96- [KİTABU AHBARİ'L-AHADİ] 2

1- Son Derece Doğru Ve Doğruluğu Köklü Bir Meleke Hâlinde Bulunan Adil Bir Zatın Ezan, Namaz, Oruç Ve Bunlara Benzer Farzlar Ve Dînî Hükümler Hakkındaki Haberinin Mu'teber Ve İnfazı Vâcib Şer'î Bir Delîl Olduğuna Dâir Gelen Hadîsler Babı 2

2- Peygamber(S)'İn Zubeyr İbnu'l-Avvâm'ı Düşmanın Hâllerini Öğrenip Haber Getirmesi İçin Tek Başına Öncü Ve Câsûs Olarak Göndermesi Babı 5

3- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 5

4- Peygamber(S)'İn Birbiri Ardından Birçok Vâlîler, Kumandanlar Ve Yabancı Devletlere Elçiler Gönderir Olması Babı 6

5- Peygamber(S)'İn Arab Hey'etlerine Arkalarında Bulunan Kavimlerine, Kendisinden İşittikleri İlmi Teblîğ Etmelerini Vasiyet Etmesi Babı 6

6- Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı 7

A.Peygamber'in Valileri 7

B.Hazreti Peygamber'in Sefirleri 8

I. Şarkî Roma Sefiri Dihye: 8

6. Gassân Sefiri Şüca' İbn Vehb: 12

7. Bahreyn Sefiri Alâ ibn Hadramî: 12

8. Umman Sefiri Amr ibn Âs: 13


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

 

96- [KİTABU AHBARİ'L-AHADİ]

(Vâhidlerin -Tek Kişilerin- Haberleri Kitabı) [1]

 

1- Son Derece Doğru Ve Doğruluğu Köklü Bir Meleke Hâlinde Bulunan Adil Bir Zatın Ezan, Namaz, Oruç Ve Bunlara Benzer Farzlar Ve Dînî Hükümler Hakkındaki Haberinin Mu'teber Ve İnfazı Vâcib Şer'î Bir Delîl Olduğuna Dâir Gelen Hadîsler Babı

 

Ve Yüce Allah'ın şu kavli de buna delildir:

"Mü'mirilerin hepsinin savaşa çıkmaları lâyık değildir. O hâlde içlerinden her sınıfın birer kısmı dînde fakîh olmayı Öğrenmeleri için kalmaları, dîn ve şerîat ilimlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri savaştan dönüp kendilerine geldikleri zaman onları Allah azâbiyle korkutmaları için (kalmalıdırlar). Olur ki (bu suretle mü'minler, aykırı hareketlerden) kaçınırlar" {et-Tevbe: 122).

Buhârî şöyle dedi:

Ve bir kişi de "Taife" diye isimlenir: Çünkü Yüce Allah'ın şu "Eğer müzminlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse, aralarını barıştırın... " (ei-Hucurât: 9) kavlinde, "Eğer iki kişi döğüşürlerse", bu da âyetin ma'nâsına

girer, "Taife", vâhid üzerine de kullanılır [2].

Ve Yüce Allah'ın şu kavli de buna delildir:

 'Ey îmân edenler, eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onu tahkik edin... " <ei-Hucurât: 6) (yâni onda durun, işin beyânını ve hakikatin açılmasını isteyin, sakın fâsıkın sözüne güvenip i'timâd etmeyin, demektir. Çünkü fâsıklık cinsini savunup müdâfaa etmeyen kimse, fâşıklıktan bir nevi' olan yalanı da savunmaz. Bu sebeble bu âyette âdil ve doğru olan vahidin haberinin kabul edileceğine delil vardır) [3].

Peygamber (S), âmirlerini birbiri arkasına nasıl göndermiştir? (Eğer vâhid haberi makbul olmasaydı, Peygamber'in bu göndermelerinde hiçbir ma'nâ olmazdı. Birincinin ardından diğerini, onun haberi makbul olmakla beraber gönderdi ki, o unuttuğunda onu hatırlatsın.)

Nitekim gönderilmiş âmirlerden biri unutursa, o sünnete döndürülür [4].

 

1-.......Bize Eyyûb es-Sahtıyânî, Ebû Kilâbe'den tahdîs etti. Bi­ze Mâlik ibn Huveyris tahdîs edip şöyle dedi. Biz yaşıt gençler toplu­luğu olarak Peygamber(S)'e geldik ve O'nun yanında yirmi gece kaldık. Rasûlullah son derece hassas ve ince yürekli idi. Konukluğu­muzun uzamasından ailelerimizi özlediğimizi anlayınca yâhud ailele­rimize iştiyak duyduğumuzu anlayınca, geride kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de haber verdik.

Rasûlullah:

  "Ailelerinizin yanına dönünüz, onların içinde ikaamet edi­niz, onlara dînî bilgileri Öğretiniz, onlara dînî vecîbelerini eda ve ha­ramlardan çekinmelerini emrediniz" buyurdu.

Mâlik ibn Huveyris'in râvîsi Ebû Kılâbe şöyle dedi: Mâlik ibn Huveyris bana Peygamber'in daha birçok vasiyetini zikredip bildir­di. Ben onların bir kısmını ezberimde tutuyor, bir kısmını da tutamı­yorum. Mâlik'ibn Huveyris, Rasûlullah'ın şunları da buyurduğunu bildirdi:

  "Benim nasıl namaz kılar olduğumu gördünüzse, öylece na­maz kılınız. Namaz vakti gelince biriniz size ezan okusun, en büyü­ğünüz, en faziletliniz de size imamlık etsin!" [5].

 

2-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S):

"Sizden herhangibirinizi müezzin Bilâl'ın ezan sesi sahur yemeğini yemekten men' etmesin! Çünkü Bilâl, şafaktan önce ezan okur -yâhud: Gece vakti nida eder-. Bunu teheccüd namazı kılanları sahur yemeği­ne döndürmek, ve uykuda olanlarınızı da sahur yemeğine uyandır­mak için okur. Fecr şöyle demek değildir" buyurdu da iki şehâdet parmağını kaldırarak ufukta görülen ve dikey ziyadan ibaret olan fecri kâzibe işaret etti.

Sonra Rasûlullah iki şehâdet parmağını yanyana getirerek:

— "Fecr, böyle olmaktır" buyurmuştur.

Yahya ibn Saîd el-Kattân iki avucunu birleştirip şöyle diye açık­layıp göstermiştir.

Ve yine Yahya el-Kattân, iki şehâdet parmaklarını uzatmış, ufuk­ta sağ ve sol taraftan uzatılıp yayılmış olan dikdörtgen şeklindeki fecri sâdık dediğimiz mustatil ziyâya işaret etmiştir [6].

 

3-.......Bize Abdullah ibn Dînâr tahdîs etti. Ben Abdullah ibn Umer(R)'den işittim, Peygamber (S): "Bilâl gece vakti nida eder. Siz, îbnu Ümmi Mektûm'ezan okuyuncaya kadar yiyiniz,"buyur­muştur [7].

 

4-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bizlere öğle namazını beş rek'at olarak kıldırdı.

— (Yâ Rasûlallah!) Namazda artırılma mı yapıldı? diye soruldu.

  "Namaz hakkındaki bu sorunuz neden?" buyurdu. Sahâbîler:

  Beş rek'at olarak kıldırdın! dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah selâm vermesinin ardından iki yanıl­ma secdesi yapmıştır [8].

 

5-....... Bana İmâm Mâlik, Eyyûb es-Sahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) öğle veya ikindi namazlarından birini kıldırırken iki rek'atten sonra (selâm verip) namazdan çıktı. Bunun üzerine Zu'l-Yedeyn denilen zât kendisine:

— Yâ Rasûlallah! Namaz kısaldı mı? Yâhud unuttun mu? diye sordu.

Rasûlullah oradaki cemâate:

  "Zu'l-Yedeyn doğru mu söyledi?" dedi. İnsanlar:

  Evet doğru söyledi! diye cevâb verdiler.

Bunun üzerine Rasûlullah diğer iki rek'at daha namaz kıldırdı, sonra selâm verdi, ondan sonra tekbîr alıp namaz secdesi gibi yâhud daha uzun bir secde yaptı, sonra başını secdeden kaldırdıktan sonra yine tekbîr alıp yine namaz secdesi gibi bir secde daha yaptı, sonra başını secdeden yukarı kaldırdı (sonra selâm verdi) [9].

 

6-.......Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: İnsanlar Kubâ'da sabah namazı kılmaktalarken, onlara bir kimse geldi de:

— Rasûlullah'm üzerine bu gece Kur'ân indirildi de namazda Ka'-be'ye yönelmesi emrolundu. Şimdi sizler de namazınızın içinde Ka'-be tarafına yöneliniz! dedi.

Cemâatin yüzleri Şâm tarafına doğru yönelmiş idi. Oldukları va­ziyette derhâl yüzlerini Ka'be tarafına döndürdüler [10].

 

7-.......el-Berâ ibn Âzib (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) Me­dine'ye hicret edip geldiğinde onaltı yâhud onyedi ay Kudüs'teki Bey-tu'1-Makdis tarafına doğru namaz kıldırdı. Fakat her zaman kıblesinin Ka'be'ye karşı döndürülmesini arzu eder dururdu (ve bu arzusunu gökyüzüne bakarak Yüce Allah'a karşı izhâr eylerdi). Bunun üzeri­ne Yüce Allah: "Bpz, yüzünü çok kerre göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni her hâlde hoşnûd olacağın bir kıb­leye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafı­na çevir. Siz de nerede bulunursanız yüzlerinizi o yana döndürünüz..." (ei-Bakara: 144) âyetini indirdi. Bu suretle kıble, Ka'be tarafına yöneltildi.

O gün sâhâbîlerden bir zât ikindi namazım Peygamber'le bera­ber Ka'be'ye doğru kılmıştı. Bu zât sonra (ertesi gün sabah vakti) Me-dîne'den çıktı ve Küba'da sabah namazı kılmakta olan bir Ensâr cemâatine uğradı. Bunların Kudüs'e doğru namaz kıldıklarım görünce, namâzdakilere: Peygamber'le beraber namaz kıldığını ve Peygamber'-in Kabe'ye yöneltildiğini ve kendilerinin ikindi namazında rukû'da iken Ka'be'ye doğru döndüklerini şehâdet suretiyle haber verdi. Ku-bâ halkı da Şam'a doğru namaz kılarlarken Ka'be tarafına yönediler [11].

 

8-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ben üvey babam Ebû Talha el-Ensârî'ye, Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'a, Ubeyy ibn Ka'b'a hurmadan yapılan fadîh içkisi veriyordum. Bu sırada birisi geldi de:

  İçki haram kılınmıştır, dedi. Bunun üzerine Ebû Talha bana:

— Yâ Enes, şu şarâb küplerine, doğru kalk da onları kır! diye emretti.

Enes: Bu emir üzerine ben taştan oyulup içine içki konulan "Mihrâs" kabımıza doğru kalktım da onun aşağısından vurdum, o da kırıldı, demiştir [12].

 

9-....... Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan; o da Sıla ibn Zufer el-Absî'den; o da Huzeyfe ibnu'l-Yemân(R)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (S) Necrân hey'eti, kendisinden emîn bir kimse gönderilmesini iste­diklerinde, onlara:

— "Size elbette hakkıyle emîn olan bir kimse göndereceğim"^ bu­yurmuş.

Bunun üzerine Peygamber'in sahâbîleri bu emînliğe rağbet ede­rek herbiri kendisinin gönderilmesini dikkatle bekledikleri sırada Pey­gamber, Ebû Ubeyde'yi göndermiştir.

 

10-.......Bize Şu'be, Hâlid ibn Mıhrân el-Hazzâ'dan; o da Ebû Kılâbe'den; o da Enes(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S):

— "Her peygamberin, ümmetinin güvendiği emîn bir kimsesi var­dır. Ve şu bizim ümmetimizin emînideEbü Ubeyde'dir" buyurmuş­tur [13]

 

11-....... Bize Hammâd ibn Zeyd, Yahya ibn Saîd'den; o da Ubeyd ibn Huneyn'den; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti ki, Umer ibnu'l-Hattâb (R) şöyle demiştir: Ensâr'dan (Evs ibn Havlî isminde) bir adam vardı. O, Rasûlullah'tan ayrı ve uzakta bulunduğu zaman ben Rasûlullah'm meclisinde hazır bulunur ve o gün Rasûlullah'tan olacak söz, fiil ve hâlleri ona getirirdim. Ben Rasûlullah'm meclisinden uzakta kaldığım zaman ise, o zât, Rasûlullah'ın meclisinde hazır bulunur ve o gün Rasûlullah'tan meydana gelen söz, fiil ve hâlleri bana getirirdi [14].

 

12-.......Bize Şu'be, Zubeyd'den; o da Sa'd ibn Ubeyde'den; o da Ebû Abdirrahmân'dan; o da Alî(R)'den şöyle tahdîs etti. Peygam­ber (S) bir asker birliği hazırlayıp başlarına bir adamı kumandan ta'-yîn etti. Yolda odun toplatıp ateş yaktırdı da askerlere:

  Bu ateşin içine girin! dedi.

Onlardan bir kısmı ateşe girmek istediklerinde, diğerleri:

  Biz ateşten kaçıp Rasûlullah'a sığınmış kimseleriz! dediler. Seferden dönüşte bu hâdiseyi Peygamber'e zikrettiklerinde, Pey­gamber ateşe girmek isteyenler için:

  "Eğer ateşe girmiş olsalardı, kıyamet gününe kadar ateşten bir daha ayrılmazlardı" buyurdu.

Diğerlerine hitaben de:

  "Ma'siyet hakkında kula itaat yoktur. îtâat ancak ma'rufta­dır (ma'kûl ve meşru' olan emirler hakkındadır)" buyurdu [15].

 

13-.......(Buradaki birkaç senedde) Ebû Hureyre (R) şöyle de­miştir: Bizler Rasûlullah'ın huzurunda bulunduğumuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve:

— Yâ Rasûlallah! Benim için Allah'ın Kitabı ile hükmet! dedi. Akabinde onun muhâsımı olan kimse de ayağa kalktı ve:

— Yâ Rasûlalîah, hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah'ın Kitabı ile hükmet ve söz söylemek üzere bana izin ver! dedi.

Peygamber (S) de ona:

  "Sözünü söyle!" buyurdu. O da şöyle dedi:

— Benim oğlum, bu a'râbî'nin yanında asîf, yânî ücretle çalı­şan bir kimse idi. Oğlum bunun karısıyle zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu ada­ma oğlum adına yüz koyun ve bir de cariyeyi fidye vererek, oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu mes'eleyi ilim ehlinden sordum. Onlar da bana, onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğü­nü, benim oğluma da ancak yüz deynek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek cezası olduğunu haber verdiler! dedi.

Rasûlullah da:

— "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin aranızda elbette Allah 'in Kitabı ile hükmedeceğim: Câriye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince; onun üzerinde yüz

deynek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır" buyurdu.

Bundan sonra Eşlem kabilesinden bir adam olan Uneys'e de.

— "Sana gelince yâ Uneys! Sen de bu adamın karısına git! Tahki­kini yap, eğer kadın suçunu Vtirâf ederse, onu recm et!" buyurdu.

Râvî: Uneys o kadına gitti, kadın da suçunu i'tirâf etmesi üzeri­ne, Uneys ona taşlama cezası uyguladı, demiştir [16].

 

2- Peygamber(S)'İn Zubeyr İbnu'l-Avvâm'ı Düşmanın Hâllerini Öğrenip Haber Getirmesi İçin Tek Başına Öncü Ve Câsûs Olarak Göndermesi Babı

 

14- Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ib-nu Uyeyne tahdîs etti. Bize Muhammed ibnu'l-Munkedir tahdîs edip şöyle dedi: Ben Câbir ibn AbdilIah(R)'tan işittim, şöyle dedi: Pey­gamber (S) Hendek günü insanlardan (düşmanın haberini bana kim getirir diye) çağırıp istedi. Peygamber'in bu da'vet ve isteğine ez-Zubeyr icabet etti. Sonra Peygamber insanlardan bunu tekrar istedi. Bu isteğe de ez-Zubeyr ibnu'I-Avvâm icabet etti. Sonra yine insan­lardan bunu yapacak kimse istedi. Bu sefer de yine ez-Zubeyr icabet etti. Bunun üzerine Peygamber:

— "Her peygamberin bir havarisi vardır, benim havarim, natıs yardımcım ise ez-Zubeyr'dir" buyurdu [17].

Sufyân ibn Uyeyne: Ben bu hadîsi İbnu'l-Munkedir'den belle­dim, dedi.

Eyyûb es-Sahtıyânî de İbnu'l-Munkedir'e künyesiyle hitâb ederek:

— Yâ Ebâ Bekr! Sen insanlara Câbir'den hadîs söyle. Çünkü topluluk senin Câbir'den hadîs söylemenden hoşlanıyorlar, dedi.

Bunun üzerine Îbnu'l-Munkedir de mecliste bulunanlara:

— Ben Câbir'den işittim, ben Câbir'den işittim, diyerek dört hadîs

arasını arka arkaya uladı.

Alî ibnu'l-Medînî dedi ki: Ben Sufyân ibn Uyeyne'ye:

— Sufyân es-Sevrî "Hendek günü" yerine "Kurayza günü" şek­linde söylüyor, dedim.

İbnu Uyeyne:

— Ben Îbnu'l-Munkedir'den bunu senin "Hendek günü" otu­ruşun gibi kesin olarak bu lafızla belledim, dedi.

Sufyân ibn Uyeyne:

— O, bir gündür, yânî "Hendek günü" ile "Kurayza günü" bir günden ibarettir, dedi ve bunu söylerken Sufyân ibnu Uyeyne gülüm­sedi [18].

 

3- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

 

"Ey îmân edenler, Peygamber'in evlerine size izin verilmedikçe girmeyin... Fakat da'vet olunduğunuz zaman girin..." (ei-Ahzâb: 53).

Eğer ona bir tek kişi izin verirse, girmek caiz olur [19].

 

15-.......Bize Hammâd ibn Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyânî'den; o da Ebû Usmân'dan; o da Ebû Mûsâ eI-Eş'arî(R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) bir bustâna girdi de bana, kapıyı bekleyip korumamı emretti. Biraz sonra bir adam geldi de Peygamberdin yanına girmek için izin istedi. Ben bu isteği Peygamber'e zikrettim. Peygamber:

  "Ona girmeğe izin ver ve onu cennetle müjdele!" buyurdu. Bu gelen Ebû Bekr idi. Sonra Umer geldi. Peygamber:

  "Ona da izin ver ve onu da cennetle müjdele!" buyurdu. Sonra Usmân geldi. Peygamber:

  "Ona da izin ver ve onu da cennetle müjdele!" buyurdu [20].

 

16-....... Bize Süleyman ibn Bilâl, Yahya ibn Saîd'den; o da Ubeyd ibn Huneyn'den tahdîs etti. O İbn Abbâs'tan işitti ki, Umer (R) şöyle demiştir: Ben (kadınlarından ayrı bir yere çekildiği zaman) geldim de Rasûlullah'ı yüksekçe bir oda içinde buldum. Rasûlullah*-m bulunduğu odanın merdiveni başında Rebâh isminde siyah bir hiz­metçisi vardı. Ona:

— Rasûlullah'a söyle, bu gelen Umeru'bnu'l-Hattâb'dır! dedim. Akabinde Rasûlullah bana içeri girmeme izin verdi... [21]

 

4- Peygamber(S)'İn Birbiri Ardından Birçok Vâlîler, Kumandanlar Ve Yabancı Devletlere Elçiler Gönderir Olması Babı [22]

 

İbn Abbâs da: Peygamber (S), Dıhye ibn Halîfe el- Kelbî'yi bir mektubu ile Busrâ ehlinin büyüğü el-Hâris ibn Ebî Şemmer el-Gassânî'ye gönderip, onun da bu mektubu Rûm Meliki olan Kayser'e ulaştırmasını istedi, demiştir [23].

 

17-....... İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verdi, ona da İbn Abbâs (R) şöyle haber ver­miştir: Rasûlullah (S) bir mektubunu Kisrâ'ya gönderdi. Ve mektubu götüren Abdullah ibn Huzâfe'ye, mektubu Bahreyn'in büyük emîri-ne vermesini emredip, Bahreyn'in büyük emîri de nîektûbu Kisrâ'ya gönderir buyurdu.

Bahreyn emîri vâsıtasıyle Peygamber'in da'vet mektubu Kisrâ'­ya verildiğinde, Kisrâ, mektubu okuyup yırtınıştır.

İbn Şihâb dedi ki: Ben Saîd ibnu'l-Müseyyeb'in: "Bu haber ken­disine erişince, Rasûlullah (S), Kisrâ'nın mülkünün tamâmiyle par­çalanmasına duâ etti" dediğini sanıyorum, demiştir [24].

 

18-.......Bize Seleme ibnu'1-Ekva' (R) şöyle tahdîs etti: Rasûlulîah (S) Eşlem kabilesinden (ismi Hind ibn Esma ibn Harise olan) bir adama, kavminin içinde yâhud insanların içinde âşûrâ günü ğün-düzleyin:

— "Her kim (gündüzün evvelinde) yemek yediyse, gününün ka­lanını yemiyerek tamamlasın. Birşey yememiş olan kimse de orucu­nu tutsun!" diye i'lân ettirdi [25].

 

5- Peygamber(S)'İn Arab Hey'etlerine Arkalarında Bulunan Kavimlerine, Kendisinden İşittikleri İlmi Teblîğ Etmelerini Vasiyet Etmesi Babı

 

Bunu (yakında, vâhid haberinin geçerliliği hakkında gelen şeyler bâbı'mn evvellerinde) Mâlik ibn Huveyris (R) söylemiştir.

 

 

19-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Ebû Cemre Nasr ibnu İmrân ed-Dab'î şöyle demiştir: İbn Abbâs (R) beni kendi serîri üzerine otur­turdu. O bana şöyle derdi: Abdu'1-Kays elçileri (Bahreyn tarafların­dan) Rasûlullah'ın huzuruna geldikleri zaman:

  "Hey'et kimlerdendir?" diye sordu. Onlar:

  Biz Rabîa kabîlelerindeniz, dediler. Rasûlullah (S):

  "Hoş geldiniz! Allah sizi utandırmasın, pişman etmesin!" buyurdu.

Bunun üzerine onlar:

— Yâ Rasûlallah! Seninle bizim aramızda kâfir olan Mudar ka­bileleri vardır. O hâide bize kestirme birşey emret de, o sebeble biz­ler cennete girelim ve onu arkamızda kalanlarımıza haber verelim! dediler.

Bu arada Rasûlullah'a içkileri de sordular. Rasûlullah onları dört şeyden nehyetti ve dört şeyi de emretti: Onlara yalnız Allah'a îmân ile emrettikten sonra:

  "Yalnız Allah'a îmân etmek ne demektir, bilir misiniz?" di­ye sordu.

Onlar:

— Allah ve Rasûlü en bilendir! dediler. Rasûlullah:

  "Ortaksız ve yalnız olarak Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah 'in Rasûlü olduğuna şehâdet etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek -râvî dedi ki: Zannederim ki, burada rama­zân orucu da vardır-, ganimetlerden beşte birini vermenizdir" buyur­du.

Ve onları dört şeyden: Dubba'dan, hantem'den, muzeffet'ten ve nakîr (denilen kaplara hurma yâhud üzüm şırası koymak)dan neh­yetti. Bazen İbn Abbâs'm "Muzeffet" yerine "Mukayyer" dediği de vardır.

Rasûlullah:

— "Bunları ezberleyin ve bunları gerinizde bıraktığınız kavim ve kabilelerinize tebliğ ediniz!" buyurdu [26].

 

6- Tek Kadının Haberi (Yânı Bununla Amel Edilir Mi Yâhud Edilmez Mi?) Babı

 

20-.......Bize Şu'be tahdîs etti ki, Tevbe ibnu Keysân el-Anberî şöyle demiştir: eş-Şa'bî bana:

— Sen Hasen Basrî'nin Peygamber(S)'den hadîs rivayet ettiğini gördün mü? Ben İbn Umer'in meclisinde ona yakın olarak iki sene yâhud ikibuçuk sene kadar oturdum da, ben İbn Umer'i şu hadîsten başka Peygamber'den hadîs tahdîs ederken işitmedim [27]: İbn Umer dedi ki: Peygamber'in sahâbîlerinden bâzı insanlar, içlerinde Sa'd ibn .Ebî Vakkaas da var olduğu hâlde, bir et yemeye giriştiler. Tam bu sırada Peygamber'in kadınlarından bir kadın o et yemeye girişen top­luluğa:

  O et bir keler etidir! diye nida etti.

Bunun üzerine sahâbîler o eti yemekten kendilerini tuttular. Bu­nun üzerine Rasûlullah:

  "Ondan yiyin yâhud onu taam edin. Çünkü o halâldır -yâhud: "Onda sakınca yoktur"; râvî bu iki ta'bîrde şekk etmiştir- Lâkin ke­ler benim alışık olduğum yiyeceklerimden değildir" buyurdu [28].

Kastallânî: "Bunu Allah'ın yardımı ve muvaffak kılmasıyle 916 yılı muharrem ayının 15'î, çarşamba günü bitirdim. Allah'tan ta­mamlamaya yardım etmesini dilerim, O bana yeter, ve O ne gü­zel vekildir" dedi. Ben Sofuoğlu da aynı duayı tekrar ederek 11 zu'1-ka'de 1404/8 ağustos 1984 çarşamba günü bu kitabı bitirdim.

Rasûlullah'ın Valileri, Kumandanları ve Sefirleri Şârih Aynfnin Tertibiyle Şöyledir:

 

A.Peygamber'in Valileri

 

1.  Mekke Emîri Attâb İbn Useyd:

Mekke'nin fethi üzerine Rasûlullah Medine'ye dönerken Attâb ibn Useyd'i Mekke'ye vâlî ta'yîn buyurdu. Ve o yıl hacc mevsiminde hacc da Attâb'ın emareti altında îfâ olundu ki, bu sekizinci hicrî senesi haccı idi. Dokuzuncu sene Ebû Bekr Hacc Emîri idi. Onuncu sene de Haccetti'1-Veda îfâ olundu ve bu sırada Attâb'ın güzel hizmetleri görüldü. Attâb Mek­ke'nin fethi sırasında müslümân olmuştu. O sırada henüz yir­mi veya yirmibir yaşında idi. Emevî ailesine mensûb zekî bir gençti. Mekke'yi pek iyi idare etti. Ebû Bekr'in hilâfeti za­manında da vazifesinde bırakıldı. Ve Ebû Bekr'in vefatı gü­nü vefat etti.

2.  Tâif Emîri Usmân ibn Ebî'!-Âs:

Rasûlullah Usmân ibn Ebi'1-Âs'ı da Tâif in fethi üzeri­ne oraya ta'yîn buyurmuştu ve pek iyi idare etmişti. Hasen Basrî bu zât hakkında: Usmân ibn Ebi'l-Âs'dan efdal kimse görmedim, diye sena ederdi. Tâif'ten başka Bahreyn, Um­man valiliklerinde de bulundu. Elli bir târihinde vefat etti.

3.  Bahreyn Vâlîsi Alâ el-Hadramî:

Bu zât Hadramutlu'dur. Rasûlullah'n güzide vâlîlerin-dendir. Medîne zaruret içinde bulunduğu ve aç kaldığı za­manlarda Alâ el-Hadramî'nin gönderdiği zekât malları yetişti. Peygamber'in ölümü üzerine zuhur eden irtidâd ve irticai bas­tırmış ve Ebû Bekr, Umer zamanlarında da vazifesinde bıra­kılmıştır. Hicretin ondördüncü yılında vefat etmiştir. Alâ, valiliğinden önce, Bahreyn'e sefaretle gitmişti.

Rasûlullah, Ebû Sûfyân'ı da Necrân'a vâlî olarak gön­dermiştir.

4.  Yemen Valileri:

Saadet asrında en mühim vilâyet Yemen idi. Bu cihetle Yemen'e pek çok zevat müteaddid vazifelerle gönderilmiş­tir. İlk Yemen vâlîsi Bâzân'dır. Bâzân İranlılar'm da Yemen'-de son vâlîsi idi. Aşağıda görüleceği üzere Kisrâ Pervîz'in katli üzerine Bâzân ve etba'ı müslümân olmuşlardı. Bu cihetle Ra­sûlullah da Bâzân'ı vazifesinde bıraktı. Fîrûz Deylemî, Mu­hacir ibn Ümiyye, Ebân ibn Sâid ibn Âs, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî, Muâz ibn Cebel gibi bir çok sahâbî de idarî, iktisâdi, askerî müteaddid vazifelerle gönderilmişlerdir. Bunlardan Ebû Mûsâ el-Eş'ârî Yemen'in sahil kısmını idare etmiştir. Muâz ibn Ce­bel de askerî işleri idareye me'mûr edilmişti.

 

B.Hazreti Peygamber'in Sefirleri

 

Müellif Buhârî konumuz olan vâhid haberi bahsinde Ra­sûlullah'ın Rûm Kayseriyle İran Kisrâsı'na gönderdiği birer sefirine dâir iki haber rivayet etmiştir ki, pek kısa bir metin ile rivayet olunan bu hadîsleri Şârih Aynî Umdetü'l-Kaarî'dç îzâh etmekle beraber İskenderiye Meliki Mukavkis'e, Belka Meliki Haris Gassânî'ye, Yemen Meliki Hûze'ye, Habeşe Ne-câşîsi Ashame'ye de birer sefirle birer mektûb gönderildiğini bildiriyor. Bu altı hükümdardan başka Şârih Aynî Bahreyn, Busrâ, Zu'1-kılş, Me'an, Abd Kilâl gibi ikinci derecede dev­let adamlarına da birer sefir ve mektûb gönderildiğini kayıd ve îzâh ediyor.

Şübhesiz ki Rasûlullah'ın bu dînî ve aynı zamanda siyâ­sî hareketi, beşeriyeti İslâm dînine umûmî mâhiyette da'veti idi ve bu umûmî da'vete:

 fâ\ ân jjl-j J\ ls& ı$ ıi jî    = Ey insanlar emîn olunuz ben, hepinize Allanın gönderdiği peygamberim de!"

(d-A'râf: 153) fermânıyle me'mûr edilmişti.

Rasûlullah Medîne'ye hicretinin altıncı ayında da müs-lümanların ve İslâmiyet'in en azgın düşmanı olan müşrikler­le Hudeybiye sulhunu yapıp bunları bir musâlehanâme ile bağladıktan sonra umûmî daVete sıra gelmiş bulunuyordu. Bu yüksek ve beşeriyeti şâmil vazifelerini muasır ve uzak, ya­kın mücavir devlet reîslerine da'vetnâmeyi taşıyan birer sefîr göndermek suretiyle îfâ buyurmuştur.

 

I. Şarkî Roma Sefiri Dihye:

 

Rasûlullah İmparator Hiraklıyus'a hitaben yazılan mek­tubunu Dihye ibn Halîfe eliyle gönderdi. Peygamber'in hu­sûsî sahâbîlerinden olan Dihye ashabın en güzeli ve en kibar bir sîmâsı idi. Rivayete göre Dihye Şam'a vardığında bütün evlerden herkes çıkıp bu necîb çehreyi görmeğe koşmuşlar­dı. Dihye adında ashâb arasında başka bir kimse de yoktu. Bâzı defa Cibrîl, Rasûlullah'ın huzuruna Dihye suretine te-messül ederek gelirdi. Bununla beraber Dihye Bedir'den son­raki gazaların hepsinde bulunmuş ve yüksek hizmetler gör­müştür. {Umdetü'i-Kaari, c.I, s.93). Bu cihetle Roma İmpa­ratorluğu gibi o devrin muazzam bir devletinin reisine böyle necîb ve kibar bir sîmânın gönderilmesinde son derece yük­sek bir hüsnü intihâb (güzel seçim) vardır.

Dihyetü'l-Kelbî vâsıtasıyle gönderilen da'vetnâme sure­ti ve bu Peygamber mektubu üzerine Kayser Hıraklıyus -Peygamberimizin ailesi, şahsî hayatı, ötedenberi kavmiyle münâsebâtı, kendisine îmân edenlerin içtimaî vaziyetleri, teb-lîğ ettiği dînin esas umdeleri, muhalifleriyle mütekabil vazi­yetleri gibi hususlar hakkında- devlet erkânı huzurunda Ebû Sufyân ibn Harb'den tahkîkatına dâir ma'Iûmât bu eserimi­zin baş tarafında tercüme edilen Abdullah ibn Abbâs hadî­sinde geçti '.

1 Dihye, Peygamber'in mektubunu Kayser'e verdiği sırada Ebû Sufyân bir ticâret kaafilcsiyle Şam'da bulunuyorud ve Peygamber hakkında tah­kikat icrası için İmparator tarafından saraya da'vet olunmuş ve hey'et içinde Ebû Sufyân'ın Peygamber'e karabeti bulunduğundan ondan so­rulmuş ve alınan cevâbda arkadaşları işhâd edilmiştir.

Bu derin incelemelerden ve aldığı müsbet cevâblardan sonra Kayser Ebû Sufyân'a:

—Eğer bu cevâbların doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklara yakın bir zamanda o zât mâlik olacaktır. Esasen ben bu peygamberin zuhur edeceğini çok iyi bilirdim. Yalnız onun sizin aranızdan çıkacağını sanmazdım. Eğer O'nun ya­nına varabileceğimi bilsem O'na mülâkî olmak için her zah­mete katlanırdım. Yanında bulunsaydım ayaklarını yıkar, O'na hizmet ederdim 2.

Bundan sonra Hıraklıyus, Dihye ile gönderilen Peygam­ber mektubunu istedi. Dihye de Rasûlullah'ın mektubunu sundu. Bu eserimizin ilk cildinde yazılı bulunan da'vetnâme-nin metni ve meali şöyledir:

' 'Bismülâhirrahmânirrahîm.

Ailahın kulu ve PeygamberiMuhammed(S)'den Rûm'­un büyüğü Hırakl'e. Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bu temenniden sonra: Ey Rûm milletinin ulusu, seni İslâm camiasına ve müslümanltğa da'vet ediyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasın, müslüman ol ki Allah ecrini iki kat ver­sin 3. Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen Hristiyan çiftçilerin günâhı boynuna olsun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geli­niz, birleşelim, Allah'tan başkasına ibâdet etmiyelim ve O'na hiç bir şeyi şerik koşmayalım, Allah 'ı bırakıp da birbirimizi Rab edinmiyelim. Eğer ehli kitâb bu da'vetten yüz çevirir-

2  Kayser'in Buhârî metninde rivayet olunan bu ifâdelerine göre îmân et­tiği muhakkak olmakla beraber, Kayser'in bu i'tirâflan üzerine meclis­te bulunan devlet erkânının gürültülü patırtılı müdâhaleleri üzerine da­ha ileri gidemeyip sarfı nazar etmiş ve sefîr Dihye'yi kıymetli hediyeler­le ve bâzı siyer müelliflerinin bildirdiği cevabî bir mektûb ile hoş ederek geri göndermiştir.

3  İki ecir ve sevabın biri îsâ'ya, öbürü de Muhammed'e îmân ettiğinin mükâfatı.

lerse ey müslümanlar, siz de onlara: 'Şâhid olunuz biz müslü-manız' deyiniz."

Ebû Sufyân der ki: Hırakl bu sözleri dedikten ve mektu­bu okutmasını bitirdikten sonra yanında gürültüler çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. Bunun üzeri­ne ben arkadaşlarıma dedim ki:

—İbni Ebî Kebşe'nin 4 (yânî Rasûlullah'm) işi büyüdü. Benû Asfar hükümdarı bile ondan korkuyor. Artık Rasûlul­lah'm gâlib geleceğine Cenabı Hakk'ın gönlüme İslâm sev­gisini koyuncaya kadar kanâatim devam etti.

2. İran Sefiri Abdullah ibn Huzâfe:

Abdullah ibn Huzâfe (R) Benû Sehm'den ve Kureyş eş­rafından olup Habeşistan'a hicret eden ilk müslümanlardan-dır. Bedir muharebesinde de bulunmuştur. Bu cihetle İran sefaretine de bu zât bir mektûbla gönderilmiştir.

Peygamber'in da'vet mektubu şöyledir:

. "Bismillahirrahmânirrahîm.

Allah 'in kulu ve Peygamberi Muhammed(S) 'den Fars'­ın ulusu Kisrâ'ya. Doğru yola gidenlere, Allah 'a ve Rasûlü-ne îmân edenlere, bir Allah'tan başka hiç bir ma'bûd olmayıp O'nun şeriki bulunmadığına ve Muhammed onun kulu ve Peygamberi olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kis-râ, seni Allah dîni Müslümanlığa da'vet ediyorum. Çünkü ben bütün insanlara Peygamber gönderildim: Hayatta olan­ları inzar eylemek ve kâfirler üzerinde ihkaakı hakk etmek için. EyKisrâ, müslüman ol ki selâmete eresin. Olmazsan Me-cûsî kavminin günâhı boynuna olsun".

4 "Ebû Kebşe" Hazreti Peygamber'in ana cihetinden büyük babası idi. Putlara tapmaz, yıldıza ibâdet ederdi. Rasûhıllah putlara ibâdet aley­hinde bulununca, ona nisbet ederek İbni Ebî Kebşe dediler.

Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle haber vermiştir. Rasûlul-lah (S) bir mektubunu kisrâya gönderdi ve mektubu götüren Abdullah ibn Huzâfe'ye mektubu Bahreyn'in büyük emîri-ne5 vermesini emredip, emîr, Kisrâ'ya gönderir, buyurdu. Bahreyn Emîri vâsıtasıyle Peygamber'in da'vetnâmesi Kis­râ'ya verilip de okuyunca (bu küstah) Kisrâ, Rasûlullah'm mektubunu yırttı attı. Rasûlullah'a bu haber erişince Kisrâ'-nın mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ buyurdu (ve öyle oldu).

3. Habeşe Sefîri Attır ibn Umeyye:

Rasûlullah (S) Amr ibn Umeyye vasıtasıyla bir da'vet-nâme de Habeşistan Meliki Necâşfye gönderdi. Amr, asha­bın bahâdırlarındandı. Damrî nisbetiyle meşhur olan Abdi Menât oğulları'ndan idi. Rasûlullah'm dâ'vetnâmesinin metni ve tercemesi şöyledir:

' 'Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah 'm Peygamberi Muhammed'den Habeşe Meliki Ne-câşî'ye. Ey Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben senin nâ­mına -Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (ulu sıfatlarını hâiz) olan- Allah'a hamd ü sena ederim ve şehâ­det ederim ki: îsâ ibn Meryem, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi (ki îsâ'ya vücûd veren "Ol'' hitabıdır) ve o ruhu -çok temiz ve afîfolan ve dünyâ hayâtından tamâ­miyle çekilmiş bulunan- Meryem'e nefhetti. Ve bu suretle Meryem îsâ'ya hâmil oldu ve böylece Allah ruhiyle ve nef-hiyle îsâ'yı yarattı. Nasıl ki Âdem'i de Allah kudret eliyle

5 O sırada Bahreyn vilâyeti trân'a tâbi' olup emaretinde de Munzir ibn Sâvî bulunuyordu. Rivayete göre Bahreyn fetholunup Alâ Hadramî vâlî ta'yîn buyurulduğunda Munzir ibn Sâvî ile beraber Bahreyn'deki bü­tün Arablar müslüman olmuştur.

(ve bir hârika olarak) yaratmıştı. Ey Melik, seni eşi ve ortağı olmayan bir Allah'a îmâna ve O'na ibâdete ve bana mutâ-baate Allah canibinden gelen şeylere îmâna da 'vet ediyorum. Çünkü ben Allah'ın bunları tebliğe me'mür Rasûlü'yüm, se­ni ve askerini Azız ve Celîlolan Allah 'a da'vet ediyorum. Şim­di ben size (İslâm umdelerini) tebliğ ettim ve nasihat eyledim, siz de nasihatimi kabul ediniz. Doğru yola gidenlere selâm olsun".

Amr ibn Umeyye bu sefaret vazifesini pek güzel îfâ et­miştir. İbn İshâk'ın rivayetine göre bu zât Habeşistan'a va­rıp mektubu Necâşî Ashame'ye verdikten sonra şu hitabede bulunmuştur:

—Muhterem Necâşî Ashame! Bana düşen vazife vazi­yeti söylemek, cenabınıza da lütfen dinlemek. Senin bize karşı gösterdiğin rikkat ve şefkat derecesinde bizim de size samî-mî güvenimiz vardır. Biz cenabınızdan ne gûna hayır ürhîd ettikse muhakkak ona nail olduk. Hiçbir veçhile endişelen­medik, dâima emin bulunduk. Biz senin lisânından şu emni­yet hüccetini almıştık: "Bizimle sizin aranızda //zrî/reddolun-maz bir şâhid, zulüm etmez, âdil bir hâkim olsun". Bu defa Rasûlullah (S) etraftaki devletlere birer sefir gönderdi. Beni de cenabınıza. Fakat ben onların ummadıkları hüsnü kabu­lü sizden umarak ve onların korktukları sû'i muamele ihti­mâlinden emin olarak geldim. Geçmiş hayra istinâd ve müstakbel ecir ve mükâfata intizar ederek huzurunuzda bu­lunuyorum".

Necâşî, Amr'ın bu nutkuna karşı şöyle mukabele etti: —Muhterem sefîr! Allah'ı şâhid tutarım ki Hazreti Mu-hammed, Ehli Kitâb'ın intizâr ettiği Ümmî Nebî'dir. Hazre­ti Musa'nın rakîbü'l-himârı (yânî Hazreti isa'nın kudümünü) beşareti, îsâ'nın rakîbü'l-cemeli (yânî Hazreti Muhammed'-in kudümünü) müjdelemesi gibidir. Gözle görülen hakikat bu beşaret haberinden daha ziyâde gönle şifâ ve kanâat veremez!

Bundan sonra Necâşî, Rasûlullah(S)'ın mektubuna şöyle cevâb yazdı:

"Bismittâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın Rasûlü Muhammed'e Necâşî Ashame tarafından. Yâ Nebîyyallah, selâm Sana ve Allah'ın rahmeti ve bereketi Senin üzerine olsun. Şol Allah ki, O'ndan başka hakîkî ma'-bûd yoktur. Ancak O vardır. Allah Taâlâ'yı tevhîd ve hakkı asaletlerinde selâmet temennisinden sonra: Yâ Rasûlallah. Hazreti îsâ hakkında beyanatı hâvi mektubunuz bana vâsıl ol­du. Yerin, göğün Rabb'ine yemîn ederim ki, Hazreti îsâ da kendi hakkında zikrettiğiniz şeylerden ziyâde bir şey söyleme­miştir. Onun tebligatı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize teb­liğe me'mûr olduğunuz İslâm esaslarını öğrendik. Amcan oğlu ile "diyarımıza hicret eden" ashabınla tanıştık. Ben şehâdet ederim ki, Sen Allah'ın Rasûlü'sün, sözünde sâdıksın, geçmiş peygamberleri tasdik ediyorsun. Yâ Rasûlallah ben zâtma bey'-at ettim. (Sizden Önce) amcan oğluna da bey'at edip onun de­laletiyle Âlemlerin Rabbi Allah Taâlâ'ya îmân edip müslümân oldum".

Bundan sonra İbn İshâk rivayetine devam ederek Ne-câşî'nin hicretin dokuzuncu yılında vefat ettiğini ve Rasûlul­lah tarafından vefatı ashaba haber verilerek ashâb ile beraber musallaya çıkıp müteveffa üzerine cenaze namazı kıldığını ve dört tekbîr aldığını bildiriyor. Fakat Müslim'in Sahîh"in­deki rivayetine göre Rasûlullah'ın mektûb gönderdiği Necâ­şî, üzerine namaz kıldığı Necâşî değildir6. Bu cihetle İbnü'l-Kayyim diyor ki: İbni İshâk'ın bu rivayeti -Allahü â'lem- bir vehim olsa gerek. Râvî, Rasûlullah'ın üzerine namaz kıldığı Necâşî'yi -ki Peygamber'e îmân ve ashabına ikram etmiştir-bununla kendisine mektûb yazıp İslâm'a dâ'vet ettiği Necâ­şî'yi ayırdetmeyip iki Necâşî'yi birbirine karıştırmıştır7.

7 Zâdü'I-Meâd, bu eserimizin üçüncü cildinde Cenaze bahsindeki hadî­sin tercüme ve îzâhma bakınız.____________________„_________

Rasûlullah'ın amcası oğlu olarak zikrolunan Cafer ibn Ebî Tâlib'dir. Ve Necâşî onun delaletiyle müslümân olmuş­tur. Amr ibn Umeyye Rasûlullah'ın mektubunu götürdüğün­de Cafer hazretleri birtakım İslâm muhâcirleriyle beraber Habese'de bulunuyorlardı. Bu ikinci Habeşe muhacirleri ara­sında Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe de bulunuyordu. Zevci vefat edip elemli bir vaziyette idi. Hazreti Peygamber sefîr Amr vâsıtasiyle muhacirlerin Medine'ye müreffehen gön­derilmelerini ve Ümmü Habîbe'nin kendisine nikâh edilerek hatırının hoş edilmesi delâletini de Necâşî'ye bildirmişti.

Necâşî Ümmü Habîbe'yi Rasûlullah'a nikâh ettirdiği gi­bi Habeşistan'da bulunan bütün İslâm muhacirlerini iki ge­mi ile Cezîretü'1-Arab sahiline gönderdi. Ve Rasûlullah'ın Hayber gazasında fetih ve zaferi sırasında Hayber'e vâsıl ol­dular. Hazreti Peygamber iki suretle mesrur olarak Habeşis­tan muhacirlerine de Hayber ganîmetinden hisse ayırıp verdi.

4. Mısır ve İskenderiye Sefiri Hâtıb ibn Ebî Beltea:

Hâtıb (R) da bir da'vetnâme ile ve Ebû Zerr Gıfârî haz­retlerinin âzâdlısı Câbir refâkatiyle Mısır Meliki Mukavkıs Cu-reyc ibn Mînâ'ya gönderildi. O vakitler Mısır hükümeti Şarkî Roma İmparatorluğu'na tâbi' olup Mukavkıs ünvânmdaki Mısır Meliki, Roma Kayseri tarafından ta'yîn olunurdu. Ve Mukavkıslar İskenderiye'de otururlardı. Bu cihetle Mukav-kışlar Arab müellifâtında ekseriyetle "İskenderiye Meliki" dîye anılırlar. Hâtıb da Rasûlullah'ın mektubunu Cureyc ibn Mînâ'ya İskenderiye'de verdi, Hâtıb'ın taşıdığı da'vetnâme-nin metni ve meali şöyledir:

' 'Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'den Kıbt milleti-

nin ulusu Mukavkıs'a! Selâm hidâyet yoluna giden kimsele­re olsun. Bu dua ve temenniden sonra derim ki: Seni İslâm camiasına ve dînine da'vet ediyorum. Müslümân ol ki, selâ­mete eresin ve müslümân ol ki, Allah ecir ve mükâfatım iki kat vere (Nasrâniyet ve İslâmiyet mükâfatları). Eğer bu da'-vetimden yüz çevirirsen Kıbt kavminin günâhı boynuna ol­sun. Ey ehli kitâb, bizimle sizin aramızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz. Birleşip Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim. Ve O'na hiçbir şeyi şerik koş­mayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmiyelim. Eğer Kıbt kavmi bu tevhide yüz çevirirlerse, ey müslümânlar siz de onlara 'Şâhid olunuz, biz müslümânız!" deyiniz."

Hâtıb, Rasûlullah'ın da'vetnâmesini Mukavkıs'a verip, bu zât mealine muttali' olunca:

—"Bu zât Peygamber'se düşmanlarına duâ edip de on­ları niçin mahvetmiyor?" diye münkirâne her çehre ile karşı­ladı.

Hâtıb da şöyle hakimane ve susturucu cevâb verdi:

—Ey Kıbt kavminin ulusu! Senden önce bu Mısır tah­tında bulunan bir hükümdar (Fir'avn) kendisini Rabbi A'lâ (Ulu Tanrı) zu'm etmişti, fakat Cenabı Hakk onu (derhal he-Iâk etmedi. Nihayet mev'ûd vakti gelince) dünyâ ve âhıret azâbiyle yakaladı, ve ondan intikam aldı. Ey hükümdar, baş­kasından ibret al da başkasına ibret olma!

Hâtıb'ın bu hakîmâne mütâleaları üzerine Mukavkıs:

—Bugün için bizim bir dînimiz var, biz bu dînimizi bun­dan daha hayırlı bir dîn olmadıkça bırakamayız! dedi.

Buna da şöyle cevâb verdi;

—Biz sizi bir İslâm Dîni'ne da'vet ediyoruz ki, Allah bu­gün beşeriyete dîn olmak üzere bu dîni ikaame edip ondan başkalarını neshetmiştir. Sizi İslâm Dîni'ne da'vet eden bu muhterem Nebî bütün insanları da'vet etmiştir. O'na karşı en şiddetli husûmeti Kureyş müşrikleri göstermiştir. En az­gın düşmanı da Yahûdîler'dir. O'na diyanet hususunda en yakın millet Hıristiyanlar bulunuyor. Hayâtıma yemîn ede­rim ki, Musa'nın îsâ'yı tebşîr etmesi, îsâ'nın Muhammed'in gelişini müjdelemesi gibidir. Bizim cenabınızı Kur'ân ahkâ-mına da'vetimiz, sizin ehli Tevrat'ı (Yahûdîler'i) incil'e da'- J

vet etmeniz gibidir, Her peygamber bir kavme idrâk etmiştir, ki o muasır kavim o Peygamber'in ümmetidir. Benimle bera­ber birtakım akvam da o Peygamber'e itaat ederek O'nun ümmeti camiasına iltihak etmişlerdir. Ey hükümdar! Cena­bınız da bu azîz Peygamber'in nübüvveti zamanına erişen bahtiyarlardan bulunuyorsunuz. Biz sizi îsâ dîninden men'et-miyoruz. Belki onun teblîgâtiyle emr (ve onun tebligatı mu­cibince İslâm'a da'vet) ediyoruz. Bunun üzerine Mukavkıs:

—Ben bu Peygamber'in hâlini, sânını tedkîk ettim. O ne fena şeyler emreder, ne de iyi şeylerden nehyeder. O sâhir değildir, kâhin değildir, kâzib de değildir. Kendisinde işlerin gizliliklerini bulup çıkarmak ve gönüllerdeki gizli temayülle­ri bilip haber vermek gibi nübüvvet alâmeti de buldum. Bi­raz daha düşünmek isterim! dedi.

Rasûlullah'ın mektubunu aldı ve fildişinden küçük bir kutu içine koyup mahfazayı mühürleyerek bir cariyesine ver­di. Sonra arabca kitabete muktedir bir kâtibini çağırıp Ra-sûlullah'a şu cevâbı yazdırdı:

' 'BismiMhirrahmânirrahîm.

Muhammed ibn Abdillah'a, Kıbt'ın ulusu Mukavkis'-tan. Selâm sana Azîz Peygamber! Bundan sonra arzolunur ki, mektubunu okudum, münderecâtmı ve da'vet ettiğiniz hu­susu anladım. Peygamber silsilesinden ba's olunacak bir pey­gamber kaldığını bilirdim. Fakat onun Şam'dan çıkacağını sanırdım. Sefirinize ikram ettim. Size iki câriye gönderiyo­rum. Bunların Kıbtîler arasındaki mevkii yüksektir. Bir de kisve takdim ettim. Binmeniz için bir de ester hediye ettim. Selâm sana Muhterem Peygamber!".

Mukavkıs Cureyc ibn Mînâ gerçi müslüman olmamış ise de fakat Peygamber'in sefiri Hâtıb'e çok hürmet etmiştir. Hâ-

tıb ibn Ebî Beltea da hakîmâne mütâlaalanyla bu hürmete liyâkat kesbetmiştir8.

Takdîm edilen hemşire cariyeler Mâriye, Şîrîn adların­da idi. Rasûlullah Mâriye'yi müslüman olduktan sonra Mülkü Yemîn ile istifraş edip bundan İbrâhîm adında bir oğlu ol­du. Ve onsekiz aylık nevzâd iken vefat etti.

Mâriye'nin hemşîresi Sîrîn'i Rasûlullah, Şâiri Hassan ibn Sâbit'e vermiştir. Düldül adındaki beyaz ester Muâviye za­manına kadar yaşamıştır. Peygamber'in ölümünden sonra Hazreti Alî binmiştir.

5. Yemâme Sefiri Sulayt İbn Amr Âmiri

Rasûlullah Sulayt ibn Amr vasıtasıyla bir mektûb da Ye­mâme Meliki Hûze ibn Alî'ye gönderdi. Sulayt ibn Amr Ha­beşistan'a hicret eden kıdemli sahâbîden olmakla Yemâme'ye sefîr ta'yîn olunmuş ve hicretin 12. yılında yine burada, Ye­mâme harbinde şehîd olmuştur. Hûze'ye gönderilen da'vet-nâmenin metni ve meali şöyle idi:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah 'in Peygamberi Muhammed'den Hûze ibn Alî'ye. Doğru yoldan gidene selâm olsun! Ma'lûmun olsun ki, Rabb'im İslâm dînini yakın zamanda dünyânın uzak ufuk­larında parlatacaktır. Binâenaleyh ey Hûze, müslüman ol ki selâmete eresin! Ben de hâkimiyetin altındaki memleketi sa­na tefvîz ederim."

Sulayt (R) Rasûlullah'ın mühürlü mektubunu hamilen Yemâme'ye vardı. Hıristiyan olan Hûze'nin huzurunda Ra­sûlullah'ın mektubunu okudu. Hûze Rasûlullah'ın da'vetini

8 Hâtıb ibn Ebî Beltea Bedir harbi gazilerinden ve böyle yüksek mefkure sahibi bir zât olmakla beraber bir kere gaflet etmiş ve Mekke fethi için

Rasûlullah'ın Medine'deki hazırlığını Mekke eşrafına bir mektûbla bil­dirmek istemiştir. Fakat bu sakat hareketi Rasûlullah'a vahiy olunmakla mektûb geri alınmıştı.   

mükerreren reddetmekle beraber cevâbı bir mektûb yazarak mektubunda:

"Beni da'vet ettiğin dîn ne güzel şeydir, onu kabul ede­rim. Şu kadar ki, Arap kavmi benim yerime göz dikmiştir. Saltanatımın bekaasını te'mîn için beni velîahd yaparsan Sa­na tâbi' olurum" diye bildirdi.

Sefîr Sulayt'a da caize verip Hecr kumaşından dikilmiş elbise giydirerek gönderdi.Sulayt ibn Amr bu mektûb ve he­diyelerle Rasûlullah'a sefaret hâtırasını arz ve cevâbı mektu­bu takdîm etti. Rasülullah mektubu okuyunca:

  "Bu adam ne söylüyor? Bu şartla şehâdet parmağı kadar toprak istese onu bile veremem. Kaldı ki elindeki Ye-mâme diyarının hükümranlığı?""buyurdu.

Rasülullah Mekke'nin fethinden avdet buyurduğu sıra­da Cibril gelip Hûze'nin öldüğünü teblîğ etti. Bunun üzerine de Rasülullah:

— "Fakat Yemâme işi bitmiş değildir, yakında orada ya­lancı peygamber türeyecektir", dedi.

Maamâfîh onun da öldürüleceğini haber verdi. Ashâb-dan birisi:

—Yâ Rasülallah! O yalancıyı kim öldürecek? diye sordu.

Rasülullah da:

— "Seninle mücâhid arkadaşların" diye cevâb verdi.

Ve hakîkaten Hazreti Ebû Bekr'in hilâfeti zamanında Rasûlullah'ın haber verdiği veçhile Yemâme mürtecîleri ashâb-ı kiram tarafından tenkil edildi.

Müverrih Vâkıdî'nin beyânına göre Şam'ın Nasârâ ulu­larından olan Erkün Hûze'nin yanında bulunduğu sırada Ra­sülullah ile münâsebetini sordu. Hûze:

—Geçenlerde bir mektubunu aldım. Beni İslâmiyet'e da'­vet ediyordu. İcabet etmedim, diye cevâb verdi.

Erkün:

—Niçin icabet etmedin? dedi.

Hûze:

—Ben dînime bağlı bir adamım. Bununla beraber kav­mimin meliki bulunuyorum. Eğer Muhammed'e tâbi' olur­sam ne dîn kalır, ne saltanat! diye cevâp verdi.

Bunun üzerine Erkün şu yolda öğüt verdi:

—Ey Hûze, yanlış düşünüyorsun! Eğer sen Muhammed'e tâbi' olsaydın, muhakkak seni mülkünde ibkaa ederdi. Senin için en doğru hareket Muhammed'e tâbi' olmaktı. İyi bil ki, O Nebîyyi Arabi, îsâ ibn Meryem'in müjdelediği peygamber­dir; biz Hıristiyan ulemâsına göre İncîl'de Muhammed Ra­sülullah diye yazılmıştır ve bu muhakkaktır.

 

6. Gassân Sefiri Şüca' İbn Vehb:

 

Şüca' hazretleri Bedir gazilerinden ve bütün gazalarda Rasûlullah'ın maiyyetinde hizmet eden bir sahâbî idi. Bu ci­hetle Rasülullah Şüca'(R)'ı Gassân Meliki Haris ibn Ebî Şem-mer'e bir mektûbla sefîr gönderdi. Şam'ın Belka' şehri Gassânîler'in hükümet merkezi olduğundan Haris bâzı mü-ellefâtta da Belka' hükümdarı olarak kaydolunmuştur. Ra­sülullah Hudeybiye dönüşünde bir da'vetnâme yazdırıp Şüca' hazretleriyle Hâris'e gönderdi ki, metni ve meali şöyledir:

 'Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın Rasûlü Muhammed'den Haris ibn Ebî Şem-mer'e. Doğru yolda gidenlere ve Allah 'a îmân, Rasûlü'nün nü­büvvetini tasdik edenlere selâm olsun. Ey hükümdar, seni şeriki olmayan bir Allah'a îmâna da'vet ediyorum. İcâbetet-tiğiniz surette mülkünüzde yine hükümdar olarak kalacak­sınız!".

O günlerde Haris Şam'ın Guta şehrinde 9 bulunuyordu. Şüca' hazretleri Peygamber'in mektubunu Hâris'e Guta'da verdi. Haris Rasûlullah'ın mektubunu okuyup yere attı. Bu küstah, Şam'da Kayser'in bir vâlîsi mesabesinde idi. Müsta­kil bir devlet reîsi bile değildi. Metbû'u olan Kayser Hirak-

9 Guta, Dimeşki Şam'ın şarkında imtidâd eden ve vaktile dünyânın cen­neti diye anılan bağlık, bahçelik kısımdır. Ba'de'l-İsiâm Şâm hilâfet ve medeniyet merkezi olmakla Guta şerefini arttırmış, bugün de cennet gibi güzelliğini muhafaza etmekte bulunmuştur.

lıyus bile da'vetine ve sefirine karşı hürmet ettiği halde Haris böyle bir hürmetsizlikte bulundu. Hattâ Kayser'e müracaat ederek Medîne üzerine asker şevkine müsâade istedi. Fakat Kayser reddetti.

Şüca' hazretleri Medine'ye gelerek keyfiyeti Rasûlullah'a arz ettiğinde:

— "Allah mülkünü elinden alsın!" diye aleyhinde duâ etti.

Haris Mekke fethi sırasında öldü. Bir müddet sonra da müslümanlar Gassân diyarını zaptederek Gassân idaresine son verdiler.

Bir Tenbîh:

Müellif Buhârî'nin "Peygamberin vâlîleri ve sefirleri" başlığı ile açtığı babının bu unvanını Allâme şârih Bedrüd-din Aynî'nin îzâh ederek bildirdiği vâlîleri ve sefirleri biz de Siyere dâir müellefâttan, tabakaat kitâblarından naklen taf-sîl etmiş bulunuyoruz. Ancak Allâme Aynî, Rasûlullah'ın al­tıncı hicret yılında gönderdiği sefirleri altı zât olarak kayıt ve îzâh ettiği halde İbnü'l-Kayyim Zâdü'l-Meâd'da bunlara iki sefir daha ilâve ederek sekize ulaştırıyor ki, ilâve olunan iki sefir Alâ Hadramî ile Amr ibn Âs'tır. Alâ hazretlerinin Munzir ibn Sâvî'ye, Amr'ın da Umman Meliki'ne birer da'-vetnâme ile gönderildiği kayft ve tafsil olunmaktadır.

Şu halde Alâ Hadrâmî Bahreyn'e ilk önce Munzir ibn Sâvî nezdine sefir olarak gitmiş, sonra Bahreyn hükümdarı Munzir ile ahâlînin bir kısmı müslümân, bir kısmı Cizye ve­rici olmak üzere de vâlî ta'yîn buyurulmuş oluyor.

Şimdi Alâ Hadramî'nin bu sefaret safhasını Zâdü'l-Meâd'dan naklen îzâh edeceğiz:

 

7. Bahreyn Sefiri Alâ ibn Hadramî:

 

Vâkıdî'nin İkrime'den rivayetine göre Ikrime der ki: Ra-sûlullah'ın Munzir ibn Sâvî'ye yazdığı da'vetnâmeye dâir bir vesîkayı ben İbni Abbâs'ın vefatından sonra kitâblan ara­sında bulup istinsah ettim. Bunda deniliyor ki: Rasûlullah bu mektubunda Munzir'i İslâm'a da'vet eyledi. Munzir Rasûlul-

lah'a yazdığı cevabî mektubunda ihtiram arzından sonra: "Yâ Rasûlallah! Kitabınızı Bahreyn ahâlîsine okudum. Bunlardan bir kışımı İslâm'a muhabbet ve icabet edip müslümân olmuş­tur. Bir kısmı ise müslümân olmayı hoş görmemiştir. Mem­leketimde Mecûsî, Yahûdî tebeam da vardır10. Bu vaziyet hakkında Peygamber'in emrini bildirmelerini rica ederim."

Bunun üzerine Rasûlullah şu cevâbı verdi: "Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın Peygamber'i Muhammed'den Munzir ibn Sâ­vî'ye. Selâm sana. Kendisinden başka tanrı olmayan Allah Ta-âlâ'ya senin r>âmına hamd ü sena ederim. Ve Allah Taâlâ'-nın varlığına, birliğine ve Muhammed'in Allah 'in kulu ve pey­gamberi olduğuna şehâdet ederim. Bu hamd ü sena ve şehâdetten sonra, ey Melik, seni Azız ve Celîl olan Allah adına hayır ile yâd ve sana vasiyet ederim. Muhakkak ki bir kimse bir mü'mine öğüt verirse onun hayır ve sevabı ile müstefîd olur. Her kim de elçilerimin hayırhâhâne nasihatlerine mu­tavaat edip emirlerine tâbi' olursa bana itaat etmiş olur. Ey Munzir, elçilerim seni sena edip hayır ile andılar. Ben de kav­min hakkında sana şefaat ederek derim ki, bunların müslü­mân olanlarını müslümânlıkta sebat ettikleri müddetçe kendi hâllerinde bırak. Günahkâr olanların da günâhları hususun­da arzettikleri özürlerini kabul et! Ey Melik, sen kavmin hak­kında nasihatçi oldukça şerefin artar, bir şey eksilmez. Yahudilerle Mecüsîler kendi mezheblerinde durmak isterlerse serbest bırakır ve cizye vermeği tarhedersin."

Alâ ibn Hadramî, Rasûlullah'ın bu mektubunu yükle­nerek Munzir ibn Sâvî nezdine bu defa sefir olarak değil, vâlî olarak gitmiş ve mektubun içindekilere göre Yahûdîler'Ie Me-cûsîler'e mezhebi hürriyet bahşolunup kendilerinin mal, can ve müşterek vatan emniyeti nâm ve hesabına muayyen bir ver­gi tarhedilmiştir. Müslümanlar da zekât farîzesiyle mükellef bulunuyorlardı.

Ummân'ın kuzey batısında ve Ummân'dan Basra Kör-fezi'ne kadar Kızüdeniz'in bütün sevâhili boyunca devam eden

10 Mektubun bu kaydından Hıristiyan olan Munzir ile beraber Hıristiyan tebeasının müslümân oldukları, Mecûsîler'le Yahûdîler'in olmadıkları anlaşılıyor.

bu geniş kıt'anın zekât ile cizye gelirleri Medine'de şiddetli bir zaruret içinde bulunan Beytü'l-mâl'i zaruretten kurtar­mıştır.

 

8. Umman Sefiri Amr ibn Âs:

 

Rasûlullah bir da'vetnâme ile de Amr ibn Âs'ı Umman Meliki iki kardeş Ceyfer ile Abd'e gönderdi. Umman, Cezîretü'l-Arab'ın güneydoğusunda ve Hindistan'ın karşısın­da gayet geniş bir kıt'a olup Hindistan'ın, İran'ın, Cezîretü'l-Arab'ın ticâret anbarı mesabesinde idi. Bu cihetle İslâm'ın yayılmasına çok müsâid bulunuyordu. Böyle mühim bir mın­tıkaya Amr ibn Âs gibi bir siyâsî dahînin intihab buyurul-masında büyük bir isabet vardı. İbn Hişâm S/>e/'inde, Amr ibn Âs'ın Hâlid ibn Velîd ve Usmân ibn Talha ile birlikte se­kizinci hicret senesinde Mekke'nin fethinden altı ay önce müs-lümân olduğu rivayet olunduğuna göre, Amr ibn Âs Rasûlul-lah'ın sefirlerinin sonu olacaktır.

Ummân'da Cülendî oğullan'ndan bu iki birader hüküm­rân bulunuyordu. Bunlara gönderilen da'vetnâmenin metin

ve tercemesi de şöyledir:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın kulu ve peygamberi Muhammed'den Cülendî oğullan'ndan Ceyfer ile Abd'e. Doğru yolda gidenlere selâm olsun! Bu duadan sonra ey iki birader, sizi İslâm camiasına da'vet ediyorum. Müslüman olunuz ki selâmete eresiniz. Ben beşeriyetin umûmuna gönderilmiş Allah'ın Peygamberiyim. Hayâtta olanları inzâr etmek, kâfirler üzerine de Allah'ın emirlerini yerine getirmek vazifemdir. Ey kardeş hükümdar­lar, İslâm Dîni'ni tasdik ve kabul etmezseniz gene biliniz ki, mülk ve saltanatınız uhdenizden zail olmuştur. İslâm süvari­leri topraklarınızı çiğneyecektir. Mülkünüzde nübüvvetim hâ­kim olacaktır!"

Rasülullah'ın bu mehâbetli da'vetnâmesini Ubeyy ibn Ka'b (R) yazıp mühürlemiştir.

Zad'ü'7-Meâd"da Amr ibn Âs'ın Ummân'a giderek sefa­ret vazifesini îfâsi, bu iki biraderle günlerce devam eden te­mas sureti, Amr'ın kendi lisanından naklederek uzun boylu izah ve tafsîl edildikten sonra -ki bütün İbn Âs'ın siyâset hü­nerini ifâde etmektedir- en sonu bu iki Umman hükümdarı­nın Muhammed'in Nübüvveti'ni tasdîk ve İslâm şerefi ile müşerref oldukları bildiriliyor.

Müellif Buharî'nin "Vahidin haberinin cevazı" unvanın­dan ve şârih Ayn"'nin bu ünvânı "Peygamber'in valileri ve sefirleri" ile îzâhından bi'1-istifâde, biz de Rasülullah'ın di­yanet neşr ve İslâmiyet'in yükseltilmesi için tuttuğu siyâsî veç­heyi tafsîl etmiş bulunuyoruz. Tevfîk ise Allah'tandır (Kâmil Mîrâs) n.

11 Bu "Peygamberin Valileri ve Elçileri" kısmı bâzı sadeleştirme ve özet­lemelerle Tecrîd Ter., XII, 413-431'den alınmıştır.

Peygamberin buradaki mektûblan bilhassa şu kaynaklarda toplan­mıştır:

İbnu'l-Kayyım, Zadu'l-Meâd;

Prof. Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyasiyye, ikinci tab, Kaahire 1956

Prof. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 200-361, İst. 1966.

 



[1] Bâzı Buhârî nüshalarında Besmele'den sonra "Kitâbu Haberi'l-Vâhid = Vahidin Haberi Kitabı" şeklinde gelip, bundan sonra "Bâb" yoktur. Çoğunluğun ya­nında ise "Bâb" başlığı ile gelmiştir. Buna göre bu, Ahkâm Kitâbı'ndan bir par­ça olur ki, vazıh olan da budur. Evet, es-Sâgânî'nin nüshasında ise "Kitâbu Ahbari'l-Âhâdi = Vâhidlerin Haberleri Kitabı" şeklinde gelmiş, sonra da "Bâ-bu mâ câe..." unvanını söylemiştir... (Kastallânî).

[2] Buhârî'ye göre "Taife" sözü bir ve daha ziyâde kimse ma'nâsına da kullanılır. İbn Abbâs'a, en-Nahaî'ye, Mucâhid'e göre de "Taife*' muayyen bir sayıya mah­sûs değildir. Bu âyetin maksada delâleti bu suretledir

[3] Doğru sözlü bir mü'minin ihbarının mu'teber bir şer'î delîl olması yalnız ibâ­detlere ve fer'î amellere hastır. İ'tikaadî mes'elelere şumûlü yoktur. İ'tikaadî hükümlerin delilleri kafidir, Kitâb ve Sünnet'e dayanması zarurîdir. Vâhid ha­beri ise kat'î değil, zannî delildir. Zannî deliller, aslî hükümlerde değil,ancak fer'î hükümlerde delîl olabilir. Bu ciheti Buhârî başlıkta "Ezan, namaz, oruç, farzlar ve hükümlerde hüccettir" ta'bîri ile hatırlatmıştır. Doğru sözlü bir kim­senin bu hususlardaki haberinin kabul edilip amel edilecek şer'î bir delîl olması­nı kuvvetli ve ilmî bir surette belirtmek için Buhârî et-Tevbe:  122. âyetini zikretmiştir. Bu âyete göre bir şehir halkının, bir cemiyetin ve herhangi bir icti-mâî sınıfın içlerinden en az bir kimseye dîn ilimlerini tahsil ettirmeleri kifâye farzdır. Bunu yapmazlarsa hepsi günahkâr olurlar...

el-Buhârî el-Hucurât: 6. âyetini de fâsık ve yalancı olmayan, doğru sözlü bir kimsenin verdiği vâhid haberinin delîl olacağına işaret olmak üzere getir­miştir. Çünkü bu âyette fâsık bir kimsenin getirdiği haberin iyice araştırılıp tah-kîk edilmesi emredilmiştir. Doğru sözlü ve ahlâklı kimsenin verdiği haberi hakkında böyle bir tahkîk ve araştırma emredilmemiştir...

[4] Yine böyle Peygamber'in vâlîleri, âmirleri, kumandanlarının birer emirname ile birer vilâyete gönderilmeleri ve orada Peygamber'i temsil etmeleri, Peygamber'in başka devletler yanma birer mektübla gönderdiği elçilerinin de vardıkları dev­letlerde ferden ve şahsen Peygamber'i ve siyaseten İslâm devleti'nin işlerini temsîl etmeleri de vâhid haberinin lüzumuna ve delîlüğine dayanan en mühim işler­dir...

[5] Başlığa uygunluğu "Namaz vakti gelince biriniz size ezan okusun!" cümlesin-dedir. Ezan, namaz vaktinin girdiğini i'lândan ibaret olup, bir müezzinin bu i'lân ve ihbarına i'tibâr edilmesi ve onunla amel edilmesi emrolunmuştur.

Mâlik ibn Huveyris ile akranı olan gençler topluluğu, kendi kabileleri olan Sa'd oğullan içinde müslümân olarak Medine'ye gelmişler, hadîste bildirdiği gibi yirmi gece Medine'de, Peygamber'in yanında ikaamet edip İslâmiyet'i öğren­mişler. Sonunda ailelerini özledikleri Peygamber tarafından anlaşılınca, kendi kabilelerine dönmeleri ve verilen ta'lîmât üzere İslâm'ı yaşayıp öğretmeleri em­redilmiştir.

Bu hadîs bu isnâd ve metin İle Namaz Kitabı, "Yolcunun ezan okuması bâbı"nda da geçmişti.

[6] Bunun bir rivayeti Ezan Kitabı, "Fecrden önce ezan okumak bâbı"nda geçmiş­ti. Başlığa uygunluğu "Sizden herhangibirinizi Bilâl'ın ezan sesi sahur yemeğini yemekten men' etmesin!" sözündedir. Çünkü Bilâl, ezan okuduğu vaktin gece olduğunu ve onda sahur yemeği yemenin caiz olacağını haber vericidir. Bu ise doğru söyleyen bir vahidin haberidir.

[7] Bunun bir rivayeti de yine Ezân'da ve aynı yerde geçmiştir. İbn Umer'in bu ri­vayeti İbn Mes'ûd'un hadîsini açıklar mâhiyettedir.

[8] Peygamber: "Namaz artırıldı mı?" sorusu üzerine "Bu sorunuz neden?" bu­yurmuş ve sahâbîler de: Beş rek'at kıldırdın! dediklerinde, o sahâbînin doğru olarak verdiği vâhid haberini kabul etmiş ve yanılma secdesi yaparak o haberin gereğiyle amel etmiştir.

[9] Hadîsin başlığa uygunluğu meydandadır. Çünkü tek kişi olan Zu'1-Yedeyn'in haberiyle amel etmiştir. Ancak "Zu'l-Yedeyn doğru söyledi mi?" diye sormuş­tur ki, bunu da onun haberini tesbît etmek için sormuştur. Bunu da Zu'l-Yedeyn'in beraberinde namaz kılanlardan ayrılması ve bu hususta yanılma ih­timâli olduğu İçin sormuştur. Yoksa bu sorudan onun haberini mutlak olarak reddetmesi lâzım gelmez. Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Yanılma secdele­rinde teşehhüd etmeyen kimse bâbı"nda da geçmişti.

[10] Başlığa uygunluğu "Onlara bir kimse geldi..." sözündedİr. Çünkü sahâbîler yüz­leri Şâm tarafına dönük iken, onun haberiyle amel etmişler ve hemen Ka'be ta­rafına yönelmişlerdi. Bu hadîsin bir rivayeti, Namaz Kitâbı'nm evvellerinde "Kıble hakkında gelen şeyler bâbı"nda geçmişti.

[11] Başlığa delâleti, Kubâ mescidindeki cemâatin kıblenin değişmesi hakkındaki bir kişinin haber verip şehâdet etmesini kabul etmiş olmalarıdır. Her iki rivayetten anlaşıldığına göre, Kıble değişmesi vakıası, ikindi namazında Medine'de olmuş, Kubâ Mescidi'nde de ertesi günü sabah namazında tatbik edilmiştir... Bunun bir rivayeti Namaz Kitabı, "Namazda kıbleye yönelme bâbı"nda geçmişti.

[12] Hadîsin bâzı rivayetlerinde: "Vallahi o içki içmekte olanlar bundan sormadılar ve o adamın haberinden sonra bu konuda ona müracaat da etmediler" ziyâdesi vardır. Bu vâhid haberinin kabulünde çok kuvvetli bir hüccettir. Çünkü onlar bu haber ile mübâh olan bir şeyin neshini tesbît ettiler ve nihayet o haberden dolayı onu tahrîmc gidip, onun gereği ile amel ettiler.

Bunun bir rivayeti Şirb Kitâbı'nın evvellerinde "Hamrın tahrîminin inmesi bâbı"nda geçmişti.

[13] Başlığa uygunluğu"S/ze elbette hakkıyle emîn bir kimse göndereceğim" sözündedir.

Bunların birer rivayeti Menâkıb'da, Ebû Ubeyde'rün menkabesi ile Mağa zî'de de geçmişti.

[14] Bu hadîsten, Umer'in tek şahsın haberini kabul etmekte olduğu alınır. Bunun birer rivayeti İlim Kitabı, "İlimde nevbetleşmek bâbı"nda ve Tahrîm Sûresi tef­sirinde geçti.

[15] Hadîsin bir rivayeti Ahkâm Kitâbı'nın evvellerinde "İmâmın emirlerini dinle­mek ve itaat etmek bâbf'nda geçmişti.

Bunun buradaki başlıkla uygunluğu yoktur, İ'tirâzına îbn Hacer: Bunların bir kısmı kumandana ma'rûf olmayan hususta itaat edeceklerdi. İşte bununla maksad tamam olur, diye cevâb vermiştir.

[16] Hadîsin başlığa uygunluğu iki hasımdan herbirinin diğerinin iddiasını doğrula-yıp haberini kabul etmeleri yönünden alınması mümkin olur. Bu hadîs Sulh, Vekâlet, Ahkâm, İ'tisâm gibi birçok yerlerde geçmiştir.

[17] Başlığa uygunluğu "Peygamber Hendek günü insanlardan çağırıp istedi. O'nun bu isteğine ez-Zubeyr icabet etti" sözünden alınır.

Ahzâb günü Kureyş ile birlikte bütün Arab kabilelerinin İslâm aleyhine ha­rekete geçmesi, Kurayza oğulları Yahudileri'nin de bu sırada ahdi bozmaları üze­rine vaziyet çetinleşince, Peygamber: "Bana Kurayza Yahudileri'nin vaziyetini kim öğrenip haber getirir?" diye gönüllü câsûs istemiş, buna her defasında Zu-beyr icabet etmiştir. Bunun birer rivayeti Cihâd'da, Fadâil'de, "Zubeyr'in fa­ziletleri bâbı"nda da geçmişti.

Talîa, harb esnasında düşmanın hâllerini ve hareketlerini anlamak için gön­derilen araştırıcı kişiye derler ki, câsûs demektir.

[18] İbn Hacer: Bu, içinde az veya çok birçok hâdiseler olan zamana gün denmesi sahîh olur. Nitekim "Fetih günü" denir, bununla Peygamber'in Mekke'de fe­tihten sonra ikaamet ettiği gün kasdedilir, demiştir... (Kastallânî).

[19] Çünkü nâssta aded ta'yîni yoktur, buna göre bir tek kişi de izin vermeye sâdık olanlar cümlesinden olur.

[20] Bu Ebû Bekr'in menkabeleri bâbı'nda geçen uzun hadîsten bir kısaltmadır. Pey­gamber ile gelenler arasındaki izin ve müjdeleme haberini ulaştıran bir kişidir. Bu da vâhid haberinin bu gibi hususlarda kabul edilmesine en açık deliller­dendir.

[21] Bu da et-Tahrîm Sûresi tefsirinde geçen uzun hadîsten bir parçadır. Rasûlullah ile Umer arasında haber ulaştırarak izin alıp bildiren Rebâh adındaki hizmetçi­dir. Bu da bu gibi işlerde vâhid haberinin kabulüne açık delillerden biridir.

[22] Rasûlullah'ın İslâm memleketi içinde vilâyetlere gönderdiği valileri, dışarıda kom­şu devletlere gönderdiği sefirleri birer kişiden ibaret olduğuna dâir bu babı aça­rak, vâhid haberinin bu gibi işlerde şer'î bir delîl olduğuna işaret etmiş oluyor.

[23] Buhârî bunu Vahyin Başlangıcı bâbı'nda uzun bir metinle rivayet etmiştir. So­nundaki ta'lîk, el-Kuşmeyhenî nüshasında sabittir.

[24] O sırada Bahreyn vilâyeti İran'a tâbi' olup vâlîsi de Munzir İbn Sâvî bulunu­yordu.

Buhârî'nin kısa bir metin ile rivayet ettiği bu muazzam vakıayı büyük hadîs-çi ve tarihçi sarihimiz Bedreddîn Aynî şöyle îzâh ediyor:

Abdullah ibn Huzâfe, Peygamber'in mektubunu (Munzir vâsıtasıyle) Kis­râ Pervîz ibn Hürmüz'e gönderdi. O hükümdar da mektubu parçaladı ve: "Be­nim kölem olduğu hâlde birisi bana böyle bir mektûb yazsın?!" diye çirkin konuştu. Bu çirkin muamele Peygamber'e erişince, Peygamber de: "Allah'ım, Sen de bunun mülkünü ve saltanatını parçala!" diye duâ etti.

Peygamber'in mektubu üzerine Kisrâ, Yemen vilâyetindeki naibine (vâlîsi) Bâzân'a mektûb yazarak: Hicaz'da şu nübüvvet iddia eden adama maiyyetin-den güçlü kuvvetli iki kimse gönder, bu adamı bana getirsinler! dedi. Bâzân en kuvvetli kahraman bir adamını Kisrâ'dan aldığı bir mektûbla ve Harhara adın­da İranlı birisiyle beraber gönderdi. Ve Rasûlullah'a yazdığı bir mektubunda: Bunlarla birlikte Kisrâ'ya gitmesini emretti.

Bu iki İranlı bahâdır Yemen'den çıkıp Medine'ye vardılar. Ve İran âdetine göre Rasûlullah'ın huzuruna girdiler. Peygamber bunlara: "Haydi şimdi gidi­niz de yarın geliniz,-'" buyurup huzurdan çıkardı. O gece, bâzı müelliflerin riva­yetine göre, cumâda'l-ulânm onuncu salı gecesi Rasûlullah'a vahy geldi ki: Allah Taâlâ Kisrâ Pervîz'e oğlu Şîreveyh'i musallat kıldı ve fulân ayın fuiân günü onu öldürdü.

Bu vahy üzerine Peygamber iki İranlı'yı çağırttı, onlara bu vak'ayı haber verdi. Ve bunlara ikram edip bilhassa Harhara'ya altın ve gümüşle süslü bir ke­mer hediye etti ki, bunu Peygamber'e Melik Mukavkıs hediye etmişti.

Bunlar huzurdan çıkıp Yemen'e gittiler. Bâzân'a varıp bütün buniarı ona anlattılar. Bunun üzerine Bâzân: "Vallahi bunlar bir melik sözü değildir, bir peygamber tebliğidir; ben bu zâtın iddia ettiği üzere muhakkak bir hakk peygamber olduğunu anlıyorum. Göreceksiniz bu sû'ikasd hâdisesi de muhakkak O'nun dediği gibi gerçekleşecektir" dedi. Çok geçmeden ona Şîreveyh'in bir mektubu geldi. Bu mektûbda Kisrâ Pervîz'in şu târihte katlolunduğu bildiriliyordu ki, Rasûlullah'ın haber verdiği târih idi. Bâzân, Şîreveyh'in mektubunun İçindeki­lere vâkıf olunca: "Bu zât muhakkak hakk peygamberdir" deyip müslümân ol­du. Yanında bulunan Farslılar da müslümân oldular. Rasûlullah da Bâzân'ı San'â'da Yemen Vâlîliği'nde bıraktı. Bu suretle Bâzân, Rasûlullah'ın Yemen'e gönderdiği valilerin birincisi oldu (Umdetu'i-Kaarî, XI, 453-454,Matbaa-i Âmire tau i).

[25] Başlığa uygunluğu: "Eşlem kabilesinden bir adama kavminin içinde şunu i'lân ettirdi..." sözündedir. Çünkü o adam da Rasûlullah'ın göndermiş olduğu elçi­ler cümlesinden birisidir. Adamın ismi Hind ibn Esma ibn Hârise'dİr. Bu hadî­sin bir rivayeti Oruç Kitâbı'nın sonunda Mekkî ibn İbrahim'den üç râvîli olarak geçmişti... (Aynî).

[26] Bunda haber teblîğ etmenin, ilim öğretmenin vâcib olduğuna delîl vardır. Çün­kü bu emir vucûb içindir. Bu da tek tek herbir ferdi şâmil olur. Eğer vahidin tebliği yerine getireceğine hüccet olmayaydı, bu teblîğ vazifesini onlara tahsis etmezdi.

Bu hadîsin bir rivayeti îmân Kitâbı'nın evvellerinde geçmişti.

[27] Fethu'l-Bârt'de şöyle dedi: "Gördün mü?" kavlindeki soru inkâr içindir. eş-Şa'bî, Peygamber'den mürsel hadîs rivayet etmeyi reddediyordu. Bununla mürsel hadîs rivayet etmeye sevkeden sebeb, Peygamber'den hadîsi çoğaltmak isteği olduğuna işaret ediyordu. Yoksa insan muhakkak mevsûl olarak işittiklerimle yetinirdi.

el-Kirmânî de et-Kevâkib'de şöyle dedi: Garazı, Hasen Basrî tabiî olmakla beraber, Peygamber'den çok hadîs rivayet ediyordu, yânî çok hadîs rivayet et­meye cür'etli idi. İbn Umer ise sahâbî olmakla beraber az hadîs rivayet edici idi. O hadîs rivayeti hususunda ihtiyat edici, mümkin olduğu kadar sakınıcı idi Umer de Peygamber'den, O'nun söylemediklerini tahdîs etmek korkusu ile az hadîs rivayet etmeye teşvîk ederdi... (Kastallânî).

[28] Başlığa uygunluğu "Eti yemekten kendilerini tuttular" sözünden alınır. Çünkü onlar kadının sesini işittiklerinde eti yemeyi terkettiler. Bu da âdil olan bir kadı­nın haberi ile amel edileceğine delâlet etmiştir... (Aynî).