1- İlmin Fazîleti Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
3- İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse Babı
4- Muhaddisin Haddesenâ Yâhud Ahbaranâ Ve Enbeenâ Sözleri Babı
7- Muhaddisin Huzurunda Okumak Ve Ona Arz Etmenin Hükmünü Beyân Babı
11- İlim Öğrenmek, Söz Söylemekten Ve Amel Etmekten Öncedir Bâbı
13- İlim Ehli İçin Belli Günler Ayıran Kimse Babı
14- Bâb: "Allah her kimin
hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayış verir".
15- İlimde İnce Anlayış (ın Fazileti) Babı
16- İlimde Ve Hikmette Gıbta Etmek Babı
18- Peygamber(S)'in "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret" Kavli
Babı
19- Küçüğün Hadîs İşitip Yüklenmesi Ne Zaman Sahîh Olur?
20- İlim Aramak İçin Sefere Çıkmak Babı
21- İlim Öğrenen Ve Başkalarına Öğreten Kimsenin Fazileti Babı
22- İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Meydan Alıp Yayılması Babı
25- Fetvâ (Talebine) El Ve Baş İşaretleriyle Cevâb Veren Kimse Babı
27- (Bir Şahsa) Vâki' Olan Bir Mes'eleyi Sormak İçin Sefer Etmek Ve
Ehline De Öğretmek Babı
28- İlim (Edinmek) Hususunda Nevbetleşmek Babı
29- Öğüt Verme Ve Öğretme Sırasında Hoşlanmadığı Bir Şey Gördüğü Zaman
Öfkelenmek Babı
30- İmâmın Yâhud Muhaddisin Huzurunda Önünde İki Dizi Üzerine Çöken Kimse
Babı
31- Anlaşılması İçin Sözü Üç Defa Tekrar Eden Kimse Babı
32- Kişinin Kendi Tasarrufunda Bulunan Dişi Hizmetçisine Ve Ehline İlim
Öğretmesi Babı
33- İmâmın Kadınlara Va'z Vermesi Ve Onlara İlim Öğretmesi Babı
34- Hadîs Öğrenmeyi Şiddetle Arzu Etmek Babı
35- İlim Nasıl Kabz Olunacak Bâbı
36- Bâb: İlim (Öğretmek)de Sırf Kadınlar İçin Gün Tâ'yîn Edilir Mi?
39- Peygamber (S) Üzerine Yalan Söyleyen Kimsenin Günâhı Babı
41- Geceleyin İlim Öğretmek Ve Va'z Etmek Babı
42- İlim Uğrunda Gece Uyanık Kalıp Sohbet Ve Lâkırdı Eylemek Babı
43- İlmi Hıfz Edip Bellemek Babı
44- Alimler(in Söyleyecekleri Şeyler) İçin Susup Dinlemek Babı
46- Kendisi Ayakta İken Oturmakta Olan Bir Âlime Suâl Soran Kimse Babı
47- Haccda Küçük Taşları (Cemreleri) Atma Sırasında Suâl Ve Cevâb Babı
51- İlim (Öğrenip Öğretmek)de Haya Babı
52- Âlime Bizzat Kendisi Bir Şey Sormaktan Utanıp da Sorma İşini
Başkasına Emreden Kimse Babı
53- Mescid İçinde İlim Takrir Etmek Ve Herhangi Bir Suâlin Cevâbını
Zikretmek Babı
54- Suâl Soran Şahsa, Sorduğu Şeyden Fazlasıyla Cevâb Veren Kimse Babı
Rahman
ve Rahim olan Allah’ın ismiyle
l-
Bize Muhammed ibn Sinan (223) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Fuleyh (168) tahdîs
etti. H ve keza bana İbrahim ibnu'l-Munzir (226) tahdîs edip şöyle dedi: Bize
Muhammed ibn Fuleyh (197) tahdîs edip şöyle dedi: Bana babam tahdîs edip şöyle
dedi: Bana Hilâl ibn Aliyy, Ata ibn Yesâr (94)'dan, o da Ebû Hureyre'den tahdîs
etti. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Meclisin birinde Peygamber (S) huzûrundakilere söz
söylerken ansızın bir bedevi gelip: Kıyamet ne zamandır? diye sordu. Rasûlullah
konuşmasına devam etti. Oradakilerin kimi: Bedevî'nin ne dediğini işitti, amma
suâlinden hoşlanmadı dedi; kimi de: Belki işitmedi diye hükmetti. Nihayet
Rasûlullah sözünü bitirince: "O kıyameti soran nerede?" diye,
yânî bunun gibi bir lâfızla suâl etti. Bedevî:
- İşte ben yâ
Rasûlallah, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
- Emânet zayi' edildiği vakit kıyameti bekle, buyurdu. Yine bedevî:
- Emâneti zayi'
etmek nasıl olur? diye tekrar sorunca, Rasûlullah:
- İş, ehli olmayana yöneltilip dayandırıldığı zaman
kıyameti bekle, buyurdu[3].
2-.......Bize
Ebû Avâne, Ebû Bişr (123-5)'den; o da Yûsuf ibn Mâhek (63-7)'den; o da Abdullah
ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Gittiğimiz yolculukların birinde
Peygamber (S) geride kalmıştı da sonra bize yetişmiş idi. O sırada namaz vakti
girmişti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı, mesh eder gibi, az su ile
yıkamağa başladık. Peygamber bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yâhud üç
kerre: "Cehennem'de yanacak ökçelere yazık!" diye nida etti[4].
Bize Humeydî
(219): Sufyân ibn Uyeyne(198)'nin nazarında Haddesenâ, Ahbaranâ, Enbeenâ ve
Semi'tu bir ma'nâya idi, dedi. Abdullah ibn Mes'ûd da: Rasûlullah (S) sâdık ve
masdûk olduğu hâlde Haddesenâ( = Bize tahdîs etti) demiştir. Şakîk da Abdullah
ibn Mes'ûd'dan söyledi ki, kendisi: Ben Peygamber'den bir söz işittim, demiştir.
Huzeyfe ibn Yemân (36) da: Rasûlullah (S) bize iki hadîs tahdîs etti, demiştir.[6]
Ve Ebu'l-Âliye (190) dedi ki: İbn Abbâs'tan: o da Peygamber'den; O da
Rabb'ından rivayet etmekte olduğu hadîsde... Enes ibn Mâlik de:
Peyamber(S)'den; O da azîz ve celîl olan Rabb'ından rivayet ederek... dedi. Ebû
Hureyre de: Peygamber'den; o da azîz ve celîl olan Rabb'mızdan rivayet
ederek... buyurdu, dedi.[7]
3-
Bize Kuteybe (240) tahdîs etti. Bize İsmâîl ibn Ca'fer (180) Abdullah ibn Dînâr
(127)'dan; o da İbn Umer (R-73)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah
(S): "Ağaçların içinden bir nevi' vardır ki, yaprağı düşmez. O ağaç
(kâmil) müslümânın benzeridir. Onun ne olduğunu bana tahdîs edin
(-söyleyin)" buyurdu. Orada bulunanlar vâdîlerdeki ağaçlan saymağa
daldılar. Abdullah ibn Umer dedi ki: Bunun hurma ağacı olduğu hatırıma geldi,
fakat (söylemeğe) utandım. Ondan sonra: Yâ Rasûlallah, onun ne ağacı olduğunu
bize tahdîs et (=söyle), dediler. Rasûlullah: ''Hurma ağacıdır"
cevâbını verdi[8].
4-......Bize
Abdullah ibn Dînâr, Abdullah ibn Umer (R)'den tahdîs etti. Peygamber (S): "Ağaçların
içinden bir nevi' vardır ki yaprağı düşmez. O ağaç müslümânın benzeridir. Onun
ne olduğunu bana söyleyin" buyurdu. Orada bulunan insanlar
vâdîlerdeki ağaçları saymağa daldılar. Abdullah ibn Umer dedi ki: Bunun hurma
ağacı olduğu hatırıma geldi, fakat ben söylemeğe utandım. Ondan sonra
sahâbîler: Yâ Rasûlallah, onun ne ağacı olduğunu bize söyle! dediler.
Rasûlullah: "Hurma ağacıdır!" buyurdu[9].
Ve Hasen Basrî, Sufyân es-Sevrî, İmâm Mâlik muhaddisin
huzurunda okumayı (ondan nakletmenin sahîhliği hususunda) caiz gördüler. Ve
bâzıları âlimin huzurunda (kendisinden nakledebilmek için) ona karşı okumanın
caiz olduğuna, Dımâm ibn Salebe hadîsini delîl olarak ileri sürdü: Dımâm,
Peygamber(S)'e: "Namazları kılmamızı
İmâm Mâlik de bir hakkı i'tirâf edenin ikrarı,
yazılmış bulunan mektûbla ihticâc etti ki, o mektûb, hakkı ikrar edenlere karşı
okunur; onlar da, bu, sâdece karşılarında kıraat suretiyle okunduğu hâlde
"Fûlan bizleri işhâd etti” derler[11].
Keza Kur'ân okutucu muallimin huzurunda okunur da, okuyan kimse "
5-
Bize Abdullah ibn Yûsuf tahdîs edip şöyle dedi: Bize Leys ibn Sa'd, Saîd
el-Makburî'den; o da Şerik ibn Abdillah ibn Ebî Nemîr'den tahdîs etti ki, o da
Enes ibn Mâlik (R)'ten şöyle derken işitmiştir: Peygamber (S) ile birlikte
oturduğumuz sırada deve üstünde bir kimse gelip, devesini mescide çökerttikten
sonra bağladı. Ondan sonra:
- Hanginiz Muhammed'dir? diye sordu. Peygamber
sahâbîleri arasında dayanmış oturuyordu:
- İşte,
dayanmış olan şu beyaz kimsedir, dedik. O zât:
- Ey Abdu'l-Muttalib'in oğlu! diye hitâb etti.
Peygamber:
- Seni dinliyorum, buyurdu. O zât:
- Ben
Peygamber:
- Aklına geleni sor, buyurdu. O zât:
- Senin ve senden evvelkilerin Rabb'ı aşkına (söyle), bütün insanlara seni
Allah mı gönderdi? dedi.
Peygamber:
- Yâ Allah, evet, buyurdu. O zât:
- Allah aşkına
(söyle), bir gün bir gece içinde beş vakit namaz kılmamızı
- Yâ Allah, evet, buyurdu.
- Allah aşkına
(söyle), senenin şu ma'lûm ayında oruç tutmamızı
- Yâ Allah, evet, buyurdu.
- Allah aşkına
şu sadakayı zenginlerimizden alıp da fakirlerimize dağıtmayı
Peygamber:
- Yâ Allah, evet, buyurunca, o zât:
- Sen ne getirdin ise ben ona îmân ettim. Kavmimin
geride kalanlarına da elçi benim. Ben, Sa'd ibn Bekr oğulları'nın kardeşi
Dımâm ibn Sa'lebe'yim, dedi.[13]
Bu hadîsi Musa ile Alî ibnu Abdilhamîd de
Süleyman'dan; o da Sâbit'ten; o da Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere
böyle rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Musa ibn İsmâîl ile Alî ibn Abdilhamîd
(222) Süleyman ibnu'l-Mugîre (150)'den; o da Sabit el-Bunânî (123)'den; o da
Enes'ten; o da Peygamber'den olmak üzere bu şekilde rivayet ettiler.
Enes: Usmân Mushafları yazdırdı da müteakiben
bunları diğer şehirlere gönderdi, dedi. Abdullah ibn Umer ibn Âsim (171), Yahya
ibn Saîd ve İmâm Mâlik, bu yazıp gönderme işini caiz gördüler. Hicâzlılar'ın
bâzısı da munâvelenin câizliği hususuna Peygamber'in şu hadîsini delîl
getirdiler: Peygamber, bir müfrezenin kumandanı için bir emirname yazıp eline
verdi ve: "Bu mektubu ancak şu, şu yere ulaştığın vakit oku!" diye
emretti. Kumandan o yere ulaşınca mektubu açıp maiyyetindekilere karşı okudu
da, böylece Peygamber'in yazılı emrini onlara haber verdi.[14]
6-.......Abdullah ibn Abbâs (R)
şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) bir adama bir mektûb verip Bahreyn
büyüğüne teslîm etmesini emretti. Bahreyn'in büyüğü mektubu Kisrâ'ya
ulaştırdı. Kisrâ onu okuyunca yırttı. (Arada râvî olan Muhammed ibn Şihâb) dedi
ki: Zannederim ki Saîd ibn Müseyyeb'den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah, Kisrâ
ile kavmine "Parça parça olsunlar" diye beddua etti.[15]
7-....... Bize Şu'be, Katâde'den; o
da Enes ibn Mâlik(R)'den haber verdi, o şöyle demiştir:Peygamber (S) bir mektûb
yazdırdı yâhud yazdırmak istedi. Kendisine: Onlar (yânî Rûm'dan, Acem'den
muhâtab olanlar) bir mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar, denildi. Bunun
üzerine gümüşten bir mühür edindi ki, nakşı "Muhammed Rasûlullah"
idi. Bu mührün Peygamber'in elindeki beyazlığı hâlâ gözümün önündedir.
Şu'be dedi ki: Ben Katâde'ye, onun nakşı
"Muhammed Rasûlullah" diyen kimdir? diye sordum. Katâde: Enes'tir,
dedi[16].
8-....... Ebû Vâkıd el-Leysî (R-68)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S), huzurunda sahâbîleri olduğu hâlde mescidde
otururken, karşıdan üç kişi geldi. İkisi Rasûlullah'a doğru yöneldi; birisi de
gitti. Râvî dedi ki: Bu iki kimse Rasûlullah'ın huzurunda durdu. Bilâhare bu
ikiden biri halkada bir aralık bularak, oracıkta oturdu. Diğeri ise, oradaki
cemâatin arkasında bir yere oturdu. Üçüncüye gelince, arkasını dönüp gitti.
Rasûlullah meşgul olduğu konuşmayı bitirince, şöyle buyurdu:
"Bu üç kişinin hâlini size
haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah'a sığındı, Allah da onu barındırdı.
Diğeri (sıkıntı vermekten) utandı, Allah da ondan haya etti. Öteki ise (bu
meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi"[17].
9-.......Ebû Bekre (R) Peygamber'!
zikrederken şöyle demiştir:
Rasûlullah (veda haccında) devesi üzerinde oturdu.
Devenin
dizginini bir adam tutuyordu.
- Bu gün hangi gündür? dedi.
Biz sükût ettik; o derecede ki, başka bir isim ile
isimlendirecek zannettik;
- Kurbân günü değil mi? buyurdu.
- Evet, dedik.
Sonra:
- Bu ay hangi aydır? diye sordu.
Yine sükût ettik; o derecede ki isminden başka bir
isim ile isimlendirecek zannettik.
- Zu'l-hicce değil mi? buyurdu.
- Evet, dedik.
Bunun üzerine şöyle buyurdu:
- "Kanlarınız, mallarınız,
ırzlarınız bu belde içinde, bu ayda, bu günün harâmlığı kadar birbirinize
haramdır. Burada hâzır bulunanlarınız, burada bulunmayanlara (yânî müstakbel
nesillere) bunu tebliğ etsin. Olabilir ki, hâzır olan kimse, bunu daha iyi
anlar bir kimseye tebliğ etmiş olur"[19]
Çünkü Yüce Allah: "Allah'tan başka hiçbir
tanrı yoktur hakikatini bil..." (Muhammed: 47/19) buyurup, bunda
evvelâ bilmek .emriyle başladı[20]. "Âlimler, ancak
ilim mîrâsı bırakan peygamberlere vâris olanlardır. Bu ilim mirasını alan, bol
ve kâmil bir nasîb almıştır"[21]. Ve "Her kim
ilim arayarak bir yola girerse Allah da ona, cennette ulaştıracak yolu
kolaylaştırır"[22]. Ve zikri ulu olan Allah
şöyle buyurdu: "... Allah'tan, kulları içinde, ancak âlimler
korkar" (Fâtır, 35/28). Ve keza: "İşte misâller; biz onları
insanlar için getiriyoruz. Âlim olanlardan başkası onları anlamaz"
(el-Ankebût: 29/43): "Eğer biz işitir yâhud düşünür insanlar olsaydık,
şu çılgın cehennem yaranı içinde bulunmazdık, dediler" (el-Mülk:
67/10) buyurdu. Ve keza: "De ki: Bilenlerle bilmeyenler musâvî olur
mu?..." (ez-Zümer: 39/9) buyurdu[23]. Peygamber (S) de: "Allah
her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük anlayış verir"; "ilim,
ancak öğrenmekledir" buyurdu[24]. Ebû Zerr de ensesini
göstererek şöyle demiştir: "(Beni öldürmek için) kılıcı şuraya koysanız,
ben de Rasûlullah'tan işitmiş olacağım bir sözü siz işinizi tamamlayıncaya
kadar infaz edebileceğimi, yânî i’lân edebileceğimi bilsem yine infaz ederim"[25]. İbn Abbâs da: "Rabbaniler
olunuz" (Âli imrân: 3/79) demek, halimler ve fakîhler olunuz demektir,
dedi. Ve: Rabbani, insanlar üzerinde ilim ile siyâset icra eden ve büyük
ilimden evvel küçük bilgilerle terbiye eyleyen kimseye denilir[26].
10-....... İbn Mes'ûd (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S), va'z ve nasihat hususunda bize bıkkınlık gelmesin diye
hâlimize bakıp günler içinde vakitler kollardı.
11-.......Bize Şu'be tahdîs edip
şöyle dedi: Bana Ebu't-Teyyâh (128), Enes'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Kolaylaştırın,
zorlaştırmaym; müjdeleyin nefret ettirmeyin" buyurmuştur[27].
12-....... Ebû Vâil şöyle dedi:
Abdullah ibn Mes'ûd (R) her perşembe günü insanlara va'z nasîhat edip ders
yapardı. Bir kimse kendisine: Yâ Ebâ Abdirrahmân! Vallahi senin bizlere her gün
ders yapmanı çok arzu ettim, dedi. Ibn Mes'ûd: Beni sizlere her gün ders
vermekten men' eden şey, sizleri usandırmak istemememdir. Ben sizlere va'z
vermekte sizin hâlinize uygun vakitler gözetiyorum. Nitekim Peygamber (S) de
bizlere usanç gelmesinden endîşe ettiği için, bizim durumumuza uygun zamanlar
gözetirdi, dedi.[28]
13-.......Ibn Şihâb dedi ki: Humeyd
ibn Abdirrahmân şöyle dedi: Ben Muâviye ibn Ebî Sufyân'dan hutbe yaparken
işittim; şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah her kimin hayrını isterse ona dîn
hususunda büyük bir anlayış verir. Ben (verici değil) yalnız taksim ediciyim.
Veren ise Allah'tır[29]. Bu ümmet Allah'ın
(kıyamet) emri zuhur edinceye kadar Allah'ın dîni üzerinde hep sebat edip
duracak ve kendilerine muhalefet edenler onlara zarar veremiyecektir"[30].
14-.......Mücâhid (100) şöyle
demiştir: Medîne'ye doğru yaptığımız bir yolculukta Abdullah ibn Umer'e
yoldaşlık ettim. Kendisinden bu yolculuğumuzda Rasûlullah'tan tahdîs ederken
bir tek hadîsten başka hadîs işitmedim. Kendisi şöyle dedi: Biz Peygamber
(S)'in yanında idik. Bir hurma göbeği getirildi. Bunun üzerine: "Ağaçlardan
bir ağaç nevi' vardır ki, onun meseli müslümânın meseli gibidir" buyurdu.
Ben, o hurma ağacıdır deyivermeyi istedim. Fakat bir de baktım ki,
oradakilerin en küçüğü benim; onun için sustum. Peygamber, "O hurma
ağacıdır" buyurdu[31].
Ve Umer ibn Hattâb: "Seyyidler olmanızdan
önce fakîhler olunuz" dedi[32].
15-.......Ben Abdullah ibn Mes'ûd
(R)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "İki kişiden
başkasına gıbta olmaz: Allah tarafından kendisine mal verilip de hakk yolunda o
malı helak etmeğe musallat kılınan kimse, Allah tarafından kendisine hikmet
verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse".
16-.......Ibn Şihâb da kendisine bu
hadîsi Ubeydullah ibn Abdillah'ın haber verdiğini tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R)
bir defa Hurr ibn Kays ibn Hısn el-Fezârî ile, Musa'nın arkadaşı hakkında münazaa
etmiştir. Bu münazaada İbn Abbâs: Musa'nın arkadaşı Hızır'dır, dedi. Derken
onların yanına Ubeyy ibn Kâ'b uğradı. İbn Abbâs onu çağırıp: Ben şu
arkadaşımla, Musa'nın buluşmak için yol aramış olduğu arkadaşı hakkında
çekiştim. Sen Peygamber (S)'den onun hâlini zikrederken işittin mi? dedi.
Ubeyy şöyle dedi: Evet, ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Musa, îsrâîl oğulları'ndan
seçkin bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona bir kimse geldi ve: Senden daha
âlim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Musa: Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun
üzerine Allah Musa'ya: Hayır, kulumuz Hızır vardır, diye vahyetti. Musa da
onunla buluşmak yolunu taleb etti. Allah da onun için balığı bir alâmet yaptı.
(Allah tarafından) kendisine: Balığı kaybettiğin zaman hemen dön. Muhakkak sen
ona kavuşacaksın, denildi. Musa deniz içinde balığın izini ta'kîb eder oldu.
Musa'nın genç adamı (kendisinden kuşluk yemeğini istediği zaman) Musa'ya:
Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığı(n hâlini söylemeyi) unutmuşum; onu
söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı, dedi. Buna karşılık Musa genç
adamına: İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin
geri döndüler. Derken Hızır'ı buldular. İşte Allah'ın kendi Kitâb'ında kıssa
yaptığı şey, onların (Musa ile Hızır'ın) hâlindendir"[34].
17-.......Bize Hâlid el-Hazzâ'(141)
İkrime(104,7)'den; o da ibn
Abbâs(68)'tan tahdîs etti. İbn Abbâs (R): Rasûlullah (S) beni kucakladı
da: "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret!" diye dua etti, dedi[35].
18-....... Abdullah ibn Abbâs (R)
şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Minâ'da sütresiz olarak namaz kıldırdığı sırada,
dişi bir merkebe binerek karşıdan geldim. O zaman bulûğ yaşına yaklaşmıştım.
Safflardan birinin önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim: Ondan
sonra saffa girdim. Bu yaptığım işe kimse ses çıkarmadı.
19-.......Bana Zubeydî(147),
Zuhrî'den; o da Mahmûd ibnu'r-Rabî' (R)'den tahdîs etti. şöyle demiştir: Beş
yaşımda iken Peygamber (S)'in bir kerre bir kovadan (ağzına su alıp) yüzüme
püskürttüğünü hatırlıyorum.
Ve Câbir ibn Abdillah, Abdullah ibn Uneys(54)'ten bir
tek hadîsi işitebilmek için bir aylık yola gitti [37].
20-.......
Evzâî (88-157) dedi ki: Bize Zuhrî, Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe ibn
Mes'ûd'dan; o da İbn Abbâs'tan haber verdi ki, ibn Abbâs (R) bir defa Hurr ibn
Kays ibn Hısn el-Fezârî ile Musa'nın arkadaşı hakkında çekişmiştir. Derken onların
yanına Ubeyy ibn Kâ'b uğradı, ibn Abbâs onu çağırıp: Ben şu arkadaşımla,
Mûsâ'nın buluşmak için yol aramış olduğu arkadaşı hakkında çekiştim. Sen
Rasûlullah'tan onun hâlini zikrederken işittin mi? dedi. Ubeyy şöyle dedi:
Evet, ben Peygamber'den işittim; şöyle buyuruyordu:
"Musa, Isrâîl oğulları'ndan seçkin bir topluluk
içinde bulunduğu sırada ona bir kimse geldi ve: Senden daha âlim bir kimse
biliyor musun? diye sordu. Musa: Hayır, bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah
Musa'ya: Hayır, kulumuz Hızır vardır, diye vahyetti. Musa da onunla buluşmak
yolunu taleb etti. Allah da onun için balığı alâmet yaptı. (Allah tarafından)
kendisine: Balığı kaybettiğin zaman dön, muhakkak sen ona kavuşacaksın,
denildi. Bundan sonra Musa deniz içinde balığın izini ta'kîb eder oldu.
Musa'nın genç adamı (kendisinden kuşluk yemeğini istediği zaman) Musa'ya:
Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığın hâlini söylemeyi) unutmuşum, onu söylememi bana
şeytândan başkası unutturmadı, dedi. Buna karşılık Musa genç adamına: İşte
bizim arayacağımız bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler.
Derken Hızır'ı buldular. İşte Allah'ın kendi Kitâb'ında kıssa yaptığı şey, Musa
ile Hızır'ın hâlindendir."
21-.......
Bize Hammâd ibn Usâme (201), Bureyd ibn Abdillah'tan; o da Ebû Musa (R)'dan
tahdîs etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın benim vâsıtamla
gönderdiği hidâyet ve ilim, bol yağmura benzer. Bu yağmur kâh öyle bir toprağa
düşer ki, onun bir kısmı suyu kabul eder ve çayır ile bol ot yetiştirir. Bir
kısmı da kurak olur, suyu (üstünde) tutar da Allah onunla insanları
fâidelendirir: Ondan hem kendileri içerler, hem de hayvanlarını suvarırlar,
ekin ekerler. Bu yağmur diğer bir nevi' toprağa daha isabet eder ki, düz ve
kaypaktır; ne suyu üstünde tutar, ne çayır bitirir. Allah 'in dînini anlayıp
da Allah 'm benim vâsıtamla gönderdiği hidâyet ve ilimden faydalanan ve bunu
bilip de başkasına bildiren kimse ile, bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile
kaldırmayan ve Allah'ın benimle gönderilen hidâyetini kabul etmeyen kimse
böyledir"[38].
Ebû Abdillah Buhârî der ki: Ishâk ibn Ibrâhîm (238):
"Ve kâne minhâ tâifetun kayyeleti'l-mâe ( O topraktan kimi suyu içen bir
taifedir)" şeklinde söyledi. "Kaaa" üzerinde su durur olan
arazî parçasıdır. "Safsaf" da dümdüz arazîdir[39].
Ve Rabîatu'r-Re'y(136): "Kendisinde herhangi bir
ilim bulunan kimsenin kendisini zayi' etmesi (yânî ilmini gizlemesi) lâyık
değildir" dedi[40].
22-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"İlmin kaldırılması, cehlin kökleşmesi, şarâbın
içilmesi, zinanın çoğalması kıyamet alâmetlerindendir".
23-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Size öyle bir hadîs söyleyeceğim ki, benden sonra hiç
kimse onu size tahdîs edip söyleyemiyecektir: Rasûlullah (S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu:
"İlmin azalması, cehaletin meydan alıp yayılması,
zinanın meydana çıkıp şayi' olması, elli kadının yalnız bir bakanı olacak
derecede kadınların çoğalıp erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir"[41]
24-.......
İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'tan işittim: "Uykuda iken
bana bir kadeh süt getirdiler. O kadar içtim ki, kanıklık te'sîrinin tâ
tırnaklarımdan sızdığını hâlâ duyuyorum. İçtikten sonra artığımı Umer ibn
Hattâb'a verdim" buyuruyordu. Yâ Rasûlallah! Bunu ne ile yorumladın?
diye sordular. "İlim ile" cevâbını verdi.[42]
25-.......Abdullah
ibn Amr ibn As (R)'tan (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Veda haccında,
insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip:
- Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi.
Rasûlullah:
- Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip:
- Bilemedim de taş atmadan evvel kurbân kestim, dedi.
- Taşı at, günâhı yok, buyurdu.
Peygamber'e (o gün taş atmak, kurbân kesmek, tıraş
olmak, tavaf etmek gibi hacc işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış
hiçbir şey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok"
buyurmasın[44].
26-.......Bize
Eyyûb Sahtiyânî, İkrime'den; o da ibn Abbâs'tan tahdîs etti (ki o şöyle
demiştir): Peygamber'e Veda haccında suâl soruldu. Soran kimse: Ben taş atmadan
önce kurbân kestim, dedi. Peygamber (S) bu suâle: "Günâhı yoktur"
diyerek eliyle işaret etti. Soran kimse: Kurbân kesmeden önce tıraş oldum,
dedi. Rasûlullah: "Günâhı yoktur" diyerek eliyle işaret etti.
27-.......Salim
ibn Abdillah şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre (R)'den işittim ki, Peygamber (S):
"îlim kabz olunacak (yânî kaldırılacak) cehalet ve fitneler zuhur
edecek, herc çoğalacaktır" buyurdu. Yâ Rasûlallah, herc nedir? diye
soruldu. Rasûlullah, katli kasdeder gibi elini eğip indirerek: "İşte
böyle!" buyurdu[46].
28-.......
Bize Hişâm ibn Urve, Fâtıma bintu'l-Munzir'den; o da Esma bintu Ebî Bekr'den
tahdîs etti. Esma (R) şöyle demiştir: (Güneş tutulması zamanında) Âişe'nin
yanına gittim, o namaz kılıyordu. Bu insanlara ne oluyor? dedim. (Güneş
tutulduğunu anlatmak için) gökyüzüne doğru (başıyle) işaret etti. Meğer
insanlar hep namaza durmuşlar. Âişe': "Subhânallâh" dedi. Bu bir âyet
mi? diye sordum. Başıyle evet diye işaret etti. Bunun üzerine ben de namaza
durdum. Nihayet üzerime baygınlık geldi. (Yanımdaki kırbadan) başıma su
dökmeğe başladım. Namazdan sonra Peygamber, Allah'a hamd ve sena edip şöyle
buyurdu[47]:
"Cennet ve cehenneme kadar evvelce bana gösterilmemiş hiçbir şey kalmadı
ki bu makaamımda görmüş olmayayım [48].
Bana vahy olundu ki, sizler kabirlerinizde Mesîh Deccâl'ın imtihanlarına benzer
yâhud ona yakın -Esmâ'nm bu iki sözden hangisini söylediğini bilmiyorum-[49]
bir imtihan geçireceksiniz. (Kabre girmiş kimseye:) Bu adam (yânî Muhammed)
hakkındaki ilmin nedir? diye sorulacak[50].
Mü'min yâhud yakîn sahibi olan kimse -Esmâ'nın bu ikiden hangi lâfzı
söylediğini bilmiyorum- : O zât Muhammed'dir. O Allah 'in Rasûlü'dür. Bize
beyyineler ile hidâyet getirdi. Biz de da'vetine icabet ettik ve O'na uyduk. O
zât Muhammed'dir diyecek. Bu söz üç kerre tekrarlanacak. Ondan sonra o
kimseye: Yat da rahatça uyu, o zâtın peygamberliğine kesin surette inanmakta
olduğunu bildik, denilecek. Münafık yâhud kalbinde şübhesi olan kimseye
-Esmâ'nın bunlardan hangisini söylediğini bilmiyorum- gelince, o (suâle karşı):
Ben bilmiyorum, işittim, insanlar birşeyler söylüyorlardı, ben de onu
söyledim, cevâbını verecek"[51].
Mâlik ibn Huveyris(R-94): Peygamber (S) bizlere: "Ailelerinizin
yanına dönünüz ve öğrendiklerinizi onlara öğretiniz!" buyurdu, dedi[52].
29-.......
Bize Şu'be, Ebû Cemre'den tahdîs etti. Ebû Cemre şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs
ile insanlar arasında tercemânlık yapıyordum. İbni Abbâs (R) şöyle dedi:
Abdu'1-Kays hey'eti Peygamber'e geldi. Peygamber:
- Hey'et kimlerdir, yâhud cemâat kimlerdir? diye sordu.
- Biz Rabîa kabîlelerindeniz, dediler.
- Hoş geldiniz. Allah sizi utandırmasın, pişman
etmesin, buyurdu. Onlar:
- Bizler sana uzak bir yerden geliyoruz. Seninle bizim
aramızda Mudarr kâfirlerinden şu cemâat vardır. Biz sana yalnız haram ayda
gelebiliriz. O hâlde bize bir şey emret de geride kalanlarımıza haber verelim;
o sebeble de cennete girelim, dediler.
Rasûlullah onlara dört şey emretti, dört şeyden de
nehyetti. Rasûlullah onlara yalnız azîz ve celîl olan Allah'a îmân etmeyi emrettikten
sonra:
- Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir bilir misiniz? diye sordu.
- Allah ve
Rasûlü en iyi bilendir, dediler. Rasûlullah:
- Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Rasûlullah olduğuna şehâdet etmek, namazı ikaame, zekâtı eda etmek, ramazân
orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir, buyurdu. Kezâlik onları dubbâ, hantem ve
muzeffet denilen kaplardan nehyetti. Şu'be dedi ki; İbn Abbâs belki nakîr,
belki de mukayyer dedi. Sonra Rasûlullah:
- Bu emrimi ezberleyin ve onu arkanızda kalanlara
haber veriniz, buyurdu [53].
30-.......Bize
Abdullah ibn Mübarek haber verip şöyle dedi: Bize Umer ibnu Saîd ibn
Ebi'l-Hasen haber verip şöyle dedi: Bana Abdullah ibnu Ebî Muleyke, Ukbe
ibnu'l-Hâris'ten tahdîs etti ki, bu Ukbe ibnu'l-Hâris (R), Ebû İhâb ibn Azîz'in
kızı ile evlenmişti. Derken yanına bir kadın geldi ve: Ukbe'yi de, evlendiği
kadını da ben emzirdim, dedi. Ukbe o kadına: Ne senin beni emzirdiğinden
haberim var, ne de evvelce bunu bana söylediğinden, cevâbını verdi. Müteakiben
hayvanına binip Medîne'ye Rasûlullah'a gitti ve mes'elenin hükmünü ondan
sordu. Rasûlullah (R): "Bir kerre (senin onun kardeşi olduğun)
söylenmiş bulunduğu hâlde (o kadınla evlilik) nasıl olur?" buyurdu.
Bunun üzerine Ukbe o kadından ayrıldı, o da başka bir kocaya vardı[54].
31-
Bize Ebû'l-Yemân tahdîs edip şöyle dedi: Bize Şuayb, Zuhrî'den haber verdi. H
Ebû Abdillah Buhari der ki, İbnu Vehb şöyle dedi: Bize Yûnus, İbn Şihâb'dan; o
da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Ebî Sevr'den; o da Abdullah ibn Abbâs'tan; o da
Umer ibn Hattâb'dan haber verdi: Umer (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan bir komşum
ile beraber Benû Umeyye ibn Zeyd yurdunda oturuyor idim. Bu yurd Medine'nin
Avâlî denilen yüksek semtindedir. (Bir şey öğrenmek ümidiyle) Rasûlullah'ın
yanına nevbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim
zaman o gün vahy ve sâireye dâir ne duyarsam, haberini komşuma getirirdim. O da
indiği zaman böyle yapardı. Ensârî arkadaşım bir defa nevbetinin gününde idi.
Dönüşünde kapımı pek şiddetli çalarak: O burada mı? diye sordu. Ben ürktüm[55].
Yanına çıktım. Büyük bir iş meydana geldi, dedi. (Umer der ki: Ben zâten böyle
birşey olacağını zannedip duruyordum. Sabah namazını kılınca giyinip kuşandım.
Sonra Medîne'ye inip) Hafsa'nın yanına girdim. Baktım ki ağlıyor. Rasûlullah
(S) sizleri boşadı mı? diye sordum. Bilmiyorum, dedi. Ondan sonra Rasûlullah'm
yanına girdim. Ayak üstü durduğum yerden: Zevcelerini boşadın mı? dedim.
"Hayır" dedi. Bunun üzerine ben de Allâhu ekber dedim.[56]
32-.......Ebû
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bir kimse geldi ve:
- Yâ Rasûlallah! Fulânca bize (namaz kıldırırken) o
kadar uzatıyor ki, adetâ namazı terkedecek gibi oluyorum, dedi. Peygamber(S)'i
hiçbir mev'ıza da o günkü kadar gadablı görmedim. Bu şikâyet üzerine
Rasûlullah: "Ey insanlar! Sizler nefret ettiricilersiniz. Her kim
insanlara namaz kıldırırsa namazı hafifletsin. Çünkü cemâatin içinde hasta olanı,
zayıf olanı ve iş güç sahibi olanı vardır" buyurdu.
33-.......Zeyd
ibn Hâlid el-Cuhenî (R-72,78)'den (o şöyle demiştir): Bir kimse Peygamber'den
lukatayı (yânî yitik malı) sordu. Peygamber (S):
- Bağını yâhud kabını, kılıfını belle, sonra onu
ötekine berikine bir sene bildir, tanıt. Ondan sonra onu kullan. Ondan sonra
da sahibi çıkarsa yine ona ver, buyurdu.
O zât:
- Yitik deve de
(böyle mi)? diye sordu.
Rasûlullah o kadar öfkelendi ki, yanakları yâhud yüzü
kızardı ve:
- Ondan sana ne? Su tulumunu,
ayakkabısını beraberinde taşır. (Muhtaç oldukça) su başına gelir, ağaçlardan
otlar. Onu sahibi buluncuya kadar kendi hâline bırak, buyurdu.
O zât:
- Yâ yitik davara ne buyurursun? dedi.
- O yâ senindir, yâ
kardeşinindir, yâ kurdundur [57], buyurdu.
34-.......Ebû Musa (R) şöyle
demiştir: Bir gün Peygamber(S)'den hoşlanmadığı bâzı şeyler soruldu. Bu gibi
suâller çoğaltılınca öfkelendi. Ondan sonra insanlara hitaben:
- Bana istediğinizi sorun! buyurdu.
Birisi kalkıp:
- Benim babam kimdir? dedi [58].
- Baban Huzâfe'dir, buyurdu. Bir diğeri
kalkıp:
- Yâ Rasûlallah! Benim babam kimdir? dedi.
- Şeybe'nin azadlısı Salim'dir, buyurdu.
Umer ibn Hattâb Peygamber'in yüzündeki öfkeyi
görünce:
- Yâ Rasûlallah! Biz azîz ve
celîl olan Allah'a tevbe ediyoruz, dedi [59].
35-.......Bize Şuayb, Zuhrî’den
haber verip şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik(R) şöyle haber verdi: Rasûlullah
(S) çıktı. (Kendisine hoşlanmadığı bâzı şeyler soruldu; bu suâlleri
çoğalttılar; bundan dolayı öfkelendi de, benden sorunuz dedi). Abdullah
ibn Huzâfe ayağa kalkıp:
- Benim babam kimdir? dedi. Rasûlullah:
- Baban Huzâfe'dir, buyurdu.
Ondan sonra Rasûlullah "Bana sorunuz"
demeyi çoğaltınca, Umer, iki dizi üstüne çökerek:
- Biz Allah'ı Rabb, İslâm'ı dîn, Muhammed'i Peygamber olarak kabul ve
tasdîk ettik, dedi.
Bunun üzerine sükût buyurdu[60].
Rasûlullah: "İyi dinleyin! Bir de yalan
söylemektir" dedi ve bu sözü durmadan tekrar ediyordu. Ve İbn Umer:
"Peygamber üç defa "Tebliğ ettim mi?" diye söyledi, dedi[61].
36-.......Bize Sumâme ibn Abdillah,
dedesi Enes(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) bir söz söylediği zaman, iyice
anlaşılsın diye üç kerre tekrar ederdi. Keza bir kavmin yanına gelip selâm
verdiği zaman da üç kerre selâm verirdi[62].
37-.......Bize Ebû Avâne, Ebû
Bişr'den; o da Yûsuf ibn Mâhek'den; o da Abdullah ibn Amr(R)'dan tahdîs etti. O
şöyle demiştir: Yaptığımız yolculukların birinde Rasûlullah (S) geride
kalmıştı da sonradan bize yetişmişti. O sırada ikindi namazı vakti girmişti.
Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı (mesh eder gibi az su ile yıkamaya)
başladık. Bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yâhud üç kerre: "Cehennemde
yanacak ökçelere yazık!" [63] diye nida etti.
38-.......Âmir eş-Şa'bî dedi ki:
Bana Ebû Burde, babası Ebû Musa'dan tahdîs etti. Ebû Musa (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyuruyordu:
"Üç kişinin ikişer ecri
vardır: Bunlardan biri Kitâb ehlinden olup da hem kendi peygamberine, hem de
Muhammed'e îmân eden kimsedir. Diğeri köle edilmiş bir kuldur ki, hem Allah'ın
hakkını, hem de efendilerinin hakkını eda ettiğinde (o da iki ecre nail olur).
Üçüncüsü öyle bir kimsedir ki, yanında tasarruf edeceği bir câriye bulunur da
onu edeblendirir, amma (şiddetten uzak olarak) güzel güzel edeblendirir, ve onu
iyice öğretir, lâkin (yine rıfk ile) güzel güzel öğretimini tamamlar, bundan
sonra da onu hürriyete kavuşturup onunla evlenir. İşte boylesinin de iki ecri
vardır".
Bu hadîsi söyledikten sonra Âmir eş-Şa'bî, kendi
muhatabına: İşte bu bilgiyi biz sana hiçbir bedel istemeksizin veriyoruz.
Hâlbuki vaktiyle Peygamber zamanında bundan küçük bir mes'ele için tâ Medîne'ye
kadar bineğe binilip yolculuk edilirdi, dedi[64].
39-.......Bize
Şu'be, Eyyûb'dan tahdîs etti. Eyyûb: Ben Atâ'dan işittim, dedi. Ata: Ben îbn
Abbâs'tan işittim, dedi. ibn Abbâs (R): Ben Peygamber (S) üzerine şehâdet
ediyorum, dedi. Yâhud Ata da: Ben ibn Abbâs üzerine şehâdet ediyorum, demiştir:
Rasûlullah (mescidde va'z ettikten sonra) kadınlara duyuramadım zannıyle yanında
Bilâl olduğu hâlde (erkek saflarından) çıktı. Kadınlara va'z ederek onlara
sadaka vermeyi emretti. (Sözleri o kadar te'sîr etti ki) kadınların kimi
(kulaklarmdaki) küpeyi, kimi (parmağındaki) yüzüğü çıkanp atmağa başladılar.
Bilâl de onları eteği içine topluyordu.
Ve Ismâîl (194), Eyyûb'dan; o da Atâ'dan diye söyledi.
Ata da: îbn Abbâs'tan söyledi, îbn Abbâs: Ben Peygamber üzerine şehâdet
ediyorum ki... demiştir[65].
40-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle dedi: Bir kerre: Yâ Rasûlallah! Kıyamet gününde senin
şefaatinle en ziyâde mes'ûd olacak insan kimdir? denildi [66].
Rasûlullah (S): "Yâ Ebâ Hureyre! Hadîs bellemek için sende gördüğüm
şiddetli arzuya göre, bu hadîsi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zâten
tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatimle en ziyâde mes'ûd
olacak kimse kalbinden -yâhud içinden-hâlis olarak La ilahe ille'llah..
diyendir" buyurdu [67].
Ve Umer ibn Abdilazîz (101), Ebû Bekr ibn Hazm(102)'a
şöyle yazdı: "Bak Rasûlullah'ın hadîsinden ne bulursan yaz. Zîrâ ben ilmin
yok olmasından ve âlimlerin göçüp gitmesinden korkar oldum. Zabt esnasında
Peygamber'in sözünden başkası kabul edilmesin. Bir de (âlimlere söyleyin) ilmi
ifşa etsinler (yânı meydana koysunlar; gizlemesinler, herkese söylesinler).
Kezâlik âlimler (muayyen yerlere) oturarak ders versinler ki bilmeyenlere
öğretilmiş olsun. Zîrâ ilim gizli bir şey hâline getirilmedikçe yok
olmaz".
Bize bu Umer ibn Abdilazîz hadîsini "Âlimlerin
göçüp gitmesi" sözüne kadar Âlâ ibn Abdi'l-Cebbâr (214) tahdîs edip şöyle
dedi: Bize Abdulazîz ibnu Müslim (167), Abdullah ibnu Dinar'dan böylece tahdîs
etti [68]..
41-.......Bana
Mâlik, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Abdullah ibn Amr
ibni'l-Âs'tan tahdîs etti. Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: (Veda haccında)
Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah, ilmi kullarından çekip çıkarmak (yânî
silmek) suretiyle değil, âlimleri kabz etmek suretiyle kabz edecektir. Nihayet
hiç bir âlim kalmayınca, halk bir takım câhil kimseleri kendilerine başkanlar
edinirler. Bunlara bir takım suâller sorulur, onlar da ilimleri olmadığı hâlde
fetva verirler de hem kendileri dalâlete düşerler, hem halkı dalâlete
düşürürler"[69]
Firabrî (320) şöyle der: Bize Abbâs ibn Fadl el-Herevî
tahdîs edip şöyle dedi: Bize Kuteybe ibn Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bize
Cerîr ibn Abdilhamîd, Hişâm ibn Urve'den yukarki Mâlik hadîsi tarzında tahdîs
etti [70]
42-.......Ebû
Saîd Hudrî (R) şöyle demiştir: Bir defa kadınlar Peygamber'e:
- Senin sözünü dinlemekte erkekler bize galebe
ediyorlar, binâenaleyh kendiliğinden bize bir gün tahsîs et, dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah, kadınlara kendileriyle
buluşacağı bir gün va'd ve ta'yîn etti. Kadınlar o ta'yîn edilen günde
Peygamber'in yanına geldiler. O da kendilerine va'z etti ve onlara bâzı şeyler
emretti. Kadınlara söylediği sözler arasında: "İçinizden hiçbir kadın
yoktur ki, çocuklarından üçünü (âhirete kendinden) evvel yollasın da cehenneme
karşı onun için bir siper peyda olmasın " sözü vardı. Kadınlardan
biri:
- İki çocuk da
(öyle değil mi)? dedi. Rasûlullah (S):
- İki dânesi de (öyledir), buyurdu.
43-.......Bize
Şu'be, Abdurrahmân ibni'l-Esbahânî'den; o da Zekvân'dan; o da Ebû Saîd
Hudrî(R)'den; o da Peygamber(S)'den yukarıki hadîsi tahdîs etti.
Ve yine Şu'be, Abdurrahmân ibni'l-Esbahânî'den rivayet
etti. Abdurrahmân şöyle demiştir: Ben Ebû Hâzım'dan işittim, o da Ebû
Hureyre'den: Rasûlullah (mukayyed olarak): "Bulûğ çağına ulaşmamış üç
çocuk" buyurmuştur[71].
44-.......Bize
Nâfi' ibn Umer (124) haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Ebî Muleyke tahdîs edip
şöyle dedi: Peygamber'in zevcesi Âişe, bilmediği herhangi birşeyi işitse,
öğrenmek için muhakkak Peygamber'e müracaat ederdi. Bu cümleden olarak
Peygamber (S): "Kim hesaba çekilirse azâb edilmiş olur"
buyurdu. Âişe dedi ki: Bunun üzerine ben: Allah Taâlâ "îşte böylesi
kolay bir hesaba çekilir" (el lnşikaak: 84/8) buyurmuyor mu? dedim.
Âişe dedi ki: Bunun üzerine Peygamber: "Bu senin dediğin ancak arzdır,
yoksa her kim ince hesaba çekilirse helak olur" buyurdu [72].
45-.......
Bana Leys tahdîs edip şöyle dedi: Bana Saîd el-Makburî, Ebû Şurayh(R-68)'den
tahdîs etti. Ebû Şurayh Huzâî, Amr ibn Saîd ibni'1-Âs'a Mekke'ye Abdullah ibn
Zubeyr'e karşı ordular sevkettiği sırada şöyle dedi: Ey Emîr, Mekke fethinin
ertesi günü Rasûlullah(S)'ın ayağa kalkıp îrâd eylediği bir sözü (yânî hutbeyi)
sana haber vermekliğime bana izin ver. O hutbeyi şu iki kulağım işitti, kalbim
belledi, söyleyeni de söylerken gözlerim gördü: Yüce Allah'a hamd ve sena ettikten
sonra, şöyle buyurdu:
"Mekke'yi (tâ evvelden beri) haram eden Allah'tır. Onu haram kılan,
insanlar değildir. Bundan dolayı Allah'a ve âhiret gününe îmân eden kimse için
Mekke'de ne kan dökmek, ne de bir ağaca balta vurmak halâl olmaz. Şayet
Rasûlullah burada harb etti diye ruhsat tarafına kaçan biri bulunursa, ona:
Allah yalnız Rasûl'üne izin vermiştir, size izin vermemiştir, deyiniz. Bana da
yalnız bir günün bir saati içinde izin verdi. Ondan sonra bugünkü harâmlığı
dünkü harâmhğı derecesine döndü. Bu dediklerimi burada hâzır bulunup şâhid
olanlar burada bulunmayanlara (ve müstakbel nesillere) tebliğ etsin".
Ebû Şurayh'a: Amr ne dedi? diye soruldu. Amr da
cevaben: Yâ Ebâ Şurayh, ben senden daha âlimim; Mekke hiçbir âsîyi, zimmetinde
kan olan bir kaçağı, firar eden hiçbir hırsızı kurtaramaz, dedi [74].
46-.......Bize Hammâd, Eyyûb'dan; o
da Muhammed ibnu Sîrîn'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre'den; oda babası
Ebû Bekre'den tahdîs etti. Peygamber zikrolundu (yânî Ebû Bekre, Peygamber'i
zikretti de şöyle dedi): Peygamber(S) şöyle buyurdu :
"Şübhesiz kanlarınız,
mallarınız -Muhammed ibn Sîrîn: Ebû Bekre oğlunun şunu da söylediğini zannediyorum
dedi- ve ırzlarınız, bu ayınızın içinde bu gününüzün harâmlığı kadar
birbirinize haramdır. Dikkat edin, hâzır olanlarınız gaaib olanlarınıza (ve
müstakbel nesillere) bunu tebliğ etsin. -Muhammed ibn Sîrîn: Rasûlullah
(S) doğru söylemiştir, yânî O'nun emrettiği aynen vâki' olmuş, bu tebliğ işi devam
edip durmuştur, der idi.- Rasûlullah iki kerre: "Dikkat edin, tebliğ
ettim mi?" buyurdu [75].
47-......Ben Rıb'î ibn
Hırâş(101-4)'tan işittim, şöyle diyordu: Ben Alî (R)'den işittim, şöyle
diyordu: Peygamber (S): "Benim ağzımdan yalan söylemeyiniz. Her kim benim
ağzımdan yalan söylerse cehenneme girsin" buyurdu.
48-.......Bize Şu'be, Cami' ibn
Şeddâd (118)'dan; o da Âmir ibn Abdillah ibn Zubeyr(124)'den; o da babası
Abdullah ibn Zubeyr(72)'den tahdîs etti. Abdullah (R) dedi ki: Ben Zubeyr ibn
Avvâm(36)'a: Ben senden, fulân ve fulân kimselerin tahdîs eder olduğu gibi,
Rasûlullah(S)'tan hadîs söylerken işitmiyorum, dedim. Zubeyr: Bana gelince, ben
Rasûlullah'tan hiç ayrılmadım. Lâkin ben Rasûlullah'tan işittim ki, O: "Her
kim benim ağzımdan yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın"
buyuruyordu, dedi [76].
49-.......Bize Abdu'l-Vâris,
Abdu'l-Azîz'den tahdîs etti. Şöyle demiştir: Enes (R) şöyle dedi: Yemîn olsun
beni sizlere çok hadîs rivayet etmekten, Peygamber(S)'in "Her kim
benim üzerime bilerek yalan söylerse, cehennemdeki oturacağı yerine
hazırlansın" buyurmuş olması men' etmektedir.
50- ....... Bize Yezîd ibn Ebî Ubeyd
(146), Seleme ibnu'l- Ekva'(R-74)'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben
Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:
"Benim söylemediklerimi her
kim bana isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın."
51-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:
"Benim adımı (kendinize yâhud birbirinize)
isim takınınız, fakat künyemi (yânî "Ebu'l-Kaasım" künyesini)
takınmayınız [77]. (Şu da bilinsin ki) her
kim beni ru'yâda görürse, hakikatte beni görmüş olur. Zîrâ şeytân benim
suretime temessül edemez. Bir de her kim benim ağzımdan bilerek yalan
uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın"[78]
52-.......Bize Vekî'(197),
Sufyân'dan; o da Mutarrıf(133)'dan; o da Şa'bî'den; o da Ebû Cuhayfe(R-72)'den
haber verdi. O şöyle demiştir: Ben Alî'ye: Sizin yanınızda (Rasûlullah'tan
kalan) bir kitâb, yazılmış bir şey var mıdır? diye sordum. Alî (R): Hayır,
bizde Allah'ın Kitâbı'ndan, bir de müslümân olana verilen anlayıştan başka
birşey yoktur. Bir de şu sahîfenin içindeki vardır, cevâbını verdi. Ebû Cuhayfe
dedi ki: Ben: Peki, bu sahîfenin içinde ne var? diye sorunca: Onun içinde
diyetin, esîri kurtarmanın ve bir kâfire bedel müslümânı katil olunmayacağının
hükmü vardır, dedi [80].
53-.......Bize Şeybân (164), Yahya
ibn Ebî Kesîr(129)'den; o da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs
etti ki (o şöyle demiştir): Huzâalılar Câhiliyyet günlerinde öldürülmüş bir müşrik
Huzâalı'ya mukaabil Leys oğulları'ndan birini Mekke'nin fethi senesinde diğer
bâzı rivayetlerin sevkine göre, fethin ertesi günü-öldürmüşlerdi. Bu hâdise
Peygamber'e haber verildi. Peygamber hemen devesine binip hitâb ederek şöyle
buyurdu: "Şübhesiz Allah katli yâhud fîli Mekke'den habs (yânî men')
etmiştir. -Katil ve fîl kelimelerinden hangisinin söylendiğinde Ebû
Abdillah Buhârî şübhe etti-[81] Ve Allah, Mekke ahâlîsine
(bir kerre) Rasûlullah ile mü'minleri musallat kıldı [82]. Haberiniz olsun, Mekke
benden evvel hiçbir kimse için halâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir
kimse için halâl olmayacaktır. Biliniz ki o yalnız bir günün bir saatinde
yalnız benim için halâl olmuştur. Malûmunuz olsun ki, işte bu saatimde o benim
için bile haramdır. Mekke'nin dikeni kesilmez, ağacına balta değdirilmez,
yitiği kimse tarafından el uzatılıp alınamaz, meğer ki sahibini arayacak için
olur. O hâlde her kimin bir kimsesi katl olunursa iki şeyden hangisi kendisi
hakkında hayırlı ise onu isteyebilir (yânî iki şey arasında muhayyerdir): Ya
kendisine diyet verilir, ya maktulün ehli kaatili kısas ettirir".
Bunun üzerine Yemen ahâlîsinden bir kimse geldi
de: Yâ Rasûlallah, (bu söylediklerini) benim için yaz! dedi. Rasûlullah da: "Ebû
Fulân (yânî Ebû Şah) için yazınız" buyurdu. Derken Kureyş'ten bir zât:
Yâ Rasûlallah! Izhır (yânî Mekke ayrığı) müstesna olsun. Zîrâ biz onu
evlerimizde ve kabirlerimizde kullanıyoruz, dedi. Bunun üzerine Peygamber(S): "Izhır
otu müstesna, ızhır otu müstesna" buyurdu [83]. Ebû Abdillah Buhârî der
ki: Kısas edilir ma'nâsma "Kaved" masdarından kaaf harfi ile
"Yukaadu" denilir. Ebû Abdillah Buhârî'ye: Peygamber'in o şahıs için
yazdığı hangi şeydir? diye soruldu da, Buhârî: Peygamber o zât için bu hutbeyi
yazdırmıştır, dedi.
54-.......Bize Amr ibn Dînâr (126)
tahdîs edip şöyle dedi: Bana Vehb ibn Mürıebbih (114), kardeşi Hemmâm ibn
Münebbih(131)'den haber verdi. O şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre(R)'den işittim
şöyle diyordu: "Peygamber'in sahâbîlerinden Peygamber'in hadîsini benim
kadar toplayan bir kimse yoktur. Yalnız Abdullah ibn Amr müstesnadır. Çünkü o
yazardı, ben yazmam".
Hemmâm ibn Münebbih'ten gelen bu hadîsi rivayet
etmekte Vehb ibn Münebbih'e Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû
Hureyre'den tarikiyle mutâbaat etmiştir.
55-.......Bana ibnu Vehb tahdîs edip
şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn
Abdillah'tan; o da ibn Abbâs'tan haber verdi. İbn Abbâs (R) şöyle demiştir:
Peygamber (son hastalığında) ağrısı şiddetlenince: "Yazı yazacak şey
getiriniz, size öyle bir kitâb (vasıyyetnâme) yazayım ki, ondan sonra hiç
dalâlette kalmayasmız" buyurdu. Umer (R): Peygamber'in hastalığı
ağırlaştı. Bizim elimizde de Allah'ın Kitabı vardır. O bize yeter, dedi. Bunun
üzerine oradaki sahâbîler ihtilâfa düştüler. Sözleri birbirine karıştı.
Rasûlullah (S): "Yanımdan savulun; benim yanımda nizâlaşmak olmaz"
buyurdu. İbn Abbâs, bu sözleri râvî Ubeydullah ibn Abdillah'a nakl ettikten
sonra odadan çıkmaya davranıp: "Âh ne büyük musibettir o musibet ki,
Rasûlullah ile yazmak istediği kitâb arasına perde oldu" diyerek dışarı
çıktı [84].
56-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne,
Ma'mer ibn Râşid'den; o da Zuhrî'den; o da Hind bintu'l-Hâris el-Firâsıyye'den;
o da mü'minlerin annesi Ümmü Seleme(59)'den haber verdi.(Keza İbn Uyeyne dedi
ki:) Amr ibn Dinar'dan ve Yahya ibn Saîd el-Ensârî'den; onlar da Zuhrî'den; o
da Hind'den; o da Ümmü Seleme'den. Şöyle demiştir: Bir gece Peygamber (S)
uyandı da: "Subhânallâh, bu gece ne fitneler indi, ne hazîneler de
açıldı! Hücrelerin sahibelerini (yânî mü'minlerin annelerini) uyandırınız.
Dünyâda nice giyinik kadınlar vardır ki, âhirette çıplakdırlar" buyurdu
[85]
57- .......Abdullah ibn Umer (R)
şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) hayâtının sonunda bir kerre bize
yatsı namazını kıldırdı. Selâm verince ayağa kalktı ve: "Bu gecenizi
görüyorsunuz ya, işte bu gecenizden i'tibâren yüz sene başında (bu gün)
yeryüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmıyacaktır" buyurdu [86].
58-.......İbn Abbâs (R) şöyle
demiştir: Bir gece Peygamber'in zevcesi teyzem Meymûne bintu'l-Hâris'in evinde
geceledim. Peygamber o gece nevbeti dolayısiyle onun yanında idi. Peygamber
(mescidde) yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine geldi. Dört rek'at namaz
kıldıktan sonra uyudu. Sonra kalktı. "Çocuk uyudu mu?" dedi,
yâhud buna benzer bir söz söyledi. Sonra namaza durdu; ben de sol tarafına
durdum. Beni sağ tarafına geçirip beş rek'at kıldı. Ondan sonra da iki rek'at
kıldı, ondan sonra uyudu. O kadar ki, horultusunu, duydum. Ondan sonra namaz
kıldırmak üzere (mescide) çıktı [87].
59-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: İnsanlar "Ebû Hureyre çok hadîs rivayet ediyor" deyip
duruyorlar. Hâlbuki Allah'ın Kitâbı'nda şu iki âyet olmasaydı hiçbir hadîs
nakletmezdim. Ebû Hureyre bu sözden sonra: "Hakikat, indirdiğimiz o
açık açık âyetlerimizi ve doğruyu biz Kitâb'da insanlara onu pek aşikâr bir
surette bildirdikten sonra gizleyenler, işte onlara hem Allah lâ'net eder ve
hem la 'net etmek şânından olanlar la 'net eder. Ancak tevbe edenler,
düzeltenler ve (hakikati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka. Ben artık
onların günâhlarından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok merhamet
eyleyenim" (el-Bakara: 2/159-160) âyetlerini okuyup, şöyle derdi:
Muhacir kardeşlerimizi çarşılarda alış veriş etmek işi meşgul ederdi. Ensâr
kardeşlerimizi de mallarında çalışmak meşgul ederdi. Ebû Hureyre ise karın
tokluğuna Rasûlullah'tan ayrılmazdı da, onların hâzır bulunmadıkları
meclislerde hâzır bulunur ve onların belleyemedikleri sözleri bellerdi[88].
60- Bize Muhammed ibn Ibrâhîm ibn
Dînâr (182), İbn Ebî Zi'b(159)'den; o da Saîd el-Makburî'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Yâ Rasûlallah, ben senden birçok
hadîs işitiyorum da unutuyorum, dedim. "Ridânı yay!" buyurdu.
Yaydım, iki eliyle bir şey avuçlayıp attı. Sonra: "Topla!"
diye emretti. Ridâmı topladım. İşte ondan sonra artık hiçbirşey unutmadım.
Bize Ibrâhîm ibnu'l-Munzir tahdîs edip şöyle dedi:
Bize Ibnu Ebî Fudeyk tahdîs edip bu hadîsi rivayet etti. Bu rivayete Ebû
Hureyre: Rasûlullah eliyle bir şey avuçladı da ridânın içine attı, demiştir.
61-.......Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah(S)'tan iki kab ilim belledim. Bunlardan birini neşrettim.
Diğerine gelince, onu neşretseydim, benim şu boğazım kesilirdi [89].
62-.......Bana Aliyyu'bnu Müdrik
(120), Ebû Zur'a'dan; o da Cerîr(R)'den haber verdi ki, Veda haccmda Peygamber
(S) Cerîr'e: "insanları sustur da dinlesinler" diye emretti. (Halk
sükût ettikten sonra da): "Benden sonra birbirinin boynunu vuran
kâfirlere dönmeyiniz" buyurdu [90].
63-.......Saîd ibn Cubeyr şöyle
demiştir: Ben Ibn Abbâs'a: Nevf el-Bikâlî, Hızır'ın sahibi olan Musa, Isrâîl
oğulları'nın Musa'sı değildir; o ancak başka bir Musa'dır iddiasında
bulunuyor, dedim. Bunun üzerine îbn Abbâs şöyle dedi: Allah'ın düşmanı yalan
söylemiştir. Bize Ubeyy ibn Ka'b, Peygamber(S)'den tahdîs etti ki, şöyle buyurmuştur:
"Musa Peygamber bir kerre
israil oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: İnsanların hangisi en
âlimdir? diye soruldu. En âlim benim, diye cevâb verdi. Bu hususta (Allah en
iyi bilendir diyerek) ilmi Allah'a havale etmediğinden dolayı Allah ona tevbîh
etti. Allah ona: 'iki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden
daha âlimdir' diye vahyetti. Musa: Yâ Rabb, ona nasıl yol bulayım? dedi. Ona:
'Bir zenbîl içinde bir balık taşı, onu nerede kaybedersen, o kulum oradadır'
denildi. Musa gitti. Hizmetçisi Yûşâ ibn Nün (aleyhi's-selâm)'ı da beraberinde
götürdü. Bir zenbîl içine bir balık koyup yüklendiler, (îki denizin bitiştiği
yerdeki) kayanın yanına varınca başlarını yere koyup uyudular. Derken balık
zenbîlden sıyrıldı ve deniz içinde kendine su künkü gibi (bir boşluk bırakarak)
yol aldı. Deniz içinde böyle bir yolun açılması Musa ile hizmetçisine hayret
edilmeğe değer acîb bir şey olmuştu [91]. Uyandıktan sonra o
gecenin bakıyyesi ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Musa hizmetçisine:
Kuşluk yemeğimizi getir, andolsun bu seferimizden bir yorgunluğa kavuştuk,
dedi. Hâlbuki Musa, emrolunduğu o yerin ötesine geçinceye kadar yorgunluk
duymamıştı. Hizmetçisi: Ne dersin, taşın dibinde barındığımız zaman balığı (n
gittiğini haber vermeyi) unuttum, dedi. Musa: Zâten istediğimiz bu idi, dedi[92]. Bunun üzerine kendi
izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına vardıklarında bir de baktılar
ki elbisesine bürünmüş -yâhud elbisesine bürünen- bir zât duruyor. Musa selâm
verdi. Hızır:
'Acâib! Bu senin bulunduğun yerde
selâm nereden?'dedi.
'Ben Musa'yım' dedi. O:
'Isrâîloğullan'nın Musa'sı mı?'
diye sordu.
'Evet' dedi. Musa ona:
'Sana öğretilen ilimden bana da
öğretmen için sana tâbi' olayım mı?' dedi. Hızır:
'Doğrusu sen benim beraberimde
asla sabredemezsin yâ Musa. Bende Allah 'in bana öğrettiği öyle bir ilim vardır
ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın sana öğrettiği öyle bir ilim vardır
ki, onu da ben bilemem' cevâbını verdi. Musa:
'Allah isterse beni sabredici
bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmiyeceğim' dedi. Gemileri olmadığı için
deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yakınlarına bir gemi uğradı. Kedilerini de
yüklemeleri için gemicilerle konuştular. Hızır gemiciler tarafından tanındı.
O ikisini ücretsiz olarak gemiye aldılar. O sırada bir serçe geminin kenarına
konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır:
"Yâ Musa, benim ilmimle
senin ilmin, Allah'ın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile
eksiltmez' dedi. Ondan sonra geminin tahtalarından birini el uzatıp söktü.
Musa:
'Bizi gemilerine ücretsiz almış
olan bir topluluğun gemilerine kasdedip, içindekileri batırmak için mi
deliyorsun?'dedi. Hızır:
'Ben sana sen beraberimde asla
sabredemezsin demedim mi?' dedi. Musa:
'Unuttuğum şeyden dolayı beni
muaheze etme' dedi. Vakıada Musa'nın bu ilk muhalefeti unutma eseri idi. Yine
gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocuklarla oynuyor. Hızır, çocuğun
başını yukarısından tuttu ve başını eliyle kopardı. Musa:
'Tertemiz bir canı, diğer bir can
karşılığı olmaksızın öldürdün ha?' dedi. Hızır:
'Ben sana, sen beraberimde asla
sabredemezsin demedim mi?'dedi. -Ibn Uyeyne: Bu ikincisi daha te'kîdlidir, dedi.- Yine
gittiler, nihayet bir köye gelince, ahâlîsinden yemek istediler. Ahâlî onları
müsâfir etmekten çekindiler. Hızır ile Musa orada yıkılmağa yüz tutmuş bir
duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu: Hızır eliyle işaret ederek onu
doğrultuverdi. Musa Hızır'a:
'Eğer isteseydin bunun için bir
ücret alabilirdin'dedi. Hızır:
işte bu benimle senin
aynlışımızdır' dedi".
Peygamber (S) (kıssayı buraya kadar naklettikten
sonra):
"Allah Musa'ya rahmet
eylesin. Çok arzu ederdik ki, keşki sabredeydi de aralarında geçecek maceralar
(Allah tarafından Kur'ân'da) bize hikâye olunaydı" buyurdu [93].
64-.......Ebû Musa (R) şöyle
demiştir: Peygamber'e bir kimse geldi ve: Yâ Rasûlallah! Allah yolunda kıtal ne
demektir? Kimimiz öfkesine kapılarak, kimimiz arından dolayı kıtal yapıyor?
diye sordu. Rasûlullah (S) soran kimseye doğru başını kaldırdı. -Râvî der ki [94]: Başını ona doğru
kaldırması sırf soran kimsenin ayakta bulunduğundan dolayı idi.- Ve: "Her
kim Allah 'm kelimesi en yüksek olsun diye kıtal yaparsa, onunkisi aziz ve
celîl olan Allah yolundadır" buyurdu [95].
65-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle
demiştir: Ben Peygam ber(S)'i Minâ'da cemrenin yanında gördüm, kendisine
suâller soruluyordu: Bir kimse: Yâ Rasûlallah, cemreyi atmadan önce kurbân
kestim, dedi. Rasûlullah: "Cemreyi at, günâhı yok" buyurdu.
Diğer biri: Kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Rasûlullah: "Kurbânı
kes, günâhı yok" buyurdu. Peygamber'e o gün öne geçirilmiş yâhud
geriye bırakılmış hiçbir şey sorulmadı ki (cevâbında) "Yap, günâhı
yok" buyurmasın [96].
66-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R)
şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'in maiyyetinde Medîne harabelerinde
yürüyordum. Peygamber beraberinde bulunan hurma dalından bir deyneğe
dayanıyordu. Derken bir kaç Yuhûdî'ye rastladı. Bir takımı diğer takımına: O'na
ruhu sorun, dedi. Bir takımı da: O'na birşey sormayın, bunun hakkında
hoşlanmayacağınız birşey söyler, dedi. Bunun üzerine biri kalkıp: Yâ
Ebâ'l-Kaasım, ruh nedir? diye sordu. Peygamber sükût etti. Kendi kendime: O'na
şübhesiz vahy. olunuyor, dedim. Ve yanından kalktım. Vahiy hâli sıyrılınca: "Sana
ruhu sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Onlara az bir ilimden başkası
verilmemiştir" (el-lsrâ: 17/85) âyetini söyledi. Râvî A'meş: Bizim
okuyuşumuzda işte böyle "Ve mâ ûtû (= Onlara verilmedi...)"
şeklindedir, dedi [97].
67-.......el-Esved (75) şöyle
demiştir: ibn Zubeyr bana: Âişe sana çok sırr söyler idi. Binâenaleyh o sana
Ka'be hakkında ne tahdîs etti? dedi. Ben de ona şunu söyledim: Âişe bana dedi
ki: Peygamber (S): "Yâ Âişe, şayet kavminin zamanları yakın olmasaydı
-îbn Zubeyr; küfre yakın olmasaydı dedi- muhakkak Ka'be'yi bozar ve ona biri
insanların gireceği, diğeri de çıkacakları iki kapı yapardım" buyurdu,
işte Ibnu Zubeyr Peygamber'in bu arzusunu yerine getirmiştir [98].
Ve Alî (İbn Ebî Tâlib-R): "İnsanlara
anlayabilecekleri şeyler söyleyiniz. Siz Allah ve Rasûlü'nün tekzîb olunmasını
arzu eder misiniz?" demiştir.
Bize Ubeydullah ibnu Musa, Ma'rûf ibn
Harrabûz'dan; o da Ebu't-Tufeyl(110-R)'den; o da Alî (İbn Ebî Tâlib R)'den bu
sözü tahdîs etti [99].
68-.......Katâde şöyle demiştir:
Bize Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etti:
Muâz ibn Cebel, deve üstünde Peygamber'in terkisinde
iken, Peygamber (S):
- Yâ Mûaz ibne Cebel! diye nida etti. Muâz:
- Lebbeyk yâ Rasûlallah, ve sa'deyk, dedi.
Peygamber yine:
- Yâ Muâz! diye çağırdı. Muâz:
- Lebbeyk yâ Rasûlallah ve sa'deyk, dedi. Bu üç kerre vâki' oldu. Üçüncüde
Rasûlullah.
- Hiçbir kimse yoktur ki,
kalbinden tasdik ederek Allah 'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in
Rasûlullah olduğuna şehâdet etsin de Allah onu ateşe haram etmesin, buyurdu.
Muâz:
- Yâ Rasûlallah, bunu insanlara haber vereyim de
sevinsinler mi? dedi.
- Haber verdiğin takdirde buna
güvenirler, buyurdu. Muâz ibn Cebel, bunu ölümüne yakın günâhtan sıyrılmak için haber
verdi.
69-.......Ben Enes (R)'ten işittim,
şöyle dedi: Bana zikrolundu ki, Peygamber (S), Muâz'a:
- Allah'a hiçbir şey ortak
kılmıyarak Allah'a kavuşan kimse, cennete girdi, buyurmuştur.
Muâz:
- Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi. Rasûlullah:
- Hayır, çünkü ben onların buna
güvenmelerinden endîşe ederim, buyurdu [100]
Ve Mucâhid ibn Cebr: "Haya eden de, büyüklük taslayan
da ilim öğrenemez" demiştir. Âişe (R) de: "Ensâr kadınları ne iyi
kadınlardır! Hayaları kendilerini dînde fakîhler (derin âlimler) olmalarından
men' etmedi" demiştir[101]
70-.......Bize Hişâm, babası
Urvetu'bnu'z-Zubeyr'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti. Şöyle demiştir:
Ümmü Suleym (R) Rasûlullah'ın yanına geldi de: Yâ Rasûlallah! "Allah
hakktan haya etmez" (el-Ahzâb: 33/53). Bir kadın ihtilâm olursa
yıkanması îcâb eder mi? diye sordu. Peygamber (S): "Suyu gördüğünde
(evet)" cevâbını verdi. Ümmü Seleme utancından yüzünü örterek: Yâ
Rasûlallah! Kadın da ihtilâm olur mu? dedi. Rasûlullah: "Evet. Sağ elin
toprağa gelsin! Bu olmasa çocuğu kendisine nasıl benzeyebilir?"
buyurdu.
71-.......Abdullah ibn Umer (R)'den
(ki o şöyle demiştir): Rasûlullah (S): "Ağaçlardan bir nevi' vardır ki
yaprağı düşmez, o ağaç müslümânın benzeridir. Nedir o, bana söyleyin" buyurdu,
insanlar çöldeki ağaçlan saymağa daldılar. Benim kalbime onun hurma ağacı
olduğu düştü. Abdullah dedi ki: Fakat ben söylemeğe utandım. Yâ Rasûlallah, onu
bize haber ver, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S): "O, hurma
ağacıdır" buyurdu. Abdullah dedi ki: Müteakiben babama gönlüme düşen
şeyi söyledim. Babam: Vallahi onu söylemiş olmaklığın bana, benim şu, şu
şeylerim olmasından daha sevimli olurdu, dedi[102].
72-.......Alî ibn Ebî Tâlib (R)
şöyle demiştir: Ben çok mezîsi olan bir adam idim. Peygamber'e sormasını Mıkdâd
ibnu'l-Esved'e emrettim. O da sordu. Peygamber (S): "Abdest alması îcab
eder" buyurmuştur[103].
73-.......Bize Abdullah ibn Umer ibn
Hattâb'ın azâdlısı Nâfi', Abdullah ibn Umer (R)'den tahdîs etti (ki şöyle
demiştir): Bir kimse mescidde ayağa kalktı ve: Yâ Rasûlallah, nereden ihrama
girip telbiye etmemizi emrediyorsun? diye sordu. Rasûlullah (S): "Medine
ahâlîsi Zu'l-Huleyfe'den, Şam ahâlîsi Cuhfe'den, Necd ahâlîsi Karn'dan itibâren
telbiye etsinler” buyurdu.
Abdullah ibn Umer der ki: Rasûlullah'm: "Yemen ahâlîsi Yelemlem'den
i'tibâren telbiye etsinler" buyurduğunu da söylüyorlar. İbn Umer: Ben
bu son sözü Rasûlullah'tan anlamadım, der idi.
74- Bize Âdem (ibn Ebî İyâs) tahdîs
edip şöyle dedi: Bize İbnu Ebî Zi'b, Nâfi'den; o da İbn Umer (R)'den; o da
Peygamber (S)'den tahdîs etti. Ve keza (Âdem, o da ibn Ebî Zi'b'den), o da
Zuhrî'den; o da Sâlim'den; o da İbn Umer'den (şöyle demiştir): Bir kimse
Peygamber'den: İhrama giren (insan) ne giyer? diye sordu. Peygamber (S): "Ne
gömlek, ne sarık, ne don, ne bornus, ne çehrî veya zağferân ile boyanmış bir
kumaş giyer. Na'leyn bulamadığı takdirde mest giysin ve onları topukların
altına varıncaya kadar kessin" buyurdu.
[1]
el-Câmi'u's-Sahîh'dekı kitâbların hepsinin medarı (dönüp dolaşması) ilim üzerine
olduğu içindir ki, Buhâri bu ilim Kitâbı'nı, bundan sonraki kitâbların önüne
geçirmiştir. Bunu niçin İmân Kitâbı'nın da önüne geçirmedi? dersen, îmân
mükellef üzerine ilk vâcib olan şey olduğu için, yâhud mutlak olarak işlerin en
faziletlisi, en şereflisi olduğu içindir derim. Nasıl böyle olmaz ki, îmân,
ilimce de amelce de her hayrın başlangıcı, küçük büyük her kemâlin menşeidir.
Vahiy Kitâbı'nın en öne geçirilmesine gelince, îmânı ve dîn ile ilgili her şeyi
tanıma, ancak vahye dayandığı için, yâhud semâ'dan bu ümmete inen ilk hayr,
vahy olduğu içindir (Kirmani, Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/213.
[2] Buhârî, ilmin
faziletini beyân hususunda iki âyeti zikretmekle yetindi. Çünkü Kur'ân, kat'î
olan hüccetlerin en kuvvetlisidir. Nefyetmede de, isbât etmede de Kur'ân'la
istidlal etme, başkalarıyla istidlalden daha kuvvetlidir (Kirmânî, Aynî).
İlk âyetin baş tarafı şöyledir:
"Ey îmân edenler, size
meclislerde 'yer açın' denildiği zaman genişleyin ki, Allah da size genişlik
versin. 'Kalkın' denilince de kalkıverin..."
Bu âyetin tefsîri sırasında
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ilmin faziletiyle ilgili birçok hadîsler
sıralamıştır: VI, 4790-4797.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/213-214.
[3] Hadîsin başlığa
uygunluğu meydandadır. Bu hadîsten birçok hükümler alınmıştır: Sorana
öğretmenin vücûbu, âlim meşgul bulunduğu müddetçe ona herhangi bir-şey
sormaması öğrencinin âdabından olduğu; çünkü konuşmakta olduğu konuyu
tamamlayıncaya kadar sözünü kesmemesi dinleyenlerin hakkı olduğu, öğrenci
sormasında katı ve sert bile olsa öğretmenin ona yumuşak ve rıfk ile muamele
etmesi, âlimin cevâbda genişletme yapabileceği, cevâb vermekte kaadî, müftî ve
müderrisin soru soranların öncelik sıralarını gözetmeleri gerekeceği...
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/215.
[4] Müslim'deki
rivayetlerin birinde gösterildiği üzere, bu sefer, Mekke'den Medine'ye dönüş
idi. Vakti giren namaz da ikindi namazıydı. Bâzıları konak yerine varır varmaz
hemen acele ile abdest almağa başlamışlar, ökçeleri ıslanmamış olanları bile
varmış. Müslim'in rivayetinde bu inzardan sonra sarahaten Abdesti eksiksiz
alın.'"tenbüıi de vardır: Müslim Ter., 1,323-324; "Tahâre, iki ayağı
kemâliyle yıkamanın vücûbu babı", 26(241).
Bu hadîsten: Abdestte iki
ayağı tam yıkamanın vücûbu, temizliği her organa tam yaygınlaştırmanın vücûbu,
cesedin azâb olunacağı, ilim münazarasında gerektiğinde ses yükseltmenin
cevazı, âlimin farzlar ve sünnetlerin zayi' edilmesini gördüğünde bunu yüksek
sesle reddedebileceği, te'kîd ve vücûbunda mübalağa olmak üzere mes'elenin
tekrar tekrar söylenebileceği gibi hükümler alınmıştır. (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/215.
[5] Bu, muhaddisin
haddesenâ, ahbaranâ ve enbeenâ sözleri arasında fark var mıdır, yoksa hepsi
bir midir hususunu beyân babıdır.
Bu babı Kitâbu'l-İlm'de
mutlak olarak zikretmesi, kitabını Peygamber'den rivayet edilmiş müsned
hadîsler üzerine bina ettiğine tenbîh içindir. Bunun İlim Kitabı ile münâsebeti
açıktır. Çünkü bu, muhaddisin lügat ve ıstılah yönünden mezkûr lâfızlar
arasındaki farkı bilme hususunda muhtaç olacağı şeyler cümlesindendir. Buhârî
"Bu ta'bîrlerin hepsi birdir, aralarında fark yoktur" görüşünü tercîh
etmiştir. Buhârî bu görüşü, üstadı Humeydî'den; o da kendi üstadı Sufyân ibn
Uyeyne'den nakletti.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/216.
[6] Bunlar arka
arkaya üç ta'lîktir. Buhârî bunları sahâbînin bazen haddesenâ, bazen de
semi'tıı demekte olduğuna, binâenaleyh bunun da sahâbîlerin bu sîgalar arasında
fark gözetmediklerine delâlet ettiğine tenbîh olmak üzere getirdi. Birinci
ta'lîki, Kader Kitâbı'nda, ikinciyi Cenâiz Kitâbı'nda, üçüncüyü de Rikaak
Kitâbı'nda vasletti.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/216.
[7] Bunlar da diğer
üç ta'lîktir ki, bunları da an'anenin, yânî "an fulanin, an fulanın"
ta'bîrlerinin, -bu fulânların buluşmaları sabit olduğu zaman- vasl ifâde
ettiğine tenbîh için getirmiştir. Buhârî bu üç ta'lîki de Tevhîd Kitâbı'nda
vasletmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/217.
[8] Bu hadîste,
üstadın talebeden, talebenin de üstâddan işitmesini tahdîs ta'bîriyle ifâde
etmesi vardır. Çünkü Peygamber, sahâbîlere hitaben: "Bana tahdîs
edin" buyurdu; onlar da Peygamber'e: "Bize tahdîs et"
dediler.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/217.
[9] Başlığa uygunluğu
"Onun ne olduğunu bana tahdîs ediniz" ve "Yâ Rasûlallah! Onun
ne olduğunu bize tahdîs et" sözlerindedir. Başlık tahdîs, ihbar ve in-bâ
diye üç lâfızladır; hâlbuki hadîste tahdîs'ten başka lâfız yoktur dersen, ben:
Hadîsin lâfızları muhteliftir, bütün yolları toplanırsa bu ta'bîrlerin hepsi de
bulunur derim.
Bu hadîsten:Âlimin,
anlayışlarını denemek için ve onları düşünmeye rağbetlendirmek için
talebelerine soru sormasının müstehâblığı, büyüklere ta'zîm gösterip yanlarında
gereksiz konuşmamak, bir maslahatı kaçırmaya götürmediği müddetçe, hayanın
müstehâblığı, cevâbını beyân etmekle beraber bilmecenin cevazı, daha iyi
anlatmak ve zihinlerde ma'nâları sû'retlendirmek için misâller getirip beyân
etmenin cevazı, kendinden aşağıdaki kişilerin idrâk etmekte oldukları bâzı
şeylerin büyük âlime bazen gizli olabileceği; çünki ilmin ilâhî bir hibe ve
Rahmani bir mevhibe olduğu: "Lütuf ve inayet muhakkak Allah'ın
elindedir; onu kime dilerse ona verir" (Âli İmrân: 3/73;
el-Hadîd:57/29) gibi hükümler alınmıştır (Aynî)
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/218.
[10] Selefin bâzısı
ancak üstâdların lâfızlarından işittikleri söze i'tibâr etmişlerdir de
üstâdların huzurunda okunanlara i'tibâr etmemişlerdir, işte bu sebebledir ki Buhârî,
Üstâdların huzurunda okunanların da cevazına dâir bu babı açtı ve bundan Hasen
Basrî'nin "Âlimin huzurunda okumakta be's yoktur" sözünü getirdi. Bu
sözü ta'lîk yaptıktan sonra, müsned olarak da sevk eyledi. Keza Sufyân
es-Sevrî'den ve İmâm Mâlik'ten de mevsûlen zikretti ki, bu iki imâm, âlimden
işitmek ile âlimin huzurunda okumayı müsâvî kılmışlardır... (İbni Hacer).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/219.
[11] Burada
"sakk"dan (belki de bugün "çek" dediğimiz şeyden) murâd,
içinde bir hakkı i'tirâf ve ikrar
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/220.
[12] Buhârî,
bâzılarının Dımâm ibn Sa'lebe hadîsiyle âlim huzurunda okumaya hüccet
getirmelerini zikredince, hadîsin tamâmını burada getirdi.
Buhârî bu babın başında ilmi
elde etme yollarından semâ', kıraat veya arz yollarını zikretmişti. Bundan
sonra munâvele ve mükâtebe yollarını zikredecektir. Hadîsi elde etme yolları,
sırasıyla şu sekiz çeşitte toplanır:
a- Semâ': Hadîsi bizzat
üstadın ağzından işitme.
b- Huzurda okuma: Şeyhinden rivayet
edebilmek için yazdığı hadîsleri üstadın huzurunda okuyup tasdîkından
geçirmek; buna arz etmek de denir.
c- İcazet: Üstadın semâ' ve
kıraat olmaksızın -özel kaaideleri dâhilinde- bütün veya bâzı rivayetlerini
öğrencinin rivayet etmesine izin vermesi.
ç- Munâvele: Üstadın
rivayetine izin vereceği bir kitabı öğrencisine kendi eliyle vermesidir.
d- Kitabet yâhud mükâtebe: Üstadın kendi
işittiği hadîslerinin tamâmını veya bir kısmını hâzır veya gaaib bir kimse için
yazması veya yazdırmasıdır.
e- İ'lâm yâhud İ'lâmu'ş-Şeyh: Üstâd kendisinden
rivayete izin vermeksizin, fulân hadîsi veya hadîsleri veya hadîs kitabını
fulân üstadından işitmiş olduğunu bildirmesidir.
f- Vasıyyet: Üstadın rivayet
ettiği bir kitabı veya cüz'ü, sefere çıkarken veya vefat ederken bir şahsa
vasıyyet yoluyla bırakmasıdır.
g- Vicâdet: Bir üstadın bir
râvînin kendi el yazısıyle yazılmış bir kitabının veya bâzı hadîslerinin, başka
bir kimse tarafından bulunması ve elde edilmesidir. Bu yollarla elde edilen
hadîsleri rivayette ayrı ayrı ta'bîrler ve elde ediliş yollarını işaret
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/220-221.
[13] Sa'd ibn Bekr
oğulları Peygamber'imizin süt dayılarının kabîlesidir. Süt annesi Halîme
es-Sa'diyye onlardandır. Sa'd oğullarının îmânı, ibn İshâk'ın beyânına göre,
hicretin dokuzuncu senesinde Huneyn gazasından sonra vâki' olmuştur. Dımâm'ın
"îmân ettim" demesi ihbar mıdır, inşâ mıdır? Buhârî'nin anladığı
gibi ihbar ise, Sa'd oğullan nezdine Peygamber tarafından da'vet ve ta'lîm için
gönderilen zât vâsıtasıyle îmân etmişler, Dımâm da İslâm'ın rükünlerini bir de
vasıtasız olarak doğrudan doğruya Peygamber'in ağzından işitmeğe kavmi
tarafından gönderilmiş demek olup, bu sözüyle îmân etmiş olduğunu haber vermiş
oluyor.
"Suâllerini sorup
cevâblarını aldıktan sonra "Eşhedu en-lâ-ilâhe ille'llâh ve eş-hedu enne
Muhammeden abduhu ve Rasûluhu" dediği zikrediliyor. Keza Müslim'in başka
tarîk ile yine Enes'ten rivayetinde = Senin gönderdiğin kimse iddia ediyor
ki." demiş oluyor ki, bu zeame( = iddia ediyor) lâfzı kendisinin de,
kavminin de Peygamber'in elçisine henüz inanmayıp, işi anlamak için Dımâm'ın
Peygamber huzuruna kavmi tarafından gönderildiğini sezdiriyor. Her ne'hâl ise,
bu Dımâm ibn Sa'lebe muamelesi, hitâb ve suâldeki kabalığıyle beraber,
hakkında İbn Abbâs: = Dımâm ibn Sa'lebe'den efdal hiçbir vâfidin geldiğini
işitmedik" diyor. Onun bu fazileti bütün kavminin îmânına sebeb olmasıdır
(Ahmed Naîm, Tecrid Ter., 1,60-61).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/222-223.
[14] Buhârî, babın
isminden sonra zikrettiği ta'lîkleri Sahih"inin başka yerlerinde
vasletmiştir. Burada müfreze kumandanına verilen yazılı mektûb hadîsini de Sahihinde
mevsûlen getirmedi. Bu sahîh hadîsi Beyhakî ile Taberânî vasletmişlerdir.
Peygamber Bedr'den evvel bir
müfrezeyi Nahle Vâdîsi'ne gönderdi. Müfreze kumandanı Abdullah ibn Cahş'a,
Medine'den iki gün ayrıldıktan sonra mektubu açıp, içindeki emre göre hareket
etmesini emretmişti. O da Medine'den iki konak ayrıldıktan sonra mektubu açmış
ve sekiz sahâbîden ibaret olan müfrezesine okuyup Peygamber'in emirlerini
haber vermiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/223-224.
[15] Bu hadîsten
"munâvele"ye delâlet ciheti şudur: Peygamber mektubu elçisine karşı
okumadı, lâkin mektubu elçiye uzatıp verdi ve ona mektubun içindekileri
kendisine isnâd etmesine ve "Bu, Rasûlullah'ın mektubudur" demesine
icazet verdi.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/224.
[16] Hadîs, başlığın
son cüz'üne uymaktadır. Bu hadîsten: İlmi yazıp memleketlere göndermenin
cevazı, kâfirlere mektûb yazmanın cevazı, devlet başkanının kaadîlelerin,
hâkimlerin kendi yazılarına mühür basmalarının cevazı, erkeklerin mühürleme
sırasında gümüşten mühür yüzük kullanmalarının cevazı gibi hükümler
alınmıştır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/224-225.
[17] Bu hadîsten de:
Bir ilim halkasına oturan kimsenin Allah'ın yakınında ve himayesinde olduğu,
ve onun meleklerin üzerine kanatlarını açacakları kimselerden olduğu, âlimin de
öğrenciyi böyle barındırıp korumasının vâcib olduğu; bir âlimin meclisine
oturmak istenip de bundan utanan kimseye, bu yüksek hayasından dolayı Allah'ın
da ona azabdan haya edeceği; âlimin ilim meclisinde oturmaktan yüz çevirenden
Allah'ın da yüz çevireceği; ilim halkasında daha iyi işitmek için büyüğe yakın
oturmanın müstehâblığı; ilim meclisinin kenarına oturmak ve kimseyi yerinden
kaldırmamanın güzel edeblerden olduğu; ilim halkasında boş yer bırakmayanlara
ve hayır talebinde sıkışanlara övgünün cevazı; âlimin, meclistekilerin soru
sormasından evvel ilmi anlatmaya başlaması... gibi hükümler alınmıştır (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/225-226.
[18] Kirmânî şöyle
dedi: Buhârî başlıktaki hadîsi muallak olarak getirdi. Bu, ya daha sonra
isnâdıyle zikrettiği hadîsi ma'nâ ile nakletmek bâbındandır, yâhud da yanında
başka bir tarîkden sabit olmuş bir hadîstir. Bunun bir rivayeti Tirmizî'de,
Abdullah ibn Mes'ûd'dan gelmiştir. Bu hadîs, Buhârî'nin "Hacc
Kitâbı"nda Minâ Hutbesi babında, Ebû Bekre (R)' den gelmiş mevsûl bir
hadîstir (Aynî, Umdetu'l-Kaarî, I, 417-418).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari
ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/226.
[19] Bu hadîste tahdîs
ve an'ane yolları vardır. Buhârî bunu Hacc, Tefsir, Fiten ve Bed'u'1-Halk
kitâblarından da tahrîc etmiştir. Rivayetlerin bazısı mufassal, bâzısı da
kısadır.
Bundan da: Âlime, doğrudan
doğruya ilim ulaşmayan müstakbel nesillere de ilmi teblîğ etmesi ve ilmi
anlamayanlara onu açıklamasının vâcib olacağı; çünkü bunun, Yüce Allah'ın
âlimlerden "Onu muhakkak açıklayıp anlatacaksınız, onu
gizlemeyeceksiniz" (Âlu lmrân: 3/187) diye te'mînât aldığı bir husus
olduğu, daha sonraki zamanlarda ilmi, geçenlerden daha iyi anlayacak kimselerin
geleceği, hadîsi taşıyanın ma'nâsını bilmese de ondan hadîs alınmasının caiz
olacağı, haram olan şeyin harâmlığını te'kîd edip, Peygamber'in yaptığı gibi
en belîğ şekilde bildirmenin âlime vâcib olduğu; mal, can, ırzın harâmlıkta
musâvî oldukları gibi hükümler alınmıştır (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/227.
[20] Bir şey evvelâ
öğrenilip bilinir, ondan sonra söylenir ve onunla amel edilir. Binâenaleyh
ilim, konuşmaktan ve amel etmekten evveldir. Keza ilim, şerefçe de sözden ve
amelden öndedir; zîrâ o, vücûd organlarının en şereflisi olan kalbin amelidir.
İlim, sözün de, amelin de sahîh olmasında şarttır. Bunlar ilimsiz mu'teber
olmazlar...
Yüce Allah Peygamber'inin
şahsında: "Binâenaleyh şu 'Allah'tan başka hiçbir tann yoktur'
hakikatini bil, hem kendinin, hem erkek mü 'mirilerle kadın mü 'mirilerin
günâhının mağfiretini iste. Allah dolaştığınız yeri de bilir, barındığınız yeri
de" (Muhammed: 47/19) âyetinde, evvelâ bilgi ile başladı; ondan sonra
söz ve amele işaret olan istiğfar ile emreyledi. Buharı bu âyetle bâb ismindeki
sözün Kur'ân'daki şahidini göstermiş oluyor.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228.
[21] Bu kelâm, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, İbn Hıbbân ve Hâkim'de sahîh denilerek rivayet edilen
Ebu'd-Derdâ hadîsinden bir parçadır. Başkaları bunu senedindeki bir ıttırab
sebebiyle zaîf bilmişlerse de, kendisini takviye
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228.
[22] Bunu Müslim,
A'meş hadîsinden; o da Ebû Salih'ten; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere tahrîc
etti. Bu "Kim bir mü'mini bir kederden nefes aldırırsa... "
diye başlayan uzun hadîsin bir parçasıdır. Bunu, Tirmizî de tahrîc etmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228.
[23] Buhârî arka
arkaya sıraladığı bu âyetleri, ilmin ve âlimlerin rütbe ve makaam yüksekliğini
isbât için delîl olarak getirmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228.
[24] Bu iki ta'lîkten
birincisini Buhârî, iki bâb sonra mevsûlen rivayet etti. İkincisi, yânî "İlim
ancak öğrenmekledir" sözü, İbn Ebî Âsim ve Taberânî'nin merfû' olarak
Muâviye hadîsinden; Ebû Nuaym el-Isfahânî'nin de Riyâzu'l-Muteallimîn'de
Ebu'd-Derdâ'dan merfû' olarak rivayet ettikleri hadîstendir. Tamâmı: "Ey
insanlar, öğreniniz, İlim ancak öğrenmek ile (bâzı rivayetlerde öğretmek ile),
hilm ancak tahallum ile, fıkıh ancak tefakkuh iledir. Kim hayrı biriktirirse
(yâhud ihtiyar ederse) o kendisine verilir" tarzındadır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/228-229.
[25] Ebû Zerr'in bu
sözünü Dârimî, Müsned'inde, Evzâî tarîkinden mevsûl olarak şöyle rivayet
etmiştir: Bana Mersed ibn Ebî Mersed, babasından tahdîs etti. şöyle demiştir:
Ebû Zerr'e geldim, o Minâ'da orta cemrenin yanında oturmuştu, halk etrafında
toplanmış, ondan fetva soruyorlardı. Derken ona bir adam gelip yanıbaşmda
durdu, sonra: Sen fetva vermekten vazgeçmedin mi? dedi. Ebû Zerr başını ona
doğru kaldırıp: Sen benim üzerime murâkıb mısın?
Onu fetvadan men'
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/229.
[26] Buradaki birinci
ta'lîki, Hatîb Fıkıh ve Mutefakkıh kitabında sahîh bir senedle Ebû Bekr ibn
Harbî tarikiyle rivâyet'etti. İbn Ebî Âsim da îlim Kitâbı'nda Mukaddemî'den
rivayet etti. ikinci ta'lîk ise Buhârî'nin, bâzılarının görüşü olarak yaptığı
nakildir. "Rabbânî" ve "Rıbbiyy" tâbirleri Kur'ân'da birkaç
defa geçer (Âli-İmrân: 3/79, 146; el-Mâide: 5/44, 63). Bunların ikisi de Rabb'e
nisbettir. Rabb'e kulluk
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/229-230.
[27] Bu bütün vâlîler,
âmirler, idareciler, öğreticiler... topluluklarına yumuşaklık ve mülâyemetle
muamele etmeyi emirdir. Bu hadîs cevâmi'u'l-kelim, yânî çok değerli ma'nâlar
toplayan câmialı sözlerdendir. Çünkü dünyâ ve âhiretin hayırlarına şâmil
bulunmaktadır. Zîrâ dünyâ ameller yurdu, âhiret karşılık görme yurdudur.
Rasûlullah (S) iki darda da âlemlere rahmet olduğunu gerçekleştirmek üzere,
dünyâ ile ilgili işlerde kolaylaştırmayı, âhiretle ilgili işlerde hayır va'di
ve sürür haberi vermekle emretmiştir (Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/230.
[28] Peygamber (S)
sahâbîlere bilinen vakitlerde va'z eder, üzerlerine bıkkınlık ve sıkıntı
vermekten korktuğu için bütün vakitleri kaplamazdı. Nitekim "Kimse iki
uyluğunu toplayıp birbirine yanaştırarak (eziyet verici şekilde) namaz kılmasın
" ve "Evvelâ akşam yemeğiyle başlayın, sonra namaz kılın'' sözleriyle
onları nehyederdi ki, bunlardan maksadı Allah'a tam yöneiı.ıekten, namazdan ve
niyetten, başka şeylerle meşgul olmamaları idi. Yüce Allah da onu ümmetine çok
şefkatli olmakla vasıflayıp, şöyle buyurmuştur:
"Andolsun size kendinizden
öyle bir Rasûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç
gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müzminlere çok şefekatli, çok
merhametlidir" (et-Tevbe: 9/128)(Aynî).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/231.
[29] Bu sözün ma'nâsı
şudur: Bana vahy olunan dîn ilmini teblîğ ederken, bâzılarına tahsîs edip de
diğerlerinden gizlediğim yoktur. Allah tarafından bana her ne bildirilmiş ise
herkese musâvî surette teblîğ ediyorum. Ben ancak bir taksîm ediciyim.
Tebliğlerim herkese göre farksız olmakla beraber, bu tebliğler insanlar tarafından farklı derecelerde anlaşılıyor.
Çünkü anlayışı veren Allah'tır. Allah'ın verdiği şey, kullarına farklı
derecelerde oluyor. Bunun izleri de benim tebliğimden sonra görülüyor. Herkes
kısmetini benden alırsa da, veren Allah'tır, ben değilim.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/231-232.
[30] Bu hadîs üç hükmü
şâmildir: Biri, dînde fakîh olmanın üstünlüğü; ikincisi, hakîkatte vericinin
Allah'tan ibaret olduğu; üçüncüsü de, bu ümmetten bir kısmının ebediyyen hakk
dîn üzerinde bakî olacağıdır. Hadîsin son fıkrası: "Ümmetimden dâima
hakk üzere gâlib ve zahir, muhaliflerinin zarar veremiyeceği bir taife hiç
eksik olmayacaktır" (Alâmetu'n-Nübüvve, Müslim, 53. bâb) hadîsinin
ma'nâsına da uygundur.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/232.
[31] Başlığa
uygunluğu, Peygamber'in "Ağaçlardan bir ağaç nevi' vardır ki..."
sözünü, onun sahâbîlerce bilinmesi yoluyla söylemiş olması yönündendir. İbn
Umer bu bilgiyi anlamış, fakat bunu açıklamaktan onu hayası ve küçüklüğü men'
etmişti. Bunun bir rivayeti daha önce "ilim Kitâbı"nın başlarında
geçmiş ve bâzı açıklamalar verilmişti.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/232.
[32] Bu bâb ismindeki
hasedden maksad gıbtadır. Çünkü hased islâm'da haram kılınmış çirkin bir
huydur. Hased, bir kimsedeki ni'metin kendisinde olmasını istemekle beraber,
ondakinin yok olmasını arzu etmektir. Gıbta ise, bir kimsedeki ni'metin
devamını istemekle beraber, kendisinde de olmasını arzu etmektir. Buradaki
hased'in gıbta ma'nâsına olduğunu "Fadâilu'l-Kur'ân"da Ebû
Hureyre'nin rivayet ettiği hadîs te'yîd etmektedir: "Kur'ân sahibinin
gıbta edilmesi babı"; 20. bâb, 46. hadîs. Hz. Umer'in sözü olan ta'lîke
gelince, onu ibn Abdi'1-Berr, İbn Sîrîn hadîsinden; o da Ahnef'ten olmak üzere
sahîh bir senedle rivayet etmiştir. "Efendiler olmanızdan evvel fakîhler
olunuz" demek, efendilik ve başkanlıktan önce, daha küçük yaşlarda iken
öğrenip âlimler olunuz; yâhud evlenmeden evvel âlimler olunuz, sonra büyüklük,
idarecilik veya kocalık sıfatı, sizlerin üstâd önüne oturup ilim öğrenmenize
mâni' olur, demektir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/233.
[33] Bu bâbdan maksad,
ilim tahsili için sefer etmeyi isbâttır. Çünkü ilim için sefer, sahâbîler,
tabiîler ve tabiîlerin tâbi'leri zamanında (çok) alışılmış değildi. Onlar ilmi
kendi beldelerinin âlimlerinden alıyorlardı. Kitâblar tedvîn edilip de bunlar
memleketlere yayılınca, ilim talihleri bir beldeden diğerine sefer ettiler.
Artık ilim için sefer etmek onlar arasında âdet oldu. Binâenaleyh musannif
Buhârî, sahîh, kavî bir aslı isbât etmiştir iyi anla. (Şah Veliyyullah, Şerhu
Terâcimi Ebvâbı Sahîhi'l-Buhârî, s. 13-14).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/234.
[34] Mûsâ-Hızır
kıssası, Kur'ân-ı Kerîm'in el-Kehf sûresi 60-82. âyetlerinde genişçe anlatılmıştır.
Buradaki hadîste vak'aya kısaca temas edilmiş, sonunda Kur'ân'daki tafsilâtına
işaret buyurulmuştur. Bunun için hadîs ile âyetler birlikte okununca,
Mûsâ-Hızır kıssası daha açık olarak anlaşılır. Bununla ilgili hadîsler Sahîh-I
Müslim ve Tercemesi, "Kitâbu'l-Fadâil; Hızır'ın faziletlerinden bir bâb'
(c. VII, s. 265-276) da toplanmıştır.
Bu hadîsten, ilim tahsîli
için uzak mesafelere kadar sefer etmenin fazileti ve ilimle ilgili daha birçok
hükümler istidlal edilir. Musa'nın bu sünnetine uyarak sahabe, tâbiûn ve
tabiîlerin tâbi'leri ile, onlardan sonra gelen âlimlerin birçokları dîn
ilimlerini cem' edip diyar diyar dolaşmışlardır.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/235.
[35] Peygamber'in bu
duasının
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/235.
[36] Hadîsin âkil ve
baliğ tarafından eda ve teblîğ edilmesi hususunda hiçbir ihtilâf yoktur. Ancak
hadîsi yüklenmeye, yânî işitip öğrenmeye gelince, ihtilâma yaklaşmasından
sonra, akl edip hayır ve şerri ayırdığı zaman, çocuktan da caiz olur. İşte
müellif Buhârî, bunu isbât etmiştir.
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/236.
[37] Musannif Buhârî
bu ta'lîki, ilim aramak için karada ve deryada sefere çıkmanın fazîletine
tenbîh olmak üzere zikretti.
Bu tek hadîsi Buhârî
"el-Edebu'l-Müfred"de, Ahmed ile Ebû Ya'la da Müsnedlerinde Abdullah
ibn Muhammed ibn Ukayl tarîkinden tahrîc etmişlerdir. Bu Abdullah, Câbir ibn
Abdillah'tan şöyle derken işitmiştir: Bana bir kimseden, Rasûlullah'tan
işitmiş olduğu bir hadîs ulaştı. Bunun üzerine bir deve satın aldım, sonra
yolculuk eşyamı deveme yükleyip, ona doğru bir ay yolculuk ettim. Nihayet
Şam'a geldim. O zât Abdullah ibn Uneys'miş. Kapıcısına: Ona
"Kapının önünde Câbir
bekliyor" de! dedim.
"Abdullah oğlu Câbir
mi?" diye sordu.
"Evet" dedim. Bunun
üzerine dışarı çıktı ve benimle sarmaştı. Ben:
"Senden bana, senin
Rasûlullah'tan işitmiş olduğun bir hadîs ulaştı. Ben de bunu bizzat işitmeden
evvel ölmekliğimden endîşe ettim" dedim. Bunun üzerine şöyle dedi:
"Ben Rasûlullah'tan
işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah kıyamet günü
insanları çıplaklar olarak toplar..."
Ebû Eyyûb Hâlid ibn Zeyd
el-Ensârî'nin de bir hadîs için Mısır'a kadar gittiği ve hadîsi dinler
dinlemez, ikaamet etmeksizin hemen geriye döndüğü rivayet edilmiştir. Bunun da
rivayet zinciri ve tafsilâtı tamâmiyle zabtedilmiştir (Umdetu'l-Kaarî, I,
462-463).
Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i
Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/236-237.
[38] Bu taksîme göre,
topraklar da, insanlar da üç kısma ayrılmış oluyorlar:
1. Faydalanan, fayda veren;
2. Fayda veren, faydalanmayan;
3. Ne fayda veren, ne de faydalanan.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239.
[39] Hadîste zikredilen "kîân", "kaaa’ "
lâfzının cem'idir. O da içinde su durmayıp üzerine yükseldiği arazîdir.
"Safsaf" da dümdüz arazîdir. Bu son kelime hadîste yoktur. Ancak bunu
istidrâd yoluyla zikretmiştir. Çünkü hadîste gelen lâfızları Kur'ân'dakilerden
tefsir etmek Buhârî'nin âdetidir. Kur'ân'da "kaaen safsafen" (Tâhâ:
20/106) vâki' olmuştur.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239.
[40] İlmin kaldırılıp cehaletin kökleşmesi kıyamet alâmetlerinden olunca,
herhangi ilmî bir mes'eleyi bilenlerin onu meydana çıkarması gerekir, ilmin
kaldırılıp cehaletin ortalığı kaplaması, musibetlerden bir musibettir. Buhârî,
Rabîatu'r-Re'y'in sözüyle, insanlardan ayrılmak ve benzeri suretlerle hadîs
rivayetini terk etmenin ve ilmi tedris etmemenin, ilmin kaldırılması ve cehlin
yayılması olduğunu ve bunun da içtimaî ve ferdî bir musibet olduğunu isbât
etmiştir. Rabîatu'bnu Ebî Abdirrahmân(136)'ın bu sözünü Hatîb, el-Câmi"mde, Beyhakî ise el
Medhal'inde Abdu'1-Azîz el-Uveysî'den; o da Mâlik'ten; da Rabîatu'r-Re'y'den
olmak üzere mevsûlen rivayet etmişlerdir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/239-240
[41] Her iki hadîsin "İlmin kaldırılması ve cehlin yayılması"
başlığına delâletleri meydandadır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/240
[42] Sütün ilim ile tefsîr edilmesinin vechi, her ikisinin çok fayda vermekte
iştirakleri, birinin cesedlere, diğerinin ruhlara salâha sebeb teşkil
etmeleridir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/240.
[43] Yânî bu caizdir; aslı sabittir. Bununla beraber bu zamanda ihtiyatlı olan,
müftînin fetva vermek için bir mekânda itmi'nânla ve arkadaşlarıyle müşavere hâlinde
olmasıdır.
Bu babın
hadîsiyle hayvan üzerinde durma sabit olmamıştır. Lâkin Buhârî, bu hususta
başka bir tarîkle Peygamber'in Veda haccında, Minâ'da hayvan üzerinde duruşunun
sabit olmasına i'timâd etmiştir. Binâenaleyh, sen bu takriri iyi belle, çünkü
bu sana bu kitabın çok yerlerinde fayda verecektir (Şah Veliyyullah).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/241.
[44] Hacc menseklerinin -ki taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak ve ifâza
tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir?
İmâm
Şafiî ile İmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid
tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel yapılsa, te'hîr
edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demişlerdir.
Dayanakları da bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir. İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm
Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî,
İbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma
keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuşlardır. Her iki taraf delillerinin
tafsîli, fıkıh kitâblarındadır (Ahmed Naîm).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/241-242.
[45] Bu zamanda en ihtiyatlı olan bunun aksi ise de, böyle el ve baş
işaretleriyle cevâb vermenin de caiz olduğu sabit oluyor.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/242.
[46] "Herc", ha'nın fethi ve râ'nın sükûnuyla insanlar fitne,
ihtilâl, harb ve kıtal hengâmesine düşmek ma'nâsınadır. Lisânımızda
"insanlar birbirine düşüp herc ve merc oldu" ta'bîri vardır...
Herc'in lügat ma'nâsı ihtilâl ve karışıklıktır. Kati ma'nâsında kullanılması
mecâzendir.
Bunda
kişinin eliyle yâhud başıyle yâhud irâdesi anlaşılacak bir şeyle işaret ettiği
zaman, bunun caiz olacağına delîl vardır. Inşâallah Kitâbu't-Talâk'ta işaretle
boşamanın hükmü ve bu konuda fakîhlerin ihtilâfları gelecektir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/242.
[47] Güneş tutulması namazından sonra hutbenin müstehâb olduğu bundan anlaşılıyor.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243.
[48] Buhârî'nin Enes rivayetinde olan küsûf'taki diğer hadîs ile Sahîh-i
Müslim'de tasrîh edildiği üzere, o namaz esnasında cennet ile cehennem kıble
cihetindeki duvarda Peygamber'in gözlerine temessül etmişti. Yânî o duvar,
Peygamber'in gözleri için bir nevi' televizyon ekranı vazifesi görmüştü.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243.
[49] Bu şekk, Esmâ'nm lâfzı hakkında ara yerdeki râvînin şekkidir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/243.
[50] Bu suâl ve imtihanı edenler Münker ve Nekîr adlarındaki iki melektir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/244.
[51] Başlığa uygunluğu, içinde baş ile işaret etme bulunması yönündendir. Lâkin
bu Âişe'nin fiilindendir. Bâzıları, bu fiil Âişe üzerinde mevkuf (yânî
durdurulmuş) olur demişlerse de, merfû' hadîs hükmündedir. Çünkü Âişe,
Peygamber'in arkasında namaz kılmakta idi. Peygamber de namaz içinde olsa bile
arkasını görür idi...
Güneş ve
ay tutulması zamanları dakîkası dakikasına, hattâ saniyesi saniyesine erbabı
tarafından evvelce hesâb ile haber verilebilir tabiî hâdiselerden oldukları
için, vukua gelmelerinden korkuya ne mahal vardır? demek de olmaz. Çünkü bu
kâinat nizâmının bozulma günü demek olan kıyametin kıyamı vaktinin, evvelden
hesâb ve ta'yîn edilmiş bu gibi hâdiselerle birlikte vuku' bulmayacağına
hiçbir aklî delîl yoktur. Fakat O en büyük hâdisenin halleri hakkında: "...
Ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman" (el-Kıyâme:
75/9) âyetinden anlaşılacağı üzere, kıyamet alâmetlerinden olarak bu kabîl bâzı
felekî görünüşlerin meydana geleceği sâdık haberci tarafından da haber
verilmiştir. Buna mukaabil "Kıyametin subûtunun ne zaman olduğunu sana
sorarlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabb'imin yanındadır. Onun vaktini kendisinden
başkası açıklayamaz. Göklere de, yere de ağır basmıştır. O sizlere ancak
apansızın gelir..." (el-A'râf: 7/187) âyetindeki sarahatten dolayı
apansızın kopacak olan kıyametin de vakti ta'yîn üzere bilinmediği için güneş
ve ay tutulmalarinı yalvarma, dua, niyaz ve ibâdet vesilesi sayarak namaza
koyulmak, îmân ehline göre pek tabiî bir keyfiyettir.. (Tecrîd Ter., I, 74).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/244.
[52] Mâlik ibn Huveyris'in bu sözü, Buhârî'nin "Namaz, Edeb ve Vahidin
Haberi" kitâblarında getirdiği meşhur hadîsin bir parçasıdır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/245.
[53] Bu hadîsin bir rivayeti "Imân Kitabı" 40. babında geçmiş ve
orada bâzı açıklamalar verilmişti.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/246.
[54] Başlığa uygunluğu "Bineğine binip Medîne'ye Rasûlullah'a gitti ve
mes'elenin hükmünü ondan sordu" sözünde
olduğu açıktır. Bunun
birer rivayeti
"Şahâdetler" ve "Nikâh"ta da gelecektir. Bundan, temiz
insanın töhmetli durumlardan çekinmesi vâcib olduğu, ilme hırslı olmak ve
Allah'a yaklaştırıcı olan nev'inin tercîh edilmesi, emzirici kadının köle de
olsa tek başına şahadetinin bâzı hâllerde caiz olabileceği gibi hükümler
alınmıştır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/246-247.
[55] Umer'in ürkmesi -diğer rivayetlerde beyân edildiği üzere-, o sıralarda
Gassânîler'in Medîne'ye hücuma hazırlandıkları insanların ağızlarında yaygın
bulunduğundan dolayı idi. Ensârî arkadaşı telâş ile kapıya gelince, birdenbire
Gassânîler'in ansızın hücumlarına uğramış olduklarını sanmıştı.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/247.
[56] Meydana gelen ve Umer'i bu kadar alâkadar eden mühim iş, Peygamber'in zevceleri
hakkında bir ay müddetle îlâ (yânî bir ay müddetle görüşmemeye yemîn) etmesi ve
bu îlâ'nın sahâbîler arasında boşama zannedilmiş olması idi. Hz. Umer, kızı
Hafsa dolayısıyle bu işin evveliyyâtına vâkıf olduğu için, buradaki metinden
hâriç olarak kavs içine alınan "Ben zâten..." sözünü söylemişti, îlâ
müddetinin sonunda el-Ahzâb: 28-29. âyetleri nazil olarak, zevcelerin hepsi
Allah, Rasûl, âhiret yurdu ile dünyâ hayât ve zîneti ve Rasûl'den ayrılma
arasında muhayyer kılınmışlar, ve hepsi birinci şıkkı ihtiyar etmişlerdir.
Bu
hadîsten: ilim aramaya hırs göstermek, ilim talibinin kendi maişeti ve ilim
aramaya yardım görebileceği hususlara bakıp düşünmesi, vâhid haberinin kabulü,
ve sahâbîlerin mürselleriyle amel etmenin cevazı, sahâbîlerin Peygamber'den
işittiklerini birbirlerine haber verir ve "Rasûlullah şöyle buyurdu"
diyerek, bunu müsned gibi yapar oldukları, çünkü içlerinde yalancı ve
güvenilir olmayan bir kimse bulunmadığı; izin istemek için kapıya vurup
tıklatmanın cevazı; babaların kızları yanına kocalarından izin istemeden
girmeleri ve kocalarıyle zevciyyet işleri hakkında teftîş ve araştırma
yapmalarının cevazı; ve ilim elde etmek için arkadaşlarıyle nevbetleşmenin ve
bununla meşgul olmanın cevazı gibi hükümler alınmıştır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/248.
[57] Yânî onu sen ve başkası tutup almazsa, onu kurt yer demektir. Bu ifâde,
deve hâriç, davar kısmını tutup muhafaza etmeye bir izindir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/249.
[58] Bu zât, Kisrâ'ya sefîr olarak gönderilen Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî
el-Muhâcirî'dir. Müslim'in rivayetine göre bu Abdullah, babasından başka bir babaya
nisbet edilir ve biriyle kavga ettikçe "fulânın oğlu" diye
ayıblanırdı. Annesi böyle bir suâl sorulduğunu işitince: Senden daha fena
evlâd görmedim. Ananın câhiliyyet günlerinde kadınların irtikâb ettiği
şeylerden birini irtikâb etmediğini nereden biliyordun? Ya ananı, âlem
nazarında rüsvây edeydin iyi mi olurdu? diye azarlamış. O da cevaben: Vallahi
eğer beni bir zencî köleye ilhak etmiş olaydı, onu baba kabul eder, Kureyşli
olmak da'vâsından vazgeçerdim, demiştir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/250.
[59] Buradaki her üç hadîsin başlığa delâletleri gizli değildir.
[60] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Müslim'deki rivayette Rasûlullah bu
hitabesinde: "Her kim bana bir şey sorarsa muhakkak haber vereceğim,
babasının kim olduğunu sorsa bile" buyurmuş. Abdullah ibn Huzâfe ile Sa'd
ibn Salim bunun üzerine ayağa kalkıp, babalarının kim olduğunu sormuşlardır...
Bu sırada Rasûlullah'tan daha başkaları da bir takım sorular sorup cevâblarını
almışlardır. Taberî rivayetinde: Umer kalkıp Rasülullah'a doğru gitti. Mübarek
ayağını öptü ve: "Biz câhiliyyetten kurtulalı çok olmadı, bizi afvet,
Allah seni afvetsin" dedi, denilip Umer'in Peygamber'in öfkesini
yatıştırıncaya kadar çalıştığı haber verilmiştir.
Umer'in bu sözleri son
derece câmialı, vecîz ve kesin bir düstûr şeklinde İslâm îmânının ikrarıdır.
Bu
hadîsi Ahmed Naîm şöyle de terceme etmiştir: "Allah'ın Rabb'ımız olduğuna,
İslâm'ın dînimiz olduğuna, Muhammed'in Peygamber olduğuna râzî olduk, dedi.
Bunun üzerine öfkesi geçip sükût buyurdu" (Tecrîd Ter., I, 80. haşiye).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/251.
[61] Bâb ismindeki birinci ta'lîk, "Kitâbu'ş-Şehâdât"ta tamâmını
vaslettiği hadîsin bir parçasıdır. Yalan sözden sakınma el-Hacc: 22/30.
âyette, İbn Umer'den yapılan ta'lîk ise Veda haccı hutbesi hadîsinin'son
parçasıdır.
Bâb
isminin birinci kısmı, öğretme ve ta'lîm sırasında bâzı sözlerin iyice anlaşılması
için tekrar tekrar söylenmesini ifâde ediyor.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/251.
[62] "Bir kavmin yanına geldiği zaman" ifâdesinde "zaman"
sözünün zahiri umûm için demektir. Lâkin burada bâzı vakitler ma'nâsındadır.
Yânî topluluk kalabalık olduğu zaman, Peygamber yanlarına geldiğinde,
topluluğun üç tarafına ayrı ayrı selâm verirdi, demek olabilir; yâhud da
isti'zân selâmı olabilir. Sarihler başka tevcihlerde de bulunmuşlardır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/252.
[63] Hadîsin bir rivayeti ayniyle bu isnâdla "ilim Kitabı",
"ilimde ses yükseltme bâbı"nda geçmişti. Ancak orada
Ebu'n-Nu'mân'dan; o da Ebû Avâne'den.. senediyle sevk etmişti. Burada ise;
Müsedded'den; o da Ebû Avâne'den şeklindedir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/252.
[64] Sondaki bu sözler, hadîsin râvîsi, tabiî büyüklerinden Âmir eş-Şa'bî'nin
sözüdür. Bunu kendisine böyle bir mes'eleye dâir suâl soran bir Horâsânlı'ya
söylemiştir. Bununla öğretme ücreti istemeyip, sâdece öğretme ve teblîğ etme
sevabını ifâde etmiş oluyor.
Hadîsin
bâb ismine mutabakatı, köleler hakkında hadîsin nassı ile, hürr olan aile
ferdleri hakkında kıyâs iledir. Çünkü hürr olan aile ferdlerine Allah'ın farzlarını
ve Rasûl'ünün sünnetlerini öğretmeğe olan i'tinâ, kölelere öğretmekteki
i'tinâdan daha kuvvetlidir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/253.
[65] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bununla kadınlara va'z vermenin, onlara
âhireti ve islâm hükümlerini hatırlatmanın, sadaka vermeye teşvîk etmenin
müstehâblığı sabit oluyor. Peygamber'e ve ailesine sadakanın haram olduğu
ma'lûmdur. Bu sadakalar, münâsib yerlere sarfedilmek üzere toplanırdı.
Hadîsin
sonundaki ifâde Buhârî'nin ta'lîkidir. Çünkü İsmâîl ibn Uleyye, Buhârî'nin
doğum yılı olan 194 yılında vefat etmiştir. Buhârî bu ta'lîkle İsmail'in
Eyyûb'dan: onun da Atâ'dan; onun da îbn Abbâs'tan rivayet ettiğini göstermek
istedi. Bir de burada kesin olarak İbn Abbâs, Peygamber üzerine şehâdet
etmiştir. Binâenaleyh şehâdet lâfzı, yalnız İbn Abbâs'ın kelâmından olduğu da
gösterilmiştir. Sonra Buhârî, bu ta'lîkı, "Kitâbu'z-Zekât"ta da Mümil
ibn Hişâm'dan; o da İsmail'den olmak üzere mevsûlen tahrîc etmiştir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/254-255.
[66] Bir rivayette "Kultu =
Dedim", bir yerinde "Kaale = Dedi"; burada da "Kîle = Denildi" tarzında
gelmiştir. Bu suâli soranın Ebû Hureyre olduğu hadîsin devamından açık olarak
anlaşılmaktadır. "Kile" ve "Kaale" rivayetleri tashîf gibi
görünüyor. Sîn ve noktalı ha ile Musahhaf Hadîs, kelimelerindeki bâzı harflerin
noktalarını değiştirmek suretiyle yanlış rivayet edilen hadîsdir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/255.
[67] La ilahe ille'llâh tan sonra Muhammed Rasûlullah sözü vardır. Bunlar
birbirini tamâmlar ve ikisi asla ayrılmazlar.
Peygamber'in şefâatından
faydalanmayacak ferd yoktur. Peygamberimiz bütün insanlığın dehşet yerinden
rahat bulması için umûmî bir şefaatçi olduğu gibi, bâzı kâfirlerin azablarının
hafifletilmesi, cezaya hakk kazanan bâzı mü'minlerin cehennemden kurtulması,
cehenneme girmiş mü'minlerin kurtulması, bâzı mü'minlerin hesâbsız, azâbsız
cennete girmesi, keza cennete giren mü'minlerin derecelerinin yükselmesi için
çeşit çeşit şefaatleri vardır. Bu şefaatler içinden en ziyâde faydalanacakların
muhlis mü'minler olduğunda şübhe yoktur.
Hadîsten:
İlim ve hayra hırslı olmak, çünkü hırslı kişiyi bu hırsı, gizli mes'eleleri ve
ince ma'nâlan araştırmaya ulaştırır; âlimin öğrencisini iyi düşünüp, onun ilim
içtihadında daha araştırıcı olması için, onu buna tenbîh etmesi; âlimin
kendisine soruluncaya kadar ilimden sükût etmesi ilmi gizlemek gibi olmayacağı;
Ebû Hureyre'nin hadîs ve ilim öğrenmekteki hırsı ve fazîleti; hitâb sırasında
künyenin cevazı gibi hükümler alınmıştır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/255-256.
[68] Buharı bu isnâdla Umer ibn Abdilazîz'in bu eserini "Âlimlerin göçüp
gitmesi" sözüne kadar mevsûl olarak rivayet ettiğine işaret etmiştir.
"Zehâbe'l-ulemâ" sözünden sonrasının Umer ibn Abdilazîz'in kelâmından
olması, velâkin bu rivayete girmemiş bulunması da muhtemildir; onun kelâmından
olmaması da muhtemildir. Bu ikinci ihtimâl daha zahir olandır. Ebû Nuaym da
el-Mustahrac'da bunu tasrîh etmiştir. Böyle olduğu takdirde bu söz Buhârî'nin
kelâmından olur ki, onu Umer ibn Abdilazîz'in sözü bittikten sonra, onun
arkasından getirmiş-tir(Aynî).
Ebû
Nuaym Târîhu Isbahân'da bu kıssayı şu lâfızla rivayet etmiştir "Umer ibn
Abdilazîz -Allah ondan râzî olsun- bütün memleketlere 'Rasûlullah(S)'ın
hadîsine bakınız ve onu toplayınız!' diye yazdı".
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/256.
[69] "Bunun ma'nâsı şudur: Allah, ilmi kendilerine ihsan ettikten sonra
kullarından çekip çıkarmaz. Onlara kendisini bilmeğe ve şeriatını yaymağa
götürücü olan ilim hususunda hibe ettiği şeyleri geriye almaz. Lâkin Allah'ın
ilmi çekip alması, âlimlerin öğretim yapmayarak kendi ilimlerini zayi'
etmeleri suretiyle olur, nihayet geçen âlimlere halef olacak hiçbir âlim
bulunmaz, işte Peygamber böylece bütün hayırların kabz olunacağını haber
vermiştir"(İbn Battal).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/257.
[70] Bu kısım, râvînin Buhari üzerine yaptığı ziyâdelerdendir. Bu kabîl
ziyâdeler çok azdır. Kuteybe rivayeti olan bu ziyâdeyi İmâm Müslim, Sahihinde
tahrîc etmiştir (ibn Hacer).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/257.
[71] Yânî Şu'be bu hadîsi Abdurrahmân'dan, biri Ebû Saîd'e, diğeri de Ebû
Hureyre'ye ulaşan iki senedle rivayet etmiş oluyor. Ebû Hureyre hadîsinde
"Bulûğ yaşına varmış üç çocuk" diye mukayyed olarak gelmiş bir ziyâde
vardır.
Hadîsler,
başlıktaki sorunun müsbet cevâbını teşkîl etmişlerdir. Bundan kadınların dîn
işlerini sormaları ve bu hususta ve ihtiyâçları olan diğer hususlarda
erkeklerle konuşmaları cevazı alınmıştır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/258.
[72] "Arz"dan maksad, amelleri tartılmak üzere insanların mîzâna,
yâhud amellerin sahihlerine arz olunmasıdır ki, arz günündeki hesâb,
ashâbu'l-yemîn (yânî sağcılar) denilen mes'ûdlar hakkında pek kolay geçeceği,
Kur'ân'ın nassı ile bilinmiştir. Bu sağcılar muhasebeye ma'rûz kaldıkları gün,
gufran ile müjdelenmiş ve amellerinin kendilerine arzında taksîrâtlarıyle
beraber nail oldukları büyük ni'metlere muttali' olacaklardır. Mağfiret
müjdesine bitişik olmayan muhasebe ise ağırdır. Hasenattan zannolunan nice
amellerin kabul edilmediği, hesâb münâkaşası esnasında tebeyyün edeceğinden,
bu münâkaşa azaba götürücü yâhud başa baş selâmete erişilse de, münâkaşanın
kendisi azâb olmuş olur (Tecrîd Ter., I, 85).
"İyi bil ki
Peygamber(S) burada muhasebenin iki nevi' olduğuna işaret etti. Biri lugavî
muhasebe ki, bu Kur'ân'da hisâben yesîren ( = kolay muhasebe) diye
vasıflandırılandır, ikincisi örfî olandır. O da münâkaşadan ibarettir.
Peygamber'in bu kelâmında murâd edilen, işte bu münâkaşa ma'nâsma olan muhasebedir.
Sonra şunu da bil ki,
Peygamber (S) bu hadîste bizleri fıkıh usûlü bahislerinden büyük bir bahse
irşâd etmiştir. O da Kitâb ve sünnetten muhtelif görünen iki şey arasını
birleştirme yoludur" (Şah Veliyullah Dihlevî, Şerhu Tercâmi Ebvâbı
Sahîhi'l-Buhârî, s. 15).
Bu
hadîsten: Âişe'nin fazileti, öğrenmeğe ve tahkîka olan hırsı, Rasûlullah'ın
kendisine tekrar tekrar müracaat edilmesinden sıkılmaz olduğu; hesaba
çekilmenin ve günâhların arz edilip gösterilmesinin isbâtı; kıyamet günü azabın
isbâtı; münazara etmenin, sünnet ile Kitâb'ı mukaabele etmenin cevazı; hesaba
çekilmede insanların farklı oluşları gibi hükümler alınmıştır (Aynî).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/259.
[73] Bu ta'lîki müellif Buhârî, "Kitâbu'l-Hacc'ın "Minâ günlerinde
hutbe bâbı"nda İbn Abbâs'tan olmak üzere mevsûlen rivayet etmiştir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/259.
[74] Bu Amr ibn Saîd ibni'1-Âs, Umeyye oğulları hanedanından ve
vâlîlerindendir. Yezîd ile Mervân ve Abdülmelik'in günlerinde Abdullah ibn
Zubeyr (R) hazretlerine karşı ordular techîz ve sevk etmiş, nihayet halîfelik
sevdasına düştüğü için Abdülmelik ile harb de yapmış ve onun tarafından sulh ve
emândan sonra aldatılarak öldürülmüştür. Mekke haremine karşı ordu sevk
edilmemesi hakkında Ebû Şurayh(R)'ın nasihatine mukaabil, ona ilim taslayarak
verdiği cevâb da mugalatadır. İbn Zubeyr hazretleri, Amr'ın hizmet ettiği
kimselerden evvel Şam'dan mâada bütün İslâm beldelerinden bey'at almış olup,
sahâbî oğlu sahâbî olmak dolayısıyle halifeliğe de onlardan daha haklı idi.
Böyle iken onu âsî, kaatil ve hırsız menzilesinde tutup Harem'in hürmetini
parçalamağa kalkışması; cinsiyyet ve kavmiyyet asabiyyetine tâbi' olmaktan
başka şeye hami olunamaz (Ahmed Naîm, I, 86-87).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/260-261.
[75] Bu babın İlim Kitâbı'yla ilgisi, Şâri'in, ilmin ifâde edilmesi ve
yayılmasını istemiş olması yönündendir.
"Rasûlullah doğru
söyledi" sözü, emrettiği şey aynen vâki' oldu ma'nâsınadır. Bu tarz ifâde
onların kullanışlarından gelmiştir. Buna göre zahir olan, bu ifâde hadîsin
tetimmesine işarettir ki, o da "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların
bâzısı bizzat işitenden daha iyi belleyicidir" sözüdür (Dihlevî, Şerhu
Terâcim, s. 15).
Bu
hadîslerden şu hükümler alınmıştır: Ebû Şurayh'ın: "Ey Emîr, bana izin
ver" kavlinde, inkâr hususunda güzel bir incelik vardır; bilhassa
meliklerin maksadlarına muhalif hususları redd hususunda. Çünkü onlara nâzik
davranmak kalblerini daha iyi da'vet edici olur. Ebû Şurayh'ın, dînini tebliğ ve
neşir hususunda Allah'ın âlimlerden aldığı taahhüde vefakârlığı ve yerine
getirmesi..., "Bu hutbede şâhid olan burada hâzır bulunmayanlara tebliğ
etsin" kavlinde ilmin nakli, sünnetlerin ve hükümlerin yayılması
hususlarına apaçık delâlet vardır. Hadîs Allah'ın Mekke'yi haram kılmasına
apaçık delâlet etmektedir. Valilere, me'mûriyet sahiblerine nasihat etmek,
onları aldatmamak, onlara karşı kaba söz söylememek, sözde te'kîd yapmak,
konuşmada maksaddan önce hamd etmek, haram ve halâl kılmanın Allah katından
olduğu, bunda beşer için hiçbir giriş bulunmadığı gibi... (Aynî).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/261.
[76] Şunu bil ki Peygamber üzerine her ne kadar sahâbîler tarafından yalan
söylenmemiş ise de, çok rivayet etmekte bu kabilden bir şeyin vâki' olması
zannı vardır. Hâlbuki bir şeyin kendinden sakınmak vâcib olunca, onun
zannından da sakınmak lâzımdır. Sahâbîlerin çok hadîs rivayet edenleri
ezberlemeyi ve zabtı iyi bağlayan, yalana düşmekten emîn kılınan kimselerdi. Bu
sıfatlarıyle onlar ilmi neşretmeyi ve şayi' kılmayı kasdettiler. Böylece onlar
bu güzel niyetlerine mukaabil en güzel mükâfat ile mükâfatlandırılmışlardır. Az
hadîs rivayet edenleri de yine güzel niyetlerine mukaabil en güzel mükâfat ile
mükâfatlandırılmışlardır. "Herkesin yüzünü kendine döndürücü olduğu
bir yönetici vardır" (el-Bakara: 2/148-Şâh Veliyyullah, s. 16).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/262.
[77] Dînen nehyedilen, "Ebu'l-Kaasım Muhammed" suretiyle isim ve
künyenin bir şahısta toplanmasıdır. Nitekim bunu tasrîh eden rivayet de vardır.
Bu nehyin neshine kaail olanlar olduğu gibi, Peygamber'in hayâtına maksûr
olduğuna kaail olanlar da vardır. Nitekim İmâm Alî, oğlu Muhammed
ibnu'l-Hanefiyye ile Muhammed ibn Ebî Bekr ve Muhammed ibn Talha ibn
Ubeydillah'ın künyeleri Ebu'l-Kaasım idi.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/263.
[78] Bu hadîs daha bir kaç lâfızla da gelmiştir ki, hepsi de sahihtir:"=
Her kim beni ru'yâda görürse hakkı görmüş olur"; yânî gördüğü hulüm demetleri
kabilinden değildir; beni görmüştür. " = Uyanıklıkta da beni
görecektir"; " = Beni uyanık hâlde görmüş gibidir". Bu şekil
lâfızların hepsi bir ma'nâyadır. Hepsinden anlaşılan ma'nâ, Peygamber'imizi
ru'yâda görmenin hakk ve sâdık ru'yâ olmasıdır. Bunun ta'lîki de, metindeki
lâfız ile geldiği gibi "= Zîrâ şeytânın kendisini bana benzetmesi
olamaz" lâfzı ile de gelmiştir ki, yine aynı ma'nâdır.
Son hükmün ru'yâ ile
münâsebet ciheti, Peygamber'imizi ru'yâda görmemiş kimsenin gördüm demesi,
kendisini bu vaîdin hükmüne girdireceğini anlatır.
Bu
hadîslerden özetle şu hükümler alınmıştır: Peygamber üzerine yalan söyleme
harâmlığının azameti; bunun başkaları üzerine söylenen yalandan çok daha büyük
bir günâh olduğu; bunun failinin Peygamber'den halâllık istemekten başka
keffâret yapamayacağı; Peygamber üzerine yalan söyleme ile hükümlerden, tergîb
ve terhîb gibi şeylerden olanlar arasında fark bulunmadığı, bunların hepsinin
müslümânların icmâı ile büyük günâhların en büyükleri nev'inden haram
oldukları; bir hadîsin uydurma olduğunu bildiği veya zannettiği hâlde
râvîlerinin hâllerini ve za'fını beyân etmeksizin rivayet eden kimselerin de
bu tehdide gireceği, istikbâlde bir takım hadîs uydurucularının meydana
çıkacakları... (Aynî).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/263-264.
[79] Hakkında ihtilâf edilen hükümlerde Buhârî'nin yolu, o hususlarda kesin bir
hüküm söylemeyip, sâdece ihtimâl üzere îrâd eylemektir, işte bu bâb ismi de bu
nevi'dendir. Çünkü selef bu hususta amel ve terk yönünden ihtilâf etmişlerdir.
Her ne kadar sonradan iş istikrar bulup yazmanın cevazına, hattâ müstehâblığına
icmâ' hâsıl olmuşsa da. Hattâ ilmi teblîğ etmek kendisine vâcib olanlardan
unutma endîşesi bulunanlara yazmanın vücûbu bile uzak olmaz (Askalânî).
"Müellifin
maksadı şudur: Hadîs yazmak her ne kadar Peygamber zamanında, hadîslerin
Kur'ân'la karışmaması için yâhud insanların ezberlemekleri ziyâde yazıya
dayanmamaları için men' edilmiş ise de, sonradan hadîsleri tedvîn ve te'lîf
etmek şayi' olmuştur. Hadîste buna âid bir asi vardır. Abdullah ibn Amr ibn As
gibi bâzı sahâbîlerin yazma kıssaları ise, bu hadîs yazma lehine bir takım
deliller ve şâhidlerdir" (Şah Veliyyullah).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/264-265.
[80] Alî'nin bu hadîsinden bir takım hükümler alınmıştır: ibn Battal şöyle
dedi: Bunda Şia'nın bid'atini, Alî'nin Peygamber'in vasîsi olduğu ve Rasûlullah
tarafından ona tahsîs edilmiş ondan başkasının bilmediği ilim bulunduğunu iddia
edenlerin iddialarını kesip atan delil vardır. Çünkü Alî kendi yanında,
insanların yanında yazılı bulunan Allah Kitâbı'ndan başka bir yazı
bulunmadığını bildirmiş ve kendi nefsine, başkalarına mümkün olanın gayrı bir
şey tahsîs etmemiştir.
Bunda
âlimin Kur'ân'dan kendi anlayışıyle şeriat asıllarına uygun olmak şartıyle,
müfessirlerden nakledilmiş olmayan anlayış çıkarabileceğine irşâd vardır.
Mâlik, Şafiî ve Ahmed bununla müslimin kâfir mukaabilinde kısas olarak
öldürülmeyeceğine hüccet getirmişlerdir, imâmdan kendisine has olan işlerden
sormanın cevazı... (Aynî).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/265.
[81] Buhârî, aradaki râvîler hep böyle "katli yâhud fîli" tarzında
şekk üzere rivayet etmiş olduklarım söylüyor. Bâzıları yine şekk üzere
"fîl yâhud katil" diye rivayet etmişlerdir. Bir rivayette de cezm
üzere yalnız "fîl" denilmiştir ki, zevke en mülayim geleni de budur.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
[82] Fetih gününde Hâlid ibn Velîd'in Handeme'de müşriklerle zarurî olarak
vâki" olan müsademesi ile kanı heder edilmiş birkaç müşrikin, Peygamber'in
emriyle öldürülmüş olduğuna îmâ ediliyor.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
[83] Talebden sonraki istisna, ya o ânda buna dâir vahy geldiğine, ya geçen bir
vahyde istisnanın beyân ve tebliği talebe ta'lîk buyurulduğuna, yâhud da böyle
bir vahy yoksa, Peygamber'in Allah tarafından me'mûr buyurulduğu hususların
tafsillerinde içtihada me'zûn olduğuna delildir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/266.
[84] Şarihler bu hadîs hakkında genişçe tevcihler, açıklamalar yapmışlar,
Şiîler'in bu hadîse tutunarak Umer aleyhine ileri sürdükleri iddialara mufassal
cevâblar vermişlerdir. Ahmed Naîm de Tecrîd Tercemesi'nde (I, 91-94) bu mes'ele
üzerinde tatmin edici bir şekilde durmuştur. Ahmed Naîm merhumun bu güzel îzâh
ve cevâblarım işaret ettiğimiz yerden okumalarını okuyucularımıza salık verip,
Şah Veliyyullah Dihlevî'nin bu husustaki kısa açıklamasını terceme ederek buraya
alıyorum:
"İyi bil ki, ibn
Abbâs'ın bu "Âh ne büyük musibet!..." sözleri ayakların kayacağı bir
yerdir. Nice büyük zâtlar burada sürçmüşler, nice anlayışlar burada haktan
sapmışlardır. Ben bu hadîsin, yânî Peygamber'in yazma emrinin bütün
tarîklerini teker teker araştırdıktan sonra şu hakikate ulaştım:
"ibn Abbâs'ın
"Âh ne büyük musibet..." sözü ancak, onun diğer şübheleri gibi bir
şübhe yoluyla meydana gelmiştir. Sahîh rivayetlerde sabit olmuştur ki Ebû
Bekr, Alî ve diğerleri gibi büyük sahâbîler, Rasûlullah'ın bunu söylediği
sırada hâzır bulunuyorlardı; onlar Peygamber'in bu yazma emrinden maksadının
ancak Kur'ân'da gelenleri te'kîd ve tevsikten başka bir şey olmadığını
anlamışlardı. Şayet maksadı diğer bir şey olmuş olsaydı, bunu onlara ikinci ve
üçüncü defa emrederdi. Çünkü Peygamber, bundan sonra daha günlerce ayık olarak
yaşadı.
"Bununla beraber
Peygamber'in Alî'ye kâğıd ve yazı âleti getirmekle emrettiği, Alî'nin de
yanından gitmesini müteâkıb, Peygamber'in geçmesinden endîşe edip: "Yâ
Rasûlallah, ben işitirim ve bellerim, dediği; bunun üzerine Peygamber'in ona
sadaka hükümlerini, kâfirlerin Arab Yarımadasından çıkarılması, elçi
hey'etlerine kendisinin muamelesi gibi iyi muamele edilmesi; Ensâr'a hayırla
vasıyyet ve bundan evvel çoğunu beyân ettiği diğer şeyleri beyân eylemiş olduğu
da rivayet edilmiştir.
"Artık
bunlardan sonra İbn Abbâs (R)'ın şübhesine tutunmaya ve sahâbîlerin en
hayırlıları hakkında söylenegelenleri söylemeğe hiçbir mecal kalmamıştır.
Çünkü ibn Abbâs o zaman bulûğa yaklaşmış, taze bir oğlandı. İ'tibâr ise böyle
bir çocuğun anlayışına değil, büyük sahâbîlerin anladığı şeyedir. Allah
hepsinden râzî olsun (Şerhu Terâcimi Sahîhi'l-Buhâri, s.17)
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/267-268.
[85] Peygamber'imizin ru'yâda görüp de haber verdiği fitnelerle ni'metler,
Allah'ın bildirmesi, yânî vahy yoluyla kendisine bildirilen şeylerdendir.
Peygamberin ru'yâları da vahydir. Hz. Âişe'nin haber verdiği üzere, vahyin
başlangıcı ru'yâ olmuştur.
Bu
hadîsde Peygamber'in nice mu'cizeleri apaçıktır. Peygamber'imiz ümmetinin
kendinden sonra hem yakalanacakları fitneler ve musîbetleri, hem de nail
olacakları hudûdsuz ni'met ve rahmet hazînelerini haber verdiği gibi,
"Kâsiyât, Âriyât" zümresinden, yâhud müstetire olmakla beraber
libâsta israf ve tebzîr edecek nice kadınların zuhur edeceğini de haber
veriyor. Mü'minlerin annelerini uyandırmayı emretmesi de, kendilerine va'z
etmek, sadakaları çoğaltmak ile israfı terketmeyi teşvîk eylemek, Peygamber'in
zevceleri olduklarına aldanarak ibâdet ve tâatten gaflet caiz olamayacağını
bildirmek içindir. Dünyâdaki isrâfçı kâsiyât = giyiniklerin âhırette âriyât =
çıplaklar olmaları, hasenattan çıplak oldukları içindir de denilmiştir. Bunun
daha başka tefsirleri de yapılmıştır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269.
[86] Câbir'in rivayetinde tasrîh edildiğine göre, Rasûlullah bunu söyledikten
sonra bir ay daha yaşamıştır.
Hızır'ın
vefat etmiş olduğuna kaail olanlar bu hadîs ile istidlal ederler. Muhalif
görüş sahiblerine göre ise bu hadîsin, Îsâ, Hızır, melekler ve Iblîs'e şümulü
yoktur. "Yeryüzünde olanlar"dan maksad Muhammed ümmetidir ki,
bunlardan kimi icabet ümmeti, kimi da'vet ümmeti olduğundan, o zamanki
müslümânlar ile kâfirler bunda dâhildirler. Demin saydıklarımız ise ümmetten sayılmış
değillerdir. Tâ altıncı, yedinci hicret asırlarında bile Peygamber'in
sahâbîliği iddiasında bulunan Reten Hindî, Ma'mer ibnu Burayk, Ma'mer Mağribî
ve benzerleri uzun ömürlülerin yalancılıklarına bu hadîs ile ihticâc
edilmiştir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269-270.
[87] Uzanıp uyuduktan sonra abdest almadan namaz kılabilmek Peygamberlik
husûsiyetlerindendir. Peygamberlerin gözleri uyusa da kalbleri uyumaz. Gece namazı
bu rivayete göre, son iki rek'at sabah namazının sünnetine ayrıldıktan sonra
vitir namâzıyle beraber dokuz rek'attan ibaret olmuş oluyor. Toplamı onbir
rek'attır.'..
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/270.
[88] Ebû Hureyre'nin delîl getirdiği iki âyet, metindeki iki âyet olabileceği
gibi, bunlar bir sûredeki âyettir, ikincisi ile de şu âyet kasdedilmiştir,
denilmiştir: "Allah bir zaman kendilerine Kitâb verilenlerden onu
behemahal insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye
te'mînât almıştı. Onlar işte o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun
mukaabilinde az bir menfaati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne
kötüdür" (Âli İmrân: 3/187).
Ebû Hureyre bu âyetlere
bakarak ilmi ketm edip gizlemeyi haram bildiği için, mümkün olduğu kadar
bildiklerini neşre çalışmış ve bu yüzden mesmûâtı çok olduğu gibi, merviyyâtı
da herkesten ziyâde olmuştur.
Buhârî'nin
Târîh'deki rivayetine göre, Ebû Hureyre bir kerre on dâneden çok, büyük
sahâbînin toplu olduğu bir mecliste bulunmuş da, onların bilmedikleri bâzı
hadîsler rivâyat etmiş. Onlar birbirlerinden tahkik edip, bunların sahîhliğine
kaani' olmuşlar. O mecliste bu hâl birkaç kerre tekerrür edince bâzı kimseler:
Muhacirler ile.Ensâr, Ebû Hureyre gibi hadîs rivâyet edemesinler, bu nasıl
olur? demişler. Bunlara cevaben Ebû Hureyre metindeki bu sözleri söylemiş
oluyor (Ibn Hacer).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/271.
[89] Ebû Hureyre'nin neşrettiği ilim, rivayet ettiği hadîslerdeki ilimdir.
Neşretmediği ilim için bâzıları ileride ümmetin başına gelecek fitnelere,
musibetlere, kıyametten evvel Ümmetin başına gelecek hâllere âid ilim idi
demişlerdir. Peygamber'in vefatından sonra yakın istikbâlde Usmân'ın, Hüseyn'in
şehâdetleri ve diğerleri gibi meydana gelecek elemli vak'alar ve şahısları
siyâset kaynaşmaları içinde ferman dinleyecek ve hakka samimiyetle kulak
verecek hâlde olmayanlara karşı bildiğini söylemek, tarafsız ve fitneden uzak
bir zât için hakîkaten tehlikeli idi.
Bâzıları
da şuhûd ve irfan sahiblerine hass olup, şerîat ilminin neticesi ve
Rasûlullah'a mahabbet ve güzel mutâbaatın büyük meyvesi olan ve diğerlerinin
idrâkinden masun kalan esrar ilmidir, derler. Allah murâdını en iyi bilendir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/272.
[90] "Benden sonra kâfirlere dönmeyiniz..." sözünün ma'nâsı "Kâfirlerin hasletleri üzere olmayınız" demek
olabilir. Bu takdirde "Birbirinin boynunu vuran...." ibaresi
ona bir tefsîr ve beyân olur. Bu sözden murâd "Irtidâd etmeyiniz" demek
de olabilir. Bu takdirde ise, "Birbirinin boynunu vuran" sözünün
ma'nâsı, "Irtidâdınız ve bu sıfatınızla Câhiliyyet ve küfür günlerindeki
gibi olursunuz" demek olur.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/273.
[91] Kıssanın buraya âid kısmı Kur'ân-ı Kerim'de tafsil edilmektedir:(el-Kehf:
18/60-82.)
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/275.
[92] İstedikleri bu idi. Çünkü Hızır ile balığın dirilip kaçtığı yerde
buluşacaklardı.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/275.
[93] Hızır aleyhi's-selâm bundan sonra Musa'nın sabredemeyip muhalefet ettiği
üç hâdisenin iç yüzünü ona açıkladı ve Musa'dan ayrıldı. Buna âid en kesin
bilgileri el-Kehf: 18/60-82. âyetlerden okumalıdır. Peygamber'in izhâr
eylediği temennî, hakîkaten her mü'minin derin bir iştiyakla iştirak edeceği
bir ilim ve hikmet temennîsidir.
Bu hadîs ile âyetlerden
ilim tahsîli için uzak mesafelere kadar sefer etmenin faziletine istidlal
edilmiştir. Musa'nın bu sünnetine uyarak sahabe, tâbiûn ve tâbiûnun tâbi'leri
ile onlardan sonra gelen âlimlerden birçokları dîn ilimlerini toplayıp diyar
diyar dolaşmışlardır. Musa'nın bu sefere çıkış sebebini, ilim araştırıcılığının
faziletini ve gerçek âlimin ta'rîfini anlatan bir rivayet şudur:
"Musa Peygamber Rabb'ına
suâl edip:
- Yâ Rabb! Kullarının
-
- En hâkim kulun hangisidir?
demiş.
- Hakk ile hükmeden ve
hevâsına uymayandır, buyurulmuş.
- En
âlim kulun kim? demiş.
- Belki
bir kelimeye rastgelirim de hidâyete delâlet eder veya bir felâketten kurtarır
diye insanların ilmini tetebbu' ile araştırıp kendi ilmine ekleyendir,
buyurulmuş.
Bunun
üzerine Musa:
- Yâ
Rabb, kullarından benden daha âlimi varsa bana göster, demiş.
- Var,
buyurulmuş.
- O
hâlde onu nerede arayayım? demiş.
- İki
denizin birleştiği yerde, kayanın yanında balığı kaybedeceğin yerde..."
diye ta'rîf buyurulmuş (Hakk Dîni, IV, 3256-3257).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/276.
[94] Sözün zahirine göre bu "kaale( = râvî der ki)"den sonrasını
söyleyen, Ebû Musa (R)'dır. Ondan rivayet edenlerin biri olması da
muhtemildir. Bunu söyleyen Ebû Musa'dan başkası ise, bu söz haberin arasına
katılmış bir söz olur ki, buna "mudrec kelâm" denir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/277.
[95] Bu hadîsten: Amellerin ancak iyi niyetlerle hesâb edileceği, ibâdette
İhlasın şart olduğu; mücâhidler hakkında gelmiş olan fazîletin ancak
"Allahın Kelimesini en yüksek kılmak için" mukaatele edenlere hass
olacağı; Peygamber'e fasâhat ve câmialı sözler söyleme kaabiliyeti verildiği,
çünkü soran kimseyi onun lâfzıyle değil de, sorusunun ma'nâsmı toplayıcı bir
cevâb ile cevâblayıp: "Kim Allah'ın Kelimesi en yüksek olsun diye
kıtal yaparsa, işte onunki Allah yolundadır" buyurduğu gibi hükümler
alınmıştır (Aynî).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/277.
[96] Bu hadîs aynı sahâbîden, küçük lâfız farkıyle Kitâbu'1-İlm, 23. bâb'da
geçmişti.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/278.
[97] "Ve mâ ûtû" hadîsin râvîlerinden A'meş'in kıraatidir. Mütevâtir
ve meşhur kıraat ise: "Yemâûtîtum( = Size az bir ilimden başkası
verilmemiştir)" okunur.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/279.
[98] Bu hadîs bâzı küçük farklarla, Hacc ve Temenni kitâblarında da gelecektir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/279.
[99] Bu hadîs, müellif Buhârî'nin âlî isnâdlarındandır. Zîrâ buna üç râvî ile
ulaşmıştır. Üçüncü râvî sahâbî olan ibn Tufeyl'dir. Müellif burada hadîsin
senedini metinden sonraya bırakmıştır. Bunu ya hadîsin isnâd yoluyla eserin
isnâd yolu arasını ayırmak için, yâhud ibnu Harrabûz sebebiyle isnadın za'fını
göstermek için, yâhud tefennün yâni' çeşit çeşit söylemek için, yâhud da bunun
da cevazını beyân etmek için böyle yapmıştır, ibnu Harrabûz'u ibn Maîn zaîf
addetmiştir. Müellif Buhârî'de de onun bu hadîsten başka hadîsi yoktur.
Hz. Alî'nin bu sözünün
benzerini ibn Mes'ûd (R) da söylemiştir ki, bunu imâm Müslim, sahîh bir senedle
Sahîh'inin mukaddimesinde şöyle tahrîc etmiştir: Ve bana Ebu't-Tâhir ile
Harmele ibn Yahya tahdîs edip şöyle dediler: Bize ibnu Vehb haber verip şöyle
dedi: Bana Yûnus, ibn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe'den
haber verdi ki, Abdullah ibn Mes'ûd şöyle demiştir: "Sen akıllarının
ermeyeceği bir sözü herhangi bir zümreye (hakîkatte) söyleyici değilsin (yânî
söylemiş, ma'rifet ve hizmet yapmış değilsin... Çünkü) o söz onlardan kimi
üzerinde ancak bir fitne olmuştur" (Müslim, el-Câmi'u's-Sahîh, Mukaddime,
Bâb: 3.)
Akıllar, takatleri
derecesinden fazlasını taşıyamazlar. O takatlerin üstüne çıkılırsa, hâlde
mevcûd olan salâh bile yerini fesada bırakır.
Âlimlerin
birçoğu, anlaşılması güç ve te'vîli müşkil olan sözlerin ve müteşâbihlerin
âmmeye söylenmesini hoş görmemişlerdir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/280.
[100] Bu hadîslerde muvahhidlere büyük bir müjde vardır. Doğrulukla can ve gönülden
şehâdet kelimelerini telâffuz edip söyleyen ve itaat eden kimsenin cehennem
ateşine haram olacağı müjdesi. Böyle müjdeler Enes'ten ve Ebû Saîd Hudrî'den de
rivayet edilmiştir. Günâhları afvolunmamış ma'siyet ehlinin, cehenneme
uğradıktan sonra cennete gireceğine dâir daha birçok haberler vardır.
Haberlerde nesh carî olmayacağından bu hadîslerin arasını te’lîf etmek gerekir.
İşte bunun için buradaki "haram kılma"dan maksad ebedî kılmaktır
demişlerdir. Bu takdirde şehâdet kelimelerini Allah rızâsı için gönülden söyleyenler
ateşte ebedî olmazlar demek olur. Daha güzel bir tevcihe göre, kâfirlerin
karargâhı olan ateşten masun olurlar, demektir. Bu takdire göre âsî mü'minler
azab yurduna girseler bile kâfirler gibi orada çok uzun zaman kalmayacaklar
demek olur... (Tecrîd Ter., II, 303. 268. hadîs).
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/281-282.
[101] Büyüklere iclâl ve ihtiram ciheti üzere vâki' olacak haya makbuldür. Amma
dînî bir işi terke sebeb olacak hayaya, yânî utangaçlığa gelince, o kötülenmiştir.
Ve böylesi dînin tavsiye ettiği haya değildir. O ancak zaîflik, gevşeklik ve
aczdir.
Mucâhid ibn Cebr'in sözü
olan ta'lîkı, Ebû Nuaym, el-Hılye'de Alî ibn Medînî'den; o da İbn Uyeyne'den; o
da Mansûr'dan; o da Mucâhid'den tarikiyle Buhârî'nin şartına göre sahîh bir
senedle vasl etmiştir.
Âişe'nin sözü olan
ta'lîkı da, Ebû Dâvûd, Ubeydullah ibn Muâz'dan, bize babam tahdîs etti, bize
Şu'be, İbrahim ibn Muhâcir'den; o da Safiyye bintu Şeybe'den; o da Âişe'den;
şöyle dedi... senediyle rivayet etmiştir (ibn Hacer, Aynî, Kastallânî).
Bu bâbdaki hadîs ile ilim
öğrenmekte ve öğretmekte utanmak olmayacağı sabit olmuştur. Keza bu hususta
utanıp sıkılmamanın güzelliği, hadîsin tarîklerinin birinde takarrür eden
hükümle sabittir: Mü'minlerin anneleri bu suâlinden dolayı Ümmü Suleym'i
ayıpladılar da Rasûlullah (S) onları bundan men' etmiştir.
Şu
hâlde, dînî ve ilmî mes'elelerde utanmanın suâle mâni teşkîl etmemesi lâzım
geleceğini öğrenmiş oluyoruz.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/282.
[102] Bu hadîs küçük lâfız farklarıyle şimdiye kadar Kitâbu’l-İlm'in 3., 5.,
14., 50. bâblarında geçmektedir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/283.
[103] Mezî ince bir sudur ki, oynaşma ve öpme esnasında önden çıkar. Âlime
kendisi bir şey sormaktan utanan kimsenin, suâlden doğacak maksadın husulü
için, bunu başkasına sordurmasının caiz olduğu bu hadîsten anlaşılmakdır.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/284.
[104] Suâl husûsî, cevâb umûmî olursa, .sorulandan fazlasıyla cevâb vermek
caizdir Usûlcülerin: "Cevâbın suâle mutabık olması îcâb eder"
sözündeki mutâbakaat tan maksad, cevâbda ziyâde olmaması değildir; ondan murâd,
cevâbın sorulan hükmü ifâde edici olmasıdır (Kastallânî). Bu son iki babın hadîsleri
"Hacc Kitâbı"nda da gelecek ve açıklamalar orada verilecektir.
Mehmed
Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/285.