
Ümmü Rûmân:
— Evet (öyle oldu), dedi. Bunun akabinde Âişe
oturdu da:
— Vallahi eğer ben bu
ithamdan beriyim diye yemîn etsem, sizler beni tasdik etmeyeceksiniz, ben size
yeminle söylesem de sizler benden özrümü (yânî benliğimi) kabul
etmeyeceksiniz. Benimle sizin meseliniz Ya'kûb Peygamber'le oğullarının meseli
gibidir. Ya'kûb (o imtihanı sırasında şöyle demişti): "Artık (bana düşen)
güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı yardım istenilecek olan
ancak
Allah'tır"
(Yûsuf: 18).
Ümmü Rûmân: Rasûlullah
bana birşey söylemeden döndü. Bu sırada Yüce Allah {en-Nûr: 11-12. ayetiyie)
Âişe'nin benliğini indirdi. Bunun üzerine Âişe, Peygamber'e hitaben:
— Allah'ın hamdiyle
(hamdederim), başka kimsenin hamdiyle değil; Sen'in hamdin ile de değil, dedi [220].
174-.......BizeVekî'ibnu'I-Cerrâh,Nâfi'
ibn Umer ibn Abdillah el-Cumahî'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den tahdîs
etti ki, Âişe (R) "h telakkavnehu bi-elsinetikum..." (en-Nûn 15)
lâfzını "İz telikûnehu bi-elsinetikum"tarzında okur ve onu tefsir
ederek de: "el-Velku", "el-Kezibu" demektir, dedi.
İbnu Muleyke geçen
senedi ile: Âişe lâm'm kesresiyle okuduğu bu okuyuşu başkalarından daha iyi
bilen idi. Çünkü bu kelâm kendisi hakkında indi, demiştir.
175-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr
şöyle demiştir: Ben bir kerresinde Âişe'nin yanında Hassan ibn Sâbit'e sövmeye
kalktım da, Âişe:
— Sen Hassân'a sövme.
Çünkü o,, şiirle Rasûlullah tarafından mücâdele eder, O'nu savunurdu, dedi.
Yine Âişe dedi ki:
Hassan, (Kureyş'ten olan) müşrikleri kötüle-yip hicvetmek hususunda
Peygamber'den izin istedi. Peygamber (S):
— "(Kureyş'i hicvederken) benim nesebimi
nasıl yapacaksın?" diye sordu.
Hassan:
— Ben Sen'in nesebini (soyun olan Hâşim
oğulları'nı) Kureyş soyları arasından, hamurdan kılın çekilmesi gibi muhakkak
çeker çıkarırım, diye cevâb verdi.
Muhammed (ibn Ukbe) de
şöyle dedi: Bize Usmân ibnu Ferhad tahdîs edip şöyle dedi: Ben Hişâm'dan
işittim ki, babası Urve ibnu'z-Zubeyr: Ben Âişe'nin yanında Hassan ibn Sâbit'e
sövdüm. O, Âişe aleyhine iftiracıların sözlerini çok söyler idi, demiştir [221].
176-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Biz Âişe'nin huzuruna girdik. Yanında Hassan ibnu Sabit vardı,
Hassan kendine âid olan birtakım beyitlerle teşbîb yaparak şiir inşâd ediyor
ve:
—Hasânun, rezânun mâ
tuzennu bi-ifbetin
Tusbihu ğarsâ min
luhûmi'l-gavâfıli [222] diyordu.
Âişe de ona:
— Lâkin sen böyle
değilsin (yânî sen gıybet ettin ve iftiracıların sözlerine daldın), dedi.
Mesrûk dedi ki: Ben
Âişe'ye:
— Hassân'm senin
yanına girmesine neden izin veriyorsun? Hâlbuki Yüce Allah "Onlardan onun
büyüğünü üzerine alan kimseye büyük bir azâb vardır" (en-Nûn ıi)
buyurmuştur, dedim.
Bunun üzerine Âişe:
— Hangi azâb körlükten
daha şiddetli ve daha büyüktür? dedi ve onun lehine: Şübhesiz Hassan,
Rasûlullah adına İslâm'ı müdâfaa eder yâhud müşriklerin hicivlerine karşılık verirdi,
sözlerini de söyledi [223].
Yüce Allah'ın şu
kavli: "Andolsun ki, Allah müzminlerden -seninle o ağacın altında bey'at
ederlerken- razı olmuştur da kaîblerindekini bilerek üzerlerine ma'nevî
kuvvetim indirmiş ve onları yakın bir feth ile ve alacakları birçok ganimetlerle
mükafatlandırmıştır. Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir"
(ei-Feth: i8).
177-.......Zeyd
ibn Hâlid (R) şöyle demiştir: Hudeybiye yılında Rasûlullah'ın beraberinde
(Medine'den sefere) çıktık. Bir gece bize bir yağmur isabet etti. Akabinde
Rasûlullah (S) bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıktıktan sonra yüzünü
bizlere döndürdü de:
— "Bitir misiniz Rabb'iniz ne
buyurdu?" diye sordu. Bizler:
— Allah ve Rasûîü en
bilendir, diye cevâb verdik. Rasûlullah şöyle dedi:
— "Allah şöyle buyurdu: Kullarımdan kimi
bana îmân etmiş, kimi de kâfir olmuş oldu. Her kim Allah'ın rahmeti, Allah'ın
rızkı ve Allah'ın fadlı ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, bana imân
etmiş, yıldıza kâfir olmuştur. Her kim de fulan yıldtz(m batıp doğması) ile
üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o yıldıza îmân etmiş, bana îmân etmemiştir"
[225].
178-.......Hemmâm
ibn Yahya, Katâde'den tahdîs etti ki, ona Enes (R) haber verip şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) dört umre yaptı. Bunlardan Veda Hacci'yla beraber yaptığı umresi
müstesna olmak üzere, hepsi de zu'1-ka'de ayında oldu. Hudeybiye'den zu'1-ka'de
içinde bir umre, ertesi yıl zu'1-ka'de içinde bir umre, Cı'râne'den Hu-neyn
ganimetlerini taksim ettiği yerde zu'1-ka'de içinde bir umre ve bir de haccı
ile beraber yaptığı umre [226].
179-.......Abdullah
ibmı Ebî Katâde'ye, babası Ebû Katâde tahdîs edip şöyle demiştir: Hudeybiye
senesi biz de Peygamber'in beraberinde gittik. Peygamber'in sahâbîleri ihrama
girdiler, fakat ben ihrama girmemiştim [227].
180-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Siz, büyük fethi Mekke'nin fethi sayarsınız -Vakıa
Mekke'nin fethi (Kur'ân'ın şehâ-det ettiği) parlak bir fetih ve zafer idi-.
Hâlbuki biz büyük fethi, Hu-deybiye günündeki Rıdvan Bey'ati sayarız (ki o gün
cihâd için Rasûlullah'a verdiğimiz sözden Allah razı olmuştur). Biz o gün Peygamberdin
maiyyetinde yüzer mevcûdlu ondört bölük (bindörtyüz) er idik. Hudeybiye bir
kuyudur, Biz oraya varınca kuyunun suyunu tamamen çekmiştik de içinde bir
damla su bırakmamıştık. Bu hâl Pey-gamber'e ulaştı. Peygamber kuyunun yanına
geldi, kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen
su ile abdest aldı, sonra ağzını çalkaladı ve dua etti. Sonra bu abdest ve
çalkantı suyunu kuyuya döktü. Bunun üzerine biz az bir zaman kuyuyu bu hâlde
bıraktık. Sonra kuyu bize istediğimiz kadar su verdi. Hem biz, hem de bütün
hayvanlarımız suya kandık.
181-.......Ebû
İshâk tahdîs edip şöyle demiştir: el-Berâ ibn Âzib (R) bize şöyle haber verdi:
Kendileri Hudeybiye senesi Rasûlullah'ın beraberinde bindörtyüz yâhud daha çok
kişi olarak bulunmuşlar. Nihayet bir kuyu başında konaklamış ve içindeki suyu
tamamen çekmişler. Akabinde Rasûlullah'a varıp durumu arzetmişler. Rasülullah
kuyunun yanına gelip kenarına oturmuş. Sonra "Bana içinde su bulunan bir
kova getirin" diye buyurmuş. İstediği su kendisine getirilince içine
tükürüp duâ etmiş. Sonra "Bir saat (yânı bir müddet) kuyuyu ter
kedin" buyurmuş. Bir süre sonra sahâbîler oradan hareket edinceye kadar
hem kendilerini, hem de binek hayvanlarını suya kandırmışlar [228].
182-.......Câbir
(R) şöyle demiştir: Hudeybiye gününde insanlar susadılar. Rasûlullah'ın önünde
ise küçük bir su kabı vardı. Ra-sûlullah o kapdan abdest aldı. Sonra insanlar
O'na doğru yönelip geldiler. Rasûlullah (S):
— "Size ne oluyor?*' diye sordu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah,
yanımızda abdest alacağımız ve içeceğimiz hiçbir su yoktur, ancak Sen'in bu su
kabındaki su vardır, dediler.
Râvî dedi ki: Bunun
akabinde Peygamber elini o su kabının içine koydu, derhâl parmakları arasından
pınarlar emsali su fışkırmağa başladı.
Râvî dedi ki: Artık
bizler su içtik ve abdest aldık.
İkinci râvî Salim ibn
Ebi'1-Ca'd şöyle demiştir: Ben Câbir'e:
— Siz o gün kaç kişi idiniz? diye sordum.
Câbir:
— Yüzbin kişi de
olsaydık o su bizlere muhakkak yeterdi; biz binbeşyüz kişi idik, diye cevâb
verdi [229].
183-.......Katâde
şöyle demiştir: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'e: Bana Câbir ibn Abdillah'ın
"Hudeybiye'deki sahâbîler bindörtyüz kişi idiler" demekte olduğu
haberi ulaştı, dedim.
Saîd bana, Hudeybiye
gününde Peygamber'e bey'at etmiş olan sahâbîlerin binbeşyüz kişi olduklarını
tahdîs etti, dedi.
el-Buhârî'nin üstadı
es-Salt'a kendi rivayetinde Ebû Dâvûd Süleyman et-Tayâlîsî mutâbaat etmiştir:
Bize Kurre ibn Hâlid, Katâ-de'den tahdîs etti. Ona Muhammed ibn Beşşâr mutâbaat
etti: Bize Dâvûd tahdîs etti: Bize Şu'be tahdîs etti [230].
184-.......
Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn
Abdi'lah(R)'tan işittim, şöyle dedi: Hudeybiye günü Rasûlullah (S) bize:
"Sizleryeryüzündeki insanların en hayır/ısısınız" buyurdu. Biz ise bu
seferde bindörtyüz kişi idik. Bu gün (gözlerimde körlük olmayıp da)
görebilseydim, altında bey'at ettiğimiz ağacın yerini size muhakkak
gösterirdim.
Sufyân ibn Uyeyne'ye
Süleyman eı-A'meş "Bindörtyüz" rivayetinde mutâbaat etmiştir. Çünkü
el-A'meş, Salim ibn Ebi'l-Ca'd'den işitmiş, Salim de Câbir'den bindörtyüz
sayısını işitmiştir.
Ve Ubeydullah ibn Muâz
şöyle dedi: Bana babam tahdîs etti: Bize Şu'be, Amr ibn Murre'den tahdîs etti
(O, şöyle demiştir): Bana Abdullah ibn Ebî Evfâ' el-Eslemî (R) şöyle tahdîs
etti: Ağaç altında bey'at eden sahâbîler binüçyüz kişi idiler. Eşlem kabîlesi
halkı Muhacirler'-in sekizde biri idiler.
Muhammed ibn Beşşâr
kendi rivayetinde Ubeydullah ibn Mu-âz'a mutâbaat edip şöyle demiştir: Bize Ebû
Dâvûd et-Tayâlisî tahdîs etti: Bize Şu'be ibnu'l-Haccâc tahdîs etti [231].
185-.......Kays
ibn Ebî Hazım, Mirdâs ibn Mâlik el-Eslemî(R)'den işitmiştir -Mirdâs, ağaç
altında bey'at eden sahâbîlerden idi-. Şöyle diyordu: Salih (yânî iyi) kimseler
birbiri arkasınca Tanrı dîvânına alınırlar, geriye de hurmanın yâhud arpanın
çalkantı kozalakları gibi değersizleri kalır ki, Allah onlara hiçbir kıymet
vermez [232].
186-.......
Bize Suyfân ibn Uyeyne, ez-Zuhrî'den; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti
ki, Mervârt ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame (R) şöyle demişlerdir:
Peygamber (S) Hudeybiye yılında sa-hâbîlerden on küsur yüz kişi içinde
(Medine'den) yola çıktı. Nihayet Zu'1-Huleyfe'de bulundukları sırada Peygamber
kurbanlık develerine gerdanlık taktı ve hörgüçlerinin sağ taraflarını çizip
kanatarak kurbanlık alâmetini yaptı, kendisi de oradan umre niyetiyle ihrama
girdi...
(Alî ibnu'I-Medînî
şöyle demiştir:) Ben bu hadîsi Sufyân ibn Uyey-ne'den kaç kerre işittiğimi
saymam. Nihayet Sufyân'dan şöyle derken işittim: Ben Muhammed ibn Müslim
ez-Zuhrî'den kurbanlık develeri nişanlamayı ve gerdanlık takma fıkrasını
ezberimde tutmuyorum, nişan yapma yerini ve gerdanlık takma yerini de
bilmiyorum; yâhud da hadîsin tamâmım bilmiyorum.
187-.......Mucâhid
ibn Cebr şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ, Ka'b ibn Ucre(R)'den
tahdîs etti ki, Rasûlullah onu, yüzü üzerine bitler düşer hâlde görmüş de:
— "Haşerelerin sana eza veriyor mu?"
demiş, o da:
— Evet ezâ veriyor,
demiş.
Akabinde Rasûlullah
ona Hudeybiye'de bulunurken başını tıraş etmesini emretti. Bu sırada Rasûlullah
ve sahâbîleri Mekke'ye girme arzusu üzerinde bulunuyorlar ve Rasûlullah
kendilerinin Hudeybiye'de ihramdan çıkacaklarını onlara beyân etmemişti.
Akabinde Allah tıraş olmanın fidyesini bildiren el-Bakara: 196. âyetim indirdi.
Bunun üzerine Rasûlullah, ona bir farak yânî onaltı rıtl buğdayı altı fakîre
yedirmesini yâhud bir davar kurban etmesini yâhud da üç gün oruç tutmasını
emretti [233].
188-.......Bana
imâm Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den tahdîs etti;
babası ve Umer'in
hizmetçisi Eşlem şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'l-Hattâb(R)'ın beraberinde
çarşıya çıktım. Çarşıda Umer'i genç bir kadın karşıladı ve:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Eşim şehîd oldu ve arkasında küçük çocuklar bıraktı ki, vallahi bunlar
davar ayağı pişiremiyorlar, bunların hiç ekini ve sağım hayvanları da yoktur.
Ben bunları sırtlanın yemesinden endîşe ediyorum (yânî öleceklerinden endîşe
ediyorum). Ben Hufâf ibnu îmâ el-Gıfârî'nin kızıyım. Babam Hudeybiye'de
Pey-gamber'in beraberinde hazır bulunmuştur, dedi.
Bunun üzerine Umer
ileri gitmeyip, o kadının yanında durdu. Sonra kadına hitaben:
— Kureyş'e yakın bir nesebe merhaba! dedi.
Sonra evde bağlanmış
olan kuvvetli bir deveye doğru gitti ve ona buğdayla doldurduğu iki büyük
çuvalı yükledi. O iki hararın ortasına da yiyecek ve giyecek şeyler yükledi.
Sonra o deveyi yularıyla kadına uzatıp verdi. Sonra:
— Bu yükü rızk edin,
bu tükenmeden Allah sizlere hayır, yânî mal getirecektir, dedi.
Orada bulunan bir
adam:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, bu kadına çok atıyye verdin, dedi. Umer de:
— Anan seni yitirsin!
Vallahi ben bu kadının babasını ve erkek kardeşini gördüm ki onlar bir kaleyi
bir zaman muhasara etmişler, sonunda fethetmişlerdi. Sonra biz onların oradaki
paylarının bize geçmesini istiyorduk (yânî o kaledeki paylarımızı ister
olduk), dedi [234].
189-.......Saîd
ibnu'l-Müseyyeb'in babası, Müseyyeb ibn Hazn (R) -"ki bey'atta hazır
bulunmuştu- : Yemîn ederim ki, ben altında bey'at yapılan o ağacı görmüşümdür,
daha sonra o ağacın yanına gittim, fakat bu sefer o ağacı bilemedim, demiştir.
Mahmûd ibn Gayîân'm
rivayetinde: Daha sonra o ağaç bana unutturuldu, demiştir [235].
190-.......Tâbiün'dan
Tank ibnu Abdirrahmân şöyle demiştir:
Ben hacca gittim.
Yolda namaz kılmakta olan bir topluluğa uğradım da onlara:
— Burası ne mescididir? diye sordum. Onlar:
— Bu Rasûlullah'ın
Rıdvan Bey'atı'nı yapmış olduğu yerdeki Şecere Mescidi'dir, dediler.
Akabinde ben Saîd
ibnu'l-Müseyyeb'e geldim de bunu ona haber verdim. Bunun üzerine Saîd şöyle
dedi:
— Bana babam Müseyyeb
tahdîs etti. Kendisi ağaç altında Ra-sûlullah'a bey'at eden kimseler içinde
bulunmuştur. O şöyle dedi: Hu-deybiye'nin ertesi sene kaza umresine
çıktığımızda bizler o ağacı unuttuk, onu tanımaya muktedir olamadık!..
Saîd:
— Muhammed'in
sahâbîleri o ağacı bilemediler, onu sizler mi bildiniz; sizler sahâbîlerden
daha iyi mi bilenlersiniz? dedi.
191-.......Târik,
Saîd'den; o da babası Müseyyeb(R)'den olmak üzere tahdîs etti. Müseyyeb ibn
Hazn (R) ağaç altında bey'at eden kimselerdendi. O:
— Bizler Hudeybiye'nin
ertesi sene, o ağacın yanına dönüp vardık, fakat o ağaç bize örtülüp gizlendi,
demiştir.
192- Bize
Kabîsa tahdîs etti: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti ki, Târik ibn Abdirrahmân
şöyle demiştir: O ağaç Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in yanında zikredildi. Bunun
üzerine Saîd güldü de şöyle dedi: Bana babam haber verdi, kendisi
Hudeybiye'deki bey'atta hazır bulunmuştur [236].
193-.......Amr
ibn Murre şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan işittim, kendisi
ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi; şöyle dedi: Peygamber (S) bir
topluluk kendisine bir sadaka malı getirdikleri zaman:
— "Yâ Allah, bunlar üzerine salât et"
diye duâ eder idi. Babam Ebû Evfâ da sadakasını getirdiğinde Peygamber:
— "Yâ Allah, Ebû Evfâ ailesine salât
eyle!" diye duâ ederdi [237].
194-.......Abbâd
ibnu Temîm şöyle demiştir: Harre vak'ası günü olduğu zaman insanlar Abdullah
ibn Hanzala'ya bey'at ediyorlardı. Abdullah ibn Zeyd:
— Abdullah ibnu
Hanzala insanlarla ne üzerine bey'at ediyor? diye sordu.
Kendisine:
— Ölmek üzerine bey'at ediyor, denildi.
Abdullah ibn Zeyd:
— Ben
RasûlulIah(S)'tan sonra kimse ile ölmek üzere bey'at etmem, dedi.
Kendisi Hudeybiye'de
Rasûlullah'ın beraberinde hazır bulunmuştu [238].
195-.......Iyâs
ibnu Selemete'bni'1-Ekva' şöyle demiştir: Bana babam Selemetu'bnu'1-Ekva' tahdîs
etti. Kendisi ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden idi. Şöyle dedi: Biz
Peygamber(S)'le birlikte cu-mua namazını kılardık, sonra dönerdik de,
duvarların, kendisinde gölgelenebileceğimiz bir gölgesi olmazdı [239].
196-.......
Yezîd ibnu Ebî Ubeyd şöyle demiştir: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'ya:
— Sizler Hudeybiye günü hangi şey üzerine
Rasûlullah (S) ile bey'at ettiniz? diye sordum.
Seleme (R):
— Ölmek (ve kat'iyyen dönmemek) üzere, dedi [240].
197-.......el-Alâ
ibnu'l-Müseyyeb'den babası Müseyyeb ibn Rafı' et-Tağlebî şöyle demiştir: Ben
el-Berâ ibn Âzib(R)'e kavuştum da:
— En güzel yaşayış
sana kutlu olsun! Sen Peygamber'e sahâbî-lik ettin ve onunla ağaç altında
bey'at yaptın! dedim.
Bunun üzerine el-Berâ:
— Ey kardeş oğlu! Peygamber'den sonra bizim ne
fitneler çıkardığımızı sen bilmezsin, dedi [241].
198-.......Muâviyeibnu
Sellâm, Yahya ibn EbîKesîr'den; o da Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki, Sabit
ibnu'd-Dahhâk, kendisinin ağaç altında Peygamber'le bey'at yaptığını haber
vermiştir.
199-.......Bize
Şu'be ibnu'I-Haccâc, Katâde'den haber verdi ki, Enes ibn Mâlik (R) "Biz
hakikat sana apâşikâr bir fetih (yolu) açtık... " (ei-Feth: i) âyeti
hakkında şöyle demiştir:
— O feth, Hudeybiye'dir. Rasûlullah'ın
sahâbîleri:
— Bu sana kutlu ve
mutlu olsun yâ Rasûlallah (Allah geçmiş ve gelecek günâhlarını mağfiret etti)!
Bizim için ne var (yânı Allah bu husûsda bizlere ne hükmetti)? dediler.
Allah: "(Bütün bu
lütuflar) erkek mü 'mirilerle kadın mü 'minleri altlarından ırmaklar akan
cennetlere -içlerinde ebedî ve sermedi olarak-sokmak, onların günâhlarım
keffâret etmek içindir. İşte bu, Allah indinde en büyük kurtuluş ve
saadettir" (el-Feth: 5) âyetini indirdi.
Şu'be dedi ki: Ben
Kûfe'ye geldim ve bu hadîsin tamâmını Katâde'den olmak üzere tahdîs ettim.
Sonra Katâde'ye döndüm ve bunu kendisine zikrettim. Katâde:
— Amma
"înnâfetahnâ leke"rûn Hudeybiye ile tefsîri Enes'in rivâyetindendir;
"Henîen vemerîen"\se İkrime'nin rivâyetindendir, dedi [242].
200-.......Meczeetu'bnu
Zahir el-Eslemî'den; o da babası Zahir ibnu'l-Esved'den: Bu Zahir, ağaç
altında yapılan bey'atte hazır bulunanlardan idi. Şöyle demiştir: (Hayber'de)
ben eşek etlerini pişirmek için tencerenin altına ateş yakıyordum. Tam bu
sırada Rasûlullah'ın nidâcısı:
— Rasûlullah sizleri
eşek etlerinden nehyediyor! diye bağırdı.
Yine Meczee'den; o da
Eslemîler'den yâhûd sahâbîlerden ve ağaç altında bey'at eden kimselerden bir
adamdan ki, onun ismi Uhbân ibnu Evs'tir. Bu zâtın dizi rahatsız olmuştu da
secde ettiği zaman dizinin altına bir yastık kor idi [243].
201-......
Ağaç altında bey'at yapan sahâbîlerden olan Suveyd ibnu'n-Nu'mân (R) şöyle
demiştir: (Hayber seferine gittiğimizde) Ra-sûlullah ile sahâbîlerine kavud
getirildi de onlar bunu ağızlarında evirip çevirip çiğnediler...
Basra Kaadısı Muâz ibn
Muâz, Şu'be ibnu'l-Haccâc'dan rivayet etmekte bu hadîsin senedindeki
râvîlerden İbnu Ebî Adiyy'e mu-tâbaat etmiştir[244].
202-.......
Ebû Cemre (Nasr ibnu Imrân) şöyle demiştir: Ben, hem Peygamber'in
sahâbîlerinden ve aynı zamanda ağaç altında bey'at eden kimselerden olan Âiz
ibn Amr(R)'dan:
— (Vitr namazını
kıldıktan sonra uyuyup uyanınca, tekrar nafile namaz kılan kimse için evvelce
kıldığı) vitr namazı bozulur mu? diye sordum.
Âiz:
— Vitr namazını gecenin evvelinde kıldığın
zaman, artık gecenin sonunda vitr namazı kılma, diye cevâb verdi [245].
203-.......Bize
Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den; o da babası Eslem'den şöyle haber verdi: Rasûlullah
(S) seferlerinden birinde yol alıyordu. Umer ibnu'I-Hattâb da bir gece
Rasûlullah'ın beraberinde gidiyordu. Bu sırada Umer, Rasûlullah'a birşey sordu.
Fakat Rasûlullah (vahy ile meşgul bulunduğu için) Umer'e cevâb vermedi. Umer
sonra yine sordu. Rasûlullah bu defa da cevâb vermedi. Umer, (Rasûlullah işitmedi
sanarak) sonra bir daha sordu. Rasûlullah yine cevâb vermedi. Bunun üzerine
Umer içinden kendi kendine:
— Anan seni kaybetsin
yâ Umer! Bak üç kerre Rasûlullah'a (sorguda) ısrar ettin de bu sorguların
hepsinde Rasûlullah sana cevâb vermedi, dedi.
Umer (rivayetine
devamla) şöyle dedi: Ben bunun üzerine devemi hareket ettirip sürdüm. Sonra
hakkımda (tevbîh edici) Kur'ân inmesinden korkarak müslümânlann önüne geçtim.
Fakat çok beklemedim. Bir çağırganın bana seslendiğini işittim. Ve (kendi
kendime) dedim ki:
— Yemîn olsun şimdi
hakkımda Kur'ân inmiş olmasından hakîkaten korktuğumu i'tirâf ettim. (Ve bu
korku içinde) Rasûlullah'ın huzuruna geldim de kendisine selâm verdim.
Rasûlullah bana (sevinç içinde):
— "Yemîn olsun bu gece bana bir sûre
indirildi ki, o sûre bana, üstüne güneş doğan herşeyden çok sevimlidir"
buyurdu; sonra da: "Biz hakikat sana apâşikâr birfeth (ve zafer) yolu
açtık. (Bu,) geçmiş ve gelecek günâhını Allahhn mağfiret etmesi, senin
üzerindeki nVmetini tamamlaması, seni (bu sayede) doğru yola iletmesi içindir.
Ve Allah'ın sana çok şerefli bir muzafferiyetle yardım etmesi içindir...
" (el-Feth: 1-3) [246].
204-.......Bize
Sufyân (ibn Uyeyne) tahdîs edip şöyle dedi: Ben bu hadîsi ez-Zuhrî'den tahdîs
ettiği zaman işittim. Bir kısmını Zuh-rî'den ezberledim. Ma'mer ibn Râşid de
beni Zuhrî'den işittiğim kısımda sabit ve kararlı kıldı. O da Urve
ibnu'z-Zubeyr'den; o da el-Mısver ibn Mahrame'den ve Mervân ibnu'l-Hakem'den.
Bu son ikisinden biri, arkadaşı üzerine bâzı artırma yapıyordu. Mısver ile Mervân
şöyle demişlerdir: Peygamber (S) Hudeybiye yılında sahâbîlerin-den yüzer
kişilik on bu kadar bölük içinde sefere çıktı. (Medîneliler'in ihrama girme
yeri olan) Zu'1-Huleyfe'ye geldiği zaman kurbanlık develerin boyunlarına
kurbân nişanesi olan gerdanlıklarını taktı, hör-güçlerini de bıçakla çizip
kanatarak nişanladı. Ve buradan i'tibâren umre niyetiyle ihrâmlandı.
Rasûlullah, Huzâa kabilesinden (Busr ibn Sufyân adlı) bir gözcüsünü de keşif
için ileri gönderdi. Kendisi de (ma-iyyetiyle beraber) yürüdü. Tâ
Gadîru'l-Eştât mevkiine kadar ilerledi. Burada gözcüsü geldi ve şu haberleri
söyledi:
— (Yâ Rasûlallah!)
Kureyş Senin aleyhinde birçok halk toplamış ve Ehâbiş denilen toplulukları da
aleyhinde kendi ittifakına almış. Müşrikler Seninle muhakkak harb edecekler ve
Ka'be'yi ziyaretten Seni men' edecekler ve Mekke'ye girmene mâni' olacaklar, dedi.
Bu haber üzerine Rasûlullah (istişare için sahâbîlerini toplayıp onlara):
— "Ey insanlar! Bana fikrinizi söyleyiniz:
Bizi Ka'be'yi ziyaretten men1 etmek isteyen şu müşriklerin aileleri ve çoluk
çocukları üzerine akın etmemi uygun buluyor musunuz? Eğer bu sırada müşrikler
bize karşı gelirlerse (onlarla harb eder ve onları yeneriz). Çünkü Azız ve
Celîl olan Allah müşriklerden bir gözü kesmiştir (yânî bir casusumuzu
müşriklerin gözünden korumuştur). Eğer müşrikler üzerimize gelmezlerse bu
düşmanlarımızı (aileleri, çoluk çocukları ve malları) baskına uğramışlar,
zorla alınmışlar hâlinde bırakırız" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû
Bekr:
— Yâ Rasûlallah! Sen şu Beyt'i ziyaret
kasdedici olarak yola çıktın. Bir kimseyi öldürmek ve bir kimse ile harbetmek
istemezsin. Şu hâlde Ka'be'ye doğru yürü. Her kim bizi Ka'be'yi ziyaretten men'
ederse, onunla vuruşuruz! dedi.
(Bunun üzerine)
Rasûlullah:
— "Allah'ın ismi
üzere yürümeğe devam edin!" buyurdu [247].
205-.......Bana
İbn Şihâb'm kardeşinin oğlu, amcası(Muhammed ibn Müslim ibn Şihâb)ndan tahdîs
etti. O şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, kendisi de
Mervân ibnu'l-Hakem ile Mısver ibn Mahrame'den işitmiştir. Bu iki sahâbî
Rasûhıllah'ın Hudeybiye umresi hakkındaki haberinden bir haber naklediyorlardı.
(İbn Şihâb şöyle dedi:) Urvenin o iki sahâbîden bana haber verdiği şeyler
içinde şu fıkralar vardı:
Rasûlullah (S)
Hudeybiye günü ta'yîn edilen sulh müddeti üzerine Süheyl ibn Amr ile yazışma
yaptığı zaman, Süheyl ibn Amr'ın ileri sürdüğü şartlar içinde şunlar da vardı:
Süheyl:
— Sana bizden bir
erkek gelirse, o gelen kimse senin dîninde olsa bile onu bize geri vereceksin
ve onunla bizim aramızı boşaltacaksın, dedi ve Süheyl ancak bu şart üzerine
Rasûlullah ile barış andlaş-ması yapacağında diretti.
Müslümanlar bu şartı
istemeyip öfkelendiler ve bu şart aleyhinde konuştular. Süheyl, Rasûlullah ile
ancak bu şart üzere andlaşma yapmakta dayatınca Rasûlullah (o şartı kabul edip)
onunla anlaşmaya vardı.
Bu madde uyarınca daha
o gün Rasûlullah, Süheyl ibn Amr'ın oğlu Ebû Cendel'i babasına geri verdi. O
anlaşma müddeti içinde Rasûlullah'a gelen herbir erkeği, müslümân olarak
gelmiş de olsa muhakkak geri çevirmiştir.
Bu arada mü'min
kadınlar da Muhacir olarak geldi. Ve Ukbe ibn Ebî Muayt'm kızı Ümmü Kulsüm de
kadınlık çağına erişmiş olduğu hâlde o günü Rasûrullah'ın yanına çıkıp
gelenlerdendi. Arkasından ailesi de geldiler de Ümmü Kulsüm'ü kendilerine geri
vermesini Rasûlullah'tan istiyorlardı. Fakat Yüce Allah, mü'min kadınlar hakkında
indirdiğim indirdiği için -el-Mümtehine: 10. âyeti indirdiği içiri-(Rasûlullah,
Ümmü Kulsüm'ü ailesine geri vermemiştir).
İbn Şihâb şöyle
demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mü'min kadınlardan muhacir olup gelenleri şu
âyet ile imtihan ediyordu:
'Ey Peygamber, mü 'min
kadınlar -Allah 'a hiçbirşeyi eş tutmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina
etmemeleri, evlâdlanm öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasından bir iftira
düzüp getirmemeleri, (emredeceğin) herhangi bir iyilik hususunda sana âsî
olmamaları şartıyle- sana bey'atleşmeye geldikleri zaman, bey'atlerini kabul
et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Allah çok mağfiret edici,
çok merhamet eyleyicidir" (ei-Mümtehine: 12).
Yine amcasından o,
yânı İbn Şihâb: O zaman Allah'ın, kendi Rasûlü'ne, müşrik erkeklerin mü'min
olarak hicret etmiş kadınlarına yaptıkları mehr ve diğer harcamaları müşrik
erkeklere geri ver-
meşini emrettiği
haberi de bize ulaştı, demiştir. Ve yine bize Ebû Ba-sîr kıssası da ulaştı,
deyip o hadîsi de uzunluğu ile zikretmiştir [248].
206- Bize
Kuteybe ibn Saîd, (İmâm) Mâlik'ten; o da Nâfi'den şöyle tahdîs etti: Abdullah
ibn Umer (Haccâc'ın Abdullah ibn Zubeyr'le harb etmek için Mekke üzerine bir
ordu ile yürüdüğü) fitne senesi içinde umre niyetiyle yola çıktı da:
— Eğer ben Beyt'i
ziyaretten men' olunursam, ben de Rasûlul-lah (S) ile yaptığımız gibi yaparım,
dedi ve akabinde telbiye ederek (Zu'1-Huleyfe'de) umre niyetiyle ihrâmlandı.
Çünkü Rasûlullah da
Hudeybiye senesinde böyle umre niyetiyle ihrama girmişti.
207-.......İbn
Umer (fitne zamanında) umre niyetiyle ihrama girdi de: Eğer benimle Beyt
arasına engel olunursa, ben de Kureyş kâfirlerinin Peygamber'le Beyt arasına
engel oldukları zaman Peygamber'in Hudeybiye'de yaptığı işleri yaparım, dedi ve
şu âyeti okudu: "Andolsun ki, Allah 'in Rasûlü 'nde sizin için güzel bir
tâbV olup uyma numunesi vardır..." (ei-Ahzâb: 2i).
208-.......Abdullah
ibn Umer'in iki oğlu Ubeydullah ile Salim, babaları Abdullah ibn Umer'le konuştuklarını
Nâfi'e haber vermişlerdir.
H ve yine bize Mûsâ
ibn İsmâîl tahdîs etti: Bize Cuveyriye, Nâfi'den şöyle tahdîs etti: Abdullah
ibn Umer'in oğullarından bâzısı İbn Umer'e:
— Bu yıl yerinde
kalsan (hacca gitmesen elbette daha hayırlı olur)! Çünkü ben senin bu sene
Beyt'e ulaşamayacağından korkuyorum, dedi.
İbn Umer dedi ki:
— Biz Peygamber'in
beraberinde yola çıktık. Kureyş kâfirleri Beyt'e varmağa mâni' oldular. Bunun
üzerine Peygamber kurbanlıklarını kesti, başım tıraş etti, sahâbîleri de
saçlarını kısalttılar.
İbn Umer devamla şöyle
dedi:
— Sizi şâhid tutuyorum ki, ben kendime umre
yapmayı vâcib kıldım. Eğer benimle Beyt'in arası serbest bırakılırsa Beyt'i
tavaf ederim. Eğer benimle Beyt'in arasına engel olunursa, ben de
Rasûlul-lah'ın (Hudeybiye'de) yaptığı gibi yaparım, dedi (ve Zu'1-Huleyfe'de
umre niyetiyle ihrama girdi).
Bir saat gittikten
sonra:
— Mâni' olunmakla
ihramdan çıkmanın cevazında hacc ile um-
renin ikisini de bir
görüyorum (aralarında fark görmüyorum). Sizleri şâhid tutuyorum ki, ben umrem
ile beraber haccı da kendime vâcıb kıldım, dedi (ve kıran haccına niyet etti).
Mekke'ye girdiği gün
bir tavaf ve bir sa'y yaptı (ikaamet etti). Nihayet (nahr gününde kurbanını
kesip) iki ibâdetten beraberce ihramdan çıktı [249].
209-.......
Nâfi' şöyle demiştir: İnsanlar "İbn Umer, babası Umer'den önce müslümân
oldu" diye konuşuyorlar. Hâlbuki iş böyle değildir. İş şöyledir: Umer,
Hudeybiye günü oğlu Abdullah'ı, Ensâr'-dan bir kişinin yanında bulunan atın,
üzerine binip harbetmek mak-sadiyle getirmesi için, atının yanma göndermişti.
Bu sırada Rasûhıllah ağacın yanında insanlardan bey'at alıyordu. Hâlbuki Umer
bu bey'-at işini bilmiyordu. Abdullah, Rasûlullah ile bey'at edip, sonra atı
almaya gitti ve atı Umer'e getirdi. O sırada Umer, harbetmek için zırhını
giymekle meşguldü. Abdullah babasına Rasûlullah'ın ağaç altında insanlardan
bey'at almakta olduğunu haber verdi.
Râvî dedi ki: Hemen
Umer bey'at yerine gitti, kendisiyle beraber oğlu da gitti..Nihayet Umer de
Rasülullah'a bey'at etti. İşte in-sanlar'ın "Abdullah ibn Umer, babası
Umer'den önce müslümân oldu" diye konuşur oldukları söz, budur.
Ve Hişâm ibn Ammâr
şöyle demiştir: Bize el-Velîd ibnu Müslim tahdîs etti. Bize Umer ibnu Muhammed
el-Umerî tahdîs etti. Bana Nâfi', İbn Umer'den haber verdi (o şöyle demiştir):
Hudeybiye günü-insanlar Peygamber'in beraberinde idiler; ağaçların gölgelerine
dağılmışlardı. Derken birdenbire insanlar Peygamber'in etrafını çevirdiler.
Umer:
— Yâ Abdallah! Bak
bakalım, insanların hâli nedir; Rasûlullah'ın etrafını kuşatmışlar? dedi.
Abdullah insanları
bey'at yapıyor hâlde buldu ve kendisi de bey'at etti. Sonra Umer'in yanına
döndü. Akabinde Umer de varıp bey'at yaptı [250].
210-.......Abdullah
ibn Ebî Evfâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -anlaşma hükmüne göre îfâ ettiği-
umreyi yaptığı zaman, biz de beraberinde idik. Peygamber Ka'be'yi tavaf etti;
biz de beraberinde tavaf ettik. O namaz kıldı; biz de beraberinde namaz
kıldık. O, Safa ile Merve arasında sa'y yaptı. Bu sırada biz Peygamber'i Mekke
ahâlîsinden herhangibir kimse O'na bir zarar isabet ettirmesin diye koruyorduk [251].
211-.......Mâlik
ibn Mığvel tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Ebû Husayn Usmân ibn Âsim
el-KûfîJden işittim, şöyle dedi: Ebû Vâil şöyle dedi: Sehl ibn Huneyf el-Ensârî
(R) Sıffin vak'asından geldiği zaman, biz ondan haber istemek üzere yanma
geldik. (O, bu harb gününde taksîr yapmakla ittihâm ediliyordu.) Şöyle dedi:
— Sizler bu harb
hakkında kendi re'yinizi ittihâm ediniz. (Çünkü ictihâd ettiğiniz bir
ictihâdla İslâm içinde kardeşlerinizle harb ediyordunuz.) Yemîn olsun ben
kendimi Ebû Cendel gününde gördüm, eğer Rasûlullah'a karşı O'nun emrini
reddetmeye muktedir olaydım, muhakkak O'nun Ebû Cendel hakkındaki emrini
reddederdim. Allah ve Rasûlü en bilendir. Biz Allah yolunda bize ağır gelen herhan-gibir
iş için kılıçlarımızı omuzlarımızdan her indirişimizde muhakkak o kılıçlar (şu
müslümânlar arasında meydana gelen) fitne işinden önce tanımakta olduğumuz işe
doğru bizlere kolaylıklar yapmışlardır (yânî kılıçlarımız bizi o işe
yaklaştırmış ve bizi o işin içine girdirmiş-lerdir. Bu fitne ise, içinde
müslümânları öldürmek olduğu için müş-kildir). Bu fitneden herhangi bir tarafı
kapattıkça muhakkak üzerimize diğer bir taraf fışkırmıştır ki, biz ona nasıl
varacağımızı bilmiyoruz [252].
212-.......Ka'b
ibn Ucre (R) şöyle demiştir: Hudeybiye zamânında yüzüm üzerinde bitler dağılır
vaziyette iken, Peygamber (S) yanıma geldi ve:
— "Başındaki haşereler sana eziyet veriyor
mu?" buyurdu. Ben de:
— Evet (eziyet
veriyorlar), dedim. Peygamber:
— "Öyleyse başını tıraş et de üç gün oruç
tut yâhud altı fakiri doyur yâhud da bir kurban kes" buyurdu.
Bu hadîsin senedindeki
râvîlerden Eyyûb es-Sahtıyânî: Peygam-ber'in bu oruç tutmak, altı fakiri
doyurmak yâhud bir kurban kesmek şıkklarından hangisi ile söze başladığını
bilmiyorum» demiştir [253].
213-.......Ka'b
ibn Ucre (R) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye'de Rasûlullah'ın beraberinde umre
niyetiyle ihrama girmiş hâlde bulunduk. Müşrikler bizi Ka'be'ye ulaşmaktan
habsetmişlerdi. Ka'b şöyle devam etti: Benim kulak memelerime kadar uzayan bol
saçım vardı. Haşereler yüzümün üzerine düşüşmeye başladı. Bu sırada Peygamber
yanıma uğradı da:
— "Başının haşereleri sana eziyet veriyor
mu?" diye sordu.
Ben de:
— Evet (eziyet veriyor), dedim. Ka'b, şu âyet
indirilmişti, dedi:
"Haca da umreyi
de Allah için tam yapın. Fakat (bunlardan) ahkonursamz, o hâlde kolayınıza
gelen kurban yerine varıncaya^ kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık
içinizden kim hasta olur, yâhud başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan* ya
sadakadan yâhud da kurbandan biriyle fidye (vâcib olur)..."(ei-Bakara:
196) [254].
214-.......Bize
Saîd, Katâde'den tahdîs etti. Onlara da Enes (R) şöyle tahdîs etmiştir: Ukl ve
Ureyne kabilelerinden birtakım insanlar Medine'ye Peygamber'in huzuruna
geldiler de İslâm kelimesini söylediler, yânî tevhidi telâffuz edip İslâm'a
girdiklerini açıkladılar. Akabinde:
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Bizler sürü sâhibleri idik, ekin ve mahsûl sâhibleri değildik,
dediler.
Ve Medine'nin havasım
sıhhatlerine uygun bulmadılar (da burada ikaamet etmek istemediler).
Rasûlullah (S) onlara zekât develerinin ve çobanının bulunduğu yere
gitmelerim, o develerin içine çıkıp onların sütlerinden ve sidiklerinden
içmelerini emretti. Onlar oraya gittiler ve onlardan içtiler. Nihayet Harre
tarafında bulundukları (sağlıklarına kavuşup semizledikleri ve renkleri
kendilerine geldiği) zaman îslâm'a girmelerinin ardından kâfir oldular,
Peygamber'in çobanını öldürdüler ve develeri önlerine katıp götürdüler. Bu iş
Pey-gamber'e ulaşınca arkalarından arayıcılar gönderdi. Gönderilen se-riyye
onları yakalayıp getirdiler. Peygamber onlara kısas yapılmasını emretti.
Akabinde o canilerin gözlerini çıkardılar, ellerini kestiler ve kendi hâlleri
üzere ölünceye kadar Harre tarafına terkedildiler [255].
Geçen senedle Katâde:
Bundan sonra Peygamber'in sadaka vermeyi teşvik eder ve ölünün vücûd
organlarım kesmekten nehyeder olduğu haberi bize ulaştı, demiştir.
Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: Şu'be, Ebân ve Hammâd, Katâde'den yaptıkları rivayette
"Ureyne'den birtakım insanlar" şeklinde söylediler. Yahya ibn Ebî
Kesîr ile Eyyûb, Ebû Kılâbe'den; o da Enes'ten "Ukl*den birtakım insanlar
geldi" diye rivayet ettiler [256].
215-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî ile el-Haccâc ibn Ebî Usmân es-Savvâf tahdîs edip herbiri
şöyle dediler: Bana Ebû Kılâbe'nin himayesinde bulunan Ebû Recâ Süleyman
tahdîs etti. Ebû Recâ Şam'da Ebû Kılâbe'nin beraberinde bulunuyordu. Umer ibnu
Abdilazîz bir gün insanlarla istişare etti de:
— Şu kasâme yemini hakkında ne dersiniz? diye
sordu. Oradakiler:
— Kasâme yemini haktır, Rasûlullah onunla
hükmetmiş, senden evvelki halîfeler de bununla hükmetmişlerdir, dediler.
Ebû Recâ dedi ki: Bu
sırada Ebû Kılâbe, Umer'in oturduğu se-rîrin arkasında bulunuyordu.
Anbesetu'bnu Saîd:
— Enes'in Urenîler hakkındaki hadîsi nerededir?
diye sordu. Ebû Kılâbe:
— O hadîsi bana Enes
ibn Mâlik tahdîs etmiştir, dedi.
Abdulazîz ibnu Suheyb,
Enes'ten "Ureyne'den" şeklinde söyledi. Ebû Kılâbe ise Enes'ten
"Ukl kabilesinden" şeklinde söyleyip, o kıssayı zikretti [257].
Bu, Hayber'den üç gün
önce, orada Peygamber'in sağmal develerine baskın ve yağmacılık etmeleri üzerine
yapılan gazvedir [258].
216-.......Ben
Seleme ibnu'l-Ekva'(R)'dan işittim, şöyle diyordu: Ben bir sabah namazı ezanı
okunmazdan önce (Medine'den Gâbe ormanlığı tarafına gitmek üzere) yola çıktım.
O günlerde Rasûlul-lah'ın sağmal develeri Zû-Kared mer'asında otlayıp
yayılıyorlardı.
İbnu'1-Ekva' devamla
dedi ki: Yolda giderken bana Abdurrah-mân ibn Avf m bir oğlanı kavuştu ve:
— Rasûlullah'ın sağmal
develeri (kırk kişilik çapulcular tarafından) alınıp götürüldü! dedi.
Ben kendisine:
— Develeri kim aldı? diye sordum.
O:
— Gatafân kabilesi
adamları! dedi.
İbnu'1-Ekva' devamla
dedi ki: Bu haber üzerine ben gür sesimle üç defa:
— Yâ Sabâhâh (Ey
sabahçılar, erken kalkanlar, yetişin baskın var),! diye haykırdım.
İbnu'1-Ekva' dedi ki:
Ben bu haykırışımı Medine'nin iki kara taşlığı arasındaki halka işittirdim.
Sonra kendim yüzüm doğrultusu üzerine hiç sağa sola bakmadan yaya olarak
çapulcuların arkalarından sür'atle koştum. Nihayet onlara yetiştim. Oradaki
sudan su çekmeye başlamışlardı. Ben onlara oklarımı atmaya başladım. Ben iyi
bir ok atıcısı idim. Her ok attıkça da:
— Ben İbnu'1-Ekva'im,
bu gün alçakların öleceği gündür! diyor ve böylece kısa vezinli şiirler
söylüyordum.
Nihayet onlardan
develeri kurtardım. Onlardan otuz tane de bür-deyi zorla aldım.
Îbnu'1-Ekva' dedi ki:
Develeri sürüp getirirken Peygamber ve sa-hâbîler (beş veya yediyüz kişi)
geldiler. Ben:
— Yâ Nebiyellah! Ben
onların su içmelerine mâni' oldum. On-
lar, yânî hırsızlar
topluluğu susuzdurlar. (Su aramakla meşguldürler.) Şu saat onlara bir müfreze
gönder, dedim.
Fakat Peygamber:
— "Ey îbnu
'l-Ekva', sen alacağını aldın, artık yumuşak oh şiddeti bırak" buyurdu.
İbnu'1-Ekva' dedi ki:
Sonra Medine'ye döndük. Rasûlullah beni Medine'ye girinceye kadar devesi
üzerine terkisine bindirdi [259].
217-.......Suveyd
ibnu'n-Nu'mân (R) şöyle haber vermiştir: Hayber yılında Peygamber (S) ile
birlikte sefere çıktık. Sahbâ'ya -ki Hay-ber'in alt başındadır- vardığımızda
(Peygamber inip) ikindi namazı kıldırdı. Sonra mevcûd azıkları istedi.
Sevîktan, yânî kavuddan başka birşey getirilmedi. Islatsınlar diye emretti ve
ıslatıldı. Akabinde o sulandırılmış kavuddan Peygamber de yedi, biz de yedik
(içtik). Sonra akşam namazına kalktı. Ağzım çalkaladı. Biz de ağzımızı çalkaladık.
Sonra abdest almadan namazı kıldırdı [261].
218-.......Selemetu'bnu'1-Ekva'
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ile beraber Hayber gazvesine çıktık. Bir gece
giderken kaafileden bir kişi, Âmir ibnu'l-Ekva'a [262]:
— Yâ Âmir! Kısa
vezinli şiirlerinden bize birkaç parça dinletmez misin? dedi.
Âmir şâir bir kişi
idi. Bunun üzerine Âmir hayvanından aşağıya indi ve şu mealdeki şiirini (güzel
seda ve edâ ile) okuyarak kaafile develerini yollandırdı [263]:
— Yâ Allah, eğer Sen
hidâyet etmemiş olaydın, biz doğru yolu bulamaz, sadaka vermez ve namaz da
kılmazdık, canlarımız Sana feda olsun, bizleri hayâtta bıraktığın müddetçe
mağfiret eyle. Düşmanla kavuştuğumuzda ayaklarımızı sabit tut ve üzerimize
sekînet at! Şüb-hesiz bizler haksızlığa çağrıldığımızda dayatırız. Düşmanlar
ise müşrikleri haykırarak üzerimize da'vet etmişlerdir (yânı bizim aleyhimize
müşriklerden yüksek sesle yardım isteyerek hücum etmişlerdir).
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Şiir okuyup develeri yollandıran
kimdir?" diye sordu. Sahâbîler:
— Âmir ibnu'I-Ekva'dır, dediler. Rasûlullah:
— "Allah Âmir'e rahmet etsin!" diye
duâ etti. Kaafileden bir kişi:
— Ey Allah'ın Peygamberi,
bu duâ bereketiyle Âmir cenneti hakketti. Âmir'in şehîdliği vâcib oldu.
Âmir'le (ve onun şiir ve kahraman-hklarıyle) bizleri bir süre daha
faydalandırsaydiniz! dedi [264].
Nihayet Hayber'e
geldik ve Hayber ahâlîsini muhasara ettik. (Muhasara yirmi gün sürdü.) Hattâ
bize şiddetli bir açlık isabet etti. Sonra Yüce Allah müslümânlara Hayber
kalelerinin birer birer fethini müyesser kıldı. Hayber'in müslümânlara açıldığı
günün akşamında mücâhidler, yer yer pekçok ateşler yakmışlardı. Peygamber (S):
— "Bu ateşler nedir, ne üzerine
yakıyorlar?" diye sordu.
Sahâbîler:
— Et pişirmek için
yaktılar, diye cevâb verdiler. Peygamber:
— "Hangi et, ne eti üzerine?" diye
sordu. Sahâbîler:
— Evcil eşeklerin eti»
diye cevâb verdiler. Peygamber:
— "O etleri dökünüz, kapları da
kırınız!" buyurdu. Sahâbîlerden biri:
— Yâ Rasûlallah!
Etleri döküp, kapları yıkasak olmaz mı? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Yâhud öyle yapınız!" buyurdu.
Hayber'de muhârib
kavim harb saffı bağlayınca (Âmir, Yahü-dîler'in cenkçi pehlivanı Mirhab'a karşı
mubâriz çıkmıştı), Amir'in kılıcı kısa idi. Âmir bu kısa kılıcını vurmak için
Yahudi'nin baldırına saldırmıştı. Fakat kılıcının keskin yüzü dönüp Âmir'in
diz kapağına isabet etti. Kahraman Âmir bu yaradan vefat etti. (Bâzı kimseler
Amir'in bu şekilde vefatını intihar sayıp mükâfatsız kalacağını söylemiş, Seleme
ibnu'1-Ekva' da amcası hakkındaki bu sözlerden üzülmüştü.)
Râvî Seleme devamla
şöyle dedi: Rasûlullah ile sahâbîleri Hayber'den döndükleri sırada Rasûlullah
beni gördü de iki elimi tutarak bana:
— "Yâ Seleme, sana ne oldu?" dedi.
Ben de kendisine:
— Babam anam Sana feda
olsun! Bâzı kimseler (amcam) Âmir'in gazasının bâtıl ve şehîdliğinin
mükâfâtsızlığmı iddia ettiler, dedim.
Peygamber:
— "Bu iddiada bulunan kişi yalan
söylemiştir. Âmir için muhakkak iki ecir ve sevâb vardır: Peygamber iki
parmağını birleştirerek: O, câhid ve mücâhiddir (yânî biri Allah yolunda cihâd
sevabı, öbürü cehdi ve bu uğurda son kudretini harcamasının sevabı). Yer^
yüzünde yürüyen Arab ırkından onun benzeri bir Arab az bulunur" buyurdu.
Bize Kuteybe ibnu Saîd
tahdîs etti: Bize Hatim ibn Ismâîl tahdîs etti ve hadîsinde "Yeryüzünde
onun benzeri pek az yetişir" şeklinde söyledi [265].
219-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) geceleyin Hayber'e (yakın Recî' vadisine)
geldi, (orada eğlendi). Çünkü Rasûlullah gece vakti bir düşman kavim üzerine
vardığında onlara gece baskını yapmaz, sabaha girinceye kadar beklerdi... Sabah
olunca Hayber Ya-hûdîleri kazmaları, kürekleri ve büyük küfeleriyle dışarı
çıktılar. Ra-sûlullah'ı görünce:
— Muhammed, vallâhî
Muhammed ve ordusu! diye bağrıştılar. Bunun üzerine Peygamber:
— "Allâhu Ekber, Hayber harâb oldu gitti
(yâhud: harâb olsun)! Biz bir kavmin yurduna indik mi, inzâr edilmiş olanların
sabahı ne fena olur! buyurdu.
220-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Biz Hayber'e sabah erkenden baskın yaptık.
Hayber ahâlîsi zirâat aletleriyle şehir dışına çıktılar da Peygamber'i
gördüklerinde:
— Muhammed, vallâhî
Muhammed ve ordusu! diye bağrıştılar. Bunun üzerine Peygamber (S):
— "Attâhu Ekber!
Hayber harâb oldu. Biz bir kavmin sahasına indiğimiz zaman korkutulan o kavmin
sabahı ne fena olur!" buyurdu.
Biz Hayber'de birçok
eşek etleri elde etmiştik. Bu sırada Pey-gamber'in münâdîsi:
— Allah ve Rasûlü
sizleri eşek etlerinden nehyederler. Çünkü eşek etleri pistir! diye nida etti.
221-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten; şöyle demiştir: Rasûlullah'a biri geldi de:
— Eşekler yenildi, dedi. Rasûlullah sustu.
Sonra ikinci kerre
geldi de yine:
Eşekler yenildi, dedi.
Rasûlullah yine sükût etti. Sonra üçüncü defa geldi ve:
— Eşekler tüketildi,
dedi.
Bu sefer Rasûlullah
bir münâdîye emretti, o da insanlar içinde:
— Allah ve Rasûlü
sizleri evcil eşek etlerinden nehyederler! diye nida etti.
Et tencereleri kaynar
hâldeyken bunlar olduğu gibi döküldü [266].
222-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hayber'e yakın bir yerde sabah namazını daha
karanlık iken kıldırdı. Sonra:
— "Allâhu Ekber, Hayber harâb oldu. Bizler
bir kavmin sahasına indiğimiz zaman (Öteden beri gelecek tehlikelerle) korkutulmuş
olan o kâfirlerin sabahı ne kötü olur!" buyurdu.
Yahudiler Hayber'in
sokaklarında koşarak dışarıya çıktılar. Peygamber, Hayber ahâlîsinin muhârib
olanlarını öldürdü. Nesillerini, oğulları ve kızlarım da esîr aldı. Safiyye
(bintuHuyey ibn Ahtab) esirler arasında idi. Evvelâ Dıhye ibn Halîfe
el-Kelbî'ye geçti. Sonra Pey-gamber'e geçti. Peygamber onun hürriyete
kavuşturulmasını onun mehri yaparak, onunla evlendi.
Abdulazîz ibnu Suheyb,
Sâbit'e hitaben:
— Yâ Ebâ Muhammedi
Enes ibn Mâlik'e "Safiyye'ye Peygamber ne mehr ta*ym etti?" diyen
sen misin? diye sordu da Sabit, Su-heyb'in sorusunu tasdik olarak, başını
hareket ettirdi.
223-.......Abdulazîz
ibnu Suheyb şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim: Peygamber (S)
-Kurayza ve Nadîr oğulları'nm seyyidesi olan- Safiyye'yi esîr aldı. Akabinde
Safiyye'yi âzâd etti ve onunla evlendi, diyordu.
Sabit el-Bunânî,
Enes'e:
— Peygamber, Safiyye'ye ne mehr verdi? diye
sordu. Enes:
— Peygamber,
Safiyye'ye hürriyet verdi de, nefsinin hürriyete kavuşturulmasını ona mehr
yaptı, dedi 268.
268 Hadîslerin başlığa
uygunlukları meydandadır.
Safiyye bintu Huyey,
Nadîr oğullan'nm en büyük hanedanından Hârûn Peygamber'in neslinden temiz ve
güzel bir kadın idi. Evvelâ Nadîr oğullan'nm ileri gelenlerinden Sellâm ibn
Mişkem'le evlenmiş, ondan ayrılma vâki' olup Ki-nâne ibn Ebî'l-Hakîk'la
evlenmiş, Hayber gazvesi esnasında henüz yeni gelin iken Kamus kalesinde esîr
edilmiştir.
224-.......Bize
Ya'kûb ibn Abdirrahmân el-İskenderânî, Ebû Hâzım'dan; o da Sehl ibn Sa'd
es-Sâidî(R)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) ile müşrik
Yahudiler (Hayber harbinde) karşılaştılar da cenk ettiler. (O günün harbi sona
erip) Rasûlullah kendi askerî karargâhına, öbürleri de kendi askerî
karargâhlarına dönmüşlerdi. Fakat Rasûlullah'ın sahâbîleri içinde bir adam
vardı ki, o, düşman ordusundan ayrı düşen, yâhud orduya katılmamış bulunan
Yahudi'nin arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve kılıcıyla ona
vuruyordu. (Bu adamın cenkçiliği hakkında) [267]:
— Bu gün bizden hiçbir
kişi Fulân'ın gösterdiği kahramanlık derecesinde yeterlilik göstermedi,
denildi.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Dikkat, o kişi muhakkak cehennem
ehlindendir"buyurdu. Sahâbîlerden bir kişi (Eksum ibn Ebi'1-Cevn
el-Huzâî):
— Öyleyse ben onunla
beraber olup, onu gözetleyeceğim, dedi.
Râvî Sehl dedi ki: Bu
Huzâalı kişi o adamla beraber harb sahasına çıktı ve harb saf finin neresinde
durduysâ, o da onunla beraber orada durdu. O kişi harbde ne kadar çeviklik
gösterdiyse, Huzâalı kişi de onunla birlikte çeviklik gösterdi.
Râvî Sehl dedi ki:
Nihayet o adam ağır şekilde yaralandı. (Bu yaranın acısıyle) ölümün acele
gelmesini istedi de kılıcını (yânî kılıcın demirini) yere koydu, kılıcın
ağzını ise iki memesi arasına koydu ve kılıcın üstüne yüklendi. Bu suretle
kendisini öldürdü. Bunun üzerine Huzâalı Eşlem, Rasûlullah'ın huzuruna çıktı
ve:
— Yâ Rasûlallah, ben
şehâdet ederim ki, Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'sün! dedi.
Rasûlullah:
— "Bu şehâdetin sebebi nedir?" diye
sordu. Huzâalı kişi:
— Biraz önce cehennem
ehlinden olduğunu haber verdiğin o kişi, hakîkaten cehennemliklerdendir. Onun
cehennemliklerden olduğu hakkındaki sözünüzü insanlar zihinlerinde büyüttüler.
Ben de bu adamı sizin için ta'kîb eder gözetlerim demiştim. Ve hakîkaten
ardı-sıra çıkıp, onun her hareketini araştırdım. Nihayet bu adam ağır şekilde
yaralandı ve ölümün çabuk gelmesini isteyerek kılıcının demirini yere, keskin
ağzım da iki memesi arasına koydu. Sonra kılıcın üstüne yüklendi. Ve bu
suretle kendisini öldürdü, dedi.
Bu sırada Rasûlullah:
— "İnsanlar arasında bir sınıf kişi vardır
ki, halka görünüşe göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yapar; hâlbuki o
cehennemliklerdendir. Yine insanlardan bir kısım da yardır ki, halka
görünüşüne göre cehennemliklere âid kötü işler yapar; hâlbuki o cennetliklerdendir!"
buyurdu [268].
225-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Biz Hayber'de hazır bulunduk. Rasûlullah (S) beraberinde (yânî
ordusunda) bulunanlardan olup da İslâm'ı iddia etmekte bulunan bir adam için:
— "Bu, ateş ehlindendir" buyurdu.
Kıtal zamanı gelince o
zât en şiddetli şekilde kıtal yaptı ye çok yara aldı. İnsanların bâzısı
Rasûlullah'ın sözü hakkında şübheye düştüler. O zât, yaralarının acısını
hissetti de elini ok kuburuna uzatıp, orada birkaç ok çıkardı ve onlarla
kendisini öldürdü. Bunun üzerine müslümânlardan bâzıları sür'atle gittiler de:
— Yâ Rasûlallah! Allah
Senin sözünü doğruladı: O Fulân kişi intihar etti ve kendisini öldürdü,
dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Kalk yâ Fulân! Cennete mü'min olandan
başkası girmez; muhakkak ki Allah, bu dîni (dilerse) fâcir kişi ile de te'yîd
edip kuvvetlendirir hakikatini i'lân eti" buyurdu [269].
ez-Zuhrî'den
rivayetinde Ma'mer ibn Râşid, Şuayb'e mutâbaat etti. Ve Şebîb ibn Saîd, Yûnus
ibn Yezîd'den söyledi ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb
ile Abdurrahmân ibnu Ab-dillah ibn Ka'b haber verdiler ki, Ebû Hureyre: Biz
Hayber'de Pey-gamber'in beraberinde hazır bulunduk... demiştir.
Abdullah
ibnu'l-Mubârek, Yûnus'tan; o da ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'1-Müseyyeb'den; o
da Peygamber'den söyledi. ez-Zuhrî'den rivayet etmekte Salih ibnu Keysân,
Abdullah ibnu'l-Mubârek'e mutâbaat etti.
ez-Zubeydî (Muhammed
ibnu'l-Velîd) şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî haber verdi; ona da Abdurrahmân ibn
Ka'b haber verdi ki, Ubeydul-lah ibn Ka'b şöyle demiştir: Bana Hayber'de
Peygamber'le beraber hazır bulunan kişi haber verdi. Ve yine ez-Zuhrî şöyle
demiştir: Bana, Ubeydillah ibn Abdillah ibn Umer ile Saîd ibnu'l-Müseyyeb, Peygamber'den
olmak üzere haber verdiler [270].
226-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Hayber'e gazveye gittiği
zaman -yâhud da şöyle demiştir: Rasûlullah Hayber'e (yânî Hayber'den) yöneldiği
zaman- sahâbîler bir vâdîye yukarıdan baktıklarında yüksek sesle:
— Allâhu Ekber, Allâhu
Ekber, Lâ ilahe ille'Hah... diye tekbîr aldılar.
Bunun üzerine
Rasûlullah onlara:
— "Nefislerinize yumuşak davranın. Çünkü
sizler ne sağırı çağırıyorsunuz, ne de gaibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki
sizler pek işiten veçokyakın olan Allah'a duâ ediyorsunuz. O her zaman sizinle
beraberdir!" buyurdu.
Bu sırada ben,
Rasûlullah'ın bineğinin arkasında idim. Ben de:
— Lâ havle velâ
kuvvete illâ bVllâhi (= Kulun çâresi ve kuvveti yalnız Allah'ın yardımıyle
meydana gelir) demeğe başladım.
Rasûlullah benim
sözlerimi işitti ve:
— "Ey- Abdallah ibne Kays!" diye
seslendi. Ben:
— Lebbeyke yâ
Rasûlallah (= Buyur, emrinizi almağa hazırım
yâ Rasûlallah)! dedim.
Rasûlullah:
— "Sana cennet hazînelerinden büyük bir
hazîne değerinde olan bir kelimeye delâlet edip bildireyim mi?" buyurdu.
Ben de:
— Evet bildir yâ
Rasûlallah, babam anam Sana feda olsun, dedim.
Rasûlullah:
— "O kelime Lâ havle velâ kuvvete illâ
bVllâhVdir" buyurdu [271].
227- Bize
el-Mekkî ibnu İbrâhîm tahdîs etti: Bize Yezîd ibnu Ebî Ubeyd tahdîs edip şöyle
dedi: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'm baldırında bir darbe eseri gördüm de:
— Yâ Ebâ Müslim! Bu
vurma nedir? dedim.
Seleme:
— Bu, Hayber günü bana
isabet eden bir darbedir. İnsanlar: Seleme vuruldu, dediler. Akabinde ben
Peygamber'e geldim. Peygamber (S) o darbenin yerine üç defa nefes etti. Ben o
saatte (veya bir saatlik bir zaman içinde) bu yaradan ağrı ve ızdırab duymadım [272].
228-.......Sehl
ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ile müşrikler, Peygamber'in
gazvelerinden birinde (yânî Hayber'de) karşılaştılar da cenk ettiler. (O günün
harbi sona erince) müslümân ve Yahûdîler'den olan her topluluk, kendi
askerlerinin yerine döndüler. Müslümanların içinde bir adam vardı ki, o, müşriklerden
ayrı düşen yâhud müşrik ordusuna katılamamış bulunan her münferid Yahudi'nin
arkasını bırakmayıp amansız ta'kîb ediyor ve onu kılıcıyla vuruyordu.
— Yâ Rasûlallah!
Sahâbîlerin hiçbirisi Fulân kişi derecesinde yeterlilik gösteremedi, denildi.
Rasûlullah:
— "Şübhesiz o kimse cehennem
ehlindendir" buyurdu.
" Sahâbîler:
— Eğer o zât (bu
ciddiyeti ve mucâhedesiyle beraber) cehennem ehlinden olduysa, bizim hangimiz
cennet ehlindendir? dediler.
Sahâbîler
topluluğundan biri dedi ki:
— Yemîn olsun ben o
zâtı muhakkak ta'kîb edeceğim... Çeviklik yaptığında ve yavaş davrandığında
onun beraberinde bulundum. Sonunda yaralandı. (Yarasının acısından ötürü)
ölümün çabuk gelmesini istedi de kılıcının sapını yere, keskin ucunu da iki
memesinin arasına koydu. Sonra kılıcın üzerine yüklendi. Böylece kendini öldürdü.
Bunları ta'kîb edip
gören sahâbî Peygamber'e geldi ve:
— Ben Sen'in Allah'ın
Rasûlü olduğuna şehâdet ediyorum, dedi.
Peygamber:
— "Bu şehâdeün sebebi nedir?" diye
sorunca o, gördüklerini Peygamber'e haber verdi.
Bunun üzerine
Peygamber şöyle buyurdu:
— "Öyle kişi vardır ki, insanlara görünen
işlerde o muhakkak cennet ehlinin amelini işler; hâlbuki o ateş ehlindendir.
Yine insanlara görünen işlerde ateş ehlinin amelini yapar; hâlbuki kendisi
cennet ehlindendir" buyurdu [273].
229-.......Ebû
İmrân (Abdulmelik ibn Habîb el-Cevnî) şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik (Basra'da
bulunduğu sırada) bir cumua günü insanlara baktı da başlarında birçok
taylesanlar gördü. (Enes, Bas-ralılar'ın bu başlık şeklinden hoşlanmadı da:)
— Şu saatte Basrahlar
sanki Hayber Yahudileri! Dedi [274].
230-.......Seleme
(R) şöyle demiştir: Hayber'de Alî gözünden rahatsız olmuştu da Peygamber'den
geri kalmıştı. Kendi kendine:
— Ben Peygamber'den
geri kalıyorum, dedi de akabinde Pey-gamber'e ulaştı.
Sabahında Hayber'in
fetholunduğu geceye girdiğimizde Peygamber:
— "Yemin olsun yarın ben sancağı bir adama
vereceğim ki -yâhud da: Yarın bayrağı öyle bir adam alacaktır ki- Allah ve
Rasûlü onu sever. Hayber ona açılacaktır" buyurdu.
Bizler herbirimiz o
sancağı alacak kişi olmamızı ümîd edip duruyorduk.
— İşte Alî! denildi.
Peygamber sancağı
Alî'ye verdi ve Hayber'in fethi Alî'ye müyesser oldu.
231-.......Ebû
Hazım şöyle demiştir: Bana Sehl ibn Sa'd (R) şöyle haber verdi: Rasûlullah (S)
Hayber gününde:
— "Müslümanların şu bayrağını yarın bir
kişiye vereceğim ki, Allah Hayber'in fethini onun iki elinde müyesser
kılacaktır. O Allah'ı ve Allah'ın Rasûlü'nü sever, Allah ve Rasûlü de onu
sever!" buyurdu.
Râvî devamla dedi ki:
Bunun üzerine orada bulunan sahâbîler gecelerini bayrak onlardan hangisine
verilecek diye bir karışıklık ve ihtilâf içinde geçirdiler. Sabaha
girdiklerinde insanların hepsi bayrağın kendilerine verilmesini umarak
Rasûlullah'ın huzuruna gittiler. Fakat Rasûlullah:
— "Alî ibn Ebî Tâlib nerededir?" diye
sordu.
— Yâ Rasûlallah, o, iki gözünden şikâyet
ediyor, denildi. Rasûlullah:
— "Ona haber gönderin (gelsin)1' buyurdu.
Akabinde Alî huzura
getirildi. Rasûlullah Alî'nin gözlerine püskürdü ve duâ etti. Alî hemen
iyileşti, hattâ kendisinde hiç ağrı yokmuş gibi oldu. Rasûlullah sancağı
Alî'ye verdi. Alî:
— Yâ Rasûlallah!
Hayber Yahûdîleri'yle onlar da bizim gibi (müslümân) oluncaya kadar cenkleşecek
miyim? diye sordu.
Rasûluîlah:
— "Yâ Alî, yavaş yavaş ilerleyip onların
açık ve geniş meydanlarına ininceye kadar içlerine girip sokul. Sonra onları
İslâm'a davet et. Ve İslâm içinde üzerlerine vâcib olan Allah haklarını onlara
haber ver. Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın şenin irşadınla bir tek kişiyi
hidâyete erdirmesi, senin için kırmızı develere sâhib olmandan daha
hayırlıdır" buyurdu [275].
232-.......(Burada
iki senedie gelen bu hadîste) Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bizler
Hayber'e geldik. Allah, Peygamberi'ne (Kamus) kalesinin kapılarını açınca,
Peygamber'e Safiyye bintu Huyey ibn Ahtab'm güzelliği zikrolundu. Kocası
(Kinânetu'bnu'r-Rabf ibn Ebî'l-Hakîk) öldürülmüştü. Hâlbuki kendisi yeni gelin
olmuştu. Peygamber, Safiyye'yi kendisi için ayırıp seçti. Akabinde Safiyye ile
yola çıktı, nihayet onunla Hayber'in alt tarafında bulunan Seddu's-Sah-bâ'
mevkiine ulaşınca Safiyye temizlenip Peygamber'e halâl oldu. Rasûlullah orada
Safiyye ile evlenip gerdeğe girdi. Sonra Rasûlullah küçük bir sofra içinde hays
yemeği (yânî hurma, kuru yoğurt ve yağ karışığı bir yemek) yaptı. Bana:
— "Etrafındaki
insanları bu yemeğe çağır" buyurdu.
İşte bu hays,
Rasûlullah'ın Safiyye üzerine yaptığı düğün yemeği oldu.
Sonra Medine'ye doğru
yola çıktık. Ben Peygamber'i gördüm ki, bineğinin arka tarafına bindirmiş
olduğu Safiyye'yi bir abâ ile çep-çevre örtüp koruyordu. Sonra Peygamber
devesinin yanında oturuyor, hareket edeceği zaman dizini koyuyor, Safiyye de
ayağını Peygamber'in dizi üzerine koyarak deveye biniyordu [276].
233-.......Humeyd
et-Tavîl, Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle dediğini işitmiştir: Peygamber (S)
Hayber yolunda (inip konakladığı Seddu's-Sahbâ mevkiinde) Safiyye bintu Huyey
yanında üç gün ikaamet etti de, nihayet orada Safiyye ile evlendi. Safiyye de
üzerine perde çekilen Peygamber kadınları içinde oldu [277].
234-.......Humeyd,
Enes(R)'ten şöyle derken işitmiştir: Peygamber (S) -Hayber'den dönüşte-
Hayber'le Medîne arasında üç gece ikaamet edip Safiyye ile evlendi. Ben de
müslümânları düğün yemeğine da'vet ettim. Bu düğün yemeğinde ekmek ve et yoktu.
Bunda ziyâ-fetle,ilgili hiçbirşey yoktu. Yalnız Rasûlullah, Bilâl'e sofralar
yaymasını emretmişti.. Sofralar yayıldığında üzerlerine hurma, akt denilen ekşi
yoğurtlu yiyecek, bir de tereyağı bırakıldı. Yemek esnasında müslü-mânlar kendi
aralarında:
— Safiyye mü'minlerin
analarından birisi (hürr bir kadın)imdır, yâhud Rasûlullah'ın sağ elinin
mâlik'olduğu bir câriye midir? dediler.
Bâzıları da:
— Eğer Rasûlullah,
Safiyye'yi örterse, o mü'minlerin analarından birisidir. Eğer örtmezse
Safiyye, Rasûlullah'ın sağ elinin mâlik olduğu bir câriyesidir, dediler.
Rasûlullah hareket
etmeğe kalkışınca, bineğinin arkasına Safiyye için bir taht kurdu, ön tarafına
da perde çekti [278].
235-.......Abdullah
ibn Mugaffel (R) şöyle demiştir: Bizler Hayber'i muhasara ediyorduk. Bu sırada
bir insan, içinde yağ bulunan bir tulum attı. Ben o yağ tulumunu almak için
fırlayıp koştum. Arkama dönünce Peygamber'Ie karşılaştım da (Peygamber'in
benim tuluma olan hırsıma muttali' olmasından dolayı) utandım [279].
236-.......Sâlim'den;
o da babası îbnu Umer(R)'den: Rasûlullah (S) Hayber günü sarımsak yemekten ve
evcil eşeklerin etlerinden nehyetti, diye tahdîs etti. "Sarımsak yemekten
nehyetti" sözü, yalnız Nâfi'den rivayet edilmiş, "Evcil eşeklerin
etinden nehyetti" sözü de yalnız Sâlim'den rivayet edilmiştir.
237-.......Bize
Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Muhammed ibn Alî'nin iki oğlu olan Abdullah ile
el-Hasen'den; onlar da babaları Muhammed ibnu'l-Hanefiyye'den; o da babası Alî
ibn Ebî Tâlib(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) Hayber günü mut'a
suretiyle kadınları nikâh etmekten ve evcil eşeklerin etlerini yemekten
nehyetti [280].
238-.......Ubeydullah
ibn Umer, Nâfi'den; o da İbn Umer'den: Rasûlullah (S) Hayber günü evcil
eşeklerin etlerinden nehyetti, diye tahdîs etmiştir.
239-.......Ubeydullah,
Nâfi'den ve Sâlim'den tahdîs etti ki, İbn Umer (R): Peygamber (S) evcil
eşeklerin etlerini yemekten nehyetti, demiştir.
240-.......Câbir
ibn Abdillah (R): Rasûlullah (S) Hayber günü evcil eşeklerin etlerinden
nehyetti, at etleri(ni yemek) hakkında ruhsat verdi, demiştir [281].
241-.......eş-Şeybânî
şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'dan şunu işittim: Hayber günü
bizlere bir açlık isabet etti. Şüb-hesiz eşek etiyle dolu tencereler muhakkak
kaynıyordu.
Râvî dedi ki: Bâzısı
pişmişti. Bu sırada Peygamber'in nidâcısı geldi de:
— Eşek etlerinden
hiçbirşey yemeyiniz ve o etleri dökünüz! diye nida etti.
İbnu Ebî Evfâ devamla
dedi ki: Bizler kendi aramızda;
— Peygamber bu
etlerden ancak henüz beşte bir hissesi alınmadığı için nehyetmiştir diye
konuştuk.
Sahâbîlerden bâzısı
da:
— Peygamber bunlardan
kesin olarak nehyetti; çünkü bu eşekler pislik yiyorlardı, dediler.
242-.......Adiyy
ibn Sabit, el-Berâ ile Abdullah ibn Ebî Evfâ (R) haber verdi ki, onlar
(Hayber'de) Peygamber'in beraberinde bulunurlarken birtakım eşek sürüleri ele
geçirmişler. Akabinde onları pişirmişler. Bu sırada Peygamber'in nidâcısı:
— Tencereleri dökünüz!
diye nida etmiştir.
243-.......
Adiyy ibn Sabit tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Berâ'dan ve İbn Ebî
Evfâ(R)'dan işittim, onlar Peygamber(S)'den tahdîs ediyorlardı: Kendileri
tencereleri (ocaklar üzerine) dikmişlerken, Peygamber:
— "Tencereleri
dökünüz!" buyurmuştur.
244-.......Buradaki
senedde de el-Berâ ibn Âzib (R): Biz Peygamber'in beraberinde gazveye gittik,
demiş ve geçen hadîsin benzerini söylemiştir.
245-.......el-Berâ
ibn Âzib (R): Peygamber (S), Hayber gazvesinde bizlere evcil eşek etlerini çiğ
olarak ve pişmiş olarak atmamızı emretti. Sonra bir daha onları yemeyi
emretmedi, demiştir.
246-.......İbn
Abbâs(R): Bunlar insanların yük taşıma hayvanları olduğu için, bunları yemek
sebebiyle yük hayvanlarının yok olup gitmelerini istemediği için mi Rasûlullah
bundan nehyetti yâhud Hayber gününde mutlak olarak evcil eşek etlerini haram
mı kıldı, bilmiyorum, demiştir.
247-.......Abdullah
ibn Umer (R): Rasûlullah (S) Hayber günü süvari gazilerin atları için iki pay,
yayalara bir pay verdi, demiştir. Râvî Ubeydullah ibn Umer şöyle demiştir: Bu
hadîsi Nâfi' tefsir
edip şöyle dedi:
Mücâhidin beraberinde bir atı olursa, ganimet malından ona üç pay verilir
(birisi gâzînin, ikisi atının payıdır). Eğer gâ-zînin atı yoksa, onun yalnız
bir payı vardır.
248-.......Cubeyr
ibn Mut'ım (R), Saîd ibnu'I-Müseyyeb'e haber verip şöyle demiştir: Ben ve
Usmân ibn Affân, Peygamber'in yanma yürüdük ve kendisine:
— Hayber'in size âid
olan beşte bir ganîmet hissenizden Mutta-lib oğulları'na verdiniz de bizi
bıraktınız. Hâlbuki bizler ve onlar ne-sebce nisbetimiz yönünden (yânî Abd
Menâf a intisâbda) bir tek soyda birleşiyoruz, dedik.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Hâşim oğulları 'yle Muttaîib oğulları
bir soydur" buyurdu. Cubeyr: Peygamber, Abdi'ş-Şems oğulları'yle Nevfel
oğullarına birşey taksim etmedi, demiştir [282].
249-.......
Bize Bureyd ibnu Abdillah, Ebû Burde'den tahdîs etti ki, Ebû Mûsâ (R) şöyle
demiştir: Biz (Eş'arîler) Yemen'de iken Peygamber'in meydana çıkışı (yâhud
hicrete çıkışı) haberi bize erişti. Biz de, ben ve iki kardeşim -ki biri Ebû
Burde, öbürü Ebû Ruhm'-dür; ben kardeşlerimin en küçükleri idim- kavmimiz
Eş'arîler'den -Ebû Mûsâ yâ elli küsur demiş, yâhud da şöyle söylemiştir:-
elliüç yâhud elliiki kişi içinde Peygamber'in yanına doğru muhacirler olarak
Ye-men'den çıktık. Biz bir gemiye bindik. (Havanın muhalefetiyle) gemimiz bizi
Habeşe Hükümdarı en-Necâşî'nin memleketi sahiline attı. Orada Ca'fer ibn Ebî
Tâlib'e kavuştuk. Bir müddet onunla beraber Habeşistan'da kaldık. Nihayet
hepimiz topluca yola çıkıp Medîne'ye geldik. Ve Peygamber'e Hayber'i fethettiği
sırada kavuştuk [283].
Ordudaki mücâhidlerden bâzı insanlar bize, yânî gemi ile gelenlere:
— Hicret şerefini kazanmakta biz sizi geçtik!
diyorlardı.
Bir kerre de Esma
bintu Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi- Peygamber'in kadını
Hafsa'yi -ki o da vaktiyle bir muhacir kaafilesi için Habeşistan'a hicret
etmişti- ziyaret etti. Esma, Hafsa'nın yanında iken Umer de kızı Hafsa'nın
odasına girdi. Umer, Esmâ'yı görünce Hafsa'ya:
— Bu kadın kimdir? diye sordu. Hafsa:
— Umeys kızı Esmâ'dır, dedi. Umer:
— Bu kadın Habeşli
Esma mıdır? Bu kadın deniz yolcusu Esma mıdır? dedi (ve böyle tekrar tekrar
latife etti).
Esma da:
— Evet, diye tasdik etti. Umer, Esmâ'ya:
— Medine'ye hicret
faziletinde biz sizi geçtik! Biz Rasûlullah'a sizden daha lâyık, daha yakın
bulunuyoruz, dedi.
Esma bu sözlerden
öfkelenerek şöyle müdâfaada bulundu:
— Hayır, siz hiç öyle
değilsiniz. Vallahi Rasûlullah ile hicret eden sizlerin Rasûlullah açlarını
doyurdu, câhillerini va'z edip okuttu. Biz ise Habeşistan'da müslümânlara
uzakların ve öfkelilerin yurdunda yâhud toprağında bulunuyorduk (yânî
müslümânlara kînle, düşmanlıkla dolu bir yurtta, bir toprakta bulunuyorduk).
Bütün bu sıkıntıları biz, Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsı uğrunda yüklendik. Ey
Umer! Allah adına yemîn olsun ki, bütün bu dediklerini gidip Rasûlullah'a
söyleyinceye kadar ne bir lokma yemek yiyeceğim, ne de bir yudum su içeceğim.
Ey Umer! Biz uzak illerde eziyet olunuyorduk ve korku içinde yaşıyorduk. Bu
hakikatleri şimdi gidip Peygamber'e zikredeceğim ve O'na soracağım. Ey Umer,
Peygamber'e bunları söylerken yemîn olsun ben ne yalan söylerim, ne de haktan
meylederim. Bu konuşmamızı bir kelime bile artırmam.
Bu sırada Hafsa'nın
odasına Peygamber geldi. Esma:
— Ey Allah'ın
Peygamberi, Umer şöyle şöyle söyledi, diye nakletti.
Peygamber de:
— "Sen ona ne cevâb verdin?" diye
sordu. Esma
— Ben de şöyle şöyle
cevâb verdim, diye müdâfaasını da anlattı [284].
Bunun üzerine Peygamber:
— "Bu hususta Umer bana sizden daha lâyık
ve yakın değildir. Umer ve Umer'le (Medîne'ye) hicret eden arkadaşları için bir
hicret sevabı vardır. Ey gemi yoldaşları, sizin için ise iki hicret sevabı
vardır (Birisi Necâşî'ye hicret, öbürüsü Medîne'ye, Peygamber'in yanına hicret)".
. Esma şöyle demiştir:
Bu hâdise ve Peygamber'in gemi halkı hal-kındaki bu yüksek şehâdeti üzerine bir
de gördüm ki, bunu işiten Ebû Mûsâ el-Eş'arî ve bütün yoldaşlarımız, birbiri
ardınca takım takım ziyaretime geliyorlar ve bu hadîsi sevinçle benden
soruyorlardı. Bir derecede ki, dünyâ malından arzu edilen hiçbirşey,
Peygamber'in Habeşe Muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehâdeti derecesinde
onların gönüllerinde çok ferahh ve yüksek te'sîrli olamazdı.
Ebû Burde dedi ki:
Esma şöyle demiştir:
— Yemîn ederim, ben
Ebû Musa'yı gördüm ki, o, bu hadîsi benden tekrar tekrar nakletmemi istiyordu [285].
Yine Ebû Burde, Ebü
Musa'dan söyledi ki: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ben
Eş'ârtler cemâatinin geceleyin evlerine girdikleri zaman okudukları Kur'ân
seslerini pek iyi tanırım. Sefer hâlinde de onların ordu içindeki konak
yerlerini de gece vakti Kur'ân seslerinden tanırım. Velev ki ben Eş'arîler'in
indikleri bu konak yerlerini gündüz görmemiş olsam bile. Eş'arîler'den hakîm
bir kimse de vardır ki, o, bir süvârî veya bir düşman müfrezesine kavuştuğu
zaman onlara: Arkadaşlarım size burada kendilerini beklemenizi emreder
(böylece onları korkutur)" [286].
250-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Biz (Eş'arîler, Ca'fer ve arkadaşlanyle beraber
Habeşe'den) Peygamber Hayber'i fethettikten sonra huzuruna geldik. Fakat
Peygamber (S) ganimetten bize de bir pay ayırdı. Hâlbuki Hayber fethinde hazır
bulunmayan bizden başka hiçbir kimseye pay ayırmamıştır.
251-.......
Abdullah ibn Mutî'in himayesinde bulunan Salim Ebû'1-Gays, Ebû Hureyre(R)'den
şöyle derken işitmiştir: Biz Hay-ber'i fethettik. Fakat altın ve gümüş ganimeti
almadık; ancak sığır, deve ve hurma bahçeleri ganimet aldık. Sonra
Rasûlullah'ın maiyye-tinde olarak Vâdî'l-Kurâ'ya gittik. Rasûlullah'ın
beraberinde Mıd'-am (yâhud Kerkere) adiyle çağrılan, kendisine Dıbâb
oğullarının hediye ettiği siyah bir kölesi vardı. İşte bu köle, Rasûlullah'ın
yolculuk eşyasını deveden indirdiği sırada ona, nereden geldiği bilinmeyen bir
ok geldi ve bu köleye isabet etti. Bunun üzerine insanlar:
— Şehîdlik ona mübarek olsun, dediler.
Rasûlullah da:
— "Hayır, nefsim
elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, onun Hayber günü taksimleri yapılmamış
olan ganimetlerden aldığı semle (yânî ince kadifeden ihram) kendi üzerinde
tutuşup yanmaktadır" buyurdu.
Akabinde bir adam
Peygamber'in bu sözünü işitince bir yâhud iki tane ayakkabı tasması getirdi de:
— Bu, benim kendiliğimden almış olduğum birşeydir,
dedi. Rasûlullah:
— "Ateşten bir -yâhud iki- ayakkabı
tasması!" buyurdu [287].
252-.......Zeyd,
babası Eslem'den haber verdi ki, o, Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle derken
işitmiştir:
— Dikkat edin! Nefsim
elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, eğer insanların sonra gelecek
nesillerine bir seviyede, hiçbirşeyleri olmayarak bırakacak olmasaydım, bana
fethedilen herbir memleket arazîsini muhakkak Peygamber'in Hayber'i taksim
ettiği gibi taksim ederdim. Fakat ben fethedilen memleketleri (hemen şimdiki gâzîler
arasında taksîm etmeyip) ileriki nesillere gelirini taksim edecekleri birer
hazîne olarak bırakıyorum.
253-.......Bize
İbnu Mehdî, Mâlik ibn Enes'ten; o da Zeyd ibn Eslem'den; o da babası Eslem'den
tahdîs etti ki, Umer (R):
— Müslümanların
sonradan gelecek nesilleri(ni düşünmek) olmasaydı, müslümânlara fethedilen
herbir memleket arazîsini, Pey-gamber'in Hayber'de yaptığı gibi gâzîler
arasında taksim ederdim, demiştir [288].
254-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şu hâlde
ki, ona İsmâîl ibn Umeyye soruyordu. O şöyle dedi: Bana Anbesetu'bnu Saîd şöyle
haber verdi: Ebû Hu-reyre (R) Hayber'de Peygamberce geldi de ganimet malından
atiyye vermesini istedi. Saîd ibnu'I-Âs oğullan'ndan biri (yânî Ebân ibn Saîd):
— Yâ Rasûlallah, ona atiyye verme, dedi. Bunun
üzerine Ebû Hureyre:
— Bu adam Nu'mân ibn Kavkal'ı öldüren kişidir,
dedi. Ebân ibnu Saîd de:
— Vay şu dağ
kediciğine şaşılır ki, o (Yemen'in) Kadûmu'd-Da'n Daği'ndan yuvarlanıp geldi...
dedi.
Ve ez-Zubeydî'den zikrolunur
ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Anbesetu'bnu
Saîd haber verdi. O, Ebû Hureyre'den işitmiştir. Ebû Hureyre, Saîd ibnu'I-Âs'ı
haber veriyordu. Şöyle dedi: Rasûlullah, Ebân'ı Medîne'den Necd tarafına doğru
bir seriyye başında kumandan olarak göndermişti.
Ebû Hureyre devamla
dedi ki: Nihayet Ebân ve arkadaşları, Hay-ber'i fethetmesinin ardından (henüz
Hayber'de iken) Peygamber'in huzuruna geldiler. Atlarının yularları muhakkak
hurma Iîfi idi.
Ebû Hureyre dedi ki:
Ben:
— Yâ Rasûlallah,
bunlara, yânî Ebân ve beraberindeki arkadaşlarına ganîmetten mal ayırma!
dedim.
Ebân:
— Ey dâl (yânî sidr)
ağacının başından yuvarlanıp gelen dağ kedisi, sen Rasûlullah'a bu sözü nasıl
söylüyorsun? dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Yâ Ebân, otur!" buyurdu da onlara
ganîmetten pay ayırmadı.
255-.......Bana
dedem Saîd ibn Amr şöyle haber verdi: Ebân ibn Saîd, -Peygamber Hayber'i
fethetmesinin ardından- Peygamber'in yanma geldi ve selâm verdi. Ebû Hureyre bu
anda:
— Yâ Rasûlallah, (Uhud
günü) İbn Kavkal'ı öldüren işte budur! deyiverdi.
Ebân da Ebû Hureyre'ye
hitaben:
— Sana şaşarım, Kadûmu
Da'n Dağ'ndan yuvarlanıp gelen dağ kedisi! Bu öyle dağ kedisi ki, Allah'ın
benim elimle şehîdlik ikram ettiği ve beni onun eliyle öldürüp horlamasından
men' ettiği bir adamla (yânî İbn Kavkal'ı öldürmemle) beni kötülüyor! Dedi [289].
256-.......
Bize tmâm el-Leys ibn Sa'd, Ukayl(ibn Hâlid el-Eylî)'den; o da Muhammed ibn
Şihâb'dan; o da Urve'den; o da Âi-şe(R)'den (onun şöyle dediğini) tahdîs etti:
Peygamber'in kızı Fâtı-ma aleyhi's-selâm Ebû Bekr'e haber gönderip, ondan
Allah'ın, küffâr mallarından kendisine harbsiz olarak verdiği Medîne
civarındaki Nadîr oğulları arazîsi Fedek hurmalıkları ve Hayber hurmalıklarının
beşte birinin bakıyyesinden isabet eden mallardan Rasûlullah'm mîrâsını
istiyordu. Ebû Bekr şöyle dedi:
— Rasûlullah (S):
"Biz (peygamberler) vâris olunmayız. Biz ne mal bırakırsak sadakadır"
buyurdu. Ancak Muhammed ailesi bu maldan yerler (bundan fazla tasarruf hakları
yoktur). Vallahi ben Rasû-lullah'ın
bu sadaka mallan
üzerinde kendi hayâtı
zamanında yürürlükte olan işlerden hiçbirşeyi değiştirmem. Ben muhakkak Ra-sûlullah'ın
bu mallar üzerindeki muamelesi gibi muamele yaparım, dedi.
Böylece Ebû Bekr, o
mallardan Fâtıma'ya herhangi birşey vermeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Fâtıma
bu hususta Ebû Bekr'e da-rıldi da, ondan ayrılıp gitti. Vefat edinceye kadar
Fâtıma, Ebû Bekr'le konuşmadı. Fâtıma, Peygamber'den sonra altı ay yaşadı.
Fâtıma vefat edince kocası Alî, onu Ebû Bekr'e bildirmeden geceleyin üzerine
cenaze namazı kılıp defnetti. Fâtıma'nın hayâtında insanlar tarafından Alî'ye
bir saygı, bir sevgi ciheti vardı (Fâtıma'yı teselli için meşguliyeti,
bey'attan geri kalmasına sebeb sayılmıştı). Fâtıma vefat edince Alî,
insanlardan bu saygı cihetini bulamadı da Ebû Bekr'le barışmayı ve onunla
bey'atlaşmayı aradı. Bundan önceki altı ay içinde Ebû Bekr'e bey'at etmemişti.
Alî, Ebû Bekr'e haberci gönderip:
— Bize gel, -Umer'in
gelmesini istemediği için de- fakat yanında başka bir kimse gelmesin! dedi.
Umer de (bu Ebû Bekr'e
ulaşınca):
— Hayır, vallahi
onların yanına tek başına girmeyeceksin, dedi. Ebû Bekr de:
— Sen Alî ve
beraberindekilerin bana ne yapacaklarını sanıyorsun? Vallahi ben onlara
elbette gideceğim, dedi.
Akabinde Ebû Bekr
onların yanına girdi. Bunun üzerine Alî, şe-hâdet kelimelerini telâffuz etti de
Ebû Bekr'e şunları söyledi:
— Bizler senin
faziletini tanımış ve Allah'ın sana verip, sana doğru sevkeylediği hiçbir
hayırda sana karşı hased etmemişizdir. Lâkin sen bize karşı bu halîfelik içinde
istibdâd ettin (yânî bizimle istişare et-
meyip, kendi bildiğine
gittin). Bizler ise Rasûlullah'a yakınlığımızdan dolayı bu işte müşavereden
bir pay görüyorduk!
Alî bunları
söyleyinceye kadar Ebû Bekr'in iki gözü yaş akıttı. Bu sefer Ebû Bekr konuşunca
şöyle dedi:
— Nefsim elinde
bulunan Allah'a yemîn ederim ki, muhakkak Rasûlullah'ın hısımlarına hizmet
etmek bana kendi hısımlarıma hizmet etmemden daha sevimlidir. Amma şu,
Peygamber'in geride bıraktığı mallardan dolayı sizinle aramda olan çekişmeye
gelince, ben o mallarda hayırdan hicbirşey eksiltmedim ve Rasûlullah'ın o mallarda
yapmakta olduğunu gördüğüm herhangibir işi terketmeyip mut-lakaa yapmışımdır,
dedi.
Bu konuşma akabinde
Alî, Ebû Bekr'e:
— Bey'at için sana va'd zevalden sonradır,
dedi.
Ebû Bekr öğle namazını
kılınca minbere çıktı, şehâdet kelimelerini telâffuz etti de Alî'nin durumunu,
bey'atten geri kalışını zikretti ve Alî'nin, kendisinden özrünün kabulünü
istediği sebeble, Alî'nin özrünü kabul edip gecikmesini bağışladı. Sonra Alî
istiğfar ve teşeh-hüd etti de, Ebû Bekr'in hakkını büyüttü (ve onunla
bey'atleşti). Ve kendisinin yapmış olduğu şeye, ne Ebû Bekr'e karşı bir hased
ve ne de Allah'ın Ebû Bekr'in üstün kıldığı fazîletini inkâr ve tanımamazlık
düşüncesinin sevketmediğini söyledi ve şunu ilâve etti:
— Lâkin bu devlet
başkanlığı içinde kendimiz için istişareden bir pay görüyorduk. Fakat Ebû Bekr
bize karşı istibdâd etti, yânî bize danışmayıp, kendi bildiğiyle hareket etti.
Bu sebebden biz de gönüllerimizde darılmiştık!
Alî'nin bu sözleriyle müslümânlar
sevindiler de:
— İsabet ettin (yâ
Alî)! dediler ve Alî, bey'at işine böyle güzellikle döndüğü zaman, müslümânlar
Alî'ye yakın oldular [290].
257-.......Âişe
(R): Hayber fetholunduğu zaman artık şimdi hurmadan doyarız dedik, demiştir.
258-.......İbn
Umer (R) de: Bizler Hayber'i fethettiğimiz zamana kadar doymuş değildik,
demiştir [291].
259-.......Bana
İmâm Mâlik, Abdulmecîd ibn Süheyl'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû
Saîd el-Hudrî ile Ebû Hurey-re(R)'den şunu tahdîs etti: Rasûlullah (S),
sahâbîlerden bir kişiyi Hayber üzerine harâc me'mûru ta'yîn etti. Sonra bu zât
Hayber'den cenîb (denilen en iyi cins) hurma ile geldi. Rasûlullah ona:
— "Hayber'in bütün hurmaları böyle
midir?" diye sordu. O sahâbî:
— Hayır vallahi yâ
Rasûlallah, hepsi böyle değildir. Biz bu en iyi hurmadan bir sâ' ölçeğini, (âdî
hurmanın) iki sâ'ı ile; yine bu iyi hurmadan iki sâ'ı, üç sâ' âdî hurma ile
değiştirir alırız, dedi.
Rasûlullah:
— "Böyle yapma!
Âdî hurmayı para ite sat, sonra bu para ile cenîb (nev'i iyi hurma) satın
al!" buyurdu.
Ve Abdulazîz ibnu
Muhammed, Abdulmecîd'den; o da Saîd'-den söyledi ki, Saîd'e, Ebû Saîd el-Hudrî
ile Ebû Hureyre: Peygamber (S) Hayber'e Ensâr'dan Adiyy oğullan'nın kardeşini
(Sevâd ibn Gaziyye'yi) gönderdi de, onu Hayber halkı üzerine emîr yaptı, diye
tahdîs etmişlerdir.
Ve Abdulmecîd'den; o
da Ebû Salih es-Semmân'dan; o da Ebû Saîd ile Ebû Hureyre'den geçen hadîsin
benzerini rivayet etmiştir [292].
260-.......Bize
Cuveyriye ibn Esma, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R): Peygamber
(S), Hayber arazîsini Yahûdîler'e orada çalışmaları ve o topraklarda ekin
ekmeleri ve oradan çıkan mahsûlün yarısı Hayberliler'e âid olmak üzere onlara
verdi, demiştir [293].
Bu zehîr hadîsini Urve,
Aişe'den; o da Peygamber'den olmak üzere (Peygamber'in vefatı bâbı'nda) rivayet
etti.
261-.......Bana
Saîd(ibn Ebî Saîd el-Makbûrî) tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Hayber fetholunduğu zaman Rasûlul-lah(S)'a içi zehirli (kızartılmış) bir koyun
hediye edildi [294]...
262-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -Rumlar üzerine gönderdiği- bir
ordunun başına Usâme ibn Zeyd'i kumandan yaptı. Bâzı kimseler Usâme'nin
kumandanlığı hususunda i'tirâz dedikoduları yaptılar. Bunun üzerine Rasûlullah
(bir hutbe yaptı da):
— "Eğer siz
Usâme'nin kumandanlığı hususunda kötüleme yapıyorsanız, sizler bundan önce
onun babası Zeyd ibn Hârise'nin kumandanlığına da dil uzatmıştınız- Allah'a
yemin ediyorum ki, Zeyd kumandanlığa elbette lâyıktı. Ve o bana, insanların en
sevimlilerinden biri olduysa, hiç şübhesiz şu üsâme de babasından sonra bana
insanların en sevimlilerindendir" buyurdu [295].
Bu anlaşma hükmüyle
yapılan umre hadîsini Enes, Peygamber(S)*den zikretmiştir [297].
263-.......
el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)-altıncı hicret yılı-
zu'1-ka'de ayı içinde umre yapmak üzere yola çıktı. Fakat Mekke müşrikleri
Peygamber'i Mekke'ye girmeye bırakmalarını kabul etmediler. Nihayet Peygamber
Mekkeliler'le gelecek senede üç gün Mekke'de kalmak üzere, Hudeybiye'de bir
barış anlaşması yaptı. Müslümanlar barış anlaşmasını yazdıkları zaman "Bu,
Mu-hammed Rasûlullah'ın üzerinde sulh olduğu anlaşma maddeleri yazısıdır"
başlığım yazmışlardı.
Müşrik elçileri:
— Biz senin risâletini ikrar etmiyoruz. Eğer
biz senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilir ve tasdik eder olsaydık, seni
hiçbirşeyden men' etmezdik. Lâkin sen Muhammed ibn Abdillah'sm, dediler.
Rasûlullah, onlara
cevaben:
— "Ben Allah 'in Rasûlü 'yütn ve Muhammed
ibn Abdillah 'im!" buyurdu.
Bundan sonra kâtib
olan Alî'ye:
— "Rasûlullah lâfzını sil!" buyurdu.
Alî:
— Hayır vallahi ben
Seni(n ''Rasûlullah" unvanım) ebediyyen silmem! dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah,
kitabı aldı. Rasûlullah kendisi yazı yazmayı güzel yapamıyordu. Akabinde:
"Bu, Muhammed ibn Ab-dillah'm üzerinde sulh olduğu anlaşma maddeleri
yazısıdır" diye yaz(dır)dı:
1. Mekke'ye
silâh sokmayacak, yalnız kılıfı içinde kılıç getirecek;
2. Mekkeliler'den
bir er kişi Muhammed'e tâbi' olmak isterse, Mekke'den çıkamayacak. Muhammed'in
sahâbîlerinden birisi Mek-ke'de'Jcalmak isterse, bunun da Mekke'de ikaameti
men' edilmeyecektir.
Ertesi sene Rasûlullah
Mekke'ye girip de ta'yîn edilen o üç gün geçince, Mekkeliler Alî'ye geldiler
de:
— Anlaşma müddeti
geçti. Sahibin Muhammed'e söyle de bizden, yânî Mekke'den çıksın! dediler.
Bunun üzerine
Peygamber Mekke'den çıktı. Bu sırada Hamza'-nın kızı, Peygamber'e:
— Yâ Ammî, yâ Ammî! diye çağırarak arkasına takıldı.
Alî onu hemen tuttu ve'Fâtıma aleyhi's-selâma hitaben:
— Amcanın kızını al, dedi. Fâtıma da onu
mahfeye yükledi.
Râvî el-Berâ devamla
dedi ki: (Medîne'ye vardıktan sonra) Hamza'nın kızının konukluğu hakkında Alî,
Zeyd ibn Harise ve Ca'fer ibn Ebî Tâlib niza' ettiler. Alî:
— Onu ben aldım ve o benim amcamın kızıdır,
dedi. Ca'fer de:
— O benim de amcamın
kızıdır; teyzesi de benim nikâhım altındadır, dedi.
Zeyd ibn Harise de:
— O benim kardeşimin kızıdır, dedi.
(Peygamber, Zeyd ile
Hamza arasında kardeşlik ahdi yapmıştı.) Netîcede Peygamber o kızın teyzesine
âid olduğuna hükmetti de:
— "Teyze (şefkat ve çocuğa iyi gelecek
şeylere doğru yol bulma hususunda) ana menzilesindedir" buyurdu.
Sonra Alî'ye:
— "Sen bendensin, ben de sendenim"
buyurdu. Ca'fer'e de:
— "Sen de yaradılışım (yânî suretim) ve
huyum yönünden bana benzedin" buyurdu.
Zeyd ibn Hârise'ye de:
— "Sen bizim
kardeşimiz ve dostumuzsun" buyurdu. (Geçen senedle gelen bir rivayette)
Alî, Peygamber'e:
— Hamza'nın kızıyle evlenmez misin? dedi.
Peygamber:
— "O benim süt kardeşimin kızıdır (bu
sebebİe bana haiâl olmaz)" buyurdu [298].
264-.......İbn
Umer(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah (S) umre yapmak niyetiyle (Medîne'den)
çıktı. Fakat Kureyş kâfirleri Rasûlullah ile Ka'be arasına engel oldular. Bunun
üzerine Rasûlullah da Hudey-biye'de kurbanını kesip başım tıraş etti (böylece
ihramdan çıktı). Ve müşriklerle "Gelecek sene umre yapmak, Mekke ahâlîsi
üzerine yalnız kınında kılıçlar taşımak ve Mekke'de ancak Mekkeliler'in arzu
ettikleri müddet kadar (yânî üç gün) ikaamet etmek" şartları üzerine barış
anlaşması yaptı. (Buna göre Rasûlullah ertesi sene umre etti ve) Mekkeliler'îe
barış anlaşmasında kararlaştırdığı gibi, Mekke'ye girip üç gün ikaamet etti.
Mekke'de üç gün ikaametinî tamamlayınca, Mekkeliler Rasûlullah'm Mekke'den
çıkmasını söylediler. O da Mekke'den çıktı [299].
265-.......Mucâhid
ibn Cebr şöyle demiştir: Ben, Urvetu'bnu'z-Zubeyr ile beraber (Medine'de)
mescide girdim. Abdullah ibn Umer'i Âişe'nin hücresine dayanmış oturuyor bulduk.
Sonra Urve, İbn Umer'e:
— Peygamber kaç defa umre yaptı? diye sordu.
İbn Umer:
— Birisi receb ayında olmak üzere, dört umre
yaptı, dedi. Bu sırada biz, Âişe'nin kendi odasında dişlerini misvâklayış sesini
işittik. Urve, teyzesi Âişe'ye:
— Ey Mü'minlerin
Anası! Ebû Abdirrahmân(ibn Umer)'in söylemekte olduğunu işitiyor musun? İbn
Umer "Peygamber dört umre yaptı, bunların biri receb ayı içindedir"
diyor? dedi.
Bunun üzerine Âişe:
— îbn Umer,
Peygamber'in yaptığı umrelerin hepsinde şâhid ve hazır bulunmuştur. Hâlbuki
Peygamber (S) receb ayında kesin olarak umre yapmamıştır, dedi [300].
266-.......İsmâîl
ibn Ebî Hâlid: Abdullah ibn Ebî Evfâ(R)'yı şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah
(S) -anlaşma hükmü ile gerçekleştirilecek olan- umreyi yaptığı zaman, bizler O'nu
müşrik oğlanlarından ve müşriklerden Rasûlullah'a herhangibir ezâ vermesinler
diye, setredip koruduk.
267-.......Bize
Hammâd-ki o İbnuZeyd'dir-Eyyûb'dan; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti ki,
îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahâbîleriyle beraber (hüküm
umresi için Mekke'ye) geldi. Müşrikler kendi aralarında:
— Şu muhakkak ki, size
Yesrib hummasının zayıflattığı bir topluluk geldi, dediler.
Rasûlullah (bunu
işitince) sahâbîlere, tavafın ilk üç şavtında (dolaşmasında) koşmalarını, (Yemen
cihetindeki) iki köşe arasında tabiî yürümelerini emretti. Rasûlullah'ı,
tavafın bütün şavtlarmda (yânî yedi dolaşmada) koşmalarını emretmeye mâni' olan
şey ancak sahâ-bîlerine olan şefkat isteğidir.
Ve Hammâd ibnu Seleme
şunu ziyâde etti: Eyyûb'dan; o' da Saîd ibn Cubeyr'den; o da îbn Abbâs'tan; o
şöyle demiştir: Peygamber (S) barış anlaşmasıyle emâna girdiği yılında Mekke'ye
geldiği zaman müşriklerin, sahâbîlerin kuvvetlerini görmeleri için,
sahâbîlerine: "Koşunuz!" emrini verdi. Bu tavaf sırasında müşrikler
Kuaykıân Dağı tarafında bulunuyorlardı.
268-.......Buradaki
senedle îbn Abbâs (R): Peygamber (S) kendisi de ancak müşriklere kuvvetini
göstermek için bu suretle Beyt'i tavaf ve Safa ile Merve arasını sa'y etti,
demiştir.
269-.......Bu
senedle İbn Abbâs (R): Peygamber (S), Meymû-ne'yi ihrâmh iken Mekke'de nikâh
edip ihramdan çıktıktan sonra zifaf yaptı. Sonraları Meymûne, Mekke
yakınındaki Şerif mevkiinde vefat etti, demiştir.
Ebû Abdillah dedi ki:
İbn İshâk şunu ziyâde etti: Bana İbnu Ebî Necîb ve Ebân ibn Salih, Atâ'dan ve
Mucâhid'den tahdîs ettiler ki, îbn Abbâs: Peygamberce Meymûne ilk hüküm
umresinde evlendi, demiştir [301].
Kitâbu'l-Magâzî'nin
devamı dokuzuncu cilddedir
'Hitamuhu misk "
(et-Tatm: 26) olması niyâzıyle
Sekizinci Cildin Sonu
270-.......Saîd
ibn Ebî Hilâl şöyle demiştir: Ve bana Nâfi' haber verdi; ona da İbn Umer, Mûte
günü Ca'fer'i öldürülmüş hâlde gördüğünü bildirip, şöyle haber vermiştir: Ben
Ca'fer'in vücûdunda süngü
ve kılıç darbesi olarak elli yara saydım. Bu elli yaradan hiçbirisi arkasında
değildi [303].
271-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Mûte gazvesinde Zeyd ibn Hârise'yi kumandan ta'yîn
etti de:
— "Eğer Zeyd
öldürülürse Ca'fer komutandır. Ca'fer de öldü-rülürse Abdullah ibn Revana
komutandır" buyurdu.
Abdullah ibn Umer: Bu
gazvede ben de mücâhidler içinde bulundum. Biz Ca'fer ibn Ebî Tâlib'i (şehîd
edildikten sonra) aradık da, onu şehîdler arasında bulduk. Onun bedeninde
doksan küsur süngü ve ok yarası tesbît ettik [304].
272-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb'dan; o da Humeyd ibn Hilâl'den; o da Enes(R)'ten şöyle tahdîs etti:
Peygamber (S) Zeyd'-in, Ca'fer'in ve Abdullah ibn Revâha'nın şehîd
edildiklerim, insanlara onların haberleri gelmeden önce bildirdi. Peygamber:
— "Zeyd sancağı eline aldı, vuruldu. Sonra
Ca'fer aldı, odavu-rulup şehîd oldu. Sonra bayrağı İbnu Revâha aldı, o da
vurulup şehîd oldu" buyurdu.
Peygamber bunları
bildirirken iki gözü yaş döküyordu. Sonra Peygamber:
— "Nihayet sancağı Allah'ın kılıçlarından
bir kılıç (olan Hâlid ibn Velîd) aldı; neticede Allah mücâhidlere fethi
müyesser kıldı" buyurdu [305].
273-.......Ben
Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den işittim, o şöyle dedi: Bana Abdurrahmân ibn
Saîd'in kızı Amre haber verip şöyle dedi: Ben Âişe(R)'den işittim, şöyle
diyordu: Zeyd ibnu Hârise'nin Ca'fer ibn Ebî Tâlib'in ve Abdullah ibn
Revâha'nın öldürüldükleri haberi geldiği zaman Rasûlullah (S) mescidde oturdu,
kendisinde hüzün ve keder biliniyordu.
Âişe devamla dedi ki:
Ben de kapının Rasûlullah'ın görüleceği bir aralığından kendisine bakıyordum.
Bu sırada Rasûlullah'a birisi geldi ve:
— Ey Rasûlallah!
Ca'fer'in kadınları... dedi ve onların ağlamalarını zikretti.
Rasûlullah da o
kimseye, kadınları çığlıkla ağlamaktan nehyet-mesini emretti.
Râvî dedi ki: O adam
gitti, sonra ikinci defa geldi ve:
— Ben kadınları
nehyettîm, dedi de, onların kendisine itaat etmediklerini zikretti.
Râvî dedi ki:
Rasûlullah yine kadınları men' edin diye buyurdu. O zât yine gitti, sonra geldi
de:
— Vallah kadınlar bize galebe ettiler, dedi.
Âişe: Rasûlullah o adama:
— "Bu kadınların ağızlarına toprak
saç!" buyurdu. Âişe dedi ki: Ben o adama:
— Allah senin burnunu
topraklasın (zelîl etsin)! Vallahi sen ne sana verdiği emri yerine getirdin, ne
de Rasûlullah'ı bulunduğu meşakkati ve hüznü içinde kendi hâline bıraktın!
diye çıkıştım [306].
274-.......Âmir
eş-Şa'bî şöyle demiştir: Abdullah ibn Umer, Cafer'in oğlu Abdullah'a rastlayıp
selâm verdiği zaman:
— Selâm sana ey iki
kanatlının oğlu! Derdi [307].
275-.......Ebû
Hazım şöyle demiştir: Ben Hâlid ibnu'l-Velîd'den işittim, şöyle diyordu: Yemîn ederim ki, Mûte harbi
gününde elimde dokuz kılıç kırıldı. Yalnız elimde Yemen'e mensûb ağzı enli bîr
kılıç kırılmayıp dayandı [308].
276-.......Hâlid
ibnu'l-Velîd'den işittim, o şöyle diyordu: Yemîn ederim ki, Mûte gazvesi
gününde elimde dokuz kılıç kırıldı ve elimde yalnız Yemen'e mensûb ağzı enli
bir kılıç dayandı.
277-.......en-Nu'mân
ibn Beşîr (R) şöyle demiştir: Abdullah ibnu Revâha bir hastalığı sırasında bayıldı da kizkardeşi
ve en-Nu'mân ibn Beşîr'in anası olan Amre, onu öldü sanarak: "Vah benim
dağım dayanağım! Vah şuyum, vah buyum!" diye, İbn Revâha'nın birtakım
vasıflarını sayarak ağlamaya başladı. İbn Revâha o baygınlıktan ayrıldığı
zaman kizkardeşi Amre'ye:
— Sen benim hakkımda
birşey söyledikçe (bir melek tarafından) bana: Sen böyle misin? denildi, dedi
(de ağlamasını nehyetti).
278-.......en-Nu'mân
ibn Beşîr (R): Abdullah ibn Revâha bayıldı, deyip geçen kadîsi söyledi. Bunda
şunu ziyâde etti: Abdullah ibn Revâha (Mûte gazvesinde) öldüğü zaman kizkardeşi
Amre ona ağlamadı [309].
279-.......Ebû
Zabyân haber verip şöyle demiştir: Ben Zeyd'in oğlu Usâme(R)'den işittim, şöyle diyordu: Rasûlullah
(S) bizi (Cu-heyne kabilesinden) el-Huraka üzerine gönderdi. Bizler o kavme sabah
baskını yapıp, onları bozguna uğrattık. Ensâr'dan bir mücâhidle ben, onlardan
(Mirdas ibn Amr ve İbnu Nehîk el-Fedekî denilen) bir adama kavuştuk. Onu çevirdiğimizde:
— Lâ ilahe ille'ttah,
dedi.
Bu söz üzerine Ensârî
arkadaşım ondan el çekti. Fakat ben mızrağımı ona sapladım ve onu öldürdüm.
Medine'ye geldiğimizde bu iş Peygamber'e ulaştı. Bunun üzerine Peygamber:
— "Yâ Usâme! Sen o adamı Lâ ilahe illellah
demesinin ardından mı öldürdün?" buyurdu.
Ben:
— O bu sözü ölümden korunmak için söyledi,
dedim. Peygamber ise "Onu niçin öldürdün?" sorusunu hiç durmadan
tekrar ediyordu. O
kadar ki ben, keski bu günden önce İslâm'a girmiş olmayaydım diye temenni
ettim [311].
280-.......Yezîd
ibnu Ebî Ubeyd şöyle demiştir: Ben Seleme ibnu'l-Ekva'dan işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber
(S) ile beraber yedi gazvede bulunup düşmanla cenk ettim. Peygamber'in hazırlayıp
gönderdiği seriyyelerden dokuz seriyye içinde de gazveye gittim. Bu
seriyyelerden birinde başımızda Ebû Bekr kumandan idi. Bir ker-re de Usâme ibn
Zeyd kumandan idi.
Ve Umer ibnu Hafs ibn
Gıyâs şöyle dedi: Bize babam, Yezîd ibn Ebî Ubeyd'den tahdîs etti ki, o şöyle
demiştir: Ben Seleme'den işittim, şöyle diyordu: Ben Peygamber'in beraberinde
yedi gazve yaptım. Peygamber'in göndermekte olduğu seriyyeler içinde de dokuz
gazveye gittim. Bir kerresinde başımızda Ebû Bekr, bir kerresinde de Usâme
kumandan idi.
281-.......Seleme
ibnu'1-Ekva' (R): Ben Peygamber'in beraberinde yedi kerre gazveye gittim. Bir
kerre de Peygamber'in başımıza kumandan yaptığı Usâme ibn Zeyd ibn Hârise'nin
maiyyetinde gazveye çıktım, demiştir.
282-.......Seleme
ibnu'1-Ekva': Ben Peygamber'in beraberinde yedi kerre gazveye gittim, dedi de Hayber, Hudeybiye,
Huneyn günü ve Kared günü gazvelerini zikretti.
Râvî Yezîd ibn Ebî
Ubeyd: Ben gazvelerden kalan üçünü unuttum, demiştir [312].
283-.......Amr
ibn Dînâr şöyle demiştir: Bana el-Hasen ibn Muhammed haber verdi ki, kendisi
Ubeydullah ibnu Ebî Râfi'den şöyle derken işitmiştir: Ben Alî(R)'den işittim,
şöyle diyordu: Rasûlullah beni, ez-Zubeyr'i ve el-Mıkdâd'ı gönderdi de:
— "Gidiniz, Hah
bustânına kadar ilerleyiniz. Oraya vardığınızda mahfe içinde, yanında mekîûb bulunan yolcu bir kadın
vardır. Kadından o mektubu alıp bana getiriniz" buyurdu.
Alî dedi ki: Bizler,
atlarımız bizi koşturarak gittik, Sonunda o bustâna vardık. Hakîkaten biz orada
mahfe içinde bir kadın bulduk.
Kadına:
— Şu mektubu çıkar, dedik.
Kadın:
— Benim yanımda hiçbir mektûb yoktur! diye
inkâr etti.
Biz kadına:
— Çaresiz ya sen
mektubu çıkaracaksın, yâhud biz elbiseni soyup bulacağız! dedik.
Kadın çaresiz mektubu
saç örgüsü arasından çıkardı. Akabinde biz mektubu alıp Rasûlullah'a getirdik.
Mektûbda "Hâtıb ibn Ebî Beltaa'dan Mekke müşriklerine" unvanı yazılı
olduğu, içinde Rasû-lullah'ın harb hazırlığı yaptığını onlara bildirmekte olduğu
görüldü [314].
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Yâ Hâtıb, bu ne iştir?" diye
sordu. Hâtıb şöyle cevâb verdi:
— YâRasûlallah! Bana
karşı acele etme! Ben Kureyş'e yapıştırılıp bağlanmış bir kişi idim. -Bu
sözüyle: Ben onlara yeminle bağlanmış bir kimse idim; onların kendilerinden
değildim, demektedir.-Senin beraberinde Muhâcirler'den olan kimselerin Mekke'de
ailelerini ve mallarını koruyacak birçok hısımları vardır. (Benim ise böyle
koruyacak kimsem yoktur.) Neseb cihetinden olan bu boşluğu, Mek-keliler
arasında bir el (yânî minnettarlar) edinerek doldurmak ve bu suretle
hısımlarımı korumak istedim. Ben bu işi dînimden dönme olarak da, İslâm'a
girdikten sonra kâfirliğe rızâ olarak da yapmadım!
Hâtıb'ın bu savunması
üzerine Rasûlullah orada bulunanlara:
— "Dikkat edin! Hâtıb size karşı muhakkak
doğru söyledi"buyurdu.
(Fakat bir türlü
öfkesini yenemeyen) Umer:
— Yâ Rasûlallah, beni
bırak da şu münâfıkın boynunu vurayım! dedi.
Rasûlullah:
— "Şu muhakkak
ki, Hâtıb, Bedir gazvesinde hazır bulundu. Sana ne bildirir? Belki Allah
Bedir'de hazır bulunan kimselerin yüksek cehdlerine muttali' oldu da: Sizler
bundan böyle istediğinizi yapın, ben sizler için âhirette mağfiret etmişimdir,
buyurdu" dedi.
Bunun üzerine Allah şu
sûreyi indirdi: ıtEy îmân edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan
kimseleri dostlar edinmeyin. Kendilerine sevgi yüzünden onlara (Peygamber'in
maksadını) ulaştırırsınız! Hâlbuki onlar Hak 'tan size gelene küfretmişler dir.
Peygamberdi de, sizi de Rabb'iniz olan Allah'a îmân ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı
onlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak, benim rızâmı aramak için çıkmışsanız
(bunu yapmazsınız). Onlara hâlâ mahabbet mi gizliyeceksinizl Hâlbuki ben sizin
gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu
yaparsa, muhakkak ki yolun tâ ortasından sapmış olur..." (ei-Mümtehine: i)
[315].
284-.......İbnu
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillâh ibn Utbe haber verdi ki,
ona da İbn Abbâs: Rasûlullah (S) ramazân ayı içinde Mekke fethi gazvesine
çıktı, diye haber vermiştir.
ez-Zuhrî (geçen
senedle): Ben İbnu '1-Müseyyeb' den bunun benzerini (yânı fetih gazvesi
ramazânda oldu hadîsini) söylerken işittim, demiştir.
Ve yine geçen senedle
Ubeydullah ibn Abdillah (ibn Utbe ibn Mes'ûd); ona, İbn Abbâs'ın: Rasûlullah
(S) Mekke fethi gazvesine çıktığı zaman tâ Kudeyd ile Usfân arasındaki Kedîd
Suyu'na ulaşıncaya kadar oruç tuttu. Orada orueunu bozdu ve artık ramazân ayı
çıkıncaya kadar oruç tutmamakta devam etti, dediğini haber vermiştir.
285-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid haber verip şöyle dedi: Bana ez-Zuhrî, Ubeydullah ibn Abdillah'tan; o da İbn
Abbâs'tan şöyle haber verdi: Peygamber (S) Medine'den ramazânda çıktı.
Kendisiyle beraber onbin mücâhid vardı. Bu hareket târihi, Medine'ye
gelişinden i'tibâren sekizinci yılın başında ve altı ay geçedir. Bu târihte
Rasûlullah ve beraberindeki müslümânlar Mekke'ye doğru yürüdüler. Kendisi
oruç tutuyordu, sahâbîleri de oruç tutuyorlardı. Kedîd mevkiine varınca -ki bu
Usfân ile Kudeyd arasında bir sudur- Rasûlullah iftar etti. Sahâbîler de iftar
ettiler.
(Geçen senedle)
ez-Zuhrî: Rasûhıllah'ın emrinden dâima sonuncu olan alınırdı (yânî sonuncu işi,
evvelki işi neshedici kılınırdı), demiştir [316].
286-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Huneyn seferine ramazânda çıktı. İnsanlar muhteliftiler: Kimi
oruçlu, kimi oruçsuzdu. Peygamber binek devesinin üzerine oturunca, içi süt veya
su dolu bir kap istedi. Onu avucunun içine yâhud devesinin üzerine koydu.
Sonra (görmeleri için) insanlara doğru baktı. Bunun üzerine oruçsuz olanlar
oruçlulara:
— Artık orucunuzu
bozunuz! dediler.
Abdurrazzâk da şöyle
dedi: Bana Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb'-dan; o da İkrime'den; o da İbn
Abbâs(R)'tan: Peygamber (S) fetih yılında, ramazân içinde yola çıktı (yolda bir
su göletine uğrayıncaya kadar oruç tuttu) hadîsini haber verdi.
Ve Hammâd ibnu Zeyd de
Eyyûb'dan; o da İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan; o da Peygamber'den.. şeklinde
söylemiştir.
287-........îbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (Mekke fethi gazvesi için) ramazânda sefere çıktı. Tâ Usfân'a
ulaşıncaya kadar oruç tuttu. Sonra bir kap su istedi de bunu insanlara
göstermek için gün-düzleyin içti ve orucunu bozdu. Mekke'ye gelinceye kadar
oruç tutmadı.
İlerime: İbn Abbâs:
Rasûlullah seferde oruç tuttu ve o seferde orucu bozdu. Artık dileyen oruç
tuttu, dileyen tutmadı, diyordu demiştir [317].
288-.......Urve
şöyle demiştir: Mekke'nin fethi yılında Rasûlullah (S) Medine'den hareket
edince, bu haber Mekke'de Kureyş'e ulaştı. (Kureyş ileri gelenlerinden) Ebû
Sufyân, Hakîm ibn Hızâm, Budeyl ibn Verkaa, Rasûlullah'ın hareketinin
mâhiyetinden haber aramak üzere Mekke dışına çıktılar. Medine'ye doğru
yönetip, tâ Merru'z-Zahrân'a kadar yürüdüler. Ve orada (gece vakti) birçok
ateşler yakıldığını gördüler. Bu ateşler hacıların Arafat'ta, arefe gecesi yaktıkları
ateşlere benziyordu.
Ebû Sufyân:
— Bu ne ateştir!
Vallahi hakîkaten arefe gecesi ateşlerine benziyor! dedi.
Budeyl ibn Verkaa da:
— Bunlar Huzâalı Amr oğulları*mn ateşleri,
dedi. Ebû Sufyân:
— Hayır, Huzâalı Amr
oğullan'nm ateşi bundan daha azdır, dedi. Bu sırada Rasûlullah'ın
muhafızlarından bir kısım insanlar Ebû
Sufyân ile
arkadaşlarını gördüler, onlara yetişip yakaladılar. Ve akabinde onları
Rasûlullah'a getirdiler. Ebû Sufyân hemen müslümân oldu. Rasûlullah
Merru'z-Zahrân'dan hareket ederken Abbâs'a:
— "Sen Ebû Sufyân'ı al, ordunun geçeceği
yolun dar bir yerine götür de süvarilerin kalabalıklığını, İslâm ordusunun
durumunu görsün" buyurdu.
Abbâs da onu öyle dar
bir geçit yerine oturttu. (Ordu harekete başlayınca) Arab kabileleri,
Peygamber'in maiyyetinde geçmeye başladılar. Bunlar alay alay Ebû Sufyân'ın
önünden geçiyorlardı: Önce bir alay (kendi sancağıyle) geçti. Ebû Sufyân,
Abbâs'a:
— Yâ Abbâs! Bunlar kimlerdir? diye sordu.
Abbâs:
— Gıfâr kabîlesidir, dedi. Ebû Sufyân:
— Benimle Gıfâr
arasında ne münâsebet ve düşmanlık var ki buraya kadar geliyorlar? diye
hayretini bildirdi.
Sonra Cuheyne kabilesi
(kendi sancağı ile) geçti. Ebû Sufyân evvelki suâli sordu. Sonra Sa'd ibmı
Huzeym geçti. Ebû Sufyân bunu da öyle sordu. Sonra Suleym kabilesi kendi
sancağı ile geçti. Ebû Sufyân yine o suretle sordu. Nihayet Ebû Sufyân'ın
ömründe benzerini görmediği yiğitlik örneği bir ketîbe yönelip geldi. Abbâs'a:
— Bu alay kimlerdir? diye sordu. Abbâs:
— Bunlar Ensâr'dır, dedi.
Ensâr'ın başında Sa'd
ibnu Ubâde bulunuyordu. Ensâr'ın bayrağı da onun beraberinde idi. Sa'd ibn
Ubâde, Ebû Sufyân'ın önünden geçerken:
— Yâ Ebâ Sufyân! Bu
gün mehame (yânî en büyük harb) günüdür. Bu günde Ka'be'de kan dökmek halâl
kılınır! dedi.
Ebû Sufyân bu sözden
sarsılarak, Abbâs'a:
— Yâ Abbâs! Bu gün
Sen'in Ka'be'yi, Mekke halkını ve beni koruyacağın güzel bir gündür! dedi.
Sonra bir alay daha
geldi. Bu alay sayıca alayların en azı idi. Bunların içinde Rasûlullah ile
(Muhacir ve Ensâr'dan bir kısım) sahâbî-leri bulunuyordu. Peygamber'in sancağı
da Zubeyr ibnu'l-Avvâm'ın beraberinde bulunuyordu. Rasûlullah, Ebû Sufyân'ın
yanından geçerken, Ebû Sufyân:
— Sa'd ibn Ubâde'nin ne dediğini duyup bilmedin
mi? dedi. Rasûlullah:
— "Sa'd ne söyledi?" diye sordu. Ebû
Sufyân:
— Şunu şunu söyledi,
diye Sa'd ibn Ubâde'nin sözlerini haber verdi."
Rasûlullah:
— "Sa'dyanlış
söylemiştir. Bu gün Allah'ın Ka'be'yi (İslâm'ı izhâr, üstünde Bilâl'in ezam, ve
onda bulunan putları ve suretleri gidermek suretiyle) büyülteceği bir gündür.
Ve bu gün Ka'be (Tevhîd libâsı ile) kisv elenecektir I" buyurdu.
Râvî Urve devamla:
Rasûlullah bayrağının el-Hacûn mevkiinde dikilmesini emretti, dedi.
Yine Urve bir
rivayetinde şöyle demiştir: Bana Cubeyr ibn Mut'-ım'ın oğlu Nâfi' haber verip
şöyle dedi: Ben (Mekke'nin fethinden
bir haylî zaman sonra)
Abbâs'tan işittim, Zubeyr ibnu'l-Avvâm'a hitaben:
— Yâ Ebâ Abdillah!
(Mekke'nin fethi günü) Rasûlullah sana bayrağı işte şuraya dikmeni emretmişti!
dedi.
Yine Urve dedi ki:
Rasûlullah o gün Hâlid ibnu'l-Velîd'e Mekke'nin üst tarafındaki Kedâ
mevkiinden girmesini emretti. Peygamber ise (Mekke'nin alt tarafındaki) Kudâ
mevkiinden girmişti. Mekke'ye girerken, Hâlid ibnu'l-Velîd'in süvârî
fırkasından iki mü-câhid kişi şehîd oldu. Bunlar Hubeyş ibnu'l-Eş'ar ile Kurz
ibnu Câ-bir el-Fıhrf dir [318].
289-.......Muâviyetu'bnu
Kurre şöyle dedi: Ben Abdullah ibnu Mugaffel(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Mekke'nin
fethi günü Rasûlullah'ı dişi devesi üzerinde gördüm. O, sesini dalgalandırıp
na'me yaparak el-Feth Sûresi'ni okuyordu.
Râvî Muâviye:
İnsanların etrafıma toplanması düşüncesi olmasaydı, Abdullah ibn Mugaffel'in
(Rasûlullah'in okuyuşunu hikâye ederken) sesini dalgalandırarak yükselttiği
gibi ben de sesimi dalgalandırıp yükseltirdim, demiştir [319].
290-.......ez-Zuhrî,
AlîibnHüseyin'den; oda AmribnUsmân'dan (tahdîs etti ki), Usâme ibn Zeyd, fetih
zamanında:
— Yâ Rasûlallah, yarın
Mekke'de nereye ineceksiniz? diye sormuş.
Peygamber (S) de:
— "Akîl bize evden menzilden birşey
bıraktı mı ki?" buyurdu; sonra da (bunun sebebini bildirerek):
"Mü'min kâfire vâris olmaz, kâfir de mü'mine vâris olmaz" buyurdu.
ez-Zuhrî'ye:
— Ebû Tâlib'e kim
vâris oldu? diye soruldu. ez-Zuhrî:
—. Ona Akîl ile Tâlib
vâris oldular, dedi.
Ma'mer ibn Râşid,
ez-Zuhrî'den yaptığı rivayetinde: *'Yarın nereye ineceksiniz?" sorusunu
"Haccı sırasında" lâfzıyle söyledi. Yûnus ibn Yezîd el-Eylî ise
kendi rivayetinde ne "Haccetihi" lâfzını, ne de "Fetih zamanı"
lâfzını söyledi [320].
291-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -fetihten bir gün önce-:
"Allah Mekke'nin fethim müyesser kılarsa, in-şâallah yarın konağımız
Kinâne oğulları 'nın Hayfıiyknı yurdu)<#r ki, orası vaktiyle Kinâne oğulları
'yleKureyş müşriklerinin küfür üzerine andlaştıkları yerdir" buyurdu.
292-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) –fetih akabinde- Huneyn gazvesine çıkmak istediği zaman:
"Yarın menzilimiz inşâallah Kinâne oğulları Hayfı'ndadır ki, orası vaktiyle
Kinâne oğulları'yle Kureyş'in küfür üzerine yemînleştikleriyerdir" buyurdu
[321].
293-.......Bize
İmâm Mâlik, İbn Şihâb'dan; o daEnes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti (o, şöyle
demiştir): Peygamber (S) fetih günü Mekke'ye başında miğfer olduğu hâlde
girdi. Başından miğferi çıkardığı zaman yanına bir adam geldi de:
— Abdullah ibn Hatal,
Ka'be'nin örtüsüne tutunmaktadır, dedi.
Peygamber:
— "Onu
öldür!" buyurdu.
Hadîsin râvîsi İmâm
Mâlik: Allah en bilendir ki, benim zannı-ma göre o gün Peygamber ihrâmlı değildi,
demiştir [322].
294-.......Abdullah
ibnu Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke'nin fethi günü Ka'be'nin
avlusuna girdi. Ka'be'nin etrafında ibâdet için dikilmiş üçyüzaltmış put
vardı. Peygamber (S) elindeki deynekle bu putlara dürtmeye ve şu âyetleri
söylemeye başladı: "Hakk geldi, bâtıl gitti yok oldu", "Hakk
geldi, hâlbukibâul ne îcâda, ne de öleni diriltmeye muktedir değildir" [323].
295-.......Bize
Eyyûb, İkrime'den; o da İbn Abbâs(R)Jdan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) -fetih günü-
Mekke'ye geldiğinde Ka'be'ye girmekten çekindi. Çünkü Ka'be'de birçok ilâhlar
(yânî putlar) vardı. Rasûlullah bunların çıkarılmasını emretti ve bütün putlar
çıkarıldı, tbrâhîm ve İsmâîl Peygamberler'in suretleri de ellerinde ezlâm
(denilen fa'l kalemleri) olduğu hâlde çıkarıldılar. Peygamber (bu iki surete
bakarak):
— "Allah bu
suretleri yapanları helak etsin! Allah 'a yemîn ederim ki, bu putperestler bu
iki peygamberin hiçbir zaman rızklarını böyle fa'l kalemleriyle aramadıklarını
bilmişlerdir!" buyurdu.
Sonra Beyt'e girdi ve
Beyt'in her tarafında tekbîr getirdi. Fakat Beyt'in içinde namaz kılmadan
dışarı çıktı.
Ma'mer, Eyyûb'dan
yaptığı rivayetinde Abdu's-Samed'e mutâ-baat etti. Vuheyb de: Bize Eyyûb,
îkrime'den; o da Peygamber'den tahdîs etti., demiştir [324].
296- Ve
el-Leys ibn Sa'd şöyle demiştir: Bana Yûnus ibn Yezîd
tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi',
Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle (dediğini) haber verdi: Rasûlullah (S) Mekke
fetholunduğu gün, Mekke'nin en yüksek tarafından devesi üzerinde, arkasına
Usâme ibn Zeyd'i bindirmiş olarak yönelip geldi. Beraberinde Bilâl'le Ka'be'yi
koruyup hizmet edenlerden olan Usmân ibn Talha vardı. Rasûlullah tâ Mescid'e
kadar ilerledi ve orada devesini çöktürdü. Usmân ibn Tal-ha'ya Beyt'in
anahtarlarını getirmesini emretti. (O anahtarları getirip Ka'be'yi açınca)
Rasûlullah Ka'be'ye girdi. Beraberinde Usâme ibn Zeyd, Bilâl ve Usmân ibn Talha
da içeri girdiler. (Sonra Ka'be kapısı kapandı.) Rasûlullah içeride uzunca bir
müddet kaldı. Sonra dışarıya çıktı. Bu sırada insanlar Ka'be'ye girmek üzere
koşuştular. Abdullah ibn Umer, Ka'be'ye ilk giren kimse oldu ve kapının arkasında
Bilâl'ı ayakta buldu. Ona:
— Rasûlullah nerede namaz kıldı? diye sordu.
Bilâl de ona
Rasûlullah'ın namaz kıldığı yeri işaret edip gösterdi. Abdullah:
— Rasûlullah'ın kaç
rek'at kıldığını sormayı unuttum, demiştir.
297-.......Âişe
(R) Urve'ye: Peygamber (S) fetih yılında Mekke'ye en yüksek tarafındaki Kedâ
mevkiinden girdi, diye haber vermiştir.
Buradaki râvîlerden
Hafs ibn Meysere'ye "Kedâ" lâfzında Ebû Usâme ile Vuheyb mutâbaat
etmişlerdir.
298-.......Buradaki
senedle de Urve: Peygamber (S) fetih yılında Mekke'ye en yüksek tarafından;
Kedâ'dan girdi, demiştir [325].
299-.......Abdurrâhmân
ibn Ebî Leylâ şöyle demiştir: Bize Ummü Hâni'den başka hiçbir kimse
Peygamber(S)'i duhâ namazı kılarken gördüğünü haber vermemiştir. Ümmü Hâni'
Mekke fethi günü Peygamber'in onun evinde yıkandığını, sonra sekiz rek'at namaz
kıldığını zikretmiş ve devamla: Peygamber'in bu namazdan daha hafif hiçbir
namaz kıldığını görmedim, şu kadar var ki, Peygamber bu hafif namazda rukû'u
ve sucûdu tam yapıyordu, dedi [326].
(Bu, evvelki bâbdan
bir fasıl gibidir.)
300-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) rukû'unda ve sucûdunda "Subhâneke'ttâhumme Rabbena ve
bi-hamdike'llâhumnıe ığfirlî
(= Ey Rabb'imiz olan Allah'ım, Seni tesbîh ederim; tesbîhi de hamdine bürünerek
yaparım. Yâ Allah, bana mağfiret eyle)" sözlerini söylerdi [327].
301-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer beni kendi meclisine Bedir ihtiyârlarıyle
beraber girdirirdi. Bundan ötürü bâzıları:
— Bu genci niçin
bizimle beraber meclisine girdiriyorsun? Hâlbuki bizim bunun yaşında
oğullarımız var? dediler.
Umer de:
— Muhakkak ki, o sizin
bildiğiniz ilim sahibi kimselerdendir,
dedi.
İbn Abbâs dedi ki:
Günün birinde Umer yine Bedir ihtiyarlarını da'vet etti; beni de onların
beraberinde çağırdı.
İbn Abbâs dedi ki: Ben
o gün Umer'in kendisinin bende bilmekte olduğu ilmi muhakkak onlara da
göstermek için çağırdığını düşündüm. Umer onlara:
— "Allah'ın nusratı ve fethi gelince» sen
de insanların feve feve Allahhn dînine gireceklerini görünce hemen Rabb'ini
hamd ile tesbîh et. O'nun mağfiretini iste. Şübhesiz ki O] tevbeleri çok kabul
edendir" (en-Nasr: ı-3) sûresi hakkında ne dersiniz? diye sordu. Bâzıları:
— Bize nusrat ve fetih
verildiğinde Allah'a hamd ve istiğfar etmemiz emrolunmuştur, dediler.
Bâzıları:
— Biz bilmiyoruz, dediler.
Bâzıları da hiçbirşey
söylemediler. Umer bana:
— Yâ Abbâs oğlu! Sen de mi böyle söylersin?
diye sordu. Ben de:
— Hayır! dedim Umer:
— Ne diyorsun? dedi. Ben de:
— O, Rasûlullah'ın ecelidir. Allah O'na ecelini
bildirdi. Allah tarafından Rasûlullah'a nusrat ve feth gelince, yânî Mekke
fethi gelince, Allah: îşte bu senin ecelinin alâmetidir. Artık Rabb'ine hamd
ederek Subhânaüah de ve Rabb'inden mağfiret dile! Şübhe yok ki, O, tevbeleri
çok kabul edendir! buyurmuştur, dedim.
Umer:
— Ben de bu sûreden
ancak senin bilmekte olduğun şeyi biliyorum, dedi [328].
302........
Ebû Şurayh el-Adevî (el-Huzâî -R-), Amr ibn Saîd ibnu'1-Âs'a, Mekke'ye Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e karşı
ordular sev-kettiği sırada şöyle demiştir: Ey Emîr! Mekke fethinin ertesi günü
Ra-sûlullah(S)'ın ayağa kalkıp îrâd eylediği bir sözü (yânî hutbeyi) sana haber
vermekliğime izin ver. O hutbeyi şu iki kulağım işitti, kalbim belledi,
(söyleyeni de) gözlerim (o anda) gördü. Rasûlullah, Allah'a hamd ve sena
ettikten sonra şöyle buyurdu:
— "Mekke'yi (tâ evvelden beri) haram eden
Yüce Allah'tır; onu haram eden insanlar değildir. Bundan dolayı Allah 'a ve
âhiret gününe îmân eden kimse için Mekke'de ne kan dökmek, ne de bir ağaca
balta vurmak halâl olmaz. Şayet Rasûlullah burada harb etti diye ruhsat
tarafına kaçan biri bulunursa, ona: Allah (yalnız) Rasûlü'ne izin vermiştir,
size izin vermemiştir! deyiniz. Bana da yalnız bir günün bir saati içinde izin
verdi. Ondan sonra bu günkü harâmlığı dünkü harâmlığı derecesine döndü. Bu dediklerimi
burada hazır olanlar, gâib olanlara, yânî burada mevcûd olmayanlara (ve
müstakbel nesillere) teblîğ etsin".
Ebû Şurayh'a:
— Amr ne dedi? diye
soruldu.
Ebû Şurayh dedi ki:
Amr da cevaben:
— Yâ Ebâ Şurayh! Ben
senden daha âlimim. Mekke hiçbir âsîyi, zimmetinde kan olan bir kaçağı, kaçan
hiçbir hırsızı sığındırıp kurtarmaz, dedi [329].
303-.......Câbir
ibn Abdillah (R), Rasûlullah Mekke'nin fethi senesi Mekke'de iken, Rasûlullah(S)'tan:
"Şübhesiz Allah veRasûlü şarâbın alışverişini... haram kıldı" buyururken
işitmiştir [330].
304-.......(İki
yoldan gelen bu hadîste) Enes (R): Peygamber'in beraberinde (Mekke ve
civarında) on gün ikaamet ettik. Bu ikaa-met süresince namazları kısaltıyorduk,
demiştir [331].
305-.......
İbn Abbâs (R): Peygamber (S) Mekke'de ondokuz gün (dört rek'atli namazları) iki rek'at kılarak
ikaamet etti, demiştir.
306-.......
İbn Abbâs (R): Biz bir seferde Peygamber'le beraber
namazı kısa kılarak ondokuz gün ikaamet
ettik, demiştir.
(Burada geçen senedle)
yine İbn Abbâs: Biz (sefer ettiğimizde bir yerde) ondokuz gün kalırsak
namazları kısaltır, daha ziyâde kalırsak namazları tam kılardık, demiştir [332].
Ve îmâm. el-Leys ibn
Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'dan tahdîs etti (o, şöyle
demiştir): Bana Abdullah ibnu Sa'-lebete'bni Suayr haber verdi ki, Peygamber
(S) Mekke fethi yılında onun yüzüne eliyle dokunmuştur [334].
307-......
Bize Hişâm ibn Yûsuf, Ma'mer ibn Râşid'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Suneyn Ebû Cemîle'den haber verdi.
ez-Zuhrî dedi ki: Biz Saîd ibnu'l-Müseyyeb'le beraber bulunduğumuz sırada Ebû
Cemile bize haber verdi.
Yine ez-Zuhrî: Ve Ebû
Cemile, kendisinin Peygamberce eriştiğini ve fetih yılında O'nunla beraber
çıktığını söyledi, demiştir [335].
308-.......Bize
Hammâd ibnu Zeyd, Eyyûb'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Amr ibnu Seleme'den
tahdîs etti [336].
Eyyûb şöyle dedi: Ebû
Kılâbe bana;
— Amr ibn Seleme'ye
kavuşur da ona sorar mısın? dedi.
Ebû Kılâbe dedi ki:
Akabinde ben Amr ibn Seleme'ye kavuştum ve kendisine sordum. Amr ibn Seleme
şöyle anlattı: Biz aile ve kabî-lece insanların yol uğrağı bir yerde otururduk.
Bize kervanlar uğrardı. Biz de o yolculara:
— Bu insanlara ne
oluyor, bu insanlara ne oluyor? Ve şu adam nedir? diye sorardık.
Onlar da bize:
— O adam, Allah'ın kendisini peygamber
gönderdiğini, O'na vahy verdiğini yâhud Allah'ın O'na şu sözleri vahyettiğini
söylüyor, derlerdi (yânî Peygamber'den öğrendikleri bâzı âyetleri bize haber verirlerdi).
Ben de o sözleri ezber
ederdim. Sanki o âyetler gönlüme yapıştırılır gibi nakş olunuyordu. Esasen
(Kureyş'ten başka) Arab kabileleri de İslâm'a girmek için Mekke fethini
gözlüyorlardı. Ve:
— Peygamberlik iddia
eden şu adamı kendi kavmi olan Kureyş'le başbaşa kendi hâllerine bırakınız.
Eğer O, Kureyş'e gâlib gelirse, hiç şübhesiz O sözünde doğru hakk bir
peygamberdir, derlerdi.
Nihayet fetih ehlinin
zaferi vak'ası olunca her kavim İslâm'a girmeye koştular. Babam Seleme de
kavmimle beraber İslâm'a girmeye koştu. Mekke'den dönüp gelince, bize:
— Vallahi ben size bir
hakk peygamberin yanından geliyorum. O bize: "Şu namazı şu vakitte
kılınız, şu namazı da şu vakitte kılınız " dedi (ve bütün namaz
vakitlerini bildirdi). Namaz vakti gelince de "Biriniz ezan okusun ve
Kur'ân 'ı en çok bileniniz size imamlık etsin" buyurdu, dedi.
Bunun üzerine kabîle
halkı baktılar. İçlerinde benden çok Kur'-ân bilen hiçbir kimse bulunmadı.
Çünkü ben obamıza uğrayan kervanlardan Kur'ân alıp öğreniyordum. Kur'ân'ı çok
bildiğim için kabîle halkı beni önlerine geçirip imâm yaptılar.Hâlbuki ben o
sırada altı yâhud yedi yaşında çocuktum. Üzerimde de elbise olarak yalnız bir
bürde vardı. Secde ettiğim zaman o bürde avret yerinden yukarı toplanıp
aşağısı açılırdı. Benim secdede bu açık hâlimi gören kabilemizden bir kadın,
cemâate:
— Okuyucunuzun kıçını
(yânî açık yerini)"bizden örtseniz, dedi.
Bunun üzerine cemâat
(Umman kumaşı) satın aldılar ve bana bir gömlek biçtiler. Artık ben bu gömlekle
sevindiğim kadar hiçbir şeyle ferahlanmadım [337].
309- İbnu
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi; Âişe (R) şöyle
demiştir: Utbe ibn Ebî Vakkaas, kardeşi Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a, Zem'a'mn
cariyesinin oğlu Abdurrahman ı alması için ahid yapmıştı. Utbe:
— Çünkü o çocuk benim oğlumdur, demişti.
Rasûlullah fetih
zamanında Mekke'ye gelince Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Zem'a'nın cariyesinin oğlu
Abdurrahmân'ı yakaladı ve onu Ra-sûlullah'a getirdi. Onun beraberinde Abd ibnu
Zem'a da geldi. Sa d ibn Ebî Vakkaas:
— Bu benim kardeşimin
oğludur. Kardeşim bana onun kendi oğlu olduğunu ve nesebinin kendisine
katılmasını bana vasiyet etti, dedi.
Abd ibnu Zem'a
da: .
— Yâ Rasûlallah, bu
benim kardeşimdir; bu Zem'a'mn cariyesinin oğludur, babam Zem'a'mn döşeğinde
doğmuştur, dedi.
Rasûlullah, Zem'a'nın
cariyesinin oğluna baktı da Utbe ibn Ebî Vakkaas'a en çok benzeyen insan
olduğunu gördü. Akabinde Rasûlullah (S):
— "Yâ Abd ibne Zem 'a! Bu (Abdurrahmân)
sana âiddir; o senin kardeşindir. Çünkü o, Zem'a'nın döşeği üzerinde
doğmuştur" buyurdu.
Ve yine Rasûlullah, bu
çocuğun sîmâca Utbe ibn Ebî Vakkaas'a benzerliğini gördüğü için Sevde'ye:
— "Yâ Şevde! Sen de bu oğlandan perde
arkasına çekil!" buyurdu.
İbnu Şihâb dedi ki:
Âişe:
— Rasûlullah:
"Döşeğindir; zinâcı erkeğe ise mahrumiyet düşer" buyurdu, dedi.
Yine İbnu Şihâb: Ebû
Hureyre bu "Çocuk döşeğindir, zinâkâr erkeğe mahrûmluk düşer" sözünü
yüksek sesle i'Iân ederdi, demiştir [338].
310-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle haber verdi: Rasûlullah
zamanında, fetih gazvesi sırasında bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadının
kavmi Usâme ibn Zeyd'e gittiler de (elinin kesilmemesi için) Rasûlullah'ın yanında şefaat
etmesini istediler.
Urve dedi ki: Usâme, o
kadın hakkında Rasûlullah'la konuşunca, Rasûlullah'ın yüzünün rengi değişti
ve:
— "Allah'ın ta'yîn ettiği dînî cezalardan
bir ceza hususunda mı benimle konuşuyorsun?" buyurdu.
Usâme de:
— Yâ Rasûlallah, benim için mağfiret isteyiver,
dedi.
Öğleden sonra olunca
Rasûlullah hutbe yapmak üzere ayağa kalktı. Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla
övdükten sonra "Amma ba'du" diyerek şunları söyledi:
— "Sizden önceki insanları ancak onların,
içlerinde şerefli ve nüfuzlu kimse çaldığı zaman onu cezasız bırakır, içlerinde
zayıf kimse çaldığı zaman ona ceza verir olmaları helak etmiştir. Muhammed'in
nefsi elinde olan Allah 'a yemîn ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtıma çalmış
olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim!" buyurdu.
Sonra Rasûlullah o
kadınla ilgili emrini verdi ve kadının eli kesildi. Bundan sonra o kadının
tevbesi güzel oldu ve evlendi. Âişe:
— O kadın bundan sonra
bana gelirdi de ben de onun hacetini Rasûlullah'a yükseltirdim, demiştir [339].
311-.......Bize
Âsim, Ebû Usmân'dan tahdîs edip şöyle dedi: Bana Mucâşi' ibn Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle dedi:
Mekke'nin fethinden sonra ben kardeşim(Mucâlid)le Peygamber'e geldim ve:
— Yâ Rasûlallah,
kendisiyle hicret etmek üzere bey'at etmem için sana kardeşimi getirdim, dedim.
Rasûlullah (S):
— "Hicret etmiş olanlar, ondaki
faziletlerle gitmişlerdir"^ buyurdu.
— Şimdi sen onunla ne
üzerine bey'at edeceksin? diye sordum.
— "Ben onunla İslâm, îmân ve cihâd üzerine
bey'at ederim"
buyurdu.
Bu hadîsin
râvîlerinden Ebû Usmân en-Nehdî dedi ki: Ben sonra Ebû Ma'bed Mucâlid'e
kavuştum. Ebû Ma'bed bu iki kardeşin büyüğü idi. Ben ona Mucâşi'den işitmiş
olduğum hadîsi sordum da, o: Mucâşi' doğru söyledi, dedi.
312-.......Bize
Âsim ibn Süleyman, Ebû Usmân en-Nehdî'den; o da Mucâşi' ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti (o, şöyle
demiştir): Ben Ebû Ma'bed'i, hicret üzerine bey'at etmesi için Peygamber'e
götürdüm. Peygamber (S):
— "Hicretin hükmü
(fetihten öne) hicret edenlere âid olarak geçti. Ben onunla İslâm ve cihâd
üzerine bey'at ederim" buyurdu.
Râvî Ebû Usmân dedi
ki: Ben Ebû Ma'bed'e kavuştum da ona kardeşi Ebû Mucâşi'in bana tahdîs ettiği
bu hadîsi sordum; o: Mucâşi' doğru söyledi, dedi.
Diğer râvî Hâlid de,
Ebû Usmân'dan; o da Mucâşi'den, onun kardeşi Mucâlid'i getirdiğini söylemiştir [340].
313-.......Mucâhid
ibn Cebr şöyle demiştir: Ben İbn Umer'e:
— Şam'a hicret etmek istiyorum, dedim. İbn Umer
(R):
— (Mekke fethinden
sonra) hicret yok, lâkin cihâd vardır. Git, kendini arzet. Eğer kendinde (cihâd
ve kudretten) birşey bulursan cihâd yap, kendinde bunu bulamazsan geri
dönersin, dedi.
Ve en-Nadr dedi ki:
Bize Şu'be haber verdi: Bize Ebû Bişr haber verip şöyle dedi: Ben Mucâhid ibn
Cebr'den işittim, şöyle diyordu: Ben İbn Umer'e (Şam'a gitmek istiyorum) dedim,
o:
— Bugün hicret yoktur
-yâhud da: Rasûlullah'tan sonra hicret yoktur-, dedi.
Bu da geçen hadîsin
benzeridir.
314-.......Ebû
Amr el-Evzâî, Abde ibn Ebî Lubâbe'den; o da Mucâhid ibn Cebr el-Mekkî'den; Abdullah ibn Umer (R):
Fetihten sonra hicret yoktur der idi, diye tahdîs etmiştir.
315-.......Yahya
ibn Hamza tahdîs edip şöyle demiştir: Bana el-Evzâî, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. O şöyle
demiştir: Ben Ubeydullah ibn Umeyr ile beraber Âişe'yi ziyaret ettim.
Ubeydullah, Aişe'ye hicretten sordu. Bunun üzerine Âişe şöyle dedi:
— Bu gün hicret
yoktur. (Fetihten önce) mü'minlerin herbiri kendisine fitne yapılması
korkusundan dîni ile Allah'a ve Rasûlü'ne kaçar idi. Bugün ise Allah İslâm'ı
gâlib kılmıştır. Mü'min Rabb'ine dilediği yerde ibâdet eder. Lâkin bugün (kâfirlerle)
cihâd ve niyet vardır [341].
316-.......İbn
Cureyc şöyle demiştir: Bana Hasen ibnu Müslim, Mucâhid ibn Cebr'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S)
Mekke fethi günü ayağa kalktı da şöyle buyurdu:
— "Şübhesiz ki, Allah Mekke'yi, gökleri ve
yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Bunun için Mekke Allah'ın haram kılmasıyle
kıyamet gününe kadar haramdır. Benden evvel hiçbir kimse için halâl olmadığı
gibi, benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. Benim için de o,
ancak gündüzden bir saat halâl olmuştur. Mekke'nin av hayvanı ürkütülmez,
dikeni (bile) kesilmez, yaş otları koparıl-maz. Yitiğini kimse (elini uzatıp)
alamaz, yalnız sahibini aramak için arayacak kişi alabilir".
Bu sırada Abbâs ibnu
Abdilmuttalib:
— Yâ Rasûlallah,
ızhırdan başka. Çünkü ızhır bitkisi demirciler için ve evlerimiz için
kullanılması zarurîdir, dedi.
Rasûlullah bu esnada
sükût etti, sonra:
— "Izhır müstesna, çünkü o halâldır"
buyurdu.
Ve yine Abdulmelik
ibnu Cureyc'den (o, şöyle demiştir): Bana Abdulkerîm, İkrime'den; o da İbn
Abbâs'tan, geçen hadîsin benzerini yâhud o tarzdaki hadîsi haber verdi,
demiştir.
Zikredilen bu hadîsi
Ebû Hureyre', Peygamber'den rivayet etmiştir [342].
"And otsun ki,
Allah birçok savaş yerlerinde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir. (O Huneyn ki)
çokluğunuz o zaman size ucub vermişti de
bu, size (gelecek kozadan) bir
şeyi gidermeye yaramamıştı. Yeryüzü o genişliğine rağmen, başınıza dar gelmişti.
Nihayet (bozularak) gerisin geri dönüp
gitmiştiniz. Sonra Allah, Rasûlü
ile müzminlerin üzerine sekînetini indirdi, görmediğiniz orduları indirdi ve kâfirleri
azâblandırdu Bu o kâfirlerin cezası idi.
Sonra, Allah bunun ardından kimi
dilerse onun tevbesini kabul eder. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet
eyleyicidir" (et-Teybe:
25-27) [344].
317-.......İsmâîl
(ibn Ebî Hâlid) haber verip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'mn elinde
bir kılıç darbesi gördüm (ve kendisine bu nedir? diye sordum). İbnu Ebî Evfâ:
Ben bu yarayı Huneyn günü-Peygamber(S)'le beraber muharebede bulunduğum sırada
vurularak
aldım, dedi.
Râvî İsmâîl ibn Ebî
Hâlid dedi ki: Ben İbn Ebî Evfâ'ya:
— Sen Huneyn gazvesinde bulundun mu? diye
sordum. O da:
— Ben ondan önce (Hudeybiye'de bile) bulundum,
dedi [345].
318-.......Ebû
İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim. Ona bir adam geldi de:
— Yâ Ebâ Umâre! Sen
Huneyn gününde geri dönüp kaçtın mı? diye sordu.
el-Berâ:
— Amma bana gelince
(bizler kaçtık). Peygamber üzerine şehâ-det ederim ki, O, geriye dönmemiştir.
Lâkin ordunun öncüleri acele gittiler de onların üzerlerine Hevâzin kabîlesi
okçuları ok yağdırdılar. Ebû Sufyân ibnu'l-Hâris, Peygamber'in beyaz katırının
başından tutmuştu. Peygamber (S) ise: "Ben peygamberim yalan yok, ben
Abdulmuttalib oğlu'yum" sözlerini söylüyordu [346].
319-.......Bize
Şu'be, Ebû İshâk'tan tahdîs "etti (ki o şöyle demiştir): Ben işitirken
el-Berâ'ya:
— Huneyn gününde
sizler Peygamber'in maiyyetinde bulunduğunuz sırada gerisin geri dönüp kaçtınız
mı? diye soruldu.
el-Berâ (kendilerinin
ta'mîm üzere olmayarak kaçışlarının isbâ-tıni içine alıcı ve bedî' olan) şu
cevâbı verdi;
— Peygamber'e gelince;
O asla kaçmadı. Hevâzin kabîlesi erleri iyi ok atıcı kimselerdi (onlar bize ok
yağdırdılar). Peygamber (yerinde kaya gibi sabit durup): "Ben o
peygamberim yalan yok, ben o Abdulmuttalib oğlu'yum" dedi.
320-.......Bize
Şu'be, Ebû îshâk'tan tahdîs etti ki, o el-Berâ'dan
işitmiştir. el-Berâ'ya Kays kabilesinden
bir kişi;
— Sizler Huneyn günü
Rasûlullah(S)'m yanından kaçtınız mı? diye sordu.
el-Berâ (R):
— (Bizler kaçtık.)
Lâkin Rasûlullah kaçmadı. Hevâzin kabîlesi halkı iyi ok atıcıları idiler. Biz
(harb meydanında) bunların üzerine hücum edince, onlar açılıp bozuldular.
Bizler de hemen ganîmetler üzerine düştük. İşte bu sırada Hevâzin tarafından ok
yağmuruyla karşılandık. (Biz kaçtık.) Yeminle söylüyorum ki, ben Rasülullah'ı
beyaz katırının üzerinde gördüm. Ebû
Sufyân da katırın gemini tutuyordu. Bu sırada o: "Ben o peygamberim yalan
yok, ben o Abdulmuttalib oğlu'yum!" diyordu.
İsrâîl ibn Yûnus ile
Zuheyr ibn Muâviye kendi rivayet ettikleri
hadîslerinde,
burasında: Peygamber (S) beyaz katırından indi (de "Yâ Allah, yardımını
indir" duasını söyledi) demişlerdir [347].
321-.......Muhammed
ibn Şihâb şöyle demiştir: Urve ibnu'z-Zubeyr, kendisine Mervân ibnu'l-Hakem
el-Emevî ile el-Mısver ibn Mahrame'nin şöyle haber verdiklerini söyledi:
Rasûlullah (S), Hevâ-zin kabilesi hey'eti müslümân olarak geldikleri ve
Rasûlullah'tan mallarım ve esirlerini geri vermesini istedikleri zaman,
Rasûlullah ayağa kalktı da onlara:
— "Berâberimdeki sahâbtierimi
görüyorsunuz. Bana sözün en sevimlisi en doğrusudur. Şimdi siz iki taifenin
birini seçiniz: Yâ esirleri, ya da malları. Ben sizin gelmenizi beklemiş idim
(zamanında gelmediniz)" buyurdu.
Ve hakîkaten
Rasûlullah, Tâif ten (Cı'râne'ye) döndüğünde on küsur gece onları beklemiş idi.
Hevâzin hey'etine Rasûlullah'ın kendilerine ancak iki taifeden birisini geri
vereceği apaçık belli olunca:
— Biz esîrlerimizin geri verilmesini tercih
ediyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah müslümânlar arasında ayağa kalktı,
Allah'ı lâyık olduğu
kemâl sıfatlarıyle sena etti. Sonra "Amma ba'du" deyip hutbesine
şöyle devam etti:
— "Bu Hevâzin hey'eti kardeşleriniz
kusurlarından tevbe ediciler olarak bize geldiler. Ben de esirlerini
kendilerine geri vermenin doğru olacağını düşündüm. Sizden her kim esirlerini
bu suretle (karşılıksız olarak) vererek kardeşlerinizin gönlünü hoş etmeyi
severse bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesi üzerine bağlı kalmak
(karşılıksız vermemek) arzu ederse, biz ona (bu bedeli), Allah'ın bize ihsan
edeceği ilk ganimet malından veririz, o da bu şartla esirlerini onlara
versin" buyurdu.
Bu konuşma üzerine
oradaki insanlar:
— Rasûlullah'ın hatırı
için Hevâzin başkanlarına esîrlerini vermekle gönüllerimizi hoş etmişizdir,
dediler.
Rasûlullah da:
— "Şimdi biz sizden esirini vermeye razı
olan kimseleri, rızâsı olmayanlardan ayırıp bilemiyoruz. Haydi siz gidiniz de
bize muvafakat işinizi, iş bilir nakibleriniz arzetsin" buyurdu.
İnsanlar yerlerine
döndüler. Kabîlelerin nakîbleri kabile halkla-rıyle konuştular. Sonra
Rasûlullah'a gelip herbiri kavminin esîrleri geri vermekten hoşnûd olduklarını
ve Rasûlullah'a esîrleri geri vermesi hususunda izin verdiklerini haber
verdiler.
İbn Şihâb: İşte bana
Hevâzin esirlerinden ulaşan budur, demiştir [348].
322-.......Bize
Hammâd ibnu Zeyd, Eyyûb'dan; o daNâfi'den tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb:
— Yâ Rasûlallah!...
demiştir.
H ve yine bana
Muhammed ibnu Mukaatil tahdîs etti. Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek haber verdi.
Bize Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den haber verdi ki, Abdullah ibn
Umer (R) şöyle demiştir: Bizler Huneyn'den döndüğümüz zaman Umer, Câhiliyet zamanında
adadığı bir i'tikâf adağını (yerine getirip getirmemesi hususunu) sordu.
Peygamber (S) ona adağını yerine getirmesini emretti.
Bu hadîsin
râvîlerinden bâzısı: Hammâd, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den; o da îbn Umer'den..
diye söylemiştir:
Ve bu hadîsi Cerîr
ibnu Hazım ile Hammâd ibnu Seleme, Eyyûb'dan, o da Nâfi'den; o da Abdullah ibn
Umer'den; o da Peygam-ber'den olmak üzere rivayet etmiştir [349].
323-.......
Bize İmâm Mâlik, Yahya ibn Saîd'den; o da Kesîr ibn Eflâh'ın oğlu Umer'den; o da Ebû Katâde'nin
âzâdlısı Ebû Mu-hammed'den haber verdi ki, Ebû Katâde (R) şöyle demiştir:
Biz Huneyn senesi
Peygamber'in maiyyetinde sefere çıktık. Düşmanla karşılaşınca müslümânlar için
bir ilerleme ve gerileme olmuştu. Bu sırada ben müşriklerden birini
müslümânlar dan bir kimse üzerine çıkmış hâlde gördüm. Hemen arka tarafından
yaklaştım ve onu boynu ile kürek kemiğinin bağı üzerinden kılıçla vurdum. Ve
onun giydiği zırhı kestim. Hemen benden tarafa dönüp beni öyle bir kucakladı
ki, bu sıkı kucaklayıştan ölüm kokusunu hissettim. Sonra ona ölüm yetişti de
beni salıverdi. Akabinde ben Umer'e rastgeldim de:
— Bu insanlara ne oldu? dedim. Umer:
— Azîz ve Celîl olan
Allah'ın işidir (yânî onlara isabet eden bu
bozgunluk, Allah'ın
hükmü ve kazasıdır), dedi.
Sonra müslümânlar
(bozgunluğun ardından) dönüp geldiler. Peygamber de oturup:
— "Her kim bir düşmanı öldürür ve
öldürdüğüne dâir bir bey-yinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve
diğer eşyaları onundur" buyurdu.
Ben (hemen kalkıp):
— Benim için kim şâhid olur? dedim.
Sonra oturdum. Sonra
Peygamber tekrar bunun benzerini söyledi. Ben yine kalkıp:
— Benim için kim
şehâdet eder? diye sordum ve sonra oturdum.
Sonra Peygamber o
sözün benzerini yine söyledi. Ben yine ayağa kalktım. Peygamber:
— "Neyin var yâ Ebâ Katâde?" buyurdu.
Ben de kendisine olanı
haber verdim. Bu sırada bir kimse:
— Ebû Katâde doğru
söyledi. O maktulün eşyası benim yanım-dadır. Artık hakkı olan bu şeyler yerine
ona başka şeyler vererek benden razı kıl, dedi.
Ebû Bekr:
— Allah'a yemîn olsun
ki, bu olamaz! Peygamber, Allah ve Ra-sûlü yolunda mukaatele eden Allah
arslanlarından bir arslanm hakkını ibtâle yanaşmaz ve onun selebini sana
veremez, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber(S):
— "Ebû Bekr doğru söyledi. Yanındaki o
maktule âid şeyleri Ebû Katâde'ye ver!" buyurdu.
Akabinde o kimse
maktulün eşyasını bana verdi.Ben de o eşyayı sattım da onun bedeliyle Benû
Selime yurdunda bir bustân satın aldım, işte bu bustân, İslâm'da aslına mâlik
olduğum ilk maldır [350].
Ve İmâm el-Leys ibn
Sa'd şöyle demiştir: Bana Yahya ibnu Sa-îd, Kesîr ibn Eflâh'in oğlu Umer'den; o
da Ebû Katâde'nin âzâdlısı olan Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde
şöyle demiştir: Huneyn günü olduğu zaman müslümânlardan bir adama baktım ki, o
müşriklerden bir adamla mukaatele ediyor. Müşriklerden olan bir diğeri ise
müslümânı öldürmek için arka tarafından onu aldatmağa uğraşıyordu. Ben hemen
onu aldatmağa çalışan kişiye doğru koştum. O beni vurmak için elini kaldırdı.
Ben onun elini vurup kestim. Sonra o kişi beni tutup sıkı bir sarmalayışla
beni kucakladı; beni o derecede sıktı ki, ölmekten korktum. Sonra beni bıraktı
ve çözüldü. Ben de onu iteledim. Sonra onu öldürdüm. Müslümanlar bozuldular,
ben de onlarla beraber bozguna uğradım. Bu sırada bozulmayan insanların
içinde) Umer ibnu'l-Hattâb'la karşılaştım. Ona:
— İnsanlara ne oluyor? dedim. Umer:
— Allah'ın emri (yâni hükmü ve takdiri), dedi.
Sonra bozulan insanlar
Rasûlullah'a döndüler. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Her kim öldürdüğü bir maktul üzerine
beyyine dikerse, öldürdüğü kişinin eşyası onundur" buyurdu.
Ben hemen öldürdüğüm
maktulün üzerine bir şâhid aramak için kalktım, fakat benim için şehâdet edecek
bir kimse göremedim. Sonra aklıma geldi de, o adamın işini Rasûlullah'a
zikrettim. Meclisinde oturanlardan biri:
— Bunun öldürdüğünü
zikretmekte bulunduğu o maktulün silâhı benim yammdadır. Onun yerine başka
şeylerle Ebû Katâde'yi razı kıl, dedi.
Ebû Bekr:
— Hayır olamaz.
Peygamber o silâhı Kureyş'ten gevşek ve âciz bir kula vermez ve Allah ve Rasûlü
yolunda harbeden Allah arslanlarından bir arslanı terkedemez, dedi.
Râvî dedi ki: Akabinde
Rasûlullah kalktı ve o silâhı bana verdi. Ben de onun bedeliyle bir bustân
satın aldım. İşte bu, İslâm içinde aslına mâlik olduğum ilk maldır [351].
324-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Huneyn gazvesini bitirince (amcam) Ebû Âmir'i bir ordu
birliği üzerine kumandan yaparak Evtâs'a gönderdi [352].
Ebû Âmir (Huneyn'den buraya kaçmış olanların kumandanı) Dureyd ibn Sımme ile
burada karşılaştı. Yapılan muharebede Dureyd öldürüldü, askerlerini de Allah
hezîmete uğrattı.
Ebû Mûsâ devamla dedi
ki: Rasûlullah beni de (amcam) Ebû Âmir ile beraber göndermişti. Bu muharebede
Ebû Âmir'in dizine Cu-şem kabilesinden birisi tarafından bir ok atıldı. Okçu
okunu Ebû Âmir'in dizkapağına yerleştirdi. Ben hemen Ebû Âmir'in yanına koştum
ve:
— Ey amca, sana kim ok attı? diye sordum. O,
ben Ebû Musa'ya:
— İşte ok atan kaatilim şudur! diye gösterdi.
Ben hemen kaatile
doğru koştum ve ona yetiştim. Kaatil beni görünce dönüp kaçmağa başladı. Ben
onun arkasından gittim. Bu sırada ben hem koşuyor, hem: Kaçmaktan utanmaz
mısın, yerinde biraz durmaz mısın! diye haykırıyordum. Adam kaçmaktan vazgeçti.
Her ikimiz kılıçlarımızla vuruşmaya başladık. Sonunda adamı öldürdüm. Sonra
(Ebû Âmir'in yanına geldim) Ebû Âmir'e:
— Allah senin düşmanını
öldürdü, dedim. Amcam bana:
— Şu oku dizimden çek çıkar, dedi.
Ben de hemen çıkardım.
Okun çıktığı yerden bir su boşandı. (Amcam hayâtından ümidini kesti.) Bana:
— Ey kardeşimin oğlu! Peygamber'e selâm söyle
ve bana Allah'tan mağfiret istemesini rica et, dedi ve beni kendi yerine
mücâ-hidler üzerine kumandan yaptı.
Az bir zaman yaşadı,
sonra vefat etti. Bu seferden dönüp geldiğimde Peygamber'in huzuruna girdim.
Peygamber, odasında hasırdan örülmüş ve üzerine ince şilte serilmiş bir sedir
üstünde yatıyordu. Hasırın örgüleri vücûdunun arkasına ve iki yanlarına iz
yapmıştı. Ben kendisine zafer haberimizi ve Ebû Âmir'in şehîd oluşu haberini,
ve "Rasûlullah benim için mağfiret dilesin" diye vasiyet ettiğini
arzet-tim. Bunun üzerine Peygamber abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra
ellerini kaldırıp:
— "Yâ Allah, kulcağızın Ebû Âmir'e
mağfiret eyle!" diye duâ etti.
Duâ ederken ben O'nun
iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra Peygamber:
— "Yâ A ilah! Kıyamet gününde Ebû Âmir
kulunu şu yarattığın insanlardan çoğunun üstünde yüksek bir makaamda kıl"
niyazında bulundu.
Bunun üzerine ben:
— Benim için de mağfiret isteyiver, dedim.
Peygamber:
— "Yâ Allah, Abdullah ibn Kays'ın günâhını
mağfiret eyle ve kıyamet gününde onu kerîm bir makaama girdir" diye duâ
etti.
Râvî Ebû Burde: Bu İki
duanın biri Ebû Âmir için, diğeri de Ebû Mûsâ içindir, demiştir [353].
Bu gazve hicretin
sekizinci yılı şevval ayında yapıldı. Bu târihte yapıldığını Mûsâ ibn Ukbe (Mağâzt'sinde)
Söyledi [354].
325-.......Bize
Hişâm, babası Urve'den; o da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da annesi Ümmü Seleme(R)'den tahdîs
etti (o, şöyle demiştir): Peygamber (S) yanıma girdi. O sırada yanımda bir
muhan-nes kişi bulunuyordu. İşittim ki o, kardeşim Abdullah ibn Umeyye'ye:
— Yâ Abdallah! Ne
dersin, eğer Allah yarın size Tâif'in fethini müyesser kılarsa sana gereken,
Gaylân'ın şişman kızını yakalaman-dır. O kız (semizlikten karnı) dört büklüm
karşılar, sekiz büklüm de arkaya döner! diyordu.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Bu kabil muhannesier bir daha yanımıza
sakın girmesin" buyurdu.
Râvî Sufyân ibn
Uyeyne:
— İbn Cureyc: Bu
muhannesin adı Hît'tır, dedi, demiştir.
Bize Mahmûd ibn Gaylân
tahdîs etti: Bize Ebû Usâme, Hişâm'-dan bu hadîsi tahdîs etti ve
"Peygamber o gün Tâif'i muhasara etmekteydi" fıkrasını ziyâde etti [355].
326-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Tâif şehrini muhasara ettiği zaman, Tâifliler'den
herhangi birşey elde edemedi. (Bâzî sahâbîleriyle istişareden sonra):
— "İnşâallah yarın döneceğiz (yânî
muhasarayı kaldıracağız)" dedi.
Bu söz mücâhidlere
ağır geldi de:
— Tâif'i fethetmeden nasıl gideriz! dediler.
-Râvî Sufyân bir kerre
de: Nasıl döneriz dediler, şeklinde rivayet etmiştir.-
Sahâbîlerin bu
i'tirâzlı sözleri üzerine Peygamber:
— "Öyleyse yarın sabah harbe hazır
olun!" buyurdu. Ertesi sabah harb başladı ve sahâbîlerden birçoğuna yara
isabet
etti. Bunun akabinde
Peygamber:
— "İnşâallah bizler yarın döneceğiz"
buyurdu.
Bu sefer Peygamberdin
bu karârı sahâbîleri sevindirdi. Peygamber de sahâbîlerin sevinmelerine güldü.
Râvî Sufyân bir
kerresinde "Tebessüm etti'", yânî gülümsedi şeklinde söylemiştir.
el-Buhârî dedi ki:
el-Humeydî şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne bu haberin hepsini an'anesiz
olarak tahdîs etti [356].
327-.......Bize Şu'be, tahdîs etti ki, Âsim şöyle
demiştir: Ben Ebû Usmân'dan
işittim, o şöyle dedi: Ben Sa'd'dan işittim ki, o Allah yolunda ilk ok atan
kişidir. Ve yine ben Ebû Bekre'den işittim ki, o da Tâif halkından müslümân
olup Tâif Kalesi'nin üstüne çıkmış ve oradan makara ile aşağıya inip
Peygamber'e gelmiş olan insanlar içinde idi. İşte bu iki sahâbî: Biz,
Peygamber (S)'den: "Her kim babasından başka bir kimseye -babası
olmadığını bile bile- babası olduğunu iddia ederse, işte o kimseye cennet
haramdır'* buyururken işittik, dediler.
Ve Hişâm ibn Yûsuf
es-San'ânî dedi ki: Bize Ma'mer ibn Râşid, Âsım'dan; o da Ebû*l-Âliye'den yâhud
Ebû Usmân en-Nehdî'den haber verdi ki, o: Ben Sa'd'dan ve Ebû Bekre'den
işittim; onlar da Pey-gamber'den. işittiler, demiştir.
Âsim dedi ki: Ben
Ebû'l-Âliye yâhud Ebû Usmân'a:
— Yemîn olsun bu
hadîsi sana iki büyük sahâbî rivayet etmiştir ki, artık bunların şehâdetleri
kâfidir, dedim.
O da:
— Evet kâfidir.
Bunlardan biri Allah yolunda ilk ok atan kişidir (yânî Sa'd ibn Ebî
Vakkaas'tır). Diğeri de Tâif halkından yirmi üç kişinin üçüncüsü olarak kaleden
aşağıya inip Peygamber'e gelen kişidir (yânî Ebû Bekre'dir), dedi [357].
328-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) (Tâif seferinden dönüşünde) Mekke ile Medine arasında
Cı'râne mevkiine inerken, ben Peygamber'in yanında bulunuyordum. Beraberinde
Bilâl de vardı. Bu sırada Peygamber'e bir bedevi geldi ve:
— Bana verdiğin va'di hâlâ yerine getirmeyecek
misin? dedi. Peygamber de ona;
— "(Ganîmet
taksiminin yakınlığıyle yâhud sabra karşılık büyük sevâbla) seni
müjdelerim" buyurdu.
Çöl Arabi:
— "Sevin, müjdelen" sözlerini bana
çok söyledin, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber öfkelenmiş bir kimse hey'etinde Ebû Mûsâ ile Bilâl'e döndü de:
— "Bu bedevi verdiğim müjdeyi reddetti,
onu sizler kabul ediniz!" buyurdu.
Ebû Mûsâ ile Bilâl de:
— Kabul ettik, dediler.
Bundan sonra Peygamber
içi su dolu bir bardak, yânı küçük bir kap istedi. Bu kap içinde ellerini ve
yüzünü yıkadı. Ağzındaki bir mik-dâr suyu da bunun içine püskürdü. Sonra Ebû Mûsâ
ile Bilâl'e:
— "Bu sudan içiniz, bunu yüzleriniz ve
göğüsleriniz üzerine boşaltınız ve sevininiz!" buyurdu.
Onlar da su kabını
aldılar ve Peygamber'in emrettiği işleri yaptılar.
Bu sırada Peygamber'in
zevcesi Ümmü Seleme, perde arkasından:
— Şu sudan ananıza da ikram edin! diye
seslendi.
Onlar da bu sudan arta
kalan bir kısmı da Ümmü Seleme'ye ikram ettiler [358].
329-.......İbn
Cureyc tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh haber verdi ki, ona da Safvân ibn Ya'lâ
haber verdi, ki babası Ya'lâ ibn Umeyye: Keski ben kendisine vahy indirilirken
Ra-sûlullah'ı görebilsem! der idi.
Ya'lâ ibn Umeyye dedi
ki: Peygamber Cı'râne'de, mevkiinde iken, üzerinde bir örtü vardı ve kendisi bu
örtü ile gölgelendirilmişti. Yanında da sahâbîlerinden birtakım insanlar
vardı. Bu sırada huzuruna, üzerinde güzel koku sürülmüş bir cübbe bulunan bir
çöl Arabi geldi ve:
— Yâ Rasûlallah! Güzel
koku sürüldükten sonra bir cübbe içinde umre niyetiyle ihrama giren bir kimse
hakkında ne dersiniz? diye sordu.
İşte tam bu sırada
Umer, eliyle Ya'lâ'ya gel diye işaret etti. Ya'lâ da geldi ve hemen başım
Rasûlullah'ın örtünmekte olduğu örtünün içine soktu. Bir de gördü ki,
Peygamber (vahyin şiddetinden) yüzü kızarmış ve uyuyanın nefes alıp verirken
horultu çıkarması gibi horultu çıkarıyor. Peygamber bir süre bu şekilde kaldı,
sonra bu hâl kendisinden açıldı. Peygamber:
— "Bana biraz evvel umreden sormakta olan
kimse nerede?" buyurdu.
O kişi arandı ve
huzura getirildi. Peygamber ona:
— "Sendeki kokuya gelince: Sen onu (yânı
bedenine ve elbisene bulaşan kokuyu) üç kene yıka, üzerindeki cübbeye gelince,
onu da sırtından çıkar. Sonra (ihramı giyip) haccında yapmakta olduğun fiilleri
umren içinde de yap" buyurdu [359].
330-.......Abdullah
ibn Zeyd ibnÂsım şöyle demiştir: Allah Hu-
neyn günü Rasûlü'ne,
harb ettiği kimselerin mallarını ganîmet olarak verdiği zaman, Rasûlullah o
mallan insanlar içinde kalbleri İslâm'a alıştırılan kimselere taksim etti de,
bu mallardan Ensâr'a bir-şey vermedi. Ensâr, Rasûlullah'ın bâzı insanlara mal verip
de kendilerine birşey vermediği için hüzünlenmiş gibi oldular. Bunun üzerine
Rasûlullah onlara hitâb edip şöyle buyurdu:
— "Ey Ensâr cemâati! Ben sizleri yolu
şaşırmışlar bulup da Allah benim delâletimle sizlere hidâyet vermedi mi? Ben
sizleri fırka fırka bölünmüş hâlde bulup da, Allah benim Medine'ye hicretimle
sizleri birbirinizle birleştirmedi mi? Ben sizleri fakır hâlde bulup da Allah
benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı?"
Rasûlullah bu
soruların herbirini sordukça, Ensâr Rasûlullah'a karşı:
— Allah ve Rasûlü en çok ihsan edicidir,
dediler. Rasûlullah:
— "Sizleri Allah'ın Rasûlü'ne şöyle cevâb
vermenizden men' eden nedir?" buyurdu.
Rasûlullah birşey
söyledikçe Ensâr:
— Allah ve Rasûlü en çok ihsan edicidir,
dediler. Rasûlullah:
— "Eğer siz isteseydiniz, benim bu
sorularıma şöyle şöyle cevâb verebilirdiniz:1 (Seni kavmin yalanlamıştı, bize
hicret ettin, biz Seni tasdik ettik. Kavmin Seni terketti, biz Sana yardım
ettik. Kavmin Seni kovdu, biz Seni bağrımıza bastık. Sen yoksuldun, biz Seni
malımıza ortak yaptık diyebilirdiniz. Bunlar doğrudur.) İnsanlar aldıkları
koyunlar ve develerle evlerine giderlerken, sizler Peygamber ile evlerinize
gitmenizden razı oluyor musunuz? Eğer hicret fazileti olmasaydı, muhakkak ben
Ensâr'dan bir kimse olurdum. İnsanlar bir vâdîye bir dağ yoluna gitmiş
olsalardı, ben muhakkak Ensâr'ın vadisine ve dağ yoluna girer giderdim. Ensâr
cild üzerine giyilen iç fanilâsı, diğer insanlar da onun üzerine giyilen
elbisedir. Sizler benden sonra yakında başkalarının sizlere tercih edildiği
zamana kavuşacaksınız. Sizler bunlara sabrediniz, nihayet sizler havuz başında
bana kavuşacaksınız" [360].
331-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) haber verip şöyle dedi: Allah, Hevâzin
(harbindeki ganîmet) mallarından kendi Rasûlü'ne fey' olarak verdiğini verdiği
ve Peygamber de Kureyş'ten birtakım kimselere (kalblerini İslâm'a alıştırmak
için) yüzer deve vermeğe başladığı zaman, Ensâr'dan bâzı insanlar:
— Allah, Rasûlullah'a
mağfiret eylesin! O, Kureyş'e veriyor da bizleri terkediyor. Hâlbuki
kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşliler'in kanları damlıyor, dediler.
Enes devamla dedi ki:
Ensâr'ın bu sözü Rasûlullah'a söylendi. Bunun üzerine Rasûlullah, Ensâr'a haber
gönderip onları deriden bir çadır içinde toplattı. Ensâr'ın beraberinde
başkalarım çağırmadı. Onlar toplanınca, Peygamber ayağa kalktı da:
— "Ey Ensâr! Sizin
tarafınızdan söylenip bana u/aşan o söz nedir?" buyurdu.
Ensâr'ın iyi
anlayışlıları:
— Yâ Rasûlallah! Bizim
başkanlarımız (sizi üzecek) hiçbir söz söylememişlerdir. Amma bizden yaşlan
taze bâzı insanlar: Allah, Ra-sûlullah'a mağfiret eylesin! O, Kureyş'e veriyor
da bizleri bırakıyor. Hâlbuki bizim kılıçlarımızdan hâlâ Kureyş kanı damlıyor,
demişlerdir, dediler.
Bunun üzerine
Peygamber:
— "Ben Kureyş'fen bâzı kimselere dünyalık
veriyorum ki, bunlar küfür ve şirk zamanına yakın olan insanlardır. Ben
onların gönüllerini İslâm Dîni'ne alıştırmak maksadıyla veriyorum. İnsanlar
aldıkları mallarla giderlerken, sizler evlerinize Peygamber'le gitmenizde razı
olmuyor musunuz? Allah 'a yemin ederim ki, sizin Peygamber'le Medine'ye dönüp
gitmeniz, onların ganimet mallarıyle evlerine bitmelerinden şübhesiz daha
hayırlıdır" buyurdu.
Ensâr:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler Sen'inle Medine'ye gitmekten razı olmuşuzdur! dediler.
Peygamber de onlara:
— "Sizler yakın gelecekte şiddetli bir
surette başkalarının sizlere tercih olunmasıyle karşılaşacaksınız. Siz bu
durumlara A ilah 'a ve Rasûlü 'ne kavuşuncaya kadar sabrediniz. Çünkü ben havuz
başında olacağım" buyurdu.
Enes: Fakat sabretmediler,
demiştir [361].
332-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Mekke fethi günü olduğu zaman Rasûlullah ganimetleri
Kureyş arasında taksim etti. Bundan Ensâr öfkelendiler. Peygamber (S):
— "İnsanlar
dünyalıkla evlerine giderlerken sizler Allah 'in Rasûlü ile birlikte evlerinize
dönüp gitmenizden razı olmuyor musunuz!" buyurdu. Ensâr:
— Evet razıyız! dediler. Peygamber:
— "Eğer insanlar geniş bir vâdîye yâhud
dar bir dağ yoluna girip gitseler, ben muhakkak Ensâr'ın vadisine yâhud
Ensâr'ın dağ yoluna girer giderim" buyurdu.
333-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Huneyn günü olduğu zaman Peygamber'in ordusu ile
Hevâzin kabilesi karşılaştı. Peygamber'in beraberinde onbin mücâhid ve bir de
Mekke'den salıve-rilenler vardı. Müslümanlar ansızın ok baskınıyla karşılaşınca
geri döndüler. Peygamber:
— "Ey Ensâr topluluğu!" diye
seslendi. Onlar:
— Lebbeyke yâ Rasûlallahi ve sa'deyke lebbeyk!
Bizler Sen'in önündeyiz, dediler.
Peygamber bineğinden
indi de:
— "Ben Allah'ın kulu ve Rasûlü'yüm!"
dedi.
Akabinde müşrikler
bozguna uğradılar. Peygamber Mekke'den katılanlara ve Muhâcirler'e ganimet
verdi de Ensâr'a birşey vermedi. Ensâr ganimetten men' olunmaları hususunda
konuştular. Bunun üzerine Rasûlullah onları da'vet edip bir çadır İçine koydu.
Akabinde:
— "İnsanlar aldıkları koyunlar ve develerle
giderken sizler Allah 'in Rasûlü ile gitmenizden razı olmuyor musunuz?"
buyurup şunları da söyledi: "Eğer insanlar bir vâdîye girseler Ensâr da
bir dağ yoluna girse, ben elbette Ensâr'ın dağ yolunu tercih ederdim..."
334-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) (Huneyn ganimetlerinin taksimi
hakkında Ensâr'ın bâzı sözleri üzerine) Ensâr'dan birtakım insanları (deriden
bir çadır altında) topladı da (yaptığı hutbede özetle) şunları söyledi:
— "Şübhesiz Kureyş Câhiliyeî devrine
yakındır ve başlarına gelen bir harb musibetinden deyeni çıkmışlardır. Ben
onların bu harb-de uğradıkları yaraları, zararları sarıp düzeltmek ve bu
suretle onların gönüllerini İslâm Dîni'ne ısındırıp alıştırmak istedim (Bunun
için onlara çok pay verdim). Sizler insanların aldıkları dünyâ mallarıyle
evlerine dönüp gitmeleri ve kendinizin ise Allah'ın Rasûlü ile birlikte
evlerinize dönüp gitmenizden hoşnûd olmuyor musunuz?" buyurdu.
Ensâr:
— Evet hoşnûd oluyoruz! dediler. Rasûlullah:
— "Eğer insanlar açık bir vâdîye girip
gitseler ve Ensâr da dar bir dağ yoluna girip gitse, ben muhakkak Ensâr'ın
vadisine yâhud Ensâr'ın dağ yoluna (yânî geniş veya dar, Ensâr'ın yoluna) girer
giderim" buyurdu [362].
335-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Huneyn ganimetlerini taksim ettiği zaman Ensâr'dan
bir (münafık) kişi:
— Peygamber bu taksim
ile Allah'ın rızâsını kasdetmemiştİr, dedi.
Ben de bu sözü
işitince gidip Peygamber'e haber verdim. Pey-gamber'in yüzü değişti. Sonra:
— "Allah'ın rahmeti Mûsâ üzerine olsun!
Yemin olsun Mûsâ bundan daha çoğu ile eza edilmişti de, o yine
sabretmişti" buyurdu [363].
336-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Huneyn günü (harb) olup bitince Peygamber (S)
bâzı insanları tercîh edip fazla ganimet verdi. Meselâ el-Akra' ibn Hâbis'e yüz
deve verdi. Uyeyne ibn Hafs el-Fezârî'ye de bunun kadar deve verdi. Ve Arab
eşrafından diğer birtakım insanlara da bu suretle yüzer deve verdi.
(Pey-gamber'in bu taksimdeki gayesini anlamayanlardan) bir kişi:
— Bu taksîmle Allah'ın
vechi (yânî rızâsı) kasdedilmedi, dedi. Ben de:
— Yemîn olsun ben bu
sözleri muhakkak Peygamber'e haber vereceğim, dedim (ve akabinde Peygamber'e
gelip haber verdim).
Peygamber:
— "Allah, Musa'ya rahmet etsin! O bundan
daha çok sözlerle eziyet edildi de yine sabretti" buyurdu [364].
337-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Huneyn günü olunca Hevâzin, Gatafân ve diğer
birçok kabileler develeri, çocuk ve kadın-larıyle beraber harb sahasına yönelip
geldiler. Peygamber'in beraberinde ise onbin mücâhid ve bir de Mekke'den yeni
müslümân olup katılanlar vardı. Harb başlayınca bunlar Peygamber'in yanından geri
dönüp kaçtılar, hattâ Peygamber (az bir topluluk içinde) yapayalnız kaldı. Bu
durum üzerine Peygamber o gün aralarına başka bir söz karıştırmaksızın arka
arkaya iki defa nida etti: Evvelâ sağ tarafına döndü ve:
— "Ey Ensâr topluluğu!" diye bağırdı.
Ensâr:
— Lebbeyke yâ
Rasûlallah! Müjdelenip sevin! Biz Senin maiy-yetinde bulunuyoruz! dediler.
Bundan sonra Peygamber
sol tarafına döndü ve yine:
— "Ey Ensâr topluluğu.'" diye ünledi.
Ensâr yine:
— Lebbeyke yâ
Rasûlallah! Müjdelenip sevin! Bizler Senin be-râberindeyiz! dediler.
Peygamber bu sırada
beyaz bir katır üzerinde idi. Hemen katırdan indi ve:
— "Ben Allah'ın kulu ve Rasûlü'yüm"
buyurdu.
Akabinde müşrikler
bozuldular. Peygamber o gün pek çok ganimetler elde etti. Sonra bu ganimetleri
Muhacirler ve Mekke'den katılan öncüler arasında taksim etti. Bu ganimetlerden
Ensâr'a birşey vermedi. Bunun üzerine Ensâr(dan bâzı kimseler):
— Harb gibi çetin bir
iş olduğu zaman bizler çağrılıyoruz, fakat ganimet bizden başkalarına
veriliyor, diye söylendiler.
Bu sözler Peygamber'e
ulaştı. Akabinde Peygamber, Ensâr'ı bir çadır içinde topladı da:
— "Ey Ensâr topluluğu! Sizlerden bana
ulaşan o söz nedir?" buyurdu.
Ensâr sustular. Bunun
üzerine Peygamber (S):
— "Ey Ensâr topluluğu! İnsanlar aldıkları
dünyâ maliyle giderlerken sizler kendisine sâhib olarak Allah 'in Rasûlü ile
evlerinize dönüp gitmenizden hoşnûd olmaz mısınız?" buyurdu.
Ensâr bu sefer
topluca:
— Evet bundan hoşnûd
oluruz (yâ Rasûlallah)! dediler. Bunun üzerine Peygamber:
— "Şayet insanlar bir vâdîye girip
gitseler, Ensâr da bir dağ yoluna girip gitmiş olsa, ben elbette Ensâr'ın dağ
yolunu tutar giderdim " buyurdu.
Geçen senedle Hişâm,
Enes'e (künyesi ile hitâb ederek):
— Yâ Ebâ Hamza! Sen bu
olaya şâhid oldun mu? diye sordu. Enes ibn Mâlik de:
— Ben bu olaydan nereye gâib olabilirim? Dedi [365].
338-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necd yönüne bir seriyye gönderdi. Ben de bu
seriyyenin içinde idim. (Bu askerî birlik pekçok deve ganîmeti elde ettiler.)
Herbirimi-zin payları oniki deveye ulaştı. Bize bu hissemize ilâve olarak birer
deve daha (Peygamber'e âid olan beşte birden) ihsan edilmişti. Bu suretle
bizler herbirimiz onüçer deve ile döndük [366].
339-.......(Burada
iki senedle gelen hadîste) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S), Hâlid
ibnu'l-Velîd'i (üçyüzelli kisilik bir kuvvetle) Cezîme oğulları'na gönderdi,
Hâlid onları İslâm'a da'vet etti. Fakat onlar "biz İslâm'a girdik"
demesini beceremediler de bunun yerine "Saba'nâ, saba'nâ" (yânî: Şirkten
çıktık, şirkten çıktık) demeğe başlamışlardı. Bunun üzerine Hâlid, bunlardan
bir kısmını öldürmeye, bir kısmını da esîr almaya başladı. Bizden seriyyede
bulunan herbir askere kendi esirini verdi. Nihayet bir gün geldi ki, Hâlid,
herkesin kendi esirini öldürmesini emretti. Ben:
— Vallahi esirimi
öldürmem, (Muhacir ve Ensâr) arkadaşlarımdan hiçbirisi de esîrini
öldürmeyecektir, dedim.
(Suleym oğulları ise
esirlerini öldürmüşlerdi.) Sefer sonunda Pey-gamber'in huzuruna geldiğimizde bu
olanı kendisine zikrettik. Bunu duyunca Peygamber (S) elini kaldırdı da iki
kerre:
— "Yâ Allah! Ben, Hâlid"in yaptığı bu
işten Sana sığınırım!" diye duâ etti [367].
340-......Alî
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir seriyyenin başına Ensâr'dan bir adamı emîr, yânî kumandan yapıp
gönderdi. Bu zâtın emrindeki mücâhidlere de kumandanlarına itaat etmelerini
emretti. Bu kumandan sefer esnasında bir mes'eleden dolayı maiyye-tindekilere
öfkelendi de:
— Peygamber sizlere
bana itaat etmenizi emretmedi mi? diye sordu.
Onlar da:
— Evet emretti, dediler. Bunun üzerine
kumandan:
— Öyleyse benim için odun toplayın! dedi.
Mücâhidler odun topladılar. Bu defa da kumandan:
— Odunları ateşleyiniz! emrini verdi.
Mücâhidler odunu yakınca da:
— Bu ateşe giriniz! diye emretti.
Bu emir üzerine
askerlerin bir kısmı ateşe girmeyi düşündüler. Fakat bâzıları da bunları
tutmaya ve:
— Bizler ateşten
Peygamber'e kaçıp sığınmış kimseleriz, demeye başladılar.
Onlar bu karşılıklı
konuşmaya devam ederlerken nihayet ateş söndü. Kumandanın da öfkesi geçip
sâkinleşti. Bu olay Peygamber'e ulaşınca:
— "Eğer mücâhidler ateşe girseierdi, artık
kıyamet gününe kadar ateşten çıkamazlardı. (Çünkü âmire) itaat, ma'kûi ve meşru'
olan emirlerde olur" buyurdu [369].
341-.......
Ebû Musa'nın oğlu Ebû Burde Âmir şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Ebû Mûsâ ile Muâz ibn Cebel'i Yemen'e
gönderdi. Ebû Burde: Yemen iki mıntıkadır, dedi ve şöyle devam etti: Rasûlullah
bunlardan herbirini bir mıntıka üzerine âmir gönderdi. Sonra (bunlara verdiği
emirler cümlesinden olarak):
— "İkiniz de
insanlara kolaylık gösteriniz; işleri zorlaştırmayı-nız, müjdeleyiniz;
ürkütmeyiniz" buyurdu.
Ebû Burde dedi ki:
Akabinde bunlardan herbiri kendi me'mûri-yet yerine gitti.
Ebû Burde dedi ki: Bu
ikisinden herbirisi kendi vazifeli bulunduğu arazîde gezip dolaştığı ve
arkadaşının mıntıkasına yaklaştığı zamân arkadaşını (ziyaretle) dostluğunu
yenilemek ve ona selâm verip esenlik dilemek i'tiyâdında idiler. Bir kerresinde
Muâz kendi mıntıkasını dolaşıp, arkadaşı Ebû Musa'nın vilâyetine
yaklaştığından katırına binerek dostunu ziyarete gitmişti. Ebû Musa'nın
bulunduğu yere vardığında, onu bir yere oturmuş, etrafında da insanlar
toplanmış vazıyette buldu. Bir de yanında iki eli boynuna bağlanmış birisinin
durduğunu gördü. Muâz, Ebû Musa'ya:
— Yâ Abdallah ibne Kays! Bu ne iştir? diye
sordu. Ebû Mûsâ:
— Bu elleri bağlı duran,
İslâm'a girdikten sonra dînden dönmüş bir kişidir, dedi.
Muâz ibn Cebel de:
— Bu mürted öldürülmedikçe katırımdan inmem,
dedi. Ebû Mûsâ da:
— Bu kimse ancak bunun
için, yânı öldürülmek için getirilmiştir; haydi sen bineğinden aşağı in! dedi.
Muâz yine:
— Bu dîninden dönmüş
kişi öldürülünceye kadar ben inmiyorum, dedi.
Bu ısrar üzerine Ebû
Mûsâ onunla ilgili emrini verdi, o da öldürüldü.' Sonra da Muâz, Ebû Musa'ya:
— Yâ Abdallah!
Kur'ân'ı nasıl ve ne zaman okursun? diye sordu.
Ebû Mûsâ da:
— Gündüz ve gecenin
ayrı ayrı zamanlarına ayırarak okurum, dedi.
Bu defa da Ebû Mûsâ:
— Yâ Muâz! Ya sen nasıl okursun? diye sordu. O
da:
— Ben gecenin ilk
kısmında uyurum, sonra uykumdan bir kısmını uyumuş olarak kalkar ve Allah'ın
bana takdîr edip yazdığı ka-kadar Kur'ân okurum. İbâdet ve Kur'ân okumak üzere)
kalkışımdan sevâb umar olduğum gibi, uykumdan da sevâb umarım, dedi [371].
342- Bana
İshâk tahdîs etti: Bize Hâlid, eş-Şeybânî'den; o da Saîd ibn Ebî Burde'den; o
da Ebû Mûsâ(R)'dan şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) Ebû Musa'yı Yemen'e
gönderdi de sonra ona Yemen'de yapılan içikilerden (yânî onların mâhiyetinden)
sorup:
— "Bu içkiler nedir?' dedi. Ebû Mûsâ da:
— el-Bitu' ile el-Mızru'dur, diye cevâb verdi.
Saîd: Ben Ebû Burde'ye:
— el-Bitu' nedir? dedim.
Oda:
— Baldan yapılan içki;
el-Mızr ise arpadan yapılan içkidir, dedi.
Ebû Musa'nın
cevâbından sonra Peygamber:
— "Her sarhoşluk veren şey haramdır"
buyurmuştur.
Bu hadîsi Cerîr ile
Abdulvâhid, eş-Şeybânî'den; o da Ebû Burde'den rivayet etmiştir [372].
343-.......Ebû
Burde şöyle demiştir: Peygamber (S) Ebû Saîd'in dedesi Ebû Mûsâ ile Muâz'ı
Yemen'e gönderip:
— "Her ikiniz de kolaylaştırın;
zorlaştırmayın, müjdeleyin; nefret ettirmeyin ve ikiniz de hükümde birbirinize
uygun olun" buyurdu.
Ebû Mûsâ:
-.- Ey Allah'ın
Peygamberi! Bizim Yemen toprağımızda arpadan yapılıp eî-Mizr denen bir içki,
bir de baldan yapılıp el-Bitu denilen bir içki vardır, dedi.
Peygamber de:
— "Her sarhoşluk veren şey haramdır"
buyurdu. Akabinde ikisi de işlerinin başına gittiler. Muâz, Ebû Musa'ya:
— Sen Kur'ân'ı nasıl okuyorsun? diye sordu.
Ebû Mûsâ da Kur'ân'ı
ayakta iken, otururken ve binek üzerinde iken okuduğunu bildirip:
— Ben Kur'ân'ı bir
defada değil, sütün saat saat aralıklarla sağılması gibi fasılalı fasılalı
okuyorum, demiş ve bunu tafsil edip: Ben uyuyorum ve kalkıyorum. Kalkışımdan
sevâb beklediğim gibi uykumdan da sevâb ümîd ediyorum, demiştir.
Kendisi kıldan bir
çadır kurmuştur. Artık birbirini ziyaret etmeye başlamışlardır. Bir defasında
Muâz, Ebû Musa'ya ziyarete gittiğinde, bağlanmış bir adamla karşılaşmış da,
Ebû Musa'ya:
— Bu nedir? diye sormuş. Ebû Mûsâ da:
— İslâm Dîni'ne
girdikten sonra dînden çıkmış olan bir Yahû-dî'dir, demiştir.
Muâz bunun üzerine:
— Vallahi onun boynunu
vuracağım, demiştir.
Bu hadîsi Şu'be'den
rivayet etmekte el-Akdî ile Vehb, Müslim'e mutâbaat etmişlerdir. Veki', en-Nadr
ve Ebû Dâvûd Hişâm ibn Ab-dilmelik, Şu'be'den; o da Saîd'den; o da babası Ebû
Burde'den; o da dedesi Ebû Musa'dan; o da Peygamber'den senediyle rivayet etti-
ler. Bu hadîsi Cerîr
ibnu Abdilhamîd de eş-Şeybânî'den; o da Ebû Burde'den rivayet etmiştir.
344-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) beni kendi kavmimin toprağı olan Yemen'e gönderdi.
Oradan geldiğimde Rasûlullah'a Ebtah'da devesini çöktürmüş, yânî konaklamış
hâlde rastladım. Bana:
— "Yâ Abdallah ibne Kaysî Hacc ihramına
girdin m/7" diye sordu.
Ben:
— Evet ihrama girdim
yâ Rasûlallah, dedim.
— "İhrama girerken nasıl söyledin?'*
buyurdu. Ben Ebû Mûsâ:
— Rasûlullah'ın ihrama
girişi gibi ihrâmlanıp Lebbeyke dedim.
— "Beraberinde kurbanlık şevkettin
mi?" dedi.
— Sevketmedim, dedim.
— "Beyt'i tavaf et, Safa ile Merve
arasında sa'yyap, sonra ihramdan çık!" buyurdu.
Ben bunları yapıp
ihramdan çıktım. Nihayet Kay s oğulları kadınlarından bir kadın benim başımı
taradı. Ve biz bu uygulama üzerinde tâ Umer halîfe yapılıncaya kadar kaldık [373].
345-.......tbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Muâz ibn Cebel'i Yemen'e gönderdiği sırada ona hitaben:
— "Sen Kitâb ehli
olan bir kavim üzerine vâlî gidiyorsun. Onlara vardığın zaman kendilerini Lâ
ilahe illeHlah ve enne Muhamme-den rasü'llah düstûruna şehâdet etmelerine
çağır. Eğer onlar bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah 'm kendilerine her
gece ve gündüzde beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer onlar bunda da sana
itaat ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah'ın onlara bir sadaka farz
kıldığını, bunun onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber
ver. Eğer onlar bununla da sana itaat ederlerse, seni onların en kıymetli mallarım
almaktan sakındırırım. Bir de mazlumun duasından sakın. Çünkü şu muhakkak ki,
mazlum ile Allah arasında (duanın kabulüne mâni' olacak) hiçbir perde
yoktur" buyurdu.
Ebû Abdillah el-Buhârî
(âdeti üzere lafızların tefsirine girişip) şöyle dedi: "Tavaat lehu
nefsuhu" ve "Tâat" ve "Atâat" bir ma'-nâya olup
"Nefsi ona itaat etti" demektir; bunlar bir lügattir. Kişi kendinden
haber verdiği zaman "Tı'tu", "Tu'tu" ve "Ata'tu"
der ki, hepsi de "Ben itaat ettim" demektir [374].
346-.......Muâz
(R) Yemen'e geldiği zaman Yemenliler'e sabah namazı kıldırırken "Allah ibrahim'i bir dost
edinmiştir" (en-Nisâ:i25> âyetini okuduğunda cemâatten (namazın yabancı
sözle bozulacağını bilmeyen) bir adam;
— Yemin olsun,
İbrahim'in anasının gözü aydın olmuştur, deyi vermiştir.
Muâz ibn Muâz
el-Basrî, Şu'be'den; o da Habîb'den; o da Sa-îd'den; o da Amr'dan senediyle
yaptığı rivayette şunu ziyâde etmiştir: Peygamber (S) Muâz ibn Cebel*i Yemen'e
gönderdi.Muâz sabah namazında en-Nisâ Sûresi'ni okudu. Muâz
"Vettehazellâhu İbrâhî-me halîlen = Allah tbrâhîm 7 bir dost
edinmiştir" âyetini söyleyince, arkasında bulunan bir adam:
İbrahim'in anasının
gözü aydm oldu, demiştir [375].
347-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bizi
Hâlid ibnu'l-Velîd ile
beraber Yemen'e göndermişti. Bundan sonra da Alî ibn Ebî Tâlib'i, Hâlid
ibnu'l-Velîd'in yerine gönderdi ve Alî'ye:
— "Evvelce Hâlid
ibnu'l-Velîd'in beraberinde Yemeni giden mü-câhidlere şu emri i'lân et:
Onlardan seninle beraber düşman ta'kıbi-ne gitmek isteyenler gidip ta'kîb
etsinler (ve yeni ganîmetten faydalansınlar), dileyenler de gitmeyip
dönsünler" buyurdu.
Bu emir üzerine ben de
Alî ile beraber düşman ta'kîb edenler içinde bulundum.
el-Berâ devamla: Bu
seferde ben pek çok ûkiyye nakid ganîmet aldım, demiştir [376].
348-.......Bureyde
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Alî'yi ganîmet mallarının beşte birini almak
için Yemen'e, Hâlid ibnu'l-Velîd'in yanına göndermişti. Bu seferde ben Alî'ye
öfkeleniyordum. Çünkü Alî (ganimetten hissesine bir câriye almış, sabahleyin
de) yıkanmıştı. Ben de Hâlid ibnu'l-Velîd'e:
— Şu Alî'yi görmüyor musun? (Bak ne yaptı?)
dedim.
En sonu Peygamber'in
huzuruna geldiğimizde Alî'nin bu hareketini Peygamber'e zikrettim. Bunun
üzerine Peygamber:
— "Yâ Bureyde! Alî'ye öfkeleniyor
musun?" buyurdu. Ben:
— Evet (öfkeleniyorum), diye tasdîk ettim.
Peygamber:
— "Sen Alî'ye
öfkelenme! Çünkü onun ganîmet malının beşte birindeki hissesi, aldığı cariyeden
daha çoktur" buyurdu [377].
349-.......Abdurrahmân
ibnu Ebî Nu'm tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den
işittim, şöyle diyordu: Alî ibn Ebî Tâlib (R) Yemen'den Rasûlullah'a karez
ile'tabaklanmış bir deri içinde, henüz toprağından arıtılmamış altın cevheri
göndermişti.
Ebû Saîd devamla dedi
ki: Rasûlullah (S) bu altın cevherini şu dört kişi arasında paylaştırdı: Uyeyne
ibn Bedr, Akra' ibn Habis, Zeydu'1-Hayl, dördüncüsü ya Alkame ibn Ulâse yâhud
da Âmir ibnu't-Tufeyl idi. Peygamber'in sahâbîlerinden bir kişi:
— Bu taksime biz bunlardan daha haklı idik,
dedi. Bu söz Rasûlullah'a erişince:
— "Siz bana emniyet etmiyor musunuz?
Halbuki ben gökyü-zündekilerin bile emmiyim! Sabah akşam bana gökyüzünün haberi
geliyor!" buyurdu.
Râvî dedi ki: Bunun
üzerine iki gözü çökük, yanağının elmacıkları çıkık, alnı yüksek, gür sakallı,
başı tıraşlı, izânnı yukarı çemre-miş bir kişi ayağa kalktı da:
— Yâ Rasûlallah! Allah'tan sakın! dedi.
Rasûlullah ona:
— "Sana yazıklar olsun! Ben yeryüzündeki
insanların Allah'tan sakınmaya en lâyıkı değil miyim?" buyurdu.
Râvî dedi ki: Sonra o
kişi arkasına dönüp gitti. Hâlid ibnu'l-Velîd:
— Yâ Rasûlallah! Şunun boynunu vurmayayım mı?
dedi. Rasûlullah:
— "Hayır, vurma! Bunun da ileride namaz
kılan bir kişi olması umulur!" buyurdu.
Bunun üzerine Hâlid:
— Yâ Rasûlallah, namaz
kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle
söylerler, dedi.
Rasûlullah:
— "Ben insanların kalblerini açmaya,
karınlarını yarmaya me'-mûr değilim!" buyurdu [378].
Râvî dedi ki: Sonra
Rasûlullah o (mürteci' görünüşlü) kişi dönüp giderken, arkasından ona bakıp:
— "Şübhesiz şunun soyundan öyle bir nesil
türeyecektir ki, onlar her zaman güzel sesle Allah 'in Kitabı'm okuyacaklar.
Fakat Kur'-ân 'in tatlılığı onların hançerelerinden ileriye geçmeyecektir.
Onlar, okun avı (çabuk delip) çıktığı gibi dînden çıkacaklar!" buyurdu.
Zannediyorum ki
Rasûlullah: "Yemîn olsun, eğer ben onların zamanına yetişseydim, muhakkak
onları Semüd kavminin öldürülüşü gibi toptan öldürürdüm" buyurdu [379].
350-.......Atâ
ibn Ebî Rebâh şöyle demiştir: Câbir: Peygamber (S) Alî'ye ihramı üzerinde ikaamet etmesini emretti,
demiştir.
Muhammed ibnu Bekr,
İbn Cureyc'den şunu ziyâde etmiştir: Atâ şöyle dedi: Câbir şöyle dedi: Alî ibn
Ebî Tâlib (R) Yemen ganimetinin beşte birini teslîm alıp gelme vazîfesiyle
geldi. Peygamber (S) ona:
— "YâAlî, ne niyetiyle telbiye edip ihrama
girdin?" diye sordu. Alî de:
— Peygamber'in ihrama girdiği gibi ihrâmlandım,
dedi.
— "Öyleyse kurban şevket ve olduğun gibi
ihrâmlı olarak kal" buyurdu.
Râvî: Alî, Peygamber'e
de bir kurban hediye etti, demiştir [380].
351-.......Bize
Bikr el-Basrî tahdîs etti ki, kendisi îbn Umer'e; Enes ibn Mâlik'in kendilerine: Peygamber (S) umre
niyetiyle ve hacc niyetiyle telbiye edip ihrama girdi, şeklinde tahdîs ettiğini
zikretmiştir. Bunun üzerine İbn Umer de: Peygamber (S) hacc niyetiyle telbiye
edip ihrama girdi. Bizler de O'nun beraberinde hacc niyetiyle telbiye edip
ihrama girdik. Mekke'ye girdiğimiz zaman Peygamber:
— "Beraberinde kurbanlığı bulunmayan,
niyet etmiş olduğu haca umreye çevirsin" buyurdu.
Peygamber'in
beraberinde ise kurbanlık vardı. Bu sırada Alî ibn Ebî Tâlib Yemen'den bizim
yanımıza hacc niyetiyle ihrama girmiş olarak geldi. Peygamber (S) ona:
— "Ne niyetiyle telbiye edip ihrama
girdin? Beraberimizde ehlin (Fâtıma) vardır!" buyurdu.
Alî:
— Ben Peygamber'in
ihrama girdiği gibi telbiye edip ihrama girdim, dedi.
— "Öyleyse ihramını üzerinde tut, çünkü
bizim beraberimizde kurbanlık vardır" buyurdu [381].
352-.......Cerîr
ibn Abdillah el-Becelî (R) şöyle demiştir: Cahiliyet zamanında Yemen'de
Zu'1-Halasa ve el-Ka'betu'l-Yemâniyy^ denilen bir put evi vardı.
el-Ka'betu'ş-Şâmiyye ise Mekke'de idi. Peygamber (S) bana:
— "Benişu
Zu'l-Halasa'dan rahatlandırmazmısın?"buyurdu.
Bunun akabinde ben
yüzelli süvarinin başında çabuk hareket ettim. O put evini kırıp yıktık ve
yanında bulduğumuz kimseleri de öldürdük. Peygamber'e gelip bu yaptığımızı
kendisine haber verdiğimizde bizlere ve Ahmes kabilesine duâ etti [382].
353-.......Kays
ibn Ebî Hazım tahdîs edip şöyle demiştir: Cerîr (R) bana şöyle dedi: Peygamber (S) bana:
— "Benişu Zu'l-Halasa'dan rahatlandırmaz
mısın?" buyurdu. Bu Zu'1-Halasa, Yemen'de Has'am kabilesi içinde
el-Ka'betu'l-Yemâniyye diye isimlendirilen bir ev idi. Ben Ahmes kabilesinden
yüzelli süvarinin başında hareket ettim. Ahmesliler iyi ata binerlerdi. Fakat
ben at üzerinde duramazdım. (Bu beni sıkardı.) Peygamber göğsüme şiddetli bir
vuruş vurdu ki, ben O'nun parmak izlerini göğsümde gördüm. Ve Peygamber:
— "Yâ Allah! Sen Cerîr'i sabit tut ve onu
hâdî ve mehdîkıl!" diye duâ etti.
Akabinde Cerîr, o put
evine gitti, onu yıkıp yaktı. Sonra Rasû-lullah'a bir haberci yolladı. Cerîr'in
elçisi geldi ve:
— Seni hakk ile
gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Sen'in huzuruna ancak o put evini uyuz
deve gibi bırakıp gelmişimdir, dedi.
Rasûlullah bu haber
üzerine beş kerre:
— "Ahmes kabilesi atları ve süvarileri
mübarek olsun!" dedi [383].
354-.......Cerîr
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana hitaben:
— "Şu Zu'l-Halasa'dan beni rahata erdirir
misin?" buyurdu. Ben:
— Evet rahata
erdiririm, dedim ve akabinde Ahmes kabilesinden yüzelli süvarinin başında
hareket ettim.
Bu Ahmes kabilesi iyi
at binerlerdi. Ben ise at üzerinde iyi duramazdım. Ben bu hâlimi Peygamber'e
zikrettim. Peygamber benim göğsüm üzerine eliyle şiddetlice vurdu, hattâ ben
elinin izini göğsümde gördüm. Ve Peygamber:
— "Yâ Allah! Sen Cerîr'i sabit tut ve onu
hâdî ve mehdî kıl!" diye duâ etti.
Cerîr: Artık ben bu duadan
sonra hiçbir attan düşmedim, demiştir.
Yine Cerîr dedi ki:
Zu'1-Halasa Yemen'de Has'am ile Becîle kabileleri arasında bir ev idi. İçinde
dikilmiş bir taş vardı. Ona ibâdet edilir(kurbân kesilir)di. Bu eve Ka'be de
denilirdi.
Râvî dedi ki: Cerîr
oraya vardı, akabinde onu ateşle yakıp yıktı. Râvî dedi ki: Cerîr Yemen'e
vardığı zaman bu put evinde muhafız bir adam oklarla (hayır ve şerrden) kısmet
arıyordu. Bu falcıya:
— Haberin olsun,
Rasûlullah'ın elçisi şuradadır. Eğer seni fal atarken yakalarsa boynunu vurur!
denildi.
Râvî dedi ki: Falcı
fal oklarını atmakla meşgul olduğu sırada Cerîr üstüne çıkageldi ve falcıya:
— Şimdi sen ya bu
okları kırar ve Lâ ilahe ille'llah diye şehâdet kelimelerini söylersin, yâhud
ben senin boynunu muhakkak vururum! dedi.
Râvî dedi ki: Falcı
bunun üzerine okları kırıp şehâdet getirdi. Sonra Cerîr, Ahmes kabîlesinden Ebû
Ertât diye künyelenen bir kişiyi bunu müjdelemek üzere Peygamber'e gönderdi.
Ebû Ertât, Peygamber'e gelince:
— Yâ Rasûlallah! Seni
hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben Sen'in huzuruna ancak
Zu'1-Halasa'yı uyuz deve gibi bırakıp geldim, dedi.
Râvî dedi ki: Bu
sevindirici haber üzerine Peygamber (S) Ah-mesliler'in atları ve adamlarını beş
kerre tebrîk etti [384].
Bu Zâtu's-Selâsil
gazvesi, Lahm ve Cuzâm kabilelerine
yapılan gazvedir. Bunu İsmâîl ibn Ebî Hâlid söylemiştir. Ve {Moğâzî sahibi) İbnu îshâk,
Yezîd ibn Harun'dan yaptığı rivayetinde:
Zâtu's-Selâsil, Beliyy, Uzre ve Kayne oğulları (adlarıyle
anılan üç büyük kabilenin) beldeleridir,
demiştir [385].
355-.......Bize
Hâlid ibn Abdillah, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Ebû Usmân'dan haber verdi ki, Rasûlullah (S) Amr
ibnu'1-Âs'ı Zâtu Selâsil gazvesi için hazırladığı asker üzerine kumandan yapıp
göndermiştir. Amr dedi ki: Ben (bu gazveden döndüğümde) Rasûlullah'ın huzuruna
geldim ve:
— Yâ Rasûlallah!
Sahâbîler içinde Sana en sevimli kimdir? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Âişe'dir" buyurdu. Ben:
— Erkeklerden kimdir?
dedim. Rasûlullah:
— "Aişe'nin babası" buyurdu. Ben:
— Sonra kimdir? dedim. Rasûlullah:
— "Umer ibnu'I-Hattâb" buyurdu, ve
akabinde birtakım erkeklerin isimlerini saydı.
Ben, Rasûlullah beni
onların en sonunda söyler korkusuyla sustum (da başkalarım sormadım)[386].
356-.......Cerîr
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben denizde idim. Yemen ahâlîsinden iki kişiye kavuştum, bunlar Zû
Kela' ve Zû Amr adındaki kimselerdi. Ben bunlara yolculuk esnasında
Rasûhıl-lah'tan haber vermeye başladım". Bu esnada Zû Amr ben Cerîr'e:
— Eğer sen sahibin
Rasûiullah'ın işinden zikretmekte isen, ye-mîn olsun ki, O, üç günden beri
eceli üzerine geçmiş (yânî ölmüş) bulunmaktadır, dedi.
Bunlar benimle beraber
(Medine'ye) yöneldiler. Nihayet yolun bir merhalesinde bulunduğumuz sırada bize
Medîne tarafından gelmekte olan bir süvârî kaafilesi göründü. Onlara sorduk.
Onlar da:
— Rasûlullah
(ebediyyet âlemine) alındı, Ebû Bekr halîfe seçildi, insanlar iyilerdir,
dediler.
Bu haber üzerine Zû
Kela' ile Zû Amr bana:
— Sen sahibin Ebû Bekr'e
bizim buraya kadar gelmiş olduğumuzu, Allah dilerse ileride belki yine dönüp
ziyaret edeceğimizi haber ver, dediler ve Yemen'e dönüp gittiler.
Ben de Medine'ye
geldiğimde Ebû Bekr'e onların sözlerini haber verdim. Ebû Bekr:
— Keski onları getireydin, dedi.
Râvî Cerîr şöyle devam
etmiştir: Bir zaman sonra (Umer'in halifeliği zamanında) Zû Amr bana şunları
söyledi:
— Yâ Cerîr! Bana göre
senin yüksek bir şerefin ve asaletin vardır. Ben sana şu haberi (yânî şu
hakikati) haber verip bildirmek istiyorum: Siz Arab topluluğu, bir emîr
öldüğünde başka bir emîri seçmek hususunda müşavere eder olduğunuz müddetçe,
sizler ebedî hayır ve saadet içinde bulunursunuz. Emirlik kılıç kuvvetiyle
(kahr ve galebe ile) elde edilir olduğu zaman ise, artık o gâlibler (mü'minlerin
emîri değil) birtakım saltanat melikleri olurlar da meliklerin öfkelenip is-
tibdâd edişleri gibi
öfkelenirler ve yine meliklerin hoşnûd oluşları gibi hoşnûd olurlar, dedi [387]
Bu sefere katılan mücâhidler
Kureyş'e âid bir kervanı gözetliyorlardı.
Başbuğları da Ebû Ubeyde ibnu*l-
Cerrâh (R) idi [388].
357-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sahil tarafına bir askerî kuvvet gönderdi, başlarına
da Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı kumandan ta'yîn etti. Bu askerî kuvvet üçyüz kişiden
ibaretti.
(Câbir dedi ki:) Biz
yola çıktık. Yolun bir kısmında bulunduğumuz sırada azığımız tükendi. Bunun
üzerine Ebû Ubeyde mücâhid-lere yanlarındaki azıkları getirmelerini emretti.
Getirilen azıklar bir yere toplandı ki, bu da iki dağarcık hurmadan ibaretti.
İşte bu hurma azar azar her gün bizim azığımız oluyordu. Nihayet bu da sona
erdi. Artık herbirimize günde birer hurmadan başka birşey düşmüyordu.
Râvî Vehb ibn Keysân
dedi ki: Ben Câbir'e:
— Günde bir hurma
sizin gıdanıza yetmez, dedim. Câbir de ona:
— Bu bir hurma da
tükenince onun yokluğunun acısını da tattık. Sonra deniz sahiline ulaştık, bir
de baktık ki, küçük dağ gibi bir balık duruyor. O seriyyede bulunan askerler
onsekiz gece bu balığın etinden yediler. Sonra Ebû Ubeyde bu balığın kaburga
kemiklerinden ikisinin dikilmesini emretti de, iki kemiği dikildi. Sonra Ebû
Ubeyde bir binek devesinin hazırlanmasını emretti, deve hazırlandı. Sonra bu
deve o iki kemiğin altından geçti de kemiklere dokunmadı [389].
358-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Amr ibnu Dinar'dan ezberlediğimiz şudur: O şöyle dedi: Ben
Câbir ibn Abdillah'tan işittim, o şöyle diyordu: Rasûlullah (S) bizleri üçyüz
sü-vârî olarak gönderdi. Başbuğumuz Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh idi. Ku-reyş
kervanını gözetliyorduk. Deniz sahilinde biz yarım ay (onbeş gün) oturduk.
Bizlere şiddetli bir açlık isabet etti. Nihayet habat denilen dikenli ağacın
yapraklarını, yemişlerini yedik. İşte bu sebeble bu ordu birliğine
Ceyşu'l-Habat ismi verildi. İşte orada deniz bizim için sahile el-Anber denilen
büyük bir dâbde attı. Artık biz onun etinden yarım ay yedik ve yağı ile
yağlandık. Nihayet vücûdlarımız ve kuvvetimiz (açlıktan önceki) yerine geldi.
Ebû Ubeyde bu deniz hayvanının kaburga kemiklerinden birini alıp dikti.
Beraberinde bulunan en uzun adama yöneldi.
Sufyân ibn Uyeyne bir
defasında: Onun kaburga kemiklerinden birini alıp dikti. Bir adam ve bir deve
aldı da o dikili kaburganın altından geçti, şeklinde rivayet etmiştir.
Câbir dedi ki: O açlık
günlerinde mücâhidler topluluğundan bir adam üç deve kesti. Sonra üç deve daha
kesti. Sonra üç deve daha kesti. Sonra Ebû Ubeyde (binek develeri azalıyor
diye) deve kesmeyi nehyetti.
Amr ibnu Dînâr şöyle
diyordu: Bize Ebû Salih Zekvân haber verdi ki, Kays ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn
Ubâde'ye (Medine'ye döndüklerinde) şöyle demiştir: Ben o asker1—in içinde
idim. Acıktılar. Kes, dedi. Kestim, dedi. Sonra yine acu -ar, yine kes dedi.
Yine kestim, dedi. Sonra yine acıktılar; yine kes dedi; ben de kestim, dedi.
Sonra acıktılar, kes dedi. Ben kesmekten nehyolundum, dedi [390]
359-.......
İbnu Cureyc şöyle demiştir: Bana Amr ibnu Dînâr haber verdi ki, kendisi Cabir(R)'i şöyle derken
işitmiştir: Bizler Ceyşu'l-Habat gazvesine gittik. Başımıza Ebû Ubeyde emîr
ta'yîn edildi. Çok şiddetli bir açlığa düştük. Bu sırada deniz, hiç benzerini
görmediğimiz el-Anber denilen ölü bir balığı sahile attı. Artık biz onun
etinden yarım ay yedik. Ebû Ubeyde onun kemiklerinden birini tuttu da onun
altından bir süvârî geçti.
İbnu Cureyc dedi ki:
Bana Ebu'z-Zubeyr Muhammed ibn Müslim el-Mekkî haber verdi. Kendisi Câbir'i
şöyle derken işitmiştir: Ebû Ubeyde bize:
— Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz! dedi.
(Biz de yedik.)
Medîne'ye dönüp geldiğimizde bu vak'ayı Pey-gamber'e arzettik.
— "Ey mücâhidler, yiyiniz! Allah onu
denizden size bir rızk olması için çıkarmıştır. Eğer beraberinizde varsa bize
deyediriniz" buyurdu.
Askerlerden bâzıları o
balık etinin pastırmasından bir parça Pey-gamber'e getirdi. Peygamber de onu yedi
[391].
360-.......Bize
Fulayh ibnu Süleyman, ez-Zuhrî'den; o da Humeyd ibnu Abdirrahmân'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Ebû Bekr es-Sıddîk (R), Veda Haccı'ndan bir sene
evvel Peygam-ber'in kendisini hacc enıîri ta'yîn buyurduğu haccı sırasında, Ebû
Hu-reyre'yi kurbân bayramının birinci günü Minâ'da bir nidâcılar topluluğu
içinde insanlara şunları i'lân etmeye göndermiştir: "Bu yıldan sonra
hiçbir müşrik hacc yapmayacak, hiçbir çıplak Ka'be'yi tavaf etmeyecektir"
[392].
361-.......el-Berâ
ibn Âzib (R): Kâmil olarak inen en son sûre Berâe'dir; inen sûrenin en sonu da (yânı en son inen
âyet de) en-Nisâ Sûresi'nin sonu olan şu âyettir: "Senden fetva isterler.
De ki: Allah, bahası ve çocuğu olmayanın mîrâsı hakkındaki hükmü şöylece açıklar...
" (en-Nisâ: 176) demiştir [393].
362-.......İmrân
ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber'e Temîm oğulları'ndan bir grup insan geldi. Peygamber
(S) onlara (başlangıç ve maada ile ilgili akîde asıllarını öğretti ve):
— "Ey Temîm
oğulları! Bu müjdeyi kabul ediniz!" buyurdu.
Onlar da:
— Yâ Rasûlallah!
Bizlere âhiretlik müjdeler verdin. Sen şimdi bize dünyalık atıyye ver! dediler.
Bu sözlerinin verdiği
üzüntü Peygamber'in yüzünde görüldü. Bu sırada daha önce Yemen'den gelmiş olan
Eş'arîler'den de bir grup insan gelmişti. Rasûlullah bunlara hitaben:
— "Sizler bu âhiret müjdesini kabul
ediniz. Çünkü bu müjdeyi Temim oğulları kabul etmediler" buyurdu.
Eş'arîler:
— Kabul ettik yâ Rasûlallah! dediler [395].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
Mağâzîsahibi Muhammed
ibn İshâk şöyle demiştir: Uyeyne ibn Hısn ibn Huzeyfe ibn Bedr el-Fezârî'nin
Temîm oğulları'ndan olan Anber oğulları'na yaptığı gazve şöyle olmuştur: (Temîm
oğullarının, Huzâa'dan birtakım insanlara baskın yaptıkları haberi gelince) Peygamber
(S) Uyeyne'yi Temîm oğullan üzerine yolladı.]Uyeyne ve beraberindekiler onlara
baskın yapıp, onlardan bir haylî insana zarar verdi ve bir haylî kadım da esîr
aldı [396].
363-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'tan işittiğim üç şeyden sonra Temîm
oğullarını sevmekten vazgeçmeyeceğim: Rasûlullah (S) onlar hakkında şöyle
buyuruyordu: î"Temîm oğullan Deccâl'e (ve şarktan gelecek fitne ve fesada)
karşı ümmetimin en çok mukaavemeîlisidir" buyurması; 2Temîm oğulları'ndan
olup da Âişe'nin yanında bulunan bir câriye hakkında: "Bunu âzâd et. Çünkü
bu câriye İsmâîl Peygamber evlâdındandır" buyurması; 3-Temîm oğulları'nın
zekât malları geldiği zaman: "Bunlar bir kavmin yâhud kavmimin
zekâtlarıdır" buyurması [397].
364-.......îbn
Cureyc, îbnu Ebî Muleyke'den haber verdi ki, Abdullah ibnu'z-Zubeyr onlara şöyle haber vermiştir:
Peygamber'in huzuruna Temîm oğulları'ndan süvârî bir hey'et gelmişti. (Bunlar
müs-lümân olduktan sonra) Ebû Bekr:
— Yâ Rasûlallah,
bunlara Ka'ka' ibnu Ma'bed ibn Zurâre'yi emîr ta'yîn et! dedi.
Buna karşı Urner:
— Hayır, o olmaz; Akra' ibn Hâbis'i ta'yîn
buyur, dedi. Ebû Bekr:
— Sen muhakkak bana muhalefet etmek istiyorsun!
dedi. Umer:
— Hayır ben sana muhalefet etmek istemedim!
dedi.
Ve bu suretle Ebû Bekr
ile Umer, Rasûlullah'ın huzurunda birbirleriyle çekişmişlerdi, hattâ sesleri de
epeyce yükselmişti. İşte bu hususta şu âyetler indi:
"Ey îmân edenler,
Allah 'm ve Rasûlü 'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. Allah'tan
korkun. Çünkü Allah hakkıyle işiten, kemâliyle bilendir. Ey îmân edenler,
seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. O'na, sözle birbirinize
bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa
gidiverir..." (el-
Hucurât: 1-2) [398].
365-.......Ebû
Cemre şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: Benim testiler cümlesinden içinde nebîz içkisi yapılan bir
testim var ki, ben ondan nebîz içiyorum. Eğer ondan içmeyi çoğaltır ve bir
toplulukla oturup, oturmayı da
uzatırsam, sarhoşların hâli gibi kusurlu olmamdan endîşe ediyorum, dedim.
İbn Abbâs şöyle dedi:
Abdu'1-Kays hey'eti Rasûlullah'ın huzuruna (ikinci kerre) geldiler. Rasûlullah
onlara:
— "Topluluğa merhaba! (Hoş geldiniz!)
Allah sizi utandırmasın, pişman etmesin" buyurdu.
Bunun akabinde onlar:
— Yâ Rasûlallah!
Seninle bizim aramızda Mudar'dan olan müşrikler vardır. Biz sana ancak haram
ayları içinde ulaşabiliyoruz. Sen bize özet olarak birtakım emirler söyle de
biz onunla amel ettiğimizde cennete girelim ve geride kalanlarımızı onu
yapmağa çağıralım, dediler.
Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu:
— "Ben sizlere dört şey emrediyor ve dört
şeyden de nehyediyo-rum: Allah'a îmân etmek! Allah'a îmân etmek nedir bilir
misiniz? Allah'tan başka ilâh olmadığına (ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü
olduğuna) şehâdet etmek, namazı ikaame etmek, zekâtı vermek, ramazân orucunu
tutmak ve ganimetlerden beşte birini vermenizdir. Sizleri dört şeyden
nehyediyorum; Duba', nekîr, hantem ve muzeffet denilen kaplara hurma yâhud üzüm
şırası konulmasından" [400].
366-.......Ebû
Cemre şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'tan işittim, şöyle diyordu: Abdu'1-Kays
hey'eti Peygamber(S)'in huzuruna geldiler de:
— Yâ Rasûlallah!
Bizler şu Rabîa kabflelerindeniz. Seninle bizim aramıza Mudar kâfirleri engel
olmuşlardır. Bundan Ötürü bizler Sana ancak haram ay içinde ulaşabiliyoruz. O
hâlde Sen bizlere birtakım
şeyler emret de bizler onları alalım ve arkamızda kalanlarımızı da bu işleri
yapmaya çağıralım, dediler.
Rasûlullah:
— "Ben sizlere
dört şey emrediyor ve dört şeyden de nehyediyo-rum: Allah'a îmân etmek:
Allah'tan başka ilâh olmadığına (ve Mu-hammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna)
şehâdet etmek -Rasûlullah burada eliyle bir bağladı-; namazı devamlı kılmak;
zekâtı vermek; ganimet aldığınız malların beşte birini Allah için bana
ödemeniz- Ve ben sizleri dubbâ'dan, nehirden, hantemden, muzeffetten de
nehyedi-yorum" buyurdu [401].
367-.......İbn
Abbâs'ın kölesi Kureyb tahdîs edip şöyle demiştir: Bir kerresinde İbn Abbâs,
Abdurrahmân ibnu Ezher ve Mısver ibnu Mahrame (R) -üçü beraberken ben Kureyb'i
Âişe'ye gönderip şöyle
dediler: Hepimizden Âişe'ye selâm söyle ve ikindinin farzından sonraki iki
rek'at nafile namazının hükmünü ondan sor. Peygamber'in bu namazdan sahâbîleri
nehyettiği haberi bize ulaştığı hâlde senin bunu kılmakta olduğun bize haber
verildi, diye söyle dediler.
ibn Abâs devamla: Ben
Umer ibnu'l-Hattâb ile birlikte böyle iki rek'at namaz kılan insanları döver
idim, demişti.
Kureyb dedi ki: Ben
Âişe'nin huzuruna girdim. Beni gönderen zevatın benimle gönderdikleri haberi
kendisine ulaştırıp teblîğ ettim. Âişe bana:
— Sen bu mes'eleyi Ümmü Seleme'ye sor, dedi.
Ben de beni göndermiş
olan o üç zâta Âişe'nin söylediğini haber verdim. Onlar beni Âişe'ye
gönderdikleri gibi, bu defa da Ümmü Seleme'ye gönderdiler. Ümmü Seleme şöyle
dedi:
— Ben Peygamber(S)'den
bu iki rek'ati nehyettiğini işittim. Kendisi ikindi namazım kılmıştı. Sonra
benim odama girdi. Fakat o sırada benim yanımda Ensâr'dan, Haram oğullan'ndan
birtakım kadın-(konuk)lar bulunuyordu. Rasûlullah iki rek'at namaz daha kılmağa
başladı. Ben O'nun ikindiden sonra böyle iki rek'at daha namaz kıldığını
görünce kendisine bir hizmetçi gönderdim ve o hizmetçiye dedim ki:
Peygamber'in yanında dur. Sana Ümmü Seleme:
"Yâ Rasûlallah! Ben Sen'in bu iki rek'at namazdan nehyeder olduğunu
işitmemiş miydim? Hâlbuki şimdi Seni onları kılıyorsun görüyorum" diyor
de! Eğer Rasûlullah (namazda bulunduğuna) eliyle işaret ederse, huzurundan
geri çekil! Hizmetçi kız bu emrimi yerine getirdi ve hakîkaten Peygamber eliyle
işaret etmekle, kız O'ndan geri çekildi. Rasûlullah namazı bitirdiğinde (bana
hitâb ederek):
— "Yâ Ebâ Umeyye kızı! İkindi namazından
sonra kıldığım iki rek'at namazdan sormuştun. Bunun sebebi şudur: Bana
Abdu'l-Kays kabilesinden bâzı insanlar kendi kavimleri adına elçilikle
gelmişlerdi. İşte onlar beni öğle namazından sonraki iki rek'at nafileden meşgul
edip alıkoymuşlardı. Bu kıldığım iki rek'at namaz, öğlenin o iki rek'at son
sünnetidir" buyurdu [402].
368-.......Ibn
Abbâs (R): Rasûlullah(S)'ın mescidinde kılınmış olan ilk cumua namazından sonra İslâm'da kılınmış olan
cumua namazı, Abdu'1-Kays kabilesinin Cuvâsâ şehrindeki mescidinde kılınan
cumua namazıdır, demiştir.
İbn Abbâs bu sözüyle
Bahreyn'den bir şehri kasdetmektedir [403].
369-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Necd tarafına bir süvârî müfrezesi gönderdi. Bu müfreze
Benû Hanîfe kabilesinden Sumâme ibn Usâl denilen bir kişiyi esîr edip
getirdiler ve onu mescidin direklerinden birisine bağladılar. Akabinde Peygamber
mescide çıktı ve ona:
— "Yâ Sumâme, yanında ne var (gönlünden ne
geçiriyorsun ve
benden ne
umuyorsun)?" buyurdu.
Sumâme:
— Gönlümde hayır
(ümîdi) var yâ Muhammed! (Çünkü Sen zul-metmezsin; ihsan ve in'âm edersin.)
Eğer Sen beni öldürürsen, kanlı bir cânîyi öldürmüş olursun. Eğer bana in'âm
edersen ni'mete karşı şükredici bir kişiye in'âm etmiş olursun. Eğer (kurtuluş
fidyem için) mal istersen, ne kadar dilersen işte malım, dedi.
Bu konuşmadan sonra
Sumâme bağlı olarak bırakıldı. Nihayet ertesi gün oldu, sonra Peygamber yine
ona hitaben:
— "Yâ Sumâme, gönlünde ne var; ne
umuyorsun?" dedi.
O da:
— Gönlümde dün Sana
söylediğim şey vardır. Eğer in'âm edersen, ni'mete karşı şükredici bir kimseye
in'âm etmiş olursun! dedi.
Peygamber onu o gün de
bağlı olarak bıraktı. Nihayet üçüncü
gün olunca Peygamber
yine:
— "Yâ Sumâme, yanında ne var?"
buyurdu.
Sumâme de:
— Yanımda dün Sana söylediğim şey var, dedi.
Peygamber:
— "Sumâme'yi salıveriniz!" buyurdu.
Sumâme bağından
salıverilince, hemen mescidin yakınındaki bir suya gitti, yıkandı, sonra
mescide girdi ve:
— Eşhedu en lâ ilahe
ille İlâh ve eşhedu enne Muhammeden ra~ sûlullah dedi ve şöyle devam etti: Yâ
Muhammed! Vallahi şu yeryüzünde bana Sen'in yüzünden daha düşman hiçbir yüz
yoktu. Fakat bu sabah Sen'in yüzün, bana yüzlerin en sevimlisi olmuştur.
Vallahi dînlerden hiçbir dîn bana Sen'in dîninden ziyâde düşman gelmezdi. Fakat
bu sabah Sen'in dînin bana göre dînlerin en sevilmişidir. Vallahi beldelerden
hiçbir belde bana Sen'in belden kadar sevimsiz de-
ğildi. Fakat bu sabah
Sen'in belden bana beldelerin en sevimlisi oldu. Ey Rasûl! Ben umre yapmaya
niyet ettiğim sırada Sen'in süvarilerin beni yakalamışlardı. Şimdi Sen ne re'y
edersin? dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah, Sumâme'yi (dünyâ ve âhiret saâde-tiyle) müjdeledi ve umre yapmasını
emretti. Sumâme umre yapmak için Mekke'ye varınca birisi ona:
— Dîninden başka bir dîne mi döndün? dedi. O
da:
— Hayır vallahi ben
dînden çıkmadım. Fakat ben Allah'ın Ra-sûlü olan Muhammed'in beraberinde
müslümân oldum. Vallahi ben (sizin dîn dediğiniz müşrikliğe) dönmem ve
Peygamber o hususta izin vermedikçe size Yemâme'den bir buğday tanesi
gelmeyecektir, dedi [405].
370-.......îbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Museylimetu'l-Kezzâb, Rasûlullah'in huzuruna geldiği zaman:
— Eğer Muhammed
kendisinden sonra beni bu işte halef kılarsa, ben O'na uyarım, demeğe başladı.
Kendisi Medine'ye,
kavmi olan Benû Hanîfe kabîlesinden kalabalık bir hey'et içinde gelmişti.
Rasûlullah, Museylime'nin yanına yöneldi. Beraberinde (Ensâr'ın hatibi olan)
Sabit ibn Kays ibn Şemmâs da vardı. Rasûlullah'm elinde hurma dalından bir
deynek bulunuyordu. Nihayet Rasûlullah, kavmi içinde oturmakta olan Museylime'nin
karşısında durdu. (Onunla İslâm hakkında konuştu, Museylime, peygamberlikten
bir hisse istedi.) Rasûlullah:
— "(Peygamberlikten bir pay değil;)
eğersen benden elimdeki şu dal parçasını istesen, ben sana onu bile vermem.
Sen, Allah'ın senin hakkındaki hüküm ve takdirinden öteye asla geçmezsin.
Eğersen hakka itaatten arka dönersen Allah seni muhakkak helak eder Ve ben
senin, ru 'yâmda bana gösterilip de görmüş olduğum o kişi olduğunu
görmekteyim. İşte şu zât (hatîbim) Sâbit'tir. Benim tarafımdan sana cevâb
verecektir" buyurdu.
Sonra Museylime'nin
yanından dönüp gitti.
Râvî İbn Abbâs dedi
ki: Ben Ebû Hureyre'ye, Rasûlullah'm mu-seylime'ye "Sen muhakkak ru'yâmda
bana gösterilip de görmüş olduğum o kişisin" sözünün mâhiyetinden sordum.
Ebû Hureyrebana şöyle haber verdi: Rasûlullah şöyle buyurdu:
— "Ben uyurken ru'yâmda iki kolumda iki
altın bilezik gördüm. (Bunlar kadın zîneti olduğu için) bunların hâli beni
kederlendirdi. Sonra ru'yâmda bana bu bileziklere üflemekliğim vahyedildi. Ben
de bunlara üfledim; ikisi de uçtu. Ben de bu iki bileziği benden sonra çıkacak
iki yalancı peygamber ile te'vîl ettim. Bunlardan birisi Esved el-Ansî'dir,
öbürüsü de Museylime'dir" [406]:
371-.......Hemmâm
ibn Münebbih, Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işitmiştir: Rasûhillah (S) şöyle buyurdu:
"Ben uyurken ru'-yâmda bana yerin hazîneleri getirildi ve avucumun içine
iki altın bilezik konuldu. Bu ru 'yâmda bu iki bilezik bana ağır geldi. Sonra
Allah bana bunlara üflemekliğimi vahyetti. Ben de üfledim. Hemen ikisi de
gitti. Akabinde ben bu iki bileziği iki çok yalana ile te'vîl ettim ki, onlar
aralarında bulunduğum San'âlı (Esved el-Ansı) ile Yemâ-me 'nin
sâhibi(Museylime)dir" [407].
372-.......Ben
Ebû Recâ el-Utârîdî'den işittim, şöyle diyordu:
Biz taşlara ibâdet
ederdik. İbâdet etmekte olduğumuz taştan daha hayırlısını (yânî daha güzelini)
bulduğumuz zaman onu atar ve güzel olan diğerini alırdık. Taş bulamadığımız
zaman ise topraktan bir mik-dâr toplar, sonra davarı getirir ve o toprak
yığınının üzerine süt sağar, sonra da o yığına tavaf ederdik. Receb ayı
girdiği zaman "Okların demirlerini çıkaralım" derdik. Artık
kendisinde demir bulunan hiçbir mızrak ve yine kendisinde demir bulunan hiçbir
ok bırakmaz, muhakkak demiri çıkarırdık. Ve receb ayında bunları bir tarafa
atardık.
(Râvî Mehdî ibn Meymûn
dedi ki:) Ben Ebû Recâ'dan işittim, şöyle diyordu: Peygamber'in işi yayılıp
meydana çıktığı zaman, ben ailemin develerini güden bir oğlandım. Onun (Mekke
fethi ile) Ku-reyş'e gâlib çıktığını işittiğim gün, bizler kabilemizle ateşe,
yalancı Museylime'ye kaçtık [408].
373-.......Ubeydullah
ibnu Abdillah ibn Utbe şöyle demiştir Bize şu ulaştı: Museylimetu'I-Kezzâb Medine'ye geldi ve
Haris kızının yurduna indi. el-Hâris ibn Kureyz'in kızı Keyyise Museylime'nin
nikâhı altında idi. Bu yurdun sahibesi Keyyise, Abdullah ibn Âmir'in ana-sıdır.
Rasûlullah (tanışmak ve vahyi tebliğ etmek için) Museylime'nin yanına gitti.
Giderken beraberinde Sabit ibn Kays ibn Şemmâs da vardı ki, bu, kendisine
"Rasûlullah'in Hatibi" denilen kimsedir. Rasûlullah'ın elinde
budanmış bir dal bulunuyordu. Rasûlullah, Museylime'nin karşısında durdu ve
onunla İslâm hakkında konuştu. Mu-seylime, Rasûlullah'a:
— İstersen bizimle bu
peygamberlik işi arasını boşaltırsın, sonra o işi senin ardından bize tahsis
edersin, dedi.
Bu teklif üzerine
Peygamber:
— "Eğersen benden
elimdeki şu dalı istemiş olsaydın, ben onu dahî sana vermezdim. Ben seni, ru
'yâmda bana gösterilip de görmüş olduğum kimse olarak görmekteyim. İşte şu
Sabit ibn Kays'tır: Benim yerime sana o cevâb verecektir" buyurdu, ve
Peygamber oradan ayrılıp gitti.
Ubeydullah ibn
Abdillah dedi ki: Ben Abdullah ibn Abbâs'a Ra-sûlullah'ın zikrettiği o ru'yânın
mâhiyetinden sordum. İbn Abbâs şöyle dedi: Bana, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu
zikredildi: "Ben uyuduğum sırada bana ru'yâmda ellenme altından iki
bilezik konulduğu gösterildi. Ben bunlardan ürktüm ve bunları sevmedim.
Akabinde bana izin verildi de bunlara üfürdüm, onlar da uçup gittiler. Ben bu
iki bileziği, çıkacak iki yalancıyla te'vîl ettim".
Ubeydullah: Onlardan
biri Feyrûz'un Yemen'de öldürdüğü el-Ansî'dir, diğeri de Museylimetu'I-Kezzâb'dır,
demiştir [409].
374-.......Huzeyfe
ibnu'l-Yemân şöyle demiştir: Necrân'ın iki sahibi olan Abdu'l-Mesîh el-Âkıb ile es-Seyyid
el-Eyhem Rasûlullah'a geldiler. Rasûlullah ile la'netleşmek istiyorlardı.
Huzeyfe dedi ki: Âkıb
ile Seyyid'den biri, arkadaşına:
— Sakın
Muhammed'lela'netleşmeye girişme! Vallahi Muham-med eğer peygamberse ve bize
la'net ederse, ne biz, ne de bizden sonra gelecek nesillerimiz felah bulmayız!
dedi.
Bu fikir üzerine
Necrânlılar'ın bu iki başkanı Rasûlullah'a geldiler de:
— Biz (Hristiyan
kalacağız). Senin bizden istediğin vergiyi sana vereceğiz. Sin bizim
beraberimizde emniyetli bir kimseyi Necrân'a gönder. Beraberimizde
göndereceğin kimse, muhakkak emîn bir kimse olsun, dediler.
Rasûlullah da:
— "And olsun ki, ben sizin beraberinizde
hakkıyle emniyetli olan bir kimse göndereceğim" buyurdu.
Rasûlullah'ın bu
sözünden dolayı (bu emîn kişi kim olacak diye) dikkat edip beklediler.
Rasûlullah:
— "Kalk yâ Ebâ
Ubeydete'bne'l-Cerrâh!" buyurdu. Ebû Ubeyde ayağa kalkınca Rasûlullah:
— "İşte bu zât, bu ümmetin eminidir"
buyurdu [411].
375-.......Şu'be
şöyle demiştir: Ben Ebû Ishâk'tan işittim; o da Sılatu'bnu Zufer'den (rivayet etmiştir) ki, Huzeyfe
(R) şöyle demiştir: Necrân ehli hey'eti Peygamber'e geldiler de:
— Bizim için emîn bir kimse gönder, dediler.
Peygamber de:
— "Yemin olsun ben sizlere gerçekten emîn
olan bir kimse göndereceğim" buyurdu.
Sahâbîler bu emmin
hangisi olacağını ümîdle beklediler. Akabinde Peygamber, Ebu Ubeyde
ibnu'l-Cerrâh'ı gönderdi.
376-.......Bize
Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Enes(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S): "Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû
Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'tır" buyurmuştur [412].
377-.......Muhammedibnu'I-Munkedir,
Câbiribn Abdillah(R)'tan şöyle derken işitmiştir: Rasûlullah (S) bana:
— "Eğer el-Bahreyn malı gelmiş olursa
muhakkak sana şöyle şöyle veririm" buyurdu.
Rasûlullah bu
"şöyle şöyle" sözünü eliyle üç kerre avuçlama işareti yaparak
söyledi. Fakat Bahreyn malı gelmeden Rasûlullah'ın ruhu alındı. Bahreyn malı
Ebû Bekr'e geldiği zaman, Ebû Bekr bir münâdîye emretti de, münâdî:
— Her kimin
Peygamber'in yanında bir alacağı yâhud bir va'di varsa bize gelsin! diye i'lân
etti.
Câbir dedi ki: Ben de
Ebû Bekr'e gittim ve ona Peygamber'in: "Eğer Bahreyn malı gelmiş olursa
sana üç kerre şöyle şöyle veririm" buyurduğunu haber verdim.
Câbir dedi ki: O da
bana verdi.
Yine Câbir şöyle
demiştir: Bunun ardından ben Ebû Bekr'e kavuştum ve kendisinden mal istedim,
fakat o bana vermedi. Sonra ona tekrar geldim, yine vermedi. Sonra ona üçüncü
defa geldim, yine vermedi. Bu sefer ona hitaben:
— Ben sana geldim, sen
vermedin. Sonra yine geldim, yine vermedin. Sonra yine geldim, bana vermedin.
Şimdi ya bana verirsin yâ-hud da benim cihetimden cimrilik etmiş olursun,
dedim.
Ebû Bekr:
— Benden yana cimri
olursun mu dedin? Hangi derd cimrilikten daha çirkindir? dedi ve bu cümleyi üç
kerre söyledi.
Devamla da:
— Ben bir defadan da
sana atıyye yermekten men' etmemiş, muhakkak sana atıyye vermeyi ister hâlde
bulunmuşumdur, dedi.
Amr ibn Dînâr'dan; o
da Muhammed ibn Alî'den, o şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah'tan işittim,
şöyle diyordu: Ben Ebû Bekr'e geldim (ve Rasûlullah'ın şöyle şöyle buyurduğunu
söyledim. O bana bir avuç verdi de):
— Bunları say, dedi.
Ben onları saydım;
beşyüz aded idi. Ebû Bekr bana:
— Bunun iki misli daha al! Dedi [413].
Ve Ebû Mûsâ,
Peygamber'in Eş'ârîler için:
"Onlar bendendir,
ben de onlardanım" buyurduğunu söylemiştir [414].
378-.......Ebû
Mûsâ (R): Ben kardeşim Ebû Ruhm ile Yemen'den geldik ve bir zaman bekledik. Bu müddet
içinde Peygamber'in evine çok girmeleri ve Peygamber'den ayrılmamalarından
dolayı İbn Mes'ûd ile anası Ümmü Abd el-Huzeliyye'yi, başka değil, muhakkak
bunlar Peygamber'in ev halkındandırlar zannediyorduk, demiştir [415].
379-.......Zehdem
ibn Mudrib şöyle demiştir: Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Usmân zamanında vâlî olarak Kûfe'ye) geldiği zaman,
Cerm kabilesinden bir cemâati kabul ve ikram etmişti. Biz Ebû Musa'nın yanında
oturmakta iken, kendisi de tavuk yiyordu. Hey'et içinde oturan bir kişiyi
yemeğe da'vet etti. O da:
— Ben tavuğu pis
birşey yerken gördüm de ondan tiksindim, dedi. Ebû Mûsâ ona:
— Gel, ben Peygamber'i tavuk eti yerken gördüm,
dedi. O adam bu defa da:
— Ben tavuk eti yememeye yemîn ettim, dedi.
Bunun üzerine Ebû Mûsâ
el-Eş'arî (R) şöyle dedi:
— Şöyle gel de sana
ettiğin yemînin hakkında bir haber bildireyim: (Peygamber Tebûk seferi
hazırlığı yaparken) biz Eş'arîler'den bir cemâat Peygamber'in huzuruna vardık.
(Tebûk ve sefer için) O'n-dan binmek ve yüklerimizi yüklemek üzere deve
istedik. Fakat Peygamber bizleri yüklemeyi kabul etmedi. Biz tekrar
kendisinden binek ve yük devesi istedik. Bu kerre Peygamber bizlere deve
vermeyeceğine yemîn etti. Sonra Peygamber çok beklemedi, kendisine bir deve
ganimeti getirildi. Bunun üzerine bize beş deve verilmesini emretti. Biz
develeri teslîm alınca (kendi aramızda):
— Biz Peygamber'e
(bize deve vermeyeceğine dâri) yeminini unutturduk. Biz bundan sonra ebeden
felah bulmayız! dedik.
Bu düşünce üzerine ben
hemen kendisine geldim ve:
— Yâ Rasûlallah! Sen bize
deveye yükleyemem (deve veremem) diye yemîn etmiştin. Hâlbuki şimdi bizleri
yükledin (deve verdin), dedim.
Rasûlullah:
— "Evet (hakîkaten ben yemîn ettim, sonra
da size deve verdim). Fakat ben yemîn edilen şeyin başkasını, yemîn edilen
şeyden daha hayırlı görünce, yemînim üzerinde bağlı kalmam, muhakkak o hayırlı
olduğuna kanâat ettiğim şeyi yaparım!" buyurdu [416].
380-.......İmrân
ibn Husayn (R) demiştir: Temîm oğullan hey'eti Rasûlullah'a geldiler. Rasûlullah onlara:
— "Ey Temîm oğulları, müjdelenip
sevinin!" buyurdu. Onlar:
— Amma sen bizlere
(âhiretle ilgili) çok müjde verdin. Bize dünyalık da ver, dediler.
Bu sözden Rasûlullah'm
yüzü değişti. Tam bu esnada Yemen ahâlîsinden bir grup insan geliverdi.
Peygamber onlara:
— "Sizler (dünyâ ve âhiret) müjdesini
kabul ediniz. Çünkü bu müjdeyi Temîm oğulları kabul etmediler" buyurdu.
Onlar:
— Bizler kabul ettik
yâ Rasûlallah! dediler [417].
381-.......Şu'be,
İsmâîl ibn Ebî Hâlid'den; o da Kays ibn Ebî Hâzım'dan; o da Ebû Mes'ûd el-Ensârî(R)'den tahdîs
etti ki, Peygamber (S) eliyle Yemen'e işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"îmân şu tarafta; Yemen tarafındadır. Uzaklaşma ve kalblerin kabalığı ise
develerin kuyrukları diplerinde şiddetle haykıranlardadır. Şeytânın iki
boynuzunun doğacağı yerde; Rabîa ve Mudar kabîlelerinde!" [418].
382-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "İşte size Yemen ehli
geldi. Yemenliler yüreği en yufka, kalbi en yumuşak kimselerdi. îmân
Yemen'dendir, hikmet de Yemen'den-dir. Öğünme ile kendini beğenme deve
sahihlerinde, sükûnet ile vakaar ise davar sâhiblerindedir" [419].
Gunder, Şu'be'den
söyledi ki, Süleyman: Ben Zekvân'dan işittim; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den demiştir.
383-.......Bana
kardeşim (Ebû Bekr Abdulhamîd), Süleyman ibn Bilâl'den; o da Sevr ibn Zeyd'den; o da
Ebû'l-Gays'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den olmak üzere tahdîs etti ki, Peygamber
(S): "îmân Yemen'dendir. Fitne ise işte şuracıktandır. Şeytânın boynuzu
işte oradan çıkar" buyurmuştur.
384-.......Ebû
Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "İşte size Yemen ehli geldi. Yemenliler
kalbleri en zayıf ve gönülleri en şefkatli kimselerdir. Fıkıh (yânîiyi anlayış)
Yemenli'dir. Hikmet de Yemenli'-dir" buyurmuştur.
385-.......Alkame
ibn Kays şöyle demiştir: Bizler İbnMes'ûd'un maiyyetinde otururken Habbâb ibnu'KErett
geldi de İbn Mes'ûd'a hitaben:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân!
Şu gençler senin okuyuşun gibi Kur-ân okumaya muktedir oluyorlar mı? dedi. İbn
Mes'ûd da:
— Sen kendin istesen
de onlardan bâzısına sana karşı okumasını emretsen olmaz mı? dedi.
Habbâb:
— Evet olur, dedi. İbn Mes'ûd:
— Yâ Alkame! Oku! dedi,
Zeyâd ibn Hudeyr'in
kardeşi Zeyd ibn Hudeyr:
— Bizim en iyi
okuyanımız olmadığı hâlde okuması için Alka-me'ye mi emrediyorsun? dedi.
İbn Mes'ûd:
— Sana gelince, eğer
istersen senin ve kavmin en-Naha' hakkında Peygamber'in söylemiş olduğu sözü
sana haber veririm, dedi.
Alkame dedi ki: Ben
Meryem Sûresi'nden elli âyet okudum. Akabinde Abdullah ibn Mes'ûd, Habbâb'a
hitaben:
— Okuyuşunu nasıl görüyorsun? dedi. Habbâb da:
— Güzel okumuştur, dedi. Abdullah ibn Mes'ûd:
— Ben her ne okursam
muhakkak onu Alkame de okur, dedi. Sonra İbn Mes'ûd, Habbâb'a yöneldi.
Habbâb'ın üzerinde altından bir yüzük vardı. İbn Mes'ûd, Habbâb'a:
— Bu altın yüzüğün atılması zamanı gelmedi mi?
dedi. Habbâb:
— Dikkat et! Sen onu
bu günden sonra benim üzerimde asla göremeyeceksin, dedi ve onu çıkarıp attı.
Bu hadîsi Gunder,
Şu'be'den rivayet etmiştir [420].
386-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: et-Tufeyl ibnu Amr ed-Devsî, Peygamber'e geldi ve:
— (Yâ Rasülallah!)
Devs kabilesi helak olmuştur: Onlar Allah'a âsî oldular ve (Tufeyl'in İslâm'a da'vetinden)
çekindiler. Binâenaleyh onlar aleyhine Allah'a duâ et, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S):
— "Yâ Allah! Devs
kabilesine hidâyet eyle de onları İslâm 'a getir!" diye duâ etti [422].
387-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in huzuruna geldiğim zaman yolda şu beyti söylemiştim:
— Yâ îeyleten miri tûlihâ ve anâihâ Alâ ennehâ
min dâreti'l-kufri necceti
(= Ey sefer gecesi! Uzunluğundan,
yorgunluk ve meşakkatinden Allah'a sığınırım. Maamâfih bu meşakkatli uzun
gecedir ki, küfür yurdundan beni kurtarmıştır!)
Ve yolda benim bir
kölem kaçtı. Ben Peygamber'in huzuruna geldim ve O'nunla bey'atlaştım. Ben
Peygamber'in yanında bulunduğum o sırada birden köle çıkageldi. Peygamber
bana:
— "Yâ Ebâ Hureyre! İşte şu kölendir (sana
gelmiştir)" buyurdu.
Ben de:
— O Allah rızâsı için
hürrdür, ben onu âzâd ettim, dedim [423].
388-.......Adiyy
ibn Hatim (R) şöyle demiştir: Biz halifeliği zamanında Tayy kabilesinden bir
hey'et içinde Umer ibnu'l-Hattâb'a geldik. Umer (bizim hey'etteki adamların)
isimlerini söylemeye ve onları birer birer çağırmaya başladı. Ben kendisine:
— Sen beni tanımıyor musun ey Mü'minlerin
Emîri! dedim.
Umer:
— Evet (ben seni pek
iyi tanıyorum yâ Adiyy)! İnsanların kâfir oldukları zaman sen İslâm'a girdin.
İnsanlar (hakka karşı) arkalarına döndükleri zaman sen bize yönelip geldin,
İnsanlar gadr ve zulmettikleri zaman, sen İslâm ahdine vefakârlık ettin.
İnsanlar hakkı inkâr edip tanımadıkları zaman, sen hakkı tanıdın! dedi.
Bunun üzerine Adiyy:
— O takdirde (yânî sen
benim kadrimi tanır olduğun zaman) senin başkalarını benim önüme geçirmene
aldırmam, dedi [424].
389-.......
Âişe (R) şöyle demiştir: Biz Veda Haccı'nda Rasûlullah ile beraber (Medine'den)
çıktık ve (Zu'1-Huleyfe'de) umre niyetiyle ihrama girdik. Sonra Rasûlıülah
(Şerif mevkiinde) bizlere:
— "Her kimin beraberinde kurban varsa,
umre ile birlikte hacc niyetiyle ihrama girsin. Sonra umre ile haccdan birlikte
çıkıncaya kadar ihramdan çıkmasın" buyurdu.
Ben Mekke'ye O'nun
beraberinde hayızlı olarak geldim. Bu se-beble Beyt'i tavaf etmedim. Safa ile
Merve arasını da sa'y etmedim. Bu hâlimi Rasûlullah'a söyledim. Rasûiullah:
— "Saçlarını çöz, taran ve hacc ile
telbiye et, umreyi bırak" buyurdu.
Ben de öyle yaptım.
Hacc amellerini yerine getirdiğimiz zaman Rasûiullah beni, Ebû Bekr
es-Sıddîk'ın oğlu Abdurrahmân ile birlikte Ten'îm'e yolladı da, ben oradan
umre yaptım. Rasûiullah:
— "Bu (hayızdan dolayı terkettiğin)
umrenin yerinedir" buyurdu.
Artık umre niyetiyle
ihrama girmiş olanlar Beyt'i tavaf edip Safa ile Merve arasmı da sa'y yaptıktan
sonra ihramdan çıktılar. Bunlar sonra Minâ'dan dönüşlerinin ardından hacdan
için diğer bir tavaf daha yaptılar. Amma hacc ile umreyi cem' etmiş olanlara
gelince, bunlar ancak tek bir tavaf yaptılar [426].
390-.......İbnu
Cureyc tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Atâ ibn Ebî Rebâh, İbn Abbâs'tan, onun umre yapan kişi Beyt'i
tavaf ettiği zaman ihramından çıkmıştır dediğini tahdîs etti.
İbn Cureyc dedi ki:
Ben Atâ'ya:
— İbnu Abbâs bunu nereden söyledi? dedim. Atâ:
— İbn Abbâs bunu Yüce
Allah'ın "... Sonra varacakları (kurban edilecekleri) yer Beytu Atîk'a
müntehidir" (ei-Hacc: 33) kavlinden ve Peygamber(S)'in Veda Haccı'nda sahâbîlerine
tavaftan sonra ihramdan çıkmalarını emretmesinden söylemiştir, dedi. İbri
Cureyc dedi ki: Ben Atâ'ya:
— Bu ancak Arafat'ta vakfe yaptıktan sonradır,
dedim. Atâ:
— İbnu Abbâs,
Arafat'ta durmadan önce de, sonra da ihramdan çıkma görüşünde bulunuyordu,
dedi.
391-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Ben (Veda Haccı'nda) Peygamber'in huzuruna,
O Bathâ'da (ihrâmh) iken geldim. Peygamber bana:
— "Hacc için ihrama girdin mi?" diye
sordu. Ben:
— Evet, dedim.
— "Nasıl ihrâmlandın?" buyurdu. Ben
de:
— Rasûlullah'in ihrama
girdiği gibi bir ihrama girip telbiye ettim, dedim.
Rasûlullah bana:
— "Bey t'i tavaf et, Safa ile Merve'yi de
sa'y yap, sonra ihramdan çık" buyurdu.
Ben de Beyt'i tavaf ve
Safa ile Merve arasında sa'y yaptım. Sonra Kays'tan bir kadının yanına gittim.
O kadın benim başımı ayıkladı.
392-.......Mûsâ
ibn Ukbe, Nâfi'den tahdîs etti ki, ona da İbn Umer şöyle haber vermiştir: Peygamber'in zevcesi
Hafsa, İbn Umer'e:
— Sen'in ihramdan çıkmana ne mâni' oluyor?
dedim.
— "Ben başımı (yapışkan samğ ile) telbîd
ettim, kurbanıma da gerdanlık taktım. Artık kurbanımı kesinceye kadar ben
ihramdan çıkamam" buvurdu [427].
393-.......el-Evzâî
tahdîs edip şöyle dedi: Bana İbnu Şihâb, Süleyman ibn Yesâr'dan; o da İbn
Abbâs(R)'tan şöyle haber verdi: Has'-am kabilesinden bir kadın Veda Haccı'nda
Rasûlullah'tan fetva istedi. el-Fadl ibnu Abbâs, Rasûlullah'ın bineğinin
arkasında redifi idi. Kadın:
— Yâ Rasûlallah! Allah'ın
kulları üzerindeki hacc farizası babama çok yaşlı ihtiyarlığında erişti. Deve
üzerinde düz durmaya muktedir olamıyor. Bu sebebden benim onun adına hacc
yapmaklığım ona kâfî gelir mi? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Evet (kâfî gelir; vekâleten hacc yapabilirsin)"
buyurdu.
394-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke'nin fethi yılında Kavsâ (adlı
devesi) üzerinde ve terkisinde Usâme olduğu hâlde Beyt'e doğru geldi.
Beraberinde Bilâl ile Usmân ibnu Talha da vardı. Nihayet Beyt'in yanında
devesini çöktürdü. Sonra Usmân ibnu Talha'ya:
— "Ka'be'nin anahtarım bize getir"
diye emretti.
O da (anasından alıp)
anahtar ile Peygamber'e geldi ve Peygamber için kapıyı açtı. Akabinde Peygamber
içeriye girdi. O'nun beraberinde Usâme, Bilâl ve Usmân da içeriye girdiler.
Sonra kapıyı kapattılar ve Ka'be'nin içinde uzun zaman kaldılar. Sonra
Peygamber çıktı. İnsanlar Ka'be'ye girmeye davrandılar. Fakat ben onların önüne
geçtim. Ve Bilâl'ı Ka'be kapısının arkasında dikiliyor buldum. Hemen ona:
— Rasûlullah nerede namaz kıldı? diye sordum.
O:
— Şu öndeki iki direğin arasında kıldı, diye
gösterdi.
Ka'be (o zaman) iki
sıra altı direk üzerinde kurulmuştu. (Bilâl devamla dedi ki:)
— Rasûlullah namaz
kılarken Ka'be kapısını arkasına aldı. Yüzü ile de (sen Ka'be'ye girdiğinde
karşına gelen) duvara doğru durdu. Rasûlullah ile karşısındaki duvar arasında
üç zira' mikdârına yakın bir fasıla vardı.
İbn Umer dedi ki:
Bilâl'e: Rasûlullah kaç rek'at kıldı diye sormayı unuttum. Rasûrullah'ın namaz
kıldığı yerde kırmızı bir mermer vardı [428].
Veda Hutbesi
(Bu hutbe, M.S. 632
yılında Hz. Peygamber - sallâllahu aleyhi ve sellem - Efendimiz tarafından yüz
bin'i aşkın müslümana îrâd edilmiştir. Hz. Peygamber Allah'a hamd ve senadan
sonra şöyle buyurdu:)
Ey insanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz!
Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha
birleşemiyeceğim. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukkaddes bir gün ise, bu
aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir
şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü
tecâvüzden korunmuştur.
Ashabım!
Yarın Rabbinize
kavuşacaksınız ve bu günkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız.
Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız!
Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki
bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş
olur.
Ashabım! Kimin yanında
bir emânet varsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi kaldırılmıştır,
ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne
de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Câhiliyetten
kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz
de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbâs'ın faizidir.
Ashabım! Câhiliyet
devrinde güdülen kan dâvaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan
dâvası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rabîa'nın kan davasıdır.
İnsanlar!
Bugün şeytan sizin şu
topraklarınızda yeniden te'sîr ve hâkimiyetini kurmak gücünü ebedî surette
kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz
işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dîninizi korumak için
bunlardan da sakınınız!
İnsanlar! Kadınların
haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz
kadınları, Tanrı emâneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerim
Allah adı-
na söz vererek halâl
edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları
vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile yuvasını, sizin
hoşlanmadığınız hiç bir kimseye çiğnet memeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi
bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz.
Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü
yiyim ve giyimlerini te'mîn et-menizdir.
Mü'minler!
Size bir emânet
bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emânet Allah.
Kitabı Kur'ân'dır. Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz!
Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Dîn
kardeşinize âid olan herhangi bir hakka tecâvüz başkasına halâl değildir. Meğer
ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.
Ashabım! Kendinize de
zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.
İnsanlar! Cenâb-ı Hakk
her hak sahibine hakkını (Kur'-ân'da) vermiştir. Vârise vasiyet etmeğe lüzum
yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet
vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden
başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve
bütün müslümanların ilencine uğrasın!Cenâb-ı Hakk, bu gibi insanların ne
tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.
İnsanlar!
Rabbiniz birdir.
Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır.
Allah yanında en kıymetli olanınız, Ona en çok saygı göstereninizdir. Arab'ın
Arab olmayana - Allah saygısı ölçüsünden başka - bir üstünlüğü yoktur. İnsanlar!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
"— Allah'ın
elçiliğini îfâ ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte
bulundun, diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Rasûlu Ekrem mübarek
şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak, sonra da cemâat üzerine çevirip
indirerek şöyle buyurdu:) Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!
395-.......ez-Zuhrî
(şöyle demiştir): Bana Urve ibnu'z-Zubeyr ile Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs ettiler ki,
onlara da Pey-gamber'in zevcesi Âişe (R) şöyie haber vermiştir: Peygamber'in
zevcesi Safiyye bintu Huyey Veda Haccı sırasında hayız oldu da Peygamber (S):
— ''Safiyye bizi Medine'ye dönmekten alıkoyucu
mu olacak?" buyurdu.
(Âişe dedi ki:) Ben de
O'na:
— Yâ Rasûlallah!
Safiyye (daha önce Mekke'de) ifâda etmiş ve Beyt'i ifâda tavafını yapmıştır,
dedim.
Bu sözüm üzerine
Peygamber:
— "Öyleyse (bizimle Medîne'ye) hareket
etsin!" buyurdu [429].
396-.......İbn
Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) aramızda bulunurken bizler Veda Haccı'nı konuşurduk, fakat Veda
Haccı'nın ne olduğunu bilmezdik. Peygamber (devesine bindi, insanlar O'nun
etrafında toplandığında) Allah'a hamd ve sena ettikten sonra Mesîh Deccâl'i
zikretti ve onun kötülüklerini zikirde uzun konuştu. Ve bu konuşmasında şunları
da söyledi:
— "Allah'ın göndermiş olduğu herbir
peygamber, muhakkak ümmetini Deccâl'den sakındırmıştır. Deccâl'den Nûh da,
ondan sonra gelen bütün peygamberler de (ümmetlerini) sakındırmışlardır. Ve o
muhakkak (kıyamete yakın) sizin içinizde çıkacaktır. Onun işinden bâzısı size
gizli olursa, Rabb 'inizin size gizli kalacak şeylerden olmadığı, size gizli
değildir. -Peygamber bunu üç söz olarak söyledi.- Şüb-hesiz sizin Rabb'iniz
şaşı değildir. Deccâl ise sağ gözü şaşıdır. Onun gözü, sanki salkımındaki
emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir. Dikkat edin! Allah
sizlere kanlarınızı, mallarınızı, bu ayınızda bu beldenizde bu gününüzün
harâmlığı gibi haram kılmıştır. Dikkat edin! Bunları size tebliğ ettim
mi?" buyurdu.
Oradakiler:
— Evet tebliğ ettin!
dediler. Peygamber üç kerre:
— "Yâ Allah şöhid ol!" dedi, ve
devamla: "Size veylyöhud vah olsun! İyi düşünüp aklınızı başınıza toplayın
da bundan sonra birbirinizin boynunu vuracak kâfirlere dönmeyiniz!"
buyurdu [430].
397-.......Ebû
İshâk (Amr ibn Abdillah) tahdîs edip şöyle demiştir: Bana Zeyd ibnu Erkam:
Peygamber (S) ondokuz defa gazve yaptı. Medine'ye hicret ettikten sonra da bir
kerre hacc etti. O tek haccı da Veda Haccı'dır. Bundan sonra hacc yapmadı, diye
tahdîs etmiştir.
Ebû İshâk es-Subeyî,
geçen senedle, Peygamber Mekke'de hicretten önce diğer bir hacc yaptı,
demiştir [431].
398-.......Cerîr(R)'den:
Peygamber (S) Veda Haccı'nda Cerîr'e hitaben: "İnsanları sustur!" deyip,
akabinde: "Benden sonra birbirinizin boyunlarını vuran kâfirlere
dönmeyiniz!" buyurmuştur.
399-........Bize
Eyyûb es-Sahtiyânî, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Abdurrahmân ibn Ebî Bekre'den; o da babası Ebû
Bekre'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) (Veda Hacci'nda nahr günü devesinin
üstünde bir hutbe yapıp) şöyle buyurmuştur [432]:
— "(Ey insanlar!) Zaman (bu gün) Allah'ın
gökleri ve yeri yarattığı günkü ilk vaziyetine dönmüştür. Bir yıl, ay
ölçüsüyle oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır ki, üçü arka arkaya
bulunan zu'l-ka'de, zu'l-hicce ve muharrem'dir. (Dördüncüsü) Mudar'ın ayı olan
receb'dir. O cumâda'l-âhır ile şa'bân arasındadır. Bu ay hangi aydır?"
diye sordu.
Biz:
— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir! dedik.
Rasülullah sükût etti.
Biz Rasûlullah bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra:
— "Zu'l-hicce ayı değil midir?"
buyurdu. Biz:
— Evet zu'l-hicce'dir,
dedik. Rasülullah:
— "Bu içinde bulunduğumuz hangi
beldedir?" buyurdu. Biz:
— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik.
Rasülullah sustu. O
derecede ki, biz Rasülullah Mekke'ye yeni bir ad verecek sandık. Sonra
Rasülullah:
— "Mekke beldesi değil midir?"
buyurdu. Biz:
— Evet Mekke'dir,
dedik. Rasûİullah:
— "Bu gün hangi gündür?" diye sordu.
Biz:
— Allah ve Rasûlü en bilendir, dedik.
Rasülullah yine sükût
etti. Hattâ biz, bu güne eski adından başka bir ad verecek sandık. Rasülullah:
— "Nahr günü değil midir?" buyurdu.
Biz:
— Evet nahr günüdür! dedik.
(Bunları tesbîtten
sonra) Rasülullah şöyle buyurdu:
— "Şu hâlde iyi biliniz ki, bu ayınızda,
bu beldenizde bu gününüzün haram olduğu gibi, birbirlerînize kanlarınız,
mallarınız -râvî Muhammed: Zannederim şunu da buyurdu, demiştir:- namuslarınız
da haramdır (Her türlü tecâvüzden
masundur). Muhakkak ki, sizler Rabb'inize kavuşacaksınız. O zaman Rabb'iniz
sizlere bütün işlerinizden soracaktır. (Ey insanlar!) Dikkat edin! Aklınızı
başınıza toplayın da benden sonra birbirinizin boyunlarını vuracak sapıklar
olarak (Câ-hiliyet devrindeki hâle) dönmeyiniz! (Ey insanlar!) Dikkat edin! Bu
söylediklerimi burada hazır bulunanlar, burada bulunmayanlara tebliğ etsin!
Olabilir ki kendisine tebliğ olunan bâzı kimse, burada bulunup işiten bir kısım
insandan daha iyi anlayıp bellemiş olur!"
Râvî Muhammed ibnu
Şîrîn bunu zikrettiği zaman: Muhammed (S) doğru söylemiştir, der idi. Bundan
sonra Rasülullah iki kerre:
— "Dikkat edin!
Tebliğ ettim mi?" buyurdu [433].
400-.......Bize
Sufyân es-Sevrî, Kays ibn Müslim'den; o da Târik ibn Şihâb(el-Becelî
el-Ahmesî)'dan tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Yahûdîler'den birtakım
insanlar (Umer ibnu'l-Hattâb'a):
— Eğer şu âyet biz
Yahudiler topluluğuna inmiş olaydı, biz onun indiği günü muhakkak bir bayram
edinirdik, dediler.
Umer:
— Hangi âyettir o? diye sordu. Yahudiler:
— "...Bu gün sizin dîninizi kemâle
erdirdim, üzerinizdeki nV-metimi tamamladım ve size dîn olarak müslümânlığı
(verip ondan) hoşnûd oldum..." (d-Mâide: 3) âyetidir, dediler.
Bu cevâb üzerine Umer:
— Şübhesiz ki ben bu
âyetin hangi yerde indiğini pek iyi bilmekteyim. Bu âyet, Rasûlullah Arafat'ta
vakfe yaparken indirilmiştir, dedi [434].
401-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde olarak (Veda Haccı'na
Medîne'den) çıktık. Bizden kimimiz umre niyetiyle ihrâmlandı. Kimimiz hacca
niyet ederek ihrâmlândı. Kimimiz de hacca ve umreye niyet ederek ihrâmlandı.
Rasûlullah da hacca niyet ederek ihrâmlanmıştı. Amma yalnız hacc için ihrama
giren yâhud hacc ile umreyi niyette birleştiren hacılara gelince, onlar kurbân
bayramının ilk gününe kadar ihramdan çıkmadılar.
Bize Abdullah ibn
Yûsuf tahdîs etti: Bize Mâlik, geçen senedle haber verdi. Burada "Biz
Rasûlullah'ın beraberinde Veda Haccı'-nda..." şeklinde söylemiştir.
Bize İsmâîl ibn Ebî
Uveys tahdîs etti: Bize Mâlik, geçen hadîsin benzerini tahdîs etti [435].
402-.......
Bize İbnu Şihâb, Âmir ibn Sa'd'dan tahdîs etti ki.
babası Sa'd ibn Ebî
Vakkaas (R) şöyle demiştir: Veda Haccı'nda ölmeye yüz tuttuğum bir
hastalığımda Peygamber (S) bana hasta ziyaretine geldi. Ben:
— Yâ Rasûlallah!
Bendeki hastalık görmekte olduğun şu müzmin hadde ulaşmıştır. Ben mal
sahibiyim. Bir tek kızımdan başka bana vâris olacak kimsem yoktur. Ben bu
durumda malımın üçte ikisini sadaka yapayım mı? diye sordum.
Rasûlullah:
— "Hayır (bu kadarını sadaka yapma)/"
buyurdu. Ben:
— Yarısını sadaka
yapayım mı? dedim. Rasûlullah yine:
— "Hayır!" diye cevâb verdi. Ben:
— Üçte birini sadaka yapayım mı? dedim.
Rasûlullah:
— "Üçte bir (kâfidir). Üçte bir de
(aşağısına nisbetle yâhud sadaka yapmakta) çoktur. Çünkü ey Sa'd! Senin
vârislerini zengin bırakman, insanlara
el açacak derecede fakır bırakmandan daha hayırlıdır. Ey Sa'd! Allah rızâsı
için harcayacağın her harcamaya karşılık muhakkak sana ecir verilecektir.
Hattâ (yemek yerken) kadınının ağzının içine koyacağın lokmaya karşılık da
sana ecir verilecektir" buyurdu.
Yine ben:
— Yâ Rasûlallah! (Siz
Medine'ye dönerken) ben arkadaşlarımın ardında geride mi bırakılacağım? dedim.
Rasûlullah:
— "(Hayır) sen asla geri
bırakılmayacaksın. (Şayet burada kalır da) Allah rızâsını arayarak herhangi
bir iş yaparsan, muhakkak o iş sebebiyle senin derecen ve yüksekliğin
artacaktır. Öyle ümîd ediyorum ki, sen uzun yıllar hayâtta bırakılacaksın da
senden birtakım topluluklar yararlanacak, diğer birtakımları da zarar
göreceklerdir. Yâ Allah! Sahabîlerimin Mekke'den Medine'ye olan hicretlerini tamamla!
Onları topukları üzerinde gerisin geriye (tekrar Câhiliyet hâline)
döndürme!" diye duâ etti.
(Râvî ez-Zuhrî dedi
ki:) Lâkin muhtâc ve çaresiz olan Sa'd ibnu Havle'dir. O, kendisinden hicret
etmiş olduğu toprakta; Mekke'de öldüğünde, Rasûlullah onun için üzülüp
kederlenmiştir [436].
403-.......Mûsâ
ibn Ukbe, Nâfi'den; İbn Umer'in Nâfi'in içlerinde bulunduğu topluluğa:
Rasûlullah (S) Veda Haccı'nda başını tıraş ettirdi, diye haber verdiğini
tahdîs etmiştir.
404-.......İbn
Cureyc tahdîs edip dedi ki: Bana Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den haber verdi. Ona da
İbn Umer (R): Peygamber (S) Veda Haccı'nda başını tıraş ettirdi.
Sahâbîlerinden birtakım insanlar da tıraş oldular. Bâzıları da saçlarını
kısalttılar, diye haber vermiştir.
405-.......Abdullah
ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi Veda Haccı'nda Minâ'da bir eşek
üzerinde yürüyerek karşıdan geldi. Rasûlullah bu sırada Minâ'da dikilmiş,
insanlara namaz kıldırıyordu. Eşek, saf fin birinin önünden yürüdü gitti.
Sonra İbn Abbâs eşekten indi ve insanlarla beraber saff oldu [437].
406-.......Urve
ibnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Ben de yanında hazır iken Usâme'ye Peygamberdin Veda Haccı'ndaki
yürüyüşü soruldu. Usâme:
— Peygamber sür'atle
yavaşlık arasında orta bir hâlde yürüdü. Geniş bir saha bulduğu zaman sür'atle
hareket etti, diye cevâb verdi.
407-.......Ebû
Eyyûb Hâlid ifan Zeyd el-Ensârî (R) Veda Haccı'nda Rasûlullah (S) ile beraber
akşam ile yatsı namazlarım bir vakitte birleştirerek kıldığını haber vermiştir
[438].
408-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Arkadaşlarım olan Eş'arîler (Tebûk seferi
hazırlığı sırasında) kendilerine binek ve yük hayvanı istemem için beni
Rasûlullah'a gönderdiler. Çünkü bunlar Tebûk gazasında Rasûlullah ile beraber
bu güçlük ordusu içinde bulunmak istiyorlardı. Bunun üzerine ben:
— Ey Allah'ın Peygamberi!
Arkadaşlarım Eş'arîler, kendilerine binek ve yük hayvanı vermem için beni size
gönderdiler! dedim.
Peygamber:
— "Vallahi ben sizleri hiçbir hayvana
bindirmem" buyurdu.
Ben o
sıradaPeygamber'i bilmediğim bir sebeble öfkeli bir hâlde bulduğum için, O'nun
bu sözü üzerine beni reddetmesinden hüzünlü ve bana karşı gönlünde bir
dargınlık bulunmasından endişeli olarak kederli bir hâlde geriye döndüm.
Arkadaşlarımın yanına dönüp geldiğimde Peygamber'in söylediği sözü onlara
haber verdim. Bunun üzerine çok beklemedim, ancak bir sâatçık kadar bir zaman
geçmişti. Birden Bilâl*in:
— Ey Abdallah ibne Kays! diye nida etmekte
olduğunu işittim.
Ve hemen- ona cevâb
verdim. Bilâl:
— Rasûlullah seni çağırıyor, hemen icabet et!
dedi.
Ben, Rasûlullah'ın
huzuruna varınca, o sırada Sa'd ibn Ubâde'-den satın aldığı altı deveyi bana
göstererek:
— "Şu çifti al, şu çifti de al! Bunları
arkadaşlarının yanına götür. Onlara: Allah -yâhud da şöyle buyurdu:-
Rasûlullah sizleri bu develer üzerine yükler, artık bunlara bininiz de!"
buyurdu.
Ben de bu develerle
arkadaşlarımın yanma gittim ve:
— Peygamber sizleri bu
develer üzerine yüklüyor. Lâkin ben vallahi sizin birkaçınız benimle beraber
Rasûlullah'ın bundan önce söylediği sözü işiten bir kimsenin yanına gidinceye
ve onun Rasûlullah'ın öyle söylediğini açıklamasına kadar sizleri bırakmam. Ki
sizler, Rasûlullah'ın söylemediği bir sözü benim size söylemiş olduğumu
san-mayasınız, dedim.
Onlar da bana:
— Vallahi sen bizim
yanımızda elbette doğru sözlü olarak kabul edilmişsindir. Bununla beraber
yapmak istediğini de elbette yaparız, dediler.
Akabinde Ebû Mûsâ,
Eş'arîler'den birkaç kişi ile gitti. Nihayet bunlar, Rasûlullah'ın Eş'arîler'i
önce deveden men' edip sonra onlara develer vermesine dâir sözlerini işitmiş
olan kimselerin yanlarına vardılar. O kimseler de Ebû Musa'nın kendi
hemşehrilerine söylediği gibi Peygamber'in sözlerini söylediler [440].
409-.......Bize
Yahya ibn Saîd el-Kattân, Şu'be'den; o da el- Hakem ibn Uyeyne'den; o da Mus'ab ibn Sa'd'dan; o da
babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Rasûlullah
(S) Tebûk gazasına çıktı ve Alî'yi Medine'de vekîl bıraktı. Alî:
— Beni çocuklar ve
kadınlar içinde vekîl mi bırakıyorsun? dedi. Rasûlullah ona hitaben:
— ('Bana nisbetle sen, Mûsâ 'ya nisbetle Hârûn
menzilesinde olmana razı olmaz mısın? Şu kadar ki, benden sonra Peygamber yoktur"
buyurdu.
Ve Ebû Dâvûd (Süleyman
ibn Dâvûd et-Tayâlîsî) şöyle dedi: Bize Şu'be, el-Hakem'den; onun: Ben
Musa'dan işittim, dediğini tahdîs etti [441].
410-.......İbn
Cureyc haber verip şöyle demiştir: Ben Atâ ibn Ebî Rebâh'tan işittim; haber verip şöyle dedi: Bana
Safvân ibnu Ya'lâ ibn Umeyye'den haber verdi ki, Ya'lâ ibn Umeyye (R) şöyle
demiştir: Ben Peygamber'in beraberinde bu Usre( = Zorluk) gazvesinde bulundum.
Râvî dedi ki: Ya'lâ
ibn Umeyye: Benim yanımda amellerimin en sağlamı işte bu Usre gazvesidir, der
idi.
Atâ dedi ki: Safvân
şöyle dedi: Babam Ya'lâ şöyle dedi: Benim bir hizmetçim vardı. Yolda bu
hizmetçi bir insanla döğüştü. İki kavgacıdan biri diğerinin elini ısırdı. '
Atâ burada: Yemîn
olsun Safvân o ikisinden diğerini ısıranı bana haber verdi, fakat ben onu
unuttum, demiştir.
Dedi ki: Eli ışınlan
kişi elini, ısıran kimsenin ağzından hızla çekti de ısıranın ön dişlerini
söktü. Bunlar Peygamber'e geldiler ve şikâyet ettiler. Peygamber dişin diyetini
düşürdü.
Atâ dedi ki: Ben
Safvân'm şöyle dediğini zannediyorum: Peygamber (S):
— "Bu adam elini
sen yiyesin diye senin ağzının içinde bırakır mı; boğur devenin ağzının
içindekileri çatır çatır yemesi gibi?!" buyurdu [442].
411- Bize
Yahya ibn Bukeyr tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-Leys. Ukayl'den; o da İbn
Şihâb'dan; o da Abdurrahmân ibnu Abdillah ibn Ka'b ibn Mâlik'ten tahdîs etti
ki, Abdullah ibnu Ka'b ibn Mâlik, babası Ka'b ibn Mâlik kör olduğu zaman
oğulları içinde kendisini yeden kimse idi. İşte bu Abdullah şöyle demiştir: Ben
babam Ka'b ibn Mâlik'ten işittim, kendisi Tebûk gazvesinden geri kaldığı zamanki
kıssasını tahdîs ediyordu. Ka'b şöyle dedi: Ben Tebûk gazasından başka,
Rasûlullah'ın yaptığı gazvelerin hiçbirisinden geri kalmadım. Gerçi ben Bedir
gazvesinde geri kalmıştım, fakat Rasûlullah Bedir gazvesine gitmeyip geri
kalanlardan hiçbir kimseyi azarlamadı. Rasûlullah Bedir seferine (cihâd
maksadıyle değil, Şam'dan gelen) Ku-reyş kervanını kasdederek çıkmıştı. Nihayet
Allah müslümânlarla düşmanlarını, bir karşılaşma va'di olmaksızın yolda
birleştirdi. Hâlbuki ben, Akabe gecesi İslâm üzere bey'at ettiğimiz zaman
Rasûlullah ile beraber hazır bulunmuşumdur. Hâlâ benim için Bedir'de hazır
bulunmak, Akabe'de hazır bulunmak derecesinde sevimli değildir. Her ne kadar
Bedir gazvesi insanlar arasında Akabe bey'atmdan daha çok zikredilirse de.
Benim Tebûk seferinden
geri kalışım haberine gelince, hakîkaten ben o gazveden geri kaldığım sıradaki
kadar hiçbir zaman daha kuvvetli ve daha kolaylıklı olmamıştım. Vallahi Tebûk
seferinden önce
hiçbir vakit yanımda
iki devem bir arada bulunmamıştı. O gazve sırasında ise iki devem vardı. Bir
de Rasûlullah'ın âdeti bir gazaya gitmek isteyince tevriyeli bir ifâde ile
maksadının aksini anlatmaktı. (Bu suretle hareket edeceği günü gizlerdi.) Fakat
Rasûlullah bu Tebûk gazasında (maksadını gizlemedi), şiddetli sıcak bir
mevsimde sefer etmişti. Uzak ve tehlikeli bir yolculukla ve çok kuvvetli bir
düşmanla karşılaşacaktı. Bu sebeble Rasûlullah gaza ihtiyâçlarım ona göre hazırlasınlar
diye, müslümânlara maksadını açıkladı. Ve gitmek istediği yönü onİara haber
verdi. Rasûlullah ile beraber sefer eden müslümânlar da çoktu. Mücâhidlerin
künyelerini muhafaza edici hiçbir kitâb, yânî dîvân defteri almıyordu.
Ka'b devamla dedi ki:
Hiçbir kimse de gizlenmek istemiyordu. Ancak Allah tarafından vahiy inmedikçe
Rasûlullah'a kapalı kalır (bilemez) sanan kimseler saklanmışlardı. Rasûlullah
bu gazaya mey-valar olgunlaştığı ve ağaç gölgeleri de hoş olup tam
gölgelenilecek bir zamanda çıkıyordu. Rasûlullah ile müslümânlar gaza hazırlığı
ile meşgul oldular. Ben de onlarla beraber yola hazırlanmak için sabahleyin
(evden çıkıp) dolaşırdım. Hiçbir iş görmeden (akşam üzeri) döner gelirdim. Ve
kendi kendime:
— Hazırlanmaya kudretim, vaktim müsâiddir!
derdim.
Bu ihmalcilik bende durmayıp
devam etmişti. Nihayet herkes gerçekten hazırlandı. Ve bir sabah Rasûlullah
ile müslümânlar sefere çıktılar. Hâlbuki ben sefer cihazından hiçbirşey
hazırlamamışım. Ve yine kendi kendime:
— O'nun ardından bir
iki günde hazırlanır, sonra müslümânlara arkalarından katılırım! dedim.
Ordu Medine'den
ayrıldıktan sonra yine ben sabah vakti hazırlık için çıktım. Fakat bir iş
göremeden geri döndüm. Sonra ertesi sabah çıktım, yine boş döndüm. Bu hâl
bende böyle devam etti. Nihayet mücâhidler sür'atle yol aldılar. Gaza da
(elimden) kaçtı. Bununla beraber ben yine gideyim de orduya yetişeyim diye
azmetmiştim. Keski bunu olsun yapaydım. Fakat bu da bana takdir edilmedi, yânî
müyesser olmadı.
Rasûlullah gazaya
gittikten sonra insanların içine çıktığım ve aralarında dolaştığım zaman, beni
en çok üzen birşey vardı. O da insanlar arasında (îmânı yerinde, vücûdu
sağlam) kimse görmemekliğim, ancak üzerinde münafıklık damgası vurulmuş
kimselerden bir kişi yâ-hud da zaîflerden olup da Allah'ın ma'ziretli kıldığı bir
kimse gör-mekliğimdir.
Rasûlullah Tebûk'e
varana kadar beni hiç anmamış. Tebûk'te sahâbîleri içinde otururken beni
hatırlayarak:
-^ "Ka'b ne
yaptı?" diye sormuş.
Selime oğulları'ndan
birisi:
— Yâ Rasûlallah!
Ka'b'ı kıymetli iki bürdesi ve kibirle iki tarafına bakması Medîne'de
habsetti! diye cevâb vermiş.
Bunun üzerine Muâz ibn
Cebel, bunu söyleyen o kimseyi (yânî Abdullah ibn Uneys'i):
— Ne fena söyledin! diye karşılamış. Ve
Peygamber'e de:
— Vallahi yâ Rasûlallah, biz Ka'b ibn Mâlik
hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz, demiş.
Bunun üzerine
Rasûlullah sükût etmiş.
Ka'b ibn Mâlik devamla
dedi ki: Rasûlullah'ın Tebûk'ten Medine'ye yönelerek gelmekte olduğu haberi
bana ulaşınca, bütün hüzün ve kederim beni sardı. Artık yalan düşünmeye
başladım. Ve (kendi kendime):
— Yarın Rasûlullah'ın
öfkesinden ne ile (yânî ne söylemekle) çıkar kurtulurum? diyordum.
Ailem halkından re'y
ve fikrinden istifâde edilen herkesten bu hususta yardım istiyordum. Bu sırada
birden:
— Rasûlullah'ın
Medîne'ye gelmesi yaklaştı! denilince, artık benden böyle bâtıl ve yalan
düşünceler gitti ve ben içinde yalan bulunan birşeyle asla bu kabahatten temize
çıkamayacağımı anladım. Bunun için Rasûlullah'a doğru söylemeye karar verdim.
Sonra Rasûlullah bir
sabah Medîne'ye geldi. Rasûlullah bir seferden geldiğinde ilk iş olarak
mescide girmek ve orada iki rek'at namaz kılmak, sonra insanlar için (onlarla
konuşmak için) oturmak âdetinde idi. Bu defa da o âdetini yerine getirip
mescidde oturunca, Tebûk seferine gitmeyip Allah tarafından arkada bırakılanlar
Rasûlullah'a geldiler ve yemîn (ile özürlerini te'yîd) etmeye başladılar. Bunlar
seksen küsur kişi idiler. Rasûlullah bunların zahir hâllerine göre özürlerini
kabul etti, onlarla bey'at etti ve onlar için mağfiret istedi. Bunların içyüzlerini
ve hakikatlerini Allah'a havale eyledi. Bu sırada ben de huzura geldim.
Kendisine selâm verince öfkelenmiş bir kimsenin gülümsemesi ile gülümsedi.
Sonra bana:
— "Gel!" buyurdu.
Ben de yürüyüp yanına
vardım ve tâ önüne oturdum. Bana:
— "Seni nasıl bir mâni' geri bıraktı? Sen
(Akabe'de) arkana bey'at almış değil miydin?" buyurdu.
Ben de şöyle cevâb
verdim:
— Evet vallahi, yâ
Rasûlallah! Sana yardım etmeye söz verdim. Vallahi Sen'den başka şu dünyâ
halkından kimin yanında otursam (ona karşı söyleyeceğim) bir özürde muhakkak
ben onun öfkesinden kurtulacağımı sanırım. Çünkü bana söz söyleme kuvveti ve
fesahat verilmiştir. Lâkin ben vallahi
şuna kanâat etmişimdir ki, şayet bugün ben Sizi benden hoşnûd edecek yalan bir
söz söyleyecek olur-
sam, çok sürmez
muhakkak Allah (yalanımı bildirerek) Seni hakkımda öfkelendirir. Eğer huzurunda
Seni hakkımda öfkelendirecek 'doğru söz söylersem, herhalde ben, bu hususta
vâki* olan kusurumu Allah'ın affetmesini umarım. Hayır yâ Rasûlallah! Vallahi
benim seferden geri kalışım hakkında arzedecek hiçbir özrüm yoktur. Vallahi
ben, sizden geri kaldığım zamanki kadar hiçbir vakit daha kuvvetli ve daha
kolaylıklı değildim.
Bu sözlerim üzerine
Rasûlullah (S):
— "Buna gelince, hakîkaten doğru söyledi.
Ey Ka'b! Haydi kalk, Allah senin hakkında hükmedinceye kadar (bekle)/"
buyurdu.
Ben de kalktım. (Evime
gelirken) Selime oğullan'ndan birtakım adamlar koşup geldiler ve benimle
yürüyerek bana şöyle dediler:
— Vallahi biz seni
bundan önce bir günâh işlemiş kimse bilmiyoruz. Şu kadar ki, (bu mes'elede)
sen, seferden geri kalan öbür kimselerin özür beyân ettikleri gibi
Rasûlullah'a özür beyân edememiş olmandan dolayı çok âciz bir vaziyete düştün.
Hâlbuki (özür beyân etseydin) Rasûlullah'ın senin için mağfiret dilemesi, senin
günâhına kâfî gelirdi!
Vallahi Selime oğullan
bana serzeniş etmeye o kadar devam ettiler ki, hattâ ben eski fikrimden dönüp,
kendimi yalanlamak istedim. Sonra onlara:
— Benimle beraber bu
vaziyete düşen bir kimse var mıdır? diye sordum.
Onlar:
— Evet iki kişi
(Rasûlullah'a) senin söylediğin gibi söylediler ve Rasûlullah tarafından onlara
da sana söylendiği gibi cevâb verildi! dediler.
— Onlar kimdir? dedim.
— Murâre ibnu'r-Rabî'
el-Amrî ile Hilâl ibnu Umeyye el-Vâkıfı, dediler ve böylece bana Bedir gazvesinde
hazır bulunan ve kendilerinde güzel bir imtisal örneği bulunan iki zâtı
zikrettiler.
Bu iki zâtı bana
söyledikleri zaman ben de tereddüdden vazgeçtim (ve doğrulukta kalmak fikrimde
sebat ettim).
Rasûlullah,
kendisinden seferde geri kalanlar arasından işte şu üçümüzle konuşmaktan
müslümânları nehyetti. İnsanlar da bizden çekindiler ve bize yüzlerini
ekşittiler. Hattâ bana yeryüzü yaİDancı-laştı; bu hakîkaten benim tanımakta
olduğum toprak değildi. Bu hâl üzere elli gece kaldık. İki arkadaşım insanlardan
çekildiler ve evlerinde oturup ağlamakla vakit geçirdiler. Fakat ben onların
daha genci ve daha salâbetlisi idim. Bu sebeble ben evimden çıkar ve
müslümân-larla beraber namazda hazır bulunurdum. Sokaklarda, çarşıda dolaşırdım.
Hâlbuki hiçbir kimse bana söz söylemezdi. Namazdan sonra
Rasûlullah'ın
meclisine varır ve kendisine selâm verirdim. Ve içimden:
— Acaba Rasûlullah
selâmıma karşılık vererek dudaklarını hareket ettirdi mi yâhud ettirmedi mi?
derdim.
Sonra namazı
Rasûlullah'ın yakınında kılardım da gizlice O'nu gözetlerdim. Namazıma
yöneldiğim sıra O bana doğru dönerdi. Fakat ben O'nun tarafına bakınca da
yüzünü benden çevirirdi.
Nihayet insanların yüz
çevirmelerinden de cefâsından ıztırâb çektiğim bu hâl uzayınca, birgün gittim.
Tâ Ebû Katâde'nin bahçe duvarından aştım. Ebû Katâde amcamın oğlu ve insanlar
arasında beni en çok seven bir kimse idi. Vardım ona, selâm verdim. Vallahi
selâmımı almadı. Ben:
— Yâ Ebâ Katâde! Allah
adına and vererek sana sorarım: Benim Allah'ı ve Rasûlü'nü sever bir kimse
olduğumu bilir misin? de-, dim.
Sustu, cevâb vermedi.
Ben tekrar and verip Allah aşkına sordum. Yine sustu. Ben üçüncü bir kerre daha
Allah'a and verdim. Bu defa:
— Allah ve Rasûlü en bilendir! dedi.
Bunun üzerine
gözlerimden yaş boşandı. Döndüm, duvardan aştım.
Ka'b ibn Mâlik devamla
dedi ki: Ben birgün Medine çarşısında gidiyordum. Medine'ye zahîre satmaya
gelen Şâm ahâlîsi ekincilerinden bir ekinci:
— Ka'b ibn Mâlik'i
bulmağa bana kim delâlet eder? diye soruyordu.
İnsanlar ona beni
göstermeye başladılar. Nihayet o Nebatî kişi bana geldi ve Gassân Meliki'nden
bir mektûb verdi. Bakınca, "Amma ba'du"dan sonra bu mektûbda şöyle
yazıldığını gördüm:
"Bana ulaşan
habere göre sahibin sana cefâ ve ezâ ediyormuş. Allah seni hakaaret görecek ve
hakkın zayi' olacak bir mevki'de yaratmamıştır. Orada durma, bize gel! Sana
sânına lâyık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz!"
Ka'b ibn Mâlik dedi
ki: Bu mektubu okuyunca:
— Bu da öbürüsü gibi bir belâdır! dedim. Hemen
bu sahîfeyi ocağa attım ve yaktım [444].
Nihayet bu elemli elli
geceden kırk gecesi geçtiğinde, birgün baktım ki, Rasûluîlah'ın gönderdiği bir
zât (Huzeyme ibn Sabit) bana geliyor. Huzeyme gelip bana:
— Rasûlullah sana kadınından ayrılmanı
emrediyor! dedi. Ben de:
— Kadınımı boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım?
dedim. Oda:
— Hayır boşama, yalnız ondan ayrı bulun, kadına
yaklaşma! dedi [445],
Rasûlullah o iki
arkadaşıma da bunun gibi emir göndermişti. Bu emir üzerine kadınıma:
— Haydi ehline
(babanın ailesi yanına) git, Allah bu iş hakkında hükmedinceye kadar onların
yanında bulun! dedim.
Ka'b dedi ki: Hilâl
ibn Umeyye'nin karısı Rasûlullah'a gelerek:
— Yâ Rasûlallah! Hilâl
ibn Umeyye ihtiyardır, gücü kuvveti gitmiştir. Hizmetçisi de yoktur. Ona
hizmet etmemi çirkin görür müsün? diye sormuş.
Rasûlullah:
— "Hayır çirkin görmem, fakat sana
yaklaşmasın!'' buyurmuş. Kadın:
— Yâ Rasûlallah, onda hiçbir hareket yok.
Vallahi bu olan iş olalıdan beri bugüne kadar hiç durmadan ağlıyor! demiştir.
Ka'b dedi ki: Bunun
üzerine akrabamdan bâzı kimseler bana:
— Kadının hakkında sen
de Rasûlullah'tan İzin istesen. Nitekim
Hilâl ibn Umeyye'nin karısına, kocasına hizmet etmek için izin verdi, dediler.
Ben de onlara:
— Vallahi ben bu
hususta Rasûlullah'tan izin istemem! İzin istesem bile Rasûlullah ne
diyecektir bilemem! Hem ben genç bir adamım! dedim.
Bundan sonra on gün
daha durdum. Nihayet Rasûluîlah'ın bizimle insanları görüşmekten men' ettiği
târihten i'tibâren elli gecemiz dolmuştu. Ellinci gecenin sabahında sabah
namazını kıldım ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Ben orada
Allah'ın (et-Tevbe: ıi8'de) zikrettiği hâl üzere oturuyordum: Nefsim yalnızlık
ve gamdan dolayı bana daralmış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen başıma dar
gelmişti. İşte bu sırada Sel' Dağı üzerinde en yüksek sesiyle:
— Ey Ka'b ibn Mâlik, müjde! diye olanca
kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim.
Hemen secdeye
kapandım. Ve anladım ki (darlık gitmiş) genişlik ve ferah gelmiştir.
Rasûlullah sabah namazım kıldırdığı zaman Allah'ın bizim üzerimize tevbesini
(pişmanlıklarımızın kabulünü) i'lân etmiş ve insanlar bize müjdelemeye
koşmuşlardır.
Arkadaşlarım tarafına
da birtakım müjdeciler gitmişlerdi. Bana da bir kişi (Zubeyr ibnu'l-Avvâm
müjdelemek için) atını sürmüştü. Ve Eşlem kabilesinden bir müjdeci (Hamza ibn
Amr) de koşup Sel' Dağı'nın üstüne çıkmıştı. Bunun sesi attan sür'atli idi.
Beni sevindiren sesini
işittiğim bu müjdecim bana geldiği zaman, üzerimdeki iki kat elbisemi hemen
çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim. Vallahi o gün bunlardan başka elbiseye
mâlik bulunmuyordum. (Ebû Katâde'den) eyreti iki kat elbise alıp giydim. Hemen
Rasûlullah'a gittim. Sahâbîler beni takım takım karşıladılar. Tevbemin kabulünü
(günâhtan berâetimi) tebrik ediyorlar ve:
— Allah'ın tevbesi şana kutlu olsun!
diyorlardı.
Ka'b devamla dedi ki:
Nihayet mescide girdim. Rasûlullah oturmuş, insanlar etrafında
çevrelenmişlerdi. Hemen Talha ibn Ubeydil-lah kalktı, koşarak geldi, elimi
sıkıp tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi Muhâcirler'den Talha'dan başka
kimse bana ayağa kalkmadı. Tal-ha'nın bu lûtfunu unutmam! [446].
Ka'b dedi ki:
Rasûlullah'a selâm verdiğim zaman, Rasûlullah sevinçten yüzü şimşek gibi
parlar bir hâlde:
— "Ananın seni doğurduğu zamandan beri
üzerinden geçen günlerin en hayırlısı olan bir günün hayır ve saâdetiyle sevin!"
buyurdu.
Ben:
— Yâ Rasûlallah! Bu müjde Senin tarafından mı
yoksa Allah tarafından mı? dedim.
Rasûlullah:
— "Hayır (benim tarafımdan değil,)
doğrudan Allah katından " buyurdu.
Esasen Rasûlullah,
Allah tarafında** sevindirildiği zaman yüzü parlardı, hattâ yüzü ay parçasına
benzerdi. Biz de sevinçli bir vahiy geldiğini O'nun bu sevimli yüzünden anlardık.
Rasülullah'm huzuruna oturduğum zaman:
— Yâ Rasûlallah! Allah
ve Rasûlullah için hâlis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmam
tevbemdendir, dedim.
Rasûlullah:
— "Malının bir kısmını kendinde tut, bu
senin için daha hayırlıdır" buyurdu.
Ben de:
— Şu Hayber'deki hissemi kendimde alıkoyuyorum,
dedim. Bundan sonra ben Rasûlullah'a şunları söyledim:
— Yâ Rasûlallah! Allah
beni bu sıkıntıdan ancak doğruluk sebebiyle kurtardı. Ve yine tevbemdendir ki,
artık ben bundan böyle yaşadığım müddetçe doğru olandan başka bir söz
söylemeyeceğim!
Ka'b dedi ki: Vallahi
ben bunu Rasûlullah'a söylediğim zamandan beri müslümânlardan hiçbirisini,
doğru söylemekte Allah'ın bana yaptığı imtihandan daha güzel bir imtihan
yaptığını bilmiyorum (yânî imtihan mukaabilinde daha güzel in'âm ve ihsan
yaptığım bilmiyorum). Rasûlullah'a o sözlerimi söylediğimden bu günüme kadar
yalan söylemek hatırımdan geçmedi. Bundan sonra yaşadığım zaman içinde de
Allah'ın beni yalandan koruyacağını kuvvetle ümîd etmekteyim. Yüce Allah,
Rasûlü üzerine: "A nd olsun ki A ilah, Peygamber 'ini, içlerinden
birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük zamanında O'na
tâbi' olan Muhacirler'le Ensâr'ı da tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların
bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü o çok şefkat edici, çok merhamet
eyleyicidir. Savaştan geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etti.
Çünkü yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları
kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah 'in hışmından, yine Allah 'tan
başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar da bundan sonra A ilah onları
da eski hâllerine dönsünler diye tevbeye muvaffak buyurdu. Şübhe-siz ki Allah,
tevbeyi en çok kabul eden, hakkıyle merhamet eyleyendir. Ey îmân edenler,
Allah Han korkun. Bir de doğru olanlarla beraber olun!" (et-Tevbe: 17-19)
kavline kadar indirdi.
Vallahi Allah'ın bana
ihsan buyurduğu ni'metler içinde, beni İslâm Dîni'ne hidâyetinden sonra
nefsimde Rasûlullah'a doğru söylemekten daha büyük hiçbir ni'met asla ihsan
etmemiştir. Evet, büyük ni'met, Rasûlullah'a yalan söyleyip de helak olmuş
bulunmamak ni'-metidir. Nitekim Rasûlullah'a yalan söyleyenler helak oldular.
Çünkü Allah şü yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman,
her-hangibir kimse için söylediğinin en ağırını söyledi. Çok mübarek ve çok
yüce Allah şöyle buyurdu:
"Onların yanına
döndüğünüz zaman, kendilerinden vazgeçme-
niz için Allah 'a
yemin edecekler. O hâlde onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar.
İrtikâb edegeldiklerinin cezası olarak varacakları yer de cehennemdir onların:
Kendilerinden hoşnûd olmanız için size yemîn edecekler, fakat eğer siz onlardan
razı olursanız, şüb-hesiz Allah o fâsıklar güruhundan razı olmaz"
(et-Tevbe: 95 96).
Ka'b dedi ki: Biz şu
üçümüz hani -bizden önce Rasûlullah'ı ikna için yemîn ettikleri vakit
Rasûlullah'in yeminlerini kabul edip onlara bey'at ve istiğfar ettiği şu
birtakım kimselerin affından (elli gece)-arkaya kalmıştık. Rasûlullah bizim
vaziyetimizi tâ Allah'ın hakkımızda vereceği hüküm ve kazaya kadar geri
bırakmıştı. İşte bu geri bırakma sebebiyle Allah: * 'Hani şu tevbeleri A ilah
'in hükmüne kadar geri bırakılan üç kişiye..." (et-Tevbe: 119)
buyurmuştur. Yoksa Allah'ın bu âyette zikrettiği yemîn etme ve geri bırakılma,
bizim gazveden geri kaldığımızdan değildir. Bu ancak Rasülullah'm bizim üçümüzü
ve bizim tevbemizi, Rasûlullah'a yemîn ve özür beyân edip de özürleri kabul
olunanların tevbelerin)den geri bırakmasıdır [447].
412-.......
Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Tebûk gazvesine giderken- Semûd kavminin yurdu
olan el-Hıcr'e uğradı da: "Kâfirlikle kendilerine zulmetmiş (ve Allah'ın
gazabına uğramış) bulunan kimselerin meskenlerine girmeyiniz. Çünkü onlara
isabet eden azabın size de isabet etmesinden korkulur. Onların yurtlarına
ancak ağlayıcılar olarak girebilirsiniz" buyurdu.
Bundan sonra Peygamber
başını örttü de o vâdîyi geçinceye kadar yürüyüşü çabuklaştırdı [449].
413-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Hıcr sâhiblerinin yakınında -yâhud Hicr sâhibleri
hakkında-: "Şu azâba uğratılmış olanların yurduna, onlara isabet eden
azabın benzeri size isabet etmemesi için, ağlayıcılar tavrı takınmış olmanız dışında,
girmeyiniz!" buyurdu [450].
414-.......el-Mugîre
ibnu Şu'be (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hacetinin birini yerine getirmek için gitti.
Geldiğinde ben kalkıp O'nun eline su döküyordum. Mugîre'den rivayet eden oğlu
Urve: Babamın muhakkak Tebûk seferinde dediğini bilmekteyim, demiştir.
Peygamber yüzünü yıkadı ve iki kollarını yıkamağa davrandı. Fakat giydiği
cübbenin yeni dar olduğu için kolunu sıvayamadı da, kolJarı-nı cübbenin alt
tarafından çıkardı da öyle yıkadı. Bundan sonra ayakkabıları üzerine meshetti [452].
415-.......Ebû
Humeyd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in beraberinde Tebûk
gazvesinden döndük. Nihayet Medine'yi yukarıdan gördüğümüz zaman, Peygamber (S):
"İşte Tâbe, şu da Uhud'dur. Uhud, bizi seven, bizim de kendisini
sevdiğimiz bir dağdır!" buyurdu.
416-.......Bize
Humeyd et-Tavîl, Enes ibn MâIik(R)'ten (şöyle dediğini) haber verdi: Rasûlullah
(S) Tebûk gazvesinden dönüp de Medine'ye yaklaştığımızda:
— "Medine'de öyle topluluklar vardır ki,
sizin yürüdüğünüz her-bir yerde; sizin geçtiğiniz herbir vâdîde muhakkak onlar
da sizin beraberinizde olmuşlardır" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah! Onlar
Medîne'de(oturmuşlar)dır! dediler. Rasûlullah:
— "Evet onlar Medine'de kaldılar. Fakat
onları Medine'de özür habsetti" buyurdu [453].
417-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi, ona da İbnu
Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) Kisrâ'ya mektubunu Abdullah
ibn Huzâfe es-Sehmî ile gönderdi ve Abdullah ibnu Huzâfe'ye mektubu götürüp
Bahreyn'in büyüğüne -ki Kisrâ'nın Bahreyn Emîri'dir- vermesini emretti. İbnu
Huzâfe de Bahreyn Emîri Munzir'e mektubu verdi. O da götürüp Kisrâ'ya verdi.
Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı.
İbn Şihâb dedi ki: Ben
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in şöyle dediğini zannediyorum: Bu haber kendisine
ulaşınca Rasûlullah (Kisrâ ile kavmine): "Parça parça olsunlar!"
diye beduâ etti [455].
418-.......Bize
Avf el-A'râbî, el-Hasen el-Basrî'den tahdîs etti ki, Ebû Bekre (R) şöyle demiştir: Cemel Vak'ası
günlerinde cemel sâ-hiblerine katılarak, onlarla birlikte (Alî'ye karşı) harb
etmeye başladıktan sonra, vaktiyle Rasûlullah'tan işittiğim bir söz ile Allah
bana hayır ve menfâat ihsan buyurdu (da bu cemel sâhiblerine katılmadım).
Ebû Bekre dedi ki:
Fars halkının Kisrâ Pervîz'in kızını kendilerine melik seçtikleri haberi
Rasülullah'a ulaşınca: "Devlet başkanlığı işlerini bir kadının eline
veren millet felah bulmaz!" buyurdu [456].
419-.......Ben
ez-Zuhrî'den işittim, o da es-Sâib ibn Yezîd'den:
es-Sâib ibn Yezîd (R):
Ben Rasûlullah(S)'ı karşılamak üzere çocuklarla beraber Seniyyetu'l-Vedâ'ya
(Veda Tepesi'ne) çıktığımı hatırlıyorum, diyordu.
Bu hadîste Sufyân, bir
kerresinde "Gılmân", bir kerresinde "Sıbyân" demiştir.
420-.......Bize
Sufyân, ez-Zuhrî'den; o da es-Sâib(R)'den tahdîs etti ki, o: Peygamber(S)'i
Tebûk gazvesinden döndüğü zaman kendişini
karşılamak üzere çocuklarla
beraber Seniyyetu'l-Vedâ'ya
çıktığımı hatırlıyorum, demiştir [457].
"Muhakkak sen de
öleceksin, onlar da elbet ölecekler. Sonra hiç şübhesiz kıyamet gününde hepiniz
Rabb Hnizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız" (ez-zumer: 30-31) [458].
Ve Yûnus ibn Yezîd
el-Eylî, ez-Zuhrfden söyledi ki, Urve şöyle demiştir: Aişe (R) şöyle dedi:
Peygamber (S) vefat ettiği
hastalığı içinde: "Yâ Âişe! Ben Hayber'de yediğim o zehirli yemeğin elemini devamlı
hissedip durdum. İşte bu anlar o zehirden
dolayı kalb damarımın kesilmesini
hissettiğim zamandır" der idi [459].
421-.......el-Hâris
kızı Ümmü'I-Fadl (R): Ben Peygamber(Syden akşam namazında "el-Murselâti urfen"
Sûresi'ni okurken işittim. Bundan sonra ruhunu Allah kabz edinceye kadar bir
daha bize namaz kıldırmadı, demiştir [460].
422-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) ben İbn Abbâs'ı kendi meclisine alır, kendisine yakın
oturturdu. Ab-durrahmân ibn Avf, Umer'e:
— (Bu genci ne için bizimle beraber meclisine
alıyorsun?) Bunun yaşında bizim oğullarımız var? dedi.
Umer de:
— Şübhesiz ki o, sizin bilmekte olduğunuz bir
cihetten dolayı bu mevki ve rütbededir, dedi.
Akabinde Umer, İbn
Abbâs'a: "İzâ câe nasru'llâhi ve'l-fethu" âyetinden sordu. İbn Abbâs:
— O, Rasülullah'ın ecelidir. Allah,
Peygamber'ine ecelini bildirdi, dedi.
Umer de:
— Benim bildiğim de
senin bilmekte olduğun şeyden ibarettir, dedi [461].
423-.......îbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Hani o perşembe günü, o perşembe günü ne acı gündü!
O gün Rasûlullah'ın ağrısı artmıştı da:
— "Haydin bana yazacak birşey getirin,
size bir kitâb yazayım da, ondan sonra yolunuzu hiç şaşırmayasınız!"
buyurdu.
Bunun üzerine orada
bulunanlar ihtilâf ettiler. Hâlbuki hiçbir peygamberin yanında ihtilâf
yakışmazdı. Bâzı kimseler:
— Peygamber'in hâli
nedir? (Hastalığından dolayı) sayıkladı mı? Kendisinden bu yazı yazmak isteğini
iyice sorup anlayın, dediler.
Bunun üzerine
söylediği yazı malzemesi isteğini iyice tesbît etmek maksadıyle, o sözünü
tekrar ettirmeye giriştiler. Bu sefer Peygamber:
— "Beni (kendi hâlime) bırakınız! Benim şu
içinde bulunduğum hâl,
sizin beni da'vet ettiğiniz (yazma gibi) şeylerden daha hayırlıdır"
buyurdu.
Ve Rasûlullah onlara
üç şey vasiyet etti:
— "Bütün
müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız! Elçilere, hey'etlere benim izin verip
hediyeler ikram etmekte olduğum gibi, siz de gelmelerine izin verip hediyeler
ikram etmek suretiyle hürmet gösteriniz" buyurdu.
İbn Abbâs üçüncü
vasiyetten sükût etti, yâhud: Ben üçüncüsünü unuttum, dedi [462].
424-.......BizeMa'mer,
ez-Zuhrî'den; o da UbeyduIIah ibnu Abdillah ibn Utbe'den haber verdi ki, İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Ra-sûlullah'ın vefatı yaklaştığı ve evinde
sahâbîlerden mühim birtakım adamlar bulunduğu sırada, Peygamber (S):
— "Bana yazı yazacak birşey getirin! Size
bir kitâb (vasiyetname) yazdırayım ki, ondan sonra yolunuzu
şaşırmayasınız!" buyurdu.
Fakat oradakilerin
bâzısı:
— Rasûlullah'ın
hastalığı muhakkak ağırlaşmıştır. Yanınızda ise Kur'ân vardır. Bize Allah'ın
Kitabı yetişir, dedi.
Bunun üzerine ev halkı
ihtilâfa ve husûmete başladılar. Onların kimi "Yazı takımı getiriniz, size
vasiyetname yazdırsın; ondan sonra yolunuzu şaşırmazsınız!" diyorlardı.
Kimi de bundan başka sözler söylüyorlardı. Artık karışık söz ve ihtilâfı çoğalttıkları zaman, Rasûlullah:
— "Haydi
kalkınız!" buyurdu.
Râvî UbeyduIIah dedi
ki: İbn Abbâs şöyle der idi: Âh! Ne büyük musibettir o musibet ki, Rasûlullah
ile onlara yazmak istediği kitâb arasına engel oldu! Bunun sebebi ihtilâf
etmeleri ve seslerini yükseltmeleridir [463].
425-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ölüm sebebi olan hastalığı sırasında Fâtıma aleyhâ's-selamı yanına
çağırdı ve ona gizli bir şey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra bir daha çağırıp
yine gizli birşey söyledi. Bu defa da Fâtıma güldü. Biz bu ağlamanın ve gülmenin
sebebini sorduk. Fâtıma:
— Peygamber bana vefat
sebebi olan bu hastalığı sonunda ruhunun Allah canibine alınacağını söyledi.
Bunun üzerine ağladım. Sonra bana ev halkından kendisine ilk ulaşanı olacağımı
gizlice söyleyip haber verdi. Buna da güldüm! dedi.
426-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'den: "Hiçbir peygamber dünyâ (ni'nıeti)
ile âhiret (saadeti) arasında muhayyer kılınmadıkça vefat etmez" dediğini
çok işitirdim. Peygamber'in de ölüm sebebi olan hastalığında boğazı kısılıp
sesi değişerek âhirete göçme hâli geldiğinde: "(Kim Allah'a ve
Peygamber'e itaat ederse işte onlar) Allah 'm kendilerine nVmetler verdiği
peygamberlerle, sıddîk-lerle, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne
iyi arkadaştırlar" (en-Nisâ: 69) âyetini sonuna kadar okuduğunu işittim.
Artık Rasûlullah'-ın da bu iki dilek arasında muhayyer bırakılıyor olduğunu (ve
âhireti tercih ettiğini) anladım.
427-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S), içinde ölmüş olduğu hastalığa tutulduğu zaman:
"er-Refîkul-Alâ{ = En Yüksek Refîk içine)" demeğe başladı [464].
428-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) sıhhatte iken birçok defalar: "Hiçbir peygamberin ruhu
cennetteki durağını görmedikçe alınmaz. Sonra (durağına gitmek)
onun arzusuna bırakılır yâhud muhayyer
kılınır" buyurmuştu. Hastalanıp riihu kabzolunmak
zamanı gelince, başı benim dizimin
üzerinde bulunduğu bir sırada kendisine bir baygınlık geldi. Sonra ayılınca
gözü açılıp evin tavanına doğru dikildi. Sonra: "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A'lâ
zümresine kat!" diye duâ etti. Bunun üzerine ben: Artık Rasûlullah şimdi
bizi tercih etmiyor! dedim. Ve Rasûlullah'ın bu temennisi, sıhhatli zamanında
vaktiyle bize söylediği bir haber(in kendisinde tecellîsi) olduğunu bildim [465].
429-.......Abdurrahmân
ibnu'l-Kaasım, babası el-Kaasım ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk'tan; o da Âişe(R)'den
(o şöyle demiştir): Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân, Peygamber'in huzuruna girdi.
Ben Peygamber'i göğsüme yan dayamıştım. Abdurrahmân'in yanında kendisiyle diş
temizlenen yaş bir misvak vardı. Rasûlullah yüzünü ona çevirip uzunca baktı.
Ben Abdurrahmân'dan misvakı aldım, dişlerimle onu ısırıp kestim, onu
silkeledim, su ile ıslattım. Sonra hazırladığım bu misvakı Peygamber'e verdim.
O bununla dişlerini mis-vâkladı. Artık ben Rasûlullah'ın bu kadar güzel diş
misvâkladığını görmedim. Rasûlullah misvâklamayı bitirince, hemen elini yâhud
parmağını yükselttikten sonra üç defa:
"er-ReJîku'l-A'lâ zümresine (kat)/" dedi.. Bundan sonra
Rasûlullah vefat etti.
Râvî dedi ki: Âişe:
Rasûlullah'ın başı mi'dem ile çene kemiğim arasında (yâhud köprücük kemiğim ile
çene kemiğim arasında) iken öldü, der idi [466].
430-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Om da Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) her
zaman hasta landığında Muavvize Sûreleri'ni okuyup kendi ellerine üflemek
(v< ondan iyileşmek için) eliyle vücûdunu sıvamak i'tiyâdında idi. Vefa
sebebi olan hastalığa tutulduğu zaman Rasûlullah'ın nefes ettiği Mu avvize
Sûreleri'yle ben de kendisine nefes etmeye (ve iyileşmesi niye^ tiyle) eline
üfleyip kendi eliyle vücûduna meshetmeye başladım [467].
431-.......Âişe
(R) haber verdi ki, kendisi Peygamber (S) vefat etmezden önce, Peygamber sırtını Âişe'ye dayamış
vaziyette ikenPey-gamber'e kulak vermiş, bu sırada Peygamber'in:
"Allâhumme, ığfır lî ve'r-hamnive elhıknîbVr-Refîk(= Yâ Allah, günâhlarımı
mağfiret et, bana merhamet eyle ve beni er-Refîku'I-A'lâ'ya eriştir)"
diye duâ ettiğini işitmiştir.
432-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir daha kalkamadığı hastalığı içinde:
"Allah Yahûdîler'i rahmetinden uzak kılsın! Bunlar peygamberlerinin
kabirlerini birer mescid edindiler!" buyurdu.
Âişe: Böyle bir endîşe
olmasaydı, Peygamber'in kabri açık bırakılırdı. Lâkin Peygamber kendi kabrinin
bir mescid edinilmesinden korktu, demiştir.
433-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbete'bni Mes'ûd haber
verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın hastalığı
ağırlaşıp ağrısı şiddetlenince, benim odamda bakılmak üzere kadınlarından izin
istedi [468]. Onlar da izin verdiler.
Bunun üzerine Abbâs ibn Abdilmuttalib ile başka bir kimse arasında olarak ve
takatsizlikten ayakları yerde sürünerek çıktı, benim odama geçti.
Ubeydullah dedi ki:
Ben Âişe'nin ismini söylediği kimseyi Abdullah ibn Abbâs'a haber verdim.
Abdullah ibn Abbâs da bana:
— Âişe'nin ismini
söylemediği diğer adamın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu.
Râvî Ubeydullah dedi
ki: Ben:
— Hayır bilmiyorum, dedim, îbn Abbâs:
— O, Alî'dir, dedi.
Peygamber'in zevcesi
Âişe şöyle tahdîs ediyordu: Rasülullah benim evime girdiği ve ağrısı
şiddetlendiği zamanki günlerin birinde:
— "Benim üzerime ağızları bağlanıp bağları
çözülmüş olan yedi kırba su dökün! Umarım ki bu suretle biraz hafiflerim de
insanlara vasiyet edebilirim!" buyurdu.
Su kırbaları
hazırlanınca biz Peygamber'i, zevcesi Hafsa'ya âid olan bir leğenin içine
oturttuk. Sonra o kırbaların suyundan üzerine dökmeye başladık. Döktük, döktük.
Nihayet Rasülullah eliyle bize:
— "Artık yetişir!" diye işaret etti.
Aişe dedi ki: Bundan
sonra Rasülullah mescide insanların yanına çıktı ve onlara namaz kıldırdı ve
onlara hitâb edip koruştu [469].
ez-Zuhrî, geçen
senedle şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi ki,
Âişe ile Abdullah ibn Abbâs (R); ikisi, şöyle demişlerdir: Rasûlullah son
hastalığına tutulduğu zaman (çektiği zahmetten dolayı) yanında bulunan dört
köşeli yumuşak bir abayı yüzü üzerine atıp, yüzünü bununla örtmeye başladı.
Hamîsa denilen bu abâ kendisine sıkıntı verdikçe, onu yüzünden açıyordu, îşte
Rasûlullah bu vaziyette iken:
— "Allah'ın
la'neti Yahûdîler'in ve Hristiyanlar'ın üzerine olsun! Onlar peygamberlerinin
kabirlerini kendilerine mescidler edindiler!" buyuruyordu ki, maksadı,
onların yaptıklarından ümmeti sakındırmak idi [470].
ez-Zuhrî, yine geçen
senedle şöyle demiştir: Bana Ubeydullah haber verdi ki, Âişe (R) şöyle
demiştir: Yemîn olsun ben "Ebû Bekr insanlara imâm olup namaz
kıldırsın" emri hususunda Rasûlullah'a çok müracaat ettim. Beni
Rasûlullah'a çok müracaat etmeye sevke-den düşünce şu idi: Rasûlullah'ın
makaamına geçecek kimseyi insanların devamlı sevebileceğini gönlüm bir türlü
almıyordu. Ve öyle sanıyordum ki, Rasûlullah'ın yerine geçecek kimseyi insanlar
muhakkak uğursuz sayacaklardır. İşte bunun için ben Rasûlullah'ın, Ebû Bekr'in
imamlık yapmasına dâir emrini ta'dîl etmesini ısrarla istemiştim.
Bu, Ebû Bekr'in
insanlara namaz kıldırması emri hadîsini İbnu Umer, Ebû Mûsâ, İbn Abbâs -Allah
onlardan razı olsun- Peygam-ber'den rivayet etmişlerdir [471].
434-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in başı benim göğsüm ile çenem arasında olduğu hâlde vefat etti. Bu
sebebleben Peygamber'den sonra hiçbir kimsenin ölümünün şiddetinden asla
korkmam.
435-.......
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ka'b ibn Mâlik el-Ensârî'nin oğlu Abdullah haber
verdi. Bu Ka'b ibn Mâlik, Allah tarafından kendilerine tevbe nasîb edilmiş
olan üç kişiden biri idi. Ka'-b'ın oğlu Abdullah'a da Abdullah ibn Abbâs şöyle
haber vermiştir: Alî ibn Ebî Tâlib (R), Rasûlullah'ın içinde vefat ettiği
hastalığı sırasında yanından dışarıya çıktı. İnsanlar:
— Yâ Eba'l-Hasen!
Rasûlullah (bu gece) nasıl sabahladı? diye sordular.
Alî:
— Allah'a hamd olsun,
hastalıktan biraz iyileşerek sabahladı, diye cevâb verdi.
Alî'nin bu cevâbı
üzerine, onun elini (babam) Abbâs ibn Abdil-muttalib tuttu da:
— Vallahi sen üç gün
sonra asanın kulu olacaksın [472].
Allah'a yemînle söylüyorum ki, ben Rasûlullah'ın bu hastalığından yakında vefat
edeceğini zannediyorum. Çünkü Abdulmuttalib oğulları'nın ölüm sırasında yüzlerini
(ne şekil aldıklarını tecrübemle) tanımaktayım. Şimdi sen bizimle Rasûlullah'a
git, bu (devlet başkanlığı) işinin kimde bulunacağım kendisine soralım. Eğer bu
iş bizde olacaksa, bunu (Rasûlullah'ın
sağlığında) bilelim. Bizden başkasına âid olacaksa, bunu da öğrenelim ve bizi
ona vasiyet etsin! dedi.
Bunun üzerine Alî:
— Vallahi bu işi biz
eğer Rasûlullah'a sorar, O da bizi bundan men' ederse, Rasûlullah'tan sonra
insanlar (bunu delîl getirerek) devlet başkanlığını bize vermezler. İşte bundan
dolayı vallahi ben halifelik mes'elesini Rasûlullah'a sormam, dedi [473].
436-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle
tahdîs etti: Pazartesi günü müslümânlar
sabah namazında bulundukları sırada, Ebû Bekr onlara namaz kıldırırken birden
Rasûlullah, Âişe odasının kapı perdelerini açtı da sahâbîlerine baktı.
Sahâbîlerinin namaz saffları içinde el bağlayarak durduklarını gördü. Sonra
(bu görünüşten çok sevindi ve) sesi duyulacak derecede güldü. Ebû Bekr,
Rasûlullah'ın namaza gelmek isteğiyle çıktığını sanarak topukları üzerinde ilk
saf fa ulaşmak için geriye çekildi.
Enes devamla dedi ki:
Müslümânlar Rasûlullah'ı görmekten o kadar çok ferahladılar ki, az kaldı
namazlarından çıkacaklardı. Rasûlullah onlara eliyle: "Namazınızı
tamamlayınız!" diye işaret etti. Sonra tekrar Âişe'nin odasına girdi ve
kapı perdelerini indirdi.
437-.......Umer
ibn Saîd şöyle demiştir: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke haber verdi. Ona da Âişe'nin himayesinde
bulunan Ebû Amr Zekvân şöyle haber vermiştir: Allah'ın bana ihsan ettiği
ni'met-lerden birisi Rasûlullah'ın benim odamda, benim nevbetimde, başı benim
göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefat etmesidir. Bir de Allah'ın
O'nun vefatı sırasında benim tükürüğüm ile O'-nun tükürüğünü bir arada
birleştirmesidir. (Şöyle ki: Kardeşim) Abdurrahmân, elinde bir misvak ile odama
girdi. Ben de Rasülul-Iah'ı (göğsüme yan) dayamıştım. O'nun misvaka dikkatle
baktığını gördüm. O'nun misvakı çok sevdiğini bildiğim için:
— Size misvakı alayım mı? diye sordum.
Başıyla "Evet,
al" diye işaret etti. Hemen misvakı alıp kendisine sundum. Fakat katı
geldi.
— Yâ Rasûlallah, biraz yumuşatayım mı? diye
sordum.
Başı ile
"Evet!" diye işaret etti. Ben de misvakı yumuşatıp verdim. Bir de
Rasûlullah'ın yanında deriden ufak bir su kabı yâhud ağaçtan bir su kabı,
içinde su ile dururdu. -Râvî Umer ibn Saîd su kabının ne'vinde şübhe
etmektedir.- RasûluIIah arasıra ellerini bu kabın içine batırıyor ve ıslanan
elleriyle yüzünü sıvazlıyor ve:
— "Lâ İlahe üle'ttah! Ölümün de
şiddetleri, sarsmaları var!" diyordu.
Sonra elini kaldırdı.
Tâ ruhu alınıncaya kadar:
— "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A 'la
camiasında kıl!" duasına devam etti.
Ve bu duâ ile
Peygamberdin (mu'cizeler çıkaran) eli meyledip düştü. (Allâhumme sallı alâ
Muhammedin ve âli Muhammed.)
438-.......Hişâm
ibn Urve tahdîs edip şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr, Âişe'den
şöyle haber verdi: RasûluIIah (S) vefat ettiği hastalığı içinde Âişe'nin nevbet
gününe ulaşmayı isteyerek:
— "Yarın ben nerede olacağım? Yarın ben
nerede olacağım?" diye sorar dururdu.
Bunun üzerine
zevceleri kendisine izin verdiler, böylece O istediği yerde oluyordu. Artık
Peygamber yanında vefat edinceye kadar Âişe'nin odasında olmuştur.
Âişe dedi ki:
Peygamber sağlığında bana gelmekte bulunduğu nevbet gününde, benim evim içinde
öldü. Allah O'nun ruhunu, başı gerdanımla göğsüm arasında iken ve tükrüğü
tükrüğüme karışmış hâlde iken aldı.
Sonra Âişe dedi ki:
Kardeşim Abdurrahmân ibn Ebî Bekr, beraberinde dişlerini misvâkladığı bir
misvakla içeriye girdi. RasûluIIah ona doğru baktı. Bunun üzerine ben:
— Yâ Abdarrahmân, şu misvâğı bana ver! dedim.
O da verdi. Ben
misvâğın kullanılmış yerini dişimle kestim, sonra yumuşattım ve Rasûlullah'a
verdim. RasûluIIah benim göğsüme dayanmış hâlde o misvakla dişlerini ovaladı.
439-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) benim odamda, benim nevbetimde ve ciğerimle
gerdanım arasında vefat etti. Bizlerden herbir kadın O'nu hastalandığı zaman
bir duâ ile Allah'a sığındırırdı. Ben de O'nu bir duâ ile sağındırmaya giriştim.
Bu sırada başını yukarı kaldırdı da iki defa:
— "er-Refîku'l-A
'id içinde kıl, er-Rejîku'i-A 'lâ içinde kıl!" duasını söyledi.
Bu sırada Abdurrahmân
ibn Ebî Bekr, elinde yaprakları soyulmuş yaş bir deynekle bize uğradı.
Peygamber (S) ona doğru baktı. Ben bu bakışından, Peygamber'in o deyneğe
ihtiyâcı var diye düşündüm de, deyneği Abdurrahmân'dan aldım, ucunu ağzımda
yumuşattım ve bir kısmını kestikten sonra bunu Peygamber'e verdim. Peygamber
de bununla misvâklanmakta olduğu en güzel şekilde dişlerini misvâkladı. Bundan
sonra o deyneği bana uzatıp verdi. Bu esnada eii düştü yâhud deynek elinden
düştü. İşte bu suretle Allah, benim tükrüğüm ile O'nun tükrüğünü bu misvak
deyneği vâsıtasıyle birleştirdi ki, bu da Peygamber'in dünyâdan olan günlerinin
en sonuncusu içinde ve âhiretten olan günlerinin de ilk gününde oldu.
440-.......îbn
Şihâb şöyle dedi: Bana Ebû Seleme haber verdi. ona da Âişe şöyle haber vermiştir: Rasûhıllah'ın ölümü
üzerine Ebû Bekr, Sunh köyündeki meskeninden atma binerek Medine'ye geldi ve
mescide indi. (Mesciddeki kalabalığa bakmayarak ve) kimseye bir-şey söylemeden,
doğru Âişe'nin odasına girdi. Hemen Rasûlullah'a yaklaştı. Rasûlullah'ın yüzü
bir Yemen beziyle örtülü idi. Yüzünden örtüyü açtı. Sonra üzerine kapandı, O'nu
(iki gözünün arasından) öptü ve ağladı. Bundan sonra:
— Babam, anam Sana
feda olsun! Vallahi Allah Senin üzerinde iki ölüm birleştirmeyecektir. Sana
takdir edilip yazılmış olan bu ölüm geçidini ise geçirmiş bulunuyorsun! dedi.
ez-Zuhrî dedi ki: Ve
bana Ebû Seleme, Abdullah ibn Abbâs'tan şöyle tahdîs etti: Ebû Bekr
Rasûlullah'ın yanından dışarıya çıktı. Umer ibnu'l-Hattâb ise insanlara:
— Rasûlullah ölmedi! sözünü söylüyordu. Ebû
Bekr:
— Yâ Umer, otur! dedi.
Fakat Umer
oturmuyordu. Ebû Bekr hemen minbere yöneldi. İnsanlar Umer'i bırakarak Ebû
Bekr'i dinlemeye toplandılar. Ebû Bekr, Allah'a hamd ve senadan sonra
"Amma ba'du" deyip şunları söyledi [474]:
— Sizden her kim Muhammed'e ibâdet ediyorsa,
iyi bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Her kim de Allah'a ibâdet ediyorsa, iyi
bilsin ki, Allah hiç ölmeyecek olan diridir. Yüce Allah: "Muhammed ancak
bir rasûldür. Ondan evvel daha nice ramiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür,
yâhud öldürülürse ökçelerinizin üstünde geriye mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi
üzerinde geriye dönerse, elbette Allah 'a hiçbir şeyle zarar yapmış olmaz.
Allah şükr ve sebat edenlere mükâfat verecektir"
(Âiu imrân: 144) buyurmuştur.
İbn Abbâs dedi ki:
Vallahi sahâbîleri o derece şaşkınlık kaplamıştı ki, bu âyeti Ebû Bekr okuyana
kadar, Allah'ın bu âyeti indirdiğini sanki bilmiyorlardı da bütün cemâat bunu
Ebû Bekr'den öğrenmişlerdi. Artık işittiğim herbir insan muhakkak bu âyeti okumaya
başlamıştı.
ez-Zuhrî yine geçen
senedle dedi ki: Bana Saîd ibnu'l-Museyyeb haber verdi ki, Umer o günkü hâlini
şöyle anlatmıştır: Vallahi Ebû Bekr Âlu İmrân âyetini okuyuncaya kadar,
Peygamber'in ölümü hakkında kanâatim yoktu. Onun okuduğunu işitince, dehşet
içinde kaldım. Ayaklarım beni tutmaz olmuştu. Nihayet Ebû Bekr'in o âyeti
okuduğunu işitince artık Rasûlullah'ın öldüğüne kanâat getirip, bulunduğum
yere çöktüm [475].
441-.......
Bu seneddeki râvîler İbn Abbâs ile Âişe'den, Ebû Bekr (R), Peygamber'in ölümünün ardından Peygamber'i
öptü, dediklerini rivayet etmişlerdir.
442-.......Bize
Yahya ibn Saîd el-Kattân, Abdullah ibn Ebî Şeybe hadîsini tahdîs edip şunu ziyâde etti: Âişe (R) şöyle
demiştir: Pey-gamber(S)'in yarı baygın bulunduğu hastalığı içinde ağzına ilâç
koymuştuk. O da bize: İlâç vermeyiniz! diye işaret etmeye başlamıştı. Biz
(Rasûlullah'ın bu çekinmesi) hastalar ilâçtan hoşlanmadığı içindir, dedik (ve
ilâç vermeye devam ettik). Fakat Peygamber ayilınca:
— "Ben sizi ilâç vermekten men' etmedim
mi?" diye azarladı. Biz yine:
— Hasta ilâçtan hoşlanmaz (onun için
azarlıyor), dedik. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Ev içinde bulunan herkes istisnasız bu
ilâçtan alacaktır. İşte ben bakıyorum. Yalnız Abbâs müstesnadır. Çünkü o beni
ilâçla-makta sizinle hâzır bulunmadı!" buyurdu.
Bu hadîsi İbnu
Ebfz-Zinâd, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe'den; o da Peygamber'den
olmak üzere rivayet etmiştir [476].
443-.......el-Esved
ibn Yezîd en-Nahaî şöyle demiştir: Bir kerresinde Âişe'nin yanında,
Peygamber(S)'in (hastalığı sırasında) Alî'ye vasiyet ettiği zikrolundu. Bunun
üzerine Âişe:
— Bu vasiyet sözünü
kim söyledi? Yemîn olsun ben Peygam-ber'i şu hâlde görmüşümdür: Ben O'nu
hayâtının son demlerinde göğsüme dayamıştım. Bu sırada bir tas istedi.
Müteakiben kucağımda bütün vücûdu şarkı verdi. Meğer vefat etmişti. Ben
vefatını anlamadım. Şu hâlde Peygamber, Alî'ye nasıl vasiyet etmiştir? diye
onları reddetti.
444-.......Talha
ibn Musarrıf şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:
— Peygamber (S) vasiyet etti mi? diye sordum.
O:
— Hayır (birşey vasiyet etmedi), dedi. Ben
tekrar:
— Öyleyse insanlar
üzerine vasiyet etmek nasıl farz yazıldı, yâ-hud: İnsanlar nasıl vasiyetle
emrolundular? dedim.
İbn Ebî Evfâ:
— Peygamber Allah'ın Kitâbi'yle vasiyet etti,
dedi [477].
Hz. Ebû Bekr'in
Hutbesi
Hazret-i Ebû Bekir-i
Sıddîk nasıl ki Resûl-i Ekrem hutbede kelâma başlar idiyse aynen o şekilde
evvelâ Cenâb-ı Hakk'a hamd ü sena ettikten sonra umûma hitaben:
— "Bu ümmet
evvelce taştan ve ağaçtan yapılmış putlara tapardı, Cenâb-ı Hakk kendisine
ibadet ve kendisini tev-hîd etmeleri için .onlara Resul gönderdi. Arab kavmine
babalarının dinini terketmek güç geldi. Hakk Ta'alâ hazretleri Muhacirîn'i
îman ile mümtaz kıldı. Onlar Hazret-i Pey-gamber'e yâr oldular. Ve onunla
birlikte müşriklerin ezâ ve cefâsına sabır ve tahammül eylediler. İşte yer
yüzünde ilk defa Hakk'a tapan ve Resulüne îman eden onlardır. Resûl-i Ekrem'in
vefakâr yârı, sâdık yardımcıları ve aşireti onlardır. Bu cihetle onlar emarete
cümleden ziyade hak sahibi ve evlâdır. Bu babda onlarla kimse münazaa edemez,
meğer ki zâlim ola.
"Ey Ensâr, sizin
de dince hizmetiniz, fazilet ve meziyetiniz inkâr olunamaz. Cenâb-ı Hakk sizi
dinine ve Resulüne nusret için intihâb etti. Ve sizlere Resulünün hicretini müyesser
kıldı. Bizce dahi ilk Muhacirlerden sonra sizin mertebenizde başka kimse
yoktur. Resûlullah'a yardımcı oldunuz. Onun için dâva ettiğiniz fazl ü şerefin
ehlisiniz; buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat emaret bahsinde Arab
kabileleri ancak Kureyş'i tanır. Başkasının emaretini kabul etmez. Zira Kureyş
kavmi haseb ve nesebçe Arab'ın fazîletlisidir. Memleketleri Arab yarımadasının
ortasidır. Biz ümerâyız, siz vüzerâsmız. Hiç bir meşveretten geri
bırakılmazsınız. Sizin reyiniz alınmadıkça bir iş görülmez" dedi.
(Filibeli Şehben-derzâde Ahmed Hilmi-Ziya Nur, İslâm Târihi, İstanbul 1982, 2
bs., s. 212'den). .
445-.......
(Peygamberin kayın biraderi ve mü'minlerin anası Cuveyriye'nin erkek kardeşi olan) Amr ibnu'l-Hâris (R)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) -vefatı zamanında- dînâr, dirhem, erkek ve dişi
köle bırakmadı. Ancak binmekte olduğu dişi beyaz katırla harb silâhını, bir de
yolcular için vakıf ettiği (Fedek ve Hayber'deki) arazîyi bıraktı.
446-.......
Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) vefatı günü zevale doğru hastalığı- ağırlaşınca sık
sık bayılmaya başladı. Bundan kederlenen Fâtıma aleyha's-selâm da yüksek
sesle:
— Vây babamın ıztırâbına! dedi.
Bunun üzerine
Peygamber, Fâtıma'ya hitaben:
— "Kızım bu günden sonra babanın üzerinde
hiçbir iztırâb kalmayacaktır" buyurdu.
Enes dedi ki:
Peygamber vefat edince, Fâtıma:
— Yâ ebetâhu! Ecâbe
Rabbâ duâhu! Yâ ebetâhu men cennetu'l-Firdevsime'vâhu! Yâ ebetâhu ilâ
Cibrîlenen'âhu = Ey Rabb'in da'-vetine icabet eden babam! Ey
cennetu'l-Firdevs'te makaamı olan babam! Ey Cibril'e ölümünü haber verdiğimiz
babam! diye hüzün ve kederini açığa çıkarmıştır.
Peygamber defnedildikten
sonra da Fâtıma aleyha's-selâm, Efes'e:
— Ey Enes! Derin bir
bağlılıkla sevdiğiniz Rasûlullah'ın üzerine
toprak saçmağa
gönlünüz nasıl razı oldu? diye bir hüzün ve keder sorgusu sormuştur [478].
Peygamber(S)*in
Şemaili
Millî ve muhterem bir
muharririmiz (Cevdet Paşa) Zât-ı Âlî-yi Nebevî'yi, taklidi gayr-i kaabil
sevimli bir uslûb ile ve muteber, mevsuk eserlere istinaden şu suretle
vasfediyor:
"Resûl-i Ekrem ve
Fahr-i Âlem Muhammedüni'l-Mustafa Sallallahü aleyhi ve sellem hazretleri
hilkatçe ve ahlâkça bütün Âdem oğullarının ekmeli idi. Hep enbiyâ-yı izam
aleyhis-
salâtü ve's-selâm
hazerâtı tâmmü'l-azâ_ve güzel idiler.
Mübarek cismi güzel,
cümle âzası mütenasip, endamı gayet metbû, alnı ve göğsü, iki omuzlarının
arası geniş, boynu uzun ve mevzun ve gümüş gibi sâf, omuzları ve bazuları ve
baldırları iri ve kaim, bilekleri uzun, parmaklan uzunca, elleri ve parmaklan
kalınca idi. Mübarek karnı göğsüyle beraber olup şişman değildi. Ayaklarının
altı çukur olup, düz değildi. Uzuna karîb orta boylu, iri kemikli, iri gövdeli,
güçlü kuvvetli ekmeli idi. Hep enbiyâ-yı izam aleyhissalâtü vesselam hazerâtı
tâmmü'1-âzâ ve güzel idi.
Kemâl-i itidal üzre
büyük başlı, hilâl kaşlı, çekme burunlu, az değirmi çehreli, söbüce yüzlü idi.
Şişman yüzlü ve yumru yanaklı değildi.
Kirpikleri uzun,
gözleri kara ve güzel, büyükçe ve iki kaşının arası açık, fakat kaşları
birbirine yakın idi; çatık kaşlı
değildi. İki kaşının
arasında bir damar vardı ki, gazaplı halinde kabarıp görünürdü.
O Nebî-i Müctebâ
ezherü'1-levn idi. Yâni ne kireç gibi ak ve ne de kara yağız; belki ikisi
ortası ve gül gibi kırmızıya mail beyaz ve nûranî ve berrak olup, mübarek
yüzlerinde nûr lemeân ederdi. Gözlerinin akında dahi az bir kırmızılık vardı.
Dişleri inci gibi âbidâr ve tâbdâr olup, söylerken ön dişlerinden nûr saçılır,
gülerken fem-i saadeti lâtîf bir şimşek gibi açılırdı.
Saçları ne pek
kıvırcık ne de pek düz idi. Saçların: uzattığı vakit kulaklarının memelerini
tecâvüz ederdi. Sakalı sık ve tam idi. Uzun değildi. Bir tutamdan ziyâdesini
alırdı.
Âlem-i bekaa'ya rihlet
buyurduklarında sakalı henüz ağarmağa başlayıp, başında biraz, sakalında yirmi
kadar beyaz kıl vardı.
Cismi nazîf, kokusu
lâtîf idi. Koku sürünsün sürünmesin, teri ve teni en güzel kokulardan âlâ
kokardı. Bir kimse onunla musafaha etse, bütün gün onun râyiha-yı tayyîbesini
duyardı. Mübarek eliyle bir çocuğun başım meshetse, hoş kokusuyla o çocuk sair
çocuklar arasında malûm olurdu.
Doğduğu vakit dahi
nazîf ve pâk idi. Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuştu.
Havassı fevkalâde kavı
idi. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremiyeceği mesafeden görürdü.
Harekâtı hep mutedil
idi. Bir yere azimetinde sağ ve sola meyletmeyip kemal-i vakar ile doğru
yoluna gider ve fakat diğerleri sür'atle yürüdükleri halde bile ondan geri
kalırlardı.
En mükemmel ve
müstesna surette yaratılmış bir vücûd-i mes'ûd ve mübarek idi. Güler yüzlü,
tatlı sözlü idi. Kimseye fena söz söylemez ve kimseye bed muamele eylemez ve
kimsenin sözünü kesmez, mülayim ve mütevazı idi. Haşîn ve galîz değildi. Fakat
mehîb ve vakur idi. Beyhude söz söylemezdi. Gülmesi dahi tebessüm idi.
Onu ansızın gören
kimseyi mehabet alırdı ve onunla Ülfet ve sohbet eyleyen kimse ona can ü
gönülden âşık ve mu-hîb olurdu. Ehl-i fazla derecelerine göre ihtiram eylerdi.
Akrabasına dahi pek ziyade ikram eylerdi. Lâkin onları kendilerinden efdâl
olanların üzerine takdim etmezdi.
Hizmetkârlarını pek
hoş tutardı. Kendisi ne yer ve giyerse onlara dahi onu yedirir, onu
giydirirdi.
Sehî ve kerîm, şefîk
ve rahim, şecî ve halîm idi. And ve vaadinde sabit, kavlinde sâdık idi.
Velhâsıl hüsnü ahlâkça, akıl ve zekâvetçe cümle nâsa faik ve her türlü medih ve
senaya lâyık idi.
Kitap okumamış, yazı
yazmamış olduğu halde avam ve havasın, zahirî ve bâtınî umurunda vâki olan
hüsn-i tedbîr ve tasarrufunu bir adam düşünse o Hazret'in ne mertebe akıl, fehm
ve zekâsı olduğunu derhal anlar.
Cehil zulmetleri
içinde kalmış Arab kabâili arasında büyüyüp ve Arab yarımadası gibi ücra bir
mahalde zuhur eyleyip de ümmî olduğu halde insanları ilim ve maârif nurları
ile nurlandırdığmı bir akl-ı selîm sahibi teemmül etse, bilâ-tereddüt onun
nübüvvet dâvasını ihtiyarsız tasdik eder.
Yemede, giymede,
zarurî miktar ile iktifa ve ziyâdesinden çekinirdi. Bulduğunu yerdi; bulduğunu
giyerdi. Tam doyuncaya ve karnı doluncaya kadar yemezdi. Üzerinde yatıp
uyuduğu döşek, deriden mâmûl olup içi dahi hurma lifi idi.
Az zaman içinde bunca
fütuhata mazhar olmuş ve vâridât-ı İslâmiye çoğalmış iken, dünya malına asla
iltifat eylemezdi. Ganimetlerden kendisine kalan malların ekserisini
müstehak-larına sadaka olarak verip, kendi maişeti için pek az şey alı-koyardı.
Bu cihetle bazan istikraza mecbur olurdu.
Ehl-i Beyt'inin
ekseriya yedikleri arpa ekmeği yahud hurma idi. Dâr-ı ukbâ'ya azimetinde en
sevgili zevcesi olan Ayşe hazretlerinin hücresinde cüz'î arpadan başka yiyecek
yoktu. Zırhı bir Yahûdî elinde merhûn idi ki ıyâlinin nafakası için otuz ölçü
arpa ödünç alıp zırhını rehîn etmişti" {Cevdet Paşa, Kısâs-ı Enbiyâ'dan).
447-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb, ilim ehlinden olan birtakım adamlar içinde haber verdi
ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) sıhhatte iken birçok defalar:
— "Hiçbir peygamberin ruhu, cennetteki
durağını görmedikçe kabzolunmaz. Sonra muhayyer bırakılır" buyurmuştu.
Kendisine hastalık
gelince, başı dizimin üzerinde bulunduğu bir sırada bayıldı. Sonra ayılınca
gözünü açıp evin tavanına doğru dikti.
Sonra:
— "AHâhumme er-Refika'I-A'lâ (= Yâ Allah,
en yüksek refiki isterim)!"
buyurdu.
Bunun üzerine ben:
Artık Peygamber şimdi bizi tercîh etmiyor, dedim. Ve bildim ki, Peygamber'in bu
sözü, sıhhatli zamanında vaktiyle bize söylemekte olduğu sözüdür.
Âişe dedi ki: İşte bu
"AHâhumme er-Refika'l-A *fâ" sözü, Peygamber'in söylediği en son
kelime, yânî kelâm oldu [479].
(Yânî hangi senelerde
ve kaç yaşında vefat ettiği babı)
448-.......Bize
Şeybân ibn Abdirrahmân en-Nahvî, Yahya ibn Kesîr'den; o da Ebû Seleme'den; o da Âişe ile İbn
Abbâs(R)'tan tah-dîs etti ki, Peygamber (S) Mekke'de kendisine Kur*ân
indirilerek on sene, Medine'de de on sene eğlendi, dediklerini tahdîs etti.
449-.......
Bize el-Leys, Ukayl'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da
Âişe(R)'den: Rasûlullah (S) altmışüç yaşında iken vefat etti, diye tahdîs etti.
İbnu Şihâb: Ve bana
Saîd ibnu'I-Müseyyeb de bu metindeki gibi altmışüç yaşı haber verdi, demiştir [480].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
450-.......Âişe
(R): Peygamber (S), zırhı otuz sâ' ölçeği arpaya karşılık bir Yahudi'nin
yanında rehin verilmiş olduğu hâlde vefat etti, demiştir.
451-.......
Bize Mûsâ ibn Ukbe, Sâlim'den; o da babası İbn Umer'den şöyle tahdîs etti:
Peygamber (S) Usâme'yi ordu üzerine kumandan ta'yîn etti. Bâzı kimseler
Usâme'nin kumandanlığı hakkında i'tirâz sözleri söylediler. Bunun üzerine
Peygamber:
— "Sizin
Usâme'nin kumandanlığı hakkında söyledikleriniz bana ulaştı. Usâme (babasından
sonra) bana insanların en sevimlisidir" buyurdu.
452-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den (o, şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Rumlar üzerine göndermek
için bir ordu hazırladı ve başına da Usâme ibn Zeyd'i emîr ta'yîn etti.
İnsanlar, Usâme'nin emirliği hakkında kötüleme yaptılar. Bunun üzerine
Rasûlullah ayağa kalkıp bir hutbe yaparak: "Eğer sizler şimdi Usâme'nin
kumandanlığına kötüleme yapıyorsanız, sîz bundan önce onun babasının
kumandanlığına dil uzatmıştınız. Allah'ayemîn ederim ki, Zeyd kumandanlığa nasıl
lâyık idiyse ve o bana insanların en sevimlilerinden biri idiyse, hiç şübhesiz
şu Usâme da babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir"
buyurdu [481].
(Bu, geçen bâbdan bir
fasıl gibidir.)
453-.......
Bana Amr ibnu'I-Hâris, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ebû'1-Hayr'dan haber verdi
ki, Ebû'1-Hayr es-Sanâbihî'ye:
— Medine'ye ne zaman hicret ettin? diye sordu.
es-Sanâbihî de ona şöyle cevâb vermiştir:
— Bizler, Peygamber'e
hicret etmek üzere Yemen'den yola çıktık. Cuhfe'ye geldik. Karşıdan bir
süvârîyönelip geldi. Ben o süvârî-ye: Bize Medine'den haber ver, dedim. O zât:
Peygamber(S)'i beş gün önce defnettik, dedi.
Ebû'1-Hayr dedi ki:
Ben es-Sanâbihî'ye:
— Kadir gecesinin ta'ymi hakkında birşey
işittin mi? dedim. O:
— Evet işittim. Bana Peygamber'in
müezzini Bilâl, onun ta'yî-ni ramazânın son on günü içindeki yedidedir, diye
haber verdi, dedi [482].
454-.......Ebû
Ishâk Amr es-Subey'î şöyle demiştir: Ben Zeyd
ibn Erkam(R)'a:
— Rasûlullah ile kaç gazada bulundun? diye
sordum.
— Onyedi gazada, diye cevâb verdi. Ben:
— Peygamber (S) bizzat kaç gazada bulundu?
dedim.
— Ondokuz gazada bulundu, dedi [483].
455-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) tahdîs edip: Ben Peygamber'in beraberinde onbeş gazaya gittim,
demiştir.
456-.......Bureyde
ibnu Husayb da RasûlulIah(S)'ın beraberinde onaltı gazaya gittiğini
söylemiştir [484].
Rahman ve Rahîm olan
Allah'ın ismiyle
Hamd Allah 'a
mahsûstur; O 'na hamd eder, O 'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet verirse
artık O 'nü hiç saptıracak yok, saptırdığına da hiç hidâyet verici yoktur.
Sözün en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed'in yoludur.
(Dînde) işlerin senlileri, sonradan kâd edilen bidatlerdir. Her bid'at da
sapıklıktır ı.
1 Müslim, Cumua,
Tahfîfu's-salât ve'1-hutbe, rak. 45, Câbir'den; "Sözün en hayırlısı"
kısmı Buhârî, Edeb, "Bâb fi'1-hedyi's-sâlih", rak. 122'de İbn
Mes'tid'dan rivayet edilmektedir. Bu son kısmı yakın bir lâfızla Ahmed ibn
Hanbel, Câbir(R)'den rivayet etti.
Buhârf nin
"Kitâbu't-Tefsîr"i Hakkında Birkaç Söz
Buhârî'nin diğer hadîs
kitâblarmdan biri "ta'lîk" diye adlandırılan râvîler zinciri
kısaltılmış veya tamamen kaldırılmış hadîs ve haberlerden, diğeri de hadîs ve
haberler arasında bol bol bulunan dilbilgisi ile ilgili malzemeden ibaret iki
mühim husûsiyetiyle ayrıldığı görülmüştür. Sahîh'in ihtiva ettiği dil
bilgisine âid malzeme kitabın her yerinde bulunmakla beraber, en çok
rastlandığı yer Tefsîr Kitabındır (Buhârî'nin Kaynakları, VII, VIII).
Buhârî'nin
el-Câmi'u's-Sahîh% muhteva bakımından umumiyetle iki kısımdan teşekkül eder.
Bunlardan biri isnâd bakımından muhtelif dereceler ifâde eden hadîsler, diğeri
hadîs edebiyatının hassaten Buhârî için kullandığı ta'bîrle "terâcim'Men
ibarettir. Buhârî, kitabının bu ikinci husûsiyetiyle, hadîs musannıflarmdan
bariz bir şekilde ayrılır. "Bâb"Iarm isimleri ve muhtevalarının bir
nevi' hulâsası mâhiyetinde olan ta'rîflerden ibaret bulunan bu kısım, kitabında
mühim bir yer işgal etmektedir. {Buhârî'nin Kaynakları, s. 52).
"Terâcim" adı verilen bu kısımlarda bazen "Kaale" ve bazen
"Kaale gayruhu" ta'bîrini ta'kîb eden muhtelif cümleler, bazen
kaaili zikr olunmamakla zahiren Buhârî'nin imiş gibi görünen birçok fikirler
vardır. Bâblarının arasına yayılan bu gibi fikirler, kitabının hemen her
tarafında bol bol bulunmakta ise de, en çok Tefsîr Kitâbı'-nda göze
çarpmaktadır. (Buhârî'nin Kaynakları, s. 53).
Buhârî'nin kendinden
evvelki tefsîr kitâblarıyle ortak olan bu kısmının diğerlerine hiç benzemeyen
bir tarafı vardır: Diğer kaynaklar kendilerinden evvelki âlimlerden almış
oldukları bu izahları isnâdlarla uladıkları hâlde, Buhârî, hemen hemen dâima
senedleri kaldırıp sâdece o îzâhın sahibi olan sahâbî, tabiî ve tabiîden sonra
gelenlerin ismini bırakır. Kendilerinden Kur'ân'da gelen kelimelerle ilgili
bilgiler rivayet ettiği şahısları tâ-rîh sırasına göre üç kısma ayırmak
kaabildir: Sahâbî, Tâbiûn ve Tâbiûn'dan sonrakiler.
a. Sahâbîlerden isnâdsız gelen lügat izahları:
Umer ibnu'l-Hattâb (Ö.
23)............................................... 3
Abdullah ibn Mes'ûd
(32)................................................ 2
Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(44) .................................................. 1
Abdullah ibnu'z-Zubeyr
(73) ............................................ i
Abdullah ibn Abbâs
(69).................................................187
b. Tâbiûndan isnâdsız gelen lügat İzahları:
Mucâhid ibn Cebr
(103)..................................................144
İkrime(105)................................................................... 12
Saîd ibn Cubeyr
(54)....................................................... 10
Ebû'I-Âliye
(90)............................................................. 9
el-Hasenu'1-Basrî
(121) .................................................... 12
Katâde ibn Diâme
(117).................................................. 16
Saîd ibnu'l-Müseyyeb
(95) ............................................... 2
İbrâhîm en-Nahâî (95)
.................................................... 2
Ebû Vâil (85) ................................................................ 1
er-Rabî' ibn Huşeym
(63)................................................ 1
Alkame ibn Kays
(102).................................................... 1
Alî ibnu'l-Hüseyin
(104).................................................. 1
Atâ ibn Ebî Rebâh
(104)................................................. 1
Ebû Meysere ibn
Şurahbîl
............................................ 1
Ubeyd ibn Humeyr
(68).................................................. 1
c. Tâbiûndan sonra
gelenlerden alman isnâdsız izahlar:
Sufyân es-Sevrî (161)
...................................................... 1
Sufyân ibn Uyeyne
(198)................................................. 10
_ Buhârî'de kaldırılan
isnâdlann yerine geçen şahısların çoğunun müstakil birer tefsîr sahibi
olduğunu birçok kaynaklardan öğreniyoruz 2.
Buhârî'nin bu tip
rivayetleri içinde Abdullah ibn Abbâs (187 aded) ve Mucâhid'den (144 aded)
gelenler mühim bir yer işgal eder. Her ikisinin de yazılı birer Tefsîr sahibi
oldukları biliniyor. Buhârî'nin garîb kelimelerin izahında îbn Abbâs'tan sonra
geniş çapta faydalanmış olduğu Mucâ-hid'in tefsîrinin sıhhati, hemen hemen
bütün âlimlerce kabul edilmiş, İmâm Şafiî, Buhârî ve diğer birçok muhaddislerin
ondan faydalandıkları sık sık ifâde olunmuştur {Buhârî'nin Kaynakları, s. 123).
2 Bu zevatın
tefsirlerini İbnu'n-Nedîm'in Fihrist *m&&\ (226-235), Keşfu'z-Zunûn'un
"Tefsîr" maddesinden, Taberî'nin kaynakları hakkında eski bir
rivayeti muhafaza eden Yakut'un Îrşâdu'l-Erib'inden (XVIII, 54-65), Sa'lebî'nin
el-Keşf ve't-Beyân adlı tefsîrinin mukad-dimesindeki geniş bilgilerden ve
Buhârî şerhlerinden, hâsseten İbn Ha-cer'in Ta'lîku't-Ta'lîk'mdan ve bunların
hâl tercemelerini ihtiva eden diğer birçok kitâblardan öğreniyoruz (Buhârî'nin
Kaynakları, s. 121, haşiye: 1).
Kitâbu't-Tcfsîr/4161
r
Buhârî - Sahîh'in dil
bilgisi kaynakları hakkında en mühim bilgileri veren İbn Hacer'e göre- en çok
şu dört dil âliminin kitâblarmdan faydalanmıştır: Ebû Ubeyde Ma'mer
ibnu'l-Müsennâ (210), el-Ferrâ (211), en-Nadr ibn Şumeyl (203), Ebû Ubeyd
el-Kaasım ibn Sellâm (221).
Âyetlerin tefsîri için
muhtelif kaynaklara müracaat edip herhangibir sahâbî ve tabiînin adını
açıkladıktan sonra bu dil âlimlerinden yaptığı nakiller için "Vekaale
gayrulıu" veya "Ve kaale ba'duhum" ta'bîrini kullanır
(Buhârî'nin Kaynakları, s. 120-130).
Buhârî'nin
Kitâbu'l-Enbiyâ'da dil âlimlerinden alınmış olan parçaların şerhi esnasında
şârih Kirmânî: "Bu, kitabın fâidelerini artırmak değil, hacmini
büyültmektir" demişti (Fethu'l-Bârî, VI, 259). Buna karşı İbn Ha-cer:
"Bir sarihin, şerhine çalıştığı kitaba karşı böyle bir uslûbla itham etmesi
normal değildir. Hiç şübhesiz Kur'ân'daki garîb kelimelerin îzâhında fayda
vardır. Onun {Kirmânî'hin) burada kitabın faydasını çoğaltmak hususiyetini
kabul etmemesi merdûddur. Bu kitabın esâs konusu sahîh hadîslerin getirilmesi
ise de bir çok âlimler onun sahabe ve tâbiûnun veya muhtelif fakîhlerin
sözlerini nakilden maksadının, kitabın rivayet malzemesiyle dirayet
malzemesinin bir arada bulunmasını istemesinden ibaret olduğunu anlamışlardır.
Dirayet malzemesinin bir nev'i de hadîsin garîb kelimelerinin izahıdır. Buhârî
bir hadîste bir garîb kelime bulunur ve bunun aslı veya benzeri Kur'ân'da
mevcûd olursa, Kur'ân'daki kelimenin şerhine teşebbüs ve Kur'ân ile hadîsin her
ikisini birden şerh etmek suretiyle faydayı artırmaya gayret etme>i âdet
edinmiştir. Bed'u'1-Halk veya Kısâsu'l-Enbiyâ gibi kısımlarda kendi şartına
uygun hadîs bulamadığı takdirde, onun yerini Kur'ân'da geçen garîb kelimelerle
doldurmasının faydası nasıl inkâr edilebilir?" diyerek i'tirâz etmiştir
{Fethu'l-Bârî, VI, 259).
Aynî ise Kirmânî'nin
ve İbn Hacer'in sözlerini naklettikten sonra: "Evet, bunlar faydadan hâlî
değildir, fakat Buhârî'nin kitabının gayesi hadîsleri ortaya koymaktır,
lügatleri değıY'demıştn {Umdetu'l-Kaarî, VII, 310). {Buhârî'nin Kaynakları, s.
159-160).
Buhârî Tefsîr
Kitâbı'nda sûre ismi ve Besmele'den sonra, sûrenin tamâmının tefsirini değil,
sâdece tefsîr etmek istediği ta'bîrlerin ve bâzı âyetlerin tefsirlerini
getirmektedir. Gerek sûrelerin evvellerinde, gerek bâb başlarında o sûrede
geçen bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini nakletmektedir, biz metinde
verilen bu kelime ve ta'bîrlerin okuyucular tarafından daha kolay ve iyi
anlaşılması için ya bunların baş veya son kısımlarından daha bâzı kelimeler
ilâvesiyle, yâhud da o âyetin yarısının veya bütününün Türkçe mealini vermeğe
çalıştık, ve herbir kelime ve ta'bîrin geçtiği âyet rakamlarını metindeki
yazılma sırasına göre tesbît edip bildirdik. Gerek meallerde, gerek haşiyelerde
yazdığımız terceme ve bilgilerin çoğunu Hasan Basrî Çantay'm Kur'ân-ı Hakim ve
Meâl-i Kerîmi ile Elmahli Mu-hammed Hamdî Yazır'm Hakk Dîni Kur'ân Dili
tefsirinden nakledip, cild
4162/Sahîh-i Buharı ve
Tercemesi
ve sahîfe rakamlarını
gösterdik. "Çünkü -herhangi bir konuda- yazılanların en güzellerinden
bâzı tekrarlar yapmak en güzelidir" (E. Göze).
Buhârî bu Tefsir
Kitâbi'nda 114 sûreyi sırasıyle birer başlık yapmış, bu başlıklardan sonra da o
sûredeki bâzı âyet ve ta'bîrler hakkında tefsîr-ler nakletmiştir. Bu suretle
467 bâb altında naklettiği senedli hadîslerin sayısı 500'dür. Fadâilu'l-Kur'ân
Kitâbi'nda ise 37 bâb altında 85 hadîs getirmiştir. Bunların toplamı 585 hadîs
ediyor. İmâm Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh'mm Kitâbu't-Tefsîr'i ise, Sahihinin en
sonunda 7 bâb içinde getirdiği 34 hadîsten ibarettir. Hadîs kitâbları içinde
Buhârî'den sonra müstakil bir Tefsîr Kitabı ayırıp en çok hadîs getiren
hadîsçi, Buhârî'nin genç çağdaşı ve öğrencisi olan İmâm Tirmizî (ö. 279)'dir.
Tirmizî de Fadâilu'l-Kur'ân Kitâbi'nda 25 bâb içinde 41 hadîs, Kıraatler
Kitâbi'nda 13 bâb içinde 22 hadîs, Kur'ân'ın Tefsiri Kitâbi'nda 96 bâb içinde
42 hadîs getirmiştir. Takriben her üç kitâbda 505 kadar hadîs getirmiş oluyor
(Rakamlı baskıda 2875'ten 3369'a kadar).
Buhârî'nin
et-Câmi'u's-Sahîhl ile ilgili birtakım bilgiler Mukaddime'de verilmişti. Mesafe
uzadığı ve bir de Tefsîr Kitabı'nm özelliğini belirtmek maksadıyle bu bilgiler
ve tavsiflerin bâzısını burada tekrar yazmış bulunuyoruz.
Mehmed Sofuoğlu
Tefsîr İlminin Önemi
Hamdele ve Salvele'den
sonra: Şübhesiz himmet (azm ve istek) boyunlarının uzanacağı en iyi ve
ümmetlerin elde etme yansı yapacakları en büyük şey, kalbin hayâtı, hâlis aklın
sağlığı olan ilimdir. İlim nevi'lerinin en ulu ve en yükseği, delilleri en
kâmil ve en yararlı olanı da şer'î ilimler ve dînî bilgilerdir. Çünkü kulların
iyiliğinin nizâmlanıp (dizilip) sabit olması, âhirette kurtuluş ve zafere nail
olmak, ancak bu ilimlerle gerçekleşir.
Tefsîr ilmi ise bunlar
arasında sânca en yükseği, burhanca en kuvvetlisi, yapıca en sağlamı, beyânca
en açığıdır. Çünkü tefsîr, dînî ilimlerin alınma yeri ve esâsıdır; elde
edilmeleri ve öğrenilmeleri ancak ona dayanır; hattâ vasıflandığı gibi tefsîr,
dînî ilimlerin başbuğu ve başıdır. Nasıl olmaz ki, onun konusu şerîatin
toplayıcısı, dînin direği, hikmetin pınarı, peygamberliğin delili, baş ve kalb
gözlerinin nuru olan Ulu Kitâb'dır ki, ondan başka Allah'a ulaştıracak hiçbir
yol yok; ondan başkasıyle kurtuluş yok, ona aykırı olan hiçbirşeyin tutunup
korunması yoktur. Şu muhakkak ki, ak (güzel ve azîz) şeriatına muttali' olmayı
meram eden, onun maksadlanna erişmeye, necîb âlimlerine yetişmeye tama' eden
kimseye tefsiri gece sohbetçisi ve enîs (üns ve ülfet eden kişi) edinmesi ve
onu her zaman fikir ve amelce meclis yoldaşı yapması lâzım gelir. İşte böylece
hacetine fırsat ve isteğine zafer bulmaya yaklaşır ve kendini öne geçenlerden
ve doğru yolu bulan ilk süvari bölüğü içinde bulur; kalbinde îmân nuru parlar,
kalb gözünde irfan güneşi doğar, dünyâda ve âhirette yüksek bir mekâna konup
yerleşir..." (MuhammedCemâleddînel-Kaasımî, Mehâsinu't-Te'vîl, Mukaddime,
s. 4).
[1] ei-öazvu, gayn'ın fethi ve noktalı zâ'm sükûnu İle bir
nesneyi irâde ve taleb eylemek, kasdeylemek ve düşmanla cenk ve kıtal eylemeye
gitmek ma'nâlanna-dır.
el-Iğzâ ve't-Tağziye,
bir adamı gazaya hami eylemek, gaza ettirmek.
el-Mağzâ, mecra
vezninde mekân ismidir; maksad ve meram ma'nâsına-dır. Kelâmın mağzâsı, maksadı
ma'nâsmadır.
el-Mağâzî, mîm'in
fethiyle, gâzîler kısmının, menkabeteri ve dâstânlanna denir; siyer ve şeh-nâme
gibi. Mağâzî Kitabı bu ma'nâdandır. Şârih der ki, bunun müfredi yoktur yâhud
müfredi Mağzâ ve Mağzât kelimeleridir (Kaamûs Ter,). Mağâzî, Mağzâ ve Mağzât'm
cem'i olduğuna ve bunlar da mîmli masdar veya mekân ismi olabileceğinden, bu,
Peygamber'in gazve menkabeleri veya Peygamber'in gazve sahaları diye terceme
edilebilir.
Bu başlık, Peygamber'in
sâdece harb ve cihâd menkabeleri, askerî hareketleri değil, Medine'de kurduğu
islâm Devleti'nin dînî, siyâsî, hukukî ve icti-mâî bütün hayâtı ve
faaliyetlerini içine almaktadır.
Peygamber Mekke'de harbe
izinli değildi, tslâm hukukunda insanlar arasında aslolan sulh ve musâlemet
dâiresinde münâsebettir. Harbe zaruret Üzerine başvurulur. Peygamber Medine'ye
geldiğinde yine bu esas üzerine yürümüştür. Fakat islâm'ı ve müslümânlan
savunmak İhtiyâcı belirince, evvelâ savunma harbine izin verildi.
[2] Gazve'nin el-Ğazvu masdarından alındığını,bunun da
düşmanla cenk ve kıtal eylemeye gitmek ma'nâsına geldiğini bundan önceki
haşiyede nakletmiştik. Ri vâyet ilmiyle siyer ıstılahında gaza ve gazve
ta'bîrleri, Peygamber'in bizzat hazır bulunduğu harblere denilir. Peygamber'in
bizzat içinde bulunmadığı askeri müfrezelere seriyye denilir. Seriyye,
hareketleri ekseriyâ-gece cereyan eden çete ve akıncı müfrezesi demektir.
Seriyyenin asker sayısı üç ile dörtyüz arasında olur, bunlar çok kerre keşif
hizmetlerinde kullanırlar.
Müdâfaa harbine izin
verilince Peygamber önceleri bizzat harbe katılmayıp üç seriyye, üç akıncı
müfrezesi hazırlamış, bunları bâzı emniyet ve keşif hizmetlerine göndermiştir.
Buhârî'nin bu ilk seriyyeler hakkında rivayeti bulunmadığından, bunları siyer
kitâblarından kısaca nakledelim:
ilk seriyyeler üç
tanedir:
a. Hamza ibn Abdilmuttalib seriyyesi, otuz
kişilik olup, hicretin yedinci ayına tesadüf eden ramazân başında, Şam'dan
gelmekte olan ve üçyüz kişinin koruduğu Kureyş kervanı üzerine gönderilmiş,
çarpışma yapılmadan dönmüştür.
b. Ubeyde ibn Haris ibn
Abdilmuttalib seriyyesi, altmış kişilik olup, Ebû Sufyân'm maiyyetinde Mısır'a
gitmekte ve ikiyüz kişiyle korunmakta olan kervan üzerine şevval başında
gönderilmiş, Rebîg vadisinde karşılaşılmış, fakat çarpışma olmamıştır.
c. Sa'd ibn Ebî Vakkaas
seriyyesi, zu'1-ka'de başında yirmi süvarilik müfreze yollanmış, bunlar
geceleri gidip gündüzleri gizlenerek beş günlük yolculukla Cuhfe yanında Hezâz
suyuna kadar varmışlar, kervanın geçtiğini öğrenince daha ileriye gitmeye izin
verilmediği için geri dönmüşlerdir. Bu seriyyelerin üçünde de harb ve kıtal
olmamıştır.
[3] Peygamber'in bizzat katıldığı ilk gazve, Muhammed ibn
İshâk'ın Mağ&zîsmde buradaki sırayla verilmiştir. Muhammed ibn İshâk
Mağâzî'de imamdır, doğru sözlüdür, hicrî yüzellibir yılında vefat etmiştir.
Meşhur el-Mağâzî kitabının bir kısmı HamîduIIah tarafından son zamanlarda
bulunup neşredilmiş?, u: Konya Hayra Hizmet Vakfı, 1981/1401.
a. Ebvâ: Rasûlullah'm
bizzat katıldığı ilk gazve olduğunu, buna Veddân gazası da denildiğini Vâkıdî
bildirmiştir. Rasûlullah bu gazveye hicretin onikinci ayı olan saferin
evvelinde çıkmış, Medine'de Sa'd ibn Ubâde'yi kaymakam bırakmış, beyaz bayrağı
Hamza'ya vermiştir. Bu gazveye yalnız Muhacirler iştirak ettirilmiş, Kureyş'e
karşı bir mukaabele maksadıyle ve aynı zamanda Damre ibn Bekr oğulları'nı itaat
altına almak için çıkılmıştı. Düşmana tesadüf edilmediğinden çarpışma olmamış,
yalnız Damre oğulları'yle bir muahede yapılıp dönülmüştür. Ebvâ, Mekke ile
Medine arasında, Medine'ye daha yakın bir yerdir. Peygamber'in annesi Âmine orada
gömülmüştür. Peygamber orada birkaç gün kalmıştır.
b. Buvât, Medine'ye üç,
dört berid (yânî 36 veya 48 mil) uzaklıkta bir arazîdir. Rasûlullah Şam'dan
gelen Kureyş kervanına i'tirâz ve mukaabele maksadıyle hicretin onüçüncü ayına
tesadüf eden rebîu'l-evvelde ikiyüz kişilik bir süvârî müfrezesiyle hareket
etmiş, düşmanla karşılaşılmadan Medine'ye dönmüştür.
c. Uşeyre veya Useyre, Yenbû' vadisinde bir
yerdir. Peygamber Buvât'tan sonra buraya sefer etmiştir. Bu sefer de Şam'a
gitmekte olan Kureyş kervanına karşı idi. Peygamber bu sefere katılmayı serbest
bırakmış, Muhacirler'den yü-zelh kışı ile hareket etmiş, yanlarına aldıkları
otuz deveye nevbetleşe binilmiştir. Medine'den çıkışı Zâdu'l-Meâd'da, hicretin
onaltmcı ayı olan cumâda'1-âhir ol duğu bildiriliyor. Bu seferde de düşmanla
karşılaşılmadı. Yalnız Yenbü' tarafında oturan Mudlic oğullan kabilesiyle bir
sulh anlaşması yapıldı. Mudlİc oğulları, Damre oğulları'nın müttefiki
olduğundan, onlara verilen emânnâmenin benzeri buniara da verilerek Medine'ye
dönüldü. Peygamber'in Medine'den Uşey-re'ye varıncaya kadar uğradığı yerler İbn
Hişâm'ın Sfre'sinde bildirilmiştir.
[4] Zeyd ibn Erkam bu hadîsinde Peygamber'in ondokuz
gazası olduğunu bildirmiştir. Müslim'in Câbir'den gelen rivayetinde bu sayı
yirmibirdir. Belki Zeyd bunlardan bâzısını mühim görmemiştir. Şârih Aynî,
mağâzî ve siyer müelliflerinin Peygamber'in gazve sayısını daha
yükselttiklerini bildirerek şöyle demiştir: Mûsâ ibn Ukbe, İbn tshâk, Ebû
Mıs'ar, Abdurrahmân ibnu Ebi'z-Zinâd, İbn Sa'd ve benzerleri Peygamber'in
bizzat katıldığı gazvelerin yirmiyedi, akıncı.seriyyeleri-nin de kırkyedi
olduğunu zikrettiler. Ancak bunların bâzısı, gazveleri birbiri içine girdirerek
sayıyı azaltmışlardır (özetle: VIII, 135-136).
[5] Bir ara Rasûlullah harb sahasını gezdi. Eliyle işaret
ederek ve Kureyş ileri gelenlerinin adlarını birer birer sayarak: Inşâallah
şurası Fulamn öleceği yerdir. Burası da Fulamn, burası da Fulanın! diye
göstermiş; hakîkaten haber verdiği kimselerden hiçbirisi, Peygamber'in
gösterdiği noktadan ileri geçemeyip oraya devrilmiştir (Zâdu '1-MeâdJ.
[6] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Peygamber (S)
Bedir'de öldürülecek kimseleri haber vermiş, işte bu Umeyye de Bedir'de
öldürülmüştür. Bu, Pey-gamber'in en belîğ mu'cizelerindendir. Bu sebebden
dolayı bu hadîsin diğer bir rivayeti Peygamberlik Alâmetleri Bâbı'nda da
geçmişti.
Umeyye ibn Halefin
öldürülmesi hakkında birkaç rivayet vardır. Mûsâ ibn Ukbe'ye göre, onu öldüren,
Ensâr'dan Mazin oğulları'ndan bir adamdır. Mu-hammed ibn Ishâk'a göre
Umeyye'nin ortak kaatilleri Muâz ibn Afra ile Hârice ibn Zeyd ve Habîb ibn
isaftır. Bir kavle göre Bilâl Habeşî, Ensâr'dan birkaç zât ile birlikte
karşısına çıkıp hayâtına son verdiler. Pek şişman olan vücûdu şiştiği ve
gömülmesine çâre bulunamadığı için tamamen örtülünceye kadar üzerine toprak
yığdılar. Sonra İaşesi Bedir kuyusuna sürüklenirken parça parça oldu. Bu
Umeyye, Rasûlullah ile alay edenlerden biri olup "Veytun Û-kuüi
humeze" Sûresi onun hakkında inmişti. Mekke'de iken kölesi olan Bilâl'e
İslâm Dîni'-nden dönmesi için türlü türlü işkenceler yapardı. Bedir'deki o
meşhûf kuyuya, onunla birlikte yirmidört kadar Kureyş önde geleni atılmıştır.
[7] Bedir, Medine'den yüzyirmi fersah uzaklıkta bir yerin
adıdır. Câhiliyet devrindeki panayır yerlerinden biri olup suyu, muz ve üzüm
bağları vardır.
Küçük ve Büyük olmak
üzere iki Bedir gazası vardır. Küçüğüne Birinci Bedir de denilir. Bu,
Peygamber'in Uşeyre'den dönüşünden on gün sonradır. Sebebi de Kureyş
başkanlarından Kürz ibn Câbir'in bir müfreze ile Medîne korularına kadar
gelerek Medîneliler'in hayvanlarını sürüp götürmesidir. Bu vak'a üzerine
Peygamber, Muhacirler'den bir fırka ile Kürz'ün arkasından gitmiş ve Bedir yakınma
kadar varmış, Kürz savuşup gitmiş bulunduğundan, Medine'ye dönmüştür.
Bu başlıkta kasdedilen
Büyük Bedir gazâ'sıdır, Uşeyre seferinin sebebi olan Ebû Sufyân kaafilesinin
Şam'dan dönüşünü önlemek maksadıyle yapılmıştır. Bu, zengin bir ticâret
kaafılesi olup, kırk kişi ile korunuyordu. Peygamber Üç-yüzon küsur kişi ile
hareket etti. iki atlı ve yetmiş develeri vardı. Mekkeüler Ebû Sufyân kervanını
kurtarmak için 950 veya 1000 kişi ile Mekke'den hareket ettiler. Yüz atlı, yüz
hecin süvârîsi, geri kalanı da piyade idi.
[8] Buhârî buradaki âyetleri Bedir Harbi'nde İki taraf
kuvvetleri ve sayılarının farklı olmasına rağmen, müslümânların zaferle
va'dedümiş olduklarını işaret için zikretmiştir. Vahşî'nin sözünü Uhud Harbi
kısmında senediyle getirecektir.
[9] Bu seferde karşı çıkılacak kervan zayıf olduğu için
fazla önem verilmemiş ve sefere katılmak serbest bırakılmıştı. İşte Ka'b ibn
Mâlik bu sözleriyle Bedir harbine katılmama sebebi olan bu serbest bırakılmayı
ifâde etmiş oluyor. Ka'b'ın dediği gibi, Allah, müslümânlarla düşmanları olan
Kureyş büyük ordusunu ummadıkları bir zamanda karşı karşıya getirdi.
Müslümanlarda iki atlı vardı: Zu-beyr ibmı'l-Avvâm ile Mıkdâd ibnu'l-Esved.
Yetmiş de develeri vardı, ikişer, üçer binmişlerdi. Altı zırh ve sekiz kılıçlan
vardı. Rasûlullah, Ibnu Ümmİ Mektûm'u Medine'de kaymakam bırakarak, ramazânın
sekizinci pazartesi günü hareket etti. Ruha mevkiinde Lubâbe ibn Abdilmunzir'i
Medine'ye âmil ve muhafız ta'-yîn ederek geri gönderdi. Ordunun başkumandan
sancağı demek olan livayı Mus'-ab ibn Umeyr'e verdi. Râye denilen İkinci
derecedeki iki bayraktan birisini Alî ibn Ebî Tâlib'e, diğerini de Ensâr nâmına
Sa'd ibn Muâz'a verdi. Bu suretle Bedir mevkiine doğru hareket edildi.
Diğer taraftan Ebû
Sufyân, Peygamber'in bu hareketini öğrenerek Mekke'ye haber gönderdi. Mekke
zenginlerinin hepsi Ebû Sufyân kervanının sermâyesinde hisseli
bulunduklarından, şehir heyecan içinde çalkalandı. Ebû Cehl'in kumandası
altında bir ordu hazırlandı. Ebû Leheb'den başka bütün Mekke ileri
gelenlerinin bu sefere katılması te'mîn edildi. Dokuzyüz elli veya bin
mev-cûdlu olan bu orduda yüz atlı, yüz hecin süvârîli vardı. Geri kalanları
piyade idi. Çoğunun arkasında zırh vardı. Bu ordu da Bedir'e doğru hareket
etti. Ebû Sufyân, kervanı deniz sahili yoluyla Mekke'ye salimen ulaştırdı,
fakat bu iki ordu Bedir'de karşı karşıya gelip çarpıştı. Neticede
Mekkeliler'in, yirmidördü ileri gelenlerden olmak üzere, yetmişi ölü, yetmişi
de esîr;Oİdu. Müslümanlar parlak bir zaferle Medine'ye döndüler.
[10] Bu âyetlerde müslümânlann müşkil vaziyet karşısında
Allah'a duaları, Yüce Allah'ın da onlara imdâd ve inayeti özetlenerek
bildirilmiştir. Bedir'e varıldığı gece, kuvvetli bir düşman karşısında
bulunmalarına rağmen bütün ordu ferdlerinin tatlı bir uykuya dalmaları ve bu
suretle şuur ve irâdelerinin yerine gelmesi, şübhesiz Allah'ın inayeti
eseridir. O sabah dereler taşacak derecede bol yağmur yağmış, su kaplan
doldurulmuş, abdest alınıp gusledilerek gönüllere gelen şeytân vesvesesi
gitmişti. Hiç gezilmeyen kum sahası sertleşmiş, yürüme ve hareket kolaylaşmıştı.
Bunlar hep Allah'ın inayeti eseridir.
Bedir'e varıldığında
Sa'd ibn Muâz tarafından Rasûlullah için harb sahasına y.akm bir düzlüğe
gölgelenmek üzere bir çardak yapıldı. Rasûlullah ile Ebû Bekr burada oturdular.
[11] Yukarıda mealleri verilen el-Enfâl Sûresi âyetleri ile
bu İbn Mes ud hadisi Bedir seferi sırasında cereyan eden bir müzâkere safhasına
işaret etmektedir. Bu müzâkereyi İbn Hişâm, es-Sîre'smde ve- oradan naklen
Zâdu'l-Mead da tafsı atiyle vermiştir. Özeti şudur: Rasûlullah, mütevâzî
ordusuyla Bedir e doğru yollanıp Zafirân vâdîsine indiğinde Mekke'den kuvvetli
bir Kureyş ordusunun hareket ettiğini haber aldı. Hiç hesâb edilmeyen bu
hareket karşısında rnuslumanların vaziyeti müşkilleşti. Çünkü âyetteki ta'bîr
veçhile, hor ve hakir bir mutreze ne büyük bir orduya karşı çıkmak ne kadar güç
ise, Medine'ye gen dönmek de o derece âr ve utanmayı gerektirirdi. Bunun
üzerine Peygamber bir istişare kurdu, durumu onlara haber verip Ensâr'ın,
Muhâcirler'in ayrı ayrı görüşlerim aldı. Kimisi Kureyş kervanı üzerine
gitmeyi, kimisi gelen büyük orduya karşı çıkılması görüşlerini ileri sürdü. Bu
arada Cibrîl gelip iki taifeden gayn muayyen birinin müslümânlar için va'd
edildiğini müjdeledi. Uzun müzâkereden sonra Peygamber: "Haydi Allah 'm
bereketine doğru yürüyünüz. Size müjdelerim Ki^ Allah bu iki taifenin birisini
kat'îsurette va'd etmiştir, zafer muhakkaktır... buyurmuş ve Bedir'e doğru
hareket edilmişti.
Bu İbn Mes'ûd hadîsinde
nakledilen Mıkdâd'ın bu güzel sözü, işte o müzakere esnasında söylenmiş ve
onun bu sözleri de Peygamber'i sevindirmişti.
[12] Bu âyet Mekke'de indiği hâlde, hükmü, hicretten sonra
vukû'a gelen Bedir muharebesinde gerçekleşmiştir. Umer (R) şöyle demiştir: Bu
âyet inince hükmünün ne zaman, nerede gerçekleşeceğini bilmiyordum. Rasûlullah
(S) Bedir günü zırhını giyip de bu âyeti okuyunca, o zaman bunun hakîkatına
vâkıf oldum (Bey-dâvî, Şeyhzâde, Medârik).
Allah'ın bütün
peygamberler hakkındaki va'di şudur: "And olsun ki, gönderilen kullarımız
hakkında bizim geçmiş bir sözümüz vardır: Muhakkak o peygamberler elbette
muzaffer olacaklar, muhakkak bizim ordumuz elbette onlara gâlib
geleceklerdir" (es-Sâffât: 171-173).
[13] Hadîsin başlığa uygunluğu, Bedir harbinde hazır
bulunanlarla, onda hazır bulunmayan kimseler arasında müsâvîlik olmadığını
beyân etmesi yönündendır. İbn Abbâs'm bu sözü en-Nisâ: 95. âyetinin baş
tarafına bir tefsirdir. Ayetin tamâmı şöyledir: "Mü'minlerden özür sahibi
olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda maÜanyle, canlanyle
savaşanlar bir olmaz. Allah, mallanyle canlanyle savaşanları derece i'tibâriyle
oturanlardan çok üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de cenneti vayd etmiştir.
Fakat Allah, savaşanlara oturanların üstünde, daha büyük bir ecir
vermiştir" (en-Nisâ: 95)
[14] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar ayrı ayrı
senedterle el-Berâ'dan gelen rivayetlerdir. Bunlarda adı geçen Tâlût, Kur'ân'da
şöyle geçer:
' 'Onlara
Peygamberleri: Hakikat, Allah size bir hükümdar olarak Tâlût'« göndermiştir,
dedi. Dediler ki: Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona maldan da bir
bolluk verilmemişken nasıl olur da bizim başımızda hükümdarlık onun olabilir?
(Peygamberleri) dedi: Şübhesiz Allah onu sizin üstünüze beğenip seçmiştir. Ona
bilgice, vücûdca da bir üstünlük vermiştir. Allah mülkünü kime dilerse ona
verir. Allah vâsidir, gerçek bilicidir. Peygamberleri onlara (şöyle de)
söyledi: Gerçek onun hükümdarlığının açık alâmeti size o tâbutun gelmesi
olacaktır ki, içinde Rabb 'inizden bir sekînet ve Mûsâ Hanedanı "yle Hârûn
ailesinin metrûkâtmdan bir bakıyye vardır. Melekler onu yüklenip getirecektir.
Elbette bunda size kat t bir alâmet ve ibret vardır, eğer îmân etmiş
kimselerseniz. Vaktaki Tâlût ordusuyla ayrılıp çıktı, dedi ki: Şübhesiz Allah
sizi bir ırmakla imtihan edicidir. İşte kim ondan içerse benden değil, kim onu
tatmazsa artık o benden. Eliyle bir avuç alanlar başka (o kadara izin var).
Derken ırmağa va-nnca içlerinden birazı müstesna olmak üzere ondan (bol bol)
içtiler. Nihayet o Tâlût ve maiyyetindeki müzminler vaktaki o ırmağı geçtiler,
(beri yanda kalanlar) dediler ki: Bu gün bizim Câtût'a ve ordusuna karşı
takatimiz yoktur. (Âhirette) muhakkak Allah 'a kavuşacaklarım bilenler (ve
itaatle ırmağı geçen ler) ise: Nice az bir cemiyet, daha birçok cemiyete Allah
'in izniyle galebe etmiştir. Allah sabr (ve sebat) edenlerle beraberdir,
dediler..." (el-Bakara: 247-251). O sırada Isrâîl oğulları, peygamberleri
Şemuîl'e Amâlika'nın saldırısından şikâyet ederek Amâlika'nın Câlût'una karşı
harb edebilecek bir kahramanın kendilerine melik ta'yîn edilmesini rica
ederler. Şemuîl Peygamber'e Tâlût vahyo-lunur. Tâlût, merkebini ararken
Şemuîl'e rast gelir. O da: Ey Tâlût, Isrâîl oğulları'na melik oldun, der.
İsrâîl oğullan'na da bu ta'yîni bildirir. Tâlût'un başına seksen bin İsrâîl
oğullan mücâhidi toplanır. Fakat Şemuîl Peygamber bunların dönekliğim bildiği
için, Tâlût'a, bunları şöyle bir imtihan etmesini söyler: Kim şu Ürdün
Nehri'nin suyundan içerse o benim dînimden değildir. Her kim ,de içmezse
bendendir, der. Hepsi içer, yalnız Dâvûd Peygamber'in de içlerinde bulunduğu
üçyüzon küsur kişi içmez ki, Bedir mücâhidleri sayısına denktir. Tâlût ile
Câlût arasında Havrân'da harb olur. Dâvûd, Câlût'u öldürür. Bir müddet sonra
Şemuîl de ölür. Tâlût kırk sene adalet ve basiretle hükümrân olur.
[15] Bu hadîs Abdest Alma, Namaz ve Cihâd Kitâbları'nda da
geçmişti. Peygamber Ka'be'de namaz kılarken, bu kimseler O'nunla eğlenmişler,
biri de yeni boğazlanmış bir devenin döl yatağını getirip secdede iken
Peygamber'in sırtı üzerine koymuş, kızı Fâtıma gelip bunu sırtından
kaldırdıktan ve Peygamber de böylece namazını tamamladıktan sonra birer birer
bu kimselerin isimlerini söylemek suretiyle, aleyhlerine beddua etmişti. İşte
bu beddua Bedir'de gerçekleşmiş ve o kimselerin hepsi Bedir'de
öldürülmüşlerdir.
[16] Ebû Cehl, ismi Amr ibn Hişâm ibni'l-Mugîre'dir,
künyesi Ebû'l-Hakenı yâhud Ebû'I-Velîd idi de, Peygamber tarafından Ebû Cehl'e
değiştirilmiş ve: "Bu, ümmetin fir'avnıdir" buyurulmuştur.
Ebû Cehl, müslümânlarm
en azgın düşmanı ve bu düşmanca hareketlerin başlıca müsebbibi olduğundan bunun
öldürülmesi keyfiyeti apayrı bir bâb tah-sîs edilerek burada getirilen
hadîslerde iyice belirtilip ortaya konulmuştur.
[17] Buhârî bu Enes hadîsini burada ayrı ayrı tarîklerden
ve bâzı lâfız farklafıyle arka arkaya birbirini tamamlar şekilde getirmiştir.
İbn Mes'ûd'un: Â! Sen
misin Ebû Cehl? demesi, sakalından tutup çekmesi kavlen ve fiilen intikaam
almak gâyesiyledir. Çünkü Ebû Cehl, Mekke'de ibn Mes'ûd'a çok ezâ ve cefâ
etmişti. Ebû Cehl'in: Sizin öldürdüğünüz, yâhud: Kavminin öldürdüğü kişinin
fevkinde kimse var mıdır? sözleri de bu yolda ölüm ne benim için küçüklüktür,
ne de senin için bir şereftir, demek istemiştir.
[18] Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda da
geçmişti.
[19] Başlığa uygunluğu açıktır. Burada zikredilen şahıslar
şu tertîbde birbirlerine "karşı çıkmışlardır: Hamza, Şeybe'ye; Alî,
el-Velîd ibn Utbe'ye; Ubeyde de Utbe'ye karşı çıkmıştır. Bunların en yaşlısı
Utbe ibn Rabîa idi. Hamza ile Alî, hiç beklemeden karşılaştıkları düşmanlarını
öldürmüşlerdir; diğer ikisi de birer kılıç darbesiyle birbirlerini
yaralamışlardır.
[20] Buhârî bu hadîsleri ayrı senedlerle ve bâzı lâfız
farklanyle birbirini açıklar ve te'yîd eder bir surette böyle arka arkaya
getirmiştir.
[21] Bu hadîs, bu isnâd ve metinle Vekâlet Kitabı,
"Bir müslümân bir harbîyi vekîl kıldığı zaman bâbı"nda, buradakinden
daha bütün ve daha uzun olarak geçmişti. Buradaki parantez içinde verilen
kısımlar, o rivayetten alınmıştır.
[22] Başlığa uygunluğu, kılıçta Bedir günü kınlan bir kırık
bulunmasıdır. Çünkü bunda, Zubeyr'in Bedir vak'asında hazır bulunuşunu ve
böylece Zubeyr'in Bedir sahâbîleri sayısına girdiğini apaçık söyleme vardır
(Kastallânî).
[23] Başlığa uygunluğu "Bedir gününde vurulan (üçüncü)
darbe izi" sözünden alınır. Çünkü bu söz, Zubeyr'in Bedir'de hazır
bulunduğuna delâlet eder.
[24] Katâde'nin bu içtihadı, İbn Umer'in mezhebidir. Ona
göre buradaki işitmek hakikat ma'nâsına hamledilir. Âişe ise, 29 rakamlı
hadîste bunu ilimle te'vîl etmiştir. Âişe, "Sözlerimi sizden daha iyi
işitirler" sözünü, "Sözlerimin hakk olduğunu şimdi pek iyi
anlarlar" diye tefsir etmiştir.
Peygamber'in bu veciz
hitabesi eşsiz bir ilâhî intikaam idi. Bundan sonra Peygamber muzaffer olarak
Medine'ye yollandı. İçlerinde birçok Kureyş ileri gelenleriyle Peygamber'in
amcası Abbâs'ın da bulunduğu esirleri ve ganîmet mallarını da beraber
getirdiler. Safra mevkiinde ganîmet malları taksîm edildi. Nadr îbn Haris
öldürüldü. Irk mevkiinde de Ukbe ibn Ebî Muayt'ın boynu vuruldu. Esîrler
Medine'de taksîm edilip sâhiblerine esirlere iyi bakmaları tenbîh edildi. Zafer
müjdecisi olarak Medine'ye Zeyd ibn Harise, Avâlî denilen Medine köylerine de
Abdullah ibn Ravâha gönderilmişti. Bu zafer haberi ile Medine ve civan halkı
çok sevindiler. Yahûdîler'le münafıklar da sindi.
[25] Hadîsin başlığa uygunluğu, İbn Abbâs'ın, ibrahim:
28-29 âyetlerinde zikredilen kimselerin Kureyş kâfirleri olduğunu, bir tefsir
olarak söylemesidir. Amr ibn Dinar'ın ifâdesi de bunun benzeridir.
[26] Aişe yâhud onun sözünü açıklayıcı olarak Urve, bu son
sözüyle âyetteki mutlak nefyin, onların cehennemde İstikrar bulmaları haliyle
kayıtlı olduğuna işaret etmiştir.
Bu hadîsin değişik ve
uzunca bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.
[27] Bundan önceki 23 rakamlı haşiyede de belirttiğimiz
gibi Âişe, Peygamber'İn "Şübhesiz şimdi onlar benim kendilerine söylemekte
olduğum şeyi işitmektedirler" sözünü, sözlerimin hakk olduğunu şimdi pek
iyi bilmektedirler diye tefsir etmiştir. Fakat bilmek kaabiliyetini kabul
etmek, işitmek hassasiyetini kabule mâni' olmadığı mütâlaasıyle, Beyhakî ve
benzeri bâzı âlimler, bu mes'elede îbn Umer'in içtihadını tercih etmişlerdir.
[28] Firdevs, cennet derecelerinin en fazîletlisidir.
Bu hadîs Cihâd
Kitâbı'nda daha uzun bir metinle geçmişti. Peygamber oradaki hadîste
Hârise'nin anasına: "Cennette birçok dereceler vardır, oğlun muhakkak
bunlardan Firdevsi A '/«(denilen en yüksek derecece erişti" buyurmuştu.
[29] Başlığa Uygunluğu "Hâtıb Bedir ehlinden değil
mi?" sözlerindedir. Bu hadîsin biraz farklı bir rivayeti Cihâd Kitabı,
"Câsûs bâbi"nda geçmiş idi. İleride Mekke Fethi bâbı'nda daha geniş
bir metinle tekrar gelecektir.
bize:
"Düşmanlarınız size yaklaştıkları (size atış imkânı verdikleri) zaman,
onlara ok atışı yapınız. (Atış menzilinden uzak bulunduklarında atış yapmayıp)
oklarınızın kendi yanınızda kalmasını isteyiniz" buyurdu.
[30] Bu iki hadîsin başlığa uygunlukları açıktır. Bunlar
Rasûlullah'ın bu emrini rivayet eden Ebû Useyd(R)'in Bedir'de hazır
bulunduğunun delilleridirler.
[31] Bu, daha uzun bir metinle Cihâd Kitâbı'nda geçmişti.
[32] Rasûlullah'ın bu sözü, Uhud harbi öncesi gördüğü
ru'yâsı ile ilgilidir. Ru'yâ bâzı tehlikeler ve zararlar remz ediyordu. Bundan
dolayı Rasûlullah Medine'de savunmada kalmayı düşünüyordu. Gençlerin ısrarı
üzerine Uhud'a çıkılma kararı alınmış ve ru'yâsmın işaret ettiği işler meydana
gelmişti. Bunlardan sonra Allah'ın getirdiği hayır, mü'minlerin kalblerinin
sebat etmesidir. Çünkü müşrikler onlara karşı toplanıp gelmiş ve onları
korkutmuş oldukları hâlde, bunca tehdîd mü'minlerin îmânlarını artırmıştı da,
onlar: "Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir, demişlerdir" (Âlu
İmrân: 173) (Kastallânî).
[33] Bu iki gencin babaları el-Hâris ibn Rifâa'dır. Bu
hadîsin daha uzun bir rivayeti Cihâd Kitâbı'nda geçmişti.
[34] Bunlardan bâzıları Mersed el-Ganevî, Hâlid
ibnu'l-Bukeyr el-Leysî, başkanları Âsim ibn Sabit, Hubeyb ibn Adİyy, Zeyd
ibnu'd-Desine ve Abdullah ibn Tarık'tır. Bu seriyyeye Recî' Seriyyesi ismi
verilir. Recî', Huzeyl kabilesi yurdunda bir suyun adıdır. Bu şehâdet vakıası
burada vukû'a geldiğinden bu adla anılmıştır. Hâdise şöyledir: Adal ve Karre
kabilelerinden bâzı kimseler Peygam-ber'e gelip kendilerine dîn ve Kur'ân
öğretmek için bâzı öğretmenler göndermesini rica etmişlerdi. Peygamber onlara
suffa ehlinden isimleri geçen öğretmen sahâbîleri göndermişti. Recî' mevkiine
geldiklerinde bu kabile halkı bunları gaddarca şehîd etmişler. Hubeyb ile
Zeyd'i Mekke'ye götürüp, orada öldürmüşlerdir.
[35] ibn İshâk bu kasîdenin baş tarafının şunlar olduğunu
zikretti:
Lekad cemaa '1-ahzâbu
havlı ve elebbu
Kabâilehum ve's-tecmeû külle mecma'in
Ve kad karrabû ebnâehum
ve nisâebum
Ve kurribtu min cız'm
tavîiin mumennam
Ve kulluhum
yubdi'l-adâvete câhiden
Aleyye Hennî ff vesâkm
bi-mudayyiin
İle İlâhi eşkû gurbeti
ba'de kerbetî
Ve ma cemaa '1-ahzâbu
lî inde masra T
Fe za 'l-Arşı sabberanî
alâ mâ esâbenî
Fe kad vadaû lahmî ve
kad dalle matmat
Ve zâlike fî zâti'I-ilâhi
ve in yese'
Yubârik alâ evsâli
şelvîn mnmezza 'ı
Ve kad aradû bil-küfri
ve'hmevtu dûnehu
Ve kad zerefet aynâye
min gayri mudmım
Ve mâ bî hazâm 'î-mevti
innî le-meyyitun
Velâkİn hazân hana
narin teleffe 'u
Fe lestu bi-mubdin
lil-aduvvî tahaşşuan
Veiâ cezean innî
ile'llâhi mercif
Fe lestu ubâlî hîne
uktelu müslimen... (Kastallânîl
[36] Bu hakîkaten bir sünnet olmuştur. Çünkü Hubeyb bu
ölümünden önce iki rek'at namaz kılma işini Peygamber'in hayâtında yapmış,
Peygamber de bunu güzel görüp takrir etmiştir (Kastallânî).
[37] Bu hadîsin bir rivayeti Cİhâd Kitabı, "Kişi esîr
alınmak ister mi bâbı"nda geçmişti. İleride Tevhîd Kitâbı'nda da bir
rivayeti gelecektir.
Burada zikredilmesine
sebeb "Âsim Bedir'de onların büyüklerinden birini öldürmüştü"
sözüdür.
Hafız ed-Dimyâtî, bu
Hubeyb'in Bedir'de hazır bulunmadığını, Bedir'de hazır bulunup el-Hâris'i
öldürenin ancak Hubeyb ibn Yesâf olduğunu söylemiştir, tbn Abdilberr,
el-İsttâb'd& ve Îbnu'1-Esîr de Usdu'l-Gâbe'de Hubeyb ibn Adiyy'in Bedir'de
hazır bulunduğunu; birincisi Ukbe ibnu'l-Hâris'in Hubeyb ibn Adİyy'i satın
aldığını, babası Hâris'i Hubeyb'in öldürmüş bulunduğunu ziyâde etmiştir. Aynı
zamanda Hubeyb ibn Yesâf'ın hâl tercemesinde beyitler zikrederek, onun da
Bedir'de hazır bulunduğunu ve Umeyye İbn Halefi öldürdüğünü zikretmiştir
(Kastallânî).
[38] Hadîsin burada zikri "O, Bedrî olmuş idi"
sözünden dolayıdır. Peygamber Saîd ile Talha'yi haber araştırmaları için
göndermişti. Onlar bu vazifeden dönmeden Bedir harbi vâki' olmuştu. Peygamber
onları Bedir'de hazır bulunanlara kattı, paylarını ve ecirlerini verdi. Böylece
bu ikisi Bedir'de hazır bulunanlar gibi oldular.
İbn Umer, yakîni olan
Saîd'in ölüme yüz tutmuş olması özründen dolayı cumuayı terketmiştir. Çünkü bu
Saîd, Umer'in amca oğlu ve kızkardeşinin kocası idi.
[39] Kocası ölen kadınlar gebe olmadıkları takdirde dört ay
on gün beklerler. Bu müddetten sonra süslenip evlenme arzusunu izhâr eder ve
evlenirler. Bundan önce böyle bir hareket yapmaları haramdır. Bu hüküm,
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle ifâde edilmiştir:
* 'İçinizden ölenlerin
(geride) bıraktıkları zevceleri kendi kendilerine dört ay on gün beklerler.
İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların, kendileri hakkında meşru'
veçhile yaptıkları şeyden dolayı size günâh yoktur, Allah ne işlerseniz hakkıyle
haberdârdır. (Vefat iddetini bekleyen) kadınları nikâhla isteyeceğinizi
çıtlatmanızda yâhud böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda bir vebal
yoktur. Allah bilmiştir ki, siz onları mutlakaa hatırlayacaksınız. Ancak
kendileriyle gizlice va 'dleşmeyin. (Çıtlatma sûreEiyle) meşru' bir söz
söylemeniz ise başka... " (d-Bakara: 234-235).
Bu hadîsin burada
zikredilmesi, râvînin "O, Bedir'de hazır bulunanlardan idi" sözünden
dolayıdır.
[40] el-Buhârî'nin maksadı, Bedir'de hazır bulunanları
beyân etmektir, yoksa o râvînin bu hadîsi ötekine haber vermesini beyân etmek
değildir. Müellif merhum bu mutâbaa hadîsinden kendi ihtiyâcı olan kadarıyîe
yetinmiştir ki, o kısım da "Babası Iyâs Bedir'de hazır bulunmuş idi"
sözüdür (Kastallânî).
[41] Hadîslerin başlığa delîllikleri açıktır. Buhârî bu
Rifâa hadîslerini burada ayrı ayrı üç tarîkten getirmiştir.
[42] Râfi' ibn Mâlik'in Peygamber'den, Bedir ehlinin
diğerlerine üstün olduklarını açıkça söylediğini işitmediği, fakat söylediği
sözleri kendi ictihâdıyle söylediği meydana çıkıyor (Kastallânî).
[43] İbn Ishâk'ta: Peygamber (S) bir uyuklamadan sonra
uyandı da: "Yâ Ebâ Bekr, müjde! Sana Allah'ın yardımı gelmiştir. İşte
Cibril, atının gemini tutmuş onu sevkediyor..." şeklindedir.
Meleklerin Bedir'de ve
diğer muharebelerde hazır bulundukları, Kur'ân âyetlerinde de gelmiştir:
"Hani siz Rabb
'inizden imdâd istiyordunuz da O da; Muhakkak ki, ben size meleklerden birbiri
ardınca bin ile imdâd edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurmuştu..."
(el-Enfâl: 9)
"Hani Rabb'in
meleklere: Şübhesiz ki, ben sizinle beraberim. Haydi îmân edenlere sebat itham
edin, diye vahyediyordu. Ben kâfirlerin yüreklerine korku salacağım, (Ey
mü'minler) hemen vurun boyunlarının üstüne, vurun onların her-bir parmağına
(diyordu)" (el-Enfâl: 12).
"And olsun ki, siz
zaîf ve dûn iken Allah size Bedir'de kesim bir zafer verdi. Allah'tan sakının,
tâ ki şükretmiş olasınız. O vakit sen müzminlere: tndiri-len üç bin melekle
Rabb'inizin İmdâd etmesi yetişmez mi size? diyordun. Evet siz sabreder,
sakınırsanız, düşmanlar da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa, Rabb'iniz size
nişanlı nişanlı beşbin melekle imdâd edecektir" (Âlu İmrân: 123-125).
[44] Bu unvansız bâb, kendinden önceki babın faslı gibidir.
Çünkü bu bâb, Bedir'de hazır bulunan kimselerin beyânıyle ilgilidir.
[45] O yasak, Peygamber'in sonradan: "Artık kurbân
etlerini yığın, biriktirip azık da edinin " emriyle kaldırılmıştır. Buna
âid bilgiler ileride Kurbanlıklar Kİtâbı'n-da gelecektir.
Bu hadîsi burada
getirmekten maksad ise Katâde'nin o kardeşini Bedir'de bulunmuş olmakla
vasiflamasıdır
[46] Hadîsin burada zikri, Bedir günündeki bir harb
sahnesini ve sonucunu bildirmesinden dolayıdır.
[47] Hadîs, "Ubâde İbnu's-Sâmit Bedir'de hazır
bulunmuştu" sözünden dolayı burada kısaca zikredildi. Aynı isnâdla îmân
Kitâbı'nda, Akabe'de yapılan bey atı anlatan "Bize Ebû'l-Yemân tahdîs
etti... bâbı"nda buradakınden daha butun olarak geçmişti
[48] Hadîsin burada zikredilmesi, "Huzeyfe, Rasûlullah
ile beraber Bedir'de hazır bulunan kimselerden idi" sözünden dolayıdır.
Buhârî bu hadîsi şeyhi Ebû'l-Yemân tarîkinden olmak üzere Nikâh Kitâbı'nda
bütünüyle getirmiştir. Oradaki rivayette devamı şöyledir:
Sehle, Peygamber'e geldi
de: Yâ Rasûlallah! Biz Sâlim'i oğul edinmiştik. Hâlbuki Allah evlâdlık hakkında
bildiğin âyeti indirdi, (şimdi ne buyurursunuz)? diye sordu. Buhârî'nin şeyhi
Ebû'I-Yemân bu hadîsi Buhârî'ye'bu suretle zikretti.
[49] Hadîs, bu düğün töreninde şarkıcı kızların Bedir
harbinde şehîd olanlar için ya kılan medih ezgilerini çalıp tegannî edişlerini
ihtiva etmesi yönünden burada zikredilmiştir.
Hadîsin râvîsi
Rubeyyı'm babası Muavviz ile onun kardeşi Muâz da Bedir'de şehîd olmuşlardı.
Afra kadının oğulları olan bu iki kardeş Ebû Cehl'ı kıhçlanyle yere serdikten
sonra, bunlar da Ebû Cehl'in oğlu İkrime tarafından şehîd edilmişlerdi.
Gaybe ve istikbâle âid
şeyleri bilmek yalnız Allah'a mahsûs olduğu için, Rasûlullah'bunun kendisine
nisbet edilmesini men' etmiş, öteki ezgilere devam etmelerini buyurmuştur.
[50] Başlığa uygunluğu "Ebû Talha Bedir'de
Rasülullah'ın beraberinde hazır bulunmuştur" sözlerindedir.
Köpek edinmenin hangi
meslek sahihlerine caiz olduğu Ekincilik Kitâbı'nda, resim ve heykel
hakkındaki bilgiler de; Alışverişler Kitâbı'nda geçmişti.
[51] Buhârî bu hadîsi Humus Kitabı' nda da getirmişti.
Burada hadîsi iki tarîkten ve bazı lafız farkları İle getirdi. Buradaki başlığa
uygunluğu "Bedir günündeki ganimetten benim nasîbim olarak..."
sözlerinden alınmıştır.
[52] O şarkıcı kadının irticalen söylediği bu kasidenin
devamı şöyledir:
Elâ yâ Hamzu
li'ş-şurufı'n-nivâi
Ve hunne muakkalâîun
bi'lfinâi
Da'ı's-sikkîne
Fi'1-lubbâli minhâ
Ve durric hunne Hamzatu
bi'd-diırtâi
Ve accil min etâbîhâ
li-şerbin
Kadîran min tabîhm ev şevâin
(= Ey Hamza, semiz
develere bak! Evin önündeki sahada ayaklan sımsıkı bağlanmıştır. Haydi Hamza,
bunların boyunlarına bıçağı daya, boyunlarını kana boya! Ve bunların en nefîs
parçalarından şarâb için çömlekte pişmiş et yâhud kebâb yapmaya acele et!)
[53] Humus Kitâbı'ndaki rivayetin sonunda: "Bu vakıa
şarâbın haram kılınmasından önce vuku' bulmuştu" ziyâdesi vardır.
[54] Buhârî bu hadîsi burada Alî'nin: "Çünkü o
Bedir'de hazır bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir.
Râvî Muhammed ibn
Abbâd, Ebû Abdillah el-Mekkî'dir, Bağdâd'a inmiştir, meşhur bir sıkaadır. 284
yılında Bağdâd'da ölmüştür. el-Câmi'u's-Sahîh'te onun bundan başka hadîsi
yoktur.
Sehl ibn Huneyf (R), 38
yılında Kûfe'de vefat etmiş, cenaze namazını Alî ibn Ebî Tâlib kıldırmıştır.
Ebû Amr el-Bagavî altı tekbîrle kıldırdığım; el-Hâfız Ebû Zerr de beş tekbîr
ile kıldırdığını nakletmiştir (Aynî).
[55] Buhârî bu hadîsi "Huneys ibn Huzâfe Bedir'de
hazır bulunmuş, (yaralanarak) Medine'de vefat etmişti" sözünden dolayı
burada getirmiştir. Bunu Nikâh'ta da getirecektir.
[56] Hadîsi burada el-Bedrî sözünden dolayı zikretmiştir.
Bâzıları Ebû Mes'ûd, Bedir harbinde hazır bulunmadı, fakat meskeni orada
olduğu için Bedrî nisbetİ verildi, demişlerdir. Ebû Ubeyd el-Kaasım ibn
Sellâm, İbnu'I-Kelbî ve Müslim, onun Bedir'de hazır bulunduğu görüşünü tercih
etmişlerdir. Buhârî de bu görüşe meyletmiştir. Kaaide ise müsbitin nâfî'den
öne geçirileceği üzerinde devam
edicidir. Bu hadîs îmân Kitabı, "Ameller ancak niyetledir bâbı"nda
geçmişti (Aynî).
[57] Buhârî hadîsi burada "Ebû Mes'ûd Bedir'de hazır
bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir... Bu "Bedir'de hazır
bulundu" sözü, onun Bedir'de hazır bulunuşunun hakikatini haber
vermektir, işte bundan dolayı Buhârî onun Bedir'de hazır bulunduğunu kesin
kıldı. Çünkü bundan evvel geçen hadîste onu evvelâ "el- Bedrî" diye
vasıflamakla zikretmişti. Burada ise kesin olarak ihbar, yânî haber verme
veçhile zikretmiştir.
[58] Bu hadîs, Namaz Vakitleri Kitâbı'nın evvelinde uzunca
bir metinle geçmişti. Orada da açıklandığı gibi, metindeki son fiil
"Umirte" ve "Umirtu" şekillerinde olabilir. Birinci okunuşa
göre ma'nâ "Bununla emrolundun", İkinciye göre "Bununla
emrolundum" demek olur. Bunların naibi faili Peygamber olmak ihtimâli
olduğu gibi, Cibril de olabilir... (Aynî).
[59] Buhârî bu hadîsi burada "el-Bedrî" sözünden
ötürü zikretmiştir. O bunu Kur'-ân'ın Fazîletleri Kitâbı'nda da başka bir
yoldan getirmiştir.
el-Bakara Sûresi'nin bu
son iki âyeti, îmân edilmesi zarurî olan en büyük umdeleri ihtiva etmektedir.
Bununla beraber yedi tane de duâ cümlesi vardır. Bu iki âyet, okuyucusuna, ins
ve cinn şerrinden emînlik yâhud Kur'ân'la gece kıyamından kulluk için yetişir.
[60] Hadîsi burada "Bedir'de hazır bulunanlardan"
sözünden dolayı zikretti; bu se bebden ötürü hadîsin kalan kısmını zikretmedi.
Hadîsin tamâmı Namaz Kitabı; "Evlerde mescidler edinmek babı" ile
Cemâatle nafile namazı kılma bâbı"nda uzunca bir lâfızla geçti.
Mahmûd ibnu'r-Rabî' beş
yaşında İken evlerinde Peygamber'in bir kovadan su püskürmesini hatırlamıştır.
Doksandokuz yılında, doksanüç yaşında vefat etmiştir (Aynî).
[61] Bunu ibn Şihâb'ın, Itbân hadîsini Mahmûd
İbnu'r-Rabî'den işitmesini te'kîd için zikretmiştir.
[62] Buhârî bu hadîsi, İki yerinde geçen "Bedir'de
hazır bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir.
[63] Bunu da yine "O ikisi Bedir'de hazır
bulunmuşlardır" sözünden dolayı zikretmiştir.
Hadîsin sonundaki
"Şübhesiz Râfi' kendi aleyhine sözü çoğaltmıştır" kelâmı, Salim
tarafından Râfi' aleyhine bir inkârdır. Bu sözün ma'nâsı, Râfi' kendiliğinden
hadîs düzüp Peygamber'e isnâd etti demek değildir. Belki bunun ma'nâsı, Râfi,
arazîden çıkan mahsûlün bir kısmı mukaabilinde kiraya vermekle, para ile kiraya
vermek arasını ayırmadı demektir. Bunlardan yalmz birincisi neh-yedilmiştir,
mutlak olarak nehyedilmemiştir,
Bu konu Ekincilik
Kitâbfnda geçmişti... (Aynî).
[64] Buhârî bunu da burada "O, Bedir'de hazır
bulundu" sözünden dolayı zikretmiştir.
[65] Bunu da burada "O, Bedir'de hazır
bulunmuştu" sözünden dolayı zikretmiştir.
Bu hadîs Cizye
Kitâbı'nda 3. hadîs olarak çok az bir farkla geçmişti
[66] Buhârî bu hadîsi burada "Ebû Lubâbe
el-Bedrî" sözünden dolayı zikretmiştir. Bu hadîs, daha uzun bir metinle
Bed'u'1-Halk Kitâbı'nda da geçmişti
[67] Bunu da burada "Ensâr'dan birtakım adamlar"
sözünden dolayı zikretmiştir. Çünkü onlar Bedir'de hazır bulunmuş kimselerdi.
Buhârî bu hadîsi Itk ve Ci-hâd Kitâblan'nda da getirmiştir
[68] Buhârî bu hadisi burada "O, Bedir'de hazır
bulunanlardan idi" sözünden dolayı zikretmiştir. Hadîsi burada iki
tarîkten getirmiştir.
[69] Buhârî, bu hadîs bu gazvenin evvellerinde geçmiş
olmakla beraber burada 'Ebû Cehl'i Afra
kadının iki oğlu vurmuştu" sözünden dolayı zikretti. Çünkü bu söz kesin
olarak o iki oğulun Bedir'de hazır bulunduklarına delâlet etmektedir. O iki
oğul, Ensârh Muâz ve Muavviz'dir (Aynî).
[70] Bu, Menâkıb'da geçen hadîsin bir parçasıdır. Bundan
burada Buhârî'nin maksadı "Bedir'de hazır bulundular" sözüdür
[71] Hadîsin burada zikrinin sebebi açıktır. O da bu iki
kişinin Bedir harbinde hazır bulunduklarının belirtilmesidir
[72] Rasûlullah'ın Mut'ım'e kanlı düşmanların bile
bağışlatacak derecede kıymet vermesi, kendi üzerinde büyük minnet hakkı
bulunmasındandır. Şöyle ki: Peygamber Tâİf'ten kederli dönüşünde Mut'ım O'nu
himayesine almıştı; Kureyş'-in Hâşimîler'Ie ilgiyi kesme ahdinin yazısını
yırtıp atmıştı. Mut'ım Bedir harbinden
önce Mekke'de doksan küsur yaşında öldü. Burada zikrinin sebebi "Bedir
esirlerini kurtarmak için gelse idi" sözüdür.
[73] Bu üçüncü fitnenin: Irak'ta Ezârıka fitnesi; Haccâc'ın
(74'te) Abdullah ibn Zu-beyr'i öldürüp Ka'be'yi tahrîb etmesi fitnesi; Mervân
ibn Muhammed'in halî-feliği zamanında 130 senesinde Medîne'de Ebû Hamza
el-Hâricî fitnesi olduğu söylenmiştir... (Kastallânî).
[74] Bu hadîsin tamâmı, uzun bir metin hâlinde Şehâdetler
Kitabı, "Kadınların birbirlerinin adaletini belirtmeleri bâbr'nda
geçmişti. Burada bir kısmının zikredilmesi, Âişe'nin Mıstah'ın anasına,
Mıstah'ın Bedir ehlinden olduğuna şehâdet etmesinden dolayıdır (Aynî).
[75] Bunun burada zikredilmesi Mûsâ ibn Ukbe'nin İbn
Şihâb'dan Bedir gazvesi İşlerinden olarak naklettiği şeyleri beyân içindir.
[76] Ebû Abdillah, el-Buhârî'nin kendisidir. Bana göre
"Bedir'de hazır bulunanların toplamı" sözü, onun söylediği söz olur.
Bu "Kaale Ebû Abdillah" kısmı, birçok Buhârî nüshalarında yoktur. Yok
olmasına göre de "Bedir'de hazır bulunanların toplamı" sözü, Mûsâ
ibn Ukbe'nin, İbn Şihâb'dan söylediği söz olur. el-Kirmânî de buna kaail oldu
(Aynî).
[77] Yânî Kureyş'ten hissen ve hükmen hazır bulunanlar
yâhud hizmetçilerinin ve tâbi'lerinin eklenmesiyle yüz kişidir. İbnu
Seyyidİ'n-Nâs, bunların isimlerini sıraladı da doksandörde ulaştırdı
(Kastallânî).
[78] Bundan maksad bilhassa bu kitâbda Bedir ehlinden
oldukları zikredilen kimselerin isimlerini vermektir. Bu, daha evvel tafsîlli
olarak geçenleri bir fezleke (yânî özet) ve bir toplamadır. Yoksa mutlak olarak
burada zikredilenlerin hepsini vermek değildir (Kastallânî).
[79] Bu harf sırasına göre sıralama şartından Peygamber ile
Dört Halîfe müstesna tutulmuştur. Bunlar şereflerinden dolayı öne geçirildiler.
[80] Buradan i'tibâren Bedir ehlinden olanların isimlerini
hicâ harfleri tertibiyle vermeye başladı. Elif harfinden Iyâs ibnu Bukeyr'i
zikretti
[81] Bu şekilde ismi verilip de sayısı yazılmayanlar, daha önce isimleri ve sayıları verilmiş olanlardır. Bir nüshada burada Ebû Bekr'in ismi evvelce geçtiği için yazılmamıştır.
[82] Burada sayılan kimselerin tam isimleri ve bunlara âid tamamlayıcı bilgiler şerhlerde ve terâcüm kitâblannda verilmiştir.
el-Hâfız Ebû'1-Feth el-Ya'murî Muhacir'lerüen doksandört kişiyi sıralamıştır. Hazrec'den yiizdoksanbeş, Evs kabilesinden yetmişdört isim sıralamıştır. Bunların toplamı 363 -üçyüzaltmışüç- olmuştur. Dedi ki: Bu sayı Bedir ehlinin sayısından çoktur. Ancak bunların bâzısı hakkında hilaf gelmiştir.
el-Kevâkib'dt de şöyle dedi: Bunları zikretmenin fâidesi, öne geçmenin fa-zîletini ve başkaları üzerine tercîhi bilmek ve ta'yîn üzere bunlara Rıdvan İle duâ etmektir -Allah onların hepsinden razı olsun- (Kastallânî).
[83] Medine'de Yahûdîler üç kısım idi: Nadîr oğullan,
Kurayza oğullan, Kaynukaa oğullan. Bunlar kısmen Medine'nin içinde, kısmen
hâricinde ikaamet ederlerdi. Medine'nin san'at, ticâret, ekim ve dikim
işlerini ellerine almışlardı. Bu se-beble hepsi de servet sahibi idi.
Medine'nin İktisadî hâkimiyeti bunlarırf elinde idi. Peygamber Medine'ye hicret
ettiğinde, bunların dînî hürriyetlerini kabul, mal ve can emniyetlerini
korumayı taahhüd etmiş, bunlarla muahede yapmış idi. Bu muahedelerin bir
maddesinde mal ve can emniyeti mukaabilinde ve gerektiğinde maddî yardımda
bulunmak zikrolunmuştu.
Amir oğullan'nın
İşlediği Maûne Kuyusu faciasından sağ kurtulup Medine'ye gelmekte olan Amr ibn
Umeyye ed-Damrî, Âmir oğulları'ndan iki kişiye rastgelip, bunlar uyurken -şehîd
olan arkadaşlarının intikaamını almak gayretiyle-ikisini de öldürmüştü.
Medîne'ye geldiğinde bunu Peygamber'e haber verdi. Peygamber: "Hatâ
etmişsin! Onlar benden ahd ve emân almışlardı" buyurdu. İşte bunların
diyetleri verilecekti. Anlaşma gereğince Nadîr oğulları'ndan yardım isteniyordu.
Rasûlullah'ın
beraberinde Ebû Bekr, Umer, Alî, Zubeyr, Talha, Sa'd İbn Muâz, Sa'd ibnu Ubâde,
Useyd ibn Hudayr da vardı. Nadîr oğulları, evvelâ yardım ederiz dediler. Sonra
birer birer Peygamber'in yanından ayrıldılar. Bir evin duvarı dibinde oturmakta
olan Peygamber'in üzerine yukarıdan bir taş birak mak suretiyle sûikasd tertîb
ettiler. Cibril bunu Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine Peygamber, Nadîr
oğullan'na on gün içinde Medine'yi terketmelerini emretti. Onlar evvelâ bunu
kabul eder göründüler. Sonra münafıkların ve Kurayza oğullan'nın yardım
va'dlerinden cesaretlenip Medine'den çıkmamaya yeltendiler. Bunun üzerine
Peygamber onlara harb i'lâniyle kalelerini muhasara etti. Onbeş veya yirmibeş
günlük muhasaradan sonra bunaldılar. Ve neticede develerinin taşıyabileceği
eşyâlarıyle Medîne'den çıkıp gitmelerine müsâade edildi.
[84] Yahudiler muahede hükümlerine hürmet etmediler.
Medîne'de yayılan İslâmiyet'in nüfuzunun kendi nüfuzlarını gidereceğini
anlayarak, Kureyş tarafını tutmuşlardı. Başta en cengâver olan Kaynukaa
oğullan olmak üzere, bunların birer birer cezaları verilmiştir.
[85] Çünkü Haşr Sûresi, Nadîr oğullan hakkında inmiş ve
Allah bu sûrede onlara İsabet ettirdiği intikaamı zikretmiştir. Buradaki
mutâbaatı müellif Tefsîr'de senediyle getirmiştir.
[86] Bu hadîs başka bir senedle Beşte bir Kitâbı'nda,
"Peygamber, Kurayza ve en-Nadîr'i nasıl bölüştürdü bâbı"nda geçmişti.
Kurayza oğullan gazvesinde daha bütün olarak gelecektir
[87] Âyet, muhasaranın şekli ve düşmanın siper edinebilmesi
ihtimâli olan hurma ağaçlarının kesilmesi suretiyle sıkıştınldığını
bildirmiştir. Bu vak'aya ve bu âyete dayanarak, harb îcâbı her nevi' yaş
ağaçlann yakılıp kesilmesinin mübâh olduğunu Nevevî, Müslim Şerhi'nde, Dört
İmâm ile beraber âlimlerin cumhurundan rivayet etmiştir. Öteden beri sürüp
gelen milletlerararası örf ve âdet de böyledir, ve zamanımızda insafsız
şekilleri tatbîk olunmaktadır
[88] Bu şiir müslümânlar lehine değil, müslümân aleyhine
duadır. Çünkü Ebû Suf-yân ibnu'l-Hâris, o zaman bir kâfir idi.
Bu heybetli muhasaranın
devamı üzerine Nadîr oğulları bunalıp emân diledi. Taberî'nİn beyânına göre,
develerine yükleyip götürebildikleri kadar mal alıp götürmek üzere gitmelerine
müsâade edildi. İbn Sa'd, aftiyöz deve yükü eşya ile sürgün edildiklerini
bildirir. Hüzün ve teessür göstermemek için defler çalarak, tegannî ederek
Medine'nin içinden geçip gitmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Şam'a, bir kısmı
Filistin'de Erîha'ya gitmişlerdir. Elli zırh, elli miğfer, üçyüz-kirk kılıç
bırakmışlardır.
[89] Fey', Allah'ın dîn düşmanlarından -galebe ile değil,
fakat sürgün, yâhud cizye üzerine sulh olmak suretiyle- Rasûlü'ne tahsîs
buyurduğu maldır ve ganimetten daha husûsî bir ıstılahtır. Çünkü ganimet
malında da "Hums = Beşte bir"i fey'dir.
[90] Buradaki her iki hadîsin tâbi'î râvîsi İbn Şihâb
ez-Zuhrî'dir. ez-Zuhrî, Umer vakıasını Mâlik ibn Evs'den, Âişe hadîsini de Urve
ibn Zubeyr'den rivayet ediyor. Kurîubî'nin beyânına göre, en sonra bu arazî
Abbâsîler'in idaresine geçmiştir.
İslâm târihine âid bu
kıymetli bilgileri Buhârî Beşte bir Kitâbı'ndaki Fedek kıssasında da rivayet
etmiştir.
[91] Bu hadîs dahî Humus Kitâbı'nda ve daha birkaç yerde
geçmişti. Başlığa uygunluğu, bunun, bundan önceki hadîse uygunluğu
yönündendir. Birşeye uygun olana uygun olan, o şeye de uygun olur (Aynî).
[92] Ka'b ibnu'l-Eşref, Medine Yahudileri'nin en azgın bir
şâiri idi, Rasûlullah ile müslümânları hicvedip kötüler ve müslümânlar aleyhine
Mekke müşriklerine yardım ederdi. Bedir gazvesinde müşriklerin tam ma'nâsıyle
hezimete uğramaları Ka'b'a pek ağır gelmişti. Bedir'de öldürülen müşrikler için
devamlı ağlar ve onlar hakkında şiirler, mersiyeler düzer, inşâd ederdi.
Hassan ibn Sabit de Ka'-b'ın bu şiirlerine cevâb verir idi {Aynî'den özetle).
[93] Hadîsin burasında İbnu Abdilberr'in rivayetinde şu
tafsilât vardır: Muhammed ibn Mesleme, Rasûlullah'a verdiği bu va'd üzerine
birkaç gün bu işle meşgul oldu. Ebû Naile -ki Ka'b ibnu'l-Eşref'in süt
kardeşidir. Abbâd ibn Bişr, Haris ibn Evs, Ebû Abs ibn Cebr ile görüştü. Ve
Rasûlullah'a verdiği va'di bunlara açtı. Bunlar da muvafakat edip: Hepimiz
birlik olup öldürürüz, dediler. Sonra yine hepsi birlikte RasûluIIah'ın
huzuruna geldiler. Buluşma sırasında: Yâ Rasûlallah, hakkınızda Ka'b'ı
sevindirecek bâzı sözler söylemek lâzımdır, buna izin veriniz, dediler.
Rasûlullah da: "Hatıra geleni söyleyebilirsiniz" buyurdu.
[94] Bir vesk, altmış sâ'dır ki, yuvarlak hesâb bir deve
yükü zahîredir. Bir sâ\ dört müdd'dür. Vesk, sâ\ müdd vezinlerinin bu günkü
tartılarla karşılıklı hesâbları Zekât Kitâbı'nda geçti.
[95] İlk kılıç darbesi üzerine Ka'b haykırmış ve bu feryadı
duyan kale içindeki Yahudiler toplanmışlar, sonra Rasûlullah'a gelerek Ka'b'm
aldatılma ile öldürüldüğünden şikâyet etmişler. Rasûlullah, Ka'b'm kendisine
ve müslümânlar üzerine düşmanlarını nasıl teşvîk ettiğini birer birer sayıp
dökünce, Yahudiler söz söylemeye muktedir olamamışlardır. İbn Cevzî'nin
Şerefu'l-Mustafâ adındaki kitabında bildirdiğine göre, Ka'b'ı öldüren
mücâhidler, onun başım bir yem torbasının içine koyarak Medine'ye
getirmişlerdi. Bu suretle İslâm'da ilk naklolunan düşman başı, Ka'b'ın
başıdır, denilmiştir. Ka'b'ın öldürülmesi, hicretin üçüncü yılı ramazânında
vâki' olmuştur.
[96] Bunlar, başkanları Abdullah ibnu Atîk'ten başka üç
kişi idiler. Bunlardan birisi Buhârî'nin bundan sonra gelecek hadîste
bildirdiğine göre, Abdullah ibnu Utbe'dir. Diğer ikisi de Mes'ûd ibn Sinan ile
Abdullah ibn Uneys'tir. Adı geçen Abdullah ibn Utbe, meşhur Abdullah ibn Utbe
ibn Mes'ûd değildir. Çünkü bu, Muhacirler'dendir, öbürüsü ise Ensâr'dandır.
[97] Bu zengin Yahûdî, Hendek gazasında Medine etrafındaki
kabileleri toplamıştı. Urve'den gelen bir rivayete göre Gatafân gibi Arab
kabilelerine birçok yardımda bulunarak Rasûlullah'ın aleyhine harekete
sevketmiştir.
[98] iki parantez arasındaki İfâdeler, hadîsin bundan sonra
gelecek olan rivayetinden alınmıştır.
[99] Buhârî bu hadîsi aynı sahâbîden ve fakat ayrı
senedlerle ve bâzı farklarla üç rivayet hâlinde getirmiştir. Hadîsler daha
kısadan sonra daha uzunu getirilmek suretiyle birbirini tamamlayıp açıklayıcı
bir sıralayışla verilmiştir.
[100] Uhud, Medine'nin kuzeyinde bir fersahtan az bir
mesafede bir dağdır. İslâm târihinde büyük bir mevki'i vardır. Uhud harbine
Kur'ân-ı Kerîm'in Âlu İmrân Sûresi'nde 117. âyetten i'tibâren altmış âyette;
diğer bir rivayette de 120 âyette işaret edilmiştir. Uhud harbi, hicretin
üçüncü yılında şevvalin onbirine tesadüf eden cumartesi gününde vâki' olmuştur.
İbn Sa'd'a göre hicretin otuzikinci ayında şevvalin yedisinde vâki' olmuştur.
Şöyle ki: Kureyş müşrikleri Bedir yenilgisinin acısını çıkarmak için Ebû
Sufyân'ın emrinde iyi donatılmış üçbin kişilik bir ordu ile Medine üzerine
yürüdüler. Kureyş kadınlarının da iştirak ettiği bu ordunun yedîyüzü zırhlı
idi. îkiyüz süvari vardı. Bu kuvvet, şevvalin yedisinde Uhud Dağı yakınına
gelip Ayneyn mevkiine konmuştu. Peygamber de harb şû-râsmda Medine'de savunma
harbi yapılması yâhud Medîne dışına çıkılması hususlarını müzâkere etmiş,
ekseriyetin tercihi olan Medîne dışına çıkılmasına karar verilmişti. Peygamber
cumua namazından sonra bin kişilik bir kuvvetle Medine'den çıktı. Medîne ile
Uhud arasındaki Şevt mevkiinde Abdullah ibn Ubeyy: Ben meydan harbine muhalifim,
diyerek üçyüz kişi ile geri döndü. Peygamber yediyüz kişiyle Uhud'a vardı.
Vâdî'nin ağzındaki Şı'b mevkiini ordugâh edindi. Cumua günü piyade askerlerini
harb nizâmında ta'biye eyledi. Ve düşman bozulsa bile ta'kîb için yerlerinden
ayrılmamalarını buyurdu. Elli kişilik okçu kuvvetini de piyadelerin arkasına
yerleştirdi. Bunların kumandasını da Abdullah ibn Cubeyr'e verdi. Bunlara da
yerlerini hiçbir surette terketmemelerini emretti...
[101] Bu Âlu İmrân: 117. âyeti Uhud harbi hakkındaki
âyetlerin birincisidir. Peygamber tarafından hatırlanması emrolunan Medine'den
ve aile arasından çıkış, âlimler topluluğuna göre Uhud seferine âiddir.
Âlimlerin çoğuna göre şevvalin onuncu günü cumua namazından sonra çıkılmış,
cumartesi günü harbedilmiştir.
[102] Bu âyetlerde müslümânların Uhud'da sarsıldıklarına
işaretle teselli edilmekte ve bu sarsıntının ihtiva ettiği gayeler ve
maksadlar bildirilmektedir. Uhud günü harb başlayınca, günün ilk yarısında
galebe İslâm ordusunda olmuş, düşmana yirmiden fazla telefat verdirilmişti.
Sonra Peygamber'in emrine uyulmaması sebebiyle müslümânlar bozulmuştu.
Bedir'de müşriklerin,
Uhud'da İslâm ordusunun kaybı yetmişer neferden ibaret olduğundan, her iki
tarafın cerihası arasında tam bir benzerlik vardır. Âyette buna da işaret edilmiştir.
[103] Bu âyetlerde bildirilen afv ve tesellilerle
gönüllerdeki irâde çöküntüsü giderek yeni bir azim ve irâde kudreti hâsıl olmuş
ve yeniden bir ikinci müdâfaa harbi başlamıştır.
[104] Bu hadîs, Bedir'de meleklerin hazır bulunması bâbı'nda
senedi ve metni ile ve küçük bir lâfız farkıyle geçmişti
[105] Bu hadîs de küçük lâfız farkıyle Cenazeler Kitâbı'nda,
"Şehîd üzerine namaz bâbı"nda geçmişti.
[106] Bu, Buhârî'nin Müslim'den yalnız olarak rivayet ettiği
hadîslerdendir. Bunda Uhud harbinin bâzı safhaları ve tafsilâtına âid özet
bilgiler verilmiş oluyor. Bu bilgiler târîh kitâblannda daha geniş verilmiştir.
[107] Bu hadîs, Cihâd Kitâbi'nda, "Yüce Allah'ın
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma..." (Âlu İmrân: 169)
kavlinin fazileti bâbi"nda geçmişti.
[108] Bunun bir rivayeti Cenazeler Kitâbi'nda geçmişti.
Rıkaak'ta da gelecektir.
[109] Buhârî'nin böyle bir rivayeti Bedir gazasında
geçmişti. Burada olduğu gibi orada da bu şehidin adı bildirilmemiştir. Ancak
Müslim'in Bedir'e âid olan rivayetinde onun adı Umeyr ibn Humâm olduğu
bildirilmiş olduğundan, Uhud'daki yiğidin bu Umeyr'den başka birisi olması ve
iki kişiye âid ayrı ayrı iki vak'a olması gerekir
[110] Bu hadîsin bir rivayeti de Cenazeler Kitâbı'nda
geçmişti.
[111] Enes ibnu'n-Nadr'm bu kahramanlıkları, öbür İslâm
mücâhidlerini de gayrete getirerek yapılan şiddetli hamlelerle düşman
kuvvetleri haylî sarsılmıştı. Bunların ortaya koydukları yiğitlik menkabeleri
el-Ahzâb: 23. âyetinde medhedilmiş-tir. İslâm ordusunun Hamza gibi birtakım
kuvvetli yiğitleri kaybetmesine rağmen varlık göstermesi müşrikleri
korkutmuştur. BudaÂIu îmrân: 137. âyetinde bildirilmiştir. İşte bu ilâhî
korkunun te'sîri altında en kuvvetli düşman, zayıf bir kuvvetin karşısında
tutunamayıp çekilmiş ve bu suretle harb sona ermiştir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Cihâd Kitabı, el-Ahzâb: 23. âyeti ile ilgili babında geçmişti.
[112] Hadîsin başlığa uygunluğu, içindeki âyette, adaklarını
yerine getirenlerin ancak Uhud'da şehîd olup bu adaklarını yerine getirmiş
olmaları yönündendir. Bu âyetin Enes ibnu'n-Nadr ve diğerleri gibi Uhud
şehîdleri hakkında indiği geçen hadîste bildirilmişti. Kur'ân'ın Mushaf
hâlinde yazılmasını anlatan bu hadîs bâzı küçük farklarla Cihâd Kitabı,
el-Ahzâb: 23. âyetle ilgili bâbda iki tarîkten getirilmişti.
[113] Hadîsin son fıkrası Medine'nin Faziletleri bölümünde
de geçmişti.
[114] Bu iki zümre Hazrec'den Selime oğullan ile Evs'ten
Harise oğullaradır. Bunlar . ordunun iki kanadını oluşturuyorlardı. Abdullah
ibn Ubeyy münafıklar züm-resiyle yarı yoldan Medine'ye dönerken, bunları da
dönmeye teşvîk ettiğinden, gönüllerinde bir sarsıntı olmuş ve yine Allah'ın
inâyetiyle ordudan ayrılmamışlardı. Câbir bu âyet, kendileri hakkında Allah'ın
velîliliğini ,ve senasını İhtiva ettiğinden dolayı hâsıl olan netîceden, yânî
böyle çirkin bir hâdise üzerine inmiş olsa bile yine sevindiğini ifâde
etmiştir.
[115] Buhârî bu hadîsi, Bey', Karz gibi birçok yerlerde
getirmiştir. Burada getirmesinden maksad, Câbir'in babası Abdullah'ın Uhud'da
şehîd edilenlerden olmasıdır.
[116] Hadîs bundan önceki değişik kitâblarda küçük lâfız ve
sened farklılıklanyle geçti. Burada getirilmesinden maksad, Câbir'in babası
Abdullah'ın Uhud'da şehîd edildiğini bildirmektir.
[117] Rasûhıllah nâmına harb eden iki erin Cibril ile Mîkâîl
oldukları, Müslim'in Sa-hîh'inde açıkça söylenmiştir. Bu, "Melekler
Bedir'den başka yerde harbe fiilen katılmamışlardır" görüşünü reddeder.
[118] Sa'd ibn Ebî Vakkaas'ın bu hadîsi rivayet yollan çok
olan meşhur hadîslerdendir ve yalnız burada be1; vnMniı -;vâyef Hlr
[119] Bu hadîsler, bunlarda isimleri anılan sahâbîlerin Uhud
harbinde bulunduklarını ve gösterdikleri kahramanlıkları bildirmek için
getirilmişlerdir.
[120] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd'da, "Kadınların
erkeklerin beraberinde muharebe etmeleri bâbı"nda ve bir rivayeti de Ebû
Talha'pm menkabeleri bâbı'nda geçmişti.
[121] Bu hadîsin bir rivayeti de Bed'u'l-Halk'ta
"îblîs'in ve askerlerinin sıfatı bâbı"n-da (rakam: 97) da geçmişti.
Huzeyfe'nin babası
Yemân, beraberindeki yaşlı arkadaşıyle birlikte Uhud harbinde müslümânların
bozulduğu haberi üzerine Medine'den Uhud'a gelmişler ve harbe girişmişlerdi.
Harbîn başında Uhud'da bulunamadıkları için o günkü parolayı bilemediklerinden
dolayı müslümânlarca düşmandan sanılarak yanlışlıkla öldürülmüşlerdir. Oğlu
Huzeyfe'nin "Durun, o babamdır" diye bağırın-caya kadar müslümânlar
onu öldürmüşlerdir... (Huzeyfe ve babasının hâl tercemeleri, et-Hakaaık, s.
217-218 ile Tecrîd Ter., II, 383'de, 316 rakamlı hadîsin haşiyesinde
özetlenmiştir.)
[122] Bu kelime Tâhâ: 96. âyette de geçer.
[123] Uhud günü meydana gelen bozgunluk, Peygamber'in
öldürüldüğü haberi üzerine umûmî bir panik hâlini almıştı. Medîne'ye kadar
kaçanlar da olmuş ve kadınların ta'rîzine (ayıplamalarına) uğramışlardı. Çoğu
Uhud Dağı'na kaçmıştı. Umer de bunların arasında bulunuyor ve: "Kim
Muhammed Öldürüldü derse onu öldüreceğini" söyleyerek, bozgunluğu önlemeye
çalışıyordu. İşte buradan itibaren başlıkta getirilen ayetler müslümanların
Uhud’daki o bozgunluğuna işaret etmektedir.
[124] İbn Umer bu afv hususundaki görüşünü başlıkta geçen
âyete dayandırıyordu. O âyette bildirilen iki cem'İyet, yânî iki ordudan
maksad, Peygamber'le sahâbî-leri; Ebû Sufyân ile Kureyş kuvvetleridir
[125] el-Hâkim'in el-Müstedrek'dc Urve'den rivayetine göre
Rukayye'nin hastalığı sebebiyle Usmân'la beraber Usâme ibn Zeyd'i de Medîne'de
bırakmıştık. Çünkü Rukayye çok ağır hasta idi. Hattâ Zeyd ibn Sait Medine'ye
Bedir zaferini ilk önce müjdelemek üzere geldiğinde Rukayye vefat etmişti.
[126] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Bu hadîsin bir
rivayeti Uhud gazvesi bâ-bının evvellerinde geçmişti.
[127]Bu âyette haber verilen uyku, hislerin ta'tîlinden
ibaret olan bir gaflet değil, gönüllere huzur ve emniyet veren ilâhî bir
sekînettir. Ve o sırada pek ziyâde ihtiyâç duyulan bir istirahattır. Âyette
husûsî olarak bu ilâhî ni'metin hâlis mü'minlere ihsan edildiğine ve münafıkların
canı ve başı derdine düşerek uyku yüzü görmediklerine işaret edilmiştir
[128] Ebû Talha'nın bu hadîsi, âyette haber verilen bu ilâhî
sekînete mazhar olanlardan birisinin kendisi olduğuna apaçık delâlet
etmektedir.
[129] Humeyd'inkini Ahmed, Tirmizî, Nesâî rivayet
etmişlerdir. Müellif de Tefsîr'de bu âyetin nüzul sebebinde zikretti.
Sâbit'inkİni Müslim rivayet etmiştir.
[130] Bunların üçü de Mekke'nin fethi günü müslümân olmuşlar
ve müslümânlıktaki hayâtları pek güzel devam etmiştir. Bunlardan Süheyl ibn
Amr, Kureyş'in güzel söz söyleyen hatîblerinden ve büyüklerinden
idi.Hudeybiyemuâhedesini yapma ile vazifelendirilen hey'etin başkanı İdi.
Gerek bunlar, gerek Kureyş ordusunda o gün harbetmekte bulunanlardan çoğu
ileride islâm camiası içindeki şerefli yerlerini alacaklarından, bu âyette: Ey
Peygamber müşriklere âid ceza hükmü seni ilgilendirmez. O yalnız bana âiddir!
diye onlara la'net etmekten sakındırmıştır.
[131] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Kadınların
harbde su kırbalarını yüklenip askerlere taşımaları bâbı"nda geçmişti.
Ümmü Kulsüm'ü
Peygamber'in kızı Fâtıma doğurmuştur. Bu sebeble Pey-gamber'in torunu oluyor ve
yine bu sebeble hadîste "Peygamber'in kızı" denilmiştir.
ibn Sa'd,
Tabakaatu'n-Nisâ bahsinde Ümmü Selît'in asıl künyesinin Ümmü Kays olduğunu,
fakat Ebû Selît ile evlenmesinden Selît dünyâya geldikten sonra "Ümmü
Selît" diye.künyelendiğini bildirmiştir. Bu mücâhide kadın Hayber ve
Huneyn gazvelerinde de bulunmuştur.
[132] Buhârî sarihleri bu iki görüş arasında yarım asırlık
bir zaman fasılası bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu da ayak tanıyıcılık
hususunda müfrit bir zekâya ve tam bir bilgiye delâlet etmiştir.
[133] İbn îshâk'm rivayetinde hadîsin burasında şu ziyâde
vardır: Tâif hey'eti Rasû-lullah'a müslümânhklarını arzetmek üzere yola
çıktıkları sırada, bana Tâif toprağı da dar gelmişti. Şam'a, Yemen'e yâhud
bunlara benzer bir şehre gitmeyi düşünüyordum. Ben bu düşüncede iken bir kişi
bana: Vay, sana yazıklar olsun! Vallahi Rasûlullah, dînine giren hiçbir
müslümânı öldürmez! dedi. Bunun üzerine ben de hey'etle beraber yola
çıktım (Kastallânî).
[134] el-Hâkim el-Vâkıdî ve tshâk ibn Râhûye, Museylime'ye
kılıç vuran kimsenin Abdullah ibn Zeyd ibn Âsim el-Mâzinî olduğunu kesin
söylediler. Seyf, Ridde kitabında ise onun Adiyy ibn Sehl yâhud Ebû Ducâne
olduğunu söylemiştir (Kastallânî).
[135] Museylime, peygamberlik da'vâsında iken bu kadının
Emîrü'l-Mü'minîn demesi İbnu't-Tîn'e göre Museylime tarafdârlannın ona kâh
"Nebî", kâh "Emîru'l-Mü'mİnîn" dediklerini ifâde eder.
"Mü'minîn" ile, ona îmân edenler kasdolunmuştur.
[136] Peygamber'in dişini Utbe ibn Ebî Vakkaas attığı bir
taşla kırmış ve alt dudağını yaralamıştı. Abdullah ibn Şihâb da alnını
varmıştır. Abdullah ibn Kamie'nin bir kılıç vuruşuyla da elmacığı yaralanmış ve
bu vuruşla parçalanan miğferin iki halkası elmacığına batmıştı. Peygamber, Utbe
için "Yılına erişmesin" buyurmuş ve hakîkaten senesi içinde
ölmüştür, ibn Kamie de vahşî bir hayvan tarafından parçalanmıştır.
[137] Taberânî'nin rivayetinde tbn Abbâs bu yetmiş kişiden
şu isimleri saymıştır: Ebû Bekr, Umer, Usmân, Alî, Ammâr ibn Yâsir, Talha, Sa'd
ibn Ebî Vakkaas, Ab-durrahmân ibn Avf, Ebû Huzeyfe ve İbn Mes'ûd (R). İbn İshâk
ve diğerlerinde şu vardır: Onlar Hamrâu'1-Esed mevkiine ulaştıkları zaman -ki
burası Medîne'-ye üç mil uzakta bir yerdir- Allah müşriklerin kalblerine korku
attı da Mekke'ye doğru gittiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet İndi
(Kastallânî).
İbn Cerîr'in rivayetinde
Abdullah ibn Abbâs şöyle demiştir: Ebû Sufyân Uhud günü bunca zafere erdikten
sonra Allah onun kalbine bir korku bıraktı da, o, bu zaferin sonunu almadan
Mekke'ye dönüp gitti. Bunun üzerine Rasûlullah: "(Ey sahâbîlerim!)
Muhakkak ki Ebû Sufyân sizin bir kısmınızı öldürdü de, Mekke'ye döndü ve Allah
onun gönlüne korku saldı" buyurmuştur (Aynî).
[138] Katâde'nin ikinci sözü de birincisi gibi senedlidir.
Katâde ikinci sözüyle birincisini kuvvetlendirmek istemiştir.
[139] Hadîsteki "Fî sevbin vahidin" sözünün zahirî
ma'nâsı iki şehidin bir kefene konulmasını ifâde ederse de, Mesâbih Şerhi'nde
Muzhirî, burada "Sevbin vahidin", "Kabrin vahidin", yânî
bir kabir ma'nâsına olduğunu bildirmiştir
[140] Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda,
"öldükten sonra ölünün yanına girmek bâbı"nda geçmişti.
[141] Bu hadîsin bir geliş sebebi vardır ki, onu Ahmed ve
en-Nesâî'nin Uhud kıssası hakkında İbn Abbâs'tan rivayetleri beyân etmiştir:
Yapılan harb şûrasında Peygamber, Medîne'den çıkmamalarına işaret etmiş, genç
sahâbîler de şehîdlik isteği ile Uhud'a çıkmayı tercih etmişler. Peygamber
silâhları ve zırhları giydikten sonra bu tercihlerinden pîşmân olmuşlar.
Peygamber: "Hiçbir peygambere silâhlarım kuşandıktan sonra harb etmedikçe
çıkarması yakışmaz" buyurmuş ve yukarıdaki ru'yânın benzerini haber
vermiştir... (Kastallânî).
[142] Bu hadîsin bir rivayeti de Uhud gazvesi'nin evvelinde
89 rakamıyle geçmişti.
[143] Buhârî bunu Zekât Kitabı, "Hurma mahsûlünü tahmin
etme bâbı"nda senediyle getirmişti (Kastallânî).
[144] es-Suheylî şöyle demiştir: Bu dağ, tek olması ve
oradaki diğer dağlardan kesik bulunmasından dolayı Uhud ismiyle isimlendirildi.
Bu kelime "Ahadiyet"ten türemiştir. Harflerinin harekeleri refi'dir.
Bu da ahad dîninin yüksekliği ve yüceliğini bildirir... (Kastallânî).
Peygamber güzel ismi
severdi, Ahadiyetten türemiş isimden daha güzeli yoktur. Allah isminin
ma'nâsma uygunluğunu istediği için bu dağa önceden bu ismi vermiştir. Çünkü
buranın ahâlîsi olan Ensâr, tevhîde, tevhîd dînine gönderilmiş Allah Elçisi'ne
yardım ettiler; O da, diri iken de, ölü iken de o dağın yanında yerleşti...
(Kastallânî).
[145] Bu hadîsin bir rivayeti Uhud gazvesi evvelinde
geçmişti.
[146] Bu başlığın sevkedilişi, Racî' gazvesiyle Maûne Kuyusu
gazvesinin birtek şey olduğunu düşündürür. Hâlbuki İş böyle değildir. Racî'
gazvesi, Âsim ve Hubeyb'in on kişilik seriyyesidir. Bu seriyye Adal ve el-Kaare
kabîleleriyle çarpışmıştır.
Maûne Kuyusu gazvesi ise
yetmiş Kur'ân hafızının seriyyesidir. Bu seriyye Rı'l ve Zekvân İle
çarpışmıştır. Musannif bu seriyyeyi ötekine yakın olduğu için onun beraberinde
zikretmiştir. Bunun ötekine yakınlığına, Peygamber'in o ka-bîleler aleyhine
yaptığı duada Lıhyân oğulları, Useyye oğulları ve diğerlerim ortak kılması
delâlet eder. el-Vâkidî, Maûne Kuyusu haberi ile Racî' sahâbîleri haberinin
Peygamber'e bir gece içinde geldiğini zikretmiştir (İbn Hacer).
[147] Bu seriyyeden bâzıları şunlardır: Mersed
el-Ganevî,Hâlid ibmı'l-Bukeyr el-Leysî, başkanları Âsim ibn Sabit, Hubeyb ibn
Adiyy, Zeyd ibnu'd-Desine ve Abdullah ibn Tarık'tır. Bu seriyyeye Racî'
Seriyyesi ismi verilir. Racî', Huzeyl kabilesi yurdunda bir suyun adıdır. Bu
şehâdet vakıası burada vukû'a geldiğinden bu adla anılmıştır. Hâdisenin özeti
şöyledir: Adal ve Kaare kabilelerinden bâzı kimseler Peygamber'e gelip,
kendilerine dîn ve Kur'ân öğretecek bâzı öğretmenler göndermesini rica
etmişlerdi. Peygamber onlara Suffa ehlinden isimleri geçen sahâbîleri göndermişti.
Onlar Racî' mevkiine geldiklerinde bu kabile halkı bunları gaddarca şehîd etmişler, Hubeyb ile Zeyd'i Mekke'ye
götürüp orada öldürmüşlerdir.
[148] Bu hakîkaten bir sünnet, bir kaanûn olmuştur. Çünkü
Hubeyb bu ölümünden önce iki rek'at namaz kılma işini Peygamber'in hayâtında
yapmış, Peygamber de bunu güzel görüp takrîr etmiştir.
[149] Bu hadîsin küçük farklarla diğer bir rivayeti Cihâd
Kitabı, "Kişi esîr alınmak ister mi bâbi"nda, geçmişti.
İ'dâm edilme sırasında
iki rek'at namaz kılma sünnetini başlatan Hubeyb ibn Adiyy (R) Buhârî'deki
yerleri Cihâd, rak: 245, Mağâzî: 38, 123: Tev-hîd, rak: 33.
[150] Maûne Kuyusu vak'asi Uhud'dan dört ay sonra, dördüncü
hicret yılının safer ayında meydana gelmiştir. Necd ehlinin isteği üzerine,
yânî Mekke'nin doğusunda ve yakınında oturan Benû Suleym ile Benû Âmir
kabilelerinin ahd ve mî-sâk vermeleri üzerine Rasûlullah o zaman
"Kurrâ" ismi verilen yetmiş kadar sahâbîyi muallim olarak Munzir İbn
Âmir el-Hazrecî(R)'nin maiyyetinde Necd'e gönderdi. Bu seriyyeye "Munzir
ibn Âmir seriyyesi" adını da verirler. Bu kurrâ, Suffa ehlinden Kur'ân'ı
ezberleme ve öğretme ile meşgul hakîkaten mübarek, âbid, sâlih gençlerden
imişler.
[151] Bu hadîslerin kunûtla ilgili kısımlarına âid
açıklamalar Vitr Kitâbı'nda verilmişti; onları burada tekrar etmeye ihtiyâç
yoktur.
[152] Bundan hâsıl olan şudur: Enes'ten üç rivayet
naklolunmuştur: Birincisi Abdu-lazîz ibn Suheyb'in Enes'ten rivayeti, ikincisi
Saîd'in Katâde'den; onun da Enes' ten rivayeti, üçüncüsü de Katâde'nin Enes'ten
rivayetidir ki, bunda Halîfe ibn Hayyât, Yezîd ibn Zuray'dan; o da Saîd ibn Ebî
Arûbe'den; o da Katâde'den... diye bir ziyâde getirmiştir (Aynî).
[153] Benû Selûl de Benû Âmir gibi Sa'saa evlâdıdır; bu
sebeble Âminler ile Selûlîler amcaoğullandır. Ancak Selûlîler alçaklık ile
tanınmış oldukları için onlardan birinin çadırında bakılmak, Âmir ibn Tufeyl'in
pekçok gücüne gitti. Bundan dolayı hakaaret saydığı bu hâle dayanamayıp atına
bindi, mızrağını aldı ve: "Ölüm meleği karşıma çıksın da görsün" diye
bağırarak atını koştura koştura düşüp ölmüştür.
[154] Müşriklerin başkanı Âmir ibn Tufeyl ile ona yardım
eden Rı'l, Zekvân ve Usayya kabileleri, oradaki diğer sahâbîlerin üzerine
ansızın hücum ettiler ve hareketlerine meydan bırakmadan dört taraflarından
kuşattılar. Sahâbîler bu hâli görünce hemen kılıçlarına sarılıp cümleten şehîd
oluncaya kadar cenk ettiler. İçlerinden yalnız sakat olan Ka'b ibn Zeyd, öldü
sanılarak yerinde bırakılmış. Lâkin bu zât ondan sonra yaşamış ve Hendek'te bir
ok isâbetiyle şehîd olmuştur. Amr ibn Umeyye ed-Damrî de düşmanların ellerine
esîr düşüp sonra da âzâd edilmiştir.
[155] Benû Lıhyân'ın Maûne Kuyusufhâdisesiyle ilgileri yoksa
da Racî' sahâbîlerinin felâketi onların eliyle olmuştur. Bu sebeble bedduaya
onlar da girdirilmiştir.
[156] Vâkıdî'nin rivayetine göre, Peygamber'in bindiği bu
devenin adı Kasvâ idi. Be-nû Kuşeyr hayvanlanndandı. Peygamber'in vefatından
sonra biraz daha yaşamış ve Bakı'a salıverilip orada otlamıştır.,Sonra Ebû
Bekr'in devlet başkanlığı zamanında ölmüştür.
[157] Sevr Dağı, Mekke'nin sağ tarafında ve üç mil
uzaklıktadır. Mağara da bunun tepesindedir. Peygamber ile Ebû Bekr'i mütevazı
sinesinde saklayan bu mağara bugün de mevcûddıır ve ziyaret edilmektedir.
[158] Bu kardeşlik şöyledir: Âişe'nin annesi Ümmü Rûmân'ın
ilk kocası Ebu't-Tufeyl Câhiüyet devrinde Mekke'ye gelip, İslâm'dan önce Ebû
Bekr'le yeminli dost olmuştu. Ebu't-Tufeyl öldü, karısını geride bıraktı.
Bunun üzerine Ebû Bekr onun karısı Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân Ebû
Bekr'e Abdurrahmân ile Âişe'yi doğurdu. Ebû Bekr, Ebu't-Tufeyl'den Âmir ibn
Fuheyre'yi de satın alıp âzâd etmişti (Kastallânî).
[159] Orada şehîd edilenler içinde Âmir ibn Fuheyre de
vardı. O zaman kırk yaşında idi. İlk müslümânlardandı. Peygamber, Erkam'ın
evine girmeden önce İslâm'a girmiş idi. Bu hadîste de ifâde edildiği gibi, bu
zât hicret sırasında Peygamber'le Ebû Bekr'e yoldaşlık eden sahâbîdir. Ebû
Bekr'in âzâdlısı idi (R).
Bu, Hicret bölümünde
uzun bir metinle geçmişti. Burada ise Âmir İbn Fu-heyre'den dolayı kısaca
getirilmiştir.
[160] Bu vak'a o kadar unutulmaz bir te'sîr bırakmış ki,
Zubeyr ibnu'l-Avvâm (R) onbeş sene sonra dünyâya gelen oğullarına Urve ve
Munzir adını vermiştir. Çünkü Maûne Kuyusu şehîdleri arasında Urve ibnu Esma
ibni's-Salt vardı. Kaafilenin başkanı da Munzir ibn Amr idi. Zubeyr'in, oğluna
Urve ismini vermesinde başka bir münâsebet daha vardır. Şehîd olan Urve'nin
babası Esma ibnu's-Salt olduğu gibi, İbnu'z-Zubeyr'in anası da Esma bintu Ebî
Bekr es-Sıddîk'tır. Esma, hem erkek ismi, hem de kadın ismi olan
kelimelerdendir... (Aynî'den özetle Tecrîd Ter., III, 245. haşiyeden).
[161] Bu Vitr babında ve bu bâbda getirilen Enes
hadîslerinden bir diğeridir.
[162] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Allah
yolunda öldürülenleri ölüler sanma' {el.-Bakara: 154) kavlinin fazileti
bâbı"nda geçmişti.
[163] Klzb, yalan söylemek ma'nâsma geldiği gibi, Hicaz ehli
lügatinde hatâ etmek, yanılmak ma'nâsmda da kullanılır. Burada da bu
ma'nâyadır.
[164] Bu hâdise üzerine vâki' olan buradaki kunût, Ebû
Hureyre'den, Vitr'de gelen hadîsteki kunût değildir. Zîrâ hâdiseler başkadır.
Ebû Hureyre'rim bahsettiği kunût, Ramazân'in son yarısında başlayıp bayram günü
terkedilmiştir. O ku-nûtta Mekke'de Kureyş elinde kalmış bâzı müslümânların
kurtulmaları için duâ edilmiş ve Mudar'dan olan o zamanki kâfir kabîleler
aleyhine de duâ edilmişti. Enes'in bu takriri ile bu hadîsin sevkindekî
müşkillik gitmiştir.
[165] Hendek, şehir surunun etrafına kazılmış çukur ve
istihkâma denir. Bu harbde Medine'yi savunmak için etrafına hendek (handak)
yânî derin ve uzun bir çukur kazıldığı için bu isimle anılmıştır.
el-Ahzâb da el-Hizb'm
cem'idir. Hizb, insan camiasına, kişinin re'y ve emrine itaat eden insan
topluluğuna denir. Bu gazvede Yahûdîler, Mekke müşrikleri ve diğer büyük Arab
kabileleri müslümânlar aleyhine İttifak ederek toplanıp geldikleri için, buna
Ahzâb adı da verilmiştir. Bâb başlığındaki unvan da bu gazvenin iki ismi
olduğunu göstermektedir.
İbn Sa'd, Hendek
gazvesinin ve hendek kazılmasının sebebini şöyle bildirir: Peygamber, Yahûdî
Benû'n-Nadîr'i yurtlarından sürgün ettiği zaman, bunların büyükleri Hayber
Yahudileri'nin yanına sığınmışlardı, işte bunlardan yirmi kadar Yahûdî,
başlarında Huyey ibn Ahtab olduğu hâlde Mekke'ye giderek Ku-reyş'i tahrik edip,
onları birlikte Peygamber üzerine harekete çağırdılar. Sonra Gatafân, Benû
Suleym, Benû Esed, Fİzûre, Benû Murre, Eşca' kabilelerini de dolaşarak,
Hayber'in senelik hurma mahsûlünün yansını kendilerine vermek va'-diyle bunları
da ayaklandırdılar. Bunlarla Kureyş'ten onbin kişilik bir ordu toplandı ve Ebû
Sufyân'ın emrinde Medine üzerine yürüdü.
Bu sırada Benû Huzaa'dan
bir kişi dört günde Medine'ye yetişip, durumu Peygamber'e bildirdi. Peygamber
sahâbîleriyle istişare etti. Savunma harbi yapılmasına ve Selmân el-Fârisî'nin
teklifi üzerine hendek kazılmasına karar verildi.
Uhud ile Hendek
arasında Hamrâu'1-Esed, Ebû Mesleme, Abdullah ibn Uneys, Racf, Maûne Kuyusu,
Zâtu'r-Rıka, Bedri Âhire, Devmetu'l-Cendel se-riyyeleri vak'aları vardır...
(Aynî).
[166] Buna göre Uhud ile Hendek arasında bir yıl oluyor,
Uhud, üçüncü yılda oldu, Hendek de dördüncü yılda olur.
[167] Bu beyt vezinli değildir. Belki bunun aslı hemze ve
lâm'm "Muhâcir"e nakliyle "Fağfir lil-Ensâri ve
lil-Muhâcireh" şeklindedir (Kastallânî).
[168] Bunun bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Hendek kazma
bâbı"nda geçmişti
[169] Bu Enes hadîsinin başka bir rivayetidir. Bunda o zaman
sahâbîlerin ne kadar zor şartlar ve sıkıntılar içinde, o hendeği kazdıkları
açık olarak belirtilmiştir.
[170] Bu, Buhârî'nin Müslim'den yalnız olarak rivayet ettiği
hadîslerdendir. Şübhe-siz bu Câbir hadîsindeki işlerin hepsi Peygamberlik
alâmetlerindendır (Aynı).
[171] Bu, Câbir hadîsini rivâyetidir. Bu hadîs saltılımş
olarak Cihâd'da, "Farsça ve yabana bir dil de konuşan kimse babı da
geçmişti (Aynî)
[172] Bunun bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Hendek kazma
bâbı"nda geçmişti.
[173] Sabâ, doğudan esen rüzgârın ismidir; batıdan esen
rüzgârın adı da Debûr'dur. Kuzeyden esen rüzgâra Şemâl, güney rüzgârına da
Cenûb denir.
Peygamber'in böyle
buyurması, Ahzâb harbine âid olan ı*Biz onların başına şiddetli bir rüzgârı ve
sizin görmediğiniz birtakım ilâhî orduları göndermiştik'' (el-Ah2âb: 9) âyetine
işarettir. Kureyş, İslâm'ı söndürmek ve müslümânlan yok etmek için onbin kadar
müttefik askerle Medine'ye saldırdıklarında, hendek kazılarak savunma harbine
hazırlanılmış, bu sırada müslümânlar sarsılmışlardı... İşte o sırada bir gece
doğu tarafından çok soğuk ve kuvvetli bir rüzgâr esip, müşrik ordugâhını
darmadağın etmişti.
[174] Bu, el-Berâ hadîsinin başka bir yoldan diğer bir
rivayetidir
[175] Bunun bir rivayeti daha önce geçmişti. Orada İbn Umer
ondört yaşında olduğu için Uhud harbine izin verilmemiş; Hendek'te onbeş yaşında
olduğu için izin verilmişti.
[176] Hadîs râvîlerinin hadîs rivayet ederken hadîs ile hiç
ilgisi olmayan bu gibi şeyleri zikretmeleri, hadîsin sabîhliğini sağlamak
içindir.
[177] Bu tertîlî ve entrikah vakıa Amr ibn Âs'ın, Muâviye
adına hakem ta'yîn olun-masiyle başlar. Ebû Mûsâ el-Eş'arî de Alî nâmına hakem
olmuştu. Amr ibn Âs'ın Ebû MÛsâ'nm temizliğinden faydalanarak Alî'yi
halifelikten düşürmesiyle Mu-âviye'yi halîfe i'lân edişi, siyer ve İslâm Târîhi
kitâblarında açıkça anlatılır.
[178] Muâviye'nin İbn Umer'le babası Umer'e bu derece
saldırmasının sebebi, Zehe-bî'nin beyânına göre, o gün bütün fikirlerin
Abdullah ibn Umer'in seçilmesi üzerinde toplanmış olmasıdır. Fakat İbn Umer
kabul etmemiştir.
[179] Bu da Buhârî'nin Müslim'den yalnız olarak rivayet
ettiği hadîslerdendir. Buhâ-rî bunu burada ayrı ayrı iki senedle getirmiştir.
Biri: Ma'mer ibn Râsid'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da İbn
Umer'den; ikincisi de yine Ma -mer'den; o da İbn Tâvüs'tan; o da îkrime ibn Hâlid'den;
o da İbn Umer'den.
Hadîsin bu bâbda
getirilme sebebi ve buraya uygunluk noktası, ibn Umer'in Muâviye'ye karşı
söylemek isteyip de belirttiği gerekçe ile söylemediği sözleridir (Aynî).
[180] Buhârî bu hadîsi burada iki sened, iki metin ile ve
ikisi de Süleyman ibn Sured1-den olmak üzere sevketmiştir. Peygamber'in bunda
haber verdiği gibi, Ahzâb harbi müşriklerin son saldırısı olmuştur. Bundan
sonra müslümânlar Mekke üzerine sefer etmişlerdir: Evvelâ umre yapmak için
gittiler. Müşriklerin bunu kabul etmeyip dayatması üzerine Hudeybiye anlaşması
yapılarak geri dönüldü. Ertesi yıl gidilip Ka'be ziyaret edildi. Bir yıl sonra
da Mekke fetholundu. Uhud ve Ahzâb gazvelerinde müslümânlar üzerine muhârib
olarak gelenlerin hepsi müs-lümân oldular. Peygamber'in bu güzel neticeyi
vukû'undan evvel haber vermesi de peygamberlik alâmetlerindendir.
[181] Peygamber'in. hiçbir vakıada namaz geçirdiği
yazılmadığına göre, burada namazları geçirmesi, AfiTâb harbi meşakkatinin
derecesini bildirmeye yetişir
[182] Hendek muhasarası, Vâkidî'ye göre, ondört gün; Mûsâ
ibn Ukbe'ye göre yirmi güne yakın sürmüştü. Bu süre içinde meydan harbi
yapılmadı, yalnız karşılıklı ok atmakla vakit geçirildi. Çünkü müşrikler
tanımadıkları bir hendek savun-masıyle karşılaşmışlar ve şaşırmışlardı. Hendek,
zamanına göre mühimdi. Geçmek isteyenler okla karşılanıyordu. Bu harbde
müslümânlar beş şehîd vermişlerdi. Ensâr'ın başkanı Sa'd ibn Muâz da bu harbde
kol damarından yaralanıp, sonra vefat etmiştir. Muhasaranın son günlerinde
düşman da günlerin geçmesinden usanarak şiddetli bir hücumda bulunmuş, hattâ
bâzı süvariler hendeğin zayıf bir yerinden geçmişler; bunlar İslâm
mücâhidlerince karşılanıp def edilmişlerdi. İşte o gün Rasûlullah öğle,
ikindi... namazlarım vaktinde kılamamıştı.
[183] Bu hadîs ez-Zubeyr'in menkabesinde de geçmişti. Hendek
günü sırasında Ku-rayza Yahudileri verdikleri sözde durmayıp müşriklere yardıma
kalkışınca, Peygamber onların durumlanyle ilgili haberleri toplayıp tedbîr
alıyordu.
[184] Yânî eşyanın hepsi Yüce Allah'ın varlığına nisbetle yok
gibidir. Çünkü herşey yok olur, O ise bakîdir. O, herşeyden sonra vardır,
O'ndan sonra hiçbirşey yoktur (Kastallânî).
[185] Peygamber'in bu duaları kabul edildi. Peygamber'in
yüzünde sevinç eseri parladı da sahâbîlerine zafer va'dîni müjdeledi. O gece
doğu taraftan esen müdhiş bir fırtına düşman ordusunu alt üst etti, gönüllerine
korku düştü, bir panik içinde Mekke yolunu tutup gittiler
[186] Bu hadîs Cihâd'da da iki bâbda: "Yükseğe çıkışta
tekbîr alma" ve "Cihâd'dan dönüşte..." bâblarmda geçmişti. Bu
ifâdeler Peygamber'in Allah'ın ni'metleri-ne karşı devamlı şükür ve hamd eder
olduğunun delilidir.
[187] Kurayza oğulları Medîne civarında oturan ve Nadîr
oğullan'ndan sonra gelen Yahûdî birliğidir. Peygamber Medine'ye hicret edip
geldiğinde, diğer kabilelerle yaptığı gibi bunlarla da can, mal ve dîn
hürriyetlerini korumak hususunda anlaşma yapmıştı. Uhud yenilgisi üzerine
Yahudiler şımarıklık göstermeye başlayınca Nadîr oğullan sürgün edilmişlerdi.
Hendek harbinden önce Kurayza oğullan'yle müşriklere yardım etmemeleri
hususunda anlaşma yapılıp yerlerinde bırakılmışlardı. Fakat bu defa Kurayza
Yahudileri bütün müşrikler ve Hicaz kabileleri ve Yahûdîler'in müslümânlar
aleyhine harekete geçmelerini fırsat bilerek yapılan ahdi bozmuşlar ve
müslümânlar aleyhine fiilen harbe girişmişler; kendilerini koruyan Evs kabilesi
müslümânlannm başkanı Sa'd ibn Muâz(R)'ın nasihatlerini de reddetmişlerdi. İşte
bütün bu gizli ve açıktan yaptıkları nankörlük ve düşmanlıklar Üzerine
cezalandırılmaları gerekmişti.
Peygamber üçbin asker, otuzaltı
süvârî ile beşinci hicret yılı Zu'1-ka'desinin yirmi ikisinde hareket edip
Kurayza Yahûdîleri'ni yirmi küsur gün muhasara etti. Zu'1-hicce'nin sekizinci
perşembe günü Kurayza'yı teslîm alarak Medine'ye döndü(Aynî).
[188] Peygamber ve sahâbîleri takım takım Kurayza oğullan
yurduna gittikleri sırada meleklerin de kaafile hâlinde Cibril'in kumandasında
hareket ettikleri bu hadîsten anlaşılır. Meleklerin yardımı mühim zamanlarda
olurdu. Kurayza seferi de mâhiyeti İ'tibâriyle mühimdi. Çünkü bununla İslâm'ın
yükselmesi engellerinden biri daha yok edilecekti. Hadîsteki Ganm oğullan,
Hazrec kabilesinin bir şûbesidir. Bunlar Ganm ibn Mâlik ibni'n-Neccâr
oğullan'dır.
Bu hadîsin bir rivayeti
Bed'u'l-Halk'ta "Meleklerin zikri babı' 'nda da geçmişti
[189] Sahâbîler arasındaki bu görüş ayrılığı Peygamber
zamanındaki amelî ve fer'î mes'eleler hakkındaki ihtilâflardan birisidir.
Saadet asrında ne i'tikaadî, ne de muhkem nassm zahirine ve ümmetin icmâ'ına
dayanan dînî farizalar ve şer ı asıllarda hiçbir ihtilâf kaydedilmemiştir.
Yalnız bu ana mes'eleîerin tafsillerinde ve uygulama şekillerinde ihtilâf
edilmiştir. İşte bunlardan birisi budur ve ümmet hakkında kolaylık olmuştur.
Bunun için Peygamber bu iki zümreden hiçbirisine darılmamı ştır.
[190] Bu hadîsin kısa bir rivayeti Beşte bir Kitabı,
"Peygamber Kurayza ve en-Nadîr mallarını nasıl taksîm etti...
bâbı"nda 36 rakamıyle geçmişti. Menîhanın Fazî-leti bölümünde de bunu
açıklayıcı, fakat değişik bir lâfızla daha tafsîlli olarak yine Enes'ten şu
hadîs geçmişti: Enes dedi ki: Muhacirler Mekke'den Medîne'-ye ellerinde birşey
olmayarak hicret etmişlerdi. Ensâr ise arz ve akar sahibi idi. Bu sebeble Ensâr
her sene mallarının (yarı) mahsûlünü Muhâcirler'e vermek ve Ensâr'm yerine bağ,
bahçe işini Muhacirler yapmak şartıyle, mallarını onlara ortağa vermişlerdi
Enes'in anası -ki Ümmü
Enes, Ümmü Suleym denmekle meşhurdu ve Abdullah ibn Ebî Talha'nm da anası idi-
da bu sırada Rasûlullah'a birkaç hurma ağacı hediye etmişti. Peygamber de bu
ağaçlan (mahsûllerinden faydalanmak üzere) Usâme ibn Zeyd'in anası olan
cariyesi Ümmü Eymen Bereke'ye vermişti. Enes dedi ki: Peygamber Hayber
muharebesinden Medine'ye döndüğü zaman Muhacirler, meyvesinden
faydalandıkları, Ensâr'ın ariyet verdikleri hurmalarını Ensâr'a geri verdi.
Peygamber de Ümmü Enes'e hurma ağaçlarını geri verdi. Ümmü Eymen'e de hurma
ağaçlan yerine kendi bostanından bîr kısmını verdi.
[191] İbn İshâk'ın rivayetine göre Sa'd ibn Muâz'ın hükmü
yerine getirilmek üzere hendekler kazılmış, buralara birer birer getirilip
hüküm infaz edilmiştir. İbn İs-hâk bu mücrimlerin altıyüz kişi olduklarını
rivayet etmiştir. Tirmizî, Nesâî ve İbn Hıbbân'm sahîh isnâd ije rivayetlerine
göre bunlar dörtyüz kişidir. Kadınları ve çocukları da esîr edilmiştir.
Kurayza oğulları da Sa'd İbn Muâz'ın verdiği hükmün Tevrat hükmüne uygun
olduğunu i'tirâf etmişlerdir. Zamanımız kaanûnlarına göre de hüküm böyledir:
Vatana ihanet eden, düşmanla birleşerek vatanlarına karşı silâh kullanan
kişinin cezası îdâmdır.
Benû Kurayza Yahudileri
Sa'd ibn Muâz'm hakemlik etmesini İstediler. Sa'd da onlara kendi inandıkları
Tevrat'ın "tesniye bâbı"ndaki ilgili hükmü verdi: "Savaş için
bir şehre vardığında önce sulh iste. Olumlu cevâb verip kapılarım açarlarsa
orada bulunan bütün halk senin emrindedir ve hepsi senin kölendir. Eğer şehir
teslim olmaz, üstelik seninle savaşa kalkışırlarsa önce muhasara et, eğer Allah
Rab şehri sana verirse oradaki bütün erkeklerin kılıçla boyunlarım vur. Oradaki
kadınlar, çocuklar ve hayvanlar ve şehirde ganimet olabilecek ne varsa
senindir. Allah Rabb'in sana verdiği düşman ganimetini yersin" (Tesniye,
10-15).
Bu hadîste "Sa'd
mescide yaklaşınca" sözünde anılan mescid, Peygamber'in Kurayza'yı
muhasara ettiği günlerde namaz kılmak için mescid edindiği yerdir. Sa'd
geldiğinde Peygamber ile sahâbîleri orada bulunuyorlardı.
[192] Bu çadır Rufeyde el-Ensâriyye yâhud el-Eslemiyye'nin
kurduğu çadır idi ki, bu hayırsever kadın müslümânların kimsesiz yaralılarına
orada bakar, Allah rızâsı için bizzat hizmetlerini görürdü. Peygamber sık sık
ziyareti kolay olsun diye Sa'-d'ın, Rufeyde'nin çadırına naklini emrettikten
sonra, sabah akşam yanına gider ve hatırını sormakla gönlünü hoş ederdi. Bu
suretle Sa'd'a çadır kurdurmaktan maksad, kendisine bir çadır tahsisinden
ibaret olmuş olur.
[193] Müslümanlar ile aralarında olan ahdi bozarak Ahzâb
kâfirlerini Medîne üzerine üşüştürüp müslümânlan çeşit çeşit ıztırablara
düşüren Kurayza oğullan, Ahzâb harbi akabinde İslâm ordusuna karşı yenilmiş ve
bugünkü ta'bîr ile kayıtsız şartsız teslime razı olmuştu, Kurayza oğulları Evsliler'in
yeminli dostu olduklarından, haklarında yapılacak muamelenin ta'yîninde Sa'd
İbn Muâz'ın hakem olmasını istediler, sa'd da onlar hakkında burada bildirilen
hükümle hükmetti.
[194] Gıfâr oğulları, Ebû Zerr'in kabîlesidir. İkinci
çadırın sahibi, Rufeyde el-Eslemiyye'nin kocası idi derler.
[195] Hadîs ve siyer kıtâblarında naklolunduğu üzere
Peygamber, Sa'd'ın vefatı zamanında yanında bulunamamış. Kendisine Cibrîl
gelip: "Yâ Muhammed, bu sâlih kul kimdir ki, ruhunun yükselmesi için göğün
kapılan açıldı ve gelişinden dolayı Rahmân'ın Arş'ı titredi?" demiş. Bunun
üzerine Rasûlullah acele Sa'd'ın yanına gitmiş, fakat vefat etmiş bulmuştur.
[196] Bu hadîs Bed'u'l-Halk'ta "Meleklerin zikri
bâbı"nda da geçmişti. Burada ziyâdenin getirilmesi, Hassân'a bu emrin
verilmesinin Kurayza gününde vâki' olduğunu ta'yîn ve tesbît etmektir.
[197] er-Rıkâ', er-Ruk'a'nm cem'idir. Ruk'a, elbise
yırtığına vurulan bez parçasıdır ki, yama ta'bîr olunur. Necd tarafına doğru
yapılan bu sefere katılanların hepsi piyade olup, mücâhidlerin çıplak ayakları
taştan, dikenden parçalanmış ve tırnakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez
parçalarıyle bağlamış olmaları, bu gazveye Zâtu'r-Rıkâ' (yânî: Sargılar
Gazvesi) denilmesine sebeb olmuştur. Yâhud Zâtu'r-Rıkâ', bu isimde bir yerin
adıdır. Bundan başka bu gazvenin Muhârib, Benû Sa'lebe, Necd, Zû Kared, Benû
Enmâr adlanyle de anıldığını göreceğiz. Vâkıdî bu seferin sebebini şöyle
bildirmiştir: Bir bedevi gelip Rasûlullah'a: Benû. Sa'lebe ve Benû Enmâr'dan
birtakım kimselerin aleyhinize toplandıklarını gördüm. Siz ise bunların
hareketinden habersiz bulunuyorsunuz, demişti. Bunun üzerine Rasûlullah
dörtyüz veya yediyüz kişilik bir müfreze ile hareket etmiştir.
[198] Ebû Hureyre'nin Ebû Davud'un Sünen 'indeki bir
rivayetinde bu Necd seferinde Nahl denilen yerde "Zâtu'r-Rıkâ"'
mevkiine gelince karşılarına Gatafân kabilelerinden bir cem'iyyet çıktığı
zikredilmiştir.
Rivayetlerde
Zâtu'r-Rıkâ' gazasına Necd gazası da denildiği gibi, Muhâri-bu Hasafa, Muhârib
ve Sa'lebe, yalnız Sa'lebe ve Gatafân adları da veriliyor. Bu gazaya Arablar
arasında Gazvetu 'l-Eâcfb denildiğini de Muhammed ibn Talha haber veriyor.
Bunun, kendisinde harb yapılan Peygamber gazvelerinin yedincisi olduğunu
Buhârî, Câbir'den naklettiği için Bedir, Uhud, Hendek, Kuray-za, Mureysî', ve
Hayber'den sonra vâki' olmuştur. Vukû'u zamanı hakkında Mağâzî kitâblarındaki
ihtilâfları, gerek bu sahîh rivayet, gerek Ebû Hureyre ile Ebû Mûsâ
el-Eş'ari'nin bu seferde hazır bulunmuş olmaları kökünden halleder.
Nahl yâhud Batnu Nahl
yâhud Batnu Nahle gibi çeşitli adlarla hadîs ve fıkıh kitâblannda görülen
namazlar, hep Necd seferinde Zâtu'r-Rıkâ' denilen mevkide kılınan namazlardır.
Buhârî sarihleri bundan
başka altı gazvenin şunlar olduğunu bildiriyorlar: Bedir, Uhud, Hendek,
Kurayza, Mureysî', Hayber. Câbir'in bu hadîsinde ye-dinciliği kesin olarak
bildirildiğine göre, Zâtu'r-Rıkâ', Hayber'den sonra olur.
[199] Bu başlık altındaki ta'lîklerin bâzısı bizzat Buhârî
tarafından, diğer bâzısı da başka hadîs imamları tarafından senedleriyle
rivayet edilmişlerdir
[200] Çünkü açıklamayı gerekli kılacak bir iyilik sebebi
bulunmak hâli müstesna, iyi ameli gizlemek, açığa çıkarmaktan daha
faziletlidir. Zîrâ Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Eğer sadakaları açıktan
verirseniz, o ne güzel. Eğer onları gizler, onları (bu suretle) fakirlere
verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır..." (el-
Bakara: 271)
[201] Bu mutâbaanın getirilme sebebi, yânî faydası Sehl ibn
Hasme hadîsinin Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi hakkında olduğunu göstermektir; bu suretle
bu hadîs Câbir hadî-siyle birleşmiş olur. Bu mutâbaayı müellif Târih rmde
senediyle rivayet etmiştir.
[202] Müsedded'den gelen bu ikinci rivayet, birincideki
mürselliği gideriyor. Çünkü İkinci tarîkten gelen hadîs merfû'dur.
[203] Korku namazının kılmışı ile ilgili olan bu hadîslerin
birer rivayetleri Korku Namazı bölümünde de geçmişti. Orada da ifâde edildiği
gibi, korku hâlinde kılınan bu namazı Rasûlullah birçok gazalarda harb
vaziyetinin gereklerine göre çeşitli şekillerde kıldırmıştır... İslâm Dîni
ibâdetler içinde namaza ve namazın cem'iyet hâlinde kılınmasına pek büyük
ehemmiyet vermiştir.
[204] Burada İbn İshâk'ta şu ziyâde vardır:
Bu sırada Cibril onun
göğsüne bir yumruk vurmuş da kılıç elinden düşmüş. Bunun üzerine Peygamber
kılıcı eline alarak bedeviye:
— "Şimdi seni benden kim kurtarabilir?"
buyurmuş. Bedevi:
— Hiçbir kimse
kurtaramaz, diye cevâb vermiş (Kastallânî).
[205] Bu hadîsle nafile kılanın arkasında farz namaz kılacak
olanın namazının cevazına delîl getirildi. Nitekim en-Nevevî, Müslim Şerhi'nde
iki delîli cem' ederek böyle takrîr etmiştir (Kastallânî).
[206] Bundan önceki hadîste ismi söylenmeyen o bedevinin
ismi, burada açıklanmıştır. Peygamber'in orada bu bedeviye ceza vermeyip de
affetmesi hem bunun, hem de kabilesi halkının vicdanlarına te'sîr ederek
müslümânlığa ısındırmak hedefine yönelikti. Vâkıdî'nin rivayetine göre,
Peygamber'in bu arzusu çabuk gerçekleşmiş, Gavres müslümân olduğu gibi,
Peygamber'in oradaki cesaretini, bu afv ve müsamahasını işiten kabilesi
halkından pekçok kimseler de müslümân olmuştur.
[207] Ebû Hureyre'nin bu sözleri Zâtu'r-Rıkâ' gazvesinin
Hayber'den sonra olduğuna delâlet etmiştir.
[208] Musta'lık, Huzâa oğulları'ndan Cüzeyme ibn Sa'd...'ın
lakabıdır. Cüzeyme, sesinin güzelliğinden dolayı ve Huzâa içinde güzel sesiyle
tegannî eden ilk kimse olduğu için Musta'lık diye isimlendirilmiştir.
Mureysî'de Mersû'un
küçültme ismi olup, Huzâa yurdunda bir kuyunun yâhud bir suyun adıdır, bu su
ile Fer' mevkii arasında bir günlük yol vardır. Musta'lık oğulları gazvesi buna
muzâf yapılır. Âişe'nin gerdanlığı bu seferde düştü ve Teyemmüm âyeti indi.
Şârih Aynî, Mûsâ ibn
Ukbe'ye âid dördüncü sene rivayetinin Buhârî nüshalarını yazanların bir hatâsı
olduğunu, çünkü Mûsâ ibn Ukbe'nin Mağâzî'sin-de çeşitli yollarla beşinci senede
olduğuna dâir rivayeti bulunduğunu haber veriyor.
Bu seferin sebebi
Musta'lık oğullan kabilesi başkanı Haris ibnu Ebî Di-râr'ın Medîne üzerine
harekete hazırlanmakta olduğu işitilmiş ve yapılan tahkikatın bu haberi te'yîd
etmiş olmasıdır. îbn Sa'd'm rivayetine göre Peygamber, Medine'de Zeyd ibn
Hârise'yi kaymakaam bırakarak bin kişilik bir kuvvetle ve sür'atle hareket
etti. Muhacirler'den on, Ensâr'dan yirmi süvari vardı. îslâm ordusu bunları
Mureysî' suyunun başında bastırdı. Onlardan kimse kaçamadı. On kişi öldürüldü,
geri kalanları esîr alındı. Vâkıdî'nin rivayetine göre yediyüz neferden ziyâde
idiler. Başkanları Haris ibn Ebî Dırâr'ın kızı Cuveyriye de esirler arasında
idi. Esirlerin taksiminde evvelâ Sabit İbn Kays'a düşmüştü. Bir rivayete göre
Haris, kızının asalet ve şerefini korumasını, alelade bir kimsenin elinde
bırakılmamasını bir vâsıta ile Peygamber'den rica etmesi üzerine, Peygamber
onu âzâd edip, kendisine nikâh İle lûtufiandırmıştir. Bu akd ordu içinde
işitilip yayılınca: Artık Peygamber zevcesinin akrabasını esîr tutmak uygun
değildir, diye bütün Musta'lık oğullan esîrleri âzâd edilmiştir. Bundan Ötürü
Cuveyriye'den ziyâde kavmine hayrı dokunan hiçbir kadın yoktur denilmiştir. O
kabileden pekçok koyun ve deve de ganimet alınarak Ramazân başında Me-dîne'ye
dönüldü. Bu gazveye Şa'bân'ın içinde çıkıldığı rivayetine göre, yirmi-beş gün
kadar sürmüştür.
[209] Bu hadîsin bir rivayeti Buyu' Kitabı, Köle babında
geçmişti.
Azl, birşeyi yerinden
ayırtır. Fıkıhta, cinsî münâsebet zamanında kadın gebe kalmasın diye erkeğin
menisini kadının içine indirmeyip dışarıya akıtmasıdır...
[210] Bu hadîsin bir rivayeti bundan Önce geçen bâbm son
hadîsi olarak; bir rivayeti de bu babın 169 rakamlı hadîsi olarak geçmişti. Bu
hadîs feri'de burada sabittir. Bâzı nüshalarda ise burada yazılmamıştır.
[211] Enmâr, Buceyre kabîlesinden bir soydur. Bu isim
Zâtu'r-Rıkâ' başlığında da geçmişti. Bazen buna Enmâr oğullan gazvesi de
denilir. Enmâr, ayrı bir gazve olmayıp Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi denilen Muhârİb
oğulları ve Sa'lebe oğullan üzerine yapılan seferlerden ibarettir. Bu sebebden
Buhârî sarihleri müellifin burada Enmâr gazvesi adiyle müstakili bir bâb
açmasını zâid sayıyorlar.
Bu hadîsin bir rivayeti
Namaz Kitabı, "Binek üzerinde nafile namaz bâbı"n-da geçmişti. Burada
getirilmesi "Enmâr gazvesinde" ta'bîririin söylenmiş olmasındandır
[212] Buhârî bu başlık altında âdeti olduğu üzere
"Ifk" kelimesinin birkaç vezinde geldiğini, ma'nâsını ve Kur'ân'da
geçtiği yeri, âyetten bir cümle getirmek suretiyle açıklamaktadır.
Ifk hadîsi, yânî Âişe'ye
zina İftirası hadîsi, Musta'lık oğullan gazvesinde, diğer adiyle Mureysî'
gazvesinde meydana geldiği için, bu başlığı ve hadîsi burada zikretti.
[213] Safvân ibnu Muattal, Selemli'dir, Zekvân'da İkaamet
etmiştir. Ebû Amr künyesi ile meşhurdur. Kıdemli ve faziletli sahâbîl er
dendir. Birçok gazvelerde hazır bulunmuştur. Peygamberin medhine mazhar
olmuştur. Umer devrinde hicretin onyedinci yılında Ermenistan fethinde şehîden
vefat etmiştir.
[214] Bu iftirayı ilk defa Abdullah ibn Ubeyy ortaya atmış,
ilk evvel o açıkça söylemiş ve halk arasında yaymış idi. Bu yaygaraya aldanan
şâir Hassan ve Fakîr Mıstah gibi safdiller iftira cezasına çarpılmışlardı.
Hassan ibn Sabit münafık değildi. Tevbekâr olduğunda da söz yoktur. Nitekim
hadden sonra İnşâd ettiği beyitlerle tebri'esini arzetmişti. Bu yedi beyitlik
şiiri Ebû Hayyân ve Râzî tefsîr-lerinde mevcûddur. Bu şiir Elmalın Tefsîri'nde
nakledilmiştir: Hakk Dîni Kur'-ân Dili, IV., 3493.
[215] Eğer Ifk hadîsi Mureysî' gazvesinde olmuştur; Sa'd
ibnu Muâz ise bundan evvel ölmüştü, dersen; ben şöyle derim: ibnu Mende, Sa'd
ibn Muâz beşinci hicret yılında Medine'de öldü; Mureysî' gazvesi ise beşinci
senenin Şa'bân ayında olmuştu. Buna göre Sa'd, bu senenin Şa'bân'ından sonra
Ölmüş olabilir, dedi. Beyhakî de: Sakl'ın Hendek harbinde aldığı yarası
Mureysî' gazvesinden sonra deşilip kan fışkırmışa benziyor, demiştir (Aynî).
İbn İshâk da Siyer'dc
Peygamber'in suâline karşı cevâb veren ve evvelinden âhirine kadar söz
söyleyen zât, Useyd ibn Hudayr'dır, demiştir.
[216] Sa'd ibn Ubâde, Akabe Bey'atı'nda bulunmuş ilk
sahâbîlerdendir. Gazalarda Hazrec kabilesinin sancağım taşırdı. Hz. Âişe'nin
bildirdiği gibi, bu hâdiseden evvel iyi kimse idi. Bu zât Peygamber'in vefatı
üzerine Ebû Bekr'e bey'at etmekten çekinerek Şâm tarafına gitmiş ve 15. hicret
yılında Havrân'da ölmüştür. Bu, kabîle
gayretiyle haktan uzaklaşmanın insanı ne fena akıbetlere sürüklediğinin canlı
bir örneğidir
[217] Hz. Âişe'nin yüksek zekâsı ve irfâm Peygamberler
târihinden kendisine ve ailesine tam bir örnek olmak üzere Yûsuf'un kıssasını
seçerek Ya'kûb'un dediği gibi... demiş ve Peygamber de dâhil, bütün
beşeriyetten soyunarak tekmil varlığı ile Allah'a yönelmiştir. Bu sebeble tam
bu anda vahiy ile temizliğine hükmedilmiş ve bu ilâhî hüküm Kur'ân ile
ebedîleşmiştir.
[218] Bu Ifk hadîsini Buhârî, sened ve bâzı küçük lâfız farklanyle
Sahîh 'İnin Cihâd, Mağâzî, Tefsir, Nuzûr, Tevhîd Kitâblan'nda; Müslim de Tevbe
Kitâbı'nda getirmiştir. Bu hadîs rivayet usûlü bakımından en kuvvetli
hadîslerdendir. Bu rivayetin baş kısmında ve buradaki son ifâdelerde açıkça
görüldüğü gibi, bu hadîsin çeşitli senedleri vardır. Buhârî'nin bunu burada
getirme sebebi, vak'anın Mureysî' gazvesinde meydana gelmiş olmasıdır.
[219] Bu hadîsteki "Musellimen" lâfzı, lâm'ın
fethiyle "Musellemen" şeklinde de zabt ve rivayet edilmiştir. Buna
göre ma'nâ, Alî bu iftiraya dalmaktan selâmete çıkarılmıştır, demek olur.
Abdurrazzâk bunun yerine "Musîen" lâfzını rivayet etmiştir ki, Alî
benim işim hakkında kötü davranmış demiş olur. Burada isâet-ten, yânî kötü
davranmaktan murad, Alî'nin "Âişe'den başka kadınlar çoktur" gibi
sözüdür. Yoksa Alî iftiracıların sözü gibi söylemekten münezzehtir (Kas
tallânî).
[220] Âişe bunu, gidişini ve hâllerinin güzelliğini
bilmeleriyle beraber, hâlinden şüb-he etmiş olmalarından dolayı muhâtablanna
karşı bir delîl getirme, nazlanma ve onlara bir serzeniş olarak söylemiştir
(Kastallânî).
[221] Yânî Hassan, iftiracıların Âişe aleyhine uydurdukları
iftirayı çok söylediğinden dolayıdır ki, Urve ona sövüyordu.
[222] Bu beyt, Hassân'ın Âişe'nin benliği ve medhi için
söylediği yedi beyitlik bir kasidedendir. Tamâmı Hakk Dîni, IV, 3493'te
nakledilmiştir. Bu beyitteki "Gavâfıl" "Gafiller", yânî
"Şerrden habersiz olan kadınlar" demektir. en-Nûr: 22. âyetinde
geçen "Ğâfilât" sözü de bu ma'nâyadır... Bununla vasıflama,
"Afifler", yânî "İffetli kadınlar" diye vasıflamaktan daha
belîğ olur,
[223] Hassân'm hâl tercemesi Menâkıb'da geçmişti. Hassan
hayâtının sonlarında kör olmuştu. Âişe buradaki sözü ile Hassân'ın bu körlük
azabının büyük bir ceza olduğunu ifâde etmiş oluyor.
[224] Bu gazvenin ismi biri şeddeli, diğer şeddesiz olmak
üzere iki türlü okunmuştur. Hudeybiyye, Hudeybiye. Sahih 'in zabtına çok
ehemmiyet veren Yunînî de kendi nüshasında şeddesiz şekliyle zabtetmiştir.
Hudeybiye, Mekke'ye bir günlük uzaklıkta küçük bir köydür. Buranın o ismi
alması, Şecere Mescidi yanında bulunan bir kuyu sebebiyledir.
Bir kavle göre
Hudeybiye, bodur ve kambur ağacın adıdır. Âyette altında bey'at edildiği
bildirilen ağaç, "Semüre" denilen sakız ağacı veya mugaylân ağacıdır.
Hudeybiye seferi hicretin altıncı yılı Zu'1-ka'desi evvelinde bir pazartesi
günü vuku' bulmuştur. Rasûlullah bunun bir harb seferi değil, umre yânî
Kaı-be'yi ziyaret yolculuğu olduğunu Kureyş'e hissettirmek için harb silâhı
almamış, Arab âdeti üzere yalnız kılıç almış, sahâbîlerİ de bu suretle yola
çıkmışlardı. Rasûlullah kurbanlık 70 deve sevketmişti. Bu sefere 1400, bir
rivayete göre 1500 kişi katılmıştı.
Buhârî bu gazveyi Sahîh
'inin birçok yerlerinde çeşitli konulara delîl olmak üzere getirmiş olduğundan,
gerekli bilgiler daha önceki kitâblarda geçmişti. Bu gazve İslâm târihinin
mühim dönüm noktalarından biridir, neticeleri bakımından da çok
ehemmiyetlidir.
[225] Bu hadîs, Namaz Kitabı, "İmâm selâm verdiği zaman
cemâate döner bâbı"nda da geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu
"Hudeybiye yılında Hudeybiye sefe rine çıktık" sözlerindedir.
"Şu yıldız ile yağmura kavuştuk" demenin küfr olması iki ma'nâyadır.
Biri şirk ma'nâsına küfürdür. Çünkü mukaabili îmân olarak beyân edilmiştir.
Yağmurun ve diğer atmosfer hâdiselerinin yıldız fiili olduğuna kaail olarak
söyledikleri için. Bir ma'nâsı da ni'mete nankörlük olabilir ki, bu da muti' ve
mâni' Hakk Taâlâ olduğuna îmânları olup ve nail oldukları rızktan dolayı
Allah'ın fadl ve rahmetini anmayı unutup şirk ehline benzemekle yıldızdan
-tabîatten- bahsedenler hakkında doğru olur. Her iki ma'nâca da ilâhî ni'-met
ve lûtuflan yıldızlara, tabîate atf ve isnâd eylemek şer'an men' edilmiştir.
Zîrâ birinci ma'nâya göre sarîh küfürdür, ikinci ma'nâya göre fahiş hatâdır.
Çünkü hem şer'an muhaliftir, hem de küfür ehlinin söyledikleri bir söze benzemektedir...
[226] Bu da Hacc Kitabı, "Umre bâbları"nda
geçmişti. Başlığa uygunluğu "Hudeybiye'den" sözündedir.
[227] Bu hadîsi burada kısaca rivayet etti. Hacc Kitabı,
"îhrâmsızın av yapıp ihrâm-lıya hediye etmesi ve onun da bunu yemesi
bâbıVnda ise hadîsin tamâmını getirmişti.
[228] Buhârî bu el-Berâ hadîsini burada ayn ayrı iki senedle
getirmiştir.
el-Berâ ibn Âzib (R)
Ensâr'dan ve Urmd harbinden i'tibâren bütün seferlere katılan sahâbîlerdendir.
Bu sebeble Hudeybiye seferi hakkındaki rivayeti çok önemlidir. el-Berâ,
Hudeybiye seferindeki Rıdvan Bey'atı'nı en büyük fetih ve zafer sayıyor ve
bunun Mekke fethinden daha ziyâde ehemmiyetli bulunduğunu bildiriyor. Bu,
şöyledir: Rasülullah sahâbîleriyle beraber Hudeybiye mevkiine vardığında Mekke
müşrikleri onu silâhlı kuvvetle karşılamaya davrandılar. Rasülullah harb için
değil, Ka'be'yi ziyarete geldiklerini Kureyş'e anlatmak ve isterlerse bir
müddet için bir mütâreke yaparak Ka'be'yi ziyaret için onların muvafakatini
sağlamak üzere Usmân'ı Kureyş ordugâhına gönderdi. Fakat Usmân beklenen zaman
içinde gelmediği gibi, öldürüldüğü hakkında da bir haber yayılmıştı, ibn
îshâk'ın Abdullah ibn Ebî Bekr'den rivayetine göre, Rasülullah bu şayia
üzerine: "Artık bu müşriklerle vuruşmadıkça buradan ayrılmayız!"
buyurdu. Ve sefer halkını bey'ate da'vet etti. Bütün sahâbîler Peygamber'e cihâd
etmek ve kaçmamak üzere söz verdiler. Bu bey'at haberi müşrikler tarafından
duyulunca, göz habsinde tuttukları Usmân'ı bıraktılar ve bir barış anlaşması
yapmak için Süheyl ibn Amr'm başkanlığında bir hey'et gönderdiler. Netîcede
müslümânlarm ilk barış andlaşması yapıldı. Rıdvan Bey'atı'nm yapılış şekli ve
barış andlaşması maddeleri Cihâd Kitâbı'nda geçen Mısver ibn Mahrame hadîsinde
görülmüştü.
el-Berâ ibn Âzib'in
bildirdiği gibi bu anlaşmanın ve onun yapılmasını sağlayan Rıdvan Bey'atı'nın
siyâsî kıymeti pek büyüktü, islâm topluluğunun ahde ve akde muktedir bir devlet
hâlindeki varlığı düşmanları tarafından ilk defa kabul edilmiş bulunuyordu.
Mekke'nin fethi, askerî ve şanlı bir zaferdi. Hudeybiye barışı ise siyâsî ve
netîceleri bakımından daha parlak bir zaferdi. Çünkü İslâm'ın yükselme devrinin
dönüm noktası, Mekke fethinin ve Allah'ın rızâsının sebebi İdi. Bundan ötürü
el-Feth Sûresi'nin ilk âyetinde: "Biz hakikat sana apâşikâr bir fetih (ve
zafer yolu) açtık..." diye vasıflandırılmıştır.
Her iki hadîsin ikinci
fıkralarında Peygamber'in peygamberlik alâmetlerinden gayet açık bir mu'cizesi
bildirilmiştir.
[229] Câbir çok yaşayan sahâbîlerdendir. Akabe Bey'ati'nda
bulunmuştur, 96 yaşında vefat etmiştir. İhtiyarlığında Ömrünün sonlarına doğru
gözleri görmez olmuştu.
[230] Burada da Câbir hadîsinin diğer yollardan rivayeti ve
mutâbaatlar getirilmiştir.
[231] Buradaki hadîsler de Câbir'den gelen diğer rivayetler
ve mutâbaatlardır. Ra-kamlardaki ihtilâf, râvîlerin kendi gördüklerini veya
tahmînlerini bildirdiği için gerçek bir ihtilâf sayılmaz. Altında bey'at
yapılan ağaç, Allah'ın rahmeti eseri bilinmez ve tanınmaz olmuştu. Câbir bu
sebeble "Gözlerim görseydi size ağacın yerini gösterirdim" demiştir.
[232] Bu hadîsin burada getirilme sebebi, Mirdâs'ın ağaç
altında bey'at yapan saha bilerden bulunmasıdır. Buhârî bu râvîden bir rivayeti
küçük farkla er-Rikaakıta de getirmiştir.
[233] Bu Mısver ve Ka'b ibn Ucre hadîsleri Hacc Kitâbı'nda
da küçük farkla geçmişlerdi. Burada getirilmelerine sebeb, İki hâdisenin de
Hudeybiye'de meydana gelmiş olmasıdır.
[234] Hadîsin başlığa uygunluğu "Babam Hudeybiye'de
hazır bulundu" sözündedir. Eşlem, Yemen yâhud Aynu't-Temr esirlerinden
olup onbirinci yılında Umer onu Mekke'de satın aldı. Umer'İn hizmetinde
bulunuyordu.
Umer'in "Yakın bir
nesebe merhaba" demesi, Kİnâne Jcabîlesinin Kureyş ile Gıfâr'ı birleştirip
toplamasından dolayı olabilir.
[235] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yemîn ederim ki ben
altında bey'at yapılan o ağacı görmüşümdür" sözündedir. Çünkü o
Hudeybiye'dedir; o kanbur bir ağaç idi. Allah'ın rahmeti eseri, bilinmez ve
tanınmaz olmuştu. Unutturulmasaydı insanlar ona taabbudî törenlerle meşgul olup
onu putlaştırırlardı.
[236] Bunlar ayrı ayrı senedlerle gelen hadîslerdir. Başlığa
uygunlukları açıktır. O ağacın sahâbîlere gizlenip örtülmesinin sebebi,
yukarılarda da ifâde ettiğimiz gibi, altında cereyan eden hayır ve Rıdvan'ın
inmesinden dolayı insanların onunla fitneye düşmemeleri hikmetidir. Eğer o
ağaç ma'lûm ve açık olarak bakî kalsaydı, birtakım câhil insanların onu taabbud
etmeleri ve ta'zîm etmelerinden korkulurdu. Onun gizlenip unutturulması Yüce
Allah'ın rahmetinden bir rahmet olmuştur (Aynî).
[237] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kendisi ağaç altında
bey'at eden sahâbîlerden idi" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Zekât
Kitabı, "İmâmın zekât sahibine salât ve duâ etmesi bâbı"nda geçmişti.
[238] Harre, Medine'de Zuhre veyâhud Vâkım yakınında bir
yerin adıdır. Burada hicretin 63. yılında Emevîler'İn ikinci hükümdarı olan
Yezîd ibn Muâviye zamanında kanlı bir vak'a olduğundan, islâm târihinde bu
yere izafetle "Harre vak'ası" diye anılmıştır. Sebebi şudur: Abdullah
ibn Hanzala gibi birçokları Ye-zîd'e bey'at etmeyip, onu devlet başkanlığından
düşürerek Abdullah ibn Zu-beyr'e bey'at etmişlerdi. Yezîd de îbn Ukbe
kumandasında gönderdiği bir ordu ile Medîne halkından ve Peygamber'in
sahâbîlerinden binlerce ma'sûm insanın kanını dökmüştü. İşte bu zâlim ordu
Medine'ye yaklaştığı sırada îbn Hanzala ahâlîden "Ölmek var, dönmek
yok" diye bey'at almıştır. Abdullah ibn Zeyd de bunu işitince "Harbde
sebat etmek üzere bey'at edilmelidir, ben ölmek üzere bey'at etmem"
demiştir. Bu vak'ada Abdullah ibn Hanzala, evlâdları öldürülmüşlerdir. Bu
hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Harbde bey'at bâbı"nda geçmişti.
[239] Hadîs, Cumua Kitâbı'nda da geçmişti. Buraya uygunluğu
"Ağaç altmda bey'at eden sahâbîlerden idi" sözündedir
[240] "Ölmek üzere bey'at" demek, ölüm tehlikesi
muhakkak olsa bile dönmemek ve kaçmamak üzere bey'at demektir. Yoksa ölümün
muhakkak surette vukû'u istenmiş değildir. Seleme ibn Ekva', sahâbîlerin en
yiğit ve harbde en sebatlılarından idi.
[241] el-Berâ bu sözüyle yâ vâki' olan fitneleri kasdetmiş
yâhud da bunu tevazu' ve nefsini kırmak için söylemiştir.
[242] Hadîsin başlığa uygunluğu Enes'in "O feth,
Hudeybiye'dir" sözündedir. Bu-hârî bunu Tefsîr'de de getirmiştir.
[243] Bunun da başlığa uygunluğu "Ağaç altında yapılan
bey'atta hazır bulunanlardan idi" sözündedir. Buhârî'de bu Zahir
ibnu'l-Esved'in bundan başka hadîsi yoktur.
[244] Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda "Pişmiş yemek ve
bilhassa et lokması yenildikten sonra namaz kılmak isteyen abdestli kimse için
yeniden abdest almak îcâb edip etmediğini isbât ve beyân" maksadıyle
sevkolunmuştur. Buhârî'nin hadîsi burada, Hudeybiye seferinde tekrar rivayet
etmesi, râvî Suveyd ibn Nu'mân'm Rıdvan Bey'atı sahâbîlerinden olması
münâsebetiyledir. Nitekim bundan önce geçen Abdullah ibn Ebî Evfâ, Abdullah ibn
Zeyd, Seleme ibnu'1-Ekva', Zahir ibnu'l-Esved ve bunun ardından gelecek olan
Âiz ibn Amr hadîslerini de sırf onların Rıdvan Bey'atı sahâbîlerinden olması
sebebi ve ilgisi ile getirmiştir.
[245] Bu hadîsin burada getirilme sebebi, bundan önceki
haşiyede belirttiğimiz gibi sırf Âişe'nin Rıdvan Bey'atı sahâbîlerinden
olduğunu beyân ve isbât etmektir.
[246] Umer'in Rasûlullah'a yoldaşlık ettiği bu seferin,
Hudeybiye seferi olduğu, Buhârî'nin bu rivayetinde açıkça söylenmemiştir.
Fakat Taberânî'ye göre bunun Hudeybiye seferi olduğu İbn Mes'ûd hadîsinde
zikredilmiştir. Bu sebeble sarihler bunun Hudeybiye seferi olduğu çok açıktır
diyorlar. Bu husus böylece sabit olunca âyetteki "Fethan mubînen" ile
Hudeybiye andlaşmasi kasdolunduğu pek açık olarak anlaşılır. Çünkü el-Feth
Sûresi Hudeybiye dönüşünde ve bir rivayete göre Cuhfe'de inmiş ve bu fetih ve
zafer mâzî sîgâsıyle teblîğ buyurulmuştur. Daha önce geçen el-Berâ hadîsinde de
el-Berâ: Bize göre "Fethan mubînen" Rıdvan Bey'atı'dır, demişti.
Âlimlerin çoğunluğunun görüşü budur.
Feth, lügat yönünden
kapalı bir şeyi açmak demektir. Bir şehri fethetmek demek, oraya karşı ya harb
ederek kahren veyâhud sulhen muzaffer olmak demektir ki, zafer olmadıkça o
şehrin mukadderatı kapalı bulunuyordu. Ona karşı muzaffer olmakla tâli*i
açılmış ve vaziyeti anlaşılmış oluyor. Müslümanların mukadderatı ve müstakbel
hayâtı Hudeybiye sulhu ile açılmış ve inkişâfa başlamıştır. Hudeybiye sulhu
ile İslâm camiasının siyâsî varlığı ve halkı, akde muktedir bir devlet olduğu
düşmanları tarafından kabul ve tasdîk edilmiş bulunuyor. Bu târihe kadar Hicaz
kıt'asında Kureyş, Arablar'ın en yüksek siyâsî nüfuza sâhib bir kabilesi idi.
Öbür Arab kabileleri müslümânlarla Kureyş'İn müstakbel mukadderatına
bakıyorlardı; kendilerini gâlib tarafa bağlayacaklardı. Peygam-ber'in Kureyş'i
hiçe sayarak silâhsız bindörtyüz kişi ile Mekke'nin kapısına kadar gelmesi ve
neticede Kureyş'i bir barış anlaşmasına ve bunu bir ahidnâme ile
vesîkalandırmaya mecbur etmesi, Kur'ân'ın ta'bîriyle "Fethan mubînen
", yânî parlak bir zaferdir. Yazılan ahid maddeleri müslümânlar için ağır
olsa da umûmî mahiyetiyle Arab kabileleri arasında Rasûlullah'ın, Kureyş
üzerinde müessir olduğunun siyâsî bir vesikası kabul edilmişti. Bu târihten
i'tibâren Arab kabîle-îeri hey'etler göndererek küme küme islâm Dîni'nin adalet
ve medeniyet camiasına girmeye başlamışlardır... tşte el-Feth Sûresi'nin
bildirdiği feth ve zafer kapısı, bu suretle Hudeybiye barışı ile açılmıştır.
Hayber'in, Mekke'nin... fethi gibi askerî zaferler bu siyâsî zaferi sür'atle
ta'kîb etmiş ve Peygamber'in ölümünde Hicaz kıt'ası tamâmıyle müslümân olmuştu.
Hudeybiye barışı ile
islâm camiası siyâsî varlığına sâhib bir devltt hâlini kazandığı için
Peygamber, Hudeybiye'den döndükten sonra etraftaki devletlere bir elçi ile
mektüblar göndermiş ve onları tslâm Dîni'ne da'vet etmiştir. "De ki: Ey
insanlar, Allah 'm size hepinize gönderdiği elçisiyim..." (el-A'râf: 158)
âye-tiyle me'mûr olduğu bütün beşeriyeti şâmil da'vetini yerine getirmeye
başlamıştır.
[247] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Bunda Hudeybiye
seferinin ilk yolculuk safhası bildirilmiştir.
Metindeki
Gadîru'l-Eştât hakkında şu bilgi verilmiştir: "Gadîr", yağmur veya
kaynak sularının biriktiği çukurdur. "el-Eştât" da Hudeybiye
hizasında bir yerin adıdır. Buradan başka yerde su çukuru bulunmadığından,
Gadîr adı bu yere izafe edilerek Gadîru'l-Eştât denilmiştir.
"Ehâbîş"
ta'bîri hakkında da şu açıklama verilmiştir: "Ehâbîş", Kureyş,
Kinâne, Huzeyme, Huzâa kabilelerinin mecmuasına denir. Ehâbîş unvanı, vaktiyle
bu kabileler murahhaslarının Hubşî Dağı'nda toplanarak "Bu dağ yerinde
durdukça kabilelerimiz halkı birbirinden ayrılmayacak, müşkil zamanlarda
birbirine yardım edecek" diye vuku' bulan ittifakın verdiği İsimdir.
[248] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hudeybiye
yılında..." ifâdesindedir. Hadîsin sonunda getirilen iki rivayetin
birincisi Şartlar Kitâbı'nda, diğeri yânı Ebû Basîr hadîsi ise Sulh Kitâbı'nın
sonunda daha uzun metinle geçmişti.
Buradaki birinci
metinde işaret edilen el-Mümtehine: 10. âyetinin devamı, hadîsin son
fıkrasındaki müşrik erkeklerin yaptıkları harcamaları onlara geri verme emrini
açıklamaktadır; ' 'Kâfir zevcelerin bu kadınlara sarf ettikleri men-ri onlara
(kâfirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz
takdirde, üzerinize bir günâh yoktur. Kâfir zevcelerinizi (nikâhınız altında)
tutmayın. Sarf ettiğiniz mehri isteyin, (Kâfirler de size hicret eden mü'min kadınlara)
harcadıkları mehri istesinler. Bu, Allah 'm hükmüdür. Aranızda O hükmeder.
Allah hakkıyle bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir".
Yukarıda geçtiği üzere
Hudeybiye barış andlaşmasma göre Medîne'ye hicret edecek müslümânların geri
verilmesi gerekiyordu. Ancak gelen kadınların imtihandan sonra mehîrlerinin
geri verilmesi lâzım gelmiştir. Bu âyet sulh anlaşması gereğince geri
gönderileceklerin taahhüd edilen mü'min erkeklerden ibaret olduğunu, bunun
kadınlara şumûlü bulunmadığını açıklamaktadır. Çünkü mü'min bir kadın kâfir
bir zevcin nikâhı altında kalamaz (Medârik).
[249] Arka arkaya gelen bu üç hadîsin başlığa uygunlukları,
Hudeybiye sözünün geç-mesindedir. Bunlar aynı sened ve küçük farklı metinlerle
Hacc Kitâbı'nda da geçmişlerdi. 208 rakamlı hadîsin son fıkrası "Kıran
haccı yapan ihrâmh, iki tavafa muhtâc olmaz" diyen fakîhlerin mezhebine
delildir. Hanefîler'de ise Kıran haccı yapan kimse için de iki tavaf lâzımdır.
Bu konuda başka delîller de vardır.
[250] Bu son kısım, nüshaların çoğunda böyle ta'lîk
suretinde vâki' olmuştur. Bâzı nüshalarda ise "Ve bana dedi" şeklinde
gelmiştir. Bunu Ismâîlî mevsûl olarak rivayet etmiştir... (Aynî).
[251] Buhârî bu hadîsi burada sırf Abdullah ibn Ebî Evfâ'mn
ağaç altında bey'at edenlerden olmasından dolayı zikretmiştir. Abdullah, hem
Hudeybiye umresinde, hem de ertesi yılda yapılan anlaşma hükmündeki umrede
Peygamber'in beraberinde bulunmuştur.
[252] Hadîsin başlığa uygunluğu, Hudeybiye gününde Süheyl'in
oğlunun elleri bağlı olarak Mekke'den kaçıp gelişi ve anlaşmanın bir maddesi
uyarınca Peygamber tarafından babasına geri verilmesi kıssasına işaret etmesi
i'tibâriyledir.
Sehl ibn Huneyf'in
buradaki son sözü, Sıffin gününde iki hakem hükmedince, işin yayılması ve
şiddetlenmesinden ve İşin düzeltilmesi ve telâfisine gidi-lemediğinden haber
vermek istemiş olmasıdır. Bu hadîs Cihâd Kitâbı'nın son bâblarında da kısaca
geçmişti.
[253] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hudeybiye
zamanında" sözündedir. Bunun bir rivayeti Hacc Kitâbı'nda geçmişti.
[254] Bu da aynı hadîsin diğer bir rivayetidir
[255] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Bu hadîsin bir
rivayeti Abdest Alma Kitâ-bı'nda da geçmişti. Bu haydûdları aramaya giden
seriyye yirmi kişilik idi, kumandanları Kürz ibn Câbir yâhud Saîd ibn Zeyd (R)
idi.
[256] Buhârî buradaki rivayetlerde o haydûdlarm kâh Ukl
kabilesinden, kâh Ureyne kabilesinden diye gösterildiğini bildirmiş oluyor.
Birinci hadîste ise bunların Ukl ve Ureyne'den oldukları beyân edilmiştir ki,
bunların bâzılarının Ukl'den, bâzılarının da Ureyne kabilesinden oldukları
anlaşılıyor.
[257] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Buhârî bu
rivayetle Abdulazîz ibn Su-heyb'in bu hadîsi Enes'ten "Ureyne'den"
şeklinde rivayet edip "Ukl" kabilesini zikretmediğini, Ebû
Kılâbe'nin ise Enes'ten "Ukl kabilesinden" şeklinde söyleyip
"Ureyne"yi zikretmediğini tesbît edip bildirmiş oluyor.
el-Kasâme, kaatili
bilinmeyen bir ölüm vak'asmda ölü sâhİbleri üzerine tak-sîm edilen elli
yemindir. Bu yemîn şöyle açıklanmıştır:
"el-Kasâme, Selâme
vezninde, yemîn ma'nâsına olan Iksâm'dan isimdir, mutlak yemîn ma'nâsınadır.
Sonra şu yeminde kullanıldı ki, ölü sahihleri üzere taksîm olunur. Meselâ bir
karye toprağında bir kimsenin mülkü olmayan boş yerde yaralı bir maktul
bulunup, kaatili bilinmediğinde veresesi o karye halkından iddia eyledikte
maktulün velîsi seçtiği elli adama yemîn verir. Eğer elli adam bulunmaz ise
yemîn verilen kimselere elli yemîn tamamlanıncaya kadar yemîn tekrîr olunur. Ve
yine beyyine olmayarak, meselâ karye yakınında düşmanlığı açık olan Amr üzerine
bi'd-delâle da'vâ etseler, ölü sâhibleri işbu Amr, Zeyd'i öldürdü diye elli
tamamlanıncaya kadar yemîn ederler. İşte bu iki surette yemîn eden cemâate de
"Kasâme" ıtlak olundu. Eğer muddîler yemîn ederlerse diyete hakk
kazanırlar ve eğer İttihâm edilenler yemîn ederlerse diyet lâzım
gelmez..." (Kaamûs Ter.).
[258] Zû-Kared, Gatafân diyân yakınında oniki mil uzaklıkta
bir sudur. Medîne ile Hayber arasında ve Şâm yolu üzerindedir. Medîne'ye iki
konak uzaklıktadır. Buna Gâbe gazvesi de denir. İbn Sa'd ile Vâkıdî bu
gazvenin, hicretin altıncı yılında Rebîu'I-evvel ayında olduğunu
nakletmişlerdir. îbn Sa'd çalınan develerin yirmi olduğunu bildiriyor. Bu
develerin başında bulunan Ebû Zerr'in oğlu ve karısı da taarruza uğramış, Ebû
Zerr'in oğlu öldürülmüş, kadm esîr edilmiştir.
[259] Hadîsin baslığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir
rivayeti Cihâd Kİtâbı'n-da "Düşmanı görüp en yüksek sesiyle "Yâ
Sabâhâh" diye bağıran kişi bâbı"n-da geçmişti.
[260] Hayber, Medine'nin Şâm cihetinde ve Medine'ye sekiz
berîd -bir berîd oniki mildir- yânî doksanaltı mil uzaklıkta büyük bir
şehirdir. Güzel bir vahanın ortasında kurulmuş olan Hayber kasabası siyer
kitâblarmda adları yazılı yedi kaleden meydana gelmişti. Çöl ile çevrili olan
Hayber vahası en güzel hurmalıkları ve zirâatiyle meşhurdu.
O asırda Hayber,
Yahudiliğin merkezi idi. Benu'n-Nadîr Medine civarından sürgün edildiğinde
Huyey ibn Ahtab ve diğer Yahûdî ileri gelenleri Hay-ber'e yerleşmişlerdi.
Böylece Hayber, müslümânlar aleyhine çalışanların pusu yeri olmuştu. Yarımadadaki
bütün Arab kabilelerini bu zengin Yahudiler harekete geçiriyorlardı. Ahzâb
harbi bunların kışkırtması eseri idi. Zu-Kared vak'a-sı da bunların Gatafân ve
Fezâre kabileleri sergerdelerini, Abdurrahmân ibn Uyeyne kumandasında
sevketmeleriyle meydana gelmişti. Ansızın Medine'ye hücum etmek
kararlaştırılmıştı. Düşmanların bu taarruzlarım önlemek üzere Ra-sûlullah,
Zu-Kared vak'asından üç gün sonra binaltıyüz piyade ve ikiyüz süvârî ile Hayber
üzerine yürüdü. Hayber seferine hicretin yedinci senesi cumâda'I-ülâsında
çıkılmıştı. Mûsâ ibn Ukbe'nin beyânına göre, Rasülullah, Hudeybiye'-den
geldikten sonra Medine'de yirmi gün veya buna yakın bir süre oturmuş, sonra
Hayber seferine çıkmıştır.
[261] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs Abdest
Alma Kitâbı'nda da geçmişti. Kavud, kavrulup un hâline getirilmiş buğday ve
arpa olduğu için, ateş değmiş yiyeceklerdendir. İşte bundan abdest almak
gerekmemiş. Namûz-dan evvel ağız çalkalanması da diş aralarında kalan parçalan
giderip, namaz esnasında onlarla meşgul olmamak içindir.
[262] Âmir ibnu'1-Ekva', bu hadîsin râvîsi Seleme
ibnu'l-Ekva'ın amcasıdır.
[263] Develer yürüyüş sırasında ahenkli şiir ve tegannî
dinlemekten hoşlanırlar. Bunun için Arablar yürüyüş sırasında sür'atli veya
yavaş ahenkli şiir okuyarak develerin yollanmasını çabuklaştmp yavaşlatırlar.
[264] Rasûlullah'ın rahmet ve mağfiretle duâ ettiği kimsenin
şehîd olageldiği sahâbîler arasında tecrübe edilmiş idi. Bunun üzerine Umer
ibnu'l-Hattâb: Âmir'le bizleri bir süre daha faydalandırsaydınız! temennisinde
bulunmuştur.
[265] Son sözün ma'nâsı: "Yeryüzünde yâhud Medine'de
yâhud harbde yâhud bu ca-hidlik ve mücâhidük hasletinde yürüyen Arab ırkından
Âmir gibisi az bulunur demek olabilir. Diğer rivayete göre de: "Âmir'in
benzeri pek az yetişir" denmiş olabilir.
[266] Bunlar Enes'ten ayrı senedlerle gelen hadîslerdir. 219
ve 220 rakamlı hadîslerin sonundaki Peygamber'in sözü, es-Sâffât: 122. âyetinin
lâfzını hatırlatır şekildedir: "Fakat bu onların bölgesine çökünce
(gelecek tehlikelerle Öteden beri) korkutulanların sabahı ne kötü olur!".
[267] Şerhlerde cenkçi zâtın, Ensâr'dan bir batn olan Benû
Zafer'e mensûb Kuzman ez-Zaferî olduğu, künyesinin de Ebu'l-Gîdâk olduğu
bildirilmiştir.
[268] Bu hadîs, Cİhâd Kitabı, "Fulâri şehîddir denmez
bâbı"nda, bu sened ve metîn ile geçmişti. Burada getirilmesi, bundan sonra
gelen Ebû Hureyre hadîsinde haber verilen vak'anın aynı vak'a olması ve onda
Ebû Hureyre'nin Hayber ismini açıkça söylemesi yönünden olabilir.
[269] Bu Ebû Hureyre hadîsinde Hayber ismi açıkça
söylendiğinden, bunun başlıkla uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir rivayeti
Cihâd Kitâbı'nda, "Allah bu dîni fâcir kişi ile de kuvvetlendirir
bâbı"nda geçmişti.
Bu, bundan önce geçen
Sehl hadîsinin konu yönünden benzeridir. Onda intihar eden kişinin adını
sarihler Kuzmân olarak bildirdiklerine göre, Ebû Hureyre hadîsinin de aynı
intihar vak'asına âid olduğu anlaşılır.
Her iki hadîste bâzı
incelemeler yapılmasına ihtiyâç duyulmuştur, şöyle ki: Hadîste intihan
bildirilen Kuzmân, intihar etmekle dînden çıkmış değildir. Âlimlerin cumhuruna
göre intihar eden, kâfir değildir; üzerine cenaze namazı kılınır. Birinci Sehl
hadîsinde cehennemlik olduğu bildirilmişse de, bunda cehennemde ebedî
kalacağına delâlet eden bir cihet yoktur. Binâenaleyh intihar cürmünün cezâsmı
çektikten sonra îmânı sebebiyle cehennemden çıkacağını kabul ederiz. Fakat
ikinci gelen Ebû Hureyre hadîsinde "Cennete yalnız mü'min girer" diye
i'lân ettirilmiş olması, intihar edenin mü'min olmadığı zannım verir ki, bu
zann doğru değildir. Bu müntehirin, i'lân olunduğu üzere müslümân ol-maması,
intiharın eseri değil de, belki Rasûlullah'a vahyolunan başka bir sebebin
eseridir. O cümleden en yakın olarak hatıra gelen bir sebeb, müslümânlıkta
haram olduğu kesin olan intihan halâl i'tikaad edip, kendi teşebbüsüyle hayâtına
son vermiş olmasıdır.
[270] Buradaki mutâbaatlar, hadîsin çeşitli yollardan gelen
rivayetlerini, farklılıklarla beraber bâzı hususların isbâtı ve
kuvvetlendirilmesi için sevkedilmiştir
[271] Hadîsin başlıkla uygunluğu meydandadır. Ancak Ebû
Musa'nın baştaki sözü, Hayber'den dönerken yapılan tekbîri anlatmakta
olmalıdır. Çünkü Eş'arîler, Hayber fethinin sonunda oraya varmışlardı. Buna
göre sözün takdiri "Rasûlullah Hayber'e gittiği, muhasara ve fethedip de
döndüğü zaman..." şeklindedir.
Bu hadîs, Cihâd Kitabı,
"Tekbîrle ses yükseltmenin mekruh olması bâbı"n-da geçmişti.
el-Hîle'nin aslı
Havl'dir. Kendinden önce kesre olduğu için vâv'ı yâ'ya kalb edildi de Havle
oldu denildi. Bu sözün ma'nâsı: Bir işin tedbîrine, bir hâlin değiştirilmesine
ancak Allah'ın meşîeti ve yardımı sayesinde ulaşılır demektir (Kas-tallânî).
[272] e5-Sâa//"cerrilezabtedildiğinegöre"O
saatte" demek olur; "es-5oa/e"nasb ile zabtedildiğine göre ise
hattâ atf olur, ma'tûf, ma'tûfun aleyh'e dâhil olur o zaman takdîr edilir ve
ma'nâ "Ben o yaradan bir saatlik zaman içinde acı duymadım" demek
olur. Yûnînî cerr ile, diğerleri ise nasb ile zabtetmişlerdir (Aynî ve
Kastallânî).
[273] Bu, 224 rakamıyle geçen Sehl ibn Sa'd hadîsinin diğer
bir rivayetidir.
[274] et-Taylesân, lâm'ın üç harekesiyle. Kaadı Iyâd ve şâir
âlimlerden nakledilmiştir. Tâlesân, Fârisî muarrebidir... Tâl, Fârisî'de büyük
tepsiye denir. Ve Sân, teşbih edatıdır. Şal ve şâir nesnelerden başa ve omuza
örttükleri câr gibi sevbe denilmiştir. Hâlâ bizim baş ve boyun şah olacaktır.
Ridâ belden yukarıya kullanılır sevbe denir ki, omuzu ve arkayı ihata eder. Ve
Taylesân başı ve omuzlan İhata eder. Hulâsa hâlâ başımıza örttüğümüz şal
olacaktır .Ye bâzıları muarrebidır, dediler. Tara, saçağa ve sundurmaya denir
ve sûfîlerin salındır-dıkları sarık ucuna ıtlakları teşbîh tarikıyledir...
(Kaamûs Ter.).
Bu hadîste Enes ibn
Mâlik bunun Hayberliler arasında umumiyetle kabul edilmiş olduğunu bildiğinden
taylesânh Basralılar'ı Hayber Yahûdîleri'ne benzetmiştir.
[275] Bu hadîs, bu isnâd ve bu metinle Cihâd'da, "Kendi
elleriyle muayyen bir insanın İslâm'a girmesine sebeb olan kişinin fazîleti
bâbı"nda geçmişti.
Buna siyer müellifleri
şu bilgileri de ekliyorlar: Alî, Rasûlullah'ın bu ta'lî-mâtı üzere hareket etti
ve Yahûdîler'e İslâm düstûrlarını tebliğ etti. Fakat Yahudiler İslâm'ı kabul
etmediler ve sulh olmak da istemediler; bil'akis harb açtılar. Netîcede
kumandanları Merhab yere serilince, Yahudiler dayanaksız kalarak harb bitmiş ve
Rasûlullah'ın haber verdiği gibi Alî'nin elleriyle Hayber fethedilmiştir.
[276] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Hadîs Buyu'
Kitâbı'nda, "Temizlenmeden önce câriye ile yolculukeder mi bâbı"nda
geçmişti.
[277] Bu da Enes hadîsinin diğer bir yoldan gelen
rivayetidir. Son söz, Safiyye mü'minlerin analarından oldu, demektir. Çünkü
perde çekmek, ancak hürre kadınlar üzerinde olur, sağ elin mülkü olan cariyeler
üzerinde olmazdı.
[278] Şimdiye kadar birkaç kerreler geçtiği üzere Safiyye,
Huyey ibn Ahtab'ın kızıdır. Yahûdî Nadîr oğullan ve Kurayza oğulları'nın en
şerefli bir ailesine men-sûbdu. Hayber Yahudileri'nin reîsi Kinâne ibn Rabî ile
yeni evlenmişti. Her iki cihetle asaleti vardı. Kocası ve babası Hayber
muharebesinde ölmüştü.
[279] Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda,
"Harb arazîsinde elde edilen yiyecek maddesi bâbı"nda geçmişti.
[280] Mut'a nikâhı muayyen bir zamana bağlı olarak yapılan
nikâhtır. Bu, Câhiliyet devrinde yürürlükte olan nikâh şekillerinden birisidir.
Bu nevi1 nikâhtan gaye bir zaman için kadından faydalanmaktır. Bir aile yuvası
kurup ebedî yaşamak ve çocuk üreterek cemiyetin ve soyun devamına hizmet
değildir. İslâm'ın ilk devirlerinde bir zaruret üzerine bâzı gazvelerde Mut'a
nikâhına ruhsat verilmişti. Fakat Hayber'de müsâade edilmeyip yasak edildi.
Mekke'nin fethi seferinde bir daha ruhsat verilip, Veda Haccı'nda kesin şekilde
yasaklandı.
[281] Bu hadîse dayanarak Ebû Yûsuf, Muhammed, Şafiî, Ahmed
ibn Hanbel ve daha başka birçok selef âlimleri at etinin yenmesini caiz
görmüşlerdir. Ebû Hanî-fe ise at, katır, merkeb makûlesi hayvanların binilmek
ve zînet edilmek için yaratıldıkları şeklindeki (en-Nahl: 8) Kur'ân beyânına
dayanarak, bunların yenilmesini caiz görmemiştir. İmâm Mâlik, Evzâî, Ebû Ubeyd
de Ebû Hanîfe'ye uygunluk göstermişlerdir.
[282] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hayber ganimetlerinin
Peygamber'in payı olan beşte birden" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti
Beşte bir Kitabı, "Beşte, birin devlet başkanına âid olduğuna delîl
bâbı"nda geçmişti.
[283] İbn İshâk şöyle zikretti: Peygamber, Amr ibn Umeyye'yi
Necâşî'ye gönderdi de Ca'fer ibn Ebî Tâlib'le beraberindekilerin yol
hazırlıklarım sağlayarak göndermesini istedi. Necâşî de her türlü seferî
ihtiyâçlarını sağladı, ayrı ayrı ikram ederek gönderdi. Bu kaafile, Peygamber
Hayber'de iken Amr İbn Umeyye ile beraber geldiler. İbn İshâk, Ca'fer'le
beraber gelenlerin onaltı yolcu olduğunu ve içlerinde şunların bulunduğunu
haber vermiştir: Ca'fer ve karısı Esma bintu Umeys, Hâlid İbn Saîd İbn Âs ile
karısı, Hâlid'in erkek kardeşi Amr ibn Saîd ve Muaykıb ibn Ebî Fâtıma (Aynî).
[284] Umer'e karşı bu kuvvetli savunmayı yapan Umeys kızı
Esmâ'nm annesi Hİnd bintu Avf'tır. Peygamber'in kadınlarından Meymûne ile
Abbâs'in kansı ve Fadl'-m anası Lubâbe'nin kardeşidir. Esmâ'nm kocası Ca'fer
ibn Ebî Tâlib'dir. Ca'fer şehîd edilince onu Ebû Bekr zevce edindi. Esma ona
Muhammed ibn Ebî Bekr'i doğurdu. Sonra Ebû Bekr ölünce, Esmâ'yı Alî ibn Ebî
Tâlib zevceliğe aldı. Esma, Alî'ye de Yahya ibn Alî ibn Ebî Tâlib'i doğurdu
(Aynî).
[285] Bu Ebû Burde, Ebû Musa'nın oğlu olan Ebû Burde'dir. Bu
hadîsin ikinci râvî-sidir. Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin kardeşi Ebû Burde değildir. Onun
adı Âmir ibn Kays'tır.
[286] Son sözünün ma'nâsı: Onun arkadaşları Allah yolunda
harb etmeyi severler ve bundan kendilerine isabet edecek şeylere aldırmazlar,
demektir. Şöyle de deni lir: Bu hakîm, çok cesur olduğu için düşmandan kaçmaz,
aksine düşmanlarla yüzyüze gelir, onlar ayrılıp gitmek isterlerse, onlara
metindeki sözü söyler (Aynî).
[287] Hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır.
Ganimet malından
hırsızlık yapmanın ağırlığını belirten bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı,
188. bâb, 270 rakamlı olarak geçmişti. Orada 187. bâbda 269 rakamıyle geçen Ebû
Hureyre hadîsi de devlet malından hırsızlık yapmanın ağırlığım pek güzel ifâde
etmektedir.
[288] Bu iki hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunlar
ayrı senedle ve küçük farkla gelen iki rivayettir.
Bunlarda Umer şöyle
demiş oluyor: Ben fethedilen memleket arazîlerini fethi yapan gâzîler arasında
taksîm etmiyorum da, müslümânlann umûmî iyiliğini gözeterek bu arazîleri ebedî
kılınmış bir vakıf hâline getiriyorum. Böylece bunları müstakbel nesillerin
kıyamete kadar her zaman gelirlerini taksîm edecekleri birer hazîne olarak
bırakıyorum. Umer bunu gazileri razı ederek Irak arazîsinde uygulamıştır...
(Aynî).
[289] Bunlar ayrı senedlerle gelmiş Ebû Hureyre hadîsinin az
farklı rivayetleridir. Bunun bir rivayeti Cihâd'da, "Bir kâfir bir
müslümânı öldürür, sonra kaatil müs-lümân olur ve dînine bağlı olarak gaza
meydanında şehîd olursa, ikisi de cennete girer bâbı"nda geçmişti.
Ebân, Ebû Hureyre'yi,
ismi alâkasıyle dağ kedisi diye horlamış ve kendisini kaatillikle suçlamasının
doğru olmadığını ve İslâm'a girmekle affolunacağını ve şehîdin cennete
gireceğini en belîğ ve vecîz uslûbla ifâde etmiştir.
[290] Bu hadîsin başlığa uygunluğu "Hayber'in beşte bir
ganimetinden" sözünden alınabilir. Bu hadîsin bir rivayeti Beşte bir Kitâbı'nda,
"Beşte birin farzı bâbı"n-da geçmişti. Lâkin iki rivayet arasında
metinde fazlalik ve eksiklik şeklinde farklılık vardır.
Hadîsin sonundaki
"Güzellikle işe döndüğü zaman" sözü, bâzı nüshalarda "Ma'rûf
olan işe döndüğü zaman" şeklinde zabtedilmiştir. Buna göre "Ma'rûf
olan iş", devlet başkanlığı için bey'atte diğer sahâbîlere muvafakat
etmektir.
[291] Bu Âişe ve İbn Umer hadîsleri, Hayber'de çok hurma
bulunduğu ve Hayber'in fethine kadar müslümânlarda geçim ve beslenme darlığı
olduğu hususlarını ifâde etmektedir.
[292] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs
Alışveriş Kitabı, "Kişi, hurma ile daha İyi hurma satın almak istediği
zaman (ribâdan salim değiştirme yolu nasıldır)? bâbı"nda geçmişti.
Hayber'e harâc emîri
ta'yîn edilen kişinin ismi hadîste bildirilmemiştir. Hatîb el-Bağdâdî bunun
Sevâd ibn Gaziyye yâhud Mâlik ibn Sa'saa olduğunu rivayet etmiştir. Cenîb
hakkında şârih Hattâbî, Arablar'ın en nefis bir hurma riev'i olduğunu
bildiriyor ki, cenîbin bu nefîsliği, hadîste Peygamber'in gösterdiği ilgiden
de anlaşılıyor. Hayber, bol ve nefis hurmalanyle meşhur olduğu ve Medine'den
170 km kuzeyde güzel bir vahanın ortasında bulunduğu, daha evvelki hadîslerde
bildirilmişti.
[293] Bu hadîs, Ekincilik Kitâbı'nda daha uzun bir metinle
geçmişti.
[294] Bu hadîs de Cizye Kitâbı'nda, "Ahidli müşrikler
müslümânlara hainlik yaparlarsa? bâbf'nda bu isnâdla ve daha uzun bir metinle
geçmişti. Hadîsle ilgili açıklamalar orada verildiği için, burada tekrar
etmiyoruz.
[295] Bu hadîsin başlığa uygunluğu "RasûluIIah, Usâme'yi
bir orduya kumandan yaptı" sözlerindedir. Bu hadîs Menkabeler Kitâbi'nda,
"Zeyd ibn Hârise'nin menkabesi bâbı"nda ayrı bir senedle geçmişti.
Orada da bildirildiği üzere, Zeyd ibn Hârise'nin Mûte harbinde Ca'fer ibn Ebî
Tâlib ve Abdullah ibn Revâha ile arka arkaya şehîd olmaları ve kumandaları
altındaki gâzîlerin ağır şartlar altında Medine'ye dönmeleri, Medine'de umûmî
bîr hüzün meydana getirmişti. Ra-sûlullah bu yenilginin intikaamını almak Üzere
bir ordu hazırlayıp, başına Usâme İbn Zeyd'i kumandan yapmış ve: "Rumlar
üzerine git, babanın intikaamını al" buyurmuştu. Bu ordu içinde Ebû Bekr,
Umer, Ebû Ubeyde, Saîd ibn Ebî Vak-kaas, Saîd, Katâde, Seleme ibn Ekvâ gibi
Muhacir ve Ensâr'ın büyük şahsiyetleri de bulunuyordu. Bâzı kimseler: Ordu
içinde bunca büyükler dururken bir genç köle bunların başına nasıl kumandan
yapılır? gibi sözler sarfettiler. Bu sözlerin asıl kaynağı, bu baba-oğulun
köle ve köle çocuğu olmaları idi. Arablar arasında kölenin başkanlığı hoş
görülmezdi. Fakat İslâm Dîni fıtratan hürr yaratılan insanlar arasındaki bu
farkı kaldırmış, Câhüiyet devrinde hakîr görülen bu sınıfı, İslâm'daki kıdemi,
hicreti, ilmi, takvası sebebleriyle yükseltmişti, Umer bu dedjkoduları duyunca
Peygamber'e gelip haber vermiş, bunun üzerine Ra-sûlullah, metinde özetlenen
nutku söylemişti. Bu orduyu hazırlarken Rasûlul-lah hasta idi. Hastalığı devam
edince, ordu hareketini geri bıraktı ve Rasûlul-lah'ın Ölümü üzerine bu
arzusunu Ebû Bekr yerine getirdi.
[296] Hudeybiye seferinde Kureyş ile imzalanan andlaşmanın bir
maddesinde, gelecek sene Peygamber'in maiyyetiyle gelip Ka'be'yi ziyaret
edeceği, silâhsız girileceği, yalnız kınında olarak yanma kılıç alınabileceği
ve Mekke'de üç günden, fazla kalınmayacağı kararlaştırılmıştı. Bu anlaşma
hükmüne göre, yedinci hicret yılında Peygamber, umre için Mekke'ye gitmeye
karar verdi. Kadınlar ve çocuklar hâriç olmak üzere bu umre seferinde iki bin
kişi bulunmuştur. Bu, bir sulha, bir muahede hükmüne dayandığı için buna
"Umretu's-Sulh", "Umretu'l-Kadıyye",
"Umretu'1-Kadâ" ve "Umretu'l-Kısâs" adları verilmiştir. Bu
açıklamaya göre başlıktaki "Kaza" fakîhler örfündeki edâ mukaabili
"Kaza" değil, "Hüküm" ma'nâsına olan "Kazâ"dır.
[297] Enes'in bu hadîsini Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da
ez-Zuhrî'den rivayet etmiştir. Bunda Enes şöyle demiştir:
RasûluIIah bu kaza
umresinde Mekke'ye girdiği zaman, şâir Abdullah ibn Revâha Rasûlullah'ın önünde
şu şiirleri okuyordu:
Hallû beni'l-küffân an
sebîlih Kad enzele'r-Rahmânu fî Tenzîlih Bi-enne hayra'l-katlî fî sebîlih
Nahnu katelnâkum ala
te'vîlih Kemâ katelnâkum alâ Tenzîlih
(= Ey küffâr oğullan,
Rasûlullah'ın yolundan çekilin. Rahman olan Allah, Tenzîl'inde şunu indirdi
ki: Muhakkak ölümün en hayırlısı O'nun yolunda olandır. Biz O'nun emir ve
te'vîli ile sizleri öldürürüz. Nitekim O'nun Tenzîl'İ üzerine sizlerle
harbettik.)
Bunu İbn Hıbbân Sahîh
'inde şu ziyâde ile rivayet etmiştir:
El-yevme nadribkum alâ
tenzîlih Darben yuzîlu'1-hâme an makîlih, Ve yüzhilu'l-halîlle an halîlih, Yâ
Rabbi innî mü'minun bi-kîîih.
— Yâ İbne Revâha,
Rasûlullah'ın önünde şiir mi söylüyorsun? dedi. RasûluIIah:
— "Onu bırak yâ Umer, çünkü bu
Mekkeliler'e ok vurmasından daha çok te'sfrlidir" buyurdu (Aynî ve
Kastallânî). Fethu'l-Bârî'de daha geniş bilgiler ve şiirler vardır.
[298] Hadîsin başhğa uygunluğu meydandadır. Bu hadîs, aynı
sened ve (çok az farklı olarak) aynı metinle Sulh Kitabı, "Bu Fulân ibn
Fulân'm sulh anlaşmasıdır nasıl yazılır bâbı"nda geçmişti (Aynî).
[299] Buhâri hadîsi burada iki yolla getirmiştir. Bu
yollardan biri aynı metinle Sulh Kitabı, "Müşriklerle sulh bâbı"nda
geçmişti.
[300] Bu da pek az farkla Hacc Kitabı, "Peygamber kaç
umre yaptı bâbı"nda geçmişti.
[301] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır. Bunlar
bâzı farklarla daha önceki kitâblarda da geçmişlerdi. Son hadîste Peygamber'le
evlenişi bildirilen Meymûne, Haris kızı el-Hilâ!iyye(R)'dir. Meymûne, 51
yılında Şerifte vefat etmiştir.
[302] Mûte gazvesi, müslümânlarla Bizanslılar arasında
yapılan muharebelerin başlangıcıdır. Sebebi, Peygamber'in elçisinin öldürülmesidir.
Şöyle ki: Peygamber, Busrâ Emîri Şurahbîl ibn Amr'a, sahâbîlerden Haris ibn
Umeyr eliyle bir mek-tûb gönderip onu İslâm'a da'vet etmişti. Haris ibn Amr,
Mûte'den geçerken Şurahbîl'e elçilik sıfatını bildirdi. Bunun üzerine Şurahbîl,
Hâris'i küstahça Öldürdü. O güne kadar Peygamber'in elçilerinden hiçbirisinin
hayâtına saldınl-mamıştı. Her asırda her millette elçi öldürmek İnsanlığa ve
milletlerarası münâsebetlere aykırı sayıldığından, bu cinayete karşı bir
harekette bulunmak zarurî oldu. Bunun için Peygamber, sekizinci yılda üçbin
kişilik bir ordu hazır layıp, âzâdlı kölesi Zeyd ibn Hârise'nin emrinde
gönderdi. Ve ordunun Haris ibn Umeyr'in şehîd edildiği Mûte kasabasına kadar
gitmesi ve oradan Şurahbîl ile üzerlerinde hükümrân olduğu kabilelerin İslâm'a
da'vet edilmesi, gerekirse harb edilmesini emretti.
Öbür tarafta Şurahbîl,
bunu haber alarak yüzbin kişilik büyük bir ordu hazırladı. Kuvvetler arasındaki
büyük fark sebebiyle müslümânlar çok kayıp vererek Hâlid ibnu'i-Velîd'in ustaca
tabyesi sayesinde geri çekilip, Medine'ye ulaştılar...
[303] ibn Umer bu şehâdetiyle Ca'fer'in yiğitliğini ve
düşmandan yüz çevirmediğini ifâde etmiştir.
[304] Bu iki hadîs arasında yara sayısında farklılık vardır.
Bu şöyle giderilebilir: Elli yara göğüste ve ön tarafta, doksan yara ise
vücûdun her tarafında bulunmuş olabilir. Adedlerin tahsisi ziyâdeye aykırı
olmaz; yâhud birinde bir çeşit yara sayılmıştır
[305] Bu "Allah'ın kılıcından maksad, Hâlid ibn Velîd
idi. Bundan sonra Hâlid "Sey-fullah = Allanın kılıcı" şeref lakabıyle
anılmıştır.
[306] Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitâbı'nda geçmişti
[307] ibn Umer bununla Ca'fer'in Mûte harbinde kesilen iki
koluna bedel, Allah'ın ona iki kanat ihsan ettiğini ve onun bunlarla uçtuğunu
bildiren hadîse işaret etmiş oluyor. Bundan dolayı Ca'fer, "Tayyar"
şeref lakabını almıştır.
[308] Hâlid'in bu beyânı, onun yüksek kumandanlığına
ilâveten, büyük kahramanlığı ve cenkçiliğinin en parlak delilidir.
[309] Abdullah ibn Revâha'mn Mûte'de şehîd olduğu haberi
kendisine ulaştığı zaman Amre'nin ona ağlamaması, vaktiyle bir hastalığında
bayıldığı sırada ona ağladığı vakit, Abdullah'ın ona ağlamayı nehyetmiş
olmasındandır. Böylece Amre, kardeşinin nehyini sadâkatle tutmuş oluyor.
[310] Siyer kitâblannda bu sefer, Gâlib ibn Abdillah
el-Leysî Gazvesi adiyle zikredilir. İbn Sa'd'ın beyânına göre, bu seriyye
yedinci yılın ramazânında tertîb edilip, Necd diyarında Batnû Nahl'İn arka
tarafında Mıkaa adlı yerde toplanan Benû Ahvel, Benû Âbid ibn Sa'Iebe eşkıyası
üzerine gönderilmişti. Burası ile Medîne arasında sekiz günlük uzaklık vardı.
Yüzotuz mevcûdlu olan bu seriyye Gâlib ibn Abdillah'ın emrinde gönderildiği
için, bu unvan ile anılmıştır. Usâme ibn Zeyd de bu seriyyede bulunduğu için,
Buhârî bu babın başlığında Usâme'yi zikretmiştir.
[311] Hadîsten anlaşıldığına göre, bu kuvvet düşmanı
dağıtmış ve harb edenlerini öldürmüştür. Koyunlarını ve diğer hayvanlarını
ganîmet alıp Medîne'ye getirmiştir.
Usâme, Peygamber'in
ısrarlı sorularından çok sıkılıp utanmıştı. "Bugünden önce keski İslâm'a
girmiş olmayaydım" sözü, sıkılmasının ve üzüntüsünün derecesini belâgatle
ifâde etmektedir. Peygamber de bu ısrarlı sorularıyle Lâ ilahe ille'llah
diyenin öldürülemiyeceğini kaanünlaştirmış oluyor.
[312] Burada ayrı ayrı yollardan gelen bu hadîslerin başlığa
uygunlukları, Usâme'nin zikredilmesi yönündendir. Son hadîste râvî Yezîd ibn
Ebû Ubeyd'in unuttum dediği kalan üç gazvenin de Mekke'nin fethi, Tâif ve Tebûk
gazveleri olduğunu sarihler beyân etmişlerdir.
[313] Mekke fethi gazvesinin sebebi Hudeybiye barış
andlaşmasmın maddelerinden birinin Kureyş tarafından bozulmuş olmasıdır. Bu
sebeb üzerine Rasûlullah gizlice sefer hazırlığına başladı ve Gıfâr, Eşlem,
Eşca', Muzeyne, Cuheyne, Suleym kabilelerine "Allah'a îmân edenler
silâhlanarak ramazânın ilk günlerinde Medine'ye gelsin!" diye haber
gönderdi. Bu kabileler halkı, Rasûlullah'ın sadâkatlerine güvendiği
kimselerdir. Huzâa kabilesine de Mekke yollarını tutup emniyete almalarını
emretti. Aynı zamanda Rasûlullah, kendisini aksi yönde meşgul göstererek Necd
taraflarına bir seriyye hazırlayıp gönderdi. Bütün bu hazırlıklar gizli
tutuluyordu. Bununla beraber Hâtıb ibn Ebî Beltaa bu vaziyeti hissederek bir
mektûbla Kureyş'e bildirmek istedi. Fakat gelecek olan hadîsinde de görüleceği
üzere bu teşebbüs gerçekleşmedi. Nihayet Tevhîd Dîni'nin büyük önderi İbrâ-hîm
Halîlullah'ın torunu Muhammed (S), tevhidi yükseltmek ve müşrikliği imha ve
onun timsâlleri olan asırlık putları yere sermek üzere, hicretin sekizinci
yılında ramazânın onuncu günü onbin kişilik ordusuyla Mekke'ye doğru hareket
etti.
[314] Bu mektûb şu mealde imiş: "Amma ba'du! Ey Kureyş
cemâati, Rasûlullah size karşı gece karanlığı gibi ve sel gibi akan bir ordu
ile geliyor. Allah'a yemîn ederim ki, Rasûlullah üzerinize yalnız başına gelse
bile Allah O'na yardım edip size gâlib kılacak ve verdiği va'di yerine
getirecektir. Başınızın çâresine bakınız ve's-selâm" (Aynî).
Hâtıb bu kadını on
dînâra tutmuştu. Rasûlullah Mekke'nin fethi günü bu kadının, Ebû Sufyân'ın
karısı Hind ile beraber öldürülmesini emretmişti. Fakat bu kadın Abdulmuttalib
oğulları'mn âzâdlı cariyelerinden olduğu için affedilmesi rica edilmiş ve
affolunmuştur. Umer'in halifeliği devrinde bir süvârînin atının çiğnemesiyle
ölmüştür (Aynî).
[315] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd Kitabı, "Câsûs
bâbı"nda geçmişti. Müfessir Mu-câhid: Bu âyet, Hâtıb ve onun gibi Mekke
müşriklerine sırr verenler hakkında indi; böyle olduğu âyetten açık olarak
anlaşılmaktadır, demiştir. Ebû Umer de: Âyetteki "Ey Mü 'minler"
hitabında Hâtıb da dâhil bulunduğundan, Allah, Hâ-tıb'in îmânına şehâdet
etmiştir, demiştir.
Hâtıb, mühim hizmetlerde
bulunmuştur. Bunlardan birisi Hudeybiye dönüşünde hicretin altıncı yılında
Peygamber tarafından bir mektûbla Mısır ve İskenderiye meliki Mukavkıs'a
gönderilmesidir. Bu seferinde İbn Ebî Beltaa, Mukavkıs'm yanında beş gün kalmış
ve birtakım hediyelerle dönüp gelmiştir: Bu hediyeler, Düldül adında beyaz bir
katır, Gufeyr adında bir merkeb, elbiseler... ve Peygamber'in oğlu İbrâhîm'in
anası Mâriye ve kızkardeşi Şîrîn idi. Peygamber, Sîrîn'i Hassan ibn Sâbit'e
hediye etti. İbn Beltaa, Ebû Bekr zamanında da Mısır'a gönderilmiş ve
Mısırhlar'Ia sulh akdi yapmıştır. Bu sulh, Amr ibnu'l-As'ın hicretin yirminci
yılında Mısır'ı fethi zamanına kadar yürürlükte kalmıştır. Hâtıb tacir idi.
Hicretin otuzuncu yılında vefat etmiş ve namazını Usmân (R) kıldırmıştır.
Vefatında dörtbin dînâr nakid ile birçok servet bıraktı (Aynî' den özetlendi).
[316] Bunlar İbn Abbâs hadîsinin çeşitli yollardan gelen
rivayetleridir. Son hadîste ordu mevcudu onbindir. tbn İshâk'ın rivayetinde ise
ordu mevcudu onikibin dir. İhtimâl ki, Medine'de techîz edilen ordu onbin
askerdi, İkibin de yolda kabilelerden gelip katılmışlardır.
[317] Bunlar hep İbn Abbâs hadîsinin farklı senedlerden
gelen çeşitli rivayetleridir. Bunların ifâde ettiği husus özetle şudur:
Rasûlullah Medine'den ramazân içinde Mekke fethi gazvesine oruçlu olarak
çıkmış, yolda Kedîd mevkiine geldiğinde orucunu bozmuştur. Kendisiyle beraber
sahâbîler de oruçlarını bozmuşlardır.
286 rakamlı İbn Abbâs
hadîsinde "Rasûlullah, Huneyn seferine ramazânda çıktı..." ifâdesinde
bir müşkillik görülmüşse de bunun ramazânın sonunda Hu-neyn'e çıkılmış olması
veya Huneyn seferine Mekke'de iken ramazân içinde karar verilmiş olması
şeklinde anlamakla giderilebileceği ileri sürülmüştür.
[318] Hadîsin başlıktaki soruya cevâb olan yeri
"Rasûlulİah bayrağının el-Hacûn mevkiinde dikilmesini emretti"
sözüdür. Hacûn, Ebû Kubeys Dağı'nın
yamacın-dadır. Buraya Muhassab, Ebjâh isimleri de verilir.
Hadîste anılan
Merru'z-Zahrân, Mekke'ye onaltı mil uzaklıktadır.
Mekke'ye girecekleri
cihetleri ta'yîn etmiş ve "Bir hücuma uğramadıkça sakın
harbetmeyiniz!" diye tenbîhlemiş ve bundan yalnız dokuz kişiyi istisna
etmişti. Bunlar Ka'be'nin örtüsü altına sığınmış olsalar bile öldürülmelerini
emretti. Bütün fırkalar arızasız Mekke'ye girdikleri hâlde, yalnız Hâlid'in
fırkası hücuma uğradı, îbn İshâk'm rivayetine göre, Kureyş'ten Süheyl ibn Amr,
Safvân ibn Umey-ye, İkrime ibn Ebî Cehl taraflarından hazırlanan bir şerir
çetesi bunların emri altında Hâlid ibnu'l-Velîd'in süvârî kuvveti üzerine ok
atnjaya başlamışlar ve hadîste isimleri bildirilen İki mücâhidi şehîd
etmişlerdir. Bunun Üzerine Hâlid müdâfaa harbine başlayıp, bir hamlede
bunlardan onüçünü öldürmüş, geri kalanı da kaçıp dağılmışlardır. '
Buradaki rivayetinin
birinde Urve, Hâlid'in Mekke'nin üst tarafındaki Kedâ semtinden Mekke'ye
girdiğini, Rasûlullah'ın da alt taraftaki Kudâ yoluyla girdiğini bildirmişti.
Bu İse sahîh rivayetlere aykırıdır. Buhârî, bundan sonraki (51.) bâbda
Rasûlullah'ın, Mekke'nin alt tarafından, Kedâ mevkiinden; Hâlid'in de alt
taraftaki Kudâ semtinden girdiğine dâir hadîsleri toplamıştır.
[319] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fetih günü"
lâfzındadır. Bu hadîs Tefsîr ile Kur'ân'-ın Fazîletleri Kitâblan'nda da
gelecektir
[320] Bu hadîste Zuhrî, kendisine sorulan "Ebû Tâlib'e
kim vâris oldu?" sorusunu kısaca cevâblamıştır. Hacc Kitâbı'nda geçen
hadîste bu, daha tafsîllidir: "... Akîl ve kardeşi Tâlib, Ebû Tâlib'e
vâris oldular. Hâlbuki Ca'fer ile Alî, Ebû Tâlib'e vâris olmadılar. Çünkü
bunlar müslim idiler. Akîl ile Tâlib ise kâfir idiler".
Bu hadîse göre ez-Zuhrî
mes'eleyi şöyle açıklamış oluyor: Ebû Tâlib'in dört oğlu vardı. Bunlardan AkÜ
ile Tâlib müslümân olmayıp, Mekke'de harb darında kaldıklarından Ebû Tâlib'e
vâris olmuşlardır. Atî ile Ca'fer Medine'de bulunduklarından vâris
olamamışlardır.
[321] Kinâne oğulları Hayfı, Hacün, Muhassab, Ebta1 adlanyle
de anılır. Ebû Ku-beys Dağı'mn yamacındadır. Daha önce geçen bir hadîste
Peygamber'in sancağını Hacûn mevkiine diktirdiği bildirilmişti ki, işte burası
Kinâne oğulları'nın yurdudur. Peygamber'in çadırı da oraya kurulmuştur.
Peygamber'in konak yeri olarak burasını seçmesi ve burada ikaamet etmesi, büyük
bir ilâhî intikaamı hatırlamaya vesile olacağı içindir: Kureyş ile Kinâne
oğulları, Hâşim ve Abdul-muttalib oğulları'yle bütün medenî ilişkileri kesmeye
ve bunların Kureyş'e, yânî müşrikliğe boyun eğmelerine kadar bu boykotu
sürdürmeye burada yemîn ederek andlaşmışlardı. Onlar bu ittifakı bir vesîka
ile tesbît edip Ka'be içine asmışlardı. Bu andlaşmanın yürürlükte kaldığı üç
sene Kureyş ile Kinâne oğullan, Hâşim ve Muttalib oğulları'nı, Hâşimîler
mahallesinde muhasara altında tutmuşlardı
[322] Peygamber'in öldürülmesini emrettiği İbnu Hatal,
İslâm'a girip sonra dînden çıkmış, haksız yere birçok insanlar öldürmüştü. Onun
iki tane şarkıcı cariyesi vardı, bunlar Rasûlullah'ı hicvedip tegannî ederlerdi
(Kastallânî).
Hiçkimse Peygamber'in
Mekke fethinde ihramdan çıktığını rivayet etmemiştir. İmâm Mâlik bundan,
Peygamber'in harb sebebiyle Mekke'ye ihrâmsız girdiğini tahmin etmiştir.
[323] Bu hadîs, Hacc Kitâbi'nda, Peygamberler Kitâbı'nda ve
diğerlerinde bâzı farklarla geçmişti: Peygamber'in iktibas edip söylediği bu
âyetlerin tamâmı şöyledir:
"De ki: Hakk geldi,
bâtıl yok oldu. Şübhesiz ki bâtıl dâima zeval bulucudur" (el-lsrâ: 81);
"De ki: Hakk geldi. Bâtıl ne ibtidâen, ne de iâdeten birşey yaratmaya
kaadir olamaz" (Sebe': 49).
[324] İbn Abbâs, Peygamber'in, Beyt'in içinde namaz kıldığım
nefyetti. Bilâl ise namaz kıldığını isbât etti. Kaaide olarak isbât edenin rivayeti,
nefyedenin rivayeti önüne geçirilir
[325] Buhârî bu bâbda Rasûlullah'ın fetih yılında Mekke'ye
en yüksek tarafı olan Kedâ mevkiinden girdiğini bildiren hadîsleri getirmiş ve
doğru olanın bu olduğunu isbât etmek istemiştir.
[326] Bu hadîs, Peygamber'in fetih yılında "Yarın
konağımız inşâallah Kinâne oğulları Hayfı'dir..."sözlerinde bildirdiği
konaklama yerine muhalif olmaz. Çünkü Peygamber, Ümmü Hâni'in evinde ikaamet
etmemiş, ancak yıkanıp sekiz rek'at namaz kılmış, sonra da Kinâne oğulları
yurduna dönmüştür. Peygamber'in çadırı orada kurulmuş, sancağı da oraya dikilmiştir (Kastallânî).
[327] Bu hadîsin burada getirilme sebebi Tefsîr'de geleceği
üzere, kendisine "tzâ câe nasrullâhi ve'l-fethu"Sûresi indirildikten
sonra, Peygamber her kıldığı namazda muhakkak bu sözleri söylerdi ifadesidir.
Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı; "Rukû'da duâ bâbı"nda da
geçmişti.
[328] Bu hadîsin, yukarıda geçen 50 rakamlı "Fetih
gazvesi babı" başlığına uygunluğu, içinde Mekke fethinden ibaret olan
"Fetih" isminin bulunmasıdır. Ondan sonraki bâblar ise, hep o 50.
baba tâbi'dirler. Bunu uyanıklıkla anla! (Aynî).
[329] Hadîsin başlığa uygunluğu "Mekke fethinin ertesi
günü" sözlerindedir. Bu hadîsin bir rivayeti İlim Kitâbı'nda, "İlme
hazır olanlar, gâib olanlara teblîğ etsin bâbı"nda geçmişti. Orada da
açıklandığı gibi, bu Amr ibn Saîd ibni'1-Âs, Eme-vîler hanedanından ve
valilerinden olup Yezîd ile Mervân ve Abdulmeİik zamanında, Abdullah ibn
Zubeyr(R)'e karşı ordular hazırlayıp sevketmiş, nihayet halifelik sevdasına
düştüğü için Abdulmeİik ile de. harbetmiş ve onun tarafından sulh ve emândan
sonra aldatılarak Öldürülmüştür...
[330] Bu hadîs, Buyu' Kitâbı'nm sonlarında daha uzun bir
metinle geçmişti
[331] Bu hadîsin şerhinde İbn Hacer şöyle demiştir: Enes
hadîsi ile İbn Abbâs hadîsi arasında müddette çatışma vardır. Ben şunu
düşünüyorum ki, Enes hadîsi Veda Hacci'ndaki ikaamettir. Çünkü o sefer,
Peygamber'in Mekke'de on gün ikaamet ettiği seferdir. Çünkü Peygamber
zu'I-hiccenin dördüncü günü Mekke'ye girdi ve ondördüncü günü de çıkmıştır. İbn
Abbâs hadîsi ise Mekke fethi sefe-rindeki ikaametidir. Ben bunu delilleriyle
Namazı kısaltma bâbı'nda takdim ettim ve orada Enes hadîsinin Veda Haccı'nda
olduğunu açıkça belirttim. Belki Bu-hârî bu hadîsi, buraya zikrettiklerimi
işaret için girdirmiş ve bunu da zihinleri keskinleştirmek için açıklamamıştır
(Fethu'l-Bârî).
Hakîkaten Namazı
kısaltma bâbmdakİ hadîs şöyledir:
Enes (R) şöyle
demiştir: Biz Peygamber (S) ile birlikte (hacc niyetiyle) Me-dîne'den Mekke'ye
çıktık. Medine'ye döndüğümüz zamana kadar Peygamber bize, akşam namazlarından
başka namazları hep ikişer rek'at kıldırdı.
Enes'e: — Mekke'de
ikaamet ettiniz mi? diye soruldu.
Enes:
— (Evet) Mekke'de on gün
ikaamet ettik, dedi.
[332] Bu İbn Abbâs hadîsleri Mekke fethi seferindeki
ikaametİ anlattıkları için başlıkla ilgisi meydandadır.
[333] Asıllarda böyle başlıksız gelmiştir. Bu uBâb",
en-Nesefî rivayetinde mevcûd değildir. Birçok kerreler zikrettik ki,
"Bâb" lâfzı böyle başlıksız, yânî unvansız gelirse, bu, kendinden
önceki bâbdan bir fasıl gibi olur (Aynî).
[334] Buhârî bu ta'lîki et-Târîhu's-Sagîr ile
el-Edebu'l~Mufred'de Abdullah ibn Salih'ten; o da el-Leys'ten senediyle
getirmiştir. Bu Abdullah ibn Sa'lebe'nin sa-hâbîliği sabittir. O, hicretten
önce veya sonra doğmuştu. Buhârî bunu burada "Mekke fethi yılında"
sözü münâsebetiyle kısaltarak getirmiştir.
[335] Bunun da "Fetih gazvesi" başlığına uygunluğu
"Fetih yılında" sözündedir. Ebû Cemîle İle babasının sahâbî oldukları
zikredilmiştir. Usûl âlimleri: Rasûlullah'a çağdaş olan âdil kişi, ben
sahâbîyim dediği zaman, btl sözü zahiren doğru kabul edilir, demişlerdir
(Aynî).
[336] Bu zâtın ismi bâzı Buhârî nüshalarında Amr ibn Seleme
şeklinde lâm'ın fethİy-le, bâzılarında da Amr ibn Selime şeklinde lâm'ın
kesriyle zabtolunmuştur
[337] Bu Amr ibn Seleme hadîsinin Mekke fethi gazvesinde
zikredilmesi sebebi ve bu başlığa uygunluk noktası, bu hadîste Rasûlullah ile
Kureyş arasındaki siyâsî düşmanlığın ve harb vaziyetinin netîcesini bekleyen
Arab kabilelerinin, Mekke'nin fethi üzerine takım takım İslâm topluluğuna
koştuklarının bildirilmiş olmasıdır. Bu târihe kadar Arablar birer birer
müslümân olurlarken, Mekke'nin fethi üzerine dalga dalga, küme küme, kabîle
kabîle müslümân olmağa başlamışlardır. Bunun böyle olacağı vukû'undan evvel
en-Nasr Sûresi'nde haber verilmişti. Bu sûrenin inme zamanını ta'yînde
müfessirlerin görüş ayrılıkları vardır. Bâzılerî Veda Haccı'nda teşrik
günlerinde indiğini söylemişlerdir. Beydâvî ve diğer bâzılarına göre bu sûre
Mekke'nin fethinden evvel inmiştir...
Hadîste geçen bürde,
çubuklu ve dört köşeli kumaş veyâhud abadır ki, Arablar ihram gibi
bürünürler.
İmâm Şafiî bu hadîsi
delîl yaparak iyiyi, kötüyü ayırdedebilen çocuğun imam olması sahihtir,
demiştir.
[338] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah fetih
zamanında Mekke'ye gelince" sö-zündedir Bu hadîs biraz takdîm - te'hîrli
bir metinle Buyû'da, "Şübhelerin tef-Sîri bâbı"nda geçmişti.
[339] Hadîsin başlığa uygunluğu "Fetih gazvesi
sırasında..." sözündedîr. Bu kadın, Fâtıma bintu Esved el-Mahzûmiyye'dir.
Mekke'nin fethi günü yüksek içtimaî mevkiine güvenerek ganîmet malından
kıymetli mücevherler çalmıştı... Bu hadîsin başka bir rivayeti Şehâdetler
Kitâbı'nda geçmişti.
[340] Bu hadîsler Mucâşi'den olmak üzere ayrı yollardan
gelen rivayetlerdir. Başlıkla münâsebetleri Mekke fethinden sonra, Mekke'den
Medine'ye hicret etmenin son bulduğunu bildirmekte olmalarıdır.
[341] Bu hadîslerin Mekke fethiyle ilgili ifâdelerinden
dolayı başlığa uygunlukları meydandadır
Hadîsin "Lâkin
bugün cihâd ve niyet vardır" cümlesi, Mekke'den yalnız cihâd kasdıyle ve
bir de fazilet tahsili niyetiyle çıkılabilir demektir.
[342] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah Mekke fethi
günü ayağa kalktı da şöyle buyurdu" sözündedir. Bu hadîs Hacc, Cihâd ve
diğerlerinde mevsûlen geçmiştir. İlim Kitâbı'nda, Ebû Hureyre'den rivayet
edilen hadîsin sonunda Abbâs: Yâ Rasûlallah, ızhır otu müstesna olsun. Çünkü
bizler onu evlerimizde (inşâda) ve kabirlerimizde kullanıyoruz, demişti.
[343] Ebû Zerr rivayetinde başlık böyle gelmiştir. en-Nesefî
rivayetinde ise "Huneyn Gazvesi babı ve Yüce Allah'ın şu kavli..."
şeklinde gelmiştir.
Huneyn, Mekke ile Tâif
arasında ve Mekke'ye on küsur mil uzaklıkta bir vâdîdir. Meşhur Zu'I-Mecâz
Panayırı bu vâdînin kenarında kurulurdu.
[344] Bu âyette "Huneyn gününde" şeklinde bu yerin
ismi zikredilmiş ve burada yapılan harbe ve cereyan eden hâdiselere kısaca
işaret edilmiş olduğu için, Buhârî bunu bâb başında getirmiştir. Huneyn günü,
bu harbin yapıldığı hicretin sekizinci yılı şevvalinin altıncı günüdür.
Mekke'nin fethinden onaltı gün sonradır.
Rasûlullah, Mekke'nin
fethini tamamlayıp şehrin işlerini düzenlediği sırada Hevâzin kabîlesinin
müslümânlara karşı harbe hazırlandıkları ve şâirleri Mâlik ibn Avf m emrinde
toplandıkları haber alındı. Hevâzin kadar kuvvetli olan Benû Sakîf da bunlara
katılmıştı. Bunlar diğer kabileleri de yanlarına almışlar ve bütün hayvanları
ve kadınlarını da beraberlerinde toplayıp getirmişlerdi. Peygamber on,
onikibin kişilik bir ordu İle bunlara karşı yürüdü. İki ordu Huneyn vadisinde
karşılaştı. Hevâzin okçuları daha önce buraya gelip yerleşmiş, pusu kurmuştu.
İslâm ordusunun öncüleri Hâlid ibn Velîd'in emrinde pervasızca gidiyordu.
Düşman ansızın bunları ok yağmuruna tuttu ve kılıçlanyle hücum etti. Bu ânî
hücumla çokluğuna güvenen İslâm ordusu bozuldu. Öncülerin bozulması geri
hatlara da geçip bir panik hâlini aldı. Sonra, gelecek hadîslerde görüleceği
üzere, Peygamber'in sebatlı ve cesur müdâheleleriyle ordu kendini toplayıp,
karşı hücuma geçti ve Allah'ın âyetlerde haber verdiği yardım ve sekî-net
sayesinde zafer mü'minlere geçti.
[345] Abdullah da, babası Ebû Evfâ da sahâbîdirler. Kûfe'de
86. yılda en son vefat eden sahâbî, bu Abdullah'tır. Ebû Hanîfe bu Abdullah'a
yetişmiş ve onu görmüştür.
Hadîsteki "Sen
Huneyn gazvesinde bulundun mu?" sorusu, hadîsin başlığa uygun noktasıdır
[346] Bu ve bundan sonra gelen iki hadîs de el-Berâ
hadîsinin ayrı yollardan gelen ve bâzı küçük farklılarlarla gelen
rivayetleridir. Başlığa uygunlukları meydandadır.
[347] Isrâîl ibn Yûnus ile Zuheyr İbn Muâviye hadîslerini
müellif, Cihâd Kitâbı'nda; "Al, ben fulânın oğluyum diyen kimse babı"
ile "Bozgunluk sırasında sahâbî-leri vasıflayan kimse ve harbde
Peygamber'in katıra binmesi bâbı"nda getirmiştir (Aynî).
[348] Buhârî burada bu hadîsi ayrı ayrı iki senedden
getirmiştir. Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü Hevâzin hey'etinin
Peygamber'e gelmesi, Huneyn gazvesi arkasından olmuştur.
[349] Bu ibn Umer hadîsinin başlığa uygunluğu
"Huneyn'den döndüğümüz zaman" sözündedir. Buhârî burada hadîsin geliş
yollarını ayivayn göstermiştir
[350] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunu Müslim,
Cihâd ve Siyer'de 13. bâbda rivayet etmiştir: Müslim Ter., V, 370.
[351] Bu da aynı hadîsin başka bir rivayetidir. Buhârî bunu
Ahkâm'da getirmiştir.
[352] Evtâs, Huneyn vadisinin eteğinde Zu'1-Mecâz kısmına
verilen isimdir. Kaamûs sahibi: Evtâs, Hevâzin diyarında bir vadinin adıdır,
demiştir. Bâzı siyer âlimlerine göre Evtâs, Huneyn vadisinin bir ciheti, bir
mıntıkası ve Hevâzin kabilesinin yurdudur.
Huneyn harbinde bozguna
uğrayan Hevâzin kuvvetlerinin bakıyyesi Evtâs ile Tâif'te toplanmışlardı.
Evtâs'dakilerin başında Dureyd ibn Sımme, Tâif'te-kilerin başında da şâir Mâlik
ibn Avf bulunuyordu. Her ikisi de harb hazırlığına başlamışlardı. Bu sebeble
Peygamber buralarda da harb yapmak zorunda kaldı. Evtâs'a Ebû Mûsâ
el-Eş'arî'nin amcası Ebû Âmir emrinde bir kuvvet gönderdi. Taife de bizzat
kendisi gitti.
[353] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin son
fıkrasından duâ etmek için temizlenmenin ve duâ sırasında elleri kaldırmanın
müstehâb olduğu hükmü alınmıştır.
[354] Tâİf, Mekke'nin 120 km. güneyinde Sırat Dağı silsilesi
içinde takrîben 1650 m yüksekliğinde bir şehirdir. Burası Sakîf kabilesinin
merkezi idi. Kur'ân'da ez-Zuhruf: 31 'de geçen "Karyeten " ta'bîri,
Mekke ile Tâif'i birarada İfâde etmekte ve bu iki şehir arasındaki mühim
münâsebeti göstermektedir... Hicretin sekizinci yılında Mekke'nin fethini
müteâkıb, Hevâzin'İn Huneyn'deki yenilgisinin ertesi günü Peygamber, Tâif'i
muhasaraya başladı.. {İslâm Ansiklopedisi, XII, 672-674'de Tâif hakkında
genişçe bilgiler vardır).
Tâif, tavf maddesinden
türemiş olup şehrin etrafını çevreleyen sûr ve yüksek duvar demektir.
Müttefik kabilelerin
Huneyn'de yenilmelerinden sonra Sakîf kabilesi, kendi yurdu olan Tâif'e
çekildi. Hevâzin kabilesinin başkanı ve bütün kuvvetlerin başkumandanı Mâlik
ibn Avf da bunların başında bulunuyordu.
Peygamber Huneyn
esirleri ve ganimetlerini Cı'râne'de bir muhafız kuvvetin emrine bırakarak
Tâif'e hareketle, onu muhasaraya başladı. Muhasara yirmi gün kadar sürdü. Muhasara
esnasında Selmân'ın öğretmesiyle ilk defa mancınık ile kale çıkmaya mahsûs
debbâbeler kullanıldı. Fakat kale çok sağlam olduğu ve içeridekilerin de uzun
süre dayanacakları anlaşıldığından muhasara kaldırıldı, ordu ile Cı'râne'ye
dönüldü. Tâif halkı bir sene sonra Peygamber'e hey'et göndererek müslümân
oldular.
[355] Peygamber'in zevcesi Ummü Seleme'nin anlattığı bu
hâdise, Tâif muhasarası sırasında olduğu için hadîs burada getirilmiştir.
Muhannes, hâl ve tavrı kadına benzeyen veya kendisim kadınlara benzeten
kimsedir.
[356] Tâif muhasarasının 15, 17, 18, 20, 30, 40 gün
sürdüğüne dâir çeşitli rivayetler vardır. Eski bir şehir olan ve her tarafı,
isminin de delâlet ettiği gibi sağlam bir hisarla çevrilmiş ve içinde aylarca
geçindirecek erzak biriktirilmiş bulunan Tâif'in uzun zaman dayanacağı
anlaşıldı. Bu durum askerî şûrada istişare edildi. Nevfel İbn Muâviye
tarafından: "Artık tilki ine kapandı. Uzun zaman muhasara ile çıkabilir.
Şimdiki hâlde bir zarar gelmeyeceği de muhakkaktır" görüşü ileri sürüldü.
Bu görüş kabul edildiğinden ordunun hareket zamanı i'lân olunmuştur.
İbn Hişâm'ın sîretinde
İbn îshâk'm rivayetine göre bâzı kimseler:
— Yâ Rasûlullah, Sakîf
oğulları'na beddua etseniz! demişler. Rasûlullah:
— "Yâ Rabb! Sakîf'e doğruyu göster de,
onları bizim camiamıza getir!" diye duâ etmiştir.
Hakîkaten çok geçmedi,
bir sene sonra Tâifliler gönderdikleri bir hey'etle İslâm Dîni'ni kabul
ettiklerini Peygamber'e bildirdiler.
[357] Hadîsin başlığa uyan yeri "Ebû Bekre Tâif
Kalesi'nin üstüne çıkmış..." sözle-rindedir. Hadîsin sonundaki rivayette
bu husus açıkça belirtilmiştir. Ebû Bek-re'nin adı Nufe' ibn Mesrûh'tur. Haris
ibn Kelde'nin kölelerinden olduğu için Nufe' ibn Kelde diye de anılırdı.
Nufe'e, Ebû Bekreiakabı Tâif hisarının üstünden makara ile inmesi vesilesiyle
Peygamber tarafından verilmiştir. Bekre, lügatte makara demektir.
Tâif ten Ebû Bekre ile
kaçanların hepsi vaktiyle müslümân olmuş kölelerdi. Müslümanlıklarını gizli
tutuyorlardı. Bir sene sonra Tâif halkı müslümân olduklarında kölelerini
istediler. Peygamber onlara:
— "Bunlar Allah 'in
âzâdlılarıdır" buyurmuş ve ancak velâ haklarının kendilerine âid olacağı
ve bu suretle mîrâslanna nail olabileceklerini bildirmiştir. İbn Sa'd bu
yirmiüç köleden onyedisinin isimlerini ve efendilerinin isimlerini bildirmiştir
(Aynî).
[358] Hadîsin baş tarafındaki "Mekke ile Medine
arasında" sözü hakkında Dâvûdî şöyle demiştir: Burada böyle Mekke ile
Medîne arasında şeklinde vâki' olmuştur. Bu, kasıdsız bir yanılmadır. Doğrusu
Mekke ile Tâif arasında olacaktır. Nevevî ve diğerleri de böyle olduğunu kesin
söylemişlerdir (Kastallânî).
Peygamber, Taife
gitmezden önce Huneyn gazvesi ganimetlerini Cı'râne'-de toplattırmış ve Tâif
ten dönüşte taksim edeceğini umûma duyurmuştu. Be-devî'nin kendisine yaptığını
söylediği va'd, bu umûmî va'd olacaktır. Yâhud da Peygamber bedeviye husûsî bir
va'dde bulunmuş olabilir.
[359] Bu hâdise, sekizinci hicret yılında Cı'râne'de, Huneyn
ganîmetleri taksim edildiği sırada olmuştur. Huneyn ile Cı'râne birbirine
yakındır. Âişe'nin: Ben Veda Haccı'nda Peygamber'e güzel koku sürdüm, demesi,
onuncu yıldadır. Bu, daha evvelki koku sürünme yasağını neshetmektedir.
Bu hadîsin biraz değişik
iki rivayeti Hacc Kitâbı'nın baş taraflarında geçmişti.
[360] Peygamber bu ten gömleği ve üst elbisesi ta'bîrleriyle
Ensâr'ın kendisine yapışık ve kendisinin de onlara diğer insanlardan daha
yakın olduğunu söylemiştir ki, bu, belîğ bir benzetmedir (Kastallânî).
[361] Peygamber'in son sözleri Peygamberlik alâmetlerinden
biri olmuştur. Çünkü hâdiseler Peygamber'in buyurduğu gibi cereyan etmiştir.
[362] Burada arka arkaya Enes ibn Mâlik'in ayrı senedlerle
ve bâzı farklılıklarla dört hadîsi getirilmiştir. Bu hadîslerin başlığa
uygunlukları meydandadır.
[363] Bu ve bundan sonraki hadîsler de yine aynı konuyla
ilgili olarak Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelen rivayetlerdir
[364] Bu da, bundan evvel geçen haşiyede de zikrettiğimiz
gibi, Abdullah ibn Mes'ûd hadîsinin başka bir yoldan rivayetidir.
Huneyn gazvesinde pek
çok esîr ve mal ele geçirilmişti. İbn Hişâm ve diğer siyer ve İslâm târihi
âlimlerinin bildirdiklerine göre müşrik kabîleler harb sahasına kadın, çocuk ve
bütün sürülerini de beraberlerinde getirdikleri için esirlerin sayısı altıbine
ulaşmıştı. Yirmidörtbin deve, kırkbin davar, dörtbin ûkıyye altın ve gümüş
toplanıp ganîmet edilmişti. Fakat bunların taksiminde müşkil-lerle
karşılaşılmıştı. İnsanların fakirliği, bilhassa bedevi Arablar'm basît yaşayışları
ve Peygamber'in ta'kîb ettiği yüksek gayeleri anlamamaları bu güçlüğü doğuran
sebeblerdi. Peygamber Mekke'nin yeni müslümân olan şeriflerine, onların
gönüllerini İslâm'a alıştırmak için yüzer deve ihsan etmişti. Bu verilen ve
fazla görülen atıyyeler ganîmet mallarının umûmundan değil, fey' denilen, yânî
tasarrufu Peygamber'e âid bulunan ganimetin beşte birinden olmakla beraber, bu,
Ensâr gençlerinin kıskançlığını harekete getirmişti.
İşte burada arka arkaya
sıralanan bu hadîslerde bu ganimet taksimi ile ilgili bilgiler verilmiş
olmaktadır.
[365] Bu, bundan evvelki îbn Mes'ûd hadîslerinden önce arka
arkaya geçmiş olan dört aded Enes hadîslerinin başka bir rivayetidir ki,
bununla Enes hadîslerinin buradaki sayısı beşe ulaşmaktadır. İbn Hacer, bu
hadîsin daha önceki Enes hadîslerinden sonra konulması gerektiğini, bunun
belki de Firabrî'den rivayet eden râ-vîlerin işi olduğunu söylemiştir...
Bu Huneyn vak'ası ve
bunu ta'kîben burada yapılan ganimet taksîmi sırasında cereyan eden olaylar
hakkında derli toplu bilgiler, Elmalılı Tefsîri'nde, et-Tevbe: 25-27.
âyetlerinin tefsîri sırasında verilmiştir. Hakk Dîni, III, 2492-2498.
[366] Seriyye, düşman üzerine gönderilen en azı beş, en çoğu
üçyüz - dörtyüz askerden oluşan birliğe denir. Bunlar ekseriya geceleyin
giderler. Türkçe'de Çete ta'-bîr olunur... (Kaamûs Ter.)
Peygamber, Mekke
fethinden, Huneyn ve Tâif gazvelerinden sonra bâzı se-riyyeler hazırlayarak
etrafa göndermiştir. Siyer ve hadîs ıstılahlarına göre seriy-yeler, düşmanın
hâlleri ve haraketlerini keşif için, emniyet ve asayişi korumak için, etrafa
gönderilmiş olan İslâm da'vetçi ve irşâd hey'etlerini korumak için tertîb
edilen küçük askerî kuvvetlerdir. Bu hadîste bunlardan biri anlatılmaktadır.
[367] Peygamber bu Hâlid seriyyesini Mekke fethi akabinde
tertîb etmiş, ve Huneyn'e çıkmazdan önce göndermiştir. Cezîme oğullan yurdu,
Yemenliler'in ihrama giriş yerleri olan Yelemlem'den sayılır.
İbn Sa'd bu kuvvetin
üçyüzelli kişiden meydana geldiğini ve harbetmek üzere değil, İslâm'a da'vet
için gönderildiğini bildirmiştir.
Saba', bir dînden çıkıp
başka bir dîne girmek ma'nâsmadır. Kureyş müşrikleri de her müslümân olan kişi
hakkında bu ta'bîri kullanırlardı. Yaygın olan bu kullanıştan dolayı İbn Umer,
Cezîme oğulları'mn "Saba'nâ saba'nâ" sözleriyle hakîkaten müslümân
olduk demek istediklerini anlamıştı. Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm
kelimesinin açıkça söylenmesi lâzım olduğu içtihadında idi. Bunların bir
gayretle ve müşrikâne bir inatla İslâm kelimesini söylemek istemediklerine
kaani' idi. Ve bu kanâatle onları öldürmüştü. Peygamber de Hâlid'i acele ettiği
ve bu işin şer'î vaziyetini tesbît etmediği için duâ ederek şifahî ukubetle
yetinmiştir.
Peygamber aynı zamanda
Cezîme oğullan'nın uğradığı fecî' vaziyete razı olmayarak, İbn İshâk'm
rivayetine göre, Alî'yi yeter mikdârda mal ile onların yurduna gönderip, mal ve
can kayıplarının bedellerini, diyetlerini verdir mistir... (Aynî'de daha
tafsîlli bilgiler toplanmıştır).
[368] İbn Hacer, kıssanın birden çok olması, yâhud da umûmî
ma'nâ üzere olması, yânî Abdullah ibn Huzâfe'nin Peygamber'e yardım etmesi
İhtimâline işaret etmiştir.
Bu başlığa göre
seriyyeye Ensârî seriyyesi de denildiği, kumandanın Abdullah ibn Huzâfe ile
Alkame ibn Mucezziz olduğu anlaşılıyor. Abdullah ibnİbn Hacer, kıssanın birden
çok olması, yâhud da umûmî ma'nâ üzere olması, yânî Abdullah ibn Huzâfe'nin
Peygamber'e yardım etmesi İhtimâline işaret etmiştir.
Bu başlığa göre
seriyyeye Ensârî seriyyesi de denildiği, kumandanın Abdullah ibn Huzâfe ile
Alkame ibn Mucezziz olduğu anlaşılıyor. Abdullah ibn Huzâfe ikinci Habeşe
hicretine katılan ilk müslümânlardandir. Kisrâ yanma elçilikle de
gönderilmiştir.
[369] Peygamber burada eskimez bir hayât düstûru koymuştur:
"Mahlûka itaat an cak ma'rûfla emirdedir". Bu hadîste mutlak emrin
bütün hâlleri şâmil olmayacağı hükmü vardır. Çünkü Peygamber kumandana itaat
etmelerini buyurdu. Onlar bu emri bütün hâllere, hattâ öfke hâline ve
ma'siyetle emretme hâline hamlettiler. Peygamber de onlara itaat emrinin ancak
ma'sîyet olmayan hususlarla sınırlandırılmış olduğunu beyân etti (Kastallânî).
[370] Buhârî nüshalarının birçoğunda "Bâb" lâfzı
yoktur.
[371] Hadîsin başlığından Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nİn Veda Haccı
sırasında Yemen'den döndüğü ve Mekke'de Rasûhıllah'a kavuştuğu hakkındaki
hadîslere işaret ettiği anlaşılıyor. Ebû Mûsâ İle Muâz, ilimleriyle ve
Kur'ân'a hizmetleriyle meşhur iki sahâbîdir. Muâz onsekiz yaşında müslümân olup
Akabe Bey'ati'nda bulunmuş bir Ensâr genci idi. Bedir'den i'tibâren bütün
gazvelerde Peygamber'in yanından ayrılmamıştır. Peygamber: "Ümmetimin
halâl ve haramı en çok bileni Muâz'dır" buyurmuştu. Ebû Mûsâ da bu değerde
idi. Kur'ân okumakta şöhreti vardı. Peygamber onun hakkında da: "Ebû
Musa'ya Dâvûd Peygamber'in güzel okuyuşlarından bir okuyuş verilmiştir"
buyurmuştu.
Bu iki büyük sahâbî
Yemen gibi büyük bir memleketin dünyâ işleri arasında, hadîste bildirilen
ibâdet etme ve Kur'ân okuma hususlarındaki muntazam ve programlı hayâtları
bizler için ibret ve örnek alınacak şeydir. Muaz bir geceyi üçe ayırıyordu:
Uyku, namaz, Kur'ân okuma. Uyku bütün dînî ve dünyevi işleri yapmak için
vücûdun istirâhatini sağladığı için, onun da namaz kadar sevaba sebeb
olacağını Muâz'dan öğreniyoruz.
[372] el-Buhârî burada hadîsin iki yoldan rivayetini de
göstermiştir.
[373] Bunlar Ebû Musa'dan ayrı senedlerle ve birbirini
açıklayan bâzı farklılıklarla gelen rivayetlerdir. Bu sonuncusunun daha uzunca
bir rivayeti Hacc Kitabı, "Peygamber zamanında ihrama girip telbiye eden
kimse bâbı"nda geçmişti.
[374] Bunun da bir rivayeti Zekât Kitâbı'nın sonlarında
geçmişti. Hadîsle ilgili açıklamalar da orada verilmişti.
[375] Bu hadîste Muâz'm Yemenliler'e sabah namazı kıldırdığı
bildirildiği için, bu, Muâz'm Yemenliler üzerine hem dîn işlerini öğreten, hem
de mâlî işlerini idare eden bir vâlî olduğuna delâlet eder. Bundan önce geçen
ibn Abbâs hadîsi ise Muâz'm Yemenliler'in mâlî işlerini de İdare eden bir vâlî
olduğuna delâlet ediyordu. Namaz içinde okunan en-Nisâ: 125. âyetini işiten
Yemenli ya namazın yabancı bir kelâmla bâtıl olacağını bilmeyen bir câhil idi,
ya da kendisi namaz kılanların arka tarafında olup henüz namaza girmemişti.
[376] Bu hadîs, Buhârî'nin Müslim'den ayrı olarak yaptığı
rivayetlerdendir. Burada geçen ûkıyye, kırk dirhemdir. Bu hususta hadîsçiler,
fakîhler ve lügat âlimleri ittifak etmişlerdir.
[377] Sarihler bu iki hadîste haber verilen Yemen
hareketleri ve seriyyelerinin Tâif harbinden dönüşten ve Huneyn ganimetlerinin
Cı'râne'de taksiminden sonra olduğunu bildirmişlerdir.
[378] "Biz görünüşe hükmederiz, içyüzünü ise Allah'tan
başka kimse bilmez" demiş oluyor.
[379] Hadîste kendilerine altın cevheri verildiği bildirilen
kişiler, Necd havalisi ileri gelenlerinden ve hepsi de kalbleri İslâm'a
alıştırılmaya çalışılan (et-Tevbe: 60) kimselerdendi. Bu suretle onların
müslümânlara zarar vermeleri de önlenmiş oluyordu. Bu altın cevheri, ganimet
malının beşte birinden ibaret olup, tasarrufu doğrudan doğruya Peygamber'e âid
idi. Hadîste tavsifi yapılan o vahşî kılıklı adamın i'tirâzı yersizdi. O
i'tirâza karşı Hâlid'in onu öldürmek istemesi, Peygamber'e i'tirâzı pek ağır
bir cürüm saymış olmasındandır. Peygamber'in o şahıs hakkındaki sözleri de
cürmün büyüklüğünü gösterir. Bâzı sarihler bunun Zu'1-Huveysıra isminde bir
münafık olduğunu bildirmişlerdir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da "Âd'e gelince: Onlar da uğultulu, azgın bir fırtına
ile helak edildiler" (el-Hâkkaa: 7) babında geçmişti.
[380] Bunun başlığa uygunluğu Alî'nin Yemen'den Veda Haccı
sırasında hacca gelmesi bakımındandır. Bu hadîs Hacc Kitabı, "Peygamber
zamanında telbiye edip ihrama giren kimse bâbı"nda aynı sened ve metinle
geçmişti.
[381] Bunun da bir rivayeti Hacc Kitabı'nda geçmişti.
Buradaki başlığa uygunluğu "Alî ibn Ebî Tâlib Yemen'den bizim yanımıza
geldi" sözündedir ki, bu geliş, Veda Hacci'nda olmuştu.
[382] Buradaki hadîslerde de bildirildiği gibi, Zu'1-Halasa,
Yemen'de Has'am kabîle-si içinde büyük bir puthânenin adı idi. Mekke'deki
Ka'be'yi putlardan temizle dikten sonra Peygamber, Has'am kabîlesindeki o put
evini de yıkıp kaldırmak istiyor ve fikri bununla meşgul ve rahatsız olup duruyordu,
işte bu huzursuzluk içinde Has'am ileri gelenlerinden bulunan Cerîr'e bu
vazifeyi teklîf edip vermiştir.
[383] Bunun bir rivayeti bu isnâdla Cihâd Kitabı,
"Fetihlerde müjde vermek bâbı"n-da geçmişti.
[384] Bu da hadîsin daha tafsîlli olarak gelmiş diğer bir
rivayetidir. Becîle râvî Cerîr ibn Abdillah'ın kabîlesidir; nisbetinde Becelî
denilir.
[385] Bâzı nüshalarda "Bâb" sözü de vardır. Burası
Medîne'ye on günlük mesafededir. Buraya Zâtu's-Selâsil ismi, bunlar İslâm
aleyhine birbirleriyle sıkı bir bağlılık içinde bulunmaları sebebiyle yâhud da
orada Selsel denilen bir su bulunduğu için verilmiştir. Bu gazveye çıkış sebebi
de bu kabilelerin Medine'nin" etrafını kuşatmak için toplanmaları
haberinin alınmasıdır. Bu gazve hicretin sekizinci (bir kavilde yedinci) yılı
cumâde'1-âhir ayında yapılmıştır. Peygamber, Amr'ın eline beyaz bir bayrak
vermiş, Muhacir ve Ensâr'dan üçyüz kişilik bir kuvvete başbuğ ta'yîn edip
yollamıştır. Asker içinde Ebû Bekr, Umer gibi gibi yüksek zâtlar da vardı. Amr,
Arab'ın dahî kumandanlarından olduğu için, ,bu ta'yîn onu bir nevi' te'lîf ve
taltîf idi. Nitekim Hâlid ibnu'l-Velîd'i de Peygamber bu maksadla Alî ile
beraber Yemen'e göndermişti.
[386] Bu gazveden muzaffer olarak dönen Amr, Peygamber'in
başbuğ yapmasından ve kazandığı zaferden dolayı Peygamber'in en başta sevdiği
kimselerden olabileceği ümîdi ve hırsıyle hadîsteki soruları sormuştu.
[387] Hadîsin baş tarafındaki "Ben denizde idim"
fıkrası, bâzı nüshalarda "Ben Ye-men'de idim" şeklinde gelmiştir. Peygamber, Yemen'in asâletli bîr
kişisi olan Cerîr'i, Yemenliler'i İslâm'a da'vete göndermişti. Cerîr bu
seferden dönerken yine Yemenli iki melik olan Zû Kela' ile Zû Amr'la Medine'ye
gelirlerken buluşmuş ve hadîsteki konuşmalar bu esnada cereyan etmiştir. Sonra
Zû Kela' kalabalık bir köle kaafilesiyle Medine'ye hicret etmiş, Umer
zamanında bunları âzâd edip cihâda yollamıştır. Sıffîn harbinde Alî tarafında
iken, 37 yılında öldürülmüştür.
Zû Amr'ın bu hadîsin
ikinci kısmında söylediği hakîmâne sözleri, onun ilmî, içtimaî ve siyâsî
mes'elelerdekİ geniş bilgisine ve olgunluğuna delâlet etmektedir. Onun bu
sözleri devlet başkanının ileri gelenlerin istişaresi ile ve mümkün olduğu
kadar geniş bir seçim ile yapılması hâlinde hayır olduğu, devlet başkanlığının
kılıç kuvvetiyle elde edilmiş olması durumunda İse her zaman böyle hayır
olmayıp, zulüm ve istibdâd yapabileceklerini ifâde etmektedir. Bu ise idare hukukundaki
âmme velayetinin ve cumhuriyet sisteminin özetlenmiş güzel bir ifadesidir.
[388] Bu sahil seferi sekizinci yılda yapılmıştır. Şam'dan
gelmekte olan Kureyş kervanını gözetlemek için gönderilmiştir.
Kelâmın düzgün olması
için şöyle bir takdîr lâzımdır: Peygamber (S) deniz sahili tarafına bir seriyye
gönderdi. Onlar yola çıktılar. Bir kervanı gözetliyorlardı...
Ebû Ubeyde, Bedir ve ondan
sonraki bütün gazvelerde hazır bulunmuştur. 58 yaşında iken hicretin 18.
yılında çıkan Amvâs taununda Şâm yakınında Ürdün'de ölmüştür. Kabri orada Amsâ
köyü civarında Gorbisan mevkiindedir. Cenaze namazını Muâz ibn Cebel
kildırmıştır (Aynî).
[389] Bu hadîsin bir rivayeti Şerîke Kitâbı'nda
"Yemekte ortaklık bâbı"nda geçti.
[390] Bu da Câbir hadîsinin diğer yoldan rivayetidir. Burada
Amr ibnu Dînâr'ıri rivayet ettiği son kısımda "Kes" emri dört kerre
tekrar edilmiştir. îşte bu suret, mur-selin suretidir. Çünkü Amr ibnu Dînâr,
Kays'ın bu hadîsi babasına tahdîs ettiği zamana erişmemiştir. Evet bunu
el-Humeydî, kendi Müsned'inde tahrîc etmiştir... Bu cümleleri doğru anlamak
için "Kes dedi, ben de ona kestim dedim" şeklinde söylendiğini takdîr
etmelidir (Kastallânî).
[391] Bu da Câbir'in o sahil gazvesiyle ilgili
rivayetlerinden bir diğeridir. Burada Peygamber, onların yedikleri hayvanın
mücâhidler için Allah tarafından çıkarılmış bir nzık olduğunu bildirdikten ve
böylece onların fiillerini sözüyle doğruladıktan sonra, onun etinden kalıp da
kendisine getirdikleri parçayı bizzat yemek sû-retİyle bu tasvibini fiilen de
doğrulamış oluyor.
[392] Bu, Ebû Bekr'in Hacc Emirliği ile dokuzuncu hicret
yılında yapılan haccdır ki, Mekke fethinden bir sene sonra ve Rasûlullah'ın
bizzat idare ettiği Veda Haccı'ndan bir sene evvel idi. Sekizinci senede Mekke
fethinden sonra Mekke'ye vâlî ta'yîn edilen Attâb ibn Esîd(R)'in emîrliği ile
hacc edilmişti. Bütün Arabistan halkı İslâm Dîni'ne girmemiş bulundukları için,
sekizinci ve dokuzuncu senelerde hep birlikte hacc edilmiş, İslâm'ın hacc
mensekleri yanında müşriklerin o çirkin bid'atleri de icra edilmişti. Çıplak
olarak tavaf etmek ve "Lâ Şerike /e"den sonra "İllâ şerîken huve
leke temlikuhu ve meleke" hezeyanını eklemek de bu bid'atler arasında idi.
Ebû Bekr, o sene
Rasûlullah'a vekâleten İslâm usûlü ile hacc menseklerini öğretmeye me'mûr
edilmiş olup, beraberinde Medine ehlinden (içyüz kadar sa-hâbî vardı.
Peygamber'in kendi elleriyle bezeyip işaretlediği yirmi, kendi tarafından beş
kurbanlık deveyi sevketmişti.
[393] Hadîsin başlığa uygunluğu, Berâe'nin, Ebû Bekr'İn hacc
emîrliği sırasında inmeye başlamasıdır. Berâe Sûresi en son inen sûredir.
înmeye hicretin dokuzuncu senesi başlamıştır.
Ebû Bekr'i hacc emîri ta'yîn edip gönderdikten sonra bu sûre indi. Bunu hacc
mevsiminde insanlara okumak üzere arkasından da Alî'yi me'mûr edip kendi dişi
devesi Adbâ'ya bindirerek gönderdi. Ebû Bekr'e gönderseydiniz, denildi.
"Bunu benden, ev halkımdan olan bir kimseden başkası benim adıma tebliğ
edemez" buyurdu. Alî yolda Ebû Bekr'e yetişti. Ebû Bekr, Alî'ye: Emîr mi
veya me'mûr musun? diye sordu. Me'mûr, dedi. Yürüdüler. Terviye günü olunca Ebû
Bekr hutbeyi okudu ve insanlara hacc menseklerini söyledi. Alî de nahr günü
Akabe Cemresi yanında kalktı: Ey insanlar, ben size Rasûlullah'ın rasûlüyüm,
dedi. Ne ile? dediler. Berâe'den otuz kırk âyet okudu. Sonra da dedi ki: Şu
dört ile emrolundum: Bu seneden sonra bu Beyt'e müşrik yaklaşmayacak; Beyt'i
çıplak tavaf etmeyecek; her mü'min nefisten başkası cennete girmeyecek; her
ahid sahibine ahdi tamamlanacak, diye ilân etti (Hakk Dini, III, 2444).
[394] Hudeybiye andlaşmasıyle İslâm'ın siyâsî varlığının
Kureyş tarafından tanınması Üzerine Arab kabileleri Peygamber'e hey'etler
göndermeye başlamışlardı. Hu-deybiye'den beri nazarî olarak devam eden bu
siyâsî varlık, Mekke'nin fethi üzerine mükemmel ordusuyla, idâri ve adlî
teşkîlâtıyle fiilî ve hakîkî bir devlet hâlinde kendini gösterince,
Arabistan'ın bütün kabileleri hey'etler göndererek bağlılıklarını bildirmişlerdir.
Bu hey'etler sebebiyle bu dokuzuncu yıla "Senetu'l-Vufûd = Hey'etler
yılı" denilmiştir. İşte Temîm oğulları hey'eti de bunlardan birisidir.
Siyercilerin bildirdiklerine göre, Temîm oğullan hey'eti yetmiş yâhud seksen
kişi olup içlerinde Ka'ka' ibn Ma'bed, Utârid ibn Hâcib, Akra' ibn Habis,
Zıbrıkan ibn Bedr, Amr ibn Ehsem, Hannât ibn Yezîd, Nuaym ibn Yezîd, Kays ibn
Âsim, Uyeyne ibn Hısn ve diğer ileri gelenleri vardı. Bunlar bir öğle sıcağında
gelmişler ve mescide girerek Peygamber'in odaları arkasında vahşî ve kaba bir
şekilde:
— Yâ Muhammed, bize
çık! diye bağırmaya başlamışlardı.
O sırada Rasûlullah
kuşluk uykusu uyuyordu. Bunun üzerine el-Hucurât Sûresi: 4-5. âyetleri
inmiştir. Bu âyetlerin delâletleri veçhile Temîm hey'etinin hepsi müslümân
olmuşlar; Peygamber onların kabalıklarını hoş görmüş ve kendilerine birtakım
hediyeler vermiştir.
[395] îmrân ibn Husayn'ın bu hadîsinin bir rivayeti
Bed'u'1-Halk Kitâbı'nm başında da geçmişti. Bu hadîs, Temîm oğullarının cehalet
ve kabalıklarının diğer bir safhasını açıklamaktadır.
[396] el-Vâkıdî, Uyeyne'nin bu gönderilme sebebini şöyle
zikretti: Temîm oğullan, Huzâa kabilesinden birtakım insanlara baskın yaptılar.
Bunun akabinde Peygamber, Uyeyne ibn Hısn'ı, içlerinde Ensârî ve Muhacir
bulunmayan elli kişilik bir seriyyenin başında Temîm oğullan üzerine gönderdi.
Uyeyne onlardan on-bir erkek, onbir kadın ve otuz çocuk esîr alıp geldi, işte
bu sebeble Temîm oğullan başkanları Medine'ye geldiler. İbn Sa'd: Bu vak'a,
hicretin dokuzuncu yılı muharreminde oldu, demiştir (Fethu'l-Bârî).
[397] Temîm oğulları'nın nesebi Mudar'da Peygamber'in neseb
zinciri ile birleşir. Bundan ötürü Peygamber onların sertlik ve kabalıklarına
rağmen, Temîm oğulla-n'm kendi soyundan saymıştır.
Ebû Hureyre hadîsinin
bâb ile ilgisi meydandadır.
[398] Bu hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bunun bir
rivayeti Tefsir Kitâbı'nda da gelecektir
[399] Bu Abdu'1-Kays, Bahreyn'de sakin olup Abdu'1-Kays iBn
Aksa...ya nisbet edilen büyük kabiledir. Bunlar Rabîa kabileleri tarafından
gönderilmiş seçkin bir elçiler hey'etidir. Bu hey'ette gelenlerin sayısı
bazılarınca ondört, bazılarınca daha ziyâdedir. İbn İshâk bu hey'etin Medine'ye
ilk gelişi Mekke fethinden biraz önce idi, demiştir.
[400] Bu hadîsin bir rivayeti îmân Kitabı, "Beşte bir
vermek îmândandır bâbı"nda, bundan daha bütün olarak geçmişti.
[401] Bu da İbn Abbâs hadîsinin başka bir tarîkten
rivayetidir. Burada isimleri zikredilen kaplarda nebîz kurmak yasak
edilmiştir. înşâallah Eşribe Kitâbı'nda geleceği üzere, bu kaplardan su ve
haram olmayan şerbet vesaire içmeye sonradan ruhsat verilmiştir
[402] Başlığa uygunluğu "Bana Abdu'l-Kays'tan
birtakımHnsanlar geW/"sözünde-dir. Bunun bir rivayeti Namaz Kitâbı'mn
sonlarında geçmişti.
[403] Bu da burada, içinde Abdu'1-Kays zikredildiği için
getirilmiştir. Bunda da Abdu'l-Kays kabilesinin fazileti vardır. Bahreyn, Umman
Denizi sahilinde bir memlekettir. Bugün de hâlâ varlığını sürdürmektedir.
[404] Benû Hanîfe, Mekke ile Yemen arasında, Yemâme
mıntıkasında ikaamet eden büyük bir kabiledir. Sumâme ibn Usâl de bu kabilenin
ileri gelenlerinden bir kimse idi. Sumâme'nin İslâm'ı kabulü, Benû Hanîfe
hey'etinin Medine'ye gelmesinden öncedir. Sumâme, Mekke fethinden önce
müslümân olmuştu. Benü Hanîfe hey'etinin Medîne'ye gelişi ise hicretin onuncu
yılındadır.
[405] Hadîs başlığın İkinci kısmına uygundur. Sumâme şirki
ve putlara ibâdeti bir dîn saymadığı için, kendinin dînden çıkmadığını yemîn
ile te'kîd ederek söylemiştir ki, bu tamâmiyle doğrudur. Çünkü ilmen dîn, akıl
ve irâde sahibi İnsanları kendi arzuları ile hayra sevkeden ilâhî bir
müessesedir.
İbn Hişâm'm rivayetinde
Sumâme, umre yaptıktan sonra Yemâme'ye gitmiş ve Mekke'ye zahire yükleyip
götürmelerini Yemâme halkına yasak etmiştir. Bunun üzerine Mekkeliler
Peygamber'e mektûb yazıp: Sen akrabalara
ilgiyi, akrabalık hakkına hürmeti emredersin! diye zahire gönderilmesini
istemişler. Peygamber de Sumâme'ye bir mektûb yazıp Mekke'ye zahîre
taşıyanlarla Mekkeliler arasındaki yolu boşaltmasını, yânî zahîre nakline
müsâade etmesini bildirmiştir.
[406] Hadîs başlığın birinci kısmına uygundur. Çünkü Museylime,
Benû Hanîfe hey'etı içinde gelmiştir.
Hadîs bu isnâd ile
Peygamberlik Alâmetleri bâbı'nda geçmiş ve orada bazı
bilgiler verilmişti.
[407] Başlığa uygunluğu, İçinde geçen "Yemâme'nin
sahibi" sözünün Museylimetu'l-Kezzâb ismini tazammun etmesi yönündendir.
[408] Başlığa uygunluğu "Yalancı Museylime'ye
kaçtık" sözündedir. Bu sözde Ebû. ■ Utarid'in, kendi kavmi Utârîd oğullan'ndan
Museylime'ye tâbi' olanlardan
bulunduğuna işaret
vardır. Bu Ebû Recâ İmrân ibn Milhân el-Utârîdî, Peygafîl-ber zamanında müslümân
olmuş, fakat Peygamber'i görmemiştir. Utârîd, Te-mîm'den bir batn'dır (Aynî)
[409] Bu hadîste ayrı olarak el-Ansî kıssası yoktur, ancak
bunda irsal yoluyla Musey-lime kıssası ve bunun içinde de el-Ansî'nin zikri
vardır. Bu el-Esvedu'1-Ansî, San'â'da ortaya çıkıp peygamberlik iddiasına
kalkışmış, San'â üzerinde hâkimiyet kurmuştu. Kapısında bin muhafız
bulundururdu. Feyrûz onun yanına girmiş, bâzı tedbîrlerle onu öldürmüştü.
Urve'den el-Esvedu'l-Ansî'nin, Peygam-ber'in vefatından bir gün ve bir gece
evvel Öldürüldüğü, sonra bu haberin Ebû Bekr'e ulaştırıldığı rivayet edilmiştir
(Aynî, Kastallânî).
[410] Necrân, Mekke'ye Yemen tarafından yedi konak
uzaklıkta, yetmişüç karyeyi şâmil büyük bir şehirdir. Yemen'in kuzeydoğu
tarafında ve Dehnâ çölü'nün ke-narmdadır. Necrân, Hnstiyanlar için bir merkez
idi. Ahâlîsi Hrıstiyan olup, aralarında bir mikdâr Yahûdî de vardı.
[411] İbn Sa'd'm rivayetine göre Rasûlullah, Necrân
Hrıstiyanlan'na mektûb gönderip Medine'ye da'vet etti. Emirler: Abdu'l-Mesîh
Âkıb, maiyyetinde ondört kişi ile Medine'ye geldi. İçlerinde en büyük âlimleri
Ebû'l-Hâris Alkame ile es-Seyyid el-Eyhem de bulunuyordu. Bunlar Medine'ye
gelince mescide girdiler. Üzerlerinde Yemen Bürdü denilen ipekli elbiseler,
ridâlar vardı. İpekli kef-yeler örtünmüşlerdi. Mescide girince doğu tarafına
doğru durup namaz kıldılar. Bunu hoş görmeyen sahâbîlere Peygamber:
"Onları serbest bırakınız" buyurdu. Namazdan sonra Peygamber'in
huzuruna geldiler. Fakat Peygamber bunlardan yüz çevirdi ve bunlarla
konuşmadı. Bunun üzerine Usmân onlara: İpekli elbiseler içinde geldiğiniz için
Peygamber sizlere yönelmedi, dedi. Bunun üzerine Necrân hey'eti o günü kalkıp
gittiler. Ertesi gün râhib elbiseleriyle Peygamber'in huzuruna geldiler, selâm
verdiler. Peygamber de selâmlarım selâm ile karşıladı. Onları İslâm'a da'vet
etti. Onlarla îsâ hakkında uzun çekişmeler yapıldı, deliller, hüccetler
getirildi. Peygamber onlara Kur'ân okudu. Fakat onları ikna' etmek kaabil
olmadı. Nihayet Peygamber onlara Âlu İmrân: 6. âyetinde bildirilen la'netleşmeyi
teklîf etti. Düşünmek üzere kalkıp gittiler. Sonra bu yolda la'netleşmeden
korkup çekindiler. Hrıstiyan kalarak cizye vergisi vermek üzere anlaşıp
gittiler (Aynî).
[412] Bunlar da Huzeyfe ve Enes'ten ayrı senedlerle gelen
rivayetlerdir. Bunlarda da Ebû Ubeyde hakkında çok yüksek bir şeref dile
getirilmiştir. Buhârî bu Enes hadîsİyle Peygamber'in Ebû Ubeyde hakkındaki
sözünün geçen hadîsteki Necrân hey'eti sebebiyle söylendiğine işaret etmiştir.
İbn Sa'd'ın rivayetine
göre Necrânlılar yazılan anlaşma gereğince, bin takımı receb ayında, bin
takımı safer ayında teslîm edilmek üzere ikibin takım elbise, her elbiseyle
beraber bir ûkıyye (40 dirhem) nakid verecekler. Yemen'de kargaşalık çıkarsa 30
zırh, 30 kargı, 30 deve, 30 at vereceklerdi. Bu ahidleşmeye göre Necrânlılar,
Umer'in devrine kadar yerlerinde kaldılar. Umer zamanında gayrimüslimler
Arabistan'dan çıkarıldığında, bunlar da, emlâk ve arazîlerinin bedeli verilerek
Küfe civarında yine Necrân adı verilen bir yere naklolundular.
[413] Bahreyn, Basra ile Umman arasında ve Basra Körfezi'nin
garb sahilinde bir mıntıkadır. Umman ise Arab yarımadasının güneydoğusunda ve
Hindistan'ın karşısında gayet geniş bir kıt'a olup, Hindistan, Iran ve
Arabistan'ın ticâret an-barı durumunda idi.
Bu hadîste Umman ve
Bahreyn kıssası yoktur. Lâkin Buhârî, Peygamber'in "Eğer Bahreyn malı
gelmiş olursa" sözüyle Bahreyn'e işaret etmiş olması müm-kin olur. Çünkü
bu söz, Peygamber'in oraya seriyye gönderdiğine delâlet etmektedir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Kefâlet'te geçmişti.
[414] Eş'arî, Eş'ar'm nisbetidir. Eş'ar, Sebe' neslinden
Nebet ibnu Uded adındaki kimsenin lakabıdır. Nebet'İn gövdesi anadan kıllı
doğduğu için "Eş'ar" lakabıyle anılmıştır. Sonra bunun neslinden
Yemen'de yetişen büyük bir kabîle, buna nisbet edilerek Eş'arîler denilmiştir.
Sahâbîler'den Ebû Mûsâ el-Eş'arî de bu kabiledendir (Kaamûs Ter.).
Bu sözler Şerîket
Kitabı, "Yemekte ortaklık bâbı"nda geçen hadîsin bir parçasıdır.
[415] Bu hadîsteki "Min", "Ittısâliye
min'i" diye isimlendirilir. Peygamber bu sözüyle Eş'arîler'in kendisine
nisbetlerini, bağlılıklarını ve yakınlıklarını en belîğ bir uslûbla ifâde etmiş
oluyor.
Bu hadîsin bir rivayeti
Menkabeler'de, "İbn Mes'ûd'un menkabesi bâbı"n-da geçmişti.
[416] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz Eş'arîler'den bir
cemâat, Peygamber'in huzuruna vardık ve ondan {Tebûk seferi için) binek ve yük
develeri istedik" sözlerinden alınır. Çünkü Peygamber, Tebûk gazvesi
hazırlığını yaparken Eş'arîler'den bir grup mücâhid gelip kendisinden binek ve
yük develeri istemişlerdi.
Yemîn mes'elesiyle ilgili
açıklama, inşâallah Yeminler Kitâbı'nda gelecektir.
[417] Hadîsi burada getirilme sebebi, "Yemen
ahâlîsinden bir grup insan geliverdi" sözüdür. Bu hadîsin daha uzunca bir
rivayeti "Temîm oğulları hey'eti bâbı"n-da geçmişti.
[418] Bu hadîsin bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitâbı'nm
sonlarında geçmişti.
[419] îmân'ın Yemen'e mensûb olmasında, îmân ve İslâm'ı mal
ve canlarıyle te'yîd eden Ensâr'm neseb yönünden Yemenli olmalarına işaret
vardır. Bu hadîs, Eş'arî-ler'in de sonradan Yemen'den gelişleri sebebiyle
söylendiği için, onlar hakkında da bir medh olduğu açıktır.
Bu hadîslerde zikredilen
"Şeytânın boynuzu" ta'bîri şeytânın hizbi, ümmeti demektir. Çünkü
"Kam", muasır olarak yaşayan insanların tabakası, ilim ehlinden bir
tabaka ve bir peygamber çıkıp onunla beraber yaşayanlar ma'nâla-rına gelir.
Nitekim Peygamber, sahâbîler için "îmanların hayırlısı benim
karn'ım-dır.." buyurmuştur.
[420] Hadîsin başlığa uygunluğu isnâdda ve hadîsin metninde
Alkame'nin zikredilmiş olmasından zorlanma ile alınır. Çünkü Alkame,
en-Nahaî'dir. en-Naha' ise Ye-men'den büyük ve meşhur bir kabiledir. Bu kabîle
ferdleri en-Naha*a nisbet edilirler. en-Naha'ın ismi, Habîb ibn Amr
ibn|UIe...dır (Aynî).
İbn Mes'ûd'un Alkame
hakkındaki sözü de Alkame için büyük bir menka-bedir. Çünkü İbn Mes'ûd, onun okuyuşta
kendi benzeri olduğuna şehâdet etmiştir.
Son kısımdan zahir olan,
Habbâb, erkeklerin altın yüzükten nehyinin ten-zîhî bir nehiy olduğunu i'tikaad
etmekte idi. İbn Mes'ûd ona bu nehyin tahrîmî olduğunu tenbîh etmiş, o da
sür'atle altın yüzük takmaktan vazgeçmiştir (Fethu'l-Bârî).
[421] Devs'in kıssası hadîslerde açıklanmıştır. et-Tufeyl
ibn Amr ed-Devsî'ye gelir; onun acîb, garîb bir hikâyesi vardır. Ben uzatmak
korkusundan onun zikrini dürüp özetledim: O hikâyeden biri şudur: O bir ru'yâ
gördü de arkadaşlarına:
— Bu ru'yâyı ta'bîr ediniz, dedi. Onlar:
— Ne gördün? dediler. O da şöyle anlattı:
— Başımı tıraş edilmiş gördüm. Ağzımdan bir kuş
çıktı. Bana bir kadın kavuştu ve beni fercinin içine soktu. Babam benî şevkle
arıyordu. Derken onunla benim arama bir engel gerildi!
Arkadaşları:
— Ru'yân hayr olsun! dediler. Kendisi:
— Vallahi ben bu ru'yâyı te'vîl ettim, dedi;
başımın tıraşına gelince, bu onun kesilmesidir. Kuş, rûhumdur. Beni fercine
sokan kadın ise Arz'dır; o benim için kazılır, ben de içine gömülürüm. Ben
şehîd olarak Öldürülmekle korkutuldum. Babamın beni araması ise, şehîdlik
aramakta beni muhakkak ma'zi-retli göstermeye çalışacak diye düşündüm, ve
babamın bu şehîdlik seferimizde bize katılacağını sanmıyorum, dedi.
Hakîkaten et-Tufeyl,
Yemâme günü şehîd edildi. Babası orada yaralandı. Daha sonraları Umer
ibnu'l-Hattâb zamanındaki Yermûk harbinde şehîd edildi (Aynî).
Tufeyl ibn Amr ed-Devsî
hakkında şu bilgiler de verilmiştir:
Kavminin şerîfi ve iyi
bir şâiri olan Tufeyl ibn Amr ed-Devsî (R), müslü-
mânların pek zahmette
oldukları ve Kureyş kâfirlerinin elinden çok çektikleri
bir zamanda Mekke'ye
gelmişti. Kureyş'in adamları ona:
— Yâ Eba't-Tufeyl, sen
memleketimize geldin. (Peygamber'i kasdederek:) Bu adamın da acâib hâli var.
Söylediği söz -ki Kur'ân'dır- sihr gibidir, insanı babasından, kardeşi
kardeşinden, kocayı karısından ayırıyor. Seninle kavmin arasına -bizde olduğu
gibi- bir tefrika düşmesinden korkarız. Sana nasihatimiz olsun, onunla sakın
konuşma. Sözlerini kulağına sakın uğratma! demişler.
Tufeyl dedi ki: Vallahi
bu sözü bana o kadar çok söylediler ki, konuşmamağa, sözünü işitmemeye
azmettim. O derecede ki, mescide girdiğim vakit ne olur ne olmaz, belki
sözlerini duyarım korkusuyla kulaklarıma pamuk bile tı-kadımdı. Mescidde Rasûlullah'ı
gördüm. Ka'be'nin yanında durmuş namaz kılıyordu. Ona yakm bir yerde durdum.
Sözlerinden bâzılarım işitmemek mümkin olmadı. Hoşuma gitti. Kendi kendime:
— Ben iyiyi kötüyü fark etmeyecek adam değilim.
Bu adamın sözlerini dinlememe ve güzel bulursam kabul; bulmazsam terketmeme ne
mâni' var! dedim.
Ve bir tarafa
gizlendim. Tâ namazını kılıp evine doğru gidince:
— Yâ Muhammed, Senin kavmin bana şöyle böyle
dediler. O kadar ki, Senin sözlerini duymayayım diye kulaklarıma pamuk tıkadım.
Bana ne diyeceksen de! dedim.
Bana İslâm'ı teklîf
etti, biraz Kur'ân okudu. Vallahi bundan güzel hiçbir söz işitmediğim gibi,
islâm'dan daha münâsib birşey de duymamıştım. Dedim ki:
— Yâ Nebiyyallah! Ben
kavmim içinde itaat edilen bir kimseyim. Memleketime de dönüp onları da'vet
niyetindeyim. Kolaylık olsun diye bana duâ et.
Bunun üzerine
"AMhumme'c'al lehu âyeten (= Yâ Allah onun için bir âyet, bir alâmet
yarat)" diye duâ buyurdu.
Mekke'den çıktım.
Karanlık bir gecede kavmimin ikaamet ettiği su başına bakan tepeye vardığımda
iki gözümün arasında kandil gibi parlayan bir nûr peyda oldu. İçimden:
— Aman yüzümde olmasın,
belki musle, yânî ukubet izi zannederler, dedim.
O nûr hemen sopamın
başına geçti. Oradakiler kandil gibi duran o nuru birbirine göstermeye
başladılar... Tufeyl(R)'e kendi kabilesi -bundan dolayı "Zu'n-Nûr = Nurlu,
nûr sahibi" nâmını verdiler. Tufeyl ibn Amr (R), tafsîlin-den
vazgeçtiğimiz maceralarından sonra Devsîler'in îmânına sebeb olmuş ve Hay-ber
gazvesi esnasında yetmiş, seksen kimse ile birlikte Peygamber'in yanına
gelmiştir. Bunların arasında Ebû Hureyre de vardı (Tecrîd Ter,, II, 338-340;
291 rakamlı hadîsin haşiyesinden).
[422] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bunun bir
rivayeti Cihâd'da, Peygamber'in Devs kabilesine duası hakkında geçmişti. O
rivayette Ebû Hureyre'nin (yetmiş seksen kadar olan) arkadaşlarıyle birlikte
Peygamber'e geldikleri bildirilmişti. Bu, Hayber harbi sırasında idi.
[423] Bunun daha tafsîlli bir rivayeti Itk Kitâbı'nda
geçmişti.
Ebû Hureyre, Hayber'in
fethi sırasında arkadaşlarıyle Yemen'den gelmiş ve müslümân olmuş, Medine'ye
gelince de Suffa sahâbîleri sırasına girdirilip, bu irfan yuvasında o muazzam
ilmini öğrenip hârika bir hadîs hafızı olmuştur.
[424] Adiyy ibn Hatim, cömertlikle meşhur olan Hatim
et-Tâî'nin oğludur. Hicretin yedinci (veya sekizinci) yılında kabilesi adına
sefirlikle Medine'ye gelmiş ve kabilesi halkının toptan İslâm'a girdiklerini
Peygamber'e bildirmişti. Yanma girdiğinde Peygamber, oturmakta olduğu minderi
Adiyy ibn Hâtim'e sunmuş ve onun üstüne oturtmuştur. Dedesi gibi kendisi de çok
cömert idi. Bu sebeble hâl tercemesini yazan müellifler "Cevâd
ibnu'l-Cevâd = Cömert oğlu cömert" diye vasıflandırmışlar dır.
Tayy kabilesinin
İslâmiyet'i çok kuvvetli ve samîmi idi. Peygamber'in vefatı üzerine bâzı Arab kabileleri
dînden dönme faaliyetlerine giriştikleri hâlde, Adiyy ibn Hâtim'in kabîlesİnden
hiçbir ferdin böyle çirkin bir hareketi görülmemiştir. Bâzı kabîleler
Peygamber'e verdikleri zekâtı, Ebû Bekr'den esirgerken, Adiyy bizzat
kabîlesinin zekâtını hesâb edip Ebû Bekr'e getirmiştir. Adiyy, Medâin'in
fethinde bulunmuş, Alî ile Muâviye hâdisesinde Alî'nin yanında yer almıştır.
Cemel vak'asında gözü sakatlanmıştır. İbn Sa'd, Tabakaat'mda, hicretin
altmışsekizinci yılında vefat ettiğini bildiriyor.
İslâm'a giriş sebebini
İbn İshâk şöyle rivayet etmiştir: Peygamber'in süvarileri Adiyy'in
kızkardeşini esîr almışlar. Kadın, Peygamber'den:
— Baba helak oldu, vâfid
yânî elçi de kayboldu; bunun için bana in'âm et, Allah da sana in'âm etsin!
diyerek şefkat ve meyi göstermesini istemesi akabinde, Peygamber onu âzâd
etmiş ve:
— "Senin vâfidin kimdir?" diye
sormuş. Kadın:
— Adiyy ibn Hatim!
demiş. Peygamber:
— "Allah'tan ve Rasûlü'nden kaçan
adam?" buyurmuş.
Râvî dedi ki: Kadın,
Adiyy'e geldiğinde, ona Rasûlullah'a gitmesini işaret etmiş, bunun üzerine
Adiyy gelip İslâm'a girmiştir.
Tirmizî de: O geldiği
zaman: İşte Adiyy! demişler. Peygamber daha önceden "Ben Allah'ın onun
elini benim elimin içine koymasını ümîd ediyordum" demiştir (Kastallânî).
[425] Peygamber bu haccda ve sonunda insanlara veda ettiği
için, bu hacc "Veda Haca" diye İsimlendirilmiştir. Buna İslâm Haccı
da denilir. Çünkü Peygamber Medine'ye hicret ettikten sonra bu haccmdan başka
hiç hacc yapmamıştır. Hicretten önce ise Mekke'de gerek peygamberliğinden
önce, gerek sonra birçok defa hacc yapmıştır. Haccm farz kılındığını bildiren
ÂIu İmrân: 97. âyeti bu sene inmişti. Bir sene önce, yânî hicretin dokuzuncu
yılında indiği de rivayet edilmiştir. Buna "Haccetu'I-Belâğ = Teblîğ
Haccı" da denilir. Çünkü Peygamber bu haccmda hacc ibâdetinin bütün
hükümlerini, rükünlerini nazarî olarak teblîğ ettiği gibi amelî olarak da
tatbîkaatıni göstermiştir. Buna "Haccetu'l-Kemâl ve't-Tamâm" da
denilmiştir. Çünkü hacc ibadetiyle İslâm Dînİ'nin kurduğu bütün ibâdet ve medeniyet
kaaideleri, Allah'a kulluk ve insanlık esâsları Peygamber tarafından tamâmiyle
teblîğ edilmiş bulunuyordu. Dînin 'kemâle erdiği, Arafat'ta vakfe yaptığı sıra
inmiş olan el-Mâide: 3. âyetinde bildirilmiştir.
[426] Hadîsin başlığa uygunluğu "Biz Veda Haccı'nda
Rasûiullah ile beraber çıktık" sözündedîr. Bunun bir rivayeti Hacc Kitabı,
"Temettü' ve ıkrân bâbı"nda geçmişti. Bu hadîsi Müslim de Hacc
Kitâbı'nda aynen getirmiştir: Müslim Ter., IV, 57. (III) "1211".
[427] Peygamber'in Veda Haccı, bu haccda tavafı, Haceri
Esved'İ isti'lâmı, Safa ile Merve arasında sa'yi gibi haccın bütün mensekleri,
rükünleri ve âdabına dâir rivayetler Hacc Kitâbı'nda geçtiğinden, Buhârî'nin
buradaki rivayetleri azdır. Arafat Ve Minâ'daki hutbelerine âid olanları ve
diğer bâzı hadîsleri ile yetinmiştir.
[428] Bu hadîste Rasûlullah'm Ka'be'ye girmesi ve orada
namaz kılması, Mekke'nin fethi günü olduğu açıkça bildirilmiştir. Veda
Haccı'nda değildir. Bu sebeble şâ-rihler Veda Haccı ile bu hadîs arasında
uygunluk bulunmasında güçlük bulunduğunu beyân etmişlerdir.
[429] Bu hadîsten, ifâda tavafının haccın rükünlerinden biri
olduğu, bunu edâ etmeyen hayızlının temizliğini bekleyeceği, tavaf etmedikçe
haccm uhdesinden çıkmayacağı anlaşılıyor.
[430] Bu hadîsin baş tarafındaki İbn Umer'in "Biz
Peygamber aramızda iken Veda Haccı'nı konuşurduk, fakat Veda Haccı nedir
bilmiyorduk" sözünün ma'nâsı şudur: Yânî Peygamber'in vedâ'ı mı yâhud
başkasının vedâ'ı mı bilmiyorduk. Nihayet vefat edince, Peygamber'in insanlara
vasiyetlerle veda etmiş olduğunu bİldiler. İbn Umer bu hadîsinde Arafat
hutbesinin bir kısmını haber vermektedir.
[431] Ebû İshâk'ın bu ikinci rivayetinde bir mübhemlik
vardır: Rasûlullah'ın, hicretten önce, peygamberlikten evvel ve sonra Mekke'de
birçok kerreler hacc ettiği bellidir. Burada ise bir hacc yaptığı
zikredilmiştir.
[432] Mudar, İbn Nezâr'dır. Kendisine nisbet olunan
kabîlenin adıdır. Bunlar receb ayının hürmetine her kabîleden daha çok riâyet
ettikleri için, bu hadîste receb ayı bunlara nisbet edilmiştir.
[433] Peygamber'in bu nutku hadîs ve siyer kitâblarmda
nakledilmiştir. Buhârî de Sa-/if/i'inde buradan başka İlim, Hacc,
Bed'u'1-Halk, Tefsir, Fiten, Udhiye Ki-tâblan'nda bâzı façklarla ve her yerde
ayrı ayrı yollarla rivayet etmiştir. Bu sebeble usûl bakımından bu nutkun da
Arafat nutku gibi Peygamber'in dilinden çıktığında ilmen hiçbir şübhe yoktur.
Peygamber bu nutkunda
evvelâ ay, yıl hesabını tesbît etmiştir. Bunun o devirde mal, can, nâmûs
masuniyeti bakımından çok ehemmiyeti vardı. Bütün panayırlar bu haram aylarda
emniyet İçinde kurulurdu. Bu takvimin önemi şundandır: Bütün Arablar öteden
beri bu dört haram aylara hürmet edegelmİşler ve böylece ticâret, san'at,
ibâdet gibi beşerî faaliyetler emniyet içinde yapılagel-miştir. Sonradan
çapulculuk maksadıyle bu haram ayların yerleri değiştirilmiş, bazen de oniki ay
onüçe çıkarılmış, takvimde artırma ve eksiltme gibi birtakım oynamalar ve
haksızlıklar yapılmıştır. İşte Peygamber bu Veda Haccı hutbelerinde bu takvîm
bozmalarını düzeltip, ayların ilk yaratıldıkları zamanki gibi yerli yerine geldiklerini
tesbît edip bildirmiştir. Peygamber mal, can, nâmûs masuniyeti bakımından
mühim olduğu için haram aylarını adlanyle ta'yîn etmiş, bunu en sâde fikirlere
yerleştirmek için de soru-cevâb tarzında gayet belîğ bir uslûb ile ifâde
buyurmuştur.
[434] Bunun bir rivayeti îmân Kitâbı'nda geçmişti. Orada da
açıklandığı gibi, Mü'-minlerin Emîri Umer İbnu'l-Hattâb'm cevâbı soruya uygun
düşmemiş gibi veh-medilebilirse de, bunun soruya uygunluğu üç yönden sabittir:
Evvelâ bu âyet Arefe günü ikindiden sonra indiği için bayram gecesi inmiş yâhud
inmesiyle hemen bayram tahakkuk etmiş demektir. İkinci olarak cumua günü
inmiştir ki, o gün müslümânların her hafta tekrar eden bir bayramıdır. Üçüncü
olarak Arefe gününün kendisi de bayramdır. Nitekim bu hadîs, îshâk ibn Kubeysa
rivayetinde "Bu âyet, Arefe olan cumua gününde indi. Cumua da, arefe de
-Allah'a hamd olsun- bize bayramdır" denilmiş, Taberânî'nin rivayetinde
de: "İkisi de bize bayramdır" denilmiştir. Gerek son iki rivayetteki
sarahate, gerek Buhârî rİvâyetindeki işarete göre soruya uygun cevâb verilmiş
demektir (Ahmed Naîm, Tecrîd Ter., I, 45-46 "42" rakamlı hadîsin
haşiyesinden),
[435] Âişe'den gelen bu Veda Haccı hadîslerinin değişik
yollardan bâzı farklılıklarla gelen rivayetleri Hacc Kitâbı'nda geçmiş ve
bunlarla ilgili açıklamalar da oralarda verilmişti.
[436] Buhârî bu hadîsi ayrı ayrı sened ve bâzı küçük
farklarla Sahîh'ınm on kadar yerinde getirmiştir. Bu cümleden olarak bunun
birer rivayeti Cenazeler Kitâbı'-nda ve Vasıyyetler Kitâbı'nda da geçmişti.
Sa'd ibn Ebî Vakkaas,
cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Yedinci olarak İslâm'a girmiştir.
İslâm'a girdiğinde 17 yaşında toy bir gençti. "Müslüman olduğunda yüzümde
tüy yoktu" dediğini oğlu Âmir rivayet etmiştir. Babası Sa'd ibnu Havle de
müslümân olup hicret etmiş, Bedir'de ve ondan sonraki gazvelerde bulunmuş, Veda
Haccı'nda Mekke'de vefat etmiştir. Bu hadîste Pey-gamber'in bir mu'cizesi
görülüyor: Sa'd ağır hasta iken, o günlerde babasının vefatı üzerine hayâtından
ümîdi azaldığı sırada, onun uzun bir ömür süreceği umudunda olduğunu
bildirmişti. Hakîkaten Sa'd, o târihten sonra 45 yıl daha yaşamış, hicretin 55.
yılında vefat etmiştir. Sonradan erkek ve kız çocukları da olmuştur.
[437] Buradaki hadîslerin başlığa uygunlukları meydandadır.
Bunların bâzı rivayetleri de Hacc Kitâbı'nda geçmişti.
[438] Bu hadîsin bir rivayeti Hacc Kitabı, "İki namazı
birleştirip aralarında nafile kılmayan kimse bâbı"nda geçmişti.
Seferde iki namazı bir
vakitte birleştirerek kılma hadîsleri ilgili bölümde geçmiş ve gerekli
açıklamalar verilmişti.
[439] Tebûk, Hicaz kit'asının kuzey cihetinde Medine ile
Şam'ın ortasında suyu ve hurmalığı bulunan bir yerdir. Bu seferde buraya kadar
gidildiği için bu isimle anılmıştır. Tebûk seferi Peygamber'in bizzat katıldığı
son gazvesidir. Bu sefere hicretin dokuzuncu yılı receb ayında bir perşembe
günü çıkmıştır. Tebûk seferinin Veda Haccı'ndan önce olduğunda rivayet
âlimlerinin ittifakı vardır. Bu se-beble İbn Hacer ve Kastallânî bu başlığın
el-Câmi'u's-Sahîh'te Veda Haccı'ndan sonraya konması müstensihlerin hatâsı
olabileceğini düşünmüşlerdir.
Bu seferde harb
yapılmadı. Fakat büyük güçlükler İçinde otuz-kırk bin kişilik kuvvetli bir
İslâm ordusu hazırlandığı için, Kur'ân dilinde bu seferin yapıldığı zamana
"Sâatu'l-usre = Güçlük Zamanı" (et-Tevbe: 117) denilmiştir. Bu
sefere, Kur'ân'ın bu işaretinden alarak "Gazvetu'1-Usre = Zorluk
Gazvesi" de denildi, bu orduya da "Ceyşu'1-Usre = Zorluk Ordusu"
adı verildi.
Bu seferin sebebi: Doğu
Roma İmparatorluğu'nun Şam'da İslâm aleyhine büyük bir ordu hazırlamakta
olduğu; Cuzâm, Lahm, Gassân, Âmile adlarındaki Arab kabilelerinin de Rûmlar'la
birlikte hareket etmelerinin sağlandığı ve düşman ordusu öncülerinin Belkaa'ya
kadar geldiği haberinin .Peygamber'e ulaşmasıdır. Esasen Peygamber kuzey
sınırından; Şâm ve Suriye taraflarından endîşe etmekte bulunduğundan, bu haber
üzerine umûmî seferberlik i'lân edip, o devrin en kuvvetli devletlerinden biri
olan Doğu Roma imparatorluğu'na karşı büyük bir ordu hazırlamaya koyuldu. Yaz
mevsiminin en sıcak günleri idi, kuraklık ve kıtlık vardı. Yol uzun, düşman
kuvvetli idi. Peygamber, müslümân-lardan fedâkârlık ve bu orduya yardım istedi.
Zengin sahâbîler büyük yardımlar yaptılar. Usmân bütün levâzımlanyle üçyüz deve
ile bin dînâr yardım yapmıştı. Bâzı kimseler de bu seferden geri kalmışlardı.
et-Tevbe Sûresi'nin birçok âyetleri bu seferle ilgilidir.
[440] Hadîsin başlığa uygunluğu "Çünkü bunlar Tebûk
gazasında Rasûlullah ile beraber bu güçlük ordusunda bulunmak
istiyorlardı" sözündedir.
[441] Peygamber'in bu sözü, Alî'yi yerine vekîl bırakmasının
peygamberlikte vekillik olmayıp, diğer gazvelerde bıraktığı vekîller gibi
emirlikten ibaret olduğunu ifâde etmiştir. Bu gazvede münafıkların pekçok
hâlleri günü gününe Kur'ân âyet-leriyle açıklandığı için, bu Tebûk seferine
"Gazvetu'l-Fâdiha = Rüsvâyhk Gazvesi" de denilmiştir.
[442] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben Peygamber'in
beraberinde bu Usre gazvesinde bulundum" sözündedir ki, bu da Tebûk
gazvesidir
[443] Ka'b ibn Mâlik, Câhiliye devri şâirlerinden biri olup,
îkinci Akabe Bey'atı'nda hazır bulunmuştur. Ensâr'm Hazrec kulundandır. Tebûk
hâriç, diğer gazvelerde hazır bulunmuştur. Muâviye devrinde elli yâhud
elliüçüncü yılda yetmişyedi yaşında vefat etmiştir.
Buradaki âyetin tamâmı,
bir önceki ile beraber şöyledir: "And olsun ki Allah Peygamber'ini,
içlerinden birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken güçlük
zamanında O'na tâbi' olan Muhacirler'le Ensâr'ı da tevbeye muvaffak buyurdu ve
sonra onların bu tevbelerini kabul eyledi. Çünkü O çok şefkatli, çok
merhametlidir. (Savaştan) geri bırakılan üç kişinin (tevbelerini de kabul etti.
Çünkü) yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmişti, vicdanları
kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah 'in hışmından yine Allah 'tan
başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar. Bundan sonra Allah onları da
eski hâllerine dönsünler diye, tevbeye muvaffak buyurdu..." (et~Tevbe:
17-18).
[444] Gassânîler, Yemen meliklerinden ve Ezd kabilesinden
olup Câhiliyet devrinde Şâm cihetinde yerleşmişlerdi. Çiftçilik ve ekincilikle
meşhur olan Gassân adındaki bu mevkie nisbetle bu adla anılmışlardır.
İslâm'dan dörtyüz sene evvel meydana çıkıp Rûm Kayseri'ne tâbi' olarak hüküm
sürmüşlerdir. Birincileri Cefne ibn Amr olup onanisbetle Âlu Cefne diye de
anılmışlardır. Umer'in devlet başkanlığı zamanına kadar devam edip, son
hükümdarları olan Celebe, tâbi'Ieriyle beraber müslümân olmuş ve kalabalık
cemâati ile hacc yapmıştır. Fakat hacc esnasında tavafta ihramını çiğneyen bir
hacıyı tokatlamış ve adalete göre kendisinin de tokatlanacağını anlayınca
arlanarak Kayser'in yanına kaçmış, Hnsti-yan olmuş ve bu suretle Gassânî
hanedanı son bulmuştur.
[445] Ka'b'ın kadınının adı Cubeyr kızı Umeyye'dir. Bu kadın
iki kıbleye doğru namaz kılan ilk müslümân olan Ensâr kadınlarındandır.
Vaktiyle o şerefe nail olan Umeyye, şimdi de İslâm târihinin böyle bir
tecellîsine şâhid oluyor!
[446] Talha ibn UbeydİIlah cennetle müjdelenen on kişiden
biri ve ilk müslümân olan on kişiden birisidir. Rasûlullah, Muhâcirler'le Ensâr
arasında kardeşlik kurduğu zaman Talha ile Ka'b'ı kardeş yapmıştı. İşte Ka'b'ı
Muhâcirler'den yalnız Talha'nın karşılayıp tebrîk etmesi, o kardeşliğin yüksek
tecellîlerinden birisidir. Talha gibi menkabeleri islâm târihini dolduran,
birçok şanlı vak'alara göre Peygamber tarafından "Talhatu'l-Hayr",
"Talhatu'l-Cûd", "Talhatu'l-Feyyâz" gibi unvanlar verilen
bir zâtın musâfahası ve tebriki, Ka'b'ın dediği gibi unutulmayacak bir şeref
menkabesidir.
[447] Hadîsin başlığa uygunluğu, olabileceğinin en açığıdır.
Ka'b ibn Mâlik bu uzun
hadîsinde Tebük seferine nasıl katılmadığını açıklamış, bu arada bu şanlı
seferin birçok yerlerine de güzeL işaretler yapmıştır. İmâm Buhârî bunu
el-Câmi'u's-Sahîh'inin on kadar yerinde uzun ve kısa metinlerle getirmiştir:
Vasıyyetler, Cihâd, Peygamber'in Sıfatı, Ensâr Hey'etle-ri, Mağâzî'den iki yerde,
Tefsîr'den iki yerde, İsti'zân ve Ahkâm'da. Müslim de bunu Tevbe Kitâbi'nda
Ebu't-Tâhir'den uzunluğu ile getirmiştir.
Şârih Aynî
(Umdetu'l-Kaarî, VIII, 425-434) bu hadîse dört buçuk sahîfelik bir şerh
yazdıktan sonra "Zikredilen Hadîsin Fâideleri" diye bir ara başlığı
açmış ve burada da yarım sahîfeden fazla tutan bu fâideleri sıralamıştır:
Küffâr malını harbsiz taleb etmenin cevazı, haram ayda gazvenin cevazı, gazve
yapılacak ciheti gizleme maslahati gerektirmediği zaman, açıklamanın cevazı,
... ve en mühimmi de umûmî seferberlik i'Iânı üzerine devletçe yapılan da'vete
icabet edilmeyip döneklik ve kaçaklık gösterilmesinin Allah ve Rasûlü
tarafından en ağır nefret ve şiddetle karşılanmış olmasıdır. Dînî ve millî olan
bu mühim hususu hiçbir açıklamaya muhtâc olmaksızın, hadîsin satırlarında
okuyoruz.
Hadîsin tercümesi, bâzı
küçük tasarruflarla Kâmil Miras'ınkinden alınmıştır. et-Tevbe Sûresi'nin büyük
bölümü bu seferde cereyan eden olaylara ve bu vesî-le ile münafık zümrelerinin
İslâm aleyhine faaliyet ve zihniyetlerini ortaya koyma, harb, askerlik,
seferberlik mes'eleleriyle ilgili olarak inmiştir. Tebûk seferinde olduğu kadar
hiçbir gazvede münafıkların kötülükleri Kur'ân âyetleriyle günü gününe bu
derece geniş ortaya konmamıştır. Bu sebeble Tebûk seferine
"Gazve-tu'1-Fâdıha = Rüsvâyhk Gazvesi" de denilmiştir ki,
münafıkların İçyüzlerini ortaya çıkaran gazve demektir.
[448] el-Hıcr, Medine ile Şâm arasında ve Arabistan'ın
kuzeybatı kısmında bir vadinin adıdır. Burası Salih Peygamber'in kavmi olan
Semûd'un karargâhı idi. Allah bu-kavmi burada kahr ve helak ettiği için,
Peygamber buradan geçerken hadîslerde zikredilen tedbîrleri almıştır.
Hıcr hakkında şu
bilgiler verilmiştir: Hıcr, Arabistan'da bir mıntıka olup Bişa ve Has'am
arazîsi civarındadır. Adını Hıcr ibn Ezd'den almıştır. el-Hıcr havâlîsi pek
münbit ve pek zengin idi... Hıcr arazîsinin birçok meşhur.şehirleri vardı...
(İslâm Ansiklopedisi, V, 476).
[449] Hadîsin başlığa uygunluğu "Vâdîyi geçinceye
kadar..." sözündedir. Çünkü bu sözde vâdîye inmek ve oradan çıkmak ma'nâsı
vardır. Başlıkta "Peygamber'in el-Hıcr'dan geçmesi babı" dese idi,
hadîse daha yakın olurdu. Bu hadîsin bir rivayeti Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da Salih
Peygamber'in kıssası sırasında geçmişti; Salih Peygamber'le Semûd kavmi
arasındaki vak'alar el-A'râf, eş-Şuarâ, en-Nahl Sûreleri'nde anlatılmıştır.
[450] Bu iki hadîsi Müslim de Kitâbu'z-Zuhd ve'r-Rıkaak'ta
müstakil bir bâbda getirmiştir. Müslim Ter., VIII, 533-535; "Ağlayıcılar
olmanız müstesna, kendi nefislerine zulmeden kimselerin meskenlerine girmeyiniz
babı".
[451] Bu bâb böyle başlıksız gelmiştir. Böylesi, kendinden
öncekine bir fasıl gibidir. Çünkü buranın hadîsleri Tebûk kıssası hadîslerinin
kalanı ile alâkalı bulunmaktadır. Bundan önceki bâb da yine Tebûk ile ilgili
idi, bunu iyi anla! (Aynî)
[452] Başlığa uygunluğu Urve ibnu'l-Mugîre'nin: "Babam
muhakkak Tebûk seferinde dediğini bilmekteyim" sözündedir. Bunun bir
rivayeti Abdest Alma Kitâbı'n-da da geçmişti.
[453] Bu hadîsinde Rasûlullah, Tebûk gazvesine
ma'ziretlerinden dolayı katılamayıp da Medine'de kalmış olanların, gönülleri ve
niyetleri cihâdda onlarla beraber bulunmasından dolayı, onlar gibi her yürüyüş
ve her geçişte sevaba nail olduklarını bildirmiştir.
[454] Kisrâ, eski îrân hükümdarlarının lakabıdır. Kayser de
Roma İmparatorlarının lakabıdır. Peygamber'in mektûb gönderdiği kisrâ, İran
hükümdarlarının en büyük ve en meşhuru olan Nûşirvân'ın torunu Husrev Pervîz
idi. Mektubu Bahreyn'e götüren, ilk Muhacirler'den Abdullah ibn Huzâfe
es-Sehmî(R)'dîr. Bahreyn Meliki, Munzir ibn Sâvâ idi.
Rûm Kayseri Hırakl'e
gönderilen mektubun sureti ise Vahy Kitâbı'nda yedinci hadîs olarak uzun bir
metin içinde geçmişti.
[455] İbn îshâk, Kisrâ'ya yazılan mektubun şu mealde
olduğunu bildirdi:
"BismVllâhVr-rahmânVr-rahîm.
MuhammedRasûlullah'tan Fars büyüğü Kisrâ'ya: Doğru yolda gidenlere, Allah'a ve
Rasûlü'ne îmân edenlere, Allah'tan başka tanrı olmayıp Muhammed, Allah'ın kulu
ve peygamberi olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun! (Bundan sonra) seni Allah
dînine da'vet ederim. Ben, hayâtta olan insanları inzâr için bütün insanlara
gönderilmiş A İlah 'in Pey-gamberi'yim. Ey kisrâ! Müslüman ol ki selâmet ve
saadette olasın! Eğer kabul etmezsen Mecûsîler'in günâhı boynuna olsun!"
Peygamber'in bedduası
kabul buyurulup Husrev Pervîz, oğlu Şirveyh tarafından karnı deşilerek
öldürüldü. O târîhten i'tibâren gerilemeye başlayan Iran saltanatı, Umer
zamanında tamâmıyle yıkılmıştır.
[456] Hadîsin başlığa uygunluk noktası, Kisrâ'nın kızının
hükümdar yapıldığının zik-redilmesidir. Peygamber'in mektûb gönderdiği Husrev
PervîZi oğlu Şirveyh tarafından öldürüldükten sonra, yerine geçen Şirveyh
ancak altı yıl yaşayıp bu da ölmüştür. Bu ihtiraslı genç, mevki hırsı ile
kardeşlerini de öldürmüştü. Kendisine halef olacak erkek evlâdı da
bulunmadığından, İran tahtının kızın elinden çıkmasını hoş görmeyen halk,
Şirveyh'in kızını tahta geçirmişlerdir. Bunun adı Bûrân'dır.
Ebû Bekre,
Peygamber'den işittiği bu sözü hatırlayınca Cemel Vak'ası'n-da Alî'ye karşı
harb edenlere katılmamış ve bunu da Allah'ın bir ihsanı bilip nakletmiştir.
"Devlet başkanlığı
işini bir kadının eline bırakan millet felah bulmaz" ve-cîzesi, İslâm âmme
hukukunun en mühim bir.kaaidesidir. İslâm hukukunda âmme velayeti denilen
devlet teşkîlâtı başkanlığı, ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil olunur.
Çünkü kadının yaratılışı birçok yönlerden bu çok ağır işi yürütmeye müsâid
değildir...
[457] Sâib, babası Yezîd ile beraber yedi yaşında Veda
Haccı'nda bulunduğunu bildirmiştir. Buna göre Tebûk karşılaması sırasında altı
yaşmda bulunuyormuş demek olur. Bu yaşta bir çocuğun Medîne civarındaki Veda
Tepesi'ne, çocuklarla beraber gitmiş olması kolayca kabul edilebilir. Bu da
Aynî'nin dediği gibi, Bu-hârî'nin Kayser'e, Kisrâ'ya mektûb mes'elesinin
dokuzuncu hicret yılına te'hîr edilmesine bir delîl olabilir... Özetlenirse:
Peygamber bu seferinde Hıcr vadisinden ve Vâdî'l-Kurâ'dan geçerek Tebûk'e
vardı. Bir düşmanla karşılaşmadı. Bundan dolayı daha öteye gitmeye lüzum
görmedi. Burada yirmi gün kaldı. Bu sırada Rûm Kayseri Hıraklİyus, Hımış
vilâyetinde idi. Kayser'in burada bulunduğu bir sırada Peygamber'in büyük bir
ordu ile Şâm civarına kadar gelmesi, Roma Devleti'ne ve o civardaki Arab
kabilelerine bir kuvvet gösterişi, bir meydan okuma demek olduğundan, harb
yapılmamış olsa da bunun siyâsî ehemmiyeti pek büyük oldu.
Rasûlullah Tebûk'te
bulunduğu sırada Kizıldeniz'in kuzeyinde ve Akabe Körfezi'nin sonunda deniz
sahilindeki Eyle Hükümdarı Yuhannâ İbn Rûbe gelerek senelik bir mikdâr cizye
vermek Üzere, sulh olmak istedi. Ve Peygamber ona bir sulh ahidnâmesi yazıp
verdi. Bu arada Ezrah, Cerbâ melikleri ile de, Devmetu'l-Cendel Meliki Ukeydir
ibn Abdilmelik ile de barış andlaşmaları yapıldı. Bu işlerden sonra Medine'ye
dönüldü. Medine'ye dönüş çok sevinçli oldu. Ordunun ve Peygamber'in gelişi
haberi Medine'ye ulaşınca, karşılamak üzere bütün halk, kadınlar, çocuklar
Medîne dışına çıktılar. Peygamber'in sefere çıkarken ordugâh edindiği
Seniyyetu'1-Vedâ = Ayrılık Tepesi'ne kadar gelip orada karşıladılar...
[458] Müellifin bu âyeti burada zikretmesi, başlığın ikinci
kısmı olan "Peygamber'in ölümü" fıkrasını te'yîd içindir. Yânî âyetin
ma'nâsına göre Peygamber öldü, vefat etti, demenin câizliğini göstermektir.
[459] Başlıktaki bu ta'lîki el-Bezzâr, el-Hâkim ve
ei-İsmâîlî Anbese ibn Hâlid; o da Yûnus'tan olmak üzere bu isnâdla tam senedli
olarak rivayet etmişlerdir.
"... ibn Esîr'in
beyânı üzere eî-Ebher dedikleri damar baştan çıkıp ayağa kadar uzar gider ve
şerâyîn dedikleri küçük damarlar ona bitişik olurlar. Başta iken nâme, boğazda
verîd, göğüste ebher, arkada vetîn derler ki, yürek damarıdır. Yürek ona
bitişiktir, hareket eder ve şâir şerâyîn ondan şu'belenir. O damarın kesilmesi
helak sebebidir ki, ödü koptu dedikleri budur ve o damara uylukta neşe',
baldırda safın derler" (Kaamûs Ter.).
[460] Bu Ümmü'1-Fadl Lubâbe hadîsi, Âişe'nin Ebû Bekr'in imamete
ilk geçirildiği bir yatsı namazında olduğu rivayetine uygundur. İki hadîs
arasında tam bir irtibat ve münâsebet vardır.
[461] Hadîsin başlığa uygunluğu "O, Rasûlullah'ın
ecelidir..." sözünden alınır. Bu hadîs Mekke fethi gazvesinde unvansız bir
bâbda, buradakinden daha bütün olarak geçmişti.
[462] Hadîsin başlığa uygunluğu "O gün Rasûlullah'ın
hastalığı arttı" sözündedir.
[463] Bu da hadîsin ayrı senedle gelen başka bîr
rivayetidir.
Bu vasiyetname yazma ve
sonra geri bırakılması mes'elesi, şiîler için Umer hakkında dedikodu vesilesi
olmuştur. Fakat bunfar haksız sözlerdir: "Çünkü Umer, kesin olarak İbn
Abbâs'tan daha fakîhtir. Eğer yazıdan maksad, dînin hükümlerini beyân ve
onlardaki ihtilâfları kaldırmak ise, Umer bunun el-Mâide: 3 âyetinden hâsıl
olacağını bildi. Kıyamete kadar vâki' olacak her vakıanın beyânı, Kitâb ve
sünnette nass veya delâlet olarak mevcûd olduğunu bildi. Pey-gamber'e şiddetli
hastalığında bunu yazdırmak bir meşakkatti. Bunun için, beyânı geçen ifâdeler
üzerine kısaltmayı düşündü. Bunu da ilim ehline İctihâd ve
is-tinbât"kapısının kapanmaması için yaptı. Umer, Peygamber'i hafifletmek
ve müc-tehidlere fazilet için yazmayı terketmenin daha doğru olduğunu düşündü.
Peygamber'in Umer'e karşı bir redde bulunmaması da onun re'yinin doğruluğuna bir
delildir (Kastallânî)
[464] Bu hadîsler Âişe'den ayrı ayrı senedlerle ve bâzı
farklılıklarla gelen ve herbirin-de kendisine hass birtakım fâideler bulunan
rivayetlerdir. Bunların başlıkla ilgileri apaçık meydandadır.
[465] Hadîsteki "Yâ Allah, beni er-Refîku'l-A'lâ
zümresine kat!" duâsmdaki er-Reftku'l-A Vâ'dan murâd, İbn İshâk'a ve
Cevherî'ye göre, cennettir. Şârih Hat-tâbî: er-Refîku'1-A 'lâ, Rasûlullah'ın
ruhu yüce makaamlara yükselirken kendisine yoldaşlık eden meleklerdir,
demiştir ki, kelimenin lûgattaki medlulüne daha uygundur. er-ReJtku 'l-A 'İâ'nm
bu bâbdaki rivayetlere en uygun ve isabetli tef-sîrinİ şârih Kirmanı yapmıştır.
Buhârî'nin bu zekî Türk şârihi: er-ReJfku 'l-A 'lâ, en-Nisâ Sûresi 69. âyetinde
"Güzel Refik" diye vasıflanan ve cennet ehli olan peygamberler,
sıddîk kullar, şehîdler, sâlih insanlardır, demiştir ki, bu tefsîr, bundan önce
tercümesi geçeri Âişe hadîsinin tam bir ifadesidir. Ahmed ibn Han-bel'in
rivayetine göre bu tefsîr Âişe'den de naklolunmuştur. Âişe, er-Refıku'l-A 'lâ,
en-Nisâ Sûresi (69.) âyetiyle tefsîr olunur, demiştir... (Tecrîd Ter., XI, II).
[466] el-Hâkma, mi'deye denir ve bedende boyun çemberiyle
köprücük kemiklerinin aralığına yâhud karnın aşağısına denir.
ez-Zâkına, sahibe
vezninde boğaz başına yâhud ucunda olan yumru şişkinliğe yâhud boyun çemberine
yâhud göbekten aşağıca karın yöresine yâhud boğaz çukuruna yâhud karnın üst
tarafına denir, cem'i Zevâkın 'dır (Kaamûs Ter,},
[467] Muavvize Sûreler, sığındırıcı sûreler demektir ki,
îhlâs ile "Kuleûzu bi-RabbVl-felâk" ve "Kul eûzu
bi-RabbVn-nâs" sûreleridir.
[468] Rasûlullah, hastalığının ilk beş gününü âdeti üzere
kadınlarının nevbetlerinde geçirmişti. Hastalık şiddetlenip böyle bir izin
almaya lüzum görünce de hiçbirisinin gönlü kırılmasın diye, bu izni açık bir
şekilde istemeyerek "Yarın nerede kalacağım?" şeklinde
hissettirmişti.
[469] Rasûlullah'ın bu hutbesi, Namaz, Cumua, Cenaze, Ensâr'ın Menkabeleri Kitâbları'nda
geçmişti.
[470] Peygamber, kabre aşırı ta'zîmin geçmiş ümmetlerde
olduğu gibi kendi ümmetlerini de putperestliğe kadar sürükleyebileceğinden
korkuyordu.
[471] Bu hadîslerin tamâmı Namaz Kitâbı'nda geçmişti.
[472] Abbâs bu "Asanın kulu" sözüyle: Yarın
Peygamber'in vefatı üzerine birisi halîfe olacak, sonra sen onun bir me'mûru
olacaksın, demek istiyor.
[473] Rasûlullah'ın vefatı üzerine Abbâs, Alî'ye: Elini
uzat, sana bey'at edeyim, (beni görerek) insanlar da bey'at ederler! dedi de
Alî bu teklifi kabul etmedi (Kas-tallânî).
[474] Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'inde Yezîd ibn Bâbnûs'un
Âişe'den rivayetinde: Ebû Bekr Allah'a hamd ve sena etti, sonra da Allah
"Muhakkak sen de Öleceksin, onlar da elbet ölecekler. Sonra hiç şübhesiz
kıyamet gününde hepiniz Rabb '-inizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız"
(ez-Zumer: 30-31) buyuruyor, dedi. Sonra da Âlu İmrân: 144. âyeti okudu,
şeklindedir (Kastallânî).
[475] Bu hadîste Ebû Bekr'in yiğitliğine bir delîl vardır.
Çünkü yiğitliğin ta'rîfi, musibetlerin gelmesi sırasında kalbin oynamayip
sabit olmasıdır. Peygamber'in ölümünden daha büyük bir musibet yoktur. İşte
böylece Peygamber'in ölümü sırasında Ebû Bekr'in yiğitliği ve İlmi meydana
çıkmıştır (Kastallânî).
Ebû Bekr'in
Peygamber'in ölümünden sonra üzerine kapanıp öpmesine gelince, o, bu fiilinde
de Peygamber'e uymuştur. Tirmizî'nin sahîh olarak rivayetinde Usmân ibn Maz'ûn
öldüğü zaman, Peygamber de onun cenazesi üzerine kapanmış ve alnından öpmüştür.
Peygamber'in techîz ve tekfini: Peygamber pazartesi günü vefat etti, techîz ve
tekfîni salı günü yapıldı. Bu mühim vazife, Peygamber'in en yakın hısımları
tarafından yerine getirildi: Alî ibn Ebî Tâlib, Abbâs ibn Abdilmuttalib, Fadl
ibn Abbâs, Kuseym ibn Abbâs, Usâme ibn Zeyd, Peygamber'in âzâdlısı Şakrân. Bu
son hizmeti görmeğe herkes can atıyordu. Bunun için Alî, odanın kapısını
kapamağa mecbur olmuştu.
Peygamber'in içinde
vefat ettiği kaftanı ve izan soyuldu. Yıkamaya başlarken vücûdu bir sedir
üstüne konuldu. Yıkamayı bizzat Alî yaptı. Abbâs ile oğulları Peygamber'in
cesedini bir taraftan öbür tarafa çevirmek vazifesini görmüşler, Usâme ile
Şakrân su dökmüşlerdi. Âişe'den rivayete göre yıkama esnasında Peygamber'in
gömleği çıkarılmayıp onun üstünden oğulmuş, bu suretle Alî'nin eli vücûduna
dokunmamıştır. Yıkama bitince üç parça pamuklu bez içine kefenlendi. Bundan
sonra cesed sedir üstünde olduğu hâlde, evvelâ erkekler, sonra kadınlar, sonra
çocuklar teker teker namaz kıldılar ve kimse İmamlık etmedi. Aişe'nin odası
küçük olduğundan namaz kılınması gece yarısına kadar devam etmiştir.
Peygamber'in nereye gömüleceği hususunda çeşitli fikirler ileri sürülmüş ise
de, nihayet Ebû Bekr, Peygamber'in: "Bir peygamberin ruhunu, Allah, o
peygamberin gömülmesini istediği yerde alır" buyurduğunu rivayet ederek,
Aişe odasında, üstünde vefat ettiği döşeğin bulunduğu yere defnolunması-nı
emretti. Bunun üzerine Ensâr'dan Ebû Talha tarafından oraya bir Iahid kazıldı.
Çarşamba gecesi, gece yarısında gömüldü. Âişe: Biz Rasûlullah'ın gömüldüğünden
çarşamba gecesi, gece yarısında kürek sesleri duyarak haberdâr olduk, demiştir
(İbn Hişâm'm Sfre'sinden özetlenmiştir).
[476] Hadîs metninde geçen "Ledîd", kaşık gibi
birşeyle ağzın bir tarafına hastanın irâdesi olmaksızın konulan ilâca denir.
Peygamber "Bana ilâç vermeyiniz!"'demekle tedâvîyi değil, devayı ve
İlâç diye verilen şeyi reddetmiştir. Çünkü birçok hadîslerinde tedâvî olmayı
emretmiştir. Bu vak'ada Peygamber, ilâcın ne olduğunu ve kimin tavsiye
ettiğini sormuş. Aile halkı "Ûdu Hindî" ile biraz zeytinyağı
olduğunu ve Esma bintu Umeys'in ta'rîf ettiğini, zâtu'1-cenb için iyi olduğunu
söylemişler. Peygamber, hastalığının bu olmadığını ve bu İlâcın bir daha ağzına
konmamasını tenbîh etmişti. Fakat aile halkı bu tenbîhe rağmen, Peygamber'in
dalgınlığında ilâcı tekrar vermişler. Ayıldığında bu defa işlenen cürmün misliyle
cezası olmak üzere bütün ev halkının Peygamber'in gözü önünde bu ilâçtan
almalarını emretti ve bu emir istisnasız yerine getirildi. Peygamber'in
hastalığı humma idi ve kendisi soğuk su ile tedâvî ederek hafifliyordu.
Zamanımız tababeti de bunu tatbik etmektedir.
[477] Birinci sorunun hayır cevabiyle ibn Ebî Evfâ, şiîlerin
kasdettiği siyâsî ve ilmî nevi'den gizli bir vasiyeti nefyetmiştir. İkinci
cevabiyle ise Allah'ın Kitâbı'na tutunmakla, O'nun emir ve yasaklarına uymakla
vasiyet etti, demiş oluyor.
[478] Enes, teeddüben bu soruya bir cevâb vermemiş. Ancak
hâl dili: Hayır yâ Fâtıma! Gönlümüz buna hiç razı olmadı. Fakat biz
Rasûlullah'ın emrine imtisal ile ve nefislerimizi cebrederek bu İşi yaptık,
demiştir.
Sahih rivayete göre
Fâtıma, Rasûlullah'm ölümünden sonra altı ay yaşamıştır. Ve bu müddet içinde
bir kerre güldüğü görülmemiştir. Bu ölümden sonra hüzünlü mersiyeler
söylemiştir. Şu beyitler Fâtıma'nın mersiyesi cümlesin-dendir:
Ağbara âfâku's-semâ ve
kuvvirat Şemsu'n-Nehâri ve azlame'l-asrân Ve'1-ardu mîn ba'dı'n-Nebiyyi
kesîbetun Esefun aleyhi kesîrete'r-recfân Fe'l-yebkihî şarku'l-bilâdi ve
garbuhâ Ve't-tebkİhî Mudaru ve kullu Yemâ\n
(- O gün gökyüzünün
ufukları bozardı. Gün ortasında güneşin ışığı körel-di. Asr evvel ve sânî
zamanında kâinatı karanlık içinde bıraktı. Peygamber'in vefatından sonra Arz
kürresi O'na teessüründen ve şiddetli ıztırabından bir kum yığını oldu. Artık
şimdi şarkın, garbın şehirleri O'na ağlasın! Mudar ve Yemen'in bütün kabileleri
matem tutsun!)
Şu da Fâtıma'nın bir
mersiyesinin şaheser bir beyti olarak meşhurdur:
Subbet aleyye masâibu
lev ennehâ
Subbet ale'l-eyyâmi
sime îeyâliyâ
(= Üzerime Öyle
musibetler döküldü ki, eğer bu musibetler gündüzler üzerine dökülseydi,o nurlu
gündüzler simsiyah geceler olurlardı.) (Kastallânî, VI, 464 ve Tecrîd Ter., XI,
28).
[479] Bu hadîsin biraz değişik bir rivayeti, bu kitâbda 427
rakamıyle geçmişti.
Âişe'nin, Peygamber'in
"Allâhumme er-Refîka'l-A 'lâ" sözünden, O'nun muhayyer kılındığını
anlaması, babasının, Peygamber'in "Bîr kul ki, Allah onu muhayyer
kıldı" sözünden, o kulun bizzat Peygamber'in kendisi olduğunu anlamasının
benzeridir (Kastallânî).
[480] Kırk yaşında peygamber gönderildiğine ve üç senelik
vahy fasılası müddeti de Mekke'deki on sene ikaametine ilâve olunduğuna göre,
Medine'deki on senelik hayatiyle beraber altmışüç yıl doldurulmuş olur. Bu
sebeble âlimlerin cumhuru, altmışüç sayısında ittifak etmişlerdir. Saîd
ibnu'I-Müseyyeb, Mucâhid, Şa'-bî gibi en büyük tabiî âlimleri kesin olarak bu
sayıya tutunmuşlar ve altmışbeş yaş olmak üzere İbn Abbâs'tan gelen rivayete
rağbet etmemişlerdir. Ahmed ibn Hanbel de altmışüç sayısının en sağlam rivayete
dayandığını söylemiştir.
[481] Müte muharebesinde başkomutan iken şehîd düşen Zeyd
ibn Harise ile Mûte şehîdlerinin intikaamım almak üzere Peygamber bir ordu
hazırlamış ve buna Zeyd'in oğlu Usâme'yi komutan ta'yîn etmişti. Fakat bu ordu
Medine'den hareket etmezden Önce Peygamber hastalandı.
Usâme'nin pek genç
olmasından ve bu ordu içinde ilk müslümânlardan birçok kimseler bulunduğundan
bahisle, onun kumandanlığına i'tirâz edenler bulunmuştu.
[482] Bu hadîsin birinci kısmını hatırlatan diğer bir hadîs,
"66- Cerîr'in Yemen'e gönderilmesi bâbı"nda 356 rakamıyle geçmişti.
Bunun "Peygamber'in vefatı bâbı"y-le ilgisi "Peygamber'i beş gün
önce defnettik" sözündedir.
[483] Buhârî Mağâzî Kitâbı'nın başladığı tarzda bitirmiştir.
Kitabın başında buradaki Zeyd ibn Erkam hadîsi üzerine söz geçmişti (ibn
Hacer).
[484] Peygamber'in gazvelerinin sayısı hakkında bu ondokuz
sayısından başka, yir-miyedi, hattâ kırk küsur sayıları da rivayet edilmiştir.
İbn Sa'd, Tabakaat'mda. bu ihtilâfın sebebi, bâzı rivâyetlerdeki isimlerin öbür
rivayetlerde dâhil bulunması olduğunu bildirdikten sonra şöyle demiştir:
Rivayet âlimlerinin bize bildirdiği ve bizzat Peygamber'in katıldığı gazveler
yirmiyedidir. Hazırlayıp gönderdiği seriyyeler de kırkyedidir. Peygamber bizzat
iştirak ettiği gazvelerde harb ve kıtale de katılmıştır ki, şunlardır: Bedir,
Uhud, Mureysİ', Hendek, Ku-rayza, Hayber, Mekke fethi, Huneyn, Tâif
gazveleridir.