63- KİTABU MENAKIBİ'L-ENSAR.. 3

1- Peygamber(S)'İn: "Eğer Hicret Olmasaydı, Muhakkak Ben Ensâr'dan Olurdum" Sözü Babı 4

2- Peygamber(S)'İn Muhâcirlerte Ensâr Arasında Kardeşlik Kurması Babı 4

3- "Ensâr'ı Sevmek Îmândandır" Babı 5

4- Peygamber(S)'İn Ensâr'a Hitaben: "Sizler Bana İnsanların En Sevimlilerindensiniz" Sözü Babı 5

5- Ensâr'a Tâbi' Olanlar Babı 5

6- Ensâr Yurtlarının Fadlı Babı 6

7- Peygamberdin Ensâr'a Hitaben: "Sîzler Havuz Başında Bana Kavuşuncaya Kadar Sabrediniz" Sözü Babı 6

8- Peygamberdin: "Ensâr'a Ve Muhâcirler'e İyilik İhsan Eyle" Duası Bâbi 7

9- Bâb: 7

10- Peygamber(S)'İn: "Ensâr'ın İyilik Edenlerinden Kabul Edin, Kötülük Edenlerinin Kusurlarından Da Vazgeçin" Sözü Babı 8

11- Sa'd İbnu Muâz(R)'In Menkabeleri Babı 8

12- Useyd İbn Hudayr İle Abbâd İbn Bişr(R)İn Menkabeleri Babı 9

13- Muâz İbnu Cebel(R)'İn Menkabeleri Babı 9

14- Sa'd İbnu Ubâde(R)'Nin Menkabesi Babı 10

15- Ubeyy İbnu Ka'bir)'In Menkabeleri Babı 10

16- Zeyd İbn Sâbit(R)İn Menkabeleri Babı 11

17- Ebû Talha(R)'Nın Menkabeleri Babı 11

18- Abdullah İbnu Selâm(R)1n Menkabeleri Babı 11

19- Peygamberdin Hadîce İle Evlenmesi Ve Hadîce(R)'Nin Fazileti Babı 12

20- Cerîr İbnu Abdillah El-Becelî(R)'Nin Zikri Babı 13

21- Huzeyfe İbnu'l-Yemân El-Absî(R)'Nin Zikri Babı 14

22- Utbe İbnu Rabîa'nın Kızı Hind(R)'İn Zikri Babı 14

23- Zeyd İbnu Amr İbn Nufeylin Hadîsi Babı 14

24- Ka'be'nin Bina Edilmesi Babı 16

25- Câhiliyet Günleri Babı 16

26- Câhiliye Devrinde Kasâme Yemini 19

27- Peygamber(S)'İn Allah Tarafından Peygamber Gönderilmesi Babı 21

28- Peygamberdin Ve Sahâbîlerinin Mekke'de İken Müşriklerden Ma'rûz Kaldıkları Eziyetler Babı 21

29- Ebû Bekr Es-Sıddîk(R)'In İslâm'a Girişi Babı 22

30- Sa'd İbn Ebî Vakkaas<R)'In İslâm'a Girişi Babı 23

31- Cinn'in Zikri Babı 23

32- Ebû Zerr El-Gıfârî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Babı 24

33- Saîd İbnu Zeyd(R)'İn İslâm'a Girişi Babı 25

34- Umer İbnu'l-Hattâb(Rrin İslâm'a Girişi Babı 25

35- Ay'ın İkiye Bölünmesi Babı 26

36- Habeşistan'a Hicret Bâb1. 27

37- Habeş Hükümdarı Necâşî'nin Ölümü Babı 28

38- Kureyş Müşriklerinin Peygamber (S) Aleyhine Ahidleşmeleri Babı 29

39- Ebû Tâlib Kıssası Babı 29

40- El-İsrâ Hadîsi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 30

41- Mi'râc (Kıssası) Babı 30

42- Enşâr'ın Mekke'de Peygamber(S)'İn Huzuruna Elçilikle Gelmeleri -Ve Akabe Bey'atı Babı 34

43- Peygamberdin Âişe İle Evlenmesi, "Âişe'nin (Hicret'ten Sonra) Medine'ye Gelmesi Ve Peygamberin Âişe İle Güvey Odasına Girmesi Babı 34

44- Peygamber (S) İle  Sahâbîlerinin Medine'ye Hicret Etmeleri Babı 35

45- Peygamber(S)İn Ve Sahâbîlerinin Medine'ye Gelişleri Babı 45

46- Muhacirin Hacc Ye Umre İbâdetini Bitirdikten Sonra Mekke'de İkaameti(Nin Hükmü) Babı 47

47- Târîh Ve Sahâbîler İslâm Târihinin Başlangıcını Hangi Vak'adan Ta'yîn Ve İ'tibâr Ettiler? Babı 47

48- Peygamber(S)'İn: "Yâ Allah! Sahâbîlerim İçin Hicretlerini Tamamla" Sözü Ve Mekke'de Ölenler İçin Mersiyesi (Yânî Onlara Acıyıp Yanması) Babı 49

49- Bâb: Peygamber (S) Sahâbîleri Arasındaki Kardeşliği Nasıl Kurdu? 50

50- Bâb. 50

51- Peygamber (S) Medine'ye Geldiği Zaman Yahudilerin (Kendisiyle Siyâsî Münâsebet Kurmak İçin) Peygamber'e Gelmeleri Babı 51

52- Selmân El-Fârisî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Bâb1 52


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

 

63- KİTABU MENAKIBİ'L-ENSAR

(Ensâr 'in Menkabeleri Kitabı) [1]

 

(Ve Yüce Allah'ın şu kavli:)

"Onlardan evvel (Medine'yi) yurt ve imân (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.

Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç (meyli) bulmazlar. Kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa

bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar..."

(el-Haşr: 9) [2]

 

1-.......Gaylân ibn Cerîr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Enes'e:

— Re'yirı nedir: Siz Medîneliler, Kur'ân'da gelmezden önce En­sâr adiyle anılır mıydınız, yoksa Ensâr adım size Allah mı vermiştir? diye sordum.

Enes:

  Evet, bu adı bize Allah verdi, dedi.

Gaylân şöyle demiştir: Biz Basra'da Enes'in yanma girerdik de, o bize Ensâr'm menkabelerini, hazır bulundukları harb yerlerini tahdîs ederdi. Enes, bana yâhud Ezd kabilesinden bir adama yönelip gelir­di de bana yâhud o Ezdli'ye hitaben Ensâr'i kasdederek:

— Senin kavmin Ensâr şu gün, şu gün, şu gün, şu gün bu'işleri yaptı, derdi [3].

 

2-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Buâs günü, Allah'ın kendi Rasûlü için hazırladığı bir gündür. Bunun üzerine (yânî bu muharebe­nin neticesi üzerine) Rasûlullah (S) Medine'ye hicret edip gelmiştir.

Öyle bîr hâl üzerine ki, hicret sırasında Evs ve Hazrecliler'in cem'i-yetleri dağılmış, hayırlıları ve önde gelenleri öldürülmüş ve yaralan­mışlardı. İşte onların bu perişanlıkları üzerine Allah muhâriblerin İslâm camiasına girmeleri için bu günü Rasûlü'ne önden hazırlamış­tır [4].

 

3-.......Ebu't-Teyyâh şöyle demiştir: Ben Enes(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Mekke'nin fethi günü Rasûlullah, yeni müslümân olan Kureyş büyüklerinden herbirine (gönüllerini müslümânlığa alıştırmak için Huneyn ve Hevâzin ganimet mallarından yüzer deve gibi, En-sâr'ın nail olmadığı) bol pay vermişti. Ensâr'dan bâzı kimseler bunu görünce, sebebini, ve hikmetini anlamayarak:

  Vallahi şu işe muhakkak hayret edilir: Kılıçlarımız henüz Ku­reyş kanı damlatırken, kazandığımız ganimetlerimiz Kureyş eşrafına geri döndürülüyor, dediler.

Onların bu sözleri Peygamber'e ulaşınca, Ensâr'ı da'vet etti. Enes dedi ki: Peygamber onlara:

  "Sizden bana erişen sözler nedir?" diye bunun mâhiyetini sor­du.

Ensâr da yalan söylemez olduklarından:

  Sana erişen bu sözleri biz söyledik, dediler. Peygamber (S) de:

  "Diğer insanlar aldıkları ganimet mallarıyla evlerine dönüp giderlerken, sizler de Allah'ın Rasûlü ile evlerinize dönüp gitmeniz­den razı olmaz mısınız? Eğer Ensâr bir dere veya dağ yoluna girse­ler, muhakkak ben Ensör'ın dere yoluna yâhud dağ yoluna girerdim" buyurdu [5].

 

1- Peygamber(S)'İn: "Eğer Hicret Olmasaydı, Muhakkak Ben Ensâr'dan Olurdum" Sözü Babı

 

Bunu Abdullah ibn Zeyd, Peygamberden söyledi [6].

Fakat Allah onların aralarım bulup kaynaştırdı..." (el-Enfâl: 63).

Bu bilgilerle Âişe'nin "Buâs, Allah'ın, Rasûlü için hazırlamış olduğu bir gün idi" sözünün şumûlü açıklanmış oluyor.

 

4-.......Bize Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) Peygamber (S) şöyle buyurdu; yâhud da Ebû'l-Kaasım (S) şöyle buyurdu, demiştir:

— Eğer Ensâr bir dere yoluna yâhud bir dağ yoluna girselerdi, muhakkak ben Ensâr'la beraber onların vadisinin içine girerdim. Eğer hicret (dînî bir emir ve ibâdet) olmasaydı, ben muhakkak Ensâr'dan bir kişi olurdum".

Hadîsin sonunda râvî Ebû Hureyre: Rasûlullah bu sözüyle hak­sızlık etmemiştir. Babam anam O'na feda olsun! Çünkü Ensâr, Ra-sûlullah'ı barındırdılar ve O'na yardım ettiler, demiş yâhud başka bir kelime daha söylemiştir [7].

 

2- Peygamber(S)'İn Muhâcirlerte Ensâr Arasında Kardeşlik Kurması Babı [8]

 

5-....... İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf (R) şöyle demiştir:

Muhacirler Medine'ye geldikleri zaman Rasûlullah (S), Abdurrahmân ibn Avf ile Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik kurdu. Sa'd ibnu'r-Rabî', Abdurrahmân'a hitaben:

— Ben mal yönünden Ensâr'ın en zenginiyim. Malımı iki kısma böleyim. Benim iki kadınım var. Bak düşün! Onlardan hangisi senin hoşuna giderse onun ismini bana şöyle de ben onu boşayayım. Boşa­yacağım o kadının iddeti geçince sen onunla evlenirsin, dedi.

Abdurrahmân ibn Avf da Sa'd'a:

— Allah ehlini ve malını sana mübarek eylesin! Ticâret yapılan çarşınız nerde? dedi.

Bunun üzerine ona Kaynukaa oğullan çarşısına delâlet ettiler. Artık Abdurrahmân o çarşıdan her dönüşünde beraberinde muhak­kak keş ve yağdan bir fazlalıkla döndü. Sonra her sabah ticâret için o çarşıya gitmeye devam etti. Sonra bir gün kendisinde (zifafa giren­lere mahsûs) zağferân eseri olduğu hâlde, Peygamber ziyarete geldi. Peygamber:

  "Hâlin sânın nedir?" diye sordu. Abdurrahmân:

— Evlendim, dedi. Peygamber:

  "Kadına ne kadar mehr verdin?" dedi. Abdurrahmân:

— Altından bir çekirdek yâhud bir çekirdek (beş dirhem) ağırlı­ğında altın verdim, dedi.

Râvî İbrâhîm ibn Sa'd şekkli söylemiştir [9].

 

6-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn Avf Medine'ye» bizim yanımıza geldi. Rasûlullah onunla Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında kardeşlik akdi yaptı. Bu Sa'd, malı çok bir zât idi. Sa'd, Abdurrahmân'a:

— Ensâr, benim malca en zengini olduğumu bilmişlerdir. Ben malımı benimle senin aranda ikiye taksim edeceğim. Benim iki tane kadınım vardır. Bak düşün! Onlardan hangisi senin hoşuna giderse, ben onu boşayacağım da o kadın iddetten çıkıp evlenmesi halâl olunca, sen onunla evlen, dedi.

Abdurrahmân, Sa'd'a:

  Allah sana ehlin hakkında bereket ihsan eylesin! dedi.

Artık Abdurrahmân o günlerde çarşıdan muhakkak yağdan, keş­ten bir rnijcdâr şey kazanmadan dönmedi. Çok geçmedi. Nihayet Ab­durrahmân, üzerine sarı koku bulaşmış olduğu hâlde Rasûlullah'a (ziyarete) geldi. Rasûlullah ona:

  "Senin hâlin nedir (evlendin mi?)" diye sordu. Abdurrahmân:

  Ben Ensâr'dan bir kadınla evlendim, dedi. Rasûlullah (S):

  "O kadın hakkında ne kadar mehr şevkettin?" dedi. Oda:

— Altından bir çekirdek ağırlığı yâhud altından bir çekirdek ver­dim, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  "Bir koyunla olsun düğün aşı yap" buyurdu.

 

7-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ensâr, Peygamber'e:

— Hurmalıklarımızı bizimle Muhacirler arasında taksim et, de­diler.

Peygamber (S):

  "Hayır taksim etmem" buyurdu. Ensâr, Muhâcirler'e:

— (Terbiye ve sulama) işlerini sizler yükleniniz de hurma mah­sûlünde bizlere ortak olunuz, dediler.

Muhacirler, Ensâr'a:

— (Peygamber'den gelen bu emri) işittik ve itaat ettik, dediler [10].

 

3- "Ensâr'ı Sevmek Îmândandır" Babı

 

8- Bize Haccâc ibn Minhâl tahdîs etti. Bize Şu'be, tahdîs edip şöyle dedi: Bana Adiyy ibnu Sabit haber verip şöyle dedi: Ben el-Berâ(R)'dan işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber (S) Men işittim -yâhud el-Berâ: Peygamber (S) şöyle buyurdu, demiştir-: "Ensâr, ki onları ancak mü'min olan sever ve yine onlara ancak münafık olan kimse buğz edip kin tutar. Her kim Ensâr'ı severse Allah da onu sever, her kini de Ensâr'a buğz ederse, Allah da ona buğz eder".

 

9-.......Enes ibn Mâlik(R)'ten: Peygamber (S): "(Kâmil) îmâ­nın alâmeti Ensâr'a sevgi, münafıklığın alâmeti de Ensâr'a buğz etmektir" buyurmuştur [11].

 

4- Peygamber(S)'İn Ensâr'a Hitaben: "Sizler Bana İnsanların En Sevimlilerindensiniz" Sözü Babı

 

10-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Pey­gamber (S) birtakım kadınlar ve çocukları karşıdan gelirlerken -râvî: Düğün aşından gelirlerken dediğini sanıyorum, demiştir- gördü de aya­ğa kalkıp dikelerek: "Allah şâhid olsun ki, sizler bana insanların en sevimlilerindensiniz" buyurdu ve bu sözü üç kerre tekrarladı [12].

 

11-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Bir kerresinde Ensâr'dan bir kadın, kendi çocuğunu ile beraber Rasûlullah'a geldi. Ra-sûlullah (S) onunla konuştu. Sonra Rasülullah iki kerre: "Nefsim elinde olan Allah'ayemîn ederim ki, siz Ensâr cemâati bana insanların en sevimlilerisiniz" buyurdu.

 

5- Ensâr'a Tâbi' Olanlar Babı

 

12-.......Zeyd ibn Erkam(R)'dan (şöyle demiştir): Ensâr, Pey­gamber'e hitaben:

— Her peygamberin tâbi'Ieri (kendi sünnetine uyan sahâbîleri) vardır. Biz de bütün kanâatimizle Sana uymuşuzdur. Bunun için bi­zim tâbi'lerimizi bizden (bizim seviyemizde kimseler) kılmasını Al­lah'a duâ ediver, dediler.

Bunun üzerine Peygamber onların dilekleri için duâ etti.

Râvî Amr ibn Murre dedi ki: Ben bu hadîsi İbnu Ebî Leylâ'ya naklettim de o: Bunu Zeyd ibn Erkam söyledi, dedi.

 

13-.......Amr ibnu Murre tahdîs edip şöyle demiştir: Ben, Ensâr'dan bir adam olan Ebû Hamza'dan işittim (şöyle dedi): Ensâr, Peygamber'e hitaben:

— Her kavmin tâbi'leri vardır. Biz de bütün kanâatimizle Sana uymuşuzdur. Binâenaleyh bizim tâbi'lerimizi de bizden kılmasını Al­lah'a duâ ediver, dediler.

Peygamber (S):

  "Yâ Allah! Ensâr'ın tâbi'lerini kendilerinden kıl (yânî onla­ra uyan kimseler kıl)" diye duâ etti.

Râvî Amr dedi ki: Ben bu hadîsi tbnu Ebî Leylâ'ya zikrettim. O: Bunu Zeyd söylemiştir, dedi.

Râvî Şu'be: Ben Ibnu Ebî Leylâ'nın Zeyd sözünün, Zeyd ibn Er-kam olduğunu zannediyorum, demiştir [13].

 

6- Ensâr Yurtlarının Fadlı Babı

 

14-.......Bize Şu'be tahdîs edip şöyle dedi: Ben Katâde'den işit­tim; o da Enes ibn Mâlik'ten ki, Ebû Useyd (R) şöyle demiştir: Pey­gamber (S):

— "Ensâr yurtlarının hayırlısı Neccâr oğullaradır. Sonra Abdu'l-Eşhel oğulları, sonra el-Hâris ibn Hazrec oğulları, sonra Sâide oğul­ları'dır. Ve Ensâr yurtlarının hepsinde hayır vardır" buyurdu.

Sa'd (ibn Ubâde):

— Ben Peygamber'in muhakkak bâzı Ensâr kabilelerini bizden daha faziletli kılmış olduğunu düşünüyorum, dedi.

Kendisine:

— Peygamber sizi birçok Ensâr kabileleri üzerine faziletli kıl­mıştır, denildi.

Ve Abdussamed şöyle dedi: Bize Şu'be tahdîs etti: Bize Katâde tahdîs edip: Ben Enes'ten işittim, dedi. Ebû Useyd de Peygam-ber(S)'den bu hadîsi söyledi. Ve râvî bu hadîste Sa'd ibnu Ubâde di­ye ismi tam söyledi [14].

 

15-.......Ebû Seleme (ibn Abdirrahmân ibn Avf) şöyle demiş­tir: Bana Ebû Useyd haber verdi ki, kendisi Peygamber (S)'den: "En­sâr'ın hayırlısı -yâhud da şöyle buyurdu: Ensâr yurtlarının hayırlısı-Neccâr oğulları, Abdu'l-Eşhel oğulları, el-Hâris oğulları, Sâide oğulla-rı'dır" buyururken işitmiştir.

 

16-.......Bana Amr ibnu Yahya, Abbâs ibnu SehlMen; o da Ebû Humeyd es-Sâidî'den tahdîs etti ki; Peygamber (S) şöyle buyurmuş­tur:

  "Şübhesiz Ensâr yurtlarının hayırlısı, Neccâr oğulları yurdu­dur. Sonra Abdu'l-Eşhel oğulları yurdu, sonra el-Hâris oğulları yurdu, sonra Sâide oğulları yurdudur. Ve Ensâr yurtlarının hepsinde hayır vardır".

(Ebû Humeyd dedi ki:) Sonra biz (Sâide oğulları kabîlesinin baş­kanı) Sa'd ibnu Ubâde'ye kavuştuk. (Arkadaşımız) Ebû Useyd, Sa'd ibn Ubâde'ye:

— Görmedin mi, Peygamber (S) Ensâr'ın bir kısmını öbürlerin­den daha hayırlı kıldı; biz Sâide oğulları'nı da hayırhlıkta sonuncu yaptı, dedi.

Sa'd da hemen Peygamber'e yetişti de:

— Yâ Rasûlallah! Ensâr yurtlan hayırhlık tertibiyle sayıldı da biz (Sâide oğulları) sonuncu kılındık, dedi.

Rasûlullah:

  "Hayırlılardan olmanız size kâfî değil midir?" buyurdu [15].

 

7- Peygamberdin Ensâr'a Hitaben: "Sîzler Havuz Başında Bana Kavuşuncaya Kadar Sabrediniz" Sözü Babı

 

Bu hadîsi Abdullah ibn Zeyd, Peygamber'den olmak üzere söylemiştir [16].

 

17-.......Bize Şu'betahdîs edip şöyle dedi: Ben Katâde'den işit­tim; o da Enes ibn Mâlik'ten; o da Useyd ibn Hudayr'den: Ensâr'-dan bir kişi:

— Yâ Rasûlallah! Fulân kimseyi me'mûr ta'yîn ettiğin gibi, be­ni de zekât âmili veya bir yere vâlî ta'yîn etmez misin? dedi.

Rasûlullah cevaben:

  "(Ey Ensâr cemâati!) Benden sonra yakında sizler (böyle dün­yâ işlerinde) başkalarının size tercih edildiği zamana kavuşacaksınız. Bununla beraber sizler havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz" buyurdu.

 

18-....... Hişâm ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben'Enes ibn Malik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) Ensâr'a: "Şübhesiz sizler benden sonra yakında başkalarının sizlere tercih edildiği zama­na kavuşacaksınız. Bununla beraber siz bana kavuşuncaya kadar sab­rediniz. Sizin bana kavuşma yeriniz (Kevser) havuzudur" [17].

 

19-.......Bize Sufyân (ibn Uyeyne) tahdîs etti ki, Yahya ibn Saîd, Enes ibn Mâlik(R)'ten işitmiştir. Enes, Haccâc'ın zulmünden şi­kâyet etmek üzere Basra'dan Şam'a, el-Velîd'in yanına çıktığı zaman, Yahya da Enes'in beraberinde çıkmıştı. Şikâyet sırasında Enes ibn Mâlik kendisinin Ensâr'dan olması münâsebetiyle Velîd'e şöyle de­miştir: Peygamber (S) Bahreyn arazîsini kıt'a kıt'a ayırıp sahâbîlere dağıtmak üzere önce Ensâr'ı çağırdı. Ensâr feragat göstererek:

— Muhacir kardeşlerimize bunun benzerini bölüp taksim etme­dikçe bize bir arazî kesip vermeyiniz, dediler.

Rasûlullah (S):

  "Madem ki (başkalarını kendinize tercîh ederek) almak iste­miyorsunuz, şu hâlde Kevser havuzunda bana kavuşuncaya kadar sab­rediniz! Çünkü şu muhakkak: Benden sonra yakında size, başkalarının tercîh edileceği bir zaman gelip isabet edecektir" buyurdu [18].

 

8- Peygamberdin: "Ensâr'a Ve Muhâcirler'e İyilik İhsan Eyle" Duası Bâbi

 

20-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Lâ ayşe illâ ay şu H-âhire fe aslıhi 'l-ensâra ve 'l-muhâcirah (= Âhiret ya­şayışından başka yaşama yok, sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e iyilik ih­san eyle)" buyurdu.

Katâde, Enes'ten; o da Peygamber'den bunun benzerini rivayet etti, lâkin burada: "Ensâr'a mağfiret eyle" demiştir [19].

 

21-.......Bize Şu'be, Humeyd et-TavîI'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle dedi: Ensâr Hen­dek günü (toprak kazıp taşırlarken):

— Nahnu'llezîne bâyeu Muhammeden Aîe'I-cihâdi mâhayînâ ebeden

(- Bizler yaşadığımız müddetçe dâima cihâd etmek üzere Muhammed'e bey'at edip söz vermiş kişileriz) diyorlardı. Peygamber (S) onlara cevâb vererek:

  "Allâhumme lâ ayşe illâ ayşu'î-âhireh Fe ekrimi'î-Ensâra ve'1-Muhâcireh!"

(= Yâ Rabb! Dirlik ve yaşamak ancak âhiret dirliğidir. Sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e ikram eyle!) buyurdu.

 

22-.......Sehl ibn Sa'd şöyle demiştir: Bizler hendek kazar ve oradan çıkan toprağı omuzlarımız üzerinde taşırken, Rasûlullah (S)

yanımıza geldi de:

"AHâhumme lâ ayşe illâ ayşu'î-âhireh Fa'ğfir Hl-Muhâcirîne ve'î-Ensân"

(= Yâ Rabb! Yaşama ancak âhiret yaşamasıdır.

Sen Muhâcirler'e ve Ensâr'a mağfiret eyle) buyurdu [20].

 

9- Bâb:

 

"Onlar kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa bile (Muhacirler'i) öz canlarından daha üstün tutarlar'*

(el-Haşr: 9)

 

23-.......Bize Abdullah ibn Dâvûd, FudayI ibn Gazvân'dan; o da Ebû Hâzım'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Bir kişi (Ebû Hureyre'nin kendisi) Peygamber'e geldi. Peygamber onu (doyurmak için) kadınlarına gönderdi. Kadınlar:

  Bizim yanımızda sudan başka birşey yoktur, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah, yanında bulunan kimselere hitaben:

  "Şu aç insanı kim yemeğine ortak kılar yâhud bunu kim ko­nuk eder?" buyurdu.

Ensâr'dan biri:

  Ben konuklarım, dedi.

Ve o kimseyi eşinin yanma götürdü ve:

  Haydi Rasûlallah'ın konuğuna ikram et, dedi. Fakat kadın:

— Yanımızda çocuklarımın azığından başka birşey yoktur, de­di.

Kocası:

— O yemeğini hazırlayıp getir, ışığım yak, çocuklarını da uyut, dedi.

Kadın da akşam yemeğini yemek istedikleri zaman yemeğini ha­zırladı, ışığını yaktı, çocuklarını da uyuttu. Sonra kalktı, kandili dü­zeltir gibi oynayıp söndürdü. Bu suretle kan koca kendilerini konuğa yemek yiyorlar gibi göstermeye başladılar. İkisi de aç gecelediler. Sa­bah olunca ev sahibi, Rasûlullah'a gitti. Rasûlullah onu görünce şöyle buyurdu:

  "Bu gece Allah güldü, yâhud kan koca sizin güzel hareketi­nize hayret etti. Ve Allah şu âyeti indirdi:... Onlar kendilerinde fa­kirlik ve ihtiyâç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte murâdlarına erenler onların tâ kendileridir" (ei-Haşr: 9) [21].

 

10- Peygamber(S)'İn: "Ensâr'ın İyilik Edenlerinden Kabul Edin, Kötülük Edenlerinin Kusurlarından Da Vazgeçin" Sözü Babı

 

24-....... Hişâm ibn Zeyd şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim, şöyle diyordu: (Peygamber'in ölüm hastalığı sıra­sında) Ebû Bekr ile Abbâs (R), Ensâr toplantılarından bir meclise uğramışlardı. Ensâr orada ağlıyorlardı. Ebû Bekr veya Abbâs:

  Sizleri ağlatan nedir? diye sordu. Ensâr:

— Peygamber'in bizimle beraber oturduğu zamanı hatırlayıp zik­rettik (O'nu kaybedeceğimiz korkusuyla ağlıyoruz), dediler.

Ebû Bekr yâhud Abbâs, Peygamber'in yanına girdi ve O'na, En­sâr'ın bu üzüntülerini haber verdi.

Enes dedi ki: Bunun üzerine Peygamber (S) başına bir kumaş kenârıyle bir çatkı çatmış olduğu hâlde mescide çıkıp minber üzerine yükseldi. Peygamber bu günden sonra bir daha minbere çıkmadı. Pey­gamber Allah'a hamd ve sena ettikten sonra:

  "(Sahâbîlerim!) Sizlere Ensâr'ı (onlara iyi muamele etmeni­zi) vasiyet ederim. Çünkü onlar benim cemâatim, sırdaşlarım, emtn-lerimdir. Onlar üzerlerine düşen yardım vazifesini yerine getirdiler. Şimdi (vazife karşılığındaki) hakları kalmıştır. Şu hâlde siz Ensâr'ın iyilik edenlerinden iyiliklerini kabul edin, (haddlerin dışında) kötü­lük edenlerin kusurlarından da vazgeçin (yânı affedin)'* buyurdu [22].

 

25-....... Ben İkrime'den işittim, şöyle diyordu: Ben tbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu: Rasülullah (S- ölüm hastalığında) üzerinde bir örtü ile ve örtüyü iki omuzu üzerine kıvırarak, başına da siyah bir kumaş parçası çatmış olduğu hâlde mescide çıktı ve ni­hayet minberin üzerine oturdu. Akabinde Allah'a hamd ve sena etti. Sonra "Amma ba'du" diye başladığı hutbesini şöyle sürdürdü: "Ey insanlar! Hiç şübhesiz müslümânlar çoğalıyor, fakat Ensâr (günden güne) azalıyor. Hattâ onlar yemek içinde tuz mesabesinde (azal­mış) olurlar. Şu hâlde (ey Muhacirler!) sizden her kim -bir kimseye zarar verebilecek yâhud yaran dokunacak- bir iş başına geçerse, En-sâr'ın iyilerinin iyiliklerini kabul etsin, kötülerinin kusurlarından vaz­geçsin! "[23].

 

26-.......Şu'be tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Katâde'den işit­tim, o da Enes ibn Mâlik(R)'ten ki, Peygamber (S): "Ensâr benim samimî dostlarım, sırdaşlarım ve emînlerimdir. insanlar günden güne çoğalacaklar, Ensâr ise azalacaktır. Şu hâlde siz Ensâr'ın iyilik eden­lerinden kabul edin, kötülük edenlerinin kusurlarından vazgeçin" buyurmuştur [24].

 

11- Sa'd İbnu Muâz(R)'In Menkabeleri Babı

 

27-....... Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ (ibnu Âzib (R)'den işittim, şöyle diyordu: Peygamber'e ipek bir takım elbise he­diye edildi. Sahâbîler o elbiseye elleriyle dokunmaya ve yumuşaklığı­na hayret etmeye başladılar. Bunun üzerine Peygamber (S): "Sizler bu ipek elbisenin yumuşaklığına şaşıp hayret mi ediyorsunuz? (Al­lah'a yemîn ederim) Sa'd ibn Muâz'm (cennetteki) mendilleri muhak­kak bundan daha hayırlıdır -yâhud daha yumuşaktır-" buyurdu [25].

Bu hadîsi Katâde ile ez-Zuhrî de rivayet ettiler. Onlar bunu Enes ibn Mâlik'ten işitmişlerdir. O da Peygamber(S)'den.

 

28-.......Ebü Avâne, el-A'meş'ten; o da Ebû SufyânTalha ibn Nâfi'den tahdîs etti ki, Câbir (R) şöyle demiştir: Ben Peygam-ber(S)'den işittim: "Arş, Sa'dibn Muâz'ın ölümü için titredi" buyu-ruyordu.

Ve yine el-A'meş'ten (o, şöyle demiştir): Bize Ebû Salih, Câbir'-den; o da Peygamber'den bu hadîsin benzerini tahdîs etti: Bir adam Câbir'e: el-Berâ ibn Âzİb (Peygamber'in geçen sözünün ma'nâsı hak­kında): -Sa'd ibn Muâz'ın üzerinde taşındığı- serîr titredi diyor, de­di. Câbir de cevaben: Bu iki kabîle (yânî E vs ve Hazrec) arasında kinler vardı. Ben Peygamber'den işittim: "Rahmân'ın Arş'ı, Sa'd ibn âz'ın ölümü için titredi" buyuruyordu, dedi [26].

 

29-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den (o şöyle demiştir): Kurayza oğullan'ndan birtakım insanlar Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne boyun eğdiler de Peygamber (S) Sa'd'a haber gönderdi. Sa'd bir merkeb üze­rinde geldi. Sa'd (Kurayza oğullan muhasarasında namaz kılman) mes­cide yakın bir yere ulaşınca, Peygamber Ensâr'a hitaben:

 

  "Haydi hayırlınıza -yâhud seyyidinize- ayağa kalkınız!" bu­yurdu.

Sonra da Sa'd'a hitaben:

  "Yâ Sa'd! Şu Kurayza oğullan senin hükmüne razı oldular" buyurdu.

Sa'd da:

— Ben onlar hakkında şu hükmü veriyorum: Onların harb eden­leri öldürülür, kadınları ve çocukları da esîr edilir, dedi.

Peygamber:

  "Sen Allah 'in hükmüne uygun yâhud Melik'in hükmüne uy­gun hükmettin" buyurdu [27].

 

12- Useyd İbn Hudayr İle Abbâd İbn Bişr(R)İn Menkabeleri Babı

 

30-.......BizeKatâde, Enes(R)'ten şöyle haber verdi: İki zât bir karanlık gecede Peygamber'in yanından (evlerine doğru) çıktılar. Bİr-den önlerinde bir nûr meydana geldi. Nihayet onlar birbirinden ay­rıldıklarında o nûr da onlardan, herbiriyle beraber olmak üzere, ikiye ayrıldı.

Ve Ma'mer ibn Râşid, Sâbit'ten; o da Enes'ten: "Useyd ibn Hu-dayr ile Ensâr'dan bir adam" şeklinde söylemiştir.

Hammâd ibn Seleme de: Bize Sabit, Enes'ten "Useyd ibn Hu-dayr ile Abbâd ibn Bışr, Peygamber'in yanında idiler" diye haber ver­di, demiştir [28].

 

13- Muâz İbnu Cebel(R)'İn Menkabeleri Babı

 

31-.......Şu'be ibnu'l-Haccâc, Amr ibn Murre'den; o da İbra­him en-Nahaî'den; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Ben, Peygamber(S)'den işittim: "Kur'ân okuma­yı şu dört kişiden isteyiniz: Abdullah ibn Mes'ûd'dan, Ebû Huzey-fe'nin âzâdlısı Sâlim'den, Vbeyy ibn Ka'b'dan, Muâz ibn Cebel'den" buyuruyordu [29].

 

14- Sa'd İbnu Ubâde(R)'Nin Menkabesi Babı

 

Aişe: Sa*d ibnu Ubâde, Ifk hâdisesinden önce iyi bir adam idi, demiştir [30].

 

32-....... Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik(R)'ten işittim: Ebû Useyd şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

  "Ensâr mahallelerinin hayırlısı Neccâr oğulları'dır. Sonra Abdu'l-Eşhel oğulları'dır. Sonra el-Hâris ibnu'l-Hazrec oğulları'dır. Sonra Sâide oğulları'dır; Ensâr mahallelerinin hepsinde hayır vardır"

buyurdu.

İslâm'da bir kıdem sahibi olduğu hâlde Sa'd ibn Ubâde:

  Ben Rasûlullah'in, kabîlelerin bâzısını bizden daha faziletli kıldığını görüyorum, dedi.

Kendisine:

  Rasûlullah siz Sâide oğulları'na (burada zikredilmeyen En­sâr kabilelerinden) birçok insanlar üzerinde fazilet verdi, denildi [31].

 

15- Ubeyy İbnu Ka'bir)'In Menkabeleri Babı

 

33-.......Mesrûk şöyle demiştir: Abdullah ibn Amr'm yanında Abdullah ibn Mes'ûd anıldı da, Abdullah ibn Amr hemen şöyle de­di: Bu Abdullah ibn Mes'ûd öyle bir adamdır ki, artık ben onu sev­mekte devam edeceğim: Ben Peygamber(S)'den işittim, o şöyle buyuruyordu: "Kur'ân okumayı dört kişiden alınız: Abdullah ibn Mes'ûd'dan -Rasûlullah isimleri saymağa Abdullah ibn Mes'ûd'dan başladı-, Ebû Huzeyfe'nin âzâdlasi Sâlim'den, Muâz ibn Cebel'den ve Vbeyy ibn Ka'b'dan" [32].

 

34-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Ubeyy ibn Ka'b'a:

  "Allah banaLemyekunillezîne keferû Sûresi'ni muhakkak sana okumamı emretti" buyurdu.

Ubeyy:

  Allah benim adımı (açıkça) andı mı? diye sordu. Peygamber:

  "Evet andı" diye tasdik etti.

Râvî Enes: Bunun üzerine Ubeyy ibn Ka'b (sevincinden) ağladı, demiştir [33]

 

16- Zeyd İbn Sâbit(R)İn Menkabeleri Babı [34]

 

35-.......Enes ibn MâIik(R)'ten (o şöyle demiştir): Peygamber (S) zamanında Kur'ân'ı dört kimse ezberlemişti ki, bunların dördü de Ensâr'dandı: Ubeyy ibn Ka'b, Muâz ibn Cebel, Ebû Zeyd, Zeyd ibn Sabit.

Râvî Katâde şöyle demiştir: Ben Enes'e:

  Ebû Zeyd kimdir? diye sordum. Enes:

  Amcalarımdan biridir, dedi [35].

 

17- Ebû Talha(R)'Nın Menkabeleri Babı

 

36-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Uhud günü asker­ler bozulup insanlar Peygamberin yanından dağıldığı sırada Ebû Tal-ha, Peygamber'in önünde deriden kalkanını O'na siper yaparak se­bat etmiş bulunuyordu. Ebû Talha usta bir atıcı idi, yayının kirişi sertti (oku hızlı giderdi). Uhud günü Ebû Talha (çok ok attığından) iki yâhud üç yay kırıyordu. O gün Ebû Talha'nih yanından terkisi okla dolu olarak geçen her mücâhide Peygamber:

  "Terkindeki okları Ebû Talha'nın önüne boşalt" derdi. Peygamber düşman okçularına bakmak için ayağa kalktığında

hemen Ebû Talha:

— Yâ Nebiyyallah! Babam, anam sana feda olsun, sakın yük­selme! Düşman oklarından biri sana isabet etmesin! Benim göğsüm senin göğsünün önündedir (yânî ona siperdir)! derdi.

Yemîn olsun ben Uhud günü Ebû Bekr'in kızı Âişe ile annem Ümmü Suleym'i (mücâhidler arasında) görmüşümdür: Bu iki kadın, elbiselerini çemremişlerdi. Ben onların bacaklarının hamallarını gö­rüyordum. Bunlar arkalarında kırbalar naklediyorlar, çeviklikle su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına döküyorlardı. Kırbalar boşalınca sür'-atle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar, sonra gelip yaralı mü-câhidlerin ağızlarına boşaltıyorlardı. Yemîn olsun yine Uhud günü Ebû Talha'nın elinden (düşmanın vurmalanyle) iki yâhud üç kerre kılıç düşmüştü [36].

 

18- Abdullah İbnu Selâm(R)1n Menkabeleri Babı [37]

 

37-.......Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir: Ben Peygam­ber^)'den (şimdi) yeryüzünde gezen hiçbir kimse için "Bu cennet ehlindendir" buyururken işitmedim. Ancak Abdullah ibn Selâm müs­tesnadır. Peygamber bu sözü Abdullah ibn Selâm için söylemiştir ve şu âyet onun hakkında inmiştir:

"De ki: Bana haber verin, eğer (bu Kur'ân) Allah tarafından olup da siz (buna rağmen) onu inkâr ediyorsanız ve İsrail oğullan'ndan bir şâhid de onun benzerine (istinaden) bana şâhidlik etmiş, îmân et­miş olduğu hâlde siz (îmân etmeyi) kibirinize yediremiyorsanız (zul­metmiş olmaz mısınız) ? Şübhe yok ki, Allah, o zâlimler güruhunu muvaffak etmez" (el-Ahkaaf: 10) [38].

Râvî Abdullah ibn Yûsuf: Ben İmâm Mâlik'in bu âyetin nüzu­lünün bu kıssanın içinde olduğunu kendi nefsinden mi söyledi yâhud bu hadîsin içinde midir; bilmiyorum, demiştir.

 

38-.......Kays ibn Ubâd şöyle demiştir: Ben Medine Mescidi için­de oturuyordum. Derken yüzü üzerinde huşu' eseri bulunan bir adam içeriye girdi. Orada bulunanlar:

  tşte bu, cennet ehlinden bir kimsedir, dediler.

O zât, içlerinde uzatma yapmadan hafifçe iki rek'at namaz kıl­dı. Sonra dışarıya çıktı. Ben de onun arkasından gittim ve kendisine:

— Sen mescide girdiğin zaman, oradaki insanlar senin hakkın­da: İşte bu, cennet ehlinden bir kimsedir dediler, dedim.

O zât şöyle dedi:

— Vallâhî hiçbir kimseye bilemeyeceği şeyi söylemesi lâyık ol­maz. Bu söz niçin söylendi, ben sana söyleyeceğim: Ben Peygamber zamanında bir ru'yâ gördüm ve bunu Peygamber'e anlattım. Şöyle ki: Ru'yâmda ben kendimi bir bahçe içinde gördüm. -Abdullah ibn Selâm, o bahçenin genişliğini, yeşilliğini zikretti.- Ve o bahçenin or­tasında demirden bir direk vardı. Bu direğin alt tarafı yerde, yukarı­sı gökte idi. Yukarısında da tutunacak bir kulp, bir çember vardı. Bana: Haydi bu direğe çık! denildi. Ben: Muktedir olamam, dedim. Bunun üzerine yanıma bir hizmetçi geldi. Ve arkamdan elbisemi tu­tup yukarı kaldırdı. Bu suretle ben direğin tâ tepesinde oluncaya ka­dar yükseldim ve kulpu yakaladım. Bana: Halkayı iyi tut, bırakma! diye tenbîh edildi. Bu sırada ben o halka elimde olarak uyandım. Aka­binde ben bu ru'yâmı Peygamber'e naklettim. Peygamber (ta'bîr ede­rek): "Gördüğün bu bahçe islâm Dtni'dir. O direk de İslâm Dîni'nin direği (olan tevhîd)dir. O kulp da çok sağlam olan (îmân kulpu Urve-tu'1-vuska)^//-. Sen ölünceye kadar İslâm Dîni üzere yaşayacaksın" buyurdu [39].

(Râvî:) İçeriye gelen bu huşû'lu adam Abcmıian ıon aeiam uı, demiştir.

Ve bana Halîfe ibn Hayyât söyledi: Bize Muâz tahdîs etti: Bize İbnu Avn, Muhammed ibn Şîrîn'den tahdîs etti: Bize Kays ibn Ubâd, Abdullah ibn Selâm şöyle dedi., diye tahdîs etti. Bunda "Minsaf" yerine "Vasıf" kelimesini söyledi.

 

39-.......Ebû Burde Âmir ibn Ebî Mûsâ el-Eş'arî şöyle demiş­tir: Ben Medîne'ye geldim ve Abdullah ibn Selâm'a kavuştum. O:

— Benimle gelmez misin? Sana sevîk aşı ve hurma yedireyim ve sen büyük bir eve de girersin, dedi.

Sonra şunları söyledi:

— Sen ribâsı çok yaygın olan bir arazîde (Irak'ta) ikaamet edi­yorsun. Senin herhangibir adam üzerinde bir hakkın sabit olup da o kişi sana bir saman çöpü ağırlığında yâhud bir arpa ağırlığında yâ-hud da bir yonca ağırlığında birşey hediye verirse, sen sakın onu al­ma. Çünkü o verilen şey, ribâ'dır [40].

Bu hadîsi Şu'be'den rivayet eden en-Nadr ibn Şumeyl, Ebû Dâ-vûd et-Tayâlisî ve Vehb ibn Cerîr: "Sen bir eve girersin" sözünü zik-retmemişlerdir [41].

 

19- Peygamberdin Hadîce İle Evlenmesi Ve Hadîce(R)'Nin Fazileti Babı [42]

 

40-.......Urve şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ca'fer'den işit­tim, şöyle dedi: Ben amcam Alî(R)'den işittim, şöyle diyordu: Ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle Duyuruyordu.

H ve yine bana Sadaka ibnu'1-Fadl tahdîs etti: Bize Abde, Hi-şâm ibn Urve'den haber verdi ki, babası Urve şöyle demiştir: Ben Ab­dullah ibn Ca'fer'den; o da amcası Alî(R)'den ki, Peygamber (S): "(Zamanındaki) Dünyâ kadınlarının hayırlısı Meryem'dir. Bu üm­met kadınlarının hayırlısı da Hadîce'dir'' buyurmuştur [43].

 

41-.......BanaHişâm, babası Urve'den yazdı ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in hiçbir kadınına karşı Hadîce'yi kıskan­dığım kadar kıskanmadım. Hadîce, Peygamber benimle evlenmeden önce ölmüştü. Bu kıskançlığımın sebebi, Peygamber Hadîce'yi anar­ken işitip durmam; Allah'ın Peygamber'e, Hadîce'yi cennette inciden bir evle müjdelemesini emretmesi ve bir de Peygamber koyun keser­di ve o koyunun etinden ihtiyâçlarına yetecek kadar Hadîce'nin sâ­dık kadın dostlarına hediye verir olmasıdır.

 

42-.......Âişe (R): Rasûlullah'ın Hadîce'yi çok zikretmesinden dolayı ben hiçbir kadına karşı Hadîce'yi kıskandığım derecede kıs­kanç olmadım, demiştir.

Yine Âişe: Rasûlullah, Hadîce'nin ölümünden üç sene sonra be­nimle evlendi. Azız ve Celîl olan Rabb'ı yâhud Cibril aleyhi's-selâm, Rasûlullah'a, Hadîce'yi cennette inciden bir ev ile müjdelemesini em­retti, demiştir.

 

43-.......Aişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in kadınların­dan hiçbirisi hakkında, Hadîce'ye karşı kıskançlığım derecesinde kıs­kanç olmadım. Hâlbuki ben Hadîce'yi (kumam olarak) görmemiştim. Fakat Peygamber (S) onun adını çok anardı. Çok defa koyun keser­di, sonra da etini uzuv uzuv parçalar, daha sonra onları Hadîce'nin sâdık kadın dostlarına gönderirdi. Bâzı defa ben sabırsızlanarak, Pey-gamber'e hitaben:

— Sanki yeryüzünde hiç kadın yok da yalnız Hadîce var! diye ta'rîz ederdim.

Rasülullah da:

  "Hadîce şöyle idi, Hadîce böyle idi>f (diye iyiliklerini sayar) ve "Ondan benim çocuklarım var" buyururdu [44].

 

44- Bize Müsedded tahdîs etti. Bize Yahya (ibn Saîd el-Kattân) tahdîs etti ki, İsmâîl ibn Ebî Hâlid şöyle demiştir: Ben, Abdullah ibn Ebî Evfâ'ya:

— Peygamber (S) Hadîce'ye müjde verdi mi? dedim.

O:

— Evet, içinde gürültü patırtı olmayan ve çalışma çabalama da

olmayan inciden bir ev ile müjdeledi, dedi.

 

45-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: (Hıra Daği'nda iken) Cibril, Peygamber'e geldi de:

— Yâ Rasûlallah! İşte şu Hadîce'dir. Sana doğru geliyor. Ya­nında bir kap var, içinde katık yâhud yiyecek şey yâhud şerbet var. Hadîce sana geldiğinde ona Rabb'inden ve benden selâm söyle! Ve cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele ki, onun içinde gürültü patırtı yok, çalışmak çabalamak da yok! buyurdu.

Ve İsmâîl ibn Halîl şöyle dedi: Bize Alî ibn Mushir, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Bir ker-re Hadîce'nin kızkardeşi Hâle bintu Huveylid (Medine'ye gelip) Ra-sûlullah'ın huzuruna girmek için izin istedi. Rasûlullah (iki kızkardeşin seslerindeki benzeyişle) Hadîce'nin izin isteyişini hatırladı ve bunun için hâli de değişti. Ve:

  "Yâ Allah, izin isteyeni Hâle kıl!" diye dua etti. Âişe dedi ki: Artık kıskandım da:

— Ağzının iki tarafında diş etlerinin kızartısından başka bir be­yazlık kalmayan ve zaman içinde ölen ihtiyar Kureyş kadınlarından bir kocakarının nesini anarsın? Allah onun yerine sana, ondan daha hayırlısını vermiştir! diye Rasûlullah'ı karşıladım [45].

 

20- Cerîr İbnu Abdillah El-Becelî(R)'Nin Zikri Babı

 

46-.......Kays şöyle demiştir: Ben onu şöyle derken işittim: Cerîr ibn Abdillah (R): Ben islâm'a girdiğimden beri Rasûlullah beni huzuruna girmekten men' etmedi ve beni her gördüğünde muhakkak gülümsedi, demiştir [46].

Yine Kays ibn Ebî Hâzım'dan: Cerîr ibn Abdillah şöyle demiş­tir: Câhiliyet devrinde Zu'1-Halasa denilen bir ev vardı. Ona Yemen-liler'in Ka'besi adı verildi. Mekke'dekine de el-Ka'betu'ş-Şâmiyye de­nilirdi. Rasûlullah (S) bana:

— "Sen beni şu Zu'l-Halasa'dan rahata kavuşturur musun?" dedi.

Cerîr dedi ki: Bunun akabinde ben onun halkıyle harb etmek üze­re Ahmes kabilesinden yüzelli binekli ile oraya hareket ettim.

Cerîr dedi ki: Nihayet bizler o evi kırıp parçaladık. Yanında bul­duğumuz kimseleri de öldürdük. Sonra gelip yaptıklarımızı Rasûlul-lah'a haber verdik, O da bizlere ve Ahmes kabilesine duâ etti [47].

 

21- Huzeyfe İbnu'l-Yemân El-Absî(R)'Nin Zikri Babı

 

47-.......Bize Seleme ibn Recâ, Hişâm ibn Urve'den; o da ba­bası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Uhud harbi günü olunca müşrikler açık bir bozguna uğradılar. Bu sırada îblîs, müslümânlara:

— Ey Allah'ın kulları! Arkanızdakileri (öldürün yâhud yardım edin)! diye bağırdı.

Bu bağırma üzerine müslümânlann öncüleri, arkadakilere karşı döndü ve arkadakilerle çetin bir harbe tutuştular. Bu sırada Huzeyfe baktı ki, babası Yemân da oraya gelmiş. Hemen:

  Allah'ın kulları, o babamdır, o babamdır! diye nida etti. Âişe dedi ki: Vallahi müslümânlar, Yemân'ı öldürünceye kadar

vurmaktan ayrılmadılar.

Huzeyfe, babasının böyle hatâ ile öldürülmesi üzerine öldüren­lere sâdece:

— Allah sizlere mağfiret eylesin,.. (Yûsuf: 92) dedi.

Râvî Hişâm dedi ki: Babam Urve: Allah'a yemîn ederim ki, Hu­zeyfe Azîz ve Celîl olan Allah'a kavuşuncaya kadar babası Yemân'-m kaatiline bir duâ ve istiğfar bakıyyesi, Huzeyfe'de devam edip durmuştur, dedi [48].

 

22- Utbe İbnu Rabîa'nın Kızı Hind(R)'İn Zikri Babı

 

48-....... Âişe (R) şöyle demiştir: Utbe ibnu Rabîa'mn kızı Hind geldi ve:

— Yâ Rasûlallah! Vaktiyle yeryüzünde Senin hâne halkın kadar zelîl ve harâb olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktu. Sonra bu gün oldu, yeryüzünde Senin ev halkın kadar azîz olmalarını istedi­ğim hiçbir ev halkı yoktur, dedi.

Hind dedi ki: Rasûlullah da Hind'e:

  "Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben de sana nisbetle senin gibiyim" dedi.

Yine Hind:

— Yâ Rasûlallah! (Kocam) Ebû Sufyân çok cimri bir adamdır. Onun malından (gizlice alıp da) aile halkımızı yedirmemde bana gü­nâh var mıdır? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Bunun ancak örf ve âdete göre olmasını düşünürüm (bun­dan fazlasını değil)" buyurdu [49].

 

23- Zeyd İbnu Amr İbn Nufeylin Hadîsi Babı [50]

 

49-.......Bize Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti. Bize Salim ibn Abdillah, babası Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) peygamberlik ve vahiy gelmezden önce Beldah vadisinin alt tara­fında Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl ile buluştu. Bu sırada Peygamber'e (Kureyş tarafından) bir sofra ve bir mikdâr yemek takdîm edildi. (Pey­gamber yemedi.) Zeyd de yemekten çekindi. Sonra Zeyd, Kureyş'e karşı:

— Ben sizin putlarınız adına kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem. Ben yalnız üzerine Allah adı anılarak kesilen hay­van etini yerim! dedi.

Abdullah ibn Umer devamla dedi ki: Muhakkak ki Zeyd ibn Amr, Kureyş'e karşı onların bu yolda kestikleri hayvanlarını ayıplardı da, onların bu âdetlerini reddederek ve nazarlarında büyütüp canlandı­rarak:

— (Ey Kureyş!) Koyun Allah'ın yarattığı bir hayvandır. Allah onu yaratmış ve onun faydalanması için gökten yağmur yağdırmış, yerden de onun gıdasını bitirmiştir. Sonra siz (Allah'ın yarattığı, bes­leyip büyüttüğü) bu hayvanı Allah adından başka bir ad anarak ke­siyorsunuz! der idi [51].

Geçen senedle Mûsâ ibn Ukbe dedi ki: Bana Salim ibn Abdillah tahdîs etti. Ben Sâlim'în bu hadîsi ancak Abdullah ibn Umer'den tah­dîs etmekte olduğunu biliyorum (o, şöyle demiştir): Zeyd ibn Amr ibn'Nufeyl, Mekke'den Şam'a doğru çıktı da tevhîd dîninden soru­yor ve ona tâbi' olup, onu arıyordu. Derken Yahûdîler'den bir âlime kavuştu da ona dînlerinin mâhiyetinden sordu. Ve:

— Belki ben de sizin dîninize girerim. Onun için bana dîninizin hâlini haber ver, dedi.

Yahûdî âlim, Zeyd'e:

— Sen Allah'ın gadabından payını almadıkça bizim dînimiz üzere olamazsın, dedi.

Zeyd de ona:

— Ben ancak Allah'ın gadabmdan kaçıyorum, ben ebeden Al­lah'ın gadabından hiçbirşey taşımam ve ben onu taşımamaya muk­tedir hâldeyim. Sen bana dînlerden bir başka dîne delâlet eder misin? dedi.

Âlim:

— Ben o dînin ancak Hanîf Dîni olabileceğini biliyorum, dedi. Zeyd:

  Hanîf Dîni nedir? dedi. Yahûdî âlimi:

— O, îbrâhîm Dîni'dir. İbrâhîm ne bir Yahûdî, ne de bir Hristi-yan'dı. O, Allah'tan başkasına ibâdet etmezdi, dedi [52].

Zeyd onun yanından çıktı ve Hristiyanlar'dan bir âlime kavuş­tu. Ona da Yahûdî âlimine söylediği gibi söyledi. O da Zeyd'e:

— Sen Allah'ın la'netinden nasîbini almadıkça asla bizim dîni­miz üzere olamayacaksın, dedi.

Zeyd ona da:

— Ben ancak Allah'ın la'netinden kaçmaktayım, ben ebeden Al­lah'ın la'netinden de, gadabından da hiçbirşey taşıyamam. Ben bu­nu taşımamaya muktedir hâlde bulunuyorum. Sen bana başka dîne delâlet eder misin? dedi.

Hristiyan âlimi:

— Ben o dînin ancak Hanîf Dîni olabileceğini biliyorum, dedi. Zeyd:

  Hanîf Dîni nedir? dedi. Hristiyan âlimi:

— îbrâhîm Dîni'dir. O ne bir Yahûdî, ne de bir Hristiyân'dı ve yalnız Allah'a ibâdet ederdi, dedi.

Zeyd, bunların İbrâhîm Peygamber hakkındaki sözlerini görünce, oradan çıktı ve onların arazîsinden dışarı çıkınca iki elini yukarıya kaldırdı da şöyle dua etti:

— Yâ Allah, ben Seni şâhid tutuyorum: Ben ibrâhîm Dîni üze­reyim, dedi.

Ve el-Leys ibn Sa'd şöyle demiştir: Bana Hişâm, babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dan olmak üzere şöyle yazdı: Esma şöyle demiştir: Ben Zeyd ibn Amr ibn NufeyPi, sırtını Ka'be'ye dayamış olduğu hâlde ayakta gördüm, şöyle diyordu:

— Ey Kureyş toplulukları! Allah'a yemîn ediyorum ki, benden

başka sizlerden hiçkimse îbrâhîm Dîni üzere değildir! [53].

Râvî dedi ki: Zeyd, diri diri gömülecek kız çocuklarına hayât bah­şederdi. O, kızını öldürmek isteyen kimseye:

— Onu öldürme, ben onun yaşama masrafını sana veririm, der­di ve o kızı yanına alırdı.

Kız çocuğu hareket edip yetişince de babasına:

— istersen kızı sana geriye vereyim, ister-onun masrafım da sa­na ödeyeyim, der idi [54].

 

24- Ka'be'nin Bina Edilmesi Babı [55]

 

 

50-.......Bana Amr ibnu Dînâr, Câbir'den işittiğini haber ver­di: Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ka'be bina edileceği za­man Peygamber ile amcası Abbâs, gidip sırtlarında taşlan nakledi­yorlardı. Amcası Abbâs, Peygamber(S)'e hitaben:

— tzârını boynunun üzerine koy da seni taşların sürtmesinden korusun, dedi.

(Peygamber izârını çözüp omuzlarının üzerine koyunca) hemen bayılıp yere düştü ve gözleri gökyüzüne doğru dikildi. Sonra ayıldı da( amcasına):

  "îzârımı ver, izârımı ver" dedi.

İzârını alıp üzerine bağladı [56].                            .

 

51-.......Amr ibn Dînâr ile Ubeydullah ibn Ebî Yezîd şöyle de­mişlerdir: Peygamber (S) zamanında Ka'be'nin etrafında duvar yok­tu. İnsanlar Beyt'in etrafında namaz kılarlardı. Nihayet Umer halîfe olunca, Ka'be'nin etrafına bir duvar bina etti.

Ubeydullah: Beyt'in etrafındaki duvar kısa idi. Onu Abdullah ibn Zubeyr uzun ve yüksek bina etti, demiştir [57].

 

25- Câhiliyet Günleri Babı [58]

 

52-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Âşûrâ, Câhiliyet devrinde Kureyş'in oruç tutar olduğu bir gündü. Peygamber (S) de âşûrâ orucu­nu tutardı. Medine'ye geldiği zaman da bu orucu tuttu ve sahâbîlerine de bu orucu tutmalarını emretti. (İkinci sene) Ramazân orucu emri inince, isteyen âşûrâ orucunu tuttu, isteyen onu tutmaz oldu [59].

 

53-.......İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde müş­rikler hacc aylarında umre yapmayı yeryüzünde işlenen günâhlardan görürlerdi. Ve muharrem ayına safer ismini verirlerdi de: "Devenin arkasındaki yara iyi olur; hacıların ayak izleri gider; (safer ayı da çı­karsa) artık umre etmek işte o zaman umreciye halâl olur" derlerdi.

İbn Abbâs dedi ki: Rasûlullah (S) sahâbîieriyle beraber (zu'l-hiccenin) dördüncü gecesi sabahında hacc niyetiyle telbiye ederek Mek­ke'ye geldiler. Peygamber (S), sahâbîlerine hacclarmı umreye çevir­melerini (tavaf, sa'y ve tıraşla ihramdan çıkmalarını) emretti. Sahâbîler (hacc aylarında umre etmeyi günâh saydıkları için):

  Yâ Rasûlallah! Bu nasıl hılldır, nasıl umredir (ihramın ha­ram kıldığı şeyleri bu da halâl kılar mı)? dediler.

Peygamber:

  "Bu umrenin yerine getirilmesi, bunların hepsini halâl kılar" buyurdu [60].

 

54-.......Amr ibn Dînâr şöyle der idi: Bize Saîd ibnu'l-Müseyyeb, babası Müseyyeb'den; o da Saîd'in dedesi Hazn el-Muhâcirî'den tahdîs etti. O (Câhiliyet devrinde Kureyş'in şerîflerindendi) şöyle demiştir: "Câhiliyet devrinde büyük bir seyl geldi de (Mekke üzerinde yükse­len) iki tepe arasını kaplayıp bürüdü".

Sufyân ibn Uyeyne dedi ki: Amr ibnu Dînâr da:

— Şübhesiz bu, uzun bir kıssası olan bir hadîstir, der idi [61].

 

55-.......Kays ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ebû Bekr, Buceyle kabilesinin Ahmes kolundan Zeyneb denilen bir kadının yanına girdi ve onu konuşmuyor gördü. Yanındakilere:

— Bu kadının nesi var ki konuşmuyor? diye sordu. Oradakiler:

  Konuşmayarak hacc yaptı, dediler.

Ebû Bekr, kadına:

— Konuş, çünkü konuşmamak halâl olmaz; bu konuşmamak, Câhiliyet amelindendir, dedi.

Bunun üzerine kadın konuştu da Ebü Bekr'e:

  Sen kimsin? diye sordu. Ebû Bekr:

— Muhacirler'den bir adamım, dedi. Kadın:

  Hangi muhacirler? dedi. Ebû Bekr:

  Kureyş'ten olan muhacirler, dedi. Bu sefer kadın:

  Sen Kureyş'in hangi boyundansın? dedi. Ebû Bekr:

— Sen çok suâl sorucu bir kadınsın. Ben, Ebû Bekr'im, dedi. Kadın:

— Câhiliyet devrinin ardından Allah'ın bize getirmiş olduğu bu iyi iş (yânı İslâm Dîni) üzerinde bekaamız ne kadar olur? dedi.

Ebû Bekr:

— İslâm üzerinde bakî olmanız, imamlarınız sizleri dosdoğru tut­tuğu müddetçe olur, dedi.

Kadın:

  İmamlar nedir? diye sordu. Ebû Bekr:

— Senin kavminin onlara emretmekte olan ve onların da kendi­lerine itaat etmekte bulundukları birtakım başkanları ve şerifleri vardır, değil mi? dedi.

Kadın:

— Evet, vardır, dedi. Ebû Bekr:

— İşte onlar, insanlar üzerinde doğrultucu önderlerdir, dedi [62].

 

56-.......Bize Alî ibnu Mushir, Hişâm'dan; o da babası Urve'den haber verdi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Arab kabilelerinin birine âid siyah bir kadın müslümân oldu. İşte o kadının Mescid'de küçük bir odacağı vardı. Âişe dedi ki: Bu kadın her vakit bize gelir ve yanı­mızda konuşurdu. Konuşmasını bitirdiği zaman:

  Ve yevmu'î-vuşâhı min teâcîbi Rabbinâ Ela innehû min beldeti'l-küfri encânî

(= Vuşâh işinin olduğu gün Rabb'imizin yarattığı acîblerden-dir. Şübhesiz ki O küfür beldesinden kurtarmıştır) der idi.

Kadın bu mısra'ı çok söyleyince Âişe ona:

— Vuşâh günü nedir? diye sordu [63]. Bunun üzerine o kadın şöyle anlattı:

— Ailemden birine âid bir kız çocuğu, üzerinde kırmızı tirşeler dizilmiş deriden bir kemer olduğu hâlde dışarı (yıkanmaya) çıkmış­tı. O meşin kemer kendisinden düştü (yâhud, onu kendisi üzerinden çıkardı). Hemen o kırmızı kemer üzerine bir çaylak indi, ve onu se­miz bir et parçası sanarak kapıp gitti. (Kız dedi ki:) Ev halkı beni hırsızlıkla ittihâm ettiler ve o kemer yüzünden bana azab verdiler. Hattâ benim işim o dereceye ulaştı ki, onlar benim Ön tarafımda bile o kemeri araştırdılar. Onlar bu vaziyette benim etrafımda bulunduk­ları ve ben de kederim içinde bunaldığım bir sırada, birden o çaylak (tekrar) yönelip geldi ve tam başlarımız hizasına ulaştı. Sonra o ke­meri aşağıya attı. Arayıcılar hemen onu aldılar. Bunun üzerine ben onlara:

— İşte beni ittihâm ettiğiniz şey! Hâlbuki ben hırsızlıktan berî bulunuyorum, dedim [64].

 

57-....... Abdullah ibn Umer(R)'den: Peygamber (S):

  "Dikkat edin! Her kim yemîn etmek zorunda kalırsa yalnız Allah adiyle yemîn etsin (başka birşeye yemîn etmesin)" buyurdu.

Abdullah: Kureyş, babalan üstüne yemîn ederlerdi ve Peygam­ber onlara:

  "Babalarınızın üstüne yemîn etmeyiniz'* buyurdu, demiş­tir [65].

 

58-.......Amr ibnu'I-Hâris haber verdi ki, kendisine el-Kaasım'ın

oğlu Abdurrahmân, babası Kaasım'ın cenazenin önünde yürür ve ce­naze için ayağa kalkmaz olduğunu ve Âişe'den şöyle dediğini haber ve­rir olduğunu tahdîs etmiştir: Âişe:

— Câhiliyet ahâlîsi cenaze için ayağa kalkarlar ve cenazeyi gördükleri zaman "Sen şimdi hayâtta olduğu gibisin (şerrli isen şerrli, ha­yırlı isen hayırlısın)" derlerdi [66].

 

59-.......Amr ibn Meytnûn şöyle demiştir: Umer ibn Hattâb (R)

şöyle dedi: Müşrikler, güneş Sebîr Dağı üzerine doğmadıkça Müzde-life'den Minâ'ya dönmezlerdi. Peygamber (S) Kureyş müşriklerine muhalefet etti de güneş doğmazdan evvel (alaca karanlıkta) Müzde-life'den Minâ'ya döndü [67].

 

60- Bana İshâk ibn İbrâhîm tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Usâme'ye: Size Yahya ibnu'l-Muhelleb tahdîs etti. Bize Husayn, İkrime'den ve "Ke'sen dıhâkan = Arka arkaya dolu" diye tahdîs etti. Ve yine îkrime dedi ki: İbn Abbâs: Ben babam Abbâs'tan işittim, Câhiliyet devrinde hizmetçisine: "Bizi arka arkaya dolu kadehle sula" diyordu, demiştir[68].

 

61-.......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S): "Şâir sı­nıfının söylediği en doğru söz, Lebîd'in:

Elâ kullu şey'in mâ haîâ'Ilahe bâtılu Ve kullu naîmin îâ mahâleîe zâilu

(= İyi bilin ki Allah'tan başka herşey bâtıldır,

Her ni'met de hiç şübhesiz zail olucudur)

kelâmıdır. Umeyyetu'bnu Ebi's-Salt da şiirlerinde müslümân olma­ğa yaklaşmıştı" buyurmuştur [69].

 

62-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ebû Bekr'in bir kölesi vardı. kazancından Ebû Bekr'in ta'yîn ettiği mikdâr haracı, her gün Ebû Bekr'e verir idi. Ebû Bekr onun haracından yer idi. O köle bir gün kazancından birşey getirdi, Ebû Bekr de ondan yedi. Köle, Ebû Bekr'e:

— Bu sana getirdiğim şeyin ne olduğunu biliyor musun? dedi. Ebû Bekr:

  O nedir? dedi. Köle şöyle dedi:

— Ben Câhiliyet devrinde bir insana kâhinlik yapar, gâibden bir­takım haberler verirdim. Fakat ben kâhinliği güzel yapamıyor, sâde­ce o insanı aldatıyordum. O insan bana kavuştu da, bu kâhinlik mukaabilinde bana atıyye verdi. İşte şimdi senin yediğin şey, o bana verilen maldır, dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr, elini ağzına soktu da karnındaki her-şeyi kustu [70].

 

63-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Câhiliye devri halkı deve etlerini, gebe bir devenin doğurmasına ta'lîkan alıp satarlardı. îbn Umer: "Habelu'l-habele" bir devenin karnındaki yavruyu doğurması, sonra bu doğan dişi yavrunun da gebe kalması demektir. Peygamber (S) insanları bu habelu'l-habele satışından (yânı gebe devenin dişi do­ğan yavrusunun gebeliğini satmaktan) nehyetti, dedi [71].

 

64-.......Gaylân ibn Cerîr şöyle tahdîs etmiştir: Biz Basra'da Enes ibn Mâlik'in yanına gelirdik de, o bize Ensâr'm haberlerinden tahdîs ederdi: Senin kavmin (Câhiüyet'te) şu ve şu günlerde şöyle şöyle yaptı; senin kavmin de şu ve şu günlerde şunu ve şunu yaptı, der idi [72].

 

26- Câhiliye Devrinde Kasâme Yemini [73]

 

65-.......Bize Ebû Yezîd el-Medenî, İkrime'den tahdîs etti ki, Ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Câhiliye devrinde yapılan ilk kasâme

yemini, muhakkak biz Hâşim oğullan içinde olmuştur. Şöyle ki: Hâ-şim oğulları'nın bir adamı vardı. Onu Kureyş'in diğer bir boyundan bir adam ücretle hizmetçi tuttu. İşte bu ücretle tutulan hizmetçi, efen-disiyle beraber Şam'a giden develeri içinde gitti. Yolda o hizmetçiye Hâşim oğullarından bir adam uğradı. Bu adamın deriden çuvalları­nın kulpları kopmuştu. Bu adam, ücretli hizmetçiye:

— Bana bir iple yardım et de onunla çuvallarımın kulplarını bağ­layayım, develer de kaçmaz, dedi.

Hizmetçi ona bir ip verdi. O da bununla çuvallarının saplarını bağladı. Bir yere konak ettikleri zaman, bir tek deve müstesna, bü­tün develer bağlandı. (O tek deve de ipiyle çuvalların kulpu bağlan­dığından, onu bağlayacak bir ip bulunmadığı için bağlanmamıştı.) Ücretli tutan efendi, hizmetçiye:

— Develerin arasında bağlanmamış olan bu devenin hâli nedir? dedi.

Hizmetçi:

  Onun ipi yoktur, dedi. Efendi:

  Onun ipi nerede? diye sordu.

(el-Fâkıhî, Buhârî'nin şeyhi Ebû Ma'mer'den gelen rivayette şunu ziyâde etti: Bana Hâşim oğulları'ndan bir adam uğradı. Çuvallarının ipleri kopmuştu. Benden yardım istedi, ben de ona bunun ipini ver­dim, demiştir.)

Bunun üzerine efendi, hizmetçiye bir asâ attı. Hizmetçinin eceli bu atışta oldu, ağır yaralandı. Ağır yaralı iken daha Ölmeden yanına Yemen'den bir adam uğradı. Yaralı, o gelen adama:

  Sen hacc mevsiminde hazır bulunur musun? dedi. O:

— Ben her zaman orada hazır bulunmam, bazen hazır bulunu­rum, dedi.

Yaralı ona:

— Sen zamandan bir kerre benden bir elçiliği tebliğ eder misin? dedi.

O zât:

— Evet tebliğ ederim, dedi. Yaralı:

— Sen hacc mevsiminde hazır bulunduğun zaman "Yâ Kureyş ehli!" diye nida et. Sana cevâb verdiklerinde tekrar: "Ey Hâşim oğul­ları hanedanı!'' diye nida et. Eğer sana icabet ederlerse onlardan Ebû Tâlib'i sor ve ona,beni ücretle tutan fulân kimsenin bir ip sebebiyle beni öldürdüğünü haber ver, dedi.

Ve ücretli bu vasiyeti Yemenli'ye yaptıktan sonra öldü.

Nihayet ücretle tutan adam Mekke'ye gelince, Ebû Tâlib ona geldi de:

  Arkadaşımız ne yaptı? diye sordu. Oda:

— Hastalandı, onun işlerini güzelce yerine getirdim ve onun def­nini de üzerime aldım, dedi.

Ebû Tâlib:

  O, senin tarafından bu hizmetleri hakk etmişti, dedi. Bunun üzerinden bir zaman geçti. Sonra o hizmetçinin tebliğ et­mesini vasiyet etmiş olduğu Yemenli zât, hacc mevsimine geldi. Ve:

— Ey Kureyşliler! diye nida etti. Ona:

  İşte şunlar Kureyş'tir, dediler. O zât bu sefer:

  Ey Hâşim oğulları! diye nida etti. Hazır bulunanlar:

  Hâşim oğulları şunlardır, dediler. O zât:

  Ebû Tâlib nerededir? dedi. Oradakiler:

  Ebû Tâlib şu adamdır, diye gösterdiler. Bu zât ona:

— Fulan kimse bana, sana bir elçilik teblîğ etmemi; Fulân kişinin bir ip yüzünden kendisini ağır yaralayıp öldürdüğünü teblîğ etmemi emretti, dedi.

Akabinde Ebû Tâlib o efendiye geldi de, ona:

— Bizden üç şeyin birini tercih et: Eğer istersen yüz deve diyet öde; çünkü arkadaşımızı sen öldürdün. Eğer istersen kavminden elli kişi senin onu öldürmediğine yernîn etsinler. Eğer bu tekliflerimizi kabul etmezsen, o ölen arkadaşımıza mukaabil seni öldürürüz, dedi.

Bunun üzerine o efendi kendi kavmine geldi ve bu vaziyeti onla­ra söyledi. Onlar:

  Yemîn edelim, dediler.

Bu sırada Ebû Tâlib'e Hâşim oğullan'ndan bir kadın geldi (ki bu kadın, ölenin kızkardeşi Zeyneb bintu Alkame idi). Bu kadın on­lardan Abdu'1-Uzzâ ibn Kays adında bir adamın nikâhı altında idi ve o adama bir çocuk doğurmuştu. Ebû Tâlib'e:

— Yâ Ebâ Tâlib! Benim şu oğlumu o elli kişiden bir adam yeri­ne tutmanı, fakat ona, yemînlerin yaptırıldığı Ka'be rüknü ile Ma-kaam arasında yemîn ettirmemeni istiyorum, dedi.

Ebû Tâlib, kadının istediğim yaptı. Bu sırada onlardan bir adam geldi de:

— Yâ Ebâ Tâlib! Yüz deve yerine onlardan elli adamın yemîn etmesini istedin. Herbir adama iki deve isabet eder. İşte şunlar iki de­vedir. Sen bunları benim tarafımdan kabul et de, yeminlerin yaptı­rıldığı yerde beni yemîn ettirme, dedi.

Ebû Tâlib o iki deveyi de kabul etti.

Akabinde kırksekiz adam geldi de (Ka'be'nin rüknü yamnda mak­tulün kanından berî olduklarına) yemîn ettiler.

İbn Abbâs: Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki; onla­rın yemîn etmeleri üzerinden bir yıl geçmeden, o kırksekiz kişiden kı­mıldayan bir göz kalmadı (yânî hepsi ilâhî ukubete uğrayıp helak oldu ve hepsinin ilkbaharda doğan deve yavruları, o kadının çocuğu Hu-veytib'e âid oldu) [74].

 

66-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Buâs günü, Allah'ın kendi Rasûlü için hazırladığı bir gündür ki, bu muharebenin netîcesi üzerine Rasûlullah, Medîne'ye gelmiştir. Öyle bir hâlde ki, hicret sırasında muhârib Evs ile Hazrecliler'in cem'iyetleri dağılmış, şerifleri öldü­rülmüş ve yaralanmışlardı. Allah bu muhâriblerin İslâm Dîni'ne gir­meleri için bu günü Rasûlü'ne hazırlayıp takdim etmiştir [75].

Ve İbnu Vehb şöyle dedi: Bize Amr ibnu'l-Hâris, Bukeyr ibnu'I-Eşecc'den haber verdi ki, ona da İbn Abbâs'ın kölesi Kureyb şöyle haber vermiştir: İbn Abbâs şöyle demiştir: "Mekke vâdîsinin içinde Safa ile Merve arasında sa'y etmek bir sünnet değildi. Orada ancak Câhiliye halkı sa'y ederler ve: Bathâ'yı, yânî seyl yerini ancak şid­detli yürüyerek geçeriz, derlerdi [76].

 

67-.......Mutarrıf şöyle haber verdi: Ben Ebu's-Sefer'den işit­tim, şöyle diyordu: Ben İbn Abbâs(R)'tan işittim, şöyle diyordu:

— Ey insanlar! Benden size söyleyeceğim şeyleri iyi işitin ve size söyleyeceklerimi bana tekrar edip işittirin, (sözlerimi iyice zabtedip anlamadan) gidip de İbn Abbâs şöyle dedi, îbn Abbâs böyle dedi de­meyin: Her kim Beyt'i tavaf edecekse, Hıcr'm arka tarafından tavaf etsin. Oraya Hatim diye isim vermeyin. Çünkü Câhiliyet devrinde her­hangi biri orada yemîn ederdi de (yemînin akdine alâmet olmak üze­re) oraya kamçısını yâhud ayakkabısını yâhud da yayını atar idi (işte eşyalarım oraya attıklarından dolayı, orasını bu isimle isimlendirdi­ler) [77].

 

68-.......Amr ibn Meymûn şöyle demiştir: Ben Câhiliyet dev­rinde zina etmiş olan bir maymunun üzerine birçok maymunların top­lanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu recm ettiler. Ben de o maymunlar topluluğunun beraberinde zina eden may­muna taş attım [78].

 

69-.......Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ubeydullah'tan tahdîs etti ki, o İbn Abbâs(R)'ın şöyle dediğini işitmiştir: "Bir takım hasletler Câ­hiliyet hasletlerindendir: Neseblerde. kötüleme yapmak, ölü arkasın­dan feryâdla ağlamak" dedi ve râvî Übeydullah üçüncü hasleti unuttu.

Sufyân: Üçüncü hasletin, yıldız hareketleriyle yağmur istemek olduğunu söylüyorlar, demiştir [79].

 

27- Peygamber(S)'İn Allah Tarafından Peygamber Gönderilmesi Babı

 

(O'nun Adnan'a kadar uzanan neseb zinciri şöyledir:) Muharnmed ibn Abdilİah ibn Abdilmuttalib ibn Hâşim

ibn Abdimenâf ibn Kusayy ibn Kılâb ibn Murre ibn Ka'b ibn Lueyy ibn Gâlib ibn Fıhr ibn Mâlik ibni'n-

Nadr ibn Kinâne ibn Huzeyme ibn Müdrike ibn İlyâs ibn Mudar ibn Nizâr ibn Maad ibn Adnan [80]

 

70-.......îbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kırk ya­şında iken kendisine vahiy indirildi. (Vahiy geldikten sonra) Mekke'de onüç sene ikaamet etti. Sonra hicretle emrolunup Medine'ye hicret et­ti. Medine'de de on sene oturdu. Sonra vefat etti [81].

 

28- Peygamberdin Ve Sahâbîlerinin Mekke'de İken Müşriklerden Ma'rûz Kaldıkları Eziyetler Babı

 

71-.......Beyân ibn Bişr ile İsmâîl ibn Ebî Hâlid, ikisi de şöyle demişlerdir; Biz Kays ibn Ebî Hâzım'dan işittik, şöyle diyordu: Ben Habbâb ibn Erett'ten işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S) Ka'be'­nin gölesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada yanına geldim. Biz (İslâm'ın o ilk günlerinde) müşriklerden şiddetle karşı­lanmış hâldeydik. Peygamber'e:

— (Bunların zulmünden kurtulmamız için) Allah'a duâ edemez misin? dedim.

Peygamber, yüzü öfkeden kıpkırmızı olduğu hâlde hemen otur­du ve şöyle buyurdu:

  "Yemin olsun sizden önceki ümmetler içinde öyle kimse bu­lunmuştur ki, müşrikler tarafından kemiklerinin üstündeki eti ve si­niri demir tarakla taranırdı da bu işkence o mü'mini dîninden çeviremezdi. Yine mü'minin başının ortasına büyük testere konulur başı ikiye bölünürdü de, bu testere işkencesi o mü'mini dîninden çe­viremezdi. Yeminle söylüyorum ki, Allah bu İslâm Dîni işini muhak­kak surette tamamlayıp kemâle erdirecektir. O derece ki, bir süvârî (yalnız başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar, Allah'tan başka hiç-birşeyden korkmayarak (selâmetle) gidecektir".

Râvî Beyân kendi rivayetinde: "Bir de sürüsü üzerine kurttan başka birşeyden korkmayarak" fıkrasını ziyâde etmiştir [82].

 

72-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Mekke'de iken- en-Necm Sûresi'ni okudu da sonunda secde yaptı. Orada bulunanlardan (mü'min müşrik) hiçbir kimse hâriç kalmayıp, hep secde yaptılar. Yalnız bir ihtiyar secde etmedi. Ben onun bir avuç toprak aldığını, onu alnına kadar kaldırıp onun üzerine secde ettiği­ni gördüm. Ve o ihtiyar:

— Bu kadarı bana yeter, dedi.

Yemîn olsun, ben o ihtiyarı sonra (Bedir'de) Allah'a kâfir ola­rak, öldürülmüş gördüm [83].

 

73-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) -Ka'be yanında- secde yapıyordu. Etrafında da Kureyş'ten birta­kım insanlar oturuyorlardı. Bu sırada Ukbe ibn Ebî Muayt, yeni bo­ğazlanan bir devenin döl yerini getirdi de, onu Peygamber'in sırtının üzerine attı. Peygamber secdeden başını kaldırmadı. Hemen Fâtıma aleyhi's-selâm geldi ve Peygamber'in sırtından o döl yatağını aldı ve bunu yapana beddua etti. Peygamber (secdeden kalkıp namazı biti­rince):

— "Yâ Allah! Kureyş'ten şu zümreyi sana havale ederim: Ebû Cehl, İbn Hişâm, Utbe ibnu Rabîa, Şeybe ibn Rabîa, Umeyye ibn Halef yâhud Ubeyy ibn Halef".

Şübhe eden râvî, Şu'be ibnu'1-Haccâc'dır.

ibn Mes'ûd dedi ki: Ben bunların hepsim Bedir günü öldürül­müşler gördüm, hepsi orada bir kuyuya atıldılar. Yalnız Umeyye ibn Halefin yâhud Ubeyy ibn Halefin eklemleri parça parça olmuş bu­lunduğu için, kuyuya atılmadı [84]

 

74-.......Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn Ebzâ bana: İbn Abbâs'tan şu iki âyeti sor, bunların işi nedir (yânî bunlar arasını uyuşturma nasıldır)? diye emretti:

a.  "Ve onlar ki Allah'ın beraberinde diğer bir tanrıya duâ et­mezler, Allah *m haram kıldığı nefsi haksız öldürmezler ve zina yap­mazlar. Her kim bunları yaparsa, ağır cezaya çarpar" (ei-Furkaan: 68);

b.  "Kim bir mü 'mini kasden öldürürse cezası, içinde devâmh ka­lıcı olmak üzere, cehennemdir" (en-Nisâ: 93).

Ben İbn Abbâs'a sordum. îbn Abbâs şöyle dedi: el-Furkaan Sû­resi 'ndeki âyet inince Mekke ahâlîsinin müşrikleri:

— Biz Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürdük, Allah'ın berabe­rinde diğer tanrıya duâ ettik ve bütün fahişelikleri de İşledik (artık İslâm bize fayda vermez), dediler.

Bunun üzerine Allah "Ancak tevbe ve îmân edip iyi amelde bu­lunanlar başka. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir ve Allah gafur, rahim 'dir..." (ei-Furkaan: 70) âyetini indirdi. İşte bu âyet, o sıfattaki müşrikler içindir. Amma en-Nisâ Sûresi'ndeki âyete ge­lince, İslâm Dîni'ni ve onun kaanûnlarını tanıdığı (katlin haram kı­lındığını bildiği) zaman, müslümân kişi bundan sonra insan öldürürse, işte onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere, cehennemdir (tevbesi yok­tur), dedi.

Abdurrahmân ibn Ebzâ dedi ki: Ben İbn Abbâs'm bu sözünü Mucâhid ibn Cebr'e söyledim. O: Pişmanlık duyup tevbe eden (ce­hennemde ebedî kalmaktan) müstesnadır, dedi [85].

 

75-.......Bana Urve ibnu'z-Zubeyr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Abdullah ibn Amr ibni'I-Âs'a sorup:

— Müşriklerin Peygamber'e yaptıkları en şiddetli işi bana ha­ber ver, dedim.

Abdullah (R) şöyle anlattı:

— Peygamber (S) Ka'be'nin Hıcr'ında namaz kıldığı sırada Uk-be ibn Ebî Muayt yönelip geldi. Ukbe, Peygamber'in ridâsını (üst el­bisesini) toparlayıp onu boynuna koydu ve Peygamber'i şiddetli bir şekilde boğmaya başladı. Tam bu sırada Ebû Bekr karşı geldi. Niha­yet Ukbe'nin omuzunu tuttu ve onun saldırısını Peygamber'den def etti. Ve şu âyeti söyledi: "... Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır deme­siyle Öldürür müsünüz? Hâlbuki O, size Rabb Hnizden apaçık mu di­zeler de getirmiştir. Bununla beraber eğer o, bir yalancı ise yalanı kendine. Eğer doğrucu ise, sizi tehdîd edegeldiği azabın bir kısmı olsun sizi çarpar, Şübhesiz Allah» haddi aşan, yalancı olan kimseyi mu­vaffak etmez" (el-Mii'min: 28).

Bu hadîsi rivayet etmekte Muhammed ibn İshâk, Ayyaş ibnu'l-Velîd'e mutâbaat etmiştir [86].

 

76- (Muhammed ibn İshâk dedi ki:) Bana Yahya ibn Urve, babası Urve'den tahdîs etti. O: Ben Abdullah ibn Amr'a şöyle dedim.., demiştir. Ve Abde ibnu Süleyman, Hişâm'dan; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den söyledi ki, o, Abdullah ibn Amr'a denildi ki... demiştir.

Muhammed ibn Amr ibn Alkame de Ebû Seleme'den söyledi. O:' Bana Amr ibnu'1-Âs tahdîs etti, demiştir [87]

 

29- Ebû Bekr Es-Sıddîk(R)'In İslâm'a Girişi Babı

 

77-.......Hemmâm ibnu'l-Hâris şöyle demiştir: Ammâr ibn Yâsir (R): Ben Rasûlullah(S)'ı (ilk) gördüğümde, O'nun beraberinde –ilk müslümân olarak- beş köle, iki kadın ve bir de Ebû Bekr'den başka kimse yoktu, demiştir [88].

 

30- Sa'd İbn Ebî Vakkaas<R)'In İslâm'a Girişi Babı

 

78-.......Saîd ibnu'l-Müseyyeb şöyle demiştir: Ben Ebû îshâk, Sa'd ibn Ebî Vakkaas(R)'tan işittim: Hiçbir kimse İslâm'a girmedi, ancak benim İslâm'a girdiğim günde İslâm'a girdiler. Yemin olsun ben İslâm'ın üçte biri olduğum hâlde yedi gün beklemişimdir, diyor­du [89]

 

31- Cinn'in Zikri Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli: "De ki: Bana şu hakikat vahyolunmuştur: Cinnden bir zümre (benim Kur'ân okuyuşumu) dinlemiş de; Biz hakikî hayranlık veren bir Kur'ân dinledik ki, o hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona îmân ettik. Rabb'imize hiçbirşeyi asla ortak tutmayacağız*., demişlerdir" (ei-cinn: 1-2) [90].

 

79-.......Ma'n ibn Abdurrahmân şöyle demiştir: Ben babam (Abdurrahmân ibn Abdillah ibn Mes'ûd)dan işittim, şöyle dedi: Ben Mes-rûk'a:

— Cinnden bir zümre Kur'ân dinlemek istedikleri gece, Peygam-ber(S)'e cinni kim bildirdi? diye sordum.

O:

— Bana baban, yânî Abdullah ibn Mes'ûd: Cinnleri bir ağaç bil­dirdi, diye tahdîs etti, dedi [91].

 

80-.......Bana dedem Saîd ibn Amr, Ebû Hureyre(R)'den ha­ber verdi: Ebû Hureyre, Peygamber'in beraberinde abdest alması ve istincâ' suyu için küçük bir kırba taşırdı. Bir kerresinde Peygamber hacetini yerine getirmek için çıktığında Ebû Hureyre arkası sıra kır­ba ile O'nu ta'kîb ederken, Peygamber:

  "Kimdir o?" diye sordu. Ebû Hureyre:

  Ben Ebû Hureyre! diye cevâb verdi. Peygamber:

  "Benim için istincâ edeceğim birkaç taş ara, sakın bana ke­mik ve hayvan gübresi getirme" buyurdu.

Ebû Hureyre dedi ki: Ben elbisemin kenarında birkaç taş nakle­derek kendisine getirdim ve onları yambaşına koydum. Sonra yanın­dan ayrıldım.Nihayet hacetini bitirdikten sonra Peygamber'in bera­berinde yürüdüm. Yolda kendisine:

— Kemik ve hayvan gübresi ile temizlenmekte ne var ki? diye sordum.

Peygamber:

  "Bu ikisi cinnlerin taâmındandır. Şu muhakkak ki, bana Nasîbîn cinnlennin bir hey'eti geldi. Bunlar ne hoş cinnlerdir! Benden azık istediler. Ben de onlar için Allah'a: Cinnlerin uğrayacakları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde kendileri için muhakkak bir taam bulmalarına dua ettim" buyurdu [92].

 

32- Ebû Zerr El-Gıfârî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Babı

 

81-.......Bize el-Musennâ, Ebû Cemre'den tahdîs etti ki, İbnu Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber'in Allah tarafından peygam­ber gönderildiği haberi Ebû Zerr'e ulaşınca, Ebû Zerr, kardeşi Uneys'e:

— Haydi devene bin de şu Mekke vadisine git ve benim için, ken­disinin bir peygamber olduğunu ve kendisine gökten haber geldiğini söyleyen şu adamın haberini iyice öğren, O'nun sözlerinden işit, sonra bana gel, dedi.

Kardeşi Uneys gitti, nihayet Mekke vadisine vardı ve Peygam­ber'in sözlerinden işitti, sonra da Ebû Zerr'in yanına dönüp geldi. Ve:

— Ben o zâtı gördüm: Ahlâk güzelliklerini emrediyor ve birta­kım güzel sözler söylüyor ki, bunlar şiir değildir, dedi.

Ebû Zerr bunun üzerine kardeşine:

  Sen arzu ettiğim nevi'den bana şifâ verecek bir haber getir­medin, dedi.

Akabinde azık hazırladı, bir de içinde su bulunan eski bir kırba

yüklendi. Nihayet Mekke'ye varıp Ka'be mescidine geldi. Peygam-ber'i aramağa koyuldu. Kendisi Peygamber'i tanımıyor, O'nu baş­kasından sormak da istemiyordu. Nihayet gecenin bir kısmı kendisine erişince Ebû Zerr'i Alî gördü ve onun yabancı bir kimse olduğunu tamdı. Ebû Zerr onu görünce, onun ardından yürüdü. Yolda gider­ken, bu iki arkadaştan herhangibiri diğerine hiçbirşey sormadı. Böy­lece sabah oldu. Sonra Ebû Zerr su kırbasını ve azığını yine Ka'be mescidine taşıdı. Ve bu gün de böyle devam etti. Peygamber kendisi­ni görmüyordu. Nihayet akşam oldu, Ebû Zerr (yine Ka'be mescidi­nin bir kenarındaki) yatağına döndü. Bu sırada kendisine yine Alî uğradı da:

— Bu adam için yerini öğrenip orada ikaamet etme zamanı gel­medi mi (yânî hâlâ bir yer bulup yerleşemedi mi)? dedi.

Akabinde Alî, Ebû Zerr'i beraberinde götürdü. Yine yolda iki arkadaştan biri diğerine hiçbirşey sormuyordu.

Nihayet böylece üçüncü olunca, Alî yine evvelki gelişi üzerine dönüp onun yanına geldi ve Ebû Zerr, onun beraberinde ikaamet et­ti. Sonra Alî, Ebû Zerr'e:

  Seni buraya getiren sebebi bana söylemez misin? dedi. Ebû Zerr:

— Eğer bana muhakkak doğru yolu göstereceğini taahhüd eder ve kesin söz verirsen bunu sana bildiririm, dedi.

Alî onun istediği taahhüdü ve yemînli sözü yaptı. Ebû Zerr de ona gelme maksadım haber verdi. Alî de ona:

— Hiç şübhesiz bu zât haktır, doğrudur, o Allah'ın Rasûlü'dür. Sabaha eriştiğin zaman sen benim ardımca gei. Şayet ben yolda sana zarar vereceğinden korktuğum birşey görürsem, sanki ben su dökü-yormuş gibi dikilip dururum (sen durma git). Eğer ben yürüyüp gi­dersem, sen ardımca beni ta'kîb et, nihayet benim gireceğim yere, sen de girersin, dedi.

Ebû Zerr onun dediklerini yaptı. Alî'nin arkasına uyarak gitti. Nihayet Alî, Peygamber'in huzuruna girdi. Ebû Zerr de onun bera­berinde huzura girdi. Peygamber'in sözlerinden işitti ve olduğu yer­de müslümân oldu. Peygamber ona:

  "Sen şimdi kendi kavminin yanına dön, benim peygamberli­ğimi onlara haber ver. Benim emrim sana gelinceye kadar orada kal" buyurdu.

Ebû Zerr:

— Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki, ben muhakkak bu şehâdet kelimesini müşriklerin ortasında haykıracağım, dedi.

Akabinde Ebû Zerr, huzurdan çıktı, Ka'be mescidine geldi ve en yüksek sesiyle:

— Eşhedu en lâ ilahe UWllah ve erme Muhammeden Rasûlullah

(= Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun Rasûlü'dür)/ diye bağırdı.

Bu bağırmadan sonra Kureyş cemâati ayağa kalkıp Ebû Zerr'i dövdüler ve onu yere yatırdılar. Bu sırada Abbâs gelip onun üzerine kapandı da:

— Size yazıklar olsun! Bunun Gıfâr kabilesinden bir kimse ol­duğunu ve Şâm ticâret yolunuzun onlardan geçtiğini bilmiyor mu­sunuz? dedi.

Ve Ebû Zerr'i müşriklerin topluluğundan kurtardı. Sonra Ebû Zerr, ertesi günü de mescide döndü ve dün yaptığı gibi yüksek sesle şehâdet kelimesini söyledi. Müşrikler yine ona doğru fırlayıp onu döv­düler. Abbâs yine onun üzerine kapandı (ve onu kurtardı) [93].

 

33- Saîd İbnu Zeyd(R)'İn İslâm'a Girişi Babı

 

 

82-.......Kay s ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Saîd ibn Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl'den işittim, Küfe mescidinde şöyle diyordu: Ye-mîn olsun ben kendimi şu hâlde görmüşümdür: Umer ibnu'l-Hattâb İslâm'a girmeden önce (tazyîk ve horlama yaparak bir esîr gibi) beni sanki bir bağla İslâm üzerine sebata bağlayıcı idi. Eğer Usmân'a yap­tığınız öldürme işinden dolayı Uhud Dağı yerinden gitseydi, elbette gitmeye lâyık olmuş olurdu [94].

 

34- Umer İbnu'l-Hattâb(Rrin İslâm'a Girişi Babı

 

83-.......Abdullah ibn Mes'ûd(R): Umer müslümân olduğu gün­den beri biz (müslümânlar) azizler, şerefliler olmakta devam ettik, demiştir [95].

 

84-.......Umer ibnu Muhammed tahdîs edip şöyle demiştir: Bana dedem Zeyd ibnu Abdillah ibn Umer, babası Abdullah ibn Umer'-den haber verdi. O şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb müslümân olduğu zaman evde Kureyş'ten korkar halde bulunurken, birdenbire onun yanına Ebû Amr Âs ibnu Vâil es-Sehmî çıkageldi. Üzerinde çiz­gili bir takım elbise ve ipekle dikili bir gömlek vardı. Bu Âs, Sehm oğulları'ndandı, onlar bizim câhiliyet devrinde yeminli dostlarımiz-dilar. Âs, Umer'e:

— Hâlin nedir? diye sordu. Umer:

— Senin kavmin olan Sehm oğulları, ben İslâm'a girdiğim için beni öldüreceklerini söylediler, dedi.

 

Âs ibnu Vâil de Umer'e:

  Onlar için seni öldürmeye hiç yol yoktur, dedi. Umer:

— Âs bu sözü söyledikten sonra korkum gidip emniyette oldum, demiştir.

Akabinde Âs çıktı ve Mekke vadisinde sel gibi akan insanlara kavuştu. Âs, onlara:

  Nereye gitmek istiyorsunuz? diye sordu. Onlar:

— Şu babalarının dîninden sapan Hattâb oğlu'na gitmek istiyo­ruz, dediler.

Âs onlara:

  Sizin için ona ulaşmaya hiç yol yoktur, dedi. Onun bu sözü üzerine o kalabalık geriye döndüler [96].

 

85-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle dedi: Umer ibnu'l-Hattâb müslümân olduğu zaman insanlar onun evinin yanında toplandılar ve:

  Umer kendi dîninden başka bir dîne döndü, dediler.

Ben o sırada bir oğlan çocuğu olarak evimin damı üzerine çık­mıştım.

Derken üzerinde has ipekten bir kaftan bulunan bir adam çıka-geldi ve:

— Umer kendi dîninden başka dîne dönmüştür. Bu toplanma ne oluyor? Hâlbuki ben Umer'in (herhangi bir kimsenin zulmetme­sinden) koruyucusuyum, dedi.

(Onun bu sözlerine kimse i'tirâz etmedi.) îbn Umer dedi ki: Onun bu sözü üzerine insanlar dağılıp gitti­ler. Ben babama:

  Bu adam kimdir? diye sordum. Babam (ve beraberindekiler):

  Âs ibnu Vâiî'dir, dediler [97].

 

86-.......Abdullah ibn Umer şöyle demiştir: Ben Umer'in birşey için "Ben onun şöyle olacağını zannediyorum" deyip de onun zannettiği gibi olmayan bir söz söylediğini işitmedim. Bir gün Umer otururken yanına güzel bir adam uğradı. Umer:

— Zannım (bu adamın Câhiliyette müslümân olduğu hakkında) tereddüd edip yanılmıştır, dedi.

Yâhud:

— Bu adam (yânî Sevâd ibn Kaarib) Câhiliyet'teki dîni üzere de­vam etmektedir.

Yâhud:

  Bu adam Câhiliyet'te kavminin kâhini olmuştur, onu bana getirin, dedi.

O adam Umer için çağrıldı. Gelince Umer, onun yokluğunda söy­lediği tereddüdü ona zikretti. Sevâd da:

— Ben bugünkü gibi bir gün görmedim. Çünkü bu gün içinde müslümân bir adam karşılandı, dedi.

Umer de ona:

— Ben sana and veriyorum ki, sen benim istediğim şeyleri mu­hakkak bana haber vereceksin, dedi.

Sevâd:

  Ben Câhiliyet devrinde onların kâhini (yânî gaybden haber verici kişisi) idim, dedi.

Umer ona:

— Dişi cinnin sana getirdiği gayb haberlerinden en hayret veri­cisi nedir? diye sordu.

Sevâd:

— Ben bir gün çarşıda bulunduğum sırada bana dişi cinn geldi ki, ben ondaki korkuyu biliyorum: Cinn bana: Sen cinni ve onun kor­kusunu ve başı üzerine devrilmesinden (yânî kulak hırsızlığından men' olunmasından) sonraki ümîdsizliğini ve sırtlarına ince çullar konul­muş genç develerle yetişilip yakalanmasını görmedin mi? dedi [98].

Umer şöyle dedi: Sevâd ibn Kaarib doğru söyledi. Ben bir gün müşriklerin putları yanında bulunduğum sırada bir adam bir buzağı getirdi de onu boğazladı. Bu esnada bir bağına öyle bir sayha attı ki, ben ondan daha şiddetli sesi olan hiçbir bağına işitmedim; şöyle diyordu: Yâ Celîh (ey düşmanlığını açığa vuran kimse)! Zafer bul­muş bir iş, fasîh konuşan bir adam. Lâ ilahe illâ ente = Senden baş­ka hiçbir ilâh yoktur diyor, diye bağırıyordu. Oradaki topluluk, o kimseye doğru kalktılar.

(Umer ibn Hattâb dedi ki:) Ben bunu görünce kendi kendime: Ben bunun arkasında ne olduğunu öğreninceye kadar buradan ayrıl­mam, dedim. Sonra o zât yine: Yâ Celîh! Emrun necîh, raculun fa­sîh = Başanya ulaşmış bir iş, fasîh konuşan bir adam Lâ ilahe ittellah = Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur diyor! diye nida etti. Ben ora­da dikildim. Çok beklemedik ki: Bu Peygamber'dir (meydana çık­mıştır), denildi [99].

 

87-.......Kays ibn Ebî Hazım şöyle demiştir: Ben Saîd ibn Zeyd' den işittim, bir topluluğa hitaben şöyle diyordu: Ben kendimi öyle bir hâlde görmüşümdür ki, Umer müslümân olmadan önce ben ve zevcem olan kızkardeşi Fâtıma bintu'l-Hattâb İslâm'a girdiğimiz için hakaaret ve baskı yaparak beni İslâm üzerine sebatla bağlayan Umer olmuştur. Eğer sizin Usmân'a yaptığınız katil işinden dolayı Uhud Dağı yerinden gitseydi, elbette yerinden gitmesi vâcib olmuş olurdu [100].

 

35- Ay'ın İkiye Bölünmesi Babı

 

88-.......Saîd ibn Ebî Arûbe, Katâde'den; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten şöyle tahdîs etti: Mekke ahâlîsi Rasûlullah'tan kendilerine bir âyet (bir mu'cize) göstermesini istediler. O da onlara Ay'ı iki bö­lük gösterdi, hattâ Mekkeliler Hıra Dağı'nı o iki bölük arasında gör­düler.

 

89-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz Mini'da Peygamber(S)'in beraberinde iken Ay ikiye bölündü de Peygamber (S): "Şâhid olunuz!" buyurdu. Ve Ay'dan bir parça Hıra Dağı tara­fına gitti.

Ebu'd-Duhâ Müslim ibn Subayh da Mesrûk'tan; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan: Ay Mekke'de ikiye bölündü, diye söylemiştir.

Bu hadîsi Ebû Ma'mer'den rivayette îbrâhîm en-Nahaî'ye Mu-hammed ibn Müslim de İbn Ebî Necîh'ten; o da Mucâhid ibn Cebr'-den; o da Ebû Ma'mer'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan senediyle rivayet etmekte mutâbaat etmiştir.

 

90-.......Abdullah ibn Abbâs(R)'tan: Rasûlullah (S) zamanın­da Ay ikiye ayrıldı, diye tahdîs etmiştir.

 

91-.......îbrâhîm en-Nahaî, Ebû Ma'mer'den tahdîs etti ki, Ab­dullah ibn Mes'ûd (R): Ay ikiye yarıldı, demiştir [101].

36- Habeşistan'a Hicret Bâb1

 

Ve Aişe şöyle demiştir: Peygamber (S):

"Hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık saha arasında hurmalıkları bulunan bir mıntıka, bir şehir olduğu bana

gösterildi" buyurdu.

Bunun üzerine müslümânlardan Medine yönüne hicret edenler hicret ettiler. Daha evvel Habeşistan'a hicret

etmiş olanların hepsi de bilâhare Medine'ye döndüler.

Bu bâbda Ebû Musa'nın ve Esma bintu Umeys'in Peygamber'den rivayet ettikleri hadîsler vardır [102].

 

92-......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrf den haber verdi: Bi­ze Urve ıhnu'z-Zubeyr tahdîs etti. Ona da Ubeydullah ibn Adiyy

ibni'l-Hıyâr şöyle haber vermiştir: Mısver ibn Mahrame ile Abdur-rahmân ibnu'l-Esved ibn Abdi Yeğûs, Ubeydullah ibn Adiyy ibni'I-Hıyâr'a hitaben:

  Seni dayın Usmân ibn Affân'la, onun ana bir kardeşi olan el-Velîd ibn Ukbe hakkında konuşmandan ne men' ediyor? İnsanlar Usmân'm el-Velîd'e yaptığı işler hakkında çok söz etmişlerdir, dediler.

Ubeydullah ibn Adiyy dedi ki: Ben bu söz üzerine, Usmân na­maza çıktığı zaman Usmân'la konuşmak için yolunda dikilip durdum. Tam geçerken ona:

  Benim sana bir hacetim var, bu sana bir nasihattir, dedim. Usmân:

  Ey insan, ben senden Allah'a sığınırım! dedi.

Ben de kendisinden ayrıldım. Namazı kıldığım zaman Mısver ile İbn Adiyy ibn Yeğûs'un yanına gidip oturdum ve onlara Usmân'a söylediğimi ve onun bana dediğini söyledim. Onlar bana:

  Sen üzerinde olan vazifeyi yerine getirmiş oldun, dediler. Ben onların beraberinde oturduğum sırada, birden Usmân'ın el­çisi geldi ve bana:

  Allah seni imtihan etmiştir, dedi.

Ben yürüdüm, nihayet Usmân'm huzuruna girdim. Usmân:

  Biraz önce zikretmiş olduğun o nasihatin nedir? dedi. Râvî dedi ki: Ben şehâdet kelimelerini söyledim, sonra da şunla­rı söyledim:

— Şübhesiz Allah, Muhammed'i peygamber göndermiş ve O'na Kitâb'ı indirmiştir. Sen de Allah'a ve Rasûlü'ne icabet eden kimse­lerden oldun. Rasûlullah'la beraber bulunup O'na sâhib oldun, O'-nun yolunu ve sîretini gördün. Şimdi insanlar şu el-Velîd ibn Ukbe'nin durumu hakkında (şarâb içmesi ye kötü sîreti sebebiyle) tenkîd söz­lerini çoğaltmışlardır. Artık öna dînî cezayı uygulaman senin üzerine bir hakk olmuştur, dedim.

Usmân bana Arab âdeti üzere:

  Ey kardeşim oğlu! Sen Rasûlullah'a eriştin mi? dedi. Râvî dedi ki: Ben:

— Hayır, O'na akl ederek erişmedim. Velâkin hiç kimseye gizli olmayan O'nun ilmi, perdesi arkasındaki bakire kıza nasıl ulaştıysa, bana da öylece ulaşmıştır, dedim.

Râvî dedi ki: Bu sözün üzerine Usmân şehâdet kelimelerini tek­rar etti ve şunları söyledi:

  ŞübhesizAHah, Muhammed'i hakk ile peygamber göndermiş ve O'na Kitâb'ı indirmiştir. Ben de Allah'a ve Rasûlü'ne icabet eden­lerden olmuş ve Muhammed'in gönderilmiş olduğu şeylere îmân et­mişimdir. Senin de dediğin gibi, ben Habeşistan'a yapılan ilk iki hicrete gidip muhacir olmuşumdur. Rasûlullah'la beraber bulunup O'na sâ-

hib olmuş ve O'nunla bey'at etmişimdir. Allah'a yemîn ederim ki, ben, Allah O'nu vefat ettirinceye kadar O'na hiç âsî olmamış ve al-datmamışımdır. Sonra Allah, Ebû Bekr'i halîfe yapt?. Yine Allah'a yemîn ederim ki, ben, Ebû Bekr'e de ne isyan, ne de aldatma yap­tım. Sonra Umer halîfe seçildi. Yine Allah'a yemîn ederim ki, ben, Ebû Bekr'e de ne isyan, ne de aldatma yaptım. Sonra Umer halîfe seçildi. Yine Allah'a yeminle söylüyorum ki, ben Umer'e de ne is­yan, ne de aldatma yaptım. Sonra ben halîfe yapıldım. Şu hâlde be­nim sizler üzerinde, onların benim üzerimde bulunan tasarruf haklarının benzeri yok mudur? dedi. Râvî Ubeydullah:

— Evet vardır, dedi. Usmân:

  Öyleyse (şu Velîd'den dînî cezayı geri bırakmam sebebiyle) sizden bana ulaşan bunca sözler nedir? Şu Velîd ibn Ukbe hakkında zikrettiğin şeye gelince: İnşâallah biz onun hakkında haklı karârı ala­cağız, dedi.

Ubeydullah dedi ki: Usmân, el-Velîd'e kırk deynek cezası vur­du. Alî'ye ona deynek cezası vurmasını emretti de Alî, Velîd'e dey­nek vuruyor idi.

Râvî Yûnus ibn Yezîd ve ez-Zuhrî'nin kardeşi oğlu, ez-Zuhrf den: "Benim sizin üzerinizde, benden önceki halîfeler için mevcûd olanın benzeri tasarruf hakkım yok mudur?'* şeklinde.söylemişlerdir [103].

 

93-.......Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve ibnu'z-Zubeyr, Âişe(R)'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme Habeşistan'da gördükleri ve içinde tasvîrler bulunan bir kilise zikrettiler. Sonra bunu Peygamber'e de söylediler. Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Onlar içlerinde iyi bir kimse çıkıp da vefat ettiğinde onun kabri üzerine bir mescid bina ederler ve onun içine de bu suret­leri yaparlardı. İşte onlar kıyamet gününde Allah katında mahlûkaa-tın en senlileridirler''[104].

 

94-.......Hâlid ibn Saîd kızı Ümmü Hâlid (R) şöyle demiştir:

Ben Habeş toprağından küçük bir kız çocuğu hâlinde geldim. Rasû-lullah bana yünden siyah bir elbise giydirdi. Bu elbisenin üstünde dam­galar vardı. Rasûlullah (S) eliyle o damgalara dokunmaya ve "Senâh senâh" demeye başladı.

Hadîsin râvîsi Humeydî: Rasûlullah, bu elbise "Güzel güzel" de­meyi kasdediyor, demiştir [105].

 

95-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Biz Habeşis­tan'a hicret etmezden önce Peygamber (S) namaz kılarken O'na se­lâm verirdik, O da selâmımızı alıp bize karşılık verirdi. Necâşî'nin yanından Medine'ye döndüğümüzde, yine namaz kılarken kendisine selâm verdik. Bu sefer bizim selâmımıza karşılık vermedi. Bunun üze­rine biz:

— Yâ Rasûlallah! Siz namazda iken biz vaktiyle selâm verirdik de siz selâmımızı alır, karşılık verirdiniz (şimdi karşılık vermediniz), dedik.

Rasûlullah (S):

  "Şübhesiz namazda (Allah ile) meşgul olmak vazifesi vardır" buyurdu.

Râvî Süleyman el-A'meş dedi ki: Ben İbrâhîm en-Nahaî'ye:

  Sana namaz kılarken selâm verilirse nasıl yaparsın? diye sordum.

İbrâhîm:

  Gönlümden karşılık veririm, dedi [106].

 

96-.......Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Biz Eş'arîler Yemen'de iken Muhammed'in peygamber gönderildiği ve Medine'ye hic­ret ettiği haberi bize ulaştı. Biz de (Eş'arîler'den elliüç kişi ile) bir gemiye bindik. Fakat (havanın muhalefetiyle) gemimiz bizi Habeşe hüküm­darı Necâşî'nin memleketi sahiline bıraktı. Orada Ca'fer ibn Ebî Tâ-lib'le buluştuk. Bir müddet onunla beraber Habeşistan'da kaldık.

Nihayet hepimiz yola çıktık ve Medîne'ye geldik. Peygamber'e Hay-ber'i fethettiği sırada kavuştuk. Peygamber (S): "Ey gemi yoldaşla­rı, sizin için iki hicret sevabı vardır" buyurdu [107].

 

37- Habeş Hükümdarı Necâşî'nin Ölümü Babı

 

97-.......Câbir (R) şöyle demiştir: Necâşî vefat ettiği zaman Pey­gamber (S): "Bugün sâlih bir kişi ölmüştür. Kalkınız da kardeşiniz As-hame'ye cenaze namazı kılınız" buyurdu [108].

 

98-.......Câbir ibn Abdillah(R)'tan (o şöyle demiştir): Peygam­ber (S) Necâşî üzerine cenaze namazı kıldı, bizi de kendi arkasında saff yaptı. Ben ikinci yâhud üçüncü saffta idim.

 

99-.......Bize Saîd İbnü Mînâ tahdîs etti ki, Câbir ibn Abdillah (R): Peygamber (S) Habeş Hükümdarı Necâşî Ashame üzerine cena­ze namazı kıldı da dört tekbîr aldı, demiştir.

Abdussamed, Yezîd ibn Harun'a mutâbaat etmiştir.

 

100-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: BanaEbû Seleme ibnu Abdirrahmân ile Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs ettiler ki, onlara da Ebû Hureyre (R) şöyle haber vermiştir: RasûIuUah (S) Habeşler'in sahibi olan Necâşî'nin ölümünü sahâbîlere, Necâşî'nin öldüğü gün içinde haber vermiş ve: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret isteyin" buyur­muştur.

Yine Salih'ten İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müsey­yeb: Ebû Hureyre(R)'nin, Rasülullah'ın kendilerine musallada saff yaptırıp Necâşî üzerine namaz kıldığını ve dört tekbîr aldığını haber vermiştir [109].

 

38- Kureyş Müşriklerinin Peygamber (S) Aleyhine Ahidleşmeleri Babı

 

101-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Huneyn gazvesine gitmek istediği zaman: ^İnşâallah yarın konak yeri­miz Kinâne oğulları yurdu olacaktır. Orada Kureyş ile Kinâne oğullan küfr üzerine ahidleşmişlerdi" buyurdu [110].

 

39- Ebû Tâlib Kıssası Babı

 

102-....... el-Abbâs ibnu Abdilmuttalib (R) Peygamber'e:

— Seni amcan(Ebû Tâlib hakkında şefaat etmek)dan ne alıkoy­du? Allah'a yemîn ederim ki, o seni her zaman saldırılardan korur­du ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi, dedi. Peygamber (S) Abbâs'a:

— "Ebû Tâlib şimdi topuklarına kadar -dibi yakın- ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim şefaatim olmasaydı muhakkak o cehen­nemin en derin çukurunda bulunurdu" buyurdu [111].

 

103-.......Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l- Müseyyeb'den haber verdi ki, babası Müseyyeb ibn Hazen (R) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e ölüm alâmetleri geldiği zaman, Peygamber (S) onun yanına girdi. Ebû Tâlib'in yanında Ebû Cehl (ve Abdullah ibn Ebî Umeyye) bulunuyordu. Peygamber:

  "Ey amca! Lâ ilahe ille 'ilah kelimesini söyle ki, ben Allah 'm yanında bununla senin lehine hüccet getirip şefaat edeyim" dedi.

Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebî Umeyye:

— Yâ Ebâ Tâlib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyor­sun? dediler.

(Peygamber tevhîd kelimesini arza devam ettikçe) onlar da o söz­lerini söylemekte devam ediyorlardı. Nihayet Ebû Talîb'in bunlara söylediği son söz:

  Ben, Abdulmuttalib milleti üzereyim, demek oldu. Bunun üzerine Peygamber:

— "Ben Allah tarafından nehyolunmadığım müddetçe senin için muhakkak mağfiret isteyeceğim " dedi.

Bunun üzerine de şu âyetler inmiştir:

"Müşriklerin o çılgın ateşin yârânı (cehennemlik) oldukları mu­hakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne Peygamber'in, ne de mü'min olanların istiğfar etmeleri doğru değildir" (et-Tevbe: 113)

"Hakikat sen, her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah *tır ki, kimi diterse ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir" (el-Kasas: 56).

 

104-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) Peygamber'in yanında amcası Ebû Tâlib(in iyilikleri) zikredildiği sırada, Peygamber'in şöyle buyur­duğunu işitmiştir: "Umarım ki benim şefaatim, kıyamet gününde am­cama fayda verecektir. Şefaatimle amcam topuklarına çıkabilen ateşten bir çukura konulacak, oradan beyni kaynayacaktır" [112].

 

105- Bize İbrahim ibn Hamza tahdîs etti: Bize tbnu Ebî Hazım ile ed-Derâverdî, Yezîd ibn Hâd'den bu hadîsi tahdîs etti ve: "Ora­dan dimağının aslı kaynar" buyurdu, demiştir [113].

 

40- El-İsrâ Hadîsi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Kulunu bir gece Mescidi Harâm'dan Mescidi Aksâ'ya kadar götüren (Allah, her türlü eksiklikten) münezzehtir'''' (ei-isrâ: o [114].

 

106-.......Ebû Seleme Abdurrahmân şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdil!ah(R)'tan işittim; o da Rasûlullah(S)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "(Mescidi Aksâ'ya sefer ettiğimi söylediğimde) Kureyş beni yalanlayınca, Mescidi Harâm'a gidip Hıcr'da ayakta durdum. Mü­teakiben Allah bana, Beytu'l-Makdis ile gözümün arasındaki mesa­feyi kaldırdı da (onların sordukları sorulan) Mescidi Aksâ'ya bakarak, onun alâmetlerinden Kureyş'e haber vermeye başladım" [115]

 

41- Mi'râc (Kıssası) Babı [116]

 

107- Bize Hudbeibnu Hâlid tahdîs etti: Bize Hemmâm ibn Yahya tahdîs etti: Bize Katâde, Enes ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, Mâlik ibn Sa'saa (R) şöyle demiştir: Bize Peygamber (S) İsrâ'dah, yânî yürü­tüldüğü geceden haber verip, biz sahâbîlerine şöyle tahdîs etti: "Ben

Hatîm'deyatmış bulunduğum sırada -râvî Katâde: Belki Peygamber "el-Hıcr'da bulunduğum sırada"buyurdu, demiştir- bana gelen Cibril geldi de (göğsümü uzunlamasına) yardı. -Râvî Katâde: Ben Enes ibn Mâlik'in "Şuradan şuraya kadar yardı" dediğini işittim. Ben yanım­da bulunan Enes'in arkadaşı Cârûd'a: Enes'in "Şuradan şuraya ka, dar yardı" sözüyle maksadı nedir? diye sordum. O da bu işaret olunan yerin boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar yânı göğsün ön tarafı olduğunu bildirdi, demiştir. Katâde: Ben yine Enes'ten: Göğsün ba­şından kıl bitimine kadar... derken işittim, demiştir.- Ve kalbimi çı­kardı. Sonra bana içi îmân dolu altından bir tas getirildi. Kalbim yı­kandı. Sonra içine îmân dolduruldu. Sonra eski hâline iade olundu. Daha sonra bana katırdan küçük, merkebden büyük beyaz bir binit getirildi. -el-Cârûd ibnu Subre, Enes ibn Mâlik'e: O Burak mıdır yâ Ebâ Hamza? diye sordu. Enes de: Evet, o Burak'tır; o, adımım gö­zünün erişebildiği yerin en sonuna atar, demiştir.- (Peygamber şöyle devam etti:) Ben onun üzerine bindirildim. Cibril de benimle yola çıktı. Nihayet dünyâ semâsına vardı. Cibril gök kapısının açılmasını istedi.

— Kimdir o? denildi. Cibril:

  Cibrîl'im, dedi.

  Beraberindeki kimdir? diye soruldu. Cibril:

— Muhammed'dir, diye cevâb verdi.

  O'na mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi. Cibril:

— Evet gönderildi, diye tasdik etti. (Gök meleği Hâzin tarafından:)

— Merhaba gelen Zât'a! Bu gelen kişi ne güzel bir gelişle geldi? denildi.

Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben oraya ulaşınca Âdem Peygam­ber'le karşılaştım. Cibril bana:

  Bu senin baban Âdem 'dir, ona selâm ver, dedi.

Ben de ona selâm verdim, Âdem selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:

— Merhaba sâlih oğul ve sâlih peygamber! dedi.

Sonra Cibrîl (benimle) ikinci semâya yükseldi. Oranın kapısının açılmasını istedi.

— Kimdir o? denildi. Cibril:

  Cibril'im, dedi.

— Beraberindeki kimdir? denildi. Cibrîl:

— Muhammed'dir, dedi.

  Ona mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi. Cibrîl:

— Evet, dedi. Sonra:

— Merhaba gelen Zât'a! Bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir! denildi.

Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben oraya ulaşınca Yahya ve îsâ ile karşılaştım. Bunlar teyze oğullarıdır [117]. Cibrîl bana:

— Bu gördüklerin Yahya ile isa'dır, bunlara selâm ver, dedi. Ben de onlara selâm verdim. Onlar da selâmımı alıp karşılık

verdiler. Sonra:

— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber, dediler. Sonra Cibrîl benimle üçüncü semâya yükseldi. Bunun da açıl­masını istedi.

Cibrîl'e:

— Kimdir o? denildi. Cibrîl:

  Cibril'im, dedi.

  Yanındaki kimdir? denildi. Cibrît:

— Muhammed'dir, dedi.

  O'na mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi. Cibrîl:

— Evet gönderildi, dedi. (Oradaki melek tarafından:)

— Merhaba gelen Zât'a! Bu gelenin gelişi ne güzel! denildi. Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben üçüncü semâya vardığımda Yû-

(Peygamber) 'la karşılaştım. Cibrîl:

— Bu Yûsuf'tur, ona selâm ver, dedi.

Ben de Yûsuf'a selâm verdim. O da selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:

— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber, dedi.

Sonra Cibril benimle yükseldi. Nihayet dördüncü semâya vardı. Oranın açılmasını istedi. (Oradan da:)

— Kimdir o? denildi.

Cibril:

  Cibril'im, diye cevâb verdi.

  Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril:

— Muhammed'dir, dedi,

  O'na (mi'râc da'veti) gönderilmiş midir? denildi. Cibril:

— Evet gönderildi, dedi.

— Merhaba bu gelen kişiye! Bu gelen Zât'ın gelişi ne güzeldir! denildi.

Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben dördüncü kat göğe vardığımda İdrîs'le karşılaştım. Cibril bana:

— Bu (gördüğün zât) İdrîs'tir, ona selâm ver, dedi.

Ben de İdrîs'e selâm verdim. O da selâmımı alıp karşılık verdi. Sonra:

— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber, dedi.

Sonra Cibril benimle yükseldi. Nihayet beşinci semâya ulaştı. Onun da açılmasını istedi.

— Kimdir o? denildi. Cibril:

  Cibril'im, dedi.

— Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril:

— Muhammed'dir, dedi.

  O'na (da'vet) gönderilmiş midir? denildi.

Cibril:

— Evet gönderilmiştir, dedi.

— Merhaba O'na! Bu gelenin gelişi ne güzeldir! denildi.

Ve hemen gök kapısı açıldı. Ben beşinci semâya varınca Hârûn ile karşılaştım. Cibril bana:

  Bu Hârûn 'dur, ona selâm ver, dedi.

Ben de Harun'a selâm verdim. O da selâmımı alıp karşılık ver­di. Sonra:

— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber, dedi.

Sonra Cibril benimle yükseldi, nihayet altına semâya ulaştı. Ora­nın açılmasını istedi.

— Kimdir o? denildi. Cibril:

  Cibril'im, diye cevâb verdi.

  Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:

— Mahammed'dir, dedi.

  O'na (mi'râc da'veti) gönderildi mi? denildi. Cibril:

— Evet gönderildi, dedi.

Bu göğün bekçisi:       

— Bu gelen Kişi'ye merhaba! Bu ne güzel bir geliş! dedi.

Bu altıncı göğe varınca Mûsâ Peygamber'le karşılaştım. Cibril bana:

— Bu Musa'dır, ona selâm ver, dedi.

Ben de Musa'ya selâm verdim. O da selâmımı alıp karşılık ver­di. Sonra:

  Sâlih kardeş ve sâlih peygambere merhaba! dedi.

Ben Musa'yı bırakıp geçince, Mûsâ ağlamağa başladı. Ona:

  Seni ağlatan nedir? denildi. ,O da:

— Çünkü benden sonra bir genç peygambere bey 'at olundu. O '-nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cen­nete gireceklerden daha çoktur (beni ağlatan budur), dedi.

Sonra Cibril benimle yedinci göğe yükseldi. Gök kapısının açıl­masını istedi.

— Kimdir o? denildi. Cibril:

  Cibril, dedi.

  Yanındaki kimdir? denildi. Cibril:

— Muhammed'dir, dedi.

  O'na mi'râc da'veti gönderildi mi? denildi. Cibril:

— Evet gönderildi, dedi.

— Bu gelen Zât'a merhaba, bu gelen kişinin gelişi ne güzel! dedi. Ben yedinci kata ulaşınca ibrahim'le karşılaştım. Cibril:

— Bu, baban İbrahim'dir, ona selâm ver, dedi.

Ben de tbrâhim 'e selâm verdim. O da selâmıma karşılık verdi de:

  Sâlih oğul ve sâlih peygambere merhaba! dedi.

Sonra bana Sidretu'l-Müntehâ sahası yükseltildi. Bir de gördüm ki, sidre ağacının yemişleri (Yemen'in) Hecer beldesi testileri benze­ridir [118]. Yapraklan da fillerin kulakları gibidir. Cibril bana:

— İşte bu Sidretu'l-Müntehâ'dır, dedi.

Ben burada dört nehirle karşılaştım. İki nettir bâtın, iki nehir de zahir. Ben:

  Yâ Cibril, bunlar nedir? dedim. Cibril:

— Bâtınî olan iki nehre gelince, bunlar cennette iki nehirdir. Za­hirî olan nehirler ise Nîl ve Furât nehirleridir, dedi.

Sonra bana el-Beytu'l-Ma'mûr yükseltilip gösterildi. (Ona her gün yetmiş bin melek giriyordu.)

Sonra bana bir kap şarâb, bir kap süt, bir kap da bal getirildi. Ben süt dolu kabı aldım. Cibril bana:

— İçtiğin süt, Sen'in ve ümmetinin fıtratıdır (yânî îslâmî hilka­tidir), dedi.

Sonra benim üzerime her gün elli (vakit) namaz farz olundu. Ben dönüp Musa'ya uğradığımda» Mûsâ bana:

— Ne ile emrolundun? diye sordu. Ben:

  Her gün elli namazla emrolundum, diye cevâb verdim. Mûsâ:

— Senin ümmetin her gün elli vakit namaza güç yetiremez. Val­lahi ben senden evvel kesin surette insanları denedim ve îsrâîl oğulla­rı'nı sıkı bir surette denemeye tâbi' tuttum. Binâenaleyh sen Rabb'ine dön de O'ndan, ümmetin için hafifletme iste, dedi.

Ben de Rabb'ime döndüm. Benden on vakit namaz indirdi. Bu­nun üzerine Musa'ya dönüp geldim. Mûsâ evvelki gibi tavsiyede bu­lundu. Ben de Rabb'ime dönüp niyaz ettim. Bu defa benden on vakit namaz indirdi. Ben yine Musa'ya dönüp geldim. Mûsâ da yine evvel­ki sözleri gibi söyledi. Ben de Rabb'ime dönüp niyaz ettim. Benden on vakit namaz daha indirdi. Ben yine Musa'ya döndüm. Mûsâ ev­velki sözleri gibi söyledi. Ben yine Rabb 'ime döndüm. Bu sefer bana her gün on vakit namaz emrolundu. Tekrar Mûsâ 'ya döndüm. Mûsâ yine evvelki sözleri gibi söyledi. Yine Rabb'ime döndüm (niyaz et­tim). Bu defa bana her gün beş namaz emrolundu. Mûsâ 'ya döndüm. Mûsâ:

— Ne ile emrolundun? dedi.

— Her gün beş namaz ile emrolundum, dedim. Mûsâ:

  Ümmetin her gün beş vakit namaza güç yetiremez. Ben sen­den önce insanları epey tecrübe ettim ve îsrâîl oğullan 'nı sıkı bir de­nemeye tâbi' tuttum. Şimdi sen Rabb'ine müracaat et de ümmetin için bir hafifletme iste, dedi."

Rasûhıllah dedi ki: "Ben:

— Rabb'imden istedim, nihayet istemekten utandım. Lâkin ben beş vakit namaza razı oluyor ve buna teslimiyet gösterip kabul edh yorum, dedim."

Peygamber dedi ki:

"Ben Musa'nın yanından geçince bir nida edici:

— Ben beş vakit namazla farîzemi imza ve irâde eyledim ve kul­larımdan fazlasını hafifletip indirdim, diye nida eyledi" [119].

 

108-.......Abdullah ibn Abbâs (R), Yüce Allah'ın şu kavlindeki: "(Geceleyin) sana gösterdiğimiz o temaşayı ve Kur'ân'da la'net edilen ağacı biz (başka değil) ancak insanlara bir fitne (ve imtihan) yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, onlarda büyük bir taşkınlıktan başka birşey artırmıyor" (ei-isrâ: 60) rü'yâ hakkında:

— O rü'yâ, gözün gördüğü âyetlerdir ki, Rasûlullah'a Beytu'l-Makdis'e sefer ettirildiği gece gösterildi, demiştir.

İbn Abbâs:

— (Âyetin devamındaki) "Kur'ân'da la'net edilmiş olan ağaç" da zakkum ağacıdır, demiştir [120].

 

42- Enşâr'ın Mekke'de Peygamber(S)'İn Huzuruna Elçilikle Gelmeleri -Ve Akabe Bey'atı Babı

 

109-.......Bize Yûnus tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir:

Bana Abdurrahmân ibnu Abdiilah ibn Ka'b ibn Mâlik haber verdi ki, Abdullah ibn Ka'b -babası Ka'b kör olduğu zaman onun sevke-dicisi idi- şöyle demiştir: Ben babam Ka'b ibn MâhVten işittim. Te-bûk gazvesi sırasında Peygamber'den geri kaldığı zamanki hadîsi uzun uzadıya tahdîs ediyordu. Yahya ibn Bukeyr kendi hadîsinde şöyle dedi: And olsun ben Akabe gecesinde Peygamber (S) ile İslâm Dîni üze­rinde (sebat edeceğimize) yemînleştiğimiz zaman, Peygamber'in be­raberinde hazır bulundum. Ben Akabe'de hazır bulunmaya bedel Bedir'de hazır bulunmayı sevmem; her nekadar Bedir, insanlar ara­sında Akabe'den daha çok zikrediliyor ise de [121].

 

110-.......Amr ibn Dînâr şöyle diyordu: Ben Câbir ibn Abdillah(R)'tan işittim: Beni Akabe'de iki dayım hazır bulundurdu, diyor­du.

Ebû Abdiilah el-Buhârî dedi ki: İbnu Uyeyne: Câbir'in iki dayı­sından biri el-Berâ ibnu Ma'rûr'dur, demiştir.

 

111-.......Atâ ibn Ebî Rebâh şöyle dedi: Câbir: Ben, babam Ab­dullah ve dayım (Ebû Zerr nüshasında: İki dayım, üçüncü) Akabe'­de hazır bulunan sahâbîlerdenizdir, demiştir [122].

 

112-.......İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlu Muhammed ibn Abdülah, amcası Muhammed ibn Müslim ez-Zuhrî'den tahdîs etti ki, o şöyle demiştir: Bana Ebû İdrîs Âizullah ibnu Abdillah haber verdi ki, Be-dir'de Rasûlullah'm beraberinde hazır bulunmuş olanlardan ve Akabe gecesindeki sahâbîlerden olan Ubâdetu'bnu's-Sâmit ona şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) etrafında sahâbîlerinden bir cemâat mev-cûd olduğu hâlde şöyle buyurdu: "Geliniz, Allah'a ibâdette hiçbir-şeyi ortak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye iftira etmemek, hiçbir ma'rûfişte bana âsi olmamak üzere bana bey'at ediniz (yânî benimle ahdediniz). İçinizden her kim sözünde durursa ecri Allah'a âiddir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda ikaaba uğratılırsa, bu ikaab ona keffârettir. Bunlardan bi­rini yapıp da yaptığı fiili Allah örterse, ettiği iş Allah'a kalır. Allah dilerse onu afv, dilerse ona ikaab eder".

Ubâde: İşte ben bu şart üzere Rasûlullah'la bey'at ettim, demiş­tir [123].

 

113-.......Ubâdetu'bnu's-Sâmit (R): Ben Rasûlullah ile bey'at etmiş olan Nakîbler'.denim, demiş ve şöyle devam etmiştir: Biz Ra­sûlullah (S) ile Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmamak, hırsızlık yapma­mak, zina etmemek, hakka mukaabil olmak müstesna Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemek, haksız olarak hiçbir kimsenin malım al­mamak, (ma'rûfta) âsî olmamak üzere bey'at ettik. Bu söyledikleri­mizden hiçbirini yapmazsak, mukaabilinde bize cennet olmak üzere, Peygamber'Ie bey'atlastık. Bu nehyedilen şeylerden herhangi birşeye isabet edersek, bunun hükmü Allah'a havale edilmiştir (dilerse affe­der, dilerse ukubet eder) [124]

 

43- Peygamberdin Âişe İle Evlenmesi, "Âişe'nin (Hicret'ten Sonra) Medine'ye Gelmesi Ve Peygamberin Âişe İle Güvey Odasına Girmesi Babı

 

114-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Ben altı yaşımda bir kız iken Peygamber (S) beni nikâh akdiyle zevceliğe almıştı. (Üç sene sonra) biz Medine'ye hicret ettik. Haris ibn Hazrec oğulları'nın menziline indik. Müteakiben ben sıtmaya tutuldum. Bu hastalıktan dolayı sa­çım döküldü. (İyileştikten sonra) saçım yine gür leşti ve omuzlarıma kadar uzadı. Bir defasında ben arkadaşlarımla beraber salıncakta oy­narken annem Ümmü Rûmân bana doğru geldi de, beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Bana ne yapmak istediğini bilmiyordum. Annem elimi tuttu. Tâ evin kapısı önünde beni durdurdu. Ben de yor­gunluktan kaba kaba soluyordum. Nihayet soluğum biraz yatıştı. Son­ra annem biraz su aldı..Onunla yüzümü, başımı sıvazladı. Sonra beni eve koydu. Evde Ensâr'dan birtakım kadınlar hazır bulunuyorlardı. Bunlar bana:

— Hayır ve bereket üzere geldin, hayırlı kısmete geldin, dediler.

Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kılığımı kıyafetimi düzelttiler ve Rasûlullah'a teslim ettiler. Beni hiçbirşey sık­madı, ancak Rasûlullah'ı habersiz görünce sıkıldım. Ensâr kadınları beni Rasûlullah'a teslîm ettiklerinde, ben dokuz yaşında bir kız­dım [125].

 

115-.......Âişe(R)'den: Peygamber (S) Âişe'ye şöyle demiştir:

"Sen iki kerre rü'yâmda bana ğösterildin. Öyle sanıyorum ki, ben bir ipekli kumaş parçasında senin suretini görmüştüm de (Cibril) bana:

  Bu resmin sahibi senin müstakbel zevcendir, diyordu. Şimdi ben yüzünden anlıyorum ki, o suret sen idin. Cibril'in o

sözü üzerine ben:

— Eğer şu rü'yâm Allah tarafından gösterilmişse, Allah bu tak­dirini infaz eder, diyordum".

 

116-.......Urvetu'bnu'z-Zubeyr şöyle demiştir: Hadîce, Peygamber'in Mekke'den Medine'ye çıkmasından üç yıl önce vefat etti. Pey­gamber bundan sonra iki sene yâhud buna yakın süre evlenmeden bekledi. Âişe altı yaşında iken onu nikâh etti. Sonra Âişe dokuz ya­şında iken, Peygamber, Âişe ile güvey odasına girdi [126].

 

44- Peygamber (S) İle  Sahâbîlerinin Medine'ye Hicret Etmeleri Babı [127]

 

Abdullah ibn Yezîd ile Ebû Hureyre (R)

Peygamber(S)'in: "Eğer hicret olmasaydı, muhakkak ben Ensâr'dan bir kişi olurdum" buyurduğunu söylemişlerdir [128].

Ebû Mûsâ da Peygamber(S)'den şunu söylemiştir: "Ben rüyamda kendimi Mekke'den hurmalıkları olan bir arza hicret ediyorum gördüm. Zannım o arzın Yemâme yâhud Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o Medine'dir; Yesrib'dir" [129]

 

117-.......el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû VâiPden işit­tim, şöyle diyordu: Biz (hastalığında) Habbâb'ı ziyaret ettik. O şöyle dedi: Biz, Peygamber'in izniyle Medine'ye, Allah'ın cihetini yânı nzâsım isteyerek hicret ettik. Artık ecrimiz Allah üzerine (va'di gere­ği) sabit oldu. Yoldaşlarımızdan bu hicretin ecir ve ni'metinden hiçbirşey almadan âhirete geçenler de vardır. Mus'ab ibn Umeyr bun­lardan biridir. Mus'ab, Uhud günü şehîd edildi de geriye sâdece ak ve kara çubuklu bir ihram bıraktı. Biz onu bu ihramla kefenlemeğe çalışıyorduk. Onunla başım örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor; ayaklarını örttüğümüz zaman da başı açığa çıkıyordu. (Bu yoksul­luk karşısında) Rasûlullah bize şehidin başını örtmemizi ve ayakları­nın üstüne de ızhır otundan bir mikdâr koymamızı emretti. Bizden kendisine hicretin meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de var­dır [130].

 

118-.......Alkame ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Umer(R)'den işittim şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, zannediyorum şöyle buyuruyordu: "Ameller niyete göredir. Artık kimin hicreti na­il olacağı bir dünyâ yâhud evleneceği bir kadından dolayı olmuş ise, işte onun hicreti, hicretine sebeb olan şeyedir. Her kimin hicreti Al­lah'a ve Rasûlü'ne yönelik ise, onun hicreti de Allah'a ve Rasûîü'-nedir [131].

 

119-.......Bana Ebû Amr eI-Evzâî,Abdete ibn Ebî Lubâbe'den;

o da Mucâhid İbn Cebr el-Mekkî'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R): "Fetihten sonra hicret yoktur" der idi.

Yahya ibn Hamza dedi ki: Ve yine bana el-Evzâî, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Ubeyd ibn Umeyr el-Leysî ile beraber Âişe'yi ziyaret ettim. Biz Âişe'ye hicretten sorduk. Âişe şöyle dedi: Bu gün (yânî fetihten sonra) hicret yoktur. Vaktiyle müzminlerden herhangi biri kendisi aleyhine bir fitne yapılacağından korktuğu için, dîni ile Yüce Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne kaçar idi. Bu gün ise Allah İslâm'ı zafere ulaştırıp üstün kılmıştır. Bu gün mü'-min istediği yerde Rabb'ine ibâdet ediyor. Lâkin bu gün cihâd ve (ci-hâdda cevâb kazanma) niyeti vardır [132].

 

120-....... Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve, Aışe den şöyle haber verdi: Sa'd ibn Muâz şöyle demiştir:

— Yâ Allah! Sen bilirsin ki, Rasûlü'nü yalanlayan ve O'nu va­tanından çıkaran kavim kadar kendilerine harb ve cihâd etmek iste­diğim hiçbir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle zannediyorum ki, Sen bizimle onların arasında harbi indirdin (yânî artık edilecek harb kal­mamıştır).

Ve Ebân ibnu Yezîd şöyle dedi: Bize Hişâm, babası Urve'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Bana Âişe: "Senin Peygamberini ya­lanlayan ve O'nu vatanından çıkaran Kureyş kavmi kadar kendileri­ne (karşı) harb etmek istediğim hiçkimse yoktur" şeklinde haber ver­di [133]

 

121-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kırk yaşında peygamber gönderildi. Kendisine vahyedilir hâlde Mekke'de onüç sene ikaamet etti. Sonra hicretle emrolunup Medi­ne'ye hicret etti. On yıl da orada ikaamet etti. Kendisi altmışüç ya­şında iken öldü.

 

122-....... Abdullah ibn Abbâs (R) -bu senedle gelen hadîste-:

Rasûlullah (S), Mekke'de (vahy geldikten sonra) onüç sene eğlendi. Kendi altmışüç yaşında iken de (Medîne'de) vefat etti, demiştir[134].

 

123-.......Bana İmâm Mâlik, Umer ibn Ubeydillah'ın âzâdlısı Ebu'n-Nadr'dan; o da Ubeyd'den, yânî İbn Huneyn'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) minber üzerine oturdu ve:

  "Şübhesiz bir kul var ki, Allah onu dünyânın güzelliğinden kendisine dilediği kadar vermekle, kendi yanındaki âhiret atıyyeleri arasında muhayyer kıldı; o kul da Allah katında olan şeyleri tercih etti" buyurdu.

Bu söz üzerine Ebû Bekr ağladı ve:

  Babalarımız, analarımız Sana feda olsun, dedi.

Biz Ebû Bekr'in bu sözlerine hayret ettik. İnsanlar da hayret edip:

— Bu şeyhe bakınız! Rasûlullah, Allah'ın dünyâ güzelliğinden vermekle kendi yanında olan şeyler arasında muhayyer kıldığı bir kul­dan haber veriyor; bu şeyh de: Babalarımızı, analarımızı Sana feda ettik diyor! dediler.

Meğer Rasûlullah, o muhayyer kılınan kul imiş; Ebû Bekr de bu­nu hepimizden iyi bilen imiş. Rasûlullah (S):

  "Şübhesiz arkadaşlık hususunda da, mal harcama hususun­da da insanların bana en çok vergilisi olan Ebû Bekr'dir. Ümmetim­den birini kendime halîl edinecek olaydım, muhakkak Ebû Bekr'i edinirdim, lâkin islâm yüzünden olan kardeşlik ve sevgi (şahsî dost­luktan üstündür). Mescid'de Ebû Bekr'in küçük kapısından başka kapanmadık hiçbir kapı kalmasın" buyurdu [135].

 

124- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti: Bize el-Leys, Ukayl ibn Hâlid'den tahdîs etti: îbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiş­tir [136]: Ben babamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinmiş olmayarak ya­şadıklarım hiç hatırlamadım. O zamanlarda Rasûlullah'ın gündüzün iki tarafında, sabah akşam bize gelmediği hiçbir günümüz geçmezdi. Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) belâya, işkenceye uğra­tılınca (Rasûlullah sahâbîlerine hicret için izin vermiş), Ebû Bekr de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke'den) çıkmıştı. Ebû Bekr Berku'l-Gımâd mevkiine ulaşınca kendisine İbnu'd-Dağıne ka­vuştu. İbnu'd-Dağme Kaare kabilesinin seyyididir [137]. Ebû Bekr'e:

— Yâ Ebâ Bekr, nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ebû Bekr de:

— Beni kavmim(in ezası) çıkardı. Arzda yürüyüp seyahat etmek ve Rabb'ime ibâdet etmek istiyorum, dedi.

Îbnu'd-Dağme:

— Yâ Ebâ Bekr, senin gibi bir zât yurdundan çıkmaz ve (başka­ları tarafından) çıkarılmaz. Çünkü sen herkeste bulunmayan (en de­ğerli) bir malı ihsan edersin, hısımlarını ziyaret edip onlarla ilgilenirsin, işini görmekten âciz olan aile ferdlerinin yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hakk engellerine karşı yardım edersin. Şimdi ben senin için bir koruyucuyum. Haydi Mekke'ye dön de kendi beldende Rabb'ine ibâdet et, demiştir.

Bunun üzerine Ebû Bekr geri dönmüş, İbnu'd-Dağme de kendisiyle beraber yollanmıştır. (Mekke'ye gelince) İbnu'd-Dağıne o ak­şam Kureyş'in şeriflerini dolaşmış ve onlara:

— Şübhesiz Ebû Bekr gibi biz zât memleketinden çıkmaz ve çı­karılmaz. Sizler şu yüksek sıfatlan olan bir adamı memleketinden çı­karır mısınız; o, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder; o, hısımlara ziyaret edip onlarla ilgisini devam ettirir; o, aile yükünü çeker; o misafiri ağırlar; o, hakk yolunda meydana gelen hâdiselerde insanlara yardım eder, dedi.

Ve böylece Ebû Bekr'i korumasına aldı. Kureyş de İbnu'd-Dağme'nin Ebû Bekr'i emânına almasını reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Kureyş ileri gelenleri İbnu'd-Dağıne'ye hita­ben:

— Sen Ebû Bekr'e emret! O, kendi evinde Rabb'ine ibâdet et­sin, orada namaz kılsın, ne dilerse okusun! Fakat okuduğu ile bize ezâ vermesin, okumasını açıktan yapmasın! Çünkü biz, kadınlarımı­zı ve oğullarımızı fitneye düşürmesinden korkarız, dediler.

İbnu'd-Dağıne Kureyş'in bu sözlerini Ebû Bekr'e söyledi. Ebû Bekr de bu şartlara göre evinde Rabb'ine ibâdet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'ân okumamak suretiyle ikaamet etti.

Bir zaman sonra Ebû Bekr için bunun zıddı bir re'y hâsıl oldu da evinin önünde bir mescid yaptı. Burada namaz kılmaya ve Kur'­ân okumaya başladı. Bunun üzerine.müşriklerin kadınları ve çocuk­ları Ebû BekrMn ibâdet ve kıraatine hayret ederek, ona bakmak için birbirlerini itiyor ve onun üstüne atılıp düşüyorlardı. Ebû Bekr ince yürekli ve çok ağlar bir adamdı. Kur'ân okuduğu zaman gözyaşları­nı tutamazdı. Ebû Bekr'in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelen­lerini korkuttu da, onlar İbnu'd-Dağıne'ye haber gönderdiler. İbnu'd-Dağıne de onların yanına geldi. Kureyş:

— Biz Ebû Bekr hakkında senin onu himayene, evinde Rabb'i­ne ibâdet etmek üzere müsâade etmiştik. Ebû Bekr ise bu sınırı geçe­rek evinin önünde bir mescid yapmış, içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur'ân okumağa başlamıştır. Doğrusu biz, kadınlarımızın ve oğul­larımızın fitneye düşmelerinden korkmuşuzdur. Artık sen Ebû Bekr'i bundan nehyet! Eğer Ebû Bekr, Rabb'ine kendi evinde ibâdet etmekle yetinirse ibâdet etsin. Eğer dayatır da muhakkak namaz ve kıraatini i'lân etmek isterse, ona verdiğin ahd ve emânını sana geri vermesini iste! Emîn ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz, Ebû Bekr'in aşikâre ibâdet etmesine de söz vermiş değiliz, dediler.

Aişe şöyle dedi: Bunun üzerine Îbnu'd-Dağıne, Ebû Bekr'e gel­di de:

— Benim sana nasıl bir husus üzerine akd yapıp söz vermiş ol­duğumu iyice bilmişsindir. Şimdi sen ya o husus üzerinde yetinirsin,

yâhud da benim ahd ve emânımı bana geri verirsin! Emîn ol ki ben bir kimseye verdiğim emânımı bozmuş olduğumu Arab milletinin işit­mesini arzu etmem, dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr:

  Ben artık senin himayeni sana geri veriyorum! Ben Azız ve Celîl olan Allah'ın himayesine razıyım (O'na sığınıyorum), dedi.

Peygamber (S) o gün Mekke'de bulunuyordu. Peygamber, müslü-mânlara:

  "Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurma­lıkları olan bir şehir olduğu bana rü'yâmda gösterildi" buyurdu.

Bu hadîsteki "İki lâbe", "İki kara taşlık"tır. Peygamber'in bu sözü ve teşviki üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etmişti. Habeşistan'a hicret edenlerin çoğu da (Mekke yoluyla) Medîne'ye dö­nüp gelmişlerdi. Ebû Bekr de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Rasûlullah ona:

  "Sabret! Bana da (hicret için) izin verilmesini umarım" bu­yurdu.

Ebû Bekr de:

— Babam sana feda olsun, böyle bir izin gelmesini umar mısın? diye sordu.

Rasûlullah:

  "Evet umarım" diye tasdîk buyurdu.

Bu sebeble Ebû Bekr de Rasûlullah'a hicrette arkadaşlık etmek üzere hemen hareket etmekten kendini men' etti. Aynı zamanda Ebû Bekr evinde bulunan en kuvvetli iki hecin devesini dört ay, talh ağacı yaprağı ile ev içinde besledi, (onlan dışarıya salıvermedi). Semur yap­rağı, silkilip kurutulmuş yapraklardır.

İbn Şihâb şöyle dedi: Urve dedi ki, Âişe şöyle demiştir: Bir gün biz zeval vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebû Bekr'in evin­de oturuyorduk. Ev halkından biri Ebû Bekr'e:

— İşte Rasûlullah, bize gelmesi mu'tâd olmayan bir saatte, ba­şını bir sargı ile sarmış olarak geliyor! dedi.

Ebû Bekr de:

— Babam, anam O'na kurbân, vallahi mühim bir hâdise olma­dıkça bu saatte gelmek âdeti değildi, dedi.

Âişe, rivayetine devam ederek dedi ki: Rasûlullah geldi, izin is­tedi. Kendisine içeri girme izni verilip buyurun denildi. Bunun üzeri­ne evimize girdi. Müteakiben Peygamber, Ebû Bekr'e:

  "Yanında bulunanları dışarı çıkar!" buyurdu.

Ebû Bekr de (beni, annem Ümmü Rûmân'ı ve kızkardeşim Es-mâ'yı kasdederek):

— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah! Onlar Senin ehlin ve mah­remindir (yabancı yoktur), dedi.

Rasûlullah:

  "Bana (Mekke'den Medine'ye) çıkmakhğım için izin verildi"

dedi.

Ebû Bekr de:

  Yâ Rasûlallah, babam Sana kurbân oisun! Ben de sohbeti­nizde ve maiyyetinizde bulunmak isterim, dedi.1

Rasûlullah:

  "Evet (sen de beraberimde olacaksın)" buyurdu.

Ebû Bekr:

  Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah, şu iki binek devemden

birini beğen al! dedi. Rasûlullah:

  "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu [138].

Âişe dedi ki: Biz Rasûlullah ile Ebû Bekr'in sefer gereklerini çar­çabuk hazırladık. Her ikisi için deriden bir dağarcık içinde bir mik-dâr azık düzenleyip koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sıra Ebû Bekr'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı da, onun­la dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ'ya "Zâtu'n-Nitâk" -Kuşmeyhenî rivayetinde: "Zâtu'n-Nitâkayn( = İki kuşaklı)"- diye isim takıldı [139].

Âişe dedi ki: Sonra Rasûlullah ile Ebû Bekr Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler [140].Her gece yanlarında Ebû Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk an­layışlı taze bir gençti. Seher vakti Rasûlullah ile Ebû Bekr'in yanından çıkar, Mekke'de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Ra­sûlullah ile Ebû Bekr hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duy­duğu şeyleri ezberler, tâ karanlık basınca gelir, Rasûlullah ile babasına haber verirdi. Ebû Bekr'in kölesi Âmir ibn Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğin­de o sürüyü Rasûlullah ile Ebû Bekr'in yanlarına getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış (ve biraz pişirilmiş) idi. Niha­yet gecenin sonunda Âmir ibn Fuheyre (mağaranın önüne gelir), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Rasûlullah ile Ebû Bekr'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle te'mîn etmiştir.

Rasûlullah ile Ebû Bekr (Mekke'de iken) Abd ibnu Adiyy oğul­ları olan ed-Dîl oğulları'ndan yol kılavuzluğunda maharetli (Abdul­lah ibn Ureykıt adında) bir kişi îcâr etmişlerdi. Bu adam Âs ibn Vâil es-Sehmî ailesi hakkında yemînli dost olmak üzere elini kana batır­mıştı [141]. Bu zât hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dîni üzere idi. Fakat doğ­ruluğuna emniyet ve i'timâd ederek Rasûlullah ile Ebû Bekr, develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı'­ndaki mağarada buluşmak üzere va'dleşip muahede etmişlerdi, bu kılavuz kişi Rasûlullah ile Ebû Bekr'in develeriyle üçüncü gecenin sa­bahında Sevr'e, onların yanına geldi. Rasûlullah ve Ebû Bekr'le be­raber Âmir ibn Fuheyre ve kılavuz Abdullah ibn Ureykıt da yollandı­lar. Kılavuz yolcuları alıp sahiller yolunu ta'kîb ederek Medine'ye git­mek üzere hareket ettiler.

İbn Şihâb şöyle demiştir [142]: Bana Abdurrahmân ibn Mâlik el-Mudlicî -ki o, Surâka ibn Mâlik ibn Cu'şum'un erkek kardeşidir- haber verdi. Ona da babası Mâlik, Surâka ibn Cu'şum'dan şöyle derken işittiğini haber vermiştir: (Hicret kaafilesi Mudlic oğullan sınırından geçtiği sırada) Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçileri bize geldi. Mekkeliler Rasûlullah ile Ebû Bekr'den herbirini öldüren veya esîr eden kimse için ayrı ayrı mükâfat ta'yîn ediyorlardı,

Surâka dedi ki: Bu günlerde ben, kavmim Mudlic oğulları'nın toplantılarından birisinde oturuyordum. Bu sırada Kureyş adamla­rından bir kişi çıkageldi. Biz otururken o ayakta dikildi de:

— Yâ Surâka! Ben biraz önce sahile doğru yollanan birkaç yol­cu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki, bunlar Muhammed ile sahâbîleridir, dedi.

Surâka dedi ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Mu­hammed ile sahâbîleri olduğunu anladım. Fakat (ondan saklamak için) ona:

  Gördüğün karaltılar Muhammed'le sahâbîleri değildir. Lâ­kin sen Fulân ve Fülân kişileri görmüş olacaksın! Şimdi onlar bizim gözlerimiz önünden geçip gittiler, kendilerine âid bir kayıp arıyor­lar, dedim.

Sonra (hareketimi meclistekilere sezdirmemek için) bir müddet daha mecliste eğlendim. Sonra kalkıp evime girdim. Cariyeme atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini em­rettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım. Ve kar­gımın (parıltısını gizlemek için) alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Nihayet atımın yanma geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasûlullah ile sahâbîlerine yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm [143]. Fakat he­men toparlanıp kalktım ve elimi ok kuburumun içine uzattım, on­dan fal kalemlerini çıkardım [144]. Muhammed'le sahâbîlerine zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye onlarla fal baktım. Fal neti­cesinde hoşlanmadığım şey (yânî zarar veremeyeceğim hususu) çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkması­na rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. At beni onlara yaklaştırıyordu. Nihayet Rasûlullah'ın okuduğunu işit­tim. Rasûlullah arkasına dönüp bakmıyordu. Ebû Bekr ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasûlullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atı­mın iki ön ayağı yere (kum içine) battı. Hattâ bu batış dizlerine ka­dar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarma­ya gücü yetişmedi. Hayvan (zorlukla homurdanarak) kalkıp doğru­lunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyle tek­rar fal baktım. Yine hoşlanmadığım surette çıktı. Sonra ben Muham­med'le sahâbîlerine:

  el-Emân! diye haykırdım [145].

Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek tâ yanlarına vardun. Rasûlullah ve sahâbîlerini taarruzumdan koruyan bunca hâri­kalarla karşılaştığım şu anda gönlümde kesin bir kanâat hâsıl oldu ki, Rasûlullah'ın işi ve peygamberlik da'vâsı yakında zahir olup za­fere ulaşacaktır. Bu kanâat üzerine O'na:

— Kavmin Kureyş, Sen'in öldürülmen veya esîr alınman hak­kında mükâfat ta'yîn etmişlerdir, dedim.

Ve Kureyş'in, kendisine ve sahâbîlerine karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim. Ve kendilerine yol azığı ve yol metâ'ı arzettim. Fakat benden birşey almadılar ve hiç-birşey de almak istemediler. Yalnız Rasûlullah bana:

  "(Yâ Surâka!) Bizim yolculuğumuzu gizle!" dedi.

Bunun üzerine ben Rasûlullah'tan hakkımda bir emânnâme yaz­masını istedim. Rasûlullah da Âmir ibn Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasûlullah, maiyyetiyle yoluna devam etti [146].

İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber ver­di ki, Rasûlullah yolda müslümânlardan deve süvârîsi bir kaafile içinde gelmekte olan Zubeyr ibnu'l-Avvâm'a kavuştu. Bu kaafile Şam'­dan gelmekte olan tacirlerdi. Zubeyr, Rasûlullah ile Ebû Bekr'e be­yaz maşlahlar giydirdi [147].

Medine'de müslümânlar, Rasûlullah'ın Mekke'den yola çıktığı­nı işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkii­ne çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasûlullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün müslümânların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahûdîler'den bir kişi, ken­disine âid bir işe bakmak üzere Yahûdî kulelerinden bir kulenin üs­tüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasûlullah ile sahâbî-lerini, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahûdî bu muh­teşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle:

— Ey Arab cemâati! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devlet­liniz işte geliyor! diye haykırdı.

Bu sesi işiten bütün müslümânlar, silâhlarına sarılarak evlerin­den fırlayıp Rasûlullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen ka­ra taşlık yolunda Rasûlullah'a kavuştular. Rasûlullah şimdi maiyyetiyle ve karşılayıcılarıyle Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru meyledip yollandı. Nihayet Rasûluîlah, maiyyetiyle beraber Harise oğullarından Amr ibn Avf ailesinin yurduna indi. Ve onlara (onla­rın başında bulunan Kulsüm ibn Hıdm'e) misafir oldu. Küba'ya va­rış rebîu'İ-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti [148].

Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebû Bekr yapmış ve ko­nuşmuştu. Rasûlullah ise sükût edip bir tarafa oturmuştu. Hattâ En-sâr'dan Rasûlullah'ı evvelce görmeyerek Küba'ya gelenler, Ebû Bekr'i (Şâm ticâreti münâsebetiyle) tanıdıklarından, evvelâ ona selâm veri­yorlardı. Tâ ki, Rasûlullah'a güneş isabet edip de hemen Ebû Bekr varıp, kendi ridâsıyle Rasûlullah'ıri üzerine gölgelik yapınca, o za­man Rasûlullah'ı herkes tamdı.

Rasûlullah, Amr ibn Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında Takva üzerine kurulan mescid kuruldu ve Rasû­lullah ve mescid içinde namaz kıldı [149].

Sonra Rasûlullah devesine bindi. Muhacirler'den ve Ensâr'ın karşıiayıcılarından meydana gelen bir kalabalık, beraberinde yürümek suretiyle, sevinç gösterilen yaparak Medine'ye hareket etti. Nihayet Medine'ye vardığında devesi, Rasûlullah'ın Medine'deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını müslümânlar o sırada namaz kılma yeri edin­mişlerdi. Daha evvel de Sa'd ibn Zurâre'nin terbiyesinde bulunan Sü­heyl ve Sehl adlı iki yetîm çocuğa âid olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasûlullah:

  "înşâallah burası bizim menzilimiz ve makaamımızdır" bu­yurdu.

Bilâhare Rasûlullah, bu iki genci da'vet edip, burasını mescid yapmak üzere değer bahâsıyle onlardan satın almak istedi. Gençler:

  Yâ Rasûlallah, burasını biz Sana bağışlarız, dediler.

Fakat Rasûlullah, çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Ni­hayet ta'yîn edilen bir bedelle satın aldı. Sonra mescidi bina etti. Mes­cidin inşâsı sırasında Rasûlullah, sahâbîleriyle beraber mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken de şu beyitleri okudu:

Haza '1-hımâlu lâ hımâle Hayber Hazâ eberru Rabbena ve athar

İnne '1-ecre ecru 'î-âhıre Ferhami'î-Ensâra ve'î-Muhâcire (- Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha ha­yırlı ve daha temizdir. Şübhesiz ki hayırlı ücret, âhiret ücretidir. Yâ Rabb, sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e merhamet eyle) diyordu..

Rasûlullah, müslümânlardan ismi bize bildirilmeyen bir şâirin şiirini misâl olarak inşâd etmiştir.

İbn Şihâb ez-Zuhrî: Rasûlullah'ın bu beyitten başka tam bir şii­rin bir beytine misâl olarak getirip inşâd ettiği, hadîslerde bize ulaş­madı, demiştir [150].

 

125-.......Hişâm, babası Urve'den ve Fâtıma bintu'l-Munzir'den; onlar da Esmâ(R)'dan tahdîs etmiştir (Esma şöyle demiştir): Ben Peygamber (S) ile Ebû Bekr için Medine'ye gitmek istedikleri zaman bir sofra hazırladım. Babama:

— Sofranın ağzını bağlayacak, kuşağımdan başka birşey bula­mıyorum, dedim.

Babam:

  Kuşağını ikiye böl, dedi.

Ben de öyle yaptım da işte bundan dolayı ben "Zâtu'n-Nıtâkayn = İki kuşaklı" diye isimlendirildim [151].

 

126-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, o şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'ye yönelip hareket ettiği zaman, yolda kendisim Surâka ibnu Mâlik ibn Cu'şum ta'kîb etti. Peygamber de onun aleyhine beddua etti. Bunun üzerine onun atı­nın ayakları yere battı. Surâka, Peygambere:

— Benim için Allah'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, de­di.

Peygamber de onun lehine duâ etti.

Râvî dedi ki: Rasûlullah yolda susadı da bir çobana uğradı. Ebû Bekr:

— Ben bir kap alıp onun içine az bir mikdâr süt sağdım, onu Peygamber'e getirdim ve kendisi bundan içti; ben de bundan hoşnûd oldum, demiştir [152].

 

127- Bana Zekeriyyâ ibn Yahya, Ebû Usâme'den; o da Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Esmâ(R)'dan olmak üzere tahdîs etti. Esma (Mekke'de iken) oğlu Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hâmile olmuştu. Esma dedi ki: Ben gebelik müddetini tamamlamış olarak Mekke'den çıktım ve Medine'ye geldim, Küba'ya indim. Abdullah'ı orada doğurdum. Sonra onu Peygamber'e getirdim de kucağına koydum. Bunun üzerine Rasûlullah bir hurma istedi. Onu çiğnedikten sonra çocuğun ağzına tükürdü. Bu suretle oğlumun midesine ilk inen şey, Rasûlullah'm tükrüğü oldu. Sonra Rasûlullah bir hurma çiğnemiyle çocuğun damağını oğdu. En sonra çocuğa duâ etti, ona bereket ve saadet diledi. Ve böylece Abdullah ibnu'z-Zubeyr (hicretten sonra Medine'deki) müslümân aileleri içinde ilk doğan çocuk oldu.

Bu hadîsi Alî ibn Mushir'den; o da Hişâm'dan; o da babası Ur­ve'den; o da Esma'dan senediyle rivayet etmekte Zekeriyyâ ibnu Yah-yâ'ya.Hâlid ibn Mahled mutâbaat etmiştir. Bunda: Esma, Peygam-ber'in yanına gebe olarak hicret etti, ifâdesi vardır [153].

 

128-.......Âişe (R) şöyle demiştir: (Medine'de) İslâm içinde ilk doğan çocuk Abdullah ibnu'z-Zubeyr'dir. Onu Peygamber'e getir­diler, Peygamber bir hurma aldı da onu çiğnem yaptı, sonra da onu çocuğun ağzının içine soktu.. Böylece çocuğun karnına ilk giren şey, Peygamber'in tükrüğüdür [154].

 

129-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Allah'ın Peygam­beri Mekke'den Medine'ye, Ebû Bekr'i bineğinin arkasına bindirmiş olarak geldi. Ebû Bekr, (saç ve sakalı ağardığından) ihtiyar (görünü­yor, ticâret için gelip gittiğinden de) tanınıyordu. Allah'ın Peygam­beri ise (saçı ağarmadığmdan) genç görünüyor, tanınmıyordu.

Râvî dedi ki: Herhangi bir kimse Ebû Bekr'le karşılaşır da:

  Yâ Ebâ Bekr! Şu önündeki adam.kimdir? diye sorar. O da:

— Bu adam beni doğru yola hidâyet eden kimsedir, diye cevâb verirdi.

Zanneden kimse, Ebû Bekr'in bu sözle ancak maddî olan yolu kasdettiğini sanır. Hâlbuki Ebû Bekr bu sözündeki yol ile, ancak ha­yır yolunu kasdediyordu. Ebû Bekr bir ara arkasına döndü ve birden kendilerine yetişmiş olan bir süvariyi (yânî Surâka'yı) gördü. Bunun üzerine:

  Yâ Rasûlallah, işte bir süvari bize yetişti, dedi. Allah'ın Peygamberi geriye döndü de:

  "Yâ Allah! Onu düşür" dedi.

Bu duâ üzerine at onu yere attı. Sonra at homurdanarak ayağa kalktı.. Bu düşme ardından Surâka:

— Ey Allah'ın Peygamberi, ne dilersen emret, dedi. Peygamber ona:                  . .

  "Sen yerinde dur, arkamızdan bize yetişecek hiçbir kimseyi bırakma" buyurdu.

Râvî Enes dedi ki: (Ne garîbdir ki) Surâka bir gündüzün evve­linde Allah'ın Peygamberi aleyhine çalışan, O'nun canına kasdeden bir kimse iken, o gündüzün sonunda O'nun hayâtını müdâfaa eden bir silâh mesabesinde olmuştur!

Nihayet Rasûlullah Harre tarafında konak etti. Oradaki ikaa-metinden sonra Ensâr'a (yânı dayıları olan Neccâr oğullan'na) haber gönderdi. Onlar silâhlanarak Allah'ın Peygamber'ine ve Ebû Bekr'e geldiler de, bunlar selâm verdiler ve:

— (Buyurunuz!) Düşmanlarınızdan emîn, dostlarınız tarafından itaat edilmiş iki kimse olarak develerinize bininiz, dediler.

Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi devesine bindi. Ebû Bekr de arkasında, deve üstünde vaziyet aldı. Bu silâhlı kuvvetler, Pey-gamber'le Ebû Bekr'in develeri çevresini kuşattılar. (Bu suretle dü­zülen kaafile Medine'ye doğru yollandı.) Bu sırada Medine'de:

— Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! denil­di.

Artık herkes yükseklere çıkıp O'na bakıyor ve:

— Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! diyorlar ve sevinç gösterileri yapıyorlardı.

Bu sevinç içinde ilerleyip gelen Peygamber, nihayet Ebû Eyyûb'un evinin yanına indi. Şu muhakkak ki, Peygamber orada kendi ailesi ferdlerine bâzı sözler söylüyordu. Tam bu esnada O'nun konuşması­nı Abdullah ibn Selâm işitti. Kendisi, ailesine âid olan bir hurmalık­ta onlara hurma topluyor hâldeydi. Hemen onlar için toplamakta olduğu hurmaları orada bırakıvermeye acele etti de topladığı hurma­lar beraberinde olarak Peygamber'in yanma geldi. Allah'ın Peygam­beri 'nden ilk defa olarak konuşmasını işitti. Sonra tekrar kendi ailesi­nin yanına döndü.

Allah'ın Peygamberi devesinden indikten sonra (Abdulmuttalib'in anası Selmâ kadın yönünden hısımlarını kasdederek):

  "Hısımlarımız evlerinden hangisinin evi daha yıkındır?" di­ye sordu.

Neccâr oğullarından Ebû Eyyûb:

— Ey Allah'ın Peygamberi, benim evim yakındır! îşte şu, evim­dir, şu'da kapısıdır, diye gösterdi.

Peygamber:

  "Öyle ise haydi git de bizim için yatıp istirahat edecek bir yer hazırla!" buyurdu.

Ebû Eyyûb hemen gidip geldi de Peygamber'le Ebû Bekr'e hita­ben:

— Yüce Allah'ın bereketi üzerine ikiniz de kalkıp buyurunuz! dedi.

Allah'ın Peygamberi Ebû Eyyûb'un evine gelince, Abdullah ibn Selâm da geldi ve şunları söyledi:

— Şehâdet ederim ki, sen Allah'ın Rasûlü'sün ve sen hiç şübhe-siz hakkı getirdin. Yahudiler benim kendilerinin seyyidi ve seyyidle-rinin oğlu olduğumu, onların en bilgilisi ve en bilginlerinin oğlu olduğumu bilmişlerdir. Onları çağır da, onlar benim müslümân ol­duğumu bilmeden Önce, beni onlardan sor (mevki'imi tezkiye ve tas-dîk ettir). Çünkü Yahudiler eğer benim müslümân olduğumu bilirlerse, benim hakkımda bende bulunmayan şeyler söyleyip bana iftira eder­ler, dedi.

Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi (Abdullah ibn Selâm'ı bir tarafa gizledikten sonra) Yahûdîler'e haber gönderip çağırdı. Yahu­diler gelip huzuruna girdiklerinde, Rasûlullah (S):

  "Ey Yahûdîcemâati, size veyl olsun, Allah'a ittıkaa ediniz. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, sizler be­nim Allah'ın hakk rasûlü olduğumu ve benim hakkdîni getirmiş ol­duğumu muhakkak pek iyi bilmektesinizdir. Onun için müslümân olunuz" buyurdu.

Yahudiler:

  Biz senin peygamber olduğunu bilmiyoruz, dediler.

Bu sözü Peygamber'e üç defa söylediler. Sonra Peygamber on­lara:

  '-Sizin içinizde Abdullah ibn Selâm var, o nasıl adamdır?" diye sordu.

Yahudiler:

— O bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur; en bilgilimiz ve en bilgilimizin oğludur, dediler.

Peygamber:

  "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?'' diye sordu.

Yahudiler:

— Hâşâ Allah'a! Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân ol­maz! dediler.

Peygamber yine:

  "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?" buyurdu.

Yahudiler:

— Hâşâ Allah'a! Abdullah hiçbir vakit müslümân olmaz! dedi­ler.

Peygamber üçüncü defa:

  "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?" diye sordu.

Yahudiler de üçüncü defa:

— "Hâşâ Allah'a! Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân olacak değildir, dediler.

Bu sefer Peygamber, Abdullah ibn Selâm'a hitaben:

  "Yâ İbne Selâm, bulunduğun yerden bunların önüne çık!" buyurdu.

Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıkarak:

— Ey Yahûdî cemâati! Allah'tan itükaa edip korkun! Kendisin­den başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a yeminle söylüyorum ki, sizler O'nun Allah'ın Rasûlü olduğunu ve O'nun hakk dîn getirdiğini mu­hakkak iyi bilmektesiniz, dedi.

Yahudiler de ona karşı:

  Sen yalan söyledin, dediler.

Bu çelişkili sözleri üzerine Rasûlullah, Yahûdîler'i huzurundan dışarı çıkardı [155]

 

130-.......ibn Cureyc şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Umer, Nâfi'den; yânî o da İbn Umer'den haber verdi; o şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) ilk Muhâcirler'e Beytu'l-mâlden dört mevsim ve­ya dört yılda dörtbin dirhem ta'yîn etti. İbn Umer için de üçbinbeş-yüz dirhem ta'yîn etti.

Umer ibnu'l-Hattâb'a:

— İbn Umer de Muhacirler'dendir; onun tahsisatını dörtbinden niçin eksilttin? denildi.

Bunun üzerine Umer:

— İbn Umer'i ancak ana-babası hicret ettirmişlerdir, deyip: O kendi kendine muhacir olan kimse gibi değildir, gerekçesini söylü­yordu [156].

 

131-.......Buradaki iki ta'rîkten birinde el-A'meş şöyle demiş­tir: Ben Şakîk ibn Seleme'den işittim, şöyle dedi: Bize Habbâb tah-dîs edip şöyle dedi: Bizler Rasûlullah'm maiyyetinde Allah'ın cihetini, yânî rızâsını arayarak (Medîne'ye hicret ettik, ecrimiz (va'di gereğin­ce) Allah'a vâcib oldu. Yol arkadaşlarımızdan bunun ecrinden hiç-birşey yemeden âhirete geçenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibn Umeyr'dir. O, Uhud günü şehîd edilmişti de biz onu, içinde kefenle­yeceğimiz hiçbirşey bulamamış, ancak ak ve kara çubuklu ve kalemli bir ihram bulmuştuk. (Biz şehidi onunla kefenlemeye çalışıyorduk.) Bu alacalı ihramla başını örttüğümüz zaman ayakları meydana çıkı­yor; ayaklarını örttüğümüzde de başı meydana çıkıyordu. Bu yok­luk karşısında Rasûlullah (S) bize bu ihrâmh şehidin başım örtmemizi, ayaklarının üzerine de ızhır otundan koymamızı emretti. Bizden, ken­dilerine hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır [157].

 

132-.......Muâviye ibn Kurre şöyle demiştir: Bana Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin oğlu Ebû Burde tahdîs edip şöyle dedi: Abdullah ibn Umer bana:

  Sen babam Umer'in, senin baban Ebû Musa'ya dediği şeyi biliyor musun? dedi.

Ben:

  Hayır bilmiyorum, dedim.

Abdullah ibn Umer şöyle dedi: Benim babam senin babana:

— Yâ Ebâ Mûsâ, Rasûlullah'la maiyyetinde İslâm'a girmemiz, O'nun beraberinde hicret etmemiz, O'nun beraberinde cihâd etme­miz ve O'nun beraberinde yaptıklarımızın hepsinin bizim lehimize sabit olması ve Rasûlullah* tan sonra yaptığımız amellerin hepsi de başa-baş müsâvî olması, yânî lehimize ve aleyhimize birşey sabit olmama­sı seni sevindirir mi? dedi.

Buna karşı benim babam (doğrusu: Senin baban):

— Hayır (bu beni sevindirmez). Vallahi biz Rasûlullah'tan son­ra da cihâd etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuş ve daha birçok hayır ameli işlemişizdir. Ve bizim ellerimizle birçok beşer İslâm Dîni'ne girdi. Biz elbette bu amellerimizin sevabını da ümîd ediyoruz, dedi.

Bunun üzerine babam Umer:

— Fakat ben, Umer'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemîn ede­rim ki, Rasûlullah'ın beraberinde yaptığımız amellerin bizim için sa­bit olup sevabının bize ulaşmasını, lâkin O'ndan sonra yaptığımız herbir amelden de başa baş müsâvî olarak (yânî ne lehimize, ne de aleyhimize birşey sabit olmayarak) kurtulmamızı çok arzu etmişim­dir, dedi.

(Ebû Burde dedi ki:) Ben, İbn Umer'e:

— Şübhesiz senin baban Umer, Allah'a yemîn ederim ki, benim babam Ebû Musa'dan hayırlıdır, dedim [158].

 

133-.......  Ebû Usmân  en-Nehdî  şöyle demiştir:  Ben  îbn

Umer(R)'den işittim: İbn Umer için: O babası Umer'den önce hicret etti denildiği zaman, bu sözden öfkelenerek şöyle demiştir:

Ben ve babam Umer, Rasûlullah'ın huzuruna geldik ve kendisini gündüz uykusu uyurken bulduk. Bunun üzerine tekrar konak yeri­mize döndük. Biraz sonra Umer beni gönderdi de:

— Git bak bakalım, Rasûlullah uyanmış mı? dedi.

Ben Rasûlullah'a geldim ve huzuruna girdim de kendisiyle bey'-at ettim. Sonra babam Umer'in yanına gittim ve ona Rasûlullah'ın uyanmış olduğunu haber verdim. Akabinde hızlı hızlı yürüyerek Ra-sûlullah'a gittik. Nihayet babam Umer, Rasûlullah'ın yanma girdi de, O'nunla bey'at yaptı. Sonra ben Rasûlullah ile (ikinci defa) bey'-atlaştım [159].

 

134-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Bekr, babam Âzib'den bir binek devesi satın aldı. Ben o deveyi Ebû Bekr'le beraber onun evine taşı­dım.

Râvî dedi ki: Bu sırada Âzib, Ebû Bekr'e, Rasûlullah'ın hicret yürüyüşünü sordu. Ebû Bekr şöyle dedi:

Bizim üzerimize gözcüler tutuldu. Biz (üç gün sonra) geceleyin (mağaradan) yola çıktık. O gecemizi ve gündüzümüzü sür'atle yürü­dük. Nihayet güneş gündüzün ortasına gelip dikildi. O sırada gözü­müze büyük bir kaya göründü. Onun yanına geldik. Onun biraz göl­gesi vardı.

Ebû Bekr dedi ki:

Ben Rasûlullah için beraberimde bulunan bir postekiyi yere dö-şedim. Sonra Peygamber onun üzerine yattı. Ben de onun etrafında olan şeyJeri bakıp araştırmak üzere gittim. Bu sırada bir çobanla kar­şılaştım ki, çoban küçük koyun sürüsü içinde bizim istediğimiz gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak isteyerek, ona doğru gelmekte­dir. Ben çobana:

  Sen kimin çobanısın ey delikanlı? diye sordum. O:

  Fulân kimsenin çobanıyım, dedi. Ben ona:

  Senin koyunlarında süt var mı? dedim. O:

— Evet vardır, dedi. Ben ona:

  Süt sağar mısın? dedim. O:

  Evet sağarım, dedi ve sürüsünden bir koyun tuttu. Ben ona:

  Memesi üzerindeki kıl, toprak ve pislikleri silkele, dedim. Ebû Bekr dedi ki:

Çoban biraz süt sağdı. Benim yanımda da Rasûlullah'a su içir-diğim deriden bir su kabı bulunuyordu ve ağzı üzerinde bir bez par­çası vardı. Sütün üzerine biraz da su döktüm, hattâ kabın aşağısı bi­raz soğudu. Sonra bunu Peygamber'e getirdim de:

— Yâ Rasûlallah, bu sütü iç! dedim.

Rasûlullah içti, ben de bundan hoşnûd oldum. Sonra hareket et­tik. Bizi arayıcılar izimiz üzerinde idiler.

el-Berâ dedi ki: Ben Ebû Bekr'in beraberinde olarak onun ailesi yanına girdim. Birden kızı Âişe'yle karşılaştım ki, o kendisine ateşli bir hastalık isabet etmiş olduğu için yatmakta idi. Bu esnada babası­nı gördüm ki, onun yanma gitti de kızının yanağından öptü ve:

 Nasılsın ey kızcağızım? Dedi [160].

 

135-.......Peygamber'e hizmet eden Enes (R) şöyle demiştir: Pey­gamber (S) Medine'ye geldi. Onun sahâbîleri içinde Ebû Bekr'den baş­ka saç ve sakalı kırçıl kimse yoktu. Ebû Bekr saç ve sakalını kına-ve ketem bitkisi ile gıhfladı, yânı saçlarını boyadı. Ve Duhaym şöyle dedi: Bize el-Velîd tahdîs etti. Bize el-Evzâî tahdîs etti: Bana Ebû Ubeyd, Ukbe ibnu Vessâc'dan tahdîs etti. Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'ye geldi. Ebû Bekr, O'nun (Muhacir olarak gelen) sahâbîlerinin en yaşlısı idi. (Onun saç ve sakalının siyahlığına beyaz karışmıştı.) Ebû Bekr, kına ve ketem karışığı ile saçlarını boyadı da saçlarının kırmızılığı siyaha yakın de­recede şiddetli, koyu renkli oldu [161].

 

136- Bize Esbağ ibnu'l-Fefec tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu Vehb, Yûnus ibn Yezîd'den; o da îbn Şihâb'dan; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe'den şöyle tahdîs etti: Ebû Bekr (R), Kelb oğul­ları kabilesinden bir kadınla evlendi ki, o kadına Ümmü Bekr denili-rid. Ebû Bekr, Medîne'ye hicret ettiği zaman bu kadını boşadı da, sonra o kadını, kadının amca oğlu (Ebû Bekr Şeddâd ibni'l-Esved ibn Abdi'ş-Şems ibn Mâlik ibn Ceûne) zevceliğe aldı. İşte o, (Bedir'-de öldürülüp de Peygamber'in kuyuya attığı) Kureyş kâfirlerine mer­siye olarak şu kasideyi söyleyen şâirdir [162]:

Ve mâ zâ bi'1-kalîbi kalıbı Bedrin Mine'ş-şîzâ tüzeyyenu bi's-senâmi Ve mâ zâ bi'1-kalîbi kalıbı Bedrin Mine 'î-kaynâti ve 'ş-şerbi 'I-kirâmi Tuhayyî bi's-selâmeti Ümmü Bekrin Ve hel lî ba'de kavmi bin selâmı Tuhaddisuna'r-Rasûlu bi-en senahyâ Ve keyfe hayâttı esdâin vehâmi

 

137-.......Bize Hemmâm ibn Yahya, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Bekr (R) şöyle demiştir: Ben Peygam-ber(S)'le beraber mağaranın içinde bulunurken başımı yukarıya kal­dırdığım zaman üstümüzde bizi aramağa çıkan müşriklerin ayaklarını gördüm de:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Bunlardan bâzısı gözünü aşağıya eğ­miş olsa, muhakkak bizi görecektir, dedim.

O:

  "Sus yâ Ebâ Bekr! Biz, üçüncüleri Allah olan iki kişiyiz!" buyurdu [163].

 

138-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Bir bedevî, Peygamber'e geldi de O'na hicretten (yânî çölden Medîne'ye hicret etmekten) sordu. Peygamber (S) ona:

  "Sakın hicrete kalkışma! Çünkü hicret işi çok çetindir. Senin develerin var mı?" buyurdu.

.Bedevî:

— Evet vardır, dedi. Peygamber:

  "Sen onların zekâtını veriyor musun?" dedi. Bedevî:

— Evet veriyorum, dedi. Peygamber:

  "Sen o develerin sütünden başkalarının da faydalanması için onları başka kimselere muvakkaten veriyor musun?" dedi.

Bedevi:

  Evet veririm, dedi. Peygamber:

  "Develerin su başına gelmeleri gününde oradaki fakirlere süt­lerinden sağıp içiriyor musun?" dedi.

Bedevi:

— Evet içiririm, dedi. Peygamber:

  "Öyle ise sen denizlerin (yânî şehirlerin) ötesinde çalış! Çün­kü Allah senin işinden hiçbirşey eksik bırakmaz (çölde de sana ve­rir)" buyurdu  [164].

 

45- Peygamber(S)İn Ve Sahâbîlerinin Medine'ye Gelişleri Babı [165]

 

139-.......Ensâr'dan el-Berâ ibn Âzib (R): Bize ilk önce hicret edip gelenler Mus'ab ibn Umeyr ve İbnu Ümmi Mektûm'dur. Sonra bize Ammâr ibn Yâsir ile Bilâl (R) geldi, demiştir.

 

140-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibnu Âzib(R) den işittim, o şöyle dedi: Bize ilk önce hicret edip gelenler Mus'ab ibn Umeyr ve İbnu Ümmi Mektûm'dur. Bu ikisi Medine müslümân-Iarına Kur'ân okuturlardı. Sonra Bilâl, Sa'd ibn Ebî Vakkaas, Am­mâr ibn Yâsir hicret ettiler. Daha sonra Umer ibnu'l-Hattâb, Pey-gamber'in sahâbîlerinden yirmi kişi ile bize hicret edip geldi. Bunlar­dan sonra da Peygamber (S) -Ebû Bekr ve Âmir ibn Fuheyre ile- hicret edip geldi. Artık ben Medîne halkının Rasûlullah'm gelmesiyle ferah­landığı gibi hiçbirşeyle ferahlandığını görmedim. Hattâ (Neccâr oğul-îarı'ndan) genç kızlar: "Rasûlullah geldi" cümlesini söyleyip sevinmeye başladılar. Ben de Rasûlullah hicret edip gelmeden önce el-Mufassal grubundan sayılan birtakım sûrelerle beraber "Sebbih ismeRabbike'l-a'lâ" Sûresi'ni okumuştum [166].

 

141-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medine'ye hicret edip geldiğinde babam Ebû Bekr ile Bilâl sıtmaya tutulmuştu. Âişe dedi ki: Ben Ebû Bekr ve Bilâl'in yanlarına girdim de:

— Ey babacığım, kendini nasıl hissediyorsun? Yâ Bilâl, kendini nasıl buluyorsun? diye sordum.

Âişe dedi ki: Ebû Bekr'i sıtma ateşi yakalayınca, şu beyti okur­du:

Kulîu'mrün musabbahun S ehiihî Ve'î-mevîu ednâ min şirâki na'lihf

Yesrib diyarında her kişi âliesi içinde mes'ûd sabahlamışken, öliim insana ayakkabısının bağından daha yakındır (yânı ölüm ansı­zın yakalar da akşama diri bırakmaz)]

Bilâl de kendisinden humma nevbeti sıyrılınca sesini yükselte­rek şu beyitleri söylerdi:

Ela îeyte şı'rî heî ebîîenne leyleîen Bi-vâdin ve havlı ızhırun ve celîlu Ve hel enden yevmen miyâhe Mecennetin Ve hel yebduven lî Şâmeiun ve Tafîlu

(= Şunu bilmek isterim ki: Mekke vâdîsinde etrafımı ızhir ve celîl otları sararak bir gece olsun geceler miyim? Bir gün gelip de Ukâz'daki Mecenne sularının başına varır mıyım? Mekke'nin Şâme ve Tufeyl Dağlan acaba bir kerre daha bana görünürler mi?)

Âişe dedi ki: Ben Rasûlullah'a geldim de onların bu hâlini ken­disine haber verdim. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

  "Yâ Allah, bize Mekke'yi sevdirdiğin gibi Medine'yi de sev­dir, yâhud onu daha çok sevdir. Ve Medine'nin havasını bizim için sağlamlaştır. Medine'nin sâ' ve müdd ölçekleri hakkında bize bere­ket ihsan eyle! Medine'nin sıtmasını naklet de onu Mekke'nin Cuh-fesinde tut!" diye duâ etti [167].

 

142-.......Urve ibnu'z-Zubeyr tahdîs etti ki, kendisine Ubeydullah ibn Adiyy ibn Hıyar haber verip şöyle demiştir: Ben Usmân'-ın huzuruna girdim. Usmân şehâdet kelimelerini söyledikten sonra şöyle dedi:

— Amma ba'du; şübhesiz Allah, Muhammed'i hakk dîn ile pey­gamber gönderdi. Ben de Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne icabet eden­lerden ve Muhammed'in gönderildiği esâslara îmân edenlerden oldum. Sonra iki kerre hicret ettim. Rasûlullah'ın dâmâdhğına nâiî oldum ve kendisiyle bey'atlaştım. Allah'a yemîn ederim ki, Yüce Allah O'nu vefat ettirinceye kadar ben O'na âsî de olmadım, O'nu aldatmadım da-[168].

Râvî Şuayb'e, İshâk ibn Yahya el-Kelbî el-Hımısî mutâbaat edip, bana ez-Zuhrî bunun benzerini tahdîs etti, demiştir.

 

143-.......İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah haber verdi; ona da İbn Abbâs şöyle haber vermiştir: Abdur-rahmân ibn Avf, Umer'in yaptığı son haccda Minâ'da iken kendi ailesi yanına döndü ve orada beni buldu. Abdurrahmân dedi ki: Ben:

— Ey Mü'minlerin Emîri, şübhesiz hacc mevsimi insanların dü­şük ve sefîlolanlanm da burada toplar. Ben senin yapmak istediğin konuşmayı Medine'ye varıncaya kadar geri bırakmanı düşünürüm. Çünkü Medîne, Hicret ve Sünnet Yurdu'dur. Ve sen Medine'de fı­kıh ehline, insanların ileri gelen şeriflerine ve re'y sahibi olanlarına ulaşırsın, dedim.

Umer:

— Elbette ben Medine'de ikaamet etmekte olduğum ilk makaam-da ayağa kalkıp hükümleri söyleyeceğim, dedi [169].

 

144-.......İbn Şihâb, Zeyd ibn Sâbit'in oğlu Hârice'den haber verdi (ki o şöyle demiştir): Ümmü'1-A'lâ, Peygamber'e bey'at etmiş Ensâr kadınlarından bir kadındır. O şöyle haber verdi: (Hicret'te) Mu-hâcirler'in oturacakları yerleri ta'yîn için Ensâr kur'a çektikleri za­man, kur'ada Usmân ibn Maz'ûn'un ismi Ümmü'l-A'lâ'nın ailesine çıkmış.

Ümmü'1-A'lâ dedi ki: (Biz Usmân ibn Maz'ûn'u evimizde konukladık.) Fakat Usmân bizim yanımızda hastalandı. Ben Osman'ın hastalığında ona hastabakıcılık yaptım. Nihayet vefat etti. Biz onu yıkayıp kendi elbisesi içine koyup kefenledik. Sonra yanımıza Pey­gamber girdi. Ben (cenazeyi tezkiye ederek):

— Yâ Ebâ Sâib, Allah'ın rahmeti üzerine olsun! Allah sana mu­hakkak ikram etmiştir! dedim.

Bunun üzerine Peygamber (S):

  "Allah'ın bu ölüye ikram ettiğini sana bildiren nedir?" diye

sordu.

Ümmü'1-A'lâ dedi ki: Ben de:

— Yâ Rasûlallah! Babam anam Sana feda olsun, ben bilmiyo­rum. Fakat (bunca îmân ve itaati ile o ikram edilenlerden olmazsa) Allah kime ikram eder ki? dedim.

Rasûlullah:

  "Usmân ibn Maz'ûn'a yemîn olsun ki yakın, yânî ölüm gel­miştir. Ve Allah'a yemîn ederim ki, ben de bu ölü için hayır ve saa­det umarım.  Yine Allah'a yemîn ederim ki, ben Allah'ın Rasûlü olduğum hâlde bana (ve size yarın) Allah tarafından ne muamele ya­pılacağını bilemem" buyurdu.

Ümmü'1-A'lâ: Vallahi bundan sonra ben hiçbir kimseyi tezkiye etmem, demiştir.

Yine Ümmü'1-A'lâ: İbn Maz'ûn hakkındaki bu iş, beni hüzün­lendirdi, akabinde uyudum. Ru'yâmda bana Usmân .ibn Maz'ûn'a âidakar bir pınar gösterildi. Hemen Rasûlullah'a gidip gördüğüm ru'yâyı kendisine haber verdim. Rasûlullah:

  "Bu pınar, onun dünyâda iken yapmakta olduğu sâlih ameli­dir" buyurdu [170].

 

145-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Buâs günü, Allah'ın kendi Rasûlü için hazırladığı bir gündür ki, bu muharebenin neticesi üzeri­ne Rasûlullah (S) Medîne'ye hicret etmişti. Bir hâlde ki, hicret sirasında muhârib Evs ile Hazrecliler'in cem'iyetleri dağılmış, şerifleri öldürülmüş ve yaralanmıştı. Bu perişanlık üzerine Allah muhârible-rin (Ensâr'm) İslâm camiasına girmeleri için bu günü RasûhVne ha­zırlamıştır [171].

 

146-....... Bize Şu'be, Hişâm'dan; o da babası Urve ibmı'z- Zubeyr'den; o da Âişe(R)'den şöyle tahdîs etmiştir: Bir ramazân bay­ramı yâhud kurbân bayramı günü Peygamber (S) Âişe'nin yanında iken ve Âişe'nin yanında da Ensâr'ın Buâs günü hiciv olarak, birbir­lerine karşı atışıp söyledikleri şiirlerini tegannî edip okuyan iki şarkı­cı kız varken, içeriye Ebû Bekr girmiş. Bu şarkıları için iki kerre:

  (Peygamber'in yanında) şeytân mızmârı mı? diye çıkıştı. Bunun üzerine Peygamber:

  "Yâ Ebâ Bekr, onlara ilişme! Her kavmin bir bayramı var­dır, şübhesiz bizim bayramımız da işte bu gündür" buyurdu [172].

 

147-.......Enes ibn Mâlik tahdîs edip şöyle demiştir: Rasûlul­lah (S) Medine'ye geldiği zaman, Medine'nin yüksek tarafında [173] Amr ibn Avf oğulları denilen bir obada konakladı.

Enes dedi ki: Rasûlullah onların içinde ondört gece ikaamet et­ti. Sonra (ana tarafından dayıları olan) Neccâr oğulları cemâatine ha­ber gönderdi.

Enes dedi ki: Neccâr oğulları kılıçlarını kuşanarak geldiler.

Enes dedi ki: Rasûlullah binek devesi Kasvâ üzerinde, Ebû Bekr O'nun arka tarafına binmiş, Ensâr ve Neccâr oğullan cemâati de Ra-sûlullah'ın etrafını kuşatmış olarak muhteşem bir kaafileylejvledî-ne'ye doğru hareketi hâlâ gözümün önündedir. Nihayet Rasûlullah indi ve bineğini Ebû Eyyûb'un avlusuna bıraktı.

Enes dedi ki: Rasûlullah namaz vakti kendisine nerede yetişirse orada namazını kılardı; davar ağıllarında da namaz kıldığı olurdu.

Enes dedi ki: (Ebû Eyyûb'un evine yerleştikten) sonra, Rasûlul-lan Mescid'in inşâ edilmesini emretti ve Neccâr oğullan cemâatine haber gönderdi. Onlar geldiklerinde:

  "Ey Neccâr oğulları! Şu bustânınızın bedelini bana bildiriniz" dedi.

Onlar da:

— Vallahi biz onun bedelini Sen'den istemeyiz. Bizler onun ec­rini ancak Allah'tan umarız, dediler.

Enes dedi ki: Bu bustânda size söyleyeceğim şu şeyler vardı: Bu bustânda müşrik kabirleri vardı; oyuk, tümsek, bakılmamış harabe­lik yerler vardı; bir kısmında da yabanî hurma ağaçlan vardı. Rasû-lullah emretti de müşrik kabirleri açılıp başka tarafa naklolundu, arsanın çukur ve harabelik yerleri düzeltildi, yabanî hurmalar da ke­sildi.

Enes dedi ki: Mescid'in (o zaman Kudüs cihetinde olan) kıble tarafına (mihrâb yerine) hurma ağaçlarını dizdiler. Kapının iki tara­fını, yânî süvelerini taştan ördüler.

Enes dedi ki: Sahâbîler kısa vezinli şiirler söyleyerek bu taşları nakletmeye başladılar. Rasûlullah da onlarla beraberdi. Hepsi şöyle diyorlardı:

Allâhumme îâ hayra iîlâ hayru'l-âhireh Fağfir li'î-Ensân ve'1-Muhâcireh

( = Yâ Allah, âhiret hayrından başka hayır yoktur. Öyle ise Sen, Ensâr ile Muhâcirler'e mağfiret eyle.)[174].

 

46- Muhacirin Hacc Ye Umre İbâdetini Bitirdikten Sonra Mekke'de İkaameti(Nin Hükmü) Babı

 

148-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Ben Umer ibnu Abdilazîz'den işittim; o, Nemr'in kızkardeşinin oğlu Sâib ibn Yezîd'e:

— Sen Muhâcir'in Mekke'de ikaameti hakkında ne işittin? diye soruyordu.

Sâib ibn Yezîd de ona:

— Ben el-Alâ ibnu'1-Hadramî'den: Rasûlullah (S) "Sader tava­fından sonra Muhacir için Mekke'de üç gece oturma ruhsatı vardır1* buyurdu, dediğini işittim, demiştir [175].

 

47- Târîh Ve Sahâbîler İslâm Târihinin Başlangıcını Hangi Vak'adan Ta'yîn Ve İ'tibâr Ettiler? Babı

 

149- Bize Abdullah ibn Mesleme tahdîs etti: Bize Abdulazîz, babası Ebû Hâzim'dan tahdîs etti ki, Sehl ibn Sa'd (R) şöyle demiştir: İslâm târihine başlangıç ta'yûı ederlerken, sahâbîler, bu başlangıcın Peygamber'in peygamber gönderildiği zamandan veya vefatı ânından i'tibâr edilmesi hususunda sayılıp dökülen görüşlerden hiçbirine kıymet vermediler. Yalnız Peygamber'in Medine'ye gelmesi ve hicreti vak­tinden başlamasına i'tibâr ettiler [176].

Hicrî Târîh Başlangıcının Kur'ân'dan Alınışı

es-Suheylî (581/1185), "İlkgününden..." (et-Tevbe: 108) âyeti hakkında şöyle dedi: "Bu âyette fıkıh, yânı ilim yönünden, Umer(R)'nin târîh başlangıcı hususun­da kendileriyle istişare ettiği zaman bütün sahâbîlerin Umer ile beraber üzerinde ittifak ettikleri başlangıcın sahîhliği vardır. Onların re'yleri târihin hicret yılından olması (fikri) üzerinde ittifak etti. Çünkü o yıl, İslâm'ın izzet bulduğu, Peygam-ber'in emniyette (yânî korkusuz) olduğu, mescidlerin bina edildiği yıldır. İşte onla­rın bu hicret yılını târîh başlangıcı yapma görüşleri tenzilin zahirine uygun düşmüştür. Şimdi biz onların bu fiilleriyle Yüce Allah'ın "Min evveli yevmin" kavlindeki "İlk gün"ün, zaman ta'yîni kendisiyle yapılagelen (hicrî) târih günlerinin birincisi oldu­ğunu anladık. Eğer sahâbîler bunu bu âyetten aldılarsa, bu onlardaki bir ilimdir. Çünkü sahâbîler, Kitâbullah'ın te'vîlini en iyi bilen ve Kur'ân'daki işaretleri en iyi anlayan kimselerdir, Şayet bu bir re'y ve ictihâdla olduysa, muhakkak ki Allah onu, yapılmasından önce hissettirip belli etmiş ve doğru olduğuna işaret eylemiştir. Çünkü bilinen bir yıla yâhud bilinen bir aya yâhud bilinen bir târîhe izafe etmeden "Ben onu ilk gün yaptım" diyen bir kimsenin bu sözü ma'kûl olmaz. Hâlbuki burada ma'nâda o belli târîhe olandan başka hiçbir izafet yoktur. Çünkü ne lâfız, ne de hâl karinesi olarak başkasına delâlet edici karineler yoktur.

İşte bunu iyi düşün, iyi anla. Çünkü bunda hatırda tutup ezberleyen için taac-cüble ibret ve öğüt alınacak birşey, gönül gözüyle gören ve iyice görüp bilmek iste­yen kimse için de bir ilim vardır." (Muhammed Cemâlüddîn el-Kaasımî, Me-hâsinu't-Te'vîi, VIII, 3266).

Mağara Günü

Kamerlerden sonra kamerler doğacak. Her kamerî seneden sonra bir kamerî sene gelecektir. Zaman dâiresi döndükçe, her görünüşünde sanki yeryüzünün tek noktasına işâretedecek, ışıklarını oraya tutup, orayı gösterecektir. Orası Hicret Ma- -ğarası'dır!

Veya kamer her dönüşünde o günün, Muhammed'in en güzel günü olduğunu gösterecektir. Çünkü "gün"ler içinde risâletine en fazla delâlet eden gün, o gün; inancının en mes'ûd günü, kalbinin en fazla ümîdle dolduğu gün, o gündür.

Ve o gün, müslümânlarm tereddüd etmeden, düşünmeden ve kendilerine işa­ret edilmeden takvimlerinin başlangıcı olarak kabul ettikleri gündür.

İslâm'da târih başlangıcı niçin Hicret Günü'dür de da'vete ilk başlandığı gün değildir? Ve niçin Bedir günü veya Hz. Muhammed aleyhi's-selâmm doğum günü veya Veda Hacci günü târih başlangıcı değildir?

Dış görünüşe göre ilk bakışta bu günler tebcile ve târîh başlangıcı olmaya, ca­nını ve îmânını kurtarmak için karanlıkların örtüsüne, himayesine sığınarak terki diyar etme günündendaha lâyıktır, diye düşünürüz.

İslâm'ın târîh başlangıcı olarak Hicret Günü'nü seçen adam, "Akîde, îmân. ve edebiyat" mefhûmlarına bütün tarihçilerden ve başka görüşte olan mütefekkir­lerden hem daha vâkıftır, hem mes'elenin ruhunu ve hikmetini anlamıştır. Çünkü inançlar, her bakımdan zorluklarla ölçülür, kurtuluş ve gâlibiyyetlerle değil! Çün-

kü dîn gâlib geldiği, da'vet netice verdiği zaman herkes îmân eder. Fakat hakka, hakîkate bağlanan ve zâtında îmânının zaferi tecellî eden insan, zorluk ânında da îmân edip etrafından başına gelecek belâları da hesaba katarak yola çıkan insan­dır. Onun için, Hz. Peygamber'in hicret ettiği gün, târîh başlangıcı olmaya başka günlerden daha lâyıktır; âyetin ifâdesine bakınız:

"Kâfirler O'nu Mekke'den çıkardıkları zaman bizzat Allah O'na yardım etti. O, o zaman ikinin ikincisi idi. Onlar mağarada iken Peygamber arkadaşına: Tasa­lanma, muhakkak Allah bizimle beraberdir, diyordu. Allah O'nun üzerine sekîne-tini (ma'nevî kuvvetlerini) indirmiş, O'nu sizin görmediğiniz ordularla te'yîd etmiş, kâfirlerin kelimesini alçaltmtştı. Allah 'm Kelimesi ise: O en yücedir. Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" (et-Tevbe: 40).

Hicret'ten Önceki takvimin, Peygamber zamanında da tabiî olarak takvîm ol­ması gerektiğini söyleyen söylesin, "Hicretten maksad Medine'ye gitmekti (?). Onun için Medine'ye gidildiği gün târîh başlangıcı olmalıdır, çünkü o gün fevkalâde bir gündür" desin... Ne denirse denilsin, şu kesindir ki, Kur'ân'm açıkça belirttiği "Zafer târihi", O'nun Mağara'da "İkinin ikincisi" olduğu gündür.

O açık kalbli Hattâb oğlu Umer ki -ister târîh başlangıcını tesbît eden o olsun, ister yapılan tesbîti kabul etmiş bulunsun, müsâvîdir- târîh günü olarak gözlerini "Sevr" Mağarası'na dikti ve ayırmadı. Ne Medine'ye-giriş gününü, ne Bedir zafe­rini, ne İran'ın fethi gününü târih başlangıcı olarak seçti! Sabit nazarla baktığı tek nokta "Görmediğiniz ordular..." idi. Şimdi onları biz de görüyoruz.

İslâm'a ilk da'vet günü de İslâm'ın ilk günü değildir. Çünkü îsâ'nın doğumu­nun Hristiyânlığın mu'cizesi olduğu gibi, Muhammed'in doğumu İslâm'ın mu'ci-zesi değildir. Çünkü Muhammed doğumunda da bizim gibi bir beşerdir. Fakat o ilk da'vet gününde de, da'vetin semere verip O'nun efendiliğini izhâr ettiği günde de, ve o da'vetin sahibinin ve arkadaşı Sıddîk'ın kalbinde ilk ağır imtihanını geçir­diği gün de, Mağara'da iki kişilerken de Peygamber'in Efendisi idi.

İnançların ve dînlerin târih başlangıçları böyle tesbît edilir. En zor günü ilk târîh günüdür. Garnîmetlerin alındığı, fetihlerin yapıldığı gün değil. Çünkü bunlar kalblerde basit, küçük sevinçler doğuran şeylerdir. O hâlde bir zaman, sâdece kalb-lerde gizli iken bir lâhzada güneş gibi zuhur ettiği ânı iyi tesbît etmemiz lâzımdır. Bir zamanlar inkâr edilirken varlığı ortadan kaldırılmağa çalışılırken, artık bugün kalblerin derinliklerinde yerleşmiştir.

imân ve Ümîd Günü: Mağara günü, Rasûlullah'ın günleri arasında hiç bir za­man unutamadığı, o muazzam sabrını gösterdiği ve özellikle üzüntü, hayret ve bek­leyiş günüydü. îmân günü, ümîd günüdür. İçinde bulunduğu anda gönül huzuru olmayan insanın nazarlarını istikbâle çevirdiği gündür. Hiçbir insanını memnun ede­meyen âlemin ümîdle beklediği gün... Âlemde hüzün ve hayret (şaşırma) ağır bastı­ğı zaman, mutlakaa uzakta, gözlerden uzak, gizlenmiş birşey var demektir. Evet, mutlakaa gizlenmiş... Çünkü bütün bir kâinat, bütün bir insanlık âlemi ruhunu tatmin edecek bir îmân manzumesi aramaktadır. Bu sebeble îmân, istikbâl.içindir. Bun­dan dolayı da müstakbel, îmâmn olacaktır. Ve ümîdle bekliyoruz: Bütün insanlık, tesellisini "Mağara Gününün Sâhibi"nden bulacak, şayet O'nu tanırsa, insanca bir hayâta kavuşacaktır. (Abbâs Mahmûd el-Akkaad, Abkariyyetu Muhammed, Ter-ceme Alî Husrevoğlu, ızmir-Yeşiiyurt 1400/1979; s. 300-306).

 

150-.......Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Namaz evvelâ ikişer rek'at ola­rak farz edildi. Sonra Peygamber (S) hicret etti. (Mukîm için) namaz dört rek'at olarak farz kılındı, sefer namazı ilk hâli üzere iki rek'at olarak bırakıldı.

Abdurrazzâk ibn Hemmân es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den bu hadîsi rivayet etmekte Yezîd ibn Zuray'a mutâbaat etmiştir [177].

 

48- Peygamber(S)'İn: "Yâ Allah! Sahâbîlerim İçin Hicretlerini Tamamla" Sözü Ve Mekke'de Ölenler İçin Mersiyesi (Yânî Onlara Acıyıp Yanması) Babı

 

151- Bize Yahya ibn Kazaa tahdîs etti. Bize İbrâhîm ibn Sa'd, ez-Zuhrî'den; o da Âmir ibn Sa'd ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, babası Sa'd ibn Ebî Vakkaas (R) şöyle demiştir; Veda Haccı yılı Mekke'de tutulduğum ve ölüme yaklaştığım şiddetli bir hastalığımda Peygamber (S) beni ziyaret etti. Ben:

— Yâ Rasûlallah! Bendeki bu hastalık, görmekte olduğun şu de­receye ulaştı. Ben mal sahibiyim. Bana bir tek kızımdan başka vâris olacak kimse yoktur. Buna göre ben malımın üçte ikisini sadaka ya­payım mı? diye sordum.

Rasûlullah:

  "Hayır (sadaka etme)'* buyurdu. Râvî dedi ki: Ben:

  Yarısını sadaka yapayım mı? dedim. Rasûlullah:

  "Hayır" buyurdu da şöyle devam etti: "Üçte bir (sana sada­ka yapman için yeter) yâ Sa'd! Üçte bir de çoktur. Çünkü senin ken-

di zürriyetini zengin bırakman, onları muhtaç ve insanlara el açar bir vaziyette bırakmandan hayırlıdır" buyurdu.

(el-Buhârî'nin şeyhi olan) Ahmed ibn Yûnus, İbrâhîm ibn Sa'd-dan: "Senin kendi zürriyetini..." (diğer tarîkte de "Kendi vârisleri­ni...") şeklinde söylemiştir.

  "Sen Allah cihetini, yânı rızâsını aramak için yapacağın her bir sadakaya mukaabil, Allah muhakkak senin ücretini verecektir. Hattâ (yemek yerken) eşin olan kadının ağzı içine koyacağın lokma­dan da sevâb alacaksın" buyurdu.

Yine ben:

— Yâ Rasûlallah! (Siz Medîne'ye döneceksiniz de) ben arkadaş­larımdan geriye mi bırakılacağım? diye sordum.

O:

  "Sen bizden asla geride bırakılmayacaksın. Şayet sen Mek­ke 'de kalır da A ilah cihetini isteyerek iyi amel yaparsan, elbette o ame­lin sebebiyle bir derece ve yükseklik artırması yapmış olursun. Ve ben öyle ümîd ediyorum ki, sen (ömrün uzatılmak suretiyle) hayâtta so­na bırakılacaksın. Hattâ seninle birtakım kavimler yararlanacak, di­ğer birtakımları da senden zarar göreceklerdir. Yâ Allah! Sahâbîleri-min (Mekke'den Medîne'ye) hicretlerini tamamlat Onları topukları üzerinde geriye döndürme!" buyurdu.

(Bunun üzerine Sa'd ibn Ebî Vakkaas şöyle demiştir:)

— Lâkin hâli kötü olan, Sa'd ibn Havle'dir. (Kendisinden hic­ret etmiş olduğu) Mekke'de ölmüş olmasından dolayı, Rasûluliah ona çok acır, kederlenirdi.

Ahmed ibn Yûnus ile Mûsâ ibn İsmâîl, İbrâhîm ibn Sa'd'dan "Kendi vârislerini... bırakman" diye söylemişlerdir [178].

 

49- Bâb: Peygamber (S) Sahâbîleri Arasındaki Kardeşliği Nasıl Kurdu? [179]

 

Abdurrahmân ibn Avf: Medîne'ye geldiğimiz zaman, Peygamber (S) benimle Sa'd ibnu'r-Rabî' arasında

kardeşlik akdi yaptı, demiştir [180].

Ebû Cuhayfe (R) de: Peygamber (S), Selmân el-Fârisî ile Ebu'd-Derdâ arasında kardeşlik akdi yaptı,

demiştir [181].

 

152-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Abdurrahmân ibn

Avf Medîne'ye geldiğinde Peygamber (S) onunla Sa'd ibnu'r-Rabî' el-Ensârî arasında kardeşlik akdi yaptı. Sa'd ibnu'r-Rabî', Abdurrahman ibn Avf'a, kendi ailesini ve malını yarı yarıya ona vermeyi arzetti. Abdurrahmân ibn Avf da ona:

— Allah ehlin ve malın hakkında sana bereket ihsan eylesin. Sen bana çarşıya delâlet et! dedi.

Müteakiben Abdurrahmân ibn Avf, (Kaynukaa çarşısına gidip gelmeye başladı,) keş ve yağdan (yânî bunları alıp satmaktan) çok şey kazandı. Birkaç günler sonra Peygamber Abdurrahmân'ı ziyaret ettiğinde, onun üzerinde zifaf edenlere mahsûs kokulu sarı boya iz­leri gördü. Peygamber ona:

  "Hâlin nedir yâ Abdarrahmân?" diye sordu. Abdurrahmân:

  Yâ Rasûlallah, ben Ensâr'dan bir kadınla evlendim, dedi. Rasûlullah:

  "O kadına ne kadar mehr verdin?'' buyurdu. O da:

  Bir çekirdek ağırlığında altın, dedi. Bunun üzerine Peygamber ona:

  "Bir koyunla olsun düğün aşı yap" buyurdu . [182]

 

50- Bâb

(Bu, geçen bâbdan bir fası! gibidir.)

 

153-.......Humeyd et-Tavîl şöyle demiştir: Enes ibn Mâlik (R) bize şöyle tahdîs etti: Peygamber(S)'in Medine'ye gelmesi haberi Ab­dullah ibn Selâm'a erişti de, o hemen Peygamber'e geldi ve O'na bir­takım şeyler soruyordu. Abdullah:

— Ben Sana üç şey soracağım ki, bunların cevâblarını ancak bir peygamber bilebilir:

a.  Kıyamet alâmetlerinin evvelkisi nedir?

b.  Cennet ahâlîsi (cennete girdiklerinde) ilk önce hangi yemeği yiyecekler?

c. Çocuğun hâli nedir? Çocuk babasına yâhud anasına benziyor (ve onlardan birinin soyuna çekiyor)? dedi.

Peygamber:

  "Bu senin sorduğun soruları biraz önce Cibril gelip bana ha­ber verdi" buyurdu.

Abdullah:

  Cibril, melekler arasında Yahûdîler'in düşmanıdır, dedi. Peygamber cevâba başlayıp:

  "a. Kıyamet alâmetlerinin en öncesi bir ateştir ki, o, insanla­rı doğu taraftan batıya sürüp toplar.

"b. Cennet ahâlîsinin yiyeceği ilk yiyecek maddesi ise balık ci­ğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır.

"c. Çocuğa gelince, (cinsî münâsebet esnasında) erkeğin suyu, kadının suyu önüne geçerse çocuğu kendi soyuna çeker; eğer kadının suyu erkeğin suyu önüne geçerse kadın çocuğu kendi soyuna çekip benzetir" buyurdu.

Abdullah:

— Eşhedu en lâ ilahe HleHlâhu ve enneke Rasûluttahı{ = Ben Al­lah'tan başka ilâh olmadığına ve Sen'in de muhakkak Allah'ın Ra-sûlü olduğuna şehâdet ederim), dedi.

Abdullah devamla şöyle dedi:

— Yâ Rasûlallah! Yahûdîler, insanı hayrette bırakacak surette yalan söyleyen, asılsız isnâd ve iftiralarda bulunan haksız bir millet-

tir. (Benim müslümân olduğumu duyunca, türlü yalanlar uydurup iftirada bulunurlar.) İslâm'a girişimi bilmelerinden önce beni onlar­dan sorup, mevkiimi tasdik ettir, dedi.

(Peygamber, Abdullah'ı bir yere gizledi.) Akabinde Yahûdî züm­resi geldi. Peygamber onlara:

  "İçinizdeki Abdullah ibn Selâm nasıl bir kişidir?" diye sor­du.

Yahudiler:

— O bizim hayırlımız ve hayırlımızın oğludur. Yine o bizim en faziletlimiz ve en faziletlimizin oğludur, dediler.

Bu tezkiye üzerine Peygamber:

  "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa ne dersiniz?" diye sor­du.

Yahudiler:

  İslâm'a girmekten onu Allah'a sığındırırız, dediler. Peygamber bunu Yahûdîler'e tekrar sordu. Onlar da evvelki gibi

cevâb verdiler. Bunun üzerine Abdullah evden onların yanına çıktı da:

— Eşhedu en lâ ilahe illellahu ve enne Muhammeden Rasûlul-lahı{ = Allah'tan başka ilâh olmadığına veMuhammed'in Allah'ın El­çisi olduğuna şehâdet ederim), dedi.

Bu defa da Yahudiler:

—O bizim şerrlimiz ve şerrlimizin oğludur, dediler ve İbn Se-lâm'ın kadrini eksiltmeye çalıştılar. Abdullah:

— Yâ Rasûlallah, işte korkmakta olduğum bu söyledikleri idi, dedi [183].

 

154- Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Mut'ım'den şöyle dediğini işitmiştir: Benim bir ortağım çarşıda ödenmesi te'hîrli birtakım gümüş paralar sattı. Ben buna hayret ederek:

  Subhânallah! Bu satış iyi olur mu? dedim. Ortağım da:

— Subhânallah! Vallahi ben o gümüş paraları çarşıda sattım da, bu satışımı bana kimse ayıplamadı, dedi.

Bunun üzerine ben el-Berâ ibn Âzib'e (gidip, bunu ondan) sor­dum. el-Berâ cevaben:

— Peygamber (S) Medine'ye geldi, biz bu şekilde alım satım yap­makta idik. Peygamber: "Elden ele peşin olursa bunda be's yoktur. Veresiye olanına gelince, işte o iyi olmaz" buyurdu; sen Zeyd ibn Er-kam'a kavuş da bunu ondan sor. Çünkü o, ticâretçe bizim en büyü­ğümüz idi, dedi.

Bunun üzerine ben de bu mes'eleyi Zeyd ibn Erkam'dan sordum. O da el-Berâ'nın dediği gibi söyledi (yâni gümüş paralan gümüş pa­ralar mukaabiîinde bir mecliste karşılıklı teslim almak ve müddetle teslim almak suretiyle yapılan alım satım uygulamasını söyledi).

Ve râvî Sufyân bir defasında: Peygamber (S) Medine'ye bizim üzerimize geldi, biz bu şekilde alım satım yapar hâldeydik, şeklinde söyledi. Ve Sufyân bu rivayetinde: Bir ortağım benim için ödenmesi hacc mevsimine yâhud hacca kadar te'hîrli olarak gümüş para sattı, tarzında söylemiştir [184].

 

51- Peygamber (S) Medine'ye Geldiği Zaman Yahudilerin (Kendisiyle Siyâsî Münâsebet Kurmak İçin) Peygamber'e Gelmeleri Babı [185]

 

"Hâdû", "Yahûdî oldular" demektir. Amma "Hudnâ" kavline gelince, o "Tevbe ettik" ma'nâsınadır; "Hâid",

"Tâib" demektir [186].

 

155-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S): "Yahûdîler'den (hahamlarından) on kişi bana îmân etmiş olsaydı, Yahûdîler'in hepsi bana îmân etmiş olurlardı" buyurmuştur [187].

 

 

156-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medi­ne'ye girdi. Bir de gördü ki, Yahûdîler'den birtakım insanlar âşûrâ gününü ta'zîm ediyorlar ve o gün oruç tutuyorlar. Bunun üzerine Pey­gamber: "Biz bu günü oruç tutmaya daha haklıyız" buyurdu -da, o gün oruç tutulmasını emreyledi [188].

 

157-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medîne'ye gelince Yahûdîler'i âşûrâ günü oruç tutuyorlar buldu. Bu orucun sebebi kendilerine sorulunca da:

— Bu gün, Allah'ın Musa'ya ve İsrâîl oğullan'na Fir'avn'a kar­şı zafer ihsan eylemiş olduğu gündür. Biz bu günü Musa'yı ta'zîm etmek için oruç tutuyoruz, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah:

  ' 'Biz Mûsâ 3ya sizden daha ziyâde yakınız'' buyurdu ve sahâ­bîlerine o gün oruç tutulmasını emreyledi [189].

 

158-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibmı Abdillah ibni Utbe, Abdullah ibn Abbâs(R)'tan haber verdi: Peygam­ber (S) saçlarını alnının üstüne salıverirdi. Müşrikler ise başlarının saçlarını alınlarının üst tarafından ikiye ayırırlardı. Kitâb ehli olan­lar da baş saçlarını ayırmadan salıverirlerdi. Peygamber, hakkında hiçbirşeyle emroiunmadığı hâllerde Kitâb ehline uymayı severdi. Sonra Peygamber başının saçlarını iki tarafa ayırdı [190].

 

159-.......tbn Abbâs (R): Onlar Kitâb'ı parça parça kısımlara ayırıp da bâzısına îmân eden, bâzısına da inanmayıp kâfir olan Ki­tâb ehli kimselerdir, demiştir [191].

 

52- Selmân El-Fârisî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Bâb1 [192]

 

160- Bana el-Hasen ibnu Umer ibn Şakîk tahdîs etti: Bize Mu'temir tahdîs edip: Babam Süleyman ibn Tahran şöyle dedi, dedi.

H ve yine bize Ebû Usmân en-Nehdî, Selmân el-Fârisî'den, ken­disini on'dan fazla mâlikin, birbirinden satın almak suretiyle elden ele alıp verdiklerini tahdîs etmiştir [193].

 

161-.......Ebû Usmân en-Nehdî şöyle dedi: Ben Selmân(R)'dan işittim; o: Ben Râme Hürmüz beldesindenim, diyordu [194].

 

162-.......Bize Ebû Avâne, Âsim el-Ahverden; o da Ebû Usmân'dan haber verdi ki, Sehnân: îsâ ile Muhammed (S) arasında pey­gambersiz geçen müddet altiyüz senedir, demiştir [195]



[1] Bu "Besmele" ve "Kitâb" sözleri Buhârî'nin Vensik tarafından yapılan kitâb ve bâb tertibinde vardır (Miflâhu Kunûzi's-Sünne).

[2] el-Haşr Sûresi'nin bu âyetinde Yüce Allah, Ensâr'i övmektedir; bu sebeble baş­lığa konulması güzel olmuştur.

el-Ensâr, Nasîr'in cem'idir; Nasîr de Nâsır'in mübalağa sîgasidır. Yardım edici demektir. Ensâr da yardım ediciler demek olur. Sonra Ensâr kelimesi İslâ-mî bir isim olarak kullanılmış ve Medîne'nİn Evs ve Hazrec kabilelerine ve bun­larla muâhedeli bulunanlara verilmiştir. Hicret sırasında ve hicretten sonra bu kabileler halkının Peygamber'e ve Muhâcirler'e dolayısiyle İslâm'a malları ve canlarıyle büyük yardımda bulunmaları, bu şerefli unvanı kazanmalarına se beb olmuştur. Şu âyetler Ensâr'ın İslâm'a yardımlarını açıkça belirtmektedir: ' 'îmân edip hicret edenler, Allah yolunda mattanyle, canlarıyle cihâdda bu­lunanlar, (Muhacirler'i) barındırıp yardım edenler; işte onlar birbirlerinin velî-feridir,.."(el-EnfâI: 72).

[3] Gaylân, Ezd kabîlesindendir, fakat umûmî nisbet i'tibâriyle Ensâr'a dâhil olur. Burada zikredilen "Ezden bi'r-racûl"ün Gaylân veya ondan başka bir Ezdli ol­ması muhtemeldir.

Enes ibn Mâlik burada verdiği cevâbla şu âyete işaret etmiş oluyor: "(İs­lâm'da) birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzellikte tâbi' olanlar; Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır..." (et-Tevbe: 100).

[4] Buâs, Evs ve Hazrec kabileleri arasında yüzyirmi sene kadar sürmüş uzun ve kanlı harbin adıdır. Medine'ye iki mil mesafede bir kalenin adı olduğu ve bu büyük harbin orada cereyan etmesi yüzünden bu adla anıldığı da rivayet edil­miştir.

Evs ve Hazrec kabileleri Medine'de yaşayan milletlerin ve kavimlerin en sonudur. Evs İle Hazrec iki kardeştir. Babaları Haris ibn Sa'lebe'dir. Yemenli­dir. Âlu Cefne veya Kuzâîler'dendir. Yemen'de Arîm seylinin meydana gelmesi üzerine bu iki kardeş, kabileleri halkı ile Yesrib civarına gelip yerleşmişler ve gitgide çoğalmışlardır. Müşrik olan bu iki kabile ile Yesrib'in eski ve nüfuzlu sakinlerinden olan Yahudiler arasında dîn İhtilâfı ve iktisâdı menfâatlerin çar­pışması yüzünden muharebeler olduğu gibi, Arablar'ın seciyyesi gereği bu iki kardeş kabîle arasında da çekişmeler, ihtilâflar birbirini kovalamıştır. Bu iç harb-lerin sonuncusu, hadîste anlatılan Buâs Harbi'dir ki, rivayete göre yüzyirmi se­ne devam etmiştir. Arab Edebiyatı Buâs muharebelerinin şiirleri ile doludur. Peygamber'in Medîne'ye hicretinden beş sene evveline kadar devam eden bu kanlı harblerde her İki tarafın en ünlü başkanları ve yiğitleri hadîste bildiril­diği gibi ya ölmüş yâhud ma'lûl düşmüştü. Bu suretle za'fa uğrayan Evs ve Haz­rec, Kureyş'le ittifak yapmak üzere Mekke'ye gitmişler, fakat Ebû Cehl'in müdâhelesiyle bu teşebbüsleri sonuçsuz kalmıştı. Bu müşkil vaziyette iken, bunlar Peygamber'e kavuştular. Peygamber'in okuduğu âyetler ve dînî öğütler bunla­rın ruhunda derin değişiklikler meydana getirdi. Kendi aralarındaki ihtilâfın an­cak Rasûlullah'ın hakemliği ve islâm Dîni'nin adalet düstûrlarıyle kaldırılabile­ceğine kanâat getirerek îmân ettiler ve bunun üzerine Birinci ve İkinci Akabe buluşmaları ve bey'atları yapıldı. Bu bey'atlarla Peygamber'in Medine'ye hic­reti gerçekleşti ve hakîkaten Peygamber'in hicreti akabinde Evs ile Hazrec ara­sındaki asırlık ihtilâftan ve düşmanlıktan eser kalmadı; kardeş oldular. Bunu şu âyet açıkça belirtmiştir:

"...A ilah onların gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan herşeyi toptan harcamış olsan yine onların gönüllerini böyle birleştiremezdin.

[5] Hadîsteki son cümle ile Peygamber, Ensâr'a bağlılık ve uygunluğunu; Ensâr'ı başkalarına tercih ettiğini en belîğ bir uslûbla bildirmiştir: Hiç şübhesiz bu de­rece güzellikte yüksek şehâdet, Ensâr'ın ahde vefa ve komşuluk, arkadaşlık hu­kukuna feragatle uyma gibi faziletleri hâiz bulunmalarına dayanmaktadır. Bu cümle ile Peygamber'in Ensâr'a mutâbaatı anlaşılmamalıdır. Çünkü Peygam­ber, tâbi' olunan metbû'dur; itaat edilendir; tâbi' olucu ve itaat edici değildir. Erkek kadın her mü'mine O'na uyması farzdır (Aynî).

[6] Buhârî bunu Mağâzî'de, Tâif gazvesinde uzun bir metinle getirmiştir.

[7] Peygamber'in hadîs metnindeki "Eğer hicret olmasaydı ben muhakkak Ensâr'-dan bir kişi olurdum" sözü, Allah için hicretten sonra en büyük faziletin, İs­lâm'a yardım ve müslümânlara yardımda bulunmak olduğuna delâlet etmektedir.

[8] İbn Sa'd'ın nakline göre bu kardeşlik akdi, Bedir'den beş ay önce, Enes'in evinde, ellisi Muhacir, ellisi Ensâr'dan olmak üzere yüz kişi arasında yapılmıştır, tbnu Ebî Hayseme'nin târihinde Zeyd ibn Evfâ'dan gelen rivayete göre bu kardeşlik akdi Mescid'de yapılmıştır. Bu iki rivayeti, kardeşlik akdinin bu yerlerden bi­rinde başlatılıp diğerinde devam ettiğini düşünmek suretiyle anlamak da müm­kündür. Bunun tafsilâtı Mağâzî'den önce gelecektir.

[9] Hadîsin başlığa uygunluğu gizli değildir.

[10] Ensâr, Rasülullah'a, hurmalıklarının mülkiyetini arzedip, mallarının yan yarı­ya taksimini rica etmişlerdi. Rasûlullah nusrat ve yardımın bu derecesini fazla görüp: "Hayır bu olmaz" buyurmuş ve akarın mülkiyeti sahihlerinin üzerinde kalmak üzere Muhâcirler'in çalışma ile ortak olmaları şeklini münâsib görmüş, böylece Ensâr'm mülkiyet haklarını korumuştur.

[11] Münafık zahiren mü'min, bâtmen kâfir demek olunca, Peygamber'le İlk Mu-hâcirler'i konuklama, onlara evlâd ve lyâllerinden daha ileri muamele etme, uğur­larında mal ve canlarını harcama, dostlarına dost, düşmanlarına düşman olma suretiyle barındırma, yardım ve İslâm Dîni'ni azîz kılıp yükseltme gibi sıfatlar­la sıfatlanan Ensâr'a bu sıfatlarından dolayı buğz edenlerin -mü'min görünse­ler de- kalben kâfir olduklarında şübhe yoktur.

Bu hadîs, îmân Kitabı, "îmânın alâmetleri bâbı"nda da geçmişti.

[12] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîs metnindeki Allâhumme ta'bîri ya te-berrük yâhud da sözünde doğru olduğuna Allah'ı şâhid tutmak içindir.

[13] Hadîslerin başlığa uygunlukları ma'nâlanndan meydana çıkar. Peygamber bu hadîslerde Ensâr'a: "Yâ Allah, Ensâr'ın zürriyetini kendilerine itaatli kıl" diye dua etmiş oluyor

[14] Sa'd ibn Ubâde ilk Akabe bey'atında bulunanlardandı. Fakat sonradan kendisinde kabîle gayreti gâlib olduğundan bu gayret kendisini birkaç hatâya sürük­lemiştir. Rasûlullah'm ilkönce zikrettiği Neccâr oğullan, Evs kabîlesinin bir şu'besidir. Bunların başkanlığında Sa'd ibn Muâz bulunmuştur.

[15] Hadîsler birbirini açıklamaktadır. Bu hadîsin uzun bir rivayeti Zekât Kitabı, "Hurmanın tahmîn edilmesi bâbı"nda geçmişti. Bu sözlerin Tebûk seferinden dönüşte konuşulduğu, hadîsin oradaki rivayetinde açıkça belirtilmiştir.

Bu hadîslerdeki "Dûr", Dâr'm cem'idir. Îbnu'1-Esîr şöyle demiştir: Bun­lar, meskûn menziller ve mahallerdir. Bu kelime Diyar şeklinde de cemi'lenir. Bunlardan burada kabîleler kasdedilmiştir. Herbir kabile bir mahallede toplan­dı da, bu mahalle "Dör"diye isimlendi. O mahallenin sakinleri de muzâfın hazfı üzerine mecazen bu kelime ile isimlendirildi; yânî "Dâr", "Ehlu'd-dâr" demektir (Aynî).

[16] Buhârî, bu ta'Iîki Huneyn Gazvesi'nde tam olarak getirmiştir.

[17] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar hadîsin iki ayrı tarîkten gelen ri­vayetleridir

[18] Bu hadîs, Cizye Kitabı, "Peygamber'in kesip verdiği arazî bâbi"nda da geç­mişti.

[19] Katâde'den gelen bu ik'.ıci rivayet birinci isnâd üzerine atfedilmiştir. Bu, ayrı tarîklerde Peygamberin Ensâr'a üç ayrı lâfızla duâ ettiği görülmektedir.

[20] Hadîslerin başlığa uygunluğu meydandadır.

Bu hadîsler Cihâd Kİtâbı'nda da geçmiş, Mağâzî'de de gelecektir.

Hendek harbi ibn İshâk'ın, Urve'nin ve Katâde'nin kesin kanâatlerine gö­re hicretin beşinci yılı şevval ayında vâki' olmuştur. Mûsâ ibn Ukbe'nin ez-Zuhrî'den nakline göre, dördüncü sene şevvâlindedir. Enes ibn Mâlik de böyle demiştir. Buna Ahzâb harbi de denilir. Ahzâb harbi denmesi, birçok Arab ka­bilelerinin hizit hizib toplanarak Rasûlullah ile harb etmek üzere ittifak etmiş olmalarıdır. Rasu'ullah bu umûmî ittifaka işitince Medine etrafına hendek ka­zarak savunma harbi yapmayı uygun görmüş ve bunda gâlib olmuştu. İbn Hi-şâm'in beyânına göre, Hendek savunması İranlı Selmân'ın işaretiyle kabul edilmiştir.

[21] Âyet açıkça Ensâr'ı medh hakkında indiği için, başlıkla hadîs arasında uygun­luk mevcûddur. Peygamber'e gelen o aç kimsenin bizzat Ebû Hureyre'nin ken­disi olduğunu sarihler beyân etmişlerdir.

Âyette bildirilen haslete "îsâr" derler ki, kişinin kendisi muhtaçken, baş­kasının ihtiyâcını daha önde görerek, onun yardımına koşması demektir. Bu has­let Ensâr'da en mükemmel şekilde görülmüştür.

[22] Başlığa uygunluğu hadîsin sonundadır. Çünkü sonu, başlığın aynıdır.

Ensâr'ın iyilik edenlerinden kabul edin demek, onlara yönelip ikram edin; kötülük edenlerin kötülüklerinden vazgeçin demek, onların dînî haddler dışın­daki kötülüklerini cezalandırmayın, affedin demektir. Bu hadîste Ensâr lehine büyük bir vasiyet ve çok kıymetli bir fazilet vardır: Bunca mal ve can fadâkâr-îıklarıyle kazanılmış en yüksek mertebeler hakkında sâdık habercinin beyânıyle bildirilen ne büyük bir müjde!

[23] Hakîkaten Ensâr gitgide azalmış ve zamanın geçmesiyle Ensâr'ın mikdârı in­sanlar içinde, yemekteki tuz derecesine inmiştir.

Bu hadîslerde affedilmesi emredilen kusurlar, dînî haddleri gerektiren kö­tülükleri şâmil değildir. İlâhî haddleri affetmek hakkı hiçbir kimseye verilme­miştir

[24] Bu hadîslerde geçen et-Keriş: Samimî dost, öz adam; el-Aybe: Küfe, zenbîl, hey­be ma'nâsmadır. Burada Ensâr'ın samîmî dostluğu ve emînliği bu ta'bîrlerle ifâde edilmiştir.

Buhârî, bu kitabın başından buraya kadar Ensâr'ın umûmî olarak menka-belerini anlatan hadîsleri getirmişti. Bundan sonra Ensâr'dan bâzı büyüklerin menkabelerine âid hadîsleri sıralayacaktır.

[25] Sa'd ibn Muâz, Ensâr'ın Evs kabîlesinin en yüksek sîmâsıdır. Peygamber'in hic­retinden önce Mus'ab ibn Umeyr'in delaletiyle müslümân olmuş, sonra kabilesi halkına: Siz müslümân oluncaya kadar sizin erkeklerinize, kadınlarınıza söz söy­lemek bana haram olsun! diyerek, bütün Abdu'l-Eşhel oğulları'nın hidâyetine sebeb olmuştur. Bedir ve Uhud'da hazır bulundu. Hendek harbinde bir ok ya­rası almış, Mescid'de kurulan bir çadırda tedâvî edildiyse de bir ay sonra o ya­ranın tekrar deşilmesiyle şehîd olmuştur.          ,

Hadîste Sa'd'ın cennetlik olduğu haber verilmiştir ki, bu Sa'd için çok bü­yük bir menkabedir.

[26] Ars'm, Sa'd ibn Muâz'ın ölümü sebebiyle titremesi, o sırada Allah'ın Arş'ta bir his, bir idrâk yaratmasıyle mümkündür; yâhud da Arş'ta bulunan melekle­rin titremiş olmaları mecazî bir uslûbla ifâde edilmiş olabilir. Bu titreme, Sa'd ibn Muâz'ın ruhunun gelmesine sevinmekten hâsıl olan bir titremedir, denilmiştir.

[27] Başlığa uygunluğu "Hayırlınıza yâhud seyyidinize ayağa kalkınız" ve "Sen Al­lah'm hükmüne uygun hükmettin " sözlerindedir. Bu hükmün infazı ve bunun tafsîlâtı Mağâzî'de gelecektir.

Peygamber, Muhacirler arasında Ebû Bekr'i ne kadar severse, Ensâr ara­sında da Sa'd ibn Muâz'ı o derece severdi

[28] Hadîsin son rivayetinde isimleri açıkça söylenen bu iki sahâbînin biri Ensâr'ın Evs kabilesinden Useyd ibn Hudayr el-Eşhelî, diğeri de yine aynı kabileden Ab-bâd ibn Bişr el-Eşhelî'dİr. Bunların böyle bir nura nail olmaları, Peygamber'in sohbetini kaçırmamak ve yatsı namazını Peygamber'le birlikte kılmak faziletini kazanmak için gece karanlığına kalmalarıdır. Nitekim Ebû Davud'un Sünen'-indeki: "Karanlıklarda mescidlere çokça gidenlere, kıyamet gününde tam nura mazhar olacaklarını müjdele" hadîsinin doğruluğuna şâhid ve bu iki sahâbîye ikram olarak, bu nûr, bu dünyâda bile görülmüştür.

Useyd ibn Hudayr'm, Akabe Bey'atı'nda, Bedir gazvesinde bulunmak gibi yüksek mertebeleri vardır. Onun en yüksek bir hususiyeti de güzel sadâ ve edâ ile Ebû Mûsâ el-Eş'arî derecesinde te'sîrli Kur'ân okumasidır. Hoş ve dürüst Kur'ân okumada sahâbîlerin birincilerinden idi. Onun Kur'ân okuyuşunda me­lekler bile hazır olurlardı. el-Kehf Sûresi'ni okurken bulut kümesi içinden parıl­tılar şeklinde melekler inmişti. Bedir'den Kudüs'ün fethine kadar hayâtını cihâdla ve Kur'ân'a hizmetle geçiren Useyd, yirminci hicret yılında Medine'de vefat et­miş, tâbutu Bakı'a taşınırken Umer de tâbutun iki kolunu yüklenmiştir.

Abbâd ibn Bişr de Bedir'de hazır bulunmuştur. Zuhrî, Abbâd'ın Yemâ-me'de, kırkbeş yaşında iken şehîd olduğunu bildirmiştir.

[29] Muâz ibn Cebel, onsekiz yaşında müslümân olarak Akabe Bey'atı'nda bulun­muştur. Üstün bir zekâya ve güzel bir endama mâlikti. Bedir'den İ'tibâren bü­tün gazvelerde Peygamber'in yanından ayrılmamıştır. Peygamber: "Ümmetimin halâî ve haramı en iyi bileni Muâz'dır" buyurmuştur. Peygamber, Muâz'ı vefa­tından önce Yemen'e göndermişti. Gönderilme târihi hakkında görüş ayrılıkla­rı vardır. Vâlî veya muallim olarak gönderildiği hakkında da görüş ayrılıkları vardır.

Muâz ibn Cebel, Tihâme'de, Ürdün'de, Gor'da henüz otuzbeş yaşında bir genç iken onsekiz yılında Amvâs tâûnu hastalığından vefat etmiştir.

[30] Âişe'nin bu ifâdesi, uzun Ifk hadîsinin bir parçasıdır.

Sa'd ibn Ubâde, Akabe Bey'atı'nda bulunmuş kıdemli sahâbîlerdendi. Ga­zalarda Hazrecliler'in sancağını taşırdı. Âişe'nin şehâdet ettiği gibi, Ifk hâdise­sinden evvel iyi bir kimse idi. Fakat Câhilİyet devrinden beri Arablar arasında hakîkaten ziyâde kabile gayreti hüküm sürdüğünden, Sa'd ibn Ubâde de Hazrec-liler'i ve bu arada tbnu Ubeyy gibi azgın bir münâfıkı müdâfaa edeyim derken haktan ayrılıyordu. Sa'd ibn Ubâde, Peygamber'in vefatı üzerine Ebû Bekr'e bey'at etmekten çekinerek Şâm tarafına gitmiş ve onbeşinci hicret yılında Hav-rân'da vefat etmiştir.

[31] Hadîsin başlığa uygunluğu "Rasûlullah siz Sâide oğulları'na birçok insanlar üze­rinde fazilet verdi" sözündedir. Çünkü Sa'd ibn Jbâde, Hazrec'in Sâide oğul­ları kulundandır ve bu kolun önde gelenlerindendir.

Bu hadîs yakında da geçmişti.

[32] Ubeyy ibn Ka'b, Ensâr'ın Hazrec kolunun Neccâr oğulları boyundandır. İlk müs-lümânlardandır. Akabe'de ve ondan sonraki gazvelerde hazır bulunmuştur Otu­zuncu hicret yılında Medine'de vefat etmiştir.

[33] Bu vak'a  Ubeyy için hiç kimsenin ortak olamayacağı yüksek bir menkabedir. Umer: Ubeyy, seyyidu'l-müslimîndir, der idi. Bu sûrenin ona okunması, şüb hesiz ona öğretmek içindir; yoksa ondan öğrenmek için değildir. Sûrenin diğer­lerinden önce Ubeyy'e arz olunmasının sebebi de Ubeyy'in Kur'ân lâfızlarını, edâ keyfiyetlerini, kıraat vecihlerini öğrenmeye ehemmiyet vermesidir. Bu se-beble Kur'ân'ın kıraatine ihtimam eden hafızlara Kur'ân'ı arzetmek, bir sünnet olarak devam edegelmiştir. Başka bir sebeb de Kur'ân'ı onun dilinden öğren­meye teşvik olabilir. Nitekim öyle de olmuştur: Rasûlullah'tan sonra Ubeyy, kıraat ilminin müstakil imamlarından biri olmuştur.

Kur'ân sûreleri arasında bu sûrenin tahsis buyurulması da, bu sûrenin İs­lâm Dîni'nin asıllarını, kaaidelerini ve en yüksek mühimmelerini vecîz bir uslûb İle ihtiva etmesindendir.

[34] Zeyd ibn Sabit, Peygamber'in Medine'ye hicretinde onbir yaşında idi. Hicret­ten evvel ezberlediği onaltı sûreyi Peygamber'e okumuş, O'nun büyük takdiri­ne nail olmuştu. Medine devrinde Peygamber'in vefatına kadar vahiy kâtibliğinde kalmıştır. Yaşı küçük olduğundan Bedir harbine katılmasına izin verilmemiş, Uhud'dan sonraki bütün gazvelere katılmıştır. Tebûk gazvesinde Neccâr oğul-ları'nm bayrağını Umâre ibn Hazm'dan alıp Zeyd'e vermiş, Umâre sebebini so­runca: "Kur'ân öne geçirilir. O Kur'ân'ı senden çok bilir" buyurmuştur. Pey­gamber, yabancı hükümdarlardan gelen mektûbları terceme etmesi için Zeyd'e Süryânî ve İbranî dillerini öğrenmesini emretmiş, o da kısa zamanda bu dilleri öğrenmiştir. Farâiz ilmini en iyi o bilirdi. Ebû Bekr'in emri ile bütün Kur'ân'ı, muntazam bir şekilde sahîfelerde bir araya topladığı gibi, Usmân'ın emri ile de bu ilk Mushaf'ı bir hey'et başkanlığı sorumluluğunda, bugün elimizdeki tertîb-le çoğaltmıştır. Hicretin kırkbeşincİ yılında vefat etmiş, namazını Mervân ibn Hakem kıldırmıştır.

Zeyd ibn Sabit 'in özellikleri şöyle özetlenebilir:

1.  Medine devri süresince vahiy kâtibliği,

2.  Rasûlullah'ın sağlığında Kur'ân'ı ezberleyenlerden biridir.

3.  Kur'ân'ı en düzgün okuyanlardandır.

4.  Kur'ân hafızları İçinde en uzun yaşayanıdır.

5.  Tebûk'te sancakdâr yapılırken belirtilen tercih sebebi.

6.  Çok zekî olup yabancı dil öğrenmesi.

7.  Ebû Bekr'in Kur'ân'ı onun toplamasını emrettiği sırada: "Ey Zeyd, sen akıllı, reşîd bir gençsin; biz seni hiçbir kusur ile itham edemeyiz" diye tezkiye etmiş olması.

[35] Kur'ân'ı ezberleyenlerin bu dört zâttan ibaret olduğu sanilmamalıdır. Dört Ha-lîfe'nin içlerinde bulunduğu daha birtakım sahâbîler Kur'ân'ı ezber etmişler­dir. Buna geçen hadîsler de delâlet eder. Belki Enes İbn Mâlik bu hadîsinde yalnız bir kabileden, yalnız Ensâr'dan dört zâtın Kur'ân'ı ezberlemiş olduklarını bil­dirmiş olmaktadır.

[36] Ebû Talha Zeyd ibn Sehl künyesi ile meşhurdur. Sahâbîler arasında kahraman ve atıcılanndandı. Ebû Talha bütün savaşlara katılmış, bilhassa Uhud'da çok yararlık göstermiş, Peygamber'e atılan düşman oklarına göğüs germiştir. Gür sesli olduğundan Peygamber: "Ebû Talha'nın ordu içinde sesi, yüz adamdan hayırlıdır" buyurmuştur.

Ebû Talha, Enes'in üvey babasıdır. Enes'in öz babası Mâlik, Şam'da kâfir olarak ölmüştü. O zaman Enes, sekiz yaşında idi. Annesi Ümmü Suleym ilk kocası öldükten sonra Ebû Talha ona evlenme teklîf etmişti. Ebû Talha o za­man müşrik idi. Ümmü Suleym, kendisi müslümân olursa onunla evlenebilece­ğini, mehir de istemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine Ebû Talha müslümân oldu ve Ümmü Suleym'le evlendi. Bu karı-koca, İslâm yiğitliğinin benzersiz örnekle­ridirler.

Ebû Talha, hicrî otuz yılında vefat etmiştir.

[37] Abdullah ibn Selâm, İsrâîl oğulları'ndan ve Yûsuf Peygamber'in soyundandır. Kendisi ve babası Selâm ibn Haris, Yahûdî âlimlerindendi. Peygamber'in Me-dîne'ye hicreti üzerine müslümân olmuştur. Câhiliyet devrinde adı Husayn iken, Rasûlullah ona Abdullah adını vermiştir. Tirmizî'nin rivayetinde Peygamber onun hakkında: "Abdullah ibn Selâm, cennet ehli olan on kişinin onuncusudur" buyurmuştur. Hicretin 43. yılında Medine'de vefat etmiştir.

[38] Hadîsin Abdullah ibn Selâm için büyük bir menkabe ihtiva ettiği gizli değildir.

ez-Zemahşerî şöyle demiştir: Abdullah ibn Selâm Kur'ân ile Tevrat arasın­daki benzerliği, her iki kitabın tevhîd, mebde', maâd, sevâb, ikaab, ba's, he-sâb, gibi dînî asıllara delâlet etmesinde bulmuştur. Ve kavmine:' 'Musa'ya inen Tevrat'ı Allah Kelâmı olarak kabul edip de Muhammed'i ve O'na inen Kur'-ân'ı inkâr etmek zulümdür" diyerek müslümân olmuştur.

Bâzı âlimler, sûrenin Mekkî, Abdullah'ın İslâm'a girişi Medine'de oldu-•ğundan bu şahidin Abdullah değil, Mûsâ olduğunu söylemişlerdir.

[39] Başlığa uygunluğu açıktır. Peygamber'in bu ta'bîrİ şu âyetin muhtevasını işaret etmektedir: "Hakikat îmân ile küfr apaçık meydana çıkmıştır. Artık her kim azgınları tanımayıp da Allah *a îmân ederse, o muhakkak ki kopması olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır... " (el-Bakara: 256).

Abdullah ibn Selâm'ın İslâm'a girişini anlatan bir hadîs, daha önceki ki-tâbda geçmişti: Buhârî, Enbiyâ, "Bâbu halkı Âdem... bâbu kavlihi taâlâ: Ve iz kaale Rabbuke lil-melâiketi innî câilun fî'I-ardı halîfe.." IV, 226 "133".

Sahîh-iMüslim ve Tercemesi'nde daha tafsîlli hadîsler vardır: VII, 407-412.

[40] Bu hadîsteki sözleri Abdullah ibn Selâm'm son derece takvâlı olduğunu ifâde etmektedir ki, bu, onun için büyük bir menkabedir

[41] Hadîsteki "Sen büyük bir eve girersin" ifâdesi, onun evine Peygamber'in girdi­ğini ifâde eder ki, bu da Abdullah'ı bir büyütmedir.

[42] Hadîce, Huveylid ibn Esed ibn Abdi'1-Uzzâ ibn Kusayy'ın kızıdır. Hadîce'nin nesebi, Peygamber'in nesebi ile Kusayy'de birleşir, buna göre kadınların ne sebce kendisine en yakın olanı Hadîce'dir. O'nun Kusayy soyundan evlendiği, Hadîce'den başka bir de Ümmü Habîbe vardır. Câhiliyet devrinde Hadîce, Tâ-hire adiyle çağrılırdı. Annesi Fâtıma bintu Zâide'dir. Cumhura göre Hadîce ile evlendiğinde Peygamber yirmibeş, Hadîce kırk yaşında bulunuyordu. Bu evlilik yirmidört sene sürmüştür. Hadîce hicretten birkaç sene evvel 64,5 yaşında vefat etmiş ve Hacûn'a gömülmüştür. Hadîce ittifakla İlk müslümân olan insandır. Başlıktaki "Tezvîc" kelimesi, "Tezevvüc"yerinde kullanılmış olup, "Çift-.   lenmek" ve "Evlenmek" ma'nâsınadır. Tef'îl sığasının tefe'ûl ma'nâsmda kul­lanılması yaygındır.

[43] İmrân kızı Meryem hakkındaki âyetlerden biri şudur:

"Hani melekler: Ey Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı, demişti" (ÂIu İmrân: 42).

Hadîce'nin fazîleti, bu hadîste ve gelecek hadîslerde belirtilmiştir. Hadîce, Aişe ve Fâtıma'nın fazîlet sıralan hakkında görüş ayrılıkları vardır. Bu görüş ayrılıklarının ortak noktası, her üçünün diğerine kıyâsen ayrı ayrı fazîlet ve üs­tünlük cihetleri bulunmasıdır.

[44] Buraya kadar geçen hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır.

Peygamber'in, İbrahim'den başka bütün çocukları Hadîce'den doğmuştur. Bunlar Zeyneb, Rukayye, Ümmü Kulsüm, Fâtıma, Kaasım, Tâhir, Tayyİb'dir. Bu üç erkek çocuk peygamberlikten önce vefat etmişlerdir. Kızların hepsi İslâm devrine yetişip müslümân olmuşlar ve Medine'ye hicret etmişlerdir. Bunlardan üçü Peygamber'den Önce vefat etmişler; yalnız Fâtıma, Peygamber'den altı ay kadar sonra vefat etmiştir. Peygamber'in nesebi Fâtıma'nın çocuklarından de­vam etti. İbrahim, Marye'den doğmuş ve onsekiz aylık iken ölmüştür.

[45] Âişe'nin ileri sürdüğü hayirlılık, gençlik ve güzellik i'tibâriyledir denilebilir: Ra-sûlullah'm sükûtu ise bir müsamahalı davranıştır. Çünkü bu sözler kadınlık gay­retiyle söylenmiştir. Gayret (kıskançlık) fıtrî bir hâl olduğu için; bundan dolayı kadınlara ceza sabit olmuyor.

[46] Cerîr, dokuzuncu veya onuncu hicret yılında ve bir rivayete göre Peygamber'in vefatından seksen gün kadar evvel, Veda Haccı sırasında müslümân olmuştur. Ruceyle kabilesinin başkanlarından olduğu için Peygamber, üzerine otursun diye yere kaftan yayarak ikramda bulunmuştu. Peygamber tarafından Yemen'e âmil ta'yîn olunmuştur. Sonra Medâin'in fethinde büyük hizmetleri görülmüş, Kaa-dişiye harbinde İslâm ordusunun sağ kanadına kumanda etmiştir. Umer, Ce-rîr'i çok severdi. Güzel çehreli olduğu İçin: "Cerîr, islâm Ümmeti'nin Yûsuf'u­dur" der idi.

Cerîr, Kûfe'de ikaamet etmiş, 51 veya 54 yılında vefat etmiştir.

[47] Bu hadîslerde Peygamber'in Cerîr'e ikram etmesi, hem Cerîr'e, hem de Ahmes kabilesi süvârîlerine duâ etmesi bulunduğundan, başlıkla uygunlukları yerinde­dir.

Bu Zu'1-Halasa puthânesinin yıkılması hadîsi Cihâd'da, "Fetihler hakkın­da müjde'bâbı"nda da geçmişti.

[48] Huzeyfe ibnu'l-Yemân el-Absî, Hısl yâhud Huseyl ibn Câbir'İn oğludur. Her ikisi de büyük sahâbîlerdendir. Hısl ibn Câbir nasılsa birini Öldürmüş olduğun­dan, memleketinden kaçarak Medîne'ye gelmiş, Evsîler'den Abdu'l-Eşhel oğul-lan'na halîf olmuş. Evs ile Hazrec, aslında Yemen'den gelme olduklarından Yemânî'dirler. İşte Hısl, bu Yemânîler'e katıldığı İçin kavmi tarafından kendi­sine "Yemân" lakabı verilmiştir. Huzeyfe, Rasûlullah'm hâle ve geleceğe âid gizli haberlerinin sahibi olmuştur. Babasıyle beraber Uhud harbinde hazır bu­lunmuş, babası yanlışlıkla bir müslümân tarafından öldürülmüştür. Peygam­ber tarafından verilen diyeti Huzeyfe, müslümânlara sadaka etmiştir. Huzeyfe, Umer tarafından Selmân Fârisî'den sonra Medâin Vâlîlîği'ne getirilmiş, ömrü­nün sonuna kadar o hizmette kalmıştır.

Vefatı, Usmân'ın Öldürülmesinden ve Alî'ye bey'at edilmesinden kırk gün sonradır (Tecrîd Ter., II, 383-384).

[49] Bu hadîste açıkça ifâde ettiği gibi Hind'in müslümân olmadan önceki târihî ha­yâtı, Peygamber'e ve müslümânlara karşı buğz ve kînle doludur. Son derece ze­kî ve tedbirli olan Hind, Uhud harbinde Kureyş ordusu içinde şiirler okuyarak, Kureyş askerlerini İslâm ordusu üzerine heyecanlandırıp cesaretlendirmiştir. Orada şehîd Hamza'nın ciğerini ağzına alıp çiğnemiştir.

Hind'in babası Utbe ibn Rabîa, Kureyş başkanlarından olarak Bedir har­bine gelmiş ve orada öldürülmüştür.

Hind, kocası Ebû Sufyân ile beraber Mekke fethi günü müslümân olmuş, İslâm'da sebat ve güzel hareket etmiştir. Yermuk harbinde de kocasıyle beraber hazır bulunmuş, İslâm askerlerini Rûmlar'a karşı ateşli hitâbeleriyle heyecan­landırıp teşvîk etmiştir.

Umer'in halifeliğinde, Ebû Kuhâfe'nin öldüğü gün vefat etmiştir.

Peygamber, kadınlardan: "... Hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri..." (el-Mümtehıne: 12) diye bey'at alırken: Hürre kadın zina eder mi? diyen şanlı kadın­dır.

[50] Zeyd ibn Amr, Peygamber'in cennetle müjdelediği on zâttan birisi olan Saîd ibn Zeyd'in babası, Umer ibn Hattâb'm da amcası oğludur. Zeyd, Tevhîd Dîni arayan muvahhidlerden idi, putlara tapmaktan, şirkten sakınırdı. Fakat Pey-gamber'e peygamberlik gelmezden beş sene evvel vefat etmiştir, Peygamber: "Zeyd, (benimle îsâ arasında) yalnız başına bir ümmet olarak diriltilir" buyur­muştur.

Buhârî, bunun hadîsini bu bakımdan burada zikretmiştir.

[51] Yânî sizin bu fiiliniz akla, adalete uygun mudur? diyerek onları ayıplardı.

[52] Yahûdî âlimin bu sözü, şu âyete uygundur: "İbrâhîm ne bir Yahûdî, ne de bir Hristiyan'dt. Fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümândı. Müşrik­lerden de değil idi o" (Âiu İmrân: 67).

[53] Ebû Nuaym'ın Mustahrac'mda. Ebû Usâme hadîsinde: Zeyd: Benim ilâhım İb­rahim'in ilâhı; dînim de îbrâhîm'in dînidir, der idi, şeklindedi

[54] Bu hadîsler Zeyd ibn Amr'ın faziletlerini pek güzel ortaya koymaktadırlar.

Câhiliyet devrinin kız çocuklarını diri diri gömme feceâtı, Kur'ân-ı Kerîm'de de zikredilip kötülenmiştir:

"... Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rız­kını biz vereceğiz,..'''' (el-En'âm: 151);

"Evlâdlartnızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızık-landmnz. Hakikat onları öldürmek büyük bir suçtur" (el-tsrâ: 31);

' 'Diri diri gömülen kız hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (et-Tekvîr: 8-9).

Zamanımızda yeniden gündeme getirilip propogandasi yapılan nüfûs plân­laması çalışmalarında bu âyetlerden gaflet edilmemelidir!..

[55] Yıkılacak hâle gelen Ka'be'yi, peygamberliğe yakın Câhiliyet günlerinde Kureyş yeniden bina etmişti. Bunun târihi hakkında yedi ayrı rivayet vardır: Bu sırada Peygamber bulûğa ermemişti (Zuhrî); onbeş yaşında idi (tbn Battal, İbnu't-Tîn); peyamberlik ile Ka'be'nin binası arasında beş yıllık zaman geçmiştir (İbn Hi­şâm); Ka'be'nin yeniden inşâsında Peygamber otuzaltı yaşında idi; yeniden in­şâ, Hadîce ile evlenmesinden önce idi (Beyhakî); Hadîce ile evlenmesinden on sene sonra idi (Muhammed ibn İshâk); peygamberlikten on sene evvel idi <Mû-sâ ibn Ukbe ve Mucâhid). Bu inşâ hizmetinde erkek, kadın, yaşlı, çocuk bütün Kureyş çalışmıştır.

[56] Başlığa uygunluğu "Ka'be bina edileceği zaman" ve "Peygamber ile amcası Ab­bâs gidip sırtlarında taşlan naklediyorlardı" sözlerindedir. Bu Peygamber'in Ka'­be'nin yeniden inşâsında bizzat çalıştığının delilidir. Peygamber'in bayılması, avret yerinin açılması sebebiyle duyduğu derin utanmayı ifâde eder. Namaz Ki-tâbı'nın evvellerinde geçen rivayette: "İşte o günden sonra hiç çıplak görüleme­miştir" ziyâdesi vardır. Bu hadîs Hacc Kitabı, "Mekke'nin fadlı ve bina edilmesi bâbı"nda da geçmişti.

[57] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, bunda Ka'be etrafına duvar örülmesi, sonra bu­nun uzatılıp yükseltilmesinin bildirilmesi yönündendir.

[58] Câhİliyet günleri, îsâ Peygamber ile Peygamberimizin peygamberliği arasında geçen müddetin adıdır. Bu devirde câhilce işler çok olduğu ve umûmî bir ceha­let hüküm sürdüğü için bu isimle adlandırılmıştır (el-Kirmânî).

[59] Başlığa uygunluğu "Âşûrâ, Câhiliyet devrinde Kureyş'in oruç tutar olduğu bir gündü..." sözlerindedir. Bu hadîs Oruç Kitabı, "Âşûrâ orucu bâbı"nda da geç­mişti.

[60] Başlığa uygunluğu "Câhiliyet devrinde müşrikler hacc aylarında umre yapmayı yeryüzünde işlenen günâhlardan sayarlardı" sözlerindedir. Bu hadîs dahî Hacc Kitabı, "Temettü' ve ifrâd bâbı"nda geçmişti.

[61] Bu, uzun bir kıssadır. Mûsâ ibn Ukbe şöyle zikretmiştir: Seyl, Mekke'nin yuka­rı tarafında kayalar üzerinden gelirdi de, Mekke'yi harâb eder; Mekkeliler sula­rın Ka'be'ye girmesinden korkarlardı. Bunun için Ka'be'nin binasını sağlam­laştırmak istediler. Bu maksadla Ka'be'nin üzerine ilk çıkan ve ondan bir parça yıkan, el-Velîd ibnu'l-Mugîre oldu... (Aynî).

[62] Hadîsin başlığa uygunluğu "ihramda susma, Câhiliyet devri işlerindendir" sö-zündedir. Hadîsin son fıkrası, bekaanız, imamlarınız dosdoğru oldukları müd-detçedir. Çünkü imamların doğrultmalanyle haddler ikaame edilir, haklar alınır ve herşey yerli yerine konulur, denmiş oluyor.

[63] el-Vuşâh, el-Vişâh; kitâb vezninde Arab kadınlarının süs eşyalarından şu ger­danlığa denir ki, İnciden ve sair cevherden, her iki dânenin ağırlığına diğer ne-vi'den bir dâne girdirerek iki kur dizerler ve o iki kurun birisini diğeri üzre dizip bükerler. Ve yine Vişâh bir süse denir ki, geniş bir meşin parçasını cevher nevi'-leriyle süsleyip, hâtûnlar onu hamaile takınırlar. Ve vâv'ı hemze'ye ibdâl ile "Işâh" dahî derler (Kaamûs Ter.)

[64] Başlığa uygunluğu, Câhiliyet halkının üzerinde bulundukları katı fiiller ve söz­ler yönündendir. Görmez misin o kızcağızı ittihâm edenler, ona nasıl cefâ etti­ler ve aramada ne kadar aşn-ı gittiler de, onu fercinin içinde bile araştırdılar! Bu hadîsin diğer rivayetlerinden birinde bu kızcağızın yeni evlenmiş bir gelin olduğu ve yıkanmak için zînetini çıkarmış bulunduğu bildirilmiştir. Bu hadîsin benzeri Namaz Kitabı, "Mescidde kadının uyuması bâbı"nda geçti.

Bundan barınacak yeri olmayan fakîrlerin, hattâ fitne korkusu olmamak şartıyle kadının bile mescidde gece geçirmesi caiz olduğu istidlal edilmiştir. Mes­cidde ikaamet eden Suffa Ashabı da hep meskeni ve kazancı olmayan fakîr in­sanlardı

[65] Câhiliyet devrinde babalar üstüne yapılan yemîn, eğer babası sağ ise "Babamın başı için şu işi işlerim, yâhud işlemem"; ölmüş ise "Babamın toprağı hakkı için şunu yaparım yâhud yapmam" şeklinde idi. Yemîn, yemîn yapılan şeyi ta'zîm ifâde ettiği, ta'zîme ise ancak Allah'ın hakkı olduğu için, İslâm'da bu câhiliyet yemîni kaldırılmıştır.

[66] Yâhud bunun ma'nâsı şöyledir: "Sen ehlin içinde şerîf idin, şimdi sen nesin?". Bunu iki kerre söylerlerdi.

Yâhud da ma'nâ şöyle olabilir; "Sen bir kerre ehlin içinde idin, artık sen iki kerre onların içinde olmayacaksın".

Birincide "Mâ" mevsûle, ikincide soru, üçüncüde ise nâfiye olur ve "Merreteyn" sözün tamamlayıcısıdır. Câhiliyet inancı bu ma'nâlann üçüne de uygundu; onlar bir daha dirilmeyi ummuyorlardı... Cenaze için ayağa kalkma hakkındaki farklı görüşler, Cenazeler Kitâbı'nda sıralanmıştı.

[67] Bu, Hacc Kitabı; "Minâ'dan ne zaman dönülür bâbı"nda da geçmişti. Bunda Câhiliye'nin güneş doğmadan Minâ'dan hareket etmemeleri âdeti, İslâm'da kal­dırılmıştır.

[68] Hadîsin başlığa uygunluğu, âyetteki "Ke'sen dıhâkan " (Amme zu) lâfızlarının Câhiliyetteki bir ta'bîrle tefsîr edilmesi yönündendir.

[69] Hadîsin başlığa uygunluğu Lebîd'in de, Umçyyetu'bnu's-Salt'ın da Câhiliye devri şâirlerinden olmaları yönündendir.

Lebîd ibn Rabîa, Câhiliye devrinde şiirleri müsabaka kazanarak Ka'be'nin duvarına asılan yedi büyük şâirden birisidir. Yukarıdaki beyit de bu muallaka-smın matla'ı yânî ilk beytidir. Lebîd'in bu şiirinin hepsi on beyittir. Lebîd, mu-hadramûndan yânî hem Câhiliyet devrini, hem de İslâm hayâtını yaşamış uzun ömürlü bahtiyarlardandır. Enes'in rivayetine göre yüzkırk yıl yaşamıştır. Hic­retin dokuzuncu yılında kabîlesi halkıyle birlikte Medine'ye gelip müslümân ol­muştur. Câhiliyet devrine âid şiirleri, Âİşe'nin beyânına göre onikibin beyit kadardır. Lebîd müslümân olduktan sonra pek az şiir söylemiştir. Bir gün Umer, kendisinden şiir okumasını istemiş. Lebîd:

— Allah bana el-Bakara ve Âlu İmrân'ı öğrettikten sonra, artık ben şiir söylemez oldum, demiş ve Kur'ân'm fesahat ve belagat nurunun şiirin ikbâlini söndürdüğünü bildirmiştir.

Usmân'm halîfeliği zamanında Kûfe'de vefat etmiştir... (Ali Fehmî, Hüsnü's-Sahâbe, s. 350).

Umeyye ibn Ebi's-Salt da Câhiliyet devrinde yetişen Kureyş şâirlerindendi. Tevhîde, öldükten sonra tekrar dirilmeye, âhiret gününe îmân ederdi. Bütün bu kanâatlerini îmânh yaşadığı gençlik devri şiirlerinde terennüm etmiştir. Müs­lim'in bir rivayetinde Şerîd ibn Suveyd şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah'ın ter­kisinde yolculuk ediyordum. Rasûlullah; "Umeyye'nin şiirlerinden birşey biliyor musun?" dedi. Bende: Evet biliyorum, dedim ve yüz beyit kadar okudum. Bu­nun üzerine Rasûlullah (S): "Ümeyye,, müslümân olmağa yaklaşmıştır"^ buyur­du (Müslim, Şiir).

Vâkıdî'nin beyânına göre Umeyye, hayâtının ilk devirlerinde peygamber­lik iddia etmiş, hayâtının sonlarında da o güzel i'tikaadlarını bırakarak sapık­lardan olmuştur. Bir rivayete göre el-A'râf: 175. âyeti Umeyye hakkında inmiştir: "Onlara o kimsenin haberini de oku ki biz kendisine âyetlerimizi vermiştik de o, bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytân onu arkasına takmış, nihayet azgın­lardan olmuştu'".

Umeyye İslâm'a yetişmiş, fakat müslümân olmamıştır. Bir rivayette Hris-tiyan olduğu söylenmiştir.

[70] Kâhinlik, gâibden delilsiz olarak haber verdiğini iddia ederek birtakım insanla­rı aldatmak hilekârlığıdır. Câhiliyet devrinde bu kabîl hurafeler pek çoktu. İs­lâm bunları yasaklamıştır. İnsanları aldatarak elde edilen kazançlar haram olduğu için Ebû Bekr, o nevi1 kazançtan yediği şeyleri kusmuş oluyor.

[71] Bu da müddeti bilinmeyen bir şeye ta'lîk ederek yapılan ve içinde aldatma bulu­nan bir Câhiliyet devri alışverişi idi. Bunun tafsilâtı Buyu' Kitabı, "Bey'u'l-garer ve habelu'l-habele bâbi"nda geçmişti.

[72] Enes ibn Mâlik, senin kavmin şu, şu günde şöyle şöyle yaptı... demekle onların Câhiliyet devrinde yaptıkları kötü İşlere işaret etmiş olabilir. Râvî Gaylân, En-sâr'dan değil, fakat Ensâr'a mensûb bir kişi olduğu için, ona böyle hitâb etmiş oluyor...

[73] ... el-Kasâme, yemîn ma'nâsına olan îksâm'dan isim olarak mutlak yemîn ma1-nâsınadir. Sonra şu yemine denildi ki, maktulün velîleri üzere taksim olunur. Meselâ bir köy toprağında bir kimsenin mülkü olmayan boş mahalde yaralan­mış bir maktul bulunup, kaatili bilinmezse, vârisleri o köy ahâlîsinden iddia ey­ledikte, maktulün velîsi seçtiği elli adama yemîn verir, ve eğer elli adam bulunmaz ise yemîn verilen kimselere elli yemîn tamamlanıncaya kadar yemîn tekrar olu­nur. Ve yine beyyine olmayarak, meselâ yakınında düşmanlığı görülen Amr Üzere delâletle da'vâ eyleseler, maktulün velîleri işbu Amr ve Zeyd'i katleyledi diye elli tamâmına dek yemîn ederler. İşte bu iki surette yemîn eden cemâate de Ka-sâme denildi. Eğer iddiacılar yemîn ederlerse diyete hakk kazanırlar, ve eğer îtti-hâm edilenler yemîn ederlerse diyet lâzım gelmez... (Kaamûs Ter.).

[74] Bunu İbn Abbâs'a, doğruluklarına güvendiği bir cemâat haber vermiş ve onun için yemînle söylemiş olabilir.

Fethu'l-Börîdt şöyle dedi: tbn Abbâs'a bunu haber verenin bizzat Peygam­ber olması muhtemeldir. îşte bu sebeble hadîsin Câmi'u's-Sahîh'e girmesi müm­kün olmuştur.

Yine Fethu'l-Bârfde zikrettiğine göre el-Fâkıhî, îbn Ebî Necîh'ten şöyle rivayet etmiştir: Birtakım insanlar Beyt'in yanında bâtıl üzerine Kasâme yemini yaptılar, sonra çıkıp bir kayanın altına konakladılar. Kaya üzerlerine yıkıldı (da hepsi helak oldular).

[75] Bu hadîs, Ensâr'ın Menkabeleri'nin evvelinde de geçmişti.

[76] ibn Abbâs, sa'yin sünnetliğini nehyetmiyor, fakat şiddetle yürüyüşü nehyediyor. Çünkü sa'yin aslı Rasûlullah'ın yoludur, hacda ve umrede vâcib bir rükündür. Cumhur, vâdînin seyl yerinde şiddetle yürümenin müstehâblığma kaail oldular. İbn Abbâs onlara muhalefet etmiştir (Kastallânî).

[77] Oraya Hatîm denmesinin, buradakinden başka isimleme sebebleri de zikredil­miştir.

[78] Bu kıssanın aslını el-İsmâîlî, Absî ibn Hıtân'dan; o da Amr ibn Meymûn'dan olmak üzere geniş surette zikretmiştir: Amr şöyle demiştir: Ben Yemen'de aile­me âid bir koyun sürüsü içinde idim. Yüksek bir yerde bulunuyordum. Derken bir maymun geldi, beraberinde birçok maymunlar vardı... (Aynî).

[79] Câhiliye'de yıldız hareketlerinden yağmur isterlerdi de, şu yıldız sebebiyle yağ­mura mazhar olduk, şu yıldız sayesinde suya kavuştuk derlerdi. Yağmur İsteme Duâsı'nda bu konuda bilgiler verilmişti.

Buhârî, Câhiliyet devrine âid olan bu haberleri, şimdi gelecek olan Pey­gamberlik Bâbı'na bir mukaddime olarak getirmiştir

[80] Buradaki isimlerin herbiri hakkında şerhlerde bilgiler verilmiştir.

Muhammed, Peygamber'in en meşhur ismidir. Kur'ân'ın dört yerinde bu isimle anılmıştır: Âlu İmrân: 144, el-Ahzâb: 40, Muhammed: 2, el-Feth: 29. Bir­çok hadîslerde de bu isimle anılmıştır. Muhammed, tef îl babından mef'ûl sîga-sıdır; çokluk ve mübalağa ifâde eder. Buna göre Muhammed, çok medh olunan kimse demektir. Doğumunda Abdulmuttalib tarafından bu isim verilmiştir. Pey­gamber, Kur'ân'da ve hadîslerde daha başka isimlerle de anılmıştır.

Buhârî, Peygamber'in nesebini Adnan'da bırakmıştır. İbrahim'e ve Âdem'e kadar çıkarmamıştır. Çünkü nesebinin Adnan'a kadar olan zincirinde neseb il­mi âlimlerinin ittifakı vardır. Ondan yukarısında ihtilâf vardır. Peygamber'in yukarıda zikrolunan nesebi çok temiz ve çok şerefli bir altın zincirdir. Kendisi: "Ben devirden devire ve aileden aileye intikal ve bu suretle süzülen Âdem oğul­lan soylarının en temizinden naklolundum ve nihayet şu içinde bulunduğum Hâ-şimî camiasından meydana çıktım " buyurmuştur (Buhârî, Menâkıb, Sıfatu'n--Nebî, V, 30 "64").

Bu asîl süzülme, Müslim ile Tirmizî'de şöyle îzâh edilmiştir: "Allah, îbrâ-hîmoğulları'ndan İsmail'i, İsmâîl oğulları 'ndan Kinâne oğulları 'm, Kinâne oğul-lart'ndan Kureys'i, Kureyş'ten Hâşim oğulları'm, Höşim oğullan'ndan da beni seçmiştir".

[81] Bu hesaba göre Peygamberimiz altmışüç yaşında vefat etmiş oluyor ki, Âişe'-nin rivayeti ve siyer âlimlerinin çoğunun görüşü böyledir. Vahyin gelmeye baş­ladığı târihi, yılı, ayı, günü İle ta'yîn hususunda re'yler, İctihâdlar dağınıktır. Bunun sebebi de Zu'1-karneyn, Fîl, Ka'be'nin binası gibi değişik târih başlan­gıçlarına göre hesâb edilmesidir. Bu görüşlerden çoğunun bir ortak noktası var­dır ki, o da ilk vahyin Ramazân ayında gelmeye başlamış olmasıdır.

[82] Başlığa uygunluğu "Biz müşriklerden şiddetle karşılanmıştık" sözlerindedir. Bu­nun biraz değişik bir rivayeti Peygamberlik Alâmetleri'nde geçmişti.

Râvî Habbâb ibnu'L-Erett, ilk müslümân olan sahâbîlerdendir. Hadîste haber verdiği hâl, İslâm'ın Mekke'deki ilk günlerine âid vakıalardandır.

Peygamber'in yemîn ile ve en kuvvetli te'kîd edâtlarıyle haber verdiği İs­lâm'ın kudret ve hâkimiyeti kendisi hayâtta iken gerçekleşmiş ve müslümânlı-ğm adalet ve emniyet nuru Arabistan'ın her yerine nufûz etmiştir

[83] Hadîsin başlığa uygunluğu, o ihtiyarın müslümânlarla beraber bulunduğu hâl­de, onlara muhalefet edip secdeden çekinmesi, onlara bir nevi' eziyyet olması yönündendir.

[84] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Bu hadîsin bir rivayeti Abdest Alma Kitâbı'nın sonlarında geçmişti

[85] Hadîsin başlığa uygunluğu, Mekke ahâlîsinin müşriklerinin: "Biz Allah'ın ha­ram kıldığı nefsi öldürdük..." sözlerinden alınır. Çünkü müslümânları öldür­mek ve işkence etmekten daha şiddetli ezâ olamaz... (Aynî).

Hadîsin son fıkrasında Mucâhid: el-Furkaan: 68. âyet devamındaki 70. âyetle kayıdlanmıştır; mutlak, mukayyede hamledilir demiş oluyor.                    

îbn Abbâs'a göre islâm'a girdikten sonra kasden bir mü'mini öldüren kaa-til için tevbe yoktur. O buna en-Nisâ: 93. âyeti ile hüccet getirdi. İbn Abbâs'-tan meşhur olan görüş budur. Ondan kaatil için tevbenin var olduğu görüşü de rivayet edilmiştir. Bu hadîs, Tefsîr'de de gelecektir. Bu hadîsi Müslim de Tef-sîr'de getirmiştir.

[86] Başlığa uygunluğu açıktır. Ebû Bekr'in saldırganı def edip ona karşı okuduğu âyet, Mûsâ ile Fir'avn kıssasına ve Fir'avn'ın Musa'yı öldürmeye karar verdiği zaman, sarayda îmânını gizleyen bir mü'mınin söylediği sözlerdir. Bunun Pey­gamber'in uğradığı bu saldırı akabinde okunması çok yerinde ve belîğ olmuş­tur. Bu âyetlerin mealleri yerinden ve tefsirlerinden okunmaya değer.

[87] Buhârî'nin gösterdiği bu mutâbaaların bir kısmı, diğer hadîsçiler tarafından, bir kısmı da bizzat Buhârî tarafından senedleriyle mevsûlen rivayet edilmişler­dir. Bunları zikretmenin faydası, hadîsin çeşitli yollarını ve lafızlarını gösterip kuvvetini belirtmektir.

[88] Hadîsin başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in hürr erkekler arasında ilk müslümân olmasıdır. Ammâr'm haber verdiği beş köle de: Bilâl Habeşî, Zeyd ibn Harise, Amir ibn Fuheyre -ki Ebû Bekr'İn kölesidir ve efendisiyle beraber müslümân olmuştur-, Ubeyd ibn Zeyd, Ebû Fukeyhe ki, Safvân ibn Umeyye'nin kölesi idi. Bu hadîs, Muhâcirler'in Menkabeleri Kitâbı'nda da geçmişti.

[89] Bundan önceki bâbda geçen Ammâr hadîsi ile bunun te'lîfi şöyle yapılabilir: Sa'd'ın üçüncü müslümân olması sözü, erkek, hürr, baliğ olarak müslümân olan­ların üçüncüsüyüm ma'nâsma olabilir. Rasûlullah birinci, Ebû Bekr ikinci, Sa'd üçüncü olmuş olur. Müslümanlığın ilk günlerinde müslümânlarm gizli bir ce­miyet hâlinde yaşamış olmaları sebebiyle, Sa'd'ın kendisine delâlet eden Ebû Bekr ile Rasûlullah'tan başka kimseyi tanımamış olması ve kendi bilgisine göre böyle söylemesi de muhtemeldir. Diğer taraftan beş köle ile Ebû Bekr altı olur, Sa'd da yedinci gelir. Şu hâlde Sa'd İslâm'da en kıdemli birkaç kişiden biridir.

[90] Bu cinn vak'asi, İbn İshâk'ın beyânına göre, Peygamber'in Tâif dönüşünde ol­muştur. Şöyle ki: Rasûlullah, Ebû Tâlib ile Hadîce'nİn arka arkaya ölmeleri üze­rine Kureyş, bu iki dayanaktan mahrum kalan Rasûlullah'ı tazyîka başlamıştı. Rasûlullah da kendisine bir sığınak aramak üzere Tâif e gitmişti. Fakat orada umduğunu bulamayarak dönerken, gece yarısı Batnu Nahle'ye gelmişti. Orada namaz kılarken, cinnden yedi kişilik bir cemâat buraya uğramış ve Rasûlullah1-ın okuduğu Kur'ân'ı dinlemişlerdir. Rasûlullah namazı bitirince cinnler kendi kavimlerine gidip, onları inzâr etmişlerdir.

el-Cinn Sûresi'nin yukarıdaki ve müteâkib âyetleri cinnlerin bu inzârlanm bildirir. Ayrıca şu âyetler de bunu anlatır:

"Hatırla o zamanı ki, cinnlerden bir taifeyi Kur'ân dinlemeleri için sana doğru çevirmiştik. İşte bunlar onun huzuruna gelince: Susun demişler, okuma­sı bitirilince de korkutmaya me'mûr olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kav­mimiz, dediler, hakikat biz Mûsâ 'dan sonra indirilmiş olan, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola ileten bir Kitâb dinledik. Ey kavmimiz, Al­lah 'in da'vetine icabet edin. Ona îmân edin ki (Allah) sizin günâhlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azâbdan kurtarsın" (el-Ahkaaf: 29-30).

Âyetteki "Cinn vak'ası bana vahyolunarak bildirildi" kavlinin zahirine göre, Rasûlullah cinni görmemiştir. Kur'ân dinlediklerinden haberi olmamıştır ve on­lara husûsî surette Kur'ân okumamıştır. Fakat cinnler rastgele sabah namazın­da Rasûlullah'ın okuduğu Kûr'ân'ı dinlemişlerdir.

[91] Bu hadîs, Peygamber'in cinnleri gördüğünü sezdirmektedir. Bu rivayet pek kı­sa olduğu için Peygamber'in cinnleri görüp görmediği açık değidir. BeyhakF-nin Delâilu'n-Nübüvve'deki şu rivayeti bunu açıklamaktadır:

İbn Mes'ûd dedi ki: Ben cinnlerin Rasûlullah'a:

— Senin Allah'ın Rasûlü olduğuna kim şehâdet eder? diye sorduklarını işit­tim.

Bulunduğumuz yere yakın bir sakız ağacı vardı. Rasûlullah o ağacı işaret ederek onlara:

  "Şu ağacı gördünüz mü; o şehâdet ederse îmân eder misiniz?" dedi. Cinnler:

— Evet îmân ederiz, dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah o ağacı çağırdı. Ağaç İcabet etti de ben dallarını, budaklarını sürüyerek geldiğini gördüm. Rasûlullah ağaca:

  "Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin?" dedi. Ağaç:

  Şehâdet ederim ki, Sen Allah'ın Rasûlü'sün, dedi.

[92] Şimdi sahîh olan bu iki haberi şöyle te'lîf edebiliriz: Peygamber'e birçok defa­lar cinn hey'etleri gelmiştir: Mekke'de, Medine'de, daha başka yerlerde. Bun­lardan dördünde İbn Mes'ûd bizzat hazır bulunmuştur. Cinn hey'etleri birkaç defa olduğuna göre, ilk defakine İbn Abbâs'ın dediği gibi Peygamber vâkıf de­ğildi; onları görmedi, Kur'ân dinlediklerini bilmiyordu. Bu kendisine vahiyle bildirildi. Fakat el-Cinn Sûresi indikten sonraki vakıalarda Peygamber Allah'-■   in emri ile çıkıp cinnlerle buluşmuştur (Özetle Aynî'den),

Cinn'İn varlığı ve mâhiyeti hakkında şunu özetle nakledelim: "Ebu'l-Abbâs ibnu Teymiyye (R) şöyle dedi: Bütün İslâm fırkalanyle şâir milletlere ve kâfirle­re mensûb zümreler cinnin varlığında muhalefet etmemişlerdir. Vakıa İslâm züm­releri arasında Cehmiyye ve Mu'tezile gibi cinni inkâr edenler bulunduğu gibi şâir ümmetler ve kâfirler arasında da inkâr edenler vardır. Fakat milletlerin cum­huru cinnin varlığını kabû! ve i'tirâf etmişlerdir. Çünkü bütün peygamberlerin cinnin varlığına dâir haberleri zarurî ilim ifâde edecek derecede mütevâtirdir..." (Aynî, Umdetu'l-Kaarî, VII, 285).

Elmahlı Muhammed Hamdı Yazır, Hakk Dîni Kur'ân Dili adlı kıymetli tef­sirinde el-Cinn Sûresi'nin mukaddimesinde, doğu ve batı ilim âleminde bu mes'ele hakkında gelen nasslar ile öne sürülen fikirleri ve görüşleri naklederek, çok kıy­metli bilgiler toplamıştır. Bu bilgiler oradan okunmalıdır: VII, 5381-5395.

[93] Ebû Zerr el-Gıfârî'nin adı Cundeb ibn Cenâde'dir. ilk müslümân olan beş zâtın beşincisi olduğu, İslâm'ı hiç da'vet edilmeksizin kendi arzusu ile ve yüksek ira­desiyle kabul etmiş olduğu hadîsten anlaşılmaktadır. Muâviye ile bâzı ilmî mes'-elelerde uyuşamadığı için, Usmân tarafından Medine'ye getirtilmiş, orada da bâzı tenkîdleri devam ettiği için, Rebe köyüne gönderilmiş, orada yalnız bir ha­yât geçirerek otuz iki yılında vefat etmiştir.

Buhârî bu hadîsi biraz farklı bir uslûbla Kureyş'in Menkabeleri bölümün­de Zemzem kıssasında da getirmişti. Ebû Zerr'in İslâm'a girmesi hadîsi Müs­lim'in Sahîh'inde daha tafsîllidir: Müslim Ter., VII, 387, 28. Bâb "2473".

[94] Saîd ibn Zeyd, daha önce de geçtiği üzere Umer ibnu'l-Hattâb'ın amcası oğlu ve kızkardeşinin kocası olduğu için, aynı zamanda eniştesidir. Mekke'de zevce-siyle beraber ilk müslümân olanlardan ve cennetle müjdelenen on sahâbîden bi­ridir. Bedir'den başka bütün gazvelerde hazır bulunmuş, Bedir ganimetlerinden kendisine pay ayrılmıştır. Akîk mevkiinde hicrî ellibir yılında vefat etmiş, cena­zesi Medîne'ye nakledilmiştir (Vâkıdî).

[95] Başlığa uygunluğu "Umer müslümân olduğu günden beri..." sözündedir.

[96] Başlığa uygunluğu "Şu babalarının dîninden sapan Hattâb oğlu'na..." sözle­rinden alınır. Küreydiler, müslümân olan kimselere dîninden saptı derlerdi.

As ibn Vâil, kavmiiçinde itaat edilen bir adamdı, İslâm'a erişmiş, fakat müslümân olmamıştır. Âs, kavmine karşı söylediği o sözü ile Uriıer'i korumuş­tur.

[97] Başlığa uygunluğu "Umer ibnu'l-Hattâb müslümân olduğu zaman" sözlerin-dedir.

[98] el-Kevâkib de şöyle demiştir: Bundan murâd Arabî bir peygamberin meydana çıkması, cinnlerin Arablar'a mutâbaat etmeleri, cinnlerin dînde Arablar'a ka­tılmalarıdır. Çünkü O, Rasülu's-Sakaleyn'dir, yânî "İnsanların ve Cinnlerin ra-sûlü"dür... (Kastallânî).

[99] Bu hadîsin bu bâbda zikredilmesi, bu hadîsteki kıssanın Umer'in İslâm'a gir­mesinin sebebi olmuştur denilmesidir.

[100] Bu hadîs yakında Saîd ibn Zeyd'in İslâm'a girişi babında geçmişti.

Umer'in İslâm'a girişi hakkında birkaç rivayet vardır. Bunlardan biri kız­kardeşi Fâtıma ile eniştesi Saîd ibn Zeyd'in evinde Tâhâ Sûresi'nin okunduğu­nu işitmesi, içeri girip onları tazyik etmesi, sonunda bu sûrenin baş tarafının yazılı olduğu parçayı alıp okuyarak İslâm'a girmesi rivayetidir. Kaynaklardan bâzıları: İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, I, 342-350; "îslâmu Umer ibni'l-Hattâb -R-"; Aynî, VIII, 64-69; Kastallânî, VI, 186-187; Şiblî, Asrı Saadet Tâ­rihi, Hz. Umer'in Hidâyeti, IV, 1671-1674; Sadrı İslâm, VII, 2. fasıl, s. 41-75, "Hz. Umer'in Müslümanlığı Kabulü", Cevdet Paşa, Kısası Enbiyâ, I, 74-80; Osman Keskioğlu, Kur'ân Târihi, s. 67-69 "Kur'ânı Kerim Karşısında Hz. Ömer".

[101] Buh'ârî bu hadîslerin bâzılarını küçük farklarla Peygamberlik Alâmetleri Bâbi'-ndan sonraki "Müşriklerin Peygamber'den kendilerine bir âyet göstermelerini istemeleri ve Peygamber'in de onlara Ay'ın ikiye yarılmasını göstermesi bâbı"n-da da getirmişti.

. Orada da belirtildiği üzere Ay'ın ikiye bölünmesi mu'cizesi Rasûlullah'a has mu'cizelerin en büyüğü ve en parlaklanndandır. Çünkü bu mu'cize, bütün peygamberlere verilen mu'cizelerin hepsinden büyüktür. Zîrâ diğer peygamber­lerin mu'dzeleri araziyâttan semavâta  geçmemiştir. Bu mu'cizeyi Allah, Kur'-ân'da da söylemiştir: "Saat yaklaştı, Ay (ikiye) ayrıldı. Onlar bir mu'cize görür­lerse yüz çevirirler ve müstemirr bir büyüdür derler..." (el-Kamer: 1-3).

Felsefecilerin bâzısı bozuk iddiâlarıyle felekiyyâtın delinme kabul etmeye ceğini iddia etmişlerdir. Biz ise: Ay, Allah'ın mahlûklarından bir mahlûktur; O, mahlûkunda dileyeceği işi yapar. Nitekim işin sonunda onu dürüp yok ede­cektir, deriz (Aynî).

Bu mes'ele hakkında geniş ve doyumca bilgileri Elmahlı Muhammed Hamdı Yazır'ın Hakk DîniKur'ön Dili (VI, 4617-4638) adlı kıymetli eserinin el-Kamer Sûresi Tefsîri'nden okumalıdır.

[102] Kureyş müşrikleri müslümânlan dînlerinden döndürmek için onlara azâb etme­ye ve eziyet yapmaya yöneldikleri zaman ilk defa Habeşistan'a iki hicret yapıl­mıştır. Habeşistan'a birinci hicret, Peygamberliğin beşinci yılında receb ayında oldu. Vâkıdî'nin beyânına göre birinci muhacir kaafilesinde onbir erkek, dört kadın vardı. Bunlar Mekke'den yaya ve binitli olarak deniz sahiline gelip, ora­da yarım dînâra kiraladıkları bir gemi ile denizi geçmiş ve Habeşistan'a varmış­lardır. O sırada Habeşistan'da Necâşî Eshame hükümdar idi. Adaleti ile meşhur olan bu zât, İslâm muhacirlerini iyi karşılayıp kabul etti. Muhacirlerin iyi duru­mu Mekke'de duyulunca, ertesi sene ikinci Habeşe muhacereti yapıldı. İkinci kaafiie yetmişiki yâhud yetmişüç erkek idi. Kadın ve çocuklar bu sayının dışın­dadır. Onsekiz kadın vardı denilmiştir.

Âişe'nin buradaki sözü Medine'ye hicret bâbı'nda uzun ve senedlİ bir me­tinle gelecektir. Ebû Musa'nın hadîsi bu babın sonunda; Esmâ'nm hadîsi de Hu-neyn Gazvesİ'nde senediyle gelecektir.

[103] Hadîsin başlığa uygunluğu, Usmân'm "Ben ilk iki hicretle muhacir oldum" sö-zündedir. Bu hadîs "Usmân'ın menkabeleri bâbı"nda da geçmişti. Fakat her iki rivayette bâzı ziyâdelik ve noksanlıklar vardır.

Müstemlî rivayetinde ondan naklen el-Yûnînî nüshasında hadîsin sonunda Ebû Abdillâh el-Buhârî'nin "el-Belâ" ve "el-İbtilâ" kelimelerine âid âyetlerle destekli bâzı tefsirleri vardır. Bu tefsîr kısmı, İbn Hacer'in Fethu'l-Bâr?si ile Kastallânî'deki nüshalarda da mevcûddur.

[104] Hadîsin başlığa uygunluğu Ümmü Habîbe ile Ümmü Seleme'nin Habeş topra­ğına hicret eden kadınlardan olmaları yönündendir.

Mü'minlerİn anası Ümmü Habîbe'nin ismi Remle olup, Kureyş büyükle­rinden Ebû Sufyân İbn Harb'ın kızıdır. Kocası Ubeydullah ibn Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etti. Ubeydullah'm orada ölümü üzerine hicretin altıncı yı­lında Rasûlullah, Amr ibn Umeyye ed-Damri'yi gönderip kendisiyle evlenme ve nikâh akdine, Necâşî'yİ tevkîl etti. Mehrini Necâşî kendi kesesinden verip, sonra Medine'ye yolladı.

Ümmü Seleme'nin ismi Hind bintu Eb.î Ümmeye el-Mahzûmîyye'dir. Ko­cası Ebû Seleme ile Habeşistan'a hicret etmiş, Medine'ye döndüklerinde koca­sının ölümü üzerine mü'minlerin anaları zincirine katılmıştır.

Habeşistan'da gördükleri o kilise Mâriye, yânî Meryemana Kih'sesi'dir. Ra­sûlullah gitgide putperestlik ibâdetine götürür diye kabirler üzerine bina yap­mayı yasaklamıştır.

[105] Başlığa uygunluğu "Habeşistan'dan küçük bir kız çocuğu hâlinde geldim" sö-zündedir. Rasûlullah'm kıza söylediği "Senâh senâh " kelimeleri de Habeşçe'de "güzel" ma'nâsmadır.

[106] Başlığa uygunluğu "Necâşî'nin yanından Medine'ye döndüğümüzde" sözünde-dir. Necâşî, Habeşistan hükümdarlarının unvanıdır. Türk meliklerine "Hâkaan", İran meliklerine "Kisrâ", Rûm meliklerine "Kayser" denildiği gibi, Habeş me­liklerine de "Necâşî" denilirdi. O zamanki Necâşî Ashame, Peygamber'i tasdik ve îmân etmişti.

[107] Başlığa uygunluğu "Gemimiz bizi Habeşe hükümdarı Necâşî'nin memleketi sa­hiline bıraktı" ve "Peygamber'in onlara: Ey gemi yoldaştan, sizin için iki hic­ret vardır" sözündedir. Bu iki İhicretten birisi Necâşî'nin memleketi Habeşistan'a, öbürüsü de Medîne'ye Allah'ın Rasûfü'ne yapılan hicretti

[108] Na'y, sa'y vezninde, bir kimsenin öldüğünü haber vermektir.

[109] Necâşî üzerine cenaze namazı kılındığı bu hadîslerle kesin olarak sabit oluyor. Ibn.Sa'd, Tabakaat'mda Necâşî'nin islâm'a girişini şöyle anlatmıştır: Rasûlul-lah altıncı hicret yılında Hudeybiye'den dönünce Amr ibn Umeyye ed-Damrî ile Necâşî'ye bir mektûb gönderip onu İslâm'a da'vet etmiş. Necâşî de mektu­bu hürmetle alıp müslümân olmuştur. Müslüman olduğunu da bir mektûbla Pey-gamber'e bildirmiştir. Necâşî'ye Ca'fer ibn Ebî Tâlib İslâm Dîni'ni öğretmiştir. Necâşî'nin vefatı, Tebûk seferinden dönüldüğü yedinci yılın receb ayına tesa­düf etmiştir.

Bu hadîslerin bir kısmı Cenazeler Kitâbt'nda da geçmişti.

[110] Kinâne oğulları yurdu, Muhassab ve Ebta' adlarıyle de anılır. Ebû Kubeys Da-ği'nın yamacındadır. Kinâne ogullan'yle Kureyş müşrikleri burada küfr üzerine andlaşmışlardı. Bu andlaşma kısaca özetlenirse, Kureyş ile Kinâne oğulları, Hâ-şim ve Muttaiib ogullan'yle kız alıp vermemek ve her türlü içtimaî ve medenî münâsebetleri kesmek üzere andlaşmışlardır. Bu andlaşma, Hâşim ve Muttaiib oğullan Rasûlullah'ı Kinâne ile Kureyş'e boyun eğmeye ikna edinceye kadar de­vam edecekti. Bu ittifak bir vesika ile de tesbît edilerek Ka'be duvarına asılmış­tı. Peygamberliğin yedinci senesi muharremi evvelinde başlayan ve üç sene devam eden bu münâsebet kesme dolayısıyle, Kureyş ile Kinâne oğullan, Hâşim ve Mut­taiib oğulları'nı Hâşimîler mahallesinde üç sene muhasara altında tutmuşlar ve aç bırakmışlardır.

Rasûlullah'ın burasını konaklama yeri seçmesi, büyük bir ilâhî intikaamı hatırlamaya vesîle olacağı içindir. Veda Haccı'nda da Minâ'dan dönüşte yine burasını konaklama yeri edinmişti.

Bu hadîs daha tafsîlli bir metinle Hacc Kitâbı'nda geçtiği gibi, Mağâzî'de de gelecektir.

[111] Anasının karnında iken babadan yetim kalan Peygamber, evvelâ dedesi Abdul-muttalib'in; sekiz yaşında iken onun da vefâtıyle amcası Ebû Tâlib'in himaye­sinde büyümüş, Peygamberliği zamanında da onun çok yardımını görmüştü. Ebû Tâlib, Hâşimîler muhasaradan çıktıktan sonra, Peygamberliğin onuncu yı­lında vefat etmiştir.

Buhârî, Hicret'ten önceki vak'alara dâir hadîsleri birer bâbda verirken, Ebû Tâlib'in vefatı ile alâkalı birkaç hadîsi de bu başlık altında sıralamıştır.

Ebû Tâlib'in vefatı, kendisini dayanaksız bırakmıştı. Artık Mekke'de otur­ması çok zorlaşmıştı. Üç sene sonra Medine'ye hicret edecektir.

[112] Bu âyetlerin ve hadîslerin ma'nâlarma göre Ebû Tâlib, İslâm Dîni'nde ölme-miştir, Peygamber uğrunda bütün varlığını ortaya koyduğu hâlde, kabîle gele­neklerine sıkı bağlılığı yüzünden zahiren Tevhîd Akîdesi'ni kabul edememiştir.

[113] Bu da 104. hadîsin başka bir tarîkidir. Bunların başlığa uygunlukları açıktır.

İmâm Müslim'in ve diğerlerinin Ebû Hureyre'den rivayetine göre, Rasû-lullah (S) amcası Ebû Tâlib'e: "Allah 'tan başka hiçbir tanrı yoktur de de, kıya­met gününde senin lehinde şehâdet edeyim" demişti. Ebû Tâlib: Kureyş kadınları beni kınarlar, korku buna şevketti derler. Böyle demeyecek olsalardı müslümân olup gözünü aydın ederdim, demiştir. Bunun üzerine el-Kasas: 56. âyeti inmiş­tir (H.B. Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm).

[114] Başlıktaki el-İsrâ ile âyetteki "Esra" kelimeleri, biri masdar, biri mâzî fiildir. Gece yolculuğu etmek demektir. Âyet, "bâ" edâtıyle müteaddî olduğu için "Yürüttü" demek olur.

Mescidi Haram, Mekke'de Ka'be'nin etrafında ve Ka'be'yi çevreleyen bu­günkü tavaf sahasıdır. Buraya Mescidi Harem de denilir. Harem denilmesi, bu sahaya ihtiram ve saygı vâcib olduğu içindir. Kendisine karşı saygısızlık caiz ol­madığı için Mekke'ye de Haram Belde denilmiştir. Peygamber devrinde ve Ebû Bekr zamanında Mescidi Haram, tavaf etmeye mahsûs olan sahadan ibaret idi. Umer devrinde genişletilmeye başlanıp, Emevîler ve Abbasîler zamanlarında et­rafındaki binalar satın alınıp Mescidi Harâm'a ilâve edilmiştir.

Mescidi Aksa, Kudüs Mescidi'dir. Buna Beytu'l-Makdis de denilir. Yeryü­zünde evvelâ Mekke'deki, sonraki Kudüs'teki mescidler bina edilmiştir. Kudüs'-tekihe "Aksa = En uzak" vasfı verilmesi, aralarında o zamanın Ölçülerine göre bir aylık yol uzaklığı bulunmasındandır. Mescidi Aksa, Musa'dan îsâ'ya kadar peygamberlerin toplanma yeri ve mukaddes vahy menzili olduğu için, Peygam­berimizin bu gece yürütülüşünde de yol uğrağı kılınmıştır.

[115] Hadîsin başlığa uygunluğu, Isrâ gecesinde vukû'a gelen şeylerin bâzısını şâmil olması yönündendir. Bunu Müslim'in Ebû Hureyre'den getirdiği şu hadîs daha da açmaktadır: "Kureyş bana seyahat ettiğim yerlerden soruyordu. Bilhassa Mes­cidi Aksâ'ya dâir öyle şeyler sormuştu ki, ben îsrâ gecesi onlarla ilgilenip tesbtt edememiştim. Bu sebeble o kadar müşkil bir vaziyete düşmüştüm ki, hiçbir za­man öyle sıkılmamıştım. Bunun üzerine Allah benimle Beytu'l-Makdis arasın da perde olan mesafeyi kaldırdı. Ben artık Beytu'l-Makdis'i görüyor ve ne sorarlarsa muhakkak ona bakarak cevâb veriyordum".

Bu îsrâ vak'asıyle, onu ta'kîben başlayan Mİ'râc hâdisesi hakkında doğru bilgiler almak için Elmalın Muhammed Hamdî Yazır'ın Hakk Dîni Kur'ân Dili tefsîrine bakılmalıdır: IV, 3141-3152.

[116] en-Nesefî nüshasında bu başlık "Mi'râc kıssası babı" şeklinde gelmiştir.

Mi'râc, Peygamber'in mülk ve melekût acîbliklerini müşâhade ile azametli kevnî ve Rabbânî sırlan, kendisine hass tam bir bildirme ile vâkıf olması için Allah tarafından vâki' olan da'vete İcâbeten en yüksek semâlara geceleyin çık­masıdır, îsrâ ise geceleyin Mekke'den Burak üzerinde ilâhî âyetler kendisine gös­terilmek üzere Mescidi Aksâ'ya seyahat etmesidir, Bu daha Önce de beyân edilmişti. İsrâ, lügatçe gece yolculuğu ettirilmek ma'nâsma geldiği için, hepsini şâmil olması muhtemel ise de, Kur'ân'ın nazmı ile sabit olan Mekke-Kudüs yol­culuğuna tahsis edilmiştir.

Mi'râc ismi, yükseğe çıkmak ma'nâsına olan C/rûc'dan alınmış bir âlet is­midir. Bu gün merdiven, asansör, füze, uzay gemisi de bununla ifâde edilebilir. Mi'râc, Peygamber'in bu Arz'dan yüce makaamlara yükselme vâsıtası demek oluyor. Mi'râc hadîslerinde "Uruce bî( = Yükseğe çıkarıldım)" ta'bîri edildiğin­den, bu vak'a "Mi'râc" adiyle anılmıştır.

İsrâ ve Mİ'râc vak'ası, zaman ve zemîn kayıdlarından hâriç, mülk ve mele-kûta dâir sırlarla dolu muazzam bir mu'cize olduğu için müteaddid ta'rîklerle ri­vayet edilmiş ve bu rivayetler müteaddid ve muhtelif görüş ve ictihâdlan mucib

olmuştur.

İsrâ ve Mi'râç'ın yılını, ayını ta'yîn hususundaki rivayetler de çeşitlidir. Bun­ların en çoğu hicretten bir sene veya onsekiz ay evvel vukû'unu bildirmektedir. Buhârî'nİn de bu vakıa ile Akabe Bey'atları'm, hicretten önceki vak'alara âid bâblann en sonuna bırakması da bu cumhur görüşünü te'yîd eder mâhiyettedir. Sonra ay ta'yîni hakkındaki rivayetlerin en çoğu da rebîu'l-evvel ve receb aylan üzerinde toplanmıştır.

[117] Yahya ile îsâ'nın teyze oğulları olmaları şöyledir: Yahya'nın anasHsâ bintu Fâ-kûz, Meryem'in anası Hanne bintu Fâkûz ile kardeştir. Bunlar iki kızkardeştir-ler. Bunlardan Hanne'yi îmrân ibn Mâsân zevce aldı. îsâ'yı da Zekeriyyâ zevce aldı. îsâ, Yahya'yı; Hanne de Meryem'i doğurdu. îsâ, Meryem'in; Hanne de Yahya'nın teyzesi oldu ve böylece iki teyzeoğlu oldular. Burada adı geçen Im-rân, Müsâ Peygamber'in babası olan îmrân değildir. Çünkü bu iki Îmrân arasın­da, tarihçilerin beyânına göre, binsekizyüz yıl gibi büyük bir zaman farkı vardır.

[118] Lugatçiler bu büyük testilerin ikiyüzelli ntl su aldıklarını bildirirler.

[119] Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitâbı'mn baş tarafında da geçmişti. Bu Mi'râc hadîsinde, Mi'râc'ın es-Sidretu'1-Müntehâ'ya kadar merhaleleri ve safhaları açık­tır, ayrıca açıklamaya ihtiyaç yoktur. Ancak Sidre'den ötesi için hiçbirşey riva­yet edilmemiştir. Yalnız Beş namazın farz kılmışı ve bunun elli vakit namazdan hafifletilip indirildiği bildirilmekle yetinilmiştir. Çünkü Rasûlullah mi'râcda Sid-re'ye varınca, Sidre'yi bürüyen -ve onu şuurun vukuf ve ıttılâmdan saklayan ilâhî bir emir, bir nûr bürüyüvermişti. Bundan ötesi tasvir ve beyâna sığmayan bir âlemdi. Onun için biz mi'râcm bundan ötesini Kur'ân'dan, en-Necm Sûre-si'nden ta'kîb edelim:

"Onu müdhiş kuvvetlere mâlik olan öğretti. Ki o, akıl ve re'yinde kâmil bir melektir. Hemen (kendi suretine girip) doğruldu. O en yüksek ufukta idi. Sonra (Cebrail ona) yaklaştı. Derken sarktı. (Bu suretle o, Peygamber'e) iki yay kadar yâhud daha yakın oldu da (Allah'ın) kuluna vahyettiğini etti. Onun gör­düğünü kalb yalana çıkarmadı. Şimdi siz onun bu görüşüne karşı da kendisiyle mücâdele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu diğer bir defa da Sidretu'l-Müttehâ'mn yanında gördü o, ki Cennetuyl-Me'vâ onun yanındadır.O zaman Sidre'yi buruyordu onu bürümekte olan. Peygamberdin gözü gördüğünden ağ­madı, onu aşmadı da. And olsun ki o, Rabb 'inin en büyük âyetlerinden bir kıs­mını görmüştür" (en-Necm: 5-18).

en-Necm Sûresi'nin mi'râca dâir tebliğleri de burada bitiyor. Mi'râc'ın her safhası âdet ve tabiat hâricinde cereyan eder... Sahîh haberler Isrâ ve Mi'râc vakıasını bu âlemdeki beşerî teşrifat ve merasimine benzer bir surette rivayet ettiklerine göre, melekût âleminde de tabiat alemindeki gibi, fakat onun kayıt ve şartlarından ârî ma'nevî bir İhtifal vardır. "Biz İbrahim 'e kesin ilme erenler­den olması için göklerin ve yerin büyük mülkünü de öylece gösteriyorduk'' (el-En'âm: 75) âyetinde İbrahim'in mi'râcına işaret buyurulmuştur. Buna göre her peygamberin muhtelif mertebelerde mi'râcı vardır. Ka'be kavseyn makaamı, Pey­gamberimize müyesser olmuştur.

[120] îbn Abbâs, buradaki rü'yâ, uykuda görülen bir düş değil, uyanık olarak gözle görülen bir hakikattir demek istemiştir.

Zemahşerî, Tefsirinde: Bu âyetin zahiriyle de İsrâ'nm rü'yâda vâki' oldu­ğunu iddia edenler istidlal etmişler, İsrâ'nın uyanık iken olduğuna kaail olanlar da buradaki rü'yâyı, rü'yetle tefsir etmişlerdir, demiştir. Allah Kur'ân'da hem kalb görmesini, hem de göz görmesini isbât etmiştir: Kalb görmesini "Onun gör­düğünü kalbyalana çıkarmadı"(en-Necm: ll)kavliyle, göz görmesini de: "Göz ağmadı, aşmadı da" {en-Necm: 17) nazmıyle tesbît etmiştir.

Bu âyeı ve benzerlerinden, Rasülullah'ın Allah'ı görüp görmediği hususu mühim bir ihtilâf konusu olmuştur. Âişe, Mes'ûd, Ebû Hureyre gibi bâzı sahâ-bîler, Allah'ı görmenin imkânsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buhârî, Âişe'den:

  Muhammed, Rabb'ini gördü mü? diye sorulmuş; o da:

— Herkim Muhammed, Rabb'ini gördü derse, yalan söylemiştir, demiş, sonra: "Ona gözler erişemez. O ise bütün gözleri ihâtû eder.." (el-En'âm: 103) âyetini okumuştur.                                                  ' .

Abdullah ibn Abbâs'tan da Rasülullah'ın Rabb'ini gözleriyle görmüş ol­duğu haberi naklolunmuştur (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat).

Bu hadîsteki la'netlenmiş ağacın zakkum ağacıyle tefsîri es-Sâffât: 62-67 ve el-Vâkıa: 51-56 âyetlerinde gelmiştir:

"Böyle (ni'mete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Hakikat biz onu zâlimler için bir fitne (imtihan) yaptık. Şübhesiz ki o, çılgın ateşin dibinde (bitip) çıkacaktır. Ki tomurcuklan, şeytânların başlan gibidir. İşte hakikat on­lar bundan yiyecekler, bu suretle karınlarım bundan dolduracaklar. Sonra üze­rine de onlar için çok sıcak bir su ile karıştırılmış (şarâb) vardır" (es-Sâffât: 62-67);

"Sonra hakîkaten siz, ey sapkınlar ve tekzfbciler, muhakkak ki, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Öyle ki karınlarınızı hep ondan dolduracaksınız, üstü­ne de o kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin içişi gibi içeceksiniz. İşte ceza günü onlara ziyafet budur" (el-Vâkıa; 51-56).

[121] Peygamberliğin onuncu yılında Peygamber, Akabe mevkiinde Hazrecliler'den bâzı kimselerle buluşmuş, onlara Kur'ân okumuş^ onlar da müslümânlığı kabul etmişlerdi. Bunlar altı kişiden İbaretti. Ertesi sene Medine'den oniki kişi gelmiş ve bu Akabe mevkiinde Peygamber'le buluşup müslümân olmuşlardı. Buna İkinci Akabe Bey'atı denir ki,bey'at maddeleri el-Mümtehıne: 12. âyetîndeki Bey'atu'n-Nisâ maddeleri gibidir.

Ertesi yıl Medine'den yetmişiki kişi gelmiş ve gece Akabe mevkiinde Pey­gamber'le buluşup bey'at etmişler ve Peygamber'le Mekkelİ müslümânlarm Me-dîne'ye hicret etmesini kararlaştırmışlardır. Buna Üçüncü Akabe Bey'atı denir. Bu bey'at birinci bey'attan farklıdır. Bunda Ensâr, mallarını, canlarını, ailele­rini nasıl muhafaza ve müdâfaa ederlerse Peygamber'in hayâtını da öyle muha­faza edeceklerine söz vermişlerdir.

İslâm Dîni'nin temelleri ancak Akabe Bey'atı'nda sağlam bir te'mînâta bağ­landığı için Ka'b ibn Mâlik, Akabe Bey'atı'nda hazır bulunmasını, yine İslâm'­ın sağlama bağlandığı mühim bir gazve olan Bedir'de bulunmaktan üstün tutuyor. Bunda da haklı olduğu apaçıktır...

[122] Câbir, Üçüncü Akabe Bey'atı'nda hazır bulunanların en küçüğü idi

[123] Bu ilk Akabe gecesinde olan bey'attır ki, ona el-Mümtehıne: 12. âyetinin nâtık olduğu bey'at şartlarının aynı ile vâki' olduğundan Bey'atu'n-Nisâ denilmiştir. Bu şartlarla mükellef olmakta erkekler ve kadınlar müsâvîdir. İkinci Akabe'de ise Ensâr, çocuklarını ve ailelerini nasıl müdâfaa ve himaye ederlerse Peygamber'i de öylece müdâfaa ve himaye etmek üzere bey'at etmişler ve ahidlerini hak-kıyle îfâ ederek kendilerinden sonra tâ kıyamete kadar İslâm'a girmiş ve girecek olanlarla veliyyi ni'met olmuşlardır.

[124] Bu da geçen hadîsin diğer bir tarîkidir. O da, bu da îmân Kitâbi'nda da geçmiş­ti.

[125] Ahmed ibn Hanbel'de ise şu ziyâde vardır: Rasûlullah bir sedir üzerine otur­muştu. Yanında Ensâr'dan erkekler ve kadınlar vardı. Beni yanma oturttular, sonra: Bu ehlindir, mübarek olsun, dediler. Âişe, annesi Ümmü Rûmân, kiz-kardeşi Esma ile beraber Ebû Bekr'in hicretinden sonra hicret etmiştir. Ebû Bekr Medine'ye varıp yerleştikten sonra, Mekke'deki ailelerini getirmek üzere Zeyd ibn Harîse ile Rasûlullah'ın kölesi Ebû Râfı'i Mekke'ye gönderdiler. Rasûlul-lah'ın iki kızı Fâtıma ve Ümmü Kulsüm ile zevcesi Şevde ve Âİşe, annesi ve kız-kardeşi Medine'ye nakledildiler. Âişe'nin güvey evine girmesi, en sahîh rivâyett göre, hicretin sekizinci ayına tesadüf eden şevval ayında olmuştur.

[126] Hadîslerin başlığa uygunlukları gizli değildir.

[127] Hicret, bir yerden başka bir yere göç etmektir. Medine'ye hicret, mi'râcdan kı­sa bir zaman sonra başlamıştır.

Habeşistan'a birinci ve İkinci muhaceret, Peygamber'in dîn neşri gayesi için muvakkat bir tedbîr idi. Tâif, dîn neşrine iyi bir merkez olabilecekti. Fakat bu­nun tecrübesi menfî netîcelendi. Akabe Bey'atları üzerine Medine'nin en uygun hicret yurdu olacağı anlaşıldı. Mi'râc'da hicret duasının bu suretle vahyedilme-si üzerine Medine'ye hicret teayyün etti:

İmâm Ahmed ibn Hanbel şöyle dedi:-İbn Abbâs şöyle demiştir: Peygam­ber (S) Mekke'de ikaamet etti, sonra hicretle emrolundu. Bunun üzerine Allah: '' Ve şöyle de: Rabb 'im beni sıdk ve selâmet girdirişi ile girdir. Sıdk ve selâmet çıkarışı ile çıkar ve tarafından bana hakkıyle yardım edici bir hüccet ve kuvvet ver" (el-İsrâ: 80) âyetini indirdi (Ahmed ibn Hanbel ve Tirmizî).

Tirmizî şöyle dedi: Bu hasen sahihtir. Hasen Basrî bu âyetin tefsirinde şöy­le dedi: Mekke kâfirleri Rasûlullah'ı öldürmeleri yâhud kovmaları yâhud bağ­lamaları için müzâkere ettikleri zaman, Allah Mekke ehlini kıtali irâde etti de Peygamber'e Medine'ye çıkmasını emretti. İşte Yüce Allah'ın el-İsrâ: 80 kav­linde buyurduğu budur (Tefsir, İbn Kesîr, IV, 342).

Mekkeliler'in bu sû'ikasd müzâkerelerini el-Enfâl: 30 âyetinde ifâde et­mektedir: "Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, ya seni öl­dürmeleri yâhud seni (yurdundan) çıkarmaları için, sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukaabele edenlerin en hayırlısıdır".

[128] Abdullah ibn Yezîd'in hadîsi Huneyn gazvesinde; Ebû Hureyre'ninki Ensâr'ın Menkabeleri'nde senedli olarak geçti

[129] Ebû Mûsâ'nm hadîsi Namaz Kitâbı'nda geçti.

[130] Başlığa uygunluğu "Peygamber'in izniyle Medine'ye Allah'ın rızâsını isteyerek hicret ettik" sözlerindedir.

Ru hadîs, bâzı öne geçirme ve geriye bırakmalarla Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti.

[131] Bunun da başlığa uygunluğu meydandadır. Bu -hadîsin bir rivayeti îmân Kita­bı'nın en başında geçmişti.

[132] Yânî fetihten sonra artık Mekke'den Medîne'ye hicret yoktur. .Bundan sonra Mekke'den yalnız cihâd kasdıyle ve ilim tahsîli niyetiyle çıkılabilir.

[133] Sa'd ibn Muâz bu duayı Kurayza oğulları hakemliği kendisine yöneltildiği günden evvelki gecede yapmıştı. Diğer rivayette duanın biraz daha devamı vardır ki, bu da Kurayza oğullan ile harbetmek veya bu yaradan dolayı şehîd olmak dileğidi

[134] Bu İbn Abbâs hadîslerinin başlığa uygunluğu bellidir. Bunlar daha önceki bâb-larda da geçmişti.

[135] Hadîsin başlığa uygunluğu Rasûlullah'ın: "Şübhesiz arkadaşlık hususunda da, mal harcama hususunda da insanların bana en çok vergilisi olanı Ebû Bekr'­dir... " sözleri yönünden alınabilir. Hicrette Rasûlullah'ın beraberinde Ebû Bekr'-den başka arkadaşlık eden kimse yoktu. Bu kadar münâsebet yeterli olabilir. Onun bu derin dostluğuna Kur'ân'da da şâhid vardır: "... O zaman onlar ma­ğaradaydılar. Peygamber o vakit arkadaşına: Tasalanma, Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir, diyordu" (et-Tevbe: 40).

[136] Rasûlullah'm Medine'ye hicreti İslâm târihinin hiç şübhesiz en mühim bir saf­hasını teşkil eder. Bu ehemmiyetten ötürüdür ki, rivayette ekseriya kısaltma yo­luna tutunan Buhârî, bu hicret hadîsini çok uzun bir metinle getirmiştir. Buhâri burada Âişe'ye, Surâka'ya, Zubeyr'e varan üç rivayet yolunu bir araya toplaya rak ve bu hicret menk ab elerine bir istikaamet vererek rivayet etmiştir.

[137] Berku'l-Gımâd, Mekke'nin Yemen yönünde ve deniz sahiline takriben beş gün lük mesafede bir yerin adıdır.

İbnu'd'Dağme ismini hadîsçiler böyle zabtetmişlerdir. Lugatçiler bun İbnu'd-Dugunne diye okumuşlardır. Her iki şekilde rivayet edilmiştir, tbn t hâk'a göre bu zâtın adı Rabîa ibn Refi'dir. Sonra müslümân olmuş, Hune^ gazasında bulunmuş ve o gün Durayd ibn Samme'yi öldürmüştür. İbn Abdi Berr ile Zehebî, sahâbîlerden olduğunu rivayet etmişlerdir.

[138] Vâkıdî'nin rivayetine göre, Rasûlullah'ın Ebû Bekr'den aldığı bu deveyi Ebû Bekr sekizyüz dirheme almıştı. Adı Kasvâ idi. Kuşeyr oğullan kabilesi hayvan­larından idi. Rasûlullah'ın vefatından sonra biraz daha yaşamış ve Bakî'a salı-nıverip orada otlamıştır. Sonra Ebû Bekr'in halifeliği zamanında ölmüştür.

[139] Buhârî bunu biraz sonra bizzat Esmâ'dan da rivayet edecektir.

[140] Mekke'den çıkışları bir perşembe günü, mağaraya ulaşmaları cumua gecesi ol-' muş, bir pazar günü de. mağaradan çıkıp yola koyulmuşlardır.

Sevr Dağı, Mekke'nin sağ tarafında ve üç mil uzaklıktadır. Mağara da bu dağın tepesindedir. Rasûlullah ile Ebû Bekr'İ mütevâzî sinesinde saklayan bu mağara, bu gün de mevcûddur ve ziyaret olunmaktadır.

[141] Câhiliyet devrinde Arablar, İki kişi yâhud iki kabîle arasında and içerek bir dostluk akdettiklerinde, bu akdi ve yemîni nazarlarında canlandırmak ve kuv­vetlendirmek için bir kap içine kan ve zağferân gibi renkli bîr madde koyarak ellerini ona batırırlardı.

[142] Hadîsin buraya kadarki kısmı, Âİşe'den İdi. Buradan i'tibâren Surâka'nm ha­dîsi nakledilmektedir. Binâenaleyh bu uzun hicret hadîsi bir değil, iki hadîstir. Bu uzun metnin tabiî râvîsi ibn Şihâb ez-Zuhrî, hicret menkabesini buraya ka­dar Urve ibnu'z-Zubeyr vâsıtasıyle Âİşe'den, buradan aşağısını da Surâka'nın kardeşi oğlu Abdurrahmân vâsıtasıyle Surâka'dan rivayet etmiştir. Müellif Bu­hârî, metni sevkedişinde bütün bunları açık açık belirtmiştir. Biz de tercemede bunları sadâkatle nakletmeye çalışıyoruz.

[143] Surâka'nın düşmesi Peygamber'in duâsıyle olmuştur. Peygamber Surâka'yı gö­rünce "Allâhumme ısrahu = Yâ Allah onu düşür" diye duâ etmiş, bunun üzeri­ne atı da, kendi de düşmüştür. Bunun tafsilâtı 129 rakamıyle gelecek hadîstedir.

[144] el-Ezlâm, Zelem 'in cem'idir. Zelem bir çeşit kumar okudur. Kidh dedikleri bu fal okunun yeleği ve demiri yoktu. İki kalemden ibaret olan bu zelemlerin birisinde "Neam = Evet", diğerinde "Lâ-Hayir" yazılı bulunurdu. Câhiliyet devrinde Arablar, sonu bilinmeyen bir işle karşılaştıklarında bu oklarla fal bakarak, bun­lardan birisini çekerlerdi. Eğer evet çıkarsa o İşe girişirler; hayır çıkarsa vaz ge­çerlerdi. Ezlâm kuburu da bu okların konulduğu meşin kabın ismidir

[145] İbn İshâk'ın bir rivayetinde şu ziyâde vardır: Ve ben, Surâka ibn Mâlik ibn Cu şum'um, bana bakın, i'timâd edin, size şunları söylüyorum: Vallahi benden size mâzîde hoşlanmadığınız bir zarar gelmediği gibi, hâlde ve istikbâlde de gel­meyecektir! (Kastallânî).

ez-Zehebî, Surâka'nın Tâif seferinden sonra müslümân olduğunu bildiri­yor. Tarihçiler de elindeki emân-nâmeye müracaat ettiğini haber verirler. İbn Abdi'1-Berr de e/-/s//'ffö*da'Surâka'nm Medîneliler'den sayıldığını ve Usmân'-m halifelik zamanına kadar yaşadığını zikretmiştir. Surâka, Kureyş casusların­dan Rasûlullah'ın hareketini gizlemiş ve arayanlara: Ben buralarda aradım, siz başka tarafa bakınız, demiştir.

[146] Hicret hadîsinin Surâka'ya dayanan kısmı burada bitti. Bundan alt tarafını so­nuna kadar İbn Şihâb ez-Zuhri, Urve'den rivayet etmiştir. Başlangıcındaki is-nâd gibi Âişe'ye ulaştırmamıştır. Buna göre hadîsin buradan alt tarafı mürseldir. Ancak şu var ki, bu kısmı da Hâkim, Urve'nin Zubeyr'den rivayeti suretiyle Âişe'ye ulaştırmış ve böylece mevsûl olmuştur.

[147] İbn Sa'd, Zubeyr yerine Talha ibn Abdillah'ı zikretmiş, onun Şâ'dan döndüğü­nü, onun beyaz elbiseler giydirdiğini... bildirmiştir. Dimyatı ise, siyercilerden hiçbirinin Zubeyr ibn Avvâm'ı zikretmediklerini bildirmiştir. Fakat Aynî'nin beyân ettiği gibi, en iyisi bu rivayetleri te'lîf ederek Talha ile Zubeyr'den her ikisinin de Şâm kaafilesinde bulunduğunu, her ikisi tarafından beyaz elbiseler hediye edildiğini kabul etmektir.

[148] Buhârî, Küba'ya varışın rebîu'l-evvel ayının hangi pazartesine tesadüf ettiğini açıkça belirtmemiştir. Bunun sebebi de bu konuda çeşitli görüşlerin bulunması­dır. Bunların kaynağı da Peygamber'in Kubâ'dakİ ikaamet müddeti hakkında­ki ihtilâftır. Buhârî'nin bu Hicret bâbı'nda Enes'ten gelen bir rivayetine göre, Küba'da ondört gece kalmıştır. Bâzı siyerciier ise üç dört gün kaldığını ileri sü­rerler. Rasûlullah Kubâ Mescidİ'nin inşâsı müddetince burada kaldığına gö­re, Buhârî'nin rivayeti elbette daha ziyâde güvene lâyıktır.

[149] Kubâ Mescidi, Rasûlullah'ın hicreti ve bilhassa Kubâ Köyü'ne ulaşması ile açı­lan yeni devrin mübarek bir abidesidir. Bundan dolayı Kur'ân diliyle Takva Mes­cidi adı verilmiştir:

"... Tâ ilk gününde temeli takva üzerine kurulan mescid senin içinde kıya­mına elbet daha lâyıktır. Orada tertemiz olmalarını arzu etmekte olan rical var­dır. Allah da çok temizlenenleri sever" (et-Tevbe: 108).

Bu âyette zikredilen mescidin Kubâ Mescidi mi, Medine'deki Peygamber Mescidi mi olduğu hakkında görüş ayrılıkları vardır.. Buhârî ise işbu mescidin Kubâ Mescidi olduğunu işaret eder. Bununla beraber her iki mescidin de ayrı ayrı kasdedilmiş olması mümkindir. Allah en bilendir.

[150] Buhârî bu hadîsin bir kısmını Namaz Kitâbı*fıdar\'Yolda olacak mescid bâbı"n-da; İcâre Kitabı; "Zaruret sırasında müşriklerden ücretli tutma bâbı"nda; Ke­falet ve Edeb Kitâbları'nda olmak üzere birçok yerde kısaltılmış olarak parça parça getirmiştir. Bu uzunlukta bir metin ile buradan başka yerde getirmemiş­tir.                        

Bu, el-Câmi'u's-Sahîh'teki en uzun metinli birkaç hadîsten biridir. Bunun da Buhârî tarafından en az iki hadîsin güzel bir tertîble bir yere getirilmesi sure­tiyle teşkîl edildiğini baş taraftaki 134 rakamlı haşiyede belirtmiştik.

[151] Esma, yemek çıkını ve yemek sofrası yapacak birşey bulamadığından, belinde­ki nİtâkını çıkarıp ikiye bölerek bunun birisini yemek sofrası, bir parçasını da su kırbasına bağ yapmış olduğundan, Peygamber tarafından kendisine bu târî-hî sıfat verilmiş, bu da onun için ebedî bir iftihar unvanı olmuştur. Nitâk hak­kında şu bilgi verilmiştir:

en-Nitâk, kitâb vezninde Arab kadın elbiselerinden bir libâstır. Hakikati izâr gibi bir parçadır. Ortasını bellerine bağlayıp, yukarısını aşağısının üzerin­den dizlere doğru salıverirler. Aşağısı ise yerde sürünür. Hâlen fistan ta'bîr et­tikleri gibi bir sevbdir (Kaamûs Ter.).

[152] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin son fıkrası daha önce de geçmişti.

[153] Bu mutâbaa rivayetinde Esmâ'nın çocuğu Küba'da doğurup, emzirmeden Pey­gamber'e getirdiği, Peygamber'in de ona duâ ettiği ve Abdullah adını verdiği ziyâdesi de vardır.

Hicretten sonra Medîne hâricinde Muhacir müslümân aileleri arasında ilk doğan erkek çocuk olarak da Habeşistan'da doğan Abdullah ibn Ca'fer bildiri­liyor. Medine'de Ensâr aileleri arasında ilk doğan çocuk da Mesleme ibn Mah­led yâhud Nu'mân ibn Beşîr'dir denilmiştir.

[154] Bu da aynı vak'anm başka bir sahâbiyyeden; Âişe'den gelen rivayetidir.

[155] Başlığa uygunluğu "Allah'ın Peygamberi Medine'ye yönelip geldi" sözünde-dir. Medîne'ye gelmesi, O'nun hicretidir.

[156] İbn Umer'in yaşı o zaman onbir yıl ve birkaç aydı.

[157] Başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs, bu babın başında geçtiği gibi, küçük sened ve lafız farkıyle Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti

[158] Umer, söylediği bu sözü ancak nefsini kırmak için söylemiştir. Yâhud da insa­nın yapacağı her hayır işinde eksiklikten boş olmayacağını görünce, İkisi ara smda takas olmasını ve böylece kendinin dînde salim kalmasını istemiştir.

Hayırhlık sebebi de şudur: Çünkü korku makaamı, ümîd makaamından daha üstündür (Aynî, Kastallânî).

[159] Bu bey'atin harbetmek üzerine yapılan bir bey'at olmaması muhtemeldir. İbn Umer bunu, kendisinin babasından önce hicret edenlerden olduğunu söyleyen kimsenin yanılma sebebini beyân etmek için zikretmiştir. Kendisine ancak bir yerde babasından önce bey'at etmesi işi vaki olmuştur (Kastallânî).

[160] Bu hadîs, Peygamberlik Alâmetleri Bâbı'nda, bundan daha bütün olarak geçti. Lâkin orada bundaki ziyâde yoktu. Çünkü Buhârî, hadîsin sonundaki bu ziyâ­deyi, buradan başka yerde zikretmemiştir. el-Berâ'nın Âişe'nin yanma girmesi ittifakla hicâb, yânî perdelenme emrinden önce idi. el-Berâ'nın yaşı da o zaman bulûğdan aşağıda idi (Kastaİlânî).

[161] el-Keteme ve'l-Kutmân, bir nebat adıdır ki, kınaya katılıp onunla saç ve sakal boyanır, bir müddet rengi sabit olup kalır, kökünün pişirilmesiyle mürekkeb gibi yazı yazılır. Bu nebat "Vesme" olacaktır ki, çivit otudur (Kaamûs Ter.).

[162] Ümmü Bekr" adı bu kasîde de geçmektedir

[163] Başlığa uygunluğu, içinde hicret işlerinden bir iş bulunması yönündendir. "Biz, üçüncüleri Allah olan iki kişiyiz" sözüyle et-Tevbe: 40. âyeti mealine telmih var­dır.

[164] Bu hadîsin bir rivayeti Zekât Kitabı, "Develerin zekâtı bâbı"nda, bir rivayeti de Hibe'de "Ariyet olarak sağımlı hayvan hediye etme bâbı"nda geçmişti.

[165] Peygamberin Küba'ya ulaşması rebîu'l-evvelin bir pazartesi gününde oldu. Sa-hâbîlerden çoğunun buraya ulaşmaları daha önce olmuştu. Peygamber Kubâ'-da Kulsüm ibnu Hıdım'ın evine indi. Çok zaman sahâbîl eriyle, bekâr olan Sa'd ibn Hayseme'nin evinde otururlardı. İbn Şihâb'ın rivayetine göre,-Alî de Pey-gamber'den üç gün sonra hareket edip, Peygamber Küba'da iken gelip yerleş­miştir.

[166] Bu da önceki hadîsin başka bir tarîkidir.

İbn İshâk, Umer'le hicret eden yirmi kişiden onüçünün adlarını şöyle sıra­lamıştır: Zeyd ibnu'l-Hattâb, Saîd ibn Zeyd, Abdullah ibn Surâka, Huneys ibn. Huzâfe, Vâkıd ibn Abdillah, Havla ibn Ebî Havla, Mâlik ibn Ebî Havla, Hilâl, Ayyâs ibn Ebî Rabîa, Bekr oğulları kabilesinden Hâlid, Iyâs, Âmir, Âkil. İbn İshâk da bu onüç Muhâcir'in de Rıfâa ibn Munzir'e misafir olduklarını bildiriyor.

[167] Başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîs Hacc Kitâbı'mn sonunda da geçmişti.

[168] Bu konu hakkında bâzı hadîsler Usmân'ın Menkabeleri Bâbı'nda geçmişti. Bu­rada bunu zikretmekten maksad, Usmân'ın: "Sonra ben iki defa hicret ettim" sözüdür

[169] Bu, Abdir rahman'm Umer'le olan kıssasının bir parçasıdır. Burada bu parçayı getirmekten maksad, Abdurrahmân'ın Umer'e: "Medîne'ye gidinceye kadar ko­nuşmayı geri bırak. Çünkü orası Hicret ve Sünnet Yurdu'dur..." sözleridir. Hadîs burada kısadır, zor anlaşılıyor. Bunu Mağâzî, İ'tisâm ve Muharibin bölümle­rinde daha uzun getirecektir. Bu hacc sırasında bâzı kimseler: Umer ölürse fu-lân kimseye bey'at ederim... gibi sözler söylemiş, Umer bundan öfkelenip bir hutbe yapmak istemiş, Abdurrahmân bunu Medine'de yapmasını söylemiştir.

[170] Başlığa uygunluğu, "Muhacirlerin oturacakları yerleri ta'yîn için Ensâr kur'a çektikleri zaman" sözünden alınır.

Bu hadîsin bir rivayeti Cenazeler Kitabı, "Ölünün yanma girme bâbı"nda da geçmişti.

[171] Başlığa uygunluğu "Rasûlullah Medine'ye hicret edip gelmişti'' sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti Ensâr'm Menkabeleri Kitâbı'nda geçmişti. Orada da belir­tildiği üzere Buâs günü, Evs ile Hazrec kabîleleri arasında yapılan kanlı ve de­vamlı bir muharebenin adıdır. Buâs, bu harbe denildiği gibi, Medine'ye iki mil uzaklıkta bir kalenin adı olduğu ve bu büyük harb orada yapıldığı için bu.adla

. anıldığı da rivayet edilmiştir. Bu iç harblerin en sonu, hadîste zikredilen Buâs harbidir kî, rivayete göre yüzyirmi sene devam etmişti..Peygamber'in Medîne'-ye hicretinden beş sene önceye kadar devam eden bu harblerde her iki tarafın önderleri ve yiğitleri hadîste bildirildiği gibi, ya ölmüş yâhud yaralanmış, ma'-lûl kalmıştı. Bu suretle za'fa uğrayan Evs ve Hazrec, Kureyş'le ittifak yapmak istemiş, bu neticelenmeyince, o sırada Peygamber'le buluşup arka arkaya yapı­lan Akabe Bey'atları ile islâm'a girmişler ve böylece hem kuvvet kazanmışlar, hem de aralarındaki asırlık düşmanlık kardeşliğe dönüşmüştür. Âişe'nin en gü­zel şekilde belirttiği gibi, bütün bu harbler Allah'ın takdiriyle yüce bir plâmn gerçekleşmesi hazırlıkları olmuştur.

[172] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, bunun Buâs günü zikrinde geçen hadîse mutabık olması yönündendir. Birşeyden dolayı mutabık olana mutabık olan, o şeye de mutabıktır (Aynî).

[173] Medine'nin Necd cihetinden Tihâme'ye doğru gelen köy ve ma'mûrelerine Ali­ye, Tihâme cihetinden Medine'ye doğru olanlarına Sâfile denir (Mu'cemu'l-Buldân).

[174] Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı, "Câhiliye müşriklerinin kabirleri deşilip çıkarılır mı? babı"nda geçmişti.

[175] Sader tavafı, hacıların Minâ'dan dönüp memleketlerine giderken yaptıkları ve­da tavafıdır; bununla hacıların ibâdet işleri tamâm olur. Mekke fethinden evvel Peygamber, Mekke'den hicret eden Muhacirler için veda tavafı yapılıp hacc ve umre tamâm olduktan sonra yalnız üç gün Mekke'de ikaamet edebileceğini bil­dirmiştir... Âlimlerin cumhuru bu yasağın, Mekke'den Medîne'ye hicret etmek vâcib olduğu zamana âid bulunduğunu kabul etmişlerdir ki, bunun son hududu Mekke'nin fethidir. O devirde Peygamber'e yardım etmek vâcib olduğu ipin, fetihten evvel Muhâcirler'in Medine'de ikaamet etmeleri vâcib idi. Mekke'nin fethi ile İslâm Dîni lâyık olduğu kuvveti kazanmış olduğundan, birçok âlimlere göre bu yasak sona ermiş bulunuyor. Muhacir olmayan müslümâna gelince, onlar bu yasağın dışında idiler.

[176] Sehl ibn Sa'd'ın açık fakat çok kısa olan bu rivayetini Hafız İbn Asâkir'ın Dı-maşk Târîhi'nde rivayet ettiği Enes ibn Mâlik ile İbn Abbâs hadîsleri tamamlı­yor: Enes: Târih, Rasûlullah'ın rebîu'l-evvel'de Medîne'ye gelmesi zamanından i'tibâr edildi ve sahâbîler bu târîhi kullandılar, demiştir.

Abdullah ibn Abbâs da şu bilgileri vermiştir: Rasûlullah Medîne'ye hicret ettiğinde müslümânların bir târîhi yoktu. Sonra, hicret başlangıç kabul edile­rek: "Rasûlullah'ın gelişinden bir ay, iki ay sonra" diye hicrî târîh kullanmaya başladılar. Rasûlullah'ın vefatına kadar da bu suretle kullanıldı. Fakat sonra kesildi, kullanılmadı. Ebû Bekr'in halifeliği zamanı ile Umer'in halifeliğinin ilk dört senesi bu suretle geçti. Sonra resmî muameleleri ve medenî münâsebetleri vakitlendirmeye ciddî ihtiyâç hissolundu. îbn Abbâs dedi ki: Umer târîh baş­langıcı koymaya teşebbüs edince sahâbîleri topladı, onlarla istişare etti. Sa'd İbn Ebî Vakkaas, Rasûlullah'ın vefatı zamâmyle vakitlendirfneyi, Talha peygamber­likle başlatmayı, Alî ibn Ebî Tâlib hicretle başlatmayı, başkaları da Peygam-ber'in doğumu ile başlatmayı teklîf etmişlerdi. Hicretin onyedi veya onaltıncı yılında toplanan bu şûra müzâkereleri sonunda Alî'nin teklifi üzerinde ittifak edildi. Ancak ayın ta'yminde ihtilâf edilmişti: Abdurrahmân ibn Avf, haram aylarının evveli olduğu için recebi, Talha da Ümmet'in mübarek ayıdır diye ra­mazânı, Alî ibn Ebî Tâlib de sene başıdır diye muharremi başlangıç olarak tek­lîf etmişlerdi. Bu hususta da Alî'nin teklîfi tatbîk edildi.

Şârih Aynî ile Kastallânî bu hadîsin şerhinde Âdem'den Muhammed'e ka­dar geçen beşer topluluklarının zaman; zaman kabul edip kullandıkları târîh baş­langıçlarını özet hâlinde bildirmişlerdir. İslâm'daki târîh başlangıcı için toplanan şûrada ileri sürülen tekliflerde bunların mahzurlarının gerekçeleriyle gösterilip reddedilişleri ve nihayet yukarıda özetlenen neticede karâr kılındığını bildirmiş­lerdir.

Biz buradaki târîh başlangıcının en kuvvetli dayanağı olan et-Tevbe: 108. âyeti hakkında bir fıkrayı da vermek istiyoruz:

[177] Bundan önceki iki bâb, Peygamber'in hicreti bâbi'nda dâhi) olduğu için, bu ha­dîsin burada zikredilmesine münâsebet gelmiştir. Bu hadîsin bir rivayeti Namaz Kitabı bâblarının evvelinde "Namaz nasıl farz kılındı bâbı"nda-geçmişti. Dört rek'atli namâzlardaki ikişer rek'at ziyâde, hicretten bir sene sonra farz edilmiş­tir.

[178] Başhğauygunluğu "Yâ Allah, sahâbîlerim için hicretlerini tamamla.." sözle-rindedir.

Buhârî bu hadîsi Cenazeler Kitabı, "Peygamber'in Sa'd ibn Havle'ye mer­siyesi bâbı"nda da getirmişti.

RasûluIIah'ın ağır hasta olan Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a Mekke'de hasta zi­yaretine gidip, onunla konuştuğu sırada, Sa'd'ın hayâtta geri bırakılacağı, yânî çok yaşayacağı ümidini açıklayıp, onu teselli etmesi aynen gerçekleşmiştir. Ha­kîkaten Sa'd ibn Ebî Vakkaas bu târihten sonra daha kırkbeş yıl yaşamıştır. Uzun ve başarılı kumandanlık ve vâlîlik devirlerinden sonra, Medine'ye on mil uzak­lıktaki konağında ve ellibeşinci hicret yılında vefat etmiş, Medîne'ye; el-Bakî'a nakledilip orada gömülmüştür. Bedir gazasında giydiği eski,bir yün cübbeyi mu­hafaza etmiş ve onunla kefenlenmesini vasiyet etmişti. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biridir. Allah onların hepsinden razı olsun!

[179] Sahâbîler arasında iki kerre kardeşlik akdi yapılmıştır. Birisi Mekke'deki müs-lümânlar arasında, öbürü de Medine'de Muhâcirler'le Ensâr arasında. Bu baş­lıkta kasdedilen kardeşlik, Medine'de kurulan kardeşlik akdidir. Hicretin yedinci ayında ve mescid inşâsının bitimi sırasında Rasûluliah, Muhacir ve Ensâr'dan kırkbeşerden doksan kişiyi Enes ibn Mâlik'in evine da'vet etti. "İslâm Dîni'nde yeminli dostluk yoktur, dîn kardeşliği vardır" buyurup, doksan kişi arasında ikişer ikişer kardeşlik akdi yaptı. Böylece târihin kaydettiği benzersiz dayanış­ma ve yardımlaşma müessesesi kurulmuş oldu.

[180] Bu, Buhârî'nin tamâmını Alışverişler Kitabı'mn evvelinde getirdiği hadîsin bir parçasıdır.

[181] Buhârî bu Selmân ile Ebu'd-Derdâ'nın kardeşliği hadisinin tamâmını da Oruç Kitâbı'nda, "Nafile oruç hakkında, onun orucunu bozdurmak için kardeşine karşı yemîn eden kimse bâbı"nda getirmişti.

[182] Hadisin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü hadiste kardeşlik keyfiyeti vardır

[183] Hadîsin Peygamber'in Medine'ye hicreti ile ilgisi açıktır. Çünkü bu hâdise, hic-retirr ilk günlerinde Medîne'-de vâki' olmuş* jr. Bu hadîsin bir rivayeti Peygam­berler Kitabı, "el-Bakara: 30 âyeti bâb>' nda geçmişti.

[184] Hadîsin zikredilen başlığa uygunluğu evvelâ: "Peygamber Medine'ye geldi, bizler bu şekil alım satımı yapar hâldeydik dedi" sözündedir.

Bu hadîs, Buyu' Kitabı, "Gümüşün altına mukaabil müddetli olarak satıl­ması bâbı"nda; Şerîket Kitabı, "Altın ve gümüşte ortaklık bâbı"nda da geçmiş­ti. Bunun bir rivayeti, küçük sened ve lâfız farklanyle Müslim, Musâkaat, "Gümüşü altına mukaabil va'deli borç olarak satmaktan nehy bâbı"nda da ge­çer: Müslim Ter., V, 110-lll-"1589".

[185] Hicretten önceki târihlerde Medine'nin eski sakinleri olan Evs ve Hazrec kabî-Ieleriyle Yahûdtter arasında dîn ayrılığı gibi çeşitli sebeblerle çekişme ve ihtilâf devam edegelmişti. Evs ve Hazrec müslümân olup, Peygamberin gelmesiyle şeref ve kuvvet kazanınca Benû Kurayza, Benû'n-Nadîr, Benû Kaynukaa Yahûdîle-ri'nin elçileri Peygamber'in huzuruna gelip bir ahidleşme yapılmasını teklif et­tiler. İbn Hişâm'm es-Sfre'sinde uzun metni İle yazılı olan bu muahedenin en mühim maddeleri: Peygamber'in kendisine ve sahâbîlerine zarar vermemek; düş­manlarına yardım etmemek; Kureyş ile harb edildiğinde harb masraflarından bir kısmına ortak olmak; buna mukaabil Yahûdîler de dîn ve mezheb serbestli­ğine mâlik olmak, mallarında tasarruf hakkını hâiz bulunmak maddeleri idi. Bir müeyyide olarak da ahdi bozduklarında mallarının, canlarının helak olması mad­desi vardı.

[186] Buhârî burada da hadîs lâfzına uygun olan Kur'ân lâfızlarını zikretme âdeti üze­rine yürümüş ve bu lâfızların tefsîrini yapmıştır: "Hâdû" kelimesinin bulundu­ğu âyet şudur:

'*Ey Peygamber, kaîbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyle inandık diyen-(munâfık)ferfe Yahûdüer 'den o küfr içinde koşuşanlar seni mahzun etmesin. On­lar durmadan yalan dinleyen, Senin huzuruna gelmeyen, diğer bir kavim hesa­bına casusluk eden kimselerdir. Onlar kelimeleri yerlerine konulduktan sonra bir tarafa atarlar..." (el-Mâide: 41).

"Hudnâ" kelimesinin bulunduğu âyet şudur ki, bunda Musa'nın Allah'a müracaatında seçtiği yetmiş kişiyi de kasdederek: ''Dünyâda da, âhirette de bi­ze iyilik yaz. Biz hiç şübhesiz Sana (tevbe ederek) döndük..." (el-A'râf: 156).

Buhârî bu iki tefsîri ile "Yehûd" isminin "tevbe edicilik" ma'nâsıyle ilgili olduğunu göstermiştir

[187] On Yahûdî ile, bunların âlim ve hahamları kasdedilmiştir. Yoksa halktan bir hayli Yahûdî, müslümân olmuştu. Bunların âlimlerinden Abdullah ibn Selâm

, ile Abdullah ibn Surya'dan başka hiçbirisi hicret sırasında müslümân olmamış­tır.

[188] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in Medîne'ye geldiğinde Yahûdîler'in âşûrâ ile ilgili durumlarını tesbît etmesi yönündendir.

[189] Bu da aynı hadîsin başka bir râvîden gelen rivayetidir; başlığa uygunluğu "Biz Musa'ya sizden daha yakınız" sözündedir. Bu hadîsler, küçük farklarla Oruç Kitabı, "Âşûrâ orucu bâbı"nda da geçmişti. Rasûlullah'ın bu âşûrâ orucunu tutup, sahâbîlerine de tutmalarını emretmesi, başlangıçta idi. Ramazân orucu farz kılınınca bunu tutmak tutmamak serbest bırakılmış ve nafile druca dönüş­müştür

[190] Bu hadîs de Peygamber'in Sıfatı bâbı'nda geçmişti.

Peygamber bir şeyle emroiunmadığı hususlarda geçmiş peygamberlerin üm­metlerine uymayı severdi. Putperestlik rejimi tamamıyle yıkıldıktan sonra, müş­riklere benzemek tehlikesi kalmayınca, saçlarınriki tarafa ayırmağa başlamıştır.

[191] Aynî şöyle dedi: Bundan önce geçen hadîste Kitâb ehli zikredilmiş olunca, İbn Abbâs: Onlar, Kitâb'ı parça parça ayırıp bir kısmına inanan, bir kısmına da inkâr  ederek  kâfir olan  Kitâb  ehli milletlerdir,  demiştir.   Ebû  Zerr,  el-Kuşmeyhenî'den gelen nüshada: İbn Abbâs, "Kur'ân'ı iki parça yapanlar" (el-Hıcr: 91) âyetini kasdediyor, ziyâdesini getirmiştir. Çünkü onlar, Kur'ân'ı par­çalara ayırdılar da İnatları sebebiyle: Bir kısmı haktır; Tevrat ve incil'e uygun­dur; bir kısmı da bâtıldır, Tevrat ve fncîl'e aykırıdır, dediler ve böylece onu hakk ve bâtıl diye iki parçaya ayırdılar (Kastallânî).

[192] Selmân el-Fârisî aslen İranlı'dır. Gençliğinde mecûsî iken Hakk Dîni aşkıyle ba­balarının dînini terkedip, evvelâ Hristiyanlığı kabul etmiş, Kitâb ehlinin gelme­sini bekleyip durdukları son peygamberin gelmesinin yaklaşmış olduğunu onlardan öğrenmiş, Arabistan'a gitmekte iken beraberinde olduğu tüccarlar ta­rafından Medîne Yahudileri'nden birine köle olarak satılmış. O Yahûdî'nin hiz­metinde çalışırken Son Peygamber'in gönderildiğini öğrenmiş. Peygamber hicret edip Medîne'ye gelince de, daha evvel râhiblerden öğrendiği peygamberlik alâ­metlerini O'nda görünce hemen îmân etmiş ve bilâhare Peygamber'in yardımı ile hürriyetini satın alıp, sahâbîler zümresine katılmıştır. Bedir ile Uhud harble-rine katılmaya esirliği mâni' olmuş ise de, Hendek harbinden i'tibâren bütün gazvelerde Peygamber'den ayrılmadı. Hendek harbinde Medine'yi düşman hü­cumundan kurtarmak için etrafına hendek kazılmasını tavsiye eden de Selmân'-dır. Selmân, Peygamber'den sonra Şâm ve Irak fetihlerine kendi isteğiyle katılmış, İran fethinden sonra Umer tarafından Kisrâ'mn başşehri olan Medâyin'e vâlî ta'yîn olunmuş ve otuzbeş senesinde Medâyin Valisi iken vefat etmiştir. Medâ-yin harabelerine Bağdâdlılarca bugün "Selmân-ı Pâk" adının verilmesi, orada gömülü, olduğundandır.

[193] Selmân'm bu kadar sayıda kişinin birinden diğerine geçip, elden ele dolaşması, ancak İslâm Dîni'ni aramak için olduğundan, hadîsin başlıkla uygunluğu hâsıl olmuştur. Buhârî, Buyu' Kitâbı'nda, Peygamber'in: "Selmân hürr idi, fakat yoldaşları ona zulmedip köle diye sattılar" buyurduğunu nakletmİştir,

[194] Râme Hürmüz, Fars arazîsinde meşhur bir şehirdir.

Ahmed ibn Hanbel'in İbn Abbâs'tan rivayetinde Isbâhan şehrinden oldu­ğu, babasının Dehkan olduğu, nesebi sorulduğunda "Ben İslâm oğluyum" de­diği sabittir.

Selmân el-Fârisî'nin Ahmed ibn Hanbeİ'in Müsnedindeki (V, 437-444) uzun hâl tercemesini Ahmed Naîm merhum Tecrîd Ter. (III, 442-445, 17-24)'ten özetle tercüme etmiştir. Selmân'm bu uzun macerası, tbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, I, 214-222'de "Hadîsu Islâmi Selmân" başlığı altında mufassalen verilmekte­dir. Mehmed Zihnî, el-Hakaaik, s. 151-158; Müslim Ter., VII.442; İslâm An­siklopedisi, X, 457-458.

[195] el-Kırmânî: Bu hadîslerin hepsi Selmân'ın İslâm'a girmesiyle ilgilidir, demiştir. °' uU t° jÜyle'Selmân vatanından hicret edip uzun bir hayât yaşadıktan sonra, on bu kadar efendinin elinde dolaşıp, nihayet tslâm olmuştur, demek istemiştir (Aynî).