3- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
6- Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud
Edilmez Mi?) Babı
B.Hazreti Peygamber'in Sefirleri
6. Gassân Sefiri Şüca' İbn Vehb:
7. Bahreyn Sefiri Alâ ibn Hadramî:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle
(Vâhidlerin
-Tek Kişilerin- Haberleri Kitabı) [1]
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli de buna delildir:
"Mü'mirilerin
hepsinin savaşa çıkmaları lâyık değildir. O hâlde içlerinden her sınıfın birer
kısmı dînde fakîh olmayı Öğrenmeleri için kalmaları, dîn ve şerîat ilimlerini
iyice öğrenmeleri ve kavimleri savaştan dönüp kendilerine geldikleri zaman
onları Allah azâbiyle korkutmaları için (kalmalıdırlar). Olur ki (bu suretle
mü'minler, aykırı hareketlerden) kaçınırlar" {et-Tevbe: 122).
Buhârî şöyle dedi:
Ve bir kişi de
"Taife" diye isimlenir: Çünkü Yüce Allah'ın şu "Eğer
müzminlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse, aralarını barıştırın... "
(ei-Hucurât: 9) kavlinde, "Eğer iki kişi döğüşürlerse", bu da âyetin
ma'nâsına
girer, "Taife",
vâhid üzerine de kullanılır [2].
Ve Yüce Allah'ın şu
kavli de buna delildir:
'Ey îmân edenler, eğer bir fâsık size bir
haber getirirse, onu tahkik edin... " <ei-Hucurât: 6) (yâni onda durun,
işin beyânını ve hakikatin açılmasını isteyin, sakın fâsıkın sözüne güvenip
i'timâd etmeyin, demektir. Çünkü fâsıklık cinsini savunup müdâfaa etmeyen
kimse, fâşıklıktan bir nevi' olan yalanı da savunmaz. Bu sebeble bu âyette âdil
ve doğru olan vahidin haberinin kabul edileceğine delil vardır) [3].
Peygamber (S),
âmirlerini birbiri arkasına nasıl göndermiştir? (Eğer vâhid haberi makbul
olmasaydı, Peygamber'in bu göndermelerinde hiçbir ma'nâ olmazdı. Birincinin
ardından diğerini, onun haberi makbul olmakla beraber gönderdi ki, o
unuttuğunda onu hatırlatsın.)
Nitekim gönderilmiş
âmirlerden biri unutursa, o sünnete döndürülür [4].
1-.......Bize
Eyyûb es-Sahtıyânî, Ebû Kilâbe'den tahdîs etti. Bize Mâlik ibn Huveyris tahdîs
edip şöyle dedi. Biz yaşıt gençler topluluğu olarak Peygamber(S)'e geldik ve
O'nun yanında yirmi gece kaldık. Rasûlullah son derece hassas ve ince yürekli
idi. Konukluğumuzun uzamasından ailelerimizi özlediğimizi anlayınca yâhud
ailelerimize iştiyak duyduğumuzu anlayınca, geride kimleri bıraktığımızı sordu.
Biz de haber verdik.
Rasûlullah:
— "Ailelerinizin yanına dönünüz, onların
içinde ikaamet ediniz, onlara dînî bilgileri Öğretiniz, onlara dînî
vecîbelerini eda ve haramlardan çekinmelerini emrediniz" buyurdu.
Mâlik ibn Huveyris'in
râvîsi Ebû Kılâbe şöyle dedi: Mâlik ibn Huveyris bana Peygamber'in daha birçok
vasiyetini zikredip bildirdi. Ben onların bir kısmını ezberimde tutuyor, bir
kısmını da tutamıyorum. Mâlik'ibn Huveyris, Rasûlullah'ın şunları da
buyurduğunu bildirdi:
— "Benim nasıl namaz kılar olduğumu
gördünüzse, öylece namaz kılınız. Namaz vakti gelince biriniz size ezan
okusun, en büyüğünüz, en faziletliniz de size imamlık etsin!" [5].
2-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):
"Sizden
herhangibirinizi müezzin Bilâl'ın ezan sesi sahur yemeğini yemekten men'
etmesin! Çünkü Bilâl, şafaktan önce ezan okur -yâhud: Gece vakti nida eder-.
Bunu teheccüd namazı kılanları sahur yemeğine döndürmek, ve uykuda
olanlarınızı da sahur yemeğine uyandırmak için okur. Fecr şöyle demek
değildir" buyurdu da iki şehâdet parmağını kaldırarak ufukta görülen ve
dikey ziyadan ibaret olan fecri kâzibe işaret etti.
Sonra Rasûlullah iki
şehâdet parmağını yanyana getirerek:
— "Fecr, böyle
olmaktır" buyurmuştur.
Yahya ibn Saîd
el-Kattân iki avucunu birleştirip şöyle diye açıklayıp göstermiştir.
Ve yine Yahya
el-Kattân, iki şehâdet parmaklarını uzatmış, ufukta sağ ve sol taraftan
uzatılıp yayılmış olan dikdörtgen şeklindeki fecri sâdık dediğimiz mustatil
ziyâya işaret etmiştir [6].
3-.......Bize
Abdullah ibn Dînâr tahdîs etti. Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim, Peygamber
(S): "Bilâl gece vakti nida eder. Siz, îbnu Ümmi Mektûm'ezan okuyuncaya
kadar yiyiniz,"buyurmuştur [7].
4-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bizlere öğle namazını beş rek'at
olarak kıldırdı.
— (Yâ Rasûlallah!)
Namazda artırılma mı yapıldı? diye soruldu.
— "Namaz hakkındaki bu sorunuz
neden?" buyurdu. Sahâbîler:
— Beş rek'at olarak kıldırdın! dediler.
Bunun üzerine
Rasûlullah selâm vermesinin ardından iki yanılma secdesi yapmıştır [8].
5-.......
Bana İmâm Mâlik, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû
Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) öğle veya ikindi namazlarından
birini kıldırırken iki rek'atten sonra (selâm verip) namazdan çıktı. Bunun
üzerine Zu'l-Yedeyn denilen zât kendisine:
— Yâ Rasûlallah! Namaz
kısaldı mı? Yâhud unuttun mu? diye sordu.
Rasûlullah oradaki
cemâate:
— "Zu'l-Yedeyn doğru mu söyledi?"
dedi. İnsanlar:
— Evet doğru söyledi! diye cevâb verdiler.
Bunun üzerine
Rasûlullah diğer iki rek'at daha namaz kıldırdı, sonra selâm verdi, ondan sonra
tekbîr alıp namaz secdesi gibi yâhud daha uzun bir secde yaptı, sonra başını
secdeden kaldırdıktan sonra yine tekbîr alıp yine namaz secdesi gibi bir secde
daha yaptı, sonra başını secdeden yukarı kaldırdı (sonra selâm verdi) [9].
6-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: İnsanlar Kubâ'da sabah namazı kılmaktalarken,
onlara bir kimse geldi de:
— Rasûlullah'm üzerine
bu gece Kur'ân indirildi de namazda Ka'-be'ye yönelmesi emrolundu. Şimdi sizler
de namazınızın içinde Ka'-be tarafına yöneliniz! dedi.
Cemâatin yüzleri Şâm
tarafına doğru yönelmiş idi. Oldukları vaziyette derhâl yüzlerini Ka'be
tarafına döndürdüler [10].
7-.......el-Berâ
ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Medine'ye hicret edip geldiğinde
onaltı yâhud onyedi ay Kudüs'teki Bey-tu'1-Makdis tarafına doğru namaz
kıldırdı. Fakat her zaman kıblesinin Ka'be'ye karşı döndürülmesini arzu eder
dururdu (ve bu arzusunu gökyüzüne bakarak Yüce Allah'a karşı izhâr eylerdi).
Bunun üzerine Yüce Allah: "Bpz, yüzünü çok kerre göğe doğru evirip
çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni her hâlde hoşnûd olacağın bir kıbleye
döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafına çevir. Siz de
nerede bulunursanız yüzlerinizi o yana döndürünüz..." (ei-Bakara: 144)
âyetini indirdi. Bu suretle kıble, Ka'be tarafına yöneltildi.
O gün sâhâbîlerden bir
zât ikindi namazım Peygamber'le beraber Ka'be'ye doğru kılmıştı. Bu zât sonra
(ertesi gün sabah vakti) Me-dîne'den çıktı ve Küba'da sabah namazı kılmakta
olan bir Ensâr cemâatine uğradı. Bunların Kudüs'e doğru namaz kıldıklarım
görünce, namâzdakilere: Peygamber'le beraber namaz kıldığını ve Peygamber'-in
Kabe'ye yöneltildiğini ve kendilerinin ikindi namazında rukû'da iken Ka'be'ye
doğru döndüklerini şehâdet suretiyle haber verdi. Ku-bâ halkı da Şam'a doğru
namaz kılarlarken Ka'be tarafına yönediler [11].
8-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben üvey babam Ebû Talha el-Ensârî'ye, Ebû Ubeyde
ibnu'l-Cerrâh'a, Ubeyy ibn Ka'b'a hurmadan yapılan fadîh içkisi veriyordum. Bu
sırada birisi geldi de:
— İçki haram kılınmıştır, dedi. Bunun üzerine
Ebû Talha bana:
— Yâ Enes, şu şarâb
küplerine, doğru kalk da onları kır! diye emretti.
Enes: Bu emir üzerine
ben taştan oyulup içine içki konulan "Mihrâs" kabımıza doğru kalktım
da onun aşağısından vurdum, o da kırıldı, demiştir [12].
9-.......
Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan; o da Sıla ibn Zufer el-Absî'den; o da Huzeyfe
ibnu'l-Yemân(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Necrân hey'eti, kendisinden
emîn bir kimse gönderilmesini istediklerinde, onlara:
— "Size elbette
hakkıyle emîn olan bir kimse göndereceğim"^ buyurmuş.
Bunun üzerine
Peygamber'in sahâbîleri bu emînliğe rağbet ederek herbiri kendisinin
gönderilmesini dikkatle bekledikleri sırada Peygamber, Ebû Ubeyde'yi
göndermiştir.
10-.......Bize
Şu'be, Hâlid ibn Mıhrân el-Hazzâ'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Enes(R)'ten
tahdîs etti ki, Peygamber (S):
— "Her
peygamberin, ümmetinin güvendiği emîn bir kimsesi vardır. Ve şu bizim
ümmetimizin emînideEbü Ubeyde'dir" buyurmuştur [13]
11-.......
Bize Hammâd ibn Zeyd, Yahya ibn Saîd'den; o da Ubeyd ibn Huneyn'den; o da İbn
Abbâs'tan tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan (Evs
ibn Havlî isminde) bir adam vardı. O, Rasûlullah'tan ayrı ve uzakta bulunduğu
zaman ben Rasûlullah'm meclisinde hazır bulunur ve o gün Rasûlullah'tan olacak
söz, fiil ve hâlleri ona getirirdim. Ben Rasûlullah'm meclisinden uzakta
kaldığım zaman ise, o zât, Rasûlullah'ın meclisinde hazır bulunur ve o gün
Rasûlullah'tan meydana gelen söz, fiil ve hâlleri bana getirirdi [14].
12-.......Bize
Şu'be, Zubeyd'den; o da Sa'd ibn Ubeyde'den; o da Ebû Abdirrahmân'dan; o da
Alî(R)'den şöyle tahdîs etti. Peygamber (S) bir asker birliği hazırlayıp
başlarına bir adamı kumandan ta'-yîn etti. Yolda odun toplatıp ateş yaktırdı da
askerlere:
— Bu ateşin içine girin! dedi.
Onlardan bir kısmı
ateşe girmek istediklerinde, diğerleri:
— Biz ateşten kaçıp Rasûlullah'a sığınmış
kimseleriz! dediler. Seferden dönüşte bu hâdiseyi Peygamber'e zikrettiklerinde,
Peygamber ateşe girmek isteyenler için:
— "Eğer ateşe girmiş olsalardı, kıyamet
gününe kadar ateşten bir daha ayrılmazlardı" buyurdu.
Diğerlerine hitaben
de:
— "Ma'siyet hakkında kula itaat yoktur.
îtâat ancak ma'ruftadır (ma'kûl ve meşru' olan emirler hakkındadır)"
buyurdu [15].
13-.......(Buradaki
birkaç senedde) Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın huzurunda
bulunduğumuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve:
— Yâ Rasûlallah! Benim
için Allah'ın Kitabı ile hükmet! dedi. Akabinde onun muhâsımı olan kimse de
ayağa kalktı ve:
— Yâ Rasûlalîah,
hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah'ın Kitabı ile hükmet ve söz söylemek
üzere bana izin ver! dedi.
Peygamber (S) de ona:
— "Sözünü söyle!" buyurdu. O da şöyle
dedi:
— Benim oğlum, bu
a'râbî'nin yanında asîf, yânî ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun
karısıyle zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu
haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve bir de cariyeyi fidye
vererek, oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu mes'eleyi ilim
ehlinden sordum. Onlar da bana, onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü,
benim oğluma da ancak yüz deynek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek
cezası olduğunu haber verdiler! dedi.
Rasûlullah da:
— "Nefsim elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin aranızda elbette Allah 'in Kitabı
ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin
oğluna gelince; onun üzerinde yüz
deynek cezası ve bir
yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır" buyurdu.
Bundan sonra Eşlem
kabilesinden bir adam olan Uneys'e de.
— "Sana gelince
yâ Uneys! Sen de bu adamın karısına git! Tahkikini yap, eğer kadın suçunu Vtirâf
ederse, onu recm et!" buyurdu.
Râvî: Uneys o kadına
gitti, kadın da suçunu i'tirâf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası
uyguladı, demiştir [16].
14- Bize Alî
ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ib-nu Uyeyne tahdîs etti. Bize
Muhammed ibnu'l-Munkedir tahdîs edip şöyle dedi: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan
işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) Hendek günü insanlardan (düşmanın haberini
bana kim getirir diye) çağırıp istedi. Peygamber'in bu da'vet ve isteğine
ez-Zubeyr icabet etti. Sonra Peygamber insanlardan bunu tekrar istedi. Bu
isteğe de ez-Zubeyr ibnu'I-Avvâm icabet etti. Sonra yine insanlardan bunu
yapacak kimse istedi. Bu sefer de yine ez-Zubeyr icabet etti. Bunun üzerine
Peygamber:
— "Her
peygamberin bir havarisi vardır, benim havarim, natıs yardımcım ise
ez-Zubeyr'dir" buyurdu [17].
Sufyân ibn Uyeyne: Ben
bu hadîsi İbnu'l-Munkedir'den belledim, dedi.
Eyyûb es-Sahtıyânî de
İbnu'l-Munkedir'e künyesiyle hitâb ederek:
— Yâ Ebâ Bekr! Sen
insanlara Câbir'den hadîs söyle. Çünkü topluluk senin Câbir'den hadîs
söylemenden hoşlanıyorlar, dedi.
Bunun üzerine
Îbnu'l-Munkedir de mecliste bulunanlara:
— Ben Câbir'den
işittim, ben Câbir'den işittim, diyerek dört hadîs
arasını arka arkaya
uladı.
Alî ibnu'l-Medînî dedi
ki: Ben Sufyân ibn Uyeyne'ye:
— Sufyân es-Sevrî
"Hendek günü" yerine "Kurayza günü" şeklinde söylüyor,
dedim.
İbnu Uyeyne:
— Ben
Îbnu'l-Munkedir'den bunu senin "Hendek günü" oturuşun gibi kesin
olarak bu lafızla belledim, dedi.
Sufyân ibn Uyeyne:
— O, bir gündür, yânî
"Hendek günü" ile "Kurayza günü" bir günden ibarettir, dedi
ve bunu söylerken Sufyân ibnu Uyeyne gülümsedi [18].
"Ey îmân edenler,
Peygamber'in evlerine size izin verilmedikçe girmeyin... Fakat da'vet
olunduğunuz zaman girin..." (ei-Ahzâb: 53).
Eğer ona bir tek kişi
izin verirse, girmek caiz olur [19].
15-.......Bize
Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyânî'den; o da Ebû Usmân'dan; o da Ebû Mûsâ
eI-Eş'arî(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir bustâna girdi de bana,
kapıyı bekleyip korumamı emretti. Biraz sonra bir adam geldi de Peygamberdin
yanına girmek için izin istedi. Ben bu isteği Peygamber'e zikrettim. Peygamber:
— "Ona girmeğe izin ver ve onu cennetle
müjdele!" buyurdu. Bu gelen Ebû Bekr idi. Sonra Umer geldi. Peygamber:
— "Ona da izin ver ve onu da cennetle
müjdele!" buyurdu. Sonra Usmân geldi. Peygamber:
— "Ona da izin ver ve onu da cennetle
müjdele!" buyurdu [20].
16-.......
Bize Süleyman ibn Bilâl, Yahya ibn Saîd'den; o da Ubeyd ibn Huneyn'den tahdîs
etti. O İbn Abbâs'tan işitti ki, Umer (R) şöyle demiştir: Ben (kadınlarından
ayrı bir yere çekildiği zaman) geldim de Rasûlullah'ı yüksekçe bir oda içinde
buldum. Rasûlullah*-m bulunduğu odanın merdiveni başında Rebâh isminde siyah
bir hizmetçisi vardı. Ona:
— Rasûlullah'a söyle,
bu gelen Umeru'bnu'l-Hattâb'dır! dedim. Akabinde Rasûlullah bana içeri girmeme
izin verdi... [21]
İbn Abbâs da:
Peygamber (S), Dıhye ibn Halîfe el- Kelbî'yi bir mektubu ile Busrâ ehlinin
büyüğü el-Hâris ibn Ebî Şemmer el-Gassânî'ye gönderip, onun da bu mektubu Rûm
Meliki olan Kayser'e ulaştırmasını istedi, demiştir [23].
17-.......
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi,
ona da İbn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir: Rasûlullah (S) bir mektubunu
Kisrâ'ya gönderdi. Ve mektubu götüren Abdullah ibn Huzâfe'ye, mektubu
Bahreyn'in büyük emîri-ne vermesini emredip, Bahreyn'in büyük emîri de nîektûbu
Kisrâ'ya gönderir buyurdu.
Bahreyn emîri
vâsıtasıyle Peygamber'in da'vet mektubu Kisrâ'ya verildiğinde, Kisrâ, mektubu
okuyup yırtınıştır.
İbn Şihâb dedi ki: Ben
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in: "Bu haber kendisine erişince, Rasûlullah (S),
Kisrâ'nın mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ etti" dediğini sanıyorum,
demiştir [24].
18-.......Bize
Seleme ibnu'1-Ekva' (R) şöyle tahdîs etti: Rasûlulîah (S) Eşlem kabilesinden
(ismi Hind ibn Esma ibn Harise olan) bir adama, kavminin içinde yâhud
insanların içinde âşûrâ günü ğün-düzleyin:
— "Her kim
(gündüzün evvelinde) yemek yediyse, gününün kalanını yemiyerek tamamlasın.
Birşey yememiş olan kimse de orucunu tutsun!" diye i'lân ettirdi [25].
Bunu (yakında, vâhid
haberinin geçerliliği hakkında gelen şeyler bâbı'mn evvellerinde) Mâlik ibn
Huveyris (R) söylemiştir.
19-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Ebû Cemre Nasr ibnu İmrân ed-Dab'î şöyle demiştir: İbn
Abbâs (R) beni kendi serîri üzerine oturturdu. O bana şöyle derdi: Abdu'1-Kays
elçileri (Bahreyn taraflarından) Rasûlullah'ın huzuruna geldikleri zaman:
— "Hey'et kimlerdendir?" diye sordu.
Onlar:
— Biz Rabîa kabîlelerindeniz, dediler.
Rasûlullah (S):
— "Hoş geldiniz! Allah sizi utandırmasın,
pişman etmesin!" buyurdu.
Bunun üzerine onlar:
— Yâ Rasûlallah!
Seninle bizim aramızda kâfir olan Mudar kabileleri vardır. O hâide bize
kestirme birşey emret de, o sebeble bizler cennete girelim ve onu arkamızda
kalanlarımıza haber verelim! dediler.
Bu arada Rasûlullah'a
içkileri de sordular. Rasûlullah onları dört şeyden nehyetti ve dört şeyi de
emretti: Onlara yalnız Allah'a îmân ile emrettikten sonra:
— "Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir,
bilir misiniz?" diye sordu.
Onlar:
— Allah ve Rasûlü en
bilendir! dediler. Rasûlullah:
— "Ortaksız ve yalnız olarak Allah'tan
başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah 'in Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı
kılmak, zekâtı vermek -râvî dedi ki: Zannederim ki, burada ramazân orucu da
vardır-, ganimetlerden beşte birini vermenizdir" buyurdu.
Ve onları dört şeyden:
Dubba'dan, hantem'den, muzeffet'ten ve nakîr (denilen kaplara hurma yâhud üzüm
şırası koymak)dan nehyetti. Bazen İbn Abbâs'm "Muzeffet" yerine
"Mukayyer" dediği de vardır.
Rasûlullah:
— "Bunları
ezberleyin ve bunları gerinizde bıraktığınız kavim ve kabilelerinize tebliğ
ediniz!" buyurdu [26].
20-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Tevbe ibnu Keysân el-Anberî şöyle demiştir: eş-Şa'bî
bana:
— Sen Hasen Basrî'nin
Peygamber(S)'den hadîs rivayet ettiğini gördün mü? Ben İbn Umer'in meclisinde
ona yakın olarak iki sene yâhud ikibuçuk sene kadar oturdum da, ben İbn Umer'i
şu hadîsten başka Peygamber'den hadîs tahdîs ederken işitmedim [27]: İbn
Umer dedi ki: Peygamber'in sahâbîlerinden bâzı insanlar, içlerinde Sa'd ibn
.Ebî Vakkaas da var olduğu hâlde, bir et yemeye giriştiler. Tam bu sırada
Peygamber'in kadınlarından bir kadın o et yemeye girişen topluluğa:
— O et bir keler etidir! diye nida etti.
Bunun üzerine
sahâbîler o eti yemekten kendilerini tuttular. Bunun üzerine Rasûlullah:
— "Ondan yiyin yâhud onu taam edin. Çünkü
o halâldır -yâhud: "Onda sakınca yoktur"; râvî bu iki ta'bîrde şekk
etmiştir- Lâkin keler benim alışık olduğum yiyeceklerimden değildir"
buyurdu [28].
Kastallânî: "Bunu
Allah'ın yardımı ve muvaffak kılmasıyle 916 yılı muharrem ayının 15'î, çarşamba
günü bitirdim. Allah'tan tamamlamaya yardım etmesini dilerim, O bana yeter, ve
O ne güzel vekildir" dedi. Ben Sofuoğlu da aynı duayı tekrar ederek 11
zu'1-ka'de 1404/8 ağustos 1984 çarşamba günü bu kitabı bitirdim.
Rasûlullah'ın
Valileri, Kumandanları ve Sefirleri Şârih Aynfnin Tertibiyle Şöyledir:
1. Mekke Emîri Attâb İbn Useyd:
Mekke'nin fethi
üzerine Rasûlullah Medine'ye dönerken Attâb ibn Useyd'i Mekke'ye vâlî ta'yîn
buyurdu. Ve o yıl hacc mevsiminde hacc da Attâb'ın emareti altında îfâ olundu
ki, bu sekizinci hicrî senesi haccı idi. Dokuzuncu sene Ebû Bekr Hacc Emîri
idi. Onuncu sene de Haccetti'1-Veda îfâ olundu ve bu sırada Attâb'ın güzel
hizmetleri görüldü. Attâb Mekke'nin fethi sırasında müslümân olmuştu. O sırada
henüz yirmi veya yirmibir yaşında idi. Emevî ailesine mensûb zekî bir gençti.
Mekke'yi pek iyi idare etti. Ebû Bekr'in hilâfeti zamanında da vazifesinde
bırakıldı. Ve Ebû Bekr'in vefatı günü vefat etti.
2. Tâif Emîri Usmân ibn Ebî'!-Âs:
Rasûlullah Usmân ibn
Ebi'1-Âs'ı da Tâif in fethi üzerine oraya ta'yîn buyurmuştu ve pek iyi idare
etmişti. Hasen Basrî bu zât hakkında: Usmân ibn Ebi'l-Âs'dan efdal kimse
görmedim, diye sena ederdi. Tâif'ten başka Bahreyn, Umman valiliklerinde de
bulundu. Elli bir târihinde vefat etti.
3. Bahreyn Vâlîsi Alâ el-Hadramî:
Bu zât Hadramutlu'dur.
Rasûlullah'n güzide vâlîlerin-dendir. Medîne zaruret içinde bulunduğu ve aç
kaldığı zamanlarda Alâ el-Hadramî'nin gönderdiği zekât malları yetişti.
Peygamber'in ölümü üzerine zuhur eden irtidâd ve irticai bastırmış ve Ebû
Bekr, Umer zamanlarında da vazifesinde bırakılmıştır. Hicretin ondördüncü
yılında vefat etmiştir. Alâ, valiliğinden önce, Bahreyn'e sefaretle gitmişti.
Rasûlullah, Ebû
Sûfyân'ı da Necrân'a vâlî olarak göndermiştir.
4. Yemen Valileri:
Saadet asrında en
mühim vilâyet Yemen idi. Bu cihetle Yemen'e pek çok zevat müteaddid vazifelerle
gönderilmiştir. İlk Yemen vâlîsi Bâzân'dır. Bâzân İranlılar'm da Yemen'-de son
vâlîsi idi. Aşağıda görüleceği üzere Kisrâ Pervîz'in katli üzerine Bâzân ve
etba'ı müslümân olmuşlardı. Bu cihetle Rasûlullah da Bâzân'ı vazifesinde
bıraktı. Fîrûz Deylemî, Muhacir ibn Ümiyye, Ebân ibn Sâid ibn Âs, Ebû Mûsâ
el-Eş'ârî, Muâz ibn Cebel gibi bir çok sahâbî de idarî, iktisâdi, askerî
müteaddid vazifelerle gönderilmişlerdir. Bunlardan Ebû Mûsâ el-Eş'ârî Yemen'in
sahil kısmını idare etmiştir. Muâz ibn Cebel de askerî işleri idareye me'mûr
edilmişti.
Müellif Buhârî konumuz
olan vâhid haberi bahsinde Rasûlullah'ın Rûm Kayseriyle İran Kisrâsı'na
gönderdiği birer sefirine dâir iki haber rivayet etmiştir ki, pek kısa bir
metin ile rivayet olunan bu hadîsleri Şârih Aynî Umdetü'l-Kaarî'dç îzâh etmekle
beraber İskenderiye Meliki Mukavkis'e, Belka Meliki Haris Gassânî'ye, Yemen
Meliki Hûze'ye, Habeşe Ne-câşîsi Ashame'ye de birer sefirle birer mektûb
gönderildiğini bildiriyor. Bu altı hükümdardan başka Şârih Aynî Bahreyn, Busrâ,
Zu'1-kılş, Me'an, Abd Kilâl gibi ikinci derecede devlet adamlarına da birer
sefir ve mektûb gönderildiğini kayıd ve îzâh ediyor.
Şübhesiz ki
Rasûlullah'ın bu dînî ve aynı zamanda siyâsî hareketi, beşeriyeti İslâm dînine
umûmî mâhiyette da'veti idi ve bu umûmî da'vete:
fâ\ ân jjl-j J\ ls& ı$ ıi jî = Ey insanlar emîn olunuz ben, hepinize
Allanın gönderdiği peygamberim de!"
(d-A'râf: 153)
fermânıyle me'mûr edilmişti.
Rasûlullah Medîne'ye
hicretinin altıncı ayında da müs-lümanların ve İslâmiyet'in en azgın düşmanı
olan müşriklerle Hudeybiye sulhunu yapıp bunları bir musâlehanâme ile
bağladıktan sonra umûmî daVete sıra gelmiş bulunuyordu. Bu yüksek ve beşeriyeti
şâmil vazifelerini muasır ve uzak, yakın mücavir devlet reîslerine
da'vetnâmeyi taşıyan birer sefîr göndermek suretiyle îfâ buyurmuştur.
Rasûlullah İmparator
Hiraklıyus'a hitaben yazılan mektubunu Dihye ibn Halîfe eliyle gönderdi.
Peygamber'in husûsî sahâbîlerinden olan Dihye ashabın en güzeli ve en kibar
bir sîmâsı idi. Rivayete göre Dihye Şam'a vardığında bütün evlerden herkes
çıkıp bu necîb çehreyi görmeğe koşmuşlardı. Dihye adında ashâb arasında başka
bir kimse de yoktu. Bâzı defa Cibrîl, Rasûlullah'ın huzuruna Dihye suretine
te-messül ederek gelirdi. Bununla beraber Dihye Bedir'den sonraki gazaların
hepsinde bulunmuş ve yüksek hizmetler görmüştür. {Umdetü'i-Kaari, c.I, s.93).
Bu cihetle Roma İmparatorluğu gibi o devrin muazzam bir devletinin reisine
böyle necîb ve kibar bir sîmânın gönderilmesinde son derece yüksek bir hüsnü
intihâb (güzel seçim) vardır.
Dihyetü'l-Kelbî
vâsıtasıyle gönderilen da'vetnâme sureti ve bu Peygamber mektubu üzerine
Kayser Hıraklıyus -Peygamberimizin ailesi, şahsî hayatı, ötedenberi kavmiyle
münâsebâtı, kendisine îmân edenlerin içtimaî vaziyetleri, teb-lîğ ettiği dînin
esas umdeleri, muhalifleriyle mütekabil vaziyetleri gibi hususlar hakkında-
devlet erkânı huzurunda Ebû Sufyân ibn Harb'den tahkîkatına dâir ma'Iûmât bu
eserimizin baş tarafında tercüme edilen Abdullah ibn Abbâs hadîsinde geçti '.
1 Dihye, Peygamber'in
mektubunu Kayser'e verdiği sırada Ebû Sufyân bir ticâret kaafilcsiyle Şam'da
bulunuyorud ve Peygamber hakkında tahkikat icrası için İmparator tarafından
saraya da'vet olunmuş ve hey'et içinde Ebû Sufyân'ın Peygamber'e karabeti
bulunduğundan ondan sorulmuş ve alınan cevâbda arkadaşları işhâd edilmiştir.
Bu derin
incelemelerden ve aldığı müsbet cevâblardan sonra Kayser Ebû Sufyân'a:
—Eğer bu cevâbların
doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklara yakın bir zamanda o zât mâlik
olacaktır. Esasen ben bu peygamberin zuhur edeceğini çok iyi bilirdim. Yalnız
onun sizin aranızdan çıkacağını sanmazdım. Eğer O'nun yanına varabileceğimi
bilsem O'na mülâkî olmak için her zahmete katlanırdım. Yanında bulunsaydım
ayaklarını yıkar, O'na hizmet ederdim 2.
Bundan sonra
Hıraklıyus, Dihye ile gönderilen Peygamber mektubunu istedi. Dihye de
Rasûlullah'ın mektubunu sundu. Bu eserimizin ilk cildinde yazılı bulunan
da'vetnâme-nin metni ve meali şöyledir:
'
'Bismülâhirrahmânirrahîm.
Ailahın kulu ve
PeygamberiMuhammed(S)'den Rûm'un büyüğü Hırakl'e. Hidâyet yoluna uyanlara
selâm olsun. Bu temenniden sonra: Ey Rûm milletinin ulusu, seni İslâm camiasına
ve müslümanltğa da'vet ediyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasın, müslüman
ol ki Allah ecrini iki kat versin 3. Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen
Hristiyan çiftçilerin günâhı boynuna olsun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin
aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz,
birleşelim, Allah'tan başkasına ibâdet etmiyelim ve O'na hiç bir şeyi şerik
koşmayalım, Allah 'ı bırakıp da birbirimizi Rab edinmiyelim. Eğer ehli kitâb bu
da'vetten yüz çevirir-
2 Kayser'in Buhârî metninde rivayet olunan bu
ifâdelerine göre îmân ettiği muhakkak olmakla beraber, Kayser'in bu i'tirâflan
üzerine mecliste bulunan devlet erkânının gürültülü patırtılı müdâhaleleri
üzerine daha ileri gidemeyip sarfı nazar etmiş ve sefîr Dihye'yi kıymetli
hediyelerle ve bâzı siyer müelliflerinin bildirdiği cevabî bir mektûb ile hoş
ederek geri göndermiştir.
3 İki ecir ve sevabın biri îsâ'ya, öbürü de
Muhammed'e îmân ettiğinin mükâfatı.
lerse ey müslümanlar,
siz de onlara: 'Şâhid olunuz biz müslü-manız' deyiniz."
Ebû Sufyân der ki:
Hırakl bu sözleri dedikten ve mektubu okutmasını bitirdikten sonra yanında
gürültüler çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. Bunun üzerine
ben arkadaşlarıma dedim ki:
—İbni Ebî Kebşe'nin 4
(yânî Rasûlullah'm) işi büyüdü. Benû Asfar hükümdarı bile ondan korkuyor. Artık
Rasûlullah'm gâlib geleceğine Cenabı Hakk'ın gönlüme İslâm sevgisini
koyuncaya kadar kanâatim devam etti.
2. İran Sefiri
Abdullah ibn Huzâfe:
Abdullah ibn Huzâfe
(R) Benû Sehm'den ve Kureyş eşrafından olup Habeşistan'a hicret eden ilk
müslümanlardan-dır. Bedir muharebesinde de bulunmuştur. Bu cihetle İran
sefaretine de bu zât bir mektûbla gönderilmiştir.
Peygamber'in da'vet
mektubu şöyledir:
.
"Bismillahirrahmânirrahîm.
Allah 'in kulu ve
Peygamberi Muhammed(S) 'den Fars'ın ulusu Kisrâ'ya. Doğru yola gidenlere,
Allah 'a ve Rasûlü-ne îmân edenlere, bir Allah'tan başka hiç bir ma'bûd olmayıp
O'nun şeriki bulunmadığına ve Muhammed onun kulu ve Peygamberi olduğuna şehâdet
edenlere selâm olsun. Ey Kis-râ, seni Allah dîni Müslümanlığa da'vet ediyorum.
Çünkü ben bütün insanlara Peygamber gönderildim: Hayatta olanları inzar
eylemek ve kâfirler üzerinde ihkaakı hakk etmek için. EyKisrâ, müslüman ol ki
selâmete eresin. Olmazsan Me-cûsî kavminin günâhı boynuna olsun".
4 "Ebû
Kebşe" Hazreti Peygamber'in ana cihetinden büyük babası idi. Putlara
tapmaz, yıldıza ibâdet ederdi. Rasûhıllah putlara ibâdet aleyhinde bulununca,
ona nisbet ederek İbni Ebî Kebşe dediler.
Abdullah ibn Abbâs (R)
şöyle haber vermiştir. Rasûlul-lah (S) bir mektubunu kisrâya gönderdi ve
mektubu götüren Abdullah ibn Huzâfe'ye mektubu Bahreyn'in büyük emîri-ne5
vermesini emredip, emîr, Kisrâ'ya gönderir, buyurdu. Bahreyn Emîri vâsıtasıyle
Peygamber'in da'vetnâmesi Kisrâ'ya verilip de okuyunca (bu küstah) Kisrâ,
Rasûlullah'm mektubunu yırttı attı. Rasûlullah'a bu haber erişince Kisrâ'-nın
mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ buyurdu (ve öyle oldu).
3. Habeşe Sefîri Attır
ibn Umeyye:
Rasûlullah (S) Amr ibn
Umeyye vasıtasıyla bir da'vet-nâme de Habeşistan Meliki Necâşfye gönderdi. Amr,
ashabın bahâdırlarındandı. Damrî nisbetiyle meşhur olan Abdi Menât
oğulları'ndan idi. Rasûlullah'm dâ'vetnâmesinin metni ve tercemesi şöyledir:
'
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah 'm Peygamberi
Muhammed'den Habeşe Meliki Ne-câşî'ye. Ey Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben
senin nâmına -Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (ulu sıfatlarını hâiz)
olan- Allah'a hamd ü sena ederim ve şehâdet ederim ki: îsâ ibn Meryem,
Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi (ki îsâ'ya vücûd veren
"Ol'' hitabıdır) ve o ruhu -çok temiz ve afîfolan ve dünyâ hayâtından tamâmiyle
çekilmiş bulunan- Meryem'e nefhetti. Ve bu suretle Meryem îsâ'ya hâmil oldu ve
böylece Allah ruhiyle ve nef-hiyle îsâ'yı yarattı. Nasıl ki Âdem'i de Allah
kudret eliyle
5 O sırada Bahreyn
vilâyeti trân'a tâbi' olup emaretinde de Munzir ibn Sâvî bulunuyordu. Rivayete
göre Bahreyn fetholunup Alâ Hadramî vâlî ta'yîn buyurulduğunda Munzir ibn Sâvî
ile beraber Bahreyn'deki bütün Arablar müslüman olmuştur.
(ve bir hârika olarak)
yaratmıştı. Ey Melik, seni eşi ve ortağı olmayan bir Allah'a îmâna ve O'na
ibâdete ve bana mutâ-baate Allah canibinden gelen şeylere îmâna da 'vet
ediyorum. Çünkü ben Allah'ın bunları tebliğe me'mür Rasûlü'yüm, seni ve
askerini Azız ve Celîlolan Allah 'a da'vet ediyorum. Şimdi ben size (İslâm
umdelerini) tebliğ ettim ve nasihat eyledim, siz de nasihatimi kabul ediniz.
Doğru yola gidenlere selâm olsun".
Amr ibn Umeyye bu
sefaret vazifesini pek güzel îfâ etmiştir. İbn İshâk'ın rivayetine göre bu zât
Habeşistan'a varıp mektubu Necâşî Ashame'ye verdikten sonra şu hitabede
bulunmuştur:
—Muhterem Necâşî
Ashame! Bana düşen vazife vaziyeti söylemek, cenabınıza da lütfen dinlemek.
Senin bize karşı gösterdiğin rikkat ve şefkat derecesinde bizim de size samî-mî
güvenimiz vardır. Biz cenabınızdan ne gûna hayır ürhîd ettikse muhakkak ona
nail olduk. Hiçbir veçhile endişelenmedik, dâima emin bulunduk. Biz senin
lisânından şu emniyet hüccetini almıştık: "Bizimle sizin aranızda
//zrî/reddolun-maz bir şâhid, zulüm etmez, âdil bir hâkim olsun". Bu defa
Rasûlullah (S) etraftaki devletlere birer sefir gönderdi. Beni de cenabınıza.
Fakat ben onların ummadıkları hüsnü kabulü sizden umarak ve onların
korktukları sû'i muamele ihtimâlinden emin olarak geldim. Geçmiş hayra istinâd
ve müstakbel ecir ve mükâfata intizar ederek huzurunuzda bulunuyorum".
Necâşî, Amr'ın bu
nutkuna karşı şöyle mukabele etti: —Muhterem sefîr! Allah'ı şâhid tutarım ki
Hazreti Mu-hammed, Ehli Kitâb'ın intizâr ettiği Ümmî Nebî'dir. Hazreti
Musa'nın rakîbü'l-himârı (yânî Hazreti isa'nın kudümünü) beşareti, îsâ'nın
rakîbü'l-cemeli (yânî Hazreti Muhammed'-in kudümünü) müjdelemesi gibidir. Gözle
görülen hakikat bu beşaret haberinden daha ziyâde gönle şifâ ve kanâat veremez!
Bundan sonra Necâşî,
Rasûlullah(S)'ın mektubuna şöyle cevâb yazdı:
"Bismittâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın Rasûlü Muhammed'e
Necâşî Ashame tarafından. Yâ Nebîyyallah, selâm Sana ve Allah'ın rahmeti ve
bereketi Senin üzerine olsun. Şol Allah ki, O'ndan başka hakîkî ma'-bûd yoktur.
Ancak O vardır. Allah Taâlâ'yı tevhîd ve hakkı asaletlerinde selâmet
temennisinden sonra: Yâ Rasûlallah. Hazreti îsâ hakkında beyanatı hâvi
mektubunuz bana vâsıl oldu. Yerin, göğün Rabb'ine yemîn ederim ki, Hazreti îsâ
da kendi hakkında zikrettiğiniz şeylerden ziyâde bir şey söylememiştir. Onun
tebligatı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize tebliğe me'mûr olduğunuz İslâm
esaslarını öğrendik. Amcan oğlu ile "diyarımıza hicret eden"
ashabınla tanıştık. Ben şehâdet ederim ki, Sen Allah'ın Rasûlü'sün, sözünde
sâdıksın, geçmiş peygamberleri tasdik ediyorsun. Yâ Rasûlallah ben zâtma bey'-at
ettim. (Sizden Önce) amcan oğluna da bey'at edip onun delaletiyle Âlemlerin
Rabbi Allah Taâlâ'ya îmân edip müslümân oldum".
Bundan sonra İbn İshâk
rivayetine devam ederek Ne-câşî'nin hicretin dokuzuncu yılında vefat ettiğini
ve Rasûlullah tarafından vefatı ashaba haber verilerek ashâb ile beraber
musallaya çıkıp müteveffa üzerine cenaze namazı kıldığını ve dört tekbîr
aldığını bildiriyor. Fakat Müslim'in Sahîh"indeki rivayetine göre
Rasûlullah'ın mektûb gönderdiği Necâşî, üzerine namaz kıldığı Necâşî
değildir6. Bu cihetle İbnü'l-Kayyim diyor ki: İbni İshâk'ın bu rivayeti -Allahü
â'lem- bir vehim olsa gerek. Râvî, Rasûlullah'ın üzerine namaz kıldığı
Necâşî'yi -ki Peygamber'e îmân ve ashabına ikram etmiştir-bununla kendisine
mektûb yazıp İslâm'a dâ'vet ettiği Necâşî'yi ayırdetmeyip iki Necâşî'yi
birbirine karıştırmıştır7.
7 Zâdü'I-Meâd, bu
eserimizin üçüncü cildinde Cenaze bahsindeki hadîsin tercüme ve îzâhma
bakınız.____________________„_________
Rasûlullah'ın amcası
oğlu olarak zikrolunan Cafer ibn Ebî Tâlib'dir. Ve Necâşî onun delaletiyle
müslümân olmuştur. Amr ibn Umeyye Rasûlullah'ın mektubunu götürdüğünde Cafer
hazretleri birtakım İslâm muhâcirleriyle beraber Habese'de bulunuyorlardı. Bu
ikinci Habeşe muhacirleri arasında Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe de bulunuyordu.
Zevci vefat edip elemli bir vaziyette idi. Hazreti Peygamber sefîr Amr
vâsıtasiyle muhacirlerin Medine'ye müreffehen gönderilmelerini ve Ümmü
Habîbe'nin kendisine nikâh edilerek hatırının hoş edilmesi delâletini de
Necâşî'ye bildirmişti.
Necâşî Ümmü Habîbe'yi
Rasûlullah'a nikâh ettirdiği gibi Habeşistan'da bulunan bütün İslâm
muhacirlerini iki gemi ile Cezîretü'1-Arab sahiline gönderdi. Ve Rasûlullah'ın
Hayber gazasında fetih ve zaferi sırasında Hayber'e vâsıl oldular. Hazreti
Peygamber iki suretle mesrur olarak Habeşistan muhacirlerine de Hayber
ganîmetinden hisse ayırıp verdi.
4. Mısır ve
İskenderiye Sefiri Hâtıb ibn Ebî Beltea:
Hâtıb (R) da bir
da'vetnâme ile ve Ebû Zerr Gıfârî hazretlerinin âzâdlısı Câbir refâkatiyle
Mısır Meliki Mukavkıs Cu-reyc ibn Mînâ'ya gönderildi. O vakitler Mısır hükümeti
Şarkî Roma İmparatorluğu'na tâbi' olup Mukavkıs ünvânmdaki Mısır Meliki, Roma
Kayseri tarafından ta'yîn olunurdu. Ve Mukavkıslar İskenderiye'de otururlardı.
Bu cihetle Mukav-kışlar Arab müellifâtında ekseriyetle "İskenderiye
Meliki" dîye anılırlar. Hâtıb da Rasûlullah'ın mektubunu Cureyc ibn
Mînâ'ya İskenderiye'de verdi, Hâtıb'ın taşıdığı da'vetnâme-nin metni ve meali
şöyledir:
'
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın kulu ve
Rasûlü Muhammed'den Kıbt milleti-
nin ulusu Mukavkıs'a!
Selâm hidâyet yoluna giden kimselere olsun. Bu dua ve temenniden sonra derim
ki: Seni İslâm camiasına ve dînine da'vet ediyorum. Müslümân ol ki, selâmete
eresin ve müslümân ol ki, Allah ecir ve mükâfatım iki kat vere (Nasrâniyet ve
İslâmiyet mükâfatları). Eğer bu da'-vetimden yüz çevirirsen Kıbt kavminin
günâhı boynuna olsun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin aramızda müsâvî ve müşterek
olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz. Birleşip Allah'tan başkasına ibâdet
etmeyelim. Ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım. Allah'ı bırakıp da
birbirimizi Rabb edinmiyelim. Eğer Kıbt kavmi bu tevhide yüz çevirirlerse, ey
müslümânlar siz de onlara 'Şâhid olunuz, biz müslümânız!" deyiniz."
Hâtıb, Rasûlullah'ın
da'vetnâmesini Mukavkıs'a verip, bu zât mealine muttali' olunca:
—"Bu zât
Peygamber'se düşmanlarına duâ edip de onları niçin mahvetmiyor?" diye
münkirâne her çehre ile karşıladı.
Hâtıb da şöyle
hakimane ve susturucu cevâb verdi:
—Ey Kıbt kavminin
ulusu! Senden önce bu Mısır tahtında bulunan bir hükümdar (Fir'avn) kendisini
Rabbi A'lâ (Ulu Tanrı) zu'm etmişti, fakat Cenabı Hakk onu (derhal he-Iâk
etmedi. Nihayet mev'ûd vakti gelince) dünyâ ve âhıret azâbiyle yakaladı, ve
ondan intikam aldı. Ey hükümdar, başkasından ibret al da başkasına ibret olma!
Hâtıb'ın bu hakîmâne
mütâleaları üzerine Mukavkıs:
—Bugün için bizim bir
dînimiz var, biz bu dînimizi bundan daha hayırlı bir dîn olmadıkça
bırakamayız! dedi.
Buna da şöyle cevâb
verdi;
—Biz sizi bir İslâm
Dîni'ne da'vet ediyoruz ki, Allah bugün beşeriyete dîn olmak üzere bu dîni
ikaame edip ondan başkalarını neshetmiştir. Sizi İslâm Dîni'ne da'vet eden bu
muhterem Nebî bütün insanları da'vet etmiştir. O'na karşı en şiddetli husûmeti
Kureyş müşrikleri göstermiştir. En azgın düşmanı da Yahûdîler'dir. O'na
diyanet hususunda en yakın millet Hıristiyanlar bulunuyor. Hayâtıma yemîn ederim
ki, Musa'nın îsâ'yı tebşîr etmesi, îsâ'nın Muhammed'in gelişini müjdelemesi
gibidir. Bizim cenabınızı Kur'ân ahkâ-mına da'vetimiz, sizin ehli Tevrat'ı
(Yahûdîler'i) incil'e da'- J
vet etmeniz gibidir,
Her peygamber bir kavme idrâk etmiştir, ki o muasır kavim o Peygamber'in
ümmetidir. Benimle beraber birtakım akvam da o Peygamber'e itaat ederek O'nun
ümmeti camiasına iltihak etmişlerdir. Ey hükümdar! Cenabınız da bu azîz
Peygamber'in nübüvveti zamanına erişen bahtiyarlardan bulunuyorsunuz. Biz sizi
îsâ dîninden men'et-miyoruz. Belki onun teblîgâtiyle emr (ve onun tebligatı mucibince
İslâm'a da'vet) ediyoruz. Bunun üzerine Mukavkıs:
—Ben bu Peygamber'in
hâlini, sânını tedkîk ettim. O ne fena şeyler emreder, ne de iyi şeylerden
nehyeder. O sâhir değildir, kâhin değildir, kâzib de değildir. Kendisinde
işlerin gizliliklerini bulup çıkarmak ve gönüllerdeki gizli temayülleri bilip
haber vermek gibi nübüvvet alâmeti de buldum. Biraz daha düşünmek isterim!
dedi.
Rasûlullah'ın
mektubunu aldı ve fildişinden küçük bir kutu içine koyup mahfazayı mühürleyerek
bir cariyesine verdi. Sonra arabca kitabete muktedir bir kâtibini çağırıp
Ra-sûlullah'a şu cevâbı yazdırdı:
' 'BismiMhirrahmânirrahîm.
Muhammed ibn
Abdillah'a, Kıbt'ın ulusu Mukavkis'-tan. Selâm sana Azîz Peygamber! Bundan
sonra arzolunur ki, mektubunu okudum, münderecâtmı ve da'vet ettiğiniz hususu
anladım. Peygamber silsilesinden ba's olunacak bir peygamber kaldığını
bilirdim. Fakat onun Şam'dan çıkacağını sanırdım. Sefirinize ikram ettim. Size
iki câriye gönderiyorum. Bunların Kıbtîler arasındaki mevkii yüksektir. Bir de
kisve takdim ettim. Binmeniz için bir de ester hediye ettim. Selâm sana
Muhterem Peygamber!".
Mukavkıs Cureyc ibn
Mînâ gerçi müslüman olmamış ise de fakat Peygamber'in sefiri Hâtıb'e çok hürmet
etmiştir. Hâ-
tıb ibn Ebî Beltea da
hakîmâne mütâlaalanyla bu hürmete liyâkat kesbetmiştir8.
Takdîm edilen hemşire
cariyeler Mâriye, Şîrîn adlarında idi. Rasûlullah Mâriye'yi müslüman olduktan
sonra Mülkü Yemîn ile istifraş edip bundan İbrâhîm adında bir oğlu oldu. Ve
onsekiz aylık nevzâd iken vefat etti.
Mâriye'nin hemşîresi
Sîrîn'i Rasûlullah, Şâiri Hassan ibn Sâbit'e vermiştir. Düldül adındaki beyaz
ester Muâviye zamanına kadar yaşamıştır. Peygamber'in ölümünden sonra Hazreti
Alî binmiştir.
5. Yemâme Sefiri
Sulayt İbn Amr Âmiri
Rasûlullah Sulayt ibn
Amr vasıtasıyla bir mektûb da Yemâme Meliki Hûze ibn Alî'ye gönderdi. Sulayt
ibn Amr Habeşistan'a hicret eden kıdemli sahâbîden olmakla Yemâme'ye sefîr
ta'yîn olunmuş ve hicretin 12. yılında yine burada, Yemâme harbinde şehîd
olmuştur. Hûze'ye gönderilen da'vet-nâmenin metni ve meali şöyle idi:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah 'in Peygamberi
Muhammed'den Hûze ibn Alî'ye. Doğru yoldan gidene selâm olsun! Ma'lûmun olsun
ki, Rabb'im İslâm dînini yakın zamanda dünyânın uzak ufuklarında
parlatacaktır. Binâenaleyh ey Hûze, müslüman ol ki selâmete eresin! Ben de
hâkimiyetin altındaki memleketi sana tefvîz ederim."
Sulayt (R)
Rasûlullah'ın mühürlü mektubunu hamilen Yemâme'ye vardı. Hıristiyan olan
Hûze'nin huzurunda Rasûlullah'ın mektubunu okudu. Hûze Rasûlullah'ın da'vetini
8 Hâtıb ibn Ebî Beltea
Bedir harbi gazilerinden ve böyle yüksek mefkure sahibi bir zât olmakla beraber
bir kere gaflet etmiş ve Mekke fethi için
Rasûlullah'ın
Medine'deki hazırlığını Mekke eşrafına bir mektûbla bildirmek istemiştir.
Fakat bu sakat hareketi Rasûlullah'a vahiy olunmakla mektûb geri
alınmıştı.
mükerreren reddetmekle
beraber cevâbı bir mektûb yazarak mektubunda:
"Beni da'vet
ettiğin dîn ne güzel şeydir, onu kabul ederim. Şu kadar ki, Arap kavmi benim
yerime göz dikmiştir. Saltanatımın bekaasını te'mîn için beni velîahd yaparsan
Sana tâbi' olurum" diye bildirdi.
Sefîr Sulayt'a da
caize verip Hecr kumaşından dikilmiş elbise giydirerek gönderdi.Sulayt ibn Amr
bu mektûb ve hediyelerle Rasûlullah'a sefaret hâtırasını arz ve cevâbı mektubu
takdîm etti. Rasülullah mektubu okuyunca:
— "Bu adam ne söylüyor? Bu şartla şehâdet
parmağı kadar toprak istese onu bile veremem. Kaldı ki elindeki Ye-mâme
diyarının hükümranlığı?""buyurdu.
Rasülullah Mekke'nin
fethinden avdet buyurduğu sırada Cibril gelip Hûze'nin öldüğünü teblîğ etti.
Bunun üzerine de Rasülullah:
— "Fakat Yemâme
işi bitmiş değildir, yakında orada yalancı peygamber türeyecektir", dedi.
Maamâfîh onun da
öldürüleceğini haber verdi. Ashâb-dan birisi:
—Yâ Rasülallah! O
yalancıyı kim öldürecek? diye sordu.
Rasülullah da:
— "Seninle
mücâhid arkadaşların" diye cevâb verdi.
Ve hakîkaten Hazreti
Ebû Bekr'in hilâfeti zamanında Rasûlullah'ın haber verdiği veçhile Yemâme
mürtecîleri ashâb-ı kiram tarafından tenkil edildi.
Müverrih Vâkıdî'nin
beyânına göre Şam'ın Nasârâ ulularından olan Erkün Hûze'nin yanında bulunduğu
sırada Rasülullah ile münâsebetini sordu. Hûze:
—Geçenlerde bir
mektubunu aldım. Beni İslâmiyet'e da'vet ediyordu. İcabet etmedim, diye cevâb
verdi.
Erkün:
—Niçin icabet etmedin?
dedi.
Hûze:
—Ben dînime bağlı bir
adamım. Bununla beraber kavmimin meliki bulunuyorum. Eğer Muhammed'e tâbi'
olursam ne dîn kalır, ne saltanat! diye cevâp verdi.
Bunun üzerine Erkün şu
yolda öğüt verdi:
—Ey Hûze, yanlış
düşünüyorsun! Eğer sen Muhammed'e tâbi' olsaydın, muhakkak seni mülkünde ibkaa
ederdi. Senin için en doğru hareket Muhammed'e tâbi' olmaktı. İyi bil ki, O
Nebîyyi Arabi, îsâ ibn Meryem'in müjdelediği peygamberdir; biz Hıristiyan
ulemâsına göre İncîl'de Muhammed Rasülullah diye yazılmıştır ve bu
muhakkaktır.
Şüca' hazretleri Bedir
gazilerinden ve bütün gazalarda Rasûlullah'ın maiyyetinde hizmet eden bir
sahâbî idi. Bu cihetle Rasülullah Şüca'(R)'ı Gassân Meliki Haris ibn Ebî
Şem-mer'e bir mektûbla sefîr gönderdi. Şam'ın Belka' şehri Gassânîler'in
hükümet merkezi olduğundan Haris bâzı mü-ellefâtta da Belka' hükümdarı olarak
kaydolunmuştur. Rasülullah Hudeybiye dönüşünde bir da'vetnâme yazdırıp Şüca'
hazretleriyle Hâris'e gönderdi ki, metni ve meali şöyledir:
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın Rasûlü
Muhammed'den Haris ibn Ebî Şem-mer'e. Doğru yolda gidenlere ve Allah 'a îmân,
Rasûlü'nün nübüvvetini tasdik edenlere selâm olsun. Ey hükümdar, seni şeriki
olmayan bir Allah'a îmâna da'vet ediyorum. İcâbetet-tiğiniz surette mülkünüzde
yine hükümdar olarak kalacaksınız!".
O günlerde Haris
Şam'ın Guta şehrinde 9 bulunuyordu. Şüca' hazretleri Peygamber'in mektubunu
Hâris'e Guta'da verdi. Haris Rasûlullah'ın mektubunu okuyup yere attı. Bu
küstah, Şam'da Kayser'in bir vâlîsi mesabesinde idi. Müstakil bir devlet reîsi
bile değildi. Metbû'u olan Kayser Hirak-
9 Guta, Dimeşki Şam'ın
şarkında imtidâd eden ve vaktile dünyânın cenneti diye anılan bağlık, bahçelik
kısımdır. Ba'de'l-İsiâm Şâm hilâfet ve medeniyet merkezi olmakla Guta şerefini
arttırmış, bugün de cennet gibi güzelliğini muhafaza etmekte bulunmuştur.
lıyus bile da'vetine
ve sefirine karşı hürmet ettiği halde Haris böyle bir hürmetsizlikte bulundu.
Hattâ Kayser'e müracaat ederek Medîne üzerine asker şevkine müsâade istedi.
Fakat Kayser reddetti.
Şüca' hazretleri
Medine'ye gelerek keyfiyeti Rasûlullah'a arz ettiğinde:
— "Allah mülkünü
elinden alsın!" diye aleyhinde duâ etti.
Haris Mekke fethi
sırasında öldü. Bir müddet sonra da müslümanlar Gassân diyarını zaptederek
Gassân idaresine son verdiler.
Bir Tenbîh:
Müellif Buhârî'nin
"Peygamberin vâlîleri ve sefirleri" başlığı ile açtığı babının bu
unvanını Allâme şârih Bedrüd-din Aynî'nin îzâh ederek bildirdiği vâlîleri ve
sefirleri biz de Siyere dâir müellefâttan, tabakaat kitâblarından naklen
taf-sîl etmiş bulunuyoruz. Ancak Allâme Aynî, Rasûlullah'ın altıncı hicret
yılında gönderdiği sefirleri altı zât olarak kayıt ve îzâh ettiği halde
İbnü'l-Kayyim Zâdü'l-Meâd'da bunlara iki sefir daha ilâve ederek sekize
ulaştırıyor ki, ilâve olunan iki sefir Alâ Hadramî ile Amr ibn Âs'tır. Alâ
hazretlerinin Munzir ibn Sâvî'ye, Amr'ın da Umman Meliki'ne birer da'-vetnâme
ile gönderildiği kayft ve tafsil olunmaktadır.
Şu halde Alâ Hadrâmî
Bahreyn'e ilk önce Munzir ibn Sâvî nezdine sefir olarak gitmiş, sonra Bahreyn
hükümdarı Munzir ile ahâlînin bir kısmı müslümân, bir kısmı Cizye verici olmak
üzere de vâlî ta'yîn buyurulmuş oluyor.
Şimdi Alâ Hadramî'nin
bu sefaret safhasını Zâdü'l-Meâd'dan naklen îzâh edeceğiz:
Vâkıdî'nin İkrime'den
rivayetine göre Ikrime der ki: Ra-sûlullah'ın Munzir ibn Sâvî'ye yazdığı
da'vetnâmeye dâir bir vesîkayı ben İbni Abbâs'ın vefatından sonra kitâblan arasında
bulup istinsah ettim. Bunda deniliyor ki: Rasûlullah bu mektubunda Munzir'i
İslâm'a da'vet eyledi. Munzir Rasûlul-
lah'a yazdığı cevabî
mektubunda ihtiram arzından sonra: "Yâ Rasûlallah! Kitabınızı Bahreyn
ahâlîsine okudum. Bunlardan bir kışımı İslâm'a muhabbet ve icabet edip müslümân
olmuştur. Bir kısmı ise müslümân olmayı hoş görmemiştir. Memleketimde Mecûsî,
Yahûdî tebeam da vardır10. Bu vaziyet hakkında Peygamber'in emrini
bildirmelerini rica ederim."
Bunun üzerine
Rasûlullah şu cevâbı verdi: "Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın Peygamber'i
Muhammed'den Munzir ibn Sâvî'ye. Selâm sana. Kendisinden başka tanrı olmayan
Allah Ta-âlâ'ya senin r>âmına hamd ü sena ederim. Ve Allah Taâlâ'-nın
varlığına, birliğine ve Muhammed'in Allah 'in kulu ve peygamberi olduğuna
şehâdet ederim. Bu hamd ü sena ve şehâdetten sonra, ey Melik, seni Azız ve
Celîl olan Allah adına hayır ile yâd ve sana vasiyet ederim. Muhakkak ki bir
kimse bir mü'mine öğüt verirse onun hayır ve sevabı ile müstefîd olur. Her kim
de elçilerimin hayırhâhâne nasihatlerine mutavaat edip emirlerine tâbi' olursa
bana itaat etmiş olur. Ey Munzir, elçilerim seni sena edip hayır ile andılar.
Ben de kavmin hakkında sana şefaat ederek derim ki, bunların müslümân
olanlarını müslümânlıkta sebat ettikleri müddetçe kendi hâllerinde bırak.
Günahkâr olanların da günâhları hususunda arzettikleri özürlerini kabul et! Ey
Melik, sen kavmin hakkında nasihatçi oldukça şerefin artar, bir şey eksilmez.
Yahudilerle Mecüsîler kendi mezheblerinde durmak isterlerse serbest bırakır ve
cizye vermeği tarhedersin."
Alâ ibn Hadramî,
Rasûlullah'ın bu mektubunu yüklenerek Munzir ibn Sâvî nezdine bu defa sefir
olarak değil, vâlî olarak gitmiş ve mektubun içindekilere göre Yahûdîler'Ie
Me-cûsîler'e mezhebi hürriyet bahşolunup kendilerinin mal, can ve müşterek
vatan emniyeti nâm ve hesabına muayyen bir vergi tarhedilmiştir. Müslümanlar
da zekât farîzesiyle mükellef bulunuyorlardı.
Ummân'ın kuzey
batısında ve Ummân'dan Basra Kör-fezi'ne kadar Kızüdeniz'in bütün sevâhili
boyunca devam eden
10 Mektubun bu
kaydından Hıristiyan olan Munzir ile beraber Hıristiyan tebeasının müslümân
oldukları, Mecûsîler'le Yahûdîler'in olmadıkları anlaşılıyor.
bu geniş kıt'anın
zekât ile cizye gelirleri Medine'de şiddetli bir zaruret içinde bulunan
Beytü'l-mâl'i zaruretten kurtarmıştır.
Rasûlullah bir
da'vetnâme ile de Amr ibn Âs'ı Umman Meliki iki kardeş Ceyfer ile Abd'e gönderdi.
Umman, Cezîretü'l-Arab'ın güneydoğusunda ve Hindistan'ın karşısında gayet
geniş bir kıt'a olup Hindistan'ın, İran'ın, Cezîretü'l-Arab'ın ticâret anbarı
mesabesinde idi. Bu cihetle İslâm'ın yayılmasına çok müsâid bulunuyordu. Böyle
mühim bir mıntıkaya Amr ibn Âs gibi bir siyâsî dahînin intihab buyurul-masında
büyük bir isabet vardı. İbn Hişâm S/>e/'inde, Amr ibn Âs'ın Hâlid ibn Velîd
ve Usmân ibn Talha ile birlikte sekizinci hicret senesinde Mekke'nin fethinden
altı ay önce müs-lümân olduğu rivayet olunduğuna göre, Amr ibn Âs
Rasûlul-lah'ın sefirlerinin sonu olacaktır.
Ummân'da Cülendî
oğullan'ndan bu iki birader hükümrân bulunuyordu. Bunlara gönderilen
da'vetnâmenin metin
ve tercemesi de
şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın kulu ve peygamberi
Muhammed'den Cülendî oğullan'ndan Ceyfer ile Abd'e. Doğru yolda gidenlere selâm
olsun! Bu duadan sonra ey iki birader, sizi İslâm camiasına da'vet ediyorum.
Müslüman olunuz ki selâmete eresiniz. Ben beşeriyetin umûmuna gönderilmiş
Allah'ın Peygamberiyim. Hayâtta olanları inzâr etmek, kâfirler üzerine de
Allah'ın emirlerini yerine getirmek vazifemdir. Ey kardeş hükümdarlar, İslâm
Dîni'ni tasdik ve kabul etmezseniz gene biliniz ki, mülk ve saltanatınız
uhdenizden zail olmuştur. İslâm süvarileri topraklarınızı çiğneyecektir.
Mülkünüzde nübüvvetim hâkim olacaktır!"
Rasülullah'ın bu
mehâbetli da'vetnâmesini Ubeyy ibn Ka'b (R) yazıp mühürlemiştir.
Zad'ü'7-Meâd"da
Amr ibn Âs'ın Ummân'a giderek sefaret vazifesini îfâsi, bu iki biraderle
günlerce devam eden temas sureti, Amr'ın kendi lisanından naklederek uzun
boylu izah ve tafsîl edildikten sonra -ki bütün İbn Âs'ın siyâset hünerini
ifâde etmektedir- en sonu bu iki Umman hükümdarının Muhammed'in Nübüvveti'ni
tasdîk ve İslâm şerefi ile müşerref oldukları bildiriliyor.
Müellif Buharî'nin
"Vahidin haberinin cevazı" unvanından ve şârih Ayn"'nin bu
ünvânı "Peygamber'in valileri ve sefirleri" ile îzâhından
bi'1-istifâde, biz de Rasülullah'ın diyanet neşr ve İslâmiyet'in yükseltilmesi
için tuttuğu siyâsî veçheyi tafsîl etmiş bulunuyoruz. Tevfîk ise Allah'tandır
(Kâmil Mîrâs) n.
11 Bu
"Peygamberin Valileri ve Elçileri" kısmı bâzı sadeleştirme ve özetlemelerle
Tecrîd Ter., XII, 413-431'den alınmıştır.
Peygamberin buradaki
mektûblan bilhassa şu kaynaklarda toplanmıştır:
İbnu'l-Kayyım,
Zadu'l-Meâd;
Prof. Muhammed
Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyasiyye, ikinci tab, Kaahire 1956
Prof. Muhammed
Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 200-361, İst. 1966.
[1] Bâzı Buhârî nüshalarında Besmele'den sonra
"Kitâbu Haberi'l-Vâhid = Vahidin Haberi Kitabı" şeklinde gelip,
bundan sonra "Bâb" yoktur. Çoğunluğun yanında ise "Bâb"
başlığı ile gelmiştir. Buna göre bu, Ahkâm Kitâbı'ndan bir parça olur ki,
vazıh olan da budur. Evet, es-Sâgânî'nin nüshasında ise "Kitâbu
Ahbari'l-Âhâdi = Vâhidlerin Haberleri Kitabı" şeklinde gelmiş, sonra da
"Bâ-bu mâ câe..." unvanını söylemiştir... (Kastallânî).
[2] Buhârî'ye göre "Taife" sözü bir ve daha
ziyâde kimse ma'nâsına da kullanılır. İbn Abbâs'a, en-Nahaî'ye, Mucâhid'e göre
de "Taife*' muayyen bir sayıya mahsûs değildir. Bu âyetin maksada
delâleti bu suretledir
[3] Doğru sözlü bir mü'minin ihbarının mu'teber bir şer'î
delîl olması yalnız ibâdetlere ve fer'î amellere hastır. İ'tikaadî mes'elelere
şumûlü yoktur. İ'tikaadî hükümlerin delilleri kafidir, Kitâb ve Sünnet'e
dayanması zarurîdir. Vâhid haberi ise kat'î değil, zannî delildir. Zannî
deliller, aslî hükümlerde değil,ancak fer'î hükümlerde delîl olabilir. Bu
ciheti Buhârî başlıkta "Ezan, namaz, oruç, farzlar ve hükümlerde
hüccettir" ta'bîri ile hatırlatmıştır. Doğru sözlü bir kimsenin bu
hususlardaki haberinin kabul edilip amel edilecek şer'î bir delîl olmasını
kuvvetli ve ilmî bir surette belirtmek için Buhârî et-Tevbe: 122. âyetini zikretmiştir. Bu âyete göre bir
şehir halkının, bir cemiyetin ve herhangi bir icti-mâî sınıfın içlerinden en az
bir kimseye dîn ilimlerini tahsil ettirmeleri kifâye farzdır. Bunu yapmazlarsa
hepsi günahkâr olurlar...
el-Buhârî el-Hucurât:
6. âyetini de fâsık ve yalancı olmayan, doğru sözlü bir kimsenin verdiği vâhid
haberinin delîl olacağına işaret olmak üzere getirmiştir. Çünkü bu âyette
fâsık bir kimsenin getirdiği haberin iyice araştırılıp tah-kîk edilmesi
emredilmiştir. Doğru sözlü ve ahlâklı kimsenin verdiği haberi hakkında böyle
bir tahkîk ve araştırma emredilmemiştir...
[4] Yine böyle Peygamber'in vâlîleri, âmirleri,
kumandanlarının birer emirname ile birer vilâyete gönderilmeleri ve orada
Peygamber'i temsil etmeleri, Peygamber'in başka devletler yanma birer mektübla
gönderdiği elçilerinin de vardıkları devletlerde ferden ve şahsen Peygamber'i
ve siyaseten İslâm devleti'nin işlerini temsîl etmeleri de vâhid haberinin
lüzumuna ve delîlüğine dayanan en mühim işlerdir...
[5] Başlığa uygunluğu "Namaz vakti gelince biriniz
size ezan okusun!" cümlesin-dedir. Ezan, namaz vaktinin girdiğini i'lândan
ibaret olup, bir müezzinin bu i'lân ve ihbarına i'tibâr edilmesi ve onunla amel
edilmesi emrolunmuştur.
Mâlik ibn Huveyris ile
akranı olan gençler topluluğu, kendi kabileleri olan Sa'd oğullan içinde
müslümân olarak Medine'ye gelmişler, hadîste bildirdiği gibi yirmi gece
Medine'de, Peygamber'in yanında ikaamet edip İslâmiyet'i öğrenmişler. Sonunda
ailelerini özledikleri Peygamber tarafından anlaşılınca, kendi kabilelerine
dönmeleri ve verilen ta'lîmât üzere İslâm'ı yaşayıp öğretmeleri emredilmiştir.
Bu hadîs bu isnâd ve
metin İle Namaz Kitabı, "Yolcunun ezan okuması bâbı"nda da geçmişti.
[6] Bunun bir rivayeti Ezan Kitabı, "Fecrden önce
ezan okumak bâbı"nda geçmişti. Başlığa uygunluğu "Sizden
herhangibirinizi Bilâl'ın ezan sesi sahur yemeğini yemekten men' etmesin!"
sözündedir. Çünkü Bilâl, ezan okuduğu vaktin gece olduğunu ve onda sahur yemeği
yemenin caiz olacağını haber vericidir. Bu ise doğru söyleyen bir vahidin
haberidir.
[7] Bunun bir rivayeti de yine Ezân'da ve aynı yerde
geçmiştir. İbn Umer'in bu rivayeti İbn Mes'ûd'un hadîsini açıklar
mâhiyettedir.
[8] Peygamber: "Namaz artırıldı mı?" sorusu
üzerine "Bu sorunuz neden?" buyurmuş ve sahâbîler de: Beş rek'at
kıldırdın! dediklerinde, o sahâbînin doğru olarak verdiği vâhid haberini kabul
etmiş ve yanılma secdesi yaparak o haberin gereğiyle amel etmiştir.
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü tek kişi
olan Zu'1-Yedeyn'in haberiyle amel etmiştir. Ancak "Zu'l-Yedeyn doğru
söyledi mi?" diye sormuştur ki, bunu da onun haberini tesbît etmek için
sormuştur. Bunu da Zu'l-Yedeyn'in beraberinde namaz kılanlardan ayrılması ve bu
hususta yanılma ihtimâli olduğu İçin sormuştur. Yoksa bu sorudan onun haberini
mutlak olarak reddetmesi lâzım gelmez. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı,
"Yanılma secdelerinde teşehhüd etmeyen kimse bâbı"nda da geçmişti.
[10] Başlığa uygunluğu "Onlara bir kimse
geldi..." sözündedİr. Çünkü sahâbîler yüzleri Şâm tarafına dönük iken,
onun haberiyle amel etmişler ve hemen Ka'be tarafına yönelmişlerdi. Bu hadîsin
bir rivayeti, Namaz Kitâbı'nm evvellerinde "Kıble hakkında gelen şeyler
bâbı"nda geçmişti.
[11] Başlığa delâleti, Kubâ mescidindeki cemâatin kıblenin
değişmesi hakkındaki bir kişinin haber verip şehâdet etmesini kabul etmiş
olmalarıdır. Her iki rivayetten anlaşıldığına göre, Kıble değişmesi vakıası,
ikindi namazında Medine'de olmuş, Kubâ Mescidi'nde de ertesi günü sabah
namazında tatbik edilmiştir... Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Namazda
kıbleye yönelme bâbı"nda geçmişti.
[12] Hadîsin bâzı rivayetlerinde: "Vallahi o içki
içmekte olanlar bundan sormadılar ve o adamın haberinden sonra bu konuda ona
müracaat da etmediler" ziyâdesi vardır. Bu vâhid haberinin kabulünde çok
kuvvetli bir hüccettir. Çünkü onlar bu haber ile mübâh olan bir şeyin neshini
tesbît ettiler ve nihayet o haberden dolayı onu tahrîmc gidip, onun gereği ile
amel ettiler.
Bunun bir rivayeti Şirb
Kitâbı'nın evvellerinde "Hamrın tahrîminin inmesi bâbı"nda geçmişti.
[13] Başlığa uygunluğu"S/ze elbette hakkıyle emîn bir
kimse göndereceğim" sözündedir.
Bunların birer rivayeti
Menâkıb'da, Ebû Ubeyde'rün menkabesi ile Mağa zî'de de geçmişti.
[14] Bu hadîsten, Umer'in tek şahsın haberini kabul etmekte
olduğu alınır. Bunun birer rivayeti İlim Kitabı, "İlimde nevbetleşmek
bâbı"nda ve Tahrîm Sûresi tefsirinde geçti.
[15] Hadîsin bir rivayeti Ahkâm Kitâbı'nın evvellerinde
"İmâmın emirlerini dinlemek ve itaat etmek bâbf'nda geçmişti.
Bunun buradaki başlıkla
uygunluğu yoktur, İ'tirâzına îbn Hacer: Bunların bir kısmı kumandana ma'rûf
olmayan hususta itaat edeceklerdi. İşte bununla maksad tamam olur, diye cevâb
vermiştir.
[16] Hadîsin başlığa uygunluğu iki hasımdan herbirinin
diğerinin iddiasını doğrula-yıp haberini kabul etmeleri yönünden alınması
mümkin olur. Bu hadîs Sulh, Vekâlet, Ahkâm, İ'tisâm gibi birçok yerlerde
geçmiştir.
[17] Başlığa uygunluğu "Peygamber Hendek günü
insanlardan çağırıp istedi. O'nun bu isteğine ez-Zubeyr icabet etti"
sözünden alınır.
Ahzâb günü Kureyş ile
birlikte bütün Arab kabilelerinin İslâm aleyhine harekete geçmesi, Kurayza
oğulları Yahudileri'nin de bu sırada ahdi bozmaları üzerine vaziyet
çetinleşince, Peygamber: "Bana Kurayza Yahudileri'nin vaziyetini kim
öğrenip haber getirir?" diye gönüllü câsûs istemiş, buna her defasında
Zu-beyr icabet etmiştir. Bunun birer rivayeti Cihâd'da, Fadâil'de,
"Zubeyr'in faziletleri bâbı"nda da geçmişti.
Talîa, harb esnasında
düşmanın hâllerini ve hareketlerini anlamak için gönderilen araştırıcı kişiye
derler ki, câsûs demektir.
[18] İbn Hacer: Bu, içinde az veya çok birçok hâdiseler
olan zamana gün denmesi sahîh olur. Nitekim "Fetih günü" denir,
bununla Peygamber'in Mekke'de fetihten sonra ikaamet ettiği gün kasdedilir,
demiştir... (Kastallânî).
[19] Çünkü nâssta aded ta'yîni yoktur, buna göre bir tek
kişi de izin vermeye sâdık olanlar cümlesinden olur.
[20] Bu Ebû Bekr'in menkabeleri bâbı'nda geçen uzun
hadîsten bir kısaltmadır. Peygamber ile gelenler arasındaki izin ve müjdeleme
haberini ulaştıran bir kişidir. Bu da vâhid haberinin bu gibi hususlarda kabul
edilmesine en açık delillerdendir.
[21] Bu da et-Tahrîm Sûresi tefsirinde geçen uzun hadîsten
bir parçadır. Rasûlullah ile Umer arasında haber ulaştırarak izin alıp bildiren
Rebâh adındaki hizmetçidir. Bu da bu gibi işlerde vâhid haberinin kabulüne
açık delillerden biridir.
[22] Rasûlullah'ın İslâm memleketi içinde vilâyetlere
gönderdiği valileri, dışarıda komşu devletlere gönderdiği sefirleri birer
kişiden ibaret olduğuna dâir bu babı açarak, vâhid haberinin bu gibi işlerde
şer'î bir delîl olduğuna işaret etmiş oluyor.
[23] Buhârî bunu Vahyin Başlangıcı bâbı'nda uzun bir metinle
rivayet etmiştir. Sonundaki ta'lîk, el-Kuşmeyhenî nüshasında sabittir.
[24] O sırada Bahreyn vilâyeti İran'a tâbi' olup vâlîsi de
Munzir İbn Sâvî bulunuyordu.
Buhârî'nin kısa bir
metin ile rivayet ettiği bu muazzam vakıayı büyük hadîs-çi ve tarihçi sarihimiz
Bedreddîn Aynî şöyle îzâh ediyor:
Abdullah ibn Huzâfe,
Peygamber'in mektubunu (Munzir vâsıtasıyle) Kisrâ Pervîz ibn Hürmüz'e
gönderdi. O hükümdar da mektubu parçaladı ve: "Benim kölem olduğu hâlde
birisi bana böyle bir mektûb yazsın?!" diye çirkin konuştu. Bu çirkin
muamele Peygamber'e erişince, Peygamber de: "Allah'ım, Sen de bunun
mülkünü ve saltanatını parçala!" diye duâ etti.
Peygamber'in mektubu
üzerine Kisrâ, Yemen vilâyetindeki naibine (vâlîsi) Bâzân'a mektûb yazarak:
Hicaz'da şu nübüvvet iddia eden adama maiyyetin-den güçlü kuvvetli iki kimse
gönder, bu adamı bana getirsinler! dedi. Bâzân en kuvvetli kahraman bir adamını
Kisrâ'dan aldığı bir mektûbla ve Harhara adında İranlı birisiyle beraber
gönderdi. Ve Rasûlullah'a yazdığı bir mektubunda: Bunlarla birlikte Kisrâ'ya
gitmesini emretti.
Bu iki İranlı bahâdır
Yemen'den çıkıp Medine'ye vardılar. Ve İran âdetine göre Rasûlullah'ın huzuruna
girdiler. Peygamber bunlara: "Haydi şimdi gidiniz de yarın
geliniz,-'" buyurup huzurdan çıkardı. O gece, bâzı müelliflerin rivayetine
göre, cumâda'l-ulânm onuncu salı gecesi Rasûlullah'a vahy geldi ki: Allah Taâlâ
Kisrâ Pervîz'e oğlu Şîreveyh'i musallat kıldı ve fulân ayın fuiân günü onu
öldürdü.
Bu vahy üzerine
Peygamber iki İranlı'yı çağırttı, onlara bu vak'ayı haber verdi. Ve bunlara
ikram edip bilhassa Harhara'ya altın ve gümüşle süslü bir kemer hediye etti
ki, bunu Peygamber'e Melik Mukavkıs hediye etmişti.
Bunlar huzurdan çıkıp
Yemen'e gittiler. Bâzân'a varıp bütün buniarı ona anlattılar. Bunun üzerine Bâzân:
"Vallahi bunlar bir melik sözü değildir, bir peygamber tebliğidir; ben bu
zâtın iddia ettiği üzere muhakkak bir hakk peygamber olduğunu anlıyorum.
Göreceksiniz bu sû'ikasd hâdisesi de muhakkak O'nun dediği gibi
gerçekleşecektir" dedi. Çok geçmeden ona Şîreveyh'in bir mektubu geldi. Bu
mektûbda Kisrâ Pervîz'in şu târihte katlolunduğu bildiriliyordu ki,
Rasûlullah'ın haber verdiği târih idi. Bâzân, Şîreveyh'in mektubunun İçindekilere
vâkıf olunca: "Bu zât muhakkak hakk peygamberdir" deyip müslümân oldu.
Yanında bulunan Farslılar da müslümân oldular. Rasûlullah da Bâzân'ı San'â'da
Yemen Vâlîliği'nde bıraktı. Bu suretle Bâzân, Rasûlullah'ın Yemen'e gönderdiği
valilerin birincisi oldu (Umdetu'i-Kaarî, XI, 453-454,Matbaa-i Âmire tau i).
[25] Başlığa uygunluğu: "Eşlem kabilesinden bir adama
kavminin içinde şunu i'lân ettirdi..." sözündedir. Çünkü o adam da
Rasûlullah'ın göndermiş olduğu elçiler cümlesinden birisidir. Adamın ismi Hind
ibn Esma ibn Hârise'dİr. Bu hadîsin bir rivayeti Oruç Kitâbı'nın sonunda Mekkî
ibn İbrahim'den üç râvîli olarak geçmişti... (Aynî).
[26] Bunda haber teblîğ etmenin, ilim öğretmenin vâcib
olduğuna delîl vardır. Çünkü bu emir vucûb içindir. Bu da tek tek herbir ferdi
şâmil olur. Eğer vahidin tebliği yerine getireceğine hüccet olmayaydı, bu
teblîğ vazifesini onlara tahsis etmezdi.
Bu hadîsin bir rivayeti
îmân Kitâbı'nın evvellerinde geçmişti.
[27] Fethu'l-Bârt'de şöyle dedi: "Gördün mü?"
kavlindeki soru inkâr içindir. eş-Şa'bî, Peygamber'den mürsel hadîs rivayet
etmeyi reddediyordu. Bununla mürsel hadîs rivayet etmeye sevkeden sebeb,
Peygamber'den hadîsi çoğaltmak isteği olduğuna işaret ediyordu. Yoksa insan
muhakkak mevsûl olarak işittiklerimle yetinirdi.
el-Kirmânî de
et-Kevâkib'de şöyle dedi: Garazı, Hasen Basrî tabiî olmakla beraber, Peygamber'den
çok hadîs rivayet ediyordu, yânî çok hadîs rivayet etmeye cür'etli idi. İbn
Umer ise sahâbî olmakla beraber az hadîs rivayet edici idi. O hadîs rivayeti
hususunda ihtiyat edici, mümkin olduğu kadar sakınıcı idi Umer de
Peygamber'den, O'nun söylemediklerini tahdîs etmek korkusu ile az hadîs rivayet
etmeye teşvîk ederdi... (Kastallânî).
[28] Başlığa uygunluğu "Eti yemekten kendilerini
tuttular" sözünden alınır. Çünkü onlar kadının sesini işittiklerinde eti
yemeyi terkettiler. Bu da âdil olan bir kadının haberi ile amel edileceğine
delâlet etmiştir... (Aynî).