57- KİTÂBÛ'L-HUMUS. 2

1- Ganimetten Beşte Bir Ayırmanın Farz Oluşu Babı 2

2- Ganimetin Beşte Birini (Devlete) Vermek Dîndendir Babı 4

3- Peygamberin Vefatından Sonra Kadınlarının Nafakası Babı 5

4- Peygamberin Zevcelerinin Evleri Ve Onlara Nisbet Edilen Evler Hakkında Gelen Haberler Babı 5

5- Peygamber'in Zırhı, Asası, Kılıcı, Bardağı, Mührü Gibi Taksimi Zikredilmeyen Ve Kendisinden Sonra Halîfelerin Kullandıkları Şeylerden Zikredilenlerle Vefatından Sonra Sahâbîlerın Ve Diğerlerinin Teberrük Edegeldikleri. Yânî Kutlu Sayıp Kullandıkları Saçları, Ayakkabıları, Kap-Kacakları -Sahan Ve Tasları- Babı 6

6- Ganimetin Beşte Birinin. Rasulullah'a Nevbet Nevbet İnen Mühim İşler Ve Hâdiseler İçin. Fakirler İçin Ve Peygamberin Suffa Ehlini Ve Dulları Tercîh Etmesi İçin Oldlğuna Delîl Babı 7

7- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: . 8

8- Peygamberin: "Ganimetler size halâl kılındı" sözü Bâbı 9

9- Bâb: Ganimet, Düşmanla Çarpışmada Hazır Bulunanlarındır 10

10- Ganîmet İçin Harbeden Kimsenin Sevabı Eksilir Mi? Babı 10

11- Devlet Başkanının, Huzuruna Getirilen Müşrik Hediyelerini Hazir Bulunanlar Arasında Taksim Etmesi Ve Hazır Bulunmayan Yâhud Kendisinden Uzak Bulunanlar İçin De Pay Ayırıp Saklaması Babı 10

12- Bâb: Peygamber (S) Kurayza Ve Benu'n-Nadır Arazîlerini Nasıl Taksîm Etti?  11

13- Peygamber(S)'İn Maiyyetinde Gaza Edenlerin, Vâlîlik Ve Kumandanlık Yapanların Diri Ve Ölü Hâllerinde Mallarındaki Bereket Ve Artma Babı 11

14- Bâb: Devlet Başkanı Bir İnsanı Bir İhtiyaç Hususunda Elçi Gönderdiği Yâhud Ona Orada İkaamet Etmesini Emrettiği Zaman Ganimetten O Şahsa Hisse Verilir Mi?. 13

15- Bâb- Ganimetin Beşte Birinin Müslümanlara Nevbet \Evbet Gelen Mühim Hâdiseler İçin Olduğuna Delilden Biri Hevâzin Kabilesinin Peygamberin Kendileri İçinde Bir Süt Annesini Emmiş Olması Sebebiyle Peygamberden İstekte Bulunmaları; Peygamberin De Müslüman Gazilerden, Onlardan Aldıkları Hisselerini Geri Vermelerini Halâl Saymasıdır. 13

16- Peygamberdin Beşe Bölme İşlemi Yapmaksızın (Yânî Kendilerinden Fidye Almaksızın) Esirlere İhsanı Babı 15

17- Bâb: Beşte Birin Tasarrufunun Devlet Başkanına Âid Olduğuna Ve Onun Yakınlarının Bâzısına Vermeyip De Bâzılarına Verebileceğine Delildendir 15

18- Harbde Öldürülen Düşman Askerinin Eşyasını Reste Bir İşlemine Tâbi' Tutmayan Kimse; 16

"Kim bir düşman askeri öldürürse üzerindeki eşyası (beşte bire tâbi' olmaksızın) öldürene âiddir"; Ve Devlet Başkanının Seleb (Yânî Ölü Asker Üzerinden Alınan Eşya), Hakkındaki Hükmü Babı 16

19- Peygamber(S)1\ Kalbleri İslâm'a Alıştırılmak İstenenlere Ve Onlardan Başkalarına Beşte Bir Hissesinden Ve Harâc, Cizye Gibi Diğer Devlet Gelirlerinden Vermekte Olduğu Şeyler Babı 17

20- Mücâhidin Harb Sahasında Ele Geçireceği Yiyecek Maddelerinin Hükmü) Babı 20


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

57- KİTÂBÛ'L-HUMUS

(Ganimetin Beşte Biri Kitabı) [1]

 

1- Ganimetten Beşte Bir Ayırmanın Farz Oluşu Babı [2]

 

1-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Alî ibnu'l-Hüseyin haber verdi ki, babası Hüseyin ibn Alî aleyhime's-selâm ona şöyle haber ver­miştir: Alî (R) şöyle demiştir: Benim Bedir günündeki ganîmet pa­yımdan yaşlı bir devem vardı. Peygamber (S) bana (Bedir'den evvel) beşte birden başka bir yaşlı deve daha vermişti. Rasûlullah'ın kızı Fâ-tıma ile evlenmek istediğim zaman Kaynukaa oğullan'ndan kuyum­cu bir adamla benimle beraber gelmesi ve beraber ızhır otu getirmemiz hususunda va'dleştim. Bu otu kuyumculara satmak ve parasıyle dü­ğün yemeğim hususunda yardım sağlamak istedim. Ben yaşlı devele­rim için semerler, çuvallar ve ipler toplarken, iki devem de Ensâr'dan bir adamın hücresi yanında çöktürülmüş hâldeydiler. Topladığım şey­leri toplayıp döndüğüm zaman develerimi gördüm ki hörgüçleri ke­silmiş, böğürleri yarılıp ciğerleri alınmış. Develerimin bu manzarasını gördüğüm zaman gözlerime mâlik olamayıp ağladım. Ve:

  Bu işi kim yaptı? dedim.

Orada bulunanlar:

— Bu develeri kesme işini Hamza ibn Abdilmuttalib yaptı, ken-

dişi şu evin içinde Ensâr'dan içki içenler topluluğu arasındadır, dediler. Hemen gidip Peygamber'in yanına girdim. Yanında Zeyd ibn Ha­rise vardı. Peygamber yüzümden, karşılaştığım kötü durumu anladı:

  "Neyin var?" diye sordu.

— Yâ Rasûlallah, ben bugünkü kadar korkunç manzara görme­dim: Hamza benim yaşlı iki dişi deveme saldırıp onların hörgüçlerini kesti, böğürlerini yardı, işte o, şu evde içki içenlerin berâberindedir, dedim.

Peygamber ridâsım istedi ve onu büründü. Sonra yürüyerek git­ti. Zeyd ibn Harise ile ben kendisini ta'kîb ettik. Nihayet içinde Ham-za'nin bulunduğu o eve geldi, içeri girme izni istedi. İçeridekiler gelenlere girme izni verdiler. İçende içki içmekte olan bir toplulukla karşılaştık. Rasûlullah, yaptığı iş hakkında Hamza'yı kınamaya baş­ladı. Hamza da sarhoş olmuş, gözleri kıpkırmızı idi. Hamza, Rasû-lullah'a doğru baktı, sonra bakışı yükseltti, akabinde dizlerine baktı. Sonra bakışı yükseltip göbeğine baktı. Sonra bakışı yükseltip yüzü­ne baktı. Sonra Hamza:

  Siz, babam Abdulmuttalib'in köleleri değil misiniz? dedi.

Rasûlullah, amcası Hamza'nın sarhoş olduğunu anladı da (şu­ursuzca bir fiile kalkışmasından sakınarak) topukları üzerinde arka arkaya çekildi. Biz de O'nunla beraber odadan dışarı çıktık [3].

 

2-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr ha­ber verdi; ona da mü'minlerin anası Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rasülullah'm kızı Fâtıma aieyhi's-selâm Rasûlullah'ın vefatının ardın­dan Ebû Bekr es-Sıddîk'tan Allah'ın, kendisine döndürdüğü mallar­dan Rasûlullah'ın geride bıraktığı, kendisine âid mîrâsım taksim etmesini istedi. Ebû Bekr de ona:

— Rasûlullah (S): "Biz (peygamberler topluluğu) mîrâs olunma­yız. Bizim bıraktığımız şeyler sadakadır" buyurmuştur, dedi.

Bu cevâb üzerine Rasûlullah'ın kızı Fâtıma öfkelendi ve Ebû Bekr'den ayrıldı. Onun Ebû Bekr'den ayrılıp uzaklaşması tâ ölünce­ye kadar devam etti. Ve Fâtıma, Rasûlullah'tan sonra altı ay yaşadı.

Âişe dedi ki: Fâtıma, Ebû Bekr'den, Rasûlullah'ın Hayber'den, Fedek'ten ve Medine civarındaki sadakasından, yânî geriye bıraktığı mallarından olan kendi hissesini istiyordu. Ebû Bekr, Fâtıma'mn bu isteğini kabul etmedi ve şu gerekçeyi söyledi:

__"Ben Rasûlullah'ın hayâtında yapmakta olduğu hiçbirşeyi ter-

ketmem, muhakkak O'nun yaptığı işi yaparım. Çünkü ben O'nun işin­den herhangi bir şeyi terkedersem, haktan sapacağımdan korkarım".

(Âişe şöyle devam etti:) Rasûlullah'ın Medine'deki sadakasına gelince Umer bunu (mülkiyetle değil de, haklan kadar yararlanma­ları için) Alî ile Abbâs'a verdi. Hayber ile Fedek'teki arazîlere gelin­ce, Umer bunları elinde tuttu, başkasına vermedi ve şöyle dedi:

— "Bu iki arazî Rasûlullah'm sadakasıdır ki, bunlar kendisine inmekte olan haklar ve kendisine nevbet nevbet isabet edecek hâdi­seler içindir. Bu iki arazînin işi devlet başkanlığı işini üzerine alan kimseye bırakılır".

ez-Zuhrî (bu hadîsi tahdîs ettiği zaman) şöyle dedi: Bu Hayber ve Fedek'ten Peygamber'e hâs olan arazîler bugüne kadar Umer'in yapıp koyduğu uygulama üzerindedirler [4].

Ebû Abdillah el-Buhârî (hadîsteki kelimeyi âyetteki ile tefsîr ede­rek) şöyle dedi: "t'terâke", "Sana çarptı" demektir; "Ona isabet et­tirdim, çarptım" ma'nâsina olan "Aravtuhû"dan iftiâldir. "Ya'rûhû ve i'terânî", "Ona bir hâdise isabet etti, beni bir iş kaplayıp kuşattı" ta'bîrleri bu ma'nâdandır [5].

 

3-.......(ez-Zuhrî şöyle dedi:) Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'­un, şu gelecek olan hadîsinden bana bir kısım zikredip şöyle dedi: Ben Mâlik ibn Evs'in yanma girinceye kadar gittim ve kendisinden bu hadîsi sordum. Mâlik şöyle dedi: Güneş yükseldiği zaman ben ai­lem içinde oturduğum sırada gördüm ki, Umer ibnu'l-Hattâb'ın el­çisi bana geliyor. Gelince:

  Mü'minlerin Emîri'nin da'vetine icabet et, dedi.

Akabinde elçinin beraberinde tâ Umer'in huzuruna girinceye ka­dar yürüdüm. Umer'i hurma dallan veya yapraklarından yapılmış bir dîvânın şerît örgüleri üzerinde oturuyor buldum. Kendisiyle dîvân ara­sında bir yaygı ve döşek yoktu. Umer deriden yapılmış bir yastığa dayanmıştı. Kendisine selâm verdikten sonra oturdum. Umer:

— Yâ Mâlik, senin kavminden birtakım evler ahâlîsi bize gelmiş­lerdir. Ben de onlar hakkında kendilerine az mikdâr atıyye verilme­sini emrettim. Sen bu malı teslim al da, onu aralarında taksim et, dedi.

Ben de:

— Ey Mü'minlerin Emîri! Sen bunu benden başka birine emret-seydin, dedim,

O:

- Bu malı teslim al, ey adam! dedi.

Ben onun yanında oturmakta iken yanma kapıcısı Yerfa' geldi de: Usmân ibn Affân, Abdurrahmân ibn Avf, ez-Zubeyr, Sa'd

ibn Eıbî Vakkaas'la görüşme arzun var mı; onlar senin yanına girmek

zni istiyorlar, dedi.

Umer:

— Evet, dedi ve onlara izin verdi.

Akabinde onlar içeriye girdiler ve selâm verip oturdular. Sonra Yerfa' da biraz oturdu. Sonra:

— Alî ve Abbâs'la konuşmaya arzun var mı? dedi.

Umer:

  Evet, dedi ve onlara da izin verdi.

Akabinde ikisi de içeriye girdiler ve selâm verip oturdular. Aka­binde Abbâs, Umer'e:

  Ey Mü'minlerin Emîri, benimle şu Alî arasında bir hüküm ver, dedi.

Alî ile Abbâs, Allah'ın, Rasûlü'ne Benu'n-Nadîr'den fey' ola­rak verdiği mallar hususunda çekişiyor ve mücâdele ediyorlardı. Ab-bâs'ın bu sözü üzerine oradaki topluluk, yâni Usmân ve arkadaşları:

— Ey Mü'minlerin Emîri, bu ikisi arasında hükmet ve bunların birini diğerinden rahat ettir, dediler.

Umer:

— Yavaş ve sabırlı olun! Gök ve yer izniyle duran Allah hakkı için size sorarım. Rasûlullah(S)'ın: "Bizler mîrâs olunmayız, biz ne bırakmışsak sadakadır" buyurduğunu biliyor musunuz? Rasülullah "Bizler" sözüyle kendisim kasdediyordu değil mi? dedi.

Topluluk:

  Rasülullah bunu söylemiştir, dediler.

Bu cevâb ve tasdîk üzerine Umer, Alî ile Abbâs'a yöneldi de:

— Allah hakkı için ikinize soruyorum: Rasûlullah'ın bu sözü söy­lemiş olduğunu biliyor musunuz? dedi.

Onlar:

  Rasülullah bu sözü söylemiştir, dediler. Umer:

— Ben size bu işten tahdîs ediyorum: Muhakkak ki Allah bu fey' malı hakkında başka hiçbir kimseye vermediği bir şeyi kendi Rasû­lü'ne tahsis etmiştir, dedi. Sonra: "Allah'ın (onların malların)rfö« Ra-sûlü 'ne verdiği fey'(e gelince) siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat Allah, rasûllerini dileyeceği kimselere musallat eder. Allah herşeye kaadirdir" (ei-Haşr. 6) âyetini okudu. İşte bu (yânî Na-dîr oğullan, Hayber ve Fedek) Allah'ın Rasûlü'ne hâss oldu. Allah'a yeminle söylüyorum ki, Rasülullah bu malları sizleri dışarıda bıra­karak alıp toplamadı ve onu sırf kendisine tahsîs etmedi, muhakkak bu fey' mallarını sizlere vermiş ve onu size dağıtmıştır. Nihayet o fey'-lerden şu mal arta kalmıştır. Rasülullah bu fey' malından kendi ailesi­nin bir senelik nafakasını ayırıp verirdi. Sonra geri kalanını alır ve onu Allah'ın malı (bir vakıf) kılar (müslümânların işlerine tahsîs eder) idi [6].

İşte Rasülullah kendi hayâtında bu malları böyle kullandı. Al­lah hakkı için size soruyorum: Siz bunu biliyor musunuz? dedi. Onlar:

— Evet böyle biliyoruz, dediler.

Sonra Alî ile Abbâs'a döndü ve:

— Sizlere Allah hakkı için soruyorum: Siz de bunu böyle biliyor nlusunuz? diye sordu.

(Ukayl, İbn Şihâb'dan şunu ziyâde etti: Onlar da evet dediler.) Umer şöyle dedi:

— Sonra Allah, Peygamberi'ni vefat ettirdi. Ebû Bekr: Ben Ra-^ulullahin velîsiyim, dedi ve Ebû Bekr bu malları teslim aldı ve o mal­larda Rasûlullah'm yaptığı gibi tasarruf etti. Allah bilir ki, Ebû Bekr bu hususta doğru sözlüdür, itaatlidir, doğru yoldadır, hakka uyucu-dur. Sonra Allah, Ebû Bekr'i vefat ettirdi. Bu sefer ben Ebû Bekr'in velîsi oldum. Ve o malları teslim aldım, emirliğimin iki senesinde o mallarda Rasûlullah'm ve Ebû Bekr'in yaptığı gibi tasarruf ediyor­dum. Allah biliyor ki, ben de bu tasarruf hususunda doğru sözlü, itaatli, doğru yolda yürüyen ve hakka uyucu idim. Sonra siz ikiniz bana geldiniz, benimle konuştunuz. Sözünüz bir, işiniz birdir. Yâ Ab-bâs, sen bana geldin, kardeşinin oğlu tarafından mîrâs hisseni istiyor­dun. Ve bana şu da, yânî Alî de geldi; o da karısı Fâtima'mn babasının mîrâsmdan olan payını istiyordu. Ben de sizlere: Rasûlullah "Bizpey-gamberler topluluğu vâris olunmayız. Biz ne bırakırsak sadakadır (mülkiyeti Beytü'1-mâle âiddir)" buyurdu dedim. Müteakiben o ma­lı size aynı şartla (yânî mülkiyeti Beytü'l-mâl'e, tasarrufu da Rasûlul­lah ve Ebû Bekr devrindeki gibi olmak şartıyle) teslîm etmek fikri bana zahir olunca: İsterseniz Rasûlullah'm tasarrufu, Ebû Bekr'in tasarrufu ve mallara velî olduğum zamandan beri benim tasarruf ede-geldiğim gibi tasarruf edeceğinize dâir Allah'ın ahdi ve mîsâkı üzeri­nize olmak şartıyle o mallan size teslîm edeyim, dedim. Sizler: Bu şart ile onları bize teslîm et, dediniz. Ben de malları size teslîm ettim. Şimdi Allah hakkı için (ey topluluk) sizlere soruyorum: Ben bu mal­lan bu şartla Alî ile Abbâs'a teslîm ettim mi? dedi.

Topluluk:

  Evet teslîm ettin, dediler.

Sonra Umer, Alî ile Abbâs'a yöneldi ve:

— Allah adına yeminle size soruyorum: Ben o malları bu şartla izlere teslîm ettim mi? dedi.

Onlar da:

  Evet, diye cevâb verdiler.

Umer:

— Öyleyken, benden bundan başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve yer, izni ve emriyle durmakta olan Allah'a yemîn ediyorum ki, ben o mallar hakkında bundan başka bir hüküm vermem. Bu şart­lar içinde bu malları kullanmaktan ileride acze düşerseniz, onları ba-

na geri veriniz; ben onları sizin yerinize (velayet yolu üzere) tasarrut ederim, dedi [7].

 

2- Ganimetin Beşte Birini (Devlete) Vermek Dîndendir Babı

 

4-.......Ebû Cemre ed-Duba'î şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'tan işittim, şöyle diyordu: Abdu'1-Kays hey'eti geldi ve:

— Yâ Rasûlallah, bizimle senin aranda Rabîa'dan şu topluluk, yânî Mudar kâfirleri vardır. Bu sebeble biz sana ancak haram ayda ulaşabiliriz. O hâlde bize birşey emret de ona tutunahrn ve geride ka­lanlarımızı ona çağıralım, dediler.

Rasûlullah (S):

  "Sizlere dört şey emrediyor ve dört şeyden de nehyediyorum; Allah'a îmân etmekle: Lâ ilahe ille'Hah şehâdetiyle (yânî) Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet etmekle emrediyorum" buyurdu ve elini düğümledi, yânî küçük parmağını kıvırdı. "Namazı devamlı kılmak, zekâtı vermek, ramazân orucunu tutmak ve bir de aldığınız ganime­tin beşte birini Allah için (devlet hazînesine) vermenizi emrediyorum. Sizleri kabaktan, hurma kökünden, toprak testilerden, zift sürülmüş kaplardan (yânî bunlara hurma yâhud üzüm şırası kurmaktan) nehyediyorum" buyurdu [8].

 

3- Peygamberin Vefatından Sonra Kadınlarının Nafakası Babı

 

5-.......Bize İmâm Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyur­muştur: "(Vefatımda) mirasçılarım dînâr bölüşmezler, bıraktığım şey, kadınlarımın nafakasından ve işçimin ücretinden geri kalanı sada­kadır" [9].

 

6-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) vefat etti. O hâl­de ki, benim evimde ciğer sahibi bir hayvanın (yânî insan ve hayva­nın) yiyeceği birşey yoktu; ancak bana âid bir raf (yânî dolap veya kiler) içinde yarım vesk ölçeği mikdârı arpa vardı. Ben ondan yedim. Müddet uzadı, onu ölçtüm, sonra tükendi [10].

 

7-.......Ebû İshâk tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Amr ibnu'l- Hâris'ten işittim, o: Peygamber (S)-geriye harb silâhı, beyaz katırı ve bir mikdâr arazîsinden başka birşey bırakmadı; bunları da sadaka olarak bıraktı, dedi [11].

 

4- Peygamberin Zevcelerinin Evleri Ve Onlara Nisbet Edilen Evler Hakkında Gelen Haberler Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavillerinde gelen evler [12]: ''(Ey Peygamber kadınları, vakaar ile) evlerinizde oturun. Evvelki Câhiliyet yürüyüşü gibi yürümeyin..." (d-Ahzâb: 33);

"Ey îmân edenler, Peygamber'in evlerine -yemeğe da 'vet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin.

Fakat size izin verildiği zaman girin..." (ei-Ahzâb: 53).

 

8-.......Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'ın hastalığı ağırlaştığı zaman benim evimde bakılmak üzere diğer zevcelerinden izin istedi. Onlar da kendisine izin verdiler [13].

 

9-....... Âişe (R) şöyle dedi: Peygamber (S) benim evimde, be­nim nevbetimde, benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında ve­fat etti. Bir de Allah (O'nun vefatı sırasında) benim tükrüğüm ile O'nun tükrüğünü birarada birleştirdi. Âişe şöyle dedi: (Kardeşim) Ab-durrahmân elinde bir misvakla odaya girdi... Peygamber'in, misvak katı geldiği için kullanmaya gücü yetmedi. Bu sefer misvakı ben aldım ve onu kendi dişlerim üzerine sürerek yumuşattım. Sonra bu yumuşa­tılmış misvakla O'nun dişlerini misvâkladım [14].

 

10-....... İbn Şihâb'dan; o da Alî ibn Hüseyin'den tahdîs etti ki, ona da Peygamber'in zevcesi haber vermiştir: Rasûlullah (S) ra­mazânın son on günü içinde mescidde i'tikâfta iken Safiyye ziyareti­ne gitmişti. (Bir müddet konuştuktan) sonra dönmek üzere Safiyye ayağa kalkmış, Rasûlullah da onu geçirmek üzere onunla beraber aya­ğa kalkmış. Peygamber'in bir diğer zevcesi olan Ümmü Seleme'nin kapısı yanındaki mescid kapısına geldiğinde, Ensâr'dan iki kişi onla­rın yakınından geçmişler ve Rasûluılah'a selâm verip acele yürüye­rek geçmişler. Rasûlullah onlara:

  "Acele etmeyiniz, durunuz! (Yanımdaki kadın Safiyye bintu Huyey'dir)" buyurdu.

O iki zât:

  Yâ Rasûlallah, biz Allah'ı tenzih ederiz, dediler.

Ve Peygamber'in Safiyye'nin hüviyyetini ta'yîne mecburiyet his­setmesi bunlara ağır geldi. Bunun üzerine Peygamber:

  "Şeytân insanda (yânî inşân bedeninde dolaşan) kan mesâbesindedir. Ben sizin gönüllerinize şeytânın kötü bir şübhe atmasın­dan endîşe ettim" buyurdu [15].

 

11-......Abdullah ibn Umer (R): Ben bir gün Hafsa'nın evinin damı üstüne çıktım ve Peygamber(S)'i arkasını kıbleye döndürerek Şâm tarafına yönelerek ihtiyâcını yerine getirir hâlde gözümle gör­düm, demiştir [16].

 

12-.......Âişe (R), Rasûlullah (S) ikindi namazını güneş henüz Âişe'nin odasından çıkmadan kılar idi, demiştir [17].

 

13-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün hatîb olarak ayağa kalktı ve hutbe esnasında eliyle Âişe'nin meskeni tarafını işaret ederek üç defa: "İşte fitne bu taraftadır, şey­tânın boynuzunun doğacağı yerdedir" buyurdu [18].

 

14-.......Peygamber'in zevcesi Âişe (R), Abdurrahmân kızı Amre'ye şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S), Âişe'nin yanında idi. Bu sırada Âişe bir insan sesi işitti ki, o insan Hafsa'nın evine girmek için izin istiyordu. (Âişe dedi ki:) Ben:

— Yâ Rasûlallah, şu adam evinize girmek için izin istiyor, de­dim.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Sanıyorum ki o, Hafsa'nın süt amcası fulan kimsedir!" buyurdu.

(Âişe dedi ki: Süt amcam fulân hayâtta olsaydı benim yanıma girebilecek miydi? diye sordum.) Rasûlullah:

  "(Evet girebilirdi, çünkü) süt, velâdet ve nesebin haram kıl­dığı herşeyi haram kılar" buyurdu [19].

 

5- Peygamber'in Zırhı, Asası, Kılıcı, Bardağı, Mührü Gibi Taksimi Zikredilmeyen Ve Kendisinden Sonra Halîfelerin Kullandıkları Şeylerden Zikredilenlerle Vefatından Sonra Sahâbîlerın Ve Diğerlerinin Teberrük Edegeldikleri. Yânî Kutlu Sayıp Kullandıkları Saçları, Ayakkabıları, Kap-Kacakları -Sahan Ve Tasları- Babı [20]

 

15-....... Basra Kaadısı Sumâme ibn Abdillah ibn Enes'ten; o da dedesi Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Bekr halîfe yapılınca, Enes'i Bahreyn'e gönderdi ve kendisi için şu meşhur mektubu (yânı sadaka farizası kitabını) yazdı ve Ebû Bekr bu mektubu mühürledi. Bu müh­rün nakşı (yânı üzerindeki yazı) üç satır idi:

Muhammedun bir satır ve  Rasûlu bir satır ve Allâhi bir satırdı [21].

 

16-.......îsâ ibnu Tahmân tahdîs edip şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik -Peygamber'in vefatından sonra- tüyleri dökülmüş meşinden tasmalı bir çift ayakkabı çıkardı. İbn Tahmân dedi ki: Bana Sabit el-Bunânî, Enes'ten şöyle tahdîs etti: Enes bize iki ayakkabı çıkar­dıktan sonra: Bunlar Peygamber(S)'in ayakkabılarıdır, diye haber verdi [22]

 

17-.......Ebû Burde şöyle demiştir: Âişe -Peygamber'in ölümün­den sonra- bize yünden keçelenmiş bir kaftan çıkardı ve: Peygam­ber'in ruhu bu kaftanın içinde nez' olundu, yânî koparılıp çekildi, dedi.

Süleyman ibnu'l-Mugîre, Humeyd'den rivayetinde şunu ziyâde etti: Ebû Burde şöyle dedi: Âişe bize Yemen'de dokunan tok kumaş­tan yapılmış bir izâr ile yine bu kumaştan yapılıp "el-Mıılebbede" dedikleri bir kisve çıkardı [23].

 

18-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten: Peygamber(S)'in su bardağı kı­rıldı, akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tah­dîs etti.

Râvî Âsim el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve (teberrüken içi­ne su koyup) ondan su içtim, demiştir [24]

 

19-.......İbn Şihâb, Muhammed ibn Amr ibn Halhale ed-Duelî'ye şöyle tahdîs etmiştir: Ona da Hz. Hüseyin'in oğlu Alî tahdîs etti ki, onlar, kendileri Alî'nin oğlu Hüseyin'in öldürüldüğü zaman -Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun- Muâviye'nin oğlu Yezîd'in yanından Me-dîne'ye geldikleri sırada kendilerini Mısver ibn Mahrame (R) karşı­lamış ve:

— Bana herhangibir ihtiyâcın var mı? Varsa onu bana emrede­bilirsin, demiştir.

Hüseyin'in oğlu Alî dedi ki: Ben de Mısver'e:

  Hayır, bir ihtiyâcım yoktur, dedim. Mısver, Hüseyin'in oğlu Alî'ye:

— Sen Rasûlullah'ın kılıcını bana verir misin? Çünkü ben bu kav­min onu almakta sana galebe etmesinden endîşe ediyorum. Allah'a yemîn ederim ki, eğer sen onu bana verirsen, benim nefsime ulaşıl­madıkça, yânî ruhum kabz olunmadıkça bu kılıç ebediyyen onlara ulaştırılmaz. Şu da muhakkak ki Ebû Tâlib'in oğlu Alî, Fâtıma'nın üstüne -aleyhi's-selâm- Ebû Cehl'in kızını istemişti, işte bu sırada Ra-sûlullah'tan işittim. O, şu minberin üzerine çıkmıştı da bu hususta hitabe îrâd ediyordu. Ben de o günlerde ihtilâm olmuş hâlde idim. Rasûlullah (S) orada: "Muhakkak Fâtıma bendendir. Ben onun -beşer tabîatinden neş'et eden kıskançlık sebebiyle- dîni hususunda fitneye ma'rûz kalmasından endîşe ediyorum" buyurdu.

Râvî Mahrame dedi ki: Sonra Rasûlullah, Abdu'ş-Şems oğulla-n'ndan olan bir damadını (yânî kızı Zeyneb'in kocası bulunan Ebû'l-

Âs ibn Rabî'ı) zikretti de onu kendisine hısımlığı hususunda övdü ve güzel hâllerini şöyle dile getirdi; "O bana söz söylemiş, sözünde ger­çek çıkmıştır. O bana va'd etmiş, va'dini yerine getirmiştir, Kat'îsöy­lüyorum ki, ben hiçbir halâlı haram kılıyor değilim, hiçbir haramı da halâ! kılmıyorum. Lâkin Allah'a yemîn ediyorum ki, Allah Rasû-lü'nün kızı ile Allah düşmanının kızı ebeden (bir adamın nikâhında) birleşmez" [25]

 

20-.......Muhammed ibnu'l-Hanefiyye şöyle demiştir: Eğer babam Alî (R) Usmân ibn Affân'ı kötülükle zikredici olaydı, birtakım insanlar ona gelip de Usmân'ın zekât me'rnûrlarından şikâyet ettik­leri gün zikrederdi. O gün babam Alî, bana: Usmân'a git de ona (gön­derdiğim) sahîfenin Rasûlullah'ın sadakası (yânî sarf yerlerinin yazıldığı sahîfe) olduğunu haber ver de: Zekât me'mûrlarına emret ki, bunun içindeki hükümlerle amel etsinler, dedi.

Muhammed ibnu'l-Hanefiyye dedi ki: Bunun üzerine ben bu sa-hîfeyi Usmân'a götürdüm. Usmân: O sahîfeyi bizden geri çevir, de­di. Akabinde ben o sahîfeyi tekrar Alî'ye getirdim ve olanı kendisine haber verdim. Babam: O sahîfeyi aldığın yere koy, dedi.

Buhârî'nin şeyhi el-Humeydî şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bize Muhamrfıed ibn Sûka tahdîs edip şöy­le dedi: Ben Mımzir es-Sevrî'den işittim ki, Muhammed ibnu'1-Hane-fiyye şöyle demiştir: Beni babam Alî haberci gönderdi de: Şu kitabı, yânî yazıyı al ve onu Usmân'a götür. Çünkü bunun içinde Peygam-ber(S)'in sadaka hususundaki emri vardır, dedi [26].

 

6- Ganimetin Beşte Birinin. Rasulullah'a Nevbet Nevbet İnen Mühim İşler Ve Hâdiseler İçin. Fakirler İçin Ve Peygamberin Suffa Ehlini Ve Dulları Tercîh Etmesi İçin Oldlğuna Delîl Babı

 

Peygamber'in kızı Fâüma hububat öğütmekten, el değirmeni döndürmenin yorgunluğundan Peygamber'e şikâyet edip de kendisine esirlerden bir hizmetçi vermesini istediği zaman, Peygamber, kızının bu isteğini Allah'a havale etmiştir (yânî kızının isteğini karşılamamıştır).

 

21-.......Bize Alî şöyle tahdîs etti: Fâtıma aleyhi's-selâmın el değirmeniyle hububat öğütmekten dolayı eline hastalık gelmişti. O sı­rada Rasûlullah'a birtakım harb esirleri getirildiği Fâtıma'ya ulaştı. Fâtıma da o esirlerden bir hizmetçi istemek üzere babasına gitti, fa­kat babasını evde bulamadı. Derdini Âişe'ye zikretti. Akabinde Pey­gamber geldiğinde Âişe, Fâtima'nm geldiğini ve dileğini kendisine söyledi. (Alî dedi ki:) Müteakiben biz yataklarımıza girmiş hâlde iken Peygamber bize geldi. Biz hemen yatağımızdan kalkmağa davrandık.

Peygamber (S):

  "Yerinizde durunuz!" buyurdu ve (ikimizin arasına oturdu) hattâ ben göğsümün üzerine dokunan iki ayağının serinliğini hissettim.

Akabinde Peygamber:  -

  "İyi dinleyin! Ben size, sizin benden istediğiniz esîr hizmetçi­den daha hayırlı bir şeye delâlet ediyorum: Siz (gece) yataklarınıza girdiğinizde otuzdört defa Allâhu Ekber, otuzüç kerre Elhamdu HU lâhi ve otuzüç kerre de Subhânalîahi deyiniz. Bunları söylemeniz siz­ler için benden istediğiniz hizmetçiden daha hayırlıdır" buyurdu [27],

 

7- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: .

 

Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin mutlakaa beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün... " <ei Enfâi: 4i>.

"Rasûlü*nündür" sözüyle bunun taksiminin Rasûl'e âid olduğunu kasdediyor. Rasûlullah (S):  "Ben ancak

bölüştürücü ve hazineciyim; Allah ise vericidir" buyurdu.

 

22-.......Bize Şu'be, Süleyman ibn Mihrân'dan, Mansûr'dan ve Katâde'den tahdîs etti. Bu üçü de Salim ibn Ebi'l-Ca'd'dan işitmiş-lerdir. Câbir ibn Abdillah (R): Bizim Ensâr'dan bir adamın bir oğlu doğdu. O kimse Oğluna Muhammed adını vermek istedi, demiştir. Şu'be: Mansûr hadîsinde şöyle dedi: O Ensârî: Ben oğlumu boynum üzerinde taşıyıp onu Peygamber'e getirdim, dedi. Yine Şu'be: Süley­man el-A'meş hadîsinde şöyle dedi: O Ensârî'nin (yânî Enes ibn Fu-dâle'nin) bir oğlu oldu. Onu Muhammed diye isimlemek istedi. Peygamber (S): "Benim ismimle isimleyiniz, fakat künyem ile kün-yelenmeyiniz. Çünkü ancak ben Kaastm, yânî taksim edici kılındım, (mîrâs ve ganimet mallarını) aranızda ancak ben taksim ederim" buyurdu.

Husayn ibn Abdirrahmân es-Sulemî, Rasûlullah'm "Ben bir tak­sim edici olarak gönderildim, aranızda ben taksim ederim" buyur­duğunu söyledi.

el-Buhârî'nin şeyhi Amr ibn Merzûk şöyle dedi: Bize Şu'be ha­ber verdi: Katâde şöyle demiştir: Ben Sâlim'den işittim; o da Câbir'-den: el-Ensârî, oğluna el-Kaasım ismini vermek istedi. Peygamber:

"Benim ismimle isimleyin, fakat künyem ile künyelenmeyin" buyur­du [28].

 

23-....... Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizim Ensâr taifesinden bir adamın bir oğlu doğdu. Kendisi çocuğa el-Kaasım adı­nı verdi. Ensâr ona:

— Biz seni Ebû'l-Kaasım künyesiyle anmayız ve sana bu doğum sebebiyle "gözaydın" diye ikram da etmeyiz, dediler.

Bunun üzerine o Ensârî zât Peygamber'e geldi ve:

— Yâ Rasûlallah, bir oğlum doğdu, ona el-Kaasım adını verdim. Ensâr bana: Biz seni Ebû'l-Kaasım künyesiyle lakablamayız ve sa­na "gözaydın" tebrikinde de bulunmayız, dediler (ne buyurursunuz

diye sordu)?

Peygamber (S):

  "el-Ensâr güzel söylemiştir. Benim ismimle ad verebilirsiniz, fakat benim künyem ile künyelenmeyin. Çünkü Kaasım, yalnız benim­dir" buyurdu [29].

 

24-.......Humeyd ibn Abdirrahmân, Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah her kimin hayrını murâd ederse ona dîn hususunda (büyük bir) anlayış verir. Verici ancak Allah'tır. Ben (verici değil) yalnız taksim edici­yim [30]. Bir de bu ümmet Allah'ın emri gelinceye (kıyamet gününe) kadar kendilerine muhalefet edenler üzerine gâlib olmakta devam ede­cekler, onlar gâlib hâlde bulunacaklar" [31].

 

25-.......Bize Hilâl, Abdurrahmân ibn Ebî Amre'den;o daEbû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Ben size ne birşey verebilirim, ne de (verilene) mâni' olabilirim. Ben taksim ediciyim, em-rolunduğum yere koyarım" buyurmuştur [32].

 

26-....... Havle el-Ensâriyye (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Birtakım adamlar Allah'ın (müslümânların iyiliğine tahsîs buyurduğu) malında haksız olarak ta­sarruf ederler, îşte onlar için kıyamet gününde o ateş muhakkaktır" [33].

 

8- Peygamberin: "Ganimetler size halâl kılındı" sözü Bâbı [34]

 

Ve Yüce Allah şöyle buyurdu:

"Allah size alacağınız daha birçok ganimetler de va'detmiş, şimdilik bunu peşin vermiştir.. " (ei-Feth: 20) [35]

Ganimet, mukaatele eden müslümânların umûmuna âiddir. Nihayet Rasûlullah buna hakk kazananları hakk kazanmayanlardan ayırıp beyân eder [36].

 

27-....... Bize Husayn ibn Abdirrahmân es-Sulemî, Âmir eş- Şa'bî'den; o da Urve el-Bârıkî'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Gazâya giden) atın alnına dökülen saçlarında kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür. Hayır kıyamet gününe kadar ecir (yânî sevâb) ve gani­mettir" buyurmuştur [37].

 

28-.......Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Kisrâ helak olduğu zaman ondan sonra kisrâ yoktur. (Bizans hükümdarı olan) Kayser helak olduğu zaman ondan sonra kayser yoktur (yânî kayser hâkimiyeti olmayacaktır). Nefsim yedinde olan Allah 'a yeminle söy­lüyorum ki, Kisrâ ile Kayser'in hazîneleri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır"[38].

 

29-.......Câbir ibn Semure (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kisrâ helak olduğu zaman ondan sonra kisrâ yoktur. Kay­ser helak olduğu zaman ondan sonra da kayser yoktur. Nefsim ye­dinde olan Allah 'a yeminle söylüyorum ki, Kisrâ ile Kayser'in hazîne­leri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır"[39].

 

30-.......Bize Câbir ibn Abdillah (R) tahdîs edip şöyle dedi: Ra­sûlullah (S): "Ganimetler bana halâl kılındı (hâlbuki benden evvel kimseye halâl edilmemiştir)" buyurdu [40].

 

31-.......Bana Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o'da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyur­muştur: "Kendisini (evinden sırf) Allah yolunda cihâd etmek ve ke-limetu'llah'ı tasdik etmek niyeti çıkararak Allah yolunda cihâd eden kimseye Allah onu, şehîd olmak suretiyle cennete girdirmeyi yâhud içinden çıkmış olduğu meskenine sevâbla yâhud ganimetle salimen döndürmeyi tekeffül etmiştir"[41].

 

32-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Peygamberlerden bir peygamber gazaya gitti ve kavmine şöyle dedi: Bir kadın fercine nikâhla mâlik olup da onunla evlenmek istediği hâlde henüz evlenmemiş olan bir erkek bana tâbi' olmasın (yânı benimle beraber cihâda yürümesin). Birçok evler kurmuş, fa­kat henüz tavanlarını yükseltmemiş olan kimse de benimle yürüme­sin. Koyun yâhud gebe develer satın almış da bunların yavrularını doğurmalarını beklemekte olan kimse de benimle beraber yürüme­sin.

"Peygamber bu ta'lîmâtı verdikten sonra gazaya gitti ve niha­yet ikindi namazı vaktinde yâhud buna yakın bir zamanda fethede­ceği beldeye yaklaşınca güneşe hitaben: Sen bir me'mûresin, ben de bir me'mûrum dedi ve: Yâ Allah! Bu güneşi bizim üzerimizde biraz durdur! diye dua etti. Müteakiben Allah bu peygambere fetih verin­ceye kadar güneş onun üzerinde durduruldu. Neticede o peygamber ganimetleri topladı. Derken onları yemesi için (gökten bir) ateş gel­di. Fakat ateş o ganimetleri yemedi. Bunun üzerine peygamber, or­dusuna: Sizin içinizde ganimet malına bir hıyanet vardır, binâenaleyh herbir kabileden bir kimse bana bey'at etsin, dedi. (Bey'at ettiler.) Bu bey'at sırasında birisinin eti peygamberin eline yapıştı. Peygam-,bet derhâl: Hıyanet muhakkak sizin içinizdedir. Binâenaleyh senin kabilen benimle bey'at yapsın, dedi. (Kabile bey'at yaptı.) Bu sırada iki yâhud üç kimsenin elleri peygamberin eline yapıştı. Peygamber: Hıyanet fiili sizdedir, sizler hıyanet ettiniz, dedi. Akabinde onlar sı­ğır başı gibi altından bir baş getirdiler ve bunu yere koydular. Aka­binde ateş geldi ve o ganimet malını yedi. Sonra Allah bizler için ganimeti halâl kıldı. Allah bizim zayıflığımızı ve aczimizi gördü de ganimetleri bize halâl kıldı" [42]

 

9- Bâb: Ganimet, Düşmanla Çarpışmada Hazır Bulunanlarındır

 

33-....... Eşlem şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R): Eğer mülümanların sonu (yânî müstakbel nesillerin hayâtı endîşesi) olma­saydı, Peygamber'in Hayber arazîsini taksîm ettiği gibi, ben de fet­hettiğim her karyeyi (her memleketin arazîsini) muhakkak ganîmet sâhibleri (yânî fâtihleri) arasında taksîm ederdim; dedi [43].

 

10- Ganîmet İçin Harbeden Kimsenin Sevabı Eksilir Mi? Babı

 

34-.......Bize Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Bir çöl Arabi Peygamber'e:

— Bâzı kimseler ganimet almak için harbeder, bâzı kimseler in­sanlar yanında yiğitliği zikrolunsun diye harbeder, bâzıları da (yiğit­lik) derecesi görülsün diye harbeder. Şu hâlde Allah' yolunda olan kimdir? dedi.

Peygamber (S):

  "Kim Allah kelimesi (Allah'ın tevhidi kelimesi) en yüksek ol­sun diye muharebe ederse, işte o mücâhid Allah yolundadır" buyur­du [44].

 

11- Devlet Başkanının, Huzuruna Getirilen Müşrik Hediyelerini Hazir Bulunanlar Arasında Taksim Etmesi Ve Hazır Bulunmayan Yâhud Kendisinden Uzak Bulunanlar İçin De Pay Ayırıp Saklaması Babı

 

35-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den tahdîs etti: Peygamber (S)'e has ipek­ten altın düğmeli (yâhud altın halkalarla örülü) birçok kaftanlar he­diye edildi. Peygamber bu kaftanları sahâbîlerinden birtakım insanlar arasında taksim etti. Bu kaftanlardan bir tanesini de Mahrame ibn Nevfel için ayırdı. Müteakiben Mahrame, beraberinde oğlu Mısver ibn Mahrame olduğu hâlde geldi de, Peygamber'in kapısı Önünde di-küdİ. Ve oğluna:

  Peygamber'i bana çağır! dedi.

Peygamber babamın sesini işitti de, yanma bir kaftan alıp düğ­melerini öne doğru tutarak babam Mahrame'yi bununla karşıladı ve:

  "Yâ Eba'l-Mısver, bunu senin için sakladım! Yâ Eba'l-Mısver, bunu senin için sakladım!" buyurdu.

Mahrame'nin huyunda bir şiddet ve sertlik vardı [45].

Bu hadîsi İsmail ibn Uleyye, Eyyûb es-Sahtıyânî'den rivayet et­miştir.

Ve Hâtem ibnu Verdân şöyle dedi: Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, İb-nu Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki el-Mısver: Peygamber'e bir çok kaf­tanlar geldi... demiştir. Bu hadîsi îbnu Ebî Muleyke'den rivayet et­mekte el-Leys ibn Sa'd, Eyyûb es-Sahtıyânî'ye mutâbaat etti [46].

 

12- Bâb: Peygamber (S) Kurayza Ve Benu'n-Nadır Arazîlerini Nasıl Taksîm Etti?

 

Ve bunlardan masrafı kendisine dönen ailesinin harcamalarına ve mühim hâdiselere verdiği şeyler.

 

36-.......Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Ensâr'dan olan insanlar gelir getiren hurmalıklarını Peygamber(S)'e kendi masraflarını karşılaması için hediye ediyorlardı. Nihayet Peygamber Kurayza ve Benu'n-Nadîr kabilelerini fethetti. Bunun ardından Me-dîneli Ensâr'a daha evvel Muhâcirler'e teslîm ettikleri hurmalıkları kendilerine geri verilir oldu [47].

 

13- Peygamber(S)'İn Maiyyetinde Gaza Edenlerin, Vâlîlik Ve Kumandanlık Yapanların Diri Ve Ölü Hâllerinde Mallarındaki Bereket Ve Artma Babı

 

37-.......Ben Ebû Usâme Hammâd ibn Seleme'ye: Hişâm ibn Urve size tahdîs etti mi? diye sordum. (Burada suâlin cevâbı zikre­dilmedi. Fakat İshâk ibn Râhûye'nin Müsned'inde bu isnâd ile "evet" deyip şunu sevketmiştin) Bana Hişâm ibn Urve, babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da kardeşi Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: ez-Zubeyr ibnu'I-Avvâm Cemel Vak'ası gününde dur­duğu zaman beni çağırdı [48]. Ben yanında dikeldim. Bana şunları söy­ledi:

— Ey oğulcuğum! Şu muhakkak ki, bu gün ancak zâlim olan yâhud mazlum olan öldürülür. Ve ben bu gün kendimi başka türlü de­ğil, ancak mazlum olarak öldürüleceğimi zannediyorum. Ve benim en büyük hüznüm ve endîşem elbette borcumdur. Sön borcumuzun, malımızdan herhangi birşey bırakacağını zannediyor musun? dedi ve:

— Ey oğulcuğum malımızı sat ve borcumu öde, sözünü söyledi.

Ve malının üçte birini vasiyet etti; bu üçte birin üçte birini husû­sî olarak Abdullah ibn Zubeyr'in oğullarına vasiyet etti. Zubeyr, oğ­lu Abdullah ibn Zubeyr'i kasdederek onun oğulları için üçte birin üçte biri diyor: Eğer borcun ödenmesinden sonra birşey artmış olursa, o fazlanın üçte biri senin oğullarına âiddir.

Hişâm ibn Urve (geçen senedle) şöyle dedi: Abdullah ibnu'z-Zubeyr'in çocuklarının bâzısı yaşça (yâhud vasiyetteki payca) Zubeyr'­in oğullarının bâzısına müsavi olmuştur: Bunlar Hubeyb ve Abbâd'-dır. Zubeyr'in bu vasiyeti yaptığı gün dokuz oğlu ve dokuz kızı vardı,

Abdullah dediki: Babam Zubeyr, borcunun ödenmesini bana va­siyet etmeye başladı ve şöyle diyordu:

— Ey oğulcuğum! Eğer borç ödemekten herhangi birşey husu­sunda âciz olursan, o zorluğa karşı Mevlâmdan yardım iste! dedi.

Abdullah şöyle dedi: Vallahi ben babamın bu "Mevlâm" sözüyle ne kasdettiğini bilemedim. Sonunda:

  Babacığım, senin Mevlân kimdir? diye sordum.

  (Benim Mevlâm) Allah'tır, dedi.

Abdullah şöyle devam etti: Vallahi ben onun borcunu ödemek­ten dolayı herhangi bir sıkıntıya düştükçe muhakkak:

— Yâ Mevlâ'z-Zubeyr( = Ey Zubeyr'in Mevlâsı)! Zubeyr'in bor­cunu kaza et! diye duâ ettim; akabinde Yüce Allah onun borcunu ödedi. Sonunda Zubeyr (R) Öldürüldü. Zubeyr arkasında altın para ve gümüş para bırakmadı; o yalnız bâzı arazîler bıraktı. Gâbe mevki­indeki büyük arazî, Medine'de onbir ev, Basra'da iki ev, Kûfe'de bir ev, Mısır'da bir ev bunlardandır.

Abdullah dedi kî: Zubeyr'in üzerindeki borç ancak şöyle oluş­muştur: Birtakım kimseler ona mal getirir ve malı Zubeyr'in yanın­da emânet bırakmak ister idi. Zubeyr ise ona:

— Hayır, ben bu malı emânet olarak teslim almam; lâkin o rnal benim zimmetimde bir ödünçtür. Çünkü ben emânetin zayi' olma­sından (ve bunun da benim malı iyi korumadığımdan meydana gel­diğinin zannolunmasından) korkarım, der idi.

Zubeyr asla bir kumandanlık, harâc toplayıcılığı ve (mal topla­maya sebeb olacak cinsten) herhangi bir vazifeyi üzerine almamış­tır [49] O sâdece Peygamber(S)'in yâhud Ebû Bekr'in yâhud Umer'in yâhûd Usmân'ın -Allah onlardan razı olsun- maiyyetlerinde yapılan gazvelerde mevcûd olmuştur.

Abdullah ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: Ben babam Zubeyr'in üze­rindeki borcu hesâb ettim de, onu ikimilyon ikiyüzbin olarak buldum. Râvî dedi ki: Hakîm ibn Hizam, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e ka­vuştu da:

— Ey kardeşimin oğlu! Kardeşim Zubeyr'in üzerinde ne kadar

borç vardır? diye sordu.

Abdullah, borcun bir kısmını gizledi de:

  Yüzbin, dedi.

Bunun üzerine Hakîm:                                :

— Vallahi ben sizin mallarınızın bu kadar borcu ödemeye yete­ceğini zannetmiyorum, dedi.

Bu sefer Abdullah:

— Eğer borçlar ikimilyon ikiyüzbin olmuş ise, senin re'yin ne­dir bana haber ver? dedi.

Hakîm:

  Bu kadar borcu ödemeye takat yetireceğinizi sanmıyorum. Eğer bu borçtan herhangi birşeyi ödemekten âciz olursanız benden

yardım isteyin, dedi.

Râvî dedi ki: Zubeyr, Gâbe'deki arazîyi yüzyetmiş bine satın al­mış idi. Oğlu Abdullah ise bu arazîyi satmak için bir milyon altıyüz-bin kıymet ta'yîn etti. Sonra ayağa kalktı ve:

— Her kimin Zubeyr'in üzerinde alacağı bir hakk varsa, Gâbe'-ye bizim yanımıza gelsin, dedi.

Akabinde Abdullah ibn Ca'fer ibn Ebî Tâlib oraya geldi. Bu Ab­dullah'ın, Zubeyr'in üzerinde dörtyüzbin alacağı vardı. Bu Abdul­lah, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hitaben:

— Eğer isterseniz bu dörtyüzbinlik alacağımı size bırakayım, dedi. Abdullah ibnu'z-Zubeyr:

  Hayır (alacağını bırakma; bunu istemeyiz), dedi.

Abdullah ibn Ca'fer:

— Eğer isterseniz, benim alacağımı geri bırakmak istediğiniz ala­cakların içine koyup geriye bırakırsınız, dedi.

Abdullah ibnu'z-Zubeyr:

  Hayır, alacağını geri bırakma, dedi. Râvî dedi ki: Abdullah ibn Ca'fer:

  Öyleyse bu arazîden benim için bir parça kesin, dedi. Abdullah ibnu'z-Zubeyr de ona hitaben:

  Şuradan şuraya kadar olan parça senindir, dedi.

Râvî dedi ki: Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Gâbe arazîsinden (ve ev­lerden) bâzısını sattı da babası Zubeyr'in borcunu ödedi. Borcun hep­sini tamamen ödedikten sonra Gâbe arazîsinden dörtbuçuk pay bakî kaldı. Abdullah ibnu'z-Zubeyr akabinde Şam'a Muâviye ibn Ebî Suf-yân'ın yanına geldi. Muâviye'nin yanında Amr ibnu Usmân ibn Af-fân, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'in kardeşi el-Munzir ibnu'z-Zubeyr, (Mü'minlerin anası Sevde'nin kardeşi) Abdullah ibnu Zem'a bulu­nuyorlardı. Muâviye, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hitaben:

  Gâbe arazîsine ne kadar kıymet ta'yîn edildi? dedi. Abdullah:

  (Onaltı pay aslından) herbir pay yüzbine geldi, dedi.

Muâviye:

  Geriye kaç pay kaldı? dedi. Abdullah:

  Dört bütün pay ile bir yarım pay kaldı, dedi,

el-Munzir ibnu'z-Zubeyr:

  Ben yüzbin mukaabilinde bir pay satın aldım, dedi.

Amr ibnu Usmân:

  Ben de yüzbine mukaabil bir pay satın aldım, dedi.

Abdullah ibnu Zem'a:

  Ben de yüzbîn karşılığında bir pay satın aldım, dedi.

Bu sefer Muâviye:

  Geriye ne kadar pay kaldı? diye sordu.

Abdullah:

  Bir pay ile yarım pay kaldı, dedi,

Muâviye:

  Ben de onu yüzelli bin karşılığında satın aldım, dedi. Râvî dedi ki: Abdullah ibn Ca'fer (ibn Ebî Tâlib), Muâviye'den

onun payını altıyüzbin mukaabilinde satın aldı (da böylece ikiyüzbin kazandı). Abdullah ibnu'z-Zubeyr babasının borçlarını ödeyip bu borç işini bitirdiği zaman Zubeyr'in diğer oğulları kendisine:

  Artık mirasımızı aramızda taksîm et, dediler.

Abdullah:

— Hayır, Allah'a yemîn ederim ki, dört sene hacc mevsiminde "Haberiniz olsun! Her kimin Zubeyr üzerinde alacağı bir hakk var­sa bize gelsin de o borcu ödeyelim!" diye nida ve i'lân etmedikçe, mîrâsı aranızda taksîm etmem, dedi.

Râvî dedi ki: Artık Abdullah ibnu'z-Zubeyr her sene hacc mev­siminde böyle nida ve i'lân etmeye başladı. Nihayet dört yıl geçince (ve kendisine hakk isteyici kimse gelmeyince) mîrâsı Zubeyr'in oğul­ları arasında taksîm etti.                                                         

Râvî dedi ki: Zubeyr öldüğü zaman arkasında dört karısı varJ di. Abdullah'a vasiyet edilen üçte biri kaldı da her bir kadına (sekizde bir hisse olarak) bir milyon ikiyüzbin isabet etti. Buna göre Zubeyr'A in (vasiyet, mîrâs ve borçlarını içine alan) malı elli milyon ikiyüzbindir [50].

 

14- Bâb: Devlet Başkanı Bir İnsanı Bir İhtiyaç Hususunda Elçi Gönderdiği Yâhud Ona Orada İkaamet Etmesini Emrettiği Zaman Ganimetten O Şahsa Hisse Verilir Mi?

 

38- Bize Mûsâ ibn İsmail tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Avâ-ne tahdîs edip şöyle dedi: Bize Usmân ibn Vehb tahdîs etti ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir: Usmân Bedir vak'asından ancak şu sebeb-den dolayı kaybolmuştur: Çünkü hakikat şudur ki, Rasûlullah'ın kı­zı (Rukayye) Usmân'ın nikâhı altında idi ve (Bedir seferi sırasında) ağır hasta bulunuyordu. Peygamber (S) Usmân'a hitaben: "Senin için Bedir'de hazır bulunan bir gâzîsevabı ve onun ganimet payı vardır" buyurdu (ve ona hisse verdi) [51].

 

15- Bâb- Ganimetin Beşte Birinin Müslümanlara Nevbet \Evbet Gelen Mühim Hâdiseler İçin Olduğuna Delilden Biri Hevâzin Kabilesinin Peygamberin Kendileri İçinde Bir Süt Annesini Emmiş Olması Sebebiyle Peygamberden İstekte Bulunmaları; Peygamberin De Müslüman Gazilerden, Onlardan Aldıkları Hisselerini Geri Vermelerini Halâl Saymasıdır.

 

Yine buna delilden biri de Peygamberin hisselerini geri veren müslümânlara fey'den ve ganimetlerin beşte

birinden onlara vermeyi va'd eder olmasıdır. Peygamberdin Ensâr'a ve Ensâr'dan Câbir ibn Abdillah'a Hayber hurmasından vermesi de aynı konuya delildir.

 

39-.......îbnu Şihâb şöyle demiştir: Ve Urve ibnu'z-Zubeyr söy­ledi ki, kendisine Mervân ibnu'l-Hakem ile Misver ibn Mahrame, Ra­sûlullah'ın şöyle buyurduğunu haber vermişlerdir; Rasûlullah'a Hevâzin kabilesi hey'eti müslümân olarak geldikleri ve kendisinden mallarının ve esirlerinin geri verilmesini istedikleri zaman, Rasûlullah (S) onlara:

  "Bana sözün en sevimlisi, en doğrusudur. Şimdi siz iki taife­den birini; ya esirleri ya da malları tercih ediniz. Ben (sizin gelmenizi gözeterek) bunları taksim etmeden bekletmiş idim" buyurdu.

Ve hakîkaten Rasûlullah Tâif'ten (Cı'râne'ye) döndüğü zaman on bu kadar gece onların sonlarının gelmesini beklemişti. Hevâzin hey'etine Rasûlullah'ın kendilerine ancak iki şıktan birisini geri ve­receği apaçık belli olunca bunlar Rasûlullah'a:

  Biz esirlerimizin geri verilmesini tercih ediyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah müslümânlar arasında ayağa kalktı.

Allah'ı lâyık olduğu kemâl sıfatlarıyle sena etti. Sonra "Amma ba'du" hitâb faslını söyleyerek şu hutbeyi yaptı:

  "Bu Hevâzin hey'eti kardeşleriniz, kusurlarından tevbe edi­ciler olarak bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim esirlerini bu suretle (karşılıksız vererek) kardeşlerinizin gönüllerini hoş etmeyi severse bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesi üzerine bağlı olmak (karşılıksız vermemek) arzu eder­se (bu bedeli) ona biz, Allah 'in bize ihsan edeceği ilk ganimet malın­dan veririz. Bu kanâatle o da böyle yapsın" buyurdu.

Bunun üzerine insanlar:

  Biz Hevâzin esirlerini kendilerine geri vermekle onları hoş-nûd etmişizdir yâ Rasûlallah, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah, sahâbîlerine:

  "Şimdi biz, sizden esirini vermeye rızâsı olan kimseleri rızâsı olmayanlardan seçip bilemiyoruz. Onun için siz gidiniz de bize duru­munuzu, işlerinizi bilip yürüten kişileriniz arzetsinler" buyurdu.

İnsanlar yerlerine çekildiler, kabilelerin bilir kişileri onlarla ko­nuştular. Sonra bu bilir kişiler Rasûlullah'a geri gelip, herbiri kavr minin esirlerini vermekten memnun olduklarını ve Rasûlullah'a bu konuda izin verdiklerini bildirdiler.

tbn Şihâb: İşte Hevâzin esirlerinden bize ulaşan budur, dedi [52].

 

40-  Bize Eyyûb es-Sahtiyânî, Ebû Kılâbe'den tahdîs edip şöyle dedi: Ve yine bana el-Kaasım ibnu Âsim el-Küleybî tahdîs etti. Ve ben el-Kaasım'ın Zehdem'den gelen hadîsini, Ebû Küabe'nın ha­dîsinden daha iyi muhafaza etmekteyim. Zehdem ibn Mudrıb el-EzcU şöyle demiştir: Biz Ebû Musa'nın yanında idik. (Ebû Musa'ya yemek ikram ettiler.) Bu arada tavuğun zikri geldi. Ebû Mûsâ'nm yanında Teymullah oğulları'ndan kızıl suratlı bir adam da vardı, sanki o Rum esîrlerindendi. Ebû Mûsâ o kızıl suratlı adamı yemeğe çağırdı. O adam:

— Ben bu hayvanı bir kerre iğrendiğim birşeyi yerken gördüm de bir daha tavuk eti yemem diye yemîn ettim, dedi.

Ebû Mûsâ ona:

— Beri gel de ben sizlere yemini çözme yolundan bir hadîs söy-' leyeyim: Ben Eş'arîler'den bir cemâat içinde Peygamber'e geldim. Kendisinden binmek ve yüklerimizi yüklemek için deve istiyorduk. Peygamber: "Vallahi ben sizleri yüklemem, benim yanımda sizleri bindirecek deve yoktur" buyurdu. Sonra Rasûlullah'a ganimet develeri getirildi. Rasûlullah bizleri sorup: "O Eş'arîter cemâati nerede?" dedi. Bizler geldik. Bizlere yaşları iki ile dokuz arasında beyaz hör-güçlü beş deve verilmesini emretti. Biz yanından ayrılıp gittiğimiz za­man kendi aramızda: Biz ne yaptık? Onun bize verdikleri bize bereketli olmaz! dedik ve hemen Rasûlullah'a döndük ve: Biz senden bizleri yüklemen için deve istemiştik. Sen ise bizleri yüklemiyeceğine yemîn etmiştin. Sen bu yemînini unuttun mu? dedik. Rasûlullah (S): "Siz­leri ben yüklemedim, fakat sizleri Allah yükledi ve ben vallahi eğer Allah isterse bir yemîn üzerine yemîn etmem ki> yemîn edilen şeyin başkasını yemîn edilenden hayırlı görürsem muhakkak o hayırlı ola­nı yaparım. Ben o yemîni keffâretle çözmüştüm" buyurdu [53].

 

41-.......Bize (İmâm) Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) Necd tarafına bir fırka asker gönder­di. Abdullah ibn Umer de bu askerî birlik içinde bulundu. Bu asker­ler birçok deve ganimet aldılar. Herbir askerin hissesine oniki yâhud onbir deve düştü. Bu hisselerine ilâve olarak kendilerine birer deve de (Rasûlullah'a âid beşte bir hisseden) ihsan buyrulmuştu [54].

 

42-.......Bize el-Leys, Ukayİ'den; o da İbnu Şihâb'dan; o da Sâlim'den; o da babası İbn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlul­lah (S) göndermekte olduğu seriyyelerden bâzı kimselere, o askerî birligin umûmuna isabet edecek hisse taksiminden başka hassaten bizzat kendilerine âid olmak üzere fazladan ganîmet verir idi [55].

 

43-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Biz Eş'arîler Yemen'de iken Peygamber(S)'in çıkışı ve Medine'ye hicret edişi haberi bize erişti. Biz de ben ve iki kardeşimki biri Ebû Burde, diğeri de Ebû Ruhm'dür; ben kardeşlerimin en küçüğü idim- kavmimiz Eş'a-rîler'den (Râvî: Ya elli bu kadar dedi veya şöyle söyledi:) elliüç yâ­hud elliiki kişi içinde Peygamber'in tarafına muhacirler olarak i Yemen'den çıktık. Biz bir gemiye bindik. Fakat (havanın muhale-i fetiyle) gemimiz bizleri Habeş hükümdarı Necâşî'nin memleketi sa­hiline bıraktı. Orada Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile yanındaki arkadaşlarıyle karşılaştık. Ca'fer:

— Rasûlullah bizleri buraya gönderdi ve bizim burada ikaamet etmemizi emretti. Sizler de bizim beraberimizde ikaamet ediniz, dedi.

Bunun üzerine biz de Ca'fer'in beraberinde Habeşistan'da ikaa­met ettik. Nihayet hepimiz beraberce Medine'ye geldik. Ve Peygam-ber'e Hayber'i fethettiği sırada kavuştuk. Rasûlullah bizlere pay ayırdı (yâhud râvî: Rasûlullah o ganimetten bizlere de verdi, demiştir). Hâl­buki Rasûlullah Hayber fethinden gâib olan hiçbir kimseye Hayber ganimetinden birşey ayırmadı, ganimeti ancak beraberinde hazır bu­lunanlara ayırdı. Bu esâstan Ca'fer'in maiyyetinde olarak bizim ge­mimizle gelenleri ve Ca'fer'in arkadaşlarını müstesna tuttu da Hay-ber'de hazır bulunanlarla beraber onlara da pay ayırdı [56].

 

44-.......Câbir (R) şöyle demiştir. Rasûlullah (S): "Bahreyn ma­lının gelmesi gerçekleşirse, muhakkak sana şöyle şöyle şöyle veririm'' buyurdu. Peygamber'in ruhu alınıncaya kadar Bahreyn malı gelme­di. Bahreyn malı geldiği zaman Ebû Bekr bir münâdîye emretti, o da:

— Her kimin Rasûlullah'ın yanında bir alacağı veya yapılmış bir aya'di varsa bize gelsin! diye i'lân etti.

Bunun üzerine ben Ebû Bekr'e gittim ve:

  Rasûlullah bana "Şöyle şöyle... veririm" buyurdu, dedim.

Ebû Bekr benim için üç avuç avuçladı. Bunu anlatırken râvî Suf-yân ibn Uyeyne iki avucunu bir yere getirerek avuçlamaya başladı da, sonra bize hitaben: İşte bize İbnu'l-Munkedir böyle söyledi, de­di. Sufyân bir kerre de Câbir'in şöyle dediğini söyledi: Bunun üzeri­ne ben Ebû Bekr'e geldim ve kendisinden alacağımı istedim. Fakat o bana vermedi. Sonra yine geldim, o yine bana vermedi. Sonra üçün­cü defa geldim ve:

— Senden istedim, fakat sen bana vermedin. Sonra senden yine istedim, sen yine vermedin. Sonra senden istedim, sen yine verme­din. Artık ya bana verirsin, ya da benim tarafımdan cimri olursun, dedim.

Ebû Bekr şöyle dedi:

— Benim üzerime cimrilik nisbet edersin, dedim. Birinci defada vermekten seni ancak sana vermek isteyerek men' ettim.

Sufyân dedi ki: Ve bize Amr ibn Dînâr, Muhammed ibn Alî'­den tahdîs etti ki, Câbir şöyle demiştir: Ebû Bekr benim için bir avuç avuçladı da: Bunu say, dedi. Beri onu saydım ve beşyüz aded bul­dum. Ebû Bekr: Bunun (mislini) iki kerre daha al, buyurdu.

Sufyân dedi ki: İbnu'l-Munkedir'i kasdederek o: Cimrilikten da­ha kötü hangi hastalık vardır? Dedi [57].

 

45-.......Bize Amr ibnu Dînâr tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Cı'râne mevkiinde (Huneyn ve He-vâzin harbinde alınan) ganimetleri taksim etmekte iken birden (Zu'l-Huveysıra et-Temîmî denilen) bir adam Rasûlullah'a hitaben:

— Adalet et! dedi. Rasûlullah da ona:

  "Eğer ben adalet etmezsem bedbaht olurum" buyurdu [58].

 

16- Peygamberdin Beşe Bölme İşlemi Yapmaksızın (Yânî Kendilerinden Fidye Almaksızın) Esirlere İhsanı Babı

 

46-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Muhamrned ibnu Cubeyr'den; o da babası Cubeyr ibnu Mut'ım'den haber verdi ki, Peygamber (S) müşriklerin Bedir'de esir alınanları hakkın­da: "Eğer el-Mut'ım ibnuAdiyy sağ olsaydı, sonra şu kokmuş adamlar hakkında benimle konuşup onlara şefaat etseydi, muhakkak ben bun­ları el-Mul 'im 'in hatırı için (fidye almaksızın) bırakırdım'' buyurmuştur [59]

 

17- Bâb: Beşte Birin Tasarrufunun Devlet Başkanına Âid Olduğuna Ve Onun Yakınlarının Bâzısına Vermeyip De Bâzılarına Verebileceğine Delildendir

 

Ve keza Peygamber'in Hayber ganimetlerinin beşte birinden Muttalib oğulları'na ve Hâşim oğulları'na pay

ayırması da bu konudaki delîldendir.

Umer ibn Abdilazîz şöyle demiştir: Peygamber (S) bu taksimi Kureyş'e şâmil kılmadı ve taksime en fazla

ihtiyâcı olan hısımlarından başkasına tahsîs etmedi.

Muhakkak o gün verdikleri içinde uzak hısımlardan olanlar bulunmuştur ki, bu veriş ihtiyâç şikâyeti yapması,ve onlara Peygamber'in yanında Kureyş kâfirlerinden ve onun müttefiklerinden İslâm'a girmiş olmaları sebebiyle dokunmuş olan zarardan dolayıdır [60].

 

47-.......Cubeyr ibnu Mut'ım (R) şöyle demiştir: (Nevfel oğulla­rından olan) ben, (Abduşşems oğullarından olan) Usmân ibn Af-fân ile Rasûlullah'ın yanına gittik de:

— Yâ Rasûlallah! Muttalib oğullan1 na verdin de bizleri bırak­tın. Hâlbuki sana (nesebce) nisbetimiz cihetiyle bizimle Abdulmutta-lib oğullan bir mertebedeyiz (hepimiz büyükbabamız Abdi Menâf'da birleşiyoruz), dedik.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Muttalib oğulian'yle Hâşim oğulları bir soydur'' buyurdu [61]. el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus tahdîs edip şunu ziyâde

etti: Cubeyr: Peygamber (S) -beşte bir hisseyi akraba arasında tak­sim ederken- Abdi Şems oğullan'na ve Nevfel oğulları'na birer pay ayırrnamıştı, demiştir.

Ve İbnu İshâk şöyle dedi: Abdu Şems, Hâşim ve el-Muttalib ana bir kardeşlerdir, anaları da Âtike bintu Murre'dir. Nevfel ile de bu üçü baba bir kardeşlerdir; (babalan da Abdi Menâf tır. Nevfel'in anası ise Vâkıde bintu Amr'dır) [62].

 

18- Harbde Öldürülen Düşman Askerinin Eşyasını Reste Bir İşlemine Tâbi' Tutmayan Kimse;

"Kim bir düşman askeri öldürürse üzerindeki eşyası (beşte bire tâbi' olmaksızın) öldürene âiddir"; Ve Devlet Başkanının Seleb (Yânî Ölü Asker Üzerinden Alınan Eşya), Hakkındaki Hükmü Babı

 

48-.......Abdurrahmân ibn Avf (R) şöyle demiştir: Bedir harbi günü ben harb saffında durup sağıma soluma baktığım zaman Ensâr'-dan yaşlan taze iki genç gördüm. Bunlardan daha şiddetli ve kuvvet­li olan iki kimse arasında olmamı temenni ettim. Bu iki gençten biri beni gözü ile sözdü de:

— Ey amca! Ebû CehlM tanır mısın? diye sordu.Ben de:

— Evet tanırım, dedim ve: Ey kardeşim oğlu! Ebû Cehl'i ne ya pacaksın? diye sordum.

O da:

— Bana haber verildi ki, o Rasûlullah'a sövüyormuş. Hayâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, eğer onu görürsem artık benim­le ondan eceli yakın olan ölünceye kadar, şahsım onun şahsından as­la ayrılmayacaktır, dedi.

Ben (bu gencin heyecanla söylediği) bu kat'î sözden dolayı hay­ret ettim.

Bu iki gençten diğeri de beni gözden geçirdi de öbürünün söyle­diği gibi söyledi. Bu sırada gözlerim hiçbir tarafa takılmadan ben Ebû Cehl'i görmüştüm. O, Kureyş askeri içinde dolaşıp duruyordu. Ben:

— Gençler! Öteye beriye telâşla giden şu şahıs, bana sormuş ol­duğunuz Ebû Cehl'dir, dedim.

Onlar da çabucak kılıçlarına sarıldılar ve Ebû Cehl'i öldürünce-ye kadar kılıçlarıyle ona vurdular. Sonra dönüp Rasûlullah'ın huzu­runa geldiler ve hâdiseyi O'na haber verdiler. Rasûlullah (S):

  "Ebû Cehl'i hanginiz Öldürdü?" diye sordu. Bunlardan herbiri:

  Onu ben öldürdüm, dedi. Rasûlullah:

  "Kılıçlarınızı şildiniz mi?" diye sordu. Onlar:

  Hayır silmedik, diye cevâb verdiler.

Bunun üzerine Rasûlullah (kılıçlarına ne kadar kan bulaştığını ve ne derece derinlikte battığını anlamak için) genç gazilerin kılıçla­rına baktı da (gönüllerini hoş etmek için):

— "Onu her ikiniz öldürmüşsünüz; Ebû Cehl'in ele geçen eşyası (öldürücü darbeyi vurduğu için) Muâz ibn Amr ibni'l-Cemûh'a âid-

dir" buyurdu.

Bu iki mücâhid Mûaz ibn Afra ile Muâz ibn Amr ibni'l-Cemûh idi [63].

 

49-.......Ebû Katâde'nin himayesinde bulunan Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde (R) şöyle demiştir: Biz Huneyn senesi Rasûlullah'ın maiyyetinde sefere çıktık. Düşmanla karşılaştığımız zaman müslümân ordusu için bir ilerleme ve gerileme olmuştu. Bu sırada müşriklerden birini müslümânlardan bir kimse üzerine çık­mış hâlde gördüm. Hemen o düşman tarafına dolandım, nihayet ar­kasından onun yanına geldim ve boynu ile kürek kemiği arasından kılıçla onu vurdum. O hemen benden tarafa döndü ve beni öyle bir kucakladı ki, bu sıkı kucaklayıştan ölüm kokusunu hissettim. Sonra ona ölüm yetişti de beni salıverdi. Müteakiben Umer ibnu'l-Hattâb'a rastgeldim ve:

  Bu insanlara ne oluyor? dedim. Umer:

  Allah'ın işidir, dedi.

Sonra insanlar (bozulmanın ardından) döndüler, Peygamber de oturdu ve:

  "Her kim bir düşmanı öldürür ve Öldürdüğüne dâir beyyine-si de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve diğer eşyası onundur" buyurdu.

Ben hemen kalktım ve:                                          

  Benim için kim şâhid olur? dedim, sonra oturdum. Sonra Rasûlullah yine:                                         

  "Her kim bir düşmanı öldürür ve Öldürdüğüne dâir beyyine-si de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve diğer eşyası onundur"

Ben yine ayağa kalktım ve:

  Benim için kim şâhid olur? deyip, sonra oturdum. Sonra Rasûlullah üçüncü kerre bu sözlerin benzerini söyledi. Bu­nun üzerine bir adam:

— Yâ Rasûlallah, Ebû Katâde doğru söyledi, o öldürülen düş­man askerinin eşyası benim yanımdadır. Artık hakkı olan bu şeyler yerine onu başka şeylerle benden yana razı kıl, dedi.

Ebû Bekr es-Sıddîk:

— Allah'a yemîn olsun bu olmaz. Peygamber, Allah ve Rasûlü yolunda mukaatele eden Allah arslanlarından bir arslanın hakkını ib-tâle yanaşmaz ve onun selebini sana veremez, dedi.

Bunun üzerine.Peygamber (S):

  "Ebû Bekr doğru söyledi" buyurdu ve akabinde o ölü aske­rin eşyasını Ebû Katâde'ye verdi.

Ebû Katâde şöyle dedi: Ben zırhı sattım ve onun bedeline mukaa-bil Benû Seleme yurdunda bir bustân satın aldım. îşte bu bustân İs­lâm'da aslına sâhib olduğum ilk maldır [64].

 

19- Peygamber(S)1\ Kalbleri İslâm'a Alıştırılmak İstenenlere Ve Onlardan Başkalarına Beşte Bir Hissesinden Ve Harâc, Cizye Gibi Diğer Devlet Gelirlerinden Vermekte Olduğu Şeyler Babı

 

Bu başlıkta zikredilen şeyi Abdullah ibn Zeyd Peygamber'den rivayet etmiştir [65].

 

50-.......Hakîm ibn Hizam (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan istedim, O bana verdi. Sonra kendisinden yine istedim, O da yine bana verdi. Sonra bana şöyle buyurdu:

— "Yâ Hakîm! Şu mal, yeşil, tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis ferâgattyle (hırssız) alırsa, o malda kendisi için bereketlilik ve meymenetlilik ihsan olunur. Her kim de bunu hırs ile (nefis düş­künlüğü ile) alırsa, bu malda alan için bereketlilik ve şereflilik olmaz.

O hırslı kimse bir obur gibidir ki, dâima yer, fakat bir türlü doymaz. (Veren) yüksek el, (alan) alçak elden hayırlıdır." Hakîm dedi ki: Ben:

— Yâ Rasûlallah, Seni hakk ile peygamber gönderen Allah'a ye-mîn ederim ki, ben şü dünyâdan ayrılıncaya kadar Sen'den başka hiç­bir kimseye, hiçbirşey için elimi uzatmam, dedim.

(Hakîkaten) Ebû Bekr, Beytu'l-mâl'daki hakkını vermek için Ha-kînı'i çağırmış, fakat Hakîm, Ebû Bekr'in ihsanından hiçbirşey ka­bul etmemiştir. Sonra Umer de onu, hakkım vermek için çağırmış, ondan da birşey kabul etmekten çekinmiştir. Bundan sonra Umer:

— Ey Müslümanlar cemâati! Ben Hakîm'in, Allah'ın kendisine ayırdığı bu fey'den olan hakkım kendisine arz ediyorum, o ise bunu almaktan çekiniyor, demiştir.

Ve (hakîkaten) Hakîm, Peygamber(S)'den sonra tâ vefat edin­ceye kadar hiçbir insandan birşey almamıştır [66]

 

51-.......Umer ibnu'l-Hattâb (R) -Tâif dönüşünde Cı'râne'de:

— Yâ Rasûlallah! Şu muhakkak ki üzerimde Câhiliyet devrinde -el-Mescidu'l Harâm'da- bir gün i'tikâf etme adağı vardır (ne buyu­rursunuz)? dedi.

Rasülullah (S) ona adağını îfâ edip yerine getirmesini emretti. Nâfi' şöyle demiştir: Umer (R), Huneyn harbi esirlerinden iki cariyeye nail oldu ve bunları Mekke'deki evlerden birisinin içine koydu. Yine ikinci râvî Nâfi' dedi ki: Müteakiben Rasûlullah, Huneyn (harbi) esir­lerine hürriyet verdi. Bu sebeble esirler sokaklarda koşmaya başladı­lar. Bunun üzerine Umer, oğluna:

  Yâ Abdallahî.Bak, gör, bu ne hâldir? dedi

(O da sokaklarda ileri geri koşan câriye kalabalığının sebebini |sorup öğrenerek geldi ve:)

  Rasûlullah bütün cariyelere hürriyet vermiştir, dedi. Umer de oğluna;

  Haydi sen de git ve o iki cariyeyi salıver! dedi.

Yine Nâfi': Rasûlullah (S) Ci'râne'den umre yapmamıştır; eğer oradan umre yapmış olaydı bu husus Abdullah ibn Umer'e gizli kal­mazdı, demiştir.

Ve Cerîr ibn Hazım, Eyyûb'dan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer -den olmak üzere, İbn Umer'in "Bu iki câriye beşte birden idi" dedi­ğini ziyâde etmiştir. Ve bu i'tikâf hadîsini Ma'mer ibn Râşid, Eyyüb'­dan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer'den olmak üzere en-Nezr Kitâ-bı'nda rivayet etti, fakat orada "Yevmin" -yâhud- "Yevme" deme­di [67]

 

52-.......Bize el-Hasen el-Basrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Amr ibnu Tağlib (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) bir kavme (bir topluluğa) mal verdi de diğerlerine vermedi. Sonra o mal vermedik­lerinin kendisi aleyhine öfkeli konuşmalar yaptıklarım haber aldı da bunun üzerine şöyle buyurdu:

— "Muhakkak ki ben kalb hastalığı ve sabırsızlıklarından endî­şe etmekte olduğum birtakım insanlara mal veririm. Bâzı topluluk­ları da Allah 'in onların kalblerinde yarattığı (fıtrî) hayra ve zenginliğe havale ederim. Amr ibn Tağlib de bunlardan biridir".

Râvî Amr ibn Tağlib: Rasûlullah'ın bu lûtufkâr sözüne bedel kır­mızı develere (yânî bütün dünyâya) mâlik olmayı arzu etmem, demiştir.

Ve Ebû Âsim, Cerîr ibn Hâzım'dan yaptığı rivayetinde şunu zi­yâde etti: Cerîr ibn Hazım şöyle diyordu: Bize Amr ibn Tağlib (R) şöyle tahdîs etti: Bir defasında Rasûlullah'a birçok mal yâhud bir­çok esîr -bir rivayette birçok şey- gönderilmişti. Akabinde Rasûlul­lah (S) o malı burada zikrolunduğu surette taksim etti [68]...

 

53-.......Enes (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Ben Kureyş'e onları müslümânlığa alıştırmak için (ganîmet malından çok hisse) ve­riyorum. Çünkü onlar Câhiliyet devrine yakındırlar" buyurdu [69].

 

54-.......Bize ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâ­lik (R) şöyle haber verdi: Allah Hevâzin (harbindeki ganimet) malla­rından kendi Rasülü'ne fey' olarak verdiği şeyleri verdiği zaman, Rasûlullah da Kureyş'ten birtakım kimselere (kalblerini İslâm'a alış­tırmak için) yüzer deve vermeye başladığı zaman, Ensâr'dan bâzı kimseler:

  Allah, Rasûlullah'a mağfiret etsin! O, Kureyş'e veriyor da biz terkediyor. Hâlbuki kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşliler'in kanlan damlıyor, dediler.

Enes (sözüne devamla) dedi ki: Ensâr'ın bu sözü Rasûlullah'a duyuruldu da, Rasûlullah Ensâr'a haber gönderdi ve onları deriden bir çadır içinde toplattı. Ensâr'dan başka kimseyi onların yanma bı­rakmadı. Ensâr toplanınca, Rasûlullah, onların yanına geldi ve:

  "Sizin tarafınızdan söylenipbana ulaşan söz nedir?" buyurdu. Ensâr'ın anlayış sahibi olanları Rasûlullah'a hitaben:

— Yâ Rasûlallah! Bizim re'y sahibi olanlarımız hiçbir söz söyle­mediler. Amma bizden yaşları küçük birtakım genç insanlar "Allah, Rasûlullah'a mağfiret etsin, O, Kureyş'e veriyor da Ensâr'ı terkedi­yor; hâlbuki bizim kılıçlarımızdan henüz Kureyşliler'in kanları damlı­yor" sözlerini söylediler, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (S) şunları söyledi:

  "Şübhesiz ben zamanları kâfirliğe yakın bulanan birtakım in­sanlara dünyalık mal veriyorum. İnsanlar evlerine aldıkları malları gö­türürlerken sizler yurdlarınıza Allah'ın Rasûlü ile dönmenizden razı olmuyor musunuz? Allah 'a yemin ederim ki, sizin kendisiyle dönüp gideceğiniz şey, onların alıp gidecekleri şeyden hayırlıdır!"

Bunun üzerine Ensâr:

  Evet yâ Rasûlallah! Bizler razı olmuşuzdur, dediler.

Rasûlullah onlara:                                        

— "Sizler benden sonra yakında (dünyâ işlerinde) başkalarının size şiddetle tercih edildiğini göreceksiniz. O takdirde sizler.havz ba­şında Allah'a ve Rasûlü'ne kavuşuncaya kadar sabrediniz (ki sabra karşı bol sevaba zafer bulaşınız)" buyurdu. Enes: Fakat biz sabredemedik, demiştir [70].

 

55-.......Muhammed ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bana babam Cubeyr ibn Mut'ım haber verdi ki, kendisi Rasûlullah'ın beraberinde bulunduğu ve Rasûlullah da beraberinde birtakım insanlar olduğu hâl­de Huneyn seferinden döndüğü sırada birtakım bedevi Arablar gani­met isteyerek Rasûlullah'ın etrafına takılmışlardı. Hattâ Rasülullah'ı sıkıştırıp zorlamışlardı da O'nu Semure (denilen dikenli büyük bir ağaç) altına sığınmaya mecbur etmişlerdi. Ve o ağacın iri dikenleri Rasûlullah'ın ridâsına takılıp kapmıştı da bu yüzden Rasûlullah bir müddet orada durmuş ve:

— "Ridâmı bana veriniz! Eğer şu iri dikenli ağacın dikenleri sayı­sınca ganimet devesi ve sığırı mevcûd olaydı, muhakkak ben onları ara­nızda taksim ederdim. Sonra siz beni ne cimri, ne yalancı, nedekorkak bulmazdınız (yânı böyle ittihâm etmezdiniz)" buyurdu [71].

 

56-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben (bir kerresinde) Peygamber'in beraberinde yürüyordum. Peygamber'in üzerinde Necrân dokumalarından kalın kenarlı bir ridâ (yânı bir kaftan) bu­lunuyordu. Bir çöl Arabi Peygamber'e yetişti de ridâsını şiddetle çekti. O sırada ben Peygamber'in boynu ile iki omuzu arasına baktım da bedevînin ridâyı şiddetle çekmesinden dolayı, ridânın kalın kenarı Pey­gamber'in boyun safhasında iz bırakmış olduğunu gördüm. Bundan sonra bedevi, Peygamber'e:

— Yanında bulunan Allah malından bana birşey verilmesini em­ret, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S), bedeviye doğru (şefkatle) baktı da güldü, sonra bu bedeviye biraz dünyalık verilmesini emretti [72].

 

57-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Huneyn gü­nü harb olup bitince Peygamber (S) -ganîmet taksîmi sırasında- bâzı kimselere fazla vermek suretiyle bir tercîh ve hususiyet bahşetti. Meselâ (kalbleri İslâm'a alıştırılanlardan) el-Akra' ibnu Hâbis'e yüz de­ve verdi. Uyeyne'ye de bunun kadar vermişti. Arab eşrafından bâzı insanlara da bu suretle (yüzer deve) ihsan buyurdu da, bu Arab eşra­fını o gün ganîmet taksiminde başkalarına tercîh etmişti. (Peygam­ber'in bundan maksadım anlamayanlardan) bir kişi (i'tirâz ederek):

— Vallahi bu taksim, kendisinde adalet gözetilmeyen yâhud ken­disiyle Allah rızâsı kasdedilmeyen bir taksimdir, dedi.

Ben de:

— Vallahi bu (küstahça) sözü ben Peygamber'e muhakkak ha­ber veririm, dedim.

Ve akabinde Peygamber'e varıp bunu kendisine haber verdim.

Peygamber (S):

  "Allah ve Rasûlü adalet etmezse kim adalet eder? Allah Mû-sâ'ya rahmet etsin, o bundan daha çok sözlerle ezâlandırıldı da sabretti" buyurdu 73.

 

58-...... Ebü Bekr'in kızı Esma (R) şöyle demiştir: Ben, Rasû-

 

İbni'z-Zubeyr'den söyledi ki, Peygamber (S) ez-Zubeyr e Benu n-Nadır mallarından bir mikdâr hurmalık arazı ayırıp vermiştir    .

oLamasmdan! yâhud da Ma'teb'in bu i'tirâz, peygamberlik hakkında vır,   eanîmetin taksimine i'tirâzdan ibaret olmasındandır. 74 sfr'fersah uç mü, bir mil dörtbin adım olduğuna göre, bir fersahın üçte ıkıs.

HadSnbaSa uygunluğu EbÛ Damre yolundan gelen fıkradadır. Rasûlûnah'ın Zubeyr'e verdiği bu hurmahk, Benu'n-Nadîr Yahûdîlen sur-

 

59-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi', İbn Umer(R)'den şöyle haber verdi: Umer ibnu'l-Hattâb (R), -devlet başkanlığı zamanında- Yahûdî ve Hrıstiyanlar'ı Hicaz topra­ğından çıkardı. Rasûlullah (S) da Hayber ahâlîsine gâlib gelip orayı fethedince Yahûdîler'i oradan çıkarmak istemişti. (Çünkü) Rasûlul­lah bu toprağı fethettiği zaman o arazî Yahûdîler'in, Rasûl'ün ve müs-lümanların olmuştu. (Rasûlullah Yahûdîler'i çıkarmak istemişti.) Bunun üzerine Yahudiler, Rasûlullah'tan hurmaları tımar etmek ve mahsûlün yarısı kendilerine âid olmak üzere, kendilerini yurdların-da bırakmasını istediler. Rasûlullah onlara:

— "Dediğiniz şartlara göre sizleri dilediğimiz müddetçe burada oturtuyoruz" buyurdu.

Nihayet Umer bunları kendi devlet başkanlığı zamanında Tey-mâ ve Erîha'ya sürünceye.kadar Hayber'de oturtuldular [73].

 

20- Mücâhidin Harb Sahasında Ele Geçireceği Yiyecek Maddelerinin Hükmü) Babı

 

60-.......Abdullah ibn Mugaffel (R) şöyle demiştir: Bizler Hay­ber kasrım muhasara etmekteydik. Bir insan, içinde yağ bulunan bir tulum attı. Ben hemen onu almak için ileriye sıçradım. Arkama dön­düğümde Peygamber'i görünce ondan utandım [74].

 

61-.......Abdullah ibn Umer (R): Biz gazalarımızda bal, üzüm (gibi yiyecek şeyler) ele geçirirdik de bunları (yerinde) yerdik, (birik­tirmek için) taşımazdık, demiştir [75].

 

62-....... Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan işittim, şöyle diyordu: Hayber gecelerinde bize şiddetli bir açlık isabet etmişti. Hayber günü olduğu zaman bizler ehlî eşeklerin içine düştük ve onları kes­tik. Eşek etlerinin pişmekte oldıîğu tencereler kaynaymca Rasûlul-lah'ın münâdîsi: Tencereleri devirin ve sakın eşeklerin etlerinden Mçbirşey yemeyin! diye nida etti. Abdullah dedi ki: Peygamber (S) bunları ancak henüz beşte bir taksimine tâbi' tutulmadıkları için neh-yetmiştir, dedik. Diğerleri de: Peygamber (S) eşek etlerinden kesin ola­rak nehyetmiştir, dediler. eş-Şeybânî dedi ki: Ben Saîd ibn Cubeyr'e sordum da, o da: Peygamber eşek etlerini kat'î olarak yasak etti, de­di [76].    



[1] Bâzı Buhârî nüshalarında böyle Kitâb ve Bâb lâfızlarıyle gelmiştir. Diğer bâzı­larında Kitâb yâhud Bâb lâfızlarından biri olmaksızın "Humsun Farzı" şeklin­de gelmiştir.

[2] Ganimetin beşte birinin Allah adına ayrılıp, sonra bunun da beşe bölünerek zik­redilen beş sınıfa taksîm edilmesinin farz oluşu, Bedir'de veya bir ay üç gün sonra yapılan Kaynukaa gazvesinde inen şu âyetledir:

"... Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin mutlaka beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah herşeye hakkıyle kaadirdir" (el-Enfâl: 41)

[3] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber bana beşte birden yaşlı bir deve verdi" sözündedir.

el-Enfâl; 41. âyetine göre: İlk evvel ganimetin beşte biri Allah için ayrıl­mak, bu da beş paya ayrılıp âyette zikrolunan beş sınıf halka bölüştürülmek gerekir. Yânî Allah beşte bir'in bir payını Rasûlullah'a, dördünü de oradaki dört sınıfa sarf ve tahsisini emreder. Sûrenin başındaki "Ganimetler Allah'ın ve Ra-sûlü'nündür..." hükmünün tafsili budur. İşin evvelinde nefeller ve ganimetle­rin hepsi Allah'ındır. Ve binâenaleyh hepsi gaziler elinde emânettir. Allah'ın hükmüne göre ve Allah rızâsı için âmme yararlarına sarfedilmesi gerekir. Fakat ilâhî hüküm sizi; siz gâzîleri diğer milletlerin hükümlerinde olduğu gibi husûsî menfaatlerinizden de mahrum etmez. Ancak ganimetten beşte birinin Allah için ayrılması ve âmme velayeti ile, açıklanacağı şekilde âmme masraflarına harcan­masını emreder. Ganimetin beşte birden geri kalan beşte dördüne gelince, onu da size, siz gâzîlere bırakır. Şu hâlde gaziler dilerlerse haklarını isterler; taksîmİ vâcib olur. Veya herbiri dilerse dilediği kadarını taksimden evvel veya sonra yi­ne Allah için terkedebilir. Çünkü hakk sahibi, hakkında dilediği gibi tasarrufta hürdür. Bu cihet onların kendi ictihâdlanna bırakılmış olduğu gibi RasûluIIah'-m vefatından sonra onun beşte birden payında da farklı görüşler ileri sürülmüş­tür. Tafsili fıkha âiddir (Hakk Dîni, III, 2406-2407).

Hadîsin son fıkrasında şu incelik vardır: Peygamber tabîatçe asabî olan am­casını sarhoş hâlinde daha fazla öfkelendirmemek için, gözlerini Hamza'ya di­kerek arka arkaya oradan çıkıp ayrılmıştır. O sırada şarâb henüz haram kılınmamış olduğundan, başka bir muameleye lüzum görmemiştir.

Bu hadîsin bir rivayeti Şirb Kitâbı'nda geçmişti.

[4] Hayber ve Fedek Allah'ın, Rasûlü'ne ganimet ve fey' olarak verdiği arazîlerdir. Bunların bâzısında beşte bir hükmü uygulanmıştır. Bu, bilinen bir mes'ele ol­duğu için, hadîste beşte bir ta'bîri geçmemekle beraber Buhârî bunu burada ge­tirmiştir (Aynî).

[5] Buhârî, âdeti üzere hadîste geçen kelimeyi, âyettekini hatırlatarak tefsîr ediyor. Bu kelime şu âyette geçmektedir:  Bız: "Tanrıları­mızdan kimi seni fena çarpmış" demekten başka birşey söylemeyiz" (Hud: 54).,

[6] el-Fey': Meşakkatsiz alman ganimet demektir (el-Müfredâi).

en-Nadîr oğullan'ndan alman ganimetler Rasûlullah'a âiddir. Onu diledi­ği gibi taksim eder. Nitekim bunları Muhâcirler'e taksîm etmiş,- Ensâr'dan da üç fakîre hisse ayırmıştır (Beydâvî, Medârik, Hâzin).

[7] Bu hadîsin başlığa delîlliği "Muhakkak Allah bu fey' hakkında başka hiçbir kimseye vermediği bir şeyi kendi Rasûlü'ne tahsis etmiştir... İşte bu Allah'ın Rasûlü'ne hâss oldu" sözlerinden alınır. Çünkü Fâtıma'nın istediği şeyler cüm­lesinden biri, Hayber ganimetinin beşte birinden arta kalan idi. Alî ve Abbâs, Allah'ın kendi Peygarnberi'ne tahsis etmiş olduğu fey'de (yânî ondaki hisseleri­nin ortaklıktan ayrılması hususunda) çekişiyorlardı.

Fey1, önce de zikrettiğimiz, gibi, harbsiz zorla veya sulh yoluyla galebe su­retiyle kâfirlerden alınan maldır. Bunda mü'minlerin harb hizmeti geçmediği için, bu suretle alınan malın hepsini âlimler topluluğuna göre Allah, kendi Ra­sûlü'ne tahsis etmiştir. Ganimet ise harb ve kıtal ile alınan maldır. Bu ganimet malının beşte biri Rasûlullah'a, beşte dördü de gâzîlere âiddir.

Peygamber bu maldan ailesinin bir senelik masrafını ayırdıktan sonra, ka­lanından işçi ve âmil ücretini çıkarır, gerisini vakıf yaparak müslümânlarm ci-hâd gibi âmme hizmetlerine sarfederdi. Hadîs, görüldüğü üzere Ebû Bekr'in vefatından sonra Alî ile Abbâs da daha Önce Fâtıma'nın yaptığı gibi Umer'in devlet başkanlığının İkinci yılında müracaat ederek Hayber, Fedek ve Medîne civarında hurmalıklardaki hisselerini istemişlerdi. Umer de bu hurmalıkların mül­kiyetini değil, yalnız Rasûlullah, Ebû Bekr ve kendi zamanlarındaki gibi tasar­rufu şartıyle kendilerine bırakmıştı... Kurtubî'nin beyânına göre Alî halifeliği zamanında bu arazîde hakîkaten Ebû Bekr ve Umer zamanlarındaki gibi tasar­ruf etmiştir. Ondan sonra sırasıyle Alî'nin çocukları ve torunlarından Hasen, Hüseyin, Alî ibn Hüseyin, Hasen ibn Hasen, Zeyd ibn Hasen ve Abdullah ibn Hasen bu arazîyi idare etmişler, en sonra Abbâsîler'in velayet ve idaresine geç­miştir (Umdetu'l-Kaarî, VII, 123).

[8] Hadîsin başlığa delîlliği "Aldığınız ganimetin beşte birini Allah için (devlet ha­zînesine) vermenizi emrediyorum" fıkrasıdır.

Bu hadîs daha geniş bir lâfızla îmân Kitâbı'nda da geçmiş ve orada hadîsle ilgili bâzı açıklamalar verilmişti.

Devlet hazînesine verilen bu mal, millet hizmetlerine, yânî âmme hizmetle­rine sarfediliyordu.

[9] Dînâr ile kayıdlama, en yakın olanla en yükseğe tenbîh bâbındandır. Geri kala­nın Sadaka olması, millet yararına olan âmme hizmetlerine sarfedilmesi demektir.

Hadîsteki âmil ücretiyle Rasûlullah'ın muradı, Benu'n-Nadîr ile Fedek, Hay-ber hurmalıklarında çalışan işçilerin ücretleridir.

Medîne'ye yakın bir mesafede bulunan Benu'n-Nadîr arazîsi ile Fedek ara­zîsi harbsiz alınmıştı. Bunlar Allah tarafından fey' olarak Peygambere tahsîs edilmişti. Harb ile alınanHayber ile Benu Kurayza arazîlerinde de Rasûlullah'-in payı vardı. Rasûlullah bu arazîlerin gelirleriyle kendi kadınlarını ve ailesini geçindirir, İşçilerin ücretlerini verir, kalanıyle de İslâm mücâhidlerinİ techîz ederdi.

Bu hadîste Rasûlullah'm vefatından sonra da kadınlarının âdet üzere nafa­kalarından ve işçi ücretlerinden geri kalanın sadaka yânî vakıf olduğu ve müs-lümânların umûmî işlerine sarfedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

[10] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben ondan yedim..." fıkrasmdadır. Çünkü Aişe onu mîrâsla olan payı içinden aldığını zikretmedi. Eğer nafakaya hakk kazan-masaydı, elbette bu arpa ondan Beytu'1-mâl İçin geri alınırdı.

[11] Hadîsin başlığa uygunluk noktası son fıkrasıdır. Çünkü Peygamber'in vefatın­dan sonra kadınlarının nafakası, hayâtında olduğu gibi, Allah'ın kendisine tahsîs ettiği fey' mallarından karşılanıyordu. Bu mallar da Fedek ile Hayber'den olan payı idi. Bu hadîs Vasiyyetler Kitâbı'nın başında da geçmişti.

[12] Yânı bu âyetlerde başlığa uygun olarak Peygamber'in evleri ta'bîrleri gelmiştir.

[13] Hadîsin başlığa uygunluğu Âişe'nin "Benim evimde..." sözündedir. Çünkü Âişe, evi kendi nefsine dayandırmıştır. Bunun vechi şöyledir: Peygamber'in zevcele­rinin Peygamber'den sonra evlerinde oturmaları onlara hâss özelliklerdendir. Yaşadıkları sürece nafakaya hakk kazandıkları gibi, o evlerde oturma hakkına da hakk kazanmışlardır. el-Buhârî bu nisbetle, hayâtta kaldıkları müddetçe ev­lerde oturma haklarının devam ettiğine tenbîh etmiştir.

[14] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin aslı Cumua Kitâbı'nda "Başkasının misvağı ile misvaklanan kimse bâbf'nda da geçmişti. Peygamber'in hastalığı ve vefatı bölümünde de daha geniş bir metinle gelecektir.

[15] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ümmii Seleme'nin kapısı yanında..." sözünden alı­nır. Kapının zikredilmesi, evinin zikrini gerektirir. Hadîs bu metin ile İ'tİkâf Kitâbı'nda da geçmişti.

[16] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hafsa'nın evi' sözündedir. Hadîs, Abdest Alma Kitâbı'nda da geçti.

[17] Hadîsin başlığa uygunluğu "Âişe'nin hücresinden" sözündedir. Çünkü hücre beyt, yânî evdir. Bu hadîs Namaz Kitâbı'nda, "İkindi namazının vakti bâbı"n-da da geçmişti.

[18] Hadîsin başlığa uygunluğu "Âişe'nin meskeni tarafım" sözündedir. Çünkü Âi­şe'nin meskeni, onun beyti, yânî evidir.

[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hafsa'nın beytinde, yânîevmde" sözündedir. Hadîs Şehâdetler Kitâbı'nda da geçmişti.

[20] Bu başlık, Peygamber'in dokuz parça eşyasını şâmildir. Bâbda ise altı eşya ile ilgili altı hadîs vardır. Zırhına dâir hadîs Cihâd Kitâbı'nda; asası, kap-kacakları ve saçlarına âid hadîsler de Bulıârî'de ve diğer hadîs ve siyer kilâblarında geç­mektedir.

[21] Bu hadîsin başlıktaki parçalardan birine uygunluğu "Mührü-yüzüğü" kavim­dedir. Hadîste yazılıp mühürlendiği bildirilen meşhur mektubun metni Zekât Kitâbı'nda, "Koyunun zekâtı bâbı"nda verilmişti.

Rasülullah'm bu mühür-yüzüğü hayâtında parmağında bulunmuştu. Son­ra Ebû Bekr, Umer, Usmân devlet başkanlıkları zamanında bu mührü parmak­larına takıp kullanmışlardı. Usmân Er'ıs Kuyusu'nun başında otururken bu yüzük-mührü dalgın bir hâlde parmağından çıkarıp takmak suretiyle oynarken kuyuya düşürmüştür. Enes ibn Mâlik: Kuyunun suyunu çekerek yüzüğü üç gün aradıksa da bir türlü bulamadık, demiştir. Usmân tarafından ayn yazılı gümüş bir mühür yaptırılmıştır

[22] Hadîs, başlığın "Ayakkabıları"'kısmına uygundur.

Kibâl, tasmaya denirse de mutlak değildir. Orta parmakla yanındaki par­mağın aralığına geçen tasmadır. Hâlâ Haremeyn ahâlîsinin cümcüme tarzındaki nalınlarında olur (Kaamûs Tercemesi).

[23] Hadîs, başlıktaki "Vefatından sonra halîfelerin kullandığı şeyler" fıkrasına uygun sayılabilir..

[24] Hadîs, başlıktaki "Peygamber'in su bardağı" kısmına uygundur.

Haccâc ibn Hasan şöyle demiştir: Bir kerre biz Enes ibn Mâlik'in yanında idik. Bir kap istedi. Getirilen bu kabın üstünde üç demir kenet vardı. Halkası da demirdendi. Enes bu kabı siyah bir kılı," içinden çıkardı... Enes'in emriyle içine su konarak bize getirdiler. Biz de o suyu hem içtik, hem de teberrüken başımıza, yüzümüze döktük ve Peygamber'e salât okuduk (Ahmed ibn Hanbel, et-Müsned; Aynî, VII, 136).

[25] Hadîsin başlıktaki bir kısma uygunluğu "Rasûlullah'ın kılıcı" sözündedir. Mirâtu'z-Zamân'da şu vardır: Peygamber bu kılıcı ölümünden önce Alî'ye hi­be etmişti. Sonra Alî'nin ailesine intikaal etti. Mısver bunu istemekle Rasûlul-lah'm kılıcını kıymetini bilmeyecek kimselerden korumak istemiştir (Kastallânî). Bu hadîsi Müslim, Fâtıma'nın faziletinde rivayet etti. Aynı hadîs Nikâh'ta da gelecektir.

[26] Hadîsin başlığa uygunluğu "Usmân'a bu sahîfede Rasûlullah'ın sadakası oldu­ğunu haber ver" sözünden alınması mümkin olur. Ve buda başlıktaki "Rasû-lullah'tan sonra halîfelerinin kullandıkları şeyler" kısmına uygun olur.

Alî'nin, oğlu Muhammed'le Usmân'a gönderdiği sahîfeyi Usmân'ın geri çevirmesi, kendi yanında bunun bir benzerinin mevcûd bulunmasından idi (Kas-tallânî).

Hadîsin başka bir tarîkinde Munzir söyle demiştir: Biz Muhammed ibnu'l-Hanefiyyc'nin yanında idik. Cemâatten bâzısı Usmân aleyhinde konuştu. Mu­hammed: Aleyhte konuşmayı bırakın, dedi. Biz de ona: Baban Usmân'a söv­müyor muydu? dedik. Bunun üzerine Muhammed: Eğer babam Usmân'i kötülükle zikredicî olaydı... diye metindeki sözleri nakletmiştir (İbn Ebî Şeybe ve el-lsmâîlî) -Kastallânî-.

[27] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in kendi kızı Fâtıma ya karşı Suffa ehli­ni tercîh etmesi yönündendir. Bunda beşte birin zikri yoksa da bu, 1aadısın ma -nâs.ndan anlaşılmaktadır. Peygamber'in Fâtıma'nın isteğine karşı Sulta ehlinin ihtiyâçlarını gidermeyi tercîh etmesi, bu hadîsin diğer tarîklerinde bilhassa An~ med ibn Hanbel'in rivayetinde açıkça gelmiştir.

"Kim uyku uyuyacağı sırada hadîste bildirilen zikre devam ederse ona me­şakkat ve yorgunluk arız olmaz. Çünkü Fâtıma çok çalışmaktan meydana ge­len yorgunluğundan şikâyet etmişti de, Peygamber tarafından ona bu yolda zikre devam etmesi tavsiye buyuruldu" (İbnİ Teymiyye).

[28] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben ancak bir Kaasım (yânî taksîm edici) kılındım, nmni7da ben taksim ederim" kavlindedir dîsın Husayn ibn Abdirrahmân'dan gelen rivayetini Müshm daha uzun bir hadîs olarak getirmiştir. Amr ibn Merzûk'un rivayetim de Ebu Nuaym el Mustahrac'ında senedli olarak rivayet etmiştir.

[29] Bu  Câbir hadîsinin başka bir tarîkten rivayetidir. Buharı bununla ^u be üze­rindeki ihtilâf! beyân etmiştir: O Ensârî zât oğluna Muhammed ısım mı vermek istedi yâhud el-Kaasım ismi mi vermek istedi? Buhârî bu Sevrı tankı ile. Ensâ­rî'nin oğluna el-Kaasım ismi vermek istediğinin tercihine işaret etmiştir. Ensar tarafından inkâr vâki' olmaması bunu kuvvetlendirir... (Kastallânı).

[30] Başlığa uygunluğu "Ben yalnız taksim ediciyim" sözündedir. Bunun ma'nâsı şuraya varıyor: Bana vahyolunan dîn ilmini teblîğ ederken kimseyi tahsîs edip de diğerlerinden gizlediğim yoktur. Allah tarafından bana ne bildirilmiş ise her­kese eşitlik üzere teblîğ ediyorum. Ben ancak taksim ediciyim. Tebliğlerim her­kese göre farksız olmakla beraber, bu tebliğler muhtelif derecelerde anlaşılıyor. Çünkü anlayışı veren Allah'tır. Allah'ın atası kullarına farklı derecelerde olu­yor. Bunun izleri de benim tebliğimden sonra görülüyor. Herkes kısmetini ben­den alırsa da, veren Allah'tır; ben değilim (Tecrid Ter., I, 65-66).

[31] Peygamber'in bu yüce sözü Muhammed Ümmeti'nin tâ kıyamet gününe kadar payidar olacağına işarettir.

"Bu hadîste bu ümmetin, ümmetlerin sonuncusu olduğuna, kıyamet bu­nun üzerine kopacaksa da, kıyamet alâmetleri meydana çıksa da, dîn zayıflasa da, Muhammed Ümmetİ'nden dîni yerine getireceklerin bakî olacağının kesin­liğinin beyânı vardır" (Kastallânî).

[32] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.

[33] Görünüşe göre hadîsle başlık arasında uygunluk yok. Lâkin el-Kİrmânî şöyle dedi: "Haksız, olarak" demek, "Hakk taksîmi olmaksızın" demektir. Lâfız bun­dan daha umûmî ise de, biz bundan başlık açıkça anlaşılsın diye onu taksime tahsîs ettik (Aynî).

Hadîsin râvîyesi olan Havle bintu Kays el-Ensâriyye, Peygamber'in amcası Hamza'nın karışıdır.

[34] Bu, Taharet Kitabı'nm et-Teyemmüm babında geçen Câbir hadîsinin bir par­çasıdır.

[35] Bu âyet ittifakla Hudeybiye ehli hakkında inmiştir

[36] Bunun beyânı "Bitin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlakaa beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur" (el-Enfâl: 41) kavliyle vâki' olmuştur, Kur'ân mücmeldir ve sünnet onu beyân edicidir.

[37] Başlığa uygunluğu "Ganimet" sözündedir. Bu, Cihâd'da da geçmişti.

[38] Hadîsin başlığa delîlliği "Kisrâ ile Kayser'in hazîneleri muhakkak Allah yolun­da harcanacaktır" sözünden alınır. Çünkü bunların hazîneleri ganîmet olacak­tır. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir. Bunların hazîneleri, bildirildiği gibi Allah yolunda ganîmet alınıp harcanmıştır.

[39] Hadîs, bundan öncekinin başka sened ve başka sahâbîden gelen rivayetidir. Baş­lığa uygunluğu onunki gibidir.

[40] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Parantez içindeki ibare hadîsin Teyem­müm bâbındaki rivâyetindendir.

[41] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâhud ganimetle... " sözündedir.

[42] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra Allah ganimetleri bize halâl kıldı" sözündedir. el-Buhârî bunu Nikâh'ta da tahrîc etti. Müslim ise Mağâzî'de getirmiştir. Müslim Tercemesi, V, 365-366'dan bu hadîsle ilgili bâzı açıklamaları nakledelim:

a.  Bu hadîste mühim işleri ancak tedbîr sahibi olanlara ve bütün gönülleri­ni o gayeye boşaltanlara havale ve sipariş etmenin lâyık olacağı, kalbi başka şey­lere bağlı kimselere verilmesinin lâyık olmayacağı esâsı vardır. Çünkü gönlü başka şeylerle ilgili olmak o şahsın azmini zayıflatır ve gücünün kemâliyle sarfını fevt ettirir (Nevevî).

b.  Burada zikrolunan güneşin habsi mes'elesinde ihtilâf olunmuştur. Kendi derecelerine reddolundu, durduruldu ve hareketi yavaşlatıldı gibi tevcihlerî yapılmıştır. Bu gibi müteşâbih işlerin hakîkî mâhiyetini Allah'a havale etmek şübhesiz böyle tahminden öteye geçmeyen tevcihler yapmaktan çok daha hayır­lı ve salim bir yoldur (Mütercim).

c. Kabul edilmiş kurbânlarını ve ganimetlerini, semâdan bir ateş gelip ye­mesi, geçmiş ümmetlerde câri olan bir ilâhî sünnet olduğu rivayet edilir.

[43] Başlığa uygunluğu "Fethettiğim her karyeyi muhakkak fâtihleri arasında tak­sîm ederdim" sözünden alınır. Umer, devlet başkanlığı devrinde fethettiği köy­lerin arazîsini gaziler arasında taksîm etmeyip, bu arazîyi fethedilen^ köyler ahâlîsine muzâraa yânî ekincilik ortaklığı suretiyle vererek işletmiştir ki, vakıf hâlinde idare edilen bu arazîden müstakbel nesillerin fakirlerinin istifâdeleri te'-mîn edilmiştir.

Daha önce fethedilen arazî, gâzîler arasında taksîm edildiği hâlde, Umer'-in böyle vakıf hâlinde -velev ki müslümânların umûmunun faydası adına olsa da- bir idare sistemi kabul etmesi, Peygamber'in vakıf yapmakla ilgili bir emir ve beyânına dayanır.

[44] Başlığa uygunluğu "Ganîmet için harbeder" sözündedir. Başlıktaki sorunun ce­vâbı, Mücâhid, Allah'ın kelimesini en yüksek kılmak yolunda mücâhede eden kimse olduğuna göre, bunun dışında bir maksad için harb edenin sevabı eksil­mek şöyle dursun, hiçbir sevabı yoktur (Aynî). Buhârî, bu hedefle beraber di­ğerleri olursa eksilmez cevâbını sezdirir (Kastallânî).

[45] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.

[46] Bu hadîs, buradaki tarîklerin bâzısında mürsel, bâzılarında mevsûldür. Buhârî mürsel gibi görünen tarîkleri de kitabının başka yerlerinde mevsûl olarak getir­miştir. Buradaki son tarîk de mevsûldür. Buradaki mutâbaayı da "Hibede meta' nasıl teslim alınır bâbı"nda mevsûl olarak getirmiştir.

Buhârî bu hadîsi Şehâdetler, Libâs, Edeb Kitâblan'nda da getirmiştir. Müs­lim ise Zekât'ta getirmiştir.

[47] Hadîsin başlığa delîlliği ma'nâsmdan alınır. (Aynî).

Bu, taksimin beyânıyle beraber tamâmı Mağâzî'de gelecek olan hadîsin kı­sa bir özetidir. Bu hadîs üzerine Hibe Kitâbi'nin sonlarında bir tenbîh geçmişti. Kıssanın özeti şöyledir: Benu'n-Nadîr arazîsi Allah'ın, kendi Rasûlü'ne fey' ola­rak verdiği mallardan idi. Bu arazî Peygamber'e hass olmuştu. Lâkin Peygam­ber bu malı Muhâcirler'e vermeyi tercih etti ve Muhâcirler'e, Medine'ye hiçbirşeyleri olmayarak geldikleri zaman Medîneli Ensâr'ın onlara yardımcı ol­mak üzere hediye etmiş oldukları mallarını kendilerine geri vermelerini emir bu­yurdu. Bu mallarla hem Muhacirler, hem de Ensâr taifeleri topluca müstağni oldular. Sonra Kurayza fetholundu: Kurayzalılar ahdi bozdukları zaman, mu­hasara edildiler ve neticede Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne razı oldular. Peygam­ber onların arazîsini sahâbîlerine taksim etti ve kendi payından, kendi ailelerinin harcamalarına ve ihtiyâç duyulan mühim işlere verdi. Geri kalanını da Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere silâh ve atlara tahsîs etti. Sahîhayn'da Enes ibn Evs hadîsinden özetle böyle sabittir (İbn Hacer, Kastallânî)

[48] Cemel Vak'ast Hz. Alî İle Hz. Âişe arasında cereyan eden kanlı fitnelerden biri­dir. Usmân'm kaatillerinin kıssasını istemek üzere meydana gelen bir ayaklan­manın adıdır. Bu vak'ada Âişe bir mahfe içinde bir deve üzerinde hareket ettiği için Cemel Vak'ası diye anılmıştır. Cennetle müjdeli on kişiden iki büyuK sima Talha ile Zubeyr bu vak'ada Âişe'nin maiyyetinde bulunuyorlardı. Talha bu vak'­ada şehîd düştü. Zubeyr bu harbin durduğu bir sırada uyurken veya uyanık hâlde yanına yanaşan Amr ibn Curmûz tarafından Öldürülmüştür.

[49] Abdullah ibn Zubeyr bu sözüyle "Zubeyr'in malının çokluğu bu sayılan me'-müriyetler cihetinden değildir, bu cihetlerden toplanan mallar hakkında sahibi kötü zann altmda düşünülür. Zubeyr'in kazancı ise ancak cihâd ganimetlerin­den olmuştur" demek istiyor.

[50] Hadîsin "Zubeyr asla bir kumandanlık, harâc toplayıcılığı ve bir şey yânî bir vazifeyi üzerine almadı. O sâdece Peygamber'in... maiyyetinde yapılan gaza­larda hazır bulundu" sözleri merfû' hadîs hükmündedir. İşte başlığa uygunluk ve delîlliği burasıdır. Hadîsin bundan başka olan bütünü İbn Zubeyr üzerine mevkûfdur. Delîllik, Zubeyr'in malındaki bu muazzam bereketin Peygamber'­in... maiyyetinde bir gâzî olmasından hâsıl olmasıdır, Zubeyr'in hayatındaki ve ölümünden sonraki mal bereketi, onun kıssasını düşünmekle meydana çıkar. Bu hadîs, Buhârî'nin Müslim'den ayrılarak rivayet ettiklerindendir. Bunu Sahîh'e etraf yazanlar Zubeyr'in Müsned'inde zikrettiler. Efdal olan ise oğlu Abdullah'ın MüsnecTinden olmasıdır...

Dimyâtî, hadîsin sonundaki zenginliğe güzel bir tevcîh yapıp şöyle dedi: "Zu­beyr'in malının hepsi alümilyon ikiyüzbindîr" sözü sahîhtir. Bundan murâd, öldüğü zaman Zubeyr'in arkasında bıraktığı malın kıymetidir. Bunun üzerine artan ise dokuzmilyon altiyüzbindir. Birmilyon ikiyüzbinin -ki bu sekizde birin dörtte biridir- sekizle çarpılmasından hâsıl olacak neticeye, ayrıldığı bildirilen üçte birin ilâvesi; sonra da borç mikdânnın buna ilâvesi ile hepsinden ellido-kuzmilyon sekizyüzbin hâsıl olacaktır. Bu ziyâde Abdullah ibn Zubeyr'in, ba­basını borçtan tamâmiyle kurtarmak için terikenin taksimini geri bıraktığı müddet içinde akar arazîlerin nemasından meydana gelmiştir". Bu tevcih zorluksuz ol­duğu ve sahih rivayetleri olduğu gibi bıraktığı için, son derece güzeldir. Zahir olan şu ki; Gaye, Zubeyr'in terikesindekİ bereketten neş'et eden çokluğu zikret­mektir. Çünkü Zubeyr, zikredilen akardan başka birşey bırakmadığı hâlde, ar­kasında büyük bir dünyâ serveti bıraktı. Bununla beraber ona o kadar çok be­reket verildi ki, nihayet onda bu muazzam mal hâsıl oldu. Arablar'da kesirleri atmak, carî bir âdet olmuştur... (İbn Hacer, Aynî).

[51] Başlıktaki soruya hadîsin sonu cevâb olmuştur. Peygamber, Usmân'a Bedir ga­nimetlerinden hisse ayırmış ve "Yâ Allah, Usmân senin Rasûlü'nün bir hace­tinde idi" demiştir. Ebû Hanîfe, devlet başkanının bir işe gönderildiği kimseye hisse verileceğine bu hadîsi delil getirmiştir. Şafiî, Mâlik ve Ahmed ise ganimet­ten ancak vak'ada hazır bulunanlara hisse verilir demişler ve bu hadîsin Usmân'a hass olduğunu; başkalarına uygulanamayacağını söylemişlerdir.

Buhârî bu hadîsi Mağâzî ile Fadâil'de getirmiştir. Tİrmizî de Menâkıb'da getirmiştir (Kastallânî)

[52] Hadîsin başlığa delîlliği Rasûlullah'ın hutbesi içindedir. Bu hadîs Vekâle, Itk ve Hibe Kitâbları'nda da geçmişti.

[53] Başlığa uygunluğu şu cihettendir: Eş'arîler Peygamber'den binek devesi istedi-i ler. Peygamber de onları yükleyecek deve bulamadı. Sonra ganîmet develeri geldi de Peygamber onlara bu develerden verdi.. Bu, Peygamber'in onları, beşte bir 'i hissesine hâss olan develer üzerine yüklediğine hamledilmiştir. Ta'lîk olmaksı-* zın İncâza tasarrufa hakkı olunca, ta'lîk edileni incâz etmeye tasarruf hakkı ol-<: ması da böyledir (Kastallânî).

[54] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasıdır.

[55] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîsi Müslim de Mağâzî'de getirmiştir.

[56] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah bizlere pay ayırdı..." sözlerindedir.

İbn İshâk şöyle rivayet etmiştir: Peygamber, Amr ibn Umeyye'yi Necâşî'-ye gönderdi ve Ca'fer ibn EbîTâlib ile beraberindekilerin1 yol hazırlıklarını i te­dârik ederek göndermesini rica etmişti. Necâşî de her türlü yolculuk ihtiyâçlarını te'mîn ve ayrı ayrı ikram ederek göndermiştir. Bu kaafile Rasûlullah Hayber'- ;de iken Amr ibn Umeyye ile beraber geldiler.

[57] Hadîsin başlığa uygunluğu "Her kimin Rasûlullah'ın yanında bir alacağı veya yapılmış bir va'di varsa bize gelsin!..." sözlerinden alınır. Başlıkta Peygamber'in İnsanlara fey'den ve ganimetin beşte birinden va'd eder olduğu fıkrası geçmişti.

Hadîs, burada verilen senedlerin bâzısı ile Hibe'de, bazısı ile Kefâlet'te ve Şehâdet'te de geçmiştir.

[58] Hadîsin başlığa uygunluğu ancak "Fey'de, ganimetlerde ve beşte birlerde Pey­gamber'in tasarruf etmeye hakkı vardır" denilmekle ojabilir.

Hevâzin ganimeti, o târihe kadar alınan ganimetlerin en büyüğü idi. Altı bin nüfûs esîr edilmişti. Yirmidörtbin deve, kırkbin koyun ganimet alınmıştı. ^Vâkıdî'nin beyânına göre, her mücâhide dört deve, kırk koyun isabet etmişti. 'Bu ganimetten en büyük pay "el-Muetlefeti kulûbuhum " (et-Tevbe: 60) denilen, yeni müslümân olup gönülleri İslâm'a alıştırılmak istenen Mekke ileri gelenlerine ay­rılmıştı. İşte Zu'1-Huveyrisa et-Teymî o çirkin sözü bu sırada söylemişti. Bir ri-^vâyette hadîsin sonu "Sen bedbaht olursun" şeklinde hitâb tâ'sı ile gelmiştir.

[59] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır: Yânî Peygamber'in ganimetler -İde maslahat ve iyilik gördüğü suretle tasarrufa hakkı vardır. el-Mut'ım ibn Adiyy i;ibn Nevfel ibn Abd Menâf, Bedir'den yedi ay Önce Mekke'de doksan küsur ya­şında ölmüştü. Peygamber'in ona bu teveccühü şunlardan ileri geliyordu: |,        a. Peygamber Tâif'ten kederli dönüp geldiğinde Mut'ım dört oğlunu silâh-e landırarak Ka'be'nin birer köşesine dikmiş ve Kureyş'e karşı Peygamber/'i hi­mayesine aldığını i'lân etmiş; onlar da bu himayeyi kabul etmiş, saymışlardı, b. Kureyş, Hâşimîler'i muhasara edip onlara karşı boykot ettikleri ve her türlü ilgiyi kestikleri zaman yazdıkları sahîfeyi bu Mut'ım sonunda yırtmış, par­çalamıştı.

İşte Mut'im'ın bu iyiliklerine karşılık Peygamber, esirleri, 14 yıllık zulüm­lerine rağmen bağışlardım buyurmuştur.

[60] Umer ibn Abdilazîz'in bu sözlerini, Umer ibn Şeybe Ahbaru Medine'de sene­diyle rivayet etmiştir

[61] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.

[62] el-Leys'in rivayetini el-Buhârî el-Mağâzî'de senediyle getirdi. Muhammed İbn İshâk'ın rivayetini de el-Buhârî et-Târîh'te senediyle getirdi. Bu rivayeti İbnu Cerîr ile Muhammed ibn Bekkâr da zikretmişlerdir.

[63] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in, Ebû Cehl'İn selebini, yânî üzerinden alınan eşyasını beşte bir işlemine tâbi' tutmamış olması yönündendir. Seleb, bi­rinin arkasından soyulup alınan, yânî selb olunan elbise, silâh, âlet gibi eşyâsı-,dır. Peygamber "Her ikiniz de onu öldürdünüz" buyurup selebini birine vermesi, ^maktulün geride bıraktığı elbise, silâh vesâireyi almaya hakk kazandıran şer'î iöldürme, düşmana ağır darbeyi indiren öldürmeyi dikkate almasındandır. Ebû CehPi kıkırdatmaz eden yânî çok yaralayan ve karnını deşen İbnu'l-Cemûh ol-ıduğu İçin, selebini ona vermiştir.    .

[64] Hadîsin başlığa uygunluğu Ebû Katâde'nin aldığı selebin beşte bir işlemine tâbi tutulmaması yönündendir.

Bu hadîsi Buhârî aynı senedle Buyû'da "Silâh satma bâbı"nda; Müslim de Cihâd ve Siyer'de 13. bâbda getirmiştir

[65] el-Buhârî, bu Abdullah ibn Zeyd hadîsini el-Mağâzî'de rivayet etmiştir: Abdul­lah ibn Zeyd dedi ki: Rasülullah ganîmet malından tasarrufu kendisine âİd olan beşte bir'in bir kısmını Mekke ileri gelenlerine yüzer deve olarak dağıttı da bun­dan Ensâr'a birşey vermeyince, Ensâr'dan bâzıları şöyle dediler: Allah, Rasû-lullah'a hayır ihsan etsin. O, bizi bıraktı da Kureyş'e bol bol İhsan etti. Hâlbuki bizim kılıçlarımız hâlâ Kureyş kam damlıyor...

[66] Başlığa uygunluğu Hakîm'in: "Ben Rasûlullah'tan istedim, O bana verdi; son­ra yine istedim, yine verdi..." sözündedir. Hakîm, kalbleri İslâm'a alıştırılmak istenen kimselerden idi.

Hadîs, Zekât'ta da geçmişti (Aynî).

[67] Hadîsin başlığa delîlliği "Umer, Huneyn esîrlerinden iki cariyeye nail oldu" sö-zündedir.

Bu hadîs, üç mes'eleyi şâmildir Birincisi i'tikâf hakkındadır. Buhârî bunu î'tikâf Kitâbı'nda getirmiştir, ikincisi esirlere hürriyet vermek hakkındadır. Bu kısım burada mürsel gibi görünüyorsa da, bunu Müslim mevsûl olarak getir­miştir. Üçüncüsü Peygamber'in Cı'râne'den umre yapıp yapmadığı hakkında­dır. Bu da burada mürsel gibidir, fakat bunu da Müslim mevsûl olarak getirmiştir (Aynî).

es-Sefaksî şöyle demiştir: Cemâatin zikrettiği, Rasûlullah'ın Huneyn ve Tâ-if ten döndükten sonra Cı'râne'den umre yapmış olduğudur. Nâfİ'nin sözünde hüccet yoktur. Çünkü İbn Umer, Peygamber'in her yaptığını ve her bildiğini Nâfı'e anlatmadı ve her anlattığını da Nâfi' ezberlemedi... (Kastallânî).

[68] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah bir kavme mal verdi.." sözündedİr.

Bu hadîs, Cumua Kitâbı'nda da geçmişti. Amr ibn Tağlib'in sözü hakkın­da şöyle denilmiştir: Arab kavmi beyaza da, nefîs olan mala da "Ahmer" (kır­mızı) dediği gibi, malın enfes ve a'lâsma da "Humru'n-naam {= kırmızı deve­ler)" der. Bunun için bu ta'bîr en kıymetli dünyâ mallarını ifâde eder.

[69] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. el-Buhârî bunu el-Mağâzî'de, Kureyş'in me-nâkıbı bölümünde de getirmiştir

[70] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Buhârî bunu Huneyn gazvesinde dört tarîkten getirmiştir. Hadîsin son kısmını ihtiva eden bir rivayet yine Enes'ten olmak üzere Şirb Kitâbı'nda da geçmişti. Hadîsin sonundaki "Usretun şedîdetun" lâfzını "şiddetli ve ağır bir hodgâmhk" diye terceme etmek de uygun olur.

[71] Hadîsin başlığa uygunluğu "Muhakkak ben o mallan aranızda taksim ederdim" sözlerinden alınır. Hadîs, Cihâd Kitabı, "Harbde yiğitlik bâbı"nda da geçmişti.

[72] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü Peygamber kendisi hakkında çirkin ha­reket etmesiyle beraber onu medenîliğe ve islâm'a alıştırmak maksadiyle atıyye verilmesini emretmiştir. Bu hadîste Peygamber'in hilminin çokluğu; nefis ve mal hususundaki ezaya karşı sabrı; İslâm'a alıştırmak istediği kimselerden gelen ezaya karşılık vermeyip affeylemesi vardır. Bu hadîs, Libâs ve Edeb Kitâblan'nda da' gelecektir

[73] "Rasûlullah Hayber ahâlîsine gâlib gelip orayı fethedince, o arazî Yahûdîler'-in, Rasûl'ün ve müslümânlarm olmuştu" fıkrası, Muzâraa Kitâbi'nda geçen ha­dîste "O arazî Allah'a, Rasûlü'ne ve bütün müslümânlara âid olmuştu" şeklin­dedir. Bu iki hadîs arasında bir zıdlık yoktur, sâdece daha uzun ve daha kısa ifâde ediş farkı vardır.

Zorla fethedilen arazî fetih hakkı olarak Allah'a, Rasûlü'ne ve umûm müs­lümânlara âid oluyordu. Bu yerlerin ahâlîsinden yurdlarmda yarıcı olarak ça­lışmak isteyenleri Peygamber, belli bir sürede yerlerinde bırakmış, vefatı sırasında bu sürenin nihayete erdiğini bildirmiş, gayrı müslimlerin Arab yarımadasından çıkarılmalarını vasiyyet etmişti. İşte Umer bu vasiyyet uyarınca Hayber Yahu-dîlerî'ni Teymâ ve Erîha'ya sürmüştür.

[74] Başlığa uygunluğu Peygamber'in onu gördüğü hâlde, onu bundan nehyetme-miş olması yönündendir. Harb sahasında gazilerin ele geçirdikleri şeyler beşte bire tâbi' midir yâhud gazilerin bunlardan yemeleri mübâh mıdır mes'elesinde görüş ayrılıkları vardır. Cumhura göre harb sahasında bulundukları sürede imâ­mın izni olmaksızın ihtiyâçları kadar yemelerinde be's yoktur; bu sebeble tak­simden Önce sığır, davar kesip yiyebilirler..

Abdullah ya o tulumu hırsla aldığından ve bunu Peygamber'in gördüğün­den, ya da diğer rivâyetindeki "Ben bu gün bundan kimseye birşey vermem" sözünden dolayı utanmıştır.

[75] Bu iki hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, yânî harb sahasında ihtiyâç mikdâ-nnca yiyecek şeyler yenilecektir. Sonuncu hadîsi Buhârî el-Mağâzî'de de; Müs­lim ise ez-Zebâih'de getirmiştir.

[76] Bu iki hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, yânî harb sahasında ihtiyâç mikdâ-nnca yiyecek şeyler yenilecektir. Sonuncu hadîsi Buhârî el-Mağâzî'de de; Müs­lim ise ez-Zebâih'de getirmiştir.