1- Ganimetten Beşte Bir Ayırmanın Farz Oluşu Babı
2- Ganimetin Beşte Birini (Devlete) Vermek Dîndendir Babı
3- Peygamberin Vefatından Sonra Kadınlarının Nafakası
Babı
4- Peygamberin Zevcelerinin Evleri Ve Onlara Nisbet
Edilen Evler Hakkında Gelen Haberler Babı
7- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: .
8- Peygamberin: "Ganimetler size halâl kılındı"
sözü Bâbı
9- Bâb: Ganimet, Düşmanla Çarpışmada Hazır
Bulunanlarındır
10- Ganîmet İçin Harbeden Kimsenin Sevabı Eksilir Mi?
Babı
12- Bâb: Peygamber (S) Kurayza Ve Benu'n-Nadır
Arazîlerini Nasıl Taksîm Etti?
18- Harbde Öldürülen Düşman Askerinin Eşyasını Reste Bir
İşlemine Tâbi' Tutmayan Kimse;
20- Mücâhidin Harb Sahasında Ele Geçireceği Yiyecek
Maddelerinin Hükmü) Babı
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle
(Ganimetin
Beşte Biri Kitabı) [1]
1-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Alî ibnu'l-Hüseyin haber verdi ki, babası Hüseyin ibn Alî
aleyhime's-selâm ona şöyle haber vermiştir: Alî (R) şöyle demiştir: Benim
Bedir günündeki ganîmet payımdan yaşlı bir devem vardı. Peygamber (S) bana
(Bedir'den evvel) beşte birden başka bir yaşlı deve daha vermişti.
Rasûlullah'ın kızı Fâ-tıma ile evlenmek istediğim zaman Kaynukaa oğullan'ndan
kuyumcu bir adamla benimle beraber gelmesi ve beraber ızhır otu getirmemiz
hususunda va'dleştim. Bu otu kuyumculara satmak ve parasıyle düğün yemeğim
hususunda yardım sağlamak istedim. Ben yaşlı develerim için semerler, çuvallar
ve ipler toplarken, iki devem de Ensâr'dan bir adamın hücresi yanında
çöktürülmüş hâldeydiler. Topladığım şeyleri toplayıp döndüğüm zaman develerimi
gördüm ki hörgüçleri kesilmiş, böğürleri yarılıp ciğerleri alınmış.
Develerimin bu manzarasını gördüğüm zaman gözlerime mâlik olamayıp ağladım. Ve:
— Bu işi kim yaptı? dedim.
Orada bulunanlar:
— Bu develeri kesme
işini Hamza ibn Abdilmuttalib yaptı, ken-
dişi şu evin içinde
Ensâr'dan içki içenler topluluğu arasındadır, dediler. Hemen gidip Peygamber'in
yanına girdim. Yanında Zeyd ibn Harise vardı. Peygamber yüzümden,
karşılaştığım kötü durumu anladı:
— "Neyin var?" diye sordu.
— Yâ Rasûlallah, ben
bugünkü kadar korkunç manzara görmedim: Hamza benim yaşlı iki dişi deveme
saldırıp onların hörgüçlerini kesti, böğürlerini yardı, işte o, şu evde içki
içenlerin berâberindedir, dedim.
Peygamber ridâsım
istedi ve onu büründü. Sonra yürüyerek gitti. Zeyd ibn Harise ile ben
kendisini ta'kîb ettik. Nihayet içinde Ham-za'nin bulunduğu o eve geldi, içeri
girme izni istedi. İçeridekiler gelenlere girme izni verdiler. İçende içki
içmekte olan bir toplulukla karşılaştık. Rasûlullah, yaptığı iş hakkında
Hamza'yı kınamaya başladı. Hamza da sarhoş olmuş, gözleri kıpkırmızı idi.
Hamza, Rasû-lullah'a doğru baktı, sonra bakışı yükseltti, akabinde dizlerine
baktı. Sonra bakışı yükseltip göbeğine baktı. Sonra bakışı yükseltip yüzüne
baktı. Sonra Hamza:
— Siz, babam Abdulmuttalib'in köleleri değil
misiniz? dedi.
Rasûlullah, amcası
Hamza'nın sarhoş olduğunu anladı da (şuursuzca bir fiile kalkışmasından
sakınarak) topukları üzerinde arka arkaya çekildi. Biz de O'nunla beraber
odadan dışarı çıktık [3].
2-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi; ona da mü'minlerin
anası Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Rasülullah'm kızı Fâtıma aieyhi's-selâm
Rasûlullah'ın vefatının ardından Ebû Bekr es-Sıddîk'tan Allah'ın, kendisine
döndürdüğü mallardan Rasûlullah'ın geride bıraktığı, kendisine âid mîrâsım
taksim etmesini istedi. Ebû Bekr de ona:
— Rasûlullah (S):
"Biz (peygamberler topluluğu) mîrâs olunmayız. Bizim bıraktığımız şeyler
sadakadır" buyurmuştur, dedi.
Bu cevâb üzerine
Rasûlullah'ın kızı Fâtıma öfkelendi ve Ebû Bekr'den ayrıldı. Onun Ebû Bekr'den
ayrılıp uzaklaşması tâ ölünceye kadar devam etti. Ve Fâtıma, Rasûlullah'tan
sonra altı ay yaşadı.
Âişe dedi ki: Fâtıma,
Ebû Bekr'den, Rasûlullah'ın Hayber'den, Fedek'ten ve Medine civarındaki
sadakasından, yânî geriye bıraktığı mallarından olan kendi hissesini istiyordu.
Ebû Bekr, Fâtıma'mn bu isteğini kabul etmedi ve şu gerekçeyi söyledi:
__"Ben
Rasûlullah'ın hayâtında yapmakta olduğu hiçbirşeyi ter-
ketmem, muhakkak O'nun
yaptığı işi yaparım. Çünkü ben O'nun işinden herhangi bir şeyi terkedersem,
haktan sapacağımdan korkarım".
(Âişe şöyle devam
etti:) Rasûlullah'ın Medine'deki sadakasına gelince Umer bunu (mülkiyetle değil
de, haklan kadar yararlanmaları için) Alî ile Abbâs'a verdi. Hayber ile
Fedek'teki arazîlere gelince, Umer bunları elinde tuttu, başkasına vermedi ve
şöyle dedi:
— "Bu iki arazî
Rasûlullah'm sadakasıdır ki, bunlar kendisine inmekte olan haklar ve kendisine
nevbet nevbet isabet edecek hâdiseler içindir. Bu iki arazînin işi devlet
başkanlığı işini üzerine alan kimseye bırakılır".
ez-Zuhrî (bu hadîsi
tahdîs ettiği zaman) şöyle dedi: Bu Hayber ve Fedek'ten Peygamber'e hâs olan
arazîler bugüne kadar Umer'in yapıp koyduğu uygulama üzerindedirler [4].
Ebû Abdillah el-Buhârî
(hadîsteki kelimeyi âyetteki ile tefsîr ederek) şöyle dedi:
"t'terâke", "Sana çarptı" demektir; "Ona isabet ettirdim,
çarptım" ma'nâsina olan "Aravtuhû"dan iftiâldir. "Ya'rûhû
ve i'terânî", "Ona bir hâdise isabet etti, beni bir iş kaplayıp kuşattı"
ta'bîrleri bu ma'nâdandır [5].
3-.......(ez-Zuhrî
şöyle dedi:) Muhammed ibn Cubeyr ibn Mut'un, şu gelecek olan hadîsinden bana
bir kısım zikredip şöyle dedi: Ben Mâlik ibn Evs'in yanma girinceye kadar
gittim ve kendisinden bu hadîsi sordum. Mâlik şöyle dedi: Güneş yükseldiği
zaman ben ailem içinde oturduğum sırada gördüm ki, Umer ibnu'l-Hattâb'ın elçisi
bana geliyor. Gelince:
— Mü'minlerin Emîri'nin da'vetine icabet et,
dedi.
Akabinde elçinin
beraberinde tâ Umer'in huzuruna girinceye kadar yürüdüm. Umer'i hurma dallan
veya yapraklarından yapılmış bir dîvânın şerît örgüleri üzerinde oturuyor
buldum. Kendisiyle dîvân arasında bir yaygı ve döşek yoktu. Umer deriden
yapılmış bir yastığa dayanmıştı. Kendisine selâm verdikten sonra oturdum. Umer:
— Yâ Mâlik, senin
kavminden birtakım evler ahâlîsi bize gelmişlerdir. Ben de onlar hakkında
kendilerine az mikdâr atıyye verilmesini emrettim. Sen bu malı teslim al da,
onu aralarında taksim et, dedi.
Ben de:
— Ey Mü'minlerin
Emîri! Sen bunu benden başka birine emret-seydin, dedim,
O:
- Bu malı teslim al,
ey adam! dedi.
Ben onun yanında
oturmakta iken yanma kapıcısı Yerfa' geldi de: Usmân ibn Affân, Abdurrahmân ibn
Avf, ez-Zubeyr, Sa'd
ibn Eıbî Vakkaas'la
görüşme arzun var mı; onlar senin yanına girmek
zni istiyorlar, dedi.
Umer:
— Evet, dedi ve onlara
izin verdi.
Akabinde onlar içeriye
girdiler ve selâm verip oturdular. Sonra Yerfa' da biraz oturdu. Sonra:
— Alî ve Abbâs'la
konuşmaya arzun var mı? dedi.
Umer:
— Evet, dedi ve onlara da izin verdi.
Akabinde ikisi de
içeriye girdiler ve selâm verip oturdular. Akabinde Abbâs, Umer'e:
— Ey Mü'minlerin Emîri, benimle şu Alî arasında
bir hüküm ver, dedi.
Alî ile Abbâs,
Allah'ın, Rasûlü'ne Benu'n-Nadîr'den fey' olarak verdiği mallar hususunda
çekişiyor ve mücâdele ediyorlardı. Ab-bâs'ın bu sözü üzerine oradaki topluluk,
yâni Usmân ve arkadaşları:
— Ey Mü'minlerin
Emîri, bu ikisi arasında hükmet ve bunların birini diğerinden rahat ettir,
dediler.
Umer:
— Yavaş ve sabırlı
olun! Gök ve yer izniyle duran Allah hakkı için size sorarım. Rasûlullah(S)'ın:
"Bizler mîrâs olunmayız, biz ne bırakmışsak sadakadır" buyurduğunu
biliyor musunuz? Rasülullah "Bizler" sözüyle kendisim kasdediyordu
değil mi? dedi.
Topluluk:
— Rasülullah bunu söylemiştir, dediler.
Bu cevâb ve tasdîk
üzerine Umer, Alî ile Abbâs'a yöneldi de:
— Allah hakkı için
ikinize soruyorum: Rasûlullah'ın bu sözü söylemiş olduğunu biliyor musunuz?
dedi.
Onlar:
— Rasülullah bu sözü söylemiştir, dediler.
Umer:
— Ben size bu işten
tahdîs ediyorum: Muhakkak ki Allah bu fey' malı hakkında başka hiçbir kimseye
vermediği bir şeyi kendi Rasûlü'ne tahsis etmiştir, dedi. Sonra:
"Allah'ın (onların malların)rfö« Ra-sûlü 'ne verdiği fey'(e gelince) siz
bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat Allah, rasûllerini
dileyeceği kimselere musallat eder. Allah herşeye kaadirdir" (ei-Haşr. 6)
âyetini okudu. İşte bu (yânî Na-dîr oğullan, Hayber ve Fedek) Allah'ın
Rasûlü'ne hâss oldu. Allah'a yeminle söylüyorum ki, Rasülullah bu malları
sizleri dışarıda bırakarak alıp toplamadı ve onu sırf kendisine tahsîs etmedi,
muhakkak bu fey' mallarını sizlere vermiş ve onu size dağıtmıştır. Nihayet o
fey'-lerden şu mal arta kalmıştır. Rasülullah bu fey' malından kendi ailesinin
bir senelik nafakasını ayırıp verirdi. Sonra geri kalanını alır ve onu Allah'ın
malı (bir vakıf) kılar (müslümânların işlerine tahsîs eder) idi [6].
İşte Rasülullah kendi
hayâtında bu malları böyle kullandı. Allah hakkı için size soruyorum: Siz bunu
biliyor musunuz? dedi. Onlar:
— Evet böyle
biliyoruz, dediler.
Sonra Alî ile Abbâs'a
döndü ve:
— Sizlere Allah hakkı
için soruyorum: Siz de bunu böyle biliyor nlusunuz? diye sordu.
(Ukayl, İbn Şihâb'dan
şunu ziyâde etti: Onlar da evet dediler.) Umer şöyle dedi:
— Sonra Allah,
Peygamberi'ni vefat ettirdi. Ebû Bekr: Ben Ra-^ulullahin velîsiyim, dedi ve Ebû
Bekr bu malları teslim aldı ve o mallarda Rasûlullah'm yaptığı gibi tasarruf
etti. Allah bilir ki, Ebû Bekr bu hususta doğru sözlüdür, itaatlidir, doğru
yoldadır, hakka uyucu-dur. Sonra Allah, Ebû Bekr'i vefat ettirdi. Bu sefer ben
Ebû Bekr'in velîsi oldum. Ve o malları teslim aldım, emirliğimin iki senesinde
o mallarda Rasûlullah'm ve Ebû Bekr'in yaptığı gibi tasarruf ediyordum. Allah
biliyor ki, ben de bu tasarruf hususunda doğru sözlü, itaatli, doğru yolda
yürüyen ve hakka uyucu idim. Sonra siz ikiniz bana geldiniz, benimle konuştunuz.
Sözünüz bir, işiniz birdir. Yâ Ab-bâs, sen bana geldin, kardeşinin oğlu
tarafından mîrâs hisseni istiyordun. Ve bana şu da, yânî Alî de geldi; o da
karısı Fâtima'mn babasının mîrâsmdan olan payını istiyordu. Ben de sizlere:
Rasûlullah "Bizpey-gamberler topluluğu vâris olunmayız. Biz ne bırakırsak
sadakadır (mülkiyeti Beytü'1-mâle âiddir)" buyurdu dedim. Müteakiben o malı
size aynı şartla (yânî mülkiyeti Beytü'l-mâl'e, tasarrufu da Rasûlullah ve Ebû
Bekr devrindeki gibi olmak şartıyle) teslîm etmek fikri bana zahir olunca:
İsterseniz Rasûlullah'm tasarrufu, Ebû Bekr'in tasarrufu ve mallara velî
olduğum zamandan beri benim tasarruf ede-geldiğim gibi tasarruf edeceğinize
dâir Allah'ın ahdi ve mîsâkı üzerinize olmak şartıyle o mallan size teslîm
edeyim, dedim. Sizler: Bu şart ile onları bize teslîm et, dediniz. Ben de
malları size teslîm ettim. Şimdi Allah hakkı için (ey topluluk) sizlere
soruyorum: Ben bu mallan bu şartla Alî ile Abbâs'a teslîm ettim mi? dedi.
Topluluk:
— Evet teslîm ettin, dediler.
Sonra Umer, Alî ile
Abbâs'a yöneldi ve:
— Allah adına yeminle
size soruyorum: Ben o malları bu şartla izlere teslîm ettim mi? dedi.
Onlar da:
— Evet, diye cevâb verdiler.
Umer:
— Öyleyken, benden
bundan başka bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve yer, izni ve emriyle durmakta
olan Allah'a yemîn ediyorum ki, ben o mallar hakkında bundan başka bir hüküm
vermem. Bu şartlar içinde bu malları kullanmaktan ileride acze düşerseniz,
onları ba-
na geri veriniz; ben
onları sizin yerinize (velayet yolu üzere) tasarrut ederim, dedi [7].
4-.......Ebû
Cemre ed-Duba'î şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'tan işittim, şöyle diyordu:
Abdu'1-Kays hey'eti geldi ve:
— Yâ Rasûlallah,
bizimle senin aranda Rabîa'dan şu topluluk, yânî Mudar kâfirleri vardır. Bu
sebeble biz sana ancak haram ayda ulaşabiliriz. O hâlde bize birşey emret de
ona tutunahrn ve geride kalanlarımızı ona çağıralım, dediler.
Rasûlullah (S):
— "Sizlere dört şey emrediyor ve dört
şeyden de nehyediyorum; Allah'a îmân etmekle: Lâ ilahe ille'Hah şehâdetiyle
(yânî) Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet etmekle emrediyorum"
buyurdu ve elini düğümledi, yânî küçük parmağını kıvırdı. "Namazı devamlı
kılmak, zekâtı vermek, ramazân orucunu tutmak ve bir de aldığınız ganimetin
beşte birini Allah için (devlet hazînesine) vermenizi emrediyorum. Sizleri
kabaktan, hurma kökünden, toprak testilerden, zift sürülmüş kaplardan (yânî
bunlara hurma yâhud üzüm şırası kurmaktan) nehyediyorum" buyurdu [8].
5-.......Bize
İmâm Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre'den haber
verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "(Vefatımda) mirasçılarım
dînâr bölüşmezler, bıraktığım şey, kadınlarımın nafakasından ve işçimin ücretinden
geri kalanı sadakadır" [9].
6-.......Âişe
(R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) vefat etti. O hâlde ki, benim evimde ciğer
sahibi bir hayvanın (yânî insan ve hayvanın) yiyeceği birşey yoktu; ancak bana
âid bir raf (yânî dolap veya kiler) içinde yarım vesk ölçeği mikdârı arpa
vardı. Ben ondan yedim. Müddet uzadı, onu ölçtüm, sonra tükendi [10].
7-.......Ebû
İshâk tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Amr ibnu'l- Hâris'ten işittim, o:
Peygamber (S)-geriye harb silâhı, beyaz katırı ve bir mikdâr arazîsinden başka
birşey bırakmadı; bunları da sadaka olarak bıraktı, dedi [11].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavillerinde gelen evler [12]:
''(Ey Peygamber kadınları, vakaar ile) evlerinizde oturun. Evvelki Câhiliyet
yürüyüşü gibi yürümeyin..." (d-Ahzâb: 33);
"Ey îmân edenler,
Peygamber'in evlerine -yemeğe da 'vet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın-
girmeyin.
Fakat size izin
verildiği zaman girin..." (ei-Ahzâb: 53).
8-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'ın hastalığı ağırlaştığı zaman
benim evimde bakılmak üzere diğer zevcelerinden izin istedi. Onlar da kendisine
izin verdiler [13].
9-.......
Âişe (R) şöyle dedi: Peygamber (S) benim evimde, benim nevbetimde, benim
göğsümün üstü ile gerdanımın arasında vefat etti. Bir de Allah (O'nun vefatı
sırasında) benim tükrüğüm ile O'nun tükrüğünü birarada birleştirdi. Âişe şöyle
dedi: (Kardeşim) Ab-durrahmân elinde bir misvakla odaya girdi... Peygamber'in,
misvak katı geldiği için kullanmaya gücü yetmedi. Bu sefer misvakı ben aldım ve
onu kendi dişlerim üzerine sürerek yumuşattım. Sonra bu yumuşatılmış misvakla
O'nun dişlerini misvâkladım [14].
10-.......
İbn Şihâb'dan; o da Alî ibn Hüseyin'den tahdîs etti ki, ona da Peygamber'in
zevcesi haber vermiştir: Rasûlullah (S) ramazânın son on günü içinde mescidde
i'tikâfta iken Safiyye ziyaretine gitmişti. (Bir müddet konuştuktan) sonra
dönmek üzere Safiyye ayağa kalkmış, Rasûlullah da onu geçirmek üzere onunla
beraber ayağa kalkmış. Peygamber'in bir diğer zevcesi olan Ümmü Seleme'nin
kapısı yanındaki mescid kapısına geldiğinde, Ensâr'dan iki kişi onların
yakınından geçmişler ve Rasûluılah'a selâm verip acele yürüyerek geçmişler.
Rasûlullah onlara:
— "Acele etmeyiniz, durunuz! (Yanımdaki
kadın Safiyye bintu Huyey'dir)" buyurdu.
O iki zât:
— Yâ Rasûlallah, biz Allah'ı tenzih ederiz,
dediler.
Ve Peygamber'in
Safiyye'nin hüviyyetini ta'yîne mecburiyet hissetmesi bunlara ağır geldi.
Bunun üzerine Peygamber:
— "Şeytân insanda (yânî inşân bedeninde
dolaşan) kan mesâbesindedir. Ben sizin gönüllerinize şeytânın kötü bir şübhe
atmasından endîşe ettim" buyurdu [15].
11-......Abdullah
ibn Umer (R): Ben bir gün Hafsa'nın evinin damı üstüne çıktım ve Peygamber(S)'i
arkasını kıbleye döndürerek Şâm tarafına yönelerek ihtiyâcını yerine getirir
hâlde gözümle gördüm, demiştir [16].
12-.......Âişe
(R), Rasûlullah (S) ikindi namazını güneş henüz Âişe'nin odasından çıkmadan
kılar idi, demiştir [17].
13-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir gün hatîb olarak ayağa kalktı ve
hutbe esnasında eliyle Âişe'nin meskeni tarafını işaret ederek üç defa:
"İşte fitne bu taraftadır, şeytânın boynuzunun doğacağı yerdedir"
buyurdu [18].
14-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R), Abdurrahmân kızı Amre'ye şöyle haber vermiştir: Rasûlullah
(S), Âişe'nin yanında idi. Bu sırada Âişe bir insan sesi işitti ki, o insan
Hafsa'nın evine girmek için izin istiyordu. (Âişe dedi ki:) Ben:
— Yâ Rasûlallah, şu
adam evinize girmek için izin istiyor, dedim.
Bunun üzerine
Rasûlullah:
— "Sanıyorum ki o, Hafsa'nın süt amcası
fulan kimsedir!" buyurdu.
(Âişe dedi ki: Süt
amcam fulân hayâtta olsaydı benim yanıma girebilecek miydi? diye sordum.)
Rasûlullah:
— "(Evet girebilirdi, çünkü) süt, velâdet
ve nesebin haram kıldığı herşeyi haram kılar" buyurdu [19].
15-.......
Basra Kaadısı Sumâme ibn Abdillah ibn Enes'ten; o da dedesi Enes'ten tahdîs
etti ki, Ebû Bekr halîfe yapılınca, Enes'i Bahreyn'e gönderdi ve kendisi için
şu meşhur mektubu (yânı sadaka farizası kitabını) yazdı ve Ebû Bekr bu mektubu
mühürledi. Bu mührün nakşı (yânı üzerindeki yazı) üç satır idi:
Muhammedun bir satır
ve Rasûlu bir satır ve Allâhi bir
satırdı [21].
16-.......îsâ
ibnu Tahmân tahdîs edip şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik -Peygamber'in vefatından
sonra- tüyleri dökülmüş meşinden tasmalı bir çift ayakkabı çıkardı. İbn Tahmân
dedi ki: Bana Sabit el-Bunânî, Enes'ten şöyle tahdîs etti: Enes bize iki
ayakkabı çıkardıktan sonra: Bunlar Peygamber(S)'in ayakkabılarıdır, diye haber
verdi [22]
17-.......Ebû
Burde şöyle demiştir: Âişe -Peygamber'in ölümünden sonra- bize yünden
keçelenmiş bir kaftan çıkardı ve: Peygamber'in ruhu bu kaftanın içinde nez'
olundu, yânî koparılıp çekildi, dedi.
Süleyman
ibnu'l-Mugîre, Humeyd'den rivayetinde şunu ziyâde etti: Ebû Burde şöyle dedi:
Âişe bize Yemen'de dokunan tok kumaştan yapılmış bir izâr ile yine bu kumaştan
yapılıp "el-Mıılebbede" dedikleri bir kisve çıkardı [23].
18-.......Enes
ibn Mâlik(R)'ten: Peygamber(S)'in su bardağı kırıldı, akabinde kırık yerine
gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdîs etti.
Râvî Âsim el-Ahvel:
Ben bu kadehi gördüm ve (teberrüken içine su koyup) ondan su içtim, demiştir [24]
19-.......İbn
Şihâb, Muhammed ibn Amr ibn Halhale ed-Duelî'ye şöyle tahdîs etmiştir: Ona da
Hz. Hüseyin'in oğlu Alî tahdîs etti ki, onlar, kendileri Alî'nin oğlu
Hüseyin'in öldürüldüğü zaman -Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun- Muâviye'nin
oğlu Yezîd'in yanından Me-dîne'ye geldikleri sırada kendilerini Mısver ibn
Mahrame (R) karşılamış ve:
— Bana herhangibir
ihtiyâcın var mı? Varsa onu bana emredebilirsin, demiştir.
Hüseyin'in oğlu Alî
dedi ki: Ben de Mısver'e:
— Hayır, bir ihtiyâcım yoktur, dedim. Mısver,
Hüseyin'in oğlu Alî'ye:
— Sen Rasûlullah'ın
kılıcını bana verir misin? Çünkü ben bu kavmin onu almakta sana galebe
etmesinden endîşe ediyorum. Allah'a yemîn ederim ki, eğer sen onu bana
verirsen, benim nefsime ulaşılmadıkça, yânî ruhum kabz olunmadıkça bu kılıç
ebediyyen onlara ulaştırılmaz. Şu da muhakkak ki Ebû Tâlib'in oğlu Alî,
Fâtıma'nın üstüne -aleyhi's-selâm- Ebû Cehl'in kızını istemişti, işte bu sırada
Ra-sûlullah'tan işittim. O, şu minberin üzerine çıkmıştı da bu hususta hitabe
îrâd ediyordu. Ben de o günlerde ihtilâm olmuş hâlde idim. Rasûlullah (S)
orada: "Muhakkak Fâtıma bendendir. Ben onun -beşer tabîatinden neş'et eden
kıskançlık sebebiyle- dîni hususunda fitneye ma'rûz kalmasından endîşe
ediyorum" buyurdu.
Râvî Mahrame dedi ki:
Sonra Rasûlullah, Abdu'ş-Şems oğulla-n'ndan olan bir damadını (yânî kızı
Zeyneb'in kocası bulunan Ebû'l-
Âs ibn Rabî'ı)
zikretti de onu kendisine hısımlığı hususunda övdü ve güzel hâllerini şöyle
dile getirdi; "O bana söz söylemiş, sözünde gerçek çıkmıştır. O bana va'd
etmiş, va'dini yerine getirmiştir, Kat'îsöylüyorum ki, ben hiçbir halâlı haram
kılıyor değilim, hiçbir haramı da halâ! kılmıyorum. Lâkin Allah'a yemîn
ediyorum ki, Allah Rasû-lü'nün kızı ile Allah düşmanının kızı ebeden (bir
adamın nikâhında) birleşmez" [25]
20-.......Muhammed
ibnu'l-Hanefiyye şöyle demiştir: Eğer babam Alî (R) Usmân ibn Affân'ı kötülükle
zikredici olaydı, birtakım insanlar ona gelip de Usmân'ın zekât me'rnûrlarından
şikâyet ettikleri gün zikrederdi. O gün babam Alî, bana: Usmân'a git de ona
(gönderdiğim) sahîfenin Rasûlullah'ın sadakası (yânî sarf yerlerinin yazıldığı
sahîfe) olduğunu haber ver de: Zekât me'mûrlarına emret ki, bunun içindeki
hükümlerle amel etsinler, dedi.
Muhammed
ibnu'l-Hanefiyye dedi ki: Bunun üzerine ben bu sa-hîfeyi Usmân'a götürdüm.
Usmân: O sahîfeyi bizden geri çevir, dedi. Akabinde ben o sahîfeyi tekrar
Alî'ye getirdim ve olanı kendisine haber verdim. Babam: O sahîfeyi aldığın yere
koy, dedi.
Buhârî'nin şeyhi
el-Humeydî şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Bize
Muhamrfıed ibn Sûka tahdîs edip şöyle dedi: Ben Mımzir es-Sevrî'den işittim
ki, Muhammed ibnu'1-Hane-fiyye şöyle demiştir: Beni babam Alî haberci gönderdi
de: Şu kitabı, yânî yazıyı al ve onu Usmân'a götür. Çünkü bunun içinde
Peygam-ber(S)'in sadaka hususundaki emri vardır, dedi [26].
Peygamber'in kızı
Fâüma hububat öğütmekten, el değirmeni döndürmenin yorgunluğundan Peygamber'e şikâyet
edip de kendisine esirlerden bir hizmetçi vermesini istediği zaman, Peygamber,
kızının bu isteğini Allah'a havale etmiştir (yânî kızının isteğini karşılamamıştır).
21-.......Bize
Alî şöyle tahdîs etti: Fâtıma aleyhi's-selâmın el değirmeniyle hububat
öğütmekten dolayı eline hastalık gelmişti. O sırada Rasûlullah'a birtakım harb
esirleri getirildiği Fâtıma'ya ulaştı. Fâtıma da o esirlerden bir hizmetçi
istemek üzere babasına gitti, fakat babasını evde bulamadı. Derdini Âişe'ye
zikretti. Akabinde Peygamber geldiğinde Âişe, Fâtima'nm geldiğini ve dileğini
kendisine söyledi. (Alî dedi ki:) Müteakiben biz yataklarımıza girmiş hâlde
iken Peygamber bize geldi. Biz hemen yatağımızdan kalkmağa davrandık.
Peygamber (S):
— "Yerinizde durunuz!" buyurdu ve
(ikimizin arasına oturdu) hattâ ben göğsümün üzerine dokunan iki ayağının
serinliğini hissettim.
Akabinde
Peygamber: -
— "İyi dinleyin! Ben size, sizin benden
istediğiniz esîr hizmetçiden daha hayırlı bir şeye delâlet ediyorum: Siz
(gece) yataklarınıza girdiğinizde otuzdört defa Allâhu Ekber, otuzüç kerre
Elhamdu HU lâhi ve otuzüç kerre de Subhânalîahi deyiniz. Bunları söylemeniz sizler
için benden istediğiniz hizmetçiden daha hayırlıdır" buyurdu [27],
Bilin ki ganimet
olarak aldığınız herhangi birşeyin mutlakaa beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün...
" <ei Enfâi: 4i>.
"Rasûlü*nündür"
sözüyle bunun taksiminin Rasûl'e âid olduğunu kasdediyor. Rasûlullah (S): "Ben ancak
bölüştürücü ve
hazineciyim; Allah ise vericidir" buyurdu.
22-.......Bize
Şu'be, Süleyman ibn Mihrân'dan, Mansûr'dan ve Katâde'den tahdîs etti. Bu üçü de
Salim ibn Ebi'l-Ca'd'dan işitmiş-lerdir. Câbir ibn Abdillah (R): Bizim
Ensâr'dan bir adamın bir oğlu doğdu. O kimse Oğluna Muhammed adını vermek
istedi, demiştir. Şu'be: Mansûr hadîsinde şöyle dedi: O Ensârî: Ben oğlumu
boynum üzerinde taşıyıp onu Peygamber'e getirdim, dedi. Yine Şu'be: Süleyman
el-A'meş hadîsinde şöyle dedi: O Ensârî'nin (yânî Enes ibn Fu-dâle'nin) bir
oğlu oldu. Onu Muhammed diye isimlemek istedi. Peygamber (S): "Benim
ismimle isimleyiniz, fakat künyem ile kün-yelenmeyiniz. Çünkü ancak ben Kaastm,
yânî taksim edici kılındım, (mîrâs ve ganimet mallarını) aranızda ancak ben
taksim ederim" buyurdu.
Husayn ibn Abdirrahmân
es-Sulemî, Rasûlullah'm "Ben bir taksim edici olarak gönderildim,
aranızda ben taksim ederim" buyurduğunu söyledi.
el-Buhârî'nin şeyhi
Amr ibn Merzûk şöyle dedi: Bize Şu'be haber verdi: Katâde şöyle demiştir: Ben
Sâlim'den işittim; o da Câbir'-den: el-Ensârî, oğluna el-Kaasım ismini vermek
istedi. Peygamber:
"Benim ismimle
isimleyin, fakat künyem ile künyelenmeyin" buyurdu [28].
23-.......
Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizim Ensâr taifesinden bir adamın bir
oğlu doğdu. Kendisi çocuğa el-Kaasım adını verdi. Ensâr ona:
— Biz seni
Ebû'l-Kaasım künyesiyle anmayız ve sana bu doğum sebebiyle "gözaydın"
diye ikram da etmeyiz, dediler.
Bunun üzerine o Ensârî
zât Peygamber'e geldi ve:
— Yâ Rasûlallah, bir
oğlum doğdu, ona el-Kaasım adını verdim. Ensâr bana: Biz seni Ebû'l-Kaasım
künyesiyle lakablamayız ve sana "gözaydın" tebrikinde de bulunmayız,
dediler (ne buyurursunuz
diye sordu)?
Peygamber (S):
— "el-Ensâr güzel söylemiştir. Benim
ismimle ad verebilirsiniz, fakat benim künyem ile künyelenmeyin. Çünkü Kaasım,
yalnız benimdir" buyurdu [29].
24-.......Humeyd
ibn Abdirrahmân, Muâviye ibn Ebî Sufyân'ın şöyle dediğini işitmiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah her kimin hayrını murâd ederse ona
dîn hususunda (büyük bir) anlayış verir. Verici ancak Allah'tır. Ben (verici değil)
yalnız taksim ediciyim [30]. Bir
de bu ümmet Allah'ın emri gelinceye (kıyamet gününe) kadar kendilerine
muhalefet edenler üzerine gâlib olmakta devam edecekler, onlar gâlib hâlde
bulunacaklar" [31].
25-.......Bize
Hilâl, Abdurrahmân ibn Ebî Amre'den;o daEbû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S): "Ben size ne birşey verebilirim, ne de (verilene) mâni'
olabilirim. Ben taksim ediciyim, em-rolunduğum yere koyarım" buyurmuştur [32].
26-.......
Havle el-Ensâriyye (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle
buyuruyordu: "Birtakım adamlar Allah'ın (müslümânların iyiliğine tahsîs
buyurduğu) malında haksız olarak tasarruf ederler, îşte onlar için kıyamet
gününde o ateş muhakkaktır" [33].
Ve Yüce Allah şöyle
buyurdu:
"Allah size
alacağınız daha birçok ganimetler de va'detmiş, şimdilik bunu peşin vermiştir..
" (ei-Feth: 20) [35]
Ganimet, mukaatele
eden müslümânların umûmuna âiddir. Nihayet Rasûlullah buna hakk kazananları hakk
kazanmayanlardan ayırıp beyân eder [36].
27-.......
Bize Husayn ibn Abdirrahmân es-Sulemî, Âmir eş- Şa'bî'den; o da Urve
el-Bârıkî'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Gazâya giden) atın alnına
dökülen saçlarında kıyamet gününe kadar hayır düğümlüdür. Hayır kıyamet gününe
kadar ecir (yânî sevâb) ve ganimettir" buyurmuştur [37].
28-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah
(S) şöyle buyurmuştur: "Kisrâ helak olduğu zaman ondan sonra kisrâ yoktur.
(Bizans hükümdarı olan) Kayser helak olduğu zaman ondan sonra kayser yoktur
(yânî kayser hâkimiyeti olmayacaktır). Nefsim yedinde olan Allah 'a yeminle söylüyorum
ki, Kisrâ ile Kayser'in hazîneleri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır"[38].
29-.......Câbir
ibn Semure (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Kisrâ helak
olduğu zaman ondan sonra kisrâ yoktur. Kayser helak olduğu zaman ondan sonra
da kayser yoktur. Nefsim yedinde olan Allah 'a yeminle söylüyorum ki, Kisrâ
ile Kayser'in hazîneleri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır"[39].
30-.......Bize
Câbir ibn Abdillah (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S):
"Ganimetler bana halâl kılındı (hâlbuki benden evvel kimseye halâl
edilmemiştir)" buyurdu [40].
31-.......Bana
Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rac'dan; o'da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi
ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Kendisini (evinden sırf) Allah
yolunda cihâd etmek ve ke-limetu'llah'ı tasdik etmek niyeti çıkararak Allah
yolunda cihâd eden kimseye Allah onu, şehîd olmak suretiyle cennete girdirmeyi
yâhud içinden çıkmış olduğu meskenine sevâbla yâhud ganimetle salimen
döndürmeyi tekeffül etmiştir"[41].
32-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Peygamberlerden
bir peygamber gazaya gitti ve kavmine şöyle dedi: Bir kadın fercine nikâhla
mâlik olup da onunla evlenmek istediği hâlde henüz evlenmemiş olan bir erkek
bana tâbi' olmasın (yânı benimle beraber cihâda yürümesin). Birçok evler
kurmuş, fakat henüz tavanlarını yükseltmemiş olan kimse de benimle yürümesin.
Koyun yâhud gebe develer satın almış da bunların yavrularını doğurmalarını
beklemekte olan kimse de benimle beraber yürümesin.
"Peygamber bu
ta'lîmâtı verdikten sonra gazaya gitti ve nihayet ikindi namazı vaktinde yâhud
buna yakın bir zamanda fethedeceği beldeye yaklaşınca güneşe hitaben: Sen bir
me'mûresin, ben de bir me'mûrum dedi ve: Yâ Allah! Bu güneşi bizim üzerimizde
biraz durdur! diye dua etti. Müteakiben Allah bu peygambere fetih verinceye
kadar güneş onun üzerinde durduruldu. Neticede o peygamber ganimetleri topladı.
Derken onları yemesi için (gökten bir) ateş geldi. Fakat ateş o ganimetleri
yemedi. Bunun üzerine peygamber, ordusuna: Sizin içinizde ganimet malına bir
hıyanet vardır, binâenaleyh herbir kabileden bir kimse bana bey'at etsin, dedi.
(Bey'at ettiler.) Bu bey'at sırasında birisinin eti peygamberin eline yapıştı.
Peygam-,bet derhâl: Hıyanet muhakkak sizin içinizdedir. Binâenaleyh senin
kabilen benimle bey'at yapsın, dedi. (Kabile bey'at yaptı.) Bu sırada iki yâhud
üç kimsenin elleri peygamberin eline yapıştı. Peygamber: Hıyanet fiili
sizdedir, sizler hıyanet ettiniz, dedi. Akabinde onlar sığır başı gibi
altından bir baş getirdiler ve bunu yere koydular. Akabinde ateş geldi ve o
ganimet malını yedi. Sonra Allah bizler için ganimeti halâl kıldı. Allah bizim
zayıflığımızı ve aczimizi gördü de ganimetleri bize halâl kıldı" [42]
33-.......
Eşlem şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R): Eğer mülümanların sonu (yânî
müstakbel nesillerin hayâtı endîşesi) olmasaydı, Peygamber'in Hayber arazîsini
taksîm ettiği gibi, ben de fethettiğim her karyeyi (her memleketin arazîsini)
muhakkak ganîmet sâhibleri (yânî fâtihleri) arasında taksîm ederdim; dedi [43].
34-.......Bize
Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) tahdîs edip şöyle dedi: Bir çöl Arabi Peygamber'e:
— Bâzı kimseler
ganimet almak için harbeder, bâzı kimseler insanlar yanında yiğitliği
zikrolunsun diye harbeder, bâzıları da (yiğitlik) derecesi görülsün diye
harbeder. Şu hâlde Allah' yolunda olan kimdir? dedi.
Peygamber (S):
— "Kim Allah kelimesi (Allah'ın tevhidi
kelimesi) en yüksek olsun diye muharebe ederse, işte o mücâhid Allah
yolundadır" buyurdu [44].
35-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den
tahdîs etti: Peygamber (S)'e has ipekten altın düğmeli (yâhud altın halkalarla
örülü) birçok kaftanlar hediye edildi. Peygamber bu kaftanları sahâbîlerinden
birtakım insanlar arasında taksim etti. Bu kaftanlardan bir tanesini de Mahrame
ibn Nevfel için ayırdı. Müteakiben Mahrame, beraberinde oğlu Mısver ibn Mahrame
olduğu hâlde geldi de, Peygamber'in kapısı Önünde di-küdİ. Ve oğluna:
— Peygamber'i bana çağır! dedi.
Peygamber babamın
sesini işitti de, yanma bir kaftan alıp düğmelerini öne doğru tutarak babam
Mahrame'yi bununla karşıladı ve:
— "Yâ Eba'l-Mısver, bunu senin için
sakladım! Yâ Eba'l-Mısver, bunu senin için sakladım!" buyurdu.
Mahrame'nin huyunda
bir şiddet ve sertlik vardı [45].
Bu hadîsi İsmail ibn
Uleyye, Eyyûb es-Sahtıyânî'den rivayet etmiştir.
Ve Hâtem ibnu Verdân
şöyle dedi: Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, İb-nu Ebî Muleyke'den tahdîs etti ki
el-Mısver: Peygamber'e bir çok kaftanlar geldi... demiştir. Bu hadîsi îbnu Ebî
Muleyke'den rivayet etmekte el-Leys ibn Sa'd, Eyyûb es-Sahtıyânî'ye mutâbaat etti
[46].
Ve bunlardan masrafı
kendisine dönen ailesinin harcamalarına ve mühim hâdiselere verdiği şeyler.
36-.......Ben
Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Ensâr'dan olan insanlar gelir getiren
hurmalıklarını Peygamber(S)'e kendi masraflarını karşılaması için hediye
ediyorlardı. Nihayet Peygamber Kurayza ve Benu'n-Nadîr kabilelerini fethetti.
Bunun ardından Me-dîneli Ensâr'a daha evvel Muhâcirler'e teslîm ettikleri
hurmalıkları kendilerine geri verilir oldu [47].
37-.......Ben
Ebû Usâme Hammâd ibn Seleme'ye: Hişâm ibn Urve size tahdîs etti mi? diye sordum.
(Burada suâlin cevâbı zikredilmedi. Fakat İshâk ibn Râhûye'nin Müsned'inde bu
isnâd ile "evet" deyip şunu sevketmiştin) Bana Hişâm ibn Urve, babası
Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da kardeşi Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den tahdîs etti. O
şöyle demiştir: ez-Zubeyr ibnu'I-Avvâm Cemel Vak'ası gününde durduğu zaman
beni çağırdı [48]. Ben yanında dikeldim.
Bana şunları söyledi:
— Ey oğulcuğum! Şu
muhakkak ki, bu gün ancak zâlim olan yâhud mazlum olan öldürülür. Ve ben bu gün
kendimi başka türlü değil, ancak mazlum olarak öldürüleceğimi zannediyorum. Ve
benim en büyük hüznüm ve endîşem elbette borcumdur. Sön borcumuzun, malımızdan
herhangi birşey bırakacağını zannediyor musun? dedi ve:
— Ey oğulcuğum
malımızı sat ve borcumu öde, sözünü söyledi.
Ve malının üçte birini
vasiyet etti; bu üçte birin üçte birini husûsî olarak Abdullah ibn Zubeyr'in
oğullarına vasiyet etti. Zubeyr, oğlu Abdullah ibn Zubeyr'i kasdederek onun
oğulları için üçte birin üçte biri diyor: Eğer borcun ödenmesinden sonra birşey
artmış olursa, o fazlanın üçte biri senin oğullarına âiddir.
Hişâm ibn Urve (geçen
senedle) şöyle dedi: Abdullah ibnu'z-Zubeyr'in çocuklarının bâzısı yaşça (yâhud
vasiyetteki payca) Zubeyr'in oğullarının bâzısına müsavi olmuştur: Bunlar
Hubeyb ve Abbâd'-dır. Zubeyr'in bu vasiyeti yaptığı gün dokuz oğlu ve dokuz
kızı vardı,
Abdullah dediki: Babam
Zubeyr, borcunun ödenmesini bana vasiyet etmeye başladı ve şöyle diyordu:
— Ey oğulcuğum! Eğer
borç ödemekten herhangi birşey hususunda âciz olursan, o zorluğa karşı
Mevlâmdan yardım iste! dedi.
Abdullah şöyle dedi:
Vallahi ben babamın bu "Mevlâm" sözüyle ne kasdettiğini bilemedim.
Sonunda:
— Babacığım, senin Mevlân kimdir? diye sordum.
— (Benim Mevlâm) Allah'tır, dedi.
Abdullah şöyle devam
etti: Vallahi ben onun borcunu ödemekten dolayı herhangi bir sıkıntıya
düştükçe muhakkak:
— Yâ Mevlâ'z-Zubeyr( =
Ey Zubeyr'in Mevlâsı)! Zubeyr'in borcunu kaza et! diye duâ ettim; akabinde
Yüce Allah onun borcunu ödedi. Sonunda Zubeyr (R) Öldürüldü. Zubeyr arkasında
altın para ve gümüş para bırakmadı; o yalnız bâzı arazîler bıraktı. Gâbe mevkiindeki
büyük arazî, Medine'de onbir ev, Basra'da iki ev, Kûfe'de bir ev, Mısır'da bir
ev bunlardandır.
Abdullah dedi kî:
Zubeyr'in üzerindeki borç ancak şöyle oluşmuştur: Birtakım kimseler ona mal
getirir ve malı Zubeyr'in yanında emânet bırakmak ister idi. Zubeyr ise ona:
— Hayır, ben bu malı
emânet olarak teslim almam; lâkin o rnal benim zimmetimde bir ödünçtür. Çünkü
ben emânetin zayi' olmasından (ve bunun da benim malı iyi korumadığımdan
meydana geldiğinin zannolunmasından) korkarım, der idi.
Zubeyr asla bir
kumandanlık, harâc toplayıcılığı ve (mal toplamaya sebeb olacak cinsten)
herhangi bir vazifeyi üzerine almamıştır [49] O
sâdece Peygamber(S)'in yâhud Ebû Bekr'in yâhud Umer'in yâhûd Usmân'ın -Allah
onlardan razı olsun- maiyyetlerinde yapılan gazvelerde mevcûd olmuştur.
Abdullah ibnu'z-Zubeyr
şöyle dedi: Ben babam Zubeyr'in üzerindeki borcu hesâb ettim de, onu ikimilyon
ikiyüzbin olarak buldum. Râvî dedi ki: Hakîm ibn Hizam, Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'e kavuştu da:
— Ey kardeşimin oğlu!
Kardeşim Zubeyr'in üzerinde ne kadar
borç vardır? diye
sordu.
Abdullah, borcun bir
kısmını gizledi de:
— Yüzbin, dedi.
Bunun üzerine
Hakîm: :
— Vallahi ben sizin
mallarınızın bu kadar borcu ödemeye yeteceğini zannetmiyorum, dedi.
Bu sefer Abdullah:
— Eğer borçlar
ikimilyon ikiyüzbin olmuş ise, senin re'yin nedir bana haber ver? dedi.
Hakîm:
— Bu kadar borcu ödemeye takat yetireceğinizi
sanmıyorum. Eğer bu borçtan herhangi birşeyi ödemekten âciz olursanız benden
yardım isteyin, dedi.
Râvî dedi ki: Zubeyr,
Gâbe'deki arazîyi yüzyetmiş bine satın almış idi. Oğlu Abdullah ise bu arazîyi
satmak için bir milyon altıyüz-bin kıymet ta'yîn etti. Sonra ayağa kalktı ve:
— Her kimin Zubeyr'in
üzerinde alacağı bir hakk varsa, Gâbe'-ye bizim yanımıza gelsin, dedi.
Akabinde Abdullah ibn
Ca'fer ibn Ebî Tâlib oraya geldi. Bu Abdullah'ın, Zubeyr'in üzerinde
dörtyüzbin alacağı vardı. Bu Abdullah, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hitaben:
— Eğer isterseniz bu
dörtyüzbinlik alacağımı size bırakayım, dedi. Abdullah ibnu'z-Zubeyr:
— Hayır (alacağını bırakma; bunu istemeyiz),
dedi.
Abdullah ibn Ca'fer:
— Eğer isterseniz,
benim alacağımı geri bırakmak istediğiniz alacakların içine koyup geriye
bırakırsınız, dedi.
Abdullah ibnu'z-Zubeyr:
— Hayır, alacağını geri bırakma, dedi. Râvî
dedi ki: Abdullah ibn Ca'fer:
— Öyleyse bu arazîden benim için bir parça
kesin, dedi. Abdullah ibnu'z-Zubeyr de ona hitaben:
— Şuradan şuraya kadar olan parça senindir,
dedi.
Râvî dedi ki: Abdullah
ibnu'z-Zubeyr, Gâbe arazîsinden (ve evlerden) bâzısını sattı da babası
Zubeyr'in borcunu ödedi. Borcun hepsini tamamen ödedikten sonra Gâbe
arazîsinden dörtbuçuk pay bakî kaldı. Abdullah ibnu'z-Zubeyr akabinde Şam'a
Muâviye ibn Ebî Suf-yân'ın yanına geldi. Muâviye'nin yanında Amr ibnu Usmân ibn
Af-fân, Abdullah ibnu'z-Zubeyr'in kardeşi el-Munzir ibnu'z-Zubeyr, (Mü'minlerin
anası Sevde'nin kardeşi) Abdullah ibnu Zem'a bulunuyorlardı. Muâviye, Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'e hitaben:
— Gâbe arazîsine ne kadar kıymet ta'yîn edildi?
dedi. Abdullah:
— (Onaltı pay aslından) herbir pay yüzbine
geldi, dedi.
Muâviye:
— Geriye kaç pay kaldı? dedi. Abdullah:
— Dört bütün pay ile bir yarım pay kaldı, dedi,
el-Munzir
ibnu'z-Zubeyr:
— Ben yüzbin mukaabilinde bir pay satın aldım,
dedi.
Amr ibnu Usmân:
— Ben de yüzbine mukaabil bir pay satın aldım,
dedi.
Abdullah ibnu Zem'a:
— Ben de yüzbîn karşılığında bir pay satın
aldım, dedi.
Bu sefer Muâviye:
— Geriye ne kadar pay kaldı? diye sordu.
Abdullah:
— Bir pay ile yarım pay kaldı, dedi,
Muâviye:
— Ben de onu yüzelli bin karşılığında satın
aldım, dedi. Râvî dedi ki: Abdullah ibn Ca'fer (ibn Ebî Tâlib), Muâviye'den
onun payını altıyüzbin
mukaabilinde satın aldı (da böylece ikiyüzbin kazandı). Abdullah ibnu'z-Zubeyr
babasının borçlarını ödeyip bu borç işini bitirdiği zaman Zubeyr'in diğer
oğulları kendisine:
— Artık mirasımızı aramızda taksîm et, dediler.
Abdullah:
— Hayır, Allah'a yemîn
ederim ki, dört sene hacc mevsiminde "Haberiniz olsun! Her kimin Zubeyr
üzerinde alacağı bir hakk varsa bize gelsin de o borcu ödeyelim!" diye
nida ve i'lân etmedikçe, mîrâsı aranızda taksîm etmem, dedi.
Râvî dedi ki: Artık
Abdullah ibnu'z-Zubeyr her sene hacc mevsiminde böyle nida ve i'lân etmeye
başladı. Nihayet dört yıl geçince (ve kendisine hakk isteyici kimse gelmeyince)
mîrâsı Zubeyr'in oğulları arasında taksîm etti.
Râvî dedi ki: Zubeyr
öldüğü zaman arkasında dört karısı varJ di. Abdullah'a vasiyet edilen üçte biri
kaldı da her bir kadına (sekizde bir hisse olarak) bir milyon ikiyüzbin isabet
etti. Buna göre Zubeyr'A in (vasiyet, mîrâs ve borçlarını içine alan) malı elli
milyon ikiyüzbindir [50].
38- Bize
Mûsâ ibn İsmail tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû Avâ-ne tahdîs edip şöyle dedi:
Bize Usmân ibn Vehb tahdîs etti ki, İbn Umer (R) şöyle demiştir: Usmân Bedir
vak'asından ancak şu sebeb-den dolayı kaybolmuştur: Çünkü hakikat şudur ki,
Rasûlullah'ın kızı (Rukayye) Usmân'ın nikâhı altında idi ve (Bedir seferi
sırasında) ağır hasta bulunuyordu. Peygamber (S) Usmân'a hitaben: "Senin
için Bedir'de hazır bulunan bir gâzîsevabı ve onun ganimet payı vardır"
buyurdu (ve ona hisse verdi) [51].
Yine buna delilden
biri de Peygamberin hisselerini geri veren müslümânlara fey'den ve ganimetlerin
beşte
birinden onlara
vermeyi va'd eder olmasıdır. Peygamberdin Ensâr'a ve Ensâr'dan Câbir ibn Abdillah'a
Hayber hurmasından vermesi de aynı konuya delildir.
39-.......îbnu
Şihâb şöyle demiştir: Ve Urve ibnu'z-Zubeyr söyledi ki, kendisine Mervân
ibnu'l-Hakem ile Misver ibn Mahrame, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu haber
vermişlerdir; Rasûlullah'a Hevâzin kabilesi hey'eti müslümân olarak geldikleri
ve kendisinden mallarının ve esirlerinin geri verilmesini istedikleri zaman,
Rasûlullah (S) onlara:
— "Bana sözün en sevimlisi, en doğrusudur.
Şimdi siz iki taifeden birini; ya esirleri ya da malları tercih ediniz. Ben
(sizin gelmenizi gözeterek) bunları taksim etmeden bekletmiş idim"
buyurdu.
Ve hakîkaten
Rasûlullah Tâif'ten (Cı'râne'ye) döndüğü zaman on bu kadar gece onların
sonlarının gelmesini beklemişti. Hevâzin hey'etine Rasûlullah'ın kendilerine
ancak iki şıktan birisini geri vereceği apaçık belli olunca bunlar
Rasûlullah'a:
— Biz esirlerimizin geri verilmesini tercih
ediyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah müslümânlar arasında ayağa kalktı.
Allah'ı lâyık olduğu
kemâl sıfatlarıyle sena etti. Sonra "Amma ba'du" hitâb faslını
söyleyerek şu hutbeyi yaptı:
— "Bu Hevâzin hey'eti kardeşleriniz,
kusurlarından tevbe ediciler olarak bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine
geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim esirlerini bu suretle (karşılıksız
vererek) kardeşlerinizin gönüllerini hoş etmeyi severse bunu yapsın. Sizden her
kim kendi hissesi üzerine bağlı olmak (karşılıksız vermemek) arzu ederse (bu
bedeli) ona biz, Allah 'in bize ihsan edeceği ilk ganimet malından veririz. Bu
kanâatle o da böyle yapsın" buyurdu.
Bunun üzerine
insanlar:
— Biz Hevâzin esirlerini kendilerine geri
vermekle onları hoş-nûd etmişizdir yâ Rasûlallah, dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah, sahâbîlerine:
— "Şimdi biz, sizden esirini vermeye
rızâsı olan kimseleri rızâsı olmayanlardan seçip bilemiyoruz. Onun için siz
gidiniz de bize durumunuzu, işlerinizi bilip yürüten kişileriniz
arzetsinler" buyurdu.
İnsanlar yerlerine
çekildiler, kabilelerin bilir kişileri onlarla konuştular. Sonra bu bilir
kişiler Rasûlullah'a geri gelip, herbiri kavr minin esirlerini vermekten memnun
olduklarını ve Rasûlullah'a bu konuda izin verdiklerini bildirdiler.
tbn Şihâb: İşte
Hevâzin esirlerinden bize ulaşan budur, dedi [52].
40- Bize Eyyûb es-Sahtiyânî, Ebû Kılâbe'den
tahdîs edip şöyle dedi: Ve yine bana el-Kaasım ibnu Âsim el-Küleybî tahdîs
etti. Ve ben el-Kaasım'ın Zehdem'den gelen hadîsini, Ebû Küabe'nın hadîsinden
daha iyi muhafaza etmekteyim. Zehdem ibn Mudrıb el-EzcU şöyle demiştir: Biz Ebû
Musa'nın yanında idik. (Ebû Musa'ya yemek ikram ettiler.) Bu arada tavuğun
zikri geldi. Ebû Mûsâ'nm yanında Teymullah oğulları'ndan kızıl suratlı bir adam
da vardı, sanki o Rum esîrlerindendi. Ebû Mûsâ o kızıl suratlı adamı yemeğe
çağırdı. O adam:
— Ben bu hayvanı bir
kerre iğrendiğim birşeyi yerken gördüm de bir daha tavuk eti yemem diye yemîn
ettim, dedi.
Ebû Mûsâ ona:
— Beri gel de ben
sizlere yemini çözme yolundan bir hadîs söy-' leyeyim: Ben Eş'arîler'den bir
cemâat içinde Peygamber'e geldim. Kendisinden binmek ve yüklerimizi yüklemek
için deve istiyorduk. Peygamber: "Vallahi ben sizleri yüklemem, benim
yanımda sizleri bindirecek deve yoktur" buyurdu. Sonra Rasûlullah'a
ganimet develeri getirildi. Rasûlullah bizleri sorup: "O Eş'arîter cemâati
nerede?" dedi. Bizler geldik. Bizlere yaşları iki ile dokuz arasında beyaz
hör-güçlü beş deve verilmesini emretti. Biz yanından ayrılıp gittiğimiz zaman
kendi aramızda: Biz ne yaptık? Onun bize verdikleri bize bereketli olmaz! dedik
ve hemen Rasûlullah'a döndük ve: Biz senden bizleri yüklemen için deve
istemiştik. Sen ise bizleri yüklemiyeceğine yemîn etmiştin. Sen bu yemînini
unuttun mu? dedik. Rasûlullah (S): "Sizleri ben yüklemedim, fakat sizleri
Allah yükledi ve ben vallahi eğer Allah isterse bir yemîn üzerine yemîn etmem
ki> yemîn edilen şeyin başkasını yemîn edilenden hayırlı görürsem muhakkak o
hayırlı olanı yaparım. Ben o yemîni keffâretle çözmüştüm" buyurdu [53].
41-.......Bize
(İmâm) Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S)
Necd tarafına bir fırka asker gönderdi. Abdullah ibn Umer de bu askerî birlik
içinde bulundu. Bu askerler birçok deve ganimet aldılar. Herbir askerin
hissesine oniki yâhud onbir deve düştü. Bu hisselerine ilâve olarak kendilerine
birer deve de (Rasûlullah'a âid beşte bir hisseden) ihsan buyrulmuştu [54].
42-.......Bize
el-Leys, Ukayİ'den; o da İbnu Şihâb'dan; o da Sâlim'den; o da babası İbn
Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) göndermekte olduğu seriyyelerden
bâzı kimselere, o askerî birligin umûmuna isabet edecek hisse taksiminden başka
hassaten bizzat kendilerine âid olmak üzere fazladan ganîmet verir idi [55].
43-.......Ebû
Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Biz Eş'arîler Yemen'de iken Peygamber(S)'in
çıkışı ve Medine'ye hicret edişi haberi bize erişti. Biz de ben ve iki kardeşimki
biri Ebû Burde, diğeri de Ebû Ruhm'dür; ben kardeşlerimin en küçüğü idim-
kavmimiz Eş'a-rîler'den (Râvî: Ya elli bu kadar dedi veya şöyle söyledi:)
elliüç yâhud elliiki kişi içinde Peygamber'in tarafına muhacirler olarak i
Yemen'den çıktık. Biz bir gemiye bindik. Fakat (havanın muhale-i fetiyle)
gemimiz bizleri Habeş hükümdarı Necâşî'nin memleketi sahiline bıraktı. Orada
Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile yanındaki arkadaşlarıyle karşılaştık. Ca'fer:
— Rasûlullah bizleri
buraya gönderdi ve bizim burada ikaamet etmemizi emretti. Sizler de bizim
beraberimizde ikaamet ediniz, dedi.
Bunun üzerine biz de
Ca'fer'in beraberinde Habeşistan'da ikaamet ettik. Nihayet hepimiz beraberce
Medine'ye geldik. Ve Peygam-ber'e Hayber'i fethettiği sırada kavuştuk.
Rasûlullah bizlere pay ayırdı (yâhud râvî: Rasûlullah o ganimetten bizlere de
verdi, demiştir). Hâlbuki Rasûlullah Hayber fethinden gâib olan hiçbir kimseye
Hayber ganimetinden birşey ayırmadı, ganimeti ancak beraberinde hazır bulunanlara
ayırdı. Bu esâstan Ca'fer'in maiyyetinde olarak bizim gemimizle gelenleri ve
Ca'fer'in arkadaşlarını müstesna tuttu da Hay-ber'de hazır bulunanlarla beraber
onlara da pay ayırdı [56].
44-.......Câbir
(R) şöyle demiştir. Rasûlullah (S): "Bahreyn malının gelmesi
gerçekleşirse, muhakkak sana şöyle şöyle şöyle veririm'' buyurdu. Peygamber'in
ruhu alınıncaya kadar Bahreyn malı gelmedi. Bahreyn malı geldiği zaman Ebû
Bekr bir münâdîye emretti, o da:
— Her kimin
Rasûlullah'ın yanında bir alacağı veya yapılmış bir aya'di varsa bize gelsin!
diye i'lân etti.
Bunun üzerine ben Ebû
Bekr'e gittim ve:
— Rasûlullah bana "Şöyle şöyle...
veririm" buyurdu, dedim.
Ebû Bekr benim için üç
avuç avuçladı. Bunu anlatırken râvî Suf-yân ibn Uyeyne iki avucunu bir yere
getirerek avuçlamaya başladı da, sonra bize hitaben: İşte bize İbnu'l-Munkedir
böyle söyledi, dedi. Sufyân bir kerre de Câbir'in şöyle dediğini söyledi:
Bunun üzerine ben Ebû Bekr'e geldim ve kendisinden alacağımı istedim. Fakat o
bana vermedi. Sonra yine geldim, o yine bana vermedi. Sonra üçüncü defa geldim
ve:
— Senden istedim,
fakat sen bana vermedin. Sonra senden yine istedim, sen yine vermedin. Sonra
senden istedim, sen yine vermedin. Artık ya bana verirsin, ya da benim
tarafımdan cimri olursun, dedim.
Ebû Bekr şöyle dedi:
— Benim üzerime
cimrilik nisbet edersin, dedim. Birinci defada vermekten seni ancak sana vermek
isteyerek men' ettim.
Sufyân dedi ki: Ve
bize Amr ibn Dînâr, Muhammed ibn Alî'den tahdîs etti ki, Câbir şöyle demiştir:
Ebû Bekr benim için bir avuç avuçladı da: Bunu say, dedi. Beri onu saydım ve
beşyüz aded buldum. Ebû Bekr: Bunun (mislini) iki kerre daha al, buyurdu.
Sufyân dedi ki:
İbnu'l-Munkedir'i kasdederek o: Cimrilikten daha kötü hangi hastalık vardır?
Dedi [57].
45-.......Bize
Amr ibnu Dînâr tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) Cı'râne mevkiinde (Huneyn ve He-vâzin harbinde alınan)
ganimetleri taksim etmekte iken birden (Zu'l-Huveysıra et-Temîmî denilen) bir
adam Rasûlullah'a hitaben:
— Adalet et! dedi.
Rasûlullah da ona:
— "Eğer ben adalet etmezsem bedbaht
olurum" buyurdu [58].
46-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Muhamrned ibnu Cubeyr'den; o da babası
Cubeyr ibnu Mut'ım'den haber verdi ki, Peygamber (S) müşriklerin Bedir'de esir
alınanları hakkında: "Eğer el-Mut'ım ibnuAdiyy sağ olsaydı, sonra şu
kokmuş adamlar hakkında benimle konuşup onlara şefaat etseydi, muhakkak ben bunları
el-Mul 'im 'in hatırı için (fidye almaksızın) bırakırdım'' buyurmuştur [59]
Ve keza Peygamber'in
Hayber ganimetlerinin beşte birinden Muttalib oğulları'na ve Hâşim oğulları'na
pay
ayırması da bu
konudaki delîldendir.
Umer ibn Abdilazîz
şöyle demiştir: Peygamber (S) bu taksimi Kureyş'e şâmil kılmadı ve taksime en
fazla
ihtiyâcı olan
hısımlarından başkasına tahsîs etmedi.
Muhakkak o gün
verdikleri içinde uzak hısımlardan olanlar bulunmuştur ki, bu veriş ihtiyâç
şikâyeti yapması,ve onlara Peygamber'in yanında Kureyş kâfirlerinden ve onun
müttefiklerinden İslâm'a girmiş olmaları sebebiyle dokunmuş olan zarardan
dolayıdır [60].
47-.......Cubeyr
ibnu Mut'ım (R) şöyle demiştir: (Nevfel oğullarından olan) ben, (Abduşşems
oğullarından olan) Usmân ibn Af-fân ile Rasûlullah'ın yanına gittik de:
— Yâ Rasûlallah!
Muttalib oğullan1 na verdin de bizleri bıraktın. Hâlbuki sana (nesebce)
nisbetimiz cihetiyle bizimle Abdulmutta-lib oğullan bir mertebedeyiz (hepimiz
büyükbabamız Abdi Menâf'da birleşiyoruz), dedik.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S):
— "Muttalib oğulian'yle Hâşim oğulları bir
soydur'' buyurdu [61].
el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus tahdîs edip şunu ziyâde
etti: Cubeyr:
Peygamber (S) -beşte bir hisseyi akraba arasında taksim ederken- Abdi Şems
oğullan'na ve Nevfel oğulları'na birer pay ayırrnamıştı, demiştir.
Ve İbnu İshâk şöyle
dedi: Abdu Şems, Hâşim ve el-Muttalib ana bir kardeşlerdir, anaları da Âtike
bintu Murre'dir. Nevfel ile de bu üçü baba bir kardeşlerdir; (babalan da Abdi
Menâf tır. Nevfel'in anası ise Vâkıde bintu Amr'dır) [62].
48-.......Abdurrahmân
ibn Avf (R) şöyle demiştir: Bedir harbi günü ben harb saffında durup sağıma
soluma baktığım zaman Ensâr'-dan yaşlan taze iki genç gördüm. Bunlardan daha
şiddetli ve kuvvetli olan iki kimse arasında olmamı temenni ettim. Bu iki
gençten biri beni gözü ile sözdü de:
— Ey amca! Ebû CehlM
tanır mısın? diye sordu.Ben de:
— Evet tanırım, dedim
ve: Ey kardeşim oğlu! Ebû Cehl'i ne ya pacaksın? diye sordum.
O da:
— Bana haber verildi
ki, o Rasûlullah'a sövüyormuş. Hayâtım elinde olan Allah'a yemîn ederim ki,
eğer onu görürsem artık benimle ondan eceli yakın olan ölünceye kadar, şahsım
onun şahsından asla ayrılmayacaktır, dedi.
Ben (bu gencin
heyecanla söylediği) bu kat'î sözden dolayı hayret ettim.
Bu iki gençten diğeri
de beni gözden geçirdi de öbürünün söylediği gibi söyledi. Bu sırada gözlerim
hiçbir tarafa takılmadan ben Ebû Cehl'i görmüştüm. O, Kureyş askeri içinde
dolaşıp duruyordu. Ben:
— Gençler! Öteye
beriye telâşla giden şu şahıs, bana sormuş olduğunuz Ebû Cehl'dir, dedim.
Onlar da çabucak
kılıçlarına sarıldılar ve Ebû Cehl'i öldürünce-ye kadar kılıçlarıyle ona
vurdular. Sonra dönüp Rasûlullah'ın huzuruna geldiler ve hâdiseyi O'na haber
verdiler. Rasûlullah (S):
— "Ebû Cehl'i hanginiz Öldürdü?" diye
sordu. Bunlardan herbiri:
— Onu ben öldürdüm, dedi. Rasûlullah:
— "Kılıçlarınızı şildiniz mi?" diye
sordu. Onlar:
— Hayır silmedik, diye cevâb verdiler.
Bunun üzerine
Rasûlullah (kılıçlarına ne kadar kan bulaştığını ve ne derece derinlikte
battığını anlamak için) genç gazilerin kılıçlarına baktı da (gönüllerini hoş
etmek için):
— "Onu her ikiniz
öldürmüşsünüz; Ebû Cehl'in ele geçen eşyası (öldürücü darbeyi vurduğu için)
Muâz ibn Amr ibni'l-Cemûh'a âid-
dir" buyurdu.
Bu iki mücâhid Mûaz
ibn Afra ile Muâz ibn Amr ibni'l-Cemûh idi [63].
49-.......Ebû
Katâde'nin himayesinde bulunan Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde (R)
şöyle demiştir: Biz Huneyn senesi Rasûlullah'ın maiyyetinde sefere çıktık.
Düşmanla karşılaştığımız zaman müslümân ordusu için bir ilerleme ve gerileme
olmuştu. Bu sırada müşriklerden birini müslümânlardan bir kimse üzerine çıkmış
hâlde gördüm. Hemen o düşman tarafına dolandım, nihayet arkasından onun yanına
geldim ve boynu ile kürek kemiği arasından kılıçla onu vurdum. O hemen benden
tarafa döndü ve beni öyle bir kucakladı ki, bu sıkı kucaklayıştan ölüm kokusunu
hissettim. Sonra ona ölüm yetişti de beni salıverdi. Müteakiben Umer
ibnu'l-Hattâb'a rastgeldim ve:
— Bu insanlara ne oluyor? dedim. Umer:
— Allah'ın işidir, dedi.
Sonra insanlar
(bozulmanın ardından) döndüler, Peygamber de oturdu ve:
— "Her kim bir düşmanı öldürür ve
Öldürdüğüne dâir beyyine-si de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve
diğer eşyası onundur" buyurdu.
Ben hemen kalktım
ve:
— Benim için kim şâhid olur? dedim, sonra
oturdum. Sonra Rasûlullah yine:
— "Her kim bir düşmanı öldürür ve
Öldürdüğüne dâir beyyine-si de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve
diğer eşyası onundur"
Ben yine ayağa kalktım
ve:
— Benim için kim şâhid olur? deyip, sonra
oturdum. Sonra Rasûlullah üçüncü kerre bu sözlerin benzerini söyledi. Bunun
üzerine bir adam:
— Yâ Rasûlallah, Ebû
Katâde doğru söyledi, o öldürülen düşman askerinin eşyası benim yanımdadır.
Artık hakkı olan bu şeyler yerine onu başka şeylerle benden yana razı kıl,
dedi.
Ebû Bekr es-Sıddîk:
— Allah'a yemîn olsun
bu olmaz. Peygamber, Allah ve Rasûlü yolunda mukaatele eden Allah
arslanlarından bir arslanın hakkını ib-tâle yanaşmaz ve onun selebini sana
veremez, dedi.
Bunun
üzerine.Peygamber (S):
— "Ebû Bekr doğru söyledi" buyurdu ve
akabinde o ölü askerin eşyasını Ebû Katâde'ye verdi.
Ebû Katâde şöyle dedi:
Ben zırhı sattım ve onun bedeline mukaa-bil Benû Seleme yurdunda bir bustân
satın aldım. îşte bu bustân İslâm'da aslına sâhib olduğum ilk maldır [64].
Bu başlıkta zikredilen
şeyi Abdullah ibn Zeyd Peygamber'den rivayet etmiştir [65].
50-.......Hakîm
ibn Hizam (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'tan istedim, O bana verdi. Sonra
kendisinden yine istedim, O da yine bana verdi. Sonra bana şöyle buyurdu:
— "Yâ Hakîm! Şu
mal, yeşil, tatlı bir meyvedir. Her kim bu malı nefis ferâgattyle (hırssız)
alırsa, o malda kendisi için bereketlilik ve meymenetlilik ihsan olunur. Her
kim de bunu hırs ile (nefis düşkünlüğü ile) alırsa, bu malda alan için
bereketlilik ve şereflilik olmaz.
O hırslı kimse bir
obur gibidir ki, dâima yer, fakat bir türlü doymaz. (Veren) yüksek el, (alan)
alçak elden hayırlıdır." Hakîm dedi ki: Ben:
— Yâ Rasûlallah, Seni
hakk ile peygamber gönderen Allah'a ye-mîn ederim ki, ben şü dünyâdan
ayrılıncaya kadar Sen'den başka hiçbir kimseye, hiçbirşey için elimi uzatmam,
dedim.
(Hakîkaten) Ebû Bekr,
Beytu'l-mâl'daki hakkını vermek için Ha-kînı'i çağırmış, fakat Hakîm, Ebû
Bekr'in ihsanından hiçbirşey kabul etmemiştir. Sonra Umer de onu, hakkım
vermek için çağırmış, ondan da birşey kabul etmekten çekinmiştir. Bundan sonra
Umer:
— Ey Müslümanlar
cemâati! Ben Hakîm'in, Allah'ın kendisine ayırdığı bu fey'den olan hakkım
kendisine arz ediyorum, o ise bunu almaktan çekiniyor, demiştir.
Ve (hakîkaten) Hakîm,
Peygamber(S)'den sonra tâ vefat edinceye kadar hiçbir insandan birşey
almamıştır [66]
51-.......Umer
ibnu'l-Hattâb (R) -Tâif dönüşünde Cı'râne'de:
— Yâ Rasûlallah! Şu
muhakkak ki üzerimde Câhiliyet devrinde -el-Mescidu'l Harâm'da- bir gün i'tikâf
etme adağı vardır (ne buyurursunuz)? dedi.
Rasülullah (S) ona
adağını îfâ edip yerine getirmesini emretti. Nâfi' şöyle demiştir: Umer (R),
Huneyn harbi esirlerinden iki cariyeye nail oldu ve bunları Mekke'deki evlerden
birisinin içine koydu. Yine ikinci râvî Nâfi' dedi ki: Müteakiben Rasûlullah,
Huneyn (harbi) esirlerine hürriyet verdi. Bu sebeble esirler sokaklarda
koşmaya başladılar. Bunun üzerine Umer, oğluna:
— Yâ Abdallahî.Bak, gör, bu ne hâldir? dedi
(O da sokaklarda ileri
geri koşan câriye kalabalığının sebebini |sorup öğrenerek geldi ve:)
— Rasûlullah bütün cariyelere hürriyet
vermiştir, dedi. Umer de oğluna;
— Haydi sen de git ve o iki cariyeyi salıver!
dedi.
Yine Nâfi': Rasûlullah
(S) Ci'râne'den umre yapmamıştır; eğer oradan umre yapmış olaydı bu husus
Abdullah ibn Umer'e gizli kalmazdı, demiştir.
Ve Cerîr ibn Hazım,
Eyyûb'dan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer -den olmak üzere, İbn Umer'in "Bu
iki câriye beşte birden idi" dediğini ziyâde etmiştir. Ve bu i'tikâf
hadîsini Ma'mer ibn Râşid, Eyyüb'dan; o da Nâfi'den; o da İbn Umer'den olmak
üzere en-Nezr Kitâ-bı'nda rivayet etti, fakat orada "Yevmin" -yâhud-
"Yevme" demedi [67]
52-.......Bize
el-Hasen el-Basrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Amr ibnu Tağlib (R) tahdîs edip
şöyle dedi: Rasûlullah (S) bir kavme (bir topluluğa) mal verdi de diğerlerine vermedi.
Sonra o mal vermediklerinin kendisi aleyhine öfkeli konuşmalar yaptıklarım
haber aldı da bunun üzerine şöyle buyurdu:
— "Muhakkak ki
ben kalb hastalığı ve sabırsızlıklarından endîşe etmekte olduğum birtakım
insanlara mal veririm. Bâzı toplulukları da Allah 'in onların kalblerinde
yarattığı (fıtrî) hayra ve zenginliğe havale ederim. Amr ibn Tağlib de
bunlardan biridir".
Râvî Amr ibn Tağlib:
Rasûlullah'ın bu lûtufkâr sözüne bedel kırmızı develere (yânî bütün dünyâya)
mâlik olmayı arzu etmem, demiştir.
Ve Ebû Âsim, Cerîr ibn
Hâzım'dan yaptığı rivayetinde şunu ziyâde etti: Cerîr ibn Hazım şöyle diyordu:
Bize Amr ibn Tağlib (R) şöyle tahdîs etti: Bir defasında Rasûlullah'a birçok
mal yâhud birçok esîr -bir rivayette birçok şey- gönderilmişti. Akabinde
Rasûlullah (S) o malı burada zikrolunduğu surette taksim etti [68]...
53-.......Enes
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Ben Kureyş'e onları müslümânlığa
alıştırmak için (ganîmet malından çok hisse) veriyorum. Çünkü onlar Câhiliyet
devrine yakındırlar" buyurdu [69].
54-.......Bize
ez-Zuhrî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Enes ibn Mâlik (R) şöyle haber verdi:
Allah Hevâzin (harbindeki ganimet) mallarından kendi Rasülü'ne fey' olarak
verdiği şeyleri verdiği zaman, Rasûlullah da Kureyş'ten birtakım kimselere (kalblerini
İslâm'a alıştırmak için) yüzer deve vermeye başladığı zaman, Ensâr'dan bâzı
kimseler:
— Allah, Rasûlullah'a mağfiret etsin! O,
Kureyş'e veriyor da biz terkediyor. Hâlbuki kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşliler'in
kanlan damlıyor, dediler.
Enes (sözüne devamla)
dedi ki: Ensâr'ın bu sözü Rasûlullah'a duyuruldu da, Rasûlullah Ensâr'a haber
gönderdi ve onları deriden bir çadır içinde toplattı. Ensâr'dan başka kimseyi
onların yanma bırakmadı. Ensâr toplanınca, Rasûlullah, onların yanına geldi
ve:
— "Sizin tarafınızdan söylenipbana ulaşan
söz nedir?" buyurdu. Ensâr'ın anlayış sahibi olanları Rasûlullah'a
hitaben:
— Yâ Rasûlallah! Bizim
re'y sahibi olanlarımız hiçbir söz söylemediler. Amma bizden yaşları küçük
birtakım genç insanlar "Allah, Rasûlullah'a mağfiret etsin, O, Kureyş'e
veriyor da Ensâr'ı terkediyor; hâlbuki bizim kılıçlarımızdan henüz
Kureyşliler'in kanları damlıyor" sözlerini söylediler, dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah (S) şunları söyledi:
— "Şübhesiz ben zamanları kâfirliğe yakın
bulanan birtakım insanlara dünyalık mal veriyorum. İnsanlar evlerine aldıkları
malları götürürlerken sizler yurdlarınıza Allah'ın Rasûlü ile dönmenizden razı
olmuyor musunuz? Allah 'a yemin ederim ki, sizin kendisiyle dönüp gideceğiniz
şey, onların alıp gidecekleri şeyden hayırlıdır!"
Bunun üzerine Ensâr:
— Evet yâ Rasûlallah! Bizler razı olmuşuzdur,
dediler.
Rasûlullah
onlara:
— "Sizler benden
sonra yakında (dünyâ işlerinde) başkalarının size şiddetle tercih edildiğini göreceksiniz.
O takdirde sizler.havz başında Allah'a ve Rasûlü'ne kavuşuncaya kadar
sabrediniz (ki sabra karşı bol sevaba zafer bulaşınız)" buyurdu. Enes: Fakat
biz sabredemedik, demiştir [70].
55-.......Muhammed
ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bana babam Cubeyr ibn Mut'ım haber verdi ki, kendisi
Rasûlullah'ın beraberinde bulunduğu ve Rasûlullah da beraberinde birtakım
insanlar olduğu hâlde Huneyn seferinden döndüğü sırada birtakım bedevi Arablar
ganimet isteyerek Rasûlullah'ın etrafına takılmışlardı. Hattâ Rasülullah'ı
sıkıştırıp zorlamışlardı da O'nu Semure (denilen dikenli büyük bir ağaç) altına
sığınmaya mecbur etmişlerdi. Ve o ağacın iri dikenleri Rasûlullah'ın ridâsına
takılıp kapmıştı da bu yüzden Rasûlullah bir müddet orada durmuş ve:
— "Ridâmı bana
veriniz! Eğer şu iri dikenli ağacın dikenleri sayısınca ganimet devesi ve
sığırı mevcûd olaydı, muhakkak ben onları aranızda taksim ederdim. Sonra siz
beni ne cimri, ne yalancı, nedekorkak bulmazdınız (yânı böyle ittihâm
etmezdiniz)" buyurdu [71].
56-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben (bir kerresinde) Peygamber'in beraberinde
yürüyordum. Peygamber'in üzerinde Necrân dokumalarından kalın kenarlı bir ridâ
(yânı bir kaftan) bulunuyordu. Bir çöl Arabi Peygamber'e yetişti de ridâsını
şiddetle çekti. O sırada ben Peygamber'in boynu ile iki omuzu arasına baktım da
bedevînin ridâyı şiddetle çekmesinden dolayı, ridânın kalın kenarı Peygamber'in
boyun safhasında iz bırakmış olduğunu gördüm. Bundan sonra bedevi, Peygamber'e:
— Yanında bulunan
Allah malından bana birşey verilmesini emret, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S), bedeviye doğru (şefkatle) baktı da güldü, sonra bu bedeviye biraz
dünyalık verilmesini emretti [72].
57-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Huneyn günü harb olup bitince Peygamber (S)
-ganîmet taksîmi sırasında- bâzı kimselere fazla vermek suretiyle bir tercîh ve
hususiyet bahşetti. Meselâ (kalbleri İslâm'a alıştırılanlardan) el-Akra' ibnu
Hâbis'e yüz deve verdi. Uyeyne'ye de bunun kadar vermişti. Arab eşrafından
bâzı insanlara da bu suretle (yüzer deve) ihsan buyurdu da, bu Arab eşrafını o
gün ganîmet taksiminde başkalarına tercîh etmişti. (Peygamber'in bundan
maksadım anlamayanlardan) bir kişi (i'tirâz ederek):
— Vallahi bu taksim,
kendisinde adalet gözetilmeyen yâhud kendisiyle Allah rızâsı kasdedilmeyen bir
taksimdir, dedi.
Ben de:
— Vallahi bu
(küstahça) sözü ben Peygamber'e muhakkak haber veririm, dedim.
Ve akabinde
Peygamber'e varıp bunu kendisine haber verdim.
Peygamber (S):
— "Allah ve Rasûlü adalet etmezse kim
adalet eder? Allah Mû-sâ'ya rahmet etsin, o bundan daha çok sözlerle
ezâlandırıldı da sabretti" buyurdu 73.
58-......
Ebü Bekr'in kızı Esma (R) şöyle demiştir: Ben, Rasû-
İbni'z-Zubeyr'den
söyledi ki, Peygamber (S) ez-Zubeyr e Benu n-Nadır mallarından bir mikdâr hurmalık
arazı ayırıp vermiştir .
oLamasmdan! yâhud da
Ma'teb'in bu i'tirâz, peygamberlik hakkında vır, eanîmetin taksimine i'tirâzdan ibaret
olmasındandır. 74 sfr'fersah uç mü, bir mil dörtbin adım olduğuna göre, bir
fersahın üçte ıkıs.
HadSnbaSa uygunluğu
EbÛ Damre yolundan gelen fıkradadır. Rasûlûnah'ın Zubeyr'e verdiği bu hurmahk,
Benu'n-Nadîr Yahûdîlen sur-
59-.......Bize
Mûsâ ibn Ukbe tahdîs edip şöyle dedi: Bana Nâfi', İbn Umer(R)'den şöyle haber
verdi: Umer ibnu'l-Hattâb (R), -devlet başkanlığı zamanında- Yahûdî ve
Hrıstiyanlar'ı Hicaz toprağından çıkardı. Rasûlullah (S) da Hayber ahâlîsine
gâlib gelip orayı fethedince Yahûdîler'i oradan çıkarmak istemişti. (Çünkü)
Rasûlullah bu toprağı fethettiği zaman o arazî Yahûdîler'in, Rasûl'ün ve müs-lümanların
olmuştu. (Rasûlullah Yahûdîler'i çıkarmak istemişti.) Bunun üzerine Yahudiler,
Rasûlullah'tan hurmaları tımar etmek ve mahsûlün yarısı kendilerine âid olmak
üzere, kendilerini yurdların-da bırakmasını istediler. Rasûlullah onlara:
— "Dediğiniz şartlara
göre sizleri dilediğimiz müddetçe burada oturtuyoruz" buyurdu.
Nihayet Umer bunları
kendi devlet başkanlığı zamanında Tey-mâ ve Erîha'ya sürünceye.kadar Hayber'de
oturtuldular [73].
60-.......Abdullah
ibn Mugaffel (R) şöyle demiştir: Bizler Hayber kasrım muhasara etmekteydik.
Bir insan, içinde yağ bulunan bir tulum attı. Ben hemen onu almak için ileriye
sıçradım. Arkama döndüğümde Peygamber'i görünce ondan utandım [74].
61-.......Abdullah
ibn Umer (R): Biz gazalarımızda bal, üzüm (gibi yiyecek şeyler) ele geçirirdik
de bunları (yerinde) yerdik, (biriktirmek için) taşımazdık, demiştir [75].
62-.......
Ben Abdullah ibn Ebî Evfâ'dan işittim, şöyle diyordu: Hayber gecelerinde bize şiddetli
bir açlık isabet etmişti. Hayber günü olduğu zaman bizler ehlî eşeklerin içine
düştük ve onları kestik. Eşek etlerinin pişmekte oldıîğu tencereler kaynaymca
Rasûlul-lah'ın münâdîsi: Tencereleri devirin ve sakın eşeklerin etlerinden
Mçbirşey yemeyin! diye nida etti. Abdullah dedi ki: Peygamber (S) bunları ancak
henüz beşte bir taksimine tâbi' tutulmadıkları için neh-yetmiştir, dedik.
Diğerleri de: Peygamber (S) eşek etlerinden kesin olarak nehyetmiştir,
dediler. eş-Şeybânî dedi ki: Ben Saîd ibn Cubeyr'e sordum da, o da: Peygamber
eşek etlerini kat'î olarak yasak etti, dedi [76].
[1] Bâzı Buhârî nüshalarında böyle Kitâb ve Bâb
lâfızlarıyle gelmiştir. Diğer bâzılarında Kitâb yâhud Bâb lâfızlarından biri
olmaksızın "Humsun Farzı" şeklinde gelmiştir.
[2] Ganimetin beşte birinin Allah adına ayrılıp, sonra
bunun da beşe bölünerek zikredilen beş sınıfa taksîm edilmesinin farz oluşu,
Bedir'de veya bir ay üç gün sonra yapılan Kaynukaa gazvesinde inen şu
âyetledir:
"... Bilin ki
ganimet olarak aldığınız herhangi birşeyin mutlaka beşte biri Allah'ın,
Rasûlü'nün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcunundur. Allah herşeye
hakkıyle kaadirdir" (el-Enfâl: 41)
[3] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber bana beşte
birden yaşlı bir deve verdi" sözündedir.
el-Enfâl; 41. âyetine
göre: İlk evvel ganimetin beşte biri Allah için ayrılmak, bu da beş paya
ayrılıp âyette zikrolunan beş sınıf halka bölüştürülmek gerekir. Yânî Allah
beşte bir'in bir payını Rasûlullah'a, dördünü de oradaki dört sınıfa sarf ve
tahsisini emreder. Sûrenin başındaki "Ganimetler Allah'ın ve
Ra-sûlü'nündür..." hükmünün tafsili budur. İşin evvelinde nefeller ve
ganimetlerin hepsi Allah'ındır. Ve binâenaleyh hepsi gaziler elinde emânettir.
Allah'ın hükmüne göre ve Allah rızâsı için âmme yararlarına sarfedilmesi
gerekir. Fakat ilâhî hüküm sizi; siz gâzîleri diğer milletlerin hükümlerinde
olduğu gibi husûsî menfaatlerinizden de mahrum etmez. Ancak ganimetten beşte
birinin Allah için ayrılması ve âmme velayeti ile, açıklanacağı şekilde âmme
masraflarına harcanmasını emreder. Ganimetin beşte birden geri kalan beşte
dördüne gelince, onu da size, siz gâzîlere bırakır. Şu hâlde gaziler dilerlerse
haklarını isterler; taksîmİ vâcib olur. Veya herbiri dilerse dilediği kadarını
taksimden evvel veya sonra yine Allah için terkedebilir. Çünkü hakk sahibi,
hakkında dilediği gibi tasarrufta hürdür. Bu cihet onların kendi ictihâdlanna
bırakılmış olduğu gibi RasûluIIah'-m vefatından sonra onun beşte birden payında
da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Tafsili fıkha âiddir (Hakk Dîni, III,
2406-2407).
Hadîsin son fıkrasında
şu incelik vardır: Peygamber tabîatçe asabî olan amcasını sarhoş hâlinde daha
fazla öfkelendirmemek için, gözlerini Hamza'ya dikerek arka arkaya oradan
çıkıp ayrılmıştır. O sırada şarâb henüz haram kılınmamış olduğundan, başka bir
muameleye lüzum görmemiştir.
Bu hadîsin bir rivayeti
Şirb Kitâbı'nda geçmişti.
[4] Hayber ve Fedek Allah'ın, Rasûlü'ne ganimet ve fey'
olarak verdiği arazîlerdir. Bunların bâzısında beşte bir hükmü uygulanmıştır.
Bu, bilinen bir mes'ele olduğu için, hadîste beşte bir ta'bîri geçmemekle
beraber Buhârî bunu burada getirmiştir (Aynî).
[5] Buhârî, âdeti üzere hadîste geçen kelimeyi, âyettekini
hatırlatarak tefsîr ediyor. Bu kelime şu âyette geçmektedir: Bız: "Tanrılarımızdan kimi seni fena
çarpmış" demekten başka birşey söylemeyiz" (Hud: 54).,
[6] el-Fey': Meşakkatsiz alman ganimet demektir
(el-Müfredâi).
en-Nadîr oğullan'ndan
alman ganimetler Rasûlullah'a âiddir. Onu dilediği gibi taksim eder. Nitekim
bunları Muhâcirler'e taksîm etmiş,- Ensâr'dan da üç fakîre hisse ayırmıştır
(Beydâvî, Medârik, Hâzin).
[7] Bu hadîsin başlığa delîlliği "Muhakkak Allah bu
fey' hakkında başka hiçbir kimseye vermediği bir şeyi kendi Rasûlü'ne tahsis
etmiştir... İşte bu Allah'ın Rasûlü'ne hâss oldu" sözlerinden alınır.
Çünkü Fâtıma'nın istediği şeyler cümlesinden biri, Hayber ganimetinin beşte
birinden arta kalan idi. Alî ve Abbâs, Allah'ın kendi Peygarnberi'ne tahsis
etmiş olduğu fey'de (yânî ondaki hisselerinin ortaklıktan ayrılması hususunda)
çekişiyorlardı.
Fey1, önce de
zikrettiğimiz, gibi, harbsiz zorla veya sulh yoluyla galebe suretiyle
kâfirlerden alınan maldır. Bunda mü'minlerin harb hizmeti geçmediği için, bu
suretle alınan malın hepsini âlimler topluluğuna göre Allah, kendi Rasûlü'ne
tahsis etmiştir. Ganimet ise harb ve kıtal ile alınan maldır. Bu ganimet
malının beşte biri Rasûlullah'a, beşte dördü de gâzîlere âiddir.
Peygamber bu maldan
ailesinin bir senelik masrafını ayırdıktan sonra, kalanından işçi ve âmil
ücretini çıkarır, gerisini vakıf yaparak müslümânlarm ci-hâd gibi âmme
hizmetlerine sarfederdi. Hadîs, görüldüğü üzere Ebû Bekr'in vefatından sonra
Alî ile Abbâs da daha Önce Fâtıma'nın yaptığı gibi Umer'in devlet başkanlığının
İkinci yılında müracaat ederek Hayber, Fedek ve Medîne civarında
hurmalıklardaki hisselerini istemişlerdi. Umer de bu hurmalıkların mülkiyetini
değil, yalnız Rasûlullah, Ebû Bekr ve kendi zamanlarındaki gibi tasarrufu
şartıyle kendilerine bırakmıştı... Kurtubî'nin beyânına göre Alî halifeliği
zamanında bu arazîde hakîkaten Ebû Bekr ve Umer
zamanlarındaki gibi tasarruf etmiştir. Ondan sonra sırasıyle Alî'nin çocukları
ve torunlarından Hasen, Hüseyin, Alî ibn Hüseyin, Hasen ibn Hasen, Zeyd ibn
Hasen ve Abdullah ibn Hasen bu arazîyi idare etmişler, en sonra Abbâsîler'in
velayet ve idaresine geçmiştir (Umdetu'l-Kaarî, VII, 123).
[8] Hadîsin başlığa delîlliği "Aldığınız ganimetin
beşte birini Allah için (devlet hazînesine) vermenizi emrediyorum"
fıkrasıdır.
Bu hadîs daha geniş bir
lâfızla îmân Kitâbı'nda da geçmiş ve orada hadîsle ilgili bâzı açıklamalar
verilmişti.
Devlet hazînesine
verilen bu mal, millet hizmetlerine, yânî âmme hizmetlerine sarfediliyordu.
[9] Dînâr ile kayıdlama, en yakın olanla en yükseğe tenbîh
bâbındandır. Geri kalanın Sadaka olması, millet yararına olan âmme
hizmetlerine sarfedilmesi demektir.
Hadîsteki âmil
ücretiyle Rasûlullah'ın muradı, Benu'n-Nadîr ile Fedek, Hay-ber hurmalıklarında
çalışan işçilerin ücretleridir.
Medîne'ye yakın bir
mesafede bulunan Benu'n-Nadîr arazîsi ile Fedek arazîsi harbsiz alınmıştı.
Bunlar Allah tarafından fey' olarak Peygambere tahsîs edilmişti. Harb ile
alınanHayber ile Benu Kurayza arazîlerinde de Rasûlullah'-in payı vardı.
Rasûlullah bu arazîlerin gelirleriyle kendi kadınlarını ve ailesini geçindirir,
İşçilerin ücretlerini verir, kalanıyle de İslâm mücâhidlerinİ techîz ederdi.
Bu hadîste Rasûlullah'm
vefatından sonra da kadınlarının âdet üzere nafakalarından ve işçi
ücretlerinden geri kalanın sadaka yânî vakıf olduğu ve müs-lümânların umûmî
işlerine sarfedilmesi gerektiği bildirilmiştir.
[10] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben ondan
yedim..." fıkrasmdadır. Çünkü Aişe onu mîrâsla olan payı içinden aldığını
zikretmedi. Eğer nafakaya hakk kazan-masaydı, elbette bu arpa ondan Beytu'1-mâl
İçin geri alınırdı.
[11] Hadîsin başlığa uygunluk noktası son fıkrasıdır. Çünkü
Peygamber'in vefatından sonra kadınlarının nafakası, hayâtında olduğu gibi,
Allah'ın kendisine tahsîs ettiği fey' mallarından karşılanıyordu. Bu mallar da
Fedek ile Hayber'den olan payı idi. Bu hadîs Vasiyyetler Kitâbı'nın başında da
geçmişti.
[12] Yânı bu âyetlerde başlığa uygun olarak Peygamber'in
evleri ta'bîrleri gelmiştir.
[13] Hadîsin başlığa uygunluğu Âişe'nin "Benim
evimde..." sözündedir. Çünkü Âişe, evi kendi nefsine dayandırmıştır. Bunun
vechi şöyledir: Peygamber'in zevcelerinin Peygamber'den sonra evlerinde
oturmaları onlara hâss özelliklerdendir. Yaşadıkları sürece nafakaya hakk
kazandıkları gibi, o evlerde oturma hakkına da hakk kazanmışlardır. el-Buhârî
bu nisbetle, hayâtta kaldıkları müddetçe
evlerde oturma haklarının devam ettiğine tenbîh etmiştir.
[14] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin aslı Cumua
Kitâbı'nda "Başkasının misvağı ile misvaklanan kimse bâbf'nda da geçmişti.
Peygamber'in hastalığı ve vefatı bölümünde de daha geniş bir metinle
gelecektir.
[15] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ümmii Seleme'nin
kapısı yanında..." sözünden alınır. Kapının zikredilmesi, evinin zikrini
gerektirir. Hadîs bu metin ile İ'tİkâf Kitâbı'nda da geçmişti.
[16] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hafsa'nın evi'
sözündedir. Hadîs, Abdest Alma Kitâbı'nda da geçti.
[17] Hadîsin başlığa uygunluğu "Âişe'nin
hücresinden" sözündedir. Çünkü hücre beyt, yânî evdir. Bu hadîs Namaz
Kitâbı'nda, "İkindi namazının vakti bâbı"n-da da geçmişti.
[18] Hadîsin başlığa uygunluğu "Âişe'nin meskeni
tarafım" sözündedir. Çünkü Âişe'nin meskeni, onun beyti, yânî evidir.
[19] Hadîsin başlığa uygunluğu "Hafsa'nın beytinde,
yânîevmde" sözündedir. Hadîs Şehâdetler Kitâbı'nda da geçmişti.
[20] Bu başlık, Peygamber'in dokuz parça eşyasını şâmildir.
Bâbda ise altı eşya ile ilgili altı hadîs vardır. Zırhına dâir hadîs Cihâd
Kitâbı'nda; asası, kap-kacakları ve saçlarına âid hadîsler de Bulıârî'de ve
diğer hadîs ve siyer kilâblarında geçmektedir.
[21] Bu hadîsin başlıktaki parçalardan birine uygunluğu
"Mührü-yüzüğü" kavimdedir. Hadîste yazılıp mühürlendiği bildirilen
meşhur mektubun metni Zekât Kitâbı'nda, "Koyunun zekâtı bâbı"nda
verilmişti.
Rasülullah'm bu
mühür-yüzüğü hayâtında parmağında bulunmuştu. Sonra Ebû Bekr, Umer, Usmân
devlet başkanlıkları zamanında bu mührü parmaklarına takıp kullanmışlardı.
Usmân Er'ıs Kuyusu'nun başında otururken bu yüzük-mührü dalgın bir hâlde
parmağından çıkarıp takmak suretiyle oynarken kuyuya düşürmüştür. Enes ibn
Mâlik: Kuyunun suyunu çekerek yüzüğü üç gün aradıksa da bir türlü bulamadık,
demiştir. Usmân tarafından ayn yazılı gümüş bir mühür yaptırılmıştır
[22] Hadîs, başlığın "Ayakkabıları"'kısmına
uygundur.
Kibâl, tasmaya denirse
de mutlak değildir. Orta parmakla yanındaki parmağın aralığına geçen tasmadır.
Hâlâ Haremeyn ahâlîsinin cümcüme tarzındaki nalınlarında olur (Kaamûs
Tercemesi).
[23] Hadîs, başlıktaki "Vefatından sonra halîfelerin
kullandığı şeyler" fıkrasına uygun sayılabilir..
[24] Hadîs, başlıktaki "Peygamber'in su bardağı"
kısmına uygundur.
Haccâc ibn Hasan şöyle
demiştir: Bir kerre biz Enes ibn Mâlik'in yanında idik. Bir kap istedi.
Getirilen bu kabın üstünde üç demir kenet vardı. Halkası da demirdendi. Enes bu
kabı siyah bir kılı," içinden çıkardı... Enes'in emriyle içine su konarak
bize getirdiler. Biz de o suyu hem içtik, hem de teberrüken başımıza, yüzümüze
döktük ve Peygamber'e salât okuduk (Ahmed ibn Hanbel, et-Müsned; Aynî, VII,
136).
[25] Hadîsin başlıktaki bir kısma uygunluğu
"Rasûlullah'ın kılıcı" sözündedir. Mirâtu'z-Zamân'da şu vardır:
Peygamber bu kılıcı ölümünden önce Alî'ye hibe etmişti. Sonra Alî'nin ailesine
intikaal etti. Mısver bunu istemekle Rasûlul-lah'm kılıcını kıymetini
bilmeyecek kimselerden korumak istemiştir (Kastallânî). Bu hadîsi Müslim,
Fâtıma'nın faziletinde rivayet etti. Aynı hadîs Nikâh'ta da gelecektir.
[26] Hadîsin başlığa uygunluğu "Usmân'a bu sahîfede
Rasûlullah'ın sadakası olduğunu haber ver" sözünden alınması mümkin olur.
Ve buda başlıktaki "Rasû-lullah'tan sonra halîfelerinin kullandıkları
şeyler" kısmına uygun olur.
Alî'nin, oğlu
Muhammed'le Usmân'a gönderdiği sahîfeyi Usmân'ın geri çevirmesi, kendi yanında
bunun bir benzerinin mevcûd bulunmasından idi (Kas-tallânî).
Hadîsin başka bir
tarîkinde Munzir söyle demiştir: Biz Muhammed ibnu'l-Hanefiyyc'nin yanında
idik. Cemâatten bâzısı Usmân aleyhinde konuştu. Muhammed: Aleyhte konuşmayı
bırakın, dedi. Biz de ona: Baban Usmân'a sövmüyor muydu? dedik. Bunun üzerine
Muhammed: Eğer babam Usmân'i kötülükle zikredicî olaydı... diye metindeki
sözleri nakletmiştir (İbn Ebî Şeybe ve el-lsmâîlî) -Kastallânî-.
[27] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in kendi kızı
Fâtıma ya karşı Suffa ehlini tercîh etmesi yönündendir. Bunda beşte birin
zikri yoksa da bu, 1aadısın ma -nâs.ndan anlaşılmaktadır. Peygamber'in
Fâtıma'nın isteğine karşı Sulta ehlinin ihtiyâçlarını gidermeyi tercîh etmesi,
bu hadîsin diğer tarîklerinde bilhassa An~ med ibn Hanbel'in rivayetinde açıkça
gelmiştir.
"Kim uyku uyuyacağı
sırada hadîste bildirilen zikre devam ederse ona meşakkat ve yorgunluk arız
olmaz. Çünkü Fâtıma çok çalışmaktan meydana gelen yorgunluğundan şikâyet
etmişti de, Peygamber tarafından ona bu yolda zikre devam etmesi tavsiye
buyuruldu" (İbnİ Teymiyye).
[28] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ben ancak bir Kaasım
(yânî taksîm edici) kılındım, nmni7da ben taksim ederim" kavlindedir dîsın
Husayn ibn Abdirrahmân'dan gelen rivayetini Müshm daha uzun bir hadîs olarak
getirmiştir. Amr ibn Merzûk'un rivayetim de Ebu Nuaym el Mustahrac'ında senedli
olarak rivayet etmiştir.
[29] Bu Câbir
hadîsinin başka bir tarîkten rivayetidir. Buharı bununla ^u be üzerindeki
ihtilâf! beyân etmiştir: O Ensârî zât oğluna Muhammed ısım mı vermek istedi
yâhud el-Kaasım ismi mi vermek istedi? Buhârî bu Sevrı tankı ile. Ensârî'nin
oğluna el-Kaasım ismi vermek istediğinin tercihine işaret etmiştir. Ensar
tarafından inkâr vâki' olmaması bunu kuvvetlendirir... (Kastallânı).
[30] Başlığa uygunluğu "Ben yalnız taksim
ediciyim" sözündedir. Bunun ma'nâsı şuraya varıyor: Bana vahyolunan dîn
ilmini teblîğ ederken kimseyi tahsîs edip de diğerlerinden gizlediğim yoktur.
Allah tarafından bana ne bildirilmiş ise herkese eşitlik üzere teblîğ
ediyorum. Ben ancak taksim ediciyim. Tebliğlerim herkese göre farksız olmakla
beraber, bu tebliğler muhtelif derecelerde anlaşılıyor. Çünkü anlayışı veren
Allah'tır. Allah'ın atası kullarına farklı derecelerde oluyor. Bunun izleri de
benim tebliğimden sonra görülüyor. Herkes kısmetini benden alırsa da, veren
Allah'tır; ben değilim (Tecrid Ter., I, 65-66).
[31] Peygamber'in bu yüce sözü Muhammed Ümmeti'nin tâ
kıyamet gününe kadar payidar olacağına işarettir.
"Bu hadîste bu
ümmetin, ümmetlerin sonuncusu olduğuna, kıyamet bunun üzerine kopacaksa da,
kıyamet alâmetleri meydana çıksa da, dîn zayıflasa da, Muhammed Ümmetİ'nden
dîni yerine getireceklerin bakî olacağının kesinliğinin beyânı vardır"
(Kastallânî).
[32] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.
[33] Görünüşe göre hadîsle başlık arasında uygunluk yok.
Lâkin el-Kİrmânî şöyle dedi: "Haksız, olarak" demek, "Hakk
taksîmi olmaksızın" demektir. Lâfız bundan daha umûmî ise de, biz bundan
başlık açıkça anlaşılsın diye onu taksime tahsîs ettik (Aynî).
Hadîsin râvîyesi olan
Havle bintu Kays el-Ensâriyye, Peygamber'in amcası Hamza'nın karışıdır.
[34] Bu, Taharet Kitabı'nm et-Teyemmüm babında geçen Câbir
hadîsinin bir parçasıdır.
[35] Bu âyet ittifakla Hudeybiye ehli hakkında inmiştir
[36] Bunun beyânı "Bitin ki, ganimet olarak aldığınız
herhangi bir şeyin mutlakaa beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün, hısımların,
yetimlerin, yoksulların, yolcunundur" (el-Enfâl: 41) kavliyle vâki'
olmuştur, Kur'ân mücmeldir ve sünnet onu beyân edicidir.
[37] Başlığa uygunluğu "Ganimet" sözündedir. Bu,
Cihâd'da da geçmişti.
[38] Hadîsin başlığa delîlliği "Kisrâ ile Kayser'in
hazîneleri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır" sözünden alınır. Çünkü
bunların hazîneleri ganîmet olacaktır. Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir. Bunların
hazîneleri, bildirildiği gibi Allah yolunda ganîmet alınıp harcanmıştır.
[39] Hadîs, bundan öncekinin başka sened ve başka sahâbîden
gelen rivayetidir. Başlığa uygunluğu onunki gibidir.
[40] Hadîsin başlığa uygunluğu apaçıktır. Parantez içindeki
ibare hadîsin Teyemmüm bâbındaki rivâyetindendir.
[41] Hadîsin başlığa uygunluğu "Yâhud ganimetle...
" sözündedir.
[42] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra Allah
ganimetleri bize halâl kıldı" sözündedir. el-Buhârî bunu Nikâh'ta da
tahrîc etti. Müslim ise Mağâzî'de getirmiştir. Müslim Tercemesi, V, 365-366'dan
bu hadîsle ilgili bâzı açıklamaları nakledelim:
a. Bu hadîste mühim işleri ancak tedbîr sahibi
olanlara ve bütün gönüllerini o gayeye boşaltanlara havale ve sipariş etmenin
lâyık olacağı, kalbi başka şeylere bağlı kimselere verilmesinin lâyık
olmayacağı esâsı vardır. Çünkü gönlü başka şeylerle ilgili olmak o şahsın
azmini zayıflatır ve gücünün kemâliyle sarfını fevt ettirir (Nevevî).
b. Burada zikrolunan güneşin habsi mes'elesinde
ihtilâf olunmuştur. Kendi derecelerine reddolundu, durduruldu ve hareketi
yavaşlatıldı gibi tevcihlerî yapılmıştır. Bu gibi müteşâbih işlerin hakîkî
mâhiyetini Allah'a havale etmek şübhesiz böyle tahminden öteye geçmeyen
tevcihler yapmaktan çok daha hayırlı ve salim bir yoldur (Mütercim).
c. Kabul edilmiş
kurbânlarını ve ganimetlerini, semâdan bir ateş gelip yemesi, geçmiş
ümmetlerde câri olan bir ilâhî sünnet olduğu rivayet edilir.
[43] Başlığa uygunluğu "Fethettiğim her karyeyi
muhakkak fâtihleri arasında taksîm ederdim" sözünden alınır. Umer, devlet
başkanlığı devrinde fethettiği köylerin arazîsini gaziler arasında taksîm
etmeyip, bu arazîyi fethedilen^ köyler ahâlîsine muzâraa yânî ekincilik
ortaklığı suretiyle vererek işletmiştir ki, vakıf hâlinde idare edilen bu
arazîden müstakbel nesillerin fakirlerinin istifâdeleri te'-mîn edilmiştir.
Daha önce fethedilen
arazî, gâzîler arasında taksîm edildiği hâlde, Umer'-in böyle vakıf hâlinde
-velev ki müslümânların umûmunun faydası adına olsa da- bir idare sistemi kabul
etmesi, Peygamber'in vakıf yapmakla ilgili bir emir ve beyânına dayanır.
[44] Başlığa uygunluğu "Ganîmet için harbeder"
sözündedir. Başlıktaki sorunun cevâbı, Mücâhid, Allah'ın kelimesini en yüksek
kılmak yolunda mücâhede eden kimse olduğuna göre, bunun dışında bir maksad için
harb edenin sevabı eksilmek şöyle dursun, hiçbir sevabı yoktur (Aynî). Buhârî,
bu hedefle beraber diğerleri olursa eksilmez cevâbını sezdirir (Kastallânî).
[45] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
[46] Bu hadîs, buradaki tarîklerin bâzısında mürsel,
bâzılarında mevsûldür. Buhârî mürsel gibi görünen tarîkleri de kitabının başka
yerlerinde mevsûl olarak getirmiştir. Buradaki son tarîk de mevsûldür.
Buradaki mutâbaayı da "Hibede meta' nasıl teslim alınır bâbı"nda
mevsûl olarak getirmiştir.
Buhârî bu hadîsi
Şehâdetler, Libâs, Edeb Kitâblan'nda da getirmiştir. Müslim ise Zekât'ta
getirmiştir.
[47] Hadîsin başlığa delîlliği ma'nâsmdan alınır. (Aynî).
Bu, taksimin beyânıyle
beraber tamâmı Mağâzî'de gelecek olan hadîsin kısa bir özetidir. Bu hadîs
üzerine Hibe Kitâbi'nin sonlarında bir tenbîh geçmişti. Kıssanın özeti
şöyledir: Benu'n-Nadîr arazîsi Allah'ın, kendi Rasûlü'ne fey' olarak verdiği
mallardan idi. Bu arazî Peygamber'e hass olmuştu. Lâkin Peygamber bu malı
Muhâcirler'e vermeyi tercih etti ve Muhâcirler'e, Medine'ye hiçbirşeyleri
olmayarak geldikleri zaman Medîneli Ensâr'ın onlara yardımcı olmak üzere
hediye etmiş oldukları mallarını kendilerine geri vermelerini emir buyurdu. Bu
mallarla hem Muhacirler, hem de Ensâr taifeleri topluca müstağni oldular. Sonra
Kurayza fetholundu: Kurayzalılar ahdi bozdukları zaman, muhasara edildiler ve
neticede Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne razı oldular. Peygamber onların arazîsini
sahâbîlerine taksim etti ve kendi payından, kendi ailelerinin harcamalarına ve
ihtiyâç duyulan mühim işlere verdi. Geri kalanını da Allah yolunda bir hazırlık
olmak üzere silâh ve atlara tahsîs etti. Sahîhayn'da Enes ibn Evs hadîsinden
özetle böyle sabittir (İbn Hacer, Kastallânî)
[48] Cemel Vak'ast Hz. Alî İle Hz. Âişe arasında cereyan
eden kanlı fitnelerden biridir. Usmân'm kaatillerinin kıssasını istemek üzere
meydana gelen bir ayaklanmanın adıdır. Bu vak'ada Âişe bir mahfe içinde bir
deve üzerinde hareket ettiği için Cemel Vak'ası diye anılmıştır. Cennetle
müjdeli on kişiden iki büyuK sima Talha ile Zubeyr bu vak'ada Âişe'nin
maiyyetinde bulunuyorlardı. Talha bu vak'ada şehîd düştü. Zubeyr bu harbin
durduğu bir sırada uyurken veya uyanık hâlde yanına yanaşan Amr ibn Curmûz
tarafından Öldürülmüştür.
[49] Abdullah ibn Zubeyr bu sözüyle "Zubeyr'in malının
çokluğu bu sayılan me'-müriyetler cihetinden değildir, bu cihetlerden toplanan
mallar hakkında sahibi kötü zann altmda düşünülür. Zubeyr'in kazancı ise ancak
cihâd ganimetlerinden olmuştur" demek istiyor.
[50] Hadîsin "Zubeyr asla bir kumandanlık, harâc
toplayıcılığı ve bir şey yânî bir vazifeyi üzerine almadı. O sâdece
Peygamber'in... maiyyetinde yapılan gazalarda hazır bulundu" sözleri
merfû' hadîs hükmündedir. İşte başlığa uygunluk ve delîlliği burasıdır. Hadîsin
bundan başka olan bütünü İbn Zubeyr üzerine mevkûfdur. Delîllik, Zubeyr'in
malındaki bu muazzam bereketin Peygamber'in... maiyyetinde bir gâzî olmasından
hâsıl olmasıdır, Zubeyr'in hayatındaki ve ölümünden sonraki mal bereketi, onun
kıssasını düşünmekle meydana çıkar. Bu hadîs, Buhârî'nin Müslim'den ayrılarak
rivayet ettiklerindendir. Bunu Sahîh'e etraf yazanlar Zubeyr'in Müsned'inde
zikrettiler. Efdal olan ise oğlu Abdullah'ın MüsnecTinden olmasıdır...
Dimyâtî, hadîsin
sonundaki zenginliğe güzel bir tevcîh yapıp şöyle dedi: "Zubeyr'in
malının hepsi alümilyon ikiyüzbindîr" sözü sahîhtir. Bundan murâd, öldüğü
zaman Zubeyr'in arkasında bıraktığı malın kıymetidir. Bunun üzerine artan ise
dokuzmilyon altiyüzbindir. Birmilyon ikiyüzbinin -ki bu sekizde birin dörtte
biridir- sekizle çarpılmasından hâsıl olacak neticeye, ayrıldığı bildirilen
üçte birin ilâvesi; sonra da borç mikdânnın buna ilâvesi ile hepsinden
ellido-kuzmilyon sekizyüzbin hâsıl olacaktır. Bu ziyâde Abdullah ibn Zubeyr'in,
babasını borçtan tamâmiyle kurtarmak için terikenin taksimini geri bıraktığı
müddet içinde akar arazîlerin nemasından meydana gelmiştir". Bu tevcih
zorluksuz olduğu ve sahih rivayetleri olduğu gibi bıraktığı için, son derece
güzeldir. Zahir olan şu ki; Gaye, Zubeyr'in terikesindekİ bereketten neş'et
eden çokluğu zikretmektir. Çünkü Zubeyr, zikredilen akardan başka birşey
bırakmadığı hâlde, arkasında büyük bir dünyâ serveti bıraktı. Bununla beraber
ona o kadar çok bereket verildi ki, nihayet onda bu muazzam mal hâsıl oldu.
Arablar'da kesirleri atmak, carî bir âdet olmuştur... (İbn Hacer, Aynî).
[51] Başlıktaki soruya hadîsin sonu cevâb olmuştur.
Peygamber, Usmân'a Bedir ganimetlerinden hisse ayırmış ve "Yâ Allah,
Usmân senin Rasûlü'nün bir hacetinde idi" demiştir. Ebû Hanîfe, devlet
başkanının bir işe gönderildiği kimseye hisse verileceğine bu hadîsi delil
getirmiştir. Şafiî, Mâlik ve Ahmed ise ganimetten ancak vak'ada hazır
bulunanlara hisse verilir demişler ve bu hadîsin Usmân'a hass olduğunu;
başkalarına uygulanamayacağını söylemişlerdir.
Buhârî bu hadîsi Mağâzî
ile Fadâil'de getirmiştir. Tİrmizî de Menâkıb'da getirmiştir (Kastallânî)
[52] Hadîsin başlığa delîlliği Rasûlullah'ın hutbesi
içindedir. Bu hadîs Vekâle, Itk ve Hibe Kitâbları'nda da geçmişti.
[53] Başlığa uygunluğu şu cihettendir: Eş'arîler
Peygamber'den binek devesi istedi-i ler. Peygamber de onları yükleyecek deve
bulamadı. Sonra ganîmet develeri geldi de Peygamber onlara bu develerden
verdi.. Bu, Peygamber'in onları, beşte bir 'i hissesine hâss olan develer
üzerine yüklediğine hamledilmiştir. Ta'lîk olmaksı-* zın İncâza tasarrufa hakkı
olunca, ta'lîk edileni incâz etmeye tasarruf hakkı ol-<: ması da böyledir
(Kastallânî).
[54] Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrasıdır.
[55] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîsi Müslim de
Mağâzî'de getirmiştir.
[56] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah bizlere pay
ayırdı..." sözlerindedir.
İbn İshâk şöyle rivayet
etmiştir: Peygamber, Amr ibn Umeyye'yi Necâşî'-ye gönderdi ve Ca'fer ibn
EbîTâlib ile beraberindekilerin1 yol hazırlıklarını i tedârik ederek
göndermesini rica etmişti. Necâşî de her türlü yolculuk ihtiyâçlarını te'mîn ve
ayrı ayrı ikram ederek göndermiştir. Bu kaafile Rasûlullah Hayber'- ;de iken
Amr ibn Umeyye ile beraber geldiler.
[57] Hadîsin başlığa uygunluğu "Her kimin
Rasûlullah'ın yanında bir alacağı veya yapılmış bir va'di varsa bize
gelsin!..." sözlerinden alınır. Başlıkta Peygamber'in İnsanlara fey'den ve
ganimetin beşte birinden va'd eder olduğu fıkrası geçmişti.
Hadîs, burada verilen
senedlerin bâzısı ile Hibe'de, bazısı ile Kefâlet'te ve Şehâdet'te de
geçmiştir.
[58] Hadîsin başlığa uygunluğu ancak "Fey'de,
ganimetlerde ve beşte birlerde Peygamber'in tasarruf etmeye hakkı vardır"
denilmekle ojabilir.
Hevâzin ganimeti, o
târihe kadar alınan ganimetlerin en büyüğü idi. Altı bin nüfûs esîr edilmişti.
Yirmidörtbin deve, kırkbin koyun ganimet alınmıştı. ^Vâkıdî'nin beyânına göre,
her mücâhide dört deve, kırk koyun isabet etmişti. 'Bu ganimetten en büyük pay
"el-Muetlefeti kulûbuhum " (et-Tevbe: 60) denilen, yeni müslümân olup
gönülleri İslâm'a alıştırılmak istenen Mekke ileri gelenlerine ayrılmıştı.
İşte Zu'1-Huveyrisa et-Teymî o çirkin sözü bu sırada söylemişti. Bir
ri-^vâyette hadîsin sonu "Sen bedbaht olursun" şeklinde hitâb tâ'sı
ile gelmiştir.
[59] Hadîsin başlığa uygunluğu ma'nâsından alınır: Yânî
Peygamber'in ganimetler -İde maslahat ve iyilik gördüğü suretle tasarrufa hakkı
vardır. el-Mut'ım ibn Adiyy i;ibn Nevfel ibn Abd Menâf, Bedir'den yedi ay Önce
Mekke'de doksan küsur yaşında ölmüştü. Peygamber'in ona bu teveccühü şunlardan
ileri geliyordu: |, a. Peygamber
Tâif'ten kederli dönüp geldiğinde Mut'ım dört oğlunu silâh-e landırarak
Ka'be'nin birer köşesine dikmiş ve Kureyş'e karşı Peygamber/'i himayesine
aldığını i'lân etmiş; onlar da bu himayeyi kabul etmiş, saymışlardı, b. Kureyş,
Hâşimîler'i muhasara edip onlara karşı boykot ettikleri ve her türlü ilgiyi
kestikleri zaman yazdıkları sahîfeyi bu Mut'ım sonunda yırtmış, parçalamıştı.
İşte Mut'im'ın bu
iyiliklerine karşılık Peygamber, esirleri, 14 yıllık zulümlerine rağmen
bağışlardım buyurmuştur.
[60] Umer ibn Abdilazîz'in bu sözlerini, Umer ibn Şeybe
Ahbaru Medine'de senediyle rivayet etmiştir
[61] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır.
[62] el-Leys'in rivayetini el-Buhârî el-Mağâzî'de senediyle
getirdi. Muhammed İbn İshâk'ın rivayetini de el-Buhârî et-Târîh'te senediyle
getirdi. Bu rivayeti İbnu Cerîr ile Muhammed ibn Bekkâr da zikretmişlerdir.
[63] Hadîsin başlığa uygunluğu Peygamber'in, Ebû Cehl'İn
selebini, yânî üzerinden alınan eşyasını beşte bir işlemine tâbi' tutmamış
olması yönündendir. Seleb, birinin arkasından soyulup alınan, yânî selb olunan
elbise, silâh, âlet gibi eşyâsı-,dır. Peygamber "Her ikiniz de onu
öldürdünüz" buyurup selebini birine vermesi, ^maktulün geride bıraktığı
elbise, silâh vesâireyi almaya hakk kazandıran şer'î iöldürme, düşmana ağır
darbeyi indiren öldürmeyi dikkate almasındandır. Ebû CehPi kıkırdatmaz eden
yânî çok yaralayan ve karnını deşen İbnu'l-Cemûh ol-ıduğu İçin, selebini ona
vermiştir. .
[64] Hadîsin başlığa uygunluğu Ebû Katâde'nin aldığı
selebin beşte bir işlemine tâbi tutulmaması yönündendir.
Bu hadîsi Buhârî aynı
senedle Buyû'da "Silâh satma bâbı"nda; Müslim de Cihâd ve Siyer'de
13. bâbda getirmiştir
[65] el-Buhârî, bu Abdullah ibn Zeyd hadîsini el-Mağâzî'de
rivayet etmiştir: Abdullah ibn Zeyd dedi ki: Rasülullah ganîmet malından
tasarrufu kendisine âİd olan beşte bir'in bir kısmını Mekke ileri gelenlerine
yüzer deve olarak dağıttı da bundan Ensâr'a birşey vermeyince, Ensâr'dan
bâzıları şöyle dediler: Allah, Rasû-lullah'a hayır ihsan etsin. O, bizi bıraktı
da Kureyş'e bol bol İhsan etti. Hâlbuki bizim kılıçlarımız hâlâ Kureyş kam
damlıyor...
[66] Başlığa uygunluğu Hakîm'in: "Ben Rasûlullah'tan
istedim, O bana verdi; sonra yine istedim, yine verdi..." sözündedir.
Hakîm, kalbleri İslâm'a alıştırılmak istenen kimselerden idi.
Hadîs, Zekât'ta da
geçmişti (Aynî).
[67] Hadîsin başlığa delîlliği "Umer, Huneyn
esîrlerinden iki cariyeye nail oldu" sö-zündedir.
Bu hadîs, üç mes'eleyi
şâmildir Birincisi i'tikâf hakkındadır. Buhârî bunu î'tikâf Kitâbı'nda
getirmiştir, ikincisi esirlere hürriyet vermek hakkındadır. Bu kısım burada
mürsel gibi görünüyorsa da, bunu Müslim mevsûl olarak getirmiştir. Üçüncüsü
Peygamber'in Cı'râne'den umre yapıp yapmadığı hakkındadır. Bu da burada mürsel
gibidir, fakat bunu da Müslim mevsûl olarak getirmiştir (Aynî).
es-Sefaksî şöyle demiştir:
Cemâatin zikrettiği, Rasûlullah'ın Huneyn ve Tâ-if ten döndükten sonra
Cı'râne'den umre yapmış olduğudur. Nâfİ'nin sözünde hüccet yoktur. Çünkü İbn
Umer, Peygamber'in her yaptığını ve her bildiğini Nâfı'e anlatmadı ve her
anlattığını da Nâfi' ezberlemedi... (Kastallânî).
[68] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah bir kavme mal
verdi.." sözündedİr.
Bu hadîs, Cumua
Kitâbı'nda da geçmişti. Amr ibn Tağlib'in sözü hakkında şöyle denilmiştir:
Arab kavmi beyaza da, nefîs olan mala da "Ahmer" (kırmızı) dediği
gibi, malın enfes ve a'lâsma da "Humru'n-naam {= kırmızı develer)"
der. Bunun için bu ta'bîr en kıymetli dünyâ mallarını ifâde eder.
[69] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. el-Buhârî bunu
el-Mağâzî'de, Kureyş'in me-nâkıbı bölümünde de getirmiştir
[70] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir. Buhârî bunu
Huneyn gazvesinde dört tarîkten getirmiştir. Hadîsin son kısmını ihtiva eden
bir rivayet yine Enes'ten olmak üzere Şirb Kitâbı'nda da geçmişti. Hadîsin
sonundaki "Usretun şedîdetun" lâfzını "şiddetli ve ağır bir
hodgâmhk" diye terceme etmek de uygun olur.
[71] Hadîsin başlığa uygunluğu "Muhakkak ben o mallan
aranızda taksim ederdim" sözlerinden alınır. Hadîs, Cihâd Kitabı,
"Harbde yiğitlik bâbı"nda da geçmişti.
[72] Başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü Peygamber kendisi
hakkında çirkin hareket etmesiyle beraber onu medenîliğe ve islâm'a alıştırmak
maksadiyle atıyye verilmesini emretmiştir. Bu hadîste Peygamber'in hilminin
çokluğu; nefis ve mal hususundaki ezaya karşı sabrı; İslâm'a alıştırmak
istediği kimselerden gelen ezaya karşılık vermeyip affeylemesi vardır. Bu
hadîs, Libâs ve Edeb Kitâblan'nda da' gelecektir
[73] "Rasûlullah Hayber ahâlîsine gâlib gelip orayı
fethedince, o arazî Yahûdîler'-in, Rasûl'ün ve müslümânlarm olmuştu"
fıkrası, Muzâraa Kitâbi'nda geçen hadîste "O arazî Allah'a, Rasûlü'ne ve
bütün müslümânlara âid olmuştu" şeklindedir. Bu iki hadîs arasında bir
zıdlık yoktur, sâdece daha uzun ve daha kısa ifâde ediş farkı vardır.
Zorla fethedilen arazî
fetih hakkı olarak Allah'a, Rasûlü'ne ve umûm müslümânlara âid oluyordu. Bu
yerlerin ahâlîsinden yurdlarmda yarıcı olarak çalışmak isteyenleri Peygamber,
belli bir sürede yerlerinde bırakmış, vefatı sırasında bu sürenin nihayete
erdiğini bildirmiş, gayrı müslimlerin Arab yarımadasından çıkarılmalarını
vasiyyet etmişti. İşte Umer bu vasiyyet uyarınca Hayber Yahu-dîlerî'ni Teymâ ve
Erîha'ya sürmüştür.
[74] Başlığa uygunluğu Peygamber'in onu gördüğü hâlde, onu
bundan nehyetme-miş olması yönündendir. Harb sahasında gazilerin ele
geçirdikleri şeyler beşte bire tâbi' midir yâhud gazilerin bunlardan yemeleri
mübâh mıdır mes'elesinde görüş ayrılıkları vardır. Cumhura göre harb sahasında
bulundukları sürede imâmın izni olmaksızın ihtiyâçları kadar yemelerinde be's
yoktur; bu sebeble taksimden Önce sığır, davar kesip yiyebilirler..
Abdullah ya o tulumu
hırsla aldığından ve bunu Peygamber'in gördüğünden, ya da diğer rivâyetindeki
"Ben bu gün bundan kimseye birşey vermem" sözünden dolayı utanmıştır.
[75] Bu iki hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, yânî harb
sahasında ihtiyâç mikdâ-nnca yiyecek şeyler yenilecektir. Sonuncu hadîsi Buhârî
el-Mağâzî'de de; Müslim ise ez-Zebâih'de getirmiştir.
[76] Bu iki hadîsin başlığa uygunluğu açıktır, yânî harb
sahasında ihtiyâç mikdâ-nnca yiyecek şeyler yenilecektir. Sonuncu hadîsi Buhârî
el-Mağâzî'de de; Müslim ise ez-Zebâih'de getirmiştir.