91- KİTÂBU'L-HIYEL. 2

1- Bab: Hileleri Terketmek Hakkında, Ve Yeminlerde Ve Yeminlerden Başka Şeylerde Herkes İçin Ancak Niyet Ettıgı Şey Vardır Hakkındadır 2

2- Bâb: Namaza Hilenin Girmesi Hakkındadır 2

3- Bâb: Zekâtta Hileleri Terketmeyi Beyân Ve "Zekât Artar Ve Eksilir Korkusuyla Toplu Bulunan (Zekât Malları) Arası Ayrılmaz, Dağınık Bulunanların Arası Da Birleştirilmez" Hakkındadır 2

4- Bâb: Nikâhta Olan Hîle(Yi Terketmek) 3

5- Alış-Verişlerde Hîle Yapmanın Mekruh Olması Ve "Otun Fazla Olması Men' Olunacağı İçin (İhtiyâçtan Artan) Su Fazlası Men' Olunamaz" Babı 4

6- Munâceşe (Yânı Hacet Yokken Başkalarına Yüksek Fiâta Satmak İçin Fiâtta Artırma) Yapmanın Mekruh Olması Babı 4

7- Alîş-Verişlerde Birbirini Aldatmaya Çalışmanın Nehyolunması Babı 4

8- Velînin Bizzat Kendisinin Rağbet Etmekte Olduğu Yetîm Kız Hakkında Hîle Yapmaktan Ve 0 Kızın Mehrını Tam Vermemekten Nehyolunması Babı 4

9- Bâb: 5

10- Bâb. 5

11- Bâb: Nikâhta Yalancı Şâhidliğin Hükmü. 5

12- Kadının Kocasına Ve Kadın Ortaklarına Hîle Yapmasının Mekruh Olması Ve Bu Konuda (Yânî Kadının Kocasına Ve Ortaklarına Hîle Yapması Hususunda) Peygamber(S)'E İnen Serzenişin Beyânı) Babı 6

13- Tâûn Hastalığından Kaçmak Hususunda Hîle Yapmanın Mekruh Olacağı Babı 7

14- Bâb: Hibeden Dönme Ve Şuf'ayı Düşürme Hususundaki Hîle Hakkındadır 8

15- Devlet Me'mûrunun, Kendisine Hediye Verilmesi İçin Hîle Yapması(Nın Çirkinliği) Babı 9

İmâm el-Buhârfnin "Ba'zu'n-nâs" Ta'bîriyle Ebû Hanîfe'ye Ta'rîz ve ftirâzları Hakkında Kısa Bir Hatırlatma: 10


Rahman ve Rahim oları Allah 'in ismiyle

 

91- KİTÂBU'L-HIYEL

(Hileler, yânı Hukukî Çâreler Kitabı)

 

1- Bab: Hileleri Terketmek Hakkında, Ve Yeminlerde Ve Yeminlerden Başka Şeylerde Herkes İçin Ancak Niyet Ettıgı Şey Vardır Hakkındadır [1]

 

1-.......Alkame ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'I-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle hitâb ediyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:

— "Ey insanlar! Ameller ancak niyete göredir. Herbir kimsenin

niyet ettiği şey ne ise, eline geçecek olan ancak odur. Her kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne yönelik ise, onun hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne varıcıdır. Her kim de nail olacağı bir dünyâ yâhud kendisiyle evlene­ceği bir kadından dolayı hicret etmişse, onun hicreti (de Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil) hicret ettiği şeyedir" [2].

 

2- Bâb: Namaza Hilenin Girmesi Hakkındadır

 

2-.......Bize Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Herhangibirinizde abdestsizük vâki' olduğu zaman, o kimse abdest alıncaya kadar Allah sizden o kimsenin namazını kabul etmez" buyur­muştur [3].

 

3- Bâb: Zekâtta Hileleri Terketmeyi Beyân Ve "Zekât Artar Ve Eksilir Korkusuyla Toplu Bulunan (Zekât Malları) Arası Ayrılmaz, Dağınık Bulunanların Arası Da Birleştirilmez" Hakkındadır

 

3-.......Enesibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: EbûBekr, RasûlulIah(S)'ın takdir buyurduğu zekât mikdârlanna dâir Enes ibn Mâ-lik'e bir mektûb yazdı da, bunda "Zekât (artar ve eksilir) korkusuy­la dağınık olan zekât malı bir araya toplanmaz, toplu bulunanların arası da ayrılıp dağıtılmaz" buyurdu [4].

 

4-....... Bize İsmâîl ibnu Ca'fer, Ebû Süheyl'den; o da babası Mâlik ibn Ebî^Âmir'den;o da Talha ibn Ubeydillah(R)'tan şöyle tah­dîs etti: Başının saçı darmadağın bir bedevi, Rasûlullah(S)'m huzu­runa geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Allah'ın benim üzerime namazdan neyi farz kıldığını, bana haber ver! dedi.

Rasûlullah:

  "Beş vakit namaz farz kıldı, ancak kendiliğinden birşey kılabi­lirsin" buyurdu.

Bedevî:

— Allah'ın benim üzerime oruçtan neyi farz kıldığını haber ver! dedi.

Rasûlullah:

  "Ramazân ayında oruç tutmayı farz kıldı, ancak kendiliğin­den de bir mikdâr oruç tutabilirsin" buyurdu.

Bedevî:

— Allah'ın bana zekâttan neyi farz kıldığını haber ver! dedi. Rasûlullah (S) da ona İslâm'ın şerîatlerini haber verdi. Bedevî:

— Sana (umûmî peygamberlik) ikram eden Allah'a yemîn ede­rim ki, ben kendiliğimden gönüllü olarak hiçbirşey yapmam ve Al­lah'ın bana farz kılmış olduğu hiçbirşeyi de eksik yapmam! dedi.

Rasûlullah:

  "Eğer doğru söylüyorsa felah buldu -yâhud: Eğer doğru söy­lüyorsa cennete girdi-" buyurdu [5].

Ve insanların bâzısı: Yüyirmi devede üç yaşına basmış iki deve zekât vardır. Eğer develerin sahibi bilerek bu yüzyirmi deveyi (zekât yılı dolmadan evvel kesmek suretiyle) helak eder yâhud hibe eder yâ­hud zekâttan kaçmak için bu develerde bir hîle yaparsa, artık ona hiçbir zekât yoktur, demiştir [6].

 

5-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle bu­yurdu: "Sizden birinizin (zekâtı verilmeden saklanılmış) hazîneniz, kıyamet gününde çok zehirli erkek bir yılan (suretinde) olur. Sahibi ondan kaçar, o da sahibini ister ve: Ben senin (dünyâdaki) hazîne-nim! der durur".

Rasûlullah buyurdu ki: "Vallahi o yılan devamlı sahibini ara­yıp, onun ardından ayrılmaz. Nihayet mal sahibi elini uzatır da ken­di elini onun ağzına verip yutturur".

Ve yine Rasûlullah: "Hakkını, yânı zekâtını vermeyen deve sa­hibine de kıyamet günü o develer kendisine saldırtılır da, onlar ta­banları ile sahibinin yüzü üstüne basıp çiğnerler" buyurdu [7].

Ve insanların bâzısı: Bir adam çok develeri olup da kendisine zekât vâcib olacağından korkarak bu develerini, onların benzen olan başka develerle yâhud koyunlarla yâhud sığırlarla satsa yâhud zekât yılı dolmadan bir gün önce zekâttan kaçmak için onları bir hîle ya­parak dirhemlerle, yânı paralarla satsa, o kimsenin üzerine zekâttan birşey yoktur, dedi.

Hâlbuki o yine: Bu develerin sahibi eğer zekât yılı tamam olma­dan bir gün yâhud altı ay -bir zabtta: Bir sene- önce develerinin ze­kâtlarını verirse, bu vermesi de onun zekâtına kâfi olur, demektedir  [8].

 

6-.......Bize el-Leys, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn Utbe'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, o şöyle de­miştir: Sa'd ibn Ubâde el-Ensârî (R), anası üzerinde bir nezr bulun­duğunu ve anası bu nezrini yerine getiremeden vefat ettiğini zikre­dip, Rasûlullah(S)'tan bunun fetvasını istedi. Rasûlullah da ona: "Anan adına o nezri yerine getir!" buyurdu [9].

Ve insanların bâzısı (yânî Ebû Hanîfe): Develer yirmi sayısına ulaşınca, onlarda dört koyun zekât vardır. Eğer develerin sahibi bu develeri zekât yılı tamam olmadan evvel hibe eder yâhud zekâtı dü­şürmek için bir hîle yaparak veya zekâttan kaçarak onları satarsa, üzerine zekât olmaz (Çünkü malın aynı zekât yılından önce kendi­sinden zail olmuştur). Eğer develeri (kesmek gibi bir yolla) helak eder ve develer ölürse, yine böyledir, o kimseye malı hakkında birşey yok­tur  [10].

 

4- Bâb: Nikâhta Olan Hîle(Yi Terketmek)

 

7-.......Ubeydullah el-Umerî şöyle demiştir: Bana Nâfi', Abdul­lah ibn Umer(R)'den, Rasûlullah (S) şiğâr(sûretiyle nikâh)dan neh-yetti, diye tahdîs etti.

(Ubeydullah dedi ki:) Ben Nâfi'e:

  Şiğâr nedir? diye sordum. O da:

  Bir adam diğer bir adamın kızını nikâh eder, diğeri de ona kendi kızını mehr olmaksızın nikâh eder; ve keza bir adamın kızkar-deşini nikâhla alır ve kendi kızkardeşini de mehirsiz olarak o adama nikâh eder, dedi [11].

Ve insanların bâzısı: İnsan hîle yapar da nihayet şigâr üzerine evlenirse, bu akid caizdir ve şart bâtıldır, dedi [12].

Ve yine bu zât mut'a nikâhı hakkında: Nikâh fâsiddir, şart da bâtıldır, dedi.

Onların (yânı Hanefîler'in) bâzısı da: Mut'a da, şiğâr da caizdir, şart ise bâtıldır, dediler [13].

 

8-.......Bize ez-Zuhrî, Muhammed ibn Alî'nin iki oğlu, el-Hasen ve Abdullah'tan; onlar da babalarından tahdîs etti ki, onun babası Alî ibn Ebî Tâlib(R)'e:

— İbn Abbâs, kadınların mut'a nikâhı ile nikâh edilmesinde bir be's görmüyor! diye söylenmiş.

Bunun üzerine Alî (R):

— Şübhesiz Rasûlullah (S) Hayber günü mut'a suretiyle nikâh yapmaktan ve ehli eşek etlerinden nehyetti, demiştir [14].

Ve insanların bâzısı: Bir kimse hîle yapar da nihayet mut'a ni­kâhı akdi ile kadından faydalanırsa, bu nikâh fâsiddir, dedi.

Onların (yânî Hanefîler'in) bâzısı da: Bu nikâh caizdir, fakat şart bâtıldır, demiştir [15].

 

5- Alış-Verişlerde Hîle Yapmanın Mekruh Olması Ve "Otun Fazla Olması Men' Olunacağı İçin (İhtiyâçtan Artan) Su Fazlası Men' Olunamaz" Babı

 

9-.......Bize Mâlik, Ebu'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S): "Su fazlası kim­seden men' edilmez ki, bu men' ile neticede (mübâh olan) ot fazlası (hayvan sâhiblerinden) men' edilmiş olur" buyurmuştur [16].

 

6- Munâceşe (Yânı Hacet Yokken Başkalarına Yüksek Fiâta Satmak İçin Fiâtta Artırma) Yapmanın Mekruh Olması Babı

 

10- Bize Kuteybe ibnu Saîd, Mâlik'ten; o da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) necşten, yânı fiât artır­madan nehyetmiştir [17].

 

7- Alîş-Verişlerde Birbirini Aldatmaya Çalışmanın Nehyolunması Babı

 

Eyyûb es-Sahtıyânî:

Onlar sanki bir insanı aldatmaya çalışmaları gibi Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Eğer onlar bu işe açıktan gelselerdi (yânî fiât üzerine fazla almayı açıktan gizlemeksizin i'lân etselerdi) bu bana daha kolay olurdu, demiştir (Çünkü o, dîni, aldatmaya bir âlet yapmazdı).

 

11-....... Bize Mâlik, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti. Bir kimse Peygamber(S)'e, alış­verişlerde kendisinin dâima aldatıldığım zikretti. Bunun üzerine Pey­gamber de ona:

— "Sen de birşey almak istediğinde, (İslâm Dîni'nde) aldatmak yoktur, de!" buyurdu [18].

 

8- Velînin Bizzat Kendisinin Rağbet Etmekte Olduğu Yetîm Kız Hakkında Hîle Yapmaktan Ve 0 Kızın Mehrını Tam Vermemekten Nehyolunması Babı

 

12-.......ez-Zuhrî şöyle dedi: Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle tahdîs ediyordu ki, kendisi Âişe'ye şu âyetleri sormuştur:

''Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız, sizin için halâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dör­der olmak üzere nikâh edin... " (en-Nisâ: 3-4).

Âişe şöyle demiştir: Bu yetîm kız o kızdır ki, velîsinin himaye­sinde bulunur. Velîsi onun malı ve güzelliğine rağbet eder ve o kıza emsalinin mehrinin en azım vermek suretiyle onunla evlenmek ister. İşte bu âyetlerde o gibi velîlerin, velayetleri altındaki yetîm kızları -haklarında adalet ve onların mehirlerini kemâle ulaştırmadıkça- ni­kâh etmeleri nehyolunup bunlardan başka kendilerine halâl olan ka­dınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur. Bu âyet indikten sonra, in­sanlar Rasûlullah'tan fetva istediler de, bunun üzerine Allah Taâlâ şu âyetleri indirdi:

"Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fet­vayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmış olan mîrâsı onlara ver­mediğiniz ve nikâhlanmalarını da beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tut­manız hususunda (işte) Kitâb'da okunup duran âyetler [19]. Hayırdan daha ne yaparsanız, şübhesiz Allah onu da hakkıyle bilicidir" (en-Nisâ: 128).

Ve hadîsin tamâmını zikretti [20].

 

9- Bâb:

 

Bir adam başkasının bir cariyesini gasbetse de, onu gasbettiğini iddia ederek, o cariyenin öldüğünü ileri sürse, hâkim tarafından bu ölmüş cariyenin kıymeti hükmolunsa, sonra o cariyenin diri olarak kendisinden gasbedilmiş olan sahibi cariyeyi bulsa, bu câriye o adama, yânî mâlikine âiddir.

Ve gasbedene hükmolunan kıymet de gasbedicîye geri verilir. Ve bu kıymet, o cariyenin bedeli olmaz.

(Çünkü o kimse bu bedeli câriye öldü demesinden dolayı almıştı, bunun bâtıllığı meydana çıkınca, hüküm aslına döner) [21].

İnsanların bâzısı:

Câriye, gasbeden kimseye âiddir. Çünkü sahibi onun kıymetini gasbedenden almıştı, dedi. (Buhârî dedi ki:)

İşte bunda bir adamın satmak istemediği cariyesini arzu eden ve onu gasbeden kimse için bir hîle vardır. Ve yine cariyenin ölmesiyle gasbedenden sahibi onun kıymetini alacağı için ve bu suretle gasbedene başkasının cariyesinin halâl olacağı hüccetini getiren için de bir hîle vardır.

(Sonra Buhârî, bunun bâtıllığına şu hadîsle delîl getirdi:) Peygamber (S) -Hacc Kitâbı'nın sonlarında-:

"Mallarınız -rızâlaşma olmadıkça- birbirinize haramdır" ve "Kıyamet gününde herbir gadredici kimse için,

tanınacağı bir bayrak vardır" buyurmuştur [22].

 

13-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Abdullah ibn Dinar'dan; o da Ab­dullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Ahdini bo­zan her kişi için kıyamet gününde (halk arasında) kendisinin biline­ceği bir alâmet vardır" buyurmuştur [23].

 

10- Bâb

 

(Bu, geçen bâbdan bir fasıl gibidir.)

 

14-.......Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o da Ümmü Seleme(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ben (de sizin gibi) bir insanım. Sizler bana da'vâlarınızt arzedi-yorsunuz. Olabilir ki, sizden biriniz hüccetini diğerinden daha açık ve düzgün ifâde etmiş olur, ben de işitmekte olduğum delil üzerine onun lehine hükmederim. Binâenaleyh ben kimin lehine kardeşinin hakkından birşey hükmetmiş isem, o kimse bu hakkı almasın. Çün­kü ben ona ancak ateşten bir parça kesmişimdir" [24].

 

11- Bâb: Nikâhta Yalancı Şâhidliğin Hükmü

 

15-.......Bize Yahya ibnu Ebî Kesîr, Ebû Seleme'den; oda Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Er görmedik bakire kız, kendisinden izin alınmadıkça nikâh olunmaz, dul kadın da ken­disinin açıkça emri alınmadıkça nikâh olunmaz" buyurmuştur.

Bunun üzerine:

— Yâ Rasûlallah! Bakire kızın izni nasıl olur? diye soruldu.

Rasûlullah:

— "Onun izni, sustuğu zamandır" buyurdu.

Ve insanların bâzısı: Bakire kızın izni alınmadığı zaman evlen­dirilmez. Fakat bir adam hîle yapar da, kendisinin bu kızla, kızın rızâsıyle evlendiğine dâir iki tane yalancı şâhid getirir ve hâkim de bun­ların şehâdetleriyle o kızın nikâhını sabit görüp tesbît ederse -koca da bu şâhidliğin bâtıl olduğunu bilmekte iken- o adamın bu kızla cinsî münâsebet yapmasında be's yoktur ve bu, sahîh bir evlenmedir, dedi [25].

 

16-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Yahya ibn Saîd el-Kaasım (ibn Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk)'dan şöyle tahdîs etti: Ca'fer oğlu'ndan olan bir kadın, velîsinin kendisini istemediği hâlde evlendireceğinden korktu da Ensâr'dan iki şeyhe; cariyenin iki oğlu Abdurrahmân ile Mucemmi' adındaki iki şeyhe, haberci gön­derip sordu. Bu iki şeyh de ona:

— Sakın (istemeden evlendirilmekten) korkma! Çünkü Ensâr'­dan Hansa bintu Hizâm'i, babası, kendisi istemediği hâlde evlendir-mişti de (Hansâ'nın müracaatı üzerine) Peygamber (S) bu nikâhı redd ve ibtâl etti, dediler [26].

Sufyân ibn Uyeyne dedi ki: Abdurrahmân (ibnu'I-Kaasım ibn Muhammed ibn Ebî Bekr es-Sıddîk)'a gelince, ben ondan işittim; o, babası el-Kaasım'dan "İnne Hansâe..." şeklinde söylüyordu (yânî Abdurrahmân ibn Yezîd'i ve kardeşini zikretmiyordu da hadîsi mür-sel olarak söylüyordu) [27].

 

17-....... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Dul kadın, kendisinin açıkça izni alınmadıkça nikâh olun­maz. Er görmedik kız da kendisinden izni sorulup, izni alınmadıkça nikâh olunmaz" buyurdu.

Mecliste bulunanlar:

— (Yâ Rasûlallah!) Bakir bir kızın izni nasıl olur? diye sordular. Rasûlullah:

  "Onun izni, sükût etmesidir" buyurdu.

Ve insanların bâzısı şöyle dedi: Bir insan dul bir kadınla, kadı­nın emri ile evlenmesi üzerine iki yalancı şâhid getirmek suretiyle hî-le yapsa, hâkim de bu yalancı şâhidlerin şâhidlikleri ile kadının bu adamla nikâhını sabit görüp tesbît etse -koca, kendisinin o kadınla asla evlenmediğini bilip durduğu hâlde- şu muhakkak ki, bu nikâh o kimseye caiz olur ve bu adamın o kadınla beraber ikaamet etme­sinde bir be's yoktur [28].

 

18-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Bekâr olan kişinin (evlenmek hususunda) izni istenir" bu­yurdu.

Ben:

  (Yâ Rasûlallah!) Er görmedik bekâr kız utanır (rızâsını bil­dirmez)! dedim.

Rasûlullah:

   "Onun izni, susmasıdır" buyurdu [29].

Ve insanların bâzısı şöyle dedi: Eğer bir adam yetîm bir kızı yâ-hud bakire küçük bir kızı sevse, o kız da onunla evlenmeyi kabul et­mese, bu adam hîle yapıp da kendisinin o kızla evlenmiş olduğuna iki yalancı şâhid getirse, küçük kız da bu sırada bulûğ çağma erişip evlenmeye razı olsa, hâkim de yalan şehâdeti kabul etse, o erkek bu­nun bâtıl olduğunu (yânî şâhidlerin yalan söylediğini) bilip dururken, bu erkeğe o kızla cima yapmak halâl olur! [30].

 

12- Kadının Kocasına Ve Kadın Ortaklarına Hîle Yapmasının Mekruh Olması Ve Bu Konuda (Yânî Kadının Kocasına Ve Ortaklarına Hîle Yapması Hususunda) Peygamber(S)'E İnen Serzenişin Beyânı) Babı [31]

 

19-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) tatlıyı sever ve balı da severdi. Ve kendisi ikindi namazını kıldırdığı zaman kadınla-' rından birinin yanına geçer ve onlardan birine yaklaşırdı. Bir kerre-sinde Umer'in kızı Hafsa'nın yanma girmişti. Onun yanında kalmakta olduğu zamandan daha fazla kaldı. Ben bu fazla kalmanın sebebini sordum. Sorduğum kimse bana:

— Hafsa'nın kavminden bir kadın, ona küçük bir tulum bal he­diye etmiş, Hafsa da o baldan Rasûlullah'a bal şerbeti içirmiş, dedi [32].

Ben de kendi kendime: Vallahi biz bunun için muhakkak bir hî­le yaparız, dedim. Ve akabinde bunu Şevde bintu Zem'a'ya zikret­tim ve ona şöyle ta*lîmât verdim:

  Biraz sonra Rasûlullah senin yanına girip de sana yaklaştı­ğında, O'na hitaben "Yâ Rasûlallah! Meğâfir mi yedin?" dersin. O da sana: "Hayır!" diyecektir. Bunun üzerine sen de O'na: "Ya Sen'den bana gelen bu koku nedir?" diye sorarsın. -Rasûlullah'a kendi­sinden çirkin koku hissedilmesi, kendisine şiddetli ve ağır gelirdi.- O da sana: "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti!" diyecektir. Sen de O'na: "Öyle ise o balın arısı onu urfut ağacından toplamıştır!" dersin. Ba­na geldiğinde ben de böyle söyleyeceğim. Ve ey Safiyye! Sen de böy­le söyle! dedim.

(Âişe bu ta'Iîmâtın uygulama suretini şöyle anlattı:) Râsûlullah, Sevde'nin yanma girince, bunu söylersin dedim: Şevde dedi ki:

— Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayıp ancak kendisi bulunan Allah'a yemîn ederim ki, Râsûlullah kapının önünde dururken, mu­hakkak senden korktuğumdan dolayı, senin bana söyle dediğin sözü çabucak söylemeye davranıyordum. Nihayet Râsûlullah bana yakla­şınca:

  Yâ Rasûlallah! Sen meğâfir zamkı mı yedin? dedim. Râsûlullah:

  "Hayır!" dedi. Ben:

  Sendeki bu koku nedir? dedim. Râsûlullah:

  "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti" buyurdu. Ben:

  O balın ansı urfut ağacından toplamıştır! dedim.

(Âişe dedi ki:) Râsûlullah, benim yanıma girdiğinde, ben de ken­disine bunun gibi söyledim. Safiyye'nin yanına girdiğinde de, Safiy­ye de O'na böyle söyledi. Sonra Rasûlulîah, Hafsa'nın yanına girin­ce, o da kendisine:

  Yâ Rasûlallah! Sana bal şerbetinden içireyim mi? dedi. Râsûlullah:

  "Hayır, benim için ona hiçbir ihtiyâç yoktur" buyurdu. Âişe dedi ki: Şevde bana:

— Subhânaltâhi, muhakkak biz, Rasûlullah'a bal şerbetini ha­ram ettik! diyordu.

Âişe dedi ki: Ben de ona:

  Sus! dedim [33].

 

13- Tâûn Hastalığından Kaçmak Hususunda Hîle Yapmanın Mekruh Olacağı Babı

 

20- Bize Abdullah ibnu Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'-dan; o da Abdullah ibnu Âmir ibn Rabîa'dan tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) -onsekizinci yılın rebî'u's-sânîsi içinde teftiş için-Şâm'a doğru yola çıktı. Şâm yakınındaki Serığ mevkiine vardığı za­man, kendisine Şam'da veba hastalığı çıktığı haberi ulaştı. (Bâzı gayret ve yanında bulunan bâzı sahâbîlerin muvafakatini de aldıktan son­ra, geriye dönmeğe azmetti.) Bu sırada Abdurrahmân ibn Avf, ken­disine Rasûlallah'm şöyle buyurduğunu haber verdi:

— "Sizler bu hastalığın bir yerde çıktığını işittiğiniz zaman, ar­tık oraya gitmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâki' olur­sa, ondan kaçmak için sakın o yerden çıkmayınız".

Bunun üzerine Umer, Serığ'den geri döndü.

Ve İbnu Şihâb'dan; o da Salim ibn Abdillah'tan: Umer ancak bu Abdurrahmân hadîsinden dolayı geri dönmüştür, diye rivayet de vardır [34].

 

21-....... Bize Âmir ibnu Sa'cl ibn Ebî Vakkaas tahdîs etti ki, o Usâme ibn Zeyd(R)'den işitmiştir. Zeyd, Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a şöyle tahdîs ediyordu. Rasûlullah (S) bu hastalığı zikretti de:

— "Bu bir ricz -yâhud azâb-dır ki, bununla bâzı ümmetler azâb-/andırıldı. Sonra onların ardından bundan bir bakıyye kaldı. Bir de­fa gider, diğer bir defa gelir. Artık her kim bir yerde onu işitirse, sa­kın o hastalığın üzerine gitmesin. Her kim de bir arazîye düşer ve orada da bu hastalık bulunursa, artık hastalıktan kaçmak için kendisi ora­dan çıkmasın!" [35].

 

14- Bâb: Hibeden Dönme Ve Şuf'ayı Düşürme Hususundaki Hîle Hakkındadır

 

İnsanların bâzısı: Eğer bir şahıs bin. dirhem veya daha fazla bir hibe yapsa ve nihayet bu hibe, hibe verilen kimsenin yanında senelerce kalsa, ve hibe yapan hibe verilen kimse ile hibede tasarruf etmemesinde uyuşmak suretiyle bu hibede hîle yapsa, sonra hibe veren bu hibeden dönse, bunlardan hiçbirine zekât yoktur, dedi. Bunu söyleyen kişi, Rasûlullah(S)'a hibede muhalefet etmiştir  (yânî hibeden dönmeyi nehyeden hadîsin zahirine muhalefet etmiştir).

Bir de hibe verilenin yanında zekât yılı kalmasının ardından sabit olan zekâtı da düşürmüştür [36].

 

22-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Hibe­sinden geri dönen her kişi, (kusan) sonra da kusmuğuna dönen kö­pek gibidir. Bizim için böyle kötü sıfat olmaz" buyurdu [37].

 

23-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R): Peygamber (S) şuf ayı ancak taksim olunmamış her malda kılmıştır. Sınırlar konulup da yol­ların yönleri belli edildiği zaman şuf'a yoktur, demiştir [38].

İnsanların bâzısı: Şuf a komşuluk için meşru' olur, dedi.

Sonra bu zât, sağlamlaştırdığı bu düstûra (yânî şuf ayı ortaklık gibi komşuluk için isbâtına) kasdetti de, onu ibtâl eyledi, ve şöyle dedi: Bir şahıs, bir evi tamamen satın almak istese ve komşunun o evi şuf a sebebiyle alacağından korksa da o evdeki yüz hisseden şayi' olan bir hisseyi satın alsa (ve böylece evin mâlikiyle bir ortaklığa dönüşür), sonra da geri kalanı satın alsa komşu için şuf a, birinci hissede olur ve evin kalanında komşu için şuf a olmaz. Ve evi satın alıp da kom­şusunun evi almasından korkan kişi için bu konuda hîle yapması hakkı vardır! [39]

 

24- Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti ki, İbrâhîm ibn Meysere şöyle demiştir: Ben Amr ibnu'ş-Şerîd'den işittim, şöyle dedi: Misver ibnu Mahrame (R) geldi de elini benim omuzum üzerine koydu. Ben de onunla beraber Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a gittim. (Rasûlullah'm hizmetçisi) Ebû Râfi\ Misver'e:

— Sen şu Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a, hanesinde olan evimi benden satın almasını emretmez misin? dedi.

Bunun üzerine Sa'd:

— Ben bedeli sana dörtbin dirhemden ziyâde veremem. Bu da ya kesik kesik yâhud da ceste ceste olarak! dedi.

Ebû Râfi':

— Bana (bu ev için) beşyüz dînâr nakid verildi de, ben bu satışı men' ettim. Eğer ben Peygamber(S)'den "Komşu komşuya en haklı şefî'dir" buyururken işitmemiş olaydım, ben bu evi sana satmazdım -yâhud: Ben bu evi sana vermezdim-, dedi.

(Alî ibnu'l-Medînî dedi ki:) Ben Sufyân ibnu Uyeyne'ye:

  Ma'mer bu hadîsi böyle (yânî "Komşu komşuya en haklı şefî'dir" şeklinde) söylemedi, dedim

Sufyân:

  Lâkin îbrâhîm ibn Meysere bana böyle söyledi, dedi [40].

Ve insanların bâzısı şöyle dedi: Şuf ayı satıp kesmek istediği za­man, bu kimseye şuf ayı ibtâl için hîle yapmak hakkı vardır: Satıcı evi müşteriye hibe eder ve evin hududunu vasıflandırıp temyiz eder ve evi müşterîye devreder, müşterî de ona meselâ bin dirhem ivaz (yânî bedel) verir, böylece şefî' için evde bir şuf a olmaz! [41]

 

25-.......Bize Sufyân es-Sevrî, İbrâhîm ibn Meysere'den; o da Amr ibnu'ş-Şerîd'den; o da Ebû Râfi'den şöyle tahdîs etti: Sa'd ibn Ebî Vakkaas, bir evi dörtyüz miskâle pazarlık etti de:

— Eğer ben RasûlulIah(S)'tan "Komşu komşuya en haklı şefî'-dir" buyururken işitmiş olmasaydım, bu evi sana (bu fiâta) vermez­dim, dedi.

Ve insanların bâzısı: Bir evin payını satın alsa da şuf'ayı ibtâl etmek istese (satın aldığını), üzerine yemîn düşmeyen küçük oğluna hibe eder, dedi [42].

 

15- Devlet Me'mûrunun, Kendisine Hediye Verilmesi İçin Hîle Yapması(Nın Çirkinliği) Babı

 

26-....... Ebû Humeyd es-Sâidî (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) Esed kabilesinden İbnu Lutbiyye denilen bir adamı Suleym oğulları'nın sadakalarını toplamaya me'mûr etti. Bu adam vazifesini yapıp geldiğinde, Rasûlullah bunu hesaba çekti. Bu zât:

— (Yâ Rasülallah!) Şu sizin zekât malınızdır, bu da bana veri­len hediyedir! dedi.

Rasûlullah cevaben:

  "(Acâib!?) Sen doğru söyleyen bir adam isen, babanın, ana­nın evinde otursaydın da sana hediyen gelir miydi, görseydin!" bu­yurdu.

Sonra Rasûlullah bize bir hutbe yaptı da bunda Allah'a hamd edip, O'nu güzel sıfatlarla övdükten sonra "Amma ba'du" diyerek

şöyle buyurdu:

  "Ben içinizden birisini, Allah'ın bana havale buyurduğu bir işe me'mûr ta'yîn ediyorum da, o bana gelip hesâb verirken (sıkıl­madan) 'Şu sizin zekât malınızdır, bu da benimdir; bana hediye ve­rilmiştir!' diyor! (Bu ne hâl?) Bu adam babasının, anasının evinde otursaydı, kendisine hediyesi gelir miydi, yoksa gelmez miydi, bir kerre görseydi! Allah'a yemîn ederim ki, sizden bir kimse hıyanet edip de Beytu'l-Mâl'den hakkından başka birşey alırsa, muhakkak kıyamet gününde o adam çaldığı malı boynuna yüklenerek Allah'a kavuşa­caktır. Sakın ben sizden herhangibirinizi inlemesi olan bir deveyi, yâ-hud böğürmesi olan bir sığırı, yâhud melemesi olan bir davarı boy­nunda taşıyarak Allah'a kavuştuğunu görüp tanımayayım!"

Bundan sonra Rasûlullah (S) iki elini koltuk altı beyazlığı görü-lünceye kadar kaldırarak:

  "Yâ Allah! Emirlerini tebliğ ettim mi?" buyuruyordu. Ben bunu gözümle gördüm, bu hutbeyi de kulağımla işittim [43].

 

27-.......Ebû Râfi' (R): Peygamber (S) "Komşu komşuya en haklı şefî'dir" buyurdu, demiştir [44].

Ve insanların bâzısı şöyle dedi: Bir kimse yirmibin dirhem mu-kaabilinde bir ev satın almak istese, şuf ayı düşürmek üzere hile yap­masında be's yoktur. O kimse yirmibin dirheme evi satın alır, satıcı­ya 9999 dirhem nakid öder ve yine satıcıya yirmibinden kalan mukaa-bilinde bir dînâr öder. Eğer şefî' bu evi şuf a sebebiyle akid yapılan bedel olan 20 bin mukaabilinde almak isterse ne a'Iâ! Yoksa yânî 20 bin dirhem almaya razı olmazsa, artık bu şefî'e, şuf anın düşmesin­den dolayı ev üzerinde hiçbir yol yoktur (çünkü üzerinde akid yapı­lan bedeli vermekten çekinmiştir).

Eğer ev, satıcıdan başkası için hakk edilmiş bir mal olarak mey­dana çıkarsa, müşteri satıcıya ödediği şeyi geri alır. Ki o da 9999 dir­hem ile bir dinardır. Çünkü satılan şey, başkası için hakk edilmiş bir mal olduğu zaman, satıcı ile müşterî arasında vâki' olan ev hakkın­daki sarf (yânî muamele) bozulur.

Eğer ev başkasının hakkı Akmadığı hâlde bu evde bir ayıp bu­lursa, bu takdirde o kimse evi 20 bin dirhem karşılığında ona geri verir [45].

Buhârî: Ebû Hanîfe (R), müslümânlar arasında bu aldatmayı, yânî hileyi caiz kıldı, dedi.

Yine Buhârî şöyle dedi: Peygamber (S): "Müslümâmn satışı has­talıklı olmaz, satılan şey pis olmaz ve (kötü bir iş, gizleme gibi) bir gaile ve helak olmaz" buyurmuştur [46].

 

28-.......Sufyân es-Sevri şöyle demiştir: Bana İbrâhîm ibnu Meysere, Amr ibnu'ş-Şerîd'den şöyle tahdîs etti: Ebû Râfi' (R), Sa'd ibn Mâlik'e, onun evinin bitişiğindeki bir eve dörtyüz miskâl bedel istedi ve:

— Peygamber(S)'den "Komşu komşunun yakınlığına en haklı­dır" buyururken işitmiş olmayaydım, bu evi sana vermezdim, dedi [47].

 

İmâm el-Buhârfnin "Ba'zu'n-nâs" Ta'bîriyle Ebû Hanîfe'ye Ta'rîz ve ftirâzları Hakkında Kısa Bir Hatırlatma:

 

İmâm Buhârî, Mâlik, Şafiî ve Ahmed ibn Hanbel'e ekseriya ictihâdlarında muvafakat ve yardımcı olmuş, fakat Ebû Hanîfe ile Sevrî ve Evzâî'nin ictihâdlarında çok defa i'tirâz etmiş ve kapalı bir ifâde ile "Ba'zu'n-nâs = Bâzı Âdem oğullan" ta'bîriyle bu i'tirâz-lanm belirtmiştir. Bunu ilk defa Sahih 'in Zekât Kitabı 'nda "Ma'den-lerin define olup olmaması" konusunda başlatmıştı. Orada bunun hakkında bir açıklama verilmişti. Sahih 'inin bu son kısmında da bu ta'bîrle ta'rîzlerini çokça yapmıştır. Bu sebeble burada da bir açık­lama yapmak gerekli oldu.

Biz İmâm el-Buhârî'yi, Ebû Hanîfe ile ictihâd arkadaşları olan Sevrî ve Evzâî hazretlerine "Kaale ba'zu'n-nâsi=Bâzı Âdem oğul­lan şöyle dedi" diye başlayan i'tirâz ve tecâvüzünü takrir ederken, Sevrî ve Evzâî'yi bırakıp da bu hücum karşısında yalnız İmâm Ebû Hanîfe'nin büyük ilmî sımasını bulundurduk. Bunun sebebi de İbnu't-Tîn gibi bâzı sarihlerin bu hücumu daha te'sîrli kılmak için Buhârî'nin "Ba'zu'n-nâs" ile maksadı yalnız Ebû Hanîfe'dir, de­miş olmalarıdır. Bunların bu iddiaları sebebsiz de değildir. Çünkü

imâm Buhârî Sahih 'indeki bu ta'rîzleri, bu kapalı hücumları Tâ-rîh'ın de tamâmıyle açığa vurmuştur. Biz Kâmil Mîrâs hocanın da dediği gibi (Tecrîd Ter., V, 418-425) İmâm Buhârî'nin diğer üç mez-heb imamının ictihâdlarına ilmen iştirak edip onlara yardımını say­gı ile lâyık görür, fakat müctehidlerin en kıdemlisi İmâm A'zâm Ebû Hanîfe'yi "Eyyuha'n-nâsı" sırasına tenzil etmesini de güzel görme­yiz. Biz naçizane olarak İmâm Buhârî'nin diğer üç imâma yardım ve destek olup da Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına bazen muhalefet ve i'tirâz etmesini bunların sistemlerine bağlamak istiyoruz. Diğer üç imâmın mezheb sistemleri daha çok hadîse dayanır. İmâm Buhârî de hadîste "Emîru'l-Mü'minîn" olduğundan, ekseriya onlara uy­muş ve destek olmuştur. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının mezhebi de daha çok re'ye ağırlık vermiş ve ashâbu'r-re'y olmalarıyle tanınmış­lardır, yânî bunlar ictihâdlarında daha çok hadîse değil de re'ye ehemmiyet veren sistemin temsilcileridir.

Biz hepsim rahmetle anar, Yüce Allah'ın tavsiye ettiği şu duâ ile sözümüze son veririz:

' 'Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Ey Rabb 'imiz, bi­zi ve îmân ile daha önden bizi geçmiş olan dîn kardeşlerimizi mağ­firet et. îmân etmiş olanlar için kalblerimizde bir kîn bırakma. Ey Rabb'imiz, şübhesiz ki, Sen çok şefkat edici, çok merhamet eyleyİCİSİn*' (el-Haşr: 10).

 



[1] Hıyel, Hile mn cem'idir; "Hîte", kendisiyle gizli bir yoldan maksada ulaşı­lan şeydir... "Ve'l-Hîle, Havil, Mahal, Mahâle, İhtiyat, Tehavvul " umur ve maslahatların tasarruf ve edasında hazakat, fikir ve bakış güzelüğİ ve kudret manasınadır... (Kaamûs Ter.)

Caiz olan hîleler ve caiz olmayan hileler vardır. Buhârî bu bâbda caiz ol­mayan hilelerin terkedilmesine işaret etmiş oluyor. Bab başlığının ikinci kısmı bundan sonra gelen hadîsten bir parçadır.

[2] Hadîsin bir rivayeti Cami'u 's-Sahîh 'İn birinci hadîsi olarak ve daha başka yer­lerde geçmişti. Buradaki başlığa uygunluğu, Ümmii Kays adındaki kadınla ev­lenmek için Medîne'ye hicret eden kişi, hicreti Ümmü Kays'la evlenmekte bir hîle yapmış olması yönündendir.

[3] el-Kirmânî şöyle dedi: Hadîsin bu kitâbla ilgisi nedir? dersen, şöyle derim: Bu-hârî'nin maksadı Hanefîler'i reddetmektir dediler. Çünkü onlar son oturuşta abdestini bozan kimsenin namazını sahîh saydılar ve yine onlar, namazdan çı­kış, namaza zıdd olan herbir şeyle hâsıl olur, demişlerdir. Bunun için Hanefî-ler, abdestsizliğin varlığı ile beraber, namazın sahîhliğinde hîle yapanlardır. Reddin vechi, namazda abdestini bozan kimsenin namazının sahîh olmaması­dır. Çünkü namazdan selâmla çıkmak bir rükündür... Bunun tafsilâtı Abdest Alma Kitâbı'nda geçmiştir...

[4] Hadîsin bir rivayeti Zekât Kitâbı'nda geçti ve açıklaması da orada verildi. Bu nehyin mal sahibine yönelik kısmının tasviri şöyledir: Dağınıkın toplanması: Kırk koyun sahibi bir kimsenin, yine kırk koyuna mâlik diğer biriyle bu dağınık iki sürüyü sayım zamanı birleştirerek, iki koyun yerine bir koyun zekât vermek is­temeleri gibidir. Toplu olanın dağıtılması da: Karışık ve ortak yirmişer koyun sahibi olan iki kişinin zekât me'mûruna karşı bu toplu bir sürüyü sayım zamanı ikiye ayırmaları ve zekâtın düşmesine sebeb olmaları gibidir. Bunlar zekâtı ar­tırma ve eksiltme hileleridir.

[5] Hadîsin bir rivayeti îmân Kitâbı'nda geçmişti. "Rasûlullah ona İslâm şerîatle­rini haber verdi" sözü, Zekât'm vâciblerini ve diğer bilgileri haber verdi, de­mektir.

[6] Buhârî bu "Ba'zu'n-nâsi = İnsanların bâzısı" ta'bîrini birçok kerre geçtiği üze­re Ebû Hanîfe ve Hanefîler ma'nâsına kullanmaktadır.

Zekât süresi olan bir yıl tamamlanmadan evvel bu develeri elinden çıkaran kimseye zekât vâcib olmaz. Çünkü zekât ancak üzerinden bir yıl geçip tamam olunca vâcib olur. Bu kimseye Peygamber'in "Sadaka vermek korkusundan..." fıkrası yönelmez...

[7] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde zikredilen yönlerden herhangibir şekilde ze­kâtı men' bulımmasmdandır.

[8] Çünkü birinci fıkrada yıl dolmadan önce malın aynı zail olmuştur, onun için üzerine hiçbir zekât düşmemektedir. İkinci fıkrada zekât yılı dolmadan evvel o malların zekâtlarını önden veren kimse için de bu vermesi ona kâfî olur. Yıl dolmadan evvel zekât vermek kâfî olunca, yıl dolmadan evvel zekâtta tasarruf etmek, zekâtı düşürücü olmaz. Ve cevâb verildi: Ebû Hanîfe, bu konuda tena­kuz etmemiştir. Çünkü o, zekâtı ancak yılın tamam olmasıyle vâcib kılmakta­dır ve zekâtı önden veren kimseyi de, müddetli olan borcunu, ödeme zamanından evvel ödeyen kimseye benzetmektedir (Kastallânî).

[9] Muhelleb şöyle dedi: Bu hadîste hîle ile ölüm ile ve zekâtın düşmeyeceğine hüc­cet vardır. Çünkü velî, annesinden olan nezri yerine getirmesini hükmedince, Allah'ın farz kıldığı zekâtın ödenmesi daha şiddetle olur.

[10] Çünkü malda zekât, ancak mal zimmette bulunduğu müddetçe vâcib olmakta­dır. Bu kimse İse develeri Ölmüş olup, zimmetinde onlardan birşey kalmamıştır ki veresesi üzerine ödemesi vâcib olsun! -Yânî bu Sa'd ibn Ubâde'nin nezr öde­mesine benzememektedir!- (Kastallânî).

[11] Şigâr suretiyle nikâh,mehirsiz olarak değişmek suretiyle nikâh yapmaktır, ts-lâm'dan önce Arablar arasında bu yolda kızlarını, kızkardeşlerini veya akraba­larım mübadele etmek ve birinin kadınlık kıymeti (bıd'ı) öbürü İçin mehr sayılarak ve ayrıca bir mehr tesmiye etmeksizin nikâh etmek âdeti yürürlükte idi. Bu yol­da mübadele şartıyle iki taraf, kadının kadınlık kıymetini mehr bedeli sayarak nikâh akdi yapıyordu. İslâm'da bu nevi' nikâh akdi, kadınlık şerefini alçalttığı ve birtakım haksızlıklar doğurduğu için yasak edilmiştir.

[12] Ve böylece kadınlardan herbirifie mehri misil vâcib olur. İbn Battal şöyle dedi: Ebû Hanîfe, şigâr nikâhı bir akiddir, mehri misil ile sahih olur dedi. Fesadı meh-rinden dolayı olan her nikâh,'Ebû Hanîfe'ye göre feshedilmez, mehri misille sahîh olur. Diğer üç imâm, şiğâr nikâhı bu hadîsin zahirine göre bâtıldır, de­mişlerdir.

[13] İmâm Zufer, muvakkat nikâhı caiz kılıp şartı ilga etti, çünkü şart fâsiddir. Ni­kâh ise fâsid şartla bâtıl olmaz... (Kastallânî).

[14] Mut'a nikâhının Câhiliyet devrindeki nikâh şekillerinden biri olduğu, Nikâh Ki-tâbı'nda geçmişti. Mut'a nikâhı, muvakkat bir zaman için iki tarafın razı oldu­ğu bir ücret mukaabilinde kadın kiralamaktır. İslâm devrinde ise bunun cevazı, yalnız harb ve cihâd zamanlarında ve zaruret hâllerine tahsis edilmişti. Gaza­larda gazilerin, şiddetli kadın ihtiyâcı tazyîkiyle büyük günâh olan zina fiilini işlemelerini Önlemek için muvakkaten birkaç defa mut'a nikâhına ruhsat veril­miş ve bir defasında yasakhğı ilân edilmişti. En son Mekke fethinde ve Evtas'ta buna ruhsat verilmiş ve akabinde yasaklanmıştı. Veda Hacci'nda da yasakhğı te'yîd edilmiştir. Mut'anın harâmlığında Şîa ve Râfızîler'den başka bütün mez-hebler ittifak etmişlerdir. Şiîler mut'a nikâhını yalnız harb ve cihâd zamanları­na da hasretmeyip, sulh ve hazar zamanlarında da uygulamaktadırlar.. Tafsilât Nikâh Kitabı'nda geçti.

[15] Ebû Hanîfe'ye göre fesâd, butlanı gerektirmez. Çünkü ondan şartı ilga etmek suretiyle ıslâh edilmesi ihtimâli vardır... (Kastallânî).

[16] Bu hadîsin bir rivayeti Şürb Kitâbi'nda da geçti, Müslim de Buyû'da getirmiş­tir. İbn Mâce: "Üç şey asla men' olunmaz: Su, ot, ateş" metniyle rivayet etmiş­tir. Yine İbn Mâce: "İhtiyâçtan fazla su men' edilmez, kuyu ile faydalanmaktan da kimse men' edilmez" suretinde rivayet etmiştir.

Hadîsin îzâhı hakkında Hattâbî şöyle dedi: Bu hadîs, şu kimse hakkında gelmiştir ki, o, Ölü bir arazîde bir kuyu kazar, ihya ve îmâr ederek kuyuya mâ­lik olur. Kuyunun yakınında da hayvanların otlağı olan boş bir arazî bulunur, Şayet kuyu sahibi, o boş arazîde otlayan koyunların kendi kuyusundan sulan­malarım men' edecek olursa, koyun sahibi için orada kalmak mümkün olmaz...

[17] Necş: Meta sahibi, müşteriye metâını medh ve vasfederken tervîc için bir kimse de sahibine muvafakat eylemek, yânî beraberce medh ve vasfeylemektir. Bir kavle göre, satın almak arzusu değilken, ziyâde bahâ ile satılmak için musanna' ol­mak üzere o metâ'a daha çok bahâ ile müşteri olmak ma'nâsınadır... (Kaamûs Ter.)

Alım satım işlerine bu menfur şekillerden hangi suretle olursa olsun müdâ­halenin çirkinliği besbellidir.

Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bunun Hileler Kitâbı'na giriş yönü, içinde başkalarına zarar vermek için bir nevi' hîle bulunmasıdır. Bunun bir rivayeti de Buyû'da geçmişti.

[18] Çünkü dîn, nasihattir. Bunun bir rivayeti ve açıklaması Buyu' Kitâbi'nda geç­mişti.

[19] Şu âyetlere işaret buyurulmaktadır: en-Nisâ: 2, 3, 6, 9, 10, 11.

[20] Hadîs en-Nisâ Tefsîri'nde birkaç yerde geçti ve açıklamaları da oralarda verildi.

İbn Battal: Bu hadîste velînin, mehrinin en azıyle yetîm kızla evlenmesi ca­iz olmayacağına ve mehri hakkında emsallerinin mehrine denk olmayan eşya vermesi de caiz olmayacağına delîl vardır, demiştir.

en-Nisâ: 3-4. âyeti tefsirinde Mucâhid şöyle demiştir: Bunun ma'nâsı, ye-r'imler hakkında adalet yapamamaktan korkuyorsanız, zinadan korkunuz da size halâl ve hoş olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız ki, harama düşmek teh­likesine ma'rûz olmayınız...

Bu tefsir, büyük bir hakîkati içine almaktadır ki, yetîm haklan ve kadın hakları mefhûmu içinde zinadan koruma ma'nâsının mühim bir esâs teşkîl etti ğini ve taaddüd-İ zevcât müsâadesinin bu hikmet ile alâkadar olduğunu ve bun­da fuhuş ve zina sefaletlerine karşı esaslı bir cidal bulunduğunu gösterir... {Hakk Dîni, II, 1286).

[21] Yânî bu bir satış değildir, o bunu "Câriye öldü" demesiyle almıştır. Bu zail olun­ca, hükmün aslına dönmesi vâcib olur (Aynî).

[22] Aynî şöyle cevâb verdi: "Mal/arınız üzerinize haramdır" sözünün ma'nâsı, ara­nızda rızâlaşma bulunmadığı zaman haramdır, demektir, burada ise mâlikin gas-bedenden kıymeti almasıyle, bu nzâlaşma bulunmuştur.

İkinciye de şöyle cevâb verdi: Lügatte her gasbedene gadir denilmez, çün­kü gadr, vefayı terktir. Gasb ise, birşeyi kahren almaktır. Gâsıbın "Câriye Öldü" demesi yalandır. Sonra mâlik, kıymeti ahp razı olmuştur.

[23] Bu hadîsin bir rivayeti Cihâd'ın sonlarında geçmişti.

[24] Bunun bir rivayeti, Mezâlim'de ve Şehâdet'te geçti. İnşâallah Ahkâm'da da ge­lecektir. Zımmî ve muâhedeli kimseler hakkındaki hüküm de böyledir. Müsli-min haksız olarak lehine hüküm verilen şeyi almaması, zımmî ve muâhedeli kimselerin hakkı da bir hükümle bir kimseye verildiğinde aynı şekildedir.

Bu hadîste hâkimin hükmü, Allah'ın ve Rasûlü'nün haram kıldığı birşeyi halâl kılmaz, halâl kıldığı birşeyi de haram kılmaz düstûru vardır.

[25] Çünkü Ebû Hanîfe rahimehullâhın mezhebi, hâkimin hükmü zahiren ve bâtı-nen nafiz olur (Kastallânî).

[26] Hadîsin bir rivayeti Nikâh'ta, "Kızını, kız istemediği hâlde evlendirdiği zaman, kızın nikâhı merduddur bâbı"nda geçmişti.

[27] Sufyân ibn Uyeyne bu sözleriyle onun hadîsi mürsel olarak rivayet ettiğini bil­dirmek istemektedir.

[28] Çünkü Ebû Hanîfe'ye göre hâkimin hükmü zahiren ve bâtmen geçerli olur. Mu-helleb şöyle nakletti: Yüce Allah'ın şu "Kadınları boşattınız da iddetlerini bitir­diler mi, aralarında meşru' bir suretle anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın..." {el-Bakara: 232) kavlinden dola­yı, âlimler dulun izninin alınmasının vucûbunda ittifak etmişlerdir. Bu nikâhın iki çift taraftan olan bir rızâ üzerine sabit olacağına delâlet etti. Peygamber (S) de dulun nikâhı için izin istemeyi emretti ve istemeden evlendirilen kadının ni­kâhını da redd ve ibtâl eyledi. İmâm Ebû Hanîfe'nin görüşü ise, bunların hep­sinden hâriçtir (Bunu İbn Hâcer, Fethu'l-Bârî'de söyledi) (Kastallânî).

[29] Bunun bir rivayeti Nikâh'ta geçti,

[30] İki şahidin bu hususta yalan söylediğini bilmekle beraber. Bunun zahiri, kız şe-hâdetten sonra bulûğa ermiş ve evlenmeye razı olmuştur; yâhud da adam, kızın bulûğa erdiğine ve evlenmeye razı olduğuna iki şâhid getirdi ve böylece evlen­miş olduğunu kasdetmesi muhtemel olur. Bu da şehâdetin altında dâhil olur. Fethu 'l-Bâri'de şöyle dedi: İzin istemek, nikâhın sıhhatinde bir şart değildir. Eğer vâcib olsaydı, bu takdirde hâkim bu koca için yeniden bir akid in$â ederdi ve sahih olurdu. Bu Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. O, Alî'den gelen bir eserle hüccet getirdi. Alî, iki şahidin seni evlendirdiler, demiştir (Kastallânî).

[31] Peygamber'e inen şeyle "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnûdluğunu araya­rak Allah'ın sana halâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun?..." (cı-Tahrîm: i) âyetini kasdediyor. Çünkü Peygamber bal şerbeti içtim deyince, bir daha onu içmem diye ahdetmişti.... Bir görüşte, cariyesi Mâriye hakkında onunla cinsî münâsebet yapmamaya yemîn edip, bunu Hafsa'ya gizlice söyle­mişti. O da bu sırrı Âişe'ye yaymıştı. Bunun üzerine Kur'ân inmişti (Aynî).

[32] et-Tahrîm Sûresi tefsirinde geçen bir rivayette, Rasûlullah'a bal şerbeti ikram eden kadının Zeyneb bintu Cahş olduğu rivayet edilmişti.

[33] Ve Hafsa hakkındaki hîle ve tedbîrimin duyulmasını istemedim.

Hadîsin başlığa uygunluğu "Vallahi muhakkak biz O'na bir hîle yaparız" sözünden alınır. Hadîsin bâzı rivayetleri Et'ıme, Eşribe, Tıbb ve et-Talâk Ki-tâbları'nda geçti.

Eğer Peygamber'in hîle yapılarak, kadınları tarafından eziyet edilmesi na­sıl caiz olur? dersen, buna şöyle cevâb verildi: Bu, kadınların kıskançlık husu­sundaki tabîatlerinin gereğindendir, Allah da onların bu tabîatlerinden olan kusurlarını affetmiştir! (Kastallânî).

[34] Başlığa uygunluğu "Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâki' otursa, oradan kaç­mak için o yerden çıkmayınız" sözünden alınır. Bunun bir rivayeti Tıbb'da geç­mişti.

[35] el-Muhelleb: Taundan kaçmak hususunda hîle yapmak, meselâ taundan kaçma­ya niyet ettiği hâlde ticâret yâhud ziyaret için çıkmak suretiyle olur, demiştir.

Bunun bir rivayet İsrâîl oğullan'nın zikri'nde geçmişti.

Buradaki iki hadîsin birkaç rivayeti Müslim, Kitâbu's-Selâm'da geçmekte­dir: Müslim Ter., VII, 70-78 "2218-2219".

[36] Cumhura göre zekâtın vucûbunu da düşürmüştür. Hibeden dönmek ise, ancak baba için olabilir. Buhârî Rasûlallah'ın gelecek hadîsiyle hüccet getirdi.

[37] Yânî biz mü'minler topluluğu için böyle kötü sıfatla sıfatlanma lâyık olmaz!.. Bunun bir rivayeti Hibe'de geçmişti.

[38] Şuf'a hakkı, akara mahsûstur: Müslim'in ve Tahâvî'nin Câbir'den rivayet et­tikleri bir hadîste, Rasûlullah (S): "Şuf'a, ortaklardan herbirinin öbürüne ar-zetmeden satmak hakkını hâiz olmadığı bir tarla, bir arsa, bir ev, bir bahçe üzerindeki ortaklık hakkıdır, kendisine teklif olunan ortak ya alır, yâhud al­maz bırakır" buyurmuştur... Bunun bir rivayeti Buyû'da geçmişti.

[39] Kastallânî şöyle dedi: Ve o kendi sözüne muhalefet etti. Çünkü o, komşunun şufası hakkında "Komşu komşuya en haklı şefî'dir" hadîsiyle hüccet getirdi. Sonra da komşu olmayanın evde komşudan daha haklı şefi' olmasını gerekti­ren bir sözle şuf ayı düşürmekte hîle yaptı. Hâlbuki bunda sünnete aykırı bir-şey yoktur. Lâkin Hanefîler indinde meşhur olan bu hüe, Ebû Yûsuf'a âiddi. Muhammed ibn Hasen'e gelince, o, bu hîle şiddetli bir kerahet ile kerih olur. Çünkü bunda zarar vardır, bilhassa müşterî ile şefi' arasında düşmanlık olup; ortağı ile zararlamr, demiştir.

Aynîde şöyle dedi: Ibtâl etmesi "Komşu için evin kalanında şuf a yoktur'* suretinde söylenmesindendir ve bu kelâmıyle kendi sözüne muhalefet etti. Ben dedim ki: Bunda asla tenakuz yoktur. Çünkü yüz paydan bir pay satın aldığı zaman, bu kimse evin mâlikine ortak olmuştur. Sonra ondan geri kalanı satın aldığında, bu şahıs şuf aya komşudan daha haklı olur. Çünkü komşunun şu fa­ya hakk kazanması, ancak evin kendisinde ortaktan sonra olur... (Umdetu'l-Kaa-rî)

[40] et-Tirmizî, el-Buhârî'den her iki tarikin sahîh olduğunu hikâye etmiştir.

[41] Bu suretle şuf ayı düşürmesi, ancak hibenin sırf bir muâvaza olmayıp, irse ben-zemesindendir.

[42] Yânî küçük çocuğa hibenin tahkikinde ve şartlarının cereyanında yemîn düş­mez. "Küçük" kaydıyle kayıdladı. Çünkü hibe, şayet büyük için olsaydı, üzerine yemîn vâcib olurdu. Böylece şuf'ayı düşürmek hususunda onu küçüğe tahsis et­mek suretiyle hîle yapar... (Kastallânî).

[43] Başlığa uygunluğu "Şu bana verilen hediyedir" sözünden alınır. Bu hadîsin bâ­zı rivayetleri Zekât, Hibe, Nuzûr Kitâbları'nda da geçmiş ve açıklamaları ora­larda verilmişti.

[44] Yânî komşu komşuya (meselâ onu gözetip korumak ve ona sadaka vermek sû-retleriyle) onun yakınlığına daha haklıdır.

Bunun benzeri hadîs, yakında geçti.

[45] Bu ise açık bir tenakuzdur. Çünkü Ebû Hanîfe'de herkesle beraber olarak üm­met, satıcının istihkakta reddolunmayacağı üzerinde birleşmiştir. Ayıp sebebiy­le redd de ancak kabzedilen şeyde olur. Şefî' de böyledir. O da ancak müşterinin ödediği bedelle ve satıcıdan kabzettiği şeyle şefî' olur, akd ile değil. Bunu gele­cek kavli ile işaret etti (Kastallânî).

[46] Bu hadîsin bir rivayeti, Buyu1 Kitâbı'nın evvellerinde "îki alıp-satıcı birbirleri­ne beyân ettikleri ve nasîhat ettikleri zaman bâbi"nda bir lâfız ile geçmişti: Bu hârî unvan hâlinde ta'lîkaan Adda ibn Hâlid(R)'den RasûluIlah(S)'ın bir mek­tubu zikrolunduğuhu rivayet ediyor. Rasûlullah'm bir köle veya câriye satması üzerine yazdığı bu mektubunu, Buhârî çok kısa rivayet etmiştir. Tirmizî'nin ri-. vâyeti, hadîsin sevk suretini de içine alarak daha geniş olduğu için, onu tercüme ediyoruz: Abdulmecîd ibn Vehb şöyle dedi: Adda ibn Hâlid (R):

Rasûlullah'in bana yazdığı bir kitabı var, onu sana okuyayım mı? dedi.

Ben de:

— Evet oku! dedim.

İbn Hâlid bir mektûb çıkardı. Şöyle idi: "Bu vesika Adda ibn Hâlid ibni Hevde'nin, Muhammed Rasûlullah'tan bir köle veya câriye satın alması üzeri­ne yazılmıştır. O köle veya cariyede ne hastalık, ne de ayıp vardır, ne kaçmak ve hîlebâzhk bilir, ne defisk vefucûr, zina ve hırsızlık. Binâenaleyh bu akid bir müslümâmn öbür müslümâna satış ve alışıdır" (Tecrîd Ter., VI, 450-451).

[47] Bu hadîsin bir rivayeti yakında geçmiş ve bâzı açıklama orada verilmişti.