39- KITABU'L-KEFALET. 2

1- Ödünç Vermekte, Borçlarda, Bedenlerle Ve Mallarla Kefalet Babı 2

2- Yüce Allah'ın: “Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini Veriniz" (en-Nisâ: 33) Kavli Babı 3

3- Bir Ölünün Borcuna Kefîl Olan Kimseye O Kefaletten Dönmesi (Sahîh) Olmaz Bâb1 3

4- Peygamber (S) Zamanında Ebû Bekr'e Emân Verilmesi Ve Ebû Bekrin Akdi Babı 4

5- Borç Babı 5


'Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

39- KITABU'L-KEFALET

(Kefalet Kitabı)

 

1- Ödünç Vermekte, Borçlarda, Bedenlerle Ve Mallarla Kefalet Babı [1]

 

Ebû'z-Zinâd, Muhammed ibn Hamza ibn Amr el-Eslemî'den; o da babası Hamza'dan olmak üzere i,  söyledi ki, Umer ibn Hattâb (R) onu sadaka toplayıcı ; olarak göndermiş. O bölgede bir adam, kendi  karısının cariyesi ile cima' etmiş. Hamza (R) o if  adamdan kefîl (yânı hâlinden taahhüd ve zabt) alıp, LJmer'in yanına gelmiş. Umer o adama yüz deynek vurmuştu. O adam zina ettiğini söyleyen topluluğu tasdîk ve suçunu i'tirâf etti. Ancak Umer onu cahillikle özürlü saydı (ve ondan recmi def etti) [2].

Cerîr ibn Abdillah el-Becelî ile el-Eş'as ibn Kays el-Kindî (R) Abdullah ibn Mes'ûd'a dînden dönenler hakkında: Onların tevbe etmelerini iste ve onlardan kefalet al, dediler. Akabinde mürtedler tevbe ettiler, *V aşiretleri onlara kefîl oldular [3].  

Hammâd ibn Ebî Süleyman (120): Nefisle kefil olup da öldüğünde üzerine birşey yoktur, dedi. Hakem ibn^ Uteybe: Zimmette subûtunu kabul ettiği malı Öder, dedi [4].

 

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Ve el-Leys ibn Sa'd şöyle de­di: Bana Ca'fer ibn Rabîa, Abdurrahmân ibn Hürmüz'den; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da Rasûlullah(S)'tan tahdîs etti. Rasûlullah, İsrâ-îl oğullarından bir adam zikretti. O adam İsrâîl oğullan'nın bâzısın­dan ödünç olarak bin dînâr vermesini istedi. Para vermek isteyen zât:

— Buna şâhid yapacağım şâhidleri getir, dedi. Ödünç isteyen:

 Şâhid olarak Allah yeter" {en-Msâ, 19, \65), dedi.

Ödünç verecek olan bu sefer de:

  Haydi bana kefil getir, dedi. O adam:

— Kefil olarak Allah yeter" -dedi (Bu, âyet de­ğildi

Para sahibi:

— Hakîkaten doğru söyledin, dedi ve belirlenen bir va'de ile ona bin dînân verdi.

Parayı alan müteakiben deniz seferine çıktı.İşlerini gördü. Sonra kendisine ödünç veren zâta gelmek üzere bineceği bir gemi aradı. Belirlenen müddet geliyordu. Fakat bir gemi bulamadı. Bunun üzeri­ne bir odun parçası alıp, onun içini oydu. İçine bin dînârı ve bir de kendisinden o arkadaşına yazdığı bir mektûb sahîfesini koydu. Son­ra o oyuk yerin ağzını sıkıca kapatıp düzeltti. Sonra o odun parçası­nı deniz kenarına getirdi de şöyle duâ etti:

— Yâ Allah, Sen bilmektesin ki, ben fulan kimseden bin dînâr ödünç istedim. O benden bir kefil istedi. Ben "Kefîl olarak Allah kâfidir" dedim. O, Sen'in kefilliğine razı oldu. Bir de benden şâhid istedi. Ben yine "Şâhid olarak Allah kâfidir" dedim. O yine Sen'in şâhidliğine de razı oldu (ve bin dînârı verdi. Ben va'desinde borcu­mu ödemek kaygısına düştüm de) ona bu parayı göndereyim diye bir gemi bulmaya çalıştım. Fakat bulmağa muktedir olmadım. Artık ben şu bin dînâr borcumu Sen'in koruyuculuğuna emânet ediyorum! de­di de o odunu denize attı.

Odun denizin içine girdikten sonra kendisi geri döndü. Borçlu bu hususta kendisini beldesine çıkaracak gemi bulmağa çalışırken, alacaklı da onun dönmesini umarak deniz kenarına çıktı da belki bir gemi malını getirmiş olabilir diye gözetliyordu. Bu sırada birdenbire sahilde içinde mal bulunan o odunu gördü. Onu ailesine yakacak bir odun olarak aldı. Evde onu parçalayınca içindeki paraları ve mek­tûb sahîfesini buldu. Sonra borçlu kimse kendisine borç verene geldi ve ona bin dînârı getirdi de:

— Allah'a yemîn ederim ki, malını sana getirmem için bir gemi arayıcısı olmakta devam ettim. Fakat sana geldiğim şu zamandan önce bir gemi bulamadım, dedi ve borcunu verdi.

Alacaklı:

— Sen bana bir şey gönderdin mi? dedi.   Borçlu:

— İçinde sana geldiğim şu günden önce bir gemi bulamadığımı sana haber veriyorum, dedi.

Alacaklı:

— Şübhesiz ki, Allah senin odun içinde göndermiş olduğun bor­cunu senin adına ödemiştir. Binâenaleyh tekrar vermek için getirdi­ğin bu bin dînârı, bir râşid olarak sevinçle götür, dedi [5].

 

2- Yüce Allah'ın: “Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini Veriniz" (en-Nisâ: 33) Kavli Babı [6]

 

1-.......İbn Abbâs(R) "Her biri için mevlâlar yaptık", "miras­çılar yaptık" demektir, dedi. "Yeminlerinizin karşılıklı bağladığı kimseler", Muhacirler ile Ensâr'dır ki, Muhacirler Medine'ye geldikleri ilk zamanlarda Peygamber(S)'in kurduğu kardeşlik sebebiyle Ensâr'a kendi hısımlarından evvel mîrâsçı olurlardı. Fakat sonra "Erkek ve dişiden herbiri için mirasçılar yaptık...'1 (en-Nisâ: 33) âyeti inince, bu âyetin birinci kısmı (yânı âyetu'l-mevâlî) ikinci kısmını (yânî akidleş-me âyetini) neshetti, dedi. Sonra İbn Abbâs "Yeminlerinizin karşı­lıklı başladığı kimseler..." kavli hakkında: Ancak yardım etmek, ihsan eylemek ve nasihat etmek kaldı. Akidleşenler arasında verilegelen mîrâs gitti. Kardeşlik akdi sebebiyle mîrâs almakta olan kimseye vasiyet ya­pılabilir, dedi [7].

 

2-.......Enes (R) şöyle dedi: Yanımıza Abdurrahmân ibnu Avf geldi. Akabinde Rasûlullah (S) Abdurrahmân ile Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik akdi yaptı [8].

 

3-.......Âsim ibn Süleyman tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e: Peygamber(S)'in "İslâm'da (Câhiliyet devrinin) ahdi yoktur" buyurduğu sana ulaştı mı? diye sordum. Enes (R): Peygamber (S) Me­dine'de benim evimde Kureyş ile Ensâr arasında kardeşlik akdi yap­tı, dedi [9].

 

3- Bir Ölünün Borcuna Kefîl Olan Kimseye O Kefaletten Dönmesi (Sahîh) Olmaz Bâb1 [10]

 

el-Hasen de, dönme olmayacağına kaail olmuştur [11].

 

4-.... Selemetu'bnu'l-Ekva'(R)'dan: Peygamber(S)'e, üzerine cenaze namazı kıldırması için bir cenaze getirildi. Peygamber:

  "Üzerinde bir borç var mı?" diye sordu.

Cenaze sâhibleri:                                                                 

  Hayır (yoktur), dediler.

Bunun üzerine Peygamber ona namaz kıldı. Sonra diğer bir ee-nâze getirildi. Peygamber yine:

  "Bu ölü üzerinde bir borç var mı?" dedi. Sâhibleri:

  Evet vardır, dediler. Peygamber:

  "Arkadaşınızın üzerine sizler cenaze namazı kılınız" buyurdu. Bu esnada Ebû Katâde:

— Yâ Rasûlallah, o ölünün borcunu ödemek benim üzerime-dir, dedi.

Bu kefalet üzerine Rasûlullah, o ölünün cenaze namazım kıldı [12].

 

5-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle dedi: Peygamber (S):

  "Bahreyn(den cizye) malı gelmesi gerçekleşirse sana (iki avu-cunu göstererek) şöyle şöyle veririm" buyurdu.

Peygamber'in ruhu alınıncaya kadar Bahreyn malı gelmedi. Bah­reyn malı geldiği zaman Ebû Bekr emretti de bir nidâcı:

— Peygamber'in yanında her kimin bir va'di yâhud bir alacağı varsa bize gelsin! diye i'lân etti.

Bunun üzerine ben Ebû Bekr'e gittim de:

— Peygamber (S) bana şöyle şöyle buyur(up va'd et)mişti, dedim. Ebû Bekr, benim için bir avuç (para) avuçlâdı (ve bunları say

dedi). Ben onları saydım. Onların beşyüz adet olduğunu gördüm. Ebû Bekr:

  Bunun iki mislini daha al, dedi [13].

 

4- Peygamber (S) Zamanında Ebû Bekr'e Emân Verilmesi Ve Ebû Bekrin Akdi Babı

 

6- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs edip şöyle dedi: Bize el-Leys, Ukayl'den tahdîs etti. İbnu Şihâb dedi ki: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R): Ben babamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinir olmalarından başka hâllerini hatırlamadım, demiştir.

Ve Ebû Salih şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu'l-Mübârek, Yû-nus'tan; o da ez-Zuhrî'den tahdîs etti. ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Ben ba­bamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinerek yaşamalarından başka ya­şayışlarını hiç bilmedim. O zamanlarda hiçbir günümüz geçmezdi ki, muhakkak o günde, gündüzün iki tarafında, sabah ve akşam vakit­lerinde Rasûlullah bize gelirdi. Müslümanlar (Kureyş müşrikleri ta­rafından) işkenceye uğratılınca (Rasûlullah Habeşistan'a göçe izin vermişti), Ebû Bekr de Habeşistan tarafına hicret etmek üzere (Mek­ke'den) çıkmıştı. Ebû Bekr, Berku'I-Gımâd- [14] mevkîine gelince ken­disine İbnu'd-Dağine kavuştu [15]. İbnu'd-Dağine Kaare kabilesinin seyyididir. Ebû Bekr'e:

— Yâ Ebâ Bekr, nereye gitmek istiyorsun? dedi.

Ebû Bekr de:        

— Beni kavmin(in ezası) çıkardı. Ben de yeryüzünde seyahat et­mek, bir yere çekilmek ve orada Rabb'ime ibâdet etmek istiyorum, dedi.

İbnu'd-Dağine:

— Senin gibi bir zât ne yurdundan çıkar, ne de (başkaları tara­fından) çıkarılır. Çünkü şu bir hakikattir ki, sen fakîri kazandırırsın (veya: Bulunmayan bir malı ihsan edersin), hısımlarla ilgiyi devam ettirirsin, âcizlerin yükünü çekersin, konuklara ziyafet verirsin, hakk engellerine karşı hayır işlerine yardım edersin! Şimdi ben senin için bir koruyucuyum. Haydi Mekke'ye dön de kendi memleketinde Rabb'-ine ibâdet et! demiştir.

Bunun üzerine Ebû Bekr geri dönmüş, İbnu'd-Dağine de kendisi ile beraber yollanmıştır. (Mekke'ye gelince) İbnu'd-Dağine Kureyş şe­riflerini dolaşmış ve onlara:

— Şübhesiz Ebû Bekr gibi kıymetli bir zât memleketinden çık­maz ve çıkarılmaz. Ey Kureyş, siz şu faziletleri bulunan bir adamı memleketinden çıkarıyor musunuz? O, yok olanı kazanır, hısımlık ilişkilerini devam ettirir, âcizin yükünü taşır, konuklara ziyafet ve­rir, hakk engellerine karşı hayır işlerine yardım eder, dedi ve Ebû Bekr'i himayesine aldı.

Kureyş de İbnu'd-Dağine'nin Ebû Bekr'i emânına almasını infaz etti ve Ebû Bekr'i emniyette kıldılar. İbnu'd-Dağine'ye:

— Ebû Bekr'e emret. O (bir şeye karışmasın), evinde Rabb'ine ibâdet etsin, evinde namaz kılsın, dilediği şeyi okusun. Fakat okudu­ğu ile bize ezâ vermesin, okuduğunu yüksek sesle okumasın.Çünkü biz oğullarımızı ve kadınlarımızı fitneye düşürmesinden korkmuşuz-dur, dediler.

Kureyş'in bu sözlerini de İbnu'd-Dağine Ebû Bekr'e söyledi. Ebû Bekr de bu şartlara göre evinde Rabb'ine ibâdet etmeye, evinden başka yerde yüksek sesle namaz kılmamaya ve yüksek sesle okumamaya baş­ladı. Sonra Ebû Bekr için bunun muhalifi bir re'y zahir oldu da, evi­nin yanına bir mescid bina etti. Oraya çıktı, orada namaz kılıyor ve Kur'ân okuyordu. Bunun üzerine müşriklerin kadınları ve oğulları Ebû Bekr'in ibâdet ve kıraatine taaccüb ederek ve ona bakarak bir izdiham ve sıkışıklık meydana getiriyorlardı. Ebû Bekr ince yürekli, çok ağlayıcı bir adamdı. Kur'ân okurken gözyaşını tutamazdı. Ebû Bekr'in bu hâli Kureyş'in müşrik şeriflerini korkuttu da, onlar İbnu'd-Dağine'ye haber gönderdiler. Akabinde İbnu'd-Dağine onların ya­nına geldi. Kureyş, İbnu'd-Dağine'ye:

— Biz, kendi evinde Rabb'ine ibâdet etmek üzere Ebû Bekr'i hi-mfty; ve emânına almam kabul etmiştik. Ebû Bekr ise bu sınırı aşmış, evinin avulusunda bir mescid bina etmiş, içinde yüksek sesle namaz kılmaya ve Kur'ân okumaya başlamıştır. Doğrusu biz oğulla­rımızı ve kadınlarımızı fitneye düşürmesinden korktuk. Sen ona git. Eğer kendi evinde Rabb'ine ibâdet etmek üzerine kısaltmak isterse bunu yapsın. Eğer bunu kabul etmez de muhakkak namaz ve kıraati­ni yükseltip i'lân etmek isterse, ona verdiğin ahd ve emânmı sana ge­ri vermesini iste. Emîn ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz Ebû Bekr'in alenî ibâdet etmesini ikrar (ve kabul) ediciler de değiliz, dediler.

Âişe dedi ki: Bunun üzerine İbnu'd-Dağine, Ebû Bekr'e geldi ve:

— Benim nasıl bir husus üzerine sana emân ahdi verdiğimi iyi bümişsindir. Şimdi sen ya o husus üzerine işi kısaltırsın, yâhud da emân ahdimi bana geri verirsin. Çünkü ben bir kimse hakkında ver­miş olduğum emân ahdimi bozmuş olduğumu Arab milletinin işit­mesini istemem, dedi.

Ebû Bekr de:

— Ben senin koruma ahdini sana geri veriyorum ve Allah'ın ko­rumasına razı oluyorum, dedi.

Rasûlullah ise o günlerde Mekke'de bulunuyordu. Rasûlullah (S) şöyle dedi:

  "Sizin hicret edeceğiniz yurt bana gösterildi. Ben iki kara taşlık arasında, hurmalıktı çorak bir yer gördüm" dedi.

Rasûlullah bunu söylediği zaman Medine tarafıma hicret eden­ler (dalga dalga) hicret ettiler ve Habeşistan'a hicret etmiş olanların bâzısı da Medine'ye dönüp geldiler. Ebû Bekr de bir muhacir olma­ya hazırlandı. Fakat Rasûlullah ona:

  "Yavaş ol (acele etme). Çünkü ben, benim için de izin veril­mesini umuyorum" buyurdu.

Ebû Bekr:

— Babam sana kurbân olsun, sen bunu umuyor musun? dedi. Rasûlullah:

  "Evet" buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Bekr, Rasûlullah'a yol arkadaşlığı et­mek için kendini (hicretten men' edip), Rasûlullah üzerine habsetti ve yanında bulunan iki kuvvetli binek devesini dört ay (dikenli meşe nev'inden büyük) talh ağacı yaprağı ile evinde besledi (dışarıya salı­vermedi) [16].

 

5- Borç Babı [17]

 

7-.......Ebû Hureyre(R)'den (şöyle demiştir): Rasûlullah'a, üze­rinde borç olduğu hâlde ölmüş bir kimse(nin cenazesi) getirilirdi de, Rasûlullah (S): "Borcu için bir fazlalık bıraktı mı?" diye sorardı. Şa­yet kendisine o zâtın borcu için bir Ödeme bıraktığı söylenirse, onun cenaze namazını kılardı. Yoksa müslümânlara hitaben: "Arkadaşı­mızın cenaze namazını sizler kılınız" buyururdu. Nihayet Allah ken­disine birçok fetihler müyesser kılınca: "Ben bütün mü'minlere kendi öz nefislerinden daha yakınımdır. Binâenaleyh artık her kim üzerin­de bir borç bırakarak ölürse, o borcu ödemek bana âiddir. Her kim de bir mal bırakırsa, o mal kendi mirasçılarına âiddir" buyurdu  [18].



[1] Mifiâhu Künûzi's-Sünnet'it burası ayrı bir "Kitâb" gösterilmiştir.

Aynî şöyle dedi: Yânî bu, Ödünç vermede, borçlarda, yânî muamelât borç-lanndaki kefaletin hükmünü beyân hakkında bir bâbdır. Bu âmmın hâss üze­rine atfı nev'indendir. Bâzı nüshalarda "Ödünç vermelerde ve borçlarda kefalet babı" şeklindedir. Bu babın Havale Kitâbı'na dâhil edilmesi, havale ile daman­dan ibaret olan kefaletin birbirine yakın olmaları yüzündendir. Çünkü bunlar­dan herbiri bir borcun bir zimmetten diğer zimmete naklidir... (Umdetu'l-Kaarî, V, 667).

[2] Bu,Taİıâvî'nin senediyle rivayet ettiği kıssanın özetidir.Bu kıssadan bedenlerle kefîl almanın meşruluğu hükmü çıkarılmıştır. Çünkü Hamza bir sahâbîdir. Ham­za bedenlerle kefîl almayı yapmış, o zaman sahâbîlerin çokluğuyla beraber Umer, Hamza'ya karşı bu işini reddetmemiştir.

[3] Bu da Beyhakî'nin uzunca bir metinle rivayet ettiği kıssanın özetidir. Vak'a şöyle olmuştur: Harise ibn Mudrib şöyle demiştir:Abdullah ibn Mes'ûd'un maiyye-tinde sabah namazı kıldım .Selâm verince bir adam ayağa kalktı ve İbn Mes'-ûd'a, kendisinin Benû Hanîfe Mescidİ'ne vardığını ve oranın müezzini Abdullah ibnu'n-Nevvâha'nm "Enne müseylimete Rasûlullah" diye şahadet etmekte ol­duğunu işittiğini haber verdi. Abdullah ibn Mes'ûd: İbnu'n-Nevvâha'yı ve adam­larını öldürmek bana borç olsun, dedi. Müteakiben bu mürtedler getirildiler. Abdullah, Kurayzata ibnu Ka'b'a emretti de, o, tbn Nevvâha'nın boynunu vurdu. İbn Mes'ûd onun askerleri olan topluluk hakkında insanlarla istişare etti. Adıyy ibn Hatim ona bunları öldürmeyi İşaret etti. Cerîr ile el-Eş'as ise metindeki söz­leri söylediler, tbn Ebî Şeybe'nin rivayetinde, onlar yüzyetmiş kişi idiler.

Beyhakîe/-Mû'n/e/'te dedi ki: İbn Mes'ûd'un Cerîr'den ve el-Eş'as'tan ri­vayet edilen îbn Nevvâha kıssasında, onların tevbe ettirilmeleri ve aşiretlerinin onlar üzerine kefîl yapılmalarında maldan başka bedenlerle kefalet alma vardır.

Bunun başlığa uygunluğu "Onları kefîl kıldır" sözündedir. Nefisle kefale­tin cevazında ihtilâf yoktur (Aynî).

[4] Bunu el-Esrem, Şu'be tarîkinden olmak üzere Hammâd ile Hakem'den, sened-leriyle rivayet etmiştir.

[5] Buhârî bu hadîsi özet olarak İstikraz; Lukata, İsti'zân, Şurût Kitâbları'nda ge­tirdi. Zekât ve Buyû'da da geçti. Karz, Duyûn ve Kefâlet'teki rivayetleri mu­fassaldır.

Hadîsin bâb başlığına delîlliği "Benden bir kefîl istedi" sözündedir.

[6] Bu âyeti buraya getirmesinin sebebi tbnu'l-Münîr'in dediği gibi,şöyledir: Ye-mînle bağlanma İslâm'ın evvelinde mîrâsa hp.kk kazanmayı gerektirir idi. Bu mîrâs, teberru' vechi üzere yapılan bir iltizâm (tutunma) akdinin vâcib kıldığı maldır. Bu lâzım olmuştur. İşte kefalet de böyledir. Kefalet ancak gönüllü ola­rak, karşılıksızca bir malı iltizâm etmektir. Bu da lâzım olmuştur (İbn Hacer).

[7] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bu hadîsi Tefsir ve Farâiz Kitâblan'-nda da getirmiştir.

[8] Bu, Buyu' Kitâbı'nm evvellerinde geçen uzun hadîsin Özetidir. Buhârî'nin mak­sadı İslâm'da hılf'ın (yânî yeminle dost edinmenin) varlığını isbât etmektir.

[9] Buhârî bu hadîsi İ'tisâm Kitabı'nda da getirmiştir.

Hadîsin "İslâm'da (Câhiliyet devrinin) ahdi yoktur" kısmı da sahîh bir hadîstir. Bunu Müslim, Sa'd ibn İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan rivayet etmiştir. Bunda Peygamber'İn kasdettiği ve İslâm'da olmadığını bildirdiği ahd, Câhiliyet devrindeki haksız işler ve zulümler, kötülükler yapmak hususunda ya-pılagelen ahddir. îslâm kötülük için yapılan ahidleri yok edip, bu babın birinci hadîsinde İbn Abbâs'ın da belirttiği gibi, hakta nusrat, yardımlaşma ve nasi­hat akdini bakî kılmıştır.

Enes ibn Mâlik hadîsinde bildirilen kardeşlik akdi, Mescid'in inşâsını mü-teâkib Peygamber(S)'İn bir gün Enes'in evinde Muhacirler ve Ensâr'dan dok­san sahâbî arasında İkişer ikişer akdettiği kardeşlik akdidir. Bunlardan bâzıları İbn Hişâm'ın Sîret'inde İbn tshâk rivâyetiyle şunlardır:

Muhacirler                                                 Ensâr

Ebû Bekr es-Sıddîk                                Hârice ibn Zeyd

Umer ibnu'l-Hattâb                                Utbân İbn Mâlik

Ebû Ubeyde İbn Cerrah                          Sa'd ibn Muâz

Abdurrahmân ibn Avf                            Sa'd ibnu'r-Rabî'

Zubeyr ibnu'l-Avvâm                              Seleme ibn Selâme

Uşmân ibn Affân                                   Evs ibn Sabit

Talha ibn Ubeydillah                              Ka'b ibn Mâlik

Ca'fer Tayyar                                        Muâz ibn Cebel

Saîd ibn Zeyd                                        Ubeyy ibn Ka'b

Mus'ab ibn Umeyr                                 Ebû Eyyûb el-Ensârî

Ebû Huzeyfe İbn Utbe                            Abbâd ibn Bİşr

Ammâr İbn Yâsir                                   Huzeyfe ibn Yemân

Ebû Zerr el-Gıfârî                                  Munzir ibn Amr

Hatîb ibn Ebî Beltaa                              Uveym ibn Sâide

Selmân el-Fârisî                                     Ebu'd-Derdâ Uveymir

Bilâl el-Habeşî                                       Ebû Ruveyha Abdullah (R).

Bu kardeşlik akdinin dayanağı el-Enfâl: 72. âyetidir.

Bu iki hadîsin havale ile münâsebeti kardeşlik akdinde iki dîn kardeşi bir­birine tatavvu' veçhiyle mîrâsçı olduklarıdır. Kefalet de tatavvu' veçhiyle ivaz­sız iltizâmdan ibaret olduğu İçin, aralarında bir derece münâsebete vesîle olmuştur.

[10] Bir Ölünün borcunu ödemeyi üzerine alan kimse için bu kefaletten dönmesi sa­hih olmaz. Çünkü bunu ödemek ona lâzım olmuş ve hakk, onun zimmetinde kararlaşmıştır

[11] Hasen Basrî'nin bu görüşü âlimler cumhurunun görüşüdür

[12] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu "Ebû Katâde: Onun borcu benim üzerimedir, dedi" sözündedir. Hadîs biraz önce de geçmişti

[13] Hadîsin bâb başlığına münâsebeti şu cihetledir: Ebû Bekr, Peygamber'in devlet başkanlığı makaamma geçtiği gibi, Peygamber'in üzerinde bulunan vâcib ve tatavvu' vazîfeleri yerine getirmeyi üstüne almıştır. Bunu üstlenince, Peygam-, ber'in üzerindeki va'd ve borçların hepsini ödemesi lâzım gelmiştir. Peygamber (S) zâten va'di yerine getirmeyi severdi. Ebû Bekr de bunları infaz etmiştir (Aynî).

[14] Bu, Mekke'nin Yemen cihetinde ve deniz sahilini ta'kîben beş günlük mesafede bulunan bir yerin adıdır.

[15] Bu kelimeyi hadîsçiler böyle "İbnu'd-Dağine" şeklinde okuyorlar; lugatçiler ise "İbnu'd-Duğunne" şeklinde telâffuz ediyorlar. Her iki şekilde tesbît ve rivayet edilmiştir. Bu zâtın isminde de ihtilâf edilmiştir. İbn İshâk'a göre adı Rabîa ibn Refi'dir. Sonra müslümân olmuş, Huneyn gazasında bulunmuş ve o gün Dureyd ibn Samme'yi öldürmüştür (İbn Abdilberr ve Zehebî).

[16] Bu, uzun hicret hadîsinin bir kısmıdır.

Bu hadîsten buradaki hedef, Ebû Bekr'in, İbnu'd-Dağine'nin verdiği emâ-na, yâni koruma ahdine razı olması ve Peygamber'in de onu bu emân üzerinde takrir etmesidir. Hadîsin kefalet konusuna giriş ciheti de, hadîsin bedenlerin ke­faletine yakışıcı olmasıdır. Çünkü ona emân verip koruyan kimse, korunanın npfçîne zulrri edilmemesini tekeffül etmiş gibidir {îbn Hacer, İbnu'l-Munîr'den).

[17] Bu bâb başlığı, Buhârî'nin el-Asîlî ve Kerime nüshalarında böyle gelmiştir. Di­ğer râvîlerin nüshalarında ya yoktur, ya da farklı şekilde gelmiştir

[18] Hadîsin bâb başlığına uygunluğu açıktır; o da borcun hükmünü beyân hak­kında olmasıdır. "Peygamber mü'minlere kendi öz nefislerinden daha yakındır" fıkrası, el-Ahzâb: 6. âyetinin baş kısmıdır. Burada vahyu metluvv ile vahyu gayrı metluvv te'yîd buyurulmuştur.